İsmail beşikçi bilim yöntemi yurt yayınları

Page 1


ismail ae,ikfi BiLiM YÖNTEMi


YURT KlTAP YAYIN: 45

İSMAİL BEŞİKÇİ BÜTÜN ESERLER: 1 Yurt Kitap Yayın'da Birinci Basım: Ekiın 1991 (Bilim Yöntemi'nin ilk baskısı Kornal Yayınevi tarafından yapılmışur. Kornal Yayınevi'nin kitaba koyduğu dipnota göre, kitap, Nisan 1976'da basıma hazırlanmış, Ankara'da Kalite Matbaası'na basıma verilmiş, ancak bazı nedenlerden dolayı geri alınmış ve aynı yıl istanbul Bilgiç Matbaa­ sı'nda dizitip Diner Matbaası'nda basılmıştır.)

Dizgi

:Yurt Kitap-Yayın

Baskı

:Aydınlar Matbaacıhk

Kapak : Vedat Ülger Montaj : Mehmet Aydın

sımflama No.: oern.irbaş

No.:OOı.�

YURT KİTAP-YAYlN

GMK Bulvan Onur İşhanı Kat: 7 No: ı76 Tel: ı ı7

35 49

KIZILAY ANKARA


BILIM •

••

YONTEMI

'·. ··t<iTAP-YAYIN


iÇiNDEKILER

BIRINCI BASKlYA ÖNSÖZ IKINCI BASKlYA ÖNSÖZ YAYINCININ NOTU KISAL TMALAR

.....

.

.......... ........... ...........

5

.

...........................

.. .

...

.

.. ....................... ........

.

....

.

....

... . .

.......

......................................................................

.

.....

. . ..

..................

1.

;........................................... 12

BÖLÜM

BILIM BIR DÜŞÜNCE YÖNTEMIDIR ll.

.7

11

.

........

13

. ..

..................

17

.

..................

17

..... . . . ...... ....................

BÖLÜM

BILIMSEL FAALIYETIN YAPlSI 1. Gözlem, Izlem, Deney vs.

.

...................... ......

.....................

..

..

..........

. 2. Kavramsal sistemlerin kurulması, Hipotezler, Teoriler vs

19

....

3. Do�rulama veya Gerçeklema ......

23

...........

29

....... ................... . .............

30

(Kanunlara veya Kanun düzeyinde bilgilere erişme) lll.

.

....

BÖLÜM

BILIM NEDIR? BILIMIN BAZI ÖZELLIKLERI NELERDlR? 1. Bilim Varlık Alanı Olarak GerçeQi, Gerçek Somutu

Kabul Eder. Gerçe{Je Saygılıdır. Bilim Nesnel Gerçe{Je Dönüktür ve Olgusaldır 2. Bilim Objektiftir

.

.

. 37

................................... ............ . . . ............... ..

3. Bilim Dogmatizme Karşıdır. Eleştirici ve Özeleştiricidir

43

4. Bilim Seçicidir .

50

........

.. .....

. .

.

.

.

.. .... ............ ... ......... ............. ..............


5. Bilimsel Yöntem , Birbirlerinden Kopukmuş Gibi

Gözüken Olgular Arasında Problem Gören, Aykırılıkları Yakalayan Bir Bakışt ır . . . .51 6. Bilim Genelleyicidir ve Geneli Arayıcıdır ..............................63 7. Bilim Mantıksald ır . . . 63 8. Bilim Gelecek Hakkında Öngörüde Bulunur . . . . 65 9. Bilim Toplumsal ihtiyaçlardan Doğar. Dinamik Bir Etkinliğe Sahiptir . . . .. . . 66 . . . . ......

. .......

.............. ..... . . . . ...

..............................

........................

. . . . . .......

. .......

IV.

....

.... ..

. . . .. . .

....

V.

.....

........

.

....

....

..............

. .

............... . .

....

.

....

71

BÖLÜM

RESM i I DEOLOJ i , DOGMAT iZM , B i L I M I L I ŞK iSi VI.

. ..

BÖLÜM

B IL i M- i DEOLOJ i ve DOKT R I N G ÖZLEMSEL ve KAVRAMSALlN iL i ŞK i S i . . . . . .. . . . ...

.

.

97

. . . . . . .................

BÖLÜM

SONUÇ: VARLIK A.LAN I OLARAK, GERÇEK, YAN I GERÇEK SOMUT KABUL ED I LM EDEN VE N ESNEL GERÇEK S I L I N M EDEN, DOG AYI , TOPLUMU, I NSANI DEGI ŞT I RMEK M Ü MK Ü N DEGI LD i R. KAYNAKLAR

'.................................................... 116

...........

............................................................ ..... .......... ....

123


BiRiNCi BASKlYA ÖNSÖZ

Türkiye'de sosyoekonomik yapı hızla değişmektedir. Yeni yeni toplumsal ve siyasal güçler oluşmakta ve bunlar halk yığınlarını et­ kilemektedir. Bu güçler kamuoyuna ses vermekte ve kamuoyundan ses almaktadır. Gitlikçe karmaşık bir hale gelen bu ilişkileri kavra­ mak ise, ancak, bilimsel yöntem sayesinde mümkün olacaktır. Son yıllarda toplum olarak büyük tecrübeler kazandık. Bu ara­ da Diyarbakır duruşmaları, önemli bir sorunun, Kürt sorununun, bü­ tün boyutlarıyla ortaya çıkmasında büyük bir etken oldu. Soruna daha önemli bir açıklık geldi. Bu arada, eski görüşlerimizde köklü sayılabilecek değişmeler de oldu. Yargılamalar, olaylara bakış yön­ temini temelden etkiledi ve değiştirdi. Kürt sorunu elbette kendi başına bir sorun değil. Zaman ve mekan boyutunda, çok geniş ve karmaşık ekonomik, politik ve top­ lumsal iliŞkiler içinde bir sorun. Bu ilişkileri etkilediği gibi onlardan etkileniyor da. Doğu Anadolu'nun Düzenı (Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller) kitabını yeni baskıya hazırlarken, yeni bilgileri eskisiyle bü­ tünleştirmek, kitabı , bu açıdan yeniden kaleme almak istedim. Önemli bir bölümünü yazdım da. Fakat yeni baskı için yazılanları n, 7


bazı kısımların çıkarılması, bazı kısımların genişletilmesine rağmen, eskisiyle önemli bir değişiklik göstermediğini gördüm. Halbuki dü­ şüncemizdeki değişiklik çok daha köklü idi. Bu düşünceleri derli toplu bir şekilde yeni baskıya aksettireme� diğimi belirtmeliyim. Bu durumun nedenlerini epeyce düşündüm ve araştırdım. Arkadaşlarla konuştum, tartıştım. Sonunda, bunun, bilim yöntemine gereği gibi nüfuz edememekten ileri geldiğini anladım. Bu du_rurnda, Doğu Anadolu'nun Düzenı kitabının yazım işini bir taral' a bırakarak "Bilim Yöntemi" konusu ile ilgilenmeye başlad ı m. Bu çalışma sonunda, adı geçen kitaba "Önsöz" olamayacak kadar büyük bir metin ortaya çıktı. Ayrı yayınlamayı uygun gördüm. Bu çalışma sırasında, Türkiye'de, 50 yıl boyunca, "bilimsel" adı altında yapılmış çalışmaların eleştirisi yapılmadan, bu araştırmalar yargılanmadan, ·"Doğu Anadolu'nun Düzeni nin yazılamayacağı­ nı da anladım. Yakında bu çalışma da yayınlanacaktır. "

Ankara, Nisan 1 1976

8

ismail Beşlkçl


IKINCI BASK lY A ÖNSÖZ

Bilimsel düşüncenin gelişmesini engelleyen en önemli kurum resmi ideolojidir. Resmi ideolojinin dinsel olmasıyla, laik olması ara­ sında çok büyük bir fark yoktur. Her ikisinde de, devlet, polis, kara­ kol, mahkeme, cezaevi gibi devletin zorlayıcı baskı araçlarını kulla­ narak resmi görüşün dışındaki düşüncelerin gelişmesini engellemeye çalışmaktadır. Her türlü cezai yaptırımı uygulayarak bu düşüncelerin sahiplerini etkisiz kılmaya, mağdur etmeye gayret etmektedir. Bütün bunlardan dolayı, resmi ideolojiyle bilim ilişkileri­ nin irdelenmesi çok önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır. Son 17-18 yıldır, kitaplarımızın çoğunun değişmeyen bir kaderi olmuştur. Kitaplarımızın büyük bir kısmı yayınlanır yayınlanmaz top­ latılmış, soruşturma açılmıştır. Kitaplar, bazen, matbaadaykan top­ latılmış, bazen bir-iki gün içinde, bazen de ilk haftasında toplat ılmış­ tır. lddianamelerde, kitaplardaki düşüncelerin yanl ışlığı ileri sürülmemekte, bu düşünceler, daha doğru olduğu kabul edilen dü­ şüncelerle çürütülmeye çalışılmamakta, sadece, bu düşü ncelerin ifade edilmesinin suç olduğu, cezayı gerektirdiği vurgulanmaktadır. Kitaplarla ilgili olarak davalarda, duruşmanın çeşitli safhaların­ da, sözlü ve yazılı savunmalar yapılmıştır. Bu savunmalarda, bili­ min kavramlarıyla resmi ideolojinin eleştirisi yapılmı ştır. Bilimin res­ mi ideolojiyi eleştirmesi gereği üzerinde durulmuştur. l ik baskısı 1976 yılında yapılan bu kitap, bilim yöntemi kavramı·

9


nı irdelemeye çalışmaktadır. Bu kavramın resmi ideolojiyle ilintisini belit1mektedir. Bu düşüncelerin somut durumlardaki ifadelerini ise, kilapiara ilişkin davalq.rda yapılan savunmalarda görmek mümkün­ dür. Çeşitli kitaplarda, bilim yöntemi kavramının bazı boyutlarına vurgulama yapılmıştır. Bu bakımlardan, kitabı n ikinci baskısının içe­ riğinde hiçbir değişiklik yapı lmamıştır. Sadece, bazı şekil değişiklik­ leri yapmak gereği duyulmuştur.

Kapalı Cezaevi Ulucanlar/ANKARA

10

Ekim 1991 i smail Beşikçi


YAYINCININ NOTU Yayınevimiz değerli bilim adamı ismail Beşikçi'nin bütün eser­ lerini yayınlama kararı almı ştır. Bilime ve gerçekliğe adanan 26 yıl­ lık mücadelenin, bilimsel araştırma sü recinin kavranabilmesi için, bütün eserleri yayınlamayı zorunlu görüyo�z. Bugün, Beşikçi'nin çoğu kitabının baskısı olm�dığı gibi, bilinim nedenlerle insanlarımızın kütüphanelerinde de bulunmamaktadır. Bütün eseriere "Bilim Yö ntemi yle başlıyoruz. Bu kitabı, "Bi­ lim Yöntemi Türkiye'de Uygulama" dizisi izleyecektir. Daha sonra Beşikçi'nin ilk yazılarını yayınlayacağız. Bunları hiç yayınlanmamış araştırmalar izleyecek. i nsanların beyinlerinin kurtulması, özgürleşmesi, her şart altın­ da nesnel dünyayı olduğu gibi, sübjektif değil objektif olarak göre­ bilmesi içi� gereken arınmayı duru bir şekilde izlemek açısından i s­ mail Beşikçi çok güzel bir örnektir. Bu örneği incelerken, Siyasallı yıllarda ve ilk asisitanlık dönemlerinde gerçeğe yaklaşmaya çalışan zihni bulanık bir genci ve giderek, gittikçe özgürleşen, kafasındaki doğrulara dünyayı uyduran değil, olguları olduğu gibi gören ve bili­ min süzgecinden geçiren gerçeğe adanmış bir ömrü buluyoruz kar­ şımızda. Beşikçi özgürleştikçe hapisiere atılıyor. Savcılar iddianameler yazdıkça da düşüncelerini hiç sakınmadan söylüyor. Şimdilik 11 yıl­ dan fazla süren işkenceli, baskılı, sürgünlü yıllar geçiriyor. Yazdığı kitapların hemen tümü toplatılıyor. Bu süreç, adı bile anılmayan bir halkın ayağa kalkmasının, kendine dönmesinin panaromasıdır. Sürecin adım adı m izlenmesi ve her türlü baskıya rağmen, tek kelimeyle mütevazi bir şekilde "ben böyle düşünüyorum" diyen sevgili Beşikçi Hoca'nın gerçeğe adanan ömrünün okur tarafından ayrıntılarıyla incelenmesi için ar­ kadaşı mız Ali Yıldırım'ın Resm i ideoloji, Özgür Düşünce, Bir Ay­ dın, lsmail Beşikçi" ismiyle kaleme aldığı kitabı da yayınlayacağız. Beşikçi'ye saygı , okura dostlukla .. . "

"

Yurt Kitap-Yayın ll


KISALTMALAR a.g.e. AlD AÜHF (AÜH FD ) AÜEF BKMY HÜ lüEF IÜHF (IÜHFD) lüiF (IÜIFD) MEB SBTD SBF (SBFD) SSYB Tl B TODAIE .. TS ID

12

Ad ı geçen eser Türkiye ve Ortadoğu Amme Idaresi Ens­ titüsü Dergisi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ya­ yını (Dergisi) Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ya­ yını Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayını Hacettepe Üniversitesi Yayını Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını (Dergisi) Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesi Ya­ yını (Dergisi) Milli E!;!itim Bakanlı!;jı Yayını Siyasi Ilimler Türk Derneği Yayını Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını (Dergisi) Sağlık ve Sosyal Yard ım Bakanlığı Yayı­ nı Tüm Iktisatçılar Birliği Bülteni Türkiye ve Ortadoğu Amiııe Idaresi Ens­ titüsü Türkiye Sosyal Ilimler Derneği Yayını


I.

BÖLÜM

BİLİM BİR DÜŞÜNCE YÖNTEMİDİR

İnsanlar, kendilerini, dünyayı, etraflannda olupbiten çe­ şitli olaylan anlamak, bilmek ve kavramak için birçok dü­ şünce biçimi geliştirmişlerdir. İnsanlığın zaman ve mekan boyutu içinde geliştirdiği düşünce biçimleri arasında din,

mitoloji, sanat edebiyat, metafizik, ortakduyu önemli yer tu­ tarlar. Bilimsel yöntem de bir düşünce biçimidir. Fakat bilgi edinmede kullanılan en geçerli ve en sağlam bir yöntemdir. Bilimsel yön tem. insan düşüncesinin, insanı, doğayı ve top­ lumu bilmek ve kayramak bakımından geliştirdiği en önemli bir düşünce yöntemidir. "Yöntem"i, genel olarak belli bir amaca ulaşmak için dü­ şünülmüş bir araştırma planı olarak tanımlayabiliriz. Yön­ tem "nasıl?" sorusuna cevap arayan bir süreçtir. Yöntem bir

araştırma ve incelemede kullanılan işlemlerin meydana ge­

tirdiği bir bütündür. Bu işlemlerin eylemsel yönü de zihinsel yönü de vardır. Gözleıp, deney, ölçme gibi işlemler eylemsel­ dir. Hipotez, teori kurma, bunlardan gözlenebilir sonuçlar çıkarma ve bu sonuçlardan tekrar o lgulara dönerek test et­

me gibi işlemler de zihinsel, yani kavramsaldır. Yöntem, olgulan ve olgusal ilişkileri kavramada bir tu­ tumdur. Yöntemin; araştırma ve inceleme konulannı, anla­ şılabilir, kavranabilir ve anlatılabilir kılan bir görevi vardır. Olgulara ve olgusal iliŞkilere yaklaşım tarzı, araştırma ve in­ celeme konularının seçimi, araştırma ve incelemenin yürü13


tülmesi, bir sonuca vanlması. sonuçlann ilgili kamuoyunun inceleme

ve

denetimine

mümkün olmaktadır.

sunulması,

"Araştırmanın

yöntem yöntemi"

aracılığı

ile

kavramım,

"Araştırmamn teknikleri" kavramı ile kanştırrnamak gerekir. Araştırmada kullanılan teknikler belirli bir amaca ulaş­ ·

mak için gerekli araçlardır. Gözlem, deney, ölçme vs. araş­ tırmanın teknikleridir. Yöntem ise, belli bir amaca ulaşmak için yapılan zihinsel ve eylemsel bütün işlemleri kapsayan bir alandır. Bilimsel düşünce biçimi başlı başına bir yön­ temdir. Yöntem ile araştırma teknikleri arasındaki farkı ve ilişkiyi

D.oğan Ergün şöyle belirtiyor:

"Yöntem ve araştırma teknikleri arasındaki farkı ve bağı gösterme konusunda, bir anlatım kolaylığı sağla­ mak için bir benzetmeden yararlan ılabilir. Sosyolojik yöntemle, sosyolojik araştırma teknikleri arasındaki ilişkiler, strateji ile taktik arasındaki ilişkilere benzer. Tanı mlayacak olursak, strateji, başlangıçta hedefler saptamak ve hedeflere ulaşmak için çeşitli yollar sap­ tamak demektir. Taktik, stratejik planı gerçekleştirmek için yararlanı lacak araçları, her an belirtmekten ibaret­ tir. Kısacası taktik, manevradır. Ve manevra en iyi ara­ cı bulmak için yapılır. Başka bir deyişle, yöntem, stra­ teji olarak düşü nülünce, araştırma teknikleri de taktikler olarak düşünülecektir."1 Biz burada araştırınamu tekniklerinden, yani herhangi bir araştırmada kullanılan tekniklerden söz etmiyoruz. Göz­ lem nasıl yapılır, soru kağıdı nasıl düzenlenir, örnekleme nedir vs. gibi hususlar konumuz değil. Biz, bilim yöntemini, bilimin nasıl bir yöntem kullandığını açıklamaya çalışıyoruz. Bilim yöntemi, yani bilimsel düşünce sürecinde kullanılan yöntem tek olduğu halde, araştırmada kullanılan teknikler

çoktur. O halde "bilimin yöntemleri" denemez. Bilim yöntemi daima temelde durur. Teknikler her zaman değişebillı-.2 1.

2.

14

Doğan Ergün, 100 Soruda Sosy oloj i El Kitabı, 2. bs. Gerçek Yay ı­ nevi, istanbul 1975, s. 1 62. Yöntem, "metot" hakkın d a bk. Politzer, Felsefenin Temel i lkeleri, Çev. M. Ardos, Sol Yayınları, Ankara 1969, s. 33-44; Cemal Yıldırım, 1 00 Soruda Bilim Fel sefesi, Gerçek Yayınevi, Istanbul 1 973, s. 7781; Doğan Ergün, Sosyoloj i ve Tarih, Yar Yayınları, Istanbul 1 973,


Bilimsel yöntemi kendinden önceki düşünce yöntemle­ Iinden ayıran en önemli fark, bilimin daima olgusal oluşu­ dur. Bilim yöntemi, daima, gözlenebilen, doğrulanabilen ve­ ya

yanlışlanabilen

önerrnelerle

meşgul

olur.

Bilimsel

önermeleıin en önemli özelliği gerçeğe dönük olması ve olgu­ sal olmasıdır. Örneğin din ve teoloji düşüncesinde ise, sevgi, inanç, duygu gibi kavramlar düşüncenin temel kavramlan olmaktadır. Bunlar olgulardan kopuK olduğu içln, gözlenme, dağrolanma veya yanlışianma niteliğlne sahip değildirler. Mitoloji, metafizik gibi düşünce biçimiert de aşağı· yukan böyledir. Korku, endişe, kaygı, umut, güvensizlik, yüce bir güce sığınma ihtiyacı gibi duygulan doğrulamak veya yanlış­ lamak olanağı yoktur.

Bu bakımdan bunlar bilimsel bir

önermeye konu olamazlar. Sadece kişisel inanç ve özlem dü­ zeyindedirler. Psikoloji, bu duygulan bilim yöntemi ile gözle­ yebilir ve ölçebilir. Fakat bu duygulan ifade eden önermeleıi doğrulamak veya yanlışlamak olanağı yoktur. Bilim, gözlenebilen ve ölçülebilen olgularla ilgilenir. Bu bakımdan bilim nesnel gerçeğe dönüktür. Bu olgulan ifade eden önerrneler doğrulanabilen ve yanlışlanabilen önerrne­ lerdir. Olgulara dayanmayan, nesnel gerçeğe dönük olma­ yan hiçbir iddia, hipotez veya teoıi, bilimsel değildir. Bilim yönteminde olgular tarafından doğrulanmayan önermeleri kabul etmek olanağı yoktur. Herhangi bir olgunun bilime konu olabilmesi için, nes­ nel gerçeğe dönük olması, herkesin incelemesine ve eleştıii­ sine açık olması gerekir.

s. 49-56; Doğan Ergün, 1 00 Soruda Sosy olojl El K itabı, 2. bs. Ger­ çek Yayınevi, Istanbul 1975, s. 152-155; lbrahim Armağan, Bilgi ve Toplum 1, Bilgi Sosyolojisine Giriş, istanbul 1974, s. 202-206; W. Goode ve P. Hatt, Sosyal Bilim lerde Araşt ırma Metot ları, Çev. Au­ şen Keleş, SSYB, Ankara 1964; Cavit Orhan Tütengil, Sosyal Billm­ lerde Araşt ırma ve Metot, 3. bs. lüiF istanbul 1975, s. 1 ; ioanna Ku­ çuradi, Çeşitli Diyalektik Kavramları: Metot ve Görüş, Al D, Cilt 7 Sayı 4, Ankara 1974, s. 30-32; Ömer Bozkurt, Toplumsal Bilimlerde Yön­ tem Kavram ının Alan ı, Ai D, Cilt 5 Sayı 4, Ankara 1972, s 3-13; Asaf Savaş Akat, Geçiş Dönemi Toplumları Için Teorik Bir Çerçeve 1, Biri­ kim, Sayı 13, Mart 1976, s. 22.

15


Bilime konu olan olgular yalnız başına bir şey ifade et­

mezler. Bu tür olgular ancak, bir hipotezin veya teortnln aracılığı ile bilimsel bir incelerneye veri olurlar. Veya veri ol­

ma niteliğini kazanırlar. Başka bir deyişle, olgulann b111rnsel

bir incelemeye konu teŞkil edebilmesi için kavramlaştınlma­

lan gerekir. Örneğin, "Kürtler Ortadoğu toplumlarındWl biri­

dir", şeklindeki bir önerrneyi ele alalım. Bu önerme nesnel

gerçeğe dönük bir önermedir. Aynı zamanda olgusal bir

önerrnedir. Bu olguyu gözlernek ve ölçmek her zaman müm­

kündür. Bunun gibi önermeyi doğrulamak da mümkün. Gözlem sonuçlan bu önerrneyi her zaman doğrulayabilir.

Fakat, Kürtlerin Ortadoğu toplumlanndan biri olduğu olgu­

su, yalnız başına bir şey ifade etmez. Bu sadece bir sapta­

madır. Bu haliyle ancak, bilimsel bir incelemeye veri olma

niteliğine

sahiptir.

Bu

olgu

Kürt

toplumumun

Ortado­

ğu'daki, Türk, Aı:ap ve Fars merkezi otoriteleri ile ilişkilerini

açıklayan hipotezlere ve teorilere veri olabilir. Kürt toplumu­

nun temel çelişmelerini, bu çelişmelere canlılık veren temel dinamikleri açıklamada, yine bu olguyu kavramlaştıran hi­

potezler! ve teorileri kullanırız. Bu olgu, Kürt toplumundaki değişmeleri, değışınede belirleyici olan öğeleri, Kürt toplu­

munun tarihsel doğrultusunu açıklamada kullanılan hipo�

teziere ve teorilere veri olma niteliğine sahiptir. Böylece,

Kürt toplumunun Ortadoğu toplumlanndan biri olduğu şek­ linde ifade edilen olgu, başlı başına olmaktan kurtulur, bi­

limsel bir incelemeye konu teşkil eder. Yalnız başına ele alındığı zaman bir şey ifade etmeyen bu olgu, bilimsel bir öneri, hipotez veya teori ışığında ele alındığı zaman önemli

bir açıklama gücüne sahip olmaktadır.

Bilim yönteminin temel özelliği, olgulardan hareket et­

rnesi, nesnel gerçeğe, somuta veya nesnel varlığa dönük ol­

masıdır. Olgulardan hareket eden bilim, ulaştığı sonuçlan yine olgulara dönerek temellendirrneye çalışır. O halde bilim yöntemi bir süreçtir. Hakikat!, yani doğruyu arama süreci.

Bilimsel bilgi ise bir sonuçtur. Herhangi bir hipotez veya teo­ ri olgular tarafından doğrulanıyorsa, elde edilen bilgi, bilim­ sel bir bilgidir. Bilim, bilgi yığını değil, düşünce yöntemidir.

Bilim, belirli bir konuda, sistemleştirilmiş önermeler bütü­

nüdür.

16


ll.

BÖLÜM

BİLİMSEL FAALİYETİN YAPISI

Dinamik bir süreç olan bilimsel faaliyetin başlıca üç yö­ nü vardır. Bu üç yön üzerinde dunnada, bu yönlerin birbir­ leri ile ilişkisini açıklamada önemli bir gereklilik vardır. Bi­ limsel faaliyetin yapısal niteliğini açıklamak bakımından da yararlıdır. Bilimsel faaliyetin bu üç yönü, birbirleri ile dina­ mik bir bütünlük halindedir. Bu bakımdan bilimsel faaliye­

tin bu üç yönünü, birbirlerinden kopuk, bağımsız basamak lar olarak anlamamak gerekir. ı.

Gözlem, izlem, Deney vs.

Bilimsel faaliyetin birinci yönü

eylemseldir.

Burada,

göziem, deney, ölçme, karşılaştırmalı gözlem, çözümleme gi­ bi tekniklerle somut şeyleri ve olguları saptamaya çalışırız. Bu saflıa dış düny anın algılanması ile ilgilidir. Dış dünyayı

algılamak duyu organları sayesinde olur. O halde duyu or­

ganları olmayan kişilerin dış dünyayı algılamaları mümkün değildir. Dış düny anın, yani olguların ve şeylerin duyu or­

ganları vasıtası ile algılanması aynı zamanda bir soyutlama işidir. Burada araştırmaya konu olan olgular ya da şeyler, bağlı oldukları bütünsel ilişkilerinden ayn olarak, tek başı­

na incelenir. Çünkü, duyu organlarımız ve buna bağlı olarak düşüncemiz, nesnel gerçeği bir anda algılayamaz. Çelişme ve değişmeleri bütünsellik ilişkileri içinde bir anda aniaya­ maz ve kavrayamaz. '.7


O halde bilginin kaynağı, insanın duyu organlan ile et­ rafını algılamasıdır. Bilgi elde etme ve bilgi edinme süreci, insanın, kendisini, içinde yaşadığı toplumu, tarihi ve doğayı duyu organlan sayesinde algılamasıyla başlar. Bu bakımdan bilgi edinmenin temelinde duyumlar vardır. Bilginin ikinci derecesi olan kavramlar duyurnlara ve algılanan bilgilere da­ yanılarak oluşturulur. Anlaşıldığı üzere, bilgi elde etmenin hareket noktası so­ mut şeylerdir. Buna "maddi dünya", "somut gerçek", "gerçek somut", "madde" de diyebiliriz. Bu, insan bilincinin dışında, ondan bağunsız olarak var olan maddi dünyadır. Örneğin, ev, fabrika, tarla, öküz, ağaç, masa, kitap, Kürt halkı, Türk

halkı, Arap halkı, karakol. kırbaç, mahkeme, ordu vs. hep gerçek, somut olan, yani maddi dünya ile ilgili şeylerdir. İş­ te, insan, bilgilenme sürece içinde bu tür somut şeyleri algı­ layarak hareket eder. Fakat bu somut şeyleri daha iyi algıla­ yabilmek

için,

bütünlüklerinden,

çeşitliliklerinden

soyutlayarak algılar. Bu bakımdan bilgi edinme, somut şey­ lerin, "gerçek somut"un yani maddi dünyanın algılanması ile başlar. Fakat bu algılamanın daha iyi yapılabilmesi için soyutlama eylemini de birlikte yürütür. Özetleyecek olursak, birinci safhadakl süreç şudur: Bu safhada elde edilen, "gerçek somut", "nesnel varlık". "maddi dünya" ile ilgili bilgiler, insanın bilincine yansır. Burada bil­ ginin nesnel içeriği önemlidir. Bilginin nesnel içeriği demek. "gerçek somut"un, "maddi dünya"nın "madde"nin, insan bi­ lincine aslına uygun bir biçimde yansımasıdır. Yani, bilgi ile bilgisi edinilen eşyaıiın birbirine çakışmasıdır. Örneğin, "ger­ çek somut" olan, maddi dünyada bir yer işgal eden "ağaç"ı, "hayvan" diye algılamak, öyle telakki etmek yanlış bir tu­ tumdur. Burada gerçek somut "ağaç"tır. Fakat bu "ağaç" bil­ gi edinme süreci içinde olan kiŞinin bilincine hayvan diye yansımıştır. Yani aslına uygun bir biçimde yansımamıştır. Bu ise, algı ile bilgisi edinilen şey arasında zıtlık olduğu an­ lamına gelir. Böyle bir tutumun kişiyi yanlış sonuçlara götü­ receği şüphesizdir. Bunun gibi, gerçek somut olan, maddi dünyada yer işgal eden unsur "Kürt" ise, fakat bu "Kürt" olarak değil, "Türk" olarak algılanıyorsa, nesnel gerçek, yani gerçek somut, maddi dünya, yine, aslına uygun bir biçimde

18


yansıınatnış demektir. Gerçek somut, bu ôrnekte. "Kürt"tür.

Bilgi edinme sürecindeki kişinin bilinç içeriği ise, "Türkntür. Böylece nesnel gerçek, aslına uygun bir biçimde yansıma­ mıştır. Yani bilgi ile (Türk). bilgisi edinilen (Kürt) arasında

hiçbir ilişki yoktur. Bütün bunlar bilim yöntemi anlayışında son derece sakıncalı tutumlardır. Çünkü, bilgi edinme s;�ıre­ cinin daha başında, yanlışlardan hareket edilmektedir. Bu

yanlışın bilinçli olarak ısrarla yapılması, şüphesiz, çoL daha tehlikelidir. Bilim yöntemi süreci ile bağdaşmaz. Böyle sine

bir süreçle edinilen bilgiler bilimsel olamaz. Bu yanlış, eksik veya dikkatsiz bir algılama sonunda meydana gelmiş ise, bunun daha sonralan düzeltilmesi olanağı vardır. Bu safhada daha çok endüksiyon (tümevanm) diye ad­ landırılan düşünce biçimini kullanırız. Tümevanm, olgulan ve şeyleri teker teker ele alarak genel ilkelere ulaşınaya çalı­ şan bir düşünce yöntemidir.

2.

Kavramsal Sistemlerin Kurulması, Hipotezler, Teoriler vs.

Bilimsel faaliyetin ikinci yönünü, kavramsal, zihinsel bir faaliyet olarak değerlendirebiliriz. Bu safhada nesnel ger· çek bir bütün olarak kavranılmaya çalışılır. Yani, olgular ve olgusal ilişkiler somutlanmaya çalışılır. Olgulann çeşitli yön­ leri, bunlann birbirleri ile ilişkileri, çelişmeler, değişmt>ler. bir bütün olarak, bütünsellik ilişkileri içinde kavramlmaya çalışılır. Olgular, nesnel ger_çek somutlanır. Bu safhada. çe­ lişkileri yakalama, olgular arasında ilişki kurma ve bunlan açıklama önem kazanır. Burada önemli olan akıl yürütme yolu ile mantıksal çıkanmlar yapmaktır. Hipotezler ve teori­ ler kurarak olgulan ve olgular arasındaki ilişkileri kavrama­ ya çalışmaktır. Akıl yürütme yolu ile mantıksal çıkanınlar yapma faaliyeti sırasında endüksiyon ile birlikte dedüksiyon (genel ilkelerden özel durumlara varmal olarak isimlendiri­ len düşünce biçimi de kullanılır. Hipotetik-dedüktif olarak isimlendirilen bu düşünce biçiminde genel ilkelere ulaşma­ da tümevanmcı, olgulara dönmede tümdengelirnci bir yol iz­ lenir. İleri sürülmüş hipotezlerin ve teorilerin ışığı altında ol­ gulann gözleminden genel ilkelere giden, genel ilkelerden tekrar olgulara dönen bu dinamik sürece hipotetik-dedtlktif

19


yol diyoruz. Akıl yürütmenin ve akıl yürütme yolu ile man­ tıksal çıkarunlar yapmanın tek arnacı vardır. O da, olgulan, olgusal ilişkilert açıklayıcı hipotezler ve teoriler kurmaktır. Bu hipotez ve teoriler olgular arasında ilişki kurar, olgular­ daki ve şeylerdeki temel çelişrneleri belirlerneye çalışır. Olgu­ lardaki değişrneyi, değişmeye temel olan dinamikleri kavra­ mak

önemlidir.

Değişmeleri

belirleyen

temel

etkenler!,

değişmelerin doğrultusunu kavramak yine çok önemlidir. Bütün bunlan hipotez ve teorilerle açıklayabiliriz. Hipotez ve teorilerin açıklama gücüne sahip olabilmeleri olgu ve şeyle­ rin sağlam bir şekilde gözlem!, ölçülmesi ve karşılaştırmalı gözlemi ile mümkündür. Olgular ve şeyler, tümevarımcı dÜ­ şünce ile ne kadar sağlıklı bir şekilde gözlenrniş, ölçülmüş ve algılannuşsa,' onlara dayanılarak geliştirilen hipotez ve te­ otilertn açıklama gücü de o kadar geçerlidir. Burada sözü edilen hipotezlerden ve teortlerden, bilim­ sel hipotezlerin ve teorilerin anlaşılacağı şüphesizdir. Örne­ ğin idealist felsefede, metafizikte vs. gibi sistemlerde de teo­ rilerden söz edilebilir. Fakat idealist felsefe ve metafizikteki teoriler, ideallere, olması gerekeniere ve değer yargılarma dayalı teortlerdir. Bu bakımdan bu tür teoriler normatifttr­ ler. Bilimsel teoriler ise, olgulardan hareket edilerek kuru­ lur, yine olgulara dönülerek doğrulanır veya yanlışlanır. Bi­ limsel teoriler, olanı konu edinir. Nesnel gerçeğe ve olgulara dönüktür.

Olması gereken durumlara, değer yargılanna,

ideallere ilişkin değildir.

Görüldüğü gibi bilimsel faaliy ttn bu safhası, kavrarn­ Iaştırma ile ilgilidir. Birinci safhada, gözlem, karşılaştırmalı gözlem ve ölçme yolu ile elde edilen bilgiler ve algılanan so­ mut olgular bu safhada kavramlaştınlır. Bu kavrarnlaştırma hipotez ve teoriler aracılığı ile yapılır. Birinci safhada bütün­ sel ilişkilerinden soyutlanarak gözlenen olgular ve şeyler, ikinci safhada som'\]tlanır. Yani, olgularm ve şeylerin bütün çeşitliliklert, iç ilişkilert ve bunlann bağlantılan, olgu ve şey­ lerqeki iç çelişmeler, bunların öteki olgularla ilişkilert ve bağlantılan bütünsellik içinde ele alınır. O halde kısaca şu­ nu söyleyebiliriz:

Kavramlar; şeylerin, olgularm dış görü­

nümleri ile, birbirlerinden kopuk aşamalan ile, ilgilenmez. Bu şey ve olgulann özlertni, bütünlüklertni, iç çelişmelertnt,

20


iç ve dış ilişki ve bağlantılannı anlamaya çalışır. Bu ilişkilere kısaca, olgu ve olgular arasındaki diyalektik ilişkiler diyebili­ riz. Böylece, nesnel gerçeği kavrama olanağı ortaya çıkar.

Olgu veya şey somut olarak kavranır. O halde, somut ve so­ yut birbirinin karşıtı unsurlar değildir. Bunlar, düşünce sis­ teminin, biri olmadan diğeri olamayacak, birbirlerine sıkı bir bütünsellik içinde bağlı iki unsurudur. Bu uni>urlar birbirle­

rini diriantik bir şekilde etkilerler. Bu iki unsur, bilim yönte­

mi süreci içinde birbiriyle her zaman bütünlenirler. Ve bü­ tünlük arzederler. Diyalektik yöntemiri kurallan konusunda, iricelemeler

yapan Marks ve

Lenin,

yöntemin kurallan konusunda şöyle

söylemektedirler:

1. Araştırma konusu olan şey ya da olgu tek ba­ şına, ayrı olarak incelenecek. Üzerine başka şeyle­ rin katılmadığı, ya da başka şeylerle birleşmediği bir biçimde Incelenecek. Yanı soyutlanarak Incele­ necek. Çünkü düşünce gelişme ve değlşmeyl bir­ denbire algılayamaz. 2. Şey ya da olgu, çevresinde başka olgularla olan Ilişkilerı Içinde, yanı Ilişkiler bütün Içinde In­ celenecek. 3. Şey ya da olgunun gelişmesı, değişmesi In­ celenecek. 4. Şeyin ve olgunun yapısında bulunan çellşme­ ler Incelenecek (Şeydekl, olgudaki çelişen Iç yön­ ssmeler bulunacak). · 5. Şey ya da olgu, bir çellşmeler bütün olarak Incelenecek. 6. Şey ya da olguda, gerçekleşen en küçük çe­ llşmeler de Incelenecek. 7. Incelemek Için parçalara bölünen şey ya da olgu yeniden bütünlenecek. Ve Içinde başka şey­ ler, başka olgular bulunan bütünle Ilişkilerı arana­ cak. 6. Şey ya da olgu, sürekli �r biçimde, yenı lllş­ kiler ve yenı nitelikler ortaya çıkaran, bir �üreç Içinde gözlenecek.

21


9. Şey l er, olgular ve süreçler hakkında insanın edindiği bilgilerin, dış görünüşten derın ve genel ilişkilere giderek, sonsuz olarak Ileried i ği gerçeğ i bil inecek. 10. Bir şeyin ya da bir olgunun bir aşamasının belli özelliklerının ancak daha yüksek bir aşamada· tekrarlandığı billnecek.3 Buradan anlaŞılacağı üzere, diyalektik yöntem ile bilim

yöntemi arasında büyük bir ayniyet var. Bilimler, bilim yön­

temi sayesinde kendi alanlannda cereyan eden olgulan ve olgusal ilişkileri kavramaya çalışır. Bu ise, diyalektiğin zaten genel arnacıdır. Bu bilimlerin ancak maddeci olacağı gerçeği­ ni ortaya koyar. Diyalektik yöntemin, bu arada diyalektik materyalizmin, bilimlerle tam olarak özdeş olmadığı doğru­

dur. Fakat bilimlerin zorunlu olarak diyalektik olduğu şüp­

hesizdir.4

Engels maddeyi hareket olarak nitelendirrnektedir. Bu

görüşün sonucu olarak diyalektiği şöyle tarif etmektedir:

"Diyalektik, dış dünyanın ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarının bilimidir."5 3.

4. 5.

22

Doğan Ergün, Sosyolojl ve Tarih, s. 1 35·1 36; Doğan Ergün, Sosyo­ loj l El Kitabı, s. 1 55- 1 56; Selahattin Hilav, Diyalektik Düşüncenin Tari hi, Sosyal Yayınlar, lstanbul 1 966, s. 173- 1 80; Cem Eroğul, Diya­ lektiğe Giriş, SBFD, Cilt 2.1 Sayı 3, 1968, s. 294-296. Ceıiı Eroğul, Diy alektlğe Giriş, a.g.m. s. 294-298; Doğan Ergün, Sosyoloj l El Kitabı, s. 1 52-1 59. Diyalektiğin tarifi ve diyalektik kavram ı hakkında bk. Engels, L. Feuer­ bach ve Klasi k Alman Felsefesinin Sonu, Çev. Nizarnettin Burhan, Sosyal Yayınlar, lstanbul 1962, s. 1 6-25; Marx-Engels, Felsefe Ince­ lemeleri, Çev. Cem Eroğul, Sol Yayınları, Ankara 1 968, s. 33; Polit­ zer, Felsefenin Başlangıç I lkeleri, Çev. Cem Eroğul, Sol Yayı nları, Ankara 1 966, s. 1 31-1 84; Politzer, Felsefenin Temel I lkeleri, s. 3744, 45- 1 24; Engels, Anti-DOhrlng, Çev. Kenan Somer, Sol Yayı nları, Mart 1 975, s. 1 99-229; Lenin, Materyal lzm ve Amplry okrltlsizm, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara 1 976, s. 32-21 O; Marx­ E . n gels- Lenin, Evrensel Çelişki ve Tarihsel Maddecilik 1, Çev. E.Ateş, Ana Yayınları, lstanbul 1 975, s. 21 5-269; Marx- Engels-Lenin, Marksist Felsefe Yazıları, Çev. Mesut Odman, Bilim Yayınları, Istan­ bul 1 976, s. 1 05-153; Stalin, Diyalektik ve Tarihi Matery allzm, Çev. Zeynep Seyhan, Bilim ve Sosyalizm Yay ı nları, 5. bs. Ankara 1 975, s.


O halde diyalektik yöntem gereğince, evrendeki herhangi bir olgu, ancak, başka olgularla ilişkileri içinde ele alınabilir. Başka olgularla bütünlüğü içinde incelenebilir. Herhangi bir olgu, ancak, etkilendiği bütün içerisinde ele alınabilir. Veya bütünün olgusal ilişkiler bütününün olguya yaptığı etkilerle anlaşılabilir ve kavranabilir. Herhangi bir olgu veya olgusal ilişkiler bütünü, ancak, belirli bir zaman boyutunda ve ta­ rihsel bir süreç içinde ele alındığı zaman anlaşılabilir ve kav­ ranılabilir. Olgusal ilişkiler belirli bir zaman ve mekan boyu­ tu içinde ele alınmadan kavranılamaz.

3. Doğrulama Veya Gerçekierne

(Kanunlara veya Kanun düzeyinde bilgilere erişme): Bilim yönteminin üçüncü yönüne gerçekierne faaliyeti diyebiliriz. Bu safhada, ikinci safhada elde edilen hipotez ve teoriler tekrar olgulara dönülerek denetlenmeye çahşılır. Bu denetleme sırasında hipotez veya teorilerle olgular arasında

5-1 4; Stalin, Anarşizm ml Sosyalizm ml, Çev. Muzaffer E. Kabagil, Sol Yayınları, Ankara 1 974, s. 1 3-24; Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, Çev. Adnan Cemgil, Payel Yayı nları, Istanbul 1 975, s. 1 65- 1 68; Kuisinen, Diyalektik Materyallzm, Çev. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, Istanbul 1 966; Kuzinen va arkadaşları, Markslzm­ Leninlzmin lıkele ri El Kitabı 1 , Diyalektik ve Tarihi Materyallzm, Çev. Güneş Bozkaya, Yar Yayınları, lstanbul 1 975, s. 99-1 49; M. Ro­ santhal ve P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü, Çev. Aziz Çalış­ lar, Sosyal Yayı nlar, 2. bs. istanbul 1 975, 1 1 4-1 1 6; A. Spirkin-0. Yak­ hat, Diyalektik ve Tarihi Materyallzm, Çev. Engin Karaoğlu, Bilim Yayınları, 2. bs. Istanbul 1 976, s. 59-1 1 O; Henri Lefebre, Karl Marx, Hayatı ve Eserleri, C IIt ı. Çev. Rasih Nuri Ileri, Anadolu Yayınları, Ankara 1 968, s. 69-86; Henri Lefebre, Lenin'in Hayatı, Filozofik, Ekonomik ve Politik Düşüncesi, CIIt ı, Çev. Rasih Nuri ileri, Anado­ lu Yayı nları, 2. bs. Istanbul 1 975, :ı. 280- 284; V. Affanesiev, Felsefe­ nin lıkelerl 1 Diyalektik Materyallzm, Çev. Nuri Samyeli, Yar Yayın­ ları, Istanbul 1 974; Lenin, Felsefe Defterler!, Sosyal Yayınlar, Istanbul 1 976, s. 289-307; M. Buhr-A. Kosing, Markscı Leninci Fel­ sefe Sözlüğü, Çev. Engin Aşkın, Konuk Yay. lstanbul 1 975, s. 78-85. Diyalektik kavram ının çeşitli anlamları için ayrıca bk. ioanna Kaçaradi, Çeşitli Dlalektlk Kavramları Met("l! ve Görüş. a.g.m. s. 3-32.

23


bir uyum saptanırsa, yani olgular hipotez veya teorileri doğ­

ruluyorsa elde edilen bilgi bilimsel bir bilgidir. Aksi halde, olgulan ve ilişkileri, yani nesnel gerçeği açıklama gücü ol­

madığından, hipotezlertn veya teorilerin reddedilmesi gere­

kir.

Hipotez veya teorilerin test edilebilmesi için, onlardan

gözlenebilir sonuçlann çıkanlması da gerekir. Hipotez ve te­

ortlerden gözlenebilir, test edilebilir sonuçlann çıkanlması

mantıksal bir işlemdir. Hipotezlerden ve teorilerden gözleni­ lebilir ve test edilebilir mantıksal sonuçlar çıkarmadan olgu­

lara dönmek ve kontrol olanağı aramak mümkün değildir.

Örneğin sömürge veya sömürgeci kavramlarını ele alalım.

Herhangi bir toplumda sömürge ilişkilerinin varolup olmadı­

ğını anlayabilmek için, sömürge kavramını oluşturan olgu­ sal ilişkilerin mevcut olup olmadığına bakmak gerekir. Ülke­

nin veya bölgenin doğal kaynaklanın kim denetliyor? Ülkede veya bölgede yoğun bir sınai kapitalist gelişme var mı? Yok­

sa, ticaret, aracılık, kornisyonculuk gibi faaliyetler mi geliş­

miş? Ülkenin veya bölgenin sınai gelişmesi durdurolmuş

mu? Yoksa pazar olarak nu kullanılıyor? Ulusal ve demokra­

tik haklar gelişip serpilmiş mi? Yoksa bu haklara ve kültürel

fonksiyonlara karşı amansız bir baskı nu var? Ülkeye veya bölgeye, halkın etnik kişiliğine saygı var nu? Bütün bu ilişki­

ler zora ve şiddete mi dayanıyor? Kitle haberleşme araçlarını

kim denetliyor? vs. Bütün bu ilişkilert izlemek ve gözlernek

ve bu ilişkiler aracılığı ile hipotez ve teorileri test etmek her

zaman mümkündür.

Gerçekierne faaliyeti sırasında, daha çok

indlrme

olarak

adlandırabileceğimiz bir düşünce biçimini kullanırız. Hipo­

tez veya teorinin sağladığı bilgi özel bir olguya indirgenir ve

denetleme bu olgu aracılığı ile yapılır. Buradaki mantıksal

çıkarım tümdengelirnci bir çıkarun değildir. Fakat bu man­

tıksal çıkanın işlemine tümdengelirnci çıkannun tersi diyebi­

liriz.

Bilimsel yöntemin uç yönü bu şekilde özetlendikten son­

ra, bu üç yönün birbirleriyle sürekli bir etkileşim içinde ol­

duğumi tekrar belirtınede yarar vardır. Örneğin herhangi bir araştırınacıyı ele alalım. Bu araştırınacıyı gözleyeceği olgula­

ra götüren bir hipotez veya teori yok ise, yapılan gözlem da-

24


ğımk ve gelişigüzeldir. Kullanışsızdır. Ne için kullanılacağı,

neyi açıklayacağı bile belli değildir. Bu balrnndan· araştırıcı, gözleyeceği olgulara, açıklama gücü olan sağlam bir hipoteı

veya teori ile gitmelidir. Hipotezler-veya teoriler, belirli olgu­

lan ve olgusal ilişkileri açıklayıcı kavramsal sistemlerdir. Te­

orinin doğruluk derecesi ve açıklama gücü daha fazladır. Hi­ potezler

ise,

doğruluk

derecesi

henüz

bilinmeyen,

test

edilmesi gereken, fakat açıklama vaad eden bir önermedir­ ler. Genel olarak hipotezler, olgular tarafından doğrulandık­

lan zaman kesin bir bilgi elde edilebilir. Fakat, bu kesin bir

sonuç degildir. Meydana gelen yeni olgular ve yeni koşullar,

bilgiyi, dolayısıyla sonucu her zaman değiştirebilir.

Hipotezlerle teoriler arasında belirtilmesi gereken önemli bir fark da teorilerin daha kapsamlı olmasıdır. Hipotezler be­

lirli konulara inhisar etmekle beraber, teoriler çok daha ge­

niş olgulara ve olgular kümesine ilişkindir. Hipotezlerin olgular tarafından

doğrulanması demek,

belirli bir kanuna erişilmesi demektir. Şeylerin, olgulann ve­

ya olgusal ilişkilerin doğal gelişimlerini belirleyen, temel iç­ sel ve dışsal bağlantılann bulunması demektir. Teorilerin

ise. çok daha geniş bir olgular kümesini açıklama gücü ve

özelliği vardır. Bu bakımdan, teoriler, birçok kanunun veya

kanun düzeyine ulaşmış bilgilerin birleşiminden meydana

gelir. Şu halde, her objektif gerçek görecelidir. Bununla be­

raber her objektif ge:ççek. mutlak gerçeğin bir unsuru olarak görünür. Mutlak realitenin bir kısmı onun tarafından yansı­

tılır. Yine bunun gibi, açıklama gücü 'olan. geçerli. sağlam bir

)lipotez veya teori, olgularm dikkatli gözleml, ölçümü ve kar­

şılaştırmalı gözlem! sonucu elde edilir. Tümevanmcı bir dü­ şünce biçimi ile sistematik gözlem yapılmadan, açıklama va­

ad eden tutarlı bir hipotez veya teori kurmak mümkün

değildir. Zaten, gözlem, belirli bir amaç için, bir hipotez veya teorinin ışığı altında olgulan ve olgusal ilişkileri saptama fa­ aliyetidir. Gözlemin deneyden farklı bir yönü vardır. Gözlem­

cinin olaylar karşısındaki tavn pasiftir. Deney yapan kişi

ise, denetleme yapmak için olayı laboratuvarında suni ola­ rak yaratmaya çalışır.

Bütün bunlar bilim yöntemi sürecinin dinamik ve etkin

25


bir süreç olduğunu göstermektedir. Bilimsel faaliyetin bu üç

yönü birbirleri ile sürekli bir etkileşim ve bütünlük içinde­ 6 dir.

Marks, bilgi elde etme sürecindeki bu basamaklan ve ilişkileri şöyle belirtiyor:

"Genel kavramlardan somut kavramıara giden me­ todun bilimsel bakımdan doğru olduğu açıl<'ça görül­ mektedir. Somut, farklı belirlemelerin sentezi, yani bir­ liği olduğu için somuttur. Bundan dolayıdır ki, somut, gerçek bir hareket noktası , yani dolaysız algının ve ta­ savvurun hareket noktası olmasına rağmen, düşünce­ de hareket noktası olarak değil, bir sentez sür(. , �ir sonuç olarak görünür. Birinci yöntem, yani tasavvur edilmiş somuttan gittikçe basitlenen somutlamalara geçme metodu, görünüşün bütünselliğini soyut bir be6.

26

Bilim yönteminin sözü edilen üç yönü ile ilgili olarak bk. Cemal Yıldı­ rı m, Bilim Felsefesi, s. 92-1 08; Politzer, Felsefenin Temel ilkeleri, s. 188; Kuzinen ve arkadaşları , Mark sizmln-Leninlzmin i lkeleri !, s. 151-186; Lenin, Materyal izm ve Ampiryokrltisizm, s. ·32-98; Lenin, Felsefe Defterler!, s. 378-379, Antoniö Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, s. 164-185; Marx-Engels-Lenin, Marksist Felsefe Yazıları s. 154-204; Marx- Engels-Lenin, Evrensel Çellşke ve Tarihsel Mad­ decilik 1, s. 271 vd. ; Engels, Anti-Dühring, s. 85-230; Mao, Teori ve Pratik, Çev. N. Solukçu, Sol Yayınları, 2. bs. Ankara 1969 s. 7-73; Henri Lefebre, Karl Marx, Hayatı ve Eserleri Cilt ı, s. 51-67; Henri Lefebre, Lenin'In Hayatı, Filozofik, Ekonomik ve Politik Düşünce­ si, Cilt 1, s. 190-196, 268-279; M. Rosenthal ve P. Yudin, Materya­ list Felsefe Sözlüğü, s. 60-62; ldris Küçükömer, i ktisat i lkelerine Yeniden Bakış, C ilt ı, i ü iF, Istanbul 1972, Önsöz Behice Boran, Toplumsal Yapı Araştırmaları, DTCF Ankara 1945, s. 1-22; Oskar Lange, Ekonomi Politik'In Metodu, C IIt ll, Çev. Muvaffak Şeref, Ataç Kitabevi, lstanbul 1 966, s. 21-29, 64-78; ibrahim Arma!;jan, Bilgi Sosyoloj isine G iriş, s. 202-206; Doğan Ergün, Sosyolojl ve Tarih, s. 134-141; Doğan Ergün, Sosyoloji El Kitabı, 2.bs. s. 150-166; Bertrand Russel, Bilimden Beklediğ imiz, Çev. Avni Yakalıoğlu, Var­ lık Yayınları, istanbul 1962, s. 56-68; Selahattin Hilav, Diyalekt1k Dü­ şüncenin Tarihi, s. 173-180; Necat Erder, Siyasi i limlerde Teori ve Metot Hakkında Bazı Genel Düşünceler, SBFY, Ankara 1962, s. 9; Hilmi Ziya Ülken, i lim Felsefesi 1, AÜEF, Ankara 1969, s. 162-271; Emre Kongar, Toplumsal Değ işme, Bilgi Yayınevi, Ankara 1972, s. 21-35; Yavuz Çizmeci, Bilim ve Bilimsellik Üzerine Bir Deneme, Biri-


lirlenim haline getirir. ikincisinde soyut belirlenimlerin, somuttan düşünce yolu ile tekrar üretilmesini sağlar... Soyuttan somuta yükselrnekten ibaret olan metot, so­ mutu kavrayış tarzından ve onu düşünülmüş bir somut olarak tekrar üretmekten başka bir şey değildir."? Görüldüğü gibi burada da soyut ve somutun birbirlerine olan etkileri ve bütünsellikleri ortaya konulınaktadır. Burada kısaca şunu ifade edeblllrlz: Düşünceler dış dünyada bizi Çevreleyen şeylerin ve olgulann zihnimizde (beynimizde) bıraktığı izlerdir, fikirlerdir. Bu fikirlerin bazıla­ n duyuml anıruzdan ve algılanmızdan gelir. Bunlar dış dün­ yada maddi bir şeye tekabül ederler; masa, ev, fabrika, tar­ la, karasaban, Türk halkı, Kürt halkı, ingiliz vs. gibi. Maddi bir şeye tekabül etmeyen fikirler de vardır. Düşüncenin biz­ zat kendisi böyle bir fikirdir. Uzay, sonsuzluk, tann, felsefe gibi fikirler de maddi bir şeye tekabül etmezler. Buplann ya­ nında bir de kavramlar vardır. Duyumlanmızın ve algılarımı­ zın zihnimizde bıraktığı izler, fikirler üzerine, onlar aracılığı ile ve onlar yardımı ile elde edilirler. Kavramlar, şeylerin ve olgularm birbirinden kopuk, birbirlerinden ayn aşamalan ile ilgilenmez. Birbirlerinden kopukmuş gibi görülen şey ve olgularm iç çelişmelert, çeşitli süreçleri, iç ve dış iliŞkilert ve bağlantılan, bütünlükleri ile ilgilenir. Örneğin, karasaban, tarla, öküz, toprak sahibi, topraksız köylü gibi duyum ve al­ gılar aracılığı ile feodalizm kavramı elde edilir. Jandarma, karakol, kırbaç, yerli dilin yasaklanması, halkın ulusal kişi­ liğine baskı, yabancı bir dil ve kültürün zorla kabul ettiril-

7.

kim, Sayı 2, Nisan 1 975, s. 7-8; Marksist Yöntem Üzerine, Devrimci .Gençlik Yayınları 1 , Ankara 1 974; Cem Eroğul, Diyalektiğe Giriş, s. 284-296; Hilmi Yavuz, Küçükömer ve Bilim Felsefesi, Felsefe ve Ulusal Kültür, Çağdaş Yayınları, lstanbul 1 976, s. 1 1 8- 1 25; Kitle, Si­ yasi Eğitimin Temelleri 4 Bilimsellik, Kitle Sayı 79, 1 3 Ekim 1 975 s. 91 0; Kitle, Siyasi Eğitimin Tem elleri 9, Gerçeğin Kavranmasının Diya­ lektiği, Kitle, Sayı 85, 24 Kasım 1 975, s. 9- 1 O; Kitle, Siyasi Eğitimin Temelleri 1 O, Pratik ve Bilginin Işlevi, Kitle, Sayı 86, 1 Aralık 1 975, s. 9- 1 O; Kitle, Siyasi Eğitimin Temelleri 1 1 , Hakikatın Somutluğu, Kitle, Sayı 87, 8 Aralık 1 975, s. 9- 1 O. Marx, Ekonomi Politlğln Eleştirilmeslne Katkı, Çev. Orhan Suda, May Yayınları, 2. bs. lstanbul 1 974, s. 2 1 4-21 5.

27


meye çalışılması, doğal kaynaklann taşınması ... gibi duyum ve algılardan da sörnürgecilik kavramı oluşturulur. Emper­ yalizm,

faşizm,

kapitalizm,

demokrasi gibi kavramlar

da

böyle elde edilir. Kavramlar, zihinsel süreçler sonunda elde edilir. Dış dünyada, masa, ev, tarla gibi ömeklerde olduğu gibi maddi bir şeye tekabül etmezler: Burada önemli olan nokta şudur: Kavramsal sistemlerin doğru olarak kurula­ bilmesi için dış dünyanın, yani objektif gerçeğin doğru ' algılanması gerekir.

O halde, "gerçek somut" ile, "düşünülmüş somut"u bir­ birinden ayırmak gerekir. Örneğin, öküz, kağnı, karasaban, tarla, topraksız köylü, toprak sahibi, ev, ... gibi kavramlar "gerçek somut"u ifade eden kavramlardır. Feodalizm ise "dü­ şünülmüş somut"u ifade eden bir kavramdır.

Feodalizm

kavramı ile, birbirinden kopuk olgular gibi gözüken, öküz, karasaban, kağnı, topraksız köylü, toprak sahibi gibi şeyler arasında ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Böylece nesnel ger­ çek bütün iç ve dış ilişkileriyle, bütün çeşitlilikleriyle ele alınmış, bütünleştirilmiştir. Ve bu somut, düşünülerek orta­ ya konulmuştur.

28


m.

BÖLÜM

BİLİM NEDİR? BİLİMİN BAZI ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Bu açıklamalann ışığında bilime bir tarif vermek istenir­ se, şöyle söyleyebiliriz: Billm, gözlenebilen olgulan betimle­ me, olgular ve ·olgular arasındaki ilişkilert açıklayarak genel ilkelere vanna ve bu genel ilkelert ve genellerneleri tekrar ol­ gulara dönerek test etme, yani doğrulama veya yanlışlama sürecidir. 8 O halde bilimin gerçek amacı, duyumlar ve algılar yolu ile düşüneeye ulaşmadır. Daha sonra da duyumlar va algı­ lar yolu ile elde edilen düşünceler sayesinde nesnel şeylerin ve olguların iç çelişmelerini, çeşitli süreçlerini, iç ve dış ilişki ve bağlantılannı anlayacak, yavaş yavaş ve derece çlerece bütünsel bir bilgiye varacaktır. Bu tariften sonra billmin temel özelliklerini kısaca açıklayalun:

8.

Bilimin çeşitli tarifleri Için bk. Cemal Yıld ırım, Bilim Felsefesi, s. 1 31 8; lbrahim Arma!:janoğlu' , Bilgi Sosyolojlslne Giriş, s. 9- 1 4; Sert­ rand Russel, Bilimden Beklediğimiz, s. 56; H. Poincare, Billmin De­ ğeri, Çev. Fethi Yücel, MEB, Istanbul, (tarihsiz) s. 208; Edmonda Bo­ uty, Bilimsel Hakikat, Çev. Avni Yakalıoğlu, MEB, Istanbul 1 952, s. 1 3 vd.; Edmond Goblot, l llmler Sistemi, Çev. Fethi Yücel, MEB, Is­ tanbul 1 954, s. 9- 1 O; Henri Le Chatelier; Tecrübl I limlerde Metoda Dair, Çev. Avni Yakalıo!:jlu, MEB, lstanbul 1 955, s. 1 1 vd.; W. Goode ve P. Hatt, Sosyal Bilimlerde Araştırma Metotları, s. 9; Pau line V. 29


ı. Bilim Varlık Alanı Olarak Gerçeği.

Gerçek Somutu Kabul Eder. Gerçeğe Saygılıdır. Blllm Nesnel Gerçeğe Pönüktür ve Olgusaldır. Bilim nesnel gerçeğe dönüktür ve olgusaldır. Nesnel

gerçekten anlaşılması gereken şey şudur: Nesnel gerçek dü­

şüncede ya da kavramlarda değil, somut olarak vardır. Bir

durum olarak vardır, bir şey, bir nesne olarak vardır, bir ni­

telik olalak vardır. O halde nesnel gerçek "kavramsaP'ın, "ideal"in,

"mümkün"ün karşıtıdır.

"Hayali"nin,

"dış görü­

nüş"ün de karşıtıdır. Nesnel gerçek kişiye özgü bir duygu değildir. Kişinin dışında, kişinin iradesinden ve arzulann­

dan bağımsız olarak vardır ve somut olarak vardır. Nesnel

gerçek kamunun gözlem ve incelemesine ve eleşirisine dai­

ma açıktır. Sübjektifle ilgili değildir. Objektiftir. Doğa, mad­

de veya varlık, duyumlanmızın ve algılanmızın bize göster­

dikleri veya bize sunduklan şeylerin ve olgularm tümüdür.

Genel olarak dış dünya dediğimiz ve bizi çevreleyen şeylerin

bütünüdür. Obj ektif gerçek, nesnel gerçek budur. Nesnel

yani obj ektif kavramını, günlük hayatta bu kelimelerin kar­

şılığı olarak kullanılan "tarafsız" anlamında kullanmadığımız açıktır. Nesnel gerçek ile, "hakiki"yi, "hakikat"ı, yani "doğ­

ru"yu da birbirine kanştırmamak gerekir. Hakikat. hakiki,

yani doğru , özne ile nesne arasındaki bir ilişkidir. Bilginin nesnel gerçeğe uygunluğudur. Nesnel gerçek ile onu ifade eden bilgiler arasında bir uygunluk var ise, hakikat. doğru ,

saptanmış olur. H akikat, yani doğru; algılar, kavramlar, hi-

Y� ung, Bilimsel Sosyal I ncelemeler ve Araştırma, Çevirenler, G. Bingöl ve N. lşçil, SSYB, Ankara 1 968, s. 1 32-1 36; H ilmi Ziya Ülken, i lim Felsefesi !, s. 2-3; Yavuz Çizmeci, Bilim ve Bilimsellik Üstüne Bir Deneme, s. 7; Tuncer Bulutay, Bilim Üzerine Bazı DÜşünceler, SBFD Cilt 27 Sayı 3 (Cem Sar'a Armağan) 1 972, s. 465; TiB, Bilim, I ktisat, Ideoloji ve Üniversiteler, TlB Aylık Bülteni, Sayı 12, Haziran 1 965, s. 1 -1 6; Adnan Adıvar, Tari h Boyunca l ılm ve Din, 2. bs. Remzi Kitabevi, Istanbul 1 969, s. 29-44; M. Buhr-A. Kosing, Felsefe Sözlüğü, s. 41 -46, Marx-Engels-Lenin, Evrensel Çelişki ve Tarihsel Maddecillk, s. 272 vd. ; Marx-Engels-Lenin, Marksist Felsefe Yazıla­ rı, s. 1 54-204; Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, s. 1 70-1 75. ; Laurent Schwarz, Marksçılık ve Bilimsel Düşünce, Çev. Vedat Günyol, Çan Yayınları , lstanbul 1 975, s. 1 3-53.

30


potezler ve teoriler ile, nesnel gerçek arasındaki uygunluk­

tur. Nesnel gerçek ise, düşüncenin karşısında olan, yani dü­ şüncenin yöneldiği şeydir. Nesnel gerçek varlığın bir özelliği­

dir. Varoluş şeklidir. Açıkça görüldüğü gibi, somut ve nesnel

varlık anlamına gelen gerçek, yani nesnel gerçek ile, haki­ kat, doğru, ayrı ayrı kategorilerdir ve niteliklerdir. Araştırnıamızın ikinci bölümünde, bunu,

"gerçek so­

mut" ve "düşünülmüş somut" olarak if::ul e etmiştik . Düşü­

nülmüş somut, gerçek somutu yansıtabiliyorsa, elde edilen

bilgi doğru bir bilgidir. Düşünülmü � somut, elbette, birçok gerçek somutun biraraya gelmesinden, birçok gerçek somut arasındaki ilişkilerin, bunların iç ve dış çelişmelertn yaka­

lanmasından sonra elde edilmiştir. Gerçek somut özele ait

bir bilgi olduğu halde, düşünülmüş somut genele ait bir bil­

gidir.

Bilgi, objektif realiteyi insan bilincine doğru olarak yan­

sıtan bir süreçtir. Bilim de gerçeğin bilinmesinin yöntemidir. Şu halde, bilgi, obj ektif bir gerçeği insan bilincine doğru qla­

rak yansıttığı gibi, yanlış olarak da yansıtabilir. Yanlış yan­

sıma doğrusundan nasıl aynlır?

"Do�ru bir yansıma, gerçek bilgi, her şeyden önce, e�er bilincimizin içeri�i. ilgili objektif gerçek ile uygun­ luk halindeyse, gerçek bir karar, ya da bir gerçeğin sa­ deleştirilmesi ola�andır. O zaman gerçek bir düşünce­ yi anlatmış oluruz." "Yalanı n tersi olarak gerçek insanların arasında bil­ ' gi ve ayrıntıların alışverişinde yalan kandiliğinden orta­ ya çıkar. Bilgi teorisi kategorileri olan "yalan" ve "ger­ çek" yansımanın iki ilişkisi içinde gerçekli�e varmada karşılıklı ilişki içindedirler. Gerçek ve yalan bilgi teorisi anlayışında, objektif gerçeğin anlatılması ile uygunuluk derecesi oranında anlaşılır."9 ··

9.

Marx-Engels-Lenin, Evrensel Çelişki ve Tarihsel Maddeciilk s. 272, · s. 286-287; Marx-Engels-Lenin, Marksist Felsefe Yazıları, s. 1 57-1 60; Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, s. 80-81 ; Kuzinen ve arkadaşları, Markslzm-Lenlnlzmln l lkelerl l, s. 1 66-169; Lenin, Materyallzm ve Amplryokrltlslzm, s. 1 27-1 38, Politzer, Fel­ sefenin Temel I lkeleri, s. 1 86-1 95; Nusret H ızır, Hakikat Kavramı Üzerine, Felsefe Yazıları, Çağdaş Yayınlar, Istanbul 1 976, s. 287291 ; Lenin, Felsefe Defterler!, s. 1 58.

31


Ömeğin, Doğu'da araştırmalar ve incelemeler yapan bir kişi, hep Kürtlerle konuştuğu ve görüştüğü halde , bunlan, "Türk" diye anlamaya çalışırsa objektif gerçek ile bilinç içeri­ ği arasında bir çelişme var, demektir. Burada objektif gerçek Kürt varlığıdır. Bilinç içeriği ise, Kürt varlığının "Türk" ola­ rak algılanmasıdır. Bu durumda bilinç içeriği yanlıştır. Bi­ linç içeriğinin doğru olması, obj ektif gerçek olan Kürt varlığı­ nın,

Kürt

olarak

algılanmasıdır.

Ancak böyle bir doğru

algılama sonunda, objektif gerçek ile bilinç içeriği birbirine denk düşer. Bilim "olgusal"dır derken, olgudan anlaşılması gereken şey ise şudur: Olgu gözlem ve deney sonuçlan tarafından sağlanmış bir veridir. Olgu gerçektir ve gerçekleşmiştir. "im­ kan dahilinde" değildir. "Hayali olana" veya "mümkün ola­ na" da karşıdır. Çünkü gerçektir ve gerçekleşmiştir. O hal­ de, olgu evrende var olan, dalaylı ve dolaysız yollardan gözleme ve deneye konu olabilen herhangi bir oluşumdur. gözleme ve deneye konu olabilen olgular nesnel niteliktedir. Bilim, ancak, nesnel nitelikteki olgularla ilgilenir. Bilim nesnel gerçeğe dönüktür. Ve olgusaldır.

" ... Bilimsel önermelerin tamamı doğrudan doğruya veya dolayısıyla gözlenebilir olguları ve olgusal ilişkile­ ri ifade eder. Bu önermelerin doğru ya da yanlış olma­ sı ifade ettikleri olguların ve olgusal ilişkilerin var olup olmamasına bağlıdır. Bilirnde hiçbir hipotez veya teori gözlem ve deney sonuçlarına dayanılarak kanıtlama­ d ıkça doğru kabul edilmez. Bilim kendiliğinden doğru sayılan ya da tanım gereğince doğru olan önermelerle uğraşmaz:• 1 0 Blllmln nesnel gerçeğe ve olgulara dönük olan_ bu özelllğlnl örneklerle b,ellrtmeye ve açıklamaya çahşalım: Örneğin, 1 9 1 6- 1 9 1 9 yıllannda oluşturulmaya başlanan, Lo­ zan Anlaşması ile resmi ifadesini bulan, 1926 yılında da noktalanan bir süreç içinde , Kürdistan emperyalist bir bö­ lüşmeye tabi tutulmuştur. Bu emperyalist bölüşüm nesnel gerçektir ve olgusaldır. Bunu ifade eden önermeler de nesnel gerçeğe dönük olan önermelerdir .. Bu olgu, yani Kürdistan'ın

1 0. Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 1 8.

32


paylaşılması olgusu, kişilerin istek ve iradesinin dışında, so­ mut olarak vardır. Gerçektir ve gerçekleşmiştir. Bu bölüşü­ mü ve sonuçlarım doğrudan doğruya gözlemlernek müm­ kündür. Fakat böylesine bir emperyalist bölüşümü gerçekleştiren güçler arasındaki ilişkilerin saptarınıası doğ­ rudan doğruya gözlemlerle mümkün olmayabilir. Emperya­ list bölüşümün hazırlanınası süreci, bu süreç içinde emper­ yalist sömürgeci güçlerin (İngiliz emperyalizmi, Fransız emperyalizmi, Türkiye Cumhuriyeti devleti, İran monarşisi) ekonomik çıkar ilişkileri, ancak dolaylı yollardan . gözlenebi­ len olgulardır. Bu süreç içinde yapılan anlaşmalar, sözleş­ meler, tavizler, elde edilen kazançlar, ancak dolaylı yollar­ dan gözlenebilir. Bu emperyalist bölüşmeye karşı Kürdistan'ın çeşitli yer­ lerinde tepki ve direnrnelerin olduğu yine nesnel gerçektir ve olgudur. Örneğin 1 9 19- 1 920'lerden itibaren Kürdistan'ın Irak manda yönetimi bünyesinde bırakılan kesiminde, ingi­ liz emperyalizminin sömürgeci yönetimine karşı sürekli bir Kürt direnrnesi vardır. Bu direnmeler manda yönetimi sona erdikten sonra, Irak iktidarıanna karşı da devam etmiştir. Bütün bu olgular nesnel gerçeğe dönük olgulardır. Bilimsel önermelere, arştırma ve incelemelere konu olabilirler. Bu hareketleri doğrudan doğruya gözleme mümkündür. Bu hareketlerin, karşıtı olan iktidarıara karşı bazı talep­ lerinin olduğu yine somut ve nesnel nitelikte olgulardır. Bü­ tün bu olgular gözlenrne niteliğine sahiptirler. Bilime konu olabilirler. Bu olgulan ifade eden önermeler de doğrulanma veya yaniışianma niteliğine sahiptir. Yukanda sayılan olgulara bağlı olarak, Kürdistan'ı pay­ laşan devletlerin Kürt ulusal demokratik taleplerine şiddetle karşı koydukları, yine nesnel gerçeğe dönük olan olgulardır. Bu talepleri bastırmak için son tabiilde ortak hareket ettik­ leri dolaylı ve doğrudan doğruya yollarla gözlenebilir. Bütün bu olgular, olgusal ilişkiler, bilimsel önermelere, araştırma ve incelernelere konu olabilir. Çağımızda özellikle emperyalist-sömürgeci politikalarm etki alanı içinde bırakı­ lan bölgelerde ulusal kurtuluş savaşlan çok önemli olan ol­ gulardır. Bu olgular: kişilerin, kurumlatın, emperyalist­ sömürgeci devletlerin istek ve iradelerinin dı:;.ü:da objektif

33


olarak, somut olarak vardırlar. Bu olgular; istek ve iradeler­ den, devlet ideolojilerinden bağınısız olarak oluşmaktadırlar.

Bilimsel incelemelere ve ônennelere her zaman konu olabi­ lirler.·

Bilimin, nesnel gerçeğe dönük olması. olgusal olması, onun en önemli özelliğidir. Gözlenebilir nitelikte olmayan ol­

gular bilime kont,ı alaınazlar. Kişisel kalan, sübj ektif olan ol­

gular, bilime konu alamazlar. Kendiliğinden doğru sayılan,

veya doğru samlması istenilen önenneler bilime konu ola­

Kürt diye blr halk_ yoktur, Kiirtler Türk­ tür" , şeklinde ifade edilen bir önenneyi ele alalım. Bu görüş,

maz. Örneğin,

..

Türkiye'de, devlet tarafından hararetle. ileri sürülmüştür.

1922- 1923 yıllarından itibaren ileri sürülen, gittikçe hara­

retle benimsenen bu görüş, çeşitli kurumlara, çeşitli biçim­

lerde empoze edilmiştir. Üniversiteler, mahkemeler, siyasal partiler, sendikalar, dernekler, kamu kuruluşlan bu görüşü

ve bunu ifade eden önenneyi tartışmasız bir şekilde benim­ semişlerdir. Bunun, "tek doğru" olduğuna inanmışlardır.

Tartışılmaz tek doğrunun bu olduğunu söylemişlerdir. Fakat

üniversitelerin, siyasal partilerin, yargı organlannın bunu

böyle sanmalan, bu önerinin bUtmsel olduğunu göstennez. Bu konuda büyük bir -kabul ve benimseme var diye, öneri

bUtmsel olamaz . Çünkü, bUtm, daima gözlenebilen, ölçülebi­

len, karşılaştırmalı gözlemJ yapılabilert olgularla ilgilenir, an­

cak böylesine olgulan ifade eden önennelerin doğrulanma

veya yanlışianma niteliği vardır. Biz, tarihte Kürdistan diye bilinen bölgeye baktığımız zaman, orada, dili ve kültürü ;

Arap, Türk, Fars, Ermeni, Süryani, Yahudi gibi toplumların, dilinden ve kültüründen aytı bir Kürt toplumunun yaşadığı­

nı, halen de yaşamakta olduğunu, saptayabiliyoruz. O hal­

de, Türkiye'de devlet tarafından geliştirilen ve üniversite gibi

kurumlara da kabul ettirilen ve bu kurumlarca tartışmasız "tek doğru" olarak benimsenen, bu öneri, temelde yanlış ve

bil1mdışıdır, inkarcıdır. Dogmatiktlr. Sanmak, inanmak, ol­

gulardan kopuk kavramlardır. Bunlar bilimin kavramlan değildir. Sanmak, inanmak, kişisel düzeyde ve sübj ektif ka­

lan zihinsel faaliyetlerdir. Bilimsel ônermelere konu olam�­ lar. Nesnel gerçeği inkar eden bir görüş bilimsel görüş değil­

dir. Bilimsel görüş düşüncenin maddeden sonra geldiğini

belirtir. Düşünce herhangi bir somut şeyin, olgunun düşün-

34


cesidir. Madde, şey, olgu, insan düşüncesinin ve aklının öte­ sinde objektif olarak vardır. Obj ektif gerçek, insanın istek ve

iradesinden, arzulanndan bağımsız olarak vardır. Yine, bi­

limsel görüşe göre billm, gözlem ve deney yolu ile objektif

gerçeği kavramaya imkAn verir.

Varlık alanı olarak gerçeği, yani objektif gerçeği yani

gerçek somutu reddetmek, kabul etmemek, yok saymak ise,

kati surette bilimsel bir görüş olamaz . İnsan bilincinin ob­

jektif gerçeği yaratabileceğini, yok sayabileceğint, yok edebi­ leceğini kabul eder ki, bu mümkün değildir.

mun

ve

tnsanların

bilincimizin

Doğanın,

dışında

ve

toplu­

ötesinde

olmadığını söyler ki, böyle bir görüşün kabulüne imkan yok­

tur.

O halde, billmin uğraştığı, kendisine konu edindiği ger­

çek, objektif gerçektir. Gerçek somuttur. Yani nesnel gerçek­

tir. Nesnel gerçek, düşllncemtzin, aklımızın ve irademizin dı­

şında objektif olarak vardır. Billm, öznel · gerçeklerle, yani,

sadece düşüncemizde olanla, sübjektif istek ve iradelerle uğ­

raşmaz. Lenin, olguların ve olgusal i)işkilertn, bütün çeşitli­

likleri ile ve çok yanhlıklan ile incelenmesi gerektiği konu­ sunda şöyle diyor:

"... Bir .şeyl bilmek için, · bütOn yanlarını, bütün ba�­ lantılarını ve ara ba{ılantılarını kavramamız, inceleme­ miz gerekir. Bunu tam olarak asla başaramayacaksak da, çok yanlılık, yanılgı lara ve katılı�a karşı en iyi bir güvencedir:· 1 1

Mao ise aynı konuda şöyle· d�mektedir: ". . . Bir kimse çelişmelerin 6zelliklerini bütünüyle ve her aşamayı ayrı ayrı incelemezse, olaya nüfuz etme ve çelişmenin en ince özelliklerini ihceleme gere�ini ink�r eder. Sadece uzaktan bir göz atmakla, çelişme­ nin bazı görünüşlerini kaba taslak görmekle yetinir. Ve onu çözümlerneye (bir soruyu cevaplandırmaya, bir anlaşmazlı�ı halle, bir görevi yapmaya, ya da askeri bir harek�tı yönetmeye) kalkışırsa, işte buna baştan savma iş yapmak denir. Işler böyle ele alındı mı, bela

1 1 : Sözeden Mao Tse Tung, Teori ve Pratik, Çv. N . Solukçu, 2. bs. Sol Yayınları, Ankara 1 969, s. 45.

35


hazırdır. Doktrinerizm ve ampirizm ile illetli arkadaş­ larımızın hata yapmalarının sebebi, şeylere bakış yolla­ rının öznel, tek taraflı v e üstünkörü olmasıdır. Tek ta­ raflı lık da, üstünkörülük de öznelliktir ve öznel bir metot gerektirir. Çünkü gerçekteki her şeyin, araların­ da bir bağ ve herbirinin bir iç gerekliliği varken, bazı kimseler bu şartları oldukları gibi görmezler, şeylere tek tarafl ı ve üstünkörü bakarak, ne bunların araların­ daki ilişkileri anlarlar, ne de iç gerekliliklerini. Bir şeyin bütün gelişme sürecindeki zıtların hareketinde, sadece iç bağların özel görünüşlerini ve çeşitli aşamalarınının şartlarını değil, gelişme sürecindeki her aşamanın özelliklerini de dikkatle gözetıemeliyiz:·1 2 Bu kısımda, son olarak bir noktaya daha değinmekte

yarar vardır. O da şu: Nesnel gerçeğin, gerçek somutun in­

kar edilmesi, yok sayılması yöntemi, metafizik olan idealist düşünce biçimi ile ilgili değildir. Çünkü metafizik, doğrula­ namayan v eya yanlışlanamayan önemıeler bütünüdür. Me­

tafizik önemıeler bilgi veriyorlamıış gibi görünmelerine rağ­ men, bilgi v emıezler. Halbuki , herhangi bir somut şeyin

veya olgunun reddedilmesi, yok sayılması, inkar edilmesi metafizik bir yöntemle ilgili değildir. Çünkü idealizmin de bir yöntemi vardır ve bu yöntem kendi içinde bütünlük arzeder .

Bu yöntemin adına metafizik yöntem diyoruz. Bu yöntemde

doğayı ve toplumu insan bilincinin yarattığı iddia edilir. İn­

san bilincinin dışında, bunlann bağımsız olarak var olama­

yacağı iddia edilir. Halbuki, nesnel gerçeği, gerçek somutu reddetmek, inkar etmek,

yok saymak doğrudan doğruya

yanlışlanabilir bir önemıeden hareket etmektir . O halde, bi­

limsel bilgiler, açıkseçik bir şekilde yanlışlanabilir bir öner­

me üzerine bina edilmeye çalışmaktadır. Bu ise, yani bu yol­

la bilimsel bilgiler üretilmesi ise, mümkün değildir. Bilimsel önemıelerin doğrulanabilir veya yanlışlanabilir önermeler ol­

duğu şüphesizdir. Fakat yanlışlanması son derece kolay olan bir önemıe aracılığı ile bilimsel bilgi elde edilerneyeceği

de açıktır. Aslında, yanlışlanması her zaman mümkün olan önermelerin ayakta tutulması resmi devlet ideolojisi (sö­ mürgeci ideoloj i) kavramı ile ilgilidir.

1 2. Maa Tse Tung, Teori ve Pratik, s. 45-46.

36


2_.

Blllm Objektiftir

Bilirnin ikinci özelliği objektif olmasıdır.

" ... Şüphesiz ki bilgin doğruyu arama çabasında ki­ şisel eğilim, istek ve önyargılarının etkisi altında kalma­ maya, olguları olduğu gibi saptamaya çalışacaktır: An­ cak unutmamalıdır ki, bilim, sanat, edebiyat, felsefe gibi bir uğraşıd ır. Hipotezlerin kuruınıasında veya seçi­ minde bilim adamı , ister istemez bazı değer yargıları­ na, hatta bir ölçüde kişisel duygu ve beğenilere yer vermekten kaçınamaz. Yeni bir hipotez veya teorinin ortaya konması , aklımıza olduğu kadar, hatta belki da­ ha fazla, sezgi ve muhayyilemize dayanan bir oluşum­ dur... Böyle olunca, bilirnde objektifliği mutlak değil sı­ nırl ı anlamda yorumlamak gerekir. Bu da bilimsel olma iddiası taşıyan her sonuç veya doğrunun güvenilir ol­ ması, bir kişi veya grubun tekelinde değil, kamunun soruşturmasına açık ve elverişli olacak şekilde ifade edilmesi demektir." 1 3 Bilinide mutlak anlamda bir objektiflik olamayacağı doğ­ rudur. Bu, özellikle toplumsal bilimlerde daha çok doğru­ dur. Fakat araştırmacının araştırınayı çarpıtabilecek, sonuç­ lan

değiştirebilecek

değer

yargılanndan,

ideallerden,

kendisini mümkün olduğu kadar sıyırması gerekir. Araştır­ macı a prior i (doğruluğu gözleme gitmeksizin bilinen) bilgi­ lerden çok, a posteriari (doğruluğu gözlemsel yollar aracılığı ile bilinebilen) bilgilere itibar etmelidir. Bunun y amnda de­ ğer yargılanndan, ideallerinden, ideoloj ik şartlanmışlıklann­ dan, kendini mümkün olduğu ölçüde anndırma yoll anın bulmalıdır. Ö rneğin; sırf resmi devlet ideolojisine uygun ol­ sun diye yalan söylememeli, nesnel gerçekleri gözardı etme­ meye çalışmalıdır. Burada objektiflik kavramı ile "tarafsızlık" durumunun anlatıldığı dikkatten uzak değildir. Bu, nesnel gerçeklerin, gerçek somutlannı olgulann istenildiği gibi değil, olduklan gibi aksettirilmelertni şart koşar. Somut olgu ve şeyler, nes-

1 3. Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 1 9-20; ayrıca bk. Tuncer Bulutay, Billin Üzerine Bazı Düşünceler, s. 471 vd. ; Oral Sander, Tarihte Yöntem, SBFD, Cilt 28, Sayı 1 -7, 1 973 s. 63.

37


nel . gerçek yok sayılamaz. görmemezlikten gelinemez. Bilim

yöntem,ini kullanan kişiler. kişisel istek ve arzulannı, zihin­

sel tasar:rufl::u·ını nesnel gerçeğin, yani somut olguların ve

şeylerin yerine koyamazlar. Nesnel gerçeğin bazı yönlerine

mübalağalı bir ağırlık verip , bazı yönlerini gözden uzak tuta­

mazlar. Bilimsel faaliyet karmaşık olan ve rastgele gibi görü­

nen olguların gerisindeki nesnel kanunları bulmaya ça1ışıi.

O halde, bilim yöntemini kullanan kişiler. nesnel gerçeğin

bütün yönlerini çözümlemelerine dahil etmek wrundadırlar.

Bunlardan hangilerinin öqemli ve belirleme gücüne sahip ol­

duğu , temelde durduğu bilimsel faaliyetin sonunda ortaya

çıkar. Yine bunun gibi, hangilerinin ikinci dereceden ögeler olduğu . hangilerinin tayin edici rollerinin bulunmadığı. an­

cak böyle bir tahlil sonucu ortaya çıkar. O halde nesnel ger­

çek. olgular ve şeyler. arzu edildiği gibi değil, olduğu gibi an­ latılmalıdır.

Nesnel

gerçeğin

sadık

bir

tanıtıcısı

olmak

gerekir. Bilirnde yalanın ve uydurmanın yeri olamaz. Objek­

tif olmak. nesnel gerçeği� olgulan ve şeyleri olduğu gibi gör­

mek ve anlatmak demektir. Nesnel gerçeğe sadakat, başta

yalan söylememeyi gerektirir. Olan şeyleri yok farzetmemek,

olmayan şey ve olgulan da var gibi göstermernek gerekir. Bu

tür davranışlar, bilim yöntemine temelden zıt olan tutumlar­ dır.

Şimdiye kadar birçok kere ifade ettiğimiz gibi, billm yön­

teminde en önemli teknik

gözlemd.Jr.

Olguları ve olgular.

arasındaki ilişkileri ancak gözlem sayesinde anlar ve kavra­

yabiliriz. Bu bakımdan gözlem olmadan bilim olmaz. Çünkü , bilirnde doğrunun ya da hakikatın ölçüsü, ancak olgulardır.

Hipotezler ve teoriler, bunları ifade eden önermeler, ancak

olgular tarafından doğrulandığı sürece bilimsel bir bilgi hali­ ne gelir, doğru kabul edilir. Olguları kavram ak ise, ancak

gözlem yolu ile olur. Bu bakımdan gözlem, bilim yönteminde asla vazgeçilmeyecek bir tekniktir. Gözlemin önemini bu şe­

kilde belirtikten sonra, gözlenen olgulann doğru algılanıp al­

gılanmadığının, giderek . doğru yazılıp yazılmadığının önemi­ ni de belirtmek gerekir. Gözlem, olgulan, olgusal ilişkileri, görmek, anlamak ve

kavramak için yapıldığına göre, gözlenen olgulan. şeyleri,

somut olarak algılamak ve olduğu gibi anlatmak da gerekir.

38


Örneğin Bitlis, Muş, Diyarbakır, Hakkart, Van, Mardin gibi Doğu ve Güneydoğu iliertnde araştırma yapan bir araştııma­

cıyı ele alalım. Buralar Kürtlerin yoğun olarak yaşadıklan

yerlerdir. . Ve doğaldır ki bu araştırmacı, araştımıası sırasın­

da Kürt olan, Kürtçe konuşan pek çok insanla tanışacak ve

konuşacaktır. Objektillik, objektif

olmak gözlenen

olgulann

ve olgusal ilişkilerin aynen anlatılınasını gerektirir. Kürt top­ lumunu gözleyen, Kürtçe konuşmalar duyan bu araştıncı,

gözlediği halkı Kürt olarak değil de Türk olarak sunarsa, ob­

j ektfflik temelden yok olmuş demektir; Bu araştıncının çe­

şitli nedenlerin etkisi altında, gözlediği olgulan ve olgusal

ilişkileri doğru olarak anlatamadığını ortaya koyar. Veya

halkın Kürt olma özelliğine hiç dokunmadan, bu özlelliği gö­

zardı etmeye çalışmak, yine aynı kapıya çıkan bir davranış­ tır. Eğer, gözlenen, ölçülen, herhangi bir olgu ve olgusal iliş­

ki gözlemlendiği, algılandığı gibi anlatılamıyorsa, o zaman

gözlem yapmanın ne gibi bir faydası vardır? Aslında hiçbir faydası yoktur. Çünkü, gözlem, bize, olguyu ve olgusal ilişki­ leri anlama, kavrama ve açıklama olanağı veren bir teknik­

tir. Gözlenen olgular ve olgusal ilişkiler de doğru olarak algı­ lanamadığına, anlatılarnadığına göre , gözlem yapmaya gerek yoktur. Aslında bilimsel faaliyette bulunmanın da gereği

yoktur. Çünkü, burada, bir değer yargısının, bir idealln, bir "ideolojinin", açıkça b111msel faaliyetlere egemen olduğu gö­

rülmektedir. Burada obj ektiflik yokolduğu gibi, billm yönte­

mi sürecini sürdürmenin olanağı da yoktur. Çünkü resmi gerici ideolojiden kaynaklanaL bir değer yargısı nesnel ger­

çeği ve olgulan gtzleme amacını gütmektedir. Ve bu ideoloj i

bilim yöntemine egemen olmaktadır. Halbuki, b ilimin amacı, doğruyu, yani hakikatı ortaya çıkarrnaktır. Burada ise, haki­

katı bulmak değil, maksatlı ve art niyetli algılarnalarla ve an­ latımlarla onu gizlemek temel hedef olmaktadır. Bu, artık bi­ limsel bir faaliyet değildir. Ve obj ektif olmak temelden yok olmuştur. Yine bunun gibi, "Türk köyünün sorunları .., "Türk toplumunun sosyoekonomik yapısı", 'Türk kadının sorunları", "Türk köyünün yapısı ve sorunları", "Türk tarımının gelece[}i",

vb . . . gibi belirlemelerden sonra, örneğin, Hakkari , Diyarba­ kır gibi yörelerde, bu sorunların ve durumlann biçimlerini anlatmaya çalışmak, obj ektif olmak için hiç dikkat sarfedil­

mediğini gösterir. Bu tür anlatııriıarda, artık bilim yönternin-

39


den söz ettnek mümkün değildir. Çünkü, burada araştırma

"Türkiye'de yaşayan herkes Türktür, Kürt di­ ye blllnen. bir millet yoktur" görüşünden hareket etmekte­

· yapan kişi,

dir. Veya somut olarak Kürt · ulusal varlığım görse bile, "Türkleşrnesi gerekir" gibi normatif bir değerden, yani olma­ sı gereken bir durumdan·· hareketle, onu , Türk olarak algıla­ maya çalışmaktadır. Bunu tartışılmaz tek doğru kabul ettiği için, Kürt görse bile onu Türk algılarnakta ve Türk olarak anlatmaktadır. Burada, artık, bilimsel alanın dışına çıkıl­ makta, resmi devlet ideoloj isinin çerçevelediği bir alana giril­ mektedir. Bu bakımdan, bu tutum normatif bir tutum bile değildir. 1 4 Obj ektif olmarun, olgulann ve olgusal ilişkilerin istenil­ diği gibi değil, olduğu gibi, bütün çeşitlilikleri ve bağlantılan ile anlatılması dernek olduğunu ifade etmiştik. Araştırınayı yapan kişinin kendi zihinsel tasarruflannı, ideallerirıi, istek ve arzulannı, somut gerçeğin yerine kayamayacağını da be­ lirtmiştik. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Os­ manlı İmparatorluğu 'nda siyasal. toplumsal ve ekonomik ge­ lişmeleri

inceleyen

araştırmacı,

Arnasya

bir

araştırmacı

Tamimi,

Erzurum

düşünelim: Kongresi,

bu Sivas

Kongresi, Arnasya Protokolu, Büyük Millet Meclisi'nin açılışı ve ondan sonraki olaylan izleyen gelişmeleri, birbirini izle­ yen bir süreç içinde ele alsın. Bu süreç içinde hareketin, Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Refet Bey, Ali Fuat Paşa , Ka­ zım Karabekir Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Bekir Sami Bey gibi liderlerinin, hem birbirleriyle, hem Osmanlı Hükürne­ ti'yle, hem de dış hükümetlerle ilişkilerinin araştınlması, çok önemli bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Liderlerin bu ilişkileri sırasında, "ileride Kürtlerin sahip olacaklan hak

1 4. Bilimsel Vönteın, Üniversite Özerkll�l ve Demokratik Toplum I l­ keleri Açısından ISMAI L BEŞI KÇi DAVASI !, Kornal Yayınevi, An­ kara 1 975, s. 51 2-529; Devrimci Doğu Kültür Ocakları Dava Dos­ yası ı, DDKO, Ankara 1 975, s. 261 -272, 31 6-3 1 7; Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında SosyoloJik Tetklkler, Kornal Yayıneivi, Ankara 1 975, s. 5; Kitle, Siyasi Eğitimin Temelleri 9, Gerçeğin Kavranmasının Diyalektiğ,i Kitle, Sayı 85, 24 Kasım 1 975, s. 9; Maurice Duverger, Metodolojl Açısından Sosyal Bilimiere Giriş, Çev. Ünsal Oskay, Bilgi Yayınevi, Ankara 1 973, s. 3 1 -35. 40


ve özgürlüklerden" veya MKürtlere ilişkin sorunların nasıl

halledileceğinden" söz eden olguların ve olgu sal ilişkilerin

varlığının saptandığını düşünelim. Çeşitli tarihsel belgeler bunları açıkça ortaya koysun. Bu durumda. günümüzde bu

olgulan ve olgusal ilişkilert anlamak, kavramak ve açıkla­

mak isteyen bir araştıncının tavn ne olmalıdır? Bilim yönte­

mi nesnel gerçeğin bütün yönleri ile, bütün çeşitlikleriyle , iç

ve dış bağlantılanyla, somut olarak olduğu gibi anlatılması­

nı gerektirir. Olguların bazılarını mübalağalı bir şekilde öne

çıkararak, b azılarını da yok farzederek, olmamış farzederek anlatımlarda bulunmak, bilim yöntemine zıt bir davranıştır.

Fakat, sözü edilen araştırıcı, günümüzdeki resmi ideolojiye

uygun değil diye, Kürtlere verilmiş sözleri, Kürtlerle ilişkileri

gözardı etmeye çalışırsa; Kürt sorununa ilişkin olgulan ve

olgusal ilişkileri görmemezlikten gelirse,

artık objektif ol­

maktan söz edilmez . ( *) Yine bunun gibi, tarihsel belgeler tahrif edilerek, bu tür olgular gizlenirse , çarpıtılarak. verilir­ se, objektiflik yine yok olur.

"Kürt diye bilinen bir millet yoktur, Kürt olarak bilinen­

ler Türktür" şeklinde, bir sanı ve inanç gereğince . tarihsel

belgelerde geçen bütün

"Kürt" sözlerini "Türk" olarak ak­

tarmak, bilim yöntemi ile temelden çelişen bir davranıştır.

Veya Kürtlerden sözeden, Kürtlerin siyasal. toplumsal, eko­

nomik ve kültürel faaliyetlerini anlatan kısımları gizlerneye çalışmak, bu tür belgeleri yok saymak yine aynı kapıya va­

rır.

O halde kısaca

şu söyleneblllr:

Bilim yönteminde ob­

jektif olmak mutlak olarak sağlanamazsa da araştıncı ken­ dini değer yargılanndan mümkün olduğu kadar kurtarmalı-

(* )

Burjuva ve küçükburjuva yönetimlerinin verdikleri söze çoğu zaman sadık olmadıklarını biliyoruz. Devrimcilerin de', onların verdikleri söze, sonuna kadar sad ık kalacaklarına inanmaları mümkün değildir. Bura­ da belirtilen husus da zaten bu değildir. Vurgulamaya çalışılan husus, bilimsel araştırmalar yapan kişinin bu tür belgeleri gözardı edemeye­ ceğidir. Eğer iki siyasal güç arasında yazılı veya sözlü birtakım anlaş­ malar yapılmışsa, bunun nedenleri ve sonuçları elbette incelenmelidir. Bunun gibi daha sonraları, bu anlaşmaya riayet edilmemişse, uygu­ lanmam ışsa, verilen sözler yerine getirilmemişse, onun nedenleri ve sonuçları da araştırılmalıdır. 41


dır. Hele, devletin,

yalana dayalı resmi ideolojisine (*)

uy­

gun çleğer yargılarına, bilim adamı kati surette itibar ede­ mez. Üstelik, obj ektif bir gerç.eğin reddedilmesi , inkar edil­ mesi, yok sayılması, değer yargılan ile ilgili bır husus da sayılamaz. Çünkü, değer yargıianna inanılır. Değer yargılan tartışılmaz. Herkesin bir değer yargısı vardır. Nesnel gerçek ise; · resmi ideoloj i veya o ideoloj iyi benimseyen kişiler iste­ dikleri gibi yok saysırilar, daima tartışılır. Ve gerçeklikleri, somutluklan ortaya konur. Öte yandan, farklı bir dil ve kül­ tür ortammda bulunan bir kimse, devamlı olarak Kürtçe ko­ nuşmalar duyan bir kimse, "ben Kürt diye bilinen bir halkın varlığına, varolduğuna inanmıyorum" diyemez. Çünkü, olgu­ lar karşısında bu inancın sarsılması, yokolması gerekir. Bu­ rada, sadece, resmi ideolojinin bilim yöntemine olan kesin egemenliğinden söz edilir.

.

demokrasi, özgürlük, eşltllk, sömürgeclllğe karşı koyma, sınıflan, sı­

Bütün bunlann yanında,

emperyallzme

ve

fatlan, statüleri, meslekleri ne olursa olsun ; çağdaş toplum­ larda, hiç kimsenin, hiçbir zaman vazgeçemeyeceği değerler­ dir. Gözlediğini, algıladığını olduğu gibi anlatabilecek kadar dürüst olmak, belgeleri ve olgulan tahrif etmeyecek kadar dürüst olmak, yalan söylememek, yalana dayalı bir resmi

(•)

Bu. incelemede ''yalana dayalı ideoloji" kavramı, bazı yerlerde kullanıl­ m ı ştır. Burada "yalan" sözü, bilgi teorisinin bir kategorisi ve kavramı olarak ele alınmıştır. Bilindiği gibi, "doğru", "yanlış" da bilgi teorisinin kategorisi ve kavramlarıdır. "Doğru", ''yanlış", "yalan" ahlak teorisinin kavramları olarak da kullanılmaktadı r. Burada daha çok bilgi teorisi ile ilgili yönü dikkate alınm ıştır. Kürt halkının varlığını reddeden, yok sayan bir ideolojiye "yanlış bir ideoloji" demek, durumu gerektiği gibi açık bir şekilde ifade edeme­ mektedir. Nesnel gerçek çeşitli nedenlerle yanlış algılanabilir. Örne­ ğin; tekniğin gelişmediği dönemlerde doğa hep yanlış algılanmıştır. Halbuki burada, bilinçli bir red ve yok sayma işlemi vard ı r. Bilinçli bir red ve yok sayma işlem i olduğu için ''yalana dayalı ideoloji" demeyi daha uygun gördük. Bu bakımdan burada, "yalan" kelimesini, felsefi bir kategori olarak ele aldığımızı belirtelim . (Marks-Engels-Lenin, Ev­ rensel Çelişki ve Tarihsel Maddecllik, s. 287; Engels, Anti­ Dührlng, s. 1 57-1 68; Lenin, Materyallzm ve Amplryokrltslzm, s. 1 37-1 44; Nusret Hızır, Hakikat Kavramı Üzerine, Felsefe Yazıları, s.

271 -276)

42


ide ol oj iyi hiçbir zaman bilim yöntemine üstün tutmamak. resmi ideolojinin bu tür bilimdışı eylemleline karşı bilimsel gerekçeler aramaya çalışmak, yine vazgeçilemeyecek değer­ lerdir.

3.

BlUm Dogmatlzme karşıdır. Eleştlrlcl ve Özeleştlrlcldlr:

Bilimin üçüncü bir özelliği

eleştlrlcl

ve

özeleştlrlcl

dogmacılığa

karşı durması,

olmasıdır. Bilimin gelişmesi, doğ­

runun, yani hakikatin aranması, ancak, eleştiri ve -özeleştiri

yönteminin dinamik bir süreç haline getirilmesi ile müm­ kündür. Bu ise, dogmacılığa karşı çıkmayı gerektirir.

". . . Dogmatizm kuşkuculuğun tam karşı kutbudur. Bu bakımdan önkoşulu, insanlarca bilinebilecek nes­ nel gerçeklerin varolduğu yolundaki, epistemolojik, on­ tolojik bir metafiziği kabul etmektir. Bundan sonra, ni­ tekim o gerçeklik, falan kurumla, yanılmaz, sarsılmaz bir biçimde kavranmıştır, dersek dogmatik bir tutum ta­ kı nmış oluruz. Verdiğim tanımda önemli olan, yanıl­ mazlık, sarsılmazlık iddiasıdır. Yoksa, onun yerine·, Hi­ potetik bir tutum takınılsa, pekala bilimsel kalıba uyulmuş olurdu. Daha basitçe, dogmatizm kavramının herhangi bir kurarn üstünde inatla direnmek anlamına geldiğini görüyoruz." " ... Her türlü düşünce gerçeğe erişmek ister. Ama gerçeği bilgi yolu ile değil de inanç yolu ile kavramaya çalışan yaklaşımlarda, yani bilime karşı dinde dogma­ tizm doğaldır. Bilim alanında akıl, din alanında duygu egemen olduğu için, inanılan gerçeklerse, ancak yan­ lışlıkları ortaya çıkarılineaya değin, öyle imişler gibi ka­ bul edilir. 1 5 . . ..

Bilimin dogmatizme karşı durması, eleştirtel ve özeleşti­ rtel olması, bilim yönteminin en önemli özellikleriliden biri­

dir. Bilimin kendi kend!ni, yani ulaştığı sonuçlan eleştirme

1 5. Mete Tuncay, Doğmatlzm, Falsefa Kurum u tarafından, Hacettepe Üniversitesinda 24-25 Ekim 1 974 tarihleri arasında düzenlenen GO· nOmOzOn Sorunları, isimli serninere sunulan tebliğ, s. 1 -2; Cem Ero­ ğul, Dlyalektlğe Giriş, s. 1 98-1 99. 43


özelliği. ona. kendini yenileme ve geliştirme olanağı verir. Bi­ lim, eleştiriyi ve özeleştiriyi hem kendi içinde yürütür, hem de kendi dışındaki, bilimdışı görüşlere karşı yürütür. Bilim­ de, doğruların, yani hakikatin tek ölçütü vardır: Olgulardır. Hipotez ve teoriler ile . olgular arasındaki uygunluktur. Olgu­ lara dayanmayan, olgular tarafından doğrulanmayan hiçbir önerme, hipotez veya teori doğru kabul edilemez. Bir zaman­ lar doğru kabul edilen, fakat yeni ortaya çıkan olgulan veya olgusal ilişkileri açıklama yeteneğine sahip olmayan hipotez veya teoriler hemen eleştiriye tabi tutulur, yeni olgulan da açıklayıcı biçimde geliştirilir. Mümkün değilse reddedilir.

Blllmsel çözümün başlıca üç ölçütü

blrlnclsl:

vardır. Bunlardan

çözümün mantıksal yönden kabul edilebilir olma­

sı. yani düşünce kurallarına uygun olmasıdır.

İldnclsl:

çö­

zümün doğru olması, yani gözlem ve deney sonuçlanna uy­ gun olması gerekir.

Üçüncü ölçüt

ise: çözümün güvenilir,

gözlem ve deney sonuçlan ile doğrulanabilir nitelikte olması­ dır. Bilimdışı çözümlerin hiçbiri bu üç koşulu tam olarak karşılayamaz. Örneğin, metafizik çözümlerde yalnız birinci ölçüte önem verilmektedir. Dinsel ve mitolojik çözümlerde ise, hiçbir ölçüt gözönüne alınmamaktadır. Burada, insanla­

rm, akıldışı sayılması gereken, korku, kaygı, güvensizlik, gü­

ven. ümit etme gibi duygularına, yüce bir kuvvete sığınma ihtiyacı gibi, bazı psikoloj ik tarafianna seslenilmektedir. Bu duygulan ifade eden önermelert doğrulamak veya yanlışla­

mak mümkün değildir. 1 6

Blllm yöntemi,

her zaman dogrnatizme karşı durur.

Çünkü, dogmatizmde

yanılmaz, sarsılmaz

doğrular vardır.

Mademki, doğru, hakikat bulunmuştur. Artık araştırma ve inceleme yapmaya gerek yoktur. Bu doğrular, yanılmaz ve sarsılmaz doğrulardır. Ortaçağdaki Hıristiyan düşüncesine dogmatik karakteri­ ni veren, yanılmaz ve sarsılmaz doğrulara, hakikatıere var­ mış olması şeklindeki inancıydı. Yine ortaçağ Hıristiyan dü­ şüncesinde

doğrunun,

yani

hakikatın

ölçütü,

yukanda

ikinci ve üçüııcü ölçüt olarak sıralamaya çalıştığımız olgular

1 6. Cemal Yıldı rım. Bilim Felsefesi, s. 8 1 -82; lbrahim Armağan, Bilgi Sosyolojlsine Giriş, s. 1 2-1 4. 44


değildi. Hakikatın tek ölçütü Eflatun'un yazdıklan idi. Dağ­ runun, hakikatın yegane ölçütü , Eflatun'un Hıristiyan dü­ şüncesine ulaşan kitaplanydı_. Bunun yanında kiJisenin gö­ ıüşleri de doğrunun ölçütü olarak kullanılıyordu. Aristo'nun kitaplan bile yasaklarıınıştı. Aristo'nun düşüncesi, ancak İs­ lam kanalı ile, Hıristiyanlık dünyasına girdi ve büyük tepki­ lerle karşılaştı. Ortaçağdaki

Hıristiyan

düşüncc:::- inde,

herhangi

bir

önermenin doğruluğu ya da yanJ•şlığı, olgulara dayanarak saptarıınıyordu. Herhangi bir önerme, Eflatun'un kitaplann­ daki yazılanlara uygun ise , doğru deniyor. uymuyorsa yanlış diye reddediliyordu . "Üstad dedi ki" göıüşü egemendi. Bir fi­ kir, kilise tarafından konulmuş görüş ve kurallara, dogmala­ ra uygun ise, doğru deniyor. uymuyorsa yanlış diye reddedi­ liyordu. Bilimin gelişmesinde, bu tür dogmatizmlere karşı yapılan mücadele, önemli bir yer tutar. Zaten bilimin geliş­ mesi, başlı başına bu tür do_gmatizmlere karşı verilen müca­

delenin tarihinden ibarettir. f7 Herhangi bir bilgi, sarsılmaz,

yanılınaz, tek doğru olarak kabul edildimi, artık fikir üret­ mek mümkün değildir. Fikir üretmeyi olanaksız görme ise, bilimsel gelişmeyi durdurur. Bu bakımdan dogmatizm bilim düşmanı bir tutumdur. Bilim ise

göreseld.lr.

Bilimin ortaya

koyduğu bulgular, hiçbir zaman değişmez ve mutlak değil­ dir. Bilimin

olasılık

niteliğini hiçbir zaman gözden uzak tut­

mamak gerekir. Çok iyi ispatlanmış bir hipotez veya teori için, ancak, olasılık gücü yüksek bir doğru diyebiliriz. Fakat "kesin" gözü ile bakamayız. Bilim yönteminde, doğrunun, yani hakikatın ölçütünün olgular olduğunu söyledik. Dogmatizmin ise , doğruyu resmi­ leşmiş ideolojilerde, (ortaçağın Hıristiyan dünyasında kilise ideolojisinin yanılmaz, sarsılmaz olarak belirlediği bilgilerde) aradığmı belirtmiştik.

Bunu bir lkl örnekle açıklayalım:

Örneğin "Ortadoğu'da Kürtler, silahsız, savwımasız bırakıl­ mış, bütün ulusal demokratik hak ve özgürlükleri gasp edil­ miş, bölünmüş ve parçalanmış, sömürgeleştirilmiş bir toplum­ dur"

şeklindeki bir önermeyi ele

alalım.

Bu

önermenlll

doğruluğunu ya da yanlışlığını, olgulann ve olgusal ilişkile-

1 7. Cemal Yıldı rım, 1 00. Soruda Bil im Tarihi, Gerçek Yayı nevi, Istanbul 1 974. s. 7-1 3 , 77-86. 45


r1n sistematik bir gözlem ve iziemi ile anlayabiliriz. Sistema­

tik gözlem ve izlem verileri, bu önermeyi doğruluyorsa kabul eder, aksi halde reddedertz. O halde, burada Kürt toplumu­ nun, Arap, Fars ve Türk toplumlan ile ilişkilerini açıklamak son derece önemli olmaktadır. Kürt toplumunun, Arap, Fars

politik, idari, askeri, ekonomik. toplumsal, kültürel ilişkileri nedir? Kürdistan'ın doğal kay­

ve Türk toplumlan ile ,

naklan kim tarafından ve kirnin adına işletilrnektedir? Kim

tarafından

denetlenmektedir?

Bu

yönetim

ve

işletmede,

Kürtlerin söz hakkı var mıdır? Kürdistan'ın toprak ağası, şeyh , seyit, aşiret reisi gibi tutucu sanıflannın merkezi otori­ telerde etkinlikleri var mıdır? Bu tür tutucu sınıflar sadece Kürdistan'da mı vardır? Yoksa, "Çağdaş" Türk, Arap ve Fars toplumlarında da var mıdır? Bu tür egemen sınıfların Kür­ distan'ın doğal kaynaklannın işletilmesinde ve kullanılma­ sında söz haklan var mıdır? Kürdistan'da gelişmiş, dinamik ve etkin sanayii var mıdır? Yoksa bu bölge, merkezi otorite­ ler tarrumdan pazar olarak mı kullanılmaktadir? Kürdistan ucuz işgücü deposu olarak kullanılıyor mu? Yoksa nüfusun Kürdistan'da kalmasını sağlayacak tedbirler alınmış mı? Kürt diline ve kültürüne baskı yapılıyor mu? Yoksa Kürt di­ linin gelişme ve serpilme olanaklan var mı? Merkezi otorite­ ler tarafından, bu gelişme için tedbirler getirtlmiş mi? Türk,

Arap, Fars. dil ve kültürleri çeşitli biçimlerde Kürtlere empo­

ze ediliyor mu? Kürtlerin falklor zenginlikleri, değerli kitap­

lan, Kürt etnografyasının canlı kanıtlan, tarihsel belge ve anıtları,

merkezi

otoriteler tarafından

alınıp

götürülmüş

mü? Bu Kürt ulusal zenginlikleri egemen ulusun kendi kül­ tür ve turizmleri için mi kullanılıyor? "Kürt kişiliği"ne, "Kür­

distan kişiliği"ne, "Kürt onuru"na saygı var mı? . O halde bütün bu ilişkilerin var olup olmadığı, ilişldlerin biçtml ve yoğunluğu, ancak somut olgulann ve somut durumia­ nn somut tahlili son��:nda ortaya konulabilir. Bu ise, sis­ .

tematik izlem ve gözlemlerin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Böylece, nesnel gerçek, bütün çeşitlilikileriyle, iç ve dış bağ­ lantılanyla, çellşme ve değişmelertyle somut olarak kavram­ labilir. Böylece, olguları ve olgular arasındaki ilişkilerin sa­ dece dış görünüşleri değil, onlara canlılık veren ve ilişldlert dina� kılan iç çelişıneler ve ilişkileri de ortaya çıkarılır. Çözünilenir.

46


Bilim yönteminin gerekleri bu iken, bunlan bir tarafa bı­ rakıp, soruna Kürdistan'ı paylaşmış olan devletlerin resmi ideolojileriyle yaklaşmak ve sorunun varlığım reddetmek ve­

ya varlığım gizlemek dogmatik bir tutumdur. Örneğin: Tür­ kiye Cumhuriyeti'nin resmi ideolojisi haline gelen Kemalist ideolojiyi ele alalım: Kemalist ideolojiye göre Kürt ola­ rak blllnen bir halk yoktur. "KL;.o tler Türktür", "Kürtçe diye bir dil yoktur, Türkçenin bir şive8tdır-', "Türk olmaktan dola­

yı mutludurlar, 'Ne mutlu Türküm diyene' dedikleri oranda daha da mutlu olacaklardır." Kemalist ideolojinin Kürt halkına dönük olan yönü bu şekilde özetlenebilir. Kemalist ideolojinin ileri sürdüğü bu önermeleri, olgulara dayanıla­ rak doğrulamak ya da yanlışlamak yerine, olgulan bir kena­

ra iterek, yanılmazlığına ve sarsılmazlığına inanılan bir bilgi

ile, yani bir inanç ile yaklaşmak, böyle bir inancı ifade eden bir ideoloji ile yaklaşmak dogmatik bir tutumdur. Kemalist

ideolojiye göre, Kürt milletinin olmadığı, Kürtlerin Türk ol­ duğu yanılmaz ve sarsılmaz bir doğrudur. Kemalizm böyle­

sine bir doğrudan en ufak bir şüphe dahi duyulmamasını is­

ter. Bu doğru ancaJt_ bilinir ve buna göre hareket edilir.

Başka bir hareket tarzında bulunmak, bu bilgiden şüphe et­

rnek mümkün değildir. Bu, kesinlikle dogmatik bir tutum­

dur. Dolayısıyla bilim düşmamdır. Çünkü fikir üretmeyi ola­

naklı görmemekte ve bilimsel gelişmeyi durdurmaktadır. Doğrunun ve hakikatın ölçütü olarak, olgulaiuı yerine, Ke­ mallst ideolojinin yanılmaz ve sarsılmaz olarak bilinmesini istediği kabullerini almak, dogmatizmi ifade eden bir tutum­

dur. Bunun ortaçağ Hrtstlyanlığındaki doğru ölçütünden

.h.içbir farkı, yoktur. O zaman doğrunun tek ölçütü olarak ki­ ltsenin öğretisi, Eflatun'un kitaplan alınıyordu. Burada ise,

doğrunun ölçütü olarak yine olgular değil, Kemalist ideolo­ jlnbı kabulleri ve Mustafa Kemal'in söyledikleri.(•)

(*)

Kemalizm deyince, sadece Mustafa Kemal'in yazdıklarını ve söyledik­ Ielini dikkate almak şüphesiz ki eksik bir davranıştır� Bazı kişiler Mus­ tafa Kemal hayattayken, ona yakın olmak ve böylece önemli bir mev­ ki elde etmek için, onu, söylediklerini ve yazd ıklarını mübala�alı bir · şekilde överek "dalkavukluk" süreci içine girmiştir. Bu', Mustafa Ke­ mal'in ölümünden sonra da devam etmiştir. Kemalist ideolojinin olu-

47


Bütün bunların ötesinde,

Kemalizm,

bu görüşlerden

kuşku duyulmasını, başka türlü düşünülmesini, örneğin: Türkiye'de

Kürtlerin varlığından sözedilmesini cezaya da

bağlamıştır. Ortaçağ Hıristiyan dünyasında, kilisenin öğreti­ lerine ve dogmalanna karşı gelenlerin cezalandınldığı gibi. Bu ise, ceza yasaları ile, ceza tehditleri ile, dogmatizmi ege­ men kılmaya çalışmaktan başka bir anlama gelemez. Bilim­ sel gelişmeyi ceza yasası ile engellemeye çalışmaktan ve ceza tehdidi altında tutmaktan başka bir şey değildir. Bu tür bir ceza anlayışı ile ve bunu hülane bağlamakla, dogmatizm, ideoloji. bilime açıkça egemen kılınmıştır. 648

Partiler Kanunu

Sayılı Siyasi

ile, bu dogmatizm siyasal faaliy�tlere de

egemen kılınmıştır. "Türkiye'de Türk dilinden ayrı bir dilin, Türk kültüründen ayrı bir kültürün varolduğu , yazılamaz, savunulamaz, ifade edilemez . . . " (madde 89). Görüldüğü gibi, siyasal partiler

Kemallst ideolojinin

kabullerine olduğu gi­

bi inanmaya zorlanmaktadır. Türkiye'nin siyasal partilerce yorumlanması yasaklanmakta ve engellenmektedir. Zira, ak­ sine hareket eden siyasal partilerin kapatılacaklan ifade edilmektedir. Bu, koyu bir dogmatizmdir. Böylece, Türki­ ye'de,

demokrasinin vazgeçilemeyen,

aniarsız olunulamaz

olarak kabul ettiği siyasal partilerin, Türkiye hakkında yo­ rum getirmeleri somut olarak tehdit altında tutulmaktadır.

Bu tür bir dogmatizmln, üniversite tarafından hara­ retle benimsenmesi, onu fikir üretme zahmetlnden kur­ tannıştır. Yargı organlan tarafından benimsenmesi, on­ lan resmi ideolojiyi yapan ve yayan kurumlar haline getinnlştlr. Siyasal Partiler, sendikalar, demekler tara­ fından benimsenmesi hallnde ise, onlan Türkiye'yi bü­ tün çeşitllliklerl lle, bütün iç-dış bağlantılarıyla yorumla­ yabilmekten uzak hale getinniştir. Hakikatin, doğrunun ölçütü olarak, olgulardan başka bir ölçüt alındığı zaman, dogmatizme karşı koymak müm­ kün değildir. Dogmatizm ise, bilime karşı duran ve bilim düşmanı olan bir tutumdur.

şum unda, bu mübalağalı ·tavırların da rolü vardır. D. Mehmet Doğan, Batılaşma lhaneti (Dergah Yayınları , 2. bs. istanbul 1 976) kitabı nda bu tavı rlardan ilginç örnekler vermektedir. s. 37 vd. 48


"Dogmatik olmak için, çoğu kez, uslu bir çocuk gibi söz dinlemek yeter, dogmatik olmamak için ise, dene­ ye-yanıla düşünmeyi öğrenmek gerekir:· 1 8

Blllm yönteminde eleştlrici ve özeleştirici olmak esastır. Tabulaştırnıa, dogmatlzm, kişileri bağımlı kılar. Ki­ şiler, özgür, yani, bilim yöntemi .gereğince düşündü�çe ba­

ğımsızlaşır. Tabulaştınna bu süreç ;içinde yıkılır. Ve kişilerin

yaratıcı olabilrneleri, ancak bağımsız olabildikleri ve dogma­

tizme karşı mücadele ettikleri sürece mümkündür.

Geçmişi durmadan övmek hiçbir işe yaramaz. Bu tutum . kişileri ve toplumu paslfleştirir. Geçmişi eleştirrnek ise, kişileri ve toplumu dinamik ve. yaratıcı kılar. Bunun gibi, örne­ ğin: . Kemallzıni övmek de . kişileri ve toplumu pasifleştiren, bilgi üretimini durduran bir tutumdur. Kemalizmi eleştir­ rnek gerekir. Kişilerin ve toplumun dinamik ve yaratıcı kı­ lınması, biltmin gelişmesi ancak bu süreÇ içinde mümkl)İı­ dür.

Batı'da buıj uva demokrat toplumlarda, bilimsel düşün­

ce, hızla gelişmiştir ve yoğunlaşmıştır. İslam dünyasında ise , ·

böyle b ir yoğun b irikim göremiyoruz. Bunun başlıca neden­

lerinden biri, Batı'da ve İslam'da eleştiri kurumlanna verilen önem ile ilgilidir. İslam, kutsal kitap Kur'an'da dinsel ve ah­

laki prensipler yanında hukuki kaideler de getirmiştir. Hu­

kuk, ahlak ve din kaldeleri birbiri içindedir. Bu fikirler ara­

sında, devlet örgütü ile ilgili, İslam devletinin başı ile ilgili

siyasal fikirler de vardır. Böyle olunca herhangi bir

!slam

devletinin başı, bütün bu , dini, ahlaki ve siyasi sistemin bir

yürütücüsü olarak bellnnektedir. Adeta, Tann'nın yeıyü­ zündeki bir temsilcisidir. O halde, İslam devleti, hanedan,

devletin öteki görevlileri eleştiriden masumdur. Bütün bun­

lar kutsal varlıklardır. Eleştirilemezler. Bunlann eleştirilme­ si, Tann'nın eleştirilınesidir. Bu ise suçtur: mümkün değil­

dir. Bu durum İslam'daki "laiklik" kavramı ile de sıkı sıkıya

ilgilidir. Dini iktidann ve siyasi iktidann aynı kişide temer­ küzü , yani aynı organda temerküzü devletin dini bir görü­ nüm almasının temel nedenidir. Görüldüğü gibi,

1 8.

İslam'da eleştiri yöntemi işlememek-

Mete Tuncay, Yukarıda sözü geçen tebli!:J s. 6 49


tedir. Böyle olunca bilimsel bilgi de üretilememektedir. Toplum "laikleşememektedir. " Halbuki, Batı'da, HırisUyan­ lık'ta, dini iktidan ve siyasal iktidan yürüten kurumlar ayn ayndır. Dini iktidar veya siyasi iktidar aynı kişide veya aynı kurumda temerküz etmemiştir. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil, genel olarak dini ve ahlaki bilgiler bütünü olarak gö­ rülmektedir. Siyasal iktidarın örgütlenmesine, devlet başka­ nının hak ve görevlerine ilişkin fikirler yoktur. Fakat ortaçağ boyunca, dini iktidan yürüten kişi ve kurumlar, siyasal ikti­ dan yürüten kişi ve kurumlar üzerinde kesin bir söz hakkı­ na sahiptir. Kilise ve papalar krallara karşı egemendir. Bü­ tün bunlara

rağmen

bu

fal'):dılaşma,

eleştiri

yöntemini

geliştiımiştir. Devlet görevli51 -kişi ve kurumlan eleştirenler,

Batı'da eleştiri yön­ teminin gelişmesi, bilgi üretiminin başlıca nedenlerln­ dendir. Yine Batı'da siyasal ve dinsel güçlerin farklılaşması,

bir anlamda hoşgörü ile karşılanmıştır.

siyasal iktidann giderek toplumun laikleşmesinin de temel etkenidir. Bu süreç içinde· Kilise'nin devlet gücü üzerindeki egemenliği de yavaş yavaş zayıflamıştır. Eleştiri, bütün kişi, kurum veya fikirler için geçerlidir. Bazı kişiler, kurumlar veya fikider eleştirilemez, bazılan ise eleştirilebilir anlayışı, eleştiri anlayışı ile bağdaşmamaktadır. . .

4.

BlUm Seçicidir.

Bilimin başka bir özelliği seçici olmasıdır. Bilim evrende olup biten tüm olgularla ilgilenmez. Ancak önemli gördükleri ile ilgilenir. Bir olgunun bilime konu olabilmesi için, incele­ me konusu olan soruna ilişkin olması gerekir. Veya test edi­ len bir hipotez veya teoriyi kanıtlama niteliğine sahip olması gerekir. İnsanlar, toplumlar, günlük yaşantılan sırasında pek çok olgu ile karşı karşıya gelirler. Bunların bir kısmını bizzat yaşarlar. Bilimin görevi olgulan ve olgular arasındaki ilişki­ leri belirlemek ve açıklamaktır. Fakat bilim, olgulann hep­ siyle ilgilenmez. Bilim adamı sadece, incelediği soruna iliş­ kin olgulan seçer ve bu olgular aracılığıyla hipotezini kurar. Ve olgulan kavramlaştınr. Olgulara dönerek hipotezini test ederken kanıt niteliğine sahip olan olgulan kullanır. Bilim yönteminde, araştıncının, kendisini meşgul eden

50


sorunlara ilişkin olgulan seçmesi yöntemin bir gereğidir. Fa­ kat araştıncının. " . . . şu biçimlerdeki, şu kategorilerdeki ol­ gular incelensin,

şöyle şöyle biçimlerde ve kategorilerde

olanlar incelenınesin" şeklinde bir ayının yapmaya kati su-. rette yetkisi yoktur. "Siyasi iktidp.rlar, yahut resmi ideoloji şu biçimlerdeki olgulann ve olgusal ilişkilerin araştınıması­ na izin verir, şu biçimlerde ve kategorilerde olanlarm ince­ lenmesine izin vermez, onlar tabu olarak tutulmalıdır" şek­ linde

önceden

yapılmış,

resmi

veya . gayri

resmi

hiçbir

ayınma bilim yöntemince itibar edilemez. Bu ayınınlar süb­ j ektif ve ideolojik niyetleri aksettirir. Bu bakımdan bilim her türlü olguyu ve olgusal ilişkilert inceleyebilir, kavrayabilir, anlatabilir. Bu, bilim için aynı zamanda bir görevdit. Bilim yönteminde olgulann seçici olma özelliği, olgulann araştın­ lan konuya ilişkin olup olmamasıdır. Hipotezlertn ve teorile­ rin test edilmesinde, olgularm kanıtlama gücüne sahip olup olmaması ile ilgilidir. Yoksa olgular arasında seçim yapmak, " . . . şu tür olgulann ele alınınası tehlikelidir, incelenmemeli­ dir; falan olgulann ele alınınası tehlikeli değildir, incelenebi­ lir" şeklinde mekanik bir seçim değildir. Bunun gibi olgulan "demokratik" veya "antidemokratik", veya "ilericr veya "tu­ tucu" diye ayırarak bilime konu yapılabileceğille veya yapıla­ mayacağına karar vermek, bilim yöntemine ters tutumlar­ dır. Bilimdışı tutumlardır. Olanı değil, olması gerekenleri konu edindiği için, normatıf yaklaşımlardır diyebiliriz.

5.

BlUmsel Yöntem, Blrblrlerlnden Kopukmuş Glbl Gözüken Olgular Arasında Problem Gören, Aykınhklan Yakalayan Bir Bakıştır.

Olgulara ve olgusal ilişkilere bilimsel bakış, problem gö­ ren, aykınlıklan yakalayan bir bakıştır. Bilimde, araştırma­ cı, bir sorunu, bir aykırılığı yakalar ve onu araştırmaya ko­ nu edinir. Bilim birbirinden kopukmuş gibi görünen, birbirleri ara­ sında ilişki yokmuş izlenimini veren olgular ve şeyler arasın­ daki ilişkiyi ve bütünlüğü kurmaya çalışır. Nesnel gerçeğin

anlaşılmasının ve bilinmesinin anlamı budur. Bilim, olgular ve şeylerin iç çelişmelçrtni, iç ve dış bağlantılannın bütün-

51


lüklerini kurmaya çalışır. Bu bilirnin temel özelliklerinden biridir. Yani: doğadaki, toplumdaki, veya tarihteki bütün şeyler ve olgular birbirieline bağlıdırlar. H içbir şey veya olgu ötekinden bağunsız değildir. Bütün bunlar diyalektik bir bü­ tünlük içinde birbirleri lle ilişkilidirler. Her olgu veya şey öteki olgu veya şeyleri etkilediği gibi, kendisi dışındaki olgu ve şeyler tarafından da etkilenir. Öyleyse, bilimsel bir tahlil­ de. bütün olgu ve şeyler dikkate alınmak wrundadır. Bazı olgu veya şeyleri mübalağalı bir şekilde öne çıkanp, gerekti­ ğinden daha fazla ağırlık verip, bazılannı görmemek veya yok saymak bilim yöntemine ters bir davranıştır. Bilimin, bu . temel özelliklerine bağlı olarak, ikinci bir özelliği daha vardır. O da, her şey veya olgunun değiştiği, hiçbir şeyin sabit kalmadığıdır. Bu , bilime, özellikle toplum­

sal bilime, tarihsel bir özellik verir. (*) Kısaca, toplumsal bi­

limler deneysel değil. tarihsel bilimlerdir. Ekonomik, top­ lumsal, siyasal hayatta veya hayatın öteki ilişki biçimlerinde hiçbir şey veya olguyu yeniden yaratmaya, yeniden yaşama­ ya olanak yoktur. Halbuki, bir fizikçi, fiziki olaylan laboratu­ varmda tekrarlayabilir. Bu bakundan, fizik bilimleri deney­ sel biliınlerdir. Toplumsal bilimler ise tarthseldir. O halde,

bugünü anlamak için, dünü bilmek gerekir. Yannı bll­ mek için ise, bugünü bllmek gerekir. Dün, bugün ve ya­ nn diyalektik bir bütünlük içindedir. Toplumu , doğayı, tarihi veya insam değiştiren. harekete getiren neden ise , şey veya olgulann yapısında mevcut olan iç çelişmelerdir. Dış etkenlerın, dış müdahalelelin de, bu de­ ğişmede rol oynadığı bilinmektedir. Toplumlarda veya tarih-' teki gelişmenin ve değişmenin yönünü tayin eden faktörün is.e, hangisinin olduğu, her toplum için ayn ayn incelenmesi gereken ilişkilerdir. Bilim yöntemini kullanan bir araştıncının, sahip olması gereken bir takun özellikler vardır. Çok önemli olan bu özel­ likleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Birinci olarak,

araştıncı,

araştırdığı konu hakkında gerekli ön bilgilere sahip olmalı-

(*)

52

Burada toplumsal bilimler kavramı geniş anlamda kullan ılmaktadır. Toplumsal bilimler kavramı, yaşantının, toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel, askeri vs. bütün yönlerini kucaklamaktad ır. Çeşitli ilişkileri bir bütün olarak kavramaya çalışmaktadır.


dır. Araştıncı, önce. herhangi bir sorunla. bir olgu ile karşı­ laşır. Giderek sorunu yaratan durumun temellerine inmeye, bağlantılannı bulmaya çalışır. Bu süreç içinde sorun ortaya çıkanlır. Yani güçlük yaratan durum farkedilir. Aykınlık saptanır. Araştıncı inceleme yapacağı konuda muhakkak ön bilgilere sahiptir. Bu bilgiler de, çoğu zaman. kitaplardan ve çeşitli yazılardan elde edilen bilgiler değildir. Bu bilgilenıne daha çok, toplumsal yaşantının araştıncı kimse · .üzerinde

yaptığı etkilerle oluşur. Araştıncı, herhangi bir soruna, "şu şu konularda şimdiye kadar birçok araştırma yapıldİ, fakat şu şu konularda hiç yapılmadı, ben de o konuya yaklaşa­

yım, bakalım ne var ne yok" zihniyeti ile yaklaşamaz. Bilim­ sel araştırma, ortamın ihtiyaçlanndan doğar. Bu ise toplum­

sal bilinçlenme ile ilgilidir. Toplumsal bilinçlenıne sayesinde herhangi bir sorunu bütün ilişkileri ve bütünselliği içinde nesnel olarak tanımak mümkündür.

"... Bili nçlenme psikolojik bir gerçektir, fakat bir tu­ tum içerir, bu tutum uyanıklık tutumudur, soruşturma tutumudur. I nsanlar davranış ve işlerinin yapılmasında engellerle karşılaştıkça, bilinçlenirler. Başka bir deyişle insan, toplumsal gerçek içinde, olanaklarının gerçekleşmesinde, ihtiyaçlarının giderilmesinde engellerle ve saptırmalarla karşılaştıkça bilinçlenmektedir. Bireyin bilinçlenmesi başka, bilincin nesnesini, yani ihtiyacını sağlayıp sağlayamaması başkadır. Her tarihsel ve top­ lumsal bilirnde olduğu gibi, sosyolojide de özellikle, bi­ linçlenme 'olanaklı bilinç' olarak incelenecektir. 'Ola­ naklı bilinç', tarihsel evrim boyunca gerçekleştirilmesi, insanların ve toplumların olanağı içinde olan bilincidir ki, buna sosyolojik bilinçlenme diyoruz. I nsanların ve toplumların olanağı içinde olduğu halde, gerçekleşme­ si yabancılaşma olarak sonuçlanan bu yaşantı, sosyo­ lojinin tarihsel olma nedenlerinin en önemlisini ortaya koyar. Toplum olarak geri kalmamız yabancılaşmadır. Mühendis veya doktor olacak yetenekte olan bir öğ­ rencinin l mam-Hatip Okulu'na giderek imam olması yabancı laşmadır. Ü lkemizde işsizlik yabancılaşmadır. Mühendis ya da doktor olacak nitelikte olmad ığı halde, bir öğrencinin, sonunda mühendis ya da doktor olması

·

53


da yabancılaşmadı r. Bu yabancılaşmalar hangi tarih­ sel koşullara ba�lıdır? Bir toplu mda hangi güçler yü­ zünden bu yabancılaşmalar olmuştur? I şte, sosyolojik bilinçlenme, yabancılaşmaları meydana getiren engel­ ler karşısında, soruşturma tutumuna girecektir. .. Kısa­ cası, sosyolojik bilinçlenme bilim adamı olarak, sesyo­ loğun bilinçlenmesidir. Ya da sosyolojik düşüncesi olan kimselerin bilinçlenmesidir... Başka bir deyişle sosyolojik bilinçlenme, bilim içinde bir bilinçlenmedir. Bilimin engelini tanımak ve bu engeli kaldı rmaktır:· 1 9 Madde durmadan değişiyor. Toplumsal hayat durmadan değişiyor. Bu değişikliklerin kişllerin düşüncelerine ve zihin­ sel faaliyetlerine yansımaması mümkün değildir. Maddede­ ki, yani toplumdaki bu değişmelerin, kişileri, bu arada araş­ tırmacılan

etkilernemesi

mümkün

değildir.

Araştıncı

birtakım sorunlar gördüğü , toplumdan etkilendiği, sorunla­ ra çözümler aradığı için, herhangi bir konuyu incelemeye girmektedir. O' halde, araştırmacılann, herhangi bir soruna yaklaşmalan, sübj ektif kararlan, kişisel istek ve arzulan so­ nucunda olmamaktadır. Araştıncı, bir sorun, bir aykırılık yakaladığı için incelemeye girişmektedir. Bütün bunlardan dolayı, kişilere, araştıncılara, "şu konuda araştırma yap", "şu konular araştırtırıldı, sen de şu konuyu araştır". "başka bir sürü konu varken neden bu konuda çalışıyorsun", gibi ikaz ve uyarmalarda bulunulması bilimsel bir davranış de­ ğildir. Maddenin ve toplumun hiç değişmediğini kabul et­ mektir. Bu değişikliklerin, araştıncılan, hiç etkilemeyeceğini kabul etmektir. Türkiye'nin her tarafında. Türkçenin dışındaki çeşitli dillerde eğitim yapan kururnlar varken, kültürel faaliyetler sürdürülürken, Kürtçenin yasaklanmasının toplumsal bilinç yaratmaması mümkün değildir. TRf'de çeşitli dillerde müzik çalınırken,

Kürt müziğinin engellenmesinin, Kürtçe şarkı

söyleyenierin hapishanelere gönderilmesinin toplumsal bi­ linç yaratmaması olanaksızdır. Türk'ün onurundan. şerefin­ den, büyüklüğünden söz edilirken, "Kürt kişiliği"ne ve "Kürt onuru"na karşı sürekli bir aşağılama politikasının yürütül­ mesi, toplumsal bilinç yaratmakta geri kalmaz. Kürt bölgele-

1 9. Do�an Ergün, Sosyolojl ve Tarih, s. 27-28.

54


rinin geri kalması, Kürdistan'ın doğal kaynaklarindan Kürt­

lerin yararlanarnarnası, yine toplumlan ve kişileri bilinçlen­ diren unsurlardır.

Kürtler için "soyca Türk olanlar", "özbe öz Türk olanlar"

gibi deyimierin kullanıldığı bilinmektedir. T. C. Hükümetleri­

ninin Türk olanlar için büyük fedakarlıklara giriştiği, bunun

için savaşı bile göze aldığı yine biliniyor. Örneğin: Kıbns

Türklerinin "hak ve hukukunu", "Türk toplumu olma" özellik­ lerini korumak için, her türlü gayreti gösterdiği biliniyor. Bu

durum karşısında, Kürtlerin (merkezi otoritenin ifadesi ile

özbe öz Türklerin) Irak'taki ulusal kurtuluş savaşına neden

yardım etmediği, sorulmayacak, soruşturolmayacak mıdır?

Yardım etmek şöyle dursun, neden düşmanca tavır takınıp,

sınırlan kapadığı, zulümden, katliamdan kaçıp gelen, kadın

ve çocuklara. ihtiyarlara, mülteci olma hakkını bile vermedi� ği olgusunun, toplumsal bilincin gelişmesine neden olma­

ması mümkün müdür? Bu olgulann ve olgusal ilişkilerin nedenleri araştınlmayacak, soruşturolmayacak mıdır?

Bütün bunlar toplumsal hareketlerdir. Ve ferdin bilinci­

ne yansır. Bu bllinçlenme, ister istemez sorun yaratan du­

rumlann, nesnel olarak ortaya çıkanlmasını gerektirir. So­

run yaratan durum ve durumlara ilişkin olguların iç ve dış

bağlantılan, çelişme ve değişmeleri bütünsellik içinde ortaya konulmaya çalışılır. Bu çabalarm engellerle karşılaşması. bu

konulara dokunulmamasının istenmesi, ceza tehditleri vs. ·

araştırmacının sosyolojik bilincini geniş ölçüde arttınr, geliş­

tirir, yoğunlaştınr. Kürtlerin dili, tarihi, kültürü , Kürdis­

tan'ın sosyoekonomik yapısı gibi, incelemelere karşı getirilen engeller ve ceza tehditleri bu konudaki bilinçlenmeyi yoğun

bir şekilde arttırmıştır.

Görüldüğü gıbı. araştırmacı, araştırmasına herhangi bir

sorunu farkederek ve aykırılığı yakalayarak başlıyor. Burada

rol oynayan en önemli faktör, araştırmacı kişinin, sorunlar,

'engeller ve ihtiyaçlar hakkındaki bilincinin gittikçe artması ve yoğunlaşmasıdır. O halde, araştırmacıya, "şu şu konular­

da araştırma yap" gibi empozelerde bulunulamaz. Araştır­

macı, yaşarn içinde ve sosyolojik yönden bilinçlenmesi süre­ ci içinde, neyin sorun olduğunu kendisi kavrar ve araştırır.

Halkın veya araştıncıların bu tür bilinçlenmelerine kar-

55


şı. mı..; ., ./;_:�::ô qtqrite tarafından tedbirler getirilmesi de, dış

dünya ı_ı -- ilgili bir harekettir. Bu yolla billnçlenmenin ve bi­ linçler ;e nin yarattığı etkinliğin sonuçlarnun kınlması is­ .

tenmci, � e ( mi içine

c.

:vıerkezi otorite, �ömürgeleştirip, .kendi yöneti­

aldığı bir bölgede veya ülkede,

gelişmesini

çeşitli yollardan

engelleyebilir.

ulusal bilincin Uluslaşmanın

önüne geçebilir. Örneğin, "nurculuk" gibi İslain Enternas­ yonalizmi'ni amaçlayan bir akımı geliştirebilir. Çünkü, nur­ culuğun ideolojisinde, uluslar gerçeğini aşmayı ve giderek yoketmeyi amaçlayan bir anlayış vardır. " Önemli olan İs­

lam olmaktır, insan olmaktır. İyiilksever olmaktır, fazi­ letli olmaktır. Onemil olan kardeşllktir. Türk olmak, Arap olmak, Kürt olmak Önemli değildir. Bu engeller aşılmalı, bütün müslümanlar kardeş olmalıdır." Bu ideo­ loji, devlet tarafından Doğu'da gizlikapaklı yollardan gelişti­

rilir, teşvik edilir. Bu teşvikin nedeni, Kürt ulusal demokra­ tik hareketini

p arçalamaktan

başka bir şey değildir.

Bu

ideolojinin, örneğin: Türk ulusunun ulusallığına hiçbir zarar veremeyeceği şüphesizdir. Devletin amacı, zaten, Türk ulu­ sal özelliğini korumaktır. Türk ulusal özelliklerinin, Kürt ulusallığı üzerindeki denetimini sürdürmektir. Bu ideoloji 1ürkiye'nin bazı yerlerinde, başka amaçlan gerçekleştirmek içUı de kullanılabilir. (Örneğin Türk proleteryasının sosyalist mücadelesini saptırmak.) Toplumım sosyoekonomik yapısı Ue organik bağlan ol­

mayan, somut durumun tahlili sonucu elde edUmiş bilgilere dayanmaya:n, kitlenin somut taleplerine cevap vermeyen bir "solculuk" da, yer yer ve zaman teşvik edilebilir. Örneğin: sömürge olduğu birçok bakımlardan kanıtlanmış bir bölgeyi veya ülkeyi ele alalım. Sanayileşmemiş, işçi sınıfı teşekkül etmemiş, sanayileşmesi bilinçli olarak engellenmiş, kırsal yaşamın ağır bastığı bir ülke veya bölge. Somut durum bu iken, proletaıyanın fiili öncülüğünde sosyalist hareketten söz edllmesi, dU ve kültür gibi unsarlann gasp edilmesinin önemli sorunlar olmadığının, devrimcilerin bu gibi sorunlar­ la uğraşmayıp daima enternasyonalizm için seferber edUme­ si gerektiği anlayışının yaygınlaştınlması da, uluslaşmayı gerileten bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslaşması çeşitli baskılar karşısında engelleıuniş, uluslaşmasını ta-

56


rnamlayamamış bir toplumda, soyut bir işçi sınıfı enternas­

yonalizrninden · söz etmek, kişileri veya örgütleri - toplurnun sosyoekonomik yapısından koparmak demektir. Onlan, te­

melsiz ve dayanaksız bırakmak demektir. Kaldı ki,

herhangi bir halkin uluslaşmasını tamamlamadan, entemasyonale katılması da mümkün değildir. Zira entemasyonalde, bü­ tün uluslar, diller, ulusal özellikler eşittir. Entemasyo­ naHzmln amacı uluslar ve diller gerçeğini ortadan kaldır­ mak değildir. Başka bir ulusa veya ulusal dile Imtiyaz verilerek entemasyonale glrllemez. Herhangi bir irntiya­

zın olduğu yerde, zaten, enternasyonalden de söz edilemez.

O halde, somut durumun somut• tahlilini çok iyi yap­

mak gerekir. Doğayı, toplumu ve insanı;

kete getlrlcl ve örgütleyici

değiştlrlcl, hare­

fikirler. ancak; somut duru­

mun, somut tahlili sonucu elde edilmiş fikirlerdir.

Bütün bunlann yanında, araştıncı kimsenin, olaylara

bakışında; sınıfsal, toplumsal ve psikolojik etkenierin rol oy­ nadığı da bilirunektedir. Araştıncı kimsenin; ekonomik, poli­

tik çıka'rlan; hangi toplumsal sınıfın üyesi olduğu; yani,

hangi toplumsal sınıfın bilincini ve olaylara bakış' perspekti­

fini taşıdığı; başta sayılması gereken bir etkendir. Bu arada. araştırmacının , hangi ulusal ya da etnik gruba mensup ol­

duğu da, olaylara bakış da son derece önertıli bir etkendir.

Toplumdaki egemen ideolojinin, araştıncı kimse üzerindeki

etkisi yine çok önemlidir. Araştırıcının bu ideolojiye karşı

tavn, onu benimseyip beniınsemediği, eleştirip eleştirmediği, üzerinde durulması gereken konulardır.

Bunun yanında,

araştırmacı kimsenin doğuştan getirdiği yetenekler, rastlan­

tılar, alışkanlıklar da, olgulara ve olgusal ilişkilere bakış açı­ sını etkileyen faktörlerdir.

Araştırmacı kimsede bulunması gereken Ikincı blr özellik; o zamana kadar okuduklannı şüphe ile karşılama­

sıdır. Bu şüphe, daha önceleri de belirtildiği gibi, dogmatiz­ me karşı duran bir şüphedir. Bilgiye dayalı bir şüphedir. Öte yandan, araştıncı meşgul olduğu sorun ile ilgili olarak.

kendisininkinden önce yapılmış olan araştırmalan da yargı­

lamak ve bir sonuca ulaşmak durumundadır. İşte, bu bilgi­ lerle, toplum yapısı arasında hala bir çelişrne varsa, o zama­

na

kadar çözümlenınemiş bir durum var demektir.

Ve

57


araştıncının gözlediği olgular problemleşir. Böylece problemi veya problemleri tanımlama olanağı ortaya çıkar. Olgulann ve olgusal ilişkilerin sistematik gözlemi, varsayımıann sap­ tanması, hipotezlerin kurulması, ancak, böyle bir aykınlığı ve çelişmeyi yakaladıktan sonra mümkün olur. Olgulardan ve olgusal ilişkilerin gözleminden, hipotez ve teoriler aracılığı ile mantıksal çıkanınlar yapılması, bunlann olgulara dönü­ lerek test edilmesi, red veya kabulü, yine böyle bir aykınlığı yakalama noktasından sonra başlayabilir.

de;

Araştırmacıda bulunması gerekli üçüncü bir özellik incelenen konunun bitiminde gerekli yorumlan yapabi­

lecek yeteneğe sahip olmasıdır. 20

Demek ki; toplumsal bilimlerde veya genel olarak bilim­ de, günlük yaşantıda rastlanan olgular ve olgusal ilişkiler arasında; çelişıneler yakalamak, herhangi bir soruna yakla­ şımda önemli bir adımdır. Toplumlan ileriye götüren etken­ lerin, bu çelişmelerin çözümü olduğu şüphesizdir. Kısaca, herhangi bir çelişme, bir aykınlık yakalamadan, bilimsel bir çalışma mümkün olmaz.

Şu olgulan gözden geçlrellm: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin demokratik . bir devlet olduğu, uluslararası ilkeleri savunduğu, insan hakianna ve eşitlik ilkelerine kesinlikle riayetkar olduğu,

bu

ilkelerin

anayasada açıkça yer aldığı, yöneticiler tarafından sık sık ifade edilen önermelerdir. Bunlar, toplumsal, siyasal olgulardır. Bunun yanında, Anadolu'nun özellikle doğu kesimlerin­ de, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün rakkamlanna göre üç milyon, fiili olarak ise en azından 7-8 milyon Kürt asıllı va­ tandaşların yaşadığı, yine toplumsal bir olgudur. Başka bir toplumsal olgu da, Kürt halkının kendi ana dilini, yani, Kürtçeyi ve buna bağlı olan haklannı, ulusal demokratik haklannı kullanamadığıdır. Bu hakların baskı altında tutul-

20. Erol Başar, Deneysel Bilimlerde Felsefi GörOş Açısının Katkıları, Yukarıda sözü edilen GOnOmüzOn Sorunları, Konulu Felsefe semi­ nerine sunulan tebliğ, s. 1 -3; Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 1 8; lbrahim Armağan, Bilgi Sosyolojlslne Giriş, s. 1 4; Tuncer Bulutay, Bilim Üzerine Bazı DOşünceler, s. 471 vd.

58


duğudur. "Ben Kürdüm" diyen kişilerin, fiilen antidemokra­ tik haskılara ve cezai koğuşturmalara uğratıldığı. anayasa­ nın "eşitlik" ilkesinden yararlanamadığıdır. Kürt halkının,

anayasanın tamdığı eşitlik ilkesinden faydalanmasının ken­ di özünü, dilini ve kültürünü reddetmesi, yani, kendi kendi­ ne, kendi ulusuna ve kendi halkına tamamen yabancılaşma­ sı koşuluna bağlamnası olgusu, günlük hayatımızda sık sık rastladığımız olgulardır. O halde, T. C. Devleti'nin demokratik ve özgürlükçü bir devlet olduğu beyanlan ile Kürt halkının temel demokratik hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesi birbirleriyle çelişen ol­ gulardır. Bir aykınlıktır. Bir sorundur. Böyle bir aykırılık bi­ limsel bir incelemeye yaklaşımda önemli rol oynayabilir. Bunun gibi, gerek T. C. Devleti yöneticilerinin, gerek üniversitelerin, gerek mahkemelerin, gerek kitle haberleşme araçlannın ve gerekse, siyasal partiler, dernekler, sendikalar gibi öteki kurumlann, "Kürt diye bir şey yoktur, herkes Türktür ve Türklüğünden dolayı mutludur" şeklindeki, ob­ j ektif gerçeğe kesinlikle aykın, yalana dayalı bir ideolojinin ("') yapıcılığı ve yayıcılığını yaptıklan, ·yine toplumsal siyasal olgulardır.

·

Bununla beraber, mahkemeler, bağımsız ve hakikatı or­ taya çıkanp buna göre adalet dağıtan ve bu biçimde düzeni koruyan kurumlar olarak tanımlanır. Üniversitelerin' özerk ve nesnel gerçeği her türlü siyasal baskıdan uzak bir şekilde arayan kurumlar olduğu söylenir. Basının hür olduğu ifade edilir. Bütün bu önermeler, ifade ve beyanlar, günlük yaşan­ tımızda sık sık rastladığımız ve izlediğimiz olgulardır. Bura­ da da bir çelişmenin, bir aykırılığın olduğu şüphesizdir. Hem doğruyu arayan ve bulmaya çalışan kişi ve kurumlar olmak, hem de nesnel gerçeği bastırmaya ve gizlerneye çalış­ mak veya bu işi yapanlara yardımcı olmak, birbirleriyle çeli­ şen davranışlardır. Aykırı bir durumdur. Sosyolojik yönden bilinçlenmeye başlayan kişiler, bu aykırılığı kolayca kavrar­ lar. Bütün bunların ötesinde , devlet yöneticileri ve öteki yet­ kili kişi ve kurumlar sık sık, "Dürüst olalım, doğru olalım, yalanla dolanla mücadele edelim. Doğruyu söylemekten hiç-

(*)

Bakınız; Sahife: 42'deki (*) dipnot.

59


bir zaman yılmayalım. açık sözlü olalım. Bu ilkeler. toplum­ sal hayatın, siyasal faaliyetlerin vazgeçilmez koşullandır" şeklinde önermelerde bulunmaktadırlar. Bu ifade ve beyan­ lan de günlük yaşantımızda sık sık izliyoruz. Burada da bir çelişme ve aykırılık vardır. Hem nesnel gerçeği yok sayahil­ rnek veya reddedebilmek için yalan söylemek. hem de "doğ­ ru olalım, dürüst olalıni, gerçeği söylemekten çekinmeyelim" demek, aykınlığı açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye, Birleşmiş Milletler Örgütü 'nde , Avrupa Konse­ yi'nde, çeşitli uluslararası kuruluş ve toplantılarda, insan haklannı savunduğunu ifade etmektedir. Buna ilişkin belge­ lerin altına imza atmaktadır. Fakat ülkede ise. Kürt halkının temel ulusal demokratik hak ve özgürlüklerini gasp etmiş bir durumu vardır. Bu iki olgu arasındaki çelişmenin ve ay.:. kınlığın kavranması. bilimsel çalışmada önemli bir yaklaşım sağlamaktadır. Yine bunun gibi,

uluslararası planda.

zaman zaman

ulusal kurtuh.ış savaşiarına yandaş olduğundan sözetmek­ tedir. Ülkede ise,

"halklara özgürlük"

sloganına büyük bir

tepki gösterilmektedir. Bu sloganı ifade eden kişi ve kuru­ luşlara karşı şiddetli bir baskı politikası uygulanmaktadır. Kıbns'ta. Türk mültecilerinin yerlerine dönmeleri için, uluslararası planda propaganda yapılmaktadır. İnsan hakla­ rını zedelediği için, Rum yönetimi ve ingiliz yönetimi kınan­ makta ve şikayet edilmektedir. Fakat, büyük bir zulüm ve katliamdan kaçarak, sınırlara kadar gelen Kürtler. mülteci olarak kabul edilmemektedir. Bütün bunlar çelişkili durum­ lardır. Ve aykınlık yaratan olgulardır. Araştıncı. bu çelişıne­ ler ve aykınlık yaratan durumlar hakkında, bilinçlendikçe, bunlan daha iyi kavramakta ve araştırmasına konu yap­ maktadır. Bu örnekleri uzatmak mümkündür. BUimin görevi, rastgeleynıiş gibi, birbirinden kopukmuş gibi görünen. bu olgulan ve olgular arasındaki ilişkileri, bir bütün olarak kavramaktır. Bu olgulan ve olgusal ilişkileri bütünsellik içinde kavrayarak nesnel gerçeğin bütün çeşitli­ liklerini, iç ve dış bağlantılarını, çelişme ve değişmelerinl or­ taya koymaktır. Toplumsal bilimler. sadece bu olgulan saptamakla yeti-

60


nemez. Birbirlerinden kopuk, birbirlerinden ayn gibi görü­ nen, bu olgular arasındaki ilişkileri yakalamak da bilimsel düşüncenin kaçınılmaz bir işlemidir. Sadece gözlem ve baş­

ka yollarla, olgulan saptayıp, olgulan ve olgusal ilişkileri açıklamamak, kuşkusuz çok e.ksik olan bir bilimsel çabadıL Anayasa ve öteki yazılı hukuk metinleri karşıs�nda, T. C. Devletinin demokratik bir devlet oldut;· · . insan haklan, eşit­ lik gibi evrensel ilkelere saygı duyı ılduğu, gözlem ve akıl yo­ lu ile saptarrabilen bir olgudur. Anadolu'nun doğusunda ya­ şayan,

Kürt halkının anayasa!,

demokratik haklarını ve

özgürlüklerini, yani, Kürt toplumu olma özellikleri ile ilgili hak ve özgürlüklerini kullanamadığı da şüphesizdir. Bu hak ve özgürlüklerin, antidemokratik yollarla baskı altında tu­ tulduğu , hak ve özgürlükleri baskı altında tutahilrnek için, antidemokratik baskı politikalannın izlendiği, yine olaylara dayalı gözlem ve izlem ve akıl yolu ile saptanabilir.

İşte, toplumsal bilimlerin buradaki görevi, birbirinden kopuk, birbirinden bağımsız, birbirinden ayn gibi görünen bu olgulan, olgular arasındaki ilişkileri belirlemek, açıkla­ mak ve bütünlüğe varnıaktır. O halde, "demokratik olduğu, insan haklan, eşitlik gibi evrensel ilkelere dayandığı her za­ man ifade edilen bir devlette , yedi sekiz (en azından) milyon civannda olduğu bilinen bir kitlenin en demokratik hakkı olan, -vazgeçilemez, devredilemez, onsuz olunmaz olan- ana dilini ve buna bağlı olan hak ve özgürlüklerini kullanma ·ve geliştirme hakkı, kendi öz varlığını ve kültürünü geliştirme hakkı, kendi özüne yabancılaşmama hak ve özgürlüğü, ne­ den antidemokratik baskı yöntemleri ile yokedilmeye çalışı­ yor?" sorusu sorulmalıdır. Bu soru her zaman için sorulma­ ya ve cevabı aranmaya değer bir sorudur. Bu, aslında anayasa, anayasa hukuku, insan haklan, kamu hürriyetle­ rt, ceza hukuku, sosyoloji, hukuk sosyoloj isi, eğitim. . . gibi bilim dalları ile uğraşanlan temelden ilgilendirmesi gereken bir sorundur. Ve bu açıklama, her türlü metafizik ve ideolo­ jik verinin ötesinde kesinlikle, nesnel gerçeğe ve olgulara dö­ nük bilimsel bir açıklama olmalıdır. "Türkiye'de Kürt olarak anılan bir unsur yoktur, herkes Türktür ve bundan dolayı mutludur. Dolayısıyla, olmayan şeylerin demokratik talebi de olamaz" şeklinde açıklama, gerçeğe ve olgulara dayalı bi-

61


timsel

bir aç ıkla ma

değildir.

Bu

çeşit

bir açıklama. sadece,

yargı organlanna, kitle haberleşme araçlanna. siyasal parti lere sendikalara vs. çeşitli biçimlerde empoze edilen res mi ideolojiyi tekrarla­ mak olur. Bir halkı yok saymak, inkar etmek suretiyle, onun. en demokratik haklannı, varoluşunun özü ile ilgili haklannı gasp etmek ve bu gasp işleihini meşru göstermeye çalışmak, bilimdışı bir çabadır. Antidemokratik bir tutum­ dur. Bilim yöntemi, bu ideolojinin yapıcılığında ve yayıcılı­ ğında vasıta olarak kullanılamaz. Bütün bunlar, bilgi elde etme ve bilgi edinme sürecinin iki aşaması olduğunu, fakat. iki aşamada da, pratikten ger­ çek somutun anlatımından yani olgudan taviz verilemeyece­ ğini göstermektedir. Lenin: ". . . maddenin soyutlanmas ı ; bir tabiat kanu nunun, bir değerin soyutlanması; kısaca bütün bilimsel soyut­ lamalar, tabiatı daha derinden, daha doğru ve daha tam olarak yansıtır" diyor 2 l " . . . Marksizm-Leninizm, bilgi sürecinin iki aşaması­ nın ayırt edici niteliklerinin, alt aşamada bilginin algı bi­ çiminde, üst aşamada ise mantlki biçimde o rtaya çık­ tığını, fakat her iki aşamanın da bilginin tek bir sürece ait olduğunu kabul eder. Algı ile yargı aslında birbirin­ den farklıdır, fakat birbirinden ayrı değildir. Bunlar pra­ tik esasında birleşiktirler. Denemelerimiz, algıladığımız şeylerin kolayca anlaşılmadığını, sadece, anlaşılan şeylerin daha derinden algılanabildiğini göstermiştir. Algılama yaln ız olgu meselesini çözer. öze ulaşma ancak, yargılama ile mümkündür. Her iki meselenin de çözümlenmesinde, pratikten en ufak bir ayrılma yapıla­ maz. Bir şeyi bilmek isteyen insan, onunla temasa geF meksizin, onun çevresinde yaşamaksızın, onu uygula­ madan bu işi başaramaz . "22 siyasi iktidarlar tarafından; üniversitelere.

.

.

2 1 . Sözeden Maa Tse Tung, Teori ve Pratik, s. 1 2. 22. Maa Tse Tung, Teori va Pratik, s. 1 2- 1 3.

62


6.

Blllm Genelleyicldlr ve Geneli Arayıcıdır.

Bilim

Genelleyicldlr

ve

Geneli arayıcıdır.

Bilim, tek

tek olgularla değtl, olgu türleri ile ilgtlenir. Bir olgunun yal­ nız başına önemi yoktur. Olgular, ancak bir genenemenin doğrulanmasında veya yanlışlanmasında, bir ispat vasıtası olarak kullanılıyorsa önemlidir. O halde, bilim elde ettiği so­ nuçlan, genel bir şekilde ifade etmeye çalışır. Belirli bir olgu ile değ il , belli bir türdeki olgular ve olgular arasındaki ilişki­ lerle u ğraşır. Bilim yöntemi, benzer koşullar allında aynı yöntem ile, aynı sonuçlann elde edileceğini bildirir. Zaten bi­ lim, "eğer şu şu şartlar var ise . şöyle şöyle olur" şeklinde önerrneler yapmak olanağ ı veren bir düşünce ve tahlil yönte­ midir. BJlim genelleyici olduğu gibi, geneli arayıcıdır da. Ka­ munun denetimine ve eleştirisine açık olmayan, bulgu veya doğrular, ne kadar önemli olursa olsunlar, bilimsel sayıla­ mazlar. Bilimin sonuçlannın kamuya açık olması ise, onun, belirli bir dil, belirli bir ifade ile anlatılır olmasını gerekti­ rtr. 2 3 Bilim, genellemelerini daha ziyade teoriler aracılığı ile yapar. Teoriler, belirli bir olguyu değJl, olgular kümesini açıklayan genel önermelerdir. Teoriler, gözlem ve izlem yolu ile doğrulanmış, birçok bilginin bir araya gelmesi ile oluşur. 7.

Blllm Mantıksaldır

.

Bilimin önemli bir özelliği de mantıksal olmasıdır. Bili­ iki yönden açıklamak mü­

min manlıksal olma özelliğini,

kündür. Blrlclsl şu: Bilim ulaştığı sonuçlan her türlü çeliş­ kiden uzak bir şekilde sunmalıdır. Örneğin: birbirini izleyen iki önerme birbirleri ile çelişiyorsa. mantıksallık yok demek­ tir. Ve bu önermeler doğru kabul edilemez. Şu önerrnelere bakalım:

"X partisi, bir bildiri yayınlayarak, dünyanın çeşitli yerlerindeki ulusal kurtuluş hareketlerine yandaş oldu­ ğunu belirtti. Bildiride ulusal kurtuluş mücadelesi veren halkların desteklenecekleri ifade edildi. Yine aynı bildi23. W. Goode ve P. Hatt, Sosyal Bilimlerde Araştırma Metotları, s. 9; Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 21 ; lbrahim ArmaOan, Bilgi Sos­ yolo)lslne Giriş s. 1 4.

63


ride, sön günlerde ülkede geliştirilmeye çalışılan, halk­ Iara özgürlük slogarıına şiddetle karşı çıkıldı . Bu sloga­ nı ifade edenlere karşı şiddet önerildL Bu sloganı ifade edenlere hiçbir müsamahanın gösterilmeyeceği, bun­ lara karşı şiddetle mücadele edilmesi gerektiği bildiril­ di." Açıkça görüldüğü gibi, bu iki önert birbirt ile çelişmekte­

dir. Bir siyasal partinin bildirtsinde, bu tür mantıksal hata­

lar hoş görülebilir, fakat bütün önermelerinde ve anlatımla­ nnda tutarlı olmak zorundadır.

"... Bilginin gerçek amacı, algılama yolu ile düşün­ eeye ulaşma, nesnel şeylerin iç-çelişmelerini, kanunla­ rını, çeşitli süreçlerin ilişkilerini, yavaş yavaş anlaya­ rak, mantıki bilgiye varmaktır. Mantıki bilgi ile, algı larımızla elde edilen bilgi arası ndaki fark, algı bilgi­ sinin, tek tek olaylarla, şeylerin dış ilişkileri ile ilgilen� mesine karşılık, mantıki bilginin, büyük bir adım atarak bütüne varması , şeylerin özünü, iç ilişkilerini kavrama­ sı ve bizi çevreleyen alemin iç-çelişmelerini açıklama­ sıdır. Böylece, o, çevremizdeki alemin gelişmesini, bü­ tün aşamalar arasındaki iç-ilişkileri kavrayabilir." 24

Billmin mantıksal olmasının ikinci bir yönü de;

teort

ve hipotezlerden, gözlenebilir sonuçlar çıkarmak süreci ile il­ gilidir. Bilindiği gibi, bir hipotez veya teoriyi test etmek için ,

gözlem yoluna başvurmak gerekir. Fakat, olgulara başvura­

bilmek için, teortden veya hipotezden, gözlenebilir sonuçlar çıkarmak gerekir. Bu çıkanın işlemiert ise, mantık kurallan­ na dayanılarak yapılır. 2 5 ·

Klasik mantığın üç önemll ilkesi vardır: Bunlar; ı. Özdeşlik ilkesi, ,

2. Çelişmezlik ilkesi, 3. Üçüncüyü dışta bırakma ilkesi, yani, üçüneünün im­

kansızlığı ilkesidir.

Mantığın bu ilkelert, günümüzde yetersizliğine rağmen

24. Mao Tse Tung, Teori ve Pratik, s. 1 2. 25. Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 1 2; Cemal Yıldırım, 1 00 Soruda Mantık El Kitabı, Gerçek Yayınevi, Istanbul 1 976, s. 9 vd. ; ibrahim Armağan, Bilgi Sosyolojlslne Giriş, s. 1 3. 64


pratik hayattaki düşüncenin vazgeçilmez ilkeleıidir. Biiinci

prensip olan

özdeşHk ilkesine göre;

bir şey ne ise yalnız

kendisidir. Yani, kendisi ile özdeştir. Hayvan hayvandır. Bit­

ki bitkidir. İnsan insandır. Bunu mantıkçılar, "a, a'dır", for­

mülü ile ifade ediyorlar.

ÇeHşmezHk ilkesine göre ise,

bir

şey aynı zamanda hem kendisi hem de başkası olamaz. in­

san hayvan değildir, hayvan da insan değildir. Mantıkçılar

bunu da. "a, a olmayan değildir", diye formülleştiıiyorlar.

ise şudur: "Herhangi bir

tİç,üncünün olamayacağı Ilkesi

varlık, ya bitkidir, hayvandır, üçüncü bir olanak mevcut de­

·ğildir. Bunun formülü de şudur: "Herhangi bir şey. ya a'dır, xa a olmayandır. "

Klasik mantığın, bu temel ilkelelini kısaca belirttikten

sonra, konumuza dönelim: Araştırması sırasında. objektif

olarak mevcut olan Kürt varlığını Türk olarak algılamaya ça­

lışan ve Türk olarak anlatan kişi, klasik mantığın bu temel ilkelerine bile dapa temelden ters düşmektedir. Çünkü,

öz­ deşHk Ilkesine göre, bir · şey ne ise odur. Türk, Türk'tür. Kürt. Kürt'tür. ÇeHşmezHk Ilkesine göre ise, bir şey hem

kendisi hem başkası olamaz. Türk, Kürt olamaz. Kürt, Türk olamaz.

tİçüncü Ilkeye göre

ise, bir şey ya kendisidir, ya

değildir. Herhangi bir kişi ya Kürt'tür, ya değildir.

Burada şu sonuca varabiliriz: Bilirnde mantıksal olmak ·

esastır. Fakat varlık alanı olarak gerçeği. yani, objektif ger­

çeği reddeden ki�t, daha temelde, mantıksal olmaktan uzaklaşmış demektir. 6

8.

,

BlUm Gelecek Hakkında öngörüde Bulunur.

Bilim sadece mevcut durumu kavramak, bettmlemek ve

açiklamakla yettnemez. Gelecekte olacaklar, .hakkında da

bilgi veıir. Öngörüde, yani, gelecek hakkında bazı yorumlar­

da, belirlemelerde bulunur. Bilimin gelecek hakkında bazı

öngörülerde, yorumlarda, belirlemelerde bulunması, kuşku­

suz. "kehanette bulunmak" anlamında değildir. Geçmişin ve

bugünün olgularına dayanarak; doğanın, tarihin, toplumun

ve insanın gelişim doğrultusunu göstermektir.

26. Klasik mantı{Jın işlevi hakkında bk. Nusret H ızır, Eski Mantık Yeni Mantık, Felsefe Yazıları, s. 235:247; Cemal Yıldırım, Mantık El Kit a bı, s. 7-33; Politzer, Felsefenin Temel I lkeleri, s. 43-44.

­

65


Bilindiği gibi, geçmiş, bugün ve gelecek, diyalektik bir bütünlük meydana getirirler. Bu bütünlük, hem şey ve olgu­ Iann iç bağlantılannda, hem de öteki olgularla olan dışilişki­ lerinde mevcuttur. Bugünü anlamak için, geçmişteki somut olgulann somut tahlilini yaparız. Geçmişi kavramadan, bu­ günü kavramaya çalışmak mümkün değildir. İşte, bugün ne kadar iyi ve sağlam bir şekilde bilinirse, gelecek hakkında

a

yorumlarda, belirlemelerde bulunm k da, o nisbette müm­

kündün Bu, hiçbir zaman geleceği tam olarak bilmek anla­

mına gelmez. Zaten bilimin, her şeyi tam ve kesin olarak bil­ diği,

bildiği şeylerin değişmediği,

mutlak

olduğu

iddiası

yoktur. Bilimin ürettiği bilgiler, her zaman nisbi doğrularla, nisbi gerçeklerle ilgilidir. Fakat, her nisbi gerçeğin, mutlak gerçeğe yaklaşınıda bir adını olduğu da bilinmektedir. Bu­ nun yanında, bilimin, diyalektik bir süreç içinde geliştiğini; geçmiş, bugün ve geleceğin, diyalektik bir bütünlük meyda­ na getirdiklerini de unutmamak gerekir. 27

9.

Blllm Toplumsal İhtiyaçlardan Doğar.

· Dinamik Bir Etkinliğe Sahiptir.

Bilim,

etkinliğe

toplumsal Ihtiyaçlardan doğar

ve

dinamik bir

sahiptir. Bilimin toplumsal ihtiyaçlardan doğması,

onun en önemli özelliklerinden biridir. Üretim sürecinde, so­ runlar ve ihtiyaçlar sürekli olarak kendini hissettirir. Yaşan­ tı içinde, toplumsal yönden bilinçlenen kişiler, sorunlan in­ celeme ve çözme gayreti içine girmektedir. Toplum için, yaşantı için, kısaca, üretim süreci için, gerekli olan bilgileri üretmeye çalışmaktadır. Bilimsel bilginin artması ve yoğun­ laşması, toplumsal bilincin gelişmesini de hızlandırmakta­ dır. Bu süreç içinde, hem bilim adamının bilinci, hem de toplumsal sınıf ve tabakalarm bilinci artar. Bu bakınıdan, bilim üretme süreci, önemli bir toplumsal etkinliği geliştirme sürecidir. Toplumdaki üretim faaliyeti, basamak basamak yükse­ lerek gelişir. Tabtat üzerinde olsun, insan üzetillde olsun, insan bilgisi de buna paralel olarak gitgide yükselir. Yüzey-

27. Bu konu ile ilgili olarak bk. Nusret Hızı r, Olasılık Kavram ının Bilgi için Önemi, Felsefe Yazıları, s. 253-260. 66


den derine, tek yanlılıktan çok yanlılığa erişir. Tarihte uzun bir dönem insan, bir yandan sömürücü sıruflann toplum ta­ rihini yalan yanlış yorumlamalan, öte yandan. ufak ölçüdeki üretimin insan görüşünü daraltması nedeni ile, toplum tari­ hini tek taraflı anlamaya mahkum edilmiştir. Endüstrinin gelişmesiyle, büyük üretim güçlerinin, modem proletaryanın ortaya çıkışı sonunda, insan, toplumun gelişmesini daha et­ raflıca_'ve tarihi akış içinde kavrayabilmiştır.2B O halde, bilginin artması ile, üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin gelişmesi arasında doğru bir orantı vardır. Bu iki etken, birbirlerini yoğun bir şekilde geliştirme yeteneğine sahiptir. Bilim geliştikçe, üretim güçleri gelişir. Üretim güç­ leri üretim ilişkilerini zorlar ve giderek değiştirir. Üretim iliş­ kileri geliştikçe, insanlar tek yanlı ve dar bir bakış açısı için­ de düşümnekten kurtulur. Dinamik bir düşünce biçimine erişir. Şeyleri ve olgulan bütün çeşitlilikleri ile, iççelişkileriy­ le, dışbağlantılanyla, bütünsellik içinde kavramaya çalışır. Bu bakımdan bilimin yoğun bir toplumsal etkinliği vardır. Siyasi iktidarlar tarafından, bazı düşüncelerin suç sayılma­ sı, bilimin bu toplumsal etkinliğini kırmak ve engellemek içindir. Bu konuda Berthol Brecht şöyle söylüyor:

"... Bilimlerin gelişmesi, sektörler arasındaki hız farkiarına rağmen bir tutarlı lık gösterir ve yöneticiler, her şeyi kontrol edemezler. Gerçeğin savunucuları, düşman gözlerin nispeten göremeyeceği mücadele alanları seçebilirler. Aslolan doğru düşünme metodu­ nu, yani her şeyde ve her fenomende, değişen ve de­ ğişebilen veçheleri gün ışığına çıkaran bir metodu öğ­ renmektir. Yöneticiler büyük değişikliklerden nefret ederler. Her şeyin olduğu gibi kalmasını, binlerce yıl devam etmesini isterler. Göçüp gitmekte olanı orta­ ya koyan bir araştırma metodu, ezilenlerı yüreklen­ dirmen In en kestirme yoludur. Durmadan değişen birçok şey arasında, bir bağlılık bulunduğunu ve her şeyin bir çelişkiler bütünü olduğunu ileri sürmek, dikta28. Maa Tse Tung, Teori ve Pratik, s. 9; Ayrıca bk. Birikim, Gelişmede lktisadın Rolü Sorunu, Birikim, Sayı 1 4, Nisan 1 976, s. 34-35; Nat­ han Rosenberg, Karl Marx'da Bilimin Iktisadi Rolü, Çev. Faik Seyhan, Birikim, Sayı 1 4, Nisan 1 976 s. 36-44.

67


törlerin hiç hoşlanmadıkları ve çok tehlikeli buldukları bir tutumdur. Kitleleri sefalete mahkum eden yönetici­ ler, bu sefalete kendilerinin sebep olduklarının bilinme­ mesini isterler. Kaderden söz ederler, bol bol. Setalet onları n hatası değil, kaderin cilvesidir. Bunun aksini söyleyenler ve düzendeki bozuklukların sebeplerini araştıranlar, çoğu zaman kodesi boylar."29 Bilimlerin amacı, mevcut düzeni, mevcut ilişkilert koru­ mak değildir. Bilim, toplumlan daha ileri götürmek, kişileri ve ilişkilert dinamik kılmak için gerekli olan düşünce yönte­ midir. Bilimsel düşüncenin gelişmesinin engellendiği yerde dogmatJzm vardır. Bu tse, toplumlan durağan kılar. Fikir üretimi fonksiyonlannı tamamen durdurur. Dokunulamaz, sözedilemez tabular ortaya çıkanr. Bilimler, devamlı olarak iki yönlü bir soruşturmayı sür­ dürürler ve bu soruşturmalannı yeni tanımlarla tamamlar­ lar. Bu soruşturmanın bir yanı; toplumlann ve insaniann ihtiyaçlan ile ilgilidir. İkinci yanı ise: bu ihtiyaçlan karşıla­ yacak kaynaklar ve bu kaynaklann kullanılma yöntemleri hakkındadır. Gözlemsel ve kavramsal bir bütünlük içinde yürütülen bu soruşturmalar sonunda yeni tanırnlara vanlır. Soruşturma ve tanımlama faaliyeti dinamik bir süreçtir. Bu süreç içinde, kendi toplumunun sorunlanru, çağdaş geliş­ meler ile birlikte yorumlayabilecek ve anlatabilecek yeni kadrolar ortaya· çıkar. Bilimlerin gelişmesi, bu tür dinamik ilişkilerin yoğunlaşmasına neden olacağı gibi, bu ilişkilerin de üretimi artıracağı, üretim güçlerini ve üretim ilişkilerini geliştıreceği şüphesizdir. Demek ki, toplumlarm gelişiiiesi ve modernleşmesinde, demokratikleşmesinde bilimsel düşünce çok önemli bir rol oynamaktadır. Bilimsel düşünçenin, bilim yönteminin . etkinliği, ortaya koyduğu, ürettiği bilgilerden dolayıdır. İnsanlar ve toplum­ lar, çağlar boyunca, özlem ve arzulanru gerçekleştırememiş, ihtiyaçlannı karşılayamamışlarsa: vasıtalanru , yolunu ve yöntemini bilemedikleri içindir. Eğer bir toplum, bir ulus, şimdiye kadar sömürge düzeyinde tutulmuş ve halkın, sö­ mürgeciliğin farkına bile varmaması sağlarınıışsa, bu, o top·

29. Barthal Brecth, Gerçeği Yazm anın Beş Güçlü�ü. Çev. Orhan Suda, Yeni Adımlar, Sayı 1 Ocak 1 973, s. 9-1 O.

68


lum hakkında somut bilgiler elde edilmesinin engellenıne­ sinden başka bir şey değildir. Bir halk, şimdiye kadar sö­ mürge olarak kalmış, fakat sömürge olduğunun farkına bile varmamışsa, kendi toplumu hakkındaki bilgilerinin noksan­ lığındandır. Bilgi en büyük güçtür. Bilimsel bilgi ve onun yarattığı bilinç; toptan, tüfekten, füzeden, tanktan çok daha etkili bir silahtır. Yığınlarda ifadesini bulduğu zaman, maddi bir güç olarak ortaya çıkar. Bilgisizlik ortadan kalktıkça, toplumun sosyoekonoı,nik yapısı ve değişmeleri hakkında bilimsel bilgi­ ler çoğaldıkça, insanlar toplumsal ve ekonomik ilişkilerinin daha çok bilincine vanrlar. Kendi toplumsal ve ekonomik koşullarını, çevredeki toplumların ekonomik ve toplumsal koşullan ile birlikte yorumlama yeteneğine sahip olduklan zaman, insanların ve topluıniann bilgi düzeyleri yoğun bir şekilde gelişmiş olur. Özellikle, geri bırakılmış veya sömürge düzeyinde tutulmuş ülkelerde veya bölgelerde,

a"

"lnteiHgentl­

denen kadroların görevi, halkın bu yeteneğini geliştirmek­

tir: Kendi sosyoekonomik koşullarını, çevredeki veya ilişki halinde olduğu toplumların sosyoekonomik koşullan ile bir­ likte yorumlamak ve bu yorumları kendi halk yığınlarına an­ latabilmek. Siyasi iktidarların bazı düşüncelere yasak koy­ ması.

bilimin

bu

tür

etkinliklerini

kınnaktır.

Mevcut

düzenin değişmeden aynen devam etmesini sağlamaktır. İnsanlar, kendi toplumsal koşullan, çevredeki toplumla­ nn koşullan, toplumun iç ve dış ilişkilert hakkında, toplu­ mun sosyoekonomik yapısındaki temel çelişıneler ve değiş­ meler hakkında bilimsel Ltlgilere sahip olduklan ölçüde, bu koşullan değiştirebilme .ve umutlanili gerçekleştirme ola­ naklanna sahip olurlar. Bu tür yeteneklerini geliştirebilirler. Burada şunu ilave etmekte de yarar ..vardır. Bilim bir 1nandırma aracı, bir propaganda usulü değildir. Fakat, bi­ limsel bilg1nin ortaya koyduğu sonuçlar, toplumları ve doğa­ yı ve insanı harekete geçirici, değiştirtel ve örgütleyici bir öze sahiptirler. Bu, üretilen bilgilerin objektif koşulla.ra uygun­ luğu ile ilgilidir. Üretilen bilgilerle, objektif koşullar arasında büyük bir mütekabil1yet, yani, özdeşlik varsa; bilim1n, doğa­ yı, toplumlan ve insanlan değiştirtci, örgütlend!rtci ve hare­ kete geçirici etkileri çok yüksek olur. Zaten bilimi, gerçeğin

69


objektif bilgisi olarak taıif etmiştik. Başka bir peyişle bilim, gerçeğin bilinmesinin diyalektik yöntemidir. Bilim objektif gerçeğin bilirunesidir. Objektif gerçeği aksettirmeyen bilgile­

rin. harekete geçirici, değiştirici ve örgütlendirici fonksiyon­

ları olamaz. Ömeğin: sömürgeleştirilmiş, bütün zenginlikleri, ulusal demokratik haklan gasp edilmiş bir toplumu ele alalım: Bu toplum hakkında üretilen bilgiler, sömürge koşullarını ak­ settiriyorsa, sömürge-sömürgeci ilişkilerini açıklığa kavuştu­ ruyorsa, bu bilgiler nesnel gerçeği belirleyen bilgilerdir. Bu bilgilerin ilgili toplumu harekete geçirici, değiştinci ve örgüt­ leyici fonksiyonlan yüksektir. Fakat, obj ektif gerçeği akset­ tirmeyen, gerçeğin objektif bilgisi olmayan bilgilerin, bu tür fonksiyonlan yoktur. Bu tür bilgiler, yani, toplumun sosyoe­ konomik yapısı ile organik bağı olmayan fikirler, harekete getirici, değiştirici, örgütleyici ve yenileştirici fonksiyonlara sahip olamazlar. Bu fikirler genel planda doğru olabilir. Ya­ ni, toplumun somut koşullan ile ilgili olmayan genel doğru­ lan tekrarlayabilir. Önemli olan. genel doğrulardan yararla­ narak.

somut

sorunlara

çözümler

aramaktır.

ilişkilerin

somut olanlarını çözümlernek dururken, bunları bir tarafa bırakarak. genel doğrulan tekrarlamak anlamlı değildir. İş­ te, bilimsel bilgi, toplumları, doğayı ve insanı harekete geçi­ rici, değiştirici, yenileştirtci ve örgütleyici etkiler yapar. Bu fonksiyonlan son derece yoğun bir şekilde geliştirir.

70


IV.

BÖLÜM

BİLİM-İDEOLOJİ VE DOKTRİN GÖZLEMSEL VE KAVRAMSALlN İLİŞKİSİ

Yukanda bilimin en önemli özelliğinin nesnel gerçekiere ve olgulara dönük olduğunu belirtmiştik. Bilim yönteminin nesnel gerçekiere ve olgulara dayalı olması, onun asla vazge­ çilemeyen, onsuz olunamaz olan bir özelliğidir. Zaten bilim yöntemini, bilgi edinmenin öteki yollanndan olan, din, mito­ loji, metafizik, ortakduyu (herhangi bir toplumun herhangi bir çağda, hiç tartışmadan geçerli ve doğru saydığı inanç ve düşünceler) sanat, ed�biyat gibi düşünce biçimlerinden ayı­ ran en önemli özelliği budur. Ve bu özelliği, bilim yöntemini", bilgi edinmenin bir yolu olması bakımından, kendisinden önceki düşünce biçimlerinden daha üstün kılmaktadır. Bilim yöntemi süreci içinde, kullanılan en önemli tekni­ ğin ise gözlem olduğunu yine ifade etmiştik. Gözlem ve izlem tekniklerini kull anmaksızın, bilimsel bir faaliyetin sürdürül­

mesi mümkün değildir. Bilim gözlemseldir. Ve bu, yöntemin hem özelliğidir, hem de gereğidir. Bilim yönteminde, gözlem r

ve izlem hem olgularm saptanmasında, ;hem d� olgulann hipotez ve teoriler aracılığı ile kavramlaştınlması sırasında kullanılır. Hipotez ve teorilerden gözlenebilir sonuçlar çıka­ nldıktan sonra, olgulara dönerek test etme safhasında, yine gözlem tekniği kullanılır. İşte bu noktada, son derece önemli

bir sorunsala geliyoruz. O da şu: Gözlenen ve izlenen olgular

bilinçli bir şekilde doğru algılanmazsa veya doğru ifade edil-

71


mezse durum ne olur? Örneğin, nesnel olarak işçi haklan­

gösteri· yürüyüşünü gözlediği düğün şeklinde algılayan ve ifa­

nın savunulması ile ilgili bir

halde, bunu, bilinçli olarak

de eden kişiniıl davranışı nasıl bir davranıştır? Veya gözledi­

ği ve algıladığı olgulan ve olgusal ilişkileri hiç yolanuş gibi,

olmamış, algılamamış gibi davranan kişinin, bu tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir? Herhangi bir ideoloji veya ya­ sak, herhangi bir nesnel gerçeğin ifade edilmesini engelliyor-: sa, üstelik bu ceza yasalan ile de belirli cezalara bağlanmış�

sa, bilim yönteminin tutumu ne olmalıdır? ifade edilmesi,

konuşulması. tartışılması engellenen. cezaya bağlanan böy­

lesine bir olguyu ve olgusal ilişkileri kavramlaştıran hipotez­

lere ve teorilere bilim yönteminin yaklaşımı nedir? Herhangi

bir olgunun veya olgusal ilişkinin ifadesini, bir ideoloj i veya

yasak engelliyor diye, bu, bilime konu olmayacak mıdır? Bu olgular veya olgusal ilişkiler bilimsel önermelerle ifade edil­

meyecek midir? Sunlan kavramlaştıran hipotez ve teoriler ifade edilmeyecek midir? Bu olgular kavramlaştınlmayacalt

mıdır? Bu hipotezler ve teoriler tekrar olgulara dönülerek

test edilmeyecek midir? Bunlar bilim tarihinde son derece önemli sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.

BUim yönteminin, bu sorulara verdiği cevap , son derece

açıktır ve kesindir. BU� yönteminden taviz verilemez. Nes­

nel gerçek, gerçek somut. daima ifade edilmelidh·. Nesnel

gerçeğe ve olgulara dayanmayan hiçbir önetrne, hipotez veya teori bilimsel olamaz.

Olgular tarafından kanıtlanmayan,

hiçbir hipotez veya teori doğru sayılamaz. O halde, nesnel

gerçeği doğru algılamak gerekir. Gözlenen ve izlenen olgu­ nun ve olgusal ilişkilerin olduğu gibi anlatılması da şarttır.

Bu bakımdan, nesnel gerçeği gözleyen kişi, gözlemini yaptığı olgulan ve olgusal ilişkilert olduğu gibi anlatacak ve yalana

iltifat etmeyecek kadar dürüst olmalıdır.

Nesnel gerçeği inkar eden, kabul etmeyen, yok sayabilen

kişinin tavn, kesinlikle bilimsel bir tavır değildir. Resmi ide­

olojUere taviz veren kişinin tavn da, bilimsel anlayıştan çok uzaktır. Çünkü bu, kişinin istek ve iradesinin, objektif ger­

çeği, nesnel gerçeği yok edebileceğini, ortadan kaldırabilece­

ğini varsayan bir görüştür. istek ve iradenin İıesnel gerçeği

yaratabileceğini, istediği zaman da ortadan kaldırabUeceğini

72


kabul

eden bir görüştür.

Bu görüşlerin bilimsel

olması

mümkün değildir. Çünkü bilimsel görüş objektif gerçeğin, nesnel gerçeğip bilgisidir. Bilinç, objektif gerçeği değil, ob­ j ektif gerçek bilinci yaratır. Burada, çok önemli olan bir noktaya daha işaret etmek­ te yarar vardır. Hem nesnel gerçeğin reddedilmesi, yok sayıl­ ması: hem de reddedilen, inkar edilen şeyler ve olgular üze­ rinde tahlil yapılması: inceleme ve araştırma yapan kişiyi zihinsel bir çelişki içine sokar. Bu çelişme, kişinin; objektif gerçekleri, "doğru" olarak algılayan ve lcivramlaştıran bilinç içerikleri ile, obj ektif gerçekleri yanlış olarak algılayan ve

yanlış olarak kavramlaştıran bilinç içerikleri arasındaki çe­ lişmedir. Fakat, kişinin bilinci, bilinç içerikleri, parçalı değil, bir bütündür. Bilgi elde etme süreci bir bütünlük arzeder. Obj ektif gerçeğin reddedilmesi, ilgili çalışmalara etken ola­ rak katılmaması, çalışmalann bilimsel olmadığını gösterme­

si bakımından yeterlidir. Bu bakıı;ndan, böyle bilimdışı bir anlayışa göre, üretilen bilgilere dayalı olarak eylemde (*) bu­

lunan kişilerin, çelişıneli davramşlarda bulunmalan kaçınıl­ mazdır. Örneğin bazı sorunlara demokratik, bazı sorunlara antidemokratik bir yöntemle yaklaşırlar. Burada, kişinin bi­ lineinin bir bütün olduğunu, bilgi edirune sürecinin bütün­ lük arzettiğini unutmamak gerekir. Halbuki, çelişme, insa­ nın

bilincinde,

zihninde

değil,

olgularda

ve

şeylerdedir.

Doğadaki, toplumdaki ve olgulardaki çelişme çözülerek, yeni

yeni aşamalar ortaya çıkar. Gelişmenin dinamiği zaten bu­

dur. tez-antitez-sentez biçiminde formülleştirdiğimiz süreç

budur. Nesnel gerçeği kabul etmeyen kişinin, fikir yapısın­ daki çelişme ise, sonsuza kadar devam eder. Bu, onu dog­ matik kılar. Olgulardaki ve şeylerdeki çelişmelert "doğru:' olarak algılamak, bütünsel bilgilere varmak ise, temelde nesnel gerçeği, yani, somut olan şey ve olguyu kabul etmeyi gerektirir. İrıkann, reddin, bilim yönteminde yeri yoktur. O halde, bu tür kişilerin, bilinç içeriklerine egemen olan tara­ fın, bilimdışı yönlert olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişiler bilim yöntemine göre, fikir üreten kişiler değildir. Eylemlerinde

(*)

Eylem geniş kapsamlı bir terimdir. Insan ı n üretim faaliyeti, sosyal, si­ yasal, ekonomik hayat, bilimsel faaliyet, sanat hareketleri. .. hep ey­ lemdir.

73


egemen olan yön d e , antidemokratik yönleridir. Çünkü, in­ sanın bilgi edinme süreci bütünlük arzeder ve bilinci bir bü­ tündür. Yukanda ifade edilen nesnel gerçek, toplumsal hayatta yaşanan, var olan olgunun bizzat kendisidir. Yoksa bu ger­ çeği bastırmaya ve gizlerneye çalışan ve yine nesnel gerçek olduğu şüphesiz olan antidemokratik baskının veya dogrna­ tizrniİı kendisi değildir. O halde, "siyasi iktidar, bu konular­ da düşünmeyi yasaklarnıştır, bu konudaki baskı,

yet büyük bir gerçektir,

hassasi­

bu gerçeği gözden uzak tutmayalırn. Ona saygılı olalım" denemez. Nesnel gerçeğe dönük olİnak derken, toplumsal olgunun bizzat kendisine dönük olmak anlamının ifade edildiği şüphesizdir. Fakat her türlü olgu bi­

lime konu olduğuna göre, antidemokratik baskılar ve

saslyetler'

'has­

de birer nesnel gerçek olduklarmdan, onlar da

aynca inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Antidemok­ ratik baskının nedenleri,

'hassaslyetlerln'

kaynaklan, han­

gi sınıf ve tabakaların çıkarmı gözettiği, etnik bakımlardan anlamı, bilimsel bir araştırma ve incelemeye konu yapılabi­ lir. Fakat, antidemokratik baskılarm varlığı, bazı çevrelerin 'hassasiyeti', bazı olgularm ve olgusal ilişkilerin araştırılma­ sına, bilimnesille ve anlatılınasına engel olmamalıdır. Ö te yandan, toplumsal olgunun bizzat kendisine, yani, nesnel gerçeğe dönük olmak bilimsel bir tavırdır. Bunu bastırmaya ve gizlerneye çalışmak, antidemokratik baskıya itibar edip

araştırma yapmamak veya vazgeçmek, olsa olsa politik (!) bir

tavır olabilir. Veya 'hassasiyetlere' boyun eğemek yine aynı kapıya varır. O halde, bilim yönteminde nesnel gerçeğe saygı esastır. Kepler'in bilim tarihindeki yerini açıklamaya çalışan Prof. Cemal Yıldınm bu konuda şöyle söylüyor:

"Kepler'in nesnel olgulara olan saygısı, sonunda ki­ şisel ve duygusal beğeni ve eğilimlerine baskın çıkar. Kapler'in gerçek bilim adamı olarak büyüklüğünü, en başta şu iki özelliği kanıtlamaktadır: 1 . Kaynağını antik otoritelerden alan, bazı düşünce ve inançların yanlış olabileceğini görmek ve bunları or­ taya koyabilecek kadar dürüst ve cesur olmak, 2. Son tahlilde, beğeni ve eğilimierimize uyan, bir 74


takım düşünce veya teorilere değil, fakat nesnel ve ol­ gusal verilere bağlı kalmak. Teorileri olgulara tam uya­ cak şekilde değiştirmekten ne pahasına olursa olsun kaçınmamak. Birinci özelliği on u n eleştirisel yargılama gücünü, ikincisi, nesnel olgulara saygısını göstermektedir. i ki­ si birlikte üstün bir bilim kafasını niteleyen özellikler­ dir." 30 Görüldüğü gibi,

bilim yönteminde,

olgulann.

olgusal

ilişkileıin, "gerçek somut''un ve "düşünülmüş somut"un, ya­ ni, nesnel gerçeğin dürüstçe anlatımı çok önemlidir. Bu ol­ madan bilim olmaz. Bilim tarihi, egemen siyasal otoritelere, bu otoritelerin ideolojileıine karşı düşüncenin, yani, bilimin gelişmesini örneklerle anlatmaktadır. Kepler'den başka, nice bilim adamlan egemen siyasal otoritelere karşı daima bilimi savunmuşlardır. Olguların ve olgusal ilişkilerin anlatımın­ dan taviz vermemişlerdir.

Örneğin:

Galileo'yu ele alalun:

Dünyanın döndüğü olgusal bir gerçek idi. Bu gerçeğin ifade edilmesi ise, kiliseyi çok rahatsız ediyordu. Ve kilise bu olgu ­ larm ifade edilmesini engellemek için, çok ağır baskılar yapı­

yordu. Bu baskılarm da bir gerçek olduğu şüphesiz. Olgusal bir gerçek olan, bu baskiıann da araştırmaya konu edilebil­ mesi yanında, bilimsel tavır, baskıya boyun eğmeyip, yine, dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyebilmektir.

Ağır

baskıla­

nn olması karşısında, araştıncılar bilimsel tutumdan vaz­

geçmemelidirler! Gerçeğin ifade edilmesine karşı büyük ve dayanılmaz bir baskı var diye, Galileo, gözlediği ve izlediği olgularm ve olgusal ilişkilelin ifade edilmesinden vazgeçsey­

di, bu bilimsel bir tavır olur muydu? Bu baskılara boyun

eğip gerçeği ifade etmekten kaçınsaydı, dogmatizme boyun eğmiş olmaz mıydı?

"Blllm için rahat ve geniş bir ana cadde yoktur."

Bi­

lim yapmak gül bahçesinde dolaşmak değildir. Egemen ideo­ lojilerle, baskı yöntemleri ile mücadele edilmeden bilim yapı­ lamaz. Egemen resmi ideolojilere ve baskı yöntemlerine taviz verilerek bilimsel bilgi üretilemez. Olgulann, olgusal ilişkileıin, yani, nesnel gerçeğin ifade

30. Cemal Yıld ırım, Bilim Tarihi, s. 1 35.

75


edilmesinin, çeşitli baskı yöntemiert ile engellenınesi karşı­

sında; bilim yöntemini uygulamaya çalışan kişilerin göstere­

ceği tavırlar, elbette dinamik tavırlar olmalıdır. Nesnel ,gerçe­ ğin

ifade

edilmesinin

türlü

yollardan

engellenmesi

karşısında sinmek, . boyun eğmek, çağdaş insana yaraşır bir

davraruş olapıaz. Bu. köleleşmekten başka bir şey değildir. Dogmatizme açıkça taviz vermektir. Bilim yönteminde bu tür davranışlarm yeri yoktur. Zaten sinmek, boyun eğmek . . . gibi kavramlar bilimin kavramlan da değildir. Olguların, olgusal ilişkilerin ve nesnel gerçeğin ifade edilmesinin engellenmesini, iki safhada ele alabiliriz.

cisi,

Birin­

bizzat olgunun varlık alaru olarak gerçeğin ifade edil­

mesinin

engellenmesidir.

Örneğin;

"Kürt",

"Kürt

halkı" ,

"Kürt ulusu", "Kürt toplumu". "Kürt dili", "Kürt kültürü" , "Kürt folkloru" . "Kürt tarihi". "Kürdistan". "Kürtçe" . . . gibi sözcüklerin ve bunlann belirttiği olgularm ifade edilmelerine karşı şiddetli bir tepki gösterilmektedir. Bu gibi somut olgu­

lan ve durumlan, yani gerçek somutlan ifade edenler yargı­ lanmakta ve cezalandınlmaktadır.

İkinci olarak

ise, bu gibi

olgulan ve olgusal ilişkileri, düşünülmüş somutlan, yani,

nesnel gerçeği kavramlaştıran hipotez ve teorilerin, ifade edil­

mesinin engellenmesidir. Bu safha, birinci safharun doğal bir sonucudur. Örneğin; "Ortadoğu 'da Kürtler. silahsız ve savunmasız bırakılmış, bütün demokratik ve ulusal hak ve

özgürlükleri gasp edilmiş, bölünmüş ve parçalanmış. sö­

mürgeleştirilmiş bir toplumdur" öı;:ıermesi bu türlü bir öner­ medir. Yani düşünülmüş bir somuttur. Bu hipotez. somut olgulan ve olgusal ilişkileri kavramlaştınyor. Ve daha kuv­

vetli bir açıklama gücü taşıyor. Birçok. fakat aynı tür olgula­ rm ve olgusal ilişkilerin bir sentezini meydana getiriyor. Bu bakımdan, buna, sentetik bir önerme denebilir. O halde, hem somut olgularm. yani, gerçek somutlarm ifadesi, hem de bunlan kavramlaştıran hipotez ve teorilerin, yani, çlüşünülmüş somutlarm ifadesi çeşitli biçimlerde en�

gellenebilir. Birinci safhada sözü edilen gerçek, nesnel olan olgu ile ilgilidir. Somut olan ile, yani, olgunun bizzat kendisi ile ilgilidir. Varlık alanı olarak, gerçeğin, gerçek somutun

reddedilmesidir. İnkar edilmesidir. İkinci safhadakl gerçek ise, olgusal ilişkileri ifade eden kavramsal bir sistemdir. Dü-

76


şünülmüş somutun ifadesi engellenrnektedir. Buradaki ger­ çek, "doğru", "hakikat" anlarnındadır. Bilim yöntemi bu tür engellernelere karşı durmak zorundadır. Aksi halde bilim ol­ maz. Bu tür engellernelere boyun eğildiği zaman, bilirnden sözetmek mümkün değildir. Görüldüğü gibi, bilim adamının başan derecesinde, kişisel dürüstlük büyük bir rol oyna­ maktadır. Bilim yönternirıin sağlıklı bir biçimde uygulanma­ sında, bilim adamınin kişisel dürüsllüğü şarttır. Bilim ada­

mı , gözlediği ve algıladığı somut olgulan ifade edecek kadar

dürüst olmak zorundadır. Olgularm ve olgusal ilişkilerin bü­ tünsellik içinde kavranması sırasında oluşan hipotez ve teo­ rileri, kavramsal sistemleri, ifade etmek zorundadır. Nesnel gerçeğin veya bununla ilgili kavramsal sistemlerin ifade edil­ mesini engelleyen ideoloj ilere taviz vermernek durumunda­ dır. Hele bu tür görüşlere itibar edip, o çerçeve içinde dü­ şünmek, bilirnde hiç yeri olmayan bir davranıştır. Bilim; elbette, dokunularnaz, tartışılamaz nitelikte, çok :rriükernrnel bir sistem değildir. Ortaya koyduğu sonuçlann yanılmazlık, sarsılmazlık iddiası yoktur. Yanılabileceği, kendi kı:ndini dü­ zeltebileceği bilirnin önemli özelliklerindendir. Bunlan da, önceki kısımlarda ifade etmiştik. Fakat bilim, bilgi edinmek bakımından insanlığın geliştirdiği en son ve en . önemli yön­ temdir. İnsanlar; doğa. tarih , toplum ve insan hakkında en geçerli, en sağlam ve en kalıcı bilgileri, ancak bilim yöntemi sayesinde elde ederler. Bu bakımdan, bilim yönteminde ıs­ rar etmek, yönternin bütün gereklerini yertne getirrnek gere­ kir. Bilimdışı bütün görüşlere karşı mücadele etmek, bilim yönteminden kati surette taviz vermernek gerekir. Çünkü, bilim yönteminden bir kere taviz verildi mi, .o tavizin nerelere kadar gideceğini kestirrnek mümkün değildir. Tavizin.. muh­ tevası, şekli, boyutu kesttrilemez. "Bilimsel bilgi" kavramı, "toplumsal yarar" veya "toplum­ sal zarar" kavramları ile birlikte ele alınamaz. Toplumsal ya­ rar ve toplumsal za,rar kavramlan değer yargılandır. İdeal­ lerdir, inançlardır. "Kamu yaratı", "kamu düzeni" , "genel ahlak", "milli güvenlik", "genel sağlık" gibi kavramlar için de aşağıyukan ayni şey söylenebilir. Bu tür kavrarnlara öncelik vererek, bilgi üretmeye çalışan kişiler, .bilgi ürettiklerini san­ dıkları bir sırada. bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde "muhbir"

77


de olabilirler. Giderek, bu kavramlar, bilgi üretimini kısıtla­ yan veya durduran, engellemeler ve yasaklamalar qlarak da ortaya çıkar. Bu pragrnacı görüşlere göre , gerçeğin (doğrunun) özü , temeli sadece yararlılıktır. Halbuki, doğrunun ölçütü� yarar­ lılık değil, fikrin objektif gerçeğe uygunluğudur. Bilginin ob­ jektif gerçeğe doğru yansrması, bilginin gerçeklenmesi, doğ­ rulanması, denetlenmesidir. Pragmacı görüşlere göre gerçek, yani doğru ise, şöye formülleşUrilebilir: "Gerçek şu anda, Mussolini'nin veya Hitler'in düşündüğüdür." · Bilimdışı görüşlere karşı, tavizin b aşladığı bir yerde, ar­ tık bilirnden sözetmek mümkün değildir. Bu genel bir doğru­ dur: tartışılması gerekli değildir. Bir ideal, inanç, ideoloj i ve­ ya yasak, somut olguların ifadesini engelliyorsa, bilim adamı da bu engellemeye boyun eğiyorsa. bu büyük bir tavizdir. Üretilen bilginin bilimsel değeri yoktur. O kişi de , artık bilim adamı olamaz. Bir ideoloji veya yasak, bazı hipotez ve teori­ lerin veya bazı kavramsal sistemlerin ifade edilmesini engel­ Uyarsa. bilim adamı denilen kişi de bu engellemeler karşı­ sında siniyar ve boyun eğiyorsa, bu bir tavizdir. Böyle bir tavizin başladığı yerde bilim yine yoktur. Bilimdışı görüşler, baskılar, yasaklar, bilime egemen olmuşlardır. Bilim adamlı­ ğı vasfı. yine baskılar ve yasaklar karşısında erimişUr. Örne­ ğin: Anadolu'nun Doğu veya Güneydoğu bölgelerinde incele­ rneler yapan bir kişi veya grubu ele a:lalrm: Bu kişi veya grup; Kürt olgusunu gözlesin veya algılasın. Fakat resmi ideoloji (Kemalist ideoloji) "bunun ifade edilmesine engeldir, bu olguyu reddediyor" diye, Kürt olgusunun ifade edilmesin­ den kaçınılırsa bu büyük bir tavizdir. Veya, 'zaten böyle bir halk, bir ulus yoktur, herkes Türk'tür, Türk olduğundan do­ layı da mutludur' ön yargısı ve inancı ile gidilirse, daha me­ selenin başında bilim yönteminden uzaklaşılmış olur. Bilim yöntemine temelden ters düşüldüğü için, somut olgular in­ kar edildiği için, hipotezler, teoriler, yani, kavramsal sistem­ ler kurulması da mümkün değildir. Çünkü, billmde hiçbir hipotez veya teori, olgular tarafından kanıtıanmadığı sürece kabul edilemez. Olgulara dayanmayan hiçbir hipotez veya teori bilimsel değildir. Olgulan, olgusal ilişkileri ve nesnel gerçeği reddeden bir önermenin ise, bilim yöntemi ile uzak78


tan veya yakından bir ilişkisi yoktur. Böylesine bir hareket noktası olmadan bilim yöntemini kullanmak mümkün değil­ dir. Bu bilim yöntemini, öteki düşünce biçimlerinden ayıran en önemli özelliktir. Bilirnin nesnel gerçeğe dönük ve olgusal olması, gözlemsel olması, gözlenebilir, ölçülebilir şey ve olgu­ larla ilgilenmesi bununla ilgilidir. Bilgi edinmenin öteki bi­ çimleri olan, diri, teoloji, mitoloji, rnc�:ıfizik, sanat-edebiyat gibi düşünce biçimlerinde bu özellik yoktur. Bu tür düşünce biçimleri ile dünya algılanırken ve kavranırken, somut olgu­ lardan hareket_ ebnek ilk koşul değildir. Bazen hiç koşul de­ ğildir. Örneğin; sanatı, edebiyatı ele alalrm: Burada, sanatçı­ nın

psikoloj ik

yapısı

sübj ektif

tavırlan,

yazılannda

görülebilir. Somut olgulan, gerçeği başka biçimlerde aqlat­ manın yollarını bulabilir. Olgulan ve algıladığı şeyleri, süb­ j ektif tavırlan ve psikoloj ik yapısı içinde verebilir. Halbuki olguların ve olgusal ilişkilerin, nesnel gerçeğin olduğu gibi yazılması, anlatılması bilim yönteminin bir gereğidir. Bilim nesnel gerçeği kavramlar aracılığı · ile ifade eder. Sanat. edebiyat, tiyatro vs. ise, gerçeği; heyecan gücü ile, endişe, korku, sevgi, şefkat gibi imgelerle ifade eder. Bu konuda, ilginç örneklerden biri de Machiavelli'dir. Machiavelli, ı469- ı 5 2 7 yıllan arasında yaşamış Floransa'lı

bir İtalyandır. Her şeyden önce aktif bir politikacıdır. ı 594

yıllarında Floransa, Fransız ordusu tarafından işgal edilmiş ve Mediçi ailesi Floransa'dan kovulmuştur. Ondan sonra, Machiavelli'yi çok etkin iç ve dış politik görevlerde görüyo­ ruz. Machiavelli'nin bu etkin politik görevleri, ı 5 ı 2 yılında Mediçi ailesinin tekrar Floransa'ya dönüp, yönetime el koy­ masına kadar devam eder. 1 5 ı 3 yılında en önemli eseri "Hü­ kümdar"ı yazar. 3 1

Machiavelli'nin

Hükümdar'da yazdıklarından bir kaç

örnek verelim:

" ... Yeni Hükümdarın başvurması gereken en etkili 3 1 . Mete Tuncay, Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi, (Derleme) Cilt ll, Yeni Çağ, SBF, Ankara i 969, s. 3-5; George Sabine, Siyasal Dü­ şünceler Tarihi; CIIt 2, Yeni çağ, TSID, Ankara 1 969, s. 1 -23; Ya­ vuz Abadan, Devlet Felsefesi, Seçilmiş Okuma Parçaları, SBF, An­ kara, 1 969, s. 1 83-1 87.

79


ve en tez çarelerden biri, kendisiniri gidip oraya (işgal ettiği ülkeye) oturması olabilir. Ü lkeyi elde tutmayı hem sürekli hem de emin kılabilecek şey budur. Tü rkler böyle yaptılar Yunanistan'da. Bu memleketi boyundu­ ruk altında tutmak için, ne tedbirler almış olurlarsa ol­ sunlar, oraya gidip oturmasalardı, bu işte başarılı ola­ mazlardı. I yinin iyisi, başka bir çare de, memleketin kilit noktası olan bir iki yere göçmen topluluğu gönder­ mektir. Ya bu tedbiri almak, ya da orada çok birlik bu­ lundurmak gerekir. Oysa, göçmen toplulukları az mas­ rafa mal olur bir hükümdara . Bunlardan, cezaya çarptırılmaları �stenenler, ya da korku verenler, veya geri gelenlere verilmek üzere ; topı akları, evleri, ellerin­ den alı nanlar zarar görürler ancak. Böyleleri, sayıca az olacakları , dağılmış ve yoksullaşmış bu lunacakları için, artık kötülükleri dokunamaz. Öte yandan, kendilerine hiçbir zarar verilmeyenierin hepsi rahat dururlar haliy­ le. Ya da, kımıldanmaya kalkıştıkları takdirde, çıplak bı­ rakılanların haline düşmekten korkarlar. Göçmen top­ luluklarının az masrafa mal olacağını, hükümdara daha az masrafa mal olacağını, hükümdara daha fazla sadakat besleyeceklerini, ancak; soyulmuş, dağıtılmış, önce de söylediğim gibi, zararsız hale getirilmiş, çok az sayıdaki kimselerin gözlerine batacaklarını ben bundan çıkarıyorum. Çünkü, insanları ya kazanmak, ya da onlardan yakayı sıyırmş.k gerektiğini gözden kaybetmemelidir. Onlar, hafif kabahatların öcünü ala­ bilirler. Ama, büyük suçlarınkini alamazlar. Böylece, bir insana karşı işlenecek kabahat öyle olmalı ki hü­ kümdarın öçten yana korkusu olmasın." "Ama, bir hükümdar zaptedilmiş bir yerde göçmen yerine sayısız birlikler tutarsa, masrafı çok daha fazla olur. Memleketin geliri muhafaza ve koruma yolunda erir gider ... U zak ve kendi yurdundan farklı bir ülkenin yeni başbuğu, en zayıf komşu kralların koruyucusu ve başkanı da olmalı. Aynı' zamanda en güçlü komşu dev­ leti nasıl zayıflatacağını da araştırmalıdır." " ... Romalılar zaptettikleri yerlerde bu usulleri titiz­ likle uyguladılar. Göçmen toplulukları yolladılar. Güçle-

80


rini artırmadan en zayıflarını korudular. Korkulabilecek gibi olan büyüklüklerinin kudretlerini azatltılar:·32 ". . . Ele geçirilmeden önce kendi öz yasaları ile yö­ netilen şehir veya krallıkları nasıl yönetmek gerekir? Ele geçirilen devlet kendi yasalarına alışıksa, sahip olanın, onu muhafaza için üç yol vardır elinde: Birincisi onu yakıp yıkmak, lkincısı gidip orada oturmak, Üçüncüsü yasalarını ona bırakmak, bir haraç biç­ rnek ve bir hükümet kurup oraya bu hükümeti sulh içinde lutabilecek az sayıda insan yerleştirmek ... öz­ gürlüğe alıf;mış bir şehir kendi vatandaşları ile yöneti­ lirse, daha kolaylıkla muhafaza edilir... Kim ki özgürlü­ ğe sahip olmaya alışmış bir ülkeyi ele geçirir ve onu ortadan kaldırmazsa, kendisi onun tarafından ortadan kaldı rı lmayı beklemelidir:·33 ". . . I yi olmayan sayısız insan arasında, tüm jyi olma sevdasına kapılacak bir adam, mahvalmaktan hiçbir zaman kurtulamaz. Şu halde, batmamak isteyen bir hükümdarın gerektiği zaman iyi olmamayı öğrenmesi şarttır."34 "... I leri sürdüğüm bu niteliklerin hepsine sahip ol­ mana gerek yok. Yalnız onlara sahipmiş gibi görünme­ lisin. Bağışlayıcı, sözüne sadık, güleç, doğru ve dindar görünmelisin. Öyle ki, seni gören ve duyan, iyilik, sa­ dakat, doğruluk, yumuşaklık ve din demenin sen de­ mek olduğuna inansın. Yalnız bu son nitelikler en fazla sahip olman gerekendir:·35 Görüldüğü gibi, Machiavelli, kitabında hükümdara öğütler vermektedir. Kitabı baştanbaşa bu tür öğütlerle do­ ludur. Kitap, 1 5 1 2'den sonra Floransa'da iktidan · alan, Prens Mediçi'ye ithaf edilmiştir. Machiavelli'nin yazdıklan

32. Machiavelli, Hükümdar ve Büyük Frederlk'ln Makyavel'l Çürütme

Denemesi, Çev. Vahdi Atay, Remzi Kitabevj, istanbul (Tarihsiz) s. 1 8-2Ö; Yavuz Abadan, a.g.e. s. 1 88-1 91 . 33. Machiavelli, Hükümdar, a.g.e. Bölüm 5 s. 27-28. 34. Machiavelli, a.g.e. Bölüm 1 5 s. 61 -62. 35. Machiavelli , a.g.e. Bölüm 1 8 s. 69.

81


"gaye için her vasıta, her şey mübah tır". anlayışının kuramı olarak

değerlendirilrnekted.ir.

Örneğin;

Büyük

Frederik,

Machiavelli'yi; şiddetin, kötülüğün, aşağılık bir yaşantının zehirli ve mikroplu tohumlannı saçan bir" kişi olarak dei!er­

lendirmektedir. Onun için "kötülük örneği" demektedir. 3�

Büyük Frederlk: "Hükümdarların ödevi, egemenliğinde yaşayan in­ sanlara, her yönden; doğruluk, iyilik, yumuşaklık, hoş­ görülülük, sözünden dönmemezlik gibi hasJetleri aşıla­ maktır. Ve hükümdarlar bunları yapmaktadır. Yazarlar d a bu hedefi gerçekleştirmek için iyi örnek sunmalıdır­ lar. Halbuki, M achiavelli insanlığa mikrop saçmakta­ dır." demektedir. Kanımızca, Machiavelli hükümdarlarm nasıl olması ge­ rektiğini, ne yapmalan gerektiğini anlatmıyor. Nasıl oldukla­ nnı, ne yaptıklarını anlatıyor. İktidara gelmek, ülkeler zap­

tetmek, halklan ve devletleri kendilerine boyun eğdirmek için ne yaptıklanıu, ne gibi araçlan kullandıklannı anlatı­ yor. Bu bilgileri de çeşitli zaman ve mekan boyutu içinde yaptığı incelemelerinden çıkanyor. O halde, Machiavelli'nin yazılannı, "Hükümdar iktidan korumak ve sürdürmek için zulüm yapmalıdır" şeklinde anlamamak gerekir. Machiavelli

hükümdarlarm zulüm yaptıklannı, iktidarlarını bu yolla ko­

ruduklannı belirtiyor. Nitekim, Machiavelli'yi amansız bir şekilde eleştiren Büyük FredeTik'in zamarnnda da, hüküm­ darlar aşağı yukan Machiavelli'nin yazdıklan biçimde dav­

ranmışlardır. Günümüzde bile bu davranışıann pek çok ör­ neklerini görmek mümkündür.

Fakat, o günün politik koşullan içinde, Machiavelli bu eleştiriyi tam olarak yapamamaktadır. Engizisyon mahke­ mesinden, kilisenin do�alanndan çekinmektedir. Böylece eleştirilerini hükümdara öğütler veriyormuş şeklinde kaleme almakta ve kitabını hükümdara sunmaktadır. Bu politik bir davraıuştır. Bu politik davranış sonucu bile, Maclıiavelli'nin, Mediçi sülalesi tarafından itibar gördüğü iddia edilemez.

36. Büyük Frederik, Machiavelli'yi ÇQrOtme Denemesi, a.g.e. s. 94229.

82


Görüldüğü gibi, politikacı (!) bir kişi, olgulan, olgusal ilişkilert başka yollara da aniatma olanağına sahiptir. Sanat­ çının da bu tür olanaklan vardır. Billin ise, kamuoyunun in­ celemesine, denetimine ve eleştirisine her zaman açık olmak zorundadır. Böyle olunca ulaştığı sonuçlan açık olarak yaz­ mak görevi ile

karşı

karşıyadır. Bilim,

"kızım

sana söylüyo­

Çağı­ mızda blllm yönteminin, kamunun inceleme, eleştirme ve denetimine açıklık özelllğlnl unutmamak gerekir. rum, gelinim sen anla" zihniyetiyle hareket edemez.

Demek ki, bilim yönteminin temel taşı, somut olgunun,

giderek nesnel gerçeğin ifadesidir.

"Bilimin öne sürdüklarinin do�rululuğu, yalnızca ob­ jektif gerçeğe uygunlukianna dayanır ki, bu da ancak pratikte, yani gerçeği de�iştiren aksiyonda gerçeklene­ bilir:·37 Bu konuda

Berthol Brecht

şöyle diyor:

" ... Yazar gerçeği söylemek cesaretinde olmalıdır. Yazarın gerçeği söylemesi, örtbas etmemesi; gerçeğe aykırı hiçbir yazı yazmaması gerektiği açıkça görül­ mektedir... Yazarın, gerçeği gün ışığına çıkarmak göre­ vi de vardır. Baskı ve şiddet dönemlerinde gerçe�i söylemek güçtür. Bu yüzden gerçeği söyleyip söyle• memek, birçoklarına göre sadece bir namus mesele­ sidir. Onlar, bunun sadece bir namus meselesi oldu­ ğunu sanırlar. Halbuki, gerçeği söylemenin yanında onu gün ışığına çıkarmak da önemlidir." "Önce hangi gerçeği söylemek gerektiğini keşfet­ mek bir hayli güçtür. M esela bugün büyük bir devletin (Nazi Almanyası'nın) bütün dünyanın gözü önünde en aşağılık bir barbarlı�ın içine gömüldüğünü , üstelik en korkunç bir şekilde sürdürülen iç savaşın, belki de dünyayı bir enkaz yığını haline getirecek, genel bir sa­ vaşa yol açacağını herkes bilmektedir. Şüphesiz bir gerçektir bu. Ama bunun yanı sıra başka gerçekler de vardır. Mesela iskemlelerin insanlar otursun diye yapıl3 7. Oskar Lange, Ekonomi Politik IV. Ekonomi Polltlkte Akımlar ve ·

Bilimsel Bilgllerin Belirlenmesi, Çev. M uvaffak Şeref, Ataç Kitaba­ vi, Istanbul 1 968, s. 1 1 9.

83


dığı , yağmurun gökten yere yağdığı yanlış değildir. Ya­ zarların çoğu , bu tür gerçekleri dile getiriyorlar. Onla r batmakta olan bir geminin üzerine resim yapan res� samiara benziyorlar. Sözünü ettiğimiz ilk güçlüğü göze almıyorlar hiç. Ama, gene de vicdanları rahat. Zalimle­ rin hışmı na uğramaksızın yapıyorlar resimlerini. Fakat, kurbanları n çığlıkları ırgalamıyor onları . Buna rağmen dile getirdikleri gerçeklerin, iskemlelerin ne için yapıldı­ ğını ve yağmurun nasıl yağdığını belirtmekten başka bir şeye yaramadığını söylemek bile kolay değildir. Çünkü, gerçekiere bambaşka bir kılıf giydirrnesini bili­ yorlar. Söyledikleri şey aslında şundan ibarettir: ' l s­ kemle iskemledir' ve 'hiç kimse yağmurun gökten yere yağmasını ö � leyemez.' u3 8

Bütün bunlar varlık alanı olarak gerçeği, gerçek somu­ tu , yani, nesnel gerçeği olduğu gibi kabul etmeden, bilim yönteminin kullanılamayacağını göstermektedir. Nesnel ger­ çeğin yok farzedilmesinin, tahrif edilmesinin bilimdışı bir fa­ aliyet olduğu şüphestzdir. İşte bu noktada, önemli bir so­ runsal alana daha geliyoruz: Somut olgular üzerinde, nesnel gerçek üzeıiiı.de ısrar etmek, insanı dogmatıkliğe götürür mü? Veya çeşitli baskı ve yasaklar karşısında nesnel gerçek üzerinde ısrar ed�n bir kişi "fikri sabıt sahibi" olmakla suç­ lanabilir mi? Bunu, bilim tarihinden örneklerle açıklayalım: Örneğin; aşağı yukan aynı çağlarda İtalya'da yaşayan Galileo ( 1 564- 1 642) ile, Almanya'da yaşayan Kepler'i ( 1 57 1 1630), ele alalım: Bu çağlarda gerek Almanya'da, gerek İtal­ ya'da kilisenin büyük bir etkinliği vardı. :Kflisenin öğretileri­ nin, kilisenin ideoloj isinin dışına çıkmak suç sayılırdı. Bu bakımdan çağın egemen ideolojisini yapan ve yayan kiliseye, onun öğretilerine karşı çıkılamazdı. Evrenin merkezinin dünya olduğu, dünyanın düz olduğu. sabit olduğu, kilisenin önemli öğretılerindendi. Bununla beraber Kepler, Gallleo gibi bilim · adamlan. yaptıklan araştırmalar sırasında kilise­ nin bu öğretilerinin doğru olmadığı, gerçeği aksettirmediği sonucuna vardılar. Yaptıklan araştırmalar ve incele:ınelerle kendi görüşlerinin doğru olduğunu, gerçeği aksettirdiğini,

38. Berthol Brecht, Gerçeği Yazmanın Beş Güçlüğü, s. 5. R4


kilisenin öğretilerinin yanlış olduğuriu defalarca ortaya koy­ dular. Böylece dünya ve evren hakkında birbirleri ile hiç

bağlantısı olmayan iki çeşit bilgi elde ediliyordu. ve aynı zamanda politik, ideolojik bir bilgi;

Biri,

Öbürü

dinsel

bilimsel

bir bilgi. Fakat dini mahiyetteki bilgi kilisenin bilgisi idi. Bil-· girlin üreticisi, yayıcısı kilise olduğu için, bilginin ideolojik ve politik bir yönü de vardrr. Çağın yani, ortaçağdaki Hıristi­ yanlık dünyasının resmi ideolojisi, kilisenin ideolojisi idi. Ki­ lise bÜtün evrenin merkezinin dünya olduğunu, dünyanın sabit olduğunu, dünyanın merkezinin de kilise. yani, papa­ lık olduğunu söylüyordu . Böylece. her türlü politik, ekono­ mik, toplumsal ve askeri faaliyetlerin odak noktası olduğu­ nu

bildiriyordu .

Bu

ise,

kilisenin

hem

halk

yığınlan

üzerindeki, hem de feodal ve merkezi krallıklar üzerindeki etkinliğini büyük ölçüde artırıyordu . Kepler ve

Galileo'nin

ortaya

koyduklan bilginin,

en

önemli özelliği, daima gözlenebilir ve izlenebilir olmasıdır. Ve olgular tarafından doğrulanınasıdrr. Halbuki, kilisenin öğre­ tilerine sadece inarunak gerekir. Doğru olup olmadığını tar­ tışmak suçtur. Olgular tarafından da daima yanlışlanabilir. O halde en önemli nokta şudur: Kilisenin ideolojisi; en­ gelliyor, yasaklıyor, suÇ sayıyor, günah sayıyor, diye; Galileo ve Kepler bilimsel bilgilerini ifade edemeyecekler midir? Kili­ sentn, çağın egemen ideolojisinin bu derece engellemeleri,

yasaklamalan .ve tehditleri karşısında, evrenin merkezinin dünya olmadığı, dünyanın döndüğü olgulan üzerinde ısrarla durolmayacak mıdır? Bu oıp·nıar ve olgusal ilişkiler üzerinde ısrarla durulması; bununla ilgili önerınelerin ifade edilmeye çalışılması; bunlardan taviz verilmemesi; dogrnatizrn, fikri sabit veya "obsession" olarak nitelenebilir mi? Dogmatizıne karşı mücadeleyi, dogrnatizın olarak nitelendirmek mümkün müdür?

·

Dogmatizıne karşı mücadele, bilim yönteminin bir gere­ ğidir. Dogtnatizrne karşı mücadeleyi, dogmatizm olarak nite­ lendirmek; gizli kapaklı yollardan dogmatizıni, dogmatik dü­ şünceyi, bilime egemen kılmaktan başka bir anlam taşımaz. Bilirnin olgulara ve nesnel gerçekiere dönük olduğu hiçbir ·

zaman unutulmamalıdrr. Olgulara dayanmayan hiçbir iddia­ nın, hipotez veya teorinin bilimsel olmadığını, olgular tara-

85


fından kanıtıanmayan hiçbir hipotez veya teoıinin kabul edi­ lemeyeceğlnl ne kadar tekrarlasak azdır. Galileo'nin, "dünya dönüyor", şeklindeki nesnel gerçeği ifade etmekteki azim ve iradesini hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Bu­ nu ifade etmekteki ısranndan dolayı, engizisyon mahkemesi tarafından yargıl anması, idama mahkum edilmesi, dogma­ tizme karşı mücadelenin ne biçim boyutlara ve sonuçlara ulaşabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Engizis­ yon mahkemesi, Galileo'ye "Eğer dünya dönüyor, diyerek yüce kiliseye karşı hata ettim, özür dilerim. Şimdi bu görü­ şümü reddediyorum, dünya kilisenin dediği gibi sabittir", dersen idamdan kurtulacaksın, diyor ("') Bu önerme ise, kili­ senin öğretilerinin dinsel olmanın ötesinde ideoloj ik ve poli­ tik içerikleri olduğunu da göstermektedir. Dünyanın döndü­ ğü,

evrenin

merkezinin

dünya

olmadığı

arılayışı

yaygırılaştıkça, kilise, politik ve ekonomik çıkarlarını yavaş yavaş kaybetmektedir. Burada amaç; kişilerin kahramarılaş­ tınlması, kişilere hayranlık duyulması ile ilgili değildir. Dün­ yanın döndüğü olgusu üzerinde ısrarla durulması bilim yön­ teminin bir gereğidir. Bu ısrar "kahramanlık", "Donkişotluk" olarak nftelenemez. Bilimin başka türlü bir davranış ve ifade biçimi yoktur. Gelelim Türkiye'ye. Kürt olgusunun ifade edilmesini res­

mf ideoloj i, Kemalist ideoloj i yasaklamış. Kemalist ideoloji,

Kürt olgusunu inkar ediyor, reddedtyor. Bu olguyu ifade edenleri her zaman ceza kanunları ile, çeşitli baskı ve terör yöntemleri ile tehdit ediyor. Zaman zaman idam cezalan is­ teyen iddianamelerle yargılıyor, ağır cezalar veriyor. Aynı Or­ taçağda Hıristiyan dünyasında, kilisenin öğretilerine ve ideo­ loj isine karşı çıkanların yargılandığı gibi. Son 50 senedir, Kürtler hakkında siyasal suç isnadı ile düzenlenen iddiana­ meler incelendiği zaman bu husus göıülmektedir. Bu durum karşısında resmi ideoloj i yasaklamış diye, ce­ zaya bağlamış diye, inkar etmiş, reddetmiş diye, bu olgunun ifadesinden kaçınılabilir mi? Bilim alanında old-uğumuzu

(* )

86

Gallleo, Engizisyon Mahkemesi karşısında, bu öneriyi kabul etmiştir. Böylece Engizisyon Mahkemesi onu idam etmemiştir. Fakat, mahke­ menin kararını açıklamasından sonra, kapıdan d ışarı adımını atarken "dünya şimdi bile dönüyor", diye mırıldanmıştır.


kati surette hatırdan çıkarmayalıın. Bilirnde ise .doğrunun,

"gerçeğin" yani, hakikatın tek ölçütü vardır. O da olgulardir.

Billln.in ortaya koyduğu sonuçlarm olgular aracılığı lle gözle­

nebilir olması şarttır. Olgular tarafından kamUanmadan bi­

llln.sel doğrularm elde edilmesi mümkün değildir. İdeoloj i hiçbir zaman doğrunun, hakikatın ölçütü olamaz. Adı Ke­

malist olsa da.

O halde, bil1ınin görevi dogmatizm ile müc�dele etmek­

tir. Dogmatizm, resmi ideoloj i çerçevesinde şekillenmişse,

onunla mücadele edilir. Bu tür mücadeleyi sürdürmeden bi­

lllni geliştirmek mümkün değildir. Zira billln.in başka bir

yöntemi yoktur. Terör karşısında: sinmek, yalan söylemek,

görmemezlikten gelmek, boyun eğmek, billlnin yöntemi ola­ mazlar. Zaten bunlar billln.in kavramlan da değildir.

O halde, herhangi bir kişinin varlık alam olarak gerçek

üzerinde, gerçek somut üzerinde, olgular ve nesnel gerçek

üzerinde ısrar etmesi, bilim yönteminin bir gereğidir. Yalana

dayalı bir resmi ideoloji, yani, dogmatizm karşısında; olgular

ve nesnel gerçek üzerinde ısrar eden bir kimsenin tavrını,

dogmatizm, fikri sabit gibi deyimlerle rıitelendirmeye çalış­

mak, aslında, dogmatizmi blllln.e egemen kılmaya çalışmak­

tır. Bilim üzerinde, özellikle toplumsal bilimler üzerinde iyice egemenlik kurmuş olan dogmatizme hiç ses çıkaimamaktır.

Herhangi . bir dogmatizm ile mücadele etmeyenlerin, boyun

eğerılerin ise, onu övmekten başka yapacaklan hiçbir şey

yoktur. ·

Yukarıda, olguların, olgusal ilişkilerin ve nesnel gerçeğin

ifadesinin yasaklarla, ideolojilerle engellendiğini belirtmiştik.

İşte bu noktada bilim ile ideoloji arasındaki ilişkileri belirt­

mekte büyük bir yarar vardır.

İdeoloj i ile bilim arasında büyük bir ayrılık, biraz da

benzerlik vardır. İdeoloj i kavramı, çeşitli zamanlarda çeşitli anlamlar verilmiş, zaman ve uzay boyutu içinde , muhtevası

en fazla değişikliğe uğratılmış kavramlardan biridir. İdeoloj i

kavramı başlangıçta, "düşünceler bilimi" arılamında kullam­

lıyordu. İdeoloj i billlni, düşüncelerin nereden geldiği, nasıl elde edildiği konulan üzerinde duruyordu. Düşüncelerin ne­

reden geldiği sorusuna verilen cevap şudur: Duyumlardan.

Fakat duyuruculuk kolayca inançlarla birleşebilir. Din inan-

87


cı, ruha olan inanç, giderek duyuruculuk ile birleşti.(*) Böy­

lece düşüncelerin bilimi olarak gelişen ideoloji, "belirli bir düşünceler ve inançlar sistemi" halini aldı. 39 Günümüzde

ideoloji; daha çok, fikir, irıanç , düşünce ve davranışların ka­ nşnnı sonucu elde edilmiş, sistemlerin adı olarak kullaml­

maktadır. Belirli bir sımfın, sosyal tabakanın, devletin; ka­ zanılmış

çıkarlarını

korumak,

sürdürmek

ve

yeni

yeni

çıkarlar elde e,tmek için geliştirdiği; · fikir, düşünce, inanç ve davranış sistemleri olarak kullanılmaktadır. Burada yeni ge­

lişen güçlerin, gelişen sınıflann ideolojileri de vardır. Sömür­

geci devletin ideoloj isi olduğu gibi, sömürge ·halklannın da ideolojileri oluşur. Sömürge devletin ideoloj isi sömürge iliş­

kilerini sonsuza kadar sürdürmek olduğu halde, sömürge

halklarının geliştirmeye çalıştığı ideoloji sömürgeci boyun­ duruğu parçalamayı amaçlamaktadır.

İdeolojiler kısaca, fikir, düşünce, inanç ve davranış sis­

temleridir.40

İdeoloji, belirli bir duruin veya ilişki biçiminde davranış­

lara yön veren, fikirler ya da düşünceler ve inançlar bütünü­

dür. ideoloj iler, inançlan, fikirleri ve davranışlan birleştir­ mektedirler. Başka bir deyişle ideolojiler, belirli durumlarda ne yapılması gerektiğini, nasıl hareket edileceğini gösteren

sistemlerdir. İdeolojiler üzerinde çalİşarak, belirli durumlar­

da nasıl hareket edileceğini önceden kestirme olanaklanın

bulabiliriz. Bu bakımdan ideoloj i kavramı, doktrin kavra­

mından daha kapsamlıdİr. İdeoloji en geniş anlamda eylem­

ilke ilişkisini belirlemekte , bu ilişkiyi kurucu ve sürdürücü

bir rol oynamaktadır. İdeoloji, bu rolünü ve fonksiyonunu

iki yönde yürütmektedir.

Blrlnclsl,

ideolojinin sosyal bir içe­

rik taşımasıdır. İdeoloji; bir grubu, bir halkı, bir ulusu. bir

sosyal sınıfı; belirli konularda biraraya getirmekte; ortak dü­ şünce ve ortak eylem şekilleri ortaya koymaktadır,

İkinci

olarak ise , meydana getirilmeye çalışılan ortak düşünce ve

39. Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, s. 85. 40. Duverger, Politikaya Giriş, Çev. Semih Tiryakioğlu, Varl ık Yayı nları Istanbul 1 964 s. 80. (* ) Duyumculuk, Condillac'ın (1 71 5-1 780) savunduğ u bir felsefedir. Buna göre, zlhin işlemleri sadece d uyurnlara dayanır. Duyumculuğa göre, zihinin Özerk faaliyeti yoktur.

88


eylem biçimlerinde, kişilerin rollerinin ne olacağını ve bu rol­

lerin nasıl örgütleneceğini göstermektedtr.41

İdeoloj inin doktrinden daha kapsamlı olması ise. fikirler

bütünü olmasından öte davranışlar konusunda da yol gös­ termesi, eylemleri ve eylemler içinde kişilerin rollerini örgüt­

lernesi ile ilgilidir. Doktrinin ise, böyle bir eylemsel ve örgüt­ sel

bir

rolü

yoktur.

O

sadece

fikirler

düzeyinde

gelişmektedir. Doktrin, bir felsefe veya edebiyat veya din okulunun, veya dinin dogmalannın meydana getirdiği fikir­ ler bütünüdür. Doktrin değer yargılanna dayalıdır.

ideolojiler; fikirlerin, inançların ve buna uygun davra­

nışların belirli oranlarda birleşmesinden meydana gelen sis­

temlerdir. Bu, ideolojiyi bilimden ayıran son derece önemli

bir farktır. Bilirnde inançlar rol oynamaz. Bilim sadece fikir­

ier düzeyinde gelişir. Bilimin ne tür fikir ve bilgiler üzerinde

geliştiğini daha önceleri belirtmiştik. Öte yandan, ideolojiler sadece toplum için yapılır. Bilim ise. insanların, evreni, do­

ğayı. tarihi, toplumu, şey ve olgulan kavramalan için geliş­

tirdikleri bir düşünce yöntemidir. Bilim sadece toplumlar üzerinde uğraşmaz. İdeolojinin bilimden farklı olan bu özelli­

ğini şu tarif ile de belirtmek mümkündür:

"Siyasal ideoloji, bir ülke, devlet, millet, siyasal bir parti veya sosyal bir grup tarafından benimsenen, amacı belirli siyasal hedefleri gerçekleştirmek olan ve siyasal, sosyal, ekonomik olayları , kurumları bu amaç­ lara göre yorumlayan inançlar, fikirler bütünüdür:•42 İdeoloj llerin ortaya çıkışının çeşitli nedenleri vardır. ide­

olojiler, başta, bir grubun, bir sosyal sınıfın, bir ulusun ka­

zanılmış çıkarlarını; korumak, savunmak ve geliştirmek için ortaya atılırlar. Diğer yandan, ideolojiler belirli bir sosyal sis­

tem içinde bazı fonksiyonların değiştirilmesini amaçlayabi­

lirler. İdeolojinin ortaya çıkışının başka bir ·nedeni toplumsal değişmeden zarar gören gruplann ve sınıfların mevcut çıkar­

lanrıı korumak, savunmak ve sürdürmek için gösterdikleri çabadır. 43 Bütün bunlann ötesinde herhangi bir devletin,

41 . David Apter, sözeden, Gencay Şaylan, Türkiye'de Kapitalizmin Bü­ rokrasl ve Siyasal Ideoloji, TODAIE Ankara 1 974, s. 9. 42. Bülent Daver, Siyasal Bilime Giriş, SBF, Ankara: 1 966, s. 246- 293. 43. Gencay Şaylan, a.g.e. s. 9.

89


egemenliğinde tuttuğu halklara, uluslara ve ülkelere karşı

yürüttüğü politikayı sağlamlaştırmak için, ortaya atılan ide­

olojiler de vardır. Bu ideoloj iler: halkları, uluslan ve ülkeleri

boyunduruk altında ve sömürge yönetimi altında tutarak,

devletin kazanılmış çıkarlarını korumakta, savunmakta ve

geliştirmektedir. Görüleceği gibi. ideolojiler daima, kazaml­

mış çıkarlan konımakta ve yeni çıkarlar elde etme noktasın­ da odaklaşmaktadır. Bu da iki safhada olmaktadır.

Önce;

söz konusu çıkarlan gerçekleştirmek için, belirli bir dünya

görüşü ortaya atılmaktadır.

İkinci

olarak ise, bu dünya gö­

n- şünü egemen kılmak için, şu ya da bu biçimde eyleme ge­ r .lınektedir.

O halde, h erhangi bir ideolojinin gücü iki etkene bağlı

olmaktadır.

Birinci etken şudur:

a. Tehdit edilen, b. Savunulan, c. Gerçekleştirilmeye çalışılan çıkarlann,

lumsal ve politik içeriği nedir?

İkinci etken Ise şu:

ekonomik, top­

Çıkarlan tehdit eden, savunan,

gerçekleştirmeye, çalışan sosyal grubun, sosyal ve politik sis­

tem içindeki kontrol gücü ne kadardır? Bu güç ekonomik, siyasal, toplumsal veya burılann kanşması ve tek elde top­

lanması şeklindeki bir güç müdür?44

İdeoloj ilerin hem pozitif, hem de negatif unsurlan var­

dır. Eğer ideoloji, benimsediği, taraftarlığını yaptığı ve kitle­

lere götürmek istediği hareket için, belirli amaçlar gösteri­

yorsa: bu, ideolojinin pozitif unsurudur. Belirli bir düzene,

rejime, siyasal sisteme karşı olmak ise, ideolojinin negatif unsuru ile ilgilidir.4 5 Eğer, ideolöji, politik eylem alanında taraftarianna yol gösteriyorsa, kılavuzluk ediyorsa;

araçsal

bir ideoloj idir. Pratik eylem alanıyla yakın bir ilişkisi bulun­

muyorsa;

anlatımsal bir ideolojidir. 46

44. Gencay Şaylan, a.g.e. s. 1 O 45. Bülent Daver, a.g.e. s. 256-257. 46. Ergün Özbudun, Siyasal Partıler, SBD, Ankara 1 974, s. 1 1 6-1 1 7, Ideolojiler için bk. Şerif Mardin, Din ve Ideoloji, SBF, Ankara 1 969, s. 5-27; Bülent D aver, Çağdaş Siyasi Doktrlnler, SBF, Ankara 1 970, s. 1 1 1 vd. ; Gencay Şaylan, a.g.e. s. 9-1 0, 1 36 vd. ; Hans J. Margent­ hdu, Uluslararası Politika, Çev. Baskın Oran-Onsal Oskay, TSBD,

90


Bu arada:

"Tarih bakımı ndan organik, belirli bir yapı için zo­ runlu olan ideolojilerle, keyfi rasyonalist, 'kasıtlı' ideolo­ jiler arasında da ayırım yapmak gerekir�" ''Tarih bakımından zorunlu olmaları nedeni ile, bu nAnkara 1 970, s. 1 1 5- 1 25; lbrahim Armağan, Bilgi Sosyolojislne GI­ riş, s. 1 96-201 ; Esat Çam, Batı Demokrasilerinde Siyasi i ktidar Ila Iktisadi Iktidar, lüiF, Istanbul 1 966, s. 38 vd. ; Esat Çam, Siyasal BI­ lime Giriş, lüiF, Istanbul 1 975, s.; C. Friedrich-Z. Brezezinsky, Tota­ llter Diktatörlük ve Otokrasl, Çev. Oğuz Onaran, TSBD Ankara 1 964 s. 7 1 -1 02; Seymaur M. Lipset, Siyasi insan, TSBD Ankara 1 964, s. 389-404; Suat Bilge, Milletlerarası Politika, SBF, Ankara 1 966, s. 246-293; Duverger, Politikaya Giriş, s. 81 -85; Duverger, SI­ yaset Sosyolojlsl, Çev. Şirin Tekeli, Varlık Yayınları, Istanbul 1 975, s. 1 1 3-1 81 ; J. M. Domenach, Siyasi Propaganda, Remzi Kitabevi, Kültür Serisi, Çev. Cevdet Perin, lstanbul 1 96 1 , s. 21 -25; Gaston Bo­ uthoul, Siyaset SosyoloJisl, Çev. Ali Türkay Yazıcı, Remzi Kitabevi, Kültür Serisi, lstanbul 1 968, s. 1 08-1 1 6; Münci Kapani, Politika Bill­ mine G iriş, AÜHF Ankara 1 975, s. 65; J. S. Schapiro, Çağdaş Dü­ şüncede Toplumsal Tepki, Çeviren ler, Mehmet Köksal-Mehmet Har­ mancı, Köprü Yayınları, Istanbul 1 966, s. 90-1 08; Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, 2. bs. SBF Ankara 1 969, s. 1 31 - 1 50; Duverger, SI­ yasal Partiler, Çev. Ergün Özbudun, AÜHF Ankara 1 970, s. 225292. s. 368 vd. ; Leslie Lipson, Politika Biliminin Temel Sorunları, Çev. Tuncer Karamustafaoğlu, AÜHF Ankara 1 973, s. 22 vd. ; Rai­ monda Luraghi, Sömürgecllik Tarihi, Çev. Halim lnal, E Yayı nları , Is­ tanbul 1 975, s. 21 -24; Baskın Oran, Kara Afrika'da Az Gelişmiş Ü l­ ke Mllllyetçlllğl, (Basılmamış Doktora tezi), Ankara 1 974, s. '1 30-223; Türkkaya Ataöv, Afrika'da Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, SBF An­ kara 1 975, s. 561 vd. ; Gusslav A.Wetter, Bugünkü Sovyet I deolojisi 1 , BKMY Ankara 1 972, s. 3 vd.; Erich From, Çağımızın Özgürlük So­ runu, Çev. Bozkurt Güvenç, Özgür Insan Yayınları, Ankara 1 973, s. 1 47-1 62; Politzer, Felsefenin Başlangıç I lkeleri, Çev. Cem Eroğul, Sol Yayınları, Ankara 1 966, s. 207-220; M. Rosenthai-P. Yudin, Mater­ yalist Felsefe Sözlüğü, s. 224; M. Buhr-A. Kosigin, Felsefe Sözlü­ ğü, s. 1 37-1 38; Bahri Savcı, Otorlter Bir I deoloJI Denemesi Üzerine Mütalalar, SBFD, Ci lt 1 8, Sayı 3-4, s. 71 -1 03; Tarık Zafer Tunaya, SI­ yasi Müeseseler ve Anayasa Hukuku, Istanbul 1 969, s. 982-992; Camii Meriç, IdeoloJisi Sosyolojl Dergisi, Istanbul 1 968, s. 1 1 9- 1 42; llhan Tekeli, Ideoloji: Bir Toplumsal Yorumlama, Politıka, 3 Aralık 1 975; Yavuz Abadan, Ideolojiler ve Iktisadi Sistemler, Cumhuriyet, 29 Eylül-2 Ekim 1 965.

91


ların bir geçerfiği vardır. Bu da, psikolojik bir geçe rliktir. Bu ideolojiler insan yığınlarını 'örgütler', insanların ha­ rekete geçecekleri, durumların ı n bilincine erecekleri , savaşacakları vb. zemini hazırlar. 'Keyfi' olanlar ise , 'bireysel hareketlerden', polemiklerden başka bir şey meydana getirmez. Bunlar d a büsbütün yararsız değil­ d ir. Çünkü, hakikate karşı çıkan ve onu ·pekiştiren bir hata rolünü oynarlar:·47 Görüldüğü gibi ideolojiler, toplumsal yaşantıda, yeni ye­ ni gelişen ve örgütlenen güçlerin mücadele aracı olarak be­

lirmektedir. Yeni bir ideolojinin gelişmesi farklı çıkariann

mevcudiyetini gerekli kılar. Farklı çıkarlar olmadan yeni bir ideolojinin gelişmesi olanaksızdır. İkinci olarak, bu farklı çı­

karlann bilincine de varmak gerekir. Farklı çıkariann bilin­

cine varmadan, ideolojiyi mücadele silahı olarak kullanmak

mümkün değildir. Bütun bunların ötesinde, farklı çıkarlan gerçekleştirrne k için, gerekli mücadele araçlarına da sahip olmak gerekir.

Marksist anlamdaki ideoloji ise, sınıf çıkarlan ile özdeş

olarak kullanılır. Marksist anlayışa göre, ideoloj ileri toplurn­ sal sınıflar yaratırlar:

"Toplumsal ilişkileri, maddi üretim biçmlerine uygun olarak şekillendiren insanlar, fikirleri, kategorileri, yani, toplumsal ilişkilerin, ideal, soyut ifadelerini de şekillen­ dirmektedirler."48 İdeoloji sözcüğünü sık sık kullanan Marks ve Engels, 3

cilt tutan "Alman İdeolojisi" isimli esere de bu sözü başlık

yapmışlardır.49 Bu eserde, ideolojiler, toplumsal sınıfıann

dururnlannı haklı göstermek amacını güden, düşüncelerden

ve tasarımlardan meydana gelen sistemler olarak sunul­

maktadır. Hukuk, ahlak, eğitim, sanat, din vs. hep ideolojik

üst yapı içindedir. D emek ki, Marksist anlamda ideolojiler, sınıf yapılarını yansıtmaktadır. Kapitalist devlete egemen sı­

nıfın, öteki sınıflar üzerindeki tahakkümünü gizlerneye ça: lışmaktadır.

47. Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, s. 87. 48. Marx-Engels, Felsefe Incelemeleri, s. 1 37. 49. Marx-Engels, Alman ideolojisi, Çev. Selahattin Hilav, Sosyal Yayın­ lar, lstanbul 1 968.

92


Sosyal ilişkilelin bilincine vardıklan alanlarda, insanla­ rın zihinlerinde; düşünceler, bu ilişkilelin bilincine biçimde vardıklannı yansıtan düşünceler doğar. Hukuki ve politik, moral ve dinsel. filozofık, bilimsel ve artistik düşünceJer de doğar ki, insanlar sosyal ilişkileli, bu düşüncelere dayandı­ rarak değerlendirtrler. Bu düşüncelere sosyal düşünceler di­ yoruz. Bu düşüncelelin sistemleştiril.�:.iş biçimine de ideoloj i diyoruz. 5 0 Sınıf mücadeleleri, aynı zamanda ideolojik m üca­ delelerdir. Burjuvazinin ideolojisi tutucu, proletaryanın ideo­ lojisi ilelici ideolojidir. Burjuvazinin ideolojisi aldatıcı olduğu halde, proletaryanın ideolojisi gerçeği çıkaran bir ideolojidir. 5l

Bu arada uzlaşmacı ideolojilerden de söz edilebilir.

Demek ki , ideolojiler, daima belirli sınıfların v e tabaka­ Iann hizmetinde görev yapmaktadırlar. K<ı pitalist sınıfın ideolojisiyse gerçeğin başaşağı, sakat­

lanmış ve eğri büğrü olmuş bir yansımasıdır. 52 Marks ve

Oskar Lange, Ekonomi Politik, Çev. Muvaffak Şeref, Ataç Kitabevi Istanbul 1 965, s. 35-36. 51 . Oskar Lange, Ekonomi Politik, Ekonomi Politik'te Akımlar ve BI­ limsel Bilgilerin Belirlenmesi, IV, s. ' 1 20-1 45, Henri Lefebre, Marx'ın Sosyolojlsl, Öncü Kitabevi, lsta.nbu i 1 968, s. 73-1 05; Marx, Marx'ın Toplum Kuramı, Çevirenler, Özer Ozankaya-Mete Tuncay, Do(lan Yayınevi, Ankara 1 971 ; Doi:jan Ergün, Sosyolojl ve Tarih , s. 34-41 ; M Bouvier, Ajam ve G. Mury, Kapitalist Toplumda Sınıflar, Çev. Erdo�an Bulutsuz, Sosyal Yayınlar, lstanbul 1 965, s. 62-73; Ko­ uisinen, Tarihi Materyallzm "Tarihi Maddecllik", Çev. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, Istanbul 1 966, s. Q9-74; Politzer, Felsefenin Baş­ langıç Ilkeleri, Çev. Sevim Belli, 4. bs. Sol Yayınları, Ankara 1 974, s. 201 -239; Politzer, Felsefenin Temel Ilkeleri, Çev. M. Ardos, Sol Ya­ yı nları, Ankara 1 969, s. 31 6-329; Antonio Gramsci, Felsefe ve Politi­ ka Sorunları, s. 85-88; Marx-Engels-Lenin, Marksist Felsefe Yazıla­ rı, s. 223-225 238-241 ; Marx� Engels-Lenin, Evrensel Çelişki ve Tarihsel Maddecllik, s. 308-325; Kuzinen ve arkadaşları , Marksizm - Lenlnlzmln Ilkeleri 1, s. 235-246; A. Spirkin-0. Yakhot, Dlyaliktlk ve Tarihi Materyallzm, s. 1 69-1 77; M. Rosenthal ve P. Yudin, Mater­ yalist Felsefe Sözlüğü, s. 224; H ubert Descamps. Sömürge Impa­ ratorluklarının Sonu , Gelişim dizisj, Istanbul 1 975, s. 62 - 68; M. Buhr-A. Kosi ng, Felsefe Sözlüğü, s. 46-47. 52. Henri Lefebre, Marx'ın Sosyolojlsl, s. 78. 50.

·

93


Engels tarafından yapılan açıklamalarda, kapitalist sınıf ide­ olojiielinin şu özellikleri görülür:

a)

ideolojiler, belirli bir gerçeklikten hareket ederler.

b)

ideolojiler, hakim sınıflar ve gruplar tarafından seçil­

Ama, bu gerçeklik kısmi ve bölük pörçüktür.

miş ve kubul edilmiş, önceden mevcut tasavvurlar vasıtasıy­

la, nesnel gerçekliği başka bir biçimde göstermektedir.

c)

ideolojileıin içine giren gerçeklik ve gerçek dışılık nis­

betı; çağlara, şartlara ve sınıf ilişkilerine göre değişir. ideolo­

jiler, yorumlanmış ve aktanlnuş gerçekten hareket ederek ve genellerneler yaparak işe başlarlar.

d)

ideolojiler, bir yandan spekülatif ve soyut. öte yandan

belli, sınırlı ve özel menfaatleri temsil ederler. ideolojiler, bü­ tün sorulara, bütün problemlere cevap vermeye çalışırlar.

Dünya görüşleri ileri sürerler. Aynı zamanda, yaşama ve davranma biçimleri, ahlaki tutumlar, değerler kabul ettirir­

ler.

e)

Gerçeklikte, somut varlık alanında, bir dayanak nok­

taları olduğu için, ya da, daha doğrusu bir dayanak noktası­ na malik olduklan ölçüde, ideolojiler tamamen yanlış değil­

dirler. Marks'a göre, ideoloj i. hayal ve yalan arasında olduğu

gibi; ideoloji, rnitos ve ütopya arasında da fark gözetmek

·doğru olur. ideolojiler, sınıf hayallert ihtiva ettikleri, siyasi mücadelelerde apaçık yalaniara yardımcı olduklan halde,

rnitoslar ve ütopyalar ile ideolojiler arasında bazı ilintiler bu­ lunduğu halde, bu farkı gözetmek gerekir. ideolojileıin taıi­

hinde , hayal ve aldatıcı tasavvurlar; taşıdıklan. gizledikleıi, ortadan kaldırdıklan ya da ortaya çıkannaya çalıştıklan bil­

giler ile içiçedirler.

f)

ideolojiler, bilimsel olmayan soyutlamalan ihtiva eder­

ler. Oysa kavrarnlar bilimsel soyutlamalardır. Artı değer,

mübadele değeri, feodalizm, vs. Fakat ideolojiler, soyutlarna­ ların elle tutulmaz dünyasında kalmazlar. Pratiğe de müda­ hale ederler. ideolojiler, pratiğe iki şekilde karışırlar: Zorla­

ma ile ve ikna ederek. Soyut fikirler, kendiliğinden hiçbir iktidara sahip değildirler. Fakat, ekonomik ya da politik ikti­

dan elinde tutanlar, yaptıkları işiert meşru göstermek için

tasavvurlanndan faydalanırlar. 53

53. Henri Lefebre, a.g.e. s. 84-88. 94


"... ideoloji dışarıdan bakılınca, kapalı ve ·tutarlı bir · sistem gibi görünür. Içeriden ise, imana, inanışa katıln maya verir kendi i. Fert ideolojiye bağlanır ve onda kendini bulacağına inanır. Ama, kendini gerçekleştire­ ceği yerde kaybeder, yabancılaşır. Demek ki, ferdi, ha­ yatlarla olan ilişkisinde, ideoloji birtakım gerekler ileri sürmektedir. Ama, bu gerekler, fert tarafından razı olu­ narak kabul edilmektedir. Eğer, fert, ideoloji uğruna fe­ dakarlık yapmaya yönelmişse, eğer ideoloji ferdin üze- . rinde müeyyideler uyguluyorsa, 1ert onları bekler ve talep eder... Demek ki, baskı altında ol�ınların ve sö­ mürülenlerin, boyun eğişini, katlanmas ını, rızasını sağ­ layan şey ideolojidir... I deoloji, bu ideolojiyi kabul -et­ meyenleri küçümsemeyi, onları ideolojiye döndürmeyi, ya da mahkum etmeyi mümkün kılar. .:·54 "Marks'a göre, Marksizm bir ideoloji değildir. M ark­ sizm ideolojinin sonunu belirtir. Ve bu sonun gelişini hızlandırır. Marksizm, bir felsefe de değildir. Çünkü, felsefeyi aşar ve gerçekleştirir. Marksizm, bir ahlAk de­ ğildir, ama ahiAklar hakkında bir teoridir. Marksizm, bir estetik değildir, ama, eserler, eserlerin şartları, or­ taya çıkışları ve yokoluşları hakkında bir teoriyi ihtiva eder." 55 Anlaşılacağı üzere, ideoloji, bilimsel ya da bilimdışı ola­

bileceği gJbi, nesnel gerçeğin doğru ya da yanlış yansıması

da olabilir. Egemen sınıfların ideolojisi, bilimdışıdır. Emekçi

yığınların

ideolojisi ise, bilimden hareket eder. Sömürgeci

devletlerin ideolojileri ise, bilimdışıdır. Sömürge halklannın ideolojileri ise, bilimden kaynaklanır. Bütün bunlara rağ­

men, ideoloji ile bilimi hiçbir zaman birbirine kanştırmamak

gerekir. İdeolojiler tutucu ya da ilerici olabilir. Bilimdışı ya

da bilimsel saptamalardan hareket edebilir. Bu, ideolojinin

bilim ile aynı şey olduğunu göstermez. Çünkü, ideolojilere,

artık, inanç ve davranış unsuru girmiştir. İnanç ve davranış

unsurları, her türlü ideolojiyi kaWaştırır. Çünkü , ideolojiler

belirll durumlarda, nasıl davranış gösterileceği, nelere inanı-

54. Henri Lefebre, a.g.e. s. 91 -97. 55. Henri Lefebre, a.g.e. s. 1 03. 95


lıp nelere inanılmayacağı. . . vs. konularda da kısıtlamalar ge­ tlnnişlerdir. Bilinlde ise, inanç ve davranış unsurlannın hiç­ bir rolü ve yeri yoktur. Marksizm, aslında; gerek Marks, En­ gels ve Lenin'in ifade ettikleri, gerekse, günümüzdeki bazı Marksistlerin, örneğin; Henri Lefebre'in ifade ettiği gibi, bir ideoloji değildir. Marksizm; doğaya, topluma, insana ve tart­ he bir bakış yöntemidir. Ekonomik, toplumsal ve politik güçleri çözümleyiş biçimidir. Değer yargılan. inançlar bilim değildir.

96


V.

BÖLÜM

RESMİ İDEOLOJİ, DOGMATİZM, BİLİM İLİşKİsİ Bir toplum çeşitli sınıf ve tabakalardan meydan geldiği­ ne göre, her sınıf ve tabakanın ayrı ayrı ideolojilerinin olma­

sı doğaldır. Sömürge olmaktan kurtulan, üretim güçleri ve

üretim ilişkileri gittikçe gelişen ve modernleşen toplumlarda,

yeni yeni sınıfların ortaya çıkması ve boy atması doğaldır.

Bu tür toplumlarda yeni yeni gelişen, güçlenen, boyutlanan işçi sınıfının bir ideolojisi olduğu gibi, buıj uvazinin de ideo­

lojisi vardır. Belirli bir halkı veya ulusu veya bölgeyi sömür­ geleştiren devletin bir ideoloj isi olduğu gibi; sömürgeci ilişki­

lere karşi. koyma, sömürgeellikle mücadele için de bir ideoloji gelişir. Modernleşen toplumlarda, ideolojiler, daima

çarpışma halindedir. Bu arada köylülüğün, küçükbuıjuvazi­ nin ideolojilerinin varlığı da belirtilmelidir. Çeşitli siyasal

grupların, grupçukların ideolojilerinin varlığı da bir gerçek­

Ur. Fakat, bütün bu ideolojileri etki alanı içinde bulunduran

ideoloji, egemen sınıf buıjuvazinin veya sömürgeci devletin ideolojisidir. Bunlar şimdiye kadar, kazandıkları çıkarlan savumnakta, korumakta, sürdünnektedirler. Yeni çıkarlar elde etmeye çalışmaktadırlar.

Bu ideolojilerden en güçlü olanı egemen ideoloj idir. Bu

egemen ideolojinin öteki bütün ideolojileri etkileme gücü

vardır. Örneğin; Batı toplumlannda egemen güç buıjuvazi-

97


dir. Ve onun ideolojisi de topluma egemendir. Burada Jfade edilen güç kavramı, ideoloj inin doğrulutuğu ya da yanlışlığı ile ilgili değildir. İdeoloj inin kendisini kitlelere empoze etmek için kullandığı vasıtalarla ilgilidir. Çeşitli devlet olanaklarını, kitle h aberleşme araçlannı, denetleyebilen ve kullanabilen bir ideoloji, güçlü bir ideoloj idir. Hatta , basın, radyo, televiz­ yon, sinema gibi kitle haberleşme araçlannı, en çok kullana­ bilen ve en çok denetleyebilen bir ideoloji, en güçlü bir ideo­

lojidir,

denilebilir.

Egemen

ideolojinin

ortaya

çıkışına,

yapısına ve işleyişlerine geçmeden önce, ideolojinin; bilim , teori, doktrin gibi kavramlarla olan ilişkisine yeniden dön­ mekte yarar vardır. Daha önceki kısınılarda, teori üzerinde dururken, onun bilimsel ve felsefi diye ayrılabileceğini ifade etmiştik. Bilim­ sel teori, olgulara ve olgusal ilişkilere dayalıdır. Tekrar olgu­ lar tarafından kanıtlandığı zaman doğru sayılır. Bilimsel teo­ ride,

olması gerekenler,

idealler,

değer yargıları yoktur.

Felsefi teori ise, olması gerekenler, idealler, değer yargılan üzerine kuruludur. Bu, idealist felsefi teoridir. Fakat, her iki halde de, teoriler soyut hal d edir. Sadece kavramsal · sistem­ lerdir. Bu derece soyut sistemleri, toplumda uygulamanın olanağı yoktur. Bu bakundan, teorinin canlı kılınmasını ola­ naklı hale getiren bir yapıya ihtiyaç vardır. Bu yeni yapılara model denir. 56 İşte ideoloj iler teorilerin birer modelidir. İdeo­

lojiler genel olarak toplumlar için ileri sürülürler. Teoriler dinamiktirler. Teorilerin,

olgularla ve olgusal

ilişkilerle sürekli bir bağı vardır. Bu bağ, teorilere esnek bir karakter vermektedir. Teoriler kendi kendilerini yenileyebil­ mektedirler.

Değişip

·

gelişebilme

olanaklanna

sahiptirler.

İdeolojiler ise katılaşmışlardır. İdeolojiler katılaşmış teoriler­ dir. Statiktirler. Teorilerdeki dinamik yapı, ideoloj ilerde yok­ tur. Teoriler, kitleleri eyleme geçirmek için yetersiz bir yapı-

56. Teori-Ideoloji-Model Ilişkileri, Prof. N us ret Hız ır tarafı ndan geliştirilmiş­ tir. Prof H ızır, Mart 1 975'deki deslerinde ve daha sonraki derslerinde bu konuya epey ağırlık vermiştir. Bu ders notları yakında yayınlana­ caktır. Prof. Nusret Hızır'ın, Felsefe Yazıları (ÇaQdaş Yayınlar, Istan­ bul 1 976) isimli kitabı ayrı bir kitaptır. Sözü edilen notlar ayrıca yayın­ lanacaktır. 98


dadır. Bunun için, ideoloj ilere gerek vardır. ideolojiler, mev­ cut toplumsal koşullara göre, elde edilmeye çalışılan ekono­ mik ve politik çıkariara göre teorileri yorumlamakta, kitleleri seferber edebilmektedir.

Fakat,

ideolojilerde

de

tutarlılığı

sağlayıcı elemanlar aranmakta ve bulunmaktadır. Ortaçağ'da yaşamış Aigustinus'un (354-430) "Tann D ev­ leti" isimli eseri teorik bir eserdir. Mutlak krallıklar ise, bu teoriden faydalanılarak ü retilmiş birer modeldir. 57 Bu mo­ del, yani, ideoloji, Aigustinus'un fikirlerinin uygulanabilme olanağını vermektedir. Neitzsche'nin ( ı 840- ı 900)

Dedi ki", "İktidar iradesi''

••zerdüşt

gibi, teorik mahiyetteki eserleri,

Hitler için önemli bir model hazırlamıştır. Hitler'in ideoloj isi

bu teorilerden kaynaklanmaktadır. 58 Auguste Compte'un

( ı 798- ı 85 7) öncülüğünde gelişen pozitivist anlayışın ve po­

zitivist teorinin ise , Avrupa'daki özellikle sağa dönük olan sosyaldemokrat harekete modellik ettiği ileri sürülebilir. 5 9 Demek ki, ideoloj i bir yandan teori ile, bir yandan da uygulama, yani, eylem ile ilgilidir. İdeoloji, teoriyi eyleme ge­ çirme niteliğine sahiptir. O halde şöyle bir sıralama yapabili­ riz:

ı.

x, y, z gibi, ideallerden, değer yargılanndan, olması

gerekenlerden, çeşitli ekonomik ve politik çıkarlardan mey­ dana gelen bir bilgiler bütünü olsun.

2. Bu bilgilerden meydana getirilecek teori, felsefi bir te­ oridir. Veya bu bilgiler içinden, olması gerekenleri, idealleri, değer yargılannı atarak sırf olgulara ve olgusal ilişkilere da­ yalı bir teori yapabiliriz. Bu bilimsel bir teori olur.

3. Böyle bir felsefi teoriyi veya blUmsel bir teoriyi uygu57. George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi 1 Eski Çağ Orta Çağ, Çev. Harun Rızatepe, TSID Ankara 1 969, s. 1 83-1 90; Mete Tunçay, 'Batı'da Siyasi Düşüncelar Tarihi 1, Eski ve Orta Çağlar, SBF An­ kara 1 969 s. 209-236; Yavuz Abadan, a.g.e. s. 1 03-1 08. 58. William Shirer, Nazl Imparatorluğu, Doğuşu, Yükselişi va Çöküşü 1, Çev. Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi, 2. bs. Istanbul 1 970, s. 1 61 1 73; George Sabine, Siyasal Düşünceler Tarihi Cilt 3, Çev. Özer Ozankaya, TSID, Ankara 1 969, s. 267-272; Haluk Ulman, Alman Nasyonal Sosyalist Partisi, SBFD, Cilt 1 2, No. 4 1 957, s. 1 49-1 52. 59. Güneri Akalın, Ekonomi Politik Açısından Sosyal Demokrasi Hareketi­ nin De(;'Jerlendirilmesi, SBFD Cilt 28 No. 1 -2 1 973, s. 21 1 -237.

99


lama olanağı yoktur� Bunu sağlamak için. teoriye canlılık vermek gerekir. Bu model ideoloj idir. İdeoloji, teoriye naza­ ran daha katı ve değişmezdir. Teori eyleme getirilmek için yorumlanmıştır. Yeni olgular karşısında teoriler her zaman yenilenebilir, değiştirilebilir. Reddedilebilir. İdeolojiler ise de­ ğişmezler. Eylemdeki başan derecelerine göre aWırlar veya yeniden alınırlar. 4. . Dördüncü bir basamak ise, ideolojinin uygulamnası,

yani, eyleme geçirilmestdir. Bu ideolojiyi toplumda uyguladı­ ğımız zaman ise, birinci safhadıı belirtilen iktisadi çıkarlar, değer yargılan, idealler, olması gerekenler elde edilmiş olur. Görüldüğü gibi, ideoloj ilerde kapalı bir döngüsellik var­ dır. İdeolojilerin, yeni toplumsal koşullar ve olgular karşısın­ da, değişmeler karşısında kendilerini yenileyememeleri bun­ dandır. İdeolojilerde , çoğu zaman, temelindeki teorisine ,uyma­ yan unsarlar vardır. Bazen ideolojilerin, hangi teorinin mo­ deli olduklan bile bell1 olmaz. Teorilerden modele, yani, ideo­ lojilere geçilirken bazı noktalar abartılır, bazı noktalar da ihmal edilir. Böylece, ideolojilerde teorideki esneklikler, deği­ şebilirler yok olur. Katılaşmış, kalıplaşmış bir sıstem ortaya çıkar. Burada önemli olan şudur: Önce, belirli bir dünya gö­ rüşü ortaya atılır. Sonra da, bu dünya görüşünü gerçekleş­ tirmek ve egemen kılmak için eyleme geçilir. Teoriler: olması gerekenlere, ideallere, değer yargılanna değil, her zaman gözleml yapılabilir ve ölçülebilir olgulara ve olgusal ilişkilere dayandığı zaman, bilimsel bir teori elde edilmiş olur. Marksizmjn teorisı bilimsel bir teoridir. Bu teo­ riden çıkarılan ideoloji ise, öteki ideolojilere nazaran bilimsel bir nıteliğe sahiptir.

" ... Bilimsel görüşler do�rudan ya da dolaylı olarak, sosyal ilişkilere de�indikleri ölçüde incelenen sosyal kuruluşun ideolojisinin başka deyişle o kuruluşun sos­ yal düşünceleri bütününün bir kısmını meydana getirir­ ler. Başka deyimlerle; bilimsel görüşler, kapsadıkları düşünceler, sosyal düşünce karakterinde oldu�u. yani; insanların sosyal ilişkilerini do�rudan, ya da dolaylı olarak değerlendirirken dayandıkları düşüncelerden ol­ du�u ölçüde ideolojinin bütünleyici kısmıdır. Özellikle,

100


sosyal bilimler konusundaki görüşler bu karakterdedir. Bu bilimlerin konusu sosyal ilişkilerdir. Öne sürdükleri sosyal ilişikiere ilişkindir. Ve bu ilişkilerin değerlendiril­ mesinde, doğrudan ya da doiaylı tarzda etkide bulu­ nurlar. Sosyal bilimler, demek ki, belli bir tarz kuruluş­ ta mevcut ideolojinin bir kısmıdır, deriz ki, bunlar ideolojik bir karakterdedir." 60 Marksist teori ve buna dayanan ideoloji, olgulada ilişki­

lerini kesmediği, yeni olgulan ve toplumsal koşullan dikkate

aldığı ölçüde bil1nıseldir. Sosyalizmin, değer yargılan ile ilgili

yönü de vardır.

Billmsellik, Marksizmin dayandığı değer yargılarında değUdlr. Ekonomik ve toplumsal güçleri çö­ zümleylş biçimindedir. Artıdeğer kavramı ile, kapitalizmin

çözümleilişinin yapılması, toplumdaki sınıf ilişkilerinin çö­ zümlenişi, toplumlann geliş1nı doğrultusunun saptanması vs. Marksizmin bilimsel yönüdür. Marksizm doğaya, toplu­

ma. tarthe ve insana bir bakıŞ yöntemidir. insaniann insan olduklan için eşitliği, halkların ve ulusların eşitliği, hak1nı

sınıfların zulüm ve hegemonya yönetimlerine karşı çıkmak

gerektiği, gibi önermeler, ideolojik önermelerdir.

"Bilim önce genelin sonra olanın bilimidir:.. Dilekte­ re, tutkulara, duygulara, ön yargılara, değer yargıianna ve kişisel çıkariara bağlı bir ideoloji, nesnel gerçeğin bağımsızlığını giderir. Nesnellik sorunu gerçekliğini kaybeder. Bilimsel bilgi kesin bir bilgidir. Fakat kesin bir sonuç değildir. Şu halde, bilimler ilerledikçe kesinlik de değişecektir:.S1 Bllimsel bilgiye ulaşmak için ise, nesnellikten hiçbir za­

man ayrılmamak gerekir.

Demek ki, Marksist teorinin bil1nıselliği, yeni olgular ve

yeni toplumsal koşullar karşısında takındığı tavırdan ortaya çıkmaktadır. Yeni olgular ve yeni toplumsal koşullar karşı­

sında, yeni yeni fikirler üretilınektedir. Marksizmin ortaya

koyduğu bilgilerin, yanılınaz. sarsılınaz ve kesin bilgiler ol­

duğunu söylemek, onu bir dogına, bir din haline getirir. So­ mut durumlann, yani, somut koşullarm somut tahlili ilkesi,

60. Oskar Lange, Ekonomi Politik IV. Ekonomi Polltlkte Akımlar ve Bilimsel Bilgl lerin Belirlenmesi, s. 1 20 61 . Do�an Ergün, Sosyolo)l ve Tarih, s. 40 .

101


yanılmazlık, sarsılmazlık, kesinlik anlayışı ile çelişen bir davramştır.

Örneğin, sosyalizmin tek ülkede kurulup kurulamaya­

cağı sorununu ele alalım: 1 840 yıllannda. Marks ve Engels, sosyalizmin tek ülkede kurulamayacağını belirtiyorlardı. Ka­

pitalizmin o zamanki koşullarını tahlil eden Marks ve Engels , böyle bir sonuca vanyorlardı . 62 '

Fakat, l 920'lerde, Lenin ve Stalin, Rusya'da Sosyaliz­

min kunılabileceğine karar verdiler. Dünyadaki tekelci kapi­ talizmin tahlili sonucunda, böyle bir düşüneeye ulaştılar.

Bu sırada. Zinovyev, TroÇki ise; Marks'a ve Engels'e dayana­

rak, tek ülkede sosyalizmin klirulamayacağını. Avrupa'da devrim gerçekleşmeden, Rusya'da kurulan sosyalizmin ya­

şayamayacağını ifade ediyorlardı. Lenin ise, bu tür kişileri

dogmatik olmakla suçluyordu . Burada, özellikle; koşullar

değişince, sonuçlann da değişebileceği konusu üzerinde du­

ruyordu·. Somut koşullann somut tahlilini öneriyordu. 63

Önemli sorunlardan biri de. "Sürekli devrim" üzerinedir.

Lenin, bu konuda da bolşevikleri suçlayan; Kautsky, Hilfer­

ding, Martov, Çernov, Hilkit. Lange, MacDonald, Turatı gibi

sosyalistleri de dogmatik olmakla suçlamaktadır. Bunlar da,

Marks ve Engels'in l 840'larda ortaya attıklan fikirlere sıkı-

62. Marx-Engels, Komünist Manlfesto, Çev. Süleyman Aslan, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara 1 976; Jacques Docloc, Birinci Enter­ nasyonal, Çev. Ö. Ufuk, Öncü Kitabevi, s. 1 3-40. 63. Stalin, Leninlzm in ilkeleri, Çev. Muzaffer Kabagil, Sol Yayınları, 2. bs. Ankara 1 974, s. 1 59-1 73; lsaac Deutscher, Stalin CIIt ı, Çev. Se­ lahattin Hilav, Ağaoğlu Yayırievi, lstanbul 1 969, s. 328-425; lsaac De­ utscher, Troçkl, Cilt ll, Çev. Rasih Güran, Istanbul 1 970, s. 7-86; Troçky, Hayatım, Çev. Müntekin Ölçmen, Köz Yayınları , Istanbul 1 975, s. 509-526. ; SBKP Tarihi, Ayd ınlık Yayı nları , 2. bs. Istanbul 1 975, s. 276-302; Beriran Wolf, Devrim Yapan Üç Adam, Çev. Ün­ sal Oskay, TSiD Ankara 1 9p9, s. 705-729; Henri Lefebre, Lenin'in Hayatı, Filozofik, Ekonomik ve Politik Düşüncesi, CIIt ll, s. 444449; Lenin'in bazı kişileri doğmatiklikle suçlaması hakkında ise bk. Le­ nin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Çev. Muzaffer Ardos, Sol Yayınlar, 2. bs. Ankara 1 975, s. 1 00-1 09; Lenin, Ne Yapmalı, Çev. M. Kabagil, Ankara 1 968, s. 1 1 -38; Lenin, Revlzyonizme, Oportü­ nizme ve Doğmatlzme Karşı ı, Çev. Yavuz Çağlar, Odak Yayınları Ankara (tarihsiz) s. 45�72.

102


sıkıya sanlarak,

1 9 10 yıllanndaki bir somut durumu çö­

zümlemeye çalışmaktadırlar. Lenin ise, somut koşullann so­ mut tahlilini yaparak, 1 840'larda ifade edilmiş fikirlere, gü­ nün koşullannda canlılık verdiğini belirtmektedir. 64

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Marksizmin teori­

sini geliştiren, onu bilim yapan temel unsur, somut koşuna­

nn somut tahlilidir. Bu bakımdan Marksizmin bilimi her türlü katılığa karşıdır. Örneğin, Rusya'da Stalin döneminde, "Asya Üretim Biçimi" kavramının yasak edilmesı, 6 5 konu­ şulmaması,

Marksizmin bilimsel teorisinin katılaşmasına

sebep olmuştur. Üretim biçimlerinin aşamalı gelişmesinde,

"Asya Üretim Biçimi" kavramının şemadan çıkarılması, ille de şemaya göre düşünmek zorunluluğu, bilgi üretimini de

kısıtlamıştır.

Bilimi geliştiren en önemli etken, somut koşulların so­

mut tahlilidir. Bu ise, örneğin; 1 920'lerde Ru sya'da geçerli

olmuş bazı bilgileri, günümüz koşullannda, herhangi bir

yerde uygulamamak demektir. O günkü koşullarda geçerli olmuş bilgilerin, doğrulanmış bilgilerin, bugün de geçerli sa­

yılması, doğrulanması anlamına gelmez. İşçi sınıfının hiç te­

şekkül etmediği sömürge ülke veya bölgelerde, işçi sınıfı füli öncülüğünde hareketler önermek, somut koşullann somut

tahlilini yapmamak demektir. Yine bunun gibi, altyapı, üst­

yapı arasındaki ilişkiler üzerinde de dikkatle durulması ge­ rekir. Üstyapının altyapı tarafından biçimlendirildiğini söyle­

mek yetersiz kalmaktadır. Üstyapı kurumlannın, örneğin ideolojilerin de alt yapı ilişkilerinin gelişmesini nasıl etkiledi­

ği dikkatle ortaya konulmalıdır.

64. Stalin, Lenlnlzmln lıkelerl, s. 1 1 9- 1 21 ; Hen ri Lefebre, Lenin'in Ha­ yatı, Filozofik, Ekonomik ve Politik Düşüncesi, s. 460-470, 65. Asya Üretim Biçimi Hakkında bk. Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri, Sol Yayınları, Ankara 1 966; Chesnaux ve arkadaşları , Asya Tipi Üretım Tarzi, Çev. lrvem Keskinoğlu, Ant Yayı nları, Istanbul 1 969, Önsöz (Selahattin Hilav) s. 1 0- 1 2 ; Maurice Godelier, Asya Tipi Üretim Tarzı; Çev. Atilla Tokatlı, Sosyal Yayınlcı.rı, lstanbul 1 966; Se­ lahattin Hilav, Asya Tipi Oretlm Tarzı, Eylem, Mart 1 965; Sencer Di­ vitçioğlu, Asya Tipi Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, IO IF. Istan­ bul 1 969; Muzaffer Sencer, Osmanlı Toplum Yapısı, Ant Yayınları, lstanbul 1 969; Oya Sencer, Asya Tipi Üretim Tarzı ve Bir Tuzak. Ant, Sayı 3, Temmuz 1 970, s. 70-84. 103


Şernalara göre düşünmeye çalışmak, insanı dogmatik

yapar. Dünyanın herhangi bir yerinde, bu şemalardaki sü­ reçlere uygun gelişmeler göstermeyen toplumlar bulunabilir.

Genel doğruların. dünyanın her yerinde. şemalardaki gibi, aynı şekilde süreçler göstermesi beklenemez. Özel durumla­

rın çok farklı özellikler gösterdiğini, genel durumlara naza­

rar çok farklılaşmış olduğunu unutmamak gerekir. O halde,

özel durumların genele nazaran ne kadar far:kıııaşma göster­ diğini, bu farklılaşmanın nedenlerini yeniden yapıiacak ince­

lemelere göre anlayabiliriz.

ideolojiler, belirli bir zaman ve mekan boyutu içinde. be­ lirli toplumlar için ortaya atıhrlar. Fakat. daha sonralan bu ideolojiler. başka toplumlar tarafından da ithal edilip uygu­

lanabilir. Böylece, esas ideolojinin taklitleri diyebileceğimiz

ideolojiler ortaya çıkar. Bunlar.

ikinci üçüncü dereceden

ideolojilerdir. Örneğin; Batı Avrupa toplumlannın tarihsel

bir süreç içinde, kendi özel yapılan için ortaya çıkardıklan kapitalist sistemin ideoloj isi, Avrupa dışındaki ülkelerde ve­

ya geri bırakılmış olan ülkelerde. başka biçimlerde uygulan­

maktadır. Yine, Batı Avrupa ülkelerinde. kapitalizmin üstya­

pı kurumlan olarak oluşan ve ideoloj i olarak isimlendirilen

bütünsel istemler, üçüncü dünya adı verilen bazı ülkelerde

bambaşka biçimlerde uygulama olanakları aramaktadır. Ba­

tı Avrupa toplumlannda, kapitalizmin üstyapı kurumlan olarak ortaya çıkan bütünsellik içinde. insan hakları, kamu

hürrtyetleri, eşitlik, demokrasi gibi fikirler buıjuva demokra­

tik anlamda çok önemli olduğu halde, bunlan taklit eden toplumlarda. bu fikirlere zaman zaman hiç önem verilme­

mektedir. Aynı şekilde, komünist partilerinin iktidarda bulundu­

ğu: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Çin Halk Cum­

huriyeti, Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti, ArnaVutluk, Do­

ğu Avrupa ülkeleri ile bunlar dışındaki ülkelerde. komünist ideolojide de farklı uygulamalar görülmektedir.

Özellikle,

üçüncü dünya diye bilinen bazı ülkelerde, bu ideoloji temel dayanağı olan teorilerden tamamen koparılmış bir şekilde

uygulanmaktadır.

Örneğin; "Arap Sosyalizmi" veya "Baasçılık" olarak bili­

nen fikir gelişiminin, hem kaynağı hem de hedefi Arap

104

Ulu-


sal BlrHğl'ni geliştinnektir. Sosyalizmin temelinde duran,

sosyal eşitlik anlayışı, bu tür bir ideolojinin uygulanmasın­ da, ikinci, üçüncü planda yer almaktadır. Yine, bu tür ideo­ lojileri uygulayan ülkeler; dış dünyaya karşı, çok radikal, dönüşürncü göründüğü halde; içte, koyu bir askeri diktatör­ lüğün uygulayıcısı o�arak ortaya çıkmaktadır. Toplumun sosyoekonomik yapısı konusunda, dönüşümcü , radikal ted­ birler getinci rolleri yoktur. Ortadoğu 'da bu tür siyasal ideo­ lojileri kullanan hükümetler, dünya kamuoyunda, kendileri­ ne 'sosyalist' veya 'sosyalist benzeri' bir görünüm vererek, içte uyguladıklan antisosyalist, ırkçı ve sömürgeci eylemleri­ ni gizlerneye çalışmaktadırlar.(*) Burada belirtilmek istenen kapitalist sistemlerin her ül­ kenin somut koşullanna göre uygulanacağı şeklindeki genel doğru değildir. Kapitalist veya sosyalist sistemi uygulamaya çalışan üçüncü dünya ülkelerinde, kapitalist veya sosyalist uygulamanın, temelindeki teorisinden oldukça önemli bir kopukluk göstermesidir. Halbuki, bu sistemlerin ortaya çık­ tığı ülkelerde böyle bir kopukluk söz konusu değildir. Türkiye'de uygulanan Kemalist ideolojinin teorik kay­ naklan, Fransız Devrimi'nde rol oynayan Rousseau'nun dü­ şüncelerine kadar gider. Fakat, 19. y.y. sonlanndan itibaren Osmanlı aydınlannı etkileyen esas fikir akımı pozitivizmdir. Pozitivizm, Fransız sosyaloğu A. Compte ( 1 789- 1 855) tara­ fından biçimlendirilmiş, toplumsal ve siyasal bir felsefedir. Pozitivizm aslında, gelişen kapitalizmin gereklerine göre oluşturulmaya çalışılan, sağa dönük bir felsefedir. Bu görü­ şe göre bilim, sadece, duyulanınızia algıladığımız, deney ve gözlemlerin konusu olan olgularla uğraşır. Bu olgular, an­ cak başka olgularla açıklanabilir. Kavramlar gerçekdışıdır. Nesnelerin bizatihi kendileri de bilinemez. Bu bakımdan, za­ ten bilinerneyen ve bilinemeyecek olan şeyler de, bilim konu­ su dışındadır. Demek ki, pozitivist görüş, olgulan duyumla(* )

Burada Arap Ulusal Birliğinin teşekkülü üzerinde durmak önemli bir sorundur. Arap "Ulusal Birliği" için gayret gösterilmesi elbette ilerici bir tutumdur. Bu bakı mdan eleştirisi yapılan konu bu değildir. Eleştirilen ve mücadele verilen konu: Arap Ulusal Birliği'nin geliştirilmesi maske­ si altında, Kürt uluslaşmasının parçalanması ve geciktirilmeye çalışıl­ masıdır.

1 05


ra indirgiyor. Nesenel gerçeği reddediyor. Nesnel gerçeğin bi­

linemeyeceğini söylüyor. Etrafunızda olupbiten olgular. ne ruhçuluhla ne de maddeellikle açıklanabilir, ancak başka ol­ gularla açıklanabilir diyerek, gözlerne ve olgulara önem ver­ rnekteyse de; nesnel gerçeğin bir bütün olarak kavranarna­ yacağını ileri sürmektedir. Bu da bir tür idealizmdir. O halde, pozitivizm bilimciliği savunduğu halde biline­ rnezcidir. Yani, "agnostik."tir. Nesnel gerçeği inkar ederek, bilgiyi insanın bilincine indirger. Bu bakırtıctan idealisttir. Nitekim, tarih boyunca insanın bilgilenrne safhalamu göste­ ren "üç hal yasası"nda bu idealizrni görrnek mümkündür. Teoloj ik olarak isimlendirilen

birinci halde,

insanlar olayla­

n, üstün iradelerin yönettiğini sanıyordu . Fakat bu üstün iradeler insan iradelerine benziyordu . Üç hal yasasının

cl safh�sı

ikin­

ise, metafizik olarak isimlendirilmektedir. Bu saf­

hada insanlar kendilerine ve kendi iradelerine benzettikleri tannlar yerine, daha soyut kavrarnlar koydular. Olaylan bu soyut kavramla

üçüncü safhası

açıklamaya

çalıştılar.

Üç

hal yasasının

ise, pozitiftir. Burada ise, olgular gözlemle­

re, deneyiere dayanılarak inceleniyor. Ve yine gözlem ve de­ neye dayanan başka olaylarla açıklanıyor. Pozitivistlere göre, insanlık, ruhçulukla (spiritüalizm) ve maddeciliki e (mateıyalizm) uğraşarak boşuna vakit kaybet­

miştir. İnsanlık, bu iki bilinmezin ikisine de sırt çevirmelidir.

Üçüncü yol olan pozitivizmde yürürneli ve bu yolda karar kılrnalıdır. İnsanlar. sadece, gözleri ile görebildiği, elleri ile tutabildiği olgulan ve şeyleri incelernekle yetinrnelidir. Pozitivizme göre; Tarih boyunca, bilim de, bu üç safhayı geçirmiştir. Her bilim kendisinden önceki bilimlerden etkilenmektedir. En karmaşık bilim olan sosyolojiyi rnetafizikten, ancak, pozitif bilim kurtarabilir. Taıihsel olaylar da. biyolojik olaylardaki zorunluluğun aynı olan bir zorunlulukla birbirlerini doğru­ lar. Pozitif bilimden başka bilim yoktur. insanlığa, insan sevgisinden doğan yeni bir insanlık dini gereklidir. Bu din hiçbir insanüstü varlığa dayanmamalıdır. Pozitif olan bu din, teolojiye olduğu k.adar rnetafiziğe de sırt çevirmelidir. İn­ sanlık dini, nereden geldiğimiz!, nereye gideceğimizi düşün­ rnernelidir. Hayatunızı daha iyi yaşanır bir hale getinnek için

106


çalışmalıdır. Bunun yolu da, birbirimizi sevrnek ve birbiri­

miz için yaşamaktır. "insanlığı bir insanı sevdiğiniz gibi sevi­ nJz."

Görüldüğü gibi p ozitivizm, olgu , gerçek, deney gibi kav­

rarnlardan sözetmekle beraber, sonuçta idealist bir saplantı içine girmektedir. Bilirnciliğe çok önem verdiği halde, nesnel

gerçeği bilirıemez scı,ymakla bilime karşı durmaktadır. Poziti­ vistler, ne materyalist. ne de idealist olduklarını, fakat arnp­

lik olay ve olgulan i:qcelemekle yetindiklerini, bilim adamı olduklannı söylerler. Oysa bu sözler idealizm ile aym kapıya

çıkmaktadır. Pozitivistler, nesnel gerçeğin bilim tarafından

kavranamayacağım söylemekle, maddi alemden kopmakta, kendi bilinçlert içine kapanrnaktadır. Nitekim pozitivizrn so­

nunda, açık ya da gizli idealizmin zorunlu sonucu olan,

öğütçülüğe varmaktadır. İnsanlara, insanlık din{, idealizm! (•) ve sevgi saygıyı öğütlemektedir. 66

(*)

Burada söz konusu olan idealizm, felsefi idealizmdir. Ahlaki idealizm dei;jil. Ahlaki idealizm, değer yarg ılarına, normlara dayan ır, daha çok günlük yaşantıdaki davranışlarla ilgilidir. Felsefi idealizm ise, bir dü­ şünce yöntemidir. Metafiziktir. Felsefi idealizm, bilinci ve düşünceyi esas sayar. Maddenin bundan sonra geldiğini söyler. Yani, maddenin düşünceden türediğini belirler. Felsefi materyalizm ise, bilincin madde tarafından şekiilendirildiğini ifade eder. Felsefi bakımdan materyalist olan bir kişi, ahlaki bakımdan idealist olabilir. Felsefi bakımdan idea­ list olan birçok kişinin, ahlaki bakımdan materyalist olmaları gibi. (Bu konu ile .ilgili olarak bakınız: Politzer, Fe l sefe nin Başlangıç ilkeleri, s. 21 vd; s. 34-35) 66. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Varlık Yayınları , istanbul 1 967, s. 273-276; Auguste Compte'un öğretisi ve pozitivizm hakkında bk. Auguste Compte, Pozitif Felsefe Dersleri, Çev. Ümid Meriç, Sosyoloji Dergisi 1 9-20, 1 964-1 966, s. 21 3-258; Hans Freyer, Sosyo­ lojlye Giriş, Çev. Narmin Abadan, SBF Ankara 1 957, s. 45-52; Hans Freyer, Içtimal Nazarlyeler Tarihi, Çev. Tahir Çağatay, 2. bs, DTCF Ankara 1 968, s. 33-55 ve s. 241 -248; Z. Fahri Fınd ıkoğlu, lçtimalyat 2. CIIt Metodolojl Nazarlyelerl, lüiF Istanbul 1 962, s. 235-305; Do­ Qan Ergün, Sosyolojl El Kitabı, s. 36-43; Barlas Tolan, Toplum Bili­ me Giriş, Kalite Matbaas ı, Ankara 1 975, s. 1 1 -1 5 ; Cavit Orhan Tü­ tengil, Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metot, 3. bs. iüiF istanbul 1 975, s. 50-55; H amide Topçuoi;jlu, Hukuk Sosyolojlsl Dersleri

107


Pozitivist bilginin özelliği,

sadece bugünün, bugünkü

mevcut durumun bilgisi olmasıdır. Ogulann ve olgusal iliş­ kilerin betimleme ve açıklamalannı, bugünkü görünüşlerine göre yapmaktadır. Böyle olunca, örneğin; toplumsal bilimle­ rin tarihsel olma özelliği gözden uzak tutulmaktadır. Bugün­ kü olgulara ve olgusal ilişkilere, geçmişin etkileri belirtilıne­ mektedir. Aynca. pozitivist bilgi, gelecek hakkında da hiçbir öngörüde bulumamaktadır. Sadece bugünkü olgulan sapta­ makla yetinınektedir. Olguların sadece dış görünüşleri ile uğnşıp, onlara hayatiyet ve canlılık veren iç · çelişıneler ile,

bu çelişmelerin çözümlenmesi ile uğraşmamaktadır. 6 7 Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere,

pozitivizm ,

son

1 .:ıhlilde sağa dönük olan bir görüştür. 1 830, 1 848 ihtilalleri­ nin, Avrupa'yı kasıp kavurduğu bir zaman süreci içinde oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu zaman sürecinin en önemli özelliklerinden biri, materyalist dünya görüşünün kök sal­ masıdır. Yeni bir güç olarak gelişen ve gittikçe kuvvetlenen işçi sınıfının görüşü haline gelmesidir.

(Sosyolojl Açısından Hukuk), 2. bs. AÜHF Ankara 1 963, s. 429473; Tarık Özbilgen, Eleştirel Hukuk Sosyolojlsl Dersleri, CIIt 1 , IÜHF Istanbul 1 971 , s . 455 vd.; Necip Aslan, Çağımızı Hazırlayan Düşünce, Varlı k Yayınevi, lstanbul 1 967, s. 1 4 1 - 1 54 ve 222-235; Hil­ mi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Selçuk Yayınla­ rı, lstanbul 1 966, s. 200-230; Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çev. Veh­ bi Eralp, 3. bs. Remzi Kitabevi, Istanbul 1 964, s. 396-405; Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara 1 967, s. 557-565; Emre Kongar, Toplumsal Değişme, Bilgi Yayınevi, Ankara 1 972, s. 7 1 -78; Adnan Adıvar, Tarih Boyunca lılm ve Din, s. 421 -432; Au­ guste Comte, Pozltlvlzm lım lhall, Çev. Peyami Erman, Istanbul 1 952; Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyolojl Tarihi, IÜEF Istanbul 1 956, s. 1 44-1 59, 1 59-1 75; Nurettin Şazi Kösemihal, Durkhelm Sos­ yolojlsl, Remzi Kitabevi, Istanbul 1 971 , s. 1 9-27; Ziya Gökalp, Içti­ maiyat Fransız Sosyolojisi ve Emile Durkheim, Küçük Mecmua, Cilt 1 , Sayı 20, 1 338, s. 1 1 -1 5; Ziya Gökalp, Garb Meselesi, Küçük Mec­ mua, Cilt 1 , Sayı 25. 1 338 ve daha sorirakiler; Ziya Gökalp, Avru­ pa'daki lçtemai Buhranın Sebebi, Küçük Mecmua, Cilt 1 , Sayı 31 , s. 1 1 3- 1 4 67. Nusret H ızır, Pozitivizm Adı Üzerine, Felsefe Yazıları, s. 281 -286.

108


Kemalist ideolojinin fikirsel dayanaklannın,

görüş olduğu ileri sürülmekte d.ir. 68

pozitivist

".. . Atatürk'ün fikir sisteminin temelinde 'pozitivist bir espri'nin varlığını ileri sürerken, Atatürk'te 'ilim' kavramının temel kavram olması niteliğine dayanıyo­ ruz." 69 " ... Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyat için, en hakiki mürşit ilimdir. I lim ve fennin haricinde, mürşit aramak gaflettir, cehalettir, da­ lalettir. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakika­ sındaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terak­ kiyatını zamanla takip etmek şarttır. Bin, ikibin, binlerce sene evvelki ilim ve fen lisanının çizdiği düs­ turları , şu kadar bin sene evvel bugün aynen tatbikata kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değil­ dir."7o Burada, Mustafa Kemal'in belirttiği, "ilim" kavramı üze­ rinde önemle durmak gerekir. İlirn kavramı, Osmanlı İmpa­ ratorluğu'nda İslami ilimler anlamında, yani; fıkıh, kelam, hadis vs. anlamında kullanılmaktadır. Batı tekniği, Batı ilmi azçok tanırunaya başladıktan sonra ise, bunlar: "fen" keli­

mesi ile ifade edilmeye çalışılmıştır. 71 Yukanda, pozitivizm üzerinde dururken, onun, teolojiye, yani: dini düşüneeye ve metaftziğe karşı çıktığım, gôzleme dayalı bir bilim düşünce­ sini egemen kılmaya çalıştığını belirtmiştik. Avrupa'da geli-

68. Taner Tımur, TOrk Devrimi Tarihi Anlamı ve Felsefi Temeli, SBF, Ankara 1 968, s. 1 1 2-1 1 7; Taner Timur, TOrk Devrimi ve Sonrası, 191 9-1946, Do�an Yayınevi, Ankara 1 971 , s. 1 27-1 42; Do�an Avcı­ � lu , Milli Kurtuluş Tarihl ili, Istanbul 1 974, s. 1 351 vd. ; Mete lun­ çay, Doğmatlzm, a.g. tebliğ, s. 3 vd.; Bahri Savcı, Atatürkçü De-. mokrasl ve Bilim Politikası, SBFD, Cilt 27, Sayı 3 (Cem Sar'a Armağan) s. 458. 69. Taner Timur, Türk Devrimi, s. 1 1 4-1 1 5. 70. AtatOrk'ün Söylev ve Demeçler! ll (1 906-1 938), 2. bs. TITE, Ankara 1 959, s. 1 94 (221911 924 tarihli nutuk) 7 1 . Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Söz­ lüğü, CIIt ll, MEB Istanbul 1 971 , s. 52-57; Taner Timur, Türk Devri­ m l, s. 1 1 6; Taner Timur, TOrk Devrimi ve Sonrası, s. 1 39.

109


şen

bu

pozitivist

düşünce;

Osmanlı

İmparatorluğu'nda.

Genç Osmanlılar ve Jön Türkler; Cumhuriyetin ilk dönemle­

rinde ise, Mustafa Kemal ve arkad;ışlan tarafından önemle

üzerinde duruldu.

Bu düşüncenin özellikle Mustafa Kemal ve arkadaşlan

tarafından önemle üzerinde durulmasının nedeni. iki yön­ den önem taşıması idi .

Blrlnclsl,

sözüm ona pozitivist gö­

rüş, ilim anlayışını temel yapıyordu . İlim ise. evrenseldir.

İlim evrensel bir sistemdi, ilimin vatanı olamazdı. Dolayısıy­ la pozitivizmin alınıp uygulanması taklit sayılamazdı.

sl lse,

İklncl­

pozitivizmin, kilise ile ilgili bir görüş olmaması idi. Ki­

lisenin düşüncelerini reddetmesi idi.

Pozitivizm,

laik bir

görüş idi. Bu ise. toplumun laikleşmesini isteyen Mustafa

Kema l ve arkadaşlan tarafından önemle üzerinde durulan

bir husus idi.

" ... Bu noktada iki şey söylüyorum: Biri Türk batıcılı­ ğının pozitivist olduğu , öteki pozitivizmin dogmatizmi içerdiği. Bizim batıcılığımızın, özellikle I ttihat ve Terakki ileolojisinin bir devamı olarak görünen, Kemalizmin po­ zitivistliği benim fikrim değildir. Fikir tarihçilerimiz çok­ tan bu tanımlamada birleştiler. Batı düşüncesinin mut­ laka pozitivist olması gerekmez elbette. Fakat pozitivizmin, Batıda 1 789 öncesinin akıl ve aydınlanma çağların ı n meşru çocuğu olduğunu, onların iyimser ak­ la inançları nı sürdürdüğünü, bizim de siyasal ve top­ lumsal yapımız gereği, özellikle 1 789'u hazırlayan dü­ şüncelerden etkilendiğimizi, unutmayalım. Dinden, böyle bir kesin metafizik düşmanı programa geçmek, eskilere pek zor gelmiş olmamalı. Öyleki, terminoloji­ nin bile değişmesi gerekmemiş, yalnız bazı kavramla­ ra yeni yoru m getirilmiştir. Din yerine bilime inanılmış­ tır. Atatürk'ün 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' sözünü ele alalım. Burada Ilim yeni bir terim değildi. Dinbilimi demekti. Onun için böyle söylendiğinde, çarpıcı bir ya­ nı yoktu. Sanki dinin üstünlüğü bir kez daha açıklan mış oluyordu. Aynı sözdeki, irşat etme terimine de dik­ katinizi çekmek isterim. Ayrıca 'aydın' diye çevirdiğimiz, 'münevver' terimi de, bu yönden son de­ rece ilginçtir. Batı dillerindeki zeka adamının yanında,

1 10


bizim tanrısal ışıkla aydınlanmış adamımız buram bu­ ram din kokar 72 ."

Demek ki, batılılaşma laik bir İslamlık olarak ileri sürül­

mektedir. Yukanda pozitivizmin de laik bir insanlık dini ge­

liştirmeye çalıştığını ifade etmiştik.

". . . Memleket ve milletin hayat ve atisine olan mu­ habbet ve hürmetimden dolayı huzurüiluzda bir nokta­ yı izaha mecburum: Vatandaşlar, vatandaşımızı, her­ hangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi , babanız gibi, evladı­ nız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat, bu sevgini­ zi, milli mevcudiyetinizi, bütün muhabbetinize rağmen herhangi bir şahsa, sevdiğinize vermeye neden olma­ malıdır." 73 ·

Bu tür sevgi ve saygı öğütlerinin, pozitivistler tarafından

da ileri sürüldüğünü yukanda görmüştük

Mustafa Kemal "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" diye­

rek iki şeyi ifade etmeye çalışıyor:

Birinci olarak,

resmi İs­

lam anlayışını, yani, devlet tarafından organize edilen "ger­

çek İslam"ı savunuyor. Gerçek islama karşı imanlı ve akılcı

bir tavır takınıyor. Hayatta en hakiki mürşidin ilim olması

budur. Buna karşılık devlet örgütünün dışında, yani, resmi İslam anlayışının dışında gelişen tarikatçılığa, şeyhliğe, der­

vişliğe, tekkelere vs. savaş açıyor. Bin yıldır, ikibin yıldır uy­ gulanan akıl dışı sistemler de budur.

İkinci olarak Ise,

İsla­

mi ilimler ile fen'i yani, gerçek bilimleri bir arada, birlikte

kullanıyor. Bunlann birbirleri ile çelişmediğini, birbirlerini

bütünlediğini belirtmeye çalışıyor.

Burada üstünde durmaya çalıştığımız önemli nokta şu:

Avrupa'da başlayan,

1 9 . yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren gelişmeye

pozitivist

teortler,

Osmanlı

İmparatorluğu'nda,

Genç Osmanlılar tarafından aynen uygulanamadı. Pozitivist teori olduğu gibi alınrnadı. Bu konuda pozitivizm adına ge­

liştlrilmeye çalışılan düşünceler, temeldeki teorik dayanak-

72. Mete Tunçay, a.g. tebliğ. s. 3. 73. AtatOrk'ün Söylev ve Demeçler! ll (1 906-1 938), s. 1 95 (22/9/1 924 tarihli nutuk)

111


lanndan epeyce kopuktur. 74 ;Kemalist · ideoloj inin ise, hangi

teorinin modeli olduğu bile belli değildir. Aslında, pozitivist teorilerden kaynaklanmaktadır. Fakat. Türkiye'de uygula­ nan KLTilalist ideoloji, pozitivizrnin teorik kaynaklanna ol­

dukça ters düşmektedir. Çoğu zaman, pozitivist teorilerle , arasında ilgi kurmak bile zorlaşmaktadır. Pozitivistler, nesnel gerçeği reddetınekle: onun bilineme­

yeceğini söylemekle: elle tutulanın ve gözle görülenin ötesin­ de hiçbir şeyin araştınlamayacağını ve b!linemeyeceğini bil­ dirmekle beraber: olgulara, gözlem ve deneyiere önemli yer vermektedirler. Gözle görülenin ve elle tutulanın bilime ko­ nu olacağını bildirerek, somutu kabul etmektedir. Yani, var­

lık alanı olarak gerçeği kabul etmektedir. K�malist ideoloj i ise, daha nesnel gerçeğe varmadan: olayın, olgunun, şeyin

bizzat kendisini reddetmektedir. Somutu reddetmekte, inkar etmektedir. Yani, varlık alanı olarak gerçek inkar edilmekte­

dir ( *)

Kürt olgusu, 1923'lerden itibaren inkar edilmiştir ve yok sayılmıştır. Kürt isimli bir ulusun varolmadığı, tarihte böyle

bir halkın yaşamadığı, bu isimle bilinen halkın 1ürk olduğu ,

1ürk olduğu için de mutlu olduklan, Kürtçe diye bir dilin bulunmadığı, bu dilin 1ürkçe'nin bir şivesi olduğu, Kemalist ideolojinin temel hareket noktalanndan biridir. Kemalizm,

bu görüşlerini hem fikir planında, hem de eylem planında

etkin bir şekilde geliştirmekte ve uygulamaktadır. Kemaliz-

74. Hilmi Ziya Ülken, TOrkiye'de Çağdaş DOşOnce Tarihl i, s. 200·230; Şerif Mardin, Genç Türklerin Siyasi Fikirleri, (1 895-1 908), Iş Ban­ kası Kültür Yayınları, Ankara 1 964, s. 225-230; Şerif Mardin, Tanzi­ mat'tan Sonra Ayrı Batılılaşma, TOrkiye Coğrafi ve Sosyal Araştır­ malar (Editörler; Tümertekin, Mansur, Benedict) ITEF, Istanbul 1 97 1 , s . 41 1 -458; Tarık Özbilgen, Batılılaşma Problemi Ozerlne Bir Uygu­ lamalı Sosyolojl Denemesi, IÜHFD, Cilt 34. Sayı 1 -2, 1 969, s. 41 5512. (*) Burada amaç, Kemalist ideolojinin, özelliklerini belirtmek de{Jildir. Ke­ malist ideolojinin, toplumsal süreçte; nasıl egemen bir ideoloji haline geldi{Jini belirtmek de d�ildir. Vurgulamaya çalıştı{Jım ız nokta, Kema­ list ideolojinin, Kürt sorununa bakış yönüdür. Kemalist ideolojinin özellikleri, egemen bir ideoloji haline gelişi, Kürt sorununa bakış açısı­ nın anlamı, ilerideki çalışmalarda ele alı nacaktır.

1 12


min bu görüşleri; üniversitelere. yargı organlarına. siyasal partilere, sendika ve derneklere, çeşitli kamu kuruluşlarına empoze edilmiş ve kabul ettirilmiştir. Örneğin; üniversiteler, özlellikle toplumsal bilimler bölümleri böylesine yalana ve ink.ara dayalı bir ideolojiyi (*) yapan ve yayan kurumlar hali­ ne gelmişlerdir. Üniversiteler, böylesine yalana dayalı ve in­ kar üzerinde geliştirilen bir ideoloj iyi meşrulaştınnaya çalış­ maktadırlar. Aşağı yukan, öteki kurumların durumlan da böyle. Devlet ise, askeri ve idari sistemi ile, eğitim sistemi ile, kitle haberleşme araçlan politikası ile, bu ideolojiyi aktif olarak uygulamalrta ve gereklerini yerine getirmeye çalış­ maktadır. Bu ideolojiyi gerçekleştirmek için, her türlü gayre­ ti göstermektedir. Bu ideolojiyi gerçc;!kleştirmek için her tür­ lü vasıta mübahdır. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Yeniçeİi Ocaklan'nı hatırlatan. Yatılı Bölge Okullan ile, Kürt çocuk­ lar, özlerinden koparılarak asimile edilmeye. köleleştirtlmeye çalışılmakta; radyo, televizyon gibi araçlar da, bu işi bütün Kürt toplumu çapında gerçekleştirme amacını gütmektedir­ ler. Devlet, idare sistemi ile, ordusu ile, bu ideoloj iyi benim­ semeyenleri, yani Türkleşmeyi benimsemeyenlert, Kürt kala­ rak

yaşamını

sürdürmek

isteyenleri,

çeşitli

biçimlerde

horlamaktadır. Kemalizm, Kürtlerin mutlu olmalanm, Türk­ leşme koşuluna bağlamıştır. Kürt kalarak mutlu olmak iste­ yenlerin üzerlerinde ise, ağır bir baskı politikası sürdürül­ mektedit. Kemalist ideoloji, Türkiye'nin sosyoekonomik temeli üze­ rinde, ekonomik menfaatler çerçevesinde oluşan ve kaçıml­ maz olan sınıflaşmayı da redd�derek, Türkiye'nin "sınıfsız ve zümresiz" bir toplum olduğunu söylüyor. Bu da maddi ger­ çeğin ve sosyal olgunun reddidir. Görüldüğü gibi, Kemalist ideoloji, varlık alam olarak gerçeği 1nk.ar eden ve yalana dayanan bu hali ile, pozitiviz­ min teorik temellerinden son derece uzaktadır. Hem "Hayat­ ta en haki.... . · TJiürşit ilimdir, fendir" demiş, hem de gerçek bi­ limlerin terndinde d:.ıran. olgulan. yani, varlık alanını yok sayarak, reddederek bilim düşmanı bir tavır içirie girmiştir. Çünkü, dogmatizmi bilime egemen kılarak, belirli konularda

(* )

Bakınız: ��

. .

:te:

42deki (*) dipr:ıota.

1 13


fikir üretme olanağını ortadan kaldırrnıştır. Normatif tedbir­ lerle fikir üretilmesini yasaklamıştır. Kemalist ideolojinin çö­ zümlemesini, ileride etraflı bir şekilde yapacağız. Bu arada, üniversite, yargı organlan gibi, "özerk kurumlara", bu ideo­ loj inin nasıl benimsetildiğini; onların da bunu, tartışılmaz tek gerçek olarak nasıl benimsediklerini yine arılatmaya ça­ lışacağız. Burada kısaca Kemalist ideolojinin resmi ideoloji olduğunu, egemen ideoloj i olduğunu belirtmekle yetlnelim. Kemalist ideoloj i, başta, asker-sivil Türk küçükbuıjuva­ zisinin ideoloj isidir. Daha sonraları, Türk buıjuvazisi ve geli­ şen Türk tekelci sermayesi de. bu ideoloj i ile bütünleşmiştir. Kemalist ideoloji. Kürt olan sınıf ve tabakalara genel ola­ rak uzak bir ideolojidir. İdeolojinin, Kürt halkına karşı baskı yöntemleri ile benimsetilmeye çalışılması, bu uzaklıktan do­ layıdır. Merkezi otoritenin 37-38 senedir, yani Dersim diren­ mesinden sonra, yaratıp ayakta tutmaya çalıştığı, ajan edip kendine bağladığı. mahalli istihbarat örgütlerinde kullandı­ ğı, zaman zaman da parlamenter olarak Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi'ne soktuğu tutucu sınıfların, yani, toprak ağaları­ nın, şeyhlerin, seyitlerin, aşiret reisierinin bile bu ideoloj i ile bütünleştıklert söylenemez. 1 938'lerden önce ise, Kürt ege­ men sınıflannın Kemalist ideolojinin uygulamalanna karşı mücadele halinde olduğunu biliyoruz. Kemalist ideoloj i egemen bir ideolojidir. Türkiye'deki bü­ tün sınıf ve tabakalar üzerinde egemendir. Başta küçükbur­ juvazi olmak üzere bütün egemen sınıf ve tabakalar tarafın­ dan savunulmaktadır. Kemalist ideoloji, üniversiteler, yargı orgarılan. mahkemeler, siyasal partiler, dernekler. sendika­ lar, kitle haberleşme araçlan üzerinde kesin bir egemerılik kurmuştur. Bu ise. bilim yöntemi bakımından son derece büyük bir tehlike yaratmaktadır. Çünkü, ideoloji. toplum üzerinde ve toplumsal kurumlar. üzerinde bu derece ağır ve etkin bir egemenlik kurunca, gelecek, artık, ideoloj i açısın­ dan ve ideoloj i aracılığı ile yorumlanmaya çalışılmaktadır. Mademki ideoloj i, Kürt unsurunu kabul etmiyor, böyle bir unsur yok, gelecekte de olmaz. Olamaz, olmamalıdır. Eğer "Kürdüm" diyenler olursa, bunlara karşı mücadele etmek kaçınılmaz bir görevdir. Olmayan bir şeyi yaratmaya çalı­ şanlara karşı mücadele edilir. İdeoloji, egemen ideoloji olup,

1 14


toplum ve toplumsal kurumlar üzerinde egemenlik kurunca,

artık, geçmiş de, bu ideolojiye göre yeniden inşa edilmekte­

dir. Mademki, günümüzde egemen ideoloj i; Kürt varlığını,

Kürt gerçeğini kabul etmiyor, böyle bir varlık, böyle bir ger­ çek yok, geçmişte de yaşamamıştır. Bu anlayışa göre tarih­

sel olaylara yaklaşmaya çalışanlann, tarihsel belgelert tahrif etmekten başka hiçbir yöntemleri olamaz. Bilim adamı de­

nen kişi böylesine bir ideolojik saplantıya girdi mi, tarihsel belgelerde geçen Kürt kelimelerini, ya çıkanr, veya onlan,

Türk- Arap, Fars vs. (Tarihi yazan hangi millete mensup ise) diye değiştirir. Veya Kürtlerin tarihteki eylemlerini görnıe­

mezlikten gelir.

Görüldüğü gibi, resmi ideoloji artık, bilgi edinmede kul­

lanılan bir düşünce yöntemi haline gehnektedir. Doğrunun (hakikatın) tartışılmaz tek ölçütü olarak kullanılmaktadır.

Ve bu bilgilerin, doğruluğu herkes tarafından tartışmasız kabul edilen ve geçerli sayılan ortakduyu haline gelmesi is­

tenmektedir. Bütün bunlann ise: bilim yöntemi bakımından

ne kadar sakıncalı durumlar olduğu şüphesizdir. Çünkü, bi­

lim yönteminde; geçmiş, bugün ve gelecek bir bütündür ve

birbirlerini etkilerler. Bugünü anlayabilmeiniz için, geçmişin somut durumunun ve somut olgulannın somut tahlilini

yapmamız gerekir. Toplumun geleceğe doğru, doğrultusunu

çizebilmemiz için ise, bugünü anlamalıyız. Burada ise, geç­

mişten yararlanarak bugün aniaşılmaya

çalışılmamakta,

bugünün egemen ideolojisine göre, bu ideolojinin gerekleri­ ne göre. geçmiş yeniden inşa edilmeye çalışılmaktadır.

Halbuki, bugünden geçmişe bakmak çok sıhhatli ve bi­ limsel olmalıdır.

Resmi ideolojiden,

kısıtl�yıcı fikirlerden

kurtularak geçmişi anlamaya çalışan kişi, çok daha sıhhatli

ve geçerli bilgilere sahip olur. Resmi ideoloj iye dayalı olarak fikir üretmeye çalışan kişi, elbette, çok önemli bir rahatlık içindedir. Bu rahatlık, devlete dayanmanın, resmi ideolojiyi

yaygınlaştırmanın verdiği bir rahatlıktır. Fakat resmi ideolo­

jiye dayanmanın rahatlığı içinde üretilen bilgiler hiçbir za­ man bilimsel olamazlar.

1 15


VI.

BÖLimf

SONUÇ: VARLIK ALANI OLARAK, GERÇEK, YANİ GERÇEK SOMUT KABUL EDİLMEDEN VE NESNEL GERÇEK BİLİNMEDEN, DQÖAYI, TOPLUMU, İNSANI DEÖİŞTİRMEK MÜMKÜN DEÖİLDİR.

Bilimsel faaliyetin temel taşı, varlık alanı olarak gerçe­

ğin, yanı gerçek somut'un, olgunun, şeyin kabulüdür. Bilim,

ancak böyle bir kabulden sonra olgulan ve olgusal ilişkilert

kavrama Işine başlayabilir. 'Düşünülmüş somut'u aramaya. kavramaya başlayabUir.

Sömürücü

sınıf ideolojUerine ve

normatıf tedbirlere boyun eğilmesinden ve bunlann kabu­

lünden sonra, billmsel faaliyetin yürütülmesi mümkün de­ ğUdJr. Bu çalışmalar. ideolojiyi korumak ve onun bilim üze­ rindeki egemenliğf.nı sürdürmekten başka bir işe yaramaz. Bütün bu tutumlann, bU1mdışı ve bilim düşmanı tu: tumlar olduğu şüphes1zd1r. Öyleyse, bUım yöntemı egemen

sınıf ve sömürgeci ideoloj1lere kati surette taviz veremez.

Gerçek somutu, somut olgulan. nesnel gerçeği yok saymak, reddetmek, bU1m yöntemı Ue hiç bağdaşmayan tutumlardır. BU1m, somut durumlarm, somut olgularm, somut tahlllini yapar. Somut durum, olgularm ve şeylerin bizzat kendisidir.

Somut tah11l ise, nesnel gerçeğin bir bütünsellik içinde kav­

ramnaya çalışılmasıdır. Olgular ve olgular arasındaki Uişki­ lerin, çelişme ve değişmelertn çeşitli iç ve dış bağlantılarm bir bütün olarak kavranılması ve ortaya çıkanlınasıdır. Ya-

1 16


ni, gerçeğin somutlanmasıdır. "Gerçek somut"tan "düşünül­ müş somut"a böyle varılır. Görüldüğü gibi, doğada, toplumda, bütün şeyler ve ol­ gular birbirlerine sıkı bir şekilde bağlıdırlar. Birbirleriyle di­ yalektik bir bütünlük içindedirler. Hiçbir olgu veya şey öteki olgu veya şeylerden bağunsız değildir. Kendi dışındaki şey­ lerden ve olgular kümesinden etkilendiği gibi, onlan etkile­ yebilir de. Bu olgu veya şeylerin hiçbir zaman sabit kalmadı­ ğım, devamlı olarak değiştiğini de gösterir. Bu ise, özellikle , toplumsal bilimlerin, tarihsel bilimler olduğunu gösterir. Do­ ğayı, toplumu, insanı 've tarihi değiştiren, harekete geçir�n önemli etkenin ise, şeylerin veya olgularm iç yapılannda mevcut olan çelişıneler olduğu şüphesizdir. Bu değişmede dış mü dahalelerin ve dış etkenierin de rolü vardır. Hangi toplumlarda iç etkenlerin, tayin . edici rol oynadığı, gelişme­ nin yönünü tayin ettiği, somut araştırma ve incelemelerle ortaya çıkar.

..Doğru olsalar bile bazı şeyleri yazmanm yerl ve za­ �anı değlldlr. Her şey, her yerde, her zaman söylenmez, her Şeyin bir sırası var" anlayışı billmJn anlayışı değildir. Bu düşünce "idare-i maslahatçı" ve "nemelazuncı" bir dü­ şüncedir. Bir kaçışı meşru gösterme çabasıdır. Bu , aym za­ manda idealist bir düşünce biçimid4". Bilimsel faaliyete vü­ cut veren, maddi hareketi görmemek ve anlamamak için gayret eder. Olgulan ve olgusal ilişkilert maddi hareketleri içinde değil, insaniann bilinciyle açıklamaya çalışır. Bilim, herhangi bir bilgiyi üretiyor ve ifade ediyorsa, bu­ nu, yeri ve zamanı olduğu :ı.çin yapıyordur. Zira bilim, genel olarak dış dünyadaki ve insan zihnindeki hareketlerin genel yasalanm arayan bir süreçtir. Diyalektik bir süreçtir. Bilim adamı denilen kişi de, doğadaki, tarihteki ve toplumdaki ha­ reketlerden bağunsız değildir. Çeşitli fonksiyonlan ile o hare­ ketleri etkilediği gibi onlardan etkilenir de. Onlardan etkilen­ diği zaman, yeni yeni soruruann varlığını kavrar. Bu sorunlan çözümlernek için yeni yeni bilgiler üretmenin yolla­ om arar. O halde bilimsel faaliyetin, doğadaki, tarihteki ve

toplumdaki hareketlerle organik bir bağı vardır. Bu bağ, bili­ min ürettiği bilgilerin yerinde ve zamanında üretildiğini gös­ terir. Yerinde ve zamınırıda üretilen bir bilgi de ifade edilme� 117


lidir. Bu bilimsel bilginin bir özelliğidir. Kamunun inceleme­

sine ve eleştiriDesine sunulmamış, gizli bırakılmış bilgiler,

ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, bilimsel bilgi sayılamaz­ lar.

Herhangi bir somut sorun ortaya atıldığında, "yeri ve za­

manı değil", "şartlar müsait değil", "hassas çevrelerin hışİnı­ na uğrar" gibi, nedenler ileri sürülmesi, bilim yöntemi ve dü­

şüncesi ile bağdaşmayan bir anlayıştır. Bu tür anlayışların

bilim yöntemi ve düşüncesi ile ilişkisi yoktur. Bu anlayış ol­ sa olsa, toplum üzerinde veya sömürge halklan üzerinde bü­

yük bir egemenlik ve sömürü mekanizması kurmuş olan sı­ nıfların ve sömürücü güçlerin ideolojisi olabilir. Zira onlar,

bilinçlenıneye,

nesnel

gerçeklerin

anlatılmasına,

şiddetle

karşı çıkarlar. Bu bakımdan bilgisizliği, karanlığı önerirler.

Çünkü, yığınlar bilinçlenıneden yoksun kaldıkları zaman,

sömürü ilişkileri daha rahat sürer. Bu bakımdan, egemen

sınıflar ve sömürge yönetimleri, nesnel gerçeği anlatan fikir

ve düşüncelerden şiddetle kaçınırlar. Bu fikir ve düşüncele­ re büyük b �r ambargo koyarlar.

Fikirlerin eskisi, yani, tutucusu olabildiği gibi devrimeisi

de olur. Devrimci fikirler yeni gelişen güçlerin, tutucu fikir­

ler eski güçlertn, egemen güçlerin fikirleridir. Egemen güç­

ler, sömürge yönetimleri; basın, radyo, televizyon, sinema gi­

bi kitle haberleşme araçlanyla, eğitim kurumlarıyla ve çeşitli

yollarla tutucu fikirlerin gelişmesini teşvik ettikleri halde: devrimci fikirlerin gelişmesine büyük bir ambargo koyarlar.

Devrimci fikirleri yasaklarlar. Sahiplerini zindana atarlar.

Böylece yeni fikirlerin, yeni düşüncelerin toplumdaki etkin­ liklerini kırmaya çalışırlar. Çünkü, yeni fikirlerin ve yeni dü­

şüncelerin toplumda çok önemli etkinlikleri vardır. Yeni fi­

kirler ve yeni düşünceler toplumu dinamikleştirirler. Yeni

fikirlerin ve yeni düşüncelerin toplumlan değiştirici, yenileş­ tirici, harekete geçirici ve örgütleyici güçleri vardır. O halde,

"yeri ve zamanı değil", "şartlar müsait değil", "hassas çevre­

leri endişelendirmeyelim" tezleri, özünde egemen güçlerin anlayışıdır. Sömürge yönetimlerinin anlayışıdır. Onlara hiz­

met eder. D evrimciler bakımından ise, sadece bir kaçışın ifa­ desidir. Bir kaçışı, uzak duruşu meşru göstermenin ifadesi.

Bütün bunlardan dolayı, "yeri ve zamanı değil", "şartlar

118


müsait değil", "hassas çevreler ne der" anlayışlan ve bu an­ layışlafa egemen olan değer yargıları, bilimdışı bir bakış açı­

sının ifadesidir. Zaten bilimin kavramlan da değildir. Ancak

kategorilerdir. Bilim herhangi bir bilgiyi üretiyorsa. yeri ve

zamanı

olduğu

için üretiyordur.

Bu

bakımdan Marks'ın

Ekonomi Politiğin Eleştirilmesine Katkı kitabının Önsöz'ü üzerinde önemle durmak gerekir:

". . . i nsanlık ancak halledebileceği problemleri orta­ ya atar. Çünkü, yakından bakılırsa görüleceği gibi problemin kendisi ancak, halledilmesi için gerekli mad­ di şartlar esasen varolduğu, ya da oluş halinde bulun­ duğu zaman meydana çıkarlar."75 Örneğin; Batı'da sömürgecilik kavramı ve sömürgecilik ile mücadele biçimlerinin gelişmesi, onun çöküş yıllanna

rastlamaktadır.

Halbuki

Batı'nın,

Afrika,

Asya,

Güney­

Amerika gibi bölgelerde uyguladığı sömürgecilik, çok uzun yıllar önce başlamıştı .

Marks, Ludwig Feuerbach üzerine geliştirdiği tezlerin

onbirincisinde şöyle der: "Şimdiye kadar filozpflar dünyayı

çeşitli biçimlerde kavramakla. yorumlamakla ve açıklamakla

yetindiler. Halbuki önemli olan dünyayı değiştirebilmek­ tir." 7 6 ooğayı, toplumu değiştirebilmenin ön koşulu ise, önce

varlık alanı olarak gerçeğin, yani, somut olgunun, şeyin ka­ bulünü, sonra da nesnel gerçeğin kavranmasını gerektirir.

Yani, değiştirilecek olan şeyin ne olduğunu iyi bilmek gere­

kir. Somut olgular, varlık alanlan reddedilerek, yalana daya­

lı resmi ideolojilere itibar edilerek dünyayı, toplumu değiştir­

mek mümkün değildir. Yalana dayalı bir ideoloji karşısında sinerek, o ideolojinin eylemleri karşısında sessiz kalarak,

görmemezlikten ve duymamazlıktan gelerek, dünya ve top­

lum değiştirilemez. Bu koşullarda. değil dünyayı, toplumu değiştirmek, onu kavramak, yorumlamak, açıklamak bile

mümkün değildir.

75. Marx, Ekonomi Politlğin Eleştirilmasine Katkı, s. 6 76. Engels, Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 53; Marx-Engels, Felsefe Incelemeleri, s. 69; Politzer, Felsefenin Te­ mel ilkeleri, s. 26 ; Politzer, Marksist Felsefe Dersleri, (Sosyal Ya­ yınlar çevirisi), Çev. Galip Üstün, Sosyal Yayınlar, istanbul 1 969, s. 20 vd.; Hanri Lefebre, Karl Marx Hayatı ve Eserleri !, s. 51 .

1 19


Dogmatizrnle mücadele etmeden bilimsel faaliyeti yürüt­ mek mümkün değildir. Düşünsel bağımsızlık ve bilimsellik eleştirisel bir tutu­ mu, baskılar karşısında sinmemeyi, haskılara boyun eğrne­

meyi gerektirtr. Düşünsel bağımsızlık ve bilinisellik baskılar karşısında suspus olmamayı, bilakis baskılar üzerine yürü­

meyi gerektirir. Düşünsel bağımsızlık olmadan da, bilimsel

çalışma yapmak mümkün değildir. Her türlü baskı ve terör karşısında, özerkçe davranamayan kişi ve kurumlar. özerk olamazlar. Tutucu güçler, siyasal iktidarlar kişi ve kurumla­

ra özerklik vermez. O, ancak, kendi görüşü doğrultusundaki

fikir ve düşüncelerin, kendisine hizmet edecek fikir ve dü­ şüncelerin yaygınlaşmasını ister. Özerkçe davranan kişi ve­

ya kuruluş özerktir.

Bilimsel faaliyet için, geniş ve rahat bir ana caddenin ol­ madığı unutulmamalıdır. Bilimsel faaliyetin gül bahçesinde dolaşmak olmadığı bir gerçektir.

Dünyayı değiştirmek isteyen sınıflann ve güçlerin, so­

mut olgulan ve nesnel gerçeği bilmeye ihtiyaçlan vardır. Sö­

mürgeciler, her zaman sömürgect yöntemlerini, sömürücü

sınıflar da, her zaman sömürülerint gtzlemek isterler. Sö­ mürgeci ilişkilerint ve sömürülerini meşru göstermek için,

yaplıklan işi, evrensel imiş gibi göstermeye çalışırlar. Rasyo­ nelize ederler. Sömürgeci yönetimlere karşı mücadele eden­

lerin ise gtzlenecek hiçbir şeyleri yoktur. Sömürücü sınıflara

karşı mücadele eden emekçilerin, gtzleyecekleri hiçbir şey olamaz.

Nesnel gerçeğin, yani gerçek somutun yok sayılarak, reddedilerek işe başlanması tse, bilim yöntemine daha ba­

şından itibaren ters düşer. Böyle kişi ve kuruluşlar, gerek

bilgilenme süreçlerinde, gerekse daha sonraki eylemlerinde çelişıneler içinde kalır. Örneğin, sık sık "bilim" dediği halde, bilimin nesnesini, yani, objeyt reddeder. "ÖZgürlük" sözünü sık sık kullandığı halde, sömürgeciliği savunur, sömürgeci

boyunduroğun bir halkası haline gelir. Burada önemli olan nokta şudur: btlgilenme süreci ve bireyin bilinci bir bütün­ lük arzeder. Bireyin bilincinde sürekli bir çelişme olamaz. Bireyin bilincinin bir yam sömürgeci, bir yam özgürlükçü,

bağımsızlıkçı olamaz. Böyle bir çeliŞ'.Ue varsa, yarıt, bilgilen-

120


me sürecinde ve daha sonraki eylemlerde, böyle bir çelişıne­

ye rastlanılıyorsa, aslında, bireyin bilincine egemen olan yö­ nün, ikinci yönü olduğu şüphesizdir. Birey için böyle olduğu

gibi, siyasal partiler, dernekler. sendikalar vs. için de böyle­ dir. Çünkü bilgilenme süreci bir bütündür. Çünkü çelişme,

insanın bilincinde değil. şeylerde ve olgulardadır. Doğadaki,

toplumdaki ve tarihteki çelişme. durağan bir çelişme değil­

dir. Dinamik bir süreçtir . . Bu çelişıneler çözülerek, doğa ve

toplum yeni yeni aşamalara gelir. Tez-antitez-sentez biçi­

�de ifade ettiğimiz bu süreç; doğayı, tarihi ve toplumları dinamik kılan motor bir güçtür. Nesnel gerçeği kabul etme­

yen, yok sayan bir insanın zihin yapısındaki çelişme ise, sü­

rekli bir çelişmedir. Durağan bir çelişmedir. Bu ise, •o bireyi

veya kuruluşu dogmatik yapan temel bir etkendir.

Şeylerdeki ve olgulardaki çelişmelert, doğru dürüst kav­

ramayanların veya kavramamakta ısrar edenlerin, zihin ya­

pılan elbette çelişıneli kalır. Bu çellşmede ağır basan yönlert ise, bilimdışı, giderek antidemokratik yönlertdir. Bu çelişıne­

lerden kurtulmanın tek yolu özeleştiri yapıp, nesnel gerçeği

doğrJ olarak kavramanın yoll arını aramaktır. Bunlar temel doğrulardır.

Başta işçi sınıfı ve ezilen, sömürgeleştirilen halklar ol­

mak üzere, dünyayı ve toplumu değiştirmek isteyen ve bu niteliğe sahip olan bütün sınıf ve tabakaların sömürge halk­

larının bu temel doğruyu hiçbir zaman akıldan çıkarmama­ lan gerekir.

121



KAYNAKLAR KiTAPLAR : Tarih Boyunca Ilim veDin 2. bs, Remzi Kitabevi, Istanbul 1 969. : Bilgi v e Toplum ı Bilgi Sosyolojisine ARMAG AN l brahim Giriş, lstanbul 1 974. : Türkiye'de Sosyal Araştırmaların Ge Bildiriler lişmesi Semineri, HÜ,Ankara 1 971 . : Toplumsal Yapı Araştırmaları DTCF, BORAN Behice Ankara 1 945. : Bilimsel Hakikat, Çev. Avni Yakal ıoğBOUTY Edmond lu, MEB, Istanbul 1 952. BUHR M . - KOS I NG A. : Marksçı - Leninci Felsefe Sözlüğü, Çev. Engin Aşkın, Konuk Yayınları, lstanbul 1 975. : Tecrübi Bilimlerde Metoda Dair, Çev. CH ATEL I ER Henri Avni Yakalıoğlu, Istanbul 1 955. Devrimci Gençlik Birliği : Marksist Yöntem Üzerine Devrimci Genç lik Birliği Yayını, Ankara 1 975. DUVERGER Maurice : Metodoloji Açısından Sosyal Bilim iere Gi riş, Çev. Ünsal Oskay, Bilgi Yayınevi, An kara 1 973. : Batılı laşma Ihaneti, Dergah Yayınları, DOG AN Mehmet 2.bs, Istanbul 1 976 ENG ELS : Anti-Duhring, Kenan Somer, Sol Yayı nla rı , Ankara 1 975. : Siyasi Ilimlerde Teori ve Metot Hakkında EN DER Necat Bazı Genel Düşünceler. SBF, Ankara 1 962 : Sosyoloji ve Tarih, Yar Yayınları, istanbul ERG Ü N Doğan 1 973. : 1 oo Soruda Sosyoloji El Kitabı, Gerçek ERG Ü N Doğan Yayı nevi, Istanbul 1 975 FINDIKLIOG LU Z.Fahri : lçtimaiyat 2. Cilt Metodoloji Nazariyeleri, l ü iF, lstanbul 1 961 . GOBLOT Edmond : Ilimler Sistemi, Çev. Fethi Yücel, M EB, Istanbul 1 954.

ADIVAR Adnan

..

123


GOODE W. ve HATI P. GRAMSCI Antonio HIZlA Nusret HILAV Selahattin KlVlLClMLI Hikmet KOMAL KÜÇÜKÖMER ldris LANGE Oskar LANGE Oskar LANGE Oskar LANGE Oskar

LEFEBRE Henri LEFEBRE Henri LEFEBRE Henri LEFEBRE Henri

LEFEBRE Henri

124

·

Sosyal Bilimlerde Araştırma Metotla­ r ı , Çev. Ruşen Keleş, SSYB, Ankara 1 964. Felsefe ve Politika Sorunları, Çev. Ad­ nan Cemgil, Payel Yayı nları, Istanbul 1 976. Felsefe Yazıları, Ça�daş Yayı nları, ls­ tanbul 1 976. Diyalektik Düşüncenın Tarihi, Sosyal Yayınları, lstanbul 1 966. Metafizik Sosyolojl Eleştlrllerl, Ararat Yayınları, lstanbul 1 970. Felsefe Incelemeleri, Doğaya, Toplu­ ma, Olaylara Bakış Yöntemi, Kornal Yayınları, Ankara 1 976. Iktisat lıkelerine Yeniden Bakış, , CIIt 1, lülF, Istanbul 1 972. Ekonomi Politik, Çev. Muvaffak Şeref, Ataç Kitabevi, Istanbul 1 965. EJ.<onoml Politik'In Metodu ll, Çev. Mu­ vaffak Şeref, Ataç Kitabevi, Istanbul . 1 966 Ekonomi Politik lll Ekonomi Politik'In Rasyonellik lıkesl, Çev. Muvaffak Şe­ ref, lstanbul 1 967. Ekonomi Politık IV Ekonomi Polltlkte Akımlar ve Bilimsel Bilgllerin Belirlen­ mesi, Çev. Muvaffak Şeref, Istanbul 1 968. Marx'ın Sosyolojlsl, Çev. selahattin Hi­ lav, Öncü Kitabevi, Istanbul 1 968. Karl Marx'ın Hayatı ve Eserleri CIIt 1, Çev. Reşat Baraner, Anadolu Yayı nları, Istanbul 1 968. Karl Marx'ın Hayatı ve Eserleri CIIt ll, Çev. Reşat Baraner, Anadolu Yayı nları, Istanbul 1 968. Lenin'In Hayatı, Filozofik, Ekonomik ve Politık Düşüncesi CIIt 1, Çev. Rasih Nuri Ileri, Anadolu Yayınları, 2. bs. lstan­ bul 1 97 1 . Lenin'In Hayatı, Filozofik, Ekonomik ve Politik Düşüncesi CIIt ll, Çev. Rasih


LENIN LENIN MACHiAVELLI MARX-ENGELS MARX MARX - ENGELS - LENIN MARX - ENGELS - LENIN ORAN Baskın PLAHANOV

POLITZER POLITZER POINCARE H. ROSENTHAL M. ve YUDIN P.: RUSSEL Bertrand ŞAYI..AN Gencay TOOAN Zeki Velidi

Nuri Ileri, Anadolu Yayı nları, Istanbul 1 971 . Materyallzm ve Amplryokrltlslzm, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara 1 976. Felsefe Defterİerl, Çev. Atilla Tokatl ı, Sosyal Yayınlar, lstanbul 1 976. Hükümdar ve Büyük Frederlk'ln Mak­ yavel'l ÇOrütme Denemesi, Çev. Vahdi Atay, Remzi Kitabevi, Istanbul (tarihsiz). Felsefe I ncelemeleri, Çev. Cem Eroğlu, Sol Yay ınları, Ankara 1 968. Ekonomi Polltli:jln Eleştlrllmeslne Kat­ kı, Çev. Orhan Suda, May Yay ınları, 2. bs, lstanbul 1 974. Marksist Felsefe Yazıları, Çev. Mesud Odman, Bilim Yayınları, Istanbul 1 976. Evrensel Çelişki ve Tarihsel Maddeci­ Jik, Çev. E. Ateş, Ana Yayınları, Istanbul 1 976. Kara Afrika'da Az Gelişmiş Ülke Milli· yetçllli:jl, (Basılmamış Doktora Tezi), SBF, Ankara 1 974. Marksist Düşüncenin Temel Me.selele­ rl, Çevirenler: S. Hilav, E. Buri, N. Bur­ han, S. Miroğlu, Sosyal Yayınlar, lstan­ bul 1 964. Felsefenin Başlangıç Ilkeleri, Çev. Cem Eroğul, Sol Yay ınları, Ankara 1 966. Felsefenin Temel I lkeleri, Çev. M. Ar­ dos, Sol Yayınları, Ankara 1 969. Billmin Dei:jerl, Çev. Fethi Yücel, MEB, Istanbul, tarihsiz. Materyalist Felsefe SöziOi:jO, Çev. Aziz Çalışlar, Sosyal Yayınlar, 2. bs., Istanbul 1 975. Bilimden Beklediğimiz, Çev. Avni Ya­ kalıoğlu, Varlık Yayınları, lstanbul 1 962. Türkiye'de Kapitalizm, BOrokrasl ve Slya$81 IdeoloJI, TODAIE, Ankara 1 971 . Tarihte UsOI, 2. bs, IOEF, Istanbul · 1 969. 125


TUNG Mao Tse TÜTENG il Cavit Orhan ÜLKEN Hil m i Ziya YAVUZ Hilmi YILDIRIM Cemal YILDIRIM Cemal YILDIRIM Cemal YOUNG Pauline V.

Teori ve Pratik, Çev. N. Solukçu, 2. bs, Sol Yay ınları, Ankara 1 969. Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metot, 3. bs. , iüiF, lstanbul 1 975. ilim Felsefesi !, AÜEF, Ankara 1 969. Felsefe ve Ulusal Kültür, Çağdaş Ya­ yınları, lstanbul 1 975. 1 00 Soruda Bilim Felsefesi, Gerçek Yayınevi, istanbul 1 973. 1 00 Soruda Bilim Tarihi, Gerçek Yayı­ nevi, lstanbul 1 974. 1 00 Soruda Mantık El Kitabı, Gerçek Yayı nevi, lstanbul 1 975. Bil imsel Sosyal Incelemeler ve Ana­ yasa, Çevirenler: G. Bingöl - N. lşçil, SSYB, Ankara 1 968.

MAKALELER:

AKAT Asaf Savaş BAŞAR Erol

BELGE Murat BIRiKiM BOZKURT Ömer BRECTH Barthal BULUTAY Tuncer .

Geçiş Dönemi Toplumları Için Teorik Bir Çerçeve, 1, Birikim, Sayı 1 3, Mart 1 976, s. 22-35. Deneysel Bilimlerde Felsefi Görüş Açıla­ rının Katkıları, Felsefe Kurumu tarafın­ dan Hacettepe Üniversitesinde, 24-25 Ekim 1 974 tarihleri aras ında düzenlenen Günümüzün Sorunları isimli serninere sunulan tebliğ. Teorik (Bilimsel) Bir Tarih Açıklamasının Başlangıç Noktası, Birikim, Sayı 3, Ma­ yıs 1 975, ss. 5-1 0. Bilimsel Gelişmede lktisad ın Rolü Soru­ nu, Birikim, Sayı 1 4, Nisan 1 976, s. 3435. Toplumsal Bilimlerde Yöntem kavramı­ nın Alanı, AlD, Cilt 5, sayı 4, s. 3-1 3 Gerçeği Yazman ın Beş Güçlü�ü. Çev. Orhan Suda, Yeni Adımlar, Sayı 1 , Ocak 1 973, s. 3-1 O. Bilim Üzerine Bazı Düşünceler, SBFD, Cilt 27, Sayı 3, 1 972, (Cem Sar'a Arma­ ğan), s. 465-476. ·

126


ÇiZMECi Yavuz EROGUL Cem H IZlA Nusret H IZlA Nusret KITLE KITLE KITLE KiTLE KUÇURADI loanna PAVEL Kopnin ROSENBERG Nathan SANDER Oral Tl B TUNCAY Mete

Bilim ve Bilimsellik Üzerine Bir Deneme, Birikim, Sayı 2, Nisan 1 975, s. 5-9, Diyalektiğe Giriş, SBFD, Cilt 2 1 , Sayı 3, 1 966, s. 281 -301 . Bilgi Yöntemi, Özellikle Tarih Yöntemi Üstüne Kısa Notlar, Be Ileten, Sayı 1 02, TIK, 1 962, s. 337-361 . Hegel ve Nietzsche'de Tarih Görüşü, Atatürk Konferansları IV, TIK, Ankara 1 973, s. 1 5-23. Siyasi Eğitimin Temelleri 4, Bilimsellik, ·Kitle, Sayı 79, 1 3 Ekim 1 975, s. 9- 1 O. Siyasi Eğitimin Temelleri 9, Gerçeği Kavramanı n Diyalektiği, Kitle, Sayı 85, 2 � Kasım 1 975, s. 9-1 0. Siyasi Eğitimin Temelleri 1 O, Pratik ve Bilginin Işlevi, Kitle, Sayı 86, 1 Aralık 1 975, s. 9-1 0. Siyasi Eğitimin Temelleri 1 1 , Hakikatın Somutluğu, Kitle, Sayı 87, B Aralık 1 975, s. 9-1 0. Çeşitli Diyalektik Kavramları; Metot ve Görüş, AlD, Cilt 7, Sayı 4. 4 Aralık 1 974, s. 3-32. Bilimsel Düşünce Metodu, Çev. Ürün, ÜRÜN, Sayı 3, Eylül 1 974, s. 81 -95. Karl Marx'ta Bilimin Iktisadi Rolü, Çev. Faik Seyhan, Birikim, Sayı 1 4, Nisan 1 976, s. 36-44. Tarihte Yöntem, SBFD, Cilt 28, Sayı 1 2, 1 973, s. 59-71 . Bilim, Iktisat, Ideoloji, ve Üniversiteler, 118 · Aylık Bülteni, Sayı 1 2, Haziran 1 975, s. 1 -6. Dogiıı atizm, F(ılsefe Kurum u tarafından Hacettepe Üniversite'nde 24-25 Ekim 1 974 tarihleri arasında düzenlenan Gü­ nümüzün Sorunları, isimli serninere su­ nulan tebli�J..

127


r;ı ilimsel düşüncenin 'gelişmesini 1!1 engelleyen en önemli kurum · res­ mi ideolojidir. Resmi ideola inin dinsel olmasıyla, laik olması arasında çok

büyük

bir fark yoktur. Her ikisinde de,

devlet, polis, karakol, mahkeme, ceza- · ·

evi

gibi

devletin

zorlayıcı

baskı

araçlarını kullanarak res�i görüşün

dışındaki düşüncelerirı gelişmesirıi engellemeye çalışmaktadır. Bütün bunlardan dolayı, resmi ideo­ lojiyle bilim ilişkilerirün irdelenmesi çok önemli bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.