İsmail beşikçi doğu anadolu'nun düzeni cilt i yurt yayınları

Page 1

303.4

BEÅž d


iSMAiL BEŞiKÇi

DOGU ANADOLU'NUN DÜZENi

SOSYO - EKONOMiK ve

ETNiK TEMELLER


YURTKİTAP-YAYIN: 60

İSMAİL BEŞİKÇI BÜTÜN ESERLER: 12-1 Yurt Kitap-Y�yın'da Birinci Basım: Şubat 1992 (DOÖU ANADOLU'NUN DÜZENİ

Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temel­

ler'in ilk basımı E Yayınlan tarafından Temmuz 1969'da, tkinci basımı

ise yine E Yayınları tarafından Aralık 1970'te İstanbul' da yapılmıştır. İlk

baskı 302 sayfa ve büyük boy, genişletilmiş ikinci basımı 519 sayfa ve buyük boy olarak basılmışur. Bu kitabın 6. sayfasında E Yayınlarının ki­

kapla ilgili kimyesi de yer almaktadır.)

Dizgi

: Yurt Kitap-Yayın

Baskı

: Aydınlar Matbaacılık

Montaj : Mehmet Aydın

Sınıfia.ın.a No.: Deıntrbaş No.:

YURT KİTAP-YAYlN GMK Bulvan Onur lşhanı Kat: 7 No: 176 TeL 117 35 49 KlZlLAY ANKARA

()ol)'\


iSMAiL BEŞiKÇi ""'

DOGU ANADOLU'NUN ••

DUlENI

SOSYO --EKONOMiK ve

ETNIK TEMELLER 1 •


Binbir Güçlük ve bask ıya rağmen eğilmeden, kırılmadan sarsılmaz bir inanç, engin ve bilinçli bir halk sevgisiyle büyük yaşamları nı sürdüren BÜTÜN YÜREKLi ARKADAŞLARIMA


"Bir arazinin etrafını ilk olarak çevirerek 'burası bana aittir' diyen ve bu söze inana­ cak kadar saf kimseler bulan ilk insan, me­ deni toplumun gerçek kurucusu olmuştur. Kazıkiarı çekip atarak ve hemcinslerine, 'bu yabancıyı dinlemekten sakınınız: toprağı n kimseye a.it olmadığını ve meyvelerin herke­ sin olduğunu unutursanız mahvolursunuz' di­ yen adam, insanlığı nice cürümlerden, sa­ vaşlardan, cinayetlerden, nice sefalet, dehşet ve ölümlerden koru muş olurdu ."

J.J. ROUSSEAU Jean - Jacques ROUSSEAU, insanlar Arası ndaki Eşitsizliğin Doğuşu ve Esasları Hakkında Nutuk ( 1 754), Çev. S. Evrim- M. Evrim, ( 6 kitabı ile Rousseau) Türkiye Yayınevi, istanbul 1 960 , s. 69.


DOÖU �ADOLU'NUN DÜZEN! sosyo-eko nomik ve etnik temeller copyright:

e

yayınlan

ismail be�ikçi'nin ara�tırması

1 kapak

kemal kaldı

1

1 e yayınları 1 yurt ve dünya sorunları dizisi: 1 1 birinci baskı temmuz1969

dizgi -baskı sümer matbaası

ikinci baskı aralık 1970 1 e yayınları ankara cad. 13/2 tel. 26 81 42 PK. 12


iÇiNDEKiLER Bi RiNCi BASKlYA ÖNSÖZ . 11 IKINCI BASKlYA ÖNSÖZ . 12 ÜÇÜNCÜ BASKlYA ÖNSÖZ ,............................................................ 14 Bi LiM YÖNTEMi'NE ÖNSÖZ 17 DOGU ANADOLU'NUN DÜZENININ BAŞINA GELENLER 19 ................... . . . .. . . . ..... ......... ... ....... . . . . . .... . . . . . . . .

.......

....... . ....... . ........... . ..................... . ......... . . . .

......

.. ················· ' ····· ·············· ... ........ . .. . ........... .

............. . ....................................... ....................... .

GIRiŞ ANA SORUN NEDiR?

.......................... . . .. .......... . ............... .. . .

..

......... . . . . . .

29

BÖLÜM I 43 KAVRAMLAR-TEORiK ÇERÇEVE ve VARSAYlMLAR 1. TOPLUM YAPILARININ TARiHSEL EVRiMi.. .43 ll. FEODAL TOPLUM YAPISI ve FEODALilMiN KAPITALiZME EVRIMi 44 lll. ÜRETiM BiÇiMi ve SIYASi KURU MLAR . ARASINDA iLiŞKi :...........................................................49 IV. ARAŞTIRMANIN SIN IRLARI 50 V. ARAŞTIRMAN IN VARSAYIMLARI . . . . . 52 ....... . . . . . ............

............. .. .. ...........

..................................... ...........................

.. . .........

............ . ....... ..... ... .............. . ....... . .... ... ..... ..

.

.. ........ .... . . ........ . .....

BÖLÜM ll N ÜFUS-TOPRAK ve INSAN iLiŞKILERI . 1.

NÜFUS ve YERLEŞME

.. . ...... .. ....................................

.. .............. ............ .......... . ...... . .. ........

·

1.

. .

.................. . .. . .......... . ......... ............... . ....

A. GENEL OLARAK . B. TARIM TOPLUMU

60

........................... .. .......... . . . . . .......... . . .... .

60

Alt-Gruplar . . . a) Göçebe Aşiretler b ) Köy-Alt ı Yerleşme Biçimleri: Yayla, Mezraa . c) Köyler Kasaba ve Şeh irler

...... . ..... . ..... .... . . ....... . . . . . . . .. ..... . . .... . ..... ....... . ......... . ....

........... . ..

........ . .

.

........

..

.....

... . . . . . . . . . . .

.

2. ll.

..................... . ..... . ..... .. . . ..

.

... .

61

, .. ..... 6 1

. . ... .. . . .

. . .................... ........... ........... .......... . . . . . .

C. NÜFUS ARTIŞI

60

.

.

.

60

.

.

67

. 70

. . . . . . . . . . ..

72

................ ......... ................ . . . ...... . . . . . . • . . . . .. . . .

75

INSAN ve TOPRAK ILIŞKILERi.

......... ................ . .... . .......... .. .. .. ...

90

A. TOPRAGI OLUP OLMADIGINA GÖRE ÇiFTÇI AiLELERi 90 B. TOPRAGA SAHiP OLAN AiLELERiN KONTROL ETTiKLERi TOPRAK MIKTARLARI 91 C. KÖYLER/N MÜLKIYET/ .. 92 D. KÖYLERDE ARAZISi OLUP KENT ve KASABADA OTURAN AiLELER 95 E. TARIHSEL GELIŞIM . , .......................................... 96 . . . .......... . ...................................... . .. ........

.... . ... ... .. . . .

.

.. ......... ....... . ... . .. . ........................

............. ...................... . . . . .

.............

.


ll l.

1 . Osmanlı imparatorluğ u . .. . . . . ... . .. . ... . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96 2. Doğu Anado l u . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 1 06 a) Doğu Anadolu H alkı Hakkın da Bilgi . .... . . . . . . . . . . . 1 06 TÜRKLER i N ANADOLU 'YA GE LiŞLE Ri . . . . . . . 1 08 ŞARAF-NAME . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . ... . ... . . . . .. . 1 1 O b) Osmanlı imparatorluğu Döneminde Doğu Anadolu ... ....... . . . . . . . . . . ...... . . . . . .. . . . . . .......... 1 1 3 c) Osman l ı imparcıtorluğu D öne min de Kürt Hükümetleri ve Sancakları . . . .. . . . . . . . . . .... . . . . 1 1 7 3. Os man l ı imparatorl uğ u Dö neminde Doğu Anadolu Feo dal Yap ı dadı r . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . 1 25 4. Tanzimat Dönemi n de Doğ1,1 Anadolu . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .... 1 28 FEODAL TOPLUM YAPIS ININ ANALiZi. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 33 A. ÖKÜZ. KARASABAN ve KAGNININ BELiRLEOiGi TEKNOLOJiK DÜZEY.... . . . . . ... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 1 33 1 . Üretim Araçl arı . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . 1 33

2. U laşt ı rm a ve H aberleşme Araçları . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . 1 34 3. Kredi Us ulleri, Tefecil i k . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . 1 35 4. işletme Biçimleri, Kirac ı lık, O rtakçı l ı k . . . . . . . . ........ . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .... . . . . . . 1 38 a) Araz inin Do ğrudan Doğruya Mülk S ahibi Taraf ı n dan işlet ilmesi .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 139 b) Kira ile lş l etme . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . 1 39 c) Ortakçı lıkla işletme ... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .. . . . .. . . . . . . . . 1 40 5. işletme Biçimlerinin Feodal Karakteri . . . . . . . . . . . . . . . ... . . .. 1 44 ·

B. DOGU ANADOLU FEODALiZMiNDE SOSYAL SINIFLAR. . . . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . .. . 1 49

1 . Feodal Egemen S ı n ı f: Ağa, Şeyh, S eyit ve Aşiret Reisieri . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . 1 49 2. Ağan ı n Çevresi . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .... . . . .... . . . . . 1 53 a) Kahyalar ve Hizmet Grupları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 53 b) Emniyet Uns u ru . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : 1 54 3. Köylüler . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . ... .. . . . . . . . . . .. . .. . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . 1 56 4. Bir Ağa . . . . .. . . .... . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . .... . . . . . . . ... . . . . . . .... .. . . . . . . . 1 58 5. Feodal Toplumun Bilim A dam ı . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 1 6 1 C. DOGU ANADOLU'DA HANEDAN AiLELER . . . . . . .. . . .. ... . . . . . 1 61 D. ARAŞTIRILMASI GEREKEN TEMEL SORUN . ... . .. . . . . . .. . . 1 65 E. FEODAL TOPLUMDA MiLLiYETÇiLiK ANLA YIŞI. . ... . . .. . . 1 65

IV.

F. FEODAL iLiŞKiLERDEN KAPiTALiST }ŞLETME iLiŞKiLERiNE GEÇiŞi ENGELLEYEN ETKENLER . . . . . . . . 1 68

NÜFUS ARTIŞI ve TOPRAK M Ü LKiYETi ILi ŞKiLERi. . . ... ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 83 A. NÜFUS ARTIŞI ve TEMELDEKi KAVGA YI GiZLEME ÇABALARI . . . . . . . ..... . . . . . .. . .. . . . .. . . . ... . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . 1 83


B. FEODALiTEDEN DEREBEYLiGE GEÇiŞ SÜRECi . 1 84 C. DOGU MiTiNGLERiNiN SINIFSAL DiNAMiKLERi 185 . . . . . . : ....... . . .. . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . 1 95 ...

....

.... . . . . . .

ÖZET

.......

.....

. . . . . . . . .... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .

BÖLÜM lll DOGU ANADOLU'DA FARKLI YAPISAL GELiŞMELER 1.

E RZURU M

..... . . . . . . . . .. . ....

1 99

ve KARS'TAKi YAPISAL Z lTLlKLA R . . . . . 1 99 A. iLERiCiLiK ve GERiCiLiK KA VRAMLARI . . 199 B. SINIF GERÇEGi ARTIK GiZLENEMEZ . 209 C. ERZURUM'UN TUTUCULUGU KARS'IN iLERiCiLiGi . . . . 21 O D. ATATÜRK ÜNiVERSiTESi . , . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . 2 1 3 .

. ..

..

.......

.... . .

. . . . . ....... . . . . . . . . . .

. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ll. G EÇiŞ H A Li N DEKi B i R TOPLUM GÖÇEBE ALi KAN AŞi RETi .

. . . ... . . .

... .

......... . . . . . . . . . .

. . . .. . . . . .... . . . .

. . . . AŞiRET YAPlSI. . .. . . .. ÜRETiM iLiŞKiLERi .. . . . . . GELiR DAGIL/MI ve SlNlFLAR . TOPLUMSAL DEGiŞMEDE GÖZLENEBiLECEK BAZI OLUŞUMLAR . . . . BiTLiS v e TATVAN'DAKi ZlT GE LiŞiM . . . . . . . . . . .. . . .

A. B. C. D.

. . . . . . ..........

..

.

. . . . . ... . . . . . . . . . .

... . . ... . . . . . . . . .

. . . ...

....

. . . . . . . . . . .. .

. ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ...

. . . . .. . . . . . . . . . . . .

..

. . . . . . .. .

.... ......

. . . ..

..

..

. .

. . . . . . . .. . . . .

...

. . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . .

224 224 232 236

237 243 l l l. IV. TOP RAK M ÜLKiYETi ÇE LiŞKiSiNiN KESKiN LE ŞMES i : U RFA . . . . . . . 247 . " U RFA TÜRK ÜLERi U RFA'N IN KENDiSiDiR" .. . 252 V. EL TEZG A H LARl N DAN ATÖLYELERE GEÇiŞ: GAZiANTEP, S i i RT 255 . VI. DiYARBAK l R'DA MAKiNELEŞME: FEODAL B EYKÖYLÜ iLiŞKiLE Ri N DEN, PA TRüN - i ŞÇi iLiŞKiLE RiN E G EÇiŞ . . . . . . . 258 A. NÜFUS ARTIŞININ BASKlSI . . 258 B. FEODAL EGEMEN SINIF/N KAPiTALiSTLEŞMESi 263 C. DiYARBAKlR'lN DOGAL iLERiCiLiGi . . . 268 V II. KAÇAKÇ ILIGIN TAMPON ROLÜ: .. 270 K iLiS-NUSAYBiN, DOGUBEYAZIT, POSOF A. KAÇAKÇ!L/G/N TAMPON ROLÜ . 270 B. KAÇAKÇ ILIGA KON U OLAN MALLAR . 273 C. KAÇAKÇIL/G/N SINIFSAL TEMELLERi 274 D. KOMŞU ÜLKELER.. . . . : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 277 E. EKONOMiK BÜTÜNLEŞME ve KÜL TÜREL ETKiLEŞME . . . 279 ...

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . ..

... . . .

........

. . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .

...

..

....

... .

. . . . . . . .......

....

. . .. . . .

..

....

...

..

.

. . . . . . . . .. . . . . . .

. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ..... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .

.

.. . . .

. .. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .

.......

...

. . . ........... .... . . .

......

....

. . . . . . . ... . . . . . .

.. . . . . . . . .. . . . . .

..........

. . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......

.

. . . . . . . . . . . . . . ... . . .

.... . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .. .

........... . . . . . .

..

..

..

.....

. . . . . .....

. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

F. iRAN ve SURiYE'DE GEÇERLi TÜRK LiRASI

. .. . . . . . .

. . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . ..... . . .. . . . ...... . . . . . . . . .

VIII. iÇ BÖLG E LE ALE S IN IR BÖLGELE Ri ARASIN DAKi iLiŞKi LE R: KAÇAKÇillK ve

280


IX,

E ŞK IYALIK OLA YLAR l NIN BÜT ÜNLE ŞME S i DOGU ANADOLU'D A Ü RETiM GÜÇLERiNiN ve ÜRETiM i Li ŞKiLERi N i N B UGÜ NK Ü D U R UM U

..........

..........

ÖZET

.

. . . . . . . . . . . . 281

..........

.

...

......................... ......................... ................. ... ........... . . . . . . . . . . . . . . .

285 293

BÖLÜM IV DiN

ve

ÜRETiM iLiŞKiLERi

1.

ALEVi S ÜNNi ÇATIŞMAS I

.

.

. . . . .......... ....

.

. ......................... : . . . 297

...............

................................. .......................

A. MEZHEP ve TARiKATLARlN DOGUŞ NEDENLERi .. B. SÜNNi ve Şii MEZHEPLERi . . . . . . . .......

298

. ....... . . . ............... . . . . 299

.........

. . 301 1 . S ü n n i ler .. : . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... .......... . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 301 2. Şiiler . . . . . . 303 3. Sünni ve Şii M ez h epl erinin D ı şı n da Gelişen Yeni H areketler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... .. .. . . . . . . . . 305 4. E hli Sünnet M ezhepler, Dört Mezhep . 306 C. ALEVi-SÜNNi ÇATIŞMALARININ BAŞLANGlCI 307 .....

. . . . . . . . . .... ........... .......

...... . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . ...... .

.

. . . . . .. . .

. . .. . . . . . .

...

...............

. .................... .............

D. DOGU ANADOLU'DAKi ALEVi-SÜNNi ÇA TIŞMALARI ve MERKEZi OTORiTE ile iLIŞKiLER 1.

An ado l u' da Şii Propagandası 2. Yavuz S el im 'i n Doğu S eler i 3. An ado l u' da Kızılbaş isyan l arı 4. H ami diye Alaylar ı . 5 . B ugünkü Durum .

...............

......

.

309 , . . . . . . . . . ......... 309 31 O .. 314 ,..... 3 1 6 31 9

..............................

. . . . . . . . . . . ......

.............. .......

.

....

................

........................

. . . . . . . . . . . . .........................................

E.

ALEViLiG/N IGDIR ve DERSiMDEKi FARKLI GÖRÜNÜŞÜ . . ........ .............

ll.

. . . . . . . . . . ..............

ŞEYH LiK BÜYÜK TOPRAK M ÜLKiYETiNi MEŞR ULAŞTl RAN D iNSE L K URUM .

.

.......

320

.325 A. ŞEYHLiG/N TARiHSEL GELiŞiMi ve KURUMLAŞMAS/ : . . . . . .. . . . . . . . . . ..... . . .. . . . . . . 325 ....

....................

...............

.... . ......·. . .... . .. . . . ......

1 . Tarikat Yapısı . 2. Şeyh ve Tekkel erin Gelirleri ...

.

...... .............

. . . . . . .........

.

................

B. SÜNNi ve Şi/ TARiKA TLAR/ . C. DOGU ANADOLU'DA TARiKATLAR ve MEDRESELER . . . . D. TARiKATLAR ve EKONOMiK ILiŞKiLER . .............

.....

l l l.

. . . . . . . ..............

N U RCULUK, S ÜLEYMANCILIK ve ÖTEKi TARiK ATLAR . . ......

.

..

.

. .

.

.............................

................................ .............. ..........

.

.. . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . .

336 338

342 342 ... . 347 . -.... ........ 349 .". . . . . . . . .......................... 350

. . . . . . . . . . . . . . . . ..................... .....

.

............. . . . .

.

............ . . . . . . .................................

A. NURCULUK . B. NURCULUK ve MEHDi ANLA YIŞI:. C. SÜLEYMANCIL/K ve ÖTEKiLER . . . . . . . . ....................

ÖZET

. 328 .'. . . . 329 333

.................................

. . . . . . . ........

............. .

.................. ....


BiR iNCi BASKI ÖNSÖZ

Türkiye'de sosyoloji anlayışı köklü bir nitelik değişimine uğra­ maktadı r. Bu, halk yığınlarının, büyük bir h ızla bilinçle nerek, kend i haklarına sahip çıkması ve "emekçinin okumuşu"nun kendi kaynak­ larıyla diyalog kurması ile paralel g iden bir olaydır. Bu süre içinde, bilim adı na, Batı'dan a�tarmacılık yapmak şeklinde beliren, klasik sosyoloji anlayışı yetersiz kalmış, toplumsal olşumun dışına düş­ müş, temelden gelen bu itmeleri karşılayacak yeni sosyolojik ana­ lizierin zorunlu luğu , varlığını açıkça hissettirmiştir. Türkiye'deki sosyoloji çal ışmalarında bunu temel yaparak ge­ liştirilmeye çalışılan planlama faaliyetlerinde, şu iki gerçek artık iyi­ ce p elirmiştir: 1 ) Sosyal sınıflar açısından yapı lmayan hiçbir tahlil anlamlı de­ ğildir ve sorunları çözmekte başarıl ı olamaz. 2) Bölgelerarası ekonomik ve toplumsal dengesizliği ve tartışıl­ ması şimdiye kadar bir tabu olan etnik faktörleri yine sınıf açısından tahlil etmeyen analizler eksiktir, havada kalır. Araştırmamızda bu iki faktöre büyük bir dikkat gösterilmiştir. Bu araştırmanın yayınlanmasında yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen Hasan Hüseyin Korkmazgil'e, Hasan Uğurlucan'a, Yılmaz Öztürk ve Ahmet Aras'a minnettarlığı m büyüktür. ·

Haziran 1969, Erzurum

iSMAiL BEŞiKÇi

ll


iKiNCi BASKlYA ÖNSÖZ

Tü rkiye'de son yıllarda tüm toplumsal yapıyı derinde n derine etkileyen büyük ve köklü değişiklikler olmaktad ır. Halk yığı nları , sö­ mürü üzerine kurulan bu düzeni, artık açı ktan açığa zorlamaya baş­ lam ıştır. Üretim güçlerin i denetimleri alt ında bulunduran egemen sı­ nıflar da , sömürü düzenlerinin temelinden sarsılmakta olduğunu aç ık seçik bir biçimde görmektedirler. Yavaş da olsa, bir avuç işbir­ likçinin, yüzyı llardan bu yana, halk yığı nları üzerinde sağladıkları yı­ kılmaz sanı lan egemenlik güçsüzleşmekte, bunun yerine , halk, egemen o lacağı yö netimi kurmaya haz ırlanmaktad ır. Bu gelişme­ den tedirgin olan ve yı llar yıl ı sömürünün ana kaynağı oldukları nı halktan saklayabilen egemen sınıflar ve bu sömürüyü en iyi kalkın­ ma yolu -diye gösterip savu nan bir kısım aydınlar, sonlarının geldiği­ ni anlamış bu lunuyorlar. Bu üretim güçlerini ele geçirmek için veril­ mekte o lan devrimci kavganın kazanı lmakla olduğunu göstermektedir. Araştı rmamızda, yıkılmakta olan bu düzenin önemli sorunların­ dan biri olan ve egemen sın ıflar ve siyasi iktidarca halka başka tür­ lü gösterilen "Doğu Sorunu" tüm boyutları ile ayrıntılı bir biçimde or­ taya konulmaktad ı r. Olanakların elverişliliği ö lçüsünde "doğruları" ortaya koymaya, "yanlışları n", sınıfları n varlığını ve etnik sorunu giz­ lemek amacı ile ileri sü rü ldüğünü belirtmeye çalışt ık. Sömürünün ve ezilmişliğin somutlaştığı Doğu Anadolu'nun sorunları nı sapta­ makla, tüm sömürü len ve ezilmekte olan halk yığınları n ı n sorunları da ortaya ko nulma olanağı bulmuş o lmaktadır. Bizce önemli olan "doğruların" bilinmesidir. Doğruları n bilinmesinde, yaygın olan kanı­ ya göre, halk yığınların ı n zararı değil, çıkarı vard ır. Birçok bölgelerde ve alanlarda çağd ışı bir düzeyde olan ülke­ mizde, neyin doğru neyin yanlış olduğunu, baskı altında kalmadan belirtmekte büyük yarar görmekteyiz. Bunun için de, biz bu araştı r­ may ı , siyasi iktidarların ve egemen sınıfların tercihlerini bir yana bı12


rakarak, halk yığınları n ı n tercihlerini egemen kı lacak yöntemi göz ö nünde tutarak yazdı k. Amacımız, sömürülen e mekçilerin kendi yönetimlerini bir an ö nce kurmalarına yardımcı olacak "doğruları" saptamaktır. Kasım 1970, Erzurum

iSMAiL BEŞi KÇi

13


ÜÇÜNCÜ BASKlYA ÖNSÖZ

Bu kitabın ilk baskısı 1969 y ı l ı ortalarında yapıldı . Ikinci baskısı ise 1970 yılı sonlarında . . . Üçüncü baskı ikinci baskıdan 22, birinci baskıdan 23 yıl kadar sonra yapılıyor. Arada 12 Mart gibi , 12 Eylül gibi çok önemli tarihsel dönüm noktaları var. 12 M art ve 12 Eylül rejimleri gerek Kürdistan'ın, gerek Türkiye'nin kaderinde çok önemli izler, çok derin izler bırakmışlardır... ·

Üçüncü baskıya bu Önsöz'den ayrı olarak iki yaz ı daha koyu­ yoruz. Bi�ncisi i lk baskısı 1976 yılında, Kornal Yayınevi tarafından yayınlanan Bilim Yönten:ıı � abı nın Önsöz'üdür. (ikinci baskı için bk. Yurt Kr�-Ya� ın. lstanbu'f\.. 1991) Ikinci yazı ise Sosyalizm ve Toplumsal Müca�eleler A n siklo ped isi nde yayınlanan "Doğu Anadolu'nun Düzeni'nin Başına Gelenler" başlıklı yazı .. . Bu ya­ zılarda, bu kitapta ilgili olarak anlatmak istediklerimiz ayrıntı larıyla açıklandı . .. '

Doğu AnadolU'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller isimli kitabı, ikinci baskısından aynen yayınlıyoruz. Yukarıda

sözünü etti{Jimiz ikinci yazıda da belirtildi{Ji gibi, kitabın ikinci baskı­ s ı nda çok büyük yanlışlar vard ı . Bu maddi yanlışları , o zaman dü­ zenlenen fakat basılamayan, "Do{Jru-Yanlış Cetveli"ni esas alarak düzelttik . . . Yeniden dizgi aşamasında gördük- ki, maddi yanlışlar, asl ında, "Do{Jru-Yanlış Cetveli"nde gösterilenlerden çok daha faz­ laymış . . . Bütün maddi yanlışları düzeltmeye çalıştık. M addi yan i ı şia­ rı mümkün olduğu kadar azaltmaya çalıştık. Kitabın içeriği kuşku­ suz aynı kald ı , buna hiç dokunmadık ... Yeni kitaplarla, örneğin ilk baskısı 1990 yıhnda yapı lan Devlet­ terarası SOmürge Kürdlstan kitabıyla bl.ı kitap arasında çok �rin çelişkiler o lduğu hemen fark edilecektir. ·Bu- çetişl<inin . ""u sapmala­ rın çözümlenmeye çalışı lması, Kürd1staıı konuşı..ıı.ıdaKı. ı<urt toplu­ mu konusundakı �iıerimizl artı.ran çok önemli kayn;:�.ia.- olmakta­ dır 14


Bütün bunlara rağmen bu ÖNSÖZ'de sözünü etmekten kaçı­ namayacağım bazı durumlar söz konusu . . . Kitabın V. Bölümü, "Aşi­ ret YaplSI, Ağa/tk, Şeyhlik-Politik itişkiler başl ığı n ı taşıyor. (s. 267345, E Yayınları, Araljk 1970 Istanbul) Bu bölümde, "Emperyalist "

ilişkiler", "Kurtuluş Savaşt'ntn ideol ojisi", "Aşiret Yap1s1 Karş1smda

Mustafa Kemal'in veEmperyalizmin Tutumu", "Ermenistan ve Kür­ distan Planlafl", "Doğu isyanlafl", "Şeyh Said Ayaklanmasmm Nite­

. . gibi bazı bölümler var. Bu bölümleri, benzerlerini okuduğum zaman şaş ırıyorum, hayretlere düşüyorum . . . Ileri sürülen varsayım­ ları n , varsayımları kanıtladığı düşü nülen belgelerin hepsi de resmi belgelere daya l ı . . . Bu belgelerin hiçbir kuşku duyulmadan, olduğu gibi k�bul edilmesinin, doğruluğu-yanlışlığı konusunda en ufak bir değerlendirme yapma ihtiyacının duyulmarnasının, bilim yöntemiyle uzak-yakın hiçbir ilişkisi yoktur. Böyle bir kuşkunun duyu lmaması, resmi ideolojinin, bası n üzerindeki, Türk üniversitesi üzerindeki, sol çevreler .üzerindeki· etkinliğiyle ilgilidir. Kemalizm konusunda en ufak bir eleştiri yok ... Devrimcilik adına, solculuk adına Kemalist prensipler savunuluyor, hayata geçirilmeye, gerçeklik kazandınima­ ya çalışılıyor. . . 1960'1ı yılların ortaları ndaki ve sonları ndaki sol yayın­ ları , Türk basınının ve Türk üniversitesinin çalışmaların ı dikkatle in­ celedi{ıimiz zaman· bu husus hemen görülecektir. . . Resmi ideolojinin üniversite üzerinde, sol çevreler üzerinde ba.s ın üzerinde böylesine etkin olması, aslında, bu çevrelerin kendi bünyelerinde çok büyük, onarı lması son derece güç tahribat yaratmıştır. . . liği"

.

Resmi ideolojinin bu açmazlarını saptayan en önemli dinamik Kürt sorununun bizzat kendisidir. Kürt sorunu çevresinde yapılan analizler, Kürt toplumunun yeniden kavranılmas ı , Türk üniversitesi­ nin, Türk basını nın, Türk siyasal partilerinin, Türk sol çevrelerinin derlenip topartanmalarına, kendilerine çeki-düzen vermelerine ne­ ·· den olmaktadır. Olayların, toplumsal ve siyasal süreçlerin, olgusal ilişkilerin kavranıll)1asırıda, ikinçi baskıda birinci baskıya nazaran çok küçük de olsa, bazı farklılıklar görülebilmektedir. Fakat bunlar hiç yeterli değildir. ·

Bütün bunlar resmi ideolojinin, zihinlerde kurduğu karakolların kavranı lmamasından ileri gelmektedir. Resmi ideoloji nelerin düşü15


nü leceğini, nasıl düşünü leceğini belirliyor. Bunların dışındaki dü­ şünceleri yasaklıyor. Resmi ideolojinin el eştirisini yasaklıyor. .. Her­ kesin bu nları böyle bilmesini ve bunlara göre tutum ve davranış sergi lemesini istiyor. Zihinlerde kuru lan karakollar bunlar ı n çok do­ ğal bir süreç olduğunu söylüyor. Karakolları n duvarları kalı niaştıkça ve yükseldikçe, yeni yeni karakollar kuruldukça bunların doğallığı daha da artıyor. Daha doğrusu insanlar bunları böyle algılıyor. in­ sanlar eleştiri gereğini hiç hissetmiyor. "Türkçe öğre nmek gerektiği", "askerliğini yapanların adam ol-· muş sayılması", "Bölge Yatılı ilkokulları" gibi konularda da benzer düşü nceleri yine ileri sürebiliriz. Göçebe Alikan Aşi ret i yle ilgili ki­ tab ı n yayı nı s ırasında bu konular üzerinde de duru lacaktır. '

1 2 M art 1 97 1 rejimi içinde, 1 97 1 Doğu Duruşmaları sıras ında zihnimizdeki karakolların farkına vardık. Fark etme süreci gittikçe daha belirgin bir hale ge ldi. Yine bu süreçte zihnimizdeki karakollar sarsıntı geçirmeye başlad ı . . . Daha sonraki süreçte sarsıntılar iyice a rttı , karakollar ı n bazı duvarları y ıkılmaya başlad ı . . 1 2 Eylül rejimin­ deysa bu karakollar birbiri ardına yıkıld ı . .. Zihnimiz özgürleşti. Ge­ rek Kürdistan'da, gerek Türkiye'de, Sıkıyö netim M ahkemelerinde, B asın Toplu Asliye Ceza Mahkemelerinde, Kürt sorunuyla ilgili du" ruşmalar, 1980'1i yıllardaki Diyarbakır zindanları , PKK' n ı n düşüncesi ve eylemi zihnimizdeki karakolların yıkı lmalarında etken olan temel süreçler oldular. .

Bu karakolların yeniden kuru lmaları hiç mümkün değil. Artık, kitleler, geniş Kürt halk yığınları özgürlük ve eşitlik mücadelesi için­ deler. Özgürleşme ve uluslaşma yoğun bir şekilde sürüyor. Bu kitabın yeniden dizilmesinde Yurt Kitap-Yayı n ' ı n çok büyük emeği oldu. Yüzlerce maddi yanlış düzeltilmeye çalış ı ld ı . Bunun ne kadar büyük yorgunluklara neden o lduğunu yakı ndan biliyorum. Kendilerine sonsuz teşekkürler. . . Öte yandan kitapların düzgün ve özenilerek basılmasında Aydınlar Matbaası'n ı n da çok büyük emeği var. Bu ilgiden dolayı teşekkürümüz büyüktür. Ocak 1 992, Ankara

16

iSM AiL BEŞiKÇi


BiLiM YÖNTEMi'NE ÖNSÖZ(*)

Türkiye'de sosyoekonomik yapı hızla değişmektedir. Yeni yeni toplumsal ve siyasal güçler oluşmakta ve bunlar halk yığınlarını et­ kilemektedir. Bu güçler kamuoyuna ses vermekte ve kamuoyundan ses almaktadı r. Gittikçe karmaşık bir hale gelen bu ilişkileri kavra­ mak ise ancak, bilimsel yö nte m sayesinde mümkün olacaktı r. Son yıllarda toplum olarak büyük tecrübeler kazandık. Bu ara­ da Diyarbakır duruşmaları, önemli bir sorunu n , Kürt sorununun, bü­ tün boyutlarıyla ortaya çıkmasında büyük bir etken oldu. Soruna daha önemli bir açıklık geldi. Bu arada, eski görüşlerimizde köklü sayılabilecek değişmeler de oldu . Yargı lamalar, olaylara bakış yön­ temini temelden etkiledi ve değişti rdi. Kürt sorunu elbette kendi başına bir sorun değil. Zaman ve mekan boyutunda, çok geniş ve karmaşık ekonomik, politik ve top­ lumsal ilişkiler içinde bir sorun. Bu ilişkileri etkilediği gibi o nlardan etkileniyor da. Doğu Anadolu'nun Düzeni (Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller) kitabını yeni baskıya hazırlarken, yeni bilgileri eskisiyle bü­ tünleştirmek, kitab ı , bu açıdan yeniden kaleme almak istedim. Önemli bir bölümünü yazdı m da. Fakat yeni baskı için yazılanların , bazı kısımları n çıkarılmas ı , bazı kısı mların genişletilmesine rağmen, eskisiyle önemli bir değişiklik göstermediğini gördüm. Halbuki dü­ şüncemizdeki değişiklik çok daha köklü idi.

(*)

Bu yazı , ilk baskısı Nisan 1 976 tarihinde Komal Yayınevi tarafından istanbul 'd a yayınlanan ismail Beş ikçi'nin Bilim Yöntemi adl ı kitabı n ı n Önsöz'üdür. Bilim Yöntem i'nin ikinci baskısı Ekim 1 99 1 tarihinde Yurt Kitap-Yayı n taraf ından istanbul'da yayınlanmıştır. 17


Bu düşünceleri derli toplu bir şeki lde yeni baskıya aksettireme­ diğimi belirtmeliyim. Bu durumun nedenlerini epeyce düşündüm ve araştırdım. Arkadaşlarla konuştum, tart ıştım. Sonunda, bunun, bilim yöntemine gereği gibi nüfuz edememekten ileri geldiğini anladım. Bu durumda, Doğ u Anadolu'nun Düzeni kitabının yazım işini bir tarafa bırakarak "Bilim Yöntemi" konusu ile ilgilenmeye başladım. Bu çalışıila sonunda, adı geçen kitaba "Önsöz" olamayacak kadar büyük bir metin ortaya çıktı . Ayrı yayınlamayı uygun gördüm. Bu çalışma sı rasında, Türkiye'de , 50 yıl boyunca, "bilimsel" adı altında yapılmış çal ışmaları n e leştirisi yapılmadan, bu araştırmalar yargı lan madan, "Doğu A nadolu'nun Düzeni nin yazı lamayacağı ­ n ı da anladım. Yakında b u çalışma d a yayınlanacakt ır. "

Nisan 1976, ANKARA

18

iSMAil BEŞiKÇi


DOGU ANADOLU'NUN DÜZENiNiN BAŞINA GELENLER(*)

Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller kitab ı n ı n ilk baskı s ı Temmuz 1 969'da yapıldı. Kitap istan­ bul'da E Yayınları tarafı ndan yayınlandı. E Yayınları'nın 16 numaralı kitabıydı. Büyük boy 302 sayfaydı . Ayrıntılı bir "içindekiler" bölümü, "Kişi adları dizini" ve "Kavram dizini" vardı. Bibliyografyası düzgün bası lmıştı. Kitabın normal bir baskısı vard ı . Göze çarpan mizanpaj hataları yoktu. O zaman Erzu ru m'da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakül­ tesi'nde sosyoloji asistanıyd ım. Kitap yayınlanır yay ı nlanmaz Fen­ Edebiyat Fakültesi'nde idari soruşturma açıld ı . Daha doğrusu 1 968'de açılmış olan idari soruşturma yeniden ele alındı, daha de­ rinleştirildi. Sorgucu profesörler, kitabı neden yazdığımı , amacımın ne olduğu nu, böyle bir kitap yazmakla neler beklediğimi, neden başka konular üzerinde değil de bu konu üzerinde çalışfığı mı vs. soruyorlardı. idari soruşturma 1 969 sonlarında, 1 970 içinde sürdü­ rüldü . Sonu nda Atatürk Üniversitesi Yönetim Kurulu, Doğu Anado­ lu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller kitabını ya­ zarak ve y�yımlayarak anayasayı ih lal ettiğim sonucuna vardı. Ve 20 Temmuz 1970'de üniversitedeki göreVime son verdi. Bu, tam anlamıyla keyfi bir karard ı , keyfi bir idari tassarruftu. Üniversite, keyfi tutum ve davra n ı ş ı n ı daha sonra da sürdürdü. Danıştay'dan alı nan yürütmenin durdu rulması kararı nı uygulamadı. (*)

Bu yazı, ileti şim Yay ı n ları tarafından yayınlanan Sosyalizm ve To p­ lu msal Mücadeleler Ansikloped isi'nde yay ı n lan m ı ştır. (Cilt 7, s. 21 242 1 25) 19


Kitabın ilk baskısı kısa zamanda tükendi. Ikinci baskı nın yapıl­ mas ı gerekiyordu . Yayınevi de ikinci baskıs ı n ı n yapılmasını hararet­ le istiyordu. Ikinci baskı için epeyce çalışt ım. Hatta metnin yeniden yazıldığı bile söylenebilir. Ikinci baskı yine E Yayın ları tarafından ya­ p ılıyordu. Yayı nevi, birinci baskının 5 bin olduğunu, ikinci baskıyı 1o bin olarak planladığını belirtiyordu. ikinci baskı 1969 sonbahar ayla­ rı nda matbaaya VE;ırildi. Fakat ikinci baskının tashih işle mlerine katı­ lamadım, provalarını inceleyemedim. Zira Erzurum'dan ayrıl.:ırr.:ı.::� dum. Dan ıştay, üniversitedeki görevime son veren üniversıtc yönetim kurulu kararı hakkında yürütmenin durdurulması kararı ver­ mişti. Üniversite Danıştay'ın bu kararını uygulamıyordu. Buna rağ­ men her gün üniversiteye gitmem gerekiyordu . Çünkü, Erzu­ rum'dan ayrıldığım takdirde, "kararı uyguladım ama, görevinin başında değildi" diyerek devamsızlıktan dolayı yeni bir işlem yapa­ bilirdi. Provalarla, tashihlerle, yayınevi kendi ilgilenecekti. Ayrıca, bir arkadaşım da baskı işlemleriyle yakından ilgileniyordu. Telefon­ la, mektupla, dizgiden, provalardan, tashihden, basım işlerinden sürekli haber alıyordum. Her şeyin yolunda gittiği, merak edilecek h içbir şeyin olmadığı söyleniyordu. Yeni baskıyı büyük bir heyecan­ la bekliyordum. Aralık sonların a doğru kitap geldi. Paketi büyük bir heyecanla açtım. Yine büyük boy idi. Kapağında çok güzel bir fotoğraf vardı. 520 sayfaydı. Hemen "Içindekiler" bölümünü arad ım. Kitapta "Için­ dekiler" bölümü yoktu. Kitabın baş tarafını son tarafını defalarca kurcaladım. "Içindekiler" bölümü konmamıştı. Halbuki, daktilo me­ tinde ayrıntılı bir "Içindekiler" bölümü vard ı . Böyle hacimli bir kitabın "içindekiler" bölümü olmadan kullanılması olası değildi. Dizin bölü­ müne baktım. Orada da hiçbir düzen yoktu. "Kişi adları dizini" ve "Kavram dizini" birbirine karışmıştı. Harfler arasında hiçbir aralık yoktu. Bir harfin bazı kısımları yazılmış, bazı kısımları atlanmıştı. Ba­ zı harfler de hiç konulmamışt ı . "Dizin" bölümünün de böyle karma karışık, düzensiz olması moralimi daha da bozdu . Yıkı ntım daha da derinleşti. Bibliyografya da doğru dürüst düzenlenmemişti. Kitabı kabaca karıştırdım. Dipnotları karma karışık idi, birbiri içi­ ne girmişti. Ayn ı sayfada, sayfanın alt tarafında o lduğu halde, dip­ notların ı n numarasını bulmak, izlemek çok zordu . Özellikle görmek 20


istediğim bazı bölümler, paragraflar vard ı . "içindekiler" diye bir bö­ lüm olmadığı için bu bölümleri ve paragrafiarı aramakta ve yerlerini bulmakta güçlü k çektim. Bunların yerlerini a ncak, daktilo metin ara­ cıl ığıyla bulabildim. Fakat aradığım, görmek istediğim bazı paragraf­ lar kitapta yoktu. Belki birkaç sayfa öne, arkaya kaymıştır diyerek epeyce aradım. Fakat o paragraflar yoktu, daktilo metinden çıkarıl­ mıştı. Bu küçücük incelemede bile gördüm ki kitapta pek çok imla yanlışları var. Bazı satırlar düşmüş. Sat ı r düşmesinin büyük bir ek­ siklik olduğu açıktır. Düşen bir satır en az, üç dört cümlenin birbirle­ rine bağlanmas ına engel olmaktadır. Düşen satırın yerine ise başka bir satır iki kere dizilmiş. Ara başlıklar ile paragraflar arasında hiç mesafe bırakılmamış. Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etn ik Te­ meller kitabının ikinci baskısının çok büyük eksiklikler taşıdığ ı , çok büyük kusurları olduğu açıkça ortada duruyordu. Daktilo metinle, ki­ tabı karşılaştırmak gereği duydum. Kitabın ilk yüz sayfası nda tashih yapıldığı anlaş ılıyordu . Daha sonraki sayfaların ise genel olarak tas­ hih görmemiş bir hali vardı. Behice yerine "Hehice", Cem yerine "Cam" vs. gibi yüzl@rce yanlış vardı. Satır düşmelerinin, paragraf çı­ karmaların ı n , "içindekiler" bölümünün olmamasının, "Dizin" g ibi so­ runlar ı n ı n yanı nda bunlar elbette, çok masum kusurlard ı , küçükcük kusurlard ı . Yüzlerce olsa bile. Fakat "oldu" yazılması gereken yerde "olmadı" yazılmış olan cümleler de vardı. Bu tür hatalar ise metnin içeriğini değiştiriyordu. Daktilo metinle kitabı karşılaştırdım. Yanlış-Doğru Cetveli çıkar­ dım. Bunun için bir hafta kadar sür�kli uğraştı m. Çıkarılmış parag­ rafların, düşmüş satırların, düşmüş, atianmış dipnotlarının yerlerini belirledi m. 64 sayfa kadar tuttu. Bu bakımdan, Yanl ış-Doğru Cetveli kavramı, bu faaliyeti a nlatmakta çok yetersiz kalmaktadır. Düşen satırlar, atıanmış dipnotları, çıkarılmış paragraflar vs. diye yeni bir bölüm koymak gerekir. . Atatürk Üniversitesi'nin, yü rütmenin durdurulmas ı kararı nı uy­ gulamayacağı anlaşıldıktan sonra, görev için, Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne başvurmuştum. Fakültenin de beni kabul etme eğilimi vard ı . Siyasal Bilgiler Fakültesi için hazırlıklar yapıyordum. Bunun üzerine Atatürk Üniversitesi R ektörlüğü beni, birdenbire gö21


reve iade etti. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde göreve başlamama izin vermedi. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne gitmem için iz in vermiyordu ama, Erzurum'da, Fen-Edebiyat Fakültesi'nde veya öteki fakülteler­ de görev de vermiyordu. Duru mum bir müddet böyle sürüncemede kaldı . Sonunda, 1 2 Mart sıras ında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde gö­ reve bçışladı m . Bu arada, Ocak 1 971 sonlarında, Yanlış-Doğru Cetveli'yle is­ tanbul'a da gittim. Yayıneviyle görüştüm. Durumu an lattım. Kitabı n basımındaki bozuklukları, eksiklikleri örnekleriyle gösterdim. Hepsi­ ni bil iyorlardı. Bu bir hüzündü . Yanlış-Doğru Gelveli'nin ayrıca bası ­ lıp kitap ile birl ikte, kitabı n arasına konularak dağıtı lacağ ı n ı söy ledi­ ler. Bu bir çözüm olabilir miydi? Kuşku suz olamazd ı . Ama, yine de okuyucuya, yanl ışları n, doğruları n gösterilmesi önemli olabilirdi. Yanlış-Doğru Cetveli de basılamad ı . 1 971 'in başları . Ordu hü­ kümete muht ıra veriyor. Milli Güvenlik Kurulu çok şedid bildiriler ya­ yı nlıyor. Siyasal ortam gittikçe gerginleşiyor. Fakat, ben yine de Yanlış-Doğru Cetveli'nin yayı nianmasını umuyordum. Olmad ı . 1 2 Mart'a kadar, kitap biraz dağıtıldı, sanıyorum. Fakat 12 Mart'la birlikte, genel olarak, dağıtım durduruldu. Haziran ortaları n­ da, Ankara'da , fakülteden alınarak Diyarbakı r'a götürüldüm. Tutuk­ lanmıştım. Atatürk Üniversitesi Rektörü , fakültelerin dekanları, pro­ fesörler, Diyarbakır ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlıklarına, benim h akkımda ihbarlar yapmışlar. i hbarları n, suçlamaların temel daya­ nak noktası da, Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller kitabın ın yazılmış olması. 1 971 sonlarına doğru ziyaretçi arkadaşlardan biri kitap hakkın­ da bir haber getirdi. "Senin kitap, yayı nevi tarafından kıyılmış ve Se­ ka'ya gönderilmiş" dedi. Başka zamanlarda, başka arkadaşlar da, bu haberi doğrulayıcı bilgiler verdiler. Sürpriz olmad ı . O günlerde, gazetelerde, dergilerde, E Yayınları'nın yayın faali­ yeti hakkında durmadan yazılar yayı nlan ıyordu. Gazetelerde, dergi­ lerde, E Yayınları'nın sık sık ilanları yer alıyordu. E Yayı nları'nın ya­ y ı n faaliyeti günden güne gelişiyordu. Artarak devam ediyordu. Birgün neler yayınlanmış diye merak ederek o ilanlardan birini ince­ lemek aklıma geldi. Zaten ilk kitapları n hepsini biliyordum. 1 . Boyalı Kuş vs. Yayınların sayısı durmadan artıyordu . Fakat dizide 16 nu22


maralı kitaptan söz edilmiyordu . ihmal, u nutkanlık diye düşündü m. Ama, kafamda bir soru işareti de belirdi. O günden sonra E Yayın­ ları'nın bu tür ilanlarını hep inceledim. Evet, 16 numaralı kitaptan hiçbirinde söz edilmiyordu . 1972, 1973'de yayın sayısı , 80'i , 90' ı , 1 OO'ü aşmışt ı . S ı k sık kitap ilanları yayınlanıyordu. Fakat, 16 numa­ ralı kitaptan söz edilmiyordu . Bilinçli bir tavı r olduğu açıkt ı . Bazı ki­ · tapların karşısına (tükendi) gibi ibareler konuyordu. Fakat 16 numa­ ra, Doğu Anadolu'nun Düzeni, dizide yer alınıyordu. O sırada, koğuşa, E Yayınları'nın bazı kitaplarının girdiğini de hatırl ıyorum. Y ayınlanan her kitabın arkası ndaki birkaç sayfada o zamana kadar yayınlanmış kitapların bir listesi veriliyordu. 1 6 numara o listelerde de yer alınıyordu. 1 , 2, 3 . . . 14, 15, 17, 18 . . . liste böyle uzayıp gidi­ yordu. Evet, bu kitabın, okuyucu nun bilincine çarpmaması için özçı bir çaba gösteriliyordu . Üniversite Yönetim Kurulu'nun görevime son verilmesi kararı şöyleydi: "Yukarıda sicil numarası açıklanan Dr. isınail Beşikçi'nin 2 1 .9. 1968 tarihli komisyon raporu, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekaniı­ ğı'nın 2.10.1968 gün ve 1648 sayılı yaz ıları, Rektörlüğün, 22 . 7 . 1970 tarihli gerekçesi ile Doğu Anadolu'nun Düzeni Sosyo-Ekonomik ve Etnik Düzenleri adlı eserin tetkiki nde, Anayasa'nın Birinci K ıs­ m ı nın Genel Esasları'nın 3. maddesine göre milli bütünlüğü parça­ layıcı eğitim ve yayınlarda bu lu nduğundan, Fakülte Dekanlığı'nın teklifine uyularak 4936 sayılı kanunun ınuvakkat ikinci maddesi ge­ reğince görevine son verilmesinde kanuni bir sakınca olmad ığ ı nı saygıyla arz ederim." Dikkat edilirse, profesörler, kitabın adını bile doğru dürüst yaz­ maktan acizler. Bu nun son derece haksız, hukuk d ışı bir karar oldu­ ğu, sadece, ilgili kişinin rriağdur edil mesini, sindirilmesini, bıkkın bir hale getirilmesini amaçladığı çok açık. Nitekim Danıştay, çok kısa bir zamanda, bu işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verdi. Fakat, daha ileri aşamada, 1972'de Danıştay, Atatürk Üniver­ sitesi'nin kararını uygun buldu , davayı reddetti. Danıştay'ı n bu idari tasarrufla ilgili nihai kararı tam anlamıyla politik bir özellik taşımak­ tadır. Öte yandan, yazd ığı bir kitap dolayısıyla bir asistan hakkı nda "Anayasaya aykırı lık" iddiasıyla soruşturma açılması, Danıştay'ın da 23


bu davayı kabul etmesi olacak işlerden değildir. Davayı reddeden gerekçede, 1 968-1969'dan önceki olaylar, kitap vs. söz konusu edilmemektedir. Daha çok 1 971'de Diyarbakır Sıkıyönetim Mahke­ mesi'ndeki tavı r ve davranışlarım, askeri tutukevindeki , koğuştaki tavır ve davranı şiarım söz konusu edilmektedir. "Hala Kürtlerin var­ lığından söz ediyor, yazdıklarını savur.ü):':'r" den mektedir. Bunlar, kuşkusuz Danıştay'a ulaşan Mi T raporlandır. Veya MiT elemanı profesörlerin Dan ıştay'a verdikleri bilgilerdir. Danıştay'ı nihai kararı­ nı verirken etkileyen esas gerekçe budur. 1 971 'deki yarg ılamada esas suç de lili Doğu Anadolu'nun Dü­ zeni Sosyo-Ekonomik ve Etn ik Temeller kitabıyd ı . Fakat aslında bu kitapla ilgili toplatma kararı yoktu. Dava .da açılmamı ştı . Birinci baskı ile ilgili olarak da, ikinci baskı ile ilgili olarak da . . . Fakat 1 2 Mart'la birlikte, kitap fiilen toplatıldı, dağıtımı engellendi, bazı bölge­ lere girmesi yasaklandı. iddianame, asl ı nda, sosyoloji derslerinde anlat ılan konulardan, bir de Ant dergisinde yayınlanan (Mart 1 971 ) "Doğu Anadolu'da Geri Bırakılmışlığın Oluşumu" başlıklı yazıyla ilgili olarak düzenlenmişti. Suç delilleri de öğrencilerin derste tuttuğu notlar ve sınav kağıtlarıydı . Fakat, gerek poliste , gerek mahkeme­ de, bana, hep, Doğu Anadolu'nun Düzeni kitabıyla ilgili soru lar soruluyordu . Polislerin, savcıların, mahkeme heyetinin sorduğu so­ rular da, idari tahkikat sırasında sorgucu profesörlerin sorduğu so­ ru lar da birbirlerine çok benziyordu. "Bu kitabı neden yazdın?", ·:au kitabı yazmakla neyi amaçlıyorsun?", "Neden başka konular üzerin­ de çalışm ıyorsun da hep Doğu diyorsun?", "Bundan sonra da bu konu üzerinde çalışmayı düşü nüyor musun?" vs. Askeri savcı, 1 40 sayfa tutan esas hakkında mütalaa hazı rla­ mışt ı . Esas suç delili olarak Doğu Anadolu'nun Düzeni'ni gösteri­ yordu . Diyarbakır Sı kıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mah­ kemesi, askeri savcılığın iddialarını aynen kabul ediyor ve hüküm veriyord u . Komünizm propagandası yapmaktan ve Kürtçülük pro­ pagandası yapmaktan dolayı toplam olarak 1 3 yıl 7 gün ağır hapis. (8 yıl 4 ay Komünizm propagandas ı , 4 yıl 8 ay 7 gün Kürtçülük pro­ pagandası) Ayrıca 5 yıl sürgün. (TCK 1 42/ 1 , 3) Askeri Yargıtay bu cezayı bir, birbuçuk ay gibi çok kısa zaman süresi içinde onaylad ı. Ve hüküm kesinleşmiş oldu. 24


1 974'de genel aftan sonra, görev için tekrar Siyasal Bilgiler Fakü ltesi'ne başvurmuştum. idarede görevli bir memur, benim de orada olduğum bir sı rada dosyamı çıkardı. Bazı evraka bakıyordu. Dosyayı gorunce irkildim. Cezaevlerinde infaz büroları nda mahkumlar hakkında bu tür dosyalar tutulurdu ama, ü niversitede görevli bir asistanın dosyasında bun lar olmamalıydı. Dosyan ı n için­ de iddianame ler, gerekçel i mahkıJmiyet kararları, MiT'den s ıkıyöne­ tim mahkeme lerine gönderilmiş yaz ı lar vs. vard ı . Bu yazılarda, şu şu maddelerden yarg ılayın vs. diye direklif veriliyordu. Yine MiT'den fakülteye yazı lmış tekrar üniversiteye kabul edilmemem gerektiğini bildiren yaz ı da vardı . Genel doğruyu ifade etmekten hiç çekinmernek gerekir: Türk üniversitesi, Kürt sorunu ile ilgili konularda, Milli i stihbarat Teşki­ latı nın bir bürosu g ibi çalışmaktadır. Aynı şeyi Türk basını için, Türk yargı organları için de söyleyebiliriz. '

Bu arada, Doğ u Anadolu'nun Düzeni kitabını n ikinci baskısıy­ la ilgili olarak değişik bir anıyı an latmadan da geçemeyeceğim Yıl 1 97 1 1 2 M art dönemi. Nisan- Mayıs, balyoz harekat ı sürüyor. As­ kerler fakülteleri sık sık kordon altına alıyorlar. Arama yapı yorl;:ır. Her yeri arıyorlar. Aranan öğrenciler var mı? Yasaklanmış yayın var mı? Silah, araç-gereç her şey, kütüphaneleri de arıyorlar. Bazı ya­ yınlara el koyuyorlar. Götü rmeye çalışıyorlar. Bir keresinde külüp­ hanede yapı lan bir arama sonunda Forum dergisi cilllerinin götü­ rülmeye çalışıld ığını görmüştü m. Yine böyle bir günde, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Bas ın Yayın Yüksek Oku lu , öğleden sonra, kordon altına alındı . 1 9 M ayıs'dan, yani, israil Konsolosu'nun kaçırılmasından birkaç gün sonraydı . Fa­ kültenin, her taraf ına asker.ler, polisler doluştu . Odalarda arama ya­ pıyorlard ı . Kütüphaneler kurcalanıyordu. Öğretim üyeleri odaların­ daydı, koridorlardaydı . Bir kısmı gülüşerek, bir kısmı endişe ve hayret içinde olanı biteni izlemeye çalışıyordu. işte böyle bir ortam­ da, saniyelerle ö lçülebilecek bir zamanda çok çarpıcı bir olay yaşa­ dım: Hocalardan biri büyük bir endişeyle odasına girdi. Kitaplığına yöneldi. Koridordayd ım. Kapı aralık kalmıştı. Bu telaşı gayri ihtiyari izledim. Hoca kitapları kurcaladı ve bir kitap çıkardı. Bunun, Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller kitabı 25


n ı n ikinci baskısı olduğunu hemen anladım. Zira kapağındaki resim­ den hemen anlaşılıyordu . Hoca, kitabın kapağı n ı ve öndeki birkaç sayfayı yırttı. Kitabı, kitaplığın alt tarafındaki bir yere, kapalı bölme­ nin içine attı. Yı rttığı kıs ımları da, tekrar yırtarak, bu ruşturarak küçük küçük parçalar haline getirerek çöp kutusuna att ı . Yukarıda belirtti­ ğim gibi bu , çok kısa bir zaman süresi içinde olup bitti. 1 2 Mart reji mi süresinde, Doğu Anadolu'nun Düzeni kitabı çeşitli biçimlerde imha edildi . Böyle imhalar da oldu. Bu yazıda, Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller kitabı nın değeri hakkı nda da kısaca birkaç şey söy­ lemek istiyorum. Bu konuda, her şeyden önce, 1 97 1 Doğu Duruş­ maları hakkında bazı şeyler söylemem gerekiyor. Gerek duruşma sürecinde, gerek sıkıyönetim tutukevinde çeşitli kişilerle yaptığım konuşmalar, Kürt sorunu hakkındaki düşüncelerimi kökten değiştir­ di. Aslı nda olgular, olgusal ilişkiler aynıyd ı . Değişen, olaylara bakış tarz ıyd ı. Olayları ele almada, kavramada kullan ılan yöntemlerdi. Bu süreçte Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller kitabı nda yaz ı lı o lan pek çok şeyin yanlış olduğunu fark ettim. Kitabın içeriğiyle ilgili olarak katı lmadığım konuları n , görüşle­ rin sayısı günden güne artıyordu. Bu, giderek içeriğini benimseme­ diğim bir kitap h aline geldi. Bu durumu 1 976'da, Komal Yayı nları ta­ rafı ndan yayınlanan Bilim Yöntemi kitabının Önsöz'ünde belirttim. Kemal Burkay, kitapta incelenen aşiret konusuyla ilgili olarak, "Doğu'da Feodalile ve Aşiret" çal ışması nda ç_ok ciddi, dikkate alınması gereken eleştiriler yaptı. Fakat konunun eksikliklerini, yan­ I ışiıkiarını ben de fark etmiştim ve yukarıda belirttiğim kitabın Ön­ söz'ü nde ifade etmiştim. Kitapta bu tür içerik yanlışları nın dışında, genel olarak Kemalist diyebileceğimiz bir yaklaşım vard ı . Yargılama süreci bu yaklaşımın ne kadar yanlış, hatalarla dolu olduğunu , bi­ limsel yaklaşımdan ne kadar uzak olduğunu açıkça gösterdi. Bütün bunlara rağmen, Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo­ Ekonomik ve Etnik Temeller kitab ı , 1 969-1 970'in koşulları içinde ele alınd ığı zaman iyi , değerli bir kitaptı. Eksiklikler, yanlışlıklar, be­ nim, olayları, o lgusal ilişkileri eksik ve yanlıŞ kavramamla ilgiliydi. Düşü ncelerim bulanıkt ı . 1974'den sonra dilimiz kölelik zincirlerin­ den kurtuldu. Kavramları sözcükleri daha açık, yerli yerinde kullanır 26


hale geldik. Bulanıklıklar dağıld ı, düşüncelerimiz daha açık, aydınlık bir hale geldi. 1 97 1 duruşmaları bize bunları kazandırdı. Ayrıca , Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Et­ nik Temeller isiml i çalı şmada çok zengin, son derece zengin kay­ naklar vardı. Açıklayıcı pek çok dipnotu vard ı. Kitap yani ikinci bas­ kı, içindekiler bölümüyle , Dizin'iyle, Bibliyografya'sıyla doğru dürüst yayınlansaydı çok daha yararl ı olabilird i . Satır düşmeleri olmasaydı , bazı bölümler, paragraflar çıkarılmasayd ı , bazı dipnotları atlanma­ mış olsaydı , düzgün bir mizanpaj yapı lsayd ı , önemli bir başvuru ki­ tabı olabilirdi. Doğru-dürüst bir baskı olsaydı, şu bakımdan da yardımcı olabi­ lirdi: Kitapta kullanılan bazı kaynaklar bende de vardı. Özellikle, Kürtlerin yayı nladığı dergileri , broşürleri , bildirileri vs. toplamaya özen gösteriyordum. Daktilo metinde, örneğin "falan tarihli bildiri" diye geçmiyordu. Veya sadece, "şu sayılı şu tarihli dergi" diye geç­ miyordu. Bildiri hakkında, dergi hakkında, yani içerik hakkında kısa­ ca bilgi de vard ı . Kitapta ise bunları n tümünün yayı nlanması söz ko­ nusu değildi . Baz ı larının atlanması, bazı ları nın düşmesi yanında, yer alanlar da sadece "falan sayılı dergi", "şu tarihli bildiri" diye yer alıyordu. Halbuki , 1 971 'de dergilerin, broşürleri n , bildirilerin, kitapla­ rın tamamını kaybettim. Çeşitli biçimlerde bun lar yok oldu, yok edil­ di. Polisin e line geçti. Kürtlere, Kürtçeye ilişkin ne kadar yazı v· a rsa, hepsi yok oldu, yok edildi, el kondu. Şimdi bunların çoğunu bu lmak olanaksız. Doğu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Et­ nik Temeller düzgün bir şekilde, gerektiği gibi yayı nlanabilmiş ol­ sayd ı , kayıpların ortaya çıkardığı boşluğu, küçük bir oranda da olsa karşılayabilirdi. Doğu Anadolu'nun Düzeni, bize şunları gösteriyor: Bir kere Kürt sorunuyla ilgilenenler hiç hesaplamadıklar ı , hiç düşünmedikleri baskılarla karşı karşıya kalıyorlar. ikinci o larak, Kürtlerle ilgili bir ki­ tap yayınlansa bile kullanılamaz bir hale getirilebiliyor. Olayın Türk basın tarihiyle ilgili bir yönü de var. Doğu Anadolu'nun Düze­ ni nin, E Yayınları'nın daha sonraları yayınland ığı tanıtıcı listelerde yer almamasını, sadece, unutturma olayı olarak değerlendirmernek gerekir. San ıyorum, bunun anlamı biraz daha kapsamlı ve derindir. "1 6. Doğu Anadolu'nun Düzeni" ibaresini gören bazı kişiler, bu ese'

27


ri arayıp bulup i ncelemek isteyebilirler. Bunu sorup soruşturabilirler. Halbuki bu devletin hiç istemediği bir süreçtir.

Doğu Ana dol u n un Düzenı, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Te­ meller, yanlı şlarıyla, eksikleriyle, yayınlanmamış Doğru-Yanlış Cet­ '

veli'yle kıyılıp Seka'ya gönderilmesiyle, adının listelerden çıkarılma­ sıyla, yargılanmasıyla, "en önemli suç deli li" kabul edilmesiyle vs. bir belgedir. Bu niteliklı:ır!yle de ayrıca bir belgedir. iSMAiL BEŞiKÇi

28


GİRİŞ

ANA SORUN NEDİR?

Türkiye'de ekonomik,

toplumsal ve siyasal sorunlara

ilişkin araştınn alar gün geçtikçe artmakta ve büyük önem kazanmaktadır. Son birkaç yıl içerisinde yayınlanan kitapla­ rın, gazete ve dergilerde çıkan makalelerin çokluğu , bu alan­ lardaki çalışmalann ne denli büyük bir yoğunluk kazandığı­ nı açıkça göstermektedir. Öte yandan, bu tür araştırma ve

yayun işlerinin, üniversite dışındaki kişi ve kurumlarca da yürütülmesi, bu yayınlar etrafında yapılan dinamik ve etkili tartışmaların yoğunlaşması kamuoyunun gittikçe bilinçlen­ mesiıle sebep olmakta ve bu bilinçlenme Türkiye'nin sorun­ Ianna bakış yönünü

temeiinden değiştirmektedir.

Türki­

ye'deki bilim h ayatı yönünden son derece önemli olan bu olaylar, aslında bir rönesanstır. Çünkü , Türkiye'de yenileş­ me hareketlerinin başladığı tarihlerden bu yana, geri kaldı­ ğunız her alanda, sadece Batı taklit edilmiş, kalkınmanın bu yolla gerçekleştirileceğine inanılmış, ancak bütün bu çabala­ rın olumlu bir sonuç vermediği, Anadolu halklarının kurtu­ luşu yolunda en ufak bir çözüm yolu getirmediği ve getire­ meyeceği, iş işten geçtikten sonra hayretle görülmüştür. Toplumumuzun, Batı ile bugüne dek sürdürülen ilişkileri, özellikle genç kuşaklarda ve genç araştırmacılarda, büyük bir bunalun yaratmış ve

dolayısıyla bu bunalım, Türki­

ye'nin ana sorunlarının, temeldeki esas ve can alıcı noktala­ rın ortaya çıkmasım ve araştırılınasını sağlamıştır. Bu olu­ şum,

gelişigüzel bir hareket olmayıp, Türkiye'deki temel

toplumsal yapı çelişkilerinin "doğurduğu baskılann, açık se-

29


çik su yüzüne çıkmasından başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, çeşitli ekonomik ve toplumsal yapı dinamikleri, üre­

tim güçlerini ve ilişkile rini etkilemekte , temelden gelen bu

baskının nedenleri, bilimsel ç alışmalara konu olmakta ve bi­ lim ç evreleri de bu oluşumdan etkilenerek çalışmalarını is­

ter istemez bu yöne çevirmeye çalışmakta ve böylece yeni' analizierin gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Toplu ­ mumuzda başlayan bu uyanış ile bilimsel faaliyetlerdeki di­ namizm ve bilimsel çalışmalarda Anadolu 'ya daha çok ağır­

lık verilmesi arasındaki ilişkiyi yakından izlemek gerekir.

Bu süreç içinde , eksikliği duyulan en önemli şey, araş­

tırma yöntemi ve araştırmanın yararlanılabilir pratik sonuç­

lanyla ilgilidir. Burada akla gelen önemli bir soru da, "Şim­

diye kadar yapılan araştırmalann Türkiye 'nin sorunlarının

çözümüne neden ışık tutamadığı, bu görevi yapabilmeleri için araştıncıların nasıl yetiştirilmesi ve araştırmaların han­

gi yönde geliştirilmesi gerektiği"dir. Bu konuda ikinci dere­

cede bazı sorular daha düşü nülebilir. .. "Bir araştırma neden

yapılıyor? Hangi 'sorun'lann çözümlenmesinde veya o so­ runlann çözümlenmesinde yardımcı bir kaynak olarak kul­ lanılacaktır. Genel sorunlar içinde bu araştırmanın çözmeye çalıştığı sorunun ağırlığı nedir? . . " Bütün bu sorular, bir sos­ yal araştım1a stratej isinin çizilmesini ve araştırmalann be­ lirlenen stratej i açısından ele alınmasını gerektirir.

Oysa,

Türkiye'de şimdiye kadar yapılan araştırmalar son derece dağınık olmuş , niçin yapıldıklan, h angi amaca hizmet ettik­

leri açık seçik ortaya konamamıştır. Örneğin, pek çok köy araştırması yapılmıştır. Fakat köyler, Türkiye'nin bütünü

içinde değil de, bu bütünden bağımsızmış gibi ele alındıkla­

rı, kasaba ve kentlerdeki oluşumlarla bağlantı kurulamadığı için, bu konuda yapılan araştırmaların, ne köy sorununun

çözümüne ne de Türkiye'nin genel sorunlannın çözümüne yardımcı olmuşlardır. Son birkaç yıl içerisinde bilimsel araştırmalarda meyda­ na gelen rönesans akımı, ilk olarak, çok kolay bir iş olan Ba­

tı taklitçiliğini ve aktarmacılığını kesin olarak reddetmiş, çok daha güç, fakat Türkiye için geçerli olan sorunlannın ele alınmasını ve tartışılmasını sağlamıştır. Bu görüşler, Türki­ ye'de neyin araştırılacağını belirleyen etkenlerın, bilim ada-

30


ınının masa başında yapacağı tercihler olmadığım ortaya koymaktadır. On yıl önce "öğrenci eylemleri" diye bir olgu ol­ madığından, hiç kimse bu konu da araştırmalar yapmak ge­ reğini duyrnuyordu . Fakat, bugün, başta bilim adamlan ol­ mak

üzere,

bütün

sosyal

ve

siyasi

kuruluşlar,

öğrenci

eylemlerini anlamaya, bu eylemlerle toplum yapısı arasında ilişki kurmaya çalışrnaktadırlar. Yine

1 945'den günümüze

kadar bütün siyaset bilimcileri biçimsel demokrasinin er­ demlerinden, Türkiye'ye getireceği yararlardan söz ediyorlar­ dı. O tarihte büyük ümitler bağlanan Batı buıj uva demokra­ sisinin, uygulanrnasımn bügün Türkiye'ye yarar değil, zarar ge tirdiği , Türkiye'yi dar bir b ağaza sıkıştırdığı tartışmasız kabul edilmektedir. Bugün, bütün aklı başında siyaset bi­ limcileri, artık ulu orta, biçimsel demokrasinin, erdemlerin­ den söz etmiyor, yer yer feodal ve yan-feodal özellikler göste­ ren bir toplumda, Batı'nın burj uva demokrasisi uygulandığı zaman ne gibi sorunların ortaya çıkacağını araştırıyorlar. Çünkü toplumsal yapı dinamikler�in işleyişi, feodal özellik­ ler gösteren bir toplumda uygulanan "demokratik düzen"de savunulacak hiçbir erdem bırakrnamış: b u rj uva demokrasi­ sinin geniş halk yığınlannın değil, feodalitenin ve onlarla it­ tifak durumunda olan öteki egemen sınıfların çıkariarım ko­ ruduğunu ortaya çıkarmıştır. O halde, neyin araştırılması gerektiğini saptayan, bilim adamının bizzat kendisi değildir. Araştırma konulan temel toplumsal yapı dinamiklerinin işle­ yişi sonunda zaten ort aya çıkmaktadır. Bilim adamı, bugün­ kü koşullarda, toplumsal yapı dinamiklerini doğru dürüst analiz ettiği ölçüde, bu dinamiklerin geleceğe doğru nasıl bir doğrultu gösterdiğini de sağlam bir biçimde ortaya koyabil­ mekte ve gelecekte doğabilecek muhtemel oluşurnlara şimdi­ den dikkati çekrnektedir. Her şeyden önce, Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal ya­ pısını incelerneyi amaç edinen bu gelişim içinde ortaya çıkan en önemli sorunlardan biri "Doğu sorunu" olmuş ve uzun yıllar boyunca "tabu" diye bakılan bu "sorun" çeşitli yönleri ile artık korkusuzca bilimsel bir açıdan tartışılmaya başlan­ mıştır. Türkiye'de araştırma konularının, temel toplumsal yapı dinamikleri

tarafından

ortaya

konduğunu

gösteren

en

31


önemli oluşurnlardan biri de "Doğu soru nu "dur. Bilindiği gi­ bi, Doğu Anadolu , Türkiye 'nin öteki bölgelerine oranla, eko­ nomik, toplumsal ve kültürel bakırnlardan çok geri kalmış­ tır. Bilim adamları ve çeşitli siyasi kuruluşlar, bu konuya artık yabancı

kalarnarnakta,

bu

dengesizliğin nedenlerini

açıklamaya çalışmakta ve dengesizliğe

-çok zaman kendi

eğilimlerine göre de olsa- çare arama zorunluluğunu duy­ rnaktadırlar. Fakat , "Doğu sorunu"na daima soyu t bir öz­ gürlük ve idealizm açısından bakılıp , büyük bir gerçek olan sosyal sınıflar ve bu sınıfların ideoloj ileri ihmal edildiği için, ne geri kalma olayı tam anlamıyla açıklanabilrniş ne de geri kalmışlığı giderici çözüm yollan

getirilebilrniştir.

Bugüne

dek, D oğu Anadolu'nun geri kalması genellikle iki nedene dayandınlarak

açıklanmıştır.

Bu

nedenlerden

biri;

Doğu

Anadol u 'nun siyasi iktidarlar tarafından ihmal edilmesi, öte­ ki de bölgenin ekonomik ve toplumsal yapısında, hala ağa­ lık, şeyhlik, seyitlik, aşiret reisliği gibi Ortaçağ kalıntısı, çağ­ dışı

kurumların

mevcut

olmasıdır.

Bu

görüş,

en

güzel

ifadesini Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1 2 Ekim 1 969 seçim bildirgesinde 1 ve bazı bilim adamlarımızın incelemelerinde

bulmuştur. 2

Doğu Anadolu'nun geri kalmasını açıklamaya çalışan bu görüşler, aslında geri kalmışlığın nedenleri değil, sadece gö­ rüntüleridir.3 Bunun için, bu nedenler sosyo-ekonomik ba­ kımdan açıklanması gereken temel yapısal olgulardır. Başka bir deyişle, ileri sürülen bu görüşler, Doğu Anadolu'nun geri kalmasının nedenleri değil, Doğu Anadolu 'ya karşı yürütü­ len. belirli ekonomik, toplumsal ve kültürel politikaların bir sonuf2 u dur. Ağalık, şeyhlik-seyitlik, aşiret reisliği gibi Orta­ ç ağa özgü kurumlarla Doğu 'nun geri kalmışlığı arasında bir bağlantı kurmak doğru değildir. Bu kurumların hala ayakta kalmalan siyasi iktidarlar tarafından yürütülen ekonomik, toplumsal ve kültürel p olitikaların bir sonucudur.

1 . CHP'nin Düzen Deği şikliği Program ı , Doğu'da Yeni ve Halkçı Düzen. Ankara 1 969, Bölüm 6, s. 45. 2. Özer Ozankaya, Doğu Anadolu Soru nu, SBFD Cilt 24, Sayı 3 s. 75 vd. 3. ismail Cem , Türkiye'de Geri Kal m ı şlığın Tarihi, Cem Yayınevi, istan­ bul 1 970, s. 1 4. 32


Siyasi iktidarların Doğu Anadolu'yu ihmal etmeleri de yine aynı politikaların bir gereği olmuştur. Bu bakımdan, aşağıdaki iki soruyu , açık yüreklilikle, her türlü duygusal­ lıktan uzaklaşarak, cesaretle, ·tam bir bilimsel çaba içinde sormak ve bu sorulara aynı nitelikte cevap aramak gerekir: ı.

Doğu Anadolu'da,

ç�şitli altyapı hizmetleri yapılıp ,

kapitalist ilişkilerin geliştiıilmesine öncülük yapılsaydı, ağa­ lık, şeyhlik, aşiret reisliği gibi feodal kurumlar ayakta kala­ bilir miydi?

2. Merkezi otorite , Doğu Anadolu'da, kapitalist ilişkileri geliştirip, feodaliteyi tasfiye edeceği yerde, neden feodaliteyle ittifak yapıp , feodalitenin Batı Anadolu'daki egemen sınıflar­ la bütünleşmesini sağlamıştır? Bu konuda değerlendirme yaparken önemli bir hususu gözden uzak tutmamak gerekir. Bu da, bütün merkezi otori­ telerin kendi egemen sınıflanyla ittifak yapacaklan, başka bir deyişle, merkezi ortaritenin egemen sınıflann bizzat ken­ disi olduğu gerçeğidir.4 Batı Anadolu, lcipitalist ilişkileri hız­ la geliştiıip emperyalist pazarlada ilişki kurduğu halde, Do­ ğu Anadolu neden feodal bir düzende kalmıştır? Doğu 'daki feodal egemen sınıf, feodal üretim biçiminin Doğu'da ortaya koyduğu artık ürünün çok az olduğunun, oysa Batı Anado­

lu'daki toprak sahiplerinin daha çok ürünü kapatlp, daha çok biıikim yaptıklarının neden farkına varamarnıştır? Mer­ kezi otorite , neden Doğu'lu egemen sınıfın feodal kalmahınnı sağlayıp, onlarla kapitalist değil de, feodal olarak ittifak yap­ mayı tercih etmiştir? Bu sorulara verilecek bilimsel cevaplar, olaylara sadece sınıfsal açıdan balananın da yeterli olmadığını gösteriyor. Bu sorulara, etnik etls.epleri göz önüne almadan, doğru ce­ vaplar vermek olanağı yoktur. Öte yandan, etnik �tkenleri göz önüne almadan, Doğu Anadolu için sınıfsal analizler yapmanın olanağı da yoktur. , Bu araştırmanın iki önemli amacı vardır. BirinCisi, Doğu Anadolu'da ekonomik ve toplumsal yapıyı biçimlendiren,

4. Türkiye'de merkezi otoritenin meydana gelişinde, Do�u'daki feodal egem�n sınıfın ağırl ığını ileride araştıracağız. 33


ekonomik ve toplumsal gelişmenin yönünü belirleyen ana etkenieli saptamak ve bu ana etkenierin fonksiyonel ve ya­ pısal bütün içindeki yerini kavramaktır. Bu bakımdan, bu çalışma, bir toplumsal yapı araştırması değil, sadece böyle bir araştı:imaya giriştir. Dolayısıyla bu araştırmada -daha çok, fonksiyonel bütün içerisinde- aile , akrabalık, din, eği­ tim, sağlık, dil gibi toplumsal kurumlar ya da bu kurumla­ rın birbirleıi arasındaki ilişkiler üzerinde değil: bütün bu kurumlan biçimlendiren ana etkenler üzerinde de durula­ caktır. Araştırmanın öteki önemli amacı da, Türkiye'deki etnik farklılaşmayı gün ışığına çıkartıp , mülkiyet ve ü retim ilişki­ leri açısından bu farklılaşmanın gelişim doğrultusunu sap­ t amaktır. Bugün, "D oğu sorunu"nu, yalnız ekonomik açıdan "ilerilik" ve "gerilik" sorunu olarak ele almak yanlış bir tu ­ tumdur. "Doğu sorunu "nun, aynı zamanda etnik bir sorun olduğunu artık gözden uzak tutm amak gerekir. Çünkü, "ge­ ri kalmışlık" ve "yoksulluk" sadece Doğu Anadolu 'nun değil, tüm Türkiye 'nin sorunudur.

Ömeğin, Orta Anadolu veya

Batı Anadolu 'da da, Doğu Anadolu'daki gibi geri kalmış köy­ ler ve yoksul halk yığınları vardır. Fakat, bugün Türkiye 'de Doğu Anadolu ölçüsünde bir Orta Anadolu, bir Batı Anadolu sorunu yoktur. O halde , bölgeler arası ekonomik, toplumsal ve etnik farklılaşma söz konusu olduğu zaman, en somut şey D oğu Anadolu ile Batı Anadolu arasında görülen, ekono­ mik, toplumsal ve kültürel dengesizlik ve buna bağlı olarak etnik farklılaşmadır. Bu farklılaşma ve dengesizliklerin Doğu Anadolu aleyhine bozulmasıdır ki, ortaya bir "Doğu sorunu" çıkarmaktadır.

Çünkü , bu dengesizlik ve farklılaşmaların

doğurduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel sonuçlar. Doğu Anadolu'da kendini daha ağır bir biçimde duyurmakta ve sorunlar burada daha açık seçik belirmektedir. Bunun için­ dir ki, Doğu sorununun etnik bir sorun olduğu asla gözden uzak tutulmamalıdır. Aynı zamanda bu sorun, Türkiye'deki üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından belirlenen üre­ tim biçimi ile özellikle feodaliziDin kapitalizme doğru evrimi süreci ile birlikte ele alınmalıdır. Doğu Anadolu 'nun toplumsal yapısı üzerinde dururken, bu ana etkenleri çok iyi kavramak ve bu etkenleri doğru ola-

34


rak yani olaylara uyarlı olarak ortaya koymak gerekir. Bu ana· etkenleri göz önüne almayan, sadece ve doğrudan doğ­ ruya aile, akrabalık, dil, din, demokrasi, hukuk vs. gibi üst­ yapı kurumlan üzerinde yapılan araştırmalar daima eksik kalacak ve bu araştırmalara göre tayin edilen sosyal politi­ ka, ekonomik ve toplumsal sorunlara hiçbir zaman çözüm getirmeyeceği gibi, esas amaç olan toplum yapısını değiştir­ mek görevini de başaramayacak ve sorunlara getirilecek çö­ züm yolları da h avada kalacaktır. Çünkü , bütün ekonomik ve toplumsal planlar, derinlemesine yapılan ekonomik ve toplumsal yapı analizleriyle başlamak ve bu analizlere da­ yanmak zorundadır. Memleketin ekonomik ve toplumsal so­ runlarını çözümlernek iddiasında olan bir plan ise kesin ola­ rak toplum yapısını zorlayan bir plandır. Hele, Türkiye gibi bünyesinde hala feoqal ilişkileri yaşatan ve ana çelişkilerini devrime dönüştürememiş bir ülkede, toplum yapısında en ufak bir zorlama yapmayıp, süre gelen durumun devamını öngören planların -bundan durgun bir hayat biçimi değil, daima egemen sınıfların lehine, dolayısıyla geniş halk yığın­ lannın aleyhine işleyen bir mekanizmayı, yani gittikçe artan bir kutuplaşmayı anlamak gerekir- hiçbir ekonomik ve top­ lumsal sorunu çözümleyemeyip, daima havada kalacağı şaş­ maz bir gerçektir. 5 Bu bakımdan biz, Doğu Anadolu'nun ekonomik ve toplumsal yapısını, hem sınıflar açısından, hem de bölgeler arası sosyal, ekonomik ve kültürel dengesiz-

5 . "Birinci beş yıllık planda e n önemli nokta, temel sayı labilecek bazı ku­ rumsal yapı değişmelerinin öngörü lmüş olmasıdır. Bun lar: ( 1 ) Kamu Iktisadi Sektörünü kalkınma hedeflerine uygun bir biçimde işletebile­ cek bir karar alma sistem iyle donatmak için d üşünülmüş bir iktisadi devlet teşekkülleri reorganizasyonu teklifi, (2) Tarı mda mü lkiyet ve işletme sistemini çok amaçlı bir biçimde değiştirmeye yönelmiş bir to prak reformu ve bunu destekleyecek vergi reformu teklifleri, (3) Devlet idaresini plan uygulayacak duruma getirme amacı na yönelmiş idari reform teklifidir. Bu yapı değ işmeleri, siyasi karar organları tara­ fından ya plan ın ilk incelenmesi sırasında veya uyg ulama safhasında ele alınmama yolu ile açıkça reddedilm iştir." "Birinci beş yıllık planın her şeye rağmen, kurulu düzenin sın ırlarını z_orlayıcı bir niteliği vardı r. Plan ı n uygulan ması m ümkün olsaydı, özel­ likle kurumsal bir yapı ile ilg ili konularda, Türk ekonomisi oldukça 35


lik ve etnik farklılaşma açısından ele alacağız. Çünkü, top­ lumsal yapı, ancak yatay ve dikey doğrultularla birlikte ele alındığı zaman bütünlük kazanır. Öte yandan, toplumsal ge­ lişimin doğrultusunu çizmeyi amaç edinen toplumsal yapı tahlilleri, ancak böyle bir bütünlük içinde anlamlaşır. Örneğin Sosyolog Behice Boran, Türkiye Sosyalist Hare­ keti'ni hem toplumsal sınıflar açısından, hem de yersel ör­ gütlenme açısından tahlil etmiştiı:. 6 Boran'ın vardığı sonuç­ lar

ekonomik

ve

toplumsal

gelişmemizirı

doğrultusu

bakutımdan çoğu zaman tutarlıdır. Ancak, Türkiye'deki et­ nik farklılaşmaları, bu farklılaşmaların sonuçlarını, farklı­ laşmaların üretim biçimi bakımından anlamını belirtmediği

ve hatta bu konuda hiçbir gayret sarf etmediği için de bazı tahlilierirlde başal)sız kalmaktadır. Doğan Avcıoğlu da, Tür­

kiye'nin Düzeni'ni

araştınrken,

bölgeler arası

ekonomik,

sosyal ve kültürel dengesizliklere ve etnik farklılaşmalara değinmekten şiddetle kaçınmıştır.7 Böyle bir sorunu kabu l edip, tartışmadan kaçındığı için de vardığı veya varmak iste­ diği sonuçlar, . D oğu' Anadolu'nun toplumsal yapısı söz konu­ su olunca bazen eksik, bazen de toplumsal yapıya ters düş-

önemli bir aşamadan geçmiş olurdu. Ikinci beş yıllık kalkınma planı, temel düşünce bakı m ından, bir geriye dönüş anlam ı n ı taşır. Bu plan, kurulu düzende ve bunun işleyişinde değişiklik getirecek konularda som ut teklifler getirmekten sistemli olarak kaçınm ıştır. Bu bir izleme plan ıd ır. Ve gerçek anlamda plan lı kalkınma zoru nluluğunu benimse­ meyen bir siyasi görüşün tabii sonucudur." Necat Erder, Türkiye Planlama Tecrübesi Içinde Bölge Sorununun ve Bölge Planlamasının Yeri, TMMOB M imarlar Odas ı, 1. Milli Fiziki Plan Semineri, 22-24 Ocak 1968 Ankara, s. 4 vd. 6. Beh ice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Gün Yay ınları, Istan­ bul 1968, s. 139 vd. Behice Boran kitabının ikinci baskısında Doğu soru nuna daha anlamlı bir açıklık getirmektedir. (Tekin Yayınevi, Is­ tanbul 1970, s. 137 vd.) 7. Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, (Dün, Bugün, Yarı n) Bilgi Ya­ yınları, Ankara 1968. Doğan Avcıoğlu, bu eksikliği anlamı ş ve k�abı­ n ı n dördüncü baskısında (Aral ık 1970) Doğu sorununa değinmiştir. s. 7 1 4-717.

36


mektedir. ı:ı Bu bakımdan, toplumsal yapıyı hem dikey, hem de yatay toplumsal yapı gerçekleri olarak ele alınanın gereği son derece önemlidir. "Doğu sorunu", bugün Türkiye'nin en önemli, fakat en çekinilen, tabu sayılan ve bunun için de daima tartışma alanı dışında bırakılmaya çalışılan bir so­ rundur. Örneğin Doğu Anadolu'nun kaderinde çok önemli bir rol oynamış olan ve merkezi otoritenin Doğu halkı üze­ rinde bir baskı aracı olarak kullandığı Doğu Mitingleri, de­ mokrasilerde dördüncü kuvvet olarak bilinen basında, çok az ilgi gördüğü gibi, mitinglerden sonra da basında bu ko­ nuda üzerinde . durulmaya değer bir yorum yapılmaması, üzerinde durulmaya değer nitelikte bir tutumdur. Oysa mitingler, Türkiye'deki siyasal gelişmeler açısın­ dan çok önemli olayiardı ve üzerinde durulması gerekti. Or­ tadoğu devrimci hareketi, işçi hareketleri, Batı Anadolu'daki köylü eylemleri. öğrenci eylemleri. Vietnam vb. gibi konular­ da çok duygusal olan basınımızın, Doğu Anadolu'daki halk hareketini şüphe ile karşılaması ve basımn bu tutumunun gerekli tepkiyi görmemesi son derece anlamlıdır. Doğu sorununu basından ve kamuoyundan gizlerneye çalışan "bu anlayış" üzerinde durolmaya değer. Bazılan "Do­ ğu sorunu yoktur, Doğu Batı birdir", "Kürt yok. Türk var­ dır", "Türk milliyetçiliği ayıncı değil, bütünleştinci bir milli­ yetçiliktir" deyip gerçeği gizlerneye çctlışmakta. bazılan da "sorunu" "Türk-Kürt" biçimindeki etrıik farklılaşmaya bağla­

yıp temel sorunlan yine görememekte, büyük çoğunlukta böyle bir "sorun"dan gerçekten habersiz görünmektedir. Bü­ tün bunlar küçük-buıjuva oportünizmf ve faşist eğitim sis­ temillin süregelen izlerinden başka bir şey değildir. Bu , iş­ birlikçi buıjuvazi ve. emperyalizmin ideolojisidir ve bu eğitim sistemi, bu sınıflar tarafından önerilmektedir. Burada dik­ kate değer riokta, Doğu sorunu karşısında, buıj uva bilim adamlan ve gazetecileri ile emekçi yığınlarm ideolojisini be­ nimsemiş bilim adamlan ve gazetecilerin olumsuz yöndeki tutumlandır.

Buıjuvazirıin ideolojisini benimsemiş ve bu

ideolojiyi gerçekleşUrmeye çalışan · kimseler için bu tutum 8.

lsmail Beşikçi, "Doğu Sorunu Açısından Türkiye'nin Düzeni" 1 9, 20, 21 , 22, 23, 24 Mart 1 969 tarihlerinde Akşam gazetesinde çıkan yazı­ lar. 37


doğal sayılabilir. Zira egemen sınıflar ve onların iktidarları, bu zihniyeti ayakta tutabildikleri ölçüde başanlı bir biçimde sömürüyü sürdürebilmektedirler. Fakat emekçi yığınların ideoloj isini benimsemiş kişiler için affedilmez bir kusurdur.9 Öte yandan, "Doğu sorunu yoktur" demek tek kelime ile güçsüzlüktür. Çok kolay. hatta bu "düzen"de tehlikesiz bir savunmadrr. Birtakım zorluklan göğüslemekten kaçınmak­ trr. Buna karşıt ve gerçek olan görüş ise Doğu Anadolu 'yu , önce coğrafya olarak. sonra da ek.cınomik ve toplumsal yapı gerçekleri ve bu yapıların işleyişi olarak bilmeyi gerektirir. Bu ise Ankara ve İstanbul'da oturup masa başında istatistik rakamlarıyla çalışmaktan çok daha güç bir iştir. Biz, şimdi­ ye dek, bu sorunu tartışmayan, kamuoyuna duyurmayan bilim adamlarırun ve gazetecilerin, ister sağda, ister solda ol­ sun, Doğu Anadolu'yu, değil ekonomik ve toplumsal yapı gerçekleri olarak, coğrafi olarak da bildiklerine inanrriıyoruz. Aksi halde, son derece açık olan toplumsal yapı gerçeklerine karşı bu kadar kör kalmazlardı. Doğu sorununu, Türkiye'nin en çekinilen. tabu sayılan ve bunun için de daima tartışma alanı dışında brrakılan bir sorun durumuna getiren başlıca iki etken vardır. Bunlardan biri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun, Türkiye'nin öteki bölgelerine göre çok geri kalmış olması, öteki de , bölgedeki halkın (etnik grubun) ve konuşulan dilin özellikleridir. Aslın­ da, Doğu sorununu özetleyen bu iki etken de yüzeyde kal­ makta ve kaynağını temeldeki ana sorundan almaktadrr. Bu ana sorunu , feodal mülkiyet ve üretim ilişkileri başta olmak üzere , İslam dinini, bu mülkiyet ve üretim biçimlerine göre yorumlayıp uyuşturan şeyhlik ve bütün bu etkenlerle bağ­ daşan aşiret biçimindeki toplumsal ve siyasal örgütleşmedir. FeodaliziDin tarihi, toprak sahibi soylula:da, köylüler arasın­ da sürüp giden sınıf çatışmalarından başka bir şey değildir. 9.

38

Bu konuda Lenin şöyle diyor: " ... Marx, ezen bir ulustan gelme bir sosyalistin, ezilen ulus karş ısındaki tutumunu soruşturuyar ve muha­ tabı ( ingiliz olsun, Rus olsun) egem en u l usların sosyalistlerinin ortak kusurunu açığı vuruyor: B u nlar ezilen uluslara karşı sosyalist görev­ lerini anlam ıyorlar ve 'büyük devlet' burjuvaz isinin önyarg ı larına yan­ kı oluyorlar." (V. i. Len in, Ulusların Kade rlerini Tayin H akkı, Çev. M. Ardos, Sol Yay ı nları , Ankara 1 968, s. 1 04)


Temel çelişki, feodal üretim biçiminde belirmektedir. Feodal ü retim biçimi, şeyhlik gibi dinsel kurumlarla, aşiret biçimin­

deki toplumsal ve siyasal örgütleşmeyi kendi gereklerine gö­

re b elirleyip, kendine meşruluk ve hukukilik kazandırmak­

tadır. Feodal üretim biçimine göre belirlenen bu üstyapı kurumları. temel toplumsal yapı çelişkilerinin açıklığa ka­

vuşturulup devrime dönüşmesine engel olmaktadır. Bu ba­

kımdan biz Doğu Anadolu'daki toplumsal yapıyı temeliendi­

ren ve biçimlendiren ana etken olarak. birinci derecede

"insan-toprak", ikinci derecede "toprak-din", üçüncü derece­

de de "aşiret-din-politika" ilişkilerini araştıracağız. Temel çe­

lişkiyi, mülkiyet ve üretim biçimleri gibi altyapı kurumlann­ da ve

bu

kurumların kendi gereklerine göre belirlediği,

şeyhlik ve aşiret yapısı gibi kurumlarda ararken, etnik fark­ lılaşmayı küçümsemek istemiyoruz.

Bu farklılaşmalan ve

bunun sonuçlanru, Doğu 'lu ve Batı'lı egemen sınıfların istek

ve iradelerine göre biçimlenen. siyasal iktidarların . bu farklı­ laşmalan bastınp açıklığa kavuştu rmamasında aramak ge­

rekir.

İleri endüstri topluıniarına göre. feodal toplumlar, izole,

öteki gruplardan ayn, kendine yeten bir yapıya sahip olma­

sına karşın. feodal toplum da kendi yapısı içinde hiçbir za­

man statik değildir. Doğu Anadolu da öyledir; Türkiye'de ve D ünya'da şiindiye kadar meydana gelen ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel değişmelerden etkisiz kalamamıştır. Bu

bakımdan biz her ne kadar Doğu Anadolu'yu bugünkü ko­

şulları içinde analiz etmek istiyorsak da, Doğu Anadolu'nun

bugünkü koşullarına belli bir değişim sonucu geldiğini dai­

ma göz önünde bulunduracağız. Bunun için, geçmişten za­

marumıza kadar olan d eğişmeleri göstereceğimiz gibi, bu de­ ğişmerıin

çalışacağız.

geleceğe

doğru

olan

yönünü

de

çizmeye

Toplumsal yapı araştırmalarının, ekonomik ve toplum­

sal planlarla ilgisi, zaten bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Beş, on, onbeş yıllık perspektiflerle yapılan ekonomik ve top­

lumsal planlar, ancak doğrultulan sağlıklı ve doğru bir bi­ çimde yönlendirildiği zaman yararlı olabilir. Bu doğrultuyu ,

doğru ve sağlıklı bir biçimde ortaya koyabilmek için ise her

şeyden önce, bugünkü ekonomik ve toplumsal koşullan iyi

39


analiz etmek ve bunu yaparken de toplumun, özellikle tarih­ sel gelişim doğrultusunu çok iyi değerlendinnek gerekir. Bu­ rada, toplumsal yasalann da, fizik yasalan gibi hüküm sür­ düklerini belirtınede büyük bir isabet vardır. Çü�ü . hiçbir toplumsal olay, gelişigüzel ve bir rastlantı sonucu meydana gelmez. Her olay, bir zincirin halkalan gibi, başka bir olaya bağlıdır. Bu bakımdan, toplı ı m yapısını temellendiren ve toplumsal değişirnde tayin edici · ·oJ oynayan ana etkenleri bulmak, toplumun gelişim doğrv} sumi ve bu doğrultunun yasalarını ortaya -koyabilir. Toplu: nun gelişim yasalan ile bağdaşan ve buna göre saptanan sosyal politika hedefleri, şüphesiz geniş halk yığınlannın yaranna olacaktır. Öte yandan, herhangi bir toplum tamamen feodal bir yapıya sahip de olsa, öteki toplumlardan ayrı değildir; onlar­ la birlikte fonksiyonel ve yapısal bir bütün içerisindedir. Bu bütün içinde başka toplumlardan etkilendiği gibi, başka toplumlan da etkilemektedir. Bu bakımdan, Doğu Anado­ lu'yu yalnıZ Doğu Anadolu olarak değil, Türkiye, hatta Batı İran-Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'nin meydana getirdiği bir alan içelisinde ele almak gerekir. Çünkü , bu bölgede halk­ lar, gerek ekonomik ve toplum yapılan gerekse etnik kök ve kültürleri bakımından birbirieline çok benzerler. Siyasal sı­ nırlar kağıt üzerinde kalmakta, halklar arasındaki ekonomik ve toplumsal ilişkiler çok rahat bir biçimde işlemektedir. Ör­ neğin kaçakçılık olarak bilinen olayların dinamiklerini bu ekonomik ve toplumsal ilişkilerde aramak gerekir. Uzun yıl­ lar, Osmanlı devlet ve toplum sistemi içinde bulunmanın, bu olaylar üzerindeki rolü büyüktür. Bu bakımdan bölgede farklı kültürlerin etkileşmesi değil, ancak kültür bütünleşmesinden söz edilebilir. Biz Doğu Anadolu 'yu, araştırmada yararlandığımiZ olanakların yetersizliği nedeniyle, Batı İran, Kuzey Irak, Kuzey Suriye'nin meydana getirdiği yapısal bü­ tünün bir parçası olarak değil de (Sovyetler Birliği tamamen ayn bir siyasal ve toplurn.sal .yapıya sahip olduğu için göz önüne alınmamıştır) Doğu Anadolu'nun sorurılannın, Türki­ ye'nin bir parçası olarak, Türkiye'nin temel yapısal çelişkile­ rinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği gerçeğini daima göz önünde bulunduracağız. O halde, bu araştırma bir bölge araştırması niteliğinde.

..

·

40


dir. Fakat bu bölge ve bölgenin sorunları, bağımsız olarak

değil, Türkiye'nin genel yapısal çelişkileri ile birlikte ele alın­

rnakta, yani Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal yapısı ile bütünleştirilerek verilmektedir. Her şeyden önce, araştırma­

mızda ele aladığımız bölgenin "siyasi bir bölge" olmadığını

kesin olarak belirtmekte yarar görmekteyiz.

Yukanda sıraladığımız metodolaj ik noktalardan da anla­

şılacağı gibi, Doğu Anadolu 'nun toplumsal yapısını ele alan

görüş açısı dinamiktir. Böyle dinamik bir görüş ise toplum

yapılan ile bu yapıları değiştirmek konusunda ortaya konan h ukuksal kurumlar (Anayasa , Kanununlar, Plan vs.) arasın­ da bir bağ kurulmasına geniş ölçüde yardırncı olacaktır. Da­

h a önce de belirttiğimiz gibi, toplumlan şekillendiren ve te­

rnellendiren

esas

etkenler

bilinrneden,

sadece

üstyapı

kurumlan göz önüne alınarak kurulan hukuksal kurumlar

ve yapılan planlar. sorunlan hiçbir zaman köklü bir biÇimde çözemez. Sorunların çözüm ü , ancak hukuksal kurumlarla.

bunların biçimiendirmesi ve etki altında tutması gereken,

ekonomik ve toplumsal dinamikler arasında elverişli bir bağ.

yani diyalog kurulması ile mümkündür.

O

halde, en önemli

sorpn, toplum yapısını temeliendiren esas etkenleri çok iyi

bir biçimde ortaya koyrnaktır. Bu, t�plum yapısının değiş­

mesinde tayin edici esas etkenleri göstereceği gibi toplumsal gelişmenin yönünü de ortaya koyacaktır. Zaten ekonomik gelişme, refah seviyesinin yükselmesi, modernleşme, tanının

makineleşrnesi, köyün modemleşrnesi, ekonomik ve toplurn­

sal kalkınma gibi terimlerle ifade edilmek istenilen hususlar da, toplum yapısının değişrnesinden, yani geleneksel ve feo­

dal toplum yapılanndan modem toplum yapılarına geçişten

başka bir şey değildir. 10 Kısaca, ü retim güçleri ve üretim

1 O. Be h ice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, 2. Bs. Tekin Yay ı ne­ vi, istanbul 1 970, s. 15 vd. Mübeccel K ı ray, lnterdepencies Between Argo-economic Develop­ ment and Social Change, A Case Study, Çukurova, s. 2 vd. (SBF Kitapl ığı No: 1 6 1 5 B. Seri, Advenced Seminar in the Social sci­ ences. 25 Ağustos 1 966-1 Eylül 1 966, Abant-Bolu-Türkiye iki ciltlik çoğaltılmış d izinin ikinci cildindedir.) Mübeccel Kıray ikinci Beş Yıllık Planda Köyve Köylü Soru nu, Mülki­ yeliler Bi rliği Derg isi, Sayı 1 2, Tem m uz-Eylül 1 968 Ankara, s. 2 vd. 41


ilişkileri tarafından belirlenen üretim biçiminin değişmesi,

daha ileri düzeylerde tekrar örgütlenmesidir. ı ı Bu aynı za­ manda düzen değişikliği demektir. 1 2

1 1 . Mihri Belli, Türkiye'de Karşı Devrim, Türk Solu, Sayı 64, 4 Şubat 1 969, s. 1 3 1 2. Doğan Avcıoğlu, a.g.e., 4. Bs . s. 587 vd. B ülent Ecevit, Bu Düzen Değişmelidir, Tekin Yayınevi, Ankara 1 968, s. 76 vd. ,

42


BÖLÜM 1

KAVRAMLAR-TEORİK ÇERÇEVE ve VARSAYlMLAR

ı.

TOPLUM YAPILARININ TARİHSEL EVRİMİ

Toplumların yapılanru karakterize eden en önemli et­ ken, üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından belirlenen üretim biçimidir. Üretim güçleri, başta toprak. fabrika , ser­ maye olmak üzere . toprağı işlernek ve fabrikayı çalıştınnak için kulanılan her türlü makine, araç gereçtir. Bunlann dı­ şında. ernek ve bilgi de üretim güçlerindendir. Üretim güçle­ ri ile insan topluluklan arasındaki ilişkiler - özellikle üretim güçlerine sahiplik- ise üretim ilişkilerini meydana getirir. As­ lında, üretim güçleriyle üretim ilişkileri bir bütündür ve bu bütünün adı "üretim biçirni"dir. Başka bir deyişle fülen üre­ tim yapanlarla üretim araçlan arasındaki ilişki. üretim iliş­ kilerini belirler. Mülkiyet ilişkileri ise üretim ilişkilerinin hu­ kuki ifadesinden başka bir şey değildir. İnsan topluluklan. sosyalist üretim biçimine gelinceye kadar. beş çeşit üretim biçimi yaşamıştır. Bunlar. ilkel toplum. kölelik, feodal. kapi­ talist ve sosyalist üretim biçimlerinin belirlediği toplumlar­ dır. Tarihsel gelişim içinde, bu üretim biçimleri birbirlerini izlemişler. birbirlerinin "sebep" "sonucu " olmuşlardır. Aslın­ da, üretim biçimlerinin evrimi üç ten:ıel çelişkinin işleyişi so­ nucu olmaktadır. Bu çelişkilerden birincisi, insan ile tabtat arasındadır. Bu çelişkinin dinamiği, insanın tabiatı kontrol etme azmidir. Ve insanın zaferi ile sonuçlanır. Bu zafer. top­ lum için yeni bir üretim gücü meydana getirmiştir. Meydana

43


gelen yeni üretim gücü , eski ü retim ilişkileriyle çatışır ve or­ taya yeni üretim gücüne uyarlı bir ü retim ilişkisi çıkar. Üçüncü olarak, yeni üretim ilişkisi eski üstyapı ile çatışır ve ortaya altyapıya uyarlı yeni bir ü styapı çıkar. Bu durumda toplumsal gelişimi sağlayan unsur yeni bir üretim gücüdür. Topluınıann bulunduğu aşamayı saptayan da üretim güçle­ rinin ve ü retim ilişkilerinin ulaştığı düzeydir.

II. FEODAL TOPLUM YAPISI ve FEODALİZMİN KAPİTALİZME EVRİMİ Feodalizm, Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından son­ ra , özellikle Avrupa'da görülen bir üretim ve toplum biçimi olmakla beraber, çeşitli çağlarda dünyanın her yerinde gö­ rülmü ştür. Feodal toplumu ve bu toplurndaki üretim ilişki­ lerini belirleyen en önemli etken. ücretsiz emeğin, başka bir deyişle angaryanın varolmasıdır. Maurice Dobb'a göre , feo­ dal üretim "ödenmemiş artı emeğe el koymanın özel ekono­ mik biçimrdir. "Bağlı bulunduğu bir beyin belirli iktisadi ta­ leplerini -ki bu talepler ifa edilmesi gereken hizmetler veya para ya da ürün olarak ödenmesi gereken vergiler biçimini alabilir- karşılamak üzere üreticiye cebren veya kendi irade­ sinden bağımsız olarak yüklenen bir yükürnlülüğe dayanan üretim biçimine feodalizm denir. ı n

Feodal toplumun çok önemli olan bir özelliği, ekonomi­ nin tanma dayarıması ve teknoloj isinin çok ilkel olmasıdır. Feodal toplumu tarihsel bir kategori olarak değil, bir yapı olarak alan Prof. Mübeccel Kıray, feodal toplum yapısını, öküz, karasahan ve kağnıya dayanılarak artık üretimde bu ­

lunulan bir toplum biçimidir, diye açıklarnaktadır. 2 Görül­ düğü gibi, bu toplum düz�ninde özel mülkiyet belirmiştir.

1.

Feodalizmin Dobb'a ait bu tan ı m ı , Korkut Boratav'ın yazısından alın­ m ışt ır. (Tarımda Ü retim ilişkileri Üzerine, Proleter Devrimci Ayd ı nlık, 1-5 Ocak 1 970, s. 1 95) Ayrıca Bk. Dobb, Söz eden, Paul Sweezy, Bir Eleştiri, Feodalizmden Geçiş, PO Ayd ınlık Yayınevi, Ankara 1 970, s. 1 9. 2 . ikinci B e ş y ıllık Planda Köy v e Köylü So'runu, M ü lkiyeliler Birliğ i der­ gisi, Sayı 1 2, Tem m uz-Eylül Ankara 1 968.

44


Toprak kısmen özel mülkiyet (feodaller) . kısmen de mer­ kezi otorite (devlet) tarafından paylaşılrnıştır. Bunun ötesin­ de dini kurumlar da (Avrupa'da kilise , Türkiye'de tarikatlar. şeyhler) mülkiyete sahip olabilirler. Bilindiği gibi, feodal beylerin toprak üzerindeki mülki­ yetleri ikiye ayrılır. Birincisi feodal beyin angarya ile işlettiği kendi öz topraklandır, ikincisi ise mülkiyeti kendisinin, zil­ yetliği ise köylülerin olan topraklardır. 3 Bu iki durumda , "fe­ odal bey-köylü" arasındaki ilişkiler değişmekle beraber her ikisinde de, toprağa bağlı köylüler. yani toprak köleleri ile toprak sahipleri arasında üretim ilişkilerinden doğan kişisel bir bağ vardır. Ve köylü istediği zaman topraktan ayrılamaz. Toprak sahibinin kendisine göstereceği toprak parçasında ü retim yapar ve hasat sonunda elde ettiği ürünün bir kısmı­ nı toprak sahibine verir. Bunun miktarı feodal hukuk tara­ fından saptanmıştır. Anlaşılacağı gibi burada emek tama­ men

bağımlıdır.

Emeğin

özgürleşmesi,

feodalizmin

kapitalizme doğru evrimi süresi içinde oluşan bir olaydır. Feodal ekonomik düzen kapalı bir bünyeye sahiptir. Ka­ palılık artık ürünün son derece az olmasından ileri gelir. Her ne kadar emeğe ücret ödenmiyar ve artık ürün toprak sahibi feodalde birikiyorsa da, teknolojik olanaklann öküz, karasahim ve kağnı gibi üretim araçlarına dayanması, biri­ kimin geri ve yavaş olması sonucunu doğurur. Dolayısıyla,

artık üretimi az olan bir toplumun dış pazarlara açılıp ürün­ lerini oralarda değerlendirmesi olanağı ortadan kalkmakta­ dır.

O halde, üretim genel olarak tüketim için yapılmaktadır.

Feodalizmden sonra gelen kapitalist toplumda ise üretim, geniş ölçüde "pazar için üretim" h;ıline gelmiştir. Çünkü, teknoloj ik olanaklann gelişmesi sonucu artık ürünün birtki­ mi hızlanmakta, büyük ürün ve mal stoklan meydana gel­ mekte. bu ise dış pazarlara açılma zorunluluğunu ortaya koymaktadır. 4 Feodal üretim biçiminin gelişim süreci içinde, başlıca üç aşama görmek olanağı vardır. Bunlardan birincisi "emek­ rant"; ikinci aşama "ürün-rant"; üçüncü aşama ise "para-

Korkut Boratav, a.g. m., s. 1 86. 4. Oskar Lange, Ekonomi Poltik, Çev. Muvaffak şerif, Ataç Kitabevi, is­ tanbul 1 965, s. 29 vd.

3.

45


rant" olarak belirrn ektedir. 5 "Emek-rant" olarak b eliren iliş­ kide üretici, öküz. karasaban, kağnı gibi kendi iş aletleriyle. haftanın veya yılın belirli gün ve aylannda toprak sahibi feo­ dalin işinde çalışmak zorundadır. Bu çalışma sonunda kar­ şılık alınmaz. Burada ödenmeyen emeğin ü reticiden zapte­ dilmesi

söz

konusu dur.

"Ürün-rant"

biçiminde

beliren

ilişkide ise "emek-rant" ilişkilerinde beliren angarya son bul­ muş, daha ileri bir sömürme düzenine ulaşılmıştır. Burada feodal bey, üreticinin kendi arazisinde -bu arazinin hukuki mülkiyeti feodalin, zilyetliği ise köylünündür- ürettiği ürün­ lerden bir kısmına, yine feodal hukuk tarafından saptanan oranlarda el koyar. Feodal üretim biçimi içinde çok daha ile­ ri bir sömürme ilişkisi olan "para-rant" aşamasında, fiili

üretici, ürününü paraya dönüştürür ve bunun bir kısmını (bu oran yine feodal hukuk tarafından saptanmıştır) toprak sahibi feodale öder. "Para-rant" biçimindeki bu aşamadan sonra , feodalizm yavaş yavaş çözülmeye başlar. B u . artık ürünün ticaret ve tefeci sermayesine dönüşümü, yani artık ürünün ticaret ve tefeci sermayesinin sömürüsüne bağlı ol­ ması demektir. O halde, feodalizmden kapitalizme geçişin iç dinamizmi, feodal bey ve köylü tarafından bölüşülen ürü­ nün, köylüde kalan kısmının,

tüketim fazlasının, köylük

alanlar dışında ticaret ve tefeci sermayesine dönüşmesidir. Bu sömürünün derecesi, kapitalizmin ilkel veya gelişmiş olup olmaması, ticaret ve tefeci sermayesinin sanayi serma­ yesine dönüşüp dönüşmeme olanaklannın derecesine bağlı­ dır. Şüphesiz ki, Ortaçağ Avrupa'sında görülen feodalite ile Doğu İslam feodalitesi birbirinden çok farklıdır.

Osmanlı

toplumunda, özellikle Doğu Anadolu toplumunda bunun gö­ rünüşü daha değişiktir.6 Osmanlı feodalitesinin, toprak reji-

5. Korkut Boratav, a.g.m., s. 1 98. 6. A.N. Poliak, islam Feodalizmi, Çev. H .Z. Ülken, SO, �- 1 , 1 942 istan­ bul, s. 250-270.. Poliak, bu makalesinde, Islam feodalitesinin ortak özelliklerini araştır­ mış, çeşitli bölgelerdeki farkl ı laşmaları ortaya çıkarm ış; bu arada, Os­ manlı Imparatorluğu'nda da feodal devir yaşandığ ı n ı iddia etmiştir. Ayrıca, Islam feodalitesinin Ortaç�ğ Avrupa's ındaki feodaliteden ay46


mi ve bu rejimin Imparatorluğun kuru luş, yükseliş, durak­ layış ve çözülüş devrelerinde aldığı biçim Ue çok yakın bir ilişkisi vardır. Feodalitenin yerleşip kökleşmesinde , mezhep gruplan arasındaki çatışmalann bizzat padişahlar tarafın­ dan siyasal yönlere kanalize edilmesi rol oynadığı gibi, etnik gruplar arasındaki çatışmalar da büyük rol oynamıştır. Bü­ tün bunların temelinde ise mezhep ve etnik farklılaşmalar­ dan yararlanılarak, b u gruplar tahrik edilerek sağlanan eko­ nomik ve politik çıkarları görmek gayet kolaydır. Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran seferinden itibaren mey­ dana gelen olaylan, Osmanlı İmparatorluğu'nun çözülmeye yüz tutması ile beliren Celali İsyanlan'nı,

1 89 1 Hamidiye

Alaylan'nın kuruluşunu , 1 923'den sonra merkezi otoriteye karşı, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu 'da baş gösteren isyanlan, 1 959 yılındak1 49'lar olayını ve 1 967'de Doğu Ana­ dolu'nun çeşitli kentlerinde yapılan Doğu Mitinglert'ni, hep bu ekonomik ve toplumsal temele dayanarak, aşiret yapısı, din ve politik ilişkilerle birlikte görüp, değerlendirmek gere­ kir. Bu olaylara. araştırmamızın bünyesi içinde, yeri geldi­ ğinde değineceğiz. Böylece, yukanda belirttiğimiz gibi, Doğu Anadolu'daki feodal düzenin esas karakteri de ortaya çıka­ caktır. Fakat, biz bu araştırmamızda daha çok feodal yapı­ daki değişmeler ve bunun dınamikleri üzerinde duracağız.

rıldığı özellikleri de göstermiştir. Fuat Köprülü, aşağ ıda belirtlan m a­ kalesinde Poliak'ın bu fikirlerine şiddetle hücum etm iştir. Fuat Köprülü, Orta Zaman Türk Islam Feodalizmi, Belleten, Cilt 7, Sayı 1 9, 1 941 . Köprülü bu m akalesinde, Islam feodalitesinin sadece Mısır'a ait i ncelemelerle ortaya konulamayacağ ı n ı , Türk-Moğol kay­ nakları nın da bilinmesi gerektiğini, Orta Asya, Alt ın Ordu ve özellikle Selçuklu devletlerindeki toprak rejiminin çok dikkatli bir şekilde ince­ lenmesinin şart olduğu nu yazmaktadır. Ömer Lütfü Barkan da yine Poliak'ın makalesinden esinlenerek, "Garp'te olduğu g ibi, Şark'ta da aynı vasıfları gösteren bi r feodalizm yoktur. Osmanlı arazi teşkilat ı bunu ispat eder. B iz, toprak meselele­ rini tamamen devletçi bir şekilde tanzim etmişiz. Servajı n teşekkülüne meydan vermemişiz. 'Sahib-ı arz' i le köylü ara­ sında ihtilal olduğu zaman, meseleyi devleti temsil eden kadı halle· der. Halbuki garpte kaza hakkı derebeyine aitti" demektedir. Ömer Lütfü Barkan, Iktisadi Tarih. ( Ders Notları) ll. IF. Yayını, Istan­ bu l 1 962. s. 50 vd. s. 56 vd. 47


Feodalizm, az çok meşru ve hukuki bir toplum düzeni ­ dir. Sözlü veya yazılı bir hukuku vardır. Bu hukuk toprak sahibi feodal ile toprakta ç alışan köylü arasındaki görev ve sorumlu luklan saptamıştır. Feodal bey ile köylü arasındaki bu hukuki ilişkiler, aslında üretim biçimine göre belirlenen feodal mülkiyet ilişkilerinden başka bir şey değildir. Fakat feodalitenin çeşitli çağlarda ve çeşitli ülkelerdeki görünüşü aynı değildir. Feodalizm1n meşru ve hukuki biçimleri olduğu gibi, zor ve baskıya dayanan biçimleri de pek çoktur. Biz, feodaliterlin zora ve baskıya dayanan bu biçimine Prof. Mümtaz Soysal'ın da işaret ettiği gibi7 "D erebeylik" di­ yoruz. Derebeylik, her ne kadar feodalite sözünün karşılığı ise de so-syoloj ik bir arılama sahip olduğu da şüphesizdir. Bugün, Doğu Anadolu 'da görülen özellik, bu ikinci biçimdir. Fakat. derebeylik feodaliteden ayrı bir üretim biçimi olmayıp aralannda nitelik farkı söz konusu değildir. Temel toplumsal yapı dinamiklerinin işleyişi sonunda, meydana gelen birta­

kım ttınelere karşın, feodal b eylerin, hak ve çıkarlarını baskı

yolu ile sürdürmek istemeleridir. O halde feodaliteden dere­

beyliğe, derebeylikten feodaliteye geçiş, bir gelişim doğrultu­ su değil, feodal üretim biçimi içindeki farklılaşmalardır. Bu bakımdan derebeyliğe geçiş "ilerici" bir hareket olmadığı gi­ bi, der�beylikten feodaliteye geçiş de "gerici" bir hareket de­ ğildir. Bu zikzaklar, geriye dönüşü veya ileıiye gidişi ifade et­ mezler. Toplurolann genel gelişim süreçlerinde , feodalizmin ka­ pitalizme dönüşümünün başlıca iki yolu vardır. Birincisi, fe­ odalizmin bünyesinde gelişen ticaret ve tefeci sermayesinin yoğunluk kazanması, giderek kırsal alarılan denetim altına almasıdır. Bu gelişim kısaca şöyledir: Ürün, köylü ile toprak ağası arasında paylaşılır. Özellikle feodalizmin son dönemle­ rine doğru , köylüde tüketim fazlası olan ürün, artık-ürün birilaneye başlar. İşte tüketim fazlası olan bu ürün, kentler­ de ticaret ve tefeci sermayesirlin sömürüsüne uğrar. Kentler­ de biriken bu sermaye gittikçe yoğun bir durum alır, sanayi sermayesine dönüşür ve giderek kırsal alanlardaki feodal

7. Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, SBFY, 2. Baskı, Ankara 1 969, s. 1 4-22. 48


sosyo-ekonomik yapıyı ve feodal kurumlan tasfiye eder. Bu , feodaliziDin devtirnci bir yolla çözülmesidir. Görüldüğü gibi, bui-ada feodalizm, feodalizmden beslenen, fakat feodalizm dışındaki bir sınıf tarafından tasfiye edilmektedir. Feodalizm devrimci olmayan bir yolla da çözülebilir. FeodaliziDin dev­ rimci olmayan bir yolla çözülmesi, feodal üretim ilişkilerini denetleyen kişilerin bizzat kendilerinin kapitalistleşmeleri biçiminde olur. Feodalizm hangi yolla çözülürse çözülsün, sonunda mutlaka uulusçuluk" hareketini yaratır. Başka bir deyişle, uluslar kapitalist üretim ilişkilertyle ortaya çıkarlar. nı.

ÜRETİM BİÇİMİ ve SİYASİ KURUMLAR ARASINDA İLİŞKİ

Her üretim biçimi, kendisini meşrulaştıracak üstyapı kurumlannı, bu arada siyasi kurumlan da yaratır. ilkel top­ lumdan sosyalist topluma kadar bütün üretim biçimlerinin, kendilerine uyarlı siyasi kurumlan ve bu siyasi kurumlara göre belirlenen devlet biçimlert v:ardır. Aşağıda, üretim biçimlerinin gelişimine paralel olarak si­ yasi kurumlarda ve devletin bünyesinde ne gibi değişiklikler olduğunu gösteren bir tablo vardır. Bwrada ilginç olan feo­ daliziDin kapitalizme doğru evrimi sırasında siyasi yapıda meydana gelen değişmenin izlenmesidir. Görüldüğü gibi uluslann doğuşu ticaret kapitalizmiyle başlamakta ve daha Hertki aşamalarda yoğunluk kazanmak­ tadır. Bu feodal üretim biçiminin, giderek feocfal devletin do­ layısıyla aşiret sistemlerinin yıkılrnası demektir. FeodaliziDin sosyo-ekonomik yapısı kapitalizme dönüşürken siyasi yapı­ da meydana gelecek en önemli sonuç, aşiretler arasındaki duvarların yıkılınası ve · ulusun ortaya çılanasıdır. Örneğin Batı Avrupa'da milli devletlerin, giderek modem merkezi devletin ortaya çılanası. milliyetçilik akımlannın hızlanması, feodalizrnin, yani feodal devletlerin yıkılışıyla ortaya çıkmış ve yoğunluk kazanmıştır. B

8. GRAS Ekonomik Sosyolojiye Giriş, Çev. Niyazi Berkes, DTCFY, Ankara 1 94 1 , s. 1 64-1 69. •

49


Üretim Biçimlerinin Gelişmesi

Siyasi Tipierin Gel işmesi

Ilkel toplum Göçebe hayvancı lık Feodalizm (Yerleşmiş Köy) Ticaret kapital izm i Sanayi kapital izm i

Klan Kabile

Mali kapitalizm Sosyalizm

Devletin Gel işmesi

,,

Aşiret Ulusların dol:juşu Ulus Egemen ulusun ortaya çıkışı Ulusların eşitliği ve kardeşliği

AŞiret Feodal devlet (Imparatorluk) Milli devlet Modern merkezi devlet Sömürg eci devlet U lusların eşitliği ve esasına kardeşliği göre örg ütlenen devlet

Kapitalizm, bir dünya sistemi olmadan önce. feodal ya­

pılar devrimci bir yolla kapitalizme dönüşüyor, kapitalizmle

birlikte uluslar da ortaya çıkıyordu. Fakat kapitalizm, mali kapitalizme dönüşünce her ülkede kendisine bağlı işbirlikçi

sınıflar yaratarak uluslaşma hareketlerini engellerneye çalış­

tı. Bu bakımdan bugün, uluslaşma hareketlerinin temelinde hem kapitalist ilişkilelin yoğunluk kazanması, hem de em­

peıyalist politikalara karşı bilinçlenme ve direnme etkenleri

vardır.

IV.

ARAŞTIRMANIN SINIRLARI

Araştınnamızın giriş bölümünde, bu konuda önemli gör­

düğümüz birkaç rnetodoloj ik noktaya değinilrniştir. Bu bö­

lümde de. özellikle araştımıanın coğrafi alanını sınırlamak amacıyla birkaç noktaya daha

değinmek istiyoruz. Doğu

Anadolu üzelinde araştırma yapan birçok araştırıcı, Doğu bölgesinin kapsamına giren il sayısında ortak bir görüşe va­

ramanuştır. Çoğu zaman Doğu ve Güneydoğu illert birbirine

kanştınldığı gibi, bu bölgeler birlikte ele alındığı zaman da

13 ilden 22 ile kadar değişen çeşitli rakarnlar ortaya çık­

maktadır. Aslında, bölge kapsamına giren il sayısında anlaş­

maya vanp varmamak o kadar önemli değildir. Asıl önemli

so


olan, bölge kapsanuna sokulan illerdeki benzeriikiert kavra­ yıp, "tayin edici ve seçici ana etkenlertw ortaya koymaktır.9 Tayin edici ve seçici esas etkenierin kavranması, altyapı kurumlan (Mülkiyet, üretim ilişkileri, üretim güçlertl ile bunlara bağlı olarak biçimlerren üstyapı kurumları (aile, eği­ tim, din, sağlık, politika, sanat, vs.) arasında bir bağ kurul­ ması, bu ikisi arasındaki etki-tepki ilişkilerinin ortaya kon­ ması demektir. Öncelikle şunu belirtelim ki, sosyo-ekonomik bakımdan Doğu ve Güneydoğu Anadolu ayınmı yanlıştır. Arazi, iklim ve bitki örtüsü gibi, coğrafi etkenler göz önüne alınarak ya­ pılan ayrımlar yerinde ise de, bunun sosyo-ekonomik ba­ kımdan geçerliliği yoktur. Çünkü , toplumsal yapıyı biçim­ lendiren ve toplumsal gelişmenin yönünü saptayan ana etken, mülkiyet ve üretim ilişkileridir. Bu görüş, kısaca, in­ san ve toprak ilişkileri olarak özetlenebilir. Soruna bu açı­ dan baktığımız zaman, gerek Doğu Anadolu'da, gerekse Gü ­ neydoğu Anadolu'da geçerli olan mülkiyet ve ürettm biçiminin ve bunlara bağlı olarak meydana gelen toplumsal örgütlenme biçiminin aynı olduğu görülür. Bu , feodal bir ilişki olup , bu tlişki, her ne kadar, Doğu ve Güneydoğu Ana­ dolu'nun güney ve kuzey kesimlerinde değişik biçirnlerd� gö­ rülse bile , temelde çok büyük benzerliklere sahip olduğu şüphesizdir. Tarla tanınının veya hayvancılığın yapıldığı böl­ gelerde feodal yapıdaki bu farklılaşma açıkça görülebilir. Sosyo-ekonomik açıdan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ayn9. Fehmi Yavuz, Politika ve Yerleşme Sorunları m ız, IX. !skan ve Şehir­ cilik Haftası Konferansiarına Sunulmuş Bir Tebli�idir. s. 1 7 vd. De>gu bölgesi kapmasrna sokulan il sayısı için bak, Do�u Anadolu'yu Kal­ kındırma Sorunları Semineri, Türkiye Ticaret Odaları Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birli�i. Ankara 1 967. Bu serninere sunulan çeşitli bildirilerde D�u Anadolu olarak verilen il sayıları şunlardır: Üzeyir Eren, Do�u Bölgesi Hayvancılı�ının Ekonomik Bünyesi, s. 1 1 26 ( 1 2 il), lzmir Ticaret Odası, Polarize Bölgeler Seçimi ve Aranan Şartlar, s. 1 1 3- 1 60 (1 4 il), Hüseyin S. Kendir, Do�u Anadolu'nun Kal­ kınmasında Hayvancılı�ın Yeri, s. 1 80-1 87 ( 1 9 il), Ruşen Keleş, Şe­ hirleşme Politikamız ve Do�u Anadolu Bölgesi, s. 239-263 ( 1 7 il), l b­ rahim Aksöz, De>gu Anadolu'da Zirai lstihsal Faktörleri Arasındaki Ilişkiler, s. 31 5-358 (13 il). 51


mına katılacağnnız gibi, bu geniş bölge içinde feodal yapıda­

ki farklılaşmaları da göz önüne alarak, bölgeyi yine kendi

içinde bazı kısırnlara ayıracağız.

Bize göre, Doğu Anadolu kapsamına giren il sayısı 1 8 dir. Bunlar. · Erzincan, Erzurum, Kars Ağn. Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis, Van, Adıyaman, Malatya, Elazığ. Siirt , Hakkari, Gaziantep, Urfa. Djyarbakır ve Mardin'dtr. ,

Biz bu 1 8 ili feodal yapının farklılaşmasına göre üç grupta topladık ·

I.

II. III .

Grup: Erzincan, Erzurum, Kars. Ağn. Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis, Van, Adıyaman. Malatya, Elazığ. Siirt. G ru � : Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Mardin

Grup:· Hakkari·

Daha çok hayvancılık yapılan birinci gruptaki illerde fe­ odal yapı, aşiret biçimindeki toplumsal ve siyasal örgütlen­ meye , yani hayvancılığa dayanır. İkinci gruptaki illerde ise geniş ölçüde tarla tanınma, toprağa bağlı bir ekonomi var­ dır. Buralarda feodal ilişkiler bü:tün özellikleri ile ortadadır ve hızlı bir değişme içindedir. Üçüncü grup olarak ele aldığı­ mız Hakkari ise tamamen farklı bir ekonomik ve toplumsal örgütleşme biçimine sahiptir. Kanımızca, Doğu Anadolu ile Hakkari'nin gelişme durumu arasındaki fark, genel olarak Türltiye ile Doğu Anadolu'nun gelişme durumu arasındaki farktan daha büyüktür. ·

V. ARAŞTIRMANIN VARSAYlMLARI Doğu'da egemen olan mülkiyet ve üretim ilişkilerini de­ netleyen feodal kişi, ağa, aşiret reisi ve şeyh olarak belir­ mektedir. Çok .geniş toprak mülkiyetini ve buna bağlı olarak geniş halk kütlelerini denetleyen ağalar, aşiret reisiert ve şeyhler, denetledikleri gruplar adına, aslında devletin yap­ ması gereken bazı toplumsal fonksiyonlan da benimsediklert için kurumlaşmışlardır. Bu ilişkileri dini yönde destekleyen etken şeyhlikttr. Aslında İslami olmayan bu kurum, feodal mülkiyet ilişkilerinin bir fonksiyonu gibidir. Devlet, ağa, aşi­ ret reisi ve şeyhleri 1 926, 1 937 ve 1 960'da üç defa sürgüne 52


göndermiş ve böylece onların halk kütleleri üzerindeki ezici etkilerinden, halkı kurt<ltabileceğini sanmıştır. "Oysa, ağa , aşiret reisi ve· şeyhlerin sürgünü. onlar tarafından iyi ya da kötü yürütülen toplumsal görevlerin görülmesini engellemiş ve toplum bunalımıara sürüklenmiştir. Çünkü , devlet bu ki­ şilerin sürgünü Ue görevlerde beliren aksaklıldan karşılaya­ cak bir çalışma yapmamış , yapamamış, toplumsal görevleri · yapacak bir örgüt yaratılamamıştır. Örneğin ağaların tefeci rolüne karşı, kooperatif gibi kredi ve sosyal dayanışma ku­ rumları, medreseler yerine köklü eğitim kurumlan. şeyh , efendi yerine kuvvetli. etkili ve halk yığınlarına tam anlamı ile intikal etmiş bir sağlık sosyalizasyonu konamamıştır. Bu nedenle, çeşitli ekonomik, toplumsal ve siyasal baskılar kar­ şısında kısa bir zamanda yerlerine dönen ağa. aşiret reisi, şeyhler ve halkın gözünde daha değer kazanmışlar ve bu ki­ şilerin temsil ettiği "Kurumlaşma" daha da güçlenmiştir. Ve­ ya ağaların sürgünden dönüşleri geciktiği zaman da ( 1 937) . toplumsal dinamizm yeni bir ağa çıkam11ş ve düzendeki ko­ puk halka böylece tamamlanmıştır. 1 945'den sonra, çok partili demokratik düzen içinde genel oya dayanan bir me­ kanizma ise ağa. şeyh ve aşiret reisierine iki yönlü bir ilibar kazandırmıştır. Bu kişiler, devlet ve politikacılar tarafından. gördükleri itibarı kudretlerinin bir sonucu olarak halka his­ settirip egemen durumlarını daha kolay sürd üm1üşlerdir. Ağa, şeyh ve aşiret reisierinin ekonomik ve toplumsal ilişki­ lere bu kadar hakim· olduğu bir düzende, feodal mülkiyet ve ü retim ilişkilerinden kapitalist ilişkilere geçmek, yani "feodal bey-köylü " ilişkilerini, "patron-işçi" ilişkilerine dönüştürmek bile mümkün olmamıştır. lO Fakat, feodal yapı da değişmek­ tedir. Bugünkü yapısına çeşitli aşamalardan geçerek ulaşan feodalitede bugünden yarına değişiklikler olmaktadır. •

1

.

Işte, aşağıdaki varsayımlar feodal yapıyı böyle bir dinamik görüş açısından ele alacaktır.

1 O. · ismail Beşikçi, Toplum ların Genel Gelişim Kan u nları ve Bölgenin Sosyo-Ekonomik Yapısı içinde DOGU MiTiNGLERiNiN ANALiZi, Erzu rum 1 967, (Çoğaltılm ıştır). Ayrıca Bk. FORUM Derg isi, Sayı 33 1 343. 53


VARSAYlM 1 - Toplumsal ve siyasal bir örgütleş­ me biçimi olan aşiret, Doğu Anadolu feodalizminin si­ yasi üstyapısıd ır. VARSAYlM 2- Aşiret, aynı zamanda göçebe hay­

vancılığa dayanan bir üretim ilişkisini ifade eder. Bu üretim ilişkisi, feodal üretim bi.,.:.-::i nden daha aşağı dü­ zeydedir. 1 1

VARSAYlM 3· Doğu Anadolu'mn güney ve kuzey

kesimlerinde feodal yapı farkl ılaşmıştır. Güney kesim­ ler (4 il) kapitalizmle karşı karşıya gelişmiş, çok yönlü bir ü retim biçimi belirmiştir. Genel olarak hayvancı l ı k yapılan dağlık alanlar ise ( 13 il) kapitalist pazarlarla çok daha sınırlı bir biçimde karşılaşt ıklarından daha kapal ı bir durum görülmektedir. Buralarda feodalizmin kurumları daha belirgindir.

VARSAYlM 4- Aşiret biçimindeki toplumsal ve si­ yasal örgütleş me nin kuvvetli olduğu yerler ile ( 1 3 il) bu örgütleşmanin olmadığı yerler (4 il) arasında feodal

yapı farklılaşmıştır. Kapitalist pazarlarla daha çok ilişki kuran yerlerde aşiret örgütü çözülmekte, bu yerlerdeki ekonomik ve toplumsal yapı ile zıtlaşmaya başlamak­ tadı r.

VARSAYlM 5- Doğu Anadolu'da, feodalizmden da­

ha düşük olan üretim biçimleri, feodal, yarı-feodal ve kapitalist üretim biçimleri aynı zamanda ve aynı yerde yan yana ve iç içe görülebilir. Tek yönlü değil çok'lu bir ü retim biçimi vardır. Fakat bütün üretim biçimleri, Türkiye'de egemen üretim ilişkisi olan az gelişmiş ka­ pitalizme göre biçimlenerek sürüp gitmektedir.

VARSAYlM 6- Üretim ilişkilerindeki çok yönlülüğe

paralel olarak, üstyapı kurumlarında feodal toplumdan ö nceki ve sonraki çeşitli toplumların değerlerine rastla­ mak olanağı vardı r. 1 1 . Feodalizmin siyasi üstyapı kurumu olan aşiretle, göçebe hayvancılı­ �a dayanan üretim ilişkisini ifade eden aşireti birbiriyle karıştırmamak gerekir. 54


VARSAYlM 7- Yerleşme yerleri ve biçimleri ile feo­ dal yapı arasında büyük bir uyuşma vardır. VARSAYlM 8- Hareket halinde olan bir nüfus ve

hızlı bir nüfus artışı vardır.

VARSAYlM 9- Bu bakımdan, köy ve kasabalardan il merkezlerine olan nüfus akı mı kuwetlidir. Fakat bu kalabalığı f.o nksiyonel duruma getirecek e ndüstri yatı­ rımları yoktur. Tamamen demoğrafik anlamda da olsa, bir kentleşme olurken, sanayileşme ve tarı mda mo­ dernleşme olmamas ı , toplumsal yapıda bir çelişki ya­ ratmaktadı r. VARSAYlM 1 0- Nüfusun hızlı bir şekilde artışı ve traktörleşma yani tarımdaki makinalaşma, feodal yapı­ yı muhakkak parçalayacaktır. Doğu Anadolu'da statü­ koyu parçalayıcı tek unsur bunl a rdır. Bunlar ise toplu­ mun kendi iç dinamikleri ve bu iç dinamiklerin belirli bir aşamadan sonra dış etkenlerle ilişki kurmasıdır. VARSAYlM 1 1 - Feodalizmin yıkılışıyla uluslaşma süreci de hız kazanır. VARSAYlM 1 2- Uluslaşmayı engellemenin tek yo­ lu feodalizmle daha sıkı bir ittifak kurmaktır. Fakat te­ mel toplumsal yapı dinamiklerinin işlemesi, merkezi otorite ile Doğu'lu egemen sınıflar arasında, hiçbir za­ man, böyle bir ittifakın sürdürülmesine elverişli değil­ dir. Zira Doğu'lu egemen sınıflar, "feodal sömürü"nün düşük bir sömürü olduğunun kapitalist olmak gerekti­ ğinin bilincine varmışlardır. VARSAYlM 1 3- Türkiye'deki genel gelişim süreci­ ne paralel olarak, Doğu Anadolu'da toprağı denetle­ yen egemen sınıflar da köylerejan kasabalara ve kent­ lere doğru kaymakta, mülkiyeti buradan denetlemektedirler. VARSAYlM 1 4- M ülkiyeti denetleyenler, bu fonksi­ yonlarını devam ettirip mülkiyeti parçalamamak için çeşitli tedbirlere başvururlar. "Köyün köy ile evlenme­ si", "Toprağı n toprakla evlenmesi" gibi olaylar bu bilin55


ci ortaya koymaktadır. Böylece, miras hukukunu n or­ taya koyduğu parçalay ıcı hükümler bizzat toplumun kendi dinamikleri tarafından aşı lmaktadır. VARSAY I M 1 5· Feodal yapının ve aşiret örgütü­ nün çok kuvvetli olduğu yerlerde kahvehane gibi halka açık kurumlar yoktur. VARSAYlM 1 6- Eşkıyai ıi<, ağalığın bask ıcı rolüne karşı ortaya çıkan bir direnme şeklidir. Ağanı n toprağa dayanan gücünü tamamen baskı tedbirleriyle sü rdür­ meye başlamasından itibaren feodalilenin bünyesinde bulunan hukukilik ve meşruluk kaybolup, derebeylik başlar. VARSAYlM 1 7· Eşkıyalık, düzene karşı bir hareket olmakla birlikte bilinçli değildir. Egemen sınıflar, aslın­ da düzene karşı olan bu hareketleri yine kendi s ı n ıfsal çıkarları doğrultusunda ku Ilanma yı başarmaktadı rlar. VARSAYl M 1 8· Halkla ilişki kuran yegane devlet otoritesi jandarma ve tahsildardır. Devlet, hizmet un­ surları ile değil, baskıcı etkenlerle halka g itmiştir. Bu ise devlet bürokrasisi ile halk arası nda büyük bir uçu ­ rumu n meydana gelmesine, halk ı n devlete ve memur­ lara şüphe ile bakmasına sebep olmuştur. VARSAYlM 1 9· Kaçakçnık, sınır bölgelerinde, h ızlı nüfus artışının ortaya koyduğu gerilimleri önleyen bir tampon mekanizmasıdır. Sınır bölgelerindeki bu olay, aşiret, din, dil, aile ve akrabalık sistemleri tarafı ndan da d esteklen cr.\e �tedir. VARSAYlM 20· Devlet ve ulus fikrinden çok önce gelen ve ge leneksel bir örgütleşme biçimine sahip olan aşirette, modern devletlere ve modern demokra­ silere özgü siyasi partiler, birleştirici olmaktan çok ayı­ rı_cı bir rol oynamakta; aşiretler arası anlaşmazlıklar, si­ yasi partiler kanalıyla tekrar biçimlenmektedir. VARSAYlM 2 1 · Cumhuriyetin kuru luşundan sonra, Doğu Anadolu'da merkezi otoriteye karşı belire n is­ yanlar, Doğu'lu egemen sınıfları n parlamentolarda 56


temsilini engellemiştir. Doğu'lu egemen sınıflarla mer­ kezi otorite aras ı ndaki bu çatışma ise Türk milliyetçili­ ğinin ırkçılığa dönüşmesine sebep olmuştu r. Bu ı rkçı politika aynı zamanda Doğu'lu ve Batı'lı halklar arasın­ da büyük bir uçurum ve farklılaşma da yaratmış, esas amaç olan bütü nleşme gerçekleşmemiştir. Bu ise Kürt halkının, hem Tü rk halkı tarafından küçümsenmesine, hem de devlet otoriteleri tarafından ezi lmesine ve ken­ di sosyal ve kültürel değerlerinin yine kendi içindeki egemen sınıfın ekonomik ve siyasal çıkarlarını sürdür­ mek uğruna sömürülmesine sebep olmuştur. VARSAYlM 22- Doğu'lu aşiretlerin ve egemen sı­ nıfların bir kısmı merkezi otoriteye isyan ettikleri halde, bir kısmı merkezi otorite ile bağdaşma halindedir. is­ yan etmeyenler sadece aşiret reisi olarak kaldıkları halde, isyan edenler aşiret reisliği yan ında, liderlik ve dini liderlik fonksiyonlarını da benimsemişlerdir. VARSAYlM 23- Doğu isyanlarını n temelinde, u lu­ sal bilincin birikiminden çok, cumhuriyelle birlikte ge­ lişmeye başlayan merkezi otorite karşısında, yöresel feodallerin duydukları rahatsızlık ve sıkışma olayı var­ dır. VARSAYlM 24- Aşiret gibi geleneksel bir düzene modern demokrasilere özgü kurumları uyguladığımız zaman, bu kurumlar, aşirette tamamen ,farklı bir anlam kazanmakla, aşirete özgü "Biz" duygusunu ve fikrini hiçbir zaman parçalayamamakta, geleneksel aşiret düzeninin değerleri daima önde gitmektedir. VARSAYlM 25- Uluslaşma süreci, aşiret örgütle­ rinde çok yavaş olmasına karşın kapitalizmle karşı karşıya gelmiş feodal yapılarda hızlıd ır. Feodal yapılar­ dan kapitalizme geçiş uluslaşma sürecini h ızland ır­ maktad ır. VARSAYlM 26- Bazı köyler ve kasabalar, Osmanlı imparatorluğu'nun çözülme devrindeki yönetici sınıflar­ dan, özellikle toprağı kontrol eden tımariardan büyük darbe yemişler bir daha da ihya olamamışlard ı r. 57


VARSAYl M 27- Köyler, arazi üzerinde yaygın ve az nüfusludur. Fakat, köy evleri birbirine çok yakındır. Yerleşme birimlerinin, yani köyler ve köy altı iskan .bi­ çimlerinin bu kadar parçalanmış olması , köyleri öteki­ lerine karşı izole hale getirmiş, bu ise köylüde bireyci bir görüşün gelişmesine sebep olmuştur. Bu bireycilik, köylünün gerçek kimliğini ve hayatının iç yüzünü de gizlerneyi ö ngörmektedir. Korkan, gizlenen, şüphele­ nen bir kişilik. VARSAYlM 28- Din, ekonomik ve politik çıkarları gizleyen , isyan hareketlerine ve egemen sınıfların öte­ ki hareketlerine meşruluk veren bir kurumdur. VARSA YIM 29- Hükümet otoritelerine isyan eden aşiretler, daha çok Sünni (Şafii) aşiretler olduğü hal­ de, isyan eden bu aşiretlere karşı hükümet safında çarpışan aşiretler, Alevi aşiretlerdir. Osmanlı Impara­ torluğu devrinde merkezi otoriteden çok büyük sillele r yiyen Aleviler, eski olayları n etkisiyle merkezi otorite­ nin yanı nda yer almış olabilirler. VARSAYl M 30- Doğu Anadolu'da Türkler Aleviler­ le o rtak eylemiere girdiği halde, Kürtler, Sünni Türkler­ le ort'ak eylemiere girememiştir. VARSAYl M 31 - Doğu'nun geri kalması nda ekono­ mik ve etnik etkenler birlikte rol oynamıştır. Egemen sınıflar etnik farklılaşmayı , mülkiyet ve üretim güçleri açısından usta bir biçimde değerlendirmişlerdir. V A R SA YIM 32- Doğu Anadolu'daki d eğişim yine egemen sı nıflar yararına bir değişimdir. Ancak, geniş halk yığınları yararına meydana gelecek devrim bu de­ ğişim içinde gizlidir. VARSAYlM 33- Feodalizmin kapitalizme dönüşü­ mü nü sağlayan devrimci bilinci, halk yığınlarına götü­ recek olanlar feodallerin yeni kuşakları küçük-burjuva aydınlarıdır.

Y"t:lkanda 33 tane varsayun sıralanmıştır. Bunların doğ-

58


ruluk veya yanlışlığı her zaman tartışılabllir. Fakat bu araş­ tırmalar doğrudan doğruya alan araştırmalan olmalıdır. Zira resmi kurumlann (DİE-KİBKEE) bu konudaki rakamlan hem eksik hem de yanlıştır . I 2

1 2. Kitabın ikinci böl ümünde (Köy Arazisinin Aidiyetj Kısmında) bu konu ile ilgili önemli bir örnek vard ır. Ayrıca Bk. Korkut Boratav, Yüz Soru­ da Gelir Dağ ı l ı m ı , Gerçek Yayınevi, istanbul 1 969, s. 1 34. Tarımda Üretim ilişkileri Üzeri ne, Proleter Devrimci Ayd ınlık, 1 - 1 5 Ocak 1 970, s. 2 1 2. Muzaffer Erdost, Türkiye'de Feodalizm Var m ı ? Türk Solu Dergisi, Sayı 80, 27 Mayıs 1 969, s. 9. 59


BÖLÜM H

NÜFUS-TOPRAK

ve

I.

NÜFUS ve YERLEŞME

A.

GENEL OLARAK

İNSAN İLİŞKİLERİ

ı 965 nüfu s sayımına göre, Doğu Anadolu Bölgesi'nin nüfusu 5 milyon 903 bindir. B u , Türkiye'nin toplam nüfu­ sunun % ı S . S 'idir. ı 8 il'i içine alan Doğu Anadolu'nun kap­ ladığı alanın yüzölçümü ise 220. 775 km. karedir. Bu rakam da Türkiye 'nin yüzölçümünün % 2 9 . 9 ' udur. Bölgenin nüfus yoğunluğu, aynı yılın nüfus sayımına göre ortalama 28 olup, 4 ı olan Türkiye ortalamasından çok düşüktür. Nüfus yo­

ğunluğu, Doğu Anadolu'nun kuzey kesiminde 26, güney ke­ siminde ise 37'dir. Doğu Anadolu'nun üçüncü kesimi olarak kabul ettiğimiz Hakkari'deki nüfus yoğunluğu ise 9 'dur.

Bölge

Nüfus (bin}

5. 903

220. 775

28

Türkiye

31 .392

774.8 1 0

41

Doğu!fürkiye

1 8. 8

Yüzölçümü (Km2)

Yoğ unluk

29.9 Kaynak

:

Çizelge 1

B . TARIM TOPLUMU ı 965 nüfus sayımına göre, 5 milyon 903 bin olan Doğu

Anadolu nüfusunun ı milyon 609 bini kent ve kasabalarda (% 2 7 . 2) . geri kalan 4 milyon 294 bini (% 72 . 8) de köylerde

60


yaşamaktadır. Bu oranlar da Türkiye ortalamalarına uyma­ maktadır. Türkiye ortalamalarına göre , kent ve kasabalarda yaşayanların oranı % 3 4 . 5 ,

köylük yerlerde yaşayanların

oranı ise % 65.5 'dir. Bu şimdiye kadarki kentleşmenin, Tür­ kiye ortalamalannın altında olduğunu göstermektedir. (Çi­ zelge 2) G enel durumu bu biçimde ortaya koyduktan sonra , yerleşme birimlerini kendi bünyeleri içirıde analiz edebiliriz.

Genel Nüfus (Bin) 1 8 il Tü rkiye

o/o

Şehir

%

Köy

5.903

1 .609

27.2

4.294

72. 8

3 1 .392

1 0.806

34.5

21 .586

65. 5

Kaynak: Çizelge 2 ı.

Alt- Gruplar

a)

Göçebe Aşiretler

Doğu Anadolu toplumunun en önemli özelliklerinden bi­ risi, göçebe aşiret hayatının fiilen devam etmest etmeyen yerlerde de aşiret hayatının kalıntılannın ve aşiret zihniyeti-, nirı yaşamasıdır. Bugün, Doğu Anadolu Bölgesi'nde, çok sa­ yıda göçebe aşiret vardır. En yoğun olduklan yerler Urfa. Birıgöl, Tunceli, M ardirı, Siirt, Diyarbakır, Van Gölü· çevresi, Ağn ve H akkari yöreleridir. 1 Göçebe aşiretler, sabit bir ko­ nuta ve toprak mülkiyetine sahip değildirler; küçükbaş hay­ vancılıkla uğraşırlar. Hayvanlarııla iyi otlaklar bulabilmek için, mevsim ve bitki durumuna göre, yayıalardan steplere, steplerden yaylalara göçerler ve daima çadır hayatı yaşarlar. G öçebe aşiret düzenine temel biçimirıi veren biricik "iş­ güç" ve "geçim kaynağı" h ayvancılık ve bunun gereği olan g�çtür. Her aşiretiri aribinlere varan koyunu vardır. Geniş sürüler daima aynı arazi kesiminde beslenemeyeceği için,

1 . ismail Beşikçi, Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti), Doğan Yay ınevi, Ankara 1 969, s. 7. lsmail Beşikçi, Doğu Anadoludaki Göçebe Kürt Aşiretlerinde Toplum­ sal Değişme, Erzurum 1 968, (Çoğaltılm ıştır), s. 2 ibrah i m Yasa, Türkiye'nin Toplumsal Yapısı ve Temel Sorunları, SBF Ders Notları, 1 968-69, s. 37 vd. 61


mevsim, iklim ve bitki örtüsü koşullarına uygun olarak göç edip yayıalardaki ve ovalardaki nimetlerden yararlanmaya çalışmalan büyük bir zorunluluktur. Dolayısıyla, yer şekille­ ri, iklim, bitki örtüsü gibi coğrafi koşullarla göçebeliğin çok yakın ilgisi vardır. İşte, geniş çapta hayvancılık yapmanın gereği olarak ortaya çıkan bu olay, göçebe toplumsal yapısı­ nın en belirgin özelliği, birçok sosyal ve iktisadi değerlerin kaynağı, göçebe hayat fel sefesinin esasıdır.2

2. Ziya Gökalp, "Kürt Aşiretleri Üzerinde Sosyolojik Tetkikler" isimli etü­ dünde tam ve yarı göçebeliğin sebebini şu şekilde açıklamaktadı r. "Tam göçebel ik i le yarı göçebeliğin sebepleri çöl ile temasta bulun­ maktır. Çölde Şemr, Gazze, Cubur, Bekare g ibi gayet kuvvetli Arap aşiretleri vardır. Bunların her biri seferber hale gelmiş, kuvvetli ordu mahiyetindedir. Bu ordular, komşuları olan halklar için birer düşman ordusudur. Çöl ağz ında bulunan Berazan, Karakeçi, Milli, Kiki, Ha­ lemcan, Bekuri, Miran gibi halklar daima bu seferber orduların tehdi­ di altı ndadır. Daima bunların ak ıniarına duçar olurlar. Ne hayatları ne sürüleri ne kad ınları emn iyet alt ında değildir. Bu hali kendim ize kıyas edeli m : Yunan Ordusu Garbi Anadolu'ya g irip katliamlara, akıniara başlayı nca biz ne yaptık? Seferber bir hale gelmedik m i ? Demek ki, seferber ve silahlı bir kuvvetin bulunduğu yerlerdeki ahali yerleşik bir hayat yaşayamaz. Kendisini tehdit eden kuvvet gibi seferber ve si­ lahl ı olmaya mecburdur. Göçebelik hali, iptidai halkların seferberlik vaziyetinden başka bir şey değildir. Demek ki çöl ağz ında bulunan halklar için göçebe yahut yarım göçebe bir hayat yaşamak, silahlı ol­ mak zaruri bir haldir. Bu halkları göçebelikten çıkarmak için evvele­ mirde onları tehditten ve tehlikeden kurtarmak lazımdır. Yani çöl ile kendi göçebelerimiz arasına geçilmez bir set yapmak iktiza eder. Es­ ki Çinliler, Türklerin tecavüzüne karşı Çin Seddi gibi büyük bir duva­ rın inşasına lüzum görmem işler miydi? O halde biz de çöl ile yani çöldeki aşiretler ile aşiretlerim iz arasında böyle bir set vücuda g etir­ meliyiz. Fakat bu set maddi olmaktan ziyade manevi olmalıdır. Çün­ kü, Çin Seddi Türklerin akı niarına mani olamad ı . H albuki eski Roma­ lı lar, Suriye cihetinde, eski iranlı lar Irak cihetinde Çöl Arapları nın tocavüzüne karşı askeri setler meydana getirebilmişlerdir. Acaba biz de askeri bloklarla hudut alaylarıyla böyle bir set meydana getiremez miyiz? Şimdi Çöl Arapları hududumuzun haricinde kaldığı için böyle bir set yapmamız mümkündür. Bu seti yaparak çöl tehlikesini orta­ dan kald ırırsak tam göçebe ve yarı m göçebelerin yerleşik bir hale geçmesini teşvik etmiş oluruz. O zaman yaln ız sürüler m eselesi kalır. Göçebeler g erek kendi sürülerini, gerek emanetçi sıfatıyla diğer aha62


Her aşiretin yaylak ve kışlak bölgeleri vardır. Fakat bun­ lar geleneksel değildir. Son zamanlarda, nüfus artışına para­ lel olarak köylerin yayla , mera gibi orta malı ihtiyaçlan arttı­ ğından göçebelerin hareket alanı daralmıştır. Kış mevsimini Urfa, Mardin, Beşiri, Silvan, Batman gibi Güneydoğu ovala­ nnda geçiren aşiretler ilkbahar başlannda kuzey yaylalanna doğru göçerler. Kuzey yaylalan arasında, Van Gölü çevresin­ de Nemrut, Süphan, Kariz, Aveberhan; Muş'ta Zövaser; Bin­ göl'de Şerafettin; Erzincan'da Munzur; Siirt ve Hakkari ta­ raflannda Herakol, Meydanı Cindiyan; Van'da Çatak; Ağn'da Ağn D ağı yayialan en önemlilerindendir. Göç, kademeli olur. Önce, başlannda çobanlan olduğu halde sürüler gider; son­ ra da, aşiretin tüm mensuplan göçer. Bir aşiret, yaylada beş ay kadar kalır. Soğukların başlamasıyla, steplere doğru göç başlar. Gerek yayialardan ovalara gerekse ovalardan yayıa­ lara yapılan göç bir ay kadar sürer. Taşıma aracı her zaman at ve katırdır. En büyük görev de kadınlanndır. Burada öriemli olan, bir yıllık faaliyetlerin belli kurallara bağlı olmaması, mevsim, iklim, bitki örtüsü ihtiyacına göre değişebilmesidir. Göçlerden önce , herhangi bir yaylak ve kış­ lak bölgeye gitmeden önc e , aşiret reisi ve ileri gelenler, yer kiralamak için hareket ederler. Arazi sahipleri, yöresel ağa­ lar, tüzel kişiliği olan yöresel idarelerden belirli bir süre için arazi kiralarlar. Göçebe aşiretlerin, yaylak ve kışlaklannı gruplandırıp . buralarda hareket eden aşiretleri şöyle gösterebiliriz: 3

Iiierin sürülerini kışın çöle götürü rler. Sürüsünü çöle göndermeyenler kış için a�ıllar yapmak, çok m iktarda ot ve yem hazırlamak zorunda­ dır." Ziya Gökalp'e göre göçebelik askerlik yapmamak ile de ilgilidir. Ziya Gökalp'in bu eseri üzerinde daha sonraki bölümlerde tekrar duraca­ ğız. 3. Saydı�ımız bu aşiretler, araştırmaLarı yaparken gidabildiğimiz yöreler­ de saptayabildiklerimizdir. 63


Bölgedeki Göçebe

Grup Kışlak 1.

U rfa Ovası Viranşehir Ovqs ı

ll. Kozluk (Siirt)

Beşiri (Siirt) Kurtalan (Siirt) Batman (Siirt) Si lvan (Diyarbak ır) Hazro (S iirt)

lll. Mardin

Cizre-Siopi

Vaylak

Aşiretier

Şerafettin (B ingöl) Elazığ Tunceli M u nz ur (Erzincan)

Beritanir Şavak

Kurtik (Muş) Zövaser (Muş) S ason (Siirt) Düav (Bit lis)_ Kariz (Bitlis) Nemrut (Bitlis) S üphan (Bitlis) Averberhan (Bitlis)

Alikan Duderan Üstükran M ilan Mehmediyan

Van Gölü nün Güneyi Çatak (Van) Herakol (Siirt) Herakol (Hakkari)

M ilan Alikan Tayan Davudiyan Kıçan Batuyan Garisan Soran Zivikan l spirti Kıtan

IV. Iğd ır

Aladağ Sipkan Tendürük (Van Gölü Kuzeyi) Zilan M ilan Bülbülan (Kars) Sinek (Ağ rı) Gelali

V. Yüksekova

Şemdinli U ludere B eytüşşebap Başkale

64

(Ertuş Aşiretinin b<ı­ zı kabileleri Şerefan Şidan Mam huran Gevdan Zirkiyan Graviyan ve Pinya­ niş aşiretinin bazı kabileleri


Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi, göçebelik, büyük öl­ çüde Urfa, Mardin, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl ve Tunceli'nin çevirdiği arazi kesimlerinde yapılmaktadır. Göçe­ be toplumsal örgütü , bu alanlardaki göç faaliyeti ile yakın­ dan ilgilidir. "Çadır", "Kabile" , "Aşiret", "Ulukişi" diye kade­ melenen bu örgüt, göçebe toplumsal yapısını en iyi biçimde yansıtır.

"Çadır" toplumsal örgütün en küçük ünitesidir.

"Kabile" kan akrabalığına, "Aşiret" ise evlenme yolu ile do­ ğan hısımlıklara dayanır. Birkaç aşiretin bir araya gelmesiy­ le, aşiretler arası bir konfederasyon doğar.

"Ulukişi", bu

konfederasyonun reisidir. Fakat, aşiret örgütünü yalnız ak­ rabalık bağlan ile açıklamaya çalışmak toplumsal gerçekiere aykın bir tutum olur. Aşiret. aynı zamanda siyasi bir birlik­ tir. Kabile de siyasi bir birlik olup, aşirete bağlıdır. Son za­ manlarda, kabile içi dayanışmanın aşiretin güverıliğini ge­ rektiği gibi sağlayamaması

sonucu,

dışanya

karşı

daha

güçlü olabilmesi için kabileden birçok üyenin yanyana gel­ mesi ile "Zoma"lar kurulmaya başlamıştır. Bu gelişme so­ nunda siyasal güç , kabile reisinin, Ulukişinin kişiliğinden ayrılarak. Zama reisinin kişiliğinde toplanmaktadır. 4 Göçebe aşiret , kendi toplumsal özelliklerini yansıtan bir konut türü de yaratmıştır. Bu konut çadırdır. Çadır'ın ko­ nut olarak seçilmesinin birçok nedeni vardır. Bu nederılerin en önemlileri çadır bezinin kolay dokunması, az masraflı ol­ ması ve kolay taşınabilmesidir. Ayrıca, çadınn kurulmasının ve sökülmesinin, göçebelerin yaşam koşuHanna göre basit olması, sağlamlığı, gerektiği zaman kolaylıkla büyütülüp ge­ nişletilme olanağı olması gibi fiziki özellikleri ve bu fiziki

4. Ziya Gökalp, Göçebe Kürt Aşiretlerinin Toplumsal Örgütü ile ilgili ola­ rak şöyle diyor: "Göçebe Kürt Aşiretleri ekseriyetle kabile halindedir. Kabile birçok em irliklerden meydana gelir ve bir reis taraf ından idare edilir. Kabileye ·mensup em iriikierin ağaları bu re ise tabidir. Misal ola­ rak Viranşehir'deki Milli kabilesini tetkik edelim: Milli kabilesi iki nevi emirlikten meydana gelir. Birinci nevi em irlikler yedi mühür sahipleri lakabı n ı haiz olan asli em irliktir. Bunlar Kurmanç ve Şafii'dir. Bunlar­ dan başka Kürtleşmiş Türk Aşiretleri de vardır. Kabile dahilinde her emirliğin özel bir reisi vard ı r. Bu reisler kendi em irliklerinin soyundan­ dırlar. Emir haletini kendisi tayin eder. Kürt em irliklerinin reisierine ağa, Arap emirliklerinin reisierine de şeyh namı verilir. 65


özellikleri yanında. aşiretteki toplumsal kademeleri belirle­ mesi, kuruluş biçimi ile aşiretin kendine özgü özelliklerini bellitmesi gibi nitelikleri de vardır. Doğu Anadolu 'daki göçebe aşiretlerin tarihsel gellşirnle­ ri, bölgenin tarihsel gelişimi ile yakından ilgilidir. Şerefna­ me'de ve

189 ı

yılında kurulan Hamidiye Alayları ile ilgili

kaynaklarda, aşiretlere ait geniş bilgiler vardır. Öte yandan, aşiretlerin toplumsal ekoloj ileriyle bütünleşip sosyal organi­ zasyonlarının gelişmesi, çevrenin toplumsal yapısı ile yakın­ dan ilgilidir. Bu bakımdan, aşiretlerin hareket alarurun nü­ fus yapısı, ekonomik durumu . dil, din, öğretim ve eğitim durumu , yol, haberleşme ve sağlık koşullan, bu bütünleşme ve gelişmede çok büyük rol oynarlar. Aynca, aşiretlerin çev­ reieliyle olan ilişkilerinde bazı özellikler bulmak olanağı var­ dır. Bu özelliklerden biri, aşiretle, köy ve kasaba halklan arasında, etnik bir farklılaşmanın olmamasına karşın, bir çeşit kast sisteminin var olmasıdır. Köylüler ve kentliler, aşi­

rete kız vermedikleıi gibi, onlardan kız da almazlar. Bir baş­ ka özellik, göçebe hareketlerinin, çevrenin asayiş ve güvenli­

ği üzerinde çok geniş ölçüde etkide bulunmasıdır. Çevredeki nüfus artışıyla meydana gelen aşiretin hareket alarunın da­ ralması, dolayısıyla yaylak ve kışiaklara pek büyük kira be­ dellerinin ödenmesi ve toplum dinamizminin bu gelişmeyi karşılayacak bir tampon mekanizma yaratamaması. aşiretle­ rin hayatına yeni bir yön verecek olan ekolojik problem ya­ ratmakta ve sosyal organizasyonun çözülmesine sebep ol­ maktadır.

Bu

bakımdan göçebe

aşiretler tam

anlamıyla

"geçiş aşamasında" bulunmaktadır. Bu geçiş, göçebelikten

toprağa yerleşmeye doğrudur. s

Göçebe aşiretlerin sayılan ve onların meydana getirdiği nüfus toplamlan kesin olarak belli değildir. Biz, bir yerleşme biriminde (Zoma'da) na göre , göçebe

3ı ı

37

çadırlık

nüfus saptadık.6 Bu­

aşiretlerin nüfusunun,

kabaca,

70.000-

1 00.000 olduğunu tahmin edebiliriz. Bu konuda farklı ra-

5. lsm ail Beşikçi, Doğu Anadolu'daki Göçebe Kürt Aşiretlerinde Top­ lumsal Değişme (Geçiş Halindeki Toplum lar), Erzurum 1 968 (çoğal­ m ıştır.), s. 3 vd. 6. lsm ail Beşikçi, Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar, s. 1 02 vd. 66


karnlar vardır. 7 Göçebe aşiretlerin adetlerinin ve toplam nü­ fuslanrnn tam olarak bilinemernesi, planlama faaliyetleri için büyük bir noksanlıktır. 8 Göçebe aşiret sistemindeki bünye değişiklikleri ilerde daha geniş olarak ele alınacaktır.

b)

Köy-Altı Yerleşme ,fliçimleri: Yayla. Mezraa

Bugün Doğu Anadolu kapsamı içine giren köy sayısı 9 . 436'dır. Fakat bu sayı Devlet İstatistik Enstitüsü istatis­ tiklerinde gösterilen sayıdır. Oysa bir de dam, oba, divan, kom, mezraa , yayla çiftlik gibi köy-altı yerleşme biçimleri vardır.9 Bunlardan Doğu Anado.lu 'da en çok rastlanarn yay­ la ve mezraadır. Bunların sayıları 9.970 olup, köy sayısın­ dan daha çoktur. Köyler ve yukarıdaki adlarla arnlan köy­ altı yerleşme biçimlerinin toplamı ise l 9 .406'dır. Divan, mezraa, yayla gibi köy-altı yerleşme birimlerinde genel aile adedinin % 26.5'i yaşamaktadır. Bu gibi yerlerde yaşayania­ nn adedi Urfa'da en yüksek (% 60) . Erzincan ve Kars'ta en düşük orandadır (% 7 . 5) . Önemli olan, bu farklılaşmanın Gaziantep, Diyarbakır, Urfa ve Mardin illerinin meydana ge­ tirdiği ikinci kısım ile öteki Doğu iller! arasında kesinlikle or-

7. Halük Cillov, 30.000, Türkiye Ekonomisi, iFY. 2. Bs. Istanbul 1 965, s. 82. 8. lsmail Beşikçi, Doğu Anadolu'da Göçebe Kürtler, Foru m, sayı 324 ( 1 5 Ekim 1 967.) 9. Necdet Tunçbilek, Türkiye Iskcin Coğrafyas ı, Kır lskcin ı, EFY, Istan­ bul 1 967, s. 98 vd. Necdet Tunçbilek, ad ı geçen bu kitabında Kom, Oba, Mezraa, Dam, Divan vs. arasındaki farkları şu şekilde belirtmektedir: KOM: Köy d ı ş ı nda hayvan beslemek için yapılmış, bir veya b i rk a ç ağ ı l ile çoban kulübesinden ibaret iskcin şekli. (M. Sarıbeyoglu'na atfen) (s. 1 30) OBA: Göçebeliğin ve aşiret şeklinin kaybolmadığı yerlerde m uvak­ kat yapı l ı , çad ı rl ı , iskcin birim leridir. Taştan yap ı lm ış, küçük ve basık evierden meydana gelenleri de vardı r. Obalar hayvancılığın gerek­ lerindendir. (s. 1 52) DAM: Genel olarak lmroz adasına ait bir yerleşme biçimi olup da­ ha çok tek katlı evierden kuruludur. Hayvancı lık yapmak için elve­ rişli bir yerdir. (s. 1 53) 67


taya çıktığıdır. Bize göre , köylük alanların bu kadar çok ve dağınık olmasına, üstelik, divan, mezraa, yayla gibi bağlan­ tılarının varlığının feodal yapı ile çok yakın ilgisi vardır. Bu­ nu ilerde, toprak-insan ilişkilerini ele alırken açıklayacağız. Şimdilik nüfusun bu kadar dağınık yerleşme birimlerinde yaşaması toplumsal hareketliliği geniş ölçüde engelleyip , nü­ fusun kapalı ve kendine yeter bir duruma gelmesine, insan­ Iann kendi gruplarının dışındaki gruplara şüphe ile bakma­ lanna sebep olduğunu söylemekle yetiniyoruz. (Varsayım 3,

7 , 27) Mezraa. yayla gibi köy-altı iskan biçimlerinde nüfus ga­ yet azdır. Çizelge 3'de görülebileceği gibi, bunlann adedi köy sayılanndan daha çok olduğu halde. ailelerin ancak % 26. 5'i buralarda yaşamaktadır.

Köy Sayısı .. .. . . . . . . . . . . . . . 9.436 .

.

.

.

.

%

Ailelerin Dağılış ı %

48.7

73.5

Bağlantılar Sayısı. .......... 9.970

5 1 .3

26.5

Toplam . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ... . 1 9.406

1 00.0

1 00.0

.

.

Kaynak: Çizelge 3 Öte yandan. köy-altı yerleşme birimlerini bölge içindeki kısımlar bakımından incelediğimiz zaman şunu görürüz:

Köy-altı yerleşme birim lerinin dağılışı %

Köy-altı yerleşme birimlerinde yaşayan ailelerin genel aile adedine oranı

1 3 il

65.2

21 .2

4 il

32. 1

34.0

Hakkari

2.7

46.0

Toplam

1 00.0

1 00.0 Kaynak: Çizelge 3

DiVAN: Daha çok Kuzeybatı Anadolu'da görülen bir iskan şeklidir. Mahallelerin toplanm asından meydana gelir. Divan sistemi ile muhtarlık sistemi hemen hemen ayn ı şeyi ifade eder. (s. 1 32) 68


Yukarıdaki çizelgede de görüldüğü gibi, 1 3 ilde köy-altı yerleşme birimlerinde yaşayan ailelerin oram % 2 1 . 2 olup, genel bağlantı adedinin % 65.2'sini meydana getirdiği halde, 4 ilde bağlantılarda yaşayan ailelerin oranı % 34 olup, bağ­ lantı adedi % 32 . l 'dir. Yukarda da belirttiğimiz gibi, Doğu Anadolu'da görülen köy-altı yerleşme biçimlerinin başlıcalan yayla ve rnezaraa'dır. Bunun için ikisi üzerinde önemle du­ rulması gerekmektedir. "Yayla, yazın belirli bir sür� içinde, hayvan otlatmak, ziraat yapmak ve geçimin sağlanmasında yarar temin eden, her türlü işte çalışmak, hatta dinlenrnek için çıkılan veya gidilen, köyün hayat sahasımn dışında ka­ Jan, çok defa köyün ortak mülkü olan, köyden ayrı ve çok uzak olmakla beraber. sosyo-ekonomik bağlarla tamamen veya kısmen köye bağlı bir mahal, veya köyün esas geçim sahasına ekli ikinci bir bölümdür. " ı o Bu koşullar altında yayla, göçebelik ve yan göçebelik, dolayısıyla aşiret sistemi­ nin büyük bir gereği olarak belirrn ektedir. Çünkü, göçebelik geniş hayvan sürüleri beslerneyi gerektirir. Bunun gereği ise çok geniş alanlara. yaylalara yayılarak yaz ve kış mevsimi­ nin her türlü olanaklanndan yararlanrnaktır. Yan göçebelik ise yine köy dışındaki rneralan , yani yayiaları gerektirmekte­ dir. Yayla, yaylak, yazlak, yazlık vs. gibi terimlerle belirtil­ rnek istenen hususlar aynı şeydir. Aşiret sisteminin, göçebe ve yarı göçebe yaşama koşulla­ nmn devam ettiği yerlerde yaylalann önemi çok büyüktür. Hakkari, Van, Ağrı, Tunceli, Bingöl, Muş, Sürt, Kars gibi yerlerde yayla biçimindeki bağlantılara çok rastlanır. Hay­ vancılıkla ilgili faaliyetler devarn ettiği sürece. bu bağlantılar varlığını sürdü recektir. Göçebe aşiretlerin ve yarı göçebele­ rin yayiacılık faaliyetleri farklıdır. Göçebelerin kışiaklarda ol­ duğu gibi yaylalarda da konutları yoktur. Onların hayatı yaz-kış çadır içinde geçer, oysa yan göçebelerin konutlan bulunabilir. Öte yandan, göçebelerin çeşitli kira koşullarına Çi FTLiK : Bu, Akdeniz, Batı ve iç Anadolu'da görülür. Geniş bir top­ rak m ü lkiyeti içinde meydana gelmiş bir iskan birimidir. (s. 1 21 ) AG IL: Yaln ız, hayvanların barınmasını sağlayan bir yer olup bilhas­ sa küçük baş hayvan üretiminin hakim olduğu yerlerde gelişme göstermiştir. (s. 1 55) 1 O. Necdet Tunçbilek, a.g.e., s.1 38. 69


göre değişebilen, sabit ve belirli olmayan yaylalanna karşı, yan göçebelerin ve yerleşik olanlann. sabit yaylalan vardır. Yazın bütün yaylalard<f karların erimesine göre dikey bir ha­ reket mevcuttur. O halde yayla her şeyden önce geçici bir yerleşme biçtmini ifade eder. Bu geçici yerleşme süresi için­ de de tanınsal faaliyetlerin sadece hayvancılıkla ilgili olanla­ n cereyan eder. Yayla genel o!::�ak 2000-3500 metrede olup ot, çayır ve su olanaklan genl�U�. Van Gölü çevresinde Süp­ han, Nemrut. Düav, Aveberha.!1, Ç'Jtak, Bingöl'de Şerafettin , Hakkart'de Meydan-ı Cind.tyan. SHrt'de Herakol, Kars'da Bülbülan, Ağn'da Sinek ve Balık Gölü yayıaları Doğu Anado­ lu'nun belli başlı yaylalandır. Bunlardan bir kısmı otlu, sulu ve gerÇ'ekten yayla karakterini gösteren yerlerdir. Bir kısmı ise Nemrut ve Süphan yaylalan gibi otu ve suyu kıt, fakat ekolojik koşullann zorlarnasıyla yayla olarak kullanılmaya başlanan yerlerdir. Mezraa'ya gelince, mezraa da Doğu Anadolu'nun en önemli yerleşme birimlerinden bir tanesidir. Mezraa, köyle­ rin ortak geçim sahasının dışında kalan ve o sahadan mut­ laka bir coğrafi engebe ile ayrılmış, başka bir geçtın sahası­ dır. Fakat, mezraalan geniş toprak mülkiyeti içinde ele almak gerekir. Bu bakımdan herhangi bir geniş mülkiyet içindeki mezraalar sosyo-ekonomik bağlarla birbirlerine bağ­ lıdırlar. Yaylalann, genellikle kamu malı olmalanna veya herhangi bir aşirete tahsis edilmiş olmalarma karşılık. mez­ raalarda özel mülkiyet vardır. Bu bakımdan, Uıfa, Mardin, Diyarbakır, Elazığ ve Gaziantep gibi geniş toprak mülkiyeti­ nin yoğun olduğu yerlerde mezraalar da çoktur. Bize göre , mezraalar coğrafi etkenlerden çok. geniş toprak mülkiyeti­ nin bir sonucudur. Mezraalarda yapılmış konutlann, çoğu zaman mezraa sahibipe ait olması, mezraalarda oturanların geçimlerini kiracılık ve ortakçılıkla sağlamalan bunun en önemli delilidir. Bunun için biz yaylalan aşiret sisteminin, mezraalan da geniş toprak mülkiyetinin bir sonucu olarak görüyoruz.

c)

Köyler

Köy-altı yerleşme biçimlerine göre köyler. daha kalaba­ lık nüfus gruplarını banndırmaktadır. Kent ve kasabalar dı70


şındaki 1 9.406 adet yerleşme biriminin o/o 48 . 7'sini meydana getirdiği halde buralarda yaşayan ailelerin adedi o/o 73.5'dir. Köylere nüfus gruplan itibanyla baktığımız zaman şunu gö­ rürüz: Köylertn o/o 68'i 1 - 50, % 1 1 .3'ü 5 1 - 1 50 nüfusludur. Bu duruma göre, köylerin % 1 2 . 1 'inde köy yasası uygulan­ mıyar demektir. 25 1 -500 nüfuslu köyler, köylerin o/o 3 7 . 7'sini; 50 1 - 1 000 nüfuslu köyler o/o 25 .3'ünü : 1 00 1 -2000 arasında olanlar o/o 5.3 'ünü: 2000'den fazla nüfusu olanlar ise o/o 08'ini meydana getinnektedir. Çizelge 4, köylerin dağı­ lışını, bölge içindeki yerleşme durumianna göre incelediği­ miz zaman Gaziantep , Urfa, Diyarbakır, Mardin illerinde , az nüfuslu yerleşme birimlerinin çokluğunu açık seçik gözler önüne sermektedir. Toprak mülkiyetinin denetimi ile çok ya­ kından ilgili bulduğumuz bu konu ilerde ele alınacaktır. Köylerdeki nüfus durumu ise şöyledir:

Nüfus Grupları -250 Köy sa y ısı

r.

ı 001-2000

2000'de nlazla Toplam

251-500

501 - 1 000

2977

351 0

2379

495

75

9436

3 1 .5

37.7

25.3

1 4. 7

4.9

1 000.0

457

1 .365

1 .626

635

0.8

31.7

38.2

5.3

Noluslann laplamı (bin) 4.294 r.

1 0.5

. 1 00.0· Kaynak: Çizelge 4-5

Çizelge 5'de köy sayılan ile ilgili daha analitik bilgiler vardır. Bu çizelgelerde, araştırmamızın giriş bölümünde gös­ termeye çalıştığımız, bölge içindeki farklılaşmalar da izlene­ bilir. Nüfusun ve köylerin dağınıklığını ve ortaya çıkardığı sorunlan ileride, toprak-insan ilişkileri bölümünde ele ala-

��.

.

Kasaba ve kentlere geçmeden önce, yan-göçebe tipi bir hayat biçimini de incelemekte yarar vardır. l l Bugün Doğu

1 1 . Ziya Gökalp, Kürt Aşiretlerini ; 1 . Tam Göçebe Aşiretler, 2. Yarı m Gö­ çebe Aşiretler, 3. Yerleşik Aşiretler, 4. Ağa Köyleri, 5. Ahali Köyleri olarak beş kısma ayırmakla, ilk dördünü ilkel, 5.'sini ise asri teşkilat olarak tanımlamaktad ı r. (Kürt Aşiretleri Üzerinde Sosyolojik Tetkikler, s. 1 5) 71


Anadolu'da bazı köy ve kasabalarda yaşayarılar önceleri, gö­ çebe ve yan-göçebe bir hayat yaşadıktan soma şimdiki biçi­ mini almıştır. Dolayısıyla, yerleşik olmayan halk ile kasaba ve kentlerdeki halk arasında etnik bakımdan bir fark olma­ dığı halde, yerleşme olayı zamanla halklar arasında farklı­ laşmalarm meydana gelmesine sebep olmuştur. Yarı­ göçebelik ve yan-yayiacılık olarak oılinen bu olay, göçebeli­ ğin bir kalıntısı olup, toprağa bağlanınakla ortadan kalka­ cak bir hayat biçimidir. Yan-göçebelik ve yaylacılıkta her köy, yaz aylarında, kendine çok yakın yaylalara çıkar. Ve ça­ dır hayatı yaşar. Özellikle süt, yağ, peynir ve yün üretimi için bu tür hayat biçimi çok elverişlidir. Hakkari, Ağrı, Kars, Bitlis. Van, Tunceli, Bingöl, Siirt, Muş, Erzincan gibi illerde yan-yayıacılık hayatı çok gelişmiştir. Toprağa bağlanma ola­ yının daha sık görüldüğü Urfa, Gaziantep, Diyarbakır, Mar­ din gibi illerde ise yayıacılık olayı çok seyrektir. 1 2 2.

Kasaba ve Şehirler

Doğu Anadolu'da kasabalar sosyo-ekonomik bakımdan köy özelliği taşır. Dolayısıyla, köylerle ilgili bölümde ele alı­ nıp incelenebilir. Fakat bazı inceleme kolaylıklan gözönünde tutularak ayrı bir bölümde ele alınarak incelenmiştir. Bu­ nunla beraber, köy, kasaba, kent gibi farklılaşmalan ortaya koyan tipoloj i çalışmalarında, idari birimleri aşarak, müm­ kün olduğu kadar, toplumsal ilişkilerin belirtilmesinde bü­ yük bir zorunluluk vardır. Doğu Anadolu nüfu sunun, kasaba ve kentlerde yaşayan oranı % 27. 2'dir. Tanma dayanan toplum yapısını yansıtan bu rakam, Türkiye ortalaması olan % 34.5'den çok aşağıda­ dır. Biz, bu bölümde, % 2 7 . 2 sayısını kendi bünyesi içinde inceleyeceğiz. D oğu Anadolu kapsamı içine soktuğumuz ı 8 ildeki ilçe sayısı ı 38'dir. ı milyon 609 bin olan kent ve kasa­ ba nüfusunun % 57'si il merkezlerinde (9 ı 1 . 000) . % 43'ü (698. 000) 138 kasahada yaşamaktadır (Çizelge 6) . Buna gö1 2. i smail Beşikçi, Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar, s. 1 vd. Bedriye Denker, Güneydoğu Toroslarda Göçebelik (Hutteroht'a Gö­ re) TCD, lbrah im Yasa, a.g.e., s. 29 vd . 72


re, Doğu Anadolu'daki nüfusun, yerleşme birimleri itibanyla dağılışı aşağıdaki başil çizelgede açık seçik gözükebilir.

Nü fusları %

Sayıları

Tespit edilememiştir 1 - 1 .5 arasında değişebilir - Göçebe Aşiretler - Köy-altı yerle şme birim leri: (mezraa, yayla) 1 9. 2 9970 - Köyler 53.5 9436 - Kasabalar 1 1 .9 1 38 - Şehirler 1 5.3 18 9"9.9 Kaynak: Çizelge 5, 6, 7. Çizelge ?'de kasabadaki nüfus gruplan gösterilmektedir. l OOO'den az nüfuslu kasabalar % 1 . 5 , ı oo ı -2000 nüfuslu kasabalar % 2 1 . 7, 200 ı -3000 arasında olanlar ise % 2 5 . 7 , 300 ı -4000 arasında olanlar i s e % ı 2 . 3'dür. ı o. ooo nüfus­ tan çok olup gerçek kent statüsünü kazananlar ise sadece % ı 1 .3'dü r. Bu nüfus gruplannın ihtiva ettiği nüfus miklar­ lan ise aşağıdaki çizelgede gösterildiği gibidir.

Nüfus grupları 5000

Kasaba sayısı o/o

NüfusToplam ı/bin %

5001-1 0.000

1 O.OOO�den fazla

Toplam

1 06

16

16

38

77

1 1 .5

1 1 .5

1 00

303

1 28

267

698

43.4

1 8.4

40.2

1 00

Kaynak:

Çizelge: 4 . 5

Yukandaki rakamlar, Doğu Anadolu 'da, kasabanın köy özelliklerini gösterdiğini geniş ölçüde doğrulamaktadır. 5.000'den az nüfuslu kasabalar, kasaba sayısının % 77'sini meydana getirdiği h alde , nüfusun % 43 . 4 'ünü ; 500 ı - ı O.OOO arasında nüfusu olan kasabalar ise genel kasaba sayısının % ı ı . 5'ini meydana getirdiği h alde, nüfu sun % 40. 2'sini ba­ rındırır.

7�


10 binden yukan nüfusu olan 1 6 kasaba ise gerçekten kent koşullarını göstermektedir. Kars'ta Sankamış ve Iğdır, Van Gölü çevresinde Tatvan ve Ercis, Elazığ'da Maden, Si­ irt'te Batman, Urfa'da Siverek, Viranşehir ve Birecik, Gazi­ antep'te Kilis, Nizip ve İslahiye, Diyarbakır'da Silvan, şehir­ leşme oluşumunun büyük bir hızla cereyan ettiği yerlerdir. Bu hızlı oluşumu etkileyen etkenlerden biri, Türkiye ekono­ misi için çok değerli olan doğal kaynaklann işletilmesine bağlanabilir (Batman, M aden) . Öteki önemli etken, yol kav­ şaklarmda bulunup, toplama ve dağıtma fonksiyonlannın gelişmesidir (Ercis, Tatvan, Siverek, Slivan) . Verimli toprak­ larda yapılan tarla tarnnı , bu oluşumu etkileyen başka bir etkendir (Iğdır, Viranşehir, Siverek) . Sınır kasabalannın hız­ la büyüme ve gelişmesinde ise kaçakçılığın çok büyük rolü vardır (Kilis, Nusaybin, Doğu Beyazıt) . Doğu Anadolu 'da kasabalar içinde olduğu gibi, iller için­ de de köy karakterini gösterenler vardır. Hakkari, Tunceli, Bingöl bunların başta gelenleridir. Öte yandan, Muş, Bitlis, Ağrı gibi iller de aynı tanmsal karakteri göstermektedir. Ge­ rek bu il merkezlerinde , gerekse yukarda açıklamaya çalıştı­ ğımız, kentleşme oluşumunun hızla devam ettiği yerlerde, egemen olan ilişkiler yine feodaldir. Örneğin Gaziantep'! ele alalım: Burada kent, kentleşme ile birlikte sanayileşme de hızla gelişmektedir. Fakat sanayileşmenin kırsal alanlara egemen olma. kırsal alanlan etkileme gücü yoktur. Oysa, sanayileşme ve kentleşme olayının en önemli özelliği, kırsal alanları. gelişen sanayileşme ve kentleşmenin etki alanı içi­ ne alabilmektir. Bu bakımdan, kırsal alanlar ile kentler. hat­ ta kasabalarla kentler arasında büyük bir uçurum vardır. Öte yandan. kentlerin bizzat kendi bünyelerinde de birtakım farklılaşmalar gözükmektedir. Örneğin Gaziantep . Urfa. Ki­ lis, Diyarbakır, Mardin gibi kentlerdeki "Kaçakçı Pazarları" ile kent merkezi arasında büyük bir farklılaşma görülür. Kentlerin kaçakçı _pazarlarıyla merkezleri fiziki yapı bakı­ mından birbirleriyle bütünleşmemiştir. Bu kentlerin mer­ kezlerinde, endüstri toplumlannın banka kredisi ve serma­ yesine dayanan ilişkileri yanında, dış kısımlarda görülen ilişkiler genellikle tefeciliğe ve ayni ödemeye dayanır. Tefeci­ terin kredi olanaklannın ise kent merkezi tarafından sağlan74


dığı şüphesizdir. Bu da kentlerin dış kesimleri ile iç kesimle­ rinin fiziki bakımdan bütünleşemeyip sömürü ilişkileri bakı­ mından bütünleştiğini gösterır. Bu olay, feodal karakter gös­ teren bir toplumda. modern toplurnlara özgü olan banka kredilerinin işleme mekanizmasının. feodal yapı ile nasıl bü­ tünleşip eski düzeni devam ettirme olanaklan bulduğuna güzel bir örnektir. Mardin. Urfa , Diyarbakır, G aziantep. Kilis gibi feodal özelliklerin devam ettiği yerlerdeki bu ilişkileri Bitlis, Ağrı. Kars. Van. Bingöl, Tunceli gibi yerlerde görmek daha zor ve seyrektir. Çünkü . bu gibi yerlerde nüfus yoğun bir duruma gelemediği için böyle bir farklılaşma da ortaya çıkamamıştır. Kentlerdeki fe odal ilişkileri ilerideki bölümlerde daha ayrın­ tılı olarak belirtmeye çalışacağız.

Kasaba ve kentlerle ilgili olarak söylenebilecek baŞka bir husus, bu kasaba ve kentlerin kuruluş yerleri ile aşiret iliş­ kileri arasında büyük bir bağlılık bulunduğudur. Aşiret bağ­ lannın çok kuvvetli olduğu Tunceli. Bingöl, Hakkari, Başka­ le. Beytüşşebap , Şırnak. Doğu Beyazıt, Bitlis gibi yerlerde , kent ve kasabalann kunıluş yerleri aşiret yapısının bir fonk­ siyonu gibi görülmektedir. Kent ve 'kasabalann merkezi nok­ talan, çok eski zamanlarda. feodal bey veya derebeyinin, öteki aşiretlere veya merkez otoriteye karşı güvenliğini sağla­ mak için seçtiği. savunması kolay arazi parçalandır. Fakat yine de bütün burılann toprak ile çok yakın ilişkisi vardır. Bunu ilerde toprak mülkiyeti durumu ile birlikte tekrar ele alacağız (Varsayım 7) .

C. NÜFUS ARTIŞI Doğu Anadolu nüfusunun. en önemli özelliklerinden biri, çok hızlı bir artış göstermesidir. Logarttmik olarak yapılan hesaplara göre, 1 945- 1 965 yılları arasında Türkiye'nin nü­ fusu yılda % 026. 5 artarken. Doğu Anadolu 'nun nüfusu % 028.8 oranında artmıştır. Bu genel artışa kent. kasaba ve köyler (köy-altı yerleşme biçimleri dahil) itibarıyla baktığımız zaman durum şöyledir:

75


Doğu (Şehir)

1 945

1 965

700

1 .609

43

Yıllık artış %0

Doğu (Köy)

2.665

4.294

24

Doğu (Genel)

3.365

5 .903

28.8

4.687

1 0. 806

34

Türkiye Köy

1 4. 1 93

2 1 .586

21

Tü rkiye (Genel)

1 8.790

31 .392

Tü rkiye (Şehir)

26.5 Kaynak: Çizelge 2

(nüfus artışı logaritmik hesaplanm ıştır) Yukandaki çizelgelerden görülebileceği gibi, 1 945- 1 965 arasında Türkiye'deki kentleşme hızı % 0 . 34 iken, bu oran Doğu Anadolu'da % 0 . 43'e ulaşmaktadır. Kentleşme hızın­ dan çok daha düşük olmakla beraber, köylük yerlerdeki nü ­ fus artışı da Türkiye ortalamasının üstündedir (Türkiye % 0 . 2 1 , Doğu % 0 . 24) . Fakat Doğu Anadolu 'da meydana gelen bu hızlı kentleş­ menin t�mamen demografik bir kentleşme olduğunu belirt­ mede büyük bir zorunluluk vardır. Çünkü, kenUeşme, sana­ yileşme ve tarımın modernleşmesi ile atbaşı giden bir oluşumdur. Doğu Anadolu 'da, tarımın modernleşmesinden söz etmek henüz çok erken olduğu gibi, sanayileşmeden de söz edemeyiz (Çizelge 9) . Aşağıdaki çizelge bu durumu gayet açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Iş yeri sayısı

iŞçi

Devlet Özel Toplam

sayısı

Doğu Tü rkiye DağurTürkiye

26

75

257 2.775 10

2.7

1 01

Çevirici Elektrik m akina motoru Janeratörler sayısı sayısı

1 7.036

3.01 2 326.000 3

5

sayısı

4.1 95

51

5.498 98.000

4.800

782 1 4.5

4. 1

1 .1

Kaynak: Çizelge 9

Yukandaki çizelgeden de anlaşılabileceği gibi, devlet ya­ tınmlarının sadece % l O'u, özel sektör yatınmlannın ise %

76


2 . 7'si Doğu Anadolu Bölgesi'ndedir. Türkiye'deki işçi sayısı­ nın sadece % 5 'i buradadır. Endüstrileşmenin vazgeçilmez unsurlan olan çevirici makinalar, elektrik motorlan ve jene­ ratörlerin -sıra ile- sadece % 1 4 . 5 , % 4. 1 . % l . l 'i Doğu'dadır. Bu rakamlar, Doğu Anadolu'daki sanayileşme durumunun çok ilkel bir düzeyde olduğunu göstermektedir. Çizelge 9'da görülebileceği gibi Ağrı, Tunceli. Bingöl. Muş, Van. Adıya­ man, Uıfa. Mardin ve Hakkari gibi yerlerde sanayi işletmesi bulunmaması, durumun ne kadar üzücü olduğunu göster­ mektedir. Bu durum, Doğu Anadolu 'daki ekonomik yapının tamamen tanma dayandığını gösterir. Fakat üretim güçleri öküz, karasaban, kağnı ve üretim ilişkileri feodal olduğu için hızlı bir birikim yapılamamıştır. Bu ise Doğu Anadolu'daki feodalitenin Ortaçağ Avrupa'sındaki klasik feodaliteden ay­ rıldığı noktalan da ortaya koymaktadır. Avrupa'daki feodali­ te her ne kadar toprağa dayanıyorduysa da, kentte de belirli bir sanayi vardır. Örneğin lonca örgütleri güçlü olup, köylü­ ler ve feodal kişiler arasında ayn bir sınıf olarak belirmekte­ dir. O halde Ortaçağ Avrupaisındaki klasik feodal toplumda başlıca üç sınıf vardır:

a) Toprağı esas denetleyen ve artık ürünü değerlendiren feodaller, b) Toprağı işleyen, fakat emeğinin karşılığını alamayan, üretim ilişkilerinde feodal kişiye bağımlı köylüler. c) Bu iki sınıf arasında kentlerde yaşayıp , küçük el sa­ natlan ile uğraşanlar. Feodal toplumda orta sınıf karakterini gösteren bu üçüncü grup çok önemlidir. Ve kentler, feodal ilişkilerin gö­ rülmediği kesimler olarak belirmektedir. Doğu Anadoludaki feodal yapıda ise feodal kişi ve köylüler arasında böyle bir orta sınıf teşekkül edememiştir. Adeta iki öğeli bir feodal ya­ pı vardır. Bu ise kentlerdeki elişiierinin ve zanaatkarlığın terzilik, bakırcılık, demircilik, kuyumculuk, ayakkabıcılık, ipekböcekçiliği vs. - gelişip bir varlık haline gelemernesi de­ mektir. Özellikle sınai işgücüne dayanan bu sınıfı. devletçili­ ğın Doğu Anadolu'daki uygulaması bile yaratamamıştır. Ta­ rımın öküz ve karasabana dayanması gerek Ortaçağ Avrupa'sındaki, gerekse D oğu Anadolu 'dak;i feodalitenin en 77


büyük benzerliği ve sistemi karakterize eden esas unsurları­ dır. Doğu Anadolu'da küçük el sanatlannın yaratılarnarnası­ nın temel nedenini aşiret sistemlerinde ve onun hayvancılı­ ğa dayanan ekonomik yapısında aramak gerekir. Toplurnda aşiret organizasyonların hakim olması. aşiretlerin geniş öl­

çüde göçebe bir hayat yaşamaları, hayvancılıkla meşgul ol­

maları halkın küçük el sanatlarıyla ilgilenmelerine engel ol­ muştur. Aşiretlerin göçebelikten toprağa yerleşmeleri süreci içinde bu durumda bir değişiklik meydana gelmemiştir. Top­ rağa yerleşen köyler ve kasabalar, yine hayvancılıkla uğraş­ ınayı tercih etmişlerdir. Dururnun trajik yönü şudur: Bir yandan kentlere doğru büyük bir nüfus akımı, öte yanda , kentlerde meydana gelen ve gün geçtikçe artan bu nüfusu fonksiyonel hale getirecek bir yatırım yoktur. Örneğin 1 945- 1 965 yıllan arasında Bin­

göl'deki nüfus artışı o/o 320 (Artış hızı logarttmik değildir) ol­

duğu halde, bu nüfusu fonksiyonel duruma getirecek en ufak bir sanayi işletmesi kurulmamıştır. Öteki iller için de durum Bingöl'den farklı değildir. İşte bu durum Doğu Ana­ dolu toplumunun temel yapısal çelişkilerinden biri olarak belirmektedir. Nüfusun köylük yerlerden koparak, kentlere doğru akı­ mının çeşitli nedenlerinin başında , hızlı nüfus artışının do­

ğurduğu baskı sonucu artan nüfusun bir bölümünün zo­ runlu olarak tarım ı:;ektörünün dışında kalınası gelmektedir.

B aşka bir nedeni hızla gelişen traktörleşrne olup, bu gelişme sonucunda yine birçok aile tarını söktörünün dışında kal­ maktadır (Çizelge 1 0) .

Artış 1 965

Doğuda Trakör sayısı Türkiye'deTraktör

%

Artış 1 966

o/o

1 967

3 .594

45

5.237

24. 1

6.494

54.688

19

65. 1 03

15.1

74.982

Kaynak: Çizelge 1 O Yukandaki çizelgeden de görülebileceği gibi, 1 965- 1 966

yıllan arasında Türkiye'deki traktörleşme hızı o/o 19 iken,

78


Doğuda % 46'dır. 1 966- 1 967 yıllannda ise bu artış Türki­ ye'de % 1 5 . 1 iken, bu Doğu 'da, % 24. 1 olmaktadır. Bu hızlı traktörleşmenin ise çok büyük bir işgücünü tarım sektörü­ nün dışında bırakması çok d oğaldır. Fakat gerek nüfu s artı­ şının, gerek traktörleşmenin doğurduğu sorunlar yalnız sos­ yal ve siyasal olmayıp , toprak mülkiyeti ile üzerinde durolmaya değer yakın ilişkisi vardır. Biz bu bakımdan. bu durumların toprak mülkiyeti ile ilişkilerini ileride tekrar tah­ lil edeceğiz. Şimdilik bu bölümü özet bir çizelge vererek biti­ relim. Türkiye

Doğu (1 8 il)

Ortalama yerleşme yeri büyük (x)

866

626

Ortalama köy büyüklüğü (xx)

578

443

1 7.40 1

1 0.300

65.5

72.8

34.5

27.2

Ortalama şehir büyüklüğü (xxx) Köy nüfusu % Şehir nüfusu %

Özet çizelge: Kaynak, daha önceki çizelgeler

(X)

1 8 il

+

1 38 ilçe

+

9.436 köy (Doğu için)

(XX)

9.436 köy, (Doğu için)

Not:

Bu sonuçlar logarttmik değil, basit aritmetik ortalama ile

(XXX)

1 8 il

+

1 38 ilçe (Doğu Için)

bulunmuştur.

79


ÇiZELGE 1 : NÜFUS VE YÜZÖLÇÜMÜ

Nüfus

Yüzölçümü

Nüfus

(Bin)

(km2)

Yoğunh,ığ u

Erzincan

259

1 1 . 903

21

Erzurum

628

25. 066

25

Kars

607

1 8.557

33

Ağrı

248

1 1 .376

22

Tu nceli

1 55

7.774

20

Bingöl

151

8. 1 25

18

M uş

200

8. 1 96

24

Bitlis

1 54

6.707

22

Van

268

1 9.069

14

Adıyaman

268

7.61 4

35

Malatya

453

1 2.31 3

37

E lazığ

323

9. 1 5 1

35

Siirt

266

1 1 .003

24

1 3 iı

3.980

1 56.874

26

Gaziantep

512

7. 642

66

U rfa

452

1 8.584

24

Diyarbakı r

477

1 5.354

30

Mardin

398

1 2. 760

31

1 .838

54.340

38

84

9.521

9

5.903

220.735

28

3 1 .391

774. 81 0

41

4 iı

Hakkari 1 8 iı

Türkiye Doğu/ Türkiye

1 8. 8

29.9 Kaynak: DIE, 1 965 Genel Nüfus Sayımı

80


ÇiZELGE 2: 1 945- 1 965 ARASINDA NÜFUS VE N ÜFUS ARTIŞI

Genel N üfus

Köy Nüfusu

$ e h ir Nüfusu

Dü�en Nüfus

Artı� l 94S l 96S Artı� 1 94S 1 96S Artış l 94S 1 96S

l 94S l 96S

% {Bin} {Bin}

{Bin� {Bin} Erzin can

Km 2 'ye

1 72 . 2S9

22

% (Bin) {Bin)

SB 1 64

ı so

20 1

%

34

16

21

Erzunım

396

628

60

68

1 S2 1 24

328

476 4S

16

2S

Kars

381

60

62

118

90

319

489 S3

21

33

Agn

1 34

607 248

4S

20

S4 1 70

114

1 94 70

ll

22

90

ı ss

72

ıo

24 1 40

80

131

64

ıı

20

21 320

ll

1 30 84

9

18

73 ss

ı 67 l l s

10

24

l l o ı 00

ll

22

1 00

207 1 06

7

Tunceli Bingöl

7S

ı sı

1 00

s

Mu�

83

200

1 44

ıo

72

l S4

1 06

17

33 230 44 1 60

Van Adıyaman(j

1 26

268

1 08

26

61 1 3S

-

268

Malatya(**) Elazıg

429 721 " 1 98 323

Siirt

1 34

Bitlis

S2 70

83

1 99" 1 40

93

S2

1 06 1 04

266 1 001

29

76 1 60

-

216

14 3S

-

336 S22" ss

22

37

1 46

2 1 7 so

21

3S

l OS

1 90 86

12

24

74 408

9 4 6 ı 4 0 ı 883 3034 6 3

ı4

26

80 1 04 74 ll

24S 1 4 1

66

91

63

69

l 3 ll t o p l a m ve

ortalama

229ı 3980

267 70 301 60

34

ı sı 1 03

1 86 1 90

13

24

1 63 1 60

1 87

3 1 4 70

17

30

64

90 1 00

1 88

308 61

20

31

77 287

649 1 2 8

7S1 l 1 90 6 ı

21

38

s

1 4 1 80

7 0 1 26

4

9

3365 5903

7 6 7 0 0 1 69 0 1 3 0 2 6 65 4 2 9 4 6 1

ıs

28 .

1 8790

61 4687 1 0806 1 30 1 4 1 93 21 S86 sı

24

41

Gaziantep

290

Sl2

U na

264

4S2

Diyarb akır

2SO

Mardin

234

477 398

4 il to p l a m ı va

ortalama

Hakkari

ı 038 ı 8 3 9

36

84

1 30

31

1 8 il toplamı va

ortalam a

Türki�e

392

Kaynak: 1 945 ve 1 965 N üfus Sayım lan.

('): 1 945' deAdıyam an, M alatya'ya bag lı birilçe idi. (Artıılarlogarilm ik degildir) ('"): Adıyaman + Malatya

81


ÇiZELGE

3:

KÖY

ve

KÖY-ALTl YERLEŞME B iÇiMLERi

Erzincan

S59

383

942

46

5

7. 5

Erzurum

1 039

4S4

1 493

90

ll

ı 2. 2

Kars

764

1 64

928

92

8

Agn

S44

2S9

803

32

4

Tunceli

414

1 048

1 462

27

ll

40.0

Bingöl

325

684

1 009

27

ll

40.0

Mu�

7.5

ı 2. 8

366

216

582

31

3

9. 7

Bi11is

253

365

618

19

5

26. 0

Van

S46

373

919

31

5

ı 6. 1

Adıyaman

339

777

l l 16

43

12

30.0

Malaiyo

S70

81 1

1 381

60

21

35.0

Elazıg

S87

627

1214

41

lO

25. 0

S iir1

469

636

1 1 05

38

ll

30.0

1 3 ll loplamı 6 7 1 6

6S97

1 331 3

S50

117

2 1 .2

2S5

827

7

1 3.6

Gazian1ep

S72

Diyarbakır

663

89S

1 5S8

ss

27

S3. 0

U rfa

644

1 S70

221 4

34

60. 0

Mardin

708

402

l l lO

SB S9

B

1 3. 5

2S87

3 1 22

5709

223

76

34 . 1

1 33

251

384

ıs

7

46.0

1 8 il l o p l a m ı 9 4 3 6

9970

1 9406

788

200

26.5

4 il lopla m ı Hakkari

Kayn ak: KIBKEE, 47.

82


ÇiZELGE 4: KÖYLERiN NÜ FUS GR UPLARI iTiBARIYLA DAGILIŞI N Ü FUS GRUPLARI VE YÜZDELERi

o '-';> � �

= LJ"'I IJ'"I

o L.rl � LJ"'I � �

o o '-';' L.rl

"'

o o o o

o ı..n

= o = <";' 5 o

ı::

"'

-c

E o c.. � �

o o o

"'

Erzin can

9

98

1 83

1 58

12

3

96

559

Erzurum

2

94

1 91

427

48

9

268

1 039

1 12

9

299

764

95

544

36

80

227

77

1 30

225

Tunceli

79

1 04

1 84

2

43

414

Bingöl

32

67

1 32

6

88

325

Kars Agn

6

Muı

30

59

1 62

19

94

366

Bitlis

23

60

92

ll

67

253

62

1 36

24 1

12

89

546

7

9

114

28

6

1 78

339

18

79

214

41

18

1 40

5l l

1 48

252

13

4

96

587

Van

4

Adıyaman Malatya

4

70 56

92

1 93

9

2

117

469

1 3 ll t o p l a m ı 30

682

1 338

2621

667

324

54

67 1 6

Elazıg Siir1

39.4

64.8

72. 5

70.0

77.31

65.0

72.0

0.4

1 1.5

1 9. 9

38.7

24.9

4.8

0.8

1 00

Gaziantep

18

82

1 00

1 86

1 38

40

8

572

U rfa

4

644

%

20

83

114

212

1 58

53

D iyarbakır

2

39

83

291

221

26

Mardin

6

1 64

1 89

1 52

1 47

43

7

708

4 il ia p i a rn ı 4 6

368

486

841

664

1 62

20

2587

60.6 %

34.9 ı 4.2

1 .7

4

Hakkari

26.4 1 9. 3

r.

28.0 25.4

48

23 0.3

21.5 32.6

48 1 .2

1 .1

ı

663

27

32.8 6.4

0.7

9

ı

1 00

1 33 ı

2.0

3

1 7.3

36.6

36. 1

6.8

0.7

1 00

1 8 il iapiarnı 76

1 054

1 847

351 0

2379

495

75

9436

0.8

1 1 .3

1 9. 4

%

1 00

1 00

5.3

25. 3

37.1 1 00

1 00

1 00

ı 00

0.8

1 00

1 00 8�


ÇiZELGE 5: N ÜFUS GRUPLAAl iTIBARIYLE KÖYLER VE NÜFUSLARI (1 000 OLARAK)

25ı - SOO SOl - ı ooo ı 001 - 2000 2000

-2SO Sayı

den faz.

Nüfus Sayı

7S

96

64

ı2

ıs

3

4B

427

ı s6

26B

ı B2

4B

227

299

ll

ı4

70

9S

2ı ı

86

43

28

290

Erzurum

287

Kars

117

Agn

2ı3

33

ı B4

Tunceli

ı 84

29

225

ıB ingöl

Nüfus Sayı Nüfus Sayı N ü fus Sayı N üfus

ı sa

Erzincan

36

99

ıs

ı 32

47

BB

6

7

90

ıs

ı 62

62

94

64

ı9

24

Bi Ilis

83

ı5

92

37

67

46

ll

ı2

Van

202

34

24ı

94

B9

SB

ı2

ı9

Adıyaman Elazıg Malaiyo Siir1

SS9

9

29

1 039

476

9

764

4B9

S44

ı 94

4ı4

ı 3ı

2

Muş

2

20ı

32S

ı 3o

2

2S3

ı ıo

366

ı 67

2

546

207

ı6

2

ıı4

44

ı 7s

ı 20

28

3S

6

ıs

339

2ı6

222

38

2S2

89

96

6S

ı3

ı6

4

9

511

2ı 7

9B

ıs

2ı4

80

ı 40

ı oo

55

ıs

53

SB7

306

ı 49

23

ı 93

70

1 17

BO

9

12

2

s

469

ı 9o

1 3 ll lopl a m ı 2 5 0 3 2 7 2 6 2 ı ı o o ı 1 6 67 1 1 4 0 3 2 4 4 ı 7 5 4 ı 4 9 "

Toplam

ıs

ı ı 2 ı 4S 2

Köy Nüfus Sayısı

3 1 . 8 ı o. 8 3 8 . 7 3 2 . 7 2 9 . 9 3 7 . 7

67 ı 6 3034

4 . 8 ı 3 . 9 0 . 8 4 . 9 ı o o . o ı o o.o

Gazianlep

200

3Q

ı B6

70

ı 38

9B

40

47

8

22

572

U rfa

2ı7

JL

ll2

78

ı 58

1 07

53

65

4

ı9

644

30ı

Diyarbakır

ı 24

27

29ı

ı o8

22ı

ı 4B

26

33

ı

3

663

3ı4

M ardin

3S9

ı s2

90

ı 47

ı oı

43

60

2

ı6

70B

308

900 ı 25

84ı

346

664 454 ı 62 205 20

60

48

ıs

4 il lopla mı "

Hakkari

.•

3 5 . 2 ı 0 . 5 32.6 29. ı 25.3 38. ı

27

5

ıs

32

3 1 .5 1 0. 5 37. 1 3 1 .7 25.3 38.2

2587 ı ı 9 o

6 . 4 1 7 . 2 0 . 7 5. ı 1 00.0 1 0 0.0

9

ı3

ı

2

1 8 il loplam ı 2 9 7 7 4 5 7 3 5 1 0 1 3 65 23711 1 6 2 6 4 9 5 6 3 5 7 5 2 1 1 "

267

ı 33

70

4 9 3 6 4294

5. 3 1 4 . 7 0 . 8 4 . 5 1 00 . 0 1 0 0.0 Kaynak: DIE, 1 965 G enel Nüfus Sayımı.

84


ÇiZELGE 6: iL MERKEZLERiNiN VE KASABALARININ NÜFUSLARI Merkez Nüfusu

Kasabalar

Genel Şe hir

(Bin)

(Bin)

Nüfusu (Bin)

·

Erzincan

45

12

58

Erzurum

1 06

46

1 52

Kars

42

76

118

Ağrı

25

29

54

Tunceli

6

18

24

Bingöl

12

9

21

Muş

16

17

33

Bitlis

19

25

44

Van

32

29

41

Adıyaman

23

29

52

Malatya

1 05

42

1 47

Elazığ_

78

28

1 06

Siirt 13 il toplam ı

%

Gaziantep U rfa Diyarbakı r Mardin 4 ll toplamı

%

Hakkari 1 8 iı toplamı

%

26

50

76

536

' 41 0

946

57

43

1 00.0

1 61

84

245

75

76

151

1 03

60

1 83

30

60

90

369

280

649

57

43

1 00.0

6

8

14

911

698

1 609

57

43

1 00.0

Kaynak: 1 965 Genel Nüfus Say ı m ı

85


ÇiZELGE 7: KASABALARDAKi N ÜFUS GRUPLARI

ı ooo ı oo 1 2001 3001 4001 sooı 600ı 700ı 8001 900 1 den

2000 3000 4000 5000 6000 7000 8000 9000 ı 0000 3

3

2

3

Kars

3

4

Agn

ı

3

Tunceli

3

2

Bingöl

2

Erzincan Erzuru m

2

ı OOOI 'den fazla

6 3

13

3

2

2

ı4 7 7 4

Mu�

3

Biılis

2

Van

2

Adıyaman

2

s 2

2

2

2

Elazıg

3

ı

Siirt

4

Gazianlep

ı

7 6

Malaiyo

3

8 7

3

ıo 3

U rfa

3

Diyarbakır

2

Mardin

s

H akkôri

2

4

ı

Toplam

2

30

35

%

Toplam

3

6

3

8

2

2

ll

ı

ı

ll s

17

ı3

1 . 5 2 1 . 7 2 5 . 7 1 2. 3 9.2

9

4

6

2

4

ı6

7.2

4.5

1 .5

3

ı 3B

3

1 1 .5

1 00

Kaynak: DiE 1 965 Genel N üfus Say ı m ı

86


ÇiZEL G E 8 : KASABALARDAKi NÜFUS G R U PLARI VE N Ü FUSLARI (BiN OLARAK) N ü fusu SOOO' e kadar o lan ilçeler

N ü fusu SOO l - 1 0 000 arasında olan

ilçeler

ilçe ler

Sayılan Nüfuslan Sayılan

Nüfus Ilçe Sayısı Toplamı

N ü fusu 1 0000 den fazla olan

Nüfusla n Sayılan Nüfuslan

Erzincan

6

12

Erzurum

ll

30

2

2S

2

19

13

2

16

16

6

12

13

46

14

76

7

79

K a rs

10

Agn

s 7

18

7

18

Bingöl

4

9

4

9

Biılis

4

14

ll

Van

6

14

7

29

Adıyaman

s

ıs

s 6

29

Tunceli Muş

Malatya Elazıg 1 3 ll ıoplamı

3

s

2

2

3

14

12

17 20

6

18

79

21 9

32

3

22

ll

87

8

9

17 2S

so

10

7

1 04

97

41 o

28

G azianlep

3

9

3

7S

6

84

U rfa

s

22

3

S4

8

76

Diyarb akır

8

29

8

2

23

ll

60

Mardin

6

16

4

33

ı

ll

ll

60

22

76

s

41

9

1 63

36

280

4 il top lamı Hakkôri 1 8 il loplamı

%

s

8

s

8

1 06

303

16

1 28

16

267

1 38

698

77

43.4

1 '1 . 5

1 8. 4

1 1 .5

40.2

1 00.0

1 00 . 0

1 965 G e n e l N üfus

Sayı m ı

Kaynak : D i E

H7


ÇiZELGE 9 : SANAYiLEŞME DURUMU I�YeriSayısı Devi eı Erzincan

2

Erzurum

3

K ars

özel

Toplam

Iş çi Sayısı

Çeviri ci makina sayısı

Ele kı ri k Jenera moıorlan 1ör sayısı s a y ıs ı

3

3

1 61 0

7

356

2

ıs

18

2340

275

622

9

3

3

41

ız

5

3

1 43

4

42

ı

Agn Tunceli Bingöl M u� Biılis

3

6 -

Van Adıyaman M alaıya

Elaz ı g

4

6

ıo

5420

ıs

1 602

lO

4

6

lO

3850

1 79

420

7

Siir1

3

3

404

28

1 27

4

Gazianlep

4

39

43

2451

35

791

14

3

3

6

717

21 9

229

2

Urfa Diyarb a kır Mardin Hakkôri l B il toplamı Türkiye

Dogu/ Torkiye

26

75

1Ol

1 7036

782

4 1 95

55

257

2775

3 1 02

326000

5498

98000

4800

ıo

2.7

3

5

1 4. 5

4. 1

1.1

Kaynak: DiE. Sanayii ve işyerleri Say ı m ı , i malat Sanayii 1 964, s . 299 vd. 41 9 vd. 535 vd.

88


ÇiZELG E 1 0 : TRAKTÖRLEŞME HIZI 1 965

1 966

1 967

--

Erzincan

1 76

271

382

Erzurum

260

1 66

220

Kars

314

437

670

Ağrı

82

1 85

1 26

Tunceli

81

1 03

116

Bingöl Muş

7

10

1

200

1 92

474

Bitlis

76

77

11o

Van

47

93

414

Adıyaman

1 32

1 66

1 92

Malatya

379

367

469

E laz ığ

303

321

425

59

1 34

1 56

2001

2522

3755

457

534

71 7

U rfa

622

1 285

1 095

Diyarbakır

263

580

583

Siirt 1 3 ll toplamı

Gaziante p

Mardin 4 il toplamı

251

31 3

341

1 593

271 2

2736

3

5

3594

5237

6496

54668

651 03

74982

Hakkari 1 8 iı toplamı

Türkiye

Kaynak: D iE.

1 965, 1 96 6 , 1 96 7

Tarım istatistikle ri Özeti.

H9


II.

İNSAN ve TOPRAK İLİŞKİLERİ

Dah a önceki bölümlerde de açıklamaya çalıştığımız gibi, Doğu Anadolu halkı geniş ölçüde kırsal alanlarda yaşamak­ la olup, toplum , tarım toplumunun karaklerini gösle mlekt e­ dir. Toplumun bu niteliği, insan ve toprak ilişkilerinin ara�­ tınlmasını büyük ölçü d e etkiliyor.

A.

TOPRAGI OLUP OLMADIGINA GÖRE ÇİFTÇİ AİLELERİ

Doğu Anadolu'daki çiftçi ailelerinin sayısı 788 bindir. B u nlardan % 62'si lopraklı, % 38'i ise lopraksızdır. Toprak­ sız ailelerin en çok olduğu yer Urfa'dır. % 53. En az olduti;u yer ise % 3 ı ile Erzincan' dır. Burada önemli olan G aziantep. Urfa, D iyarbakır ve M ardin illerindeki topraksızlarla, öteki

ı 3 ilcteki topraksızların oranını görmektir (Çizelge ı ı ) . Genel Aile Sayısı (Bin) 13 4

il

il

Hakkari 18

il

Toprağı Olanlar %

Toprağı Olmayanlar %

550

65

35

223

55

45

15

59

45

788

62

38

Kaynak: Çizelge

11

Doğu Anadolu'daki topraksız aileler. Tü rkiye'nin öteki i l ­ lerindeki topraksız ailelerle karşılaştırıldığında. duru m u n Doğu Anadolu aleyhine olduğu görülür.

iller

Topraksız Ailelerin Ora n ı

iller

Topraksız Ailelerin Oranı

Ankara Niğde

30

Kayseri Bolu

30

Antalya

26

Tekirdağ

21

Isparta

30

Eskişehir

25

Burdur

22

Yozgat

29

26

Kocaeli

28

içel 12

il ortalaması

28

29

27

Kaynak: KiBKEE, ilgili iller, Çizelge 9()

29.


Bu çizelgeden de anlaşılacağı gibi, 1 8 Doğu ilindeki t o p raksız ailelerin oranı % 38 iken, 1 2 Batı ilinde bu oran <yo 2 7'dir.

B.

TOPRA GA SAHİP OLAN AİLELERİN KONTROL EITİKLERİ TOPRAK MİKTARLARI

Yukarıda, toprağa sahip ailelerin, genel çiftçi aile lerinin

% 62'sini meydana get irdiğini belirtmiştik. Çizelge 12 ve aşa ­ ğıdaki tahlillerimiz % 62 ile ilgilidir.

1 -1 o

1 -25

1 -50

5 1 -200

Dönüm

Dönüm

Dönüm

Dön üm

201

ve

daha fazla

Aile Dön ü m Aile Dönüm Aile Dönüm Aile Dönüm Aile Dön ü m o/ o/ o/ o/ o/ o/o o/o o/o o/o % o o o o o 13 4

il

il

Hakkari 18

il

34

5

54

1 4.5

76

31

21

42

2.6

27

26

2

46

7

65

15

27

30

8

65

87

22

93

33

77 34. 6

13 4.7

54.4 1 3

74.5 2 7

6

29

1

38

2 1 .5

40

4

33

Kaynak: Çizelge

12

B u çizelgede bölgenin gü ney ve kuzey kesimlerinde, top­ rağın kontrolü bakımından ortaya çıkan durumu kavramak çok önemlidir. G aziantep, Urfa , D iyarbakır ve Mardin illeri­ nin meydana getirdiği bölgede, toprak mülkiyetinin dağılışı gerçekten çok belirlidir. 13 il'de 1 - 50 dönüm arasında topra­ ğa sahip olanlar, genel aile adedinin % 76'sı olu p , toprağın

% 3 1 'ini kontrol ettikleri halde, öteki 4 ilde yine aynı ölçüde araziye sahip olan aileler 0/iı 65 olu p , arazinin % 1 5'ini kont­ rol etmektedirler. Yine birinci grupta. yani 13 ilin meydana getirdiği grup ta 200 dönümden fazla toprak sahibi olan aile­ ler % 2 . 6 o l u p , toprağın % 2 7 'sini kontrol ettikleri halde. 4 ilde ailelerin % S ' i toprağın % 65'ini kontrol etmektedirler. Hakkari'de ise farklı bir d u rum göze çarpmaktadır. B ü ­ t ü n bunlar. ileride de görüleceği gibi, feodal yapının farklı­ laşmasına sebep olmu ştur. Toprak mülkiyetinin belirginleş­ tiği

yerlerd e ,

Türkiye'deki

az

gelişmiş

ve

dışa

bağımlı

kapitalizme göre biçimlenmeye b aşlayan çok yönlü bir üre­ tim ilişkisi doğmuştur. 91


Genel olarak tanmsal nüfus ve genel olarak toprak du­ rumu arasındaki ilişkiyi de şu çizelge ile gösterebiliriz: Aile Adedi %

38.

Toprak Mülkiyeti Durumu To praksız

Kontrol Ettiği Dönüm O.

45.4

1 - 50

27.

1 4.2

5 1 - 200

40.

2.4

20 1 Dönümden Fazla

1 00.0

33. 1 00.0

Bu duruma göre, çiftçi ailelerin % 38'i topraksızdır. % 54'4'ü , 1 -50 dönüm arasında toprak sahibi olup toprağın % 27'sini kontrol etmektedir. Nüfusun % 2 .4'ü ise 20 ı dönüm­ den fazla toprağa sahiptir ve kontrol ettikleri toprak % 33'dür. Toprak dağılımındaki büyük dengesizlik Doğu Ana­ dolu toplumunun temel yapısal çelişkileıinden bindir.

C.

KÖ'ı'LERİN MÜLKİYETİ

Çizelge 13'de köyleıin mülkiyetinin dağılımı gösteıilmiş­ tir. 18 il'de 9 . 436 köy vardır. Bunlardan 234'ü kişilere, 2 1 5'i ailelere, 1 79'u da sülalelere aittir. Toplam olarak 628 köy, kişi, aile ve sülalelerin mülkiyetinde bulunmaktadır. Yalnız. Köy İşieli Bakanlığı'nın saptadığı bu rakamlan ve Bakanlık Emtantelindeki çizelgellin düzenienişini eleştirmede büyük bir zorunluluk vardır. a- Bir kez. mülkiyeti, "Köy halkına. bir şahsa. bir aile­ ye, bir sülaleye" biçiminde ayırım yapıp ' incelemek yanlıştır. Çünkü:

92

aa)

Hiçbir köy, tüm olarak köy halkına ait olmadığı gi­ bi, ayrıca köydeki mülkiyet farklılaşması, çok bü ­ yük mülkiyet yanında . hiç mülkiyete sahip olma­ yanlan veya çok küçük mülkiyeti meydana getirmiştir.

bb)

Bir kişiye ait köylerden söz edilebilir. Fakat aile ile kişi hiçbir zaman ayrılamaz. Aile kişi tarafından temsil olunur ve o kişi ailede sözü geçen, egemen bir kişidir. O halde, "aile köyü" ve "kişi köyü" ayı­ rımı da yanlıştır.


cc)

Sosyo-ekonomik balrnn d an aile ve sülale ayırımı da çoğu zaman belirsizdir. Bunun için biz, şöyle bir ayırım yapılmasını daha

uygun görüyoruz:

köyleri",

"ahali köyleri",

"sü lale köyleri",

"Ağa

"karma

köyler. " Ağa köyleri, kişiye, yani bir ağaya ait olan köylerdir. S ü ­ lale köyleri, köyde aynı sülaleden birkaç kişinin oturduğu köylerdir. Ahali köyleri, köydeki mülkiyet farklılaşmasının çok az olduğ u , köylülerin ü retim araçlarına aşağı yukarı eşit oranda sahip olduğu , siyasi otoritenin "muhtar" gibi resmi organlarda toplandığı köylerdir. Karma köyler ise köyde ağa gibi büyü k mülkiyete sahip olanların yanında, hiç mülkiyete sahip olmayanların veya çok az mü lkiyete sahip olanların kanşık olarak olu rdukları köylerdir. Böyle köylerde, m ü lki­ yet farklılaşmasına paralel olarak, siyasi otorite, resmi dev­ let kurumlarından kişilere , yani ağalara geçer. M ülkiyel ve üretim araçlarına sahiplikle, siyasi otoritenin temsili sorunu arasındaki ilişkiler, kasabalarda ve illerde de görülen bir olaydır. İllerde, Viranşehir olaylan ile ilgili tahliller yapılır­ ken bu konuya, ayrıca değinilecektir.

Mülkiyet ve Üretim Araçla rına sahiplik

Ağa Ağa Köyleri Sülale Köyleri Ahali Köyleri Karma Köyler

Birkaç Ağa

Muhtar (H alk)

X

Siyasi Otoritenin Toplanması

Ağa

Bir kaç M u ht ar Ağa (Halk)

X X

X

X

X X

X

b- Öte yandan, çizelgedeki rakamlar da güvenilir değil­ dir. Örneğin Nusaybin ve Cizre'de yaplıracağırnız araştırma­ larda durumu şöyle saptadık: Cizre'nin 27 köyü vardır. Bu köylerin 23'ü bir ağaya veya sülaleye ait olduğu hald e , KİB­ KEE'de bu rakam sadece 8 olarak gösterilmektedir (KİBKEE, Mardin, Çizelge 3 1 ) . Nusaybin'in de 72 köyü vardır. Burada Ağa ve Sülalelere ait köy sayısı 56 olduğu halde KİBKEE'nin adı geçen kitabında 1 6 olarak gösterilmiştir. Öte yandan, Di-

93


yarbakır'da yapılan köy tipoloj isi çalışmasına göre. 75'i tek ağalara, 1 7 5'i de sülalelere aii olmak üzere toplam 250 kö­ yün mülkiyetinin ağalara ait olduğu saptanmıştır. I 3 Oysa bu D iyarbakır Envanter Etü dlerine göre , sadece 70 gösteril­ miştir (KİBKEE, D iyarbakır, Çizelge 3 1 ) . Burada, araştırma­ da kullanılan anketler, yöntemler ve ölçüler farklı olabilir, fakat Köy İşleri Bakanlığı'nın mülkiyet durumunu saplarna­ da çok başansız kaldığı, giderek yanıltıcı bilgiler verdiği açık bir gerçektir. 1 4

Durum nasıl saptarursa saptansın, çizelge 1 3 b ile. Gazi­ ant ep, Urfa , Diyarbakır, Mardin illerindeki köy sah ipliğinin, öteki iliere göre büyük bir farklılık gösterdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Öte yandan, Doğu Anadolu'da tek bir köyün m ülkiyetine sahip olanlar yanında, tek bir kasabaya sahip olan sü laleler bile vardır. Örneğin son 8-9 yılın bir kasabası olan Silopi böyledir. Tamamen bir sülalenin mülkiyetinde 1 3. ibrah im Yasa, Türkiye'nin Toplumsal Yapı s ı ve Sorunları, S B F Ders Notları 1 968- 1 969, s . 1 1 2. 1 4. 1 968 yaz aylar ında Kilis, Nusaybi n, Cizre, Şemdin li, Başkale, Doğ u­ bayaz ıt ve Posof g ibi, s ı n ı r kasabalarında yaptığım ız karşı laşt ı rmalı sosyo-ekonom ik araştırmasında ku lland ı ğ ı m ız ankette sorduğumuz soru lardan biri de şu id i : "Bizden 4-6 y ı l önce, bu köye gelip toprak, g e l i r, iş d u r u m u vs. hakkı nda size soru soran oldu m u ?" Araşt ı rma yapt ığ ı m ız 52 köyden 44'ü nde "Hay ı r" cevabı a l ı n m ıştı r. Geriye kalan köylerde de, sorulan soruların kişisel araşt ı rıcı lara ait olduğu ortaya ç ı k m ı ştır. Bu koşullar altı nda, Köy Envanter Etüdlerinin nasıl yapıldı ğ ı , anketierin nas ı l uyg u lanıp, n a s ı l değerlend iri ldiğ i merak kon usudur. Çünkü, bizim, köylerde yapm ış olduğu m uz araşt ı rm a son 4-6 y ı l içi n­ de herhangi bir ekibin köye gelip sosyo-ekonom ik yap ı araşt ırm ası yapt ı ğ ı n ı doğru lamamaktad ı r. B u olaylar, Köy Envanter Etüdl erine. daya n ı larak analiz yaparken çok d ikkatli olmak gerektiğin i ortaya koyar. Biz bu rakam ları ku llan ı rken böyle bir dikkati h içbir zaman gözden uzak tutmamaya çalıştık. Bu olayların ortaya koyduğu başka bi r gerçek de Türkiye'nin ekonom ik ve toplumsal yapısını, g iderek s ı nıf yapısını ortaya koymak isteyenle­ rin çok elverişsiz koşu l larla karşı karşıya kald ıklar ıdır. Çünk ü , mevcut rakamlar, Türkiye'nin ekonomik ve toplu m sal yapı sını, g iderek s ı n ıf yapıs ı n ı ortaya koyacak analizler için elverişli olmayıp, burjuva tahlil­ ler için h az ı rlan m ı ştır. Bu d urumda s ı n ıf analizleri yapmaya çalışanlar, olan çalışmalarıyla yen i yeni rakamlar ü retmek zorunda ve mevcut rakamları ku l lan ı rlarkan de çok dikkatli olmak durumu ndad ırlar. 94


olan l ı u kasabacia Belediye , Özel İ dare ve Merkezi İ darenin ı ı ıenıu rları bile (Kaymakam, Jandamıa VS. başka) aynı süla­ lnle rıdir. Bu da feodal yapının, güney illerinde devlet bürok­ rasisi ile sıkı bir bütünlük içinde olduğunu ortaya koymak­ tadır. Burada m ülkiyet ve üretim ilişkileri, akrabalık gibi bir üstyapı kurumuyla sıkı bir biçimde b ü t ü nleşmiştir.

D.

KÖ'r1.ERDE ARAZİSİ OLUP KENT ue KASABADA

aTURAN AİLELER

D oğu Anadolu 'daki feodal yapıyı karakterize eden önem­ li etkenlerden biri de, kent ve kasabalarda oturup köydeki t oprağın kontrol edilmesidir . Çizelge 1 4 ' e göre , toplam 2 9 milyon 553 bin olan tarım arazisinin 1 9 milyon 4 1 1 bin dö­

nümü (%ı 70) köyde oturanların , 1 0 milyon 1 52 bin dönümü ise (% 30) şehirde oturup köyde toprak sahipliği edenlerin­

dir. Bu na karşılık, köylerde oturan aile sayısı 773 bin (% 9 5 . 5) olduğu halde, kent ve kasabalarda o t u raniann sayısı

39 bindir ((Vo 4 . 5) .

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta. Gazi­ antep, Urfa , Diyarbakır ve Marelin illerinin meydana getirdiği bölge ile öteki 13 ilde meydana gelen toprak kontrolündeki farklılaşmayı gömıektir. Köydeki ailelerin kontrol e ttiği orta­ lama dönüm, 13 ilde 29 iken, 4 ilde 1 4'clür. Ö te yandan kentte ve kasabalarda oturup toprak sahibi olanlann kont­ rol ettiği ortalama dönüm 1 28 iken, 4 ilde 4 1 3'e yükselmek­ tedir. Kentteki ailelerin kontrol ettiği toprağın toplam tarım arazisine oranı 1 3 ilde % 1 4 olmasına karşın 4 ilde % 70'clir. Köylerde oturan çiftçi ailesinin kontrol ettiği toprak ise 13 il­ ele % 86 olmasına karşılık, 4 ilde % 30'dur. Köydeki toprak sahiplerinin kentteki toprak sahiplerine oranı 13 ilde 0/ıı 3. 7 iken, 4 ilde (Ycı 8 'dir.

Bundan ö tü rü , bölgenin güney ve kuzey kesimlerind e fe­ odal yapı farklılaşmıştır. İ leride de görüleceği gibi, g ü n ey ke­ simlerde , yani toprak mü lkiyetinin keskinleşmiş olduğu yer­ lerde, feodal yapı az gelişmiş ve dışa bağımlı kapitalizmle karşı karşıya gelmiş ve çok yönlü bir ü retim ilişkisi o rtaya çıkmıştır. B u ralarda Aşiret sistemleri de parçalanmaktadır. Kuzey kesimler ise kapalılığını korumakta , aşiret sistemleri hem ü retim biçimi olarak (göçebelik) h em de üstyapı kuru­

mu olarak (feodalizmin siyasa l kurum u ) varlığını s ürdür­ mektedir (Varsayım, 4, 5, 1 1 ) .

95


Burada üzerinde dikkatle duru lması gereken bir durum da kentte oturup, mevcut topraklann o/o 30'unu kontrol eden feodallerin, kasaba ve kentlerde kapital sahibi buıjuva­ lar olarak karşımıza çıkrnalandu. Kasaba ve kentlerdeki otel . lokanta, mağaza, sinema, han, hamam ve imalat yapan çeşitli işletme ve atelyeler bunların rnülkiyeti altındadır. Bu nedenle kent ve kasabalardaki ü retim ve dağıtımı da kontrol etmektedirler. Onun için sözünü ettiğimiz bu feodaliteyi kendi içine dönük, kendi kendim dış ilişkilerden tecrit etmiş feodalite olarak görmemek gerekir. Bu feodalite. artık dışa açık, dış etkenlerle bütü nleşmeye başlayan bir feodalitedir. Feodal ilişkilerle kapitalist ilişkilerin bazı yerlerde içiçe, bazı yerlerde de yanyana oluşu , kapitalist ilişkilere geçiş aşamasında bir yapı göstermektedir. Öte yandan, sadece köyde oturup kent ve kasabayla iliş­ ki kuran büyük toprak sahiplerinin oranı bilinmemektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, köy envanter etü dleri bu ko­ nuda yeterli bilgi vermekten çok uzaktır. Araştırrnalarırnızda köyde oturup kent ve kasahada kapitalist ilişkiler içinde yer almaya başlayanların sayısının oldukça kabarık olduğunu gördük. Bu konulara ileride tekrar değinilecektir.

E. ı.

TARİHSEL GELİŞİM

Osmanlı İmparatorluğu

Behice Boran'a göre, Osmanlı Devleti bölgesel feodaliteyi bile tasfiye edernerniş, merkezi bir feodal devlettir. Çünkü , feodal toplumun temeli olan toprak rantı ve toprağa bağlı ta­ rırn ernekçisi bu sisternde de vardır. l 5 MuzalTer Erdost'un bu konudaki görüşü şöyledir: "Osmanlı İmparatorluğu aske­ ri-fe odal bir devletti. Feodal devletin iktisadi birimini, tarım­ da küçük çiftçi işletmeleri teşkil ediyordu . Ekonomik birinl­ ler bakırnından birbirlerinden bağımsız olan küçük çiftçi işletmeleri bir araya getirilerek askeri merkezileşrneyi sağla­ yan tırnar birliklerini meydana getirmekteydiler. " 1 6 1 5. Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunlar, ll. Bs., Tekin Yay ı ne­ vi, istanbul 1 970, s. 1 5-26. 1 6. Muzaffer Erdost, "Türkiye Sosyalizmi" ve Sosyalizm , Sol Yay ı nları, Ankara 1 968, s. 66. 96


Doğan Avcıoğlu , yukandaki görüşlere uygun olarak, Os­ manlı toplum yapısını "prekapitalist" olarak nitelemekte. 1 7 Kurthan Fişek, "feodaldir" demektedfr . 1 B İsmail Cem ise Os­ manlı toplumunu 1 7 . yüzyılın başlarından başlamak üzere "gecikmiş bir feodalite" olarak isimlendirmektedir. 1 9

B u görüşler yanında , Osmanlı üretim biçimini; "Asya Üretim Biçimi" kavramıyla açıklamaya çalışanlar da vardır. Bu görüşte olanlar arasında, Sencer Divitçioğlu20 ve Muzaf­ fer Sencer2 1 gösterilebilir. Bu arada, biraz farklı olmakla be­ raber İdris Kü,çü kömer22 ve Niyazi Berkes'in23 görüşJelini de aynı grupta ele alabiliıiz. Niyazi Berkes'e göre, Osmanlı sisteminde. Avrupa'da ol­ duğu gibi, siyasi anlamda bir feodalizm yoktur. Ekonomik anlamda ise feodalite kısmen var, kısmen yoktur. Kısmen var olduğu yerlerde, tüketim için üretim yapan kapalı köyler vardır. Yok olduğu yerlerde ise devlet için üretim yapan bi­ rimler vardır. Osmanlı devlet ve üretim sisteminde görülen başlıca unsurlar şunlardır:

1.

Devlet katında

ı ile ı ı arasında l l. Toplum katında

Güç organlan

Ülema Toplum sınıflan

Pa dişalı Kullar Beyler Köylü Esnaf Tüccar

1 7. Do�an Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, IV. Bs., 9 vd. 1 8. Kurthan Fişek, Anadolu Toplumlarının Evrimi Üzerine Düşünceler, SBFD, Cilt 22, No. 1 . 1 9. l smail Cem, Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayı nevi, Istan­ bul 1 970, s. 1 04 vd . 20. Sencer Divitcioğlu, Asya Üretim Tarz ı ve Osmanlı Toplumu, iFY, Istanbul 1 966, s. 27 vd. 2 1 . Muzaffer Sencer, Devrim Stratejisi Açı s ı ndan Osmanlı Toplum Yapı­ sı, Ant Yayı n ları, istanbul 1 969, s. 324-329. 22. l dris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması, Batılaşma, Ant Yayınları , Istanbul 1 969. 23. Niyazi Berkes, Tü rkiye Iktisat Tarihi Cilt 1. Gerçek Yayınları , Istanbul 1 969, s. 25, Cilt ll, s. 9 ·

97


Prof. Berkes'e göre. güç organları, toplum sınıfları üzeri­ ne oturmuş onları hemen işlemez duruma getirmiştir. Top­ lum sınıflarıyla, güç organlan arasında hiçbir organik bağ yoktur. Bu bağı. şekli yönden ulema sağlamaktadır. Osman­ lının fetih dönemlerinde toplum sınıfları üzerindeki güç or­ ganları toplum üzerinde büyük bir merkezi otorite kurmuş­ lar,

toplum

sınıflanndan

güç

organlarına

geçişe

engel

olmuşlardır. Fetihler ve talanlar sona erince, Osmanlı siste­ mi Batı kapitalizmi ile karşı karşıya gelince. güç organları ile toplum sınıfları arasındaki denge b ozulmuş, toplum sımila­ nndan siyasi iktidar katıanna geçişler olmuştur. Bu süreç yağuruaştıkça Osmanlı sistemi daha da çürümüştür. Osmanlı Üretim Biçimi'nin niteliği konusunda ileri sü ­ rülen bu görüşlerin, önemli benzer ve farklı yanları şöyle özetlenebilir: Bir kez, gerek feodal üretim biçiminde gerekse Asya Üretim Biçimi'nde, ekonomi, toprak temeli üzerinde oturup, tarıma dayanmaktadır. Toprağın işlenmesinde kul­ lamlan araçlar her ikisinde de aynıdır. Yani öküz, karasa­ han ve kağnıya dayanan bir teknolojik düzey vardır. Fakat bu iki sistemde, artık ürünün denetimi değişmektedir. Artık ürünün denetimi, feodalizmde. toprak sahibi köylü (klasik feodalizinde serf-senyör) çelişkisine dayanırken. Asya Üretim Biçimi'nde köylü-bürokral (Osmanlı toplumunda köylü ve reaya ile sultan ve bürokratları) arasındaki çelişkiye dayan­ nır. Köylü- toprak sahibi, yani serf-senyör çelişkisi, giderek işçi-patran ilişkilerine dönüşlüğü halde. köylü -bürokral çe­ lişmesinde böyle bir aşama yoktur. Asya Üretim Biçimi'nin tarihsel evrimi içinde köylü işçiye dönüşse bile, bürokral patrona dönüşemez, yani köylüden işçi çıkar, fakat bürok­ rattan patran çıkamaz. Bunun için, "Asya Üretim Biçimi" kavramı, Doğu toplumlannın neden sanayileşmeyip durgun bir yapı gösterdiklerini açıklamada kullanılmaktadır. Bilindiği gibi, ekonomik ve toplumsal yapıyı ve toplum­ sal gelişmeyi saptayan temel etken. üretim güçleri ve üretim ilişkileri tarafından belirlenen üretim tarzıdır. Osmanlı İm­ paratorluğu 'nun kurulup gelişmesini bu açıdan ele aldığımız zaman, Ümit Burnu'nun, Amerika'nın. Orta Afrika'nın keşfi gibi coğrafi olaylar, ateşli silahiann icadı, yeni ticaret yollan­ nın ortaya çıkışı, milliyetçilik akımlarının gelişmesi gibi olay-

98


lann, Avru pa'da feodal üretim biçimini parçalayarak kapita­ list aşamaya geçişi başlattığıru görürüz. Feodalizrnin iç çeliş­ kileli, yukandaki etkenlerle diyalog durumuna gelmiştir. İş­ .te Osmanlı'run Avrupa'daki yayılışını bu olaylarla birlikte ele almak gerekir. Osmanlı'nın Avrupa'daki bu yayılışı, Behice Boran ve Muzaffer Erdost'un belirttiği feoda'l özellikleriyle çok sıkı bir biçimde ilgilidir. Osmanlı, üretim ilişkileli bakımından Avrupa'dan çok ileli olduğu için değil, Avrupa'dakinden daha geri bir üretim biçiminde, fakat bu üretim biçiminde, daha sağlam bir bi­ çimde örgü tlendiği için oralarda yayılma olanağı bulmuştur. Osmanlı'nın Avrupa'daki yayılma çağında, Avru pa adeta bir anarşi içindedir. Çünkü feodal üretim biçimi ve onun belir­ lediği toplum yapılan yıkılmış, kapitalizme geçişin sancılan belirrniştir. Kapitalist üretim biçimi, tam anlamıyla ortaya çıkıncaya kadar. bu anarşi durumu devam etmiştir. Bu sü­ reç içinde Osmanlı, daha geli bir üretim biçiminde bulun­ masına karşın, Avrupa'yı uzun süre egemenliği altında tuta­ bilmiştir. Osmanlı, Avnıpa'dakinden daha geri bir üretim biçimindeydi, fakat bu üretim biçiminde daha sağlam örgüt­ lenmişti. Osmanlı'nın Avrupa'yı uzun yıllar egemenliği altın­ da tutabilmesinin bir başka nedeni feodal ü retim biçimiyle ilgilidir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Osmanlı'nın Avru­ pa'daki yayılma yıllarında, Avrupa yeni bir üretim biçimine geçmenin sancılan ve bunun doğurduğu anarşik bir ortarn içindeydi. Artık. kapitalizmin temel unsuru olan kar saiki ve kapitalist sömürü başlamış, işçiler, köylüler ve buıjuvalar yeni düzendeki yerielini almaya başlamışlardı. Avrupa böyle karışık bir ortamda iken, Osmanlı, oraya feodal hukukun toplumsal anlayışını götürdü. Osmanlı'nın, fethettiği yerler­ deki hal kın. din, dil, ırk ve kültür gibi kururolanna dokun­ rnarnası, herkesi din, dil ve kültüründe özgür bırakması, aslında Osmanlı'nın "Kelirn Devlee olmasının bir sonucu değil, feodal hukukun toplumsal güvenlik anlayışının gerek­ lelinden idi. Bunlar da, henüz anarşi ortarnında olan bir toplum için paha biçilmez toplumsal kururnlar idi. Bunlann ötesinde, bu anarşi ortamında, yeni yeni bazı feodal beyler de türemek istiyordu. Osmanlı M erkezi Otolitesi'nin gücü ise yeni feodal beylelin türernesine engel oluyordu. Yunanis­ tan, Bulgalistan, Romanya, Yugoslavya gibi ülkelerde yeni 99


doğan feodallerden bıkmış olan halk, Osmanlı Merkezi Oto­ ritesi'ni saygıyla karşılamışlar ve onu bölge feodalleri aleyhi­ ne desteklemişlerdi. Bu nedenlerden ötürü, Osmanlı, Avru­ pa'da,

uzun

süre

yayılma

olanağı bulmuş

ve

fethettiği

yerlerde egemenlik kurabilmesi kolaylaşmıştır. Bu konuda Mehmet Ali Şevki şunlan söyluyor: "Çobanlar, tanıncı top­ luıniann özel hayatı üzerinde etkide bulunacak sosyal güce sahip olmadıklan için, hep o topluıniann yapısal etkisi altın­ da kalmışlardır. Çünkü, özel hayat üzerinde etkide buluna­ bilmek için üretim kuruluşları üstünde bir görev yerine ge­ tinnek gerekir.

Oysa. çobanlar sağduyulu bir çalışmaya,

üretime hazırlanmamıştır. Bu bakımdan bu birleşik toplum­ larda, işi yöneten bir sınıf görevini yerine getirme gücünde değildirler. . . Cengiz ve Timur'un Cihangirane fetihlerinden sürekli politik kuruluşlar doğmamıştır. Çünkü bu saltanat­ larda ulusal güç, çeşitli bölgede yayılmış olan çobanların ta­ nınmış bir reis çevresinde toplanmasından doğmuş ve öteki sosyal tipden olan ırklar da bu güçle baskı altına alınmış­ tır. "24 Bu tip egemenliklere. küçük çapta olmakla beraber, göçebe Kürt aşiretlerinin yerleşik Kürt aşiretleri ile olan iliş­ kilerinde de rastlamak mümkündür. Bu egemenlikte esas rol oynayan güçler, çobanlıktan ve göçebelikten gelen güç­ lerdir. İleri düzeyde bir üretim gücü ve ilişkilerine dayanan bir egemenlik olmadığı için de sürekli olamamaktadır. Bura­ da, Osmanlı'nın Avrupa'yı sadece silah gücü ile fethettiği so­ nucunu çıkarmak istemiyoruz. Ancak, Osmanlı'nın Avru­ pa'da yayılma nedeninin üretim tarzındaki. bir ilerilik olduğu kanısında da değiliz. Avrupa'da yeni bir ü retim biçimine geç­ menin ortaya çıkardığı anarşik durum hüküm sürerken, üretim tarzı bakunından daha geri, fakat sağlam bir biçimde örgütlenen Osmanlı .. onu egemenliği altına alabilmiş, yine bu feodal hukukun toplumsal güvenlik kurumları, bu ege­ menliği perçinlemişlerdir. Nitekim, Avrupa, tam anlamıyla kapitalist üretim biçimine geçtiği zaman Osmanlı'nın ege­ menliğini söküp atmakta ve Osmanlı'yı sömürgesi durumu­ na getinnekte güçlük çekmemiştir.

24. Mehmet Ali Şevki, Osmanlı Tarihinin Sosyal Bilimle Açıklanması, Elif Kitabevi, lstanbul 1 968, s. 31 -32. 100


ÇiZELGE 1 1 :

TOPRA Gl OLUP- OLMADIGINA GÖRE Çi FTÇi AILELERiNIN DURUMU

Genel Aile Sayısı (Bin} Erzincan 46 Erzurum 90 Kars 92 Ağrı 32 Tunceli 27 27 Bingöl Muş 31 Bitlis 19 Van 31 Adıyaman 43 M alatya 60 41 Elazığ 38 Siirt 550 1 3 il to!:!. ve ortalama Gaziantep 51 55 Uıia Diyarbakır 58 59 Mardin 223 1 3 il top. ve ortalama 15 Hakkari 18 il top. ve ortalama 788

Toprağı Olanlar % 61 68 77 63 63 60 66 65 62 66 69 77 58 65 63 46 53 59 55 55 62

Toprağı Olmayanla r % 39 32 23 37 37 40 44

35 38 34 31 33 42 35

37 54 47 41 45 45

38

Kaynak: KIBKEE, Çizelge 29

1 8 il 4 il Hakkari 1 3 lı

13 11 44 35

1 28 413 36 261

29 14 10 24

14 70 7 30

86 30 91 70

3.7 8 2 5

3 1 .8 7.5 4.5

97 ' 98.2 92.5 95.5

Kaynak: Çizelge 1 5

101


TOPRAGI OLAN ÇiFTÇi AiLELERiNDE TOPRAGIN DAGILIŞI

ÇiZELGE 1 2:

0-1 0

0-25

0-50

51 -200

200 ve

Oranı

Dön üm

c : � ·)m

Dönüm

daha çok

Aile Dönüm Aile Dönüm Aile Oön.ü m Aile Dön üm Aile Dönüm %

%

%

%

o/o

'Yo

OJ lo

%

%

Erzincan

31

6

63

23

88

55

1 1 .4

36

0.6

9

Erzurum

23

2

Kars

12

Ağrı

8

Tunceli

37

o/o

16

10

80

26

17

44

3

28

36

10

70

35

28

51

2

14

8

43

0.6

23

3

93

15

39

42

7

69

25

89

47

10

34

19

Bingöl

58

16

84

38

95

58

4. 6

27

0.4

15

Muş

11

0.9

24

4

50

14

46

55

4

31

Bitlis

57

4.9

69

9

76

14

22

58

2

28

Van

14

1

33

5

58

18

44

51

6

31

Siirt

58

5

27

15

86

18

11

20

3

52

Adıyaman

55

6

73

15

84

25

13

33

3

42

Elazığ

35

5.8

52

19

71

38

27.5

45

1 .5

17

45

7.6

68

21

86

42

12

43

1

15

Malatya

1

1 3 il

ortalaması

34

5

54

1 4.5

76

31

21.4

42

2.6

27

Gaziantep

26

2.5

52

11

72

24

24

40

4

36

Urfa

9

0.1

20

1 .1

34

4.2

47

23.8

19

72

Diyarbakır

34

1 .9

58

6

74

13

20

24

6

63

Mard in

34

2.9

61

10

65

15

27

30

8

55

8

55

4 il

ortalaması

26

2

48

7

65

15

27

30

Hakkari

77

13

87

22

93

33

6

29

54.4

13

74.5 27

21.5

40

38

1 8 il

orta laması

34.6 4.7

4

33

Kaynak: K i BKEE Çizelge 1 B 1 02


ÇiZELGE 1 3 :

KÖY ARAZiSiNiN AiDi YETi

Erzincan Erzurum Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Adıyaman Malatya Elazığ Siirt 1 3 ll Toplamı Gaziantep Urfa Mardin Diyarbakır 4 ll Toplamı Hakkari 1 8 il Toplamı

Köy Köy Bir Sayısı Halkına Şahsa 559 544 2 981 1 . 039 10 764 764 514 544 16 36 8 12 414 312 325 7 350 366 7 25 1 253 2 535 546 11 339 337 51 1 51 0 568 587 4 437 469 11 82 6.71 6 6.473 572 476 38 521 51 644 708 61 7 25 593 32 663 2.207 2.587 1 46 1 19 1 33 6 9.436 8.799 234

Bir Bir Aileye Sülaleye 1 2 4 44 4 34 6

10 6 3

2 2 17 71 27 40 46 29 1 42 2 21 5

13 4 81 31 32 20 9 92 6 1 79

Toplam 5 38 30 46 13 16 2 11 2 19 32 234 96 1 23 91 70 380 28 628

Kaynak: KiBKEE, Çizelge 31

1 03


ÇiZELGE 1 4:

KÖYDE ARAZiSi OLUP, KENT VE KASABALARDA OTURAN AiLELER

(a) Toplam don o m (Bin)

Erzincan Erzuru m Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Adıyaman Malatya Elazığ Siirt 1 3 lı ortalaması ve toplamı Gaziantep Urfa Diyarbakır Mardin 4 il ortalaması ve toplamı Hakkari 18 ll ortalaması ve toplamı

875 3.1 49 3.733 2.083 514 310 1 .677 568 1 .457 1 .050 1 .201 971 964

(c) (e) (b) (d ) K6yde K oyd eki Kııyde a razisi oturan ailen:ı� olup kent ve kasagenel denetledigi ba l:ırd a oturan aile to prak Ailelerin De netledigi sayısı Da no m s a yı s ı (Bin) (Bin) (Bin)

(f)

Koyd e otura n a ileler kent ve kasabalarda kııyde toprak sahibi o l a nlar (Bin) 49 93 95 33 28 28 32 21 32

679 3.001 3.593 1 . 947 342 280 1 .466 452 1 .3 1 0 679 989 708 760

2 .640 2.680 2.820 610 1 . 1 30 710 1 .270 1 .590 570 1 .050 2.000 2.750 670

1 96 418 'MO 1 36 1 72 30 21 1 1 16 1 47 371 212 263 204

39

1 8.822 1 .741 4.290 2.642 2.058

550 1 6.206 859 51 55 1 . 024 358 58 59 964

20.490 6.380 3.920 1 .740 6.220

2.6 1 6 982 3.266 2.284 1 .09l4

600 58 59 60 65

1 0.731 1 39

223 12

3.205 131

1 8.260 229

7.536 8

242 1 2.2

29.533

773 19.41 1

38.750

1 0.1 52

842

46 90 92 32 27 27 31 19 31 43 60 41 38

44

62 44

Kaynak: KiBKEE Çizelge 30

1 04


ÇiZEL,GE 1 5: ÇiZELGE 1 4'ÜN ANALiZi "

"

ı:: " C .! 'e

ı:: ...!! ·c "

E

ı:: E c 'ı::§ '2 5 'N · c: ı:: ... 2 ao E! 2 ., E <ı> 'C � -� 2 � � ·� � � �C :5D �Q -� 1 :� ·ii:. ı.. · -" .� � � Q) .� .:a � c» -: 4 E � � E ·� � � E ·� c ı:ı � � E ""'Q lll :;:) : CD C · - � -: 2 � � :� :o,. CD" :0" C:ı:ıt c:111 -� e :o> ��ı: -Q.Cl ·-e:""' � � � -: .;g "" " " ::.::: -o � o :::.::: ""'D .E c ı::

.. :�

·

, _ -g

N

Erzincan Erzurum Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Adıyaman Malatya Elazığ Siirt 13 ll Gaziantep Urfa Diyarbakır Mardin 4 11 Hakkari 1 8 ll

18 37 39 63 18 11 52 27 46 24 19 22 25 31 30 73 44 32 44 11 35

l=a!f

ll 74 1 56 50 222 115 42 1 66 1 96 257 36 1 06 96 31 1 28 1 40 833 13 1 75 41 3 36 261

l l=eld

lll 14 33 39 60 12 10 47 29 42 15 16 17 20 29 16 8 6 16 14 10 24

l l l=c/d

IV 23 12 4 6 35 9 12 20 10 36 18 28 22 14 52 77 88 53 70 7 30

V 77 88 96 94 65 91 88 80 90 66 82 72 78 86 48 23 12 47 30 91 70

.... " �

2 " � � o "' 0 ID - c - ·c "' ı:: O ·-

.... "

·- ·c ·-

c:

...;ıt. ID ....: ll ��� - CD = a.-c CL.

ı:: .:c >-.:E CD Cl :Q D .... ..;ıt. If\

VI 6 3 9 2 3 2 4 8 2 3 3 6 2 3.7 12 7 3 11 8 2 5

·

·E ! [� � �

2 e·

.:te.

c:ı...! � o ı:: ..! Q) ·>- o

·-

-" "' E

�� o

2

J � ]- ; VII 5 2 3 2 4 2 4 7 2 2 3 6 2 3 11 6 3 10 7.5 1 .8 4.5

IV=e/a V=cla Vl=dlb Vll=dlf

�� ;4 E

""tJ tP a >- c - ı:: :o CD c. e

::.::: ""'CJ � C

VIII 95 98 97 98 96 98 96 93 98 98 97 94 98 97 89 94 97 90 92.5 98.2 95.5

Vlll=blf

Kaynak: Çizelge 1 4

105


2.

Doğu Anadolu

Prof. Mübeccel Kıray ,

"Türk köylü sınıfının bugünkü

özelliklerini kazanmasında Osmanlı toplumunun özellikleri yoktur, günümüzü aydırılatır ümidiyle, Osmanlı toplum dü­ zenine karşı son zamanlarda duyulan ilgi akademik bir ilgi­ den öte bir anlam taşımaz"25 demektedir. Bu fikir, İmpara­ torluğun, Batı'ya açılışı sürecinde, Batı'dan geniş ölçüde etkilenen Batı ve Orta Anadolu için doğru olabilir. Fakat her türlü değişimin dışında kalan , ekonomik ve toplumsal olu­

şumlardan son derece az e tkilenen ve tamamen feodal bir düzen biçiminde bulunan Doğu Anadolu için geçerli değildir. Osmanlı Üretim Biçimi ne çeşit (Asya tipi, feodal) olursa ol­ sun, bu dönem içinde D oğu Anadolu kesinkes feodal bir ya­ pıya sahip olup imparatorluk içindeki değişmelerden fazla etkilenmemiştir. Doğu Anadolu'da köylü sınıfnun sınıf yapı­ sının değişmesi süreci yeni başlamıştır. Bu süreç, feodal egemen sınıfın kapitalistleşmeye, yani kapitalist egemen sı­ nıf durumuna getirmeye başlamasıdır.

a) Doğu Anadolu Halkı Hakkında Bilgi Bazı bilginler, yaklaşık olarak M . Ö . 2000 tarihli iki S ü ­

mer eşik taşında Kar-da-ka adlı bir ü lkeden söz edildiğini görmüşlerdir. Bu ülke Van gölünün güneyinde bulunan "su taifesCni.n yanında bulunuyordu. Şaraf-name, Bitlis bölge­ sinde Suy adlı bir kaleden söz eder. Bu kitabelerin yazılış ta­ rihinden 1 000 yıl kadar sonra , Tiglaht Pileser Kurt-ti-e kav­

mi ile Azu dağlannda savaşa girmişti. Bu b ölgenin, bugünkü Hazro-Sason

olması

mümkündür.

Kenephon' un

anlattığı

"On binierin ricatı" ( M . Ö . 40 1 -400) Kardukların ün kazan­

malarına yol açtı. Bunların ü lkesi Botan ırmağının doğusun­

da bulunuyordu. Bu tarihlerde Kürtler, Ermeniler ve Arap­ lada beraber yaşıyorlardı. Kurdukları ister samilere , ister yerli ırklara bağlansın, eski Karduklann yaşadıklan yerler bugünkü Kürtlerin esas yaşama alanlandır. Bu Karduklarla Kürtlerin ayniyetlerini ortaya koyar. 2 6

25. Mü beccel Kıray, Toplum Yapısındaki Temel Değişim ierin Tarihsel Perspektifi : Bugünkü ve Yar ınki Türk Toplumu, Mimarlar Odası, Mi­ marlık Semineri, istanbul 1 969, Bildiri 4.; Ayrıca bk. Devrim Gazete­ si, say ı 1 O, 29 Aralık 1 969, s. 8. 26. islam Ansiklopedisi, Ci lt 6, Kürtler Maddesi, s. 1 089 vd. 1 06


Kürtler hakkında Araplann yayılma hareketlerinden iti­

baren geniş bilgiye rasUıyoruz. Hicretin ilk beş yılında Kürt­

ler büyük rol oynadılar. Bu dönemde birçc;W{ Kürl Hanedam ortaya çıkt.ı. Hicri 6. ve

10. yüzyıllarda ( 1 000- 1 500) Arıada­

l u 'da Moğolların ve Türklerin yayılması sırasında Kürtlerin bir süre boğulmuş gibi olduklannı görüyoruz. Fakat, Os­ manlı-Safevi mücadelelerinde Kürtler tekrar ortaya çıkmış, Osmanlı İmparatorluğu, Safevi Krallığı ve M emlük Sultanlığı arasındaki ilişkilerde dinamik bir rol oynamışlardır. Kürtler­ deki feodal düzen, bu dönemde daha iyi ortaya çıkmış ve

kök salmıştır. Şerefname ( ı 539) bu olayı doğru olarak tasvir etmektedir. Türk-İran sının yavaş yavaş istikrar kazandı ve İran'lılar Zağros şeridinin arkasına çekildiler.

O dönemde

Osmanlı Devleti D oğu Arıadolu'da kuvvetlerırnek istiyord u . Bunun için Kürt Beylikleri'nden yararlandı v e onlara karşı tampon olarak kullandı. İran. Kürt kabilelerinin iç işlerine kesinlikle kanşmıyordu . Kürt Beyleri'yle, İran Merkezi Otori­ tesi arasmda kuvvet dengesine dayanan sözsüz bir anlaşma vardı. Osmanlı D evleti ise Kürtleri zaman zaman aksaması­ na karşın ortadan kaldınnak istiyor fakat şiddetli bir muha­ lefetle karşılaşıyc,rdu . Bu bakımdan Kürtlerin feodal düzen­ lerini aynen lanıyıp onlarla anlaşma yolunu tuttu . Böylece İran'a karşı da kendini güçlendirmiş oluyordu . G örüldüğü gibi, Kürt halkı Doğu Arıadolu 'nun en eski halkıdır. Van Gölü çevresinde, özellikle güney kesimlerinde yaşamaktadırlar. Doğu Arıadolu 'nun kuzey kesimlerinde Er­ meniler, Irak, Suriye taraflannda ise Araplar yaşamakta­ dır.27 Kürller hakkında en doğru bilgileri, Arap tarihçilerin-

27. islam Ansikloped isi, Kürtler maddesi, s. 1 092.

Abbe M. Breuil, Avrupa, Asy a ve Afrika Aras ında iltisak Noktası Tür­ kiye, ikinci Türk Tarih Kongresi, TIKY, istanbul 1 943, s. 33-34. Frans Hancar, Kafkas ilk Tarih Araştırm aları ışığı nda, Anadolu n un Yen i Eneolotik Bulu ntuları, y.a.g.e., s. 59. Pittrad , Neolitik Devirde Küçük Asy? ile Avrupa Arasındaki Antrepo­ lojik Mü nasebetler, y.a.g.e. , s. 77 . Marguerite Deddepach, Türklerin Antropolojik Tarihlerine Dair Vesi­ kalar, y.a.g.e. , s. 379. Henri Vallois, Garbi Asyan ı n Irklar Tarihi, y.a.g.e., s. 479. Kont Zici, Macar Kavminin Menşeine Dair, y.a.g.e., s. 570. ·

107


den öğreniyoruz. Bunlardan Masudi M . S . 943, İstahri ise 95 1 ' de yazdıklan eserlerinde Kürtler konusuna değinmişler­ dir. Geniş anlamda Merkezi Kürdistan'ın yeri bugünkü Cizre bölgesidir. Kürdistan diye gösterilen bu yer daha sonra ge­ nişlemiş ve daha b irçok kent ve köyü içine almıştır. Masudi, İslamiyetten önceki dönemlerde Arap Hüküm­ darlanyla Kürtler arasındaki çarpışmalarla ilgili söylentiler anlatrnaktadır. Gerek Erneviler, gerekse Abbasiler dönernin­ de Arapların yayılması sırasında İslam Halifeleri yer yer ve zaman zaman Kürtlere de savaş açınalanna karşın, Ermeni ve İranlılarla yaptıklan savaşlarda onların yardımını gör­ müşlerdir. Türklerin, Anadolu'da yayılmalarından hemen önce de birçok Kürt faaliyetleri vardır. Halife El Kadim zamanında (99 1 - 1 03 1) tarihçiler, Kürtlerin kahramanlıklannı övmekte­ diri er. Bu tarihlerde Gazneli Mahmut da Kürtleri Karahanlı­ lara karşı yaptığı savaşta kullanmıştır.

TÜRKLERiN ANADOLU'YA GELİŞLERi Gerek Arap yayılması, gerekse Türklerin Anadolu'ya ge­ lişleri ( 1 028) sırasında Anadolu'da pek çok Kürt aşiretleri vardır. Türkler Anadolu 'ya geldiklerinde karşılannda örgüt­ lenmiş güç olarak Kürt aşiretlerini bulmuşlardır. Selçuklu Türkleri gerek 1 07 1 Malazgirt Savaşı'na kadar gerekse bu tarihten sonra Doğu Anadolu halkı olan Kürtlerle ya işbirliği yaparak düşmanlarıyla savaşmışlar ya da bizzat onlarla sa­ vaşarak, onların kendine buyruk feodal düzenlerini yıkmak istemişlerdir. Sultan Sancar döneminde Van Gölü ile Zağros Dağlan arasında bir "Kürdistan Eyaleti" kurulup valiliğine Süley­ man Şah atandı. Fakat Kürtler 1 1 1 9'da isyan ettiler. Merke­ zi Kürd istan'a yakın yerlerde bulunan Musul Atabeyleri bu isyanh-ı rm bastırılmasında önemli rol oynadılar. D iyarbakır Atabeyleri olan Aluk-oğulları da Kürtler ile birçok kez çar­ pıştılar. Şerefname , Eyyubi sülalesinin Kürt menşeli olduğu üze­ rinde durmaktadır. Gerçekten Kürtler, Eyyubiler hükümeti zamanında varlık göstermişlerdir. 2 8 28. l slam Ansiklopedisi, Kürtler Maddesi, s. 1 096.

1 08


14. yüzyıl ortalannda Doğu Anadolu 'da, bünyelerinde Kürt aşiretleri de bulunduran Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu adlı iki Türkmen boyunun siyasi alanda büyük güç kazan­ dıklannı görüyoruz. Kara-Koyunlu Devleti'ne, Kara-Koyunlu oymağı, Sadlu oymağı, Balorlu oymağı, D ukarlu oymağı, Ka­ ramanlu oyınağı. Alpavut ayınağı gibi büyük Türk oymakları yanında. Çekirlü ve Ayinlu gibi Kürt aşiretleri de dahildL Bunlardan başka, Süleymani, Zikri, Mahmudi gibi aşiretler de vardır. Bu aşiretlerden bazıları Kara Mehmet'ten itibaren Kara-Koyunlulann

hükümdarlığı

altında

bulunuyorlardı.

Kara Mehmet, Timur ordularına karşı yaptığı savaşta özel­ likle dağlık yerlerde hayvancılık yaparak yaşayan Kürt Aşi­ retleri'nden geniş . ölçüde yararlanmıştır. Kara-Koyunlulann, Kürt Aşiretleri'nden kurduklan 50 bin evlik bir kuwete "Ka­

ra Ulus" denirdi. 29

Bunlardan başka Ak-Koyurılu Devleti'ne bağlı Kürt Aşi­ retleri de vardır. Örneğin, Gehverl ü , Lek, Anter, Celalür ve Çek gibi aşiretlerin çok daha büyük teşekküllerine Doğu Anadoh,ı'da rastlıyoruz. Bunlann Kürt aşiretleri olduğu ileri sürülmektedir. 3 0 Görüldüğü gibi, Doğu Anadolu'nun esas yerli halkı olan Kürtler 1 0 7 ı

Malazgın Savaşı'yla Türklerle karşı karşıya

gelmişlerdir. Kürtler o taıihlerde, kırsal alanlarda hayvancı­ lık yaparak ve aşiret düzeninde yaşıyorlardı. Türkler ise sa­ vaşmanın ve yayılmanın gereği olarak "Göçebe feodalizmi" esasına göre örgütlenmişlerdi. Türkler bu üstünlüklerini kı­

sa zamanda göstererek, birçok yerlerde Kürt Beylikleri'ni yı-

29. Islam Ansiklopedisi, Kürtler Maddesi, s. 1 098. 30. Faruk Sumer, Kara-Koyunlular Cilt 1 , TIKY, Ankara 1 967, s. 1 9-32.

Faruk Su m er, Bozuluş Hakkında, DTCFD, ci lt VII, sayı 1 , Mart 1 949, s. 29 vd. Faruk Sumer, Osmanlı Devrinde Anadolu'da Yaşayan Baz ı Üçoklu Oğuz Boylarına Mensup Teşekküller, I FM cilt 1 1 , No: 1 -4, s. 437 vd. Faruk Sumer, 1 6. As ı rda Anadolu, Suriye ve Irak'ta yaşayan Türk Aşiretlerine U mumi Bir Bakış, I FM, Cilt 1 1 , No: 1 -4, s. 509 vd. Faruk Sum er, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri -Boy Teşkilatı­ Destanları, DTCFY, Ankara 1 967, s. 1 26 vd. 1 99. 3 1 . Faruk Sumer, Bozuluş Hakkında, s. 34. 1 09


karak kendi hizmetlerinde tekrar örgütlediler. 3 1 Kürt Aşiret­ leri'ne üstünlük sağlayamadıklan yerlerde ise onlarla birlik olup düşmanıanna saldırdılar. 32 B u rada üzerinde durulma­ sı gereken nokta, Kürtlerin ister Türklerin egemenliğinde, is­ terse serbest beylikleri halinde olsunlar kendi feodal düzen­ Iei:ini. giderek aşiret düzenlerini sürdürmeleridir. Türklerin şiddetli akınları da, Kürtlerdeki aşiret düzenini yıkarnamış­ tır. Bu düzen. İslamiyetten önce, İslamiyetin yayılma yılla­ rında nasılsa. Selçuklular döneminde de aynel'l sürmüş, Os­ manlı Doğu Anadolu'yu böyle bir düzen içinde bulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Osmanlı'nın Doğu Anado­ lu siyasetini tayin eden esas olay 1 5 1 4 yılında Safevilerle ya­ pılan Çaldıran Savaşı'dır. Bu savaş sırasında Osmanlı Sara­ yı Doğu Anadolu'daki Kürt Aşiretleri'yle, onların meydana getirdiği feodal düzenlerle savaşmış,

fakat arılan organik

olarak kendi bünyesine alamayacağını anlamıştır . Bu du­ rumda Osmanlı için en iyi yol Kürtlerin feodal düzenlerini tanıyıp onları İran'a karşı kul.l anmak olmuştur. 33

ŞARAF - NAME Bitlis Hanı Şaraf-al-Din'in Ş arafname

adlı eseri Kürt

1 596'da tamamlanmış olan

tarihinin

kaynaklan arasında

önemli bir yer işgal eder. Bu eserde Kürtlerin asıl tarihi 4 bölüme ayrılmış olup, birinci bölümde gerçekten saltanat hukukundan yararianmış olan Kürt sülaleleri anlatılır. İkin­ cisinin konusu, kendi adiarına sikke bastıran veya kendi

32. Berthold Spuler, Iran Moğol ları, Siyaset, Idare ve Kültür, i lhanl ı lar Devri 1 220-1 350, TIKY, Ankara 1 957, s. 1 00. 33. Faruk Sumer, Oğuzlar, s. 8 1 , 83, 1 26, 293. Faruk Sumer, Kara-Koyunlular, s. 77, 80, 1 24, 1 25. ibrahim Kafesoğ lu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu impa­ ratorluğu, EFY, ist�nbul 1 953, s. 3, 4, 1 O, 22. Berthold Spuler, y .a.g.e., s. 1 48, 1 49. N izamüddin Sami , Zafername, TIKY, Ankara 1 949, s. 1 1 9, 1 58, 1 72, 1 85, 293. islam Ansiklopedisi cilt 6, Kara-Koyun lular Maddesi, s. 292, 305.

Ali Sevim, Suriye Selçukluları, DTCFY, Ankara 1 965, s. 1 9, 53, 59 .

.

1 10


adianna hutbe okutan sülalelerle ilgilidir. Üçüncüsü irsi va­ Iller Hanedanını sayar, dördüncüsünde ise Bitlis Hanlan'nın

geniş tarihine yer verilmiştir. Birinci bölümde 5 sülale sayı­ lır: Diyarbakır ve Cizre'deki Mervaniler, Daynavar ve Şehri­ zur'daki Hasanveyhiler ile Küçük-Lür Emirleri ve Eyyubiler. İkinci ve üçüncü bölümde yer alanlar arasındaki fark az olduğu için, Şaraf-al-Din oldukça itibarlı bir sıra izlemekte­ dir. Burada sözü geçen sülaleleri Cizre merkez olmak üzere egemenlik alanlarını coğrafi durumlarına göre sıralamak uy­ gundur. Arkasından da İran Kürtleri'nden söz edilecektir. Yazar, kabileler ile bunlann reislerinin ailelerini ayırt etmeye çalışmaktadır.

Bu

sırada

Kürdistan'daki

feodal

düzenin

esaslannı da göz önünde tutmak gerekir. Çeşitli köklerden gelen feodaller, bazen yerleşmiş, bazen göçebe , genellikle ya­ n-göçebe

Kürt

savaşçı aşiretlerinin yardımı ile

Kürtleri,

Kürtleştirilmişleri ve Hıristiyan h alkı idare etmektedir. 34 A - Cizre-Dersim arasındakiler :

1 ) Ekevi köklü olan Cizre Emirleri, 2) M u ­ hakimlerinin

kus

atalan olan Hizan es­ payetleri,

3)

Şirvan

Hakimleri, 4) Bitlis ve Hazro arasındaki Ro­

zagi'ler, 5) Sason Ha­

6) Suvaydi­ 7) Pazukiler, 8) Mirdasiler, 9) Abbasi

kimleri, ler,

soyundan

geldikleri

savında bulunan Çe­ mişgezek Hakimleri. B - Cizre- Kilis arasındakiler

1 0) Hasankeyf Emir­

leri , l l ) Emevi men­ şeli olan Süleymani­

ye

Emirleri,

1 2)

34. islam Ansiklopedisi, Kürtler Maddesi, s. 1 1 02. Şeref-name kitabı hakkında Bk. l smail Beşikçi, Doğ uda Değişim ve Yapısal Sorunlar s. 1 7. l ll


1 3)

Zirakiler,

Kilis

Hakirol eri.

14) Hakkari Emirleri, 1 5) Van gölü kuze­

C - Cizre- H oy arasındakiler

yinde bulunan Mah­ mudi

1 6)

Arazisi ,

ı 7) Ba­

Dumbüliler,

radost Hakimleri, 1 8) Şemdinan'da nan

bulu­

1 9) 20) Tarza­

Üstüniler.

Zarzalar. lar.

2 1 ) Amadiya H akim­ 22) Tarsiniler, 23) Bağdatlı Arap ço­

D - Hakkari Güneyi

leri,

ban Kulusun ahvadı Sohran, 24) Baban, 25) Urmiye Gölü ci­

vanndaki

Mükriler,

26) Bana . 2 7) Ardı­ lan, 2 8) Gelbagi, 29) Kalhur.

Başlıca

E - İranlı Kürtler

üç

aynlırlar:

1)

kabileye Siyah

Mansur, Çigani , Zan­

gana , 2) Güney Kaf­ kasya'daki

Karabeg

(yirmidört kabile) , 3)

Bir tek h akimin emri altındaki Gil kabilesi. Şerefname'de Bitlls'li Şerefhan Kürt Beylikleri arasında birlik olmadığını. yer yer birinin ötekine bağlı olduğunu , bir­ birlerine itaat etmediklerini belirtip , yaşayış biçimlerinde başlıca üç noktaya değinmektedir:

a)

Çoğunlukla kabileye

oranla yabancı kaynaktan gelen reisierin işgal ettikleri kale­ ler etrafındaki topraklar üzerinde toplanma eğilimi,

b)

Reis­

Ierin dayandıklan ve belli halk topluluğunun koruyuculuğu­ nu 1 12

sağlayan

asker sınıfının varlığı,

c) Kürtler arasında


çoban, göçebe, yan göçebe ve çiftçilerin (yerleşmiş, yan yer­ leşmiş) varlığı. 3 5 Bu özelliklerin ötesinde kadınların , Türkmenlerde oldu ­ ğu gibi, yönetim işlerine faal bir biçimde katıldıkları ve Şafii mezhebine dahil olduklan belirtilmektedir. Dc;ı.ha önc e , Yavuz Sultan Selim'in D oğu seferinin ve da­ ha sonra izlediği politikanın. Kürtlerin siyasi önemlerinin bi­ lincini benimsernelerine büyük ölçüde yardımcı olduğunu b elirtmiştik. Ö te yandan Ahmed-i Hani'nin Mem-ü -Zin adlı destanından öğrendiğimize göre, Kürtler Yavuz zamanından önce de feodal beylikler durumunda yaşıyorlardı. Saptaya­

bildiğimize göre , 1 8 Kürt Beyliği vardı.36

(Cizre'deki Bohtan, Bedirhaniler, Azizanlar, Hasankeyf, Şirvan Beyi, H azro Beyi, Ç emişgezek Beyi vs.) Onbirinci yüz­ yılda Bizans hücumlarına uğrayan bu Kürt Beylikleri Abbasi Halifesi'nin d esteği ile birleşiyorlar. Bu 1 8 Kürt beyliği yani Mir'likleri Avrupa'daki küçük prensierin Papa'ya bağlılığı gi­ bi Abbasi H alifeleri'ne bağlıydılar. Bu bağlılık daha çok dini

bağlardan gelen ruhani bir bağlılık idi. Beyliklerin kendileri­

ne özgü siyasi ve sosyal organizasyonlar meydana getirdiği

şüphesizdir. Yavuz Sultan Selim'in Anadolu'yu zaptından sonra durum değişmemiştir. Mir'liklerin düzeni olduğu gibi

devam etmiştir. Üstelik merkezle bu derebeyleri arasındaki ilişkiler daha. sıkı bir biçimde geliştirilmiştir.

b)

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Doğu Anadolu

D oğu Anadolu 'daki, bugünkü toprak mülkiyetinin kök­ lerini Osmanlı toprak rej iminde aramak gerekir. Bu rej ime

göre , toprak tamamen devletin tasarrufu altındadır. Toprak­ tan yararlanmak hakkı ise tımar, zeamet ve has örgütü için­

de reayaya verilmiştir. Fakat , imparatorluk üzerinde rakip­ siz

ve

sınırsız bir

hakka

sahip

olan

Padişah ,

özellikle

savaşlarda yararlılık göstereniere çok geniş araziler vermiş ve bu toprakların yönetimi, Osmanlı toprak rej iminin dışın-

35. islam Ansiklopedisi, Kürtler Maddesi, s. 1 1 02-1 1 04. 36. Ahmed-i H ani, Mem-0 Zin, Gün Yay ı nevi, i_stanbul 1 969. 1 13


da tutulup özel hukuk kurallarına göre işletUrneye başlan­

mış. yani tamamen kişilerin mülkiyetine verilmiştir. Örneğin

Yavuz Sultan Selim, 1 5 1 4 yılında Doğu Seferi'ne giderken,

D oğu ve Orta Anadolu 'da büyük bir gelişme gösteren Şü ha­

reketini bastırabilmek için çok büyük kütleyi kılıçtan geçir­ miş, bunun sonucu doğan huzursuzluğu gidermek için pa­ dişahlık yetkisine dayanarak bölgenin ileri gelen kişilerine

toprak dağıtmıştır. Siirt, Bitlis, Diyarbakır. Malatya bölgele­ rinde oturan Alevi olmayan ve kendisini destekleyen aşiret­

lere ve "Ekrad BeylerCne, yani Kürt b eylerine ise "Yurtluk",

" Ocaklık" adı altında mali kaneler vermiştir. 37 Bu konuda, tarihçilerimizden Prof. Uzu nçarşılı şunları söylüyor: "Bun­ lardan başka. bir de Doğu Anadolu 'da mü lkiyetleri Osmanlı

H ü kümetleri tarafından sahiplerine ait olarak kabul edilmiş

ve kendilerine yazılan fermanlarda cenab tabiri kullanılan Cizre , Genç, Bitlis, İmadiye, Mahmudiye , Hakkari, Eğil , Palo

vs. gibi sancaklar olu p bunlar Osmanlı Devleti'nin yüksek h akimiyetini tanıyorlardı. Her yıl belli bir vergi verirler ve l ü ­ zumu halinde askerleriyle h izmete gelirlerdi. Bunlara ser­ best Mir-i Miranlık da denilirdi. Bu serbest Mir-i M iranlık da

tımar ve zearnet teşkilatı olmayıp sancaklar, o beylerin mül­

kü gibi işlem görürdü . Bunlardan başka Yavuz Sultan Selim

zamanında devlete sadık kaldıklan için, Bıyıklı Mehmet Pa­

şa'nın ar;.;ıyla Yurtluk, Ocaklık olarak Kürt Beyleri'ne ait bü­ yük-küçük, bazı yerler sancak itibarıyla bu yerli beylere terk edilmiştir.

Bunların

sancakları

münhal

olunca

hariçten

kimseye verilmeyip oğullarına, kardeşlerine ve en yakın ak­

rabalanna verilirdi. Bu sancak b eyleri hangi eyalette ise o eyaletin Beylerbeyi ile beraber zeamet ve tımarlı sıpahileri ile

sefere giderlerdi. Bu Yurtluk-Ocaklık sancakların başlıcaları Sokman. Kulp, İtak, Tercil, Mihrani, Çapakçur, Pertek. Çer­ mik idi. D oğuda Çıldır eyaJetinin t eşekkülünden sonra bura­

dan 4 sancak mülkiyet üzere , Yurtluk-Ocaklık itibar edil­

miştir.

Bunlardan

başka,

Mir

aşiretliği

ismi

ile

·

Van,

D iyarbakır, Şehri Zor'da dört yüz kadar aşiret reisiikieri var-

37. Ömer Lütfü Barkan, 1 5 ve 1 6. Asırlarda Osmanlı imparatorluğu nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, istanbul 1 943. Oya Sencer, Türkiye'nin Toprak Sorunlarına Tarihsel Açıdan Bir Ba­ kış, SD, Sayı 1 7-1 8. 1 14


dı ki , b u nlar derece itibariyle sancak beyi ile birlikte selere giderler, vefat ettiklerinde dirlikleri oğullarına yoksa, en ya­ kınına verilirdi. "38 B ü tün b unlar, Doğu Anadolu'daki feodalitenili belirgin örneklerindendir. Öte yandan bu olu şum, Mehmet Ali Ay­ bar'ın

u• • •

Doğu ve Güneydoğu 'da bugün uygulanan feodal

töreler, tırnar u sulünün kalıntısıdır� 39 görüşünü doğrulama­

maktadır. Çünkü , Doğu Anadolu 'da Osmanlı toprak sistemi olan tırnar sistemi uygulanmamıştır. Fakat daha kesin bir şey söyleyebilmek için, Osmanlı'dan önceki üretim biçimleri­ nin de doğru bilinmesi gerekir. Yavuz Sultan Selim, Kürt aşiret beylerini kendine ben­ dederken idris-i Bitlis-i'den geniş ölçü de yararlanmıştır. "Bu ·arada Kürt H acı Rüstem'in, Pir Hüseyin Bey adındaki oğlu ­ na babasının mülkünü veren Yavuz S u ltan Selim, idris-i Bitlis-i vasıtasıyla , Şafii mezhebine mensup öteki Kürt emir­ lerine de muh tariyet temin eden feodal bir teşkilat kurulma­ sını amir fermanlar göndermiştir. "40 Oysa. Yavuz kendisine karşı gelen Şiiler'den yana çalışan Ekrad Beylerini öldürt­ müş ve cezalandırmıştır. Hacı Rüstem ve Kürt Talip bunlar­ d andır. 4 1

idrıs-i Bitlis-i Akkoyunlular'ın Divan katiplerin­

dendir. Çaldıran Savaşı'ndan sonra Osmanlılar'ın hizmetine girmiş ve Yavuz Amasya'da kışlarken, aslen Kürt' olan idris-i Bitlis-i'yi, Doğu Anadolu'yu nüfuzu altına almak için, propa­ ganda yapmak üzere bu bölgeye göndermiştir. Bu konuda Prof.

Uzunçarşılı şöyle yazmaktadır:

"Diyarbakır ve Doğu

Memleketlerinin alınmasında idris-i Bitlis-i'nin büyük hiz­ meti görüldü . Bu zat, Sünni olan Kürt Beyleri'ni görüp anla­ şarak onlan Osmanlılar'ın tarafına çekti, bu suretle Urmiye , İ t ak, imadiye, Cizre, Eğil , Bitlis, Hizan, Palo, Siirt, Hasan­ keyf, Mafarkın, Cizre-i İbni Ömer gibi 25 mıntıka beyi devle-

38. ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osman l ı Tarihi, Cilt ll, TTK Yay., Arikara 1 949 , s. 272-273. 39. Mehmet Ali Aybar, Bağ ı msızlık, Demokras i, Sosyalizm , Gerçek Ya-. yınları, istanbul 1 967, Türkiye Sosyal izmi, s. 651 . 40. Şehabettin Tekindağ, Yen i Kaynak ve Vesikalar lşığı Altı nda, Yavuz Sultan Selim'in iran Seferi, Tarih Dergisi, Sayı 22, Mart 1 967, s. 75. 41 . Şehabettin Tekindağ, a.g.e., s. 262-263. 115


te itaat edip kendilerine eski tertipleri ü zere yerlerini idare etmek üzere beratlar gönderildi. Bu beylerden Palo Hakimi Çemşit Bey, Padişah Çaldıran seferine giderken itaatını ar�: e dip orduda bulunmuştu . Devlete itaalli Osmanlılar'ın yük­ sek hakimiyetini kabul etmiş olan bu Kürt beyleri arasında Bitlis h akimi Emin Şerafettin ile İmadiye hakimi Sultan Hü­ seyin ileri gelenlerden idiler. Bundan sonra ve Yavuz'un Mı­ sır Seferi esnasında Haleb'in fethinden sonra ve bu seferden dönüşünde M alatya, Urfa, Besni, Ergani, Harp u t , D ivriği, Si­ verek ve ikinci kez Mardin ve öteki bazı kent ve kasabalar Osmanlı yönetimine geçmiştir.

Elcezire

ve

Doğu

Anado­

lu 'nu n elde edilmesi. devamlı u ğraşılarak üç yılda sona er­ miş ve bu konud a da yine İdris-i Bitlis- i 'nin büyü k hizmeti görülmüştür. 42 Merkezi idarenin. taşradaki otoritesinin azalmasına pa­ ralel olarak, feodalile ve derebeyliğin de güç kazandığını gö­ rüyoruz. Bu olu şumlar, yukanda beliıitiğimiz biçimde, Av­ rupa'daki

Rönesans

hareketleri

ve

keşifler

sonunda

Avrupa'yı Asya'ya bağlayan Anadolu 'daki ipek ve baharat yollannın önem ini yitim1esinden ötürü Osmanlı İmparator­ luğu'nun önemli bir gelirden yoksun kalması o layı ile de ilgi­ lidir. eelali isyanları.

bu

derebeyliğe karşı bir direnmedir.

1 807 tarihindeki Senedi ittifakla yöresel derebeylerin bu oto­ ritelert tanınmıştır. 43 189 1 yılında Doğu Anadol u 'da kuru­ lan 36 tane Hamidiye Alayı da derebeyliğin geniş çapta kök­ leşmesine sebep olmuştur. Hamidiye Alaylan kurulduktan sonra, Sultan Abd ü lhamit, bu alayların kumandanlarını İs­ tanbul'a çağırmış. onlarla ayrı ayrı görüşmeler yapmış ve onlara çeşitli armağanlar yanında. işiernekte oldukları top­ rakların da ebediyen kendilerine bırakıldığını belgeleyen fer­ manlar vermiştir.

42. ismail Hakk ı Uzu nçarşı l ı , a.g . e . , s. 262-263. 43. Halil inalcık, S ened-i ittifak ve G ülhane Hattı Hü mayunu, Tanzimatın Uyg ulanması ve Sosyal Neticeleri, Belleten, Cilt 28, s. 1 1 2, ( Ekim 1 964)'den ayrı bas ı m , s. 604 vd . Hasan Reşit Tankut, Köylerimiz, Bu­ gün Nasıldır, Dün Nasıld ı , Yarın Nasıl Olmal ıdır, Ankara 1 939, s. 34 vd . , s. 39 vd . 1 16


c)

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Kürt Hükümetleri ve Sancakları

Osmanlı toprak sisteminin dışında bırakılan ve tama­ men feodal nitelikte olan bu sosyo- ekonomik ve siyasal yapı­ ya

"Hükümet"

diyoruz.

Bütün · bunlar,

Doğu Anadolu'da

mü lkiyet ve üretim ilişkileri ve Osmanlı saraylarıyla ilişkiler yönünden başlıca üç sistemin varlığını ortaya koyar: Hükümetler -

Yurtluk-Ocaklılar

-

Osmanlı Devlet Sancaklan

"Hükümetler" tam feodal nitelikte bağımsız birliklerdir. Hükümetlerd e , · toprak mülkiyeUne, reaya ve aşiretlere Os­ manlı Sarayı karışmıyor, bunlar. hükümetlerin egemen yöne­ ticilerinin mülkü ve uyruğu kabu l ediliyordu . İkincisinde ise "Kürt aşiret reisierine verilen sancaklar öteki sancaklardan

ayrılmakta, aşiret reisieri idari yetkileri bakımından hükü­

metlere yaklaşmaktadır. Aşiret reisierinin ellerinden toprak

alınmamakta veya topraklara bir yabancı tayin edilememek­

tedir. Yani toprağın ve aşiretin sahibi, sancak beyleri olan

aşiret reisleridir. Yalnız h ü kümetlerden farklı olarak sancak

beyi olan aşiret reisieri bu yetkilerine karşılık, sipahi gibi sa­ vaşa katılmak zorundadırlar. "44 Osmanlı İmparatorluğu döneminde Doğu 'daki Kürt H Cı ­

kümetleri konusunda, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi 'nde ilginç bilgiler vardır.

Evliya

Çelebi,

Kürt Hükümetlerinin

özellikle yoğun olduğu Diyar:bakır, Van, Şehrizor eyaJetleri hakkında şöyle demektedir: "Diyarbakır Eyaleti:

1 9 sancaktır, 5 hükümettir. Bu

sancakların on biri Osmanlı malı olup , Osmanlıların öteki

kent ve memleketi gibi yönetilir. Sekizini Kürt Beyleri elle­ rinde tutarlar ki Yavuz Sultan Selim buraları feth ve zap­ tettiği zaman Yurtluk ve Ocaklık olarak bağışlamıştır. Azilleri, tayinleri hep kendilerine aittir. Ölürlerse sancak­ lan eyaJet valisinin emriyle çocu klarına verilir. Başkasına

verilmez. Ancak akrabaları olursa bir dereceye kadar uygun

44. Muzaffer E rdost, Tü rkiye'de Feodalizmin Kaynakları ve Bugünkü Du­ ru m u Üzerine Bir Taslak, Ayd ınlık, Cil! 1, Sayı 5, s. 368.

ıı7


görülür. Fakat başka sancaklar gibi bina ve ürünleri deftere yazılır. Topraklannda tirnar ve zeamet vardır. S efer olursa li­ mara bağlı olanlardan başkaları gibi, alaybeylerinin bayrağı altında görev yapanların zeameti ve sancağı oğluna yahut akrabasına verilir. Ama hükümet diye yazılı. olan sancaklar içinde (Sultan Selim Kanunnamesil gereğince tirnar ve zea­ met yoktur. Beyleri kim ise mülk sahibi olarak da hüküm sürer. Evlere. arazi ve ürünlere bunlar sahiptir. Yazılmaktan ve gezilmekten uzak bırakılmış yerlerdir. Osmanlı Sancaklan şunlardır: Harput, Ergani, Siverek, Hasankeyf, Meyyalkm (Silvan), Akç akale, H abur (bugü nkü C izre ve Zaho a rasında bir yer) , Suğman, Kulp, M ihrası, Ter­ cil, Atak, Pertek, Çapakçur, Çermik.

Bu yazılmaktan ve ge­ zilmekten uzak bırakılmış sancakların beylerlne, İstan­ bul'dan bir emir gönderilirse yazının başına Cenab denir. Hükümetler şunlardır:

Cezire

Hükümeti.

Eğin Hükümeti,

Genç Hükümeti, Palu Hükümeti, ·Hazro H ü kü meti. Bu Kür­ distan Sancaklan büyük eyaJetler kadar geniştir. 45 Van Eyaleti:

1 3 sancaktır. Sancaklan Adilcevaz, Erciş,

M u ş , Barkiri , Karkar, Kisani. Zeyriki, Siirt. H ani, Ağakisi, Ekra d . Beni Kotur. B eyazıt Kalesi. Berdu , Ahlat. Bu eyalete bağlı Abbasoğu lları'ndan Belkıs Hanı, Hakkari H akimi. Mah­ müdi Hakimi. Pinyaniş Hakimi eyaJetlerind e tirnar ve zeamet yoktur.

Haraçları ı ı ın tümü Van kuluna yazılı olarak bağlan­

mıştır. Öteki ürünlerin gelirlerini kendileri alırlar.

tayinleri kabul etmezler.

Azil ve

Öldükleri zaman eyaJetleri oğulla­

rına bağışlanır.46 Şehrizur Eyaleti: 20 sancaktır. Sancaklar Buruç, Erbil, Kısnan , Şehir, Cenküle, Cebal-i Hazer, Hezarad . Dülhoran, Merkede, Hazır. Kodin, Niltan, Siyeh Zincir, Acur Ebruman. D u da n , Pak, Oşti, Gazikale'dir. Paşa Sancağı Şehrizur'dur. Bu eyalette bazı aşiretler vardır. Sancak beyi hü kmünde ol­ mayıp bayrak ve davul sahibi değildirler. Yüzden çok aşiret beyleridir. Zeamet sahipleri rütbeleri gibi h üküm sürerler ve

45. Evliya Çelebi Seyahatnam esi, Cilt 1 , Türkçeleştiren Zuhuri Danış­ man, Zuhuri Danışman Yayınevi, 1 969, s. 1 90. D iyarbak ı r Divan ı n ın Ruznamecisi, Mal Detterdarı, Timar Defterdarı Defter E m ini, Çavuş­ lar Ket h üdası ve E m ini ve Katibi, Alaybeyisi, Çeribaşları vard ır. 46. Evliya Çelebi Seyahatnam esi, Cilt 1 , s. 1 93. 1 18


sancak beyleriyle savaşa giderler. Öldükleri zaman, muta­ sarrıfı oldukları timar, oğluna geçer. Eviadı yoksa akraba­ sına verilir. Sülalesi tükenirse tirnar zeamet tarzında dışarı­

ya, başkasına verilir.

Bunların ö tesinde Bağdat eyaJetinin 1 8 Sancağından Ye­ disi Osmanlı Sancağı olup on biri Kürt ve öteki kavimlere ait Sancaklardır. Yine Bağdat eyaletinde İmadiye ve Oşti olmak üzere iki Kürt hükümeti vardır. Halep'te ikisi Kürtlere ve

öteki kavirnlere, 5 ' i Osmanlı İmparatorluğu 'na, Şam'da ?'si

Osmanlı İmparatorluğu 'na üçü Kürt ve öteki kavimlere ait olan . Sancaklar vardır. 4 7

1 7 . yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu 'nun idari bölü nü şü üzerinde yaptığı bir incelemede Prof. Şerafet­ Un Turan şu bilgiyi vermektedir. 48

Hükümetin :adı Hazro

Bağ lı olduğu eyalet Diyarbak ır

Cizre

Diyarbak ır

Eğil

Diyarbak ı r

Tercil Pal u Ki h Genç Bitlis Hizan Hakkari Mahmud i Ekrad Mihriban M i hrivana i m adiye Oşti

Diyarbakır Diyarbakır Diyarbak ır Diyarbak ır Van Van Van Van Van Şehrizur Şehrizur Bağdat Bağdat

47. Evliya Çelebi Seyahatn ;amesi, Cil! 1 , s. 1 89-1 92. 48. Şerafetlin Turan, 1 7. Yi.'ızyılda Osman l ı i mparatorluğunun idari Taksi­ malı, Atatürk Üniversilf3Si Yıllığı, Atatürk Üniversitesi Yay ı nı , Ankara 1 963, s. 205. 1 19


Gerçekte, Hükümet sayısı çizelgede gösterildiği miktara yükselmemiştir. Çeşitli dönemlerde sayılan değişen hükü­ metlerin sayısı 16 değil 1 l - 1 3'dür. Ocaklara gelince burıla­ rın özellikle Anadolu'da, Diyarbakrr , Van,. Çıldır, Rakko, Şehıizur ve Bağdat eyaJetlerinde toplandığı görülmektedir.49

Eyaletin Adı

Ocakların Sayısı Sancak Hükü met

Bosna Anadolu Diyarbakır Van Erzurum Kars Çı Idı r Şehrizur Şam H alep Bağdat Rakka

3 2 11 4

Toplam

53

13 9

7 5

1 7 2

2 16

Görüldüğü gibi, Doğu Anadolu'da Osmarılı İmparatorlu ­ ğu merkezi sisteminin dışında kalan birçok Küit Sancaklan ve Kürt Hükümetleri vardır. Osmanlı buralarda tirnar siste­ mini uygulayamamış, buralardaki feodal beyliklerle ittifak yapmak zorunda kalmıştır.

d)

Osmanlı Merkezi Otoritesi ile Kürt Hükümetleri ve Sancaklan Arasındaki İlişkiler

Kürt Hükümetleri ve Sancakları ile Osmanlı Sarayı ara­ sında zaman zaman çıkan çatışmalar 1 6 . yüzyılın ikinci ya­ rısına doğru çok artmıştır. Bu çatışmalardan birini Evliya Çelebi Seyahatname'sinde şöyle anlatıyor:

"Bitlis ve Van taraflarında çıkan kargaşal ıklar üzeri­ ne Osmanlı Padişahı, damatları ndan Melek Ahmet Pa49. Şerafetlin Turan, a.g.m., s. 207. 1 20


şa'yı o tarafiara gönderir. Melek Ahmet Paşa ile Bitlis Han'ı karşı laştıkları zaman Paşa, Han'a Padişah'ın di­ leklerini bildirir. Melek Ahmet Paşa'nın sanı yüksek Han'a nasihatı , Ey Han kardeşim: 1 045 ( 1 634) yılında Revan Fatihi Sultan Murad Han Efend imizle bu saraya gelip misafir olduğu muz vakit, ben Murad Han'ın silahdan ve mu ­ hasibi idim. O vakit dahi hadsız hesapsız nimetlerini Padişa h ı m me rhum Murad Han'Ja5o birlikte yiyip gö ­ rüşmüş idik. Efendimiz Murad Han dahi sizin hizmeti­ nizden hoşlanıp, Muş haracı hazinesini ebedi olarak ihsan eylemişd i. Demek yanan meşalesi olmuş idiniz. Fakat o zaman sen gençlik dolayısıyla (1 637) yılı dör­ düncü Murad Han Efendimiz Bağdat'ı fethedip saadet­ le geri dönüp, Diyarbakır'a ulaştığı vakit, Bitlis'ten gelip de üzengisine yüzsürerek 'gazan mübarek ola' deme­ diğin için Mu rad Han gayet gücenip bana dedi ki 'Ah­ met, benim intikamımı Yusuf Han'dan , Bitlis Hakimi Abdal Han'dan elbette alas ı n . ' Kendi leri istanbul'a gi­ dip, ben Diyarbakır valisi kald ı m. Baş ı ma asker topla­ yıp, Madiye'de Mezuri Hakimi Yusuf Han'ı ele geçirip yedi yüz adamı nı katiederek kellelerini devlet kapı sın­ dan yuvarlad ı m . Yine Yusuf Han'ı Diyarbakır kalesin­ den azad edip hükümetini kendinde bıraktım ki bunlar da sizce malum olsa gerektir. Bundan sonra Murad Han ferman ile senin üzerine asker toplayıp, Silvan kalesine dek geldimse de aramıza barışçı lar girip sen­ den yetmiş kese para ve birçok ganimetler alıp (benim işim Diyarbakı r eyaletinde değil, Van eyaletindedir) di­ ye göz yumarak senin üzerine seferden vazgeçip, o büyük, toplu asker ile Sencer dağı ndaki Saçl ı yezidile­ ri feth ile birçoğunu katil ve yüz tane esir al ıp, bol para ve asker ganimeti ile Diyarbakır'a girdiğimi sen de bi­ lirsin. Canım Han kardeşim, ben yine Erzurum valisi iken sen rahat durmay ıp, gençliğin nedeni ile Erzurum eyaletinde Bingöl yayiağına çıkan Kürtlerden 'baç öşü­ rü al ıyorum' diye yetmiş bin koyun yağma ettiğin vakit, 50. Melek Ahmet Paşa'n ı n gerek padişah M u rad gerekse Bitlis Hakimi Yusuf için "Han" deyimini kul lanmasına dikkat edilmelid ir. 121


koyun sahipleri Erzuru m'da bana gelip sızlandılar. Ben de sana bir muhabbet mektubu ile kapıcılar kethüdamı gönderdiğim vakit, 'ben onun eyaletinde değilim, ayrı­ ca şanı yüksek bir Han'ım. Ben de ne alakası var M e­ lek Ahmet Paşa'n ın' diye mektubu mu parça parça edip kapcılar kathüdamı da katlede yazdın. Muduki Ali Ağa rica edip, o şekilde kapıcılar kethüdam güçlükle kurtularak Erzuru m'a gelince, üstüne asker çekip gel­ mek üzereydim. O sırada Sultan i brahim Han beni Er­ zurum eyaletinden aziedip sen de elimden kurtu ldun. Fakat o zamanlar sen de taze idi n . Bir de yine görüş­ mek kısmet olup, bu kadar ekmeğini yiyerek çok iyilik­ lerini gördüm. Ama ey Han kardeşim, senden ricam odur ki biz Osmanlı vezirlerindeniz. Bilhassa M urat Hanı ' n ı n damadıyız. N itekim ben de Van eyaletinde mutasarrıfım. Sen de benim eyaletim alt ı nda serbest hakimsin ve müebbeden ocaklık olmak üze re bu eya­ letin mutasarrıfısı n . 'Paşayı evime kondurup bu kadar itibar ettim' yanında olan hokkabaz maymu ncuların sözlerine uyup, Kürt damarlarını depreşdirip, şeriata aykırı ve olmayacak bir işte bu lunmayasın. Her tarafın­ da olan aşiret beyleri ile iyi geçinip memur olduğun Padişah hizmetlerini yapasın. Ve illa bu Melek karde­ şin de sözü doğrudur. Zerre kadar şeriat, tarikat, haki­ kat ve marifetten taş koparırsan , senden de baş ko­ par. Lütfedip ben Van'da iken bütün halkla iyi geçin . Eğer dersen k i , ' ibşir Paşa, M elek Ahmet Paşa'yı Van'a sürdü, ne kıymeti olmak gerektir. ' Ben de derim ki 'Hala Padişah emri ile başkumandan ve tuğra sela­ hiyetliyim. Hemen rahat du rup, doğru yoldan ayrılma. işte sana nasihatım budu r:·s ı Paşa sözünü bitirince Han dahi 'doğrusu ana ve dede nasihatıdır, emriniz başüstüne Sultanım' dedi. Fakat Bitlis Hanı Melek Ahmet Paşa Van'a gittikten sonra nasihatları unutup yine kendi bildiğini okumakta ve çevr�deki aşiretlere seferler yapmaktadır. Aşağıda­ ki sözler Bitlis Hanı hakkında Melek Ahmet Paşa'ya 5 1 . Evliya Çelebi, 6, s. 2 1 2-21 3. 1 22


yapı lan şikayetlerle ilgili olarak Erzurum Valisi Mustafa Paşa'n ın mektubudur: 'Benim Efendim, ·idareniz altında olan Bitlis Han ı adlı şaki E rzurum eyaletinde olan M alazgirt Beyi Meh­ met Bey'in ülkesine on bin adam ile birdenbire baskın yapıp, bir sancaklık yerimizi yağma ve 300 kadar Mu ­ hammed ümmetini suçsuz olarak katleyledi. Ve kırk bin koyunu sürüp, yiyip, yuttu . Benim Efendim, kendi eyaletindedir, elbette hakkı ndan g elirsiniz. Bu iş berta­ raf olur ve yağma olan kimselerle şehit olanların akra­ baları kanlı gömlekleri ile devlet kap ısına giderlerse, sonra Sultanı mın işi müşgül olur. Eğer arzunuza mu ­ vaffak gelirse, o asi ve yol kesen üzerine . bir sefer edip, ben dahi yirmi bin asker ile o tarafa varıp, ayağı­ nıza yüz sürmek üzere yarım işaretinizi beklerim.''52 Erzurum Valisi Mustafa Paşa'nın mektubu üzerine, Me­ lek Ahmet Paşa , Bitlis Han'ı Abdal Han'a aşağ ıdaki nasihat mektubunu gönderir:

"Sen Osmanlı Devleti'ne hakaret eden Abdal Han adl ı , doğru yoldan sapt ıncı bir şakisin. Bir de utanma­ yan, ar ve namusdan nasibi olmayan birisi olduğun halde Abbasilerden, Sultan Evhadullah soyundanım diye gururlanırs ı n . Ama kötü düşü ncenle , lanetimi ka­ bul edip, harlcilerden, f itne ve fesatlarıyla tan ınan Ye­ zidi Kürtleriyle aniaşan Harici mezhepli adamsın. Bü ­ tün maskarai ar, sazcılar zümresiyle. gülüp oynamakla meşgul olup azarlanmaya müstahaksın. Ben , Erzurum Valisi iken yaptığın kötülükleri ve hiyanetleri 'taze yiğit­ tir, olan oldu' diyerek affetmiştim. Sen şimdi bu yaş­ tayken uslanmay ıp, gelip geçen tüccarların baç baha­ nesiyle taçlarını kapıp, yüklerini çözerek mallarımı daha ucuza alırsın. Erzu rum eyaleti toprağı olup kom­ şun olan M alazgirt beyi Mehmet Bey'in kırk bin kadar koyunları nı sürüp, ilini memleketini yağma edip, üç yüz adam ı n ı katiederek başlarına dünyayı dar etmek için, başına bütün Yezidi, Çekvani, Haleti, Rojki ka52. Evliya Çelebi, 6, s. 278. 1 23


bilelerini toplayıp memleketleri ne kötülük ederek ge­ lip geçenden, kapıkulları n ı n zorla malları nı alıp, kolları­ nı keserek yaralars ın. Her tarafa el uzatıp yol kesenlik edersin. Hatta memleketinde olan bilginler, 'niçin böy­ le edersin' d iye nasihat ettikleri vakit 'Burası Kürdis­ tan'dır. Birbirimiz arasında, bazen komşumuzda da olan ki mse ve şeyleri yağma etmemiz Abbasiler kanu­ nudur' demişsin. Sana Osmanl ı Devleti'nde öyle bir gözdağı vereyim, kulağına küpe olsun, çoluk­ çocuğ unla Osmanlıya kul olası n. Hatta ben , nur do­ lu içimizle, senin içinde dalgalanan kötülüğü bilip, on g ü n misafir olarak Rahova denilen yerde, çad ı rın için­ de, tek ve tenha, sana nasihatlar edip 'A canım Han, ben ve diğerleri Van Eyaleti H akimi iken komşumuz olan beylerle ve tüccarlarla, Reaya ve Seraya ile hoş geçin diye söylediğim, hep bunun içindi. Görülüyor ki, o nasihatları n zerre kadar etkisi o lmayıp, bu kadar fit­ ne ve fesat ile vilayeti yağma ed ip, barışa aykırı, teca­ vüze şeriata uygu n olmayan tecavüzler yaptığı için yol kesici olduğu n a şüphe kalmayıp, üzerine varmak farz, can ve malınız şer'an helal olduğuna dört mezhepten defalarca fetva alınd ı . Memleketi senin gibi bir asinin elinden kurtarmak! yolları emi n hale getirmek için, se­ nin üstüne varmaya niyet olunmuştur. Gerektir ki, mektubum varı nca bir an durmayıp Van eyaleti altında öteki Bey kardeşlerinle Padişah hizmetinde bulunasın. Yağma ettiğin koyun ve malları sahiplerine geri ver­ mek için Van'a gelip kendini savunas ın. Valiahi ve bil­ lahi sana ve adamlarına kötülük gelmez. Elbette gele­ sin. Ve , illa, bu kadar fenal ık ettiğin, mal karşılığında senin dahi i l'in yağma edilip, faydasız vücudunun za­ rarları dünya yüzünden kaz ı nmaya niyet o lu nup Raho­ va sahrasına gelecek Van yiğitlerine Yezidi, hain Roj­ kilerinle karş ı çıkas ı n . Ya taht ola, ya baht ola, vesselam." Melek Ahmet Paşanın bu mektubuna karşı Bitlis Han'ı Abdal Han özetle şöyle cevap verir:

" . . . Kürtler Malazgirt yaylalarına çıkarken Padişah kanunu üzere koyun hakkını ala, der iken , hududu1 24


muzda olan M e hmet Bey, M al azgi rt'ten bu kadar as­ ker çekerek K ü rtleri himayes i n e ald ı . Bizim koy u n hak­ kı a lmamıza e ngel o ldu. Biz de mecburen koyu n öşrü almak istediğimizden onlar bize vur ettiler. Çaresiz biz de o n lara . Aradan birkaç adam · düştü . Fakat kanları­ n ı n heder olduğuna dört mezhepten mü barek fetvalar a l m ı ş ı zd ı r. Yeniçeriler de baç a l ma m ıza mani olup, cebren ,

kanu n üzere bac ı m ı z ı

ayaklan ı p ,

almak . istediği m izde

silahlan m ı ş o l a rak bağ ı m ıza

gelip,

nice

adamları m ı z ı yaraladı lar. Hal böyle iken o zalimler g ü ­ ru h u , s i z i daha evvel rahat s ı z edip, o n ları n yalan söz­

leriyle bize n ice ift ira yollu kelimeler yaz m ı ş ı n ız. Si:c Peygamber Halifesinin Vezirisiniz. Bu fesad aleminde nizam ve intizama riayet etmeli ve söz ü nde durmal ı s ı ­ nız ."53

3.

.

\

Osmanlı Imparatorluğp. Döneminde Doğu Anadolu Feodal Yapıdadır

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi Osmanlı Sarayı

Doğu Anadolu'yu hiçbir zaman, organik olarak kendi bünye­ sine almak için çaba göstermemiştir. 54 Doğu Anadolu 'daki

53. Melek Ahmet Paşa ile Bitlis Han ı Abdal Han arası ndaki yazışma bu biçimde sürüp gitmektedir. Sonunda Melek Ahmet Paşa büyük bir or­ du ile Abdal Han'ın üzerine yürür. Rahove ve Bitlis içlerinde yapılan savaşlarda onu yener. Ve Abdal Han'ın haznelerini talan eder (Evliya Çelebi, 6, s . 303). Talan edilen bu malların cinsine ve biçimine baka­ rak Kürt h ükümetlerinin son derece örgütlü olduğunu, bilime değer verildiğini anlamak mümkündür. Öte yandan bu .eşyadan devrin feo­ dal hukuku hakkında bilgi almak m ü mkündür. Naima Tarihi'nde d e V an olay ı ndan söz edilm ektedir. Gerek Naima gerekse Evliya Çelebi aşağı yukarı ayn ı olay ı başka başka yönleri ile ele almaktad ı r. Naima Tari h i, Çev. Zuhuri Danışman, Cilt 5, i stanbul 1 970. s. 21 09-2 1 1 5. 54. Bu d u rum Melek Ahmet Paşa'n ın Bitlis Han'ı Abdal Han'a yazd ığı çe­ şitli mektuplarda da görülmekted ir. (Bk. yukarıdaki metinler) Ö rneğin birinci mektup "Yusuf Han'ı Diyarbak ı r kalesinden azad edip hüküme­ tini kendinde bırakt ı m " d iyor. i kinci mektupta ise Bitlis Hanı Abdal Han'a olan t ü m kinini ortaya koymas ına karş ı n , "ülkeni işgal edece­ ğim, seni Osmanlıya bağ iayacağı m. Osmanl ıya haraç vereceksin" gi1 25


bu feodal ilişkiler yüzyıllar boyunca devam etmiş, impara­

torlu k içinde doğan olaylardan etkilenmemiştir. Bilindiği gi­

bi, feodal üretim biçiminin en önemli niteliklerinden biri de

son derece az bir artık ürün yaratılmasıdır. Bu , Doğu Ana­ dolu 'nun- dışanya açılma, dış etkenlerle bütünleşme, dış et­

kerılerden etkilenme veya onları etkileme olanaklarını kısıt­ layan en önemli bir etkendir.

Hayvancılık alanırtda elde edilen artık ürünün ise D oğu

Amıdolu 'nun, Batı Anadolu'ya değil. daha çok Ortadoğu 'ya açılmasına sebep olmuştur. Öte yandan, Osmanlı D evleti.

Doğu Anadolu 'da çeşitli nedenlerden ötürü , kendi toprak

sistemini uygu lamamış, Kürt aşiretlerini ve orılann feodal

beyliklerini İran'a karşı tampon hükümetler olarak kullan­

mıştır. Bu nedenlerden en önemlisi, Doğu 'nun, ırk ve mez­

hep özelliğinden dolayı . merkezi otoriteye karşı her zaman

başkaldırabilecek bir güçte olmasıdır. Bunun için Osmarılı­ lar bu bölgede kendilerine sadık müttefikler aramak zorun­

da· kalmışlar ve bu müttefikleri Kürt aşiretlerinden seçmiş­

lerdir. Bu bakımdan Yavuz Sultan Selim, Şii ayaklanmasını

hastınrken çekindiği beylere çeşitli annağanlar, Kürt aşiret­

lerine toprakla rını kendi gönüllerince yönetmek olanağı ver­ miş. işlerine kan�mamıştır. Savaşçı Kürt aşiretleri de bu ar­

mağanlara karşıl ı k olarak merkeze başkaldım1amıştır. "Bu

koşullar altında devletle beyler arasında bir çeşit sözsüz mu­ kavelenin yapıldığı söylenebilir. " 55 Böylece, Osmanlı Devleti ile b ü t ü nleşmeme, onu etkileme veya ondan etkilenrheme ,

bi sözler etmiyor. Sadece Osmanl ı'yı silah zoru ile tanıtacağ ı m d iyor. Bu rada i lg inç bir nokta daha var. Melek Ahmet Paşa yazd ı ğ ı m ektup­ larda " ... Vilayetini yağma edeceğ im" diye Abdal Han'ı tehdit ed iyor. B u rada tamamen patrimonial bir hukuk an layışı söz konusud ur. Yani eg emen lik halk üzerinde değil, toprak üzerindedir. Demek ki tüm Bit­ lis ili Abdal Han'ın varl ı ğ ı olarak kabul ediliyor. il yağma edild iği za­ man Abdal Han'ın varl ığına da zarar veri lmiş oluyor. Bu Kürt hükü­ metleri nin feodal niteliğ ini gösteren esas kan ıtlardan birid ir. 55. i smail Cem a.g.e., s. 368. Evliya Çelebi Kürt Aşiretlerinin savaşçı l ı ğ ı n ı şöyle an latmaktad ır: "Van'ın azil kabul etmez hükü metleri: Yarım Hükü met Hakkari, Van'ın Kalesi'nde Vustan ve Şatak Kalesi Çölemerik Kalesi'nden olan U l u Hanlıktır k i kı rk yedi bin askere m al iktir. Hepsi tr.aşlı, heybetli, çirkin çehreli y iğ it kavimdir. Sadece çenelerinde Flemenkliler gibi az ıcık sa­ kalları vard ır. Brabaş, Potkoli, Ahmalık kazağı gibi al ınlarında saçları 1 26


hukuk alanında da sağlarunıştır. Bu koşullar altında Doğu Anadolu , kendine özgü bir sosyo -ekonomik sistemi sürdür­ müştür. Bu sosyo -ekonomik sistemin feodal bir düzen olduğu açıktır. Çü nkü politik alanda geniş bir ademi-merkeziyet var. Toprak, tamamen bölge beylerinin denetimi altında. merkezi otoritenin etkisinden uzaktır. Beyler. kendilerine bağlı topraklar üzerinde yargı yetkisine sahip tirler. Beykr. koydukları vergilere karşılık, halka hizmet eder, han. ha­ mam , çarşı, pazar vs . yaptırırlar. Kendi adianna para bastı­ nrlar, medreseler açıp eğitim yaptırırlar. 56 Bü tün bunların ötesinde ü retim araçlarının çok ilkel olması, iş bölümü nün gerçekleşmemesi, pazardan çok kendine yeter üretim, feodal mülkiyet ve üretim ilişkilerinin varlığını kanıtlayan unsur­ lardır. 5? Bu bakımdan, çeşitli nedenlerin varlığıyla, Osmanlı var. Başları kazan kadard ı r. Ku lakları çoğu n l ukla halkalıd ı r. H e rbiri kırkar, ellişer dirhem tüfenk atar. O kadar alıcı d ı rlar ki pireyi vururlar. Arkalarında bir Kürt kalkan ı , ellerinde topal d ed ikleri çevgan lar vard ı r. Başl arında alacak başlıklar üzerine çifte teller ile süslenm iştir. Amma ekseriya kulaklarının yan ı n ı b ıçakla d elip kanları akarak turna, şah i n . horoz telleri sokm uşlard ı r. Bütün elbiseleri alaca şal v e şayakt ır k i herbiri iki okka geli r. Hatta cenk meydan ları nda kalkan ları olmasa he­ men ayağ ı ndan pabucu çıkarıp bir eline giyip bir elinde de hançer ve­ ya k ı l ıç ile yum u lup geldikten son ra her biri nin 1 O ad amdan dönmesi ihti mali yoktur. Hatta Van kulu aras ı nda ' Hakkari Ci levi gibi pabucu­ nu eline giymiş gelir' derler. i şte Hakkari'nin böyle silah lı aşiretleri vard ır. Harp s ı rasında k ırk-eli bin t üfenkleri o l u r. (Evliya Çelebi, 6, s . 263-264) i şte Yavuz Su ltan Selim 1 5 1 4 yı l ı ndan son ra böyle silah l ı aşiretleri G ü rcistan s ı n ı rları boyunca Ermeniler aras ı n a d a yerleştiril­ di. Bu olaydan sonraki Osman lı- iran ilişkilerini aşağ ıdaki kitaptan iz­ lemek mümkündür." (Bekir Kütükoğ lu, Osman l ı i ran Siyasi Münase­ betleri 1 , 1 578- 1 590, i stanbul 1 962) 56. Evliya Çelebi, Cilt 6, s. 1 83, 1 85, 1 89, 268 vs. Evliya Çelebi Seyahat­ namesi'nde Kürtlerdeki feodal özelliklere ait önemli bilgiye rastl ıyo­ ruz. Kürt beylerinin sarayları nda cariye beslem eleri, özel işleri nde kö­ le ( E . Ç . , 6, s. 1 83) kull anmaları, feodal özellikleriyle s ıkı sıkıya ilgilidir. 57. P.M. Sweezy. B i r E leştiri, Feodalizmden Kapitalizme Geçiş, PDA Y�­ y ı n ı , Ankara, 1 970, s. 2 1 . Jean Chesneaux, Asya Tipi Üret im Tarz ı n ı n Açtığı Yeni Araştırma Alanları, Asya Tipi Üreti m Tarz ı , Ant Yay ı n ları , 1 970, s. 23-68. 127


toplumunun Asya Üretim Biçimi'nde olduğu savunulabilirse de D oğu Anadolu'daki Kürt Aşiretleri'nin, hükümet ve san­ caklannın feodal bir yapıda olduğu açıkça görülmektedir. Bu feodal yapıda medrese eğitimi Kürt diliyle yapılıyor. Ayrıca Farisice de öğretiliyor. Halk arasında, özellikle tica­ retle uğraşarılar arasında Ermenice ve Türkçe bilenler de vardır.58 4.

Tanzimat Döneminde Doğu Anadolu

İmparatorluğun güçlü dönemlerinde ilişkiler bu biçimde sürdürülürken, Tanzimatla birlikte, özellikle Avru pa'nın et­ kisiyle , ilişkilerin bünyesinde bazı değişiklikler olmuştur. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu Batı'da oluşan milliyetçilik hareketlerinden geniş ölçüde etkilenmiş, bunun sonucu Bal­ kan h alklan hızla bağımsızlığa kavuşmuşlardır. M illiyetçilik hareketlerinin geliştiği bu çağda Osmanlı Sarayı, Doğu Ana­ dolu

üzerinde

uyguladığı son

derece başarılı bir taktikle

hem Kürt halkının uluslaşmasını engellemiş, hem de Erme­ nilerle Kürtleri birbirleriyle çarpıştırarak Ermenistan'ın ku ­ ruluşunu başarısızlığa uğratmıştır. Osmanlı Sarayı'nın Do­ ğu

Anadolu

üzerinde

uyguladığı

bu

taktik,

Hamidiye

Alaylan'nın kurulmasıyla ilgilidir. Hamidiye Alayları Osman­

lı Sarayı'na iki bakımdan yarar sağlamıştır. Birincisi, Kürt aşiretleri arasında zaten mevcut olan, çatışmaların silahlı ve

resmi olarak sürdürülmesini sağlayarak, Kürt halkının mer­ kezileşmesini ve birlik olmasını önlemesidir. Abdülhamit'in Kürt aşiretlerinin bu özelliğini kavraması ve buna göre bir politika izlemesi Osmarılı Sarayı yönünden çok başarılı bir tu tumdur. Hamidiye Alayları kuruluşuyla Sarayın sağladığı ikinci yarar da Müslüman Osmanlı halkları, Türkler. Kürt - . ler, Araplar vs. arasında birlik v e beraberliği sağlayan hilafet kurumu ve dinci ideolojiyi kullanarak Ermenilere karşı bit­ mek, tükenmek bilmeyen bir savaşın başlatılmasıdır. Os­ marılı Sarayı, halkların birbirleriyle çarpıştınlması sonucu meydana gelen dengeden geniş ölçüde yararianmış ve Do­ ğu'da kendine karşı muhtemel başkaldırmaları önlemiştir.

58. Evliya Çelebi, Cilt 6, s. 1 89-268; 128


Bu denge politikasının sadece Doğu Anadolu'da değil, impa­ ratorluğun çeşitli iç politika sorunlan karşısında da oyna­ mış olduğunu görüyoruz . 59 Bu arada 1 858 tarihli toprak yasasından da söz etmek gerekir. Bu yasaya göre toprak, 1 - Memlüke, 2- Mmye , 3-

Mevkufe , 4-· Metruk, 5- Mevat. olmak üzere beş kısma ayrıl­

maktadır. Bu yasa bir kişinin bir köyü tüm olarak ele geçir­ mesini yasaklıyordu.60 Bu durum bugün bile devam etmek­ tedir. Zaten Ziya G ökalp bir yazısında, "Sipahilik, Yurtluk Ocaklık gibi eşkal-i zeamed , yanın asırdan beri resmen, ka­ nunen ilka olunmuş ise de, fiilen, maddeten el'an bakidirn demektedir. 6 1 Yine bununla ilgili olarak Frederich nart h .

Süleymaniye Bölgesi için şöyle drme-kt t"ctlr: 1 85 1 'de tüm arazinin, başka bir biçimde tapuya verilme­ dikçe, Osmanlı İmparatorluğu'na ait olduğu ileri sürüld ü . (O güne dek, Baban ailesinin paşalannın elindeydi. Ve Osm anlı İmparatorluğu'nun bir paşalığıydı.) Ama, bütün bir köyün Irak'taki u

tek bir kişinin malı olamayacağı yasası, genellikle dikkate

alınmıyor ve uygulanmıyordu. Fakat aşiret !iderleri, beyler rüşvet vererek birk..•ç tanıkla köyü mülkü olarak tapuya yazdınyordu . Bu resmi işlemleri, ilgili vergileri toplamak gibi etkili bir biçimde

)·ürütebilmek için,

geçerli bir gi'tç olmalıy­

dı. Sonunda, kendilerinden önce bu t"opraklara sab ip atalan

bulunmayan bir grup toprak sahibi çıktı ortaya. Toprak dü ­ zeni, baba zamanında olduğundan daha büyük ölçüde, kişi­ lerce kötüye kullanıldı. Bunu önlemenin en iyi yolu da, bu adamıann güvenliğini tehdit

etmekti. "62

Görüldüğü

gibi,

1 858 tarihli arazi kanunnamesine karşın toprak, - tamamen yöresel feodallerin denetimi altına geçmiş ve bu süreç mer­ kezi otoritenin zayıflamasına göre yoğunluk kazanmıştır. Cumhuriyetin ilanı mevcut derebeylik ilişkilerini kuvvetlen-

59. Tevfik Çavdar, Osmanlı ların Yarı-Sömürge Oluşu, Ant Yayınları, Is­ tanbul 1 970, s. 49 60. Oya Sencer, Türkiye'nin Toprak Sorunların a Tarihsel Açıdan Bakış, s. 1 64 vd. 6 1 . Şevket Beysanoğlu, Ziya Gökalp'in ilk yazı hayat ı, ( 1 894-1 909) istan­ bul 1 956, s. 1 08. (Ziya Gökalp bu yazıyı 1 909'da yazm ıştı.) 62. Frederick Barth, Principles of Social Organization in Southarn Kur­ distan, Oslo 1 953, s. 53. 1 29


direrek feodalitenin kuvvetlenmesine sebep olmuştu r. Cum­

huriyetin ilanına kadar halk üzerinde derebeyi olarak hü­

kümlerini yürüten D oğu'lu egemen sınıflar, Cumhuriyetle

birlikte Medeni Kanun ve özel mülkiyetın kabulü ile toprak

mülkiyetine sahiplikleri de hukuksal bir kimliğe bürünmüş

ve meşrulaşnuştır. Böylece, belirli bir bölgedeki toprak sahi­

bine, sahip olduğu toprak üzerinde belli bir kullanma payı

veren fermanlar, Cumhuriyelle toprak sahibini istediğini ya­ pabilen bir kişi durumuna getirmiştir. Feodal ağaya, toprak­ lı veya az topraklı köylüye kişisel ilişkilerinde belli bir top­

lumsal güvenlik sağlayan geleneksel tarım düzeni, tarihçiler,

iktisatçılar ve sosyologlar bakımından dikkate alınmak zo­

rundadır. Osmanlı devrinde , köylü üzerinde büyük bir yük olan "Aşar"ın kaldırılması da, feodal ağalann daha serbest

ve h ükümete karşı yükümsüz olmalan sonucunu doğur­

muştur. Fakat bu gelişimlerin, başlangıçta da söylediğimiz

gibi, üretim ilişkileri doğrultusundaki bir gelişim ile ilgisi ol­ mayıp, tamamen feodal üretim biçimindeki farklılaşmalar ol­

duğunu da hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekir.

Öte yandan, gerek Birinci Dünya Savaşı'run, gerekse

Kurtuh.ış Savaşı'nın sınıfsal yanı üzerine eğilmekte yarar

vardır. Anadolu'nun fakir-fukara halkı savaşta bu topraklar için ölürken, savaşların ortaya çıkardığı bir avuç vurguncu

zümre ise karaborsa, tefecilik vs. yolu ile çok büyük çıkarlar

sağlamıştır. İşte Cumhuriyetin kuruluş yıllarında nüfusun azlığı, nüfus baskısı diye bir sorununun söz konusu olma­

ması, topraklann baştan başa boş kalıp kimsenin itibar et­

memesi , bu vurguncu zümrenin topraklara kolayca el koy­

masını sağlanuştır. Bu konuda Doç. Dr. Gündüz Ökçün'ün

Türkiye İktisat Kongresi ile ilgili çalışmalan ve Mihri Bel­ li'nin görüşleri dikkate değer niteliktedir. 63

63. Gündüz Ökçün, Türkiye Iktisat Kongresi, lzmir, SBFY, Ankara 1 968. Gündüz Ökçün, 1 923 Yılında lz mir'de Toplanan Türkiye I ktisat Kong­ resinde Kabul Edilen Esaslar, SBFY, Cilt 23, No: 1 , s. 53 vd . Seyhan Erdoğdu, lzmir iktisat Kongresi, 1 923, Ayd ınl ık, Sayı 4, Şu­ bat 1 969, s. 287-308. 1 Mihri Belli, Türkiye'de Karşı Devrim , Türk Solu, Sayı 64; Romancı Kemal Tahir, Yediçınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal Ü çlü­ sünde, Esir Şehrin Insanları ve Esir Şehrin Mahpusu ikilisinde savaş vurguncularını da ele almakt adır. 1 30


Cumhuriyetin ilanı ile birlikte , Osmanlı toprak rejimin­ den özel mü lkiyete geçiş niçin gürültüsüz patırtısız olmuş­ tur? Veya devlet, toprağı h alka geçirecek, mülkiyetini ona devredecek düzenlerneleri niçin yapmamıştır? Bunu gerekti­ recek bir durum yoktur. Çünkü , toprak, zaten İmparatorlu ­ ğun son zamanlannda yöresel derebeylerin eline geçmiştir. Yöresel derebeyler bunu , halk üzerinde kurduklan baskı ile elde etmişlerdir. Bu bakırndan araştırmarnızın birinci b ölü ­ münde belirttiğimiz, Prof. Barkan'ın "Garp'te olduğu gibi Şark'ta da aynı vasıflan gösteren bir feodalizm yoktur. Os­ manlı arazi teşkilatı bunu ispat eder. Biz toprak meselelerini tamamen devletçi bir şekilde tanzim etrnişiz. Servajın teşek­ külüne meydan vermernişiz. 'Sahibi Arz' ile köylü arasında ihtilaf olduğu zaman rneseleyi devleti temsil eden kadı halle­ der. Halbuki, Garp 'te kaza hakkı derebeyine aittir" şeklinde­ ki görüşü , toplumsal gelişimin tarihsel doğrultusuna uyma­ rnaktadır. "64 Prof. Barkan'ın bu görüşleri, merkezi otoritenin, yani merkeziyetçi mutlak monarşin.in, toprak mülkiyetini kontrol edebildiği zamanlarda bile doğru değil­ dir. Bu sıralarda Osmanlı Devleti, sadece Feodal Üretim Bi­ çimi'nde gayet sağlam bir biçimde örgütlenmiş merkezi ve askeri bir imparatorluk karakteri göstermektedir. Bilindiği gibi, Osmanlı Devlet Düzeni'nde toprağı kontrol edenler (Zearnet, Has, Tirnar örgü tü) ile devlet bürokrasisi (Kadı, Vali, M utasarrıf vs.) ayn ayn iki örgüttür. İmparator­ luğun güçlü dönemlerinde, ikincisi birincisini daima kontrol etmiş, merkeziyetçi mutlak rnonarşinin gücü karşısında yö­ resel feodaller ve derebeyler türeyememiştir. Avrupa'daki coğrafi keşifler sonunda Anadolu'daki ipek ve baharat yolu­ nun işlemez duruma gelmesi, 1 535'lerden sonra Fransa 'ya tanınan kapitülasyonlar ve toplumun Avrupa ticaret ve en­ düstri d ünyası ile karşı karşıya gelmesi ile Osmanlı toplu ­ munda büyük ekonomik ve toplumsal kıizler başlamıştır. Zamanın yöneticileri, olanı biteni tam anlamıyla görernedik­ leri için bu kriziere bir çözüm yolu bulamamış ekonomik ve toplumsal organizasyonlann çözülüşünü önleyememişler-

64. Beh ice Boran, Metod Açısından Feodalile ve Mü lkiyet l l , Osmanlılar­ da Mülkiyet Meselesi, Yön, Sayı. 5 1 . (5 Aralık 1 962) 131


dir. 65 İşte bu çözülme içinde devlet bürokrasisi, toprağı elin­ de bulunduranlan denetleyernemiş, böylece denetleyenler çok büyük güç kazanmış ve devlet içinde devlet olmaya · baş­ lamışlardır. 18. yüzyıl sonlanndan itibaren bu oluşum çok daha hızlıdır. 1807 'deki Sened-i İttifak, yukarda söylediği­ miz · gibi, merkezi otoritenin, yöresel derebeylerin gücünü onaylamasından başka bir şey değildir. Ondan sonraki yıl­ larda ise Osmanlı toplumu, Batı kapitalizmi ile büsbütün karşı karşıya gelmiş ( 1 838) ve hızlı bir çöküş başlamıştır.66 İşte yukarıda sözünü ettiğimiz bu oluşumlar, Osmanlı top­ rak rej imine zıt ise de, toplurnun tarihsel gelişimine uymak­ tadır. Bu bakımdan, Cumhuriyetle birlikte devlet toprakları­ nı vatandaşların mülkiyetine geçirecek yeni bir düzenleme gerelmıemiştir. Medeni kanunun kabulü, bu sosyoloj ik ger­ çeğe sadece hukuksal bir karakter ve meşruluk vermiştir, Bu . da, her zaman söylediğimiz gibi, toplumsal kanunların. toplurnun kendi dinamiklerinin şekilsel yasalardan ve ka­ rarlardan her zaman ağır bastığı gerçeğidir. 67 Doğu Anado­ lt.ı,'da. 1 923'den bu yana, toprak mülkiyetinin dağılışı konu­ sunda hiçbir önemli bünye değişikliği olmamıştır. Her şey, Osmanlı'nın son zamanlarında olduğu gibi devam etmekte­ dir.6B Cumhuriyetin ilanıyla birlikte merkezi otoriteye karşı yapılan isyanlar, bu isyanların sonucu olan sürgünler, bu durumda değişiklik yapamadığı gibi, 1 945'de çok partili rej i­ me geçişte bunu daha sağlam esaslara bağlamış, feodalite­ nin ve derebeyliğin güç kazanmasına sebep olmuştur. ilerde, 65. Ömer Lütfü Barkan, 1 6. Asrın Ikinci Yarısında Türkiye'nin Geçirdiği Iktisadi Buhranların Sosyal Yapı Üzerindeki Tesirleri, ESEKH, Iktisa­ di Kalkı nmanın Sosyal Meseleleri, lstanbul 1 963, s. 1 7 vd. 66. Kurthan Fişek, Anadolu toplumlarının Evrimi Üzerine Düşünceler, (Asya Feodalitesi ve Eperyalizm) SBFD, Cilt 22, No. 1 , s. 201 vd. Kurthan Fişek, Osmanlı D ı ş Borçları Üstüne Düşünceler, SBFD, Cilt 22, No: 2, s. 1 57-1 68. 67. Behice Boran, Sosyalizm Bir Tercih Meselesi Değildir, 28 Nisan 1 967, Milliyet Gazetesi. 68. Bu konuda Bk. Sabiha Sertel, Roman Gibi, Ant Yayınları, Istanbul 1 969, s. 67 vd. Zekeriya Sertel, H at ı rl adıklarım, ( 1 905- 1 950) Istanbu l 1 968, s. 1 oo vd. 1 32


toprak mülkiyeti ve aşiret ilişkilerini ele aldığımız zaman, bu durumdan tekrar söz edeceğiz. Feodaliteden derebeyliğe ve­ ya derebeylikten feodaliteye geçiş, üretim biçimleri doğrultu ­ sunda bir değişme olmayıp, doğrudan doğruya feodal üretim biçimindeki bir farklılaşmadır. Bu geçişler, "ileri" veya "geri" bir karakter göstermezler, fakat ü styapı kurumları ve bu ku­ rumların altyapının değişmesine engel olmalarıyla çok ya­ kından ilgilidirler.

III. FEODAL TOPLUM YAPISININ ANALİZİ A.

ÖKÜZ, KARASAEAN ve KAGNININ BEURLEDİGİ TEKNOLOJiK DÜZEY

1.

Üretim Ar,açlan

Feodal toplumu karakterize eden en .önemli etkenlerden biri, ilkel bir teknoloj iye ve artık üretimi çok az olan kapalı bir ekonomik yapıya sahip olmasıdır. Çizelge 1 6 , üretimde kullanılan başlıca araçlan göstermektedir. Burada karasa­ ban, kağnı, dört tekerlekli araba gibi ilkel üretim araçları, traktör ve mibzer gibi modern üretim araçlannın yanında çok büyük sayıda mevcuttur.

4 T• kerlekli Karasabun Ka gnı l BIIdeki Sayılan 399.000

1 1 2.605

Bi,er

Ara ba

Pulluk Trakilir M ibzer Dilver

35.555

48.484

2. 1 04

799

263

Kaynak: Çizelge 1 6. Görüldüğü gibi Doğu Anadolu'nun ekonomik yapısı, ge­ niş ölçüde, öküz, karasaban ve kağnı tanınma dayanmakta­ dır. Son zamanlarda tarım işletmelerine giren traktör, mib­ zer

gibi

modern

üretim

araçlan

ya

feodal

ağaların

kontrolündedir veya feodal ağaların arazilerini kiralayan dı­ şa bağımlı kapitalist ilişkiler düzenine geçmiş olan Maraş, Konya bölgelerinin gelişmiş veya az gelişmiş kapitalistlerinin elindedir. Teknolojinin öküz-at, karasaban ve kağnı tarafın­ dan belirlenmesi çok az bir artık ürün yaratılmasına sebep olmakta , bu ise toplumun dinamiğinin zayıf kalması sonu­ cunu doğurmaktadır. . 133


2.

Ulaştırma ve Haberleşme Araçları

Feodal toplurnun ve onun dayanaklan olan feodal üre­ tim b içtmlnin ortaya çıkardığı ekonominin en önemli ulaştır­ ma aracı, feodal kişi ve yakınlan için at. köylüler için eşek ve öküzdür. Yani ulaştırma aracı olarak at, öküz ve eşeğin kullanılması feodalizmi karakterize eden unsurlardan biri­ dir. Haberleşme merkezi ise herkese açık olan kahvehaneler­ den çok ağarun odasıdır. Çizelge ı ?'de de görüleceği gibi, 9 . 436'sı köy ve 9. 970'i köy-altı yerleşme birimleri olmak üze­ re, 1 9.406 yerleşme biriminin dış ilişkiler alanını güçlendire­ bilmek, üretimi iyi değerlendirebilmek için sahip olduğu ulaştırma araçlan çok azdır.

Key ve baglanıılannın Sayısı ' Trakilir l B ildeki S ayılan

1 9.406

2.029

Otobos

Kamyon

Pikap

M otosiklet

289

679

101

50

Kaynak: Çizelge 1 7. Son yıllarda tanmda daha çok miktarda kullanılmaya başlanan traktör, üretim dışında ulaştırma aracı olarak da kullanılmaktadır. Bir traktör römorkuna 25-30 kişi binip köy-kasaba, köy-şehir arasında gidip gelebilmektedir. Bu modem araçlar, doğrudan doğruya feodal kişinin denetirnin­ de olduğu için, köylünün, yani gerçek ü reticinin dış ilişkiler alanı gentşleyernemektedir. Bu bakımdaı:ı köylü yine öküz­ eşek ve kağruya başvurmak zorunda kalmaktadır. Ulaştırma araçlarında görülen bu ilkel durum, haberleş­ me araçlarında da aynen görülür. Haberleşme konusunda önemli olan köye haberlerin nasıl gelip gittiği, nasıl yayıldığı­ dır. Köyde haberleşme merkezi, herkese açık olan kahveha­ ne değil, tamamen ağanın denetiminde ve mülkiyetinde olan "ağa odası"dır. Bu konuda, Doğu ve Batı ilieri arasında şu noktalarda karşılaştırma yapabiliriz:

Doguda 1 8 il

1 8 il ortalam ası

Kahvehane S ayısı

Key O dası Sayısı

344

321

26

17

B atıda 1 2 il

2080

2527

1 2 il Ortalaması

1 74

210

KDy-Baglantılar Sayısı ı 9.406 1 0.078

Kaynak: Çizelge 1 8. 1 34


Yukarıdaki çizelgeden de görüleceği gibi, ı 2 Batı ilinde il başına ı 74 kahvehane ve 2 ı O köy odası düşmesine rağmen, ı 8 Doğu ilinde bu miktar, 26 ve 1 7 'dir. Bu durum Doğu 'da h aberleşmenin tamamen ağanın odasından kanalize edildi­ ğini göstermektedir. Bunun doğal sonucu Doğu köylerinde gerek haberlerin getirilmesi, gerekse yayılması, tamamen ağanın görüş ve eğilimine göre ve onun süzgecinden geçerek olur. 69 Bu koşullar, ağanın görüşleri dışında yeni görüşlerin meydana çıkışını engellemektedir. 3.

Kredi Usulleri, Tefeclllk

Çizelge ı 9'dan da görüleceği gibi, ı 7 ilde 773 bini bulan genel çiftçi ailesinin % 2 5 . 2 'si Ziraat Bankası'ndan kredi al­ makta. geriye kalan % 74.8'i alamamaktadır. Aile başına kredi miktan ise 63 ı TL. 'dır. Yine Çizelge ı 9'a göre. 9970 köyden sadece 24 ?'sinde tarım ve kredi kooperatifi vardır. Ziraat Bankası'ndan alınan kredilerin bölge içindeki farklı­ laşması da aşağıdaki çizelgede gösterildiği gibidir:

Aile S ayısı (Bin)

1 3 11 4 11 1 7 11

550 223 773

B ankada n Kre d i Bankadan Kredi Aile Ba�ına Ala b ilen Aileler Alamayan Aileler Kred i Miklan ı ı TL.

31. 6.3 25.2

69. 92.7 74.8

480 1 . 1 22 631

Kaynak : Çizelge 1 9. Görüldüğü gibi, Gaziantep , Urfa , Diyarbakır ve Mardin illerinde kredi alamayan ailelerin oranı % 92 . 5 olmasına karşılık öteki ı3 ilde bu oran % 69'dur. Buna karşılık, 4 ilin meydana getirdiği bölgede aile başına ı . 1 2 2 TL düşerken, öteki ı3 ilde 480 TL düşmektedir. Bu rakamlar, Gaziantep, D iyarbakır, Urfa ve Mardin illerinde kredinin tek ellerde top­ landığını, dolayısıyla bu illerde feodal yapıların kapitalist

6'3. Sosyolog Gözü ile Do�u Anadolu, Yön Dergisi, Sayı 90, 1 8 Aralık 1 964. 135


ilişkilerle daha yoğun bir şekilde karşı karşıya geldiğini orta­

ya koymaktadır. Her iki bölgede de kredi alamayan ailelerin oranı çok yüksektir.

Krediyi ancak büyük topraklan ellerinde tutanlar alabil­

mektedir. Yani bankadan geniş ölçüde ve büyük miktarlarda

krediyi alan yalnız ağadır. Öteki k;ç:.�er, zaten teminat göste­ rebilecek bir şeyleri olmadığı için, krr-d.i alamazlar. İşte ağa,

bankadan aldığı krediyi, faiz veya emek karşılığında genel­

likle emrindeki adamianna dağıtır. 7° Bu durum ise ağanın

hem ekonomik gücünü, hem de politik gücünü artırıcı bir etkendir. Bu husus feodal bir toplumda temel yapıda en

ufak bir değişiklik yapmadan, tanını modemleştirme çabala­

rının gerçek halk yığınlarının çıkarlannın nasıl dışına düş­

tüğüne, zaten güçlü olan feodal kişileri nasıl daha güçlen­ dirdiğine çok güzel bir örnektir.

Daha önceki b ölümlerde, insan ve toprak il işkilerinin

analizini yaparken belirttiğimiz gibi, çiftçi ailelerinin % 38'i

topraksızdır. Tamamen ortakçı ve kiracı durumunda bulu­

nan bu ailelerin krediye ihtiyaçlan yoktur. Çünkü , bunlar tamamen kişisel bağlarla ağaya bağlıdırlar. İkinci grup ise

1 -50 dönümlük toprağı işleyip genel tanm toprağının %

27'sini kontrol edenlerdir. Bu ailelerin genel aileler içindeki

oranı % 1 4 . 5'i meydana getiren ve 5 1 -200 dönüm arasında

toprağa sahip olan ve genel tarım arazisinin % 40'ını kontrol edenler üçüncü grubu meydana getirirler. · Dördüncü grup

ise ailelerin % 2.4'ünü meydana getiren, 200 dönümden çok toprağa sahip ve genel tanm arazisinin % 33'ünü kontrol eden gruptur. Fakat, bizim üzerinde duracağımız esas grup­

lar. ikinci ve üçüncü gruplardır. Az da olsa, toprağa sahip

bulunan ve üretici durumundaki bu ailelerin, üretimlerini artırarak, bunlan dinamik pazar ekonomileri ile bütünleştir­

rnek gerekir. Fakat. lrredi olanaklarını gösteren çizelgelerden de anlaşılacağı gibi, bu iki grubun olanaklan da son derece

zayıftır. Ve iki grup için, siyasi iktidarlar bugüne kadar hiç­

bir şey yapamamışlardır. İşte. kredinin bu dengesiz dağılışı,

kredilerden esas üretici durumunda bulunan kişilerin değil de, tersine gerçek üreticiyi kontrol eden kişilerin yararlan-

70. lsmail Beşikçi, Doğu Mitinglerinin Analizi, s. 24 vd. 136


ması, Doğu Anadolu toplumunun başka bir yapısal çelişkisi­

dir. Buradaki temel çelişki şudur: Bir yanda krediden yarar­

lanarak bir varlık olmak için çabalayan. fakat nasıl sömü­

rüldüğünü ve aldatıldığıru henüz anlayamayan geniş halk

yığınları; öbür yanda bu halk yığınlaoru kontrol eden ve bunları çeşitli oyunlarla kendilerine bağlayan kapitalistleş­

ıneye başlayan feodal egemen sınıf. Halk yığınlarının bilinç­ lenme olanaklan arttığı sürece, bu çatışma sınıfsal bir nite­

lik kazanacaktır.

Şimdi ise geniş halk yığınlannın kendi

sınıfsal çıkarlanndan habersiz olması, çatışmaya dramatik

bir nitelik vermektedir.

1 9 Nisan 1 969 tarihinde , Ağrı'da düzenlenen işsizlik mi­

tinginde. bir köylünün okunsun ve çaresi bulunsun diye ko­

nuşmacılardan birine verilen mektupta şöyle yazılmakta­ dır: 7 1

"Ben Ağrı'nın Yukarı Küpkıran köyünden bir vatan­ daşım. iki yıldan beri öküzüm ölmüştü r ve öküzsüzüm. 200 dönüm arazim vard ı r. Bu iki yılda Ağrı Ziraat Ban­ kası'na her ne kadar müracaat ettimse bana öküz pa­ rası vsrı ı ıı:;diler. Benim köyümde öküz parası n ı almış olaniar vard ır. Ve benim de bu 200 dönümlük arazim şimdi halen menfaatsiz olarak yatmaktadı r. Bu itibarla ben mağdur bir durumdayım. Eğer vatandaşsa biz de bu vatanın evladıyız, eğer Türkse bizde Türküz , eğer içimizde bir ayrılık veya zümrecilik maksadıyla veya rüşvet ve menfaat için ise o başka. Onu da bizim hep '·. dertlerimize vakıf olan baştakiler düşünsünler. Bu du­ rumlar böyle mi gidecek? Ben Ağrı'lı bir vatandaş ola­ , rak bunu yalnız bir müessese için d eğil, böyle bunun b i daha nice müesseseler var. Bu yolsuzluklar orta­ an kalksı n . Her yerde vatandaşiara müsavi ve eşit u amele yapılsın. Biz eğer ayn ı kanun ve nizarnıara bi isek bu kanunları tatbike memur olanların çoğu endi çıkarlarına göre yürütmekteler kanunu lastik eklinde kullanmaktalar."

[

f.

71 . Ad ı geçe m iting Ağrı'daki işsizlerle FKF Erzurum Sekreterliği'nin or­ tak çalış alarıyla d üzenlenmiş, bu arda köylüler de geniş ölçüde ka­ tılmıştır. ukarıdaki m ektup köylülerin öğrencilere karşı duyduğu gü­ ven in bir adesidlr. Mektup Nazif Kaleli'ye ismail Akbaş tarafından verilmiştir 1 37


Bu mektubun gözler önüne serdiği en önemli Sl?run,

kredi olanaklanndan büyük ölçüde ağaların yararlanması,

:ı.-ediye gerçekten ihtiyacı olan köylülerin yararlanamayıp desteksiz kalmaya ve proleterleşmeye doğru

itilıneleridir.

Kredi mekanizmasının bu işleyişi sonucu köylü kredi alıp

toprağı işleyemediği için toprağı elinden çıkaracak ve köylü­

nün elinden çıkarmak zorunda kalacağı bu toprağı feodal

ağa ele geçirecektir. Bu durum, feodal ağanın mutlak rantım artınrken, köylüyü köyünden yani toprağından yoksun bıra­

kacak veya köylüyü yarı feodal bir biçimde ağanın toprağın­

da çalışmaya zorlayacaktır. Her iki durumun da temel top­

lumsal yapı çelişkilerine açıklık kazandınp mevcut düzeni

zorlayacağı şüphesizdir. 4.

İşletme Biçimleri, Kiracılık, Ortakçılık

Ağa. geniş topraklarının 'hepsini bizzat kendisi işlete­

mez. Bu topraklan topraksız olanlara kiralar veya ortakçı tutar. Böylece, "ortakçı" veya "kiracı" diye çok ilkel işletme

biçimler ortaya çıkar. Bu oluşum şöyle oluyor: Ağa geniş topraklarının bir parçasında 8-9 ev yapar. Bu evlere, civar­ daki topraksız aileleri veya az topraklı aileleri yerleştirir. Ci­

varda topraksız veya az topraklı çok aile olduğundan b u ev­

ler hiçbir zaman boş kalmaz. Yığın yığın az topraklı veya

topraksız köylü gelip yerleşir. Burada ağa ile köylüler ara­

sındaki bağ tamamen mülkiyet ilişkilerinden ve kişisel bağ­

lardan doğar. Ağa, istediği zaman veya işine gelmediği za­ man

onları

toprağından

dışan

atabileceği

zaman da ev sayısını artırarak yei)i yeni ailele

q istediği rirf gelmesini

gi i,

sağlayabilir. Meydana gelen yerleşme biçimi, her Şeyden -ön­

ce mezraa. yayla , divan gibi bir köy-altı yerleşrhesidir. Bu

olay, feodal yapının çok �üçlü olduğu yerlerde, b biçimdeki köy-altı yerleşmelerinin neden bu kadar çok old ğunu gös­ teren açık bir olaydır. Her ağa. geniş topraklan

n ortasın­

da, bu biçimde birçok yerleşme birimi kurmuş ur. Bu du­

rum, yerleşme birimlerinin sayısını lüzumsui

re artırdığı

gibi, tarımsal verimin de azalmasına sebep olu . Çünkü, az da olsa, artık üretimin tamamen ağa tarafında

rilmesi, tarımsal faaliyetlerde makine gücünde

ğinden yararlanılması verimi düşürmektedir.

138

değerlendi­

çok el eme­ te yandan,


ortakçılık, kiracılık gibi usuller, topraksız veya az topraklı köylülerin toprak sahipsizliği durumunda herhangi bir de­ ğişme yapamayacağı için, köylü tanmsal faaliyetlere ancak karnını doyurabilecek ürünü elde edebileceği oranda katıl­ maktadır. Bu ise her şeyden önce verimi düşü nnektedir. Öte yandan, bu işletme biçimleri hiçbir yasada ifadesini bulma­ mıştır. Bu bakımdan, bu işletme biçimleri ağanın kayacağı tek yanlı ö:rfi kurallara göre ifade edilmektedir. Bu ise hem köylünün ezilmesine, hem de artık üretimin az olup, ağanın kuvvetli bir birikim yaparak kapitalist işletme ilişkilerini ger­ çekleştirebilmesine engel olmaktadır. Yerleşme birimlerinin bu kadar dağınık olmasının orta­ ya çıkardığı sonuçlardan biri de sınıf çelişkilerinin belirgin­ leşmesini ve köylünün bilinç kazanmasını engellemesidiL Çünkü, bu yerleşme biçimleri arasında bilinçlenmeyi sağla­ yacak yoğun bir h aberleşme ve propaganda araçlan yoktur. Doğu Anadol u 'da egemen olan işletme biçimlerini başlı­ ca üç kısımda ele alabiliriz: a) Arazinin doğrudim doğruya mülk sahibi tarafından işletilmesi, b) Kira ile işletme , c) Or­ takçılıkla işletme .

a) Arazinin Doğnıdan Doğnıya Mülk Sahibi Tarafından İşletilmesi Bugün hiçbir ağa, sahip olduğu araziyi bizzat kendisi iş­ letmez. Toprağı ağa adına ekip biçenler, daha çok, ağaya ya­ kın olan aileler, kahyalar vs. 'dir.

b)

Kira ile İşletme

Nakdi veya ayni olsun, belirli bir ücret karşılığı veya ta­ raflann rıza ve muvaffakatıanna dayanılarak yürütülen bir sistemdir. Bu çeşit kira daha çok büyük merkeziere yakın, sulak bahçe arazileri ile hazine arazilerinde geçerli olan bir usuldür. Bir de ipotekli kira vardır. İpotekli kirada, mülk sa­ hibi, arazisini, kendisine borç para verecek bir kişiye ipotek etmektedir. Karşılığında faiz hesaplanmaz ve borç para ve­ ren, araziyi kendi arzusuna göre kullanır, kira ödemez. Halk arasında buna, "Tarla kirasız, para faizsiz" denilmektedir. Kira süresi, ipotek süresinin aynıdır (3- 7 yıl ) . Arazi vergisini 1 39


eskisi gibi mülk sahibi öder. Tarlasını ipotek eden kimse pa­

rayı ödeyemediği zaman, kiracı, malın gerçek sahibi olmakta ve bu yolla mülkiyeti kontrol eden kişller birçok araziyi elle­ rinde toplamak imkanı bulmaktadırlar.

c)

Ortakçılıkla İşletme

Doğu

Anadolu 'nun

karakteıistik

biçimi

ortakçılıktır.

Ürünün mal sahibi ile esas ü retici arasında paylaşılması, or­ takçılığın en belirgin özelliğidir. Kirada ise belirli bir para ve­ ya ürün, önceden kararlaştınlrnış bir miktardır. Doğu 'da or­ takçılık, genel olarak, tarla tarımında uygulanır.

Bundan

başka, bağ-bahçe tarımında ve hayvan yetişttıiciliğinde uy­ gulanan ortakçılık usulleıi de vardır. Tarla tarımında uygulanacak ortakçılıkta, mülk sahibi, arazisi ile birlikte bina, canlı ve cansız demirbaş ve bir kısım işletme sermayesini de ortakçıya vermektedir. Bu suretle yö­ netilen büyük ve orta mülkler üzerinde ortakçılar için bina­

lar yapılmıştır. Bu bakımdan, bu gibi büyük mülkler birer küçük köy görünümündedirler. Binalara yerleşen ortakçılar kendilerine gösterilen arazi parçalan yanında ayrı birer kü­ çük işletme gibi çalışırlar yönetim işlerini düzenlemek ve or­ takçılan kontrol için mülk sahipleri veya vekillert, işletme merkezinde otururlar, mal sahibi ile aralannda herhangi bir anlaşma yoktur. Kira süresi, genellikle, bir ürün yılıdır. Her yıl harman mevsimi sonunda ortakçı, mal sahibinden veya vekilinden, yeniden ortakçı olarak kalıp kalmayacağını sor­ makta ve teminat almaktadır. Bu teminat bir nevi yenileme niteliğindedir. Tarla tarımında uygulanan ortakçılık biçimi de ortakçının sermaye durumuna, işletme giderlerine katıl­ ma derecesine , ve dolayısıyla üründen alınan paraya göre birtak.un türlere ayrılır. Burılar. "Yancılık", "İcare", "Çariyek" ve "Marabacılık" olarak görülmektedir . . Ortakçılık sisteminin en önemli özelliği, artık ürünün, ürün-rant şeklinde toprak sahibine geçmesidir.

"Köylüyle

toprak sahibi arasında meydana gelen kişisel bağlar çerçe­ vesinde, köylü, ağanın (olam) yani angaryasını da yapar.

Ağa zorlandığı zaman (recu) denilen bir vergi de toplar."72

72. Ahmet Aras, Türkiye'de Feodalizm Var m ıdır? Ant dergisi, Sayı 1 39, s. 1 2; Ali Aras, Güney Doğu Anadolu'da Arazi Mülkiyeti ve Işletme Şekilleri, ZFY, Ankara 1 959, s. 59-62. 140


aa) Yarıcılık Doğu'da yancılık, asıl ortakçılığı temsil eden bir işletme b içimidir. Bu tarz işletme biçiminde , mülk sahibi, ortakçıya. üretimde bulunması için, toprak, bina. tohum ve bazı hal­ lerde, borçlandınn a yolu ile işletme sermayesi verir. Öteki ürettm giderleri, ortakçıya aittir. İşletme sonucu elde edilen ürün, tohum içinden çıkanlmadan yarıya bölüşülür. Eğer, girişte kendisine , nadas ve hayvan yemi olarak saman veril­ mişse, çıkışta ortakçı bunu teslim etmek zorundadır. Tarla demirbaşı kabul edilen nadas. ortakçıya ne durumda teslim edilmiş ise çıkışta ayru durumda geri alırur. Saman için ka­ bul edilen şart değişiktir. Girişte. hayvanların ihtiyacına ye­ tecek kadar saman verilir; çıkışta da o .yılın saman mevcudu ne ise aynen geri alınır. Girişte nadas almamış olan ortakçının, çıkışta . yapılmış hazır nadası varsa. ya nadasa değer biçilir veya bedeli ortak­

çıya ödenir. yahut nadas iki eşit kısma bölünür, ortakçı kendi payı üzerinde

kendi hesabına tarım yapar. ayrılır.

Mülk sahipleri, bu durumda ortakçıdan, genellikle, kira kar­ şılığı 1 / 8 ürün alırlar. Ortakçıya girişte bir miktar para yar­ dımında bulunulmuş veya borçlandırmak suretiyle işletme sermayesi verilmişse, ödenmesi için bir süre tayin edilir. Fa­ kat bu sürenin uygulamada büyük bir önemi yoktur. Ortak­ çı bir an önce borcunu ödeyip, yancılıktan kurtulma serbes­ Usine sahip olduğu gibi, mülk sahibi de ortakçıdan memnun değilse, verdiklerini düşük bir fiyatla geri alarak. ortakçısını istediği_anda kovabilir. Ana çizgileri itibanyla belirtilen yancılık, bölgenin her yanında tam bir benzerlik göstermemektedir. Bütün bu ko­ şullar, anlaşmaya bağlı koşullardır. Mülk sahibi tarafından ortakçıya angaryalar da gördürülür. Kerpiç kesmek, inşaat­ ta çalıştınnak, mülk sahibinin ü ri'ın payını anbara sırtında taşımak ve kişisel hizmetler bunlardan bazılarıdır. Ortakçılara kiralanan mülk iki kısma ayrılır, bir parçası nadasa bırakılır, öteki parçası ekilir. Nadas ve ekim işleri böylece daha sıkı kontrol altında bulundurulur. Bu tarz ça-

Suat Aksoy, Yüz Soru'da Türkiye'de Toprak Meselesi, Gerçek Yayınevi, lstanbul 1 969, s. 1 22 vd. ·

14 ı


lışrnaya, "Gedik Usulü� uygulanan köylerde rastlanır. Bu usulde yancılara verilen mülk arazi, toprak kalitesine, çiftlik merkezine uzaklık-yakınlığına göre, önce "Ok� adı verilen esas parçalara aynlır; sonra, her ortakçı aileye , ortalama

400 dönürnü geçmernek üzere, her oktan bir parça arazi ve­ rilir. Bu suretle, ortakçılar arasında arazi kalitesi bakınun­ dan eşitlik de sağlanmış olur. bb) İcare Bu tarz işletme usulünde , arazi ve bina hariç , öteki bü­ tün üretim araçlan ve işletme giderleri kiracıya aittir. Üre­ tim giderlerine katılmada yarıcılığa göre farklı olan taraf, to­ humun üreticiye ait olmasıdır. Bu itibarla. icare usulünde, mülk sahibinin toprakla ilgisi asgariye inmiştir. Ekilecek to­ hum ve tarım tekniği bakırnından üretici serbestir. Bu özel­ liklerinden dolayı icare, asıl kira ile ortakçılık arasında bir sistemdir. Mülk sahibinin icarcısı ile işletme yönetimi bakı­ rnından ilgisi, harman mevsiminde olur.

İcare usulünde,

mal sahibinin payı ürünün 1 / S'i ile 1 / lO'u arasında değiş­ mektedir. Aradaki farkı etkileyen, toprağın verirnliliğidir. İca­ re ile verilen araziler de, genellikle verimsiz ve fakir toprak­ lardır. İcare ile çalışan çiftçi aileleri, sermaye bakımından, yarı­ cı ailelerden farksızdırlar. Bunlar, mülk sahiplerinden başka kimselere de borçlu dururndadırlar. Bazı bölgelerde , icare alınan tarlalarda, iki ayn çiftçi birleşrnek suretiyle çiftçilik yapar ve elde edilenden icare bedeli ödenir, geri kalan ürün, yan yanya bölüşülür. İcare usulünde arazi vergisini mülk sahibi öder. Bazı

durumlarda ise icar karşılığı olan ürün alındıktan sonra , ı 1

20 ek fark alınır. Ve buna, "Tapu Hakkı" denir ki, arazi ver­

gisi karşılığıdır. İcare, yarıcılığa göre daha avantajlı görünür­ se de, aslında arada büyük bir fark yoktur. Bunda da, yazılı bir arılaşrna olmadığından, mal sahibi istediği zaman icare­ ciyi tarlasından kovabilir. 's'üre. genellikle bir yıldır. Arıgarya usulü , aynen, hatta daha ağır koşullarla olur. Yılda iki gün,

mal sahibine bedava çalışılır. Bedenen çalışılrnazsa, iki er­ kek yevrniyesi ödenmek zorunluluğu vardır. Konuk hakkı olarak da bir adet oğlak verilir. Ağanın konuk odasında ya­ kılmak üzere bir araba odun, yoksa tezek getirrn ek veya 142


bunların ücretini vermek gerekir vs. Bu usul, Anadolu'nun başka yerlerinde "Tapu", "Hisse", "Hisse-i İcar" gibi adlarla da anılmaktadır. "İcare sistemi daha çok Doğu Anadolu'nun kuzey kesim­ lerinde ( 1 3 il) mevc.uttur. Son zamanlara kadar icareci ile ağa arasında sözleşme yapılmazdı. Fakat son yirmi-otuz yıl­ da. icareci köylüler, ağalara karşı toptan direnerek önce an­ garya yapmamaya , daha sonra da icare bedelini ödememeye başladılar. Vurucu gücü zayıf ağalar. köylülerin toplu diren­ meleri karşısında başarısızlığa düşünce tasarruflanndaki ta­ pusuz topraklan tecile vererek tapulamışlar ve icarecilerle noterde senet yaparak topraklan icareye vermeye başlamış­ lardır." . "Köylülerin bu şekildeki direnişe halk arasında 'Asebun' (Asi olmak) denir." Görüldüğü gibi "icare, toprak kirasının götürü ve nak­ den ödeninesi ve toprak sahibinin üretimle bir ilgisinin ol­ maması durumuyla kiraya benzer bir sistemdir."73 cc) Çariyek (Çeyrek, Dörtte Bir) Bu tarz işletme . yancılıkla icare usulünün birleştirilmiş şeklidir. Esası şudur: Mal ve tohumun yarısı mal sahibin­ den, yarısı da ortakçıdandır. Öteki üretim giderleri de ortak­ çıya aittir. Arazi vergisini yine mülk sahibi öder. Ürünün ı 1 4'ü mülk sahibine, ı 1 4'ü ortakçıya ayrılır. Kalanın ı /S'i icar bedelidir. Geri kalan, yine yarıya bölünür ve taraflar payları­ nı alırlar. Fazla yaygın bir usül değildir. Bu daha çok Diyar­ bakır taraflarında uygulanır. dd) Marabalık Bu usulde bütün ü retim araçlan mülk sahibine aittir. Maraba yalnız kol kuweti ile çalışır. Ve her marabaya. genel olarak. ı 00 dönümlük arazi ektirilir. Elde edilen ürünün ı 1 3'ü veya ı /4'ü marabanındır. Samandan marahaya pay ve­ rilmez. Maraba, mülk sahibinin bütün kişisel hizmetlerini, yani angaryalarını da yapmak zorundadır. Maraba, tarım iş­ çisinden başka bir şey değildir. Aradaki fark, marabanın üc-

73. Ahmet Aras, a.g.m., Ant Dergisi, Sayı 1 40, s. 1 O. 143


retinin olmayışı ve her zaman devamlı bir iş bulamayışıdır. işine, gücüne karşılık, kendi hesabına üretimde bulunur. Doğu'da en yaygın usullerden biridir. Tahıl ziraatinin ikinci planda geldiği kesirnlerde, toprak sahibi, icare usulü-nde olduğu gibi, marabaya kendi araçla­ nyla kendi adına ekip biçrnek üzere bir miktar tarla da ver-· mektedir. Geçimin temel öğesini ot toplamak teşkil ettiğin­ den yapılan senetlerde bu tarlalar sözleşmeye konu olmazlar. 74 5.

İşletme Biçimlerinin Feodal Karakteri

Başlangıç bölümünde de açıkladığımız gibi feodalizm, bağlı olduğu bir beyin iktisadi ve siyasi isteklerini gerçekleş­ tirmek için, ü reticiye cebren veya kendi iradesinin dışında yüklenen yükümlülüklere dayanan bir üretim biçiminin adı­ dır. Bu iktisadi istekler yerine getirilmesi gereken hizmetler, belirli süreler içinde vergi olarak ödenen ürün olabileceği gi­ bi yine belirli sürelerde bağlı bulunulan beye vergi olarak ödenen nakit de olabilir. Yerine getirilmesi gereken hizmet­ ler, vergi olarak ödenen ürün veya nakit, aslında feodal üre­ tim biçiminin evrimiyle ortaya Çıkan "emek-rant", "ürün­ rant" ve "para-rant" aşamalandır. Emek-rant aşamasını feo­ dalizinin başlangıcında görüyoruz. Bu aşamanın en önemli özelliği, ödenmeyen emeğin üreticiden karşılıksız alınması yani emeğe ücret ödenmemesidir. İklncisinde, köylü , bağlı bulunduğu beye, onun iktisadi isteklerini karşılamak için, vergı olarak ödediği ürün, üçüncüsünde ise vergi olarak ödediği para söz konusudur. İkinci aşamanın özelliği, toplu­ mun belirli bir artık ürünü yaratması, üçüncü aşamanın özelliği ise artık ürünün hızla artması ve paraya dönüşmeye başlamasıdır. Çizelge 23'de görüleceği gibi 18 il'de toplam olarak 4 1 .45 1 ortakçı. 5 . 1 9 1 kiracı, 266. 542 tanm işçisi vardır. Bunun bölgedeki alt gruplar itibaoyla dağılışı ise şöyledir:

74. l brahim Yasa, Türkiye'nin Toplumsal Yapısı ve Temel Sorunları, SBF Ders Notları , 1 968-1 969, s. 1 44 vd. Ali Aras, a.g .e., s. 69-72. Suat Aksoy, a.g.e., s. 1 22 vd. Ahmet Aras a.g.m. 144


Hiç

Toprağı

Olmayan

Adedi (Bin) .

Alleler

Tarim

Genel Aile Ortakçılar

Kiracılar

işçileri

TOPLAM

189.675

209.803

1311

550

16.177

3.951

411

223

.25.132

1.086

71.586

97.804

15

142

154

5.281

5.577

788

41.451

5.191

266.542

313.184

Hakkari 18

il

Kaynak: Çizelge 23. Görüldüğü gibi hiç toprağa sahip olmayan ailelerin,

ortakçı. kiracı

yani

ve tanrtı işçilerinin toplamı 313.184'dür. Bu,

as).ında, toprağı olmayan ailelerin oranının % 38'den daha

yüksek

olduğunu göstermektedir,

%

38-0fo 40 arasİndadır.

Zira toplam çiftçi aileleı1nin sayısı SS bindir.

Burada dikkati• çeken en önemli özelliklerden

birt,

tarım

işçileriyle ilgili rakamlardır. Şiiindiği gibi, "işçi" yani (hür

emek. veya ücretli emek) feodalJzmden sonraki üretim biçi­

minde ortaya çıkar. Feodalizm kendi iç dirı.amtği sonucu ka­

pitalizıiıe doğru evrpii-ken, "toprak ağası-köylü" çelişkisi de

"patron-işçi" çelişkisine doğru evrilir.. Daha önceki kısımlar­

da da gösterdiğimiz gibi, :Doğu Anadolu'da feoda.lü:ınl parça­

layıp kapitalist ilişkilert yoğunlaştİran altyapı tesislcrtyapıl­

mamıştır. Dolayısıyla, Doğu Anadolu'daki feodalizm kendi iç

dinamiği sonucu kapitalizme varamamıştır. Dolayısıyla köy­ lünün bünyesinden işçi çıkamamıştır. Bu bakımdan çizelge­ de adı geçen (tanın işçilerini) kapitalizmin ortaya çıkardığı

işçi yan! (hür emek) olarak değil, topraksız köylü olarak an·

lamak gerekir.

Bu işletme biçimlerinde feodaJ.i.zmİn "emek-rant". "ürün­

rant", "para-rant" biçiminde oluşan aşamalanm bir ara da iç ,

içe veya yan yana görmek mümkündür. Kiracılık dunımun­ da, köylü yarattığı artık ürünü toprak sahibine kapt.ınnama­

nın · yollarını bulduğu halde, ortakçılık d1.1rumunda

yani üretıcı, yarattığı artık ürünün

bazen

ç ok

köylü,

büyük bir kısmını;

tamainını, toprak sahibine kaptınr

.

Emck.-rant biçı­

minde beltren angaıyayı ise her türlü ilişkiler içtry.cie gönnt"k mümkündür.

İleride de göstereceğimiz·gibl, Doğu Anadohı'dal.t fcoda-

145


lizinin iç dinamiği, çeşitli nedenlerden dolayı çok zayıftır. İç dinamiğin zayıf olması

"Emek-rant",

"ürün-rant",

"para­

rant" biçiminde ortaya çıkan ilişkilelin tarihsel bir oluşum içinde birbirlerini izlemelerine engel olmuştur. Öte yandan. iç dinamiğin zayıf olması . değişirnin dışandan kontrol edil­ mesi sonucunu doğurmuş, böylece emek-rant. ürün-rant. para-rant biçimindeki ilişkilerin hepsine de aynı yerde ve ay­ nı zamanda iç içe veya yan yana rastlanır olmu ştur. Bu ko­ nuya ileride yine döneceğiz. Ortakçılık. icare. çariyek gibi biçimlerde de, esas üretici­ ye ancak kann doyurabilecek kadar ürün kaldığı. herhangi bir birikimin sağlanamadığı ve köylünün ağaya karşı yap­ mak zorunda olduğu pek çok angarya bulunduğu için, ağa" köylü ilişkilerinin feodal bir ilişki sayılmasında büyük bir isabet vardır. Öte yandan. ağa tamamen rant sahibi olup, bütün birikimler kendi yönünde olmaktadır. Köylüler ise toprağa bağlı ernekçilerdir. Bu tarım emekçilerinin rant sa­

hibinin denetimi altında toprağa bağlı olmaktan başka yapa­ bilecekleri hiçbir şey yoktur. Feodaliteyi saptayan ve emeğin yani köylünün bağımlılı­ ğını ortaya koyan olaylardan birisi de. köylerde kira ile otu­ ran ailelerin var olmasıdır. Aşağıdaki çizelgede de görüldüğü

gibi 1 8 Doğu ilinde 1 . 799 köyde kirada oturan aileler var.

Bu köylerde yaşayan aileleıin adeti ise 26. 86 1 olarak görü­ lüyor:

Köyde Kirada Oturan Aile (Köy)

1 3 11

4 il

Hakkari 1 8 lı

Köyde Aile Sayısı Kirada Oturan (Bin) Aile Sayısı

Köy Sayısı

Var

Yok

6.71 6

1 . 036

5. 680

550

9.376

2.587

764

1 .823

223

1 5. 4 1 5

1 33

9

1 24

15

70

9.436

1 . 799

7.537

788

26.861

Kaynak: Çizelge 24. Doğu illerimizde. köylerde, ev kiralamasını ortaya çıka­ racak toplumsal koşullar olmadığına göre, bu olayı yine feo�

146


dal mülkiyet ilişkilelinin bir başka görünüşü olarak ele al­ mak mümkündür. Çünkü, ev kiralaması olayı yen! yeni geli­ şen kentlerin, köylerden kentlere nüfus akımının çok olduğu

yerlerin ortaya koyduğu bir sosyal olaydır. Fakat Doğu Ana­ dolu köylerinde bunun dinamiği farklıdır. Bir köye tamamen

hakim olan ağa, başka köylerden gelerek kendi köyünde yerleşmek isteyenlere evlerini kiraya vererek, orada kalmala­ nnı sağlayabilir. Bunlar toprağa ve başka mülkiyet unsurla­ nna sahip olmayan, yalnız emeğiyle geÇinen, ayrıca ağaya karşı hiçbir güvencesi olmayan tanm işçileridir. Kirada otur­ malan bile ağanın himmetine kaln:ııştır. Doğu Anadolu'nun

Mardİil::, Urfa, Diyarbakır gibi illerinde çok görülen bu o�aya Türkiye'nin Batı bölgeleriiıd e rastlanmamaktadır. 75 Burada. aslında, kira söz kon'usu olınayıp, hiç toprağı olmayan bazı ailelerin ağanın sahip olduğu evlerde oturması söz konusu­ dur. Bu ağa ile topraksız talım emekçisi arasındaki kişisel bağların daha· da yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Çünkü

bu, sadece büyük toprak sahibi ile tanm işçisi arasında de­ ğil. büyük toprak sahibi aileler ile tanrn işçisi aileler arasın­ daki bağımlılığın maddi bir unsurudur. 76 . Burada, Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu'nun 14. ve 15. yüz­

yıllardak! Osrnanlı toplumu için savunduğu ve az gelişmiş ülkeler ve Türkiye için genelleme eğiliminde olduğu, "Asya

Üretim Tar.�:ı" da söz konusu olamaz. Çünkü, ·Asya Üretim ııarzı sistemini karakterize eden husus toprakların despotik bir. devlet tarafindan kontrol edilmesidir. Doğu Anadolu'da ise topraklar despotik bir devlet değil, despotik bölgesel ağa­ lar tarafından .kontrol edilmektedir. Bu, Asya tipinde ege­ men olan devlet mülkiyetine karşı, özel mülkiyetın. büyük bir gelişim göstermesi demektir.

Özel mülkiyetın gelişmesi ise rant sahibinJn devlet veya taşrad-aki ajanları değil, yöresel feodalle� olduğu gerçeğini ortaya koyar.

Öte yandan, Asya üretim tarzını karakterize eden etken-

75. ismail Beşikçi, Doğu Miti.nglerinin Analizi, s'. 16-20 . . 76. Muzaffer Erdost, Doğu Anadolu'da Hayvancılığın Feodal Niteliği, Ay­

dınlık Dergisi, Sayı 8, Haziran 1969, s. 122�123. _

147


lerden biri de "kendine yeter üretim" dir; 77 Doğu'da ise artık üretim �ardır. Fakat bu artık üretim merkezi 'devlet tarafın­

dan değil, yöresel feodaller taralindan denetlenmektedir. Do­ ğu Anadolu'daki üretim biçiminin karakteri konusunda ikti­ satçı Doğan Avcıoğlu ise şunları söylemektedir: "Doğu'da feodal ve prekapitalist ilişkiler yaşamakta ve bu ilişkiler üst­ yapı ku rumlanyla birlikte gelişmeye engel teşkil etmektedir. Bununla beraber, çok yavaş da olsa, kapitalizme doğru bir evrim Doğu'da da mevcuttur. "78 Bu görüş şüphesiz doğru­ dur. Fakat bu doğruluk, üretim ilişkilerinin genel gelişim doğrultusu bakımından böyledir. Doğu Anadolu'daki kapita­ list gelişimin dinamiklerini araştırmak gerekir. Sürü yetiştiriciliği ve bunun ortakçılık koşullan da aşağı yukan böyledir. Bölgenin gelenek ve görenekieri ile yürütü­ lür. Fakat son zamanlarda ortaya çıkan geniş çaptaki tefeci­ lik, sürü yetiştiriciliğinde daha çok görülür. Bunun meka­ nizması genellikle şöyledir: Hayvan alım satımı ile uğraşan tüccarlar, hayvan yetiştiricileri ile sonbahar başlannda ilişki kurmaktadırlar. Tüccarlar, sürü sahiplerini veya köylüleri kredi bakımından desteklemekte, buna karşılık, kışın doğa­ cak kuzulann belirli bir fiyattan kendilerine satılınasını sağ­ lamaktadırlar. Tüccar ile köylü arasındaki bu kredi ilişkileri her zaman tüccann lehine sonuçlanır. Çünkü, tüccar, daha sonbaharda, düşük fiyatla kışın doğacak kuzuların sahibi olabilmektedir. Kuzular, bütün yaz köylüler tarafından ye" tiştirilmekte ve sonbaharda tüccarlara teslim edilmektedir. Gittikçe yoğunlaşarak devam eden sürü yetiştiriciliği ve bunun sonucu ortaya çıkan kaçakçılık, Doğu Anadolu'da , feodal ilişkileri aşan bir durum ortaya çıkarmakta, ·yöresel feodallerin kapitalistleşmeye başlamalannın dinamiklertn­ den birini hazırlamaktadır. İleride bu konuyu ve hayvancı­ lıktaki üretim ilişkilerinin niteliğini tekrar ele alacağız.

·

77. Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu IFY, ls­ tanbul 1 967, s. 74 vd. Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler, Em Yayınevi, lstanbul 1 966. 78. Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni (Dün, Bugün, Yarın), Bilgi Yayı­ nevi, Ankara 1 968, s. 302-305.

148


B.

DOGU ANADOLU FEODAIİZMİNDE SOSYAL SINIFLAR

ı.

Feodal Egemen Sınıf: Ağa, Şeyh, Seyit ve Aşiret Relslerl

D oğ u Anadolu 'da mülkiyeti kontrol eden feodal egemen sınıf. ağa, şeyh, seyit ve aşiret reisieri tarafından meydana getirilmektedir. Ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliği aynı ellerde toplanabileceği gibi farklı kişiler tarafından da temsil edilebi­ lir. Kuvvetli feodal , şüphesiz ki bu üç fonksiyonu da kendi kişiliğinde birleştiren kişidir. Şeyhlik ve aşiret reisliği üzerin­ de ileride durulacaktır. 79 Ziya G ökalp ağayı şöyle tanımlıyor: Köy ağası, konuşma sanatındaki mahareti vasıtasıyla hükümet nüfuzundan bir kısmını ele geçirdi mi derhal köylerindeki vergi vermeye mecbur olanlan askerden , suçlu lan mahkemeden, vergi ve çalışmaya mecbu r olan arneleleri vermek zorunda olduklan bedelleri tahsildardan kurtarmaya çalışır. Bu hizmet saye­ sinde köyleri dahilinde bir emir gibi hüküm sürer. Suçlular­

dan, nikah kıymalardan, kız kaçırmaktan haraç alır. Daha

başka türlü çıkarlar da elde eder. Köylüler de ağaların bu

iyiliğine şükrettlklerinden nüfusa yazdırmamak ve vergi ka­ çırmak suretiyle hükümetten kaçırdıklarını tümÜ ile ağaya verirler. Köyün aşar'ını ağadan başka kimsenin toplayama­ ması için, küfür, iftira, yalan tanıklık gibi benzer her türlü '

79. Muzaffer Erdost, "Ağalığ ı ", "Feodal" ve "Yarı Feodal" unsurları ayı r­ maktad ır. "Ağa, toprağ ında angarya ve diğer yükü mlülükler dahil yarı köle, köylü çalıştı rıyorsa feodal, yarı proleterleşmiş köylüyü çalı ştırı­ yorsa, yarı feodal sömürü var demektir. Toprak sahibi toprağ ını mül­ tezimler vasıtasıyla işletme ve ay.n ı zamanda toprakta çal ışanların emeği ve bedeni üzerinde hukuki ve idari haklara sahip bulunmakta, buna bağlı olarak toprağ ı n da tarım proletaryası, yani ücretli emek çalıştı rarak, kapitalist pazar için meta üretimi yaptı rıyorsa kapitalist ağa, yani ağad ır." (Bk. Muzaffer Erdost, "Türkiye Sosyalizmi" ve Sos­ yalizm, Sol Yayınları, Ankara 1 969, s. 32-35) Muzaffer Erdost'un bu görüşleri doğrudur. Yalnız Doğ u Anadolu'da bu saf örnekleri bulmak çok zordur. Bu bakı mdan biz ağa sözünden feodal ve yarı feodal sü­ m ürüyü sürdüren kişileri anlıyoruz. O halde ağa sözünden, aksine h üküm bulunmadıkça Batı'daki kapitalist ağaları anlamamak gerekir. 1 49


davranışı yaparlar. so Ziya G ökalp'in de belirttiği gibi. "ağa­ nın sömürüsü tamamen feodal bir sömürüdür. " Bu durum

bugün de devam etmektedir. Topraklann, az topraklı kişile­

rin elinden alınarak ağalarda birikiminin nedenlerinden biri de

Tanzimat

Devri'nde

uygularımaya

başlanılan

"iltizam

usulüdür." İltizam usulü , hükümet sıfatının para karşılığın­ da, bir ferde satılması demektir. İyi kötü , her adam mülte­

zim olabilir. Fena bir adam mültezim olunca köylülere her türlü fenalığı yapabilir. İşte. köylülerin bir ağa bularak ara­ zisini ona devrettikten sonra, onun esareti altına girmesi kısmen bu iltizam usulü yüzündendir. s ı Daha önce, tarihsel gelişim bölümünde de gösterdiğimiz gibi, ağa bu topraklan çeşitli biçimlerde ele geçirmiş olabilir.

Atadan-dededen kaldığı gibi, zorla da ele geçirebilir. Ağa bu

toprakların mutlak sahibidir. Bu topraklan işietebilmek için

toprağı olmayan pek çok köylüyü barındınr. Bazı köylerin tüm mülkiyeti ağanın olduğu gibi, bazı köylerde de, mülki­ yetinin tamamına değilse de büyük bir kısmına sahiptir.

Ağa, köyde devletin fonksiyonlarını yerine getirir. Köyün gü­ venliğinden ağa sorumludur. Köye geleni gideni o ağırlar.

H aberler bizzat kendisi veya adamlan tarafından getirilir,

götürülür ve yayılır. Kredi durumunu düzenler, artık üretimi denetler ve böylece giderek kurumlaşır.

Ağa feodal toplumun en büyük toplumsal güvenlik un­ surudur. Feodal üretim biçimi ve onun üstyapı kurumlaoyla kanuni durum arasındaki boşluğu

ağa doldurur.

"Ağalık

vermekle, yiğitlik vurmakla olur" sözü bu durumu açıkla­

maktadır. Ağa, şeyh , bey gibi aristokratik ünvanlar, Cumhu ­ riyet döneminde yasaklanmasına rağmen, hala süregelmek­

tedir. Kanuni durum ile toplumsal düzen arasındaki bu

aynlık, yönetici kadro olan yüksek sınıfın Batılılaşmasından ileri gelmektedir. 82 ı 923'den sonra, merkezi otoriteye karşı

80. Şevket Beysanoğ lu, a.g.e., s. 1 07-1 08. 8 1 . Ziya Gökalp, a.g.e., s. 1 8. 82. Cumhu riyelle birlikte m ülkiyet ve üretim ilişki lerinde herhangi bir de­ ğişiklik yapı lmamış, fakat üstyapı kuruml arında birtakım yeni düzenle­ melere gidilmiştir. Siyasi iktidarın laikleşme süreci ne paralel olarak, hukuksal ku rumlarda da laikleşme olmuş, Batı'n ı n hukuku, örneğin isviçre'nin medeni kanunu kabul edilm iştir. Bilindiği gibi Batı'nın hu1 50


yapılan birçok isyan sonu c u , ağalar, memleketlerinden ko­ panlarak.

Batı Anadolu 'ya

sürülmüşlerdir.

Bu

tutumun,

ağaların halk yığınlan üzerindeki ezici gücünü zayıflatacağı düşünülmüştür. Oysa ağaların sürgünü ile birlikte toplum yapısını esaslı bir biçimde değiştirecek dönüşümler yapıla­ madığından, bu sürgünler beklenilenin tersine , toplumsal mekanizmanın işleyişini aksatmışlır. Ağayı toplum dışı bı­ rakmak. toplumsal mekanizmanın işleyişini sağlayan

Çark­

tan önemli bir halkayı çıkarmak demektir. Bu halka yerine

girinciye veya bu halkanın görevini yapacak yeni b ir halka konuluncaya kadar bu mekanizma işlemeyecektir.

kuksal kurum ları kapitalist üretim ilişkilerinin bel irlediği bir üstyapı ku­ ru mudur. O halde Bat ı'dan böyle bir müessesey i ithal ederken, Ba­ tı'da bu m üessesenin n as ı l ortaya çıkt ığ ı n ı ve bunun aşamaları n ı da ortaya koy mak gerekir. Bu oluşum kısaca şudur: Feodal m ü lkiyet ve üretim ilişkilerinin bünyesinde oluşan iç çelişkil er, coğrafi keşifler, ateşl i silahları n keşfi vb. gibi d ı ş faktörlerle diyalog haline gelerek ka­ pitalist devrime dönüşm üş, sanayi devrimini yaratm ıştı r. Bu şekilde o luşan yeni üretim i lişkileri kendi üstyapı kurumlar ı n ı da yaratmakta gecikmemiş, toprak sah ibiyle köylü aras ı nda tamam e n kişisel bağla­ ra dayanan feodal hukuk tasfiye edil erek, köylün ü n , ticaretin ve ser­ maye hareketlerinin serbestisine dayanan yeni bir hukuk meydana gelmiştir. O halde bugünkü Avrupa h ukukunu ve yasaları n ı bir veri deği l , tarih­ sel bir oluşum içinde ele almak gerekir. Bizim görevimiz, Avrupa'daki bütün bu toplu msal ve ekonomik devrim ierin Osmanlı i mparatorlu­ ğu'ndaki karş ı l ı ğ ı n ı aray ıp bulmak ve toplumsal gelişmemizin tarihsel doğrultusu n u çizerek Avrupa'daki gelişim ile karşı laştı rmaktır. O hal­ de, Avrupa i le birl ikte sanayi d evri mini yapam amış, ekono m ik ve top­ lumsal gelişmesi Avrupa kapital izmi tarafı ndan engel lenmiş, daha, feodal ve yarı feodal aşamalarda bulunan bir toplum d a, Avrupa'nın birtakım ekonomik ve toplu msal devrimler sonucu ortaya koyduğu hukukun ve siyasal kurumlar ı n , ithal edilip uygulanması, o topl u mda ilerlemeyi h ızlan d ı rmak şöyle d u rs u n , gerici kuwetlerin rahatça ör­ gütlenebileceği koşul ları yaratmaktad ı r. i şte, üstyapı kurum ları ndaki bu temelsiz değişmeler, Batılaşmaya ve- rilen an lam ı n yan l ı ş arnası sonucunu doğurmuş, Batı'n ı n üstyapı ku­ rumları n ı benimseyenler hilafet ve sultan lığa çalıp kravat takanlar Ba­ tı lılaştığ ı n ı sanmışt ı r. ( l smail Beşikçi, Doğu Sorun u Açısı ndan "Tü rkiye'ni n Düzeni", Akşam Gazetesi, 22 Mart 1 969) . 151


Araştınnarnızın

başında

da

belirttiğimiz

gibi,

Türki­

ye'deki toplumsal değişmeden Doğu Anadolu da etkisiz kal­ mamıştır. Bu toplumsal değişme süreci içinde, ağanın fonk­ siyonlarında ve dış ilişkilerinde de değişmeler olmuştur. Bu sorunu, düşünürlerimizden Behice Boran şu şekilde ortaya koymaktadır: " . . . Bununla bera1;-:-r, öbür bölgelerden daha yavaş tempoda, daha geriden izleyerek de olsa. son kuşakta, yani 25-30 yıldır, Doğu ve Güneydogu da değişmiş, eskiye kıyasla bir gelişme göstermiştir. Tarıma makine ginneye başlamıştır. Henüz fenni, rasyonel u sul!erle kapitalist bir üretim düzeninden söz edilemese de, traktörün kullanılma­ ya başlanması, ortakçılık sisteminin çözülmesine, hiç değil­ se bir ölçüde ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Eski ağa ailelerinin yeni kuşaklan, şehirlerde oturmayı tercih ettikle­ rinden, ve öğretim görüp doktor, avukat. dişçi vs. meslekler­ de iş gördüklerinden, bu eski aileler eski düzenden ayrıl­ makta,

çökrnekte,

köylerde

toprağı _ çeşitli

yönlerden

ele

geçiren eski ağalar kadar güçlü olmayan yeni bir sınıf türe­ rnektedir. Bu oluşum ne ölçüdedir, nerelerde yaygındır, bile­ mem. Etüdler. rakarnlar yok, ama böyle bir oluşurnun yer aldığına işaret eden gözlemlerirn var. w8 3 ilerde geniş ölçüde eleştireceğirniz bu çok önemli görüş için kısaca şunu söyleyebiliriz: Doğu ATıadolu'daki ağanın fonksiyonlan tampon bir fonksiyon değildir. Bu bakımdan Prof. Dr. Mübeccel Kıray'ın tampon fonksiyonlar teorisini, özellikle tüccann ortaya çıkışı sürecini Batı ATıadolu'nun ko­ şulları içinde değerlendirmek gerekir. Fakat bu, hiçbir za­ man, tampon fonksiyonlar teorisinin evrensel geçerliğini ze­ deleyecek bir olay değildir. Doğu'da da toplumsal gelişimin ortaya koyduğu gerilimleri önleyen çeşitli tampon fonksiyon­ lar ve kurtımlar belirebilir. Biz bunu yeri geldiği zaman gös­ termeye çalışıyoruz. Prof. Kıray'ın belirttiği tampon fonksiyon şudur: Ereğ­ li'nin feodal yapısında birtakım değiŞmeler olmaktadır. Bu değişmede köy ve şehir arasındaki sosyal h areketliliğin , pa­ zara gidiş-gelişin, yolların ve kütle haberleşme araçlannın rolleri büyüktür. Köyde, kendine yeter üretimden, pazar için

83. Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Tekin Yay ı nevi, 2. Baskı, istanbul 1 970, s. 1 86-1 87. 152


üretime geçiş başlamıştır. Tüccar, böyle bir geçiş döneminde ortaya çıkıyor, köyün dışan açılıp farklılaşmasında birtakım göreviert benimsiyor, köylülerin kredi ihtiyaçlannı karşıladı­ ğı gibi, dükkanını köylüler için genel adres olarak da kulla­ nıyor. Böylece, toplumsal değişmenin ortaya çıkaracağı bir­ takım bunalımlar ve

gerilimler önleniyor ve çözülmenin

önüne geçiliyor. 84 Ağanın, yukanda belirtmeye çalıştığımız fonksiyonlan ise doğrudan doğruya feodal bey-köylü ilişkile­ Iinden doğmaktadır. Ağa, bu görevle'ri, bir değişim sonucu değil, ağa olduğu için, yani feodal üretim ilişkilelinden d ola­ yı benimsemiştir. Ve yine onun varlığı ve her şeye egemen gücü, toplumun dışarı açılıp farklılaşmasını ve dinamik hale gelmesini engellemektedir. O halde, Batı'daki tacir ile Do­ ğu'daki feodalin fonksiyonlan farklıdır. Bir yanda "patron­ işçi" ilişkileri, öbür yanda ise "feodal bey-köylü " ilişkileri var­ dır. Batı'daki tacir, borçlanma ve faiz mekanizması ile köylü­ nün üretim fazlasını tamamen kendinde b iriktirirken, Do­ ğu'da bu durum h enüz belirgin bir hal almamıştır. Çünkü , ağa toprağı geniş ölçüde kontro1 etmekte olup, b elirli bir

kimseye verdiği krC' 'J i karşılığında onun emeğinden yararlan­

maktadır. Bu ti"ı r. ilişkiden ötürü her aile, ancak karnını do­

yurabilecek ü n1nü saklayıp , geli kalanını ağaya vermek zo­ runda kalmaktadır. Bu nedeille Batı'daki toprak ağasının, tefecinin ve tüccann D oğu'daki feodal ağa olmadığını bilme­ nin çok önemli pratik sonuçlan vardır. Zira temel toplumsal yapı çelişkileiinin devtime dönüşümü sırasında , Batı'daki il­ halatçı-ihracatçı tüccar, tefeci, aracı, sanayici , banker vs. ile yapılacak devrimci mücadele ile Doğu 'daki feodal- derebeyi ile yapılacak devrimci mücadele aynı olmayacaktır.

2.

Ağanın Çevresi

a)

Kahyalar ve Hizmet Gruplan

Ağa, yu kanda belirtmeye çalıştığımız fonksiyorı1ann hiç­ birisini doğrudan doğruya kendisi yerine getirmez. Bütün iş­ lerini ve hizmetlerini kahyalan aracılığı ile yerine getirir.

84. Mübeccel Kıray, Ereğ li, Ağ ı r Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabas ı, DPTY, Ankara 1 964, s.- 6 1 vd. 153


Ağa, burada da sadece kontrol unsurudur. Ağa köylerinde de ağa, hiçbir zaman muhtarlık görevini de yüklenmemişti.ı;". Bunun, en önemli nedeni , ağanın, olur olmaz her meselede devlet kudreti ile temasa gelmekten çekinmesidir. Çünkü , ağa, muhtarlık gibi bir görevi kabul ettiği zaman, bucak mü­ dürü, kaymakam gibi resmi otorite:ierin ister istemez hükmü altına girer. Oysa, füli olarak ağanın halk ve politikacılar üzerindeki etkisi bu ikisinden de üstündür. Bu bakımdan, ağa köylerinde muhtarlık, ya ağanın kahyasına ya da ağaya çok yakın bir adama verilmiştir. Ağanın evinde kahyalara yardımcı olan, onların işlerini yürütmelerini kolaylaştıran, gelip giden konuklan karşıla­ yan, ağıdayan ve uğurlayan kimseler vardır ki, bunlara "hiz­ met grupları" denir. Hizmet grupları, ağanın evinde ufakte­ fek ayak iş�erini yapan kimselerdir.

b) Emniyet Unsuru Ağanın çevresinde kalan üçüncü grup, onu korumakla görevli emniyet unsurlarıdır. Doğal olarak, ağanın, geniş mülkiyetini kontrol edebilmesi için çok sayıda adama ihtiya­ cı vardır. Bu adamlar, kıyıda köşede, az da olsa ağaya karşı olan sözleri ve davranışları önledikleri gibi, ağaya ve onun mülkiyetine karşı olan fiili tecavüzleri de bastırırlar. Emni­ yet u nsurlannın görevi tamamen baskıdır. Bu baskı, bazen tabandaki halk yığınlannda karşılığını da bulmaktadır. İşte, Sürt, Batman, Pervari, Uludere, Şırnak gibi yerlerde sık sık görülen ve eşkıyalık denilen olayların biricik nedeni bu has­ kıdır. Ağanın adamları, ağanın canını ve mülkiyetini koru- . mak için yaptıklan haksız baskıya halkın haklı olarak karşı koyması kanlı ve sonucu ölüme varan olaylar ortaya çıkar­ maktadır. Bu çatışmalardan sonra halk, jandarma , yargıç, savcı, kaymakam gibi devlet otoritelerinin çok zaman. ağa­ nın yanında olduğunu bildiği için, en emin yolu dağa çık­ makta bulmaktadır. Aslında kamuoyuna eşkıyalık diye anla­ tılınaya çalışılan bu tür olaylar, mazlum halka karşı değil, halkı ezen ağalara ve her zaman bu ağalada işbirliği yapmış ve onların çıkarlarını korumuş olan Devlet- Bürokrasisine karşıdır. Fakat egemen sınıflar henüz çok güçlü oldukları ve 1 54


her çeşit ilişkileri deneneyebildikleri için, aslında düzene karşı olan bu hareketleri kendi çıkarlan doğrultusunda ka­ nalize etmek olanağını bulmaktadır. Böylece ağaya karşı ge­ len kişi, bu kez başka bir ağanın kucağına düşmektedir. Bu­ nun içindir ki, şimdilik eşkıyalık denilen olayıann bilinçli olarak düzene karşı olma durumu yoktur. Fakat. nesnel ko­ şulları her zaman vardır. Temel toplumsal yapı çelişkileri, halk yığınlan üzerindeki baskısını duyurdukça bilinçlenrne artacak, nesnel koşullar tam anlamıyla düzene karşı işleye­ cektir. Eşkıyalık ile feodal yapı ve bu yapının derebeyliğe dönü ­ şümü arasında çok büyük bir bağlantı vardır. Örneğin Der­ sim (Tunceli) bölgesi çok dağlık ve gerilla hareketlerine çok elverişli bir yer olduğu h alde buralarda Siirt ve Mardin taraf­ lanndaki olanlar arlıarnında eşkıyalık olayıanna sık sık rast­ lanrnarnaktadır. Çünkü, o bölgede geniş rnülkiyeti elinde bulunduran, çok sayıda ağa ve onları koruyan adarnlar yok­ tur. Oysa, Mardin, Cizre, Batman, Siirt, Şırnak, Uludere gibi yerlerde toprak mülkiyelini kontrol eden çok sayıda ağa var­ dır. Bu ağaların çıkarları. birbirleriyle her zaman çatışma h alindedir. Ağalar arasında zaman zaman alevlenen kan da­ vasının temelinde de bu ekonomik etkenler yatmaktadır. 85 Ağalar arasında bitmeyen, sürekli bir üstünlük mücadelesi vardır. Bu bakımdan, eşkıya diye gazete süturuarına geçen insanların bir kısmı, aslında başka bir ağanın adarnlarını ta­ ciz etmek için dağa çıkmış kişilerdir. Fakat şurası bir ger­ çektir ki, eşkıyalığın yoksul, topraksız. mazlum halka ve çevreye yabancı olanlara karşı bir davranışı yoktur. Bütün bu oluşum içinde, devlet bürokrasisinin "ağa� ve "eşkıya� di­ ye adlandırılan gruplara ve halka karşı tutumu , üzerinde durulmaya değer niteliktedir. Bu olaylar. "Halk ile Devlet Kuruluşlan arasında neden çok büyük bir açıklık vardı(? Halk, devlet memurlan karşısında neden korkaktı(?� soru­ sunu gayet açık bir biçimde cevaplandırmaktadır. Bu du ­ rum, ilerde. yönetici kadro, aydın ve halk ilişkileri bölümün­ de tekrar ele alınacaktır. 85.

Kan ı m ı za göre, kan davası, şeref, erkeklik anlayışı, sald ı rganlık gibi nedenlere bağlanabilecek gelişigüzel bir olay değildir. Toprak m ülki­ yet i ve ağa-köylü ilişkileri ile ilgili bir olayd ır. 1 55


Öte yandan , sınır bölgelerindeki kaçakçılık olayı ile eşkı­ yalık olayları arasındaki sıkı ilişki, teprak mülkiyeti, kaçak­ çılık ve eşkıyalık ilişkilerinin ele alındığı bölümde eleştirile·

cektir.

3.

Köylüler

Doğu Anadolu 'da üretici sınıf köylülerdir. Ağa, üretici köylünün meydana getirdiği artık üretimi kendi lehine de­ ğerlendiren kimsedir. Ağa ile köylü arasındaki esas ilişkiler, Cumhuriyetin hiçbir yasasında ifadesini bulamamıştır. Bu ilişkiler. tamamen bölgesel gelenek ve göreneklere, ağaların koyduğu yasalara yani feodal törelere göre sürdürülmekte­ dir. Bu ilişkileri düzenleyen tarımsal h ukuk ve tarımsal kira hukukunun birçok arnacı vardır.

İşletmelerde devamlılık,

üretimde gelişme , kiracı veya ortakçı için uygun hayat ko­ şullarının sağlanması, kiracı veya ortakçıyı kullandığı topra­ ğın sahibi kılacak tedbirlerin alınması gibi amaçlar bunların başında gelmektedir. Öte yandan. kiracının hakkını koru­ mak için yapılan yasalarda, kira anlaşmasından söz edil­ mektedir. Kira anlaşması, kesin olarak yazılıdır. Kira anlaş­ masında, zorunlu · en az süre, kiranın yenilenmesi , arazinin terk edilmesi, kira bedelinin düzenlenmesi, kiracılık ve or­ takçılık koşullan gösterildiği gibi, kira sonunda iyileştirilen araziye tazrninat ö denmesi, meydana gelen anlaşmazlıklarda tarımsal kira makamlannın gösterilmesi. . . gibi konuların yer alınası yasaların koyduğu kurallardır. Oysa. toprak ağalan ile ortakçı-kiracı ve tanrn işçileri arasındaki ilişkiler, hiçbir zaman yazılı bir anlaşmaya dayanmadığından bu kuralların uygulanması olanağı yoktur. Anlaşma tamamen sözlü oldu­ ğundan, ilerde doğacak anlaşmazlıklar, mahkemeler tarafın­ dan belgeye dayanmadığından dikka te alınmaz. Ayrıca kira­ cılık ve ortakçılık veya tarım işçiliği süresi de tamamen ağanın tek taraflı iradesine dayanmaktadır. Zaten çok dü­ şük yaşama koşullan içinde bulunan topraksız kiracı, or­ takçı veya işçiler, ağanın her isteğine çaresiz ayak uydur­ mak zorunda kalmaktadır. Bu uygulama ise zaten çok az olan artık ürünün tamamen ağa tarafından değerlendirilme­ sine ve köylülerin devamlı olarak sömürülmesine sebep ol­ maktadır. 1 56


Köylü ve ağanın, toplumsal ve ekonomik fonksiyonlanrı­ da görülen büyük farklılaşma , bunların konutlarında da gö­ rülür. Ağanın konutu gerek boyut gerekse kullanılan malze­ me

bakırnından

öteki

evler

arasında

hemen belli

olur.

Önünde 3-5 ağaç vardır. Kapı önünde gezinerıler ve içeri gi­ rip çıkanlar görülür. Köylünün evlerini ise birbirinden ayır­ mak çok güçtür. Köylülerin evleri insan ilişkileri yönünden de durgun bir yapıya sahiptir. Ağanın evinin önünde görü nen carılılık köylünün evinde görülmez. Ağanın, çoğu zaman kasaba, hatta il merkezlerinde de evi vardır. Ağa. genel olarak 2 -3 kadınla evli olup, 1 0-20 ço­ cukludur. Ağa ve köylülerin konutlan arasındaki bu farklılaşma, köy içindeki sosyal sınıflaşma ve tabakalaşmayı açıkça gös­ termesi bakımından da ayrıca önemlidir. Bu durumu , sosyal tabakalaşmanın yerleşme düzenine yansıması biçiminde de yorumlayabiliriz. Konutların dışardan izlenen bu farklılaş­ ması, konut içindeki tüketim mallannda da kendisini gös­ termektedir. Ağanın evinde halı, karyola. boy aynalan, lüks lambalan, çeşitli renk ve değerde çay ve kahve takımları, 5 kat yatak, büfe, radyo, masa , odalan süsleyen çeşitli süs eş­ yalan (minder, yastık vs.) varken, köylülerin oturduğu evle­ rin içi bomboş, kupkuru ve kapkararılıktır. Birkaç parça kapkacak, (tencere, tava, bakraç vs.) bir çaydanlık. yere se­

rilmiş yırtık-pırtık bir çul, birkaç parça yatak yorgan, köylü­

nün evini karakterize eden en önemli eşyalardır. Hele yalnız marabacılık yapan köylülerin evinde hiçbir şey yoktur. Böyle olması d;;ı. doğaldır. Çünkü bunlar, ağaların gazabına uğra­ yıp devamlı olarak köyden köye dolaşan kimselerdir. Ağala­ rın kullandığı eşyaların çoğu gösterişe yarayan tüketim mal­ larıdır. Ağa, bu eşyalar sayesinde. çevrede daha çok itibar ve nüfuz sağlar.B6

·

Bütün bunlara rağmen yerleşme düzeni ve konutların durumu Kürt toplumundaki sınıf bilincini uyandıracak güç­ te değildir. Bu açıdan bakılınca Ortaçağ Avrupa'sındaki şa­ tolann durumu çok daha önemlidir. Feodal beylere ait şato­ larla onlara bağlı olan köylülerin konutları arasında, biçim,

86. Mübeccel Kıray, istihlak Normları, Planlama, Sayı 3, i lkbahar 1 962, s. 1 44 vd. 1 57


yer ve konfor bakırnından kesin bir farklılaşma vardır. Bu kesin farklılaşma Ortaçağ Avrupasında, feodal beylere karşı köylülerdeki sınıf bilincinin uyanmasında büyük rol oyna­ mıştır. Kürt toplumunda ise ağalann ve köylülerin konutlan arasında, köylülerdeki sınıf bilincini geliştirecek kadar kes­ kin bir farklılaşma yoktur. Bu noktada ağanın evi de köylü­ lerinkinden pek farklı değildir. 4.

Bir Ağa

Bu bölümde bir Ağa ve Çevre ile ilişkileri anlatılmakta­ dır:(*)

" . . . Savcı aracılığıyla D . Ağa'yla tanışt ık. Tanışt ırı ldı­ ğ ımız adam yani D. Ağa , bize saat 1 4.00'de jeeple bir­ likte geleceğini ve köye birlikte gideceğimizi söyledi. Başında beyaz keten bir fötr şapka, sırtında biraz leke­ li bir e lbise vard ı . 1 .70- 1 .75 cm. boyunda ve göbekliy­ di. Saat 1 4.00 olduğunda D. Ağa gelmedi. Kazanı n yegane caddesine o n u aramak için çıktığımızda , önü­ müzde bir jeep durdu. içinde bir şöför ve tanı mad ığ ı ­ mız iki adam vard ı . Şöför, D. Ağa',nın gelemiyeceğini, işi ç ı ktığını söyledi ve köye birlikte gidebileceğimizi ila­ ve etti. Jeep'e benzin aldıktan sonra D. Ağa'n ın köyüne gitmek için yola koyulduk. Yol berbat bir yoldu . Yanya­ na iki keçi yolu uzan ıp gidiyor, jeepimiz sıçrayarak yol alıyordu. Zor bir yolculuktu. Yolda Çağçağ Baraj ı , Baş­ bakan Süleyman Demirel'in kasabaya gelişi , nası l kar­ şılanacağı vs. konuları n ı konuşuyorduk. Bir sürü köy­ den geçtik. Nihayet köyü msü bir yere geldik. Köyde 25-30 kadar ev vard ı , köylüler harmandaydı . D. Ağa'nın evi iki katlıyd ı , düz damlıydı. Alt kattan ikinci kata tahta bir merdivenle çıkılıyordu . ikinci katta odalar yoktu, sadece tahtadan küçük bir taraça vard ı . Ağa bizimle gelmemiş, şehirde işim var diye uyut­ maya çalışmışt ı . Ayrıca, giyinişleri alıştığı gibi olmaya n , basit giyimli, mütevazi bir üniversite hocasına önem (*) Cavit GökTürk tarafından hazırlanm ıştır. 158


vermemişti. Üniversite hocasının daha "ağır ve oturak­ l ı " olması gerekir, san ıyordu . Yani ağa, üniversitenin araşt ı rmasını ve bu araşt ırmanın bozuk düzende önemli olmad ığını biliyordu. (Bunu sonradan tahmin ettim.) Ev haremlik-selamlık olarak ayrı lmış olmalıydı ki, tüm ikramlar erkekler tarafı ndan yapıldı. öte yandan iki güne yakın ikametirniz boyunca evin kadınlarını gö­ remedik. Evde bizi , D. Ağa'nın ilk karısından olma ve özel okulda okuyan 20 yaşlarındaki oğlu Ö. karşı lad ı . Evin misafir odasının döşemeleri şunlard ı : 4-5 adet açı lıp­ kapan ır eski model şezlong, tahta koltuk , 2 adet is­ kemle, masa ve üzerinde pilli büyük bir radyo, odanın sağ tarafında cevizden yapılmış büyük bir dolap (do­ lap, aynalı ve işlemeli idi) , şehirden bu raya kadar geti­ rilmesi muhakkak zor olmuştur. Kanaviçe işlemeli yas­ tıklar, kabarık minderler, duvarlarda ve yerde halı lar. Lüks lambas ı (bütün bu nlar bu köyü msü yer için son derece lüks eşyalar idi. Zira öteki evlerin hiçbirinde bunları n 20'de biri bile yoktu) . Makat oda kapısının tam karş ısında duruyordu. M inder yüzleri ise ipekli Su ­ riye kumaşlarındandı . Oturduk, kahve getirildi. Dereden-tepeden çeşitli konular konuşuyorduk. Yemek vakti geldiğinde bol miktarda haşlama et ve pirinç pilavı getirildi. Bir ara evden dışarı çıktık. Yandaki, küçük, eve benzeyen yapılara baktık. Dikkatimizi iki şey çekti , çevrede çocukların baliuğu v e oyunlarıydı . Buna kar­ ş ı n yetişkin kadın ve erkek görünmüyord u . ikincisi de evlerin çerden-çöpten, basit ve sefil oluşuydu (Bu özellik, 2 katl ı , oturmuş ağa evleri yanı nda belli oluyor­ du) . Çocukları n kafaları, ortada azıcık. saç kalacak bil­ çimde traşlı idi . Gezi dönüşü yine eve geldik. Fotoğraflar çektik. (Çevrenin sefaleti bize i lginç gelmişti) Oturma odası ­ n ı n yan ı nda çeşitli tipte tüfekler vard ı . Askeri mavzer, tek ve çift k ı rma, av tüfekleri olmak üzere dört adet tü­ tek. Bu nları n yasak olup olmadığını sormadık bile. Yal1 59


nız mermi ikmalinin nas ıl yapıldığını sorduk. Kolay o1duğu nu, sınırdaki kaçakçı lara 'emir' verince getirdikle­ rini, merm i ikmalinin önemli bir iş olmadığını söylediler. Şalvarlı , konuşkan, fakat saf bir adam olan evin hizmetkarı kaldığı mız sürece bize ikram ve yardımlar­ da bulundu. Silahların sebeb-i hikmetini sorduğumuz­ da, düşmanları o ıp uğunu, düşmanl ığın sebebinin ev­ velde n beri süre gelen toprak anlaşmazlıkları , kadın, şan ve şeref ile kar ışarak, halen de devam ettiğini söyledi . Helada bir sabun ve lavabo vard ı . Lavabo olarak düzenlenen çimento bir büvet (Nusaybin'den, belki de Mardin'den getirilmiş) ile musluklu bir teneke vard ı (Bunlar belki de oğlunun özel okul hatıralarırrdandı . ) Gece iklim nedeniyle damda yattık. Başbakan Sü­ leyman Demirel'in Nusaybin'in oylarını tastamam iste­ diği D. Ağa'nın , sivrisineklere sözünün geçmemiş ol­ duğu büyük bir gerçekti. D. Ağa, 1 964_y ı l ına kadar koyu bir C . H . P.'Ii imiş. 1964 yılında D. Ağa'ya, gerekli tarım kredisi verilmiş ve 'tanıdıkların gayreti' ile D. Ağa'nın A.P. ile 'ünsiyet' kurması sağlanmış. 1 968 Senato yenileme seçimlerin­ den de önce, yı lbaşı nda, Başbakan, kendisine yazdığı bir tebrik kart ı nda, - Nusaybin'in bütün oylarını senden istiyorum- demiş. D. Ağa bu yılbaşı kartını ceketinin sağ iç cebinde saklıyor ve herkese övünerek gösteri­ yor. D. Ağa, büyük toprak mülkiyetini elinde bulunduru­ yor. 18 köyü var. Bununla beraber kredi alış-verişinde, ihtilafların çözümlenmesinde önemli rol oynuyor. Özel­ likle su meselesinde , bir yezidi köyüyle sünnilerin ara­ sını bulurken, yani devletin yerine getirmesi gereken görevleri yaptığı ve d evlet kuru luşları nı temsil ettiğin­ den, seçim zamanları etkisi sadece kendi köylerinde değil, başka köylerde de hissediliyor. Ayrıca, D. Ağa'nın evinde, gösterişe kaçan ve say­ gı telkin eden döşemelerin yanında 2 adet disk harrov (pulluk) gördük. Ağa evi olması nedeniyle, 3-4 kişi da­ ha bizleri oyalamak ve sohbet etmek için geldi. Köyden şehre geri dönüşümüzde , o : Ağa ile köy ·

1 60


yolunda karşılaştık. Traktör sürüyordu. Traktörün arka­ s ındaki römorkta da mazot bidonları vardı. 5.

Feodal Toplumun Blllm Adamı

Feodal toplumda ekonomik ve politik iktidan elinde tu­

tan feodal beylerin ekonomik, toplumsal ve politik işlerde her zaman akıl danışacağı, fikirlerini alacağı bir grup vardır.

Bu kişilerin genel bilgisi geniştir. Tezler genel olarak dini, ef­

sanevi ve tarihi belgelere dayandınlır. Fakat b u kişilerde kö­

leci toplumun akıl danışmanlarına benzeyen falcılık, sihir

yoktur. Güdülen politika . köleci toplumda olduğu gibi fala ve sihire bakılarak saptanmaz, somut koşullara göre sapta­

nır. Doğu Anadolu'da bu kişilerde aranan en önemli özellik

medrese okuması, Arapça, Farsça, Fıkıh , İslam Hukuku (Mi­

ras Hukuku), Peygamberler Tarihi, Kürt Aşiretleri'nin kö­

kenleri hakkında geniş bilgiye sahip olması gibi özellikler aranır.

Buna karşın, kapitalist üretim ilişkilerinin gereği

olan rasyonel düşünce bu kişilerde gelişmemiştir. 55'lerden

Tutaklı Mecit

1-\ğa

(Mecit Yalçın) feodal topluma özgü bilim

adamının tipik bir ömeğidir. Zaten. Mecit Ağa, mütegallibe olduğu için değil, geniş bilgisi, giderek otmite��ı ik halk üze­ rinde kurduğu etkisinden ötürü sürülmüştür

C.

DOGU ANADOLUDA HANEDAN AİLELER

Doğu Anadolu'da feodal düzeni saptayan en iyi gösterge­

lerden biri de "Hanedan" ailelerinin çokluğudur. Bu hane­

danlar, yüzyıllar boyunca, kendi varlıklarını sürdürmeyi ba­ şarmışlardır.

Bugün

Bitlis'in

tanınmış

ailelerinden

olan

Şerefhanoğulları'nın tarihi, Şerefname yazan Şeref Han'a

kadar uzanır.87 Bitlis'te Paşo, Hizan'da Şeyh Selahaddin88 ailelerinin tarihi yine çok eski tarihlere dayanır.

Hakka­

ri'deki Mahmudi89 , Mardin'deki Anter aileleri hakkında 13. yüzyıl sonlarından itibaren bilgi mevcut bulunrnaktadır. 90

87. Bitlis'in eski senatörlerinden Ziya Şerefhanoğlu bu ailedendir. 88. Bitlis Milletvekillerinden Zeynel Abidin i nan bu ailedend ir. 89. Fa ru k Sumer, Kara-Koyunlular, s. 32 90. Faruk Sumer, Bozuluş Hakkında, s. 34, Kürt dili ve edebiyatı üzerin­ de incelemeler yapan Avukat Musa Anter bu ailedendir. 161


Bugün Ağn-Patnos yörelerinde oturan Kör Hüseyin Paşalar hakkında Naima Tarihi'nde ayrıntılı bilgi var.9 1 Diyarba­ kır'daki Cemil Paşalar, Hazro,92 Lice93 ve Silvan94 beyleri, Siverek'te Bucak, Urfa'da Dadıllı aileleri, Ağrı'daki Küfrevi ailelerinin, Beyazıt B eyleri'nin tarihi çok eskilere dayanmak­ tadır. Öte yandan Sipki Zirki Hormek, Hasananlı, Zilan, Se­ lali, Bürükanlı, Zeydan, Bedirharılı aşiretleri hakkında, açık

seçik olmamakla beraber, tarihin derinliklerine uzanan bilgi vardır. Bu durum, Türkiye'nin öteki b ölgeleri ile karşılaştırıldı­ ğında büyük yapı farklılıklarıyla karşılaşılır. Romancı Kemal Tahir, Yediçınar Yaylası, Köyün Kamburu , Büyük Mal üçlü­

sünde 1 8 50'lerden başlayarak İkinci Dünya Savaşı'na ka­ dar, Çorum dolaylarındaki toplumsal oluşum, egemen sınıf­ ların

oluşum u ,

egemen

sınıfın

bünyesine

girip

çıkanlar

konusunda dikkate değer bilgiler ve olaylar anlatmaktadır.

1) Çakır Kahyaların Halil Efendi soylu bir aileden geldiğini

ortaya koymak için büyük çaba gösterir. Oysa, tüm arama­

lar taramalar sonunda ortaya çıkanlan künyeler dedelerinin leblebici olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat, talih çeşitli olaylardan sonra Halil Efendi'nin oğlu Ömer'e güler. Ömer,

Çorum'u n sözü geçen, dediği dedik kişilerinden biri olur. 2)

Bu sırada (II. Meşrutiyet yıllarında) Çorum'a dört kişilik ya­

b ancı bir aile gelir. Son derece yoksul bir ailedir. Zaten Kara Abuzer. Doğu Anadolu'da binbir güçlük içinde yaşamış, so­ nunda oralardan göç etmeye karar vermiş pislik içinde yü­ zen bir Kürt marabadır. Kemal Tahir bu aileyi Yedi Çınar Yayıası'nda şöyle anlatmaktadır: "Koca Çorum ovasını bir leş kokusu kaplamış ki öyle beribenzer leş kokusu değil,

adamın boğazına cellat kemendi sanlıp soluğunu kesen bir

koku . . . " (s. 7 5 , Düşün Yayınevi). 3) Kara Abuzer'in Emey adında son derece güzel ve cilveli bir karısı vardır. Bu kadın

kocası

Kara . Abuzer

ile

de

anlaşarak

Çakır

kahyaların

Ömer'e ve onun oğlu Kenan'a kur yapmaktadır. Zaten, Emey

91 . Naima tarihinde Kör Hüseyin Han olarak geçmektedir. (Naima Tarihi, çev. Z. Dan ışman, Cilt 5, s. 2090. 92. Örneğin Budaklar. 93. Örneğin Ekinciler. 94. Örneğin, Azizoğu lları. 1 62


kadının güzelliğini duymuş olan Ömer Efendi pislikten leş

gibi kokan bu aileyi kendi evine almıştır. İşte Kara Abuzer,

karısının Ömer Efendi'ye ve oğlu Kenan'a kur yapmasını sağlayarak, Çakır Kahyaların Yedi Çınar Yayiası'na sahip olur. . . Daha sonraları, Dersimli Kara Kürdün oğlu sülük oğ­ lan bu işi şöyle anlatır: " . . . Biraz kasılarak babasını düşü­

nür. Kara Abuzer, dünyanın bir ucundan sürüp gelip 'teme­

line tükürdüğüm' bu Çorum toprağına koca tuğunu dikip

eğer kavatlıkla, eğer yiğitlikle bunca namqssuzun arasından

sıyrılıp geçip variyetin kulpuna yapışıp hoplayıp dağbaşı olup koca bir Yedi Çınar Yayiası'nı haklayıp, nice ünlü eşkı­

yaları parmağında aynataraktan tatlı çanını kurtarıp bir kö­

tü kavat Abuzer iken bir koca Kara Abuzer Ağa olup ölene

kadar fermanını yürütınedi mi? Ya bize ne olmuş?" (Büyük Mal, s. ı 78) 4) Yedi Çınar Yayıası Dersimli Kürt'ün eline ge­

çince Çakır Kahyaların ön:ıer'in oğlu Kenan yoksul düşer ve Çorum'daki egemenliği azalmaya başlar. Artık, Dersimli Ka­

ra Kürt söz sahibidir. 5) Bu arada Kenan'ın Kirkor Emmisi,

Kirkor Efendi'nin Ermeni kıyınundan başını kurtaramaması

sonucu, mirasçısı olmadığından, malı mülkü Kenan'a kalır

ve Kenan tekrar durumunu düzeltir.

6)

Kenan tekrar duru­

munu düzeltince, Kara Abuzer ve oğlu Sülük ile çatışmaya

b aşlar. Fakat, bu kez Hacı Kenan Çorum'daki bürokratlarla ilişki kurar. Hatta gizli teşkilatta görev alır. Amacı, Abuzer'in

Yayla Padişahı Sülük Beyi ortadan kaldırmaktır. 7) Bu ara­

da, Parpar Ahmet'in Çalık Kerim de gerek Çorum'un sözü

geçen sınıfı arasında gerekse o sınıfla sıkı fıkı ilişkiler kur­

maya çalışan bürokrasi tabakası arasındaki yerini alır. Ça­ lık Kerim (Köyün Kamburu) kuru yere ocak yakanlardandır.

Narlıca köyünden olan Kerim, sakatlığından ötürü savaşa

gitmemiş, gıda maddeleri karaborsası yaparak birikim yap­

maya çalışmıştır. Daha sonra bir posta arabasını soymuş,

köyde dükkan açarak büyük karlar sağlamıştır. Bu , Çorum

buıjuvasının yavaş yavaş güçlenmeye ve giderek banka kre­ dilerini ve bürokrasiyi denetlerneye başladığı devirdir. . . Ke­

mal Tahir bu durumu şöyle değerlendirmektedir: " . . . Çalık Hafız, defterden bir şeyler okumuş, birtakım rakarnlar say­

mış, sonunda sermayenin şu kadar arttığını, şu kadar ka­

zancı bölüşeceklerini söyleyerek meydana bir deste banknot

çıkarmıştı.

163


Petek paralara şaşkın şaşkın baktı. 'Essahtan bize para getirdi bu çalık! Bizi Hasan belasından kurtardığı elvennedi de he mi? HeriCin kanını arayan bulunmadı, bunun dediği gibi. Herifin it ölümüne gitmesi yetmez gibi. Essahtan p a ­ ra . . . Gördün mü kahpe?' - Deme Hafız Ağa, bunlar hep mi benim. - Dedik ya bunlar senin kazanç payın . . . Bir bu kadar da dükkandaki malın üstünde var. Sen bize ne verdindi? Yüz elli lira. Sekiz yüz lira kazandın." (Köyün Kamburu , 2 . baskı, s. 424) . Böylece Çalık Kerim posta arabası soygunun­ dan elde ettiği kazancın ticaret yolu ile sağlandığını herkese göstermiş oldu .

8)

Dağlar Padişahı Sülük Bey ile Hacı Kenan

çatışmaya girince Emey kadın araya girer, Hacı Kenan'ın kı­ zı ile Sülük Beyi evlendirir. Fakat aradaki kızgınlık bitmiş değildir. Nefise , Toprak Hatun'un oğlu Cihanşahı sevmekte­ dir. Cihanşah bürokrat adayıdır. (Kemal Tahir, burada dev­ lin siyasi yapısına uyan bir bürokrat adayının portresini çiz­ mektedir.

Büyük Mal,

s.

448 vd.) Toprak Hatun malsız

mülksüz, kimsesiz bir kadındır. Hacı Kenan ile Sülük Bey arasındaki çatışma Hacı'nın Sülük Bey'i vurmasıyla sürer ve Emey kadın kin beslediği Kenan'ı vurur. Sonunda Hacı Ke­ nan'ın · tüm mallan, kızı yolu ile kimsesiz ve yoksul Toprak Hatun'un oğlu Cihanşah'a geçecektir. Böylece , mal-mülk. üretim ilişkilelini denetleyen kişiden, bürokrat olan bir kişi­

ye devredilmektedir. 9 5

Görüldüğü gtbf, Çorum'da Doğu Anadolu'da olduğu gibi, · köklü ve . H anedan alleler yoktur. Çorum'da çeşitli siyasi, sosyal ve ekonomik olaylar aileleri yükseltip yok etmekte, böylece egemen sınıflan oluşturan ailelerin yapılannda de-

95. Kemal Tahir'in üçlüsünden buraya ald ı� ım ız sözler, romanların özeti değildir. Sadece 1 00 yıllık bir dönem içinde Çorum dolaylarında, ege­ men sınıfı oluşturan olaylar, egemen sınıfa dahil olup sonra (Kemal Tahir, egemen sınıf sözünü kullanmamakta, "sözü geçenler" "dediği dedik olanlar" deyimlerini kullan maktad ır) tekrar düşenler sistematize edilmektedir. Yazar Kemal Tahir'in anlattığı olayların tümünün somut olaylara uygun olduğu kanısında değiliz. Fakat, yazdıkları üzerinde, sosyo-ekonomik yapı açısından d ikkatle durulmalıdı r. öte yandan Çorum dolaylarında her ne kadar, Doğu Anadolu'daki gibi hanedan aileler yok ise de köklü aileler vardır. 164


ğişmeler, iniş çıkışlar olmaktadır. Oysa . Doğu Anadolu 'da 6-

7 yüzyıl boyunca süren aileler vardır. Dolayısıyla, D oğu Ana­

dolu'da feodal egemen sınıfın bünyesinde ya hiç değişme

yoktur ya da çok azdır.

D.

ARAŞTIRILMASI GEREKEN TEMEL SORUN

Burada araştırılması gereken çok önemli bir sorun var­

dır. Gerek İslamiyeti'n yayılışı yıllarında , gerek Selçuklu ­

lar'ın ve Osmanlılar'ın zamanında Doğu Anadolu'daki Kürt

toplumu ekonomik ve siyasi arılarnda feodal bir yapı göster­

mektedir. Feodalizmin kapitalizme dönüşmesi kaçınılmaz ol­

duğuna göre, Doğu Anadolu'daki feodal yapının uzun yüzyıl­

lar boyunca kendini yenileyememesi ve ileri bir aşamaya

varamaması üzerinde d urulmaya değer bir konu dur. 96

E.

FEODAL TOPLUMDA MİWYETÇİUK ANLAYlŞI

Ortaçağ Avrupa'sındaki feodalilenin yıkılması. milliyetçı­

lik akımlannın ve kralların güçlenip merkezi devletlerin ku­

rulması olayı ile atbaşı gıder. Bu feodal yapıyı yıkan etken­ lerden

birinin

gelişen

milliyetçilik

akımı

olduğunu

göstermektedir. Veya milliyetçilik akımlan feodalizmin iç çe­

lişkileri ile diyalog haline gelerek feodalizinin yıkılmasını ko­ laylaştırmışlardır. Esasında bu oluşumlar kapitalist pazarla­

rın

ortaya

çılanasıyla

yoğurıluk

kazanır.

O

halde.

milliyetçilik akımı, feodal devirlerde gelişmemiştir.

Bunu,

Doğu Anadolu toplumunda iki bakımdan ele almamız gerekmektedir:

a)

1

Aşiret biçimindeki toplumsal ve siyasal örgütleşme,

devlet fikrinden çok önce gelen bir biçimdir. Burada. "Biz"lik duygusu egemen olup, "Bizim aşiret", "Filanın aşireti" sözü ,

mensubiyeti daha iyi bir biçimde ifade etmektedir. Örneğin

aşiret biçimindeki toplumsal ve siyasal örgütleşrnenin çok

güçlü olduğu Hakkari'de vatandaş, hiçbir zaman. "Türki­

ye'liyim",

"Çukurcalı'yım",

"Beytüşşebap'lıyım" veya "filan

köydenın;ı" vs. demez. "Ertuşi Aşiretindenim", "Pinyaniş Aşi-

96. Bugün ise Doğu Anadolu'daki feodal yapın ı n h ızla çözüldüğü açık bir gerçektir. Bu konuyu VI. Bölümde inceleyeceğiz. 165


retindenim�. "Manpuranlı'yım� der. Görüldüğü gibi, böyle bir

toplumsal öfgütleşmede, bütün ayniıkiarı ortadan kaldıra­

rak tamamen birleştirici bir fonksiyonu olan milliyetçilik akımı gelişmemiştir. 97 Çünkü milliyetçilik akımlan ancak,

feodalizinin tasfiyesi ile anlam ve yoğunluk kazanır. Bu

yön­

den ele aldığımız zaman, Doğu Anadolu'daki aşiret biçimin­ deki toplumsal ve siyasal örgütleşme ile klasil.5:. Avrupa Feo­

dalitesi arasında büyük bir benzerlik görürüz. Her ikisinde

97. Bu konuda Ziya Gökalp şöyle bir örnek verm ekted i r: "Kürt lerin asker­ likten kaçtığ ı na bakanlar bu kavmi mefkuresiz ve korkak zan neder­ ler. Halbuki Kürt lerde m efkure gayet kuwetlidir. Fakat bu m efkure vatan m alkuresi olmadığından askerliğe meyilleri yoktur. Buna m uka­ bil, aşi ret m efkureleri çok kuwetl id ir. Hayatların ı, servetlerini, evlatla­ rını bu mefkureye feda etmekten, kad ı n-erkek çok yüksek zevk du­ yarlar. Aş iret kavgaları nda gösterd ikleri kahramanlıklar ve fedakarlıklar şayani takdirdir. Kavgaya giderken , şu darb- ı m eseli söylerler: Ölmek var, dönmek yok ... Aşiret malkuresi o kadar kuvvet­ lidi r ki, lerdin en kuvvetli ihtirası olan aşkı na bile tahakküm eder. Şu şarkıda bir delikanl ı sevgilisini beraber kaçmaya davet ed iyor. Gönlü m sana düşmüş, ona söz anlatmak kabil değil, Kaçmanın adı fena değ ildir_

diyerek kızın ruhu ndaki vesveseyi izaleye çalışıyor. Kız ise şu cevap­ ları veriyor: Kaçmanın adı kötüdür, babamın burnunu alçaltmak istemem, Büyük bir ada maliktir, adı küçültülemez.

Amcazadelerim çoktur, kavgasız olmaz. En sonunda en kuvvetli delilini gösteriyor: Aşiretim kabul etmez.

Aşka m ü ptela bir kıza, sevgilisini feda ettiren melkure, görülüyor ki, aile mefkuresi ile aşiret mefkuresidir. Zaten bu iki mefkure tek bir şeydir. Gene şark ıda şu beyili görüyoruz: Benim sende gönlüm vardı, senin bende gönlün vardı Fakat köylü ile ev halkımız birleşmemize razı değildi,

Görü l üyor ki, aşiret vicdan ı ile aile vicdanı lerdin ihtirası ndan, irade­ sinden, aşkından çok daha kuvvetlid ir. " (Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkı nda.Sosyoljik Tetkikler, s. 1 4). 166


de milliyetçilik akımı gelişmemiştir. Yalnız aradaki şu esaslı farkı unutmamak gerekir: Ortaçağ Avrupa'sındaki feodaliLe toprak işletmeciliğiile ve kalelerle çevrilmiş toprağa dayandı­ ğı halde, Doğu Anadolu'daki aşiret örgütü "Bizlik" duygusu­ na dayanmaktadır. O halde D oğu Anadolu'da aşiret sistemi­ ne dayanan feodal yapıyı soy-sop tayin ettiği halde, Avrupa Feodalitesini, kalelerle çevrilmiş belirli bir toprak parçası ka­ rakterize eder. Öte yandan, aşiret şeklindeki toplumsal ve siyasal örgütün esas iş-güç şekli "hayvancılık" iken. klasik Avrupa Feodalitesinin temel iş-güç biçimi "tarla tarımı"dır.

b) Daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, Gaziantep , Diyarbakır, Urfa ve Mardin gibi feodal yapının kuvvetli oldu­ ğu yerler de vardır. Burada toprak işletmeciliği. geniş ölçü­ de, öküz, karasaban ve kağnı tanınma dayandığı için, artık üretirr}in azlığı ve bunun feodal kişiler tarafından değerlen­ dirilmesi yüzünden Avrupa Feodalitesine benzemektedir. Fa­ kat yine buralarda milliyetçilik akımının modem toplumlar­ daki bütünleştinci rolü yoktur. Bunun nedeni, köyl ülerin çok büyük bir kısmının toprağa. dolayısıyla yere yurda sa­ hip olmamasıdır. Çünkü toprağa yerleşmeyen, yeri yurdu ve mülkiyeti olmayan gruplarda milliyetçilik akımı kök salama­ maktadır. Hakkari'de rastlanan aşiret sistemi. bu dört il'de zayıfla­ mıştır. Bu bakımdan. feodal yapı bazı yerlerde aşiret örgütü ile uyuşmamaktadır. Fakat bu duruma aldanmamak gere­ kir. Aslında feodal üretim biçimi, aşi,ret gibi toplumsal ve si­ yasal örgütleşme ile çok iyi uyuşma halindedir. Yani aşiret­ lerin merkezileşmesi ile ortaya çıkan uluslaşmak, kapitalist üretim ilişkileri olayına paralel olarak beliren bir olaydır. Buradaki en önemli sorun, ulus kavramına verilen anlamda ortaya çıkmaktadır. "Ulus. dil, toprak. iktisadi yaşantı birli­ ğinin ve ortak kültür biçiminde beliren ruhi şekillenrne birli­ ğinin hüküm sürdüt!:ü tarihi olarak meydana gelmiş istikrar­ lı bir topluluktur. "ğg O halde ulus, "Bir ırk ya da kabile topluluğu değildir. Tarihi olarak teşekkül etmiş bir insan topluluğudur. 99 "Ulus, yalnız bir tarihi kategori değildir, be98. Stal in, Marksizm ve Milli Mesela, Sol Yayınları, Ankara 1 967, s. 1 6 99. Stalin, a.g.e., s . 1 2 1 67


lirli bir çağın. yükselen kapitalizm çağının bir kategorisidir. Feodalizinin tasfiyesi ve kapitalizmin gelişmesi süreci, aynı zamanda insaniann uluslar halinde teşekkülü sürecidir. Ör­ neğin Batı Avnıpa'da bu böyle olmuştur. İngilizler. Fransız­ lar, Almanlar, İtalyanlar gibi feodal parçalanmadan yararla­ narak kapitalizmin muzafferane yürüyüşü sırasında uluslar haline gelmişlerdir. Ama uluslanu ; .:..ş ekkülü aynı zamanda. bunların bağımsız ulusal devletler h aline gelmeleri demektir. ingiliZ. Fransız uluslan ve öteki uluslar. aynı zamanda İngi­ liz Devleti. Fransız Devleti, vb. 'dirler . '' 1 0 0

O halde aşiretler sisteminin parçalanarak uluslaşma sü ­ recine geçişi ile feodal üretim biçiminden, kapitalist üretim biçimine geçiş süreci aynı paraleldedir. Feodal toplum yapı­ sının bünyesi içinde oluşan bu değişmeler, üretim ilişkileri doğrultusunda oluşacak değişmeielin sonucu olacaktır. Öte yandan milliyetçilik akımlannın gelişınediği devrede "din"in rolünü çok iyi tahlil etmek gerekir. Bunlan ilerde yine ele alacağız.

F.

FEODAL İUŞKİLERDEN KAPiTALİST İŞLETME İUŞKİIERİNE GEÇİŞİ ENGEllEYEN ETKENLER

Nüfusun toprak üzerindeki yerleşmesi , köy-altı yerleşme birimlerinin çokluğu , bundan dolayı yerleşme birimleri ara­ sındaki sosyal hareketliliğin azlığı. ulaştırma ve haberleşme araçlannın gelişrnemesi, belirli ticari ve sınai merkeziere uzaklık, haber kaynaklarının ve haberlerin yayılmasının ağa tarafından denetimi, ağalığın otoritesini ve müesseseleşme­ sini perçinleyen etkenlerdiL Dolayısıyla bütün bu olumsuz etkenler, toplurnun dışanya açılıp farklılaşmasını ve bütün­ leşmesini engellemektedir. Kapitalist ilişkilere geçilemeınesi­ nln büyük bir nedeni, arlık ürünün çok az olmasıdır. İlkel işletme biçimleri, ilkel kredi usulleri, ilkel telınoloji, ilkel ulaştırma ve haberleşme araçları, birikimin az olması sonu­ cunu doğuran başlıca etkenlerdir. Öte yandan gübreleme ve sulama durumlan da çok elverişsizdiL Köylerin % 40'ında gübreleme diye bir usul yoktur. Gübre kullanan köylerin % 55'i çiftlik gübresi kullandığı halde. ticari gübre kullananla-

1 00. Stalin, a.g.e., s. 2 1 -22. 168


rm oranı % 5. 7 'dir. Aşağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, Gazi­

antep, Urfa . Diyarbakır ve Mardin taraflarında gübreleme usulü çok az olduğu gibi, ticari gübre kuBananların oranı da % ı 'dir.

Gübreleme Usulü Köy Sayısı

1 3 il

Var

6.71 7

4349

2.587

1 1 51

0/o

Yok

64.8

4 il

35.2 1 436

44.4

% 1 7 il

9.303

5500

55.6 3803

60.0

%

Çiftlik Gübresi Ticari Gübre

2367

40.0

841

4. 083

7. 1

60 1 . 1 20

69 1 .0

43

543

5. 203 55

5.7

Kaynak: Çizelge 20. Sulama b akımından da aynı kötü koşullarla, karşı kar­ şıyayız (Çizelge 2 1 ) . Bir kez, köylerin çok büyük bir kısmın­ da sulama olanağı yoktur. Tarun arazisinin % 4 . 9 ' u sulana­ bilmekte,

<Jio

9 5 . ı 'i

sulanamamaktadır.

G aziantep,

Diyarbakır ve Man.' ' !!ı tararrannda ise durum daha da kötü­

dür. Örneğin, Urfa'da arazinin sadece % 0. 4'ü Diyarbakır'da % ı . 6'sı sulanab ilmektedir. En iyi sulama olanaklarına sa­ hip il, % ı ı . ı ile Malatya'dır.

Sulanabilen Arazi %

Sulanamayan a razi %

6.0

94. 0

4 il

1 .6

98.4

1 7 11

4.9

95. 1

1 3 il

Kaynak : Çizelge 21 . Bu kadar büyük olanaksızlıklar içinde elverişli b ir tarım

yapılamayacağı ve birikim sağlanamayacağı şüphesizdir. Bu

olanaksızlıklardan başka, köylerin ve ailelerin, kendi bünye­ leri ile ilgili bazı sorurll a n daha vardır. Bunlardan içme suyu ve ısınma olanaklan gerçekten elverişsizdir ve toplumlar ha­ la her yönü ile ortaçağ kararılığında yaşamaktadırlar. Köyle­ rin büyük bir çoğurıluğunda içme suyu yoktur. Olanlar da daha çok kuyu ve nehir sulanndan yararlamlmaktadır. Isın­ ma için de % 80-85 tezek kullamlmaktadır.

169


Gerçi son zamanlarda su lama konu sunda bazı giıişirn­ ler vardır. Ancak, toplum yapısından ötürü bu çalışmalar­ dan geniş halk yığınlannın yararla nma sı b eklenernez. Örne­ ğin

Nusaybin'de

birtakım

sulama

tesisleri

kurulmuştur.

Keban'da d a yine bazı proj eler yürürlüğe konacaktır. Fakat toprak mülkiyeti ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadı­ ğından. bu proj elerin halk yığınlanna ulaşması olanaksız gi­ bi bir şeydir. B u proj e lerin gerçekleşmesi, kapitalizme doğru gidişi başlatacak, fakat belirli bir süre sonra bu giıişirnlerin, feodal üretim ilişkileliyle bü tünleşmesini önleyerneyecektir. Bütün bunlardan başka, toplurnun dışanya açılıp farklı­ laşmasında ve dış etkenlerle bütünleşmesinde önemli roller oynayan eğitim durumu da iyi değildir. Okuma yazma bil­

meyenierin oranı şehirlerde % 48, köylerde ise % 79'dur (Çi­ zelge 22) . Bu durum, aşağıdaki çizelgede özel olarak gösteril­ miştir.

ŞEHiR

GENEL

KÖY

Bilen

Bilmeyen

Bilen

Bilmeyen

Bilen

B ilmeyen

13 i l

30

70

54

46

24

76

4 il

26

74

43

57

17

83

Hakkari

17

83

49

51

10

90

Ofo

o/o

o/o

o/ o

o;.,

o/ o

1 8 il

30

70

52

48

21

79

Türkiye

48.7

5 1 .3

69. 9

33. 1

38.5

61 .5

Kaynak: Çizelge 22. Görüldüğü gibi 1 3 ilin eğitim olanaklan Türkiye ortala­ malannın çok

altındadır.

Gaziantep,

Urfa,

Diyarbakır ve

Mardin illerini içine alan b ölgenin eğitim olanaklan ise bu

13 ilin olanaklarından da azdır. Hakkan'nin olanaklan ise

bu 4 ilin olanaklannın da altındadır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Doğu'daki ağalık rej i­ minde "artık ürün" dolayısıyla biıikirn çok elverişsizdir. H ala ilkel tarım araçlanyla tanrn yapılması, gübreleme, sulama olanaklarından yararlanılarnarnası. içme suyu ve ısınma ola­ naklarının çok ilkel dururnda bulunması da bu b iıikirni en­ gellernektedir.

1 70


Burada şu da düşünülebilir: Ağalarda büyük bir birikim olmasa bil e , mevcut biıikim ile de ilkel tarım tekniklerinden modem tarım tekniklerine geçilebilir. Çünkü , "artık ürün", ne kadar az da olsa, hepsi ağada toplarunaktadır ve makine­ leşme başlamaktadır. Böyle bir gelişimi görmek mümkün­ dür. Fakat bu gelişim, bünyesinde önemli bir çelişkiyi de ta­ şımaktadır. Feodal ilişkilerden, kapitalist ilişkilere geçmek için tarımsal makineleşme ve onun gerektirdiği teknik bilgi şarttır. Ancak, makineleşme ile birlikte, çok büyük kütle ta­ rım sektörünün dışında kalmakta ve şehire akın etmektedir. Orada ise bu nüfusu istihdam edebilecek sınai yatınm olma­ dığı için, ister istemez, bu çelişkinin içine girilmektedir. Bu çelişki aynı zamanda bir kısır döngü dür. Biz makineleşmenin ve hızlı nüfus artışının ortaya koy­ duğu bu çelişkiyi veya kısır döngüyü , feodal yapıyı parçala­ yacı tek dinamik olarak görüyoruz. Burada statükodan, dur­ gun bir hayat biçimini değil , daima egemen sınıfların lehine kesinleşen bir kutuplaşmayı anlamak gerekir. Bu dinamik etkenler, eğitim, askerlik yapma gibi birtakım etkenlerle di­ yalog haline gelip. dış ilişkiler alanı genişlediği zaman bu oluşum h ızlanacaktır. Bunu n yanında şunu da gözden uzak tutmamak gere­ kir. Tarımsal makineleşme henüz her yerde başlamış değil­ dir. Tarımsal makineleşmenin başlamadığı bu gibi yerlerde. ağa tamamen rant sahibi olup, toprağı bizzat işletmez. Öte yandan, makinenin yapacağı "işin" de emrindeki adamlan tarafından

yapılmasını

ister.

Makineye yatırım yapmaz.

Emek sömürüsüne, yine feodal ilişkiler çerçevesi içinde de­ vam eder. Böyle yerlerde statükonun parçalanması şüphesiz uzun sürecektir. Buralarda birikim az olup, kapitalist ilişki­ ler kurulamadığı halde. ağanın halk üzerindeki h ükümranlı­ ğı devam etmekte, çözülmeler az olmaktadır. Oysa, Batı Anadolu'da da geniş toprak sahibi kapitalist ağalar vardır. Fakat bu ağalar, traktör, pulluk, biçerdöver, mibzer gibi modern tarım araçlanndan yararlanıp, tarım kredilerini kontrol ederek ve hükümetin fiyat politikasını et­ kileyebilecek derecede baskı grubu olarak, geniş ölçüde biri­ kim yapmışlar ve kapitalist işletmeler kurup, bu ilişkileri de­ niz

aşın

düzeyde

geliştirmeye

başlamışlardır.

Örneğin

1 71


traktör, hem iş gücü ve zamandan tasarrufu sağlamakta, hem de verimi artırmaktadır. Mibzer ise tohumdan tasarru ­ fu sağladığı gibi, tohumun daha iyi filizlenmesine ve geliş­ mesine yardım etmektedir. Krediden yararlanmak ve fiyat politikasını etkileyecek derecede baskı grubu olmak ise işlet­ menin gerek alıın. gerekse satım bakımından dış ilişkiler alanının genişlemesini daha elverişli pazarlar ve hammadde kaynaklan bulunmasını sağlar. Faiz�e borçlanma ilişkilert­ nin. Batı'da çok belirgin olması, kendine yeter üretimden, pazar için üretime geçişi sağladığı halde, Doğu'da böyle iliş­ kiler gelişmemiştir. Doğu'daki toprak ağasıyla Batı'daki taei­ lin Türkiye'nin toplumsal yapısındaki rollert ayn ayrıdir. Do­ ğu'da, haber kaynaklannın ağa tarafından denetimine karşılık . . Batı'da kahvehane gibi herkese açık kururolann bulunması, olayın başka bir yönüdür. B ü tün bunlar. Doğu Anadolu 'da kapitalizme geçfşi en­ gelleyen etkenler olarak belirmektedir. ı o ı O halde büyük ti­ cart ve endüstriyel merkezlerden uzak olan, haberleşme ve ulaştırma araçlanndan yararlarramayan toplumların dışan açılması. dış etkenlerle bütünleşmesi ve farklılaşması. ana1 0 1 . Tarihsel gelişme feodal ilişkilerden sonra kapitalist ilişkilerin geleceği­ ni göstermektedir. Roma imparatorluğu'n u n y ıkı lmasıyla birlikte feo­ dal devletler kurulmuş, feodal üretim ilişkileri ve feodal ticari ilişkiler belirmiş, fakat feodalizmi n iç çelişkileri, Amerika'nı n, barutun , pusu la­ nın keşfi gibi teknolojik gelişmelerle d iyalog haline gelerek kapitalist ilişkilere dönüşümü başlat m ış; burjuvazi büyük bir kuvvet olarak be­ lirmiştir. Başlang ıçta, tamamen ticarete dayanan burjuvazi, buhar ve motor gücünün sanayiye uygulanması ile sanayi d evrimini yaratmış ve büyük bir sosyal s ı n ıf haline gelmiştir. Bu biçimde oluşan yeni üretim ilişkileri kendi üstyapı kurumlarını da yaratmakta gecikm emiş toprak sahipleriyle köylü aras ında tamamen kişisel bağ lara dayanan feodal hukuk ve öteki üstyapı kurum ları tasfi­ ye edilerek, köylünün, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestisi­ ne dayanan yeni bir hukuk, yani kapitalist hukuk ve üstyapı kurum ları gelmiştir. Bu büyük ve güçlü s ı n ıf d iyalektik gelişima uyarak kendi karş ıtı n ı da yaratmış; çok geniş işçi kütleleri ortaya çıkm ış ve kuvvetli bir sosyal s ı n ıf olarak burjuvazi karşısındaki yerini almıştır. Bu bakım­ dan biz, genel tarihsel gelişime uyarak, feodal ilişkilerden sonra kapi­ talist i lişkilerin g eleceğini düşünüyoruz. Fakat üretim biçimlerinin bir1 72


nim ilişkiler kurması çok yavaş olmaktadır. Bu toplumlarda, feodal mülkiyet ilişkileri belirgin bir biçimde devam eder.

Toplumsal mekanizmanın işleyişinde toprak sahibi birtakım fonksiyonlan benimser ve kurumlaşir. Aynca, bu fonksiyon­ lar toprak sahibinden devlet kurumlarına geçineeye kadar sürer. Burada en önemli olaylardan biri, Batı'daki ağa ile Do­ ğu'daki feodal-derebeyinin sömürü biçimlerinin kavranması­ dır. Kanırnıza göre, Doğu'daki feodal, sömürüyü tek başı,na sürdürememiş, Batı'daki egemen sıruflarla bütünleşebildiği ölçüde bu işi başarmıştır. Çünk ü , emperyalizm , ilişkilerini ilk önce Batı'daki egemen sınıflarla kurmuş ve geliştinniştir. Osmanlı, Batı kapitalizmine açılırken, yine kendi çıkarlan gereği Batı'daki egemen sınıfları, bu arada Rum ve Ermeni azınlığını kullanmıştır. Doğu'daki feodal ise bu sömürü iliş­ kilerini doğrudan doğruya değil, Batı'daki egemen sınıflar kanalı ile yani onlarla bü tünleşerek ku rmuştur. İşte, Do­ ğu'lu ve Batı'lı egemen sınıfların bu koalisyonu sermaye ha­ reketlerinin daima Doğu Anadolu'dan Batı Anadolu 'ya doğru olması sonucunu doğurmu ştur. Feodal üretim biçiminin or­

taya koyduğu artık üretim ve bunun dönüşümü sonucunda elde edilen artık değer, Doğu 'daki feodalin Batı'dakilerle iş­ birliği süreci içinde, Doğu'da değil, Batı'da değerlendirilmek­ tedir.

Kısaca, Doğu'da kazanılan, Batı'da yatınlmakta ve

harcanmaktadır. Doğu Anadolu 'nun Batı Anadolu 'ya göre

geri kalrnasının, temeldeki ve en önemli nedenlerinden biri bu koalisyondur. Bu koalisyon, aşiret ilişkileri ile birlikte ilerde telrra r incelenecektir. Öte yandan, Doğu Anadolu'daki üretim ilişkileri "feo­ dal''dir denildiği zaman, burada feodal sömürüyü aramak gereksizdir. Önemli olan, çeşitli ekonomik ve toplumsal de-

birlerini takip etmesi şart olmay ıp bir atlama da mümkündür. Bunu ekonomik ve toplumsal koşullar tayin eder. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus bugünkü Avrupa'yı bir veri olarak değil, tarihsel bir oluşum içinde ele almak gerektiğidir. Osmanlı Imparatorluğu'nun ekonomik ve toplumsal oluşumunu açık­ layabilmak için, Avrupa'daki bütün ekonomik ve toplumsal oluşum la­ rın Osmanlı Imparatorluğu'ndaki karşılıkları n ı aramak büyük bir zaru­ rettir. 1 73


ğişmeler sonunda meydana gelen yeni kururulann feodal yapı ile nasıl bütünleşip yeni yeni dengelerin ortaya çıkışını

kavramaktır. Doğu'da kapitalizme geçiş sü reci vardır. Fakat.

bu süreç içinde ortaya çıkan yeni ekonomik ve toplumsal müesseseler (banka, kredi, siyasi parti vs.) . eski düzenle b ü -

tünleşip toplumu y e ni bir dengeye ulaştırmaktadır. Fakat

bu oluşumlar toplumu tüm olarak feodal biçimden kurtaramamaktadır. ilerde bu durum da tekrar ele alınacaktır.

ÇiZELGE 1 6 : ÜRETiM ARAÇLARININ DAGI LI ŞI Karasa b a n (Bin) Pulluk

Bifer Dover

D 6 rl Kagnı

Tekerlekli ara b a

1 09

2

1 . 1 00

1 . 900

Mibzer T ra kı or

22

3.400

3

Eııurum

S6

1 1 .000

40

46

49

4.300

2.888

Kars

4S

1 2.900

78

1 64

92

1 .600

2.400

Agn

20

3.940

26

21

1 .400

4S6

47

2

26

3

l 2S

92

13

1 1 .400 3.500

1 62

. 1 1 .000

213

Eııincan

Tunceli

ıs

1 .600

Bingöl

13

22

Muş

18

3.370

26

49

Biılis

8

2 . 1 00

3

17

ı

Van

13

7.000

ı

ll

7

s

2. 1 80

272

Adıyaman

19

48

2

22

400

s

32

M alatya

267

8

3

1 02

Elazıg

20

760

29

1 48

40

739

1 .420

Si irt

16

267

ll

40

18

3

78

1 3 11 ıo�lamı 28.700

4S.2S4

229

961

249

1 1 .370

33.764

1 .8 1 0

1 76

S23

47

1 89

1 .260

Gaziantep

18

U rfa

31

492

239

331

1 29

5

408

Diyarbakır

34

693

90

1 92

91

39

841

Mardin 4il loplamı Hakkari

2S

1 64

6S

97

47

2

282

1 0.800

3. 1 S9

S70

1 . 1 43

314

23S

2.791

799

2. 1 04

S63

ı l 2.60S

36.S5S

4

71

l 8 ilıop lamı 399.000

48.484

Ka yn ak: KIB KEE Çiz e lg e 22 1 74


ÇiZELGE 1 7: KÖYLÜ K YERLERDE MEVCUT ULAŞTlRMA ARAÇLARI (BAGLANTILAR DA Di KKATE AllNMALlDlR) Köy Sayısı

Traktör Otobüs Kamyon

Pikap Motorsiklet

1 09

1 43

56

5

1 .039

46

15

78

13

764

1 15

11

25

Ağrı

544

51

Tunceli

41 4

25

5

Bi ngöl

325

1

4

1

Muş

366

27

6

49

1

20

2

2

32

2

8

1

41

67

2

E rzincan

559

Erzurum Kars

21 14

Bitlis

253

17

Van

546

19

Adıyaman

339

32

Malatya

587

1 48

Elazığ

469

40

2

2

Siirt

469

40

2

2

6.71 6

1 3 il Toplamı

2

896

253

452

40

9

Gaziantep

572

522

14

141

27

14

U rfa

644

331

3

41

12

11

Diyarbakır

663

1 92

9

19

6

8

Mardin

708

88

10

26

16

8

2.587

1 .1 33

36

227

61

41

3.029

289

679

1 01

50

4 il toplamı

Hakkari

1 33

1 8 il toplamı

9.436

Bağlantılar

9.970

Toplam

1 9.406 Kaynak: KiBKEE, Çizelge 8 a.

1 75


ÇiZELGE

18:

Erzincan E rzurum Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Siirt Adıyaman Elazığ Malatya Gaziantep Urfa Diyarbakı r Mardin Hakkari 1 8 il toplamı Içei Isparta Burdur Antalya Niğde Ankara Kayseri Bolu Tekirdağ Eskişehi r Yozgat Kocaeli 1 2 ll toplamı

KAHVEHANE V E KÖY ODASI DURUMU ( BAGLANTILAR DA DiKKATE AllNMALlDlR) Ka hvehane Sayısı 42 63 23 B 30 6 13 5 17 12 27 59 55 62 16 32 13

Köy Odası Sayısı 60 83 24 3 18

4'73 344 1 24 1 33 249 1 28 1 88 78 1 14 274 . 246

321

44

1 64 2.080

5 6 7 7 28 2 16 42 20 13 1

233 1 29 1 25

279 68 588 36 453 239 279 8 90

2.51 7

Köy Sayısı 559 1 .039 764 544 414 325 366 253 546 469 339 587 51 1 572 644 663 708 1 33 9.436 538 208 209 604 21 1 1 . 1 64 491 781 282 401 639 266

1 0.078

Kaynak: KİBKEE Çizelge : 44 176


ÇiZELG E K ııy

S ayısı

E ızincan

S59

Eızurum Kars

1 9:

KOOPERATiF VE KREDi DURUMU

Tarım-Kre di Koo�eratifi Qar Vo�

Aile S ayısı

Kredi alan ailelerde Kredi Kre di aile başınil Alabilen Al amayan doşen kredi Aile � Aile � (TL)

48

Sl l

46

21

79

1 .039

4

l .03S

90

27

73

550

764

46

718

92

24

75

210

590

Agn

S44

S44

32

72

23

331

Tunceli

414

414

27

47

53

4B2

Bingöl

32S

325

27

19

Bl

546

Mu�

366

366

31

41

59

S04

253

19

9

91

547

S2l

31

46

S4

411

B ill is

253

Van

546

25

Adıyaman

339

41

293

43

ll

B9

5BO

Malaiyo

Sl l

14

497

60

21

79

410

Elazıg

S87

6

Siirl

469

SBl

41

20

BO

S60

468

38

13

87

S20

377

b9

4BO

9

91

l .08S

6.7 1 6

l BS

6.S3l

5SO

Gazianlep

S72

3S

S37

U rfa

644

27

617

ss

B

92

2.230

Diyarbakır

663

663

SB

0.4

99.6

740

708

59

B

92

430

4 illoEia m ı

2.SB7

62

2.525

223

6.3

92.7

1 . 1 22

l 7 illoplamı

9.333

247

9.051

773

25.2

. 74.B

631

6

94

940

l 3 ll ıo�lamı

Ma rd in

Hakkari

708

1 33

1 33

ıs

Kaynak: KiBKEE, Çizelge 39

177


ÇIZELGE 20: GÜBRELEME DURUMU ,K ey Sa�ısı 559 1 .039 764 544 4ı4 325 366 253 546 339 5ıo 587 469 6.7 ı 6

Erzincan Erzurum Kars

Agn Tunceli Bingöl Muı

Bitlis Van

Adıyaman Malatya

Elazıg Siirt ı 3 ll t o p la m ı

r.

Gaziantep

Urfa Diyarbakır Mardin

4 ilıopla m ı % ı 7 il toplamı % H a kk a ri r.

572 644 663 708 2.587 9.303 ı 33

Go breleme Usulo Yok Va r

539 725 264 ı7 409 306 ı o9 204 ı 52 272 465 568 3ı8 4.349 64.8 343 ı 43 282 383 1.15ı 44.4 5.500 60 1 15 88

20 3ı4 soo 527 5 ı9 257 49 394 67 45 ı9 ı 5ı 2.367 35.2 229 50ı 38ı 325 ı .436 55.6 3.803 40 18 ı2

Çifıli k Go b resi

533 667 252 ıs 392 304 1 07 3 ı 52 27ı 460 540 3ı7 4.083 60 326 ı3ı 280 283 1 . 1 20 43 5.203 55 1 16

Ticari Go bre

118 84 20 2 o 6 ll ı ıo ı 3o 99 6 484 7. ı 43 22 4

69 ı 543 5.7

Kaynak : KIBKEE, Çizelge 22.

1 78


ÇiZELG E 21 : SULAMA SUYU DURUMU KDy S ayısı Eızincan Eızurum Kars

Agn

Tunceli Bingöl

Muş

Bi ılis

Van

599

1 . 039 764

544

414

325

Sulama Var 413 773

392

Diyarbakır

Mardin

4ilto�lamı

Hakkari

5

1 59

546

457

89

468

Gaziantep

1 22

207

587

Urfa

95.1

203

Elazıg

1 3 1 lto�lamı

4.9

26

237

510

471

6.71 6 572

644

663

708

2.587

50

1 02

110

400

289

1 80

1 65

119

407

5.1

49.9

5.5

94.5

3

6. 1

6.5 3.2

1 1.1

93.9

93.5 96.8

88.9

6

94

2.5

2.5

232

476

z. 1

1 33

1 31

2

401

97

75.0

0.4

262

95

25.0

516

1 28

92

435

253

366

8

Sulanm ayan Arazi X 94

299

292

Sulanan Arazi % 6

238

339

Siiı1

1 46

266

306

Adıyaman Malatya

Suyu Yok

97.5 97

99.6

1.6

98.4

1 1 .6

98.4

97.�

Kaynak: KIBKEE, Çizelge 35

1 79


ÇiZELGE 22

:

ALTl ve DAHA YUKARI YAŞLARDAKI NÜFUSUN OKUMA-YAZMA DURUMU (1 965)

G ENEL Bilen Bi lmeyen

Erzincan Erzurum Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Adıyaman Malatya Elazığ Siirt 1 3 i l ort. Gaziantep Urfa Diyarbakır Mardin 4 i l ort. Hakkari 1 8 il ort . Türkiye ort.

%

0/o

45 37 37 26 39 26 24 24 24 21 40 38 21 30 37 21 26 20 26 17 28 48.7

55 63 63 74 61 74 76 76 76 79 60 58 79 70 63 79 74 80 74 83 72 51 .3

ŞEHIR Bilen Bi lmeyen 0/o

%

72 61 60 62 66 50 51 46 50 38 57 57 41 54 48 36 48 42

28 39 40 38 34 50 49 54 50 62 43 43 59 46 52 64 52 58 57 51 48 33. 1

43

49 52 66. 9

KÖY Bilen Bilmeyen %

%

37 28 31 18 33 22 81 14 15 17 38 28 12 24 27 15 14 13 17 10 21 38.5

63 72 69 82 67 78 82 86 85 83 62 72 88 76 73 86 86 87 83 90 79 6 1 .5

Kaynak: DIE, Genel Nüfus Sayımı, S. XXX II, XL.

1 80


ÇiZELGE 23: ORTAKÇI-KiRACI VE TARIM iŞÇiLERi

Erzincan Erzurum Kars Ağrı Tunceli Bingöl Muş Bitlis Van Adıyaman Malatya Elazığ Siirt 1 3 11 toplamı Gaziantep Urfa Diyarbakı r Mardin 4 il toplamı Hakkari 1 8 i l toplam ı

Genel Aile Adedi (Bin) 46 90 92 32 27 27 31 19 31 43 60 41 38 550 51 55 58 59 223 12 788

Ortakçılar 1 .294 2.560 1 56 970 1 .664 1 . 1 73 41 6 441 295 4. 1 93 916 1 .006 1 .093 1 6 . 1 77 1 .837 1 0.766 8.524 4.005 25. 1 32 1 42 41 .451

Kiracılar 458 628 59 1

756 748 1 73 1 15 1 13 55 1 .845 3.951 1 12 748 236 1 .086 1 54 5. 1 9 1

Tarım Işçileri 15.698 25.032 50.520 1 0.599 7.407 8.445 9.971 6.0 1 4 4.504 1 0. 1 72 1 6.975 1 2 . 1 03 1 2.235 1 89.675 1 6.061 1 8.050 1 8.226 1 9.249 71 .586 5.281 266.542

Kaynak: KiBKEE, ligili iller, Çizelge: 29

181


ÇiZELGE 24: KÖYDE KIRADA OTURAN AiLELER

Eııincan Eııu rum

Kars

Agn Tunceli Bingöl Mu� Bitlis Van Adıyaman

Malaiyo

Elazıg Siirt . 1 3 1l ıoelamı Gaziantep Uıfa

Diyarbakır Mardin

4 il ıoelamı Hakkari 1 8 il lopla m ı

Kay S GliSI 559 1 . 039 764 544 41 4 325 366 . 253 546 339 51 1 587 469 6.7 1 6 572 644 708 663 2.587 1 33 9.436

K6yde Kira d a Oturan Aile �K6l� Var "fok ·ı(.g 91 294 7,}� 72 692 45 499 340 74 18 307 66 300 37 216 51Z 34 1 26 213 23 487 529 SB 1 08 361 5.680 1 .036 293 279 380 264 38 625 655 53 1 . 823 764 1 24 9 7.537 1 .799

Kayd a Aile Sa�ısı �Bin� 46 90 92 32 27 27 31 19 31 43 60 41 38 550 sı 55 58 59 223 15 788

Kirada Oturan Aile S a�ısı 904 2.01 4 812 364 479 83 327 1 40 277 2.596 488 481 1 .41 1 9.376 3.300 1 0.21 9 836 1 .060 1 5.4 1 5 70 26.861

Kaynak: KiBKEE, i lg i li iller, Çizelge: 29, 47

1 82


IV.

A.

NÜFUS ARTIŞI ve TOPRAK MÜLKİYETİ İLİŞKİLERİ NÜFUS ARTIŞI ve

TEMELDEKİ KAVGA YI CİZLEME ÇABALARI

Toprak mülkiyetinde büyük ·b ir dengesizlik olduğunu, yukandaki bölümlerde belirtmiştik. Gelir dağılımındaki den­ gesizlik, sosyal sınıflar arasındaki uçurum, insan ilişkilerin­ de görülen anonimleşmemiş durumlar, hep bu toprak mül­ kiyeti dengesizliğine göre biçimlenen oluşumlardır. Öte yandan din, eğitim, aile , siyaset. demokrasi gibi üstyapı ku ­ rumlan da bu yapıya göre belirlenip , ona göre fonksiyonel bir karakter göstermektedir. Bu bakımdan. "Doğu sorunu� etnik etkenierin yanında daima bu mülkiyet dengesizliğinde düğümlenip kalmaktadır. 1 02 Fakat nüfusun büyük bir hızla artışı, temeldeki bu sorunun daha belirgin bir biçimde orta­ ya çıkmasına sebep olmaktadır. Nüfus ve toprak ilişkileri bölümünde gösterdiğimiz gibi, Doğu Anadolu'daki nüfusun artış hızı, Türkiye ortalamasının üstündedir. Artan nüfu­ sun, tabandan yukan doğru yaptığı baskı ise gerçekten çok önemlidir. Çünkü , nüfus artışıyla birlikte toprak, yayla. ge­ çim sağlayabilecek bir iş gibi istekler de büyük bir dinamizm kazanmaktadır. Toprak, yayla ve iş istekleri şimdilik devlete yönelik olsa bile, dönüp dolaşıp toprağı kontrol edenlere yö­ neleceği şüphesizdir. Doğu Anadolu'da feodal yapıyı, yani statükoyu parçalayacak tek unsur, nüfus artışı ve bu oluşu­ mun tanındaki makineleşme ile çok dinamik bir kimliğe bü­ rünmesidlr. Bundan önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, ta­ rırndaki makineleşme, özelllkle traktörleşme hızı gerçekten çok yüksektir. 1 965- 1 966 yıllan arasında Tü rkiye'deki trak­ törleşme h ızı o/o 1 9 iken. Doğu'da bu oran % 40'dır. 1 9661 02. Doğu sorununu sın ıfsal açıdan ele almak gerektiği büyük gerçektir. Fakat doğru-dürüst sınıfsal analizler yapabilmek için etnik etkenleri de dikkate almak gerektiği yine büyük bir gerçektir. Bu arada etnik ve ulusal sorunun ayn ı olmadığ ını, farklı şeyler oldu­ ğunu da belirtmek gerekir. Ulusal sorun, alım-satım kapasitesi büyük kapitalist pazarların m eydana gelişiyle ortaya çıkar. Dolayısıyla ulu­ sal sorun feodalizmin sorunu değildir. Fakat etnik sorun kapitalizm öncesi toplumlar için de söz konusudur. 1 83


1 967 yılındaki artışlar da aşağı yukarı böyledir. Bu ise ma­ kineleşme ile birlikte, çok büyük bir köylü grubunun tarım sektörünün dışında kalması ve kendisine tanrn sektörü dı­ şında iş olanaklan araması demektir. Öte yandan, normal bir şehirleşme olayı olmadığı, yar; t ::ımamen demografik bir yığıhna olup, bu yığılma fonksiyonel '·:: '"" duruma getirUrnedi­ ği, kentleşme ile birlikte sanayileşrr::'

·

tanmda modernleş­

me olamadığı için , feodal yapıya dayar:�.-. :1 s tatüko er geç par­ çalanacaktır. İşte geniş topraklan ve buna paralel olarak geniş halk yığınlarını kontrol eden kişiler, temeldeki bu ge­ lişmeyi çok iyi gördükleıinden bu sorunu gizleyebilmek ve halkın bu konuda bilinçlenmesini önlemek iÇin hem baskı yapmakta, hem de kamuoyunun dikkatini dah a başka ve ana sorunun çok dışındaki alanlara doğru kanalize e tmeye çalışmaktadırlar.

B.

FEODALİTEDEN DEREBEYLİGE GEÇİŞ SÜRECİ

Temeldeki ana sorunu gizleyen etkenlerden biri, çeşitli

tarikat ve mezhep gru plarının , din ve irticanın fikıi çatışma alaruna sokulmasıdır. Bunun yanında, milliyetçilik anlayışı­ nın yeni fikirlere, özellikle devrin1ci fikirlere kapalı olduğu iddiasıyla büyük toprak sahiplert. "Kürt Milliyetçiliğini" ana çelişkiyi gizleyebilecek bir etken olarak da kullanmak · iste­ mektedirler.

Örneğin . "Milliyetçi adamın kendi ağasını ve

şeyhini sevrnesi gerekliliğini" savunduklan gibi. Ağanın kullandığı başka bir takt ik, doğrudan doğruya baskıdır.

Ağa .

bu baskıyı günden güne

sayısını artırdığı

adamlarıyla yapmaktadır. Bu baskının h alk üzerindeki etki­ si o derece büyük ve olumsuz olmaktadır ki, halk buna kar­ şı yeni direnme yollan aramak la eskisi kadar pasif kalma­ maktadır.

B u nu n

en

belirgin

örneği.

"Ağa

köylerrnin

ortasında "Ah ali Köyleıi"nin türemiş olmasıdır. Bu oluşumu izlemek çok ilginçtir. N. nüfuslu ağa köyJelinin hemen orta yerlerinde kurulan ve nüfusu gittikçe artan bu köyler son yılların esertdir. Ahali köylertrıin nüfu s u , çevredeki ağa köy­ lerinden . ağanın zulüm ve baskısına dayanamayarak gelen ailelerle artmaktadır. Köylü , ahali köyünde ev sahibi olabil­ mektedir. Fakat geçimini sağlamak için yine ortakçı, kiracı

veya maraba olarak çalışmak zorundadır. O halde. ağa kö-

1 84


yünden aynlıp gelmek. sırf ağa ile köylü arasındaki kişisel bağlan koparıp, köylüyü daha az bağımlı b ir duruma getir­

mektedir. Kilis' te Yavuz'lu , Nusaybin'de Girmeli. Akçakale­ Urfa yolu üzerinde Sultantepe köyleri, yeni yeni oluşan bu tip ahali köylerindendir. Ahali köylerinin en önemli özelliği,

nüfuslarının çevredeki ağa köylerine oranla daha kalabalık olu şudu r.

İşte ağa, çözülmeleri baskı yolu ile önlemeye çalıştığı an­

dan itibaren feodalitenin bünyesinde bulunan az çok huku­

kilik ve meşruluk durumu kaybolmakta . derebeylik ortaya

çıkmaktadır. Dolayısıyla biz feodalile ve derebeylik ayırımını bu oluşuma göre temellendiriyoruz.

Fakat başlangıçta da

ifade e ttiğimiz gibi, feodalileden derebeyliğe veya derebeylik­ ten feodalileye geçişi h içbir zaman ü retim ilişkilerinin tarih­

sel doğrultusundaki bir değişme olarak anlamamak gerekir.

Doğu Anadolu toplumunun esas çelişkilerinden biri de bu

noktada meydana gelmektedir. B u , Doğu sorunu nda esas çatışma ve düğüm noktasıdır. Bir yanda nüfus artışının or­ taya koyduğu kaçınılmaz değişmeler, öbür yanda ise bu de­

ğişmeyi engellemeye ve bastırmaya çalışan ağaların gücü

vardır. Esas sorun, tabandan gelen bu çok güçlü ilme ile te­ pede b ulunan küçük bir zümrenin bu itmeyi bastırmaya ça­

lışması ve bu itmenin etkisini azaltabilmek için halkın dik­ katini başka alanlara kanalize etmek istemesidir.

Feodalileden dereb eyliğe geçişin göstergelerinden biri de

eşkıyalık olaylarının artmasıdır. Aslında mevc ut düzene kar­

şı olan bu hareketler henüz toplumsal bir bilinç kazanama­ dığı için yine ağaların sınıfsal çıkarlan doğrultusunda kana­

lize edilmekte, bir ağaya karşı olan eşkıya başka bir ağanın h-izmetine gimıektedir. Fakat. toprak sahibi ağaların servet­

lerini, artık feodal törelerin sağladığı olanaklarla koruyama­

yıp zor ve baskıya başvurmalan, kendilerini koruyacak gayri resmi bir silahlı kuvvet beslemeleri, düzenlerinin temelden

sarsıldığını göstermektedir.

C.

DOGU MİTİNGLERİNİN SINIFSAL DİNAMiKLERİ

Yukarda söylediklerirniz, Ağustos 1 967 ile Kasım 1 9 67

tarihleri arasında . Doğu Anadolu' nu n çeşitli yörelerinde ya­

pılan, Doğu ve G üneydoğu Anadolu'nun geri kalmışlığını

1 85


protesto eden mitinglerde gayet somut bir biçimde belgelen­ mişl ir. 1 0 3 Milingler.

her ne kadar. Doğu'lu t opl umcu aydınların

mevcut düzene ve bu düzenin devamı için iktidarlann, bu düzeni dene t leyen kişilerle işbirliği yapmasına karşı bir ha­ reket olarak başlamışsa da, tabanda geniş halk kütlelerinde çok olumlu e tkiler uyandı rm ıştır . Bu az gelişmiş alanlarda ön derlerin oyna dığı rolün ta ke ndisidif. Geniş

h alk yığınlarının

tabandaki bu katılış ve bilinçlen­

meleri, Doğu M itingleri 'nin en önemli özelliklerinden ve so­

nu çlarından biridir. Burada önemli olan. D oğu M iting le ri 'nin t oplumsal bir nitelik kazanması ve bu yönde yoğunlaşması­

dır. Mitingiere çeşitli sosyal sınıflardan kimseler katılmış ve

koııuşnıuşlardır. Topraksızlar veya az toprağı olanlarla. hiç­

bir şeyi olmayanların yanında ağalar ve şeyhler gibi mülki­

yel ilişkilerini deneileyen kişiler de katılm ışlar ve konuş­

mu şlardır. Birinci gru p ta kiler ağa ve şeyh lere ve bu nlarla işbirliği yapan iktidarıara karşı çıkt ıkları halde , ikinci grup ­

takiler. Kürt halkının ezilmişliğinden v e yüzyıllar boyunc a

geri bırakılmışlığından h areket ederek 1 04 bu durumu yara­

ian merkezi otoriteye karşı çıkmış ve kam u oy u nu dinamik t u t maya çalışmışlardır.

1 03. Mit ing ler, aşağ ıda gösterilen kabasa ve şehirl erde, gösterilen tarih­ lerde yapı lm ışt ı r: 13 Ağustos 1 967, Silvan - 3 Eylü1 1 967, Diyarbak ı r 1 Ekim 1 967, Siverek - 8 Ekim 1 967, Batman - 1 5 Ekim 1 967, Tun­ cel i - 22 Ekim 1 967, Ağrı - 19 Kas ım 1 967, Ankara. Bir de, 12 Kasım 1 967'de Erzurum'da Doğu M itingleri'ne karşı düzen­ lenen ve "Anadolu Şah lan ış Mitingi" ad ı verilen bir m iting yapılm ıştı r. i smail Beşikçi, Doğu Mit inglerinin Anal izi , s. 3 1 04. Aslında gerek Türk halkı, gerek Kürt halkı birl ikte ezilmişlerdir. Fakat Kürt halk ı , farklı bir etnik g ru ba mensup olduğundan daha çok ezil­ miştir. Bununla beraber, Doğu'lu feodal egemen sınıfın böyle konuş­ ması doğald ı r. Çünkü, Türkiye başlıca iki halkın yaşad ığı bir ülked ir. Türk halkı u luslaşmas ı n ı az-çok tamam lam ışt ı r. Kürt halk ı n ı n u l us laş­ ması ise feodaliz m i n yıkıl ıp, kapitalist üretim ilişki lerinin yoğunluk ka­ zanmasıyla m ü mkündür. ileride de belirteceğimiz g ibi, Doğu Anado­ lu'da feodalizmden kapitalizme geçişin objektif koşulları vard ı r. Ve bu dönüşüm başlam ıştı r. Bu s üreç içinde, Doğ u'lu feodal egemen sın ıf, ancak Batı'daki kapitalist egemen s ı n ıfla bütünleşerek yapabildiği sö­ mürüyü (bu söm ürü Doğu'lu bakım ı ndan çok az bir söm ü rüdür) tek ·

1 86


Ağaları mitingiere katılmaya zorlayan nedenlerden biri de yaptıkları birikimin çok yavaş ve elverişsiz olmasıdır. Ağa, bu birikimi artırmanın ve h ızlandırrnanın yollarını ara­ makta ve Batı'daki kapitalist toprak ağalarına berızemek is­ temektedir. Gerçekten, Batı'daki ağa. tarımsal makineleşme­ den. tann1 kredilerinden geniş ölçüde yararlanarak ve tarunsal fiyatıann saptanması konusunda parlamentoya baskı yaparak. kapitalist ilişkiler düzenini ku m1u ş. birikimi hızlandırrnış ve geniş bir kapital yaratmıştır. Feodal yapı bu gelişimle birlikte t asfiye edilmiştir. Bu dunımu gören Do­ ğu 'daki toprak ağalan da Batı 'dakiler gibi olmak için çaba göstem1ektedirler. Bunun iç in , Doğu -Batı dengesizliğini ileri sürerek devletin Doğu'da daha fazla yatırımlara girişmesini, baraj , su kanallan, yol, elektrik, fabrika gibi altyapı tesisleri­ ni yapmasını isternektedirler. İşte bu noktada feodal ağa , kendi sınıfsal statüsü konusunda son derece bilinçlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Ç ü nkü feodal ağa. Batı Ana­ dolu'daki kapitalistlerle bü t L'ı nleşme süreçleri içinde pek çok tecrübe ile birlikte kapitalist bilinci de kazanmıştır. Feodal sömü rü küçük b ir sömürü d ü r. Ç ü nkü artık ü rünü azdır. Artık ürünün az olmasının temel nedeni ise teknoloj inin in­ san ve hayvan g ücüne ve kol gücüne dayanmasıdır. İşte. fe­ odal sömürünün düşü k bir sömürü olduğu bilincine varan Doğu'lu egemen sınıf, sömü rü yü büyü tmek istemekte, b u ­ nun temel gereği olan altyapı tesislerinin Doğu 'ya da geliril­ mesi gerektiğini savunmaktadır. Kapitalist sömürü konu­ sunda bilinçlenemeyen ağalar ise Doğu-Batı dengesizliğini ileri sürrnekte yarar görrnemişlerdir. Çünkü devletin, bu sa­ yılan altyapı tesislerini yapması, mevcut yapıyı parçalayıcı esas etkenlerden biridir. Baraj . su kanalları, yol , fabrika gibi altyapı tesislerinin yapılmüsı. arkasından haberleşme ve u laştırma araçlarının yoğunlaşması ve bunların gerektirdiği teknik bilgilerin gelişmesi. toplumsal yapıda temele inen de­ ğişmeler meydana getirecek güçtedir. Her şeyden önce. kişi-

baş ına kendisi yapmak isteyecektir. Böylece çok daha büyük bir artık ürünü kapatacak, daha çok sömürü yapacaktı r. işte bu sırada Do­ ğu'lu egemen sınıf kendi s ı n ıfsal çıkarların ı , tüm Kürt halk ı n ı n çıkarıy­ m ı ş gibi göstererek bu şekilde konuşabilir. Bun un dinamiği, Doğ u Anadolu'da yoğun laşmaya başl ayacak kapitalist ilişkilerd ir. 187


sel bağl arın egemen olduğu feodal yapı parçalanarak daha anonim ilişkiler kurulacak, ayni ödemelerin yerini ücret sis­ temi alacaktır. Bu oluşum ağanın iradesinin dışında. kendi­ siyle çelişecek olu şu mu da yaratacak, kapitalist toprak ağa­ lığı ve sermaye karşısında daima hak ve çıkarlarını dile getirrnek olanağı bulan ve örgüpenen güçlü bir sınıf belire­ cektir. Oysa , feodal yapıda bunların hiçbiri yoktur. Köylü, ağaya tamamen kişisel bağlarla bağlıdır. Ve bu kişisel bağla­ rın ortaya koyduğu düzen ise tamamen durgun bir toplum yapısı görünüşündedir. Öte yandan, feodalitenin Doğu Ana­ dolu 'da görüle n bu biçimi, Ortaçağ Avrupa'sındaki feodalite­ den geridir. Çünkü o zaman köylü yalnızca üretim ilişkileri yönünden senyöre bağlı idi. Dini işlerin yürütü lmesinde ise bağlı olduğu bir papaz vardı. Oysa Doğu Anadolu'daki feoda­ litede, �oprakları kontrol eden kimsenin bir tarikat reisi veya bir şeyh olduğunu görmek gayet kolaydır. Mülkiyet ve ü re­ tim güçleriyle, dini fonksiyonların aynı ellerde toplanması, feodal toplum yapısırun bile b içimini değiştirmiş ve ona te­ okratik bir kimlik vermiştir. Batı Anadolu'daki ağa, sadece mü lkiyeti ve ü retimi kontrol ettiği için ağadır. Mülkiyet ve dinin aynı ellerde toplanması Doğu Anadolu toplum yapısı­ na özgü bir özelliktir. "Toprak ve din" ilişkilerini b u ndan sonraki bölümde tekrar ele alacağız. Altyapı ile üstyapı kurumu olan dinin, birb irleriyle b u kadar sıkı bir ilişki içinde bulunduğu sistem az bulunur. B u durumu altyapının, yani mülkiyet ve ü retim ilişkilerinin üst­ yapı kurumlarını sıkı bir şekilde şartlandırdığı şeklinde de yorumlayabiliriz. Fakat altyapı ilişkileriyle tamamen bütün­ leşmiş bu üstyapı kurumlarının altyapı ilişkilerinin değişme­ sine de engel olduğu bir gerçektir. Çünkü , çeşitli tarikatların ve mezhep gruplannın da farklı coğrafi kesimlerde egemen olması, herhangi bir tarikatın mevcu t olduğu yerde başka bir tarikatın bulunmaması, sömürrnenin soylu ve ulu kişiler tarafından nasıl

organize edildiğini,

sömürme

alanlannın

paylaşıldığını , yani temeldeki ekonomik çıkarlan gayet açık bir şekilde gösterecek niteliktedir. Doğu Anadolu'da mülki­ yet ve dini fonksiyonların aynı ellerde toplarunası, tarihsel bakımdan kaçınılmaz bir durum olarak meydana gelmiştir. Ağaların hepsinin mitingiere katıldığını söylemek yarilış

1 88


olur. Bir kısım ağalar, özellikle feodal toplum yapısı içindeki "kontrol edicr rollerini çok iyi kavrayanlar ve kapitalist bi­ linci henüz kazanamayanlar, mitingiere şiddetle karşı çık­ rnışlar, Doğu-Batı dengesizliğini bile kabul etmemiş, AP ikti­ darının Doğu politikasını övmüşlerdir. Ağaların mitingiere katılıp katılmamaları, geçmişteki durumlarıyla da yakından ilgilidir. Geçmişte hükümet politikasına karşı çıkanlar, hü­ kümetle daima çatışma durumunda olup milli liderlik iddia­ sına kalkışanlar. özellikle yine siyasi iktidara karşı olan Do­ ğu Mitingleri'ne de katılmış , AP ile uyuşma halinde olanlar ise mitingiere katılmadıklan gibi, düzenleyeniere de karşı çıkmışlardır. Bütün bunlar, Doğu Mitingieli'nin sınıfsal bir yapı üzerine oturduğunu ve mitingierin sınıfsal bir açıdan değerlendirilmesi gerektiğini gayet açık bir biçim de ortaya koymaktadır. Fakat sınıfsal analizler yaparken etnik etken­ leri de gözden uzak tutmamak gerekir. Doğu Anadolu'da son yıllarda meydana gelen sosyo­ ekonomik değişmelerle ilgili olarak toplum bilimci Behice Boran şöyle diyor: "Son 2 5-30 yıl içinde Türkiye'deki genel değişmeyi geriden de izlese ve kapitalist üretim düzeninden söz edilmese de, Doğu Anadolu 'da da değişmeler olmuştur. Taruna makine girmeye başlamış, ortakçılık çözülmü şlür. Eski ağa ailelerinin yeni kuşaklan şehirlerde otummyı ter­ cih edip, avukat, eczacı, doktor vs. olmuşlardır. Böylece, es­ ki aileler düzenden ayrılmakta, eski aile yapısı çökrnektedir. Fakat bu ağa ailelerinin toprakları, köyde yeni türeyen, eski ağalar kadar kuwetli olmayan, yeni bir sınıf tarafından kontrol edilmekte ve yeni bir sınıf meydana gelmektedir. " l 05 Behice Boran'ın bu düşünceleri doğrudur. Gerçekten ağala­ rın bir kısmı , şehire yerleşerek topraklarını da tamamen el­ den çıkararak köy ile ilişkilelini kesmektedir. Fakat, bu sık görülen bir olay değildir. Bu bakırndan ağanın köyden kente kayması sürecini daha derin bir şekilde incelern·ek gerekir. Kanımızca, ağaların köylerden kasaba ve kentlere yerleşme­ leri bir gerçek ve sosyo-ekonomik bir olaydır. Bazı ağalann. köyden başka, kasaba ve kentlerde evi, 3-4 karısı olduğunu belirtmiştik. Özellikle genel oy ve seçim mekanizmasından sonra bu oluşum daha da hızlanrnıştır. Çünkü, ağa. il encü1 05. Behice Boran, Türkiye'de Sosyalizm Sorunları , 2. Bs. , s. 1 86-1 87. 1 89


meni. U genel meclisi gibi birtakım siyasi ve idari ku rumlara da girmiştir. Faka t , ağa, hiçbir zaman toprağı elinden çıkar­ mamışlır. Ağanın kendisi kentte de oLursa, köyde onun adı­ na toprağı işleyen, toprağı işleyenleri denetleyen birçok ada­ mı vardır. Oğlu oku sa , avu kat, eczacı. doktor, dişçi vs. olsa da ağa, kendi mülkiyeti konusunda çok bilinçlidir. "Doğu Anadolu'da kız ile erkek değil, toprakla toprak; sevgililer d e ­ ğil, köy i l e köy evlenir" biçiminde söylenen söz, bu bilinci gösterir. Ağa veya ağalar mülkiyetlerini parçalatmamak için, çocuklarını b a şkalarıyla. evlendirmemekte . araya yabancıları sokmamaktadırlar. Böylec e , evlenmeler ve miras hukuku ile maydana �elmesi muhtemel "toprağın parçalanması" olayını önlemektedir. Ağaların kendi çıkarları konusundaki bu bi­ linci, büyük toprak mülkiyetini Osmanlı döneminden zama­ nımıza kadar getirmiş, Cumhuriyetin getirdiği birçok yasa­ nın uygulanmasını hükümsüz bırakmıştır. Bu durum hala devam etmektedir. Öte yandan bu sosyo- ekonomik yapının aile ku rumuna yansıması üzerinde önemle d u m1ak gerekir. Yukanda " to p ­ rakla toprağın evlenmesi" şeklinde ifade ettiğimiz şey. aslın­ da "Berdel Ailesi" kuruluşu dur. Berdel Ailesi. Doğu Anadolu'da özellikle Kürt Aşiretleri arasında yaygın olan bir aile biçimidir. Berdel Ailesi, birbir­ leriyle aşağı-yukan aynı yaşta hem kızları, hem de oğullan olan iki ailenin, karşılıklı olarak hem kızlarını, hem de oğul­ larını birlikte evlendirmeleriyle meydana gelir. Halk arasın­ da, değiş�tokuş olarak bilinir ki, iki aile aynı zamanda ku ­ rulmuş

olur.

B u rada

hemen

şu nu

belirtelim

ki,

Berdel

Ailesi'nin kuru l u şunda, evlenecek olan eşierin birbirleriyle aynı yaşta olmalan önemli değildir. Önemli olan. alınan bir kıza karşı kız vermek veya verilen bir kıza karşı bir kız al�

maktır. 1 06 Berdel Ailesi'nin kuruluşunun iki temel nedeni vardır. Biri maddi bakımdan fakir olan ailelerin başlık ver­ meme durumu . ikincisi ise aşiret reisleri, ağalar, şeyhler, se­ yitler arasında akrabalık bağlarını kuvvetlendirmektir. Şeyh­ seyit, aşiret reisi ve büyük toprak ağaları. kendi deyimleriyle

1 06. is mail Beşikçi, Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti), s. 1 63. 1 90


Kınnançlar'a l07 yani halka kızlannı vennezler.

Şeyh kızı.

kendisi gibi asil olmayan birisini alamaz. Şeyh kızı, ancak · şeyh oğlu veya ağa, aşiret reisi gibi kişilerin oğluyla evlene­ bflir. Böylece feodal egemen sınıf, evlenıneler yolu ile bütün­ leştiği gibi, toprak mülkiyetinin parçalanmasının da önüne geçer. Berdel Ailesi'nin çok önemli olan başka bir özelliği de feodal aıistokrasinin sürekliliğini sağlamasıdır. Bütün bunlar, toplumsal yasalann ve toplum dinamik­ lelinin parlamenter yasa ve kararlardan daha ağır bastığım göstermektedir. Bu bakımdan, Be h ice Boran 'ın "Eski ağa ai­ leleri şehre yerleşiyorlar. Köyde onların topraklarını ellerine geçirenler yeni bir sınıf olarak beliriyorlar" görüşünü iyi de­ ğerlendirmek gerekir. Zira, aslında köyde yeni bir sınıf mey­ dana gelmekte, eski ağa ailesinde içerikle bazı değişmeler ol­ maktadır.

Bu

değişme

feodal

ağaların

kapitalistleşmeye

başlamasıdır. Örneğin ağa kentte politik işlerle, kredi işleriy­ le uğraştığı için köye sıksık uğrayamamakta. bu

nedenle

kahyanın fonksiyonları artmaktadır. Çizelge 1 4 - 1 5'de kentte oturup köyde toprak denelleyen ailelerin oranı ve denetle­ dikleri topraklar konusunda yelerli rakamlar vardır. Bu bil­ gilelin o çizelgelerle birlikte ele alınıp ineelemnesi yerinde­ dir. Bütün bunlar, köydeki ağalığın şehir ve kasabalarda da aynen devam ettiğini, sadece karariann şehirlerde alındığını , kumandanın şehirden verildiğini gösterir. Çizelge

1 5'deki durum şudur: Topraklar geniş ölçüde

kentte oturan toprak sahipleri t a ra fından denetlenmektedir.

Bu oran Diyarbakır'da % 88. u rfa'da % 77'dir. Bu illerde

köyde oturan ve asıl üretimi \' < ı pan çiftçi ailelerinin sahip ol­ duğu miktarlar ise % 12

V("

cfcı 2 3'dür. Ayrıca toprak sahibi

olan ailelerin Urfa'da % 6· � ı . Diyarbakır'da Ofıı 3'ü kentlerde otunnaktadır. Toprağın 4

ilde % 70'i,

1 8 ilde ise % 30'u

kentteki toprak sahipleri t arafından denetilmektedir. Araş-

1 07. Kırmanç, Kürt demektir. Fakat Doğu'nun feodal egemen s ı n ıfı kendini Kırm anç kabul etmemekte, bu terimi ezilen, sömürülen, horlanan Kürt halkı için kullanmaktad ır. Bu Osmanlı devrindeki Ümmetçilik ide­ olojisinin kal ıntılarıdır. Fakat Kürt halkı uluslaşma sürecine girdiği za­ man Kı rmanç değer kazanacak, aşağılayıcı anlamını kaybedecektir. Osmanlı Imparatorluğu devrinde horlanan Türkmen'in Türk halkının uluslaşmaya başlamasıyla değer kazanması gibi. .. 191


t ım-ıalanmıza göre, kentteki toprak sahibi ailelerin tamamı mutlak rant sahibidir (Pazar için üretim söz konusu olmadı­

ğı için differansiyel rant da söz konusu değildir) . Yani toprak sahibi, köye , kahyasını bırakmakta, köylü çok önemli işleri dışında daima kahya ile ilişki kurmaktadır. Ağa ise toprak dışında yeni kontrol alanlan yaratmaya çalışmakta, ticari fa­ aliyetlere katılmakta veya işlerini tek başına idare etmekte­ dir. Bunun yanında, han. apartman , ote l , sinema, dükkan . . . gibi çeşitli binaların bizzat sahibi de olabilmektedir. B u . şe­ hirlerde ve kasabalarda yeni gelişen burj uvazi ile feodal ağa­

nın ayniyetini ortaya koyar. Bu durum küçük kasabalarda

dah a belirgindir. Örneğin Bulanık'ta küçük sanatlan kontrol eden 2 -3 b üyük aile vardır. Yeni yeni yatınmlar, hizmetler,

banka kredileri, ticari faaliyetler. kentlerarası insan nakliya­ tı vs. yine bu aileler tarafından denetilmektedir. Küçük ka­ saba

burj uvazisi

olarak

gözüken

bu

aileler

aslında

l 950'lerden itibaren kasahaya gelip yerleşen feodal ağalardır ve bu ağalar köylerdeki ilişkilerine son vermemişlerdir. Bu durum feodal ağalann, yavaş yavaş Batı'daki egemen sınıf­ larla bütünleştiğini göst�rir. Bu bütünleşmeyi izlemek gere­

kir. Öte yandan, feodal mülkiyet ilişkilerini denetleyen ağa­ ların köylerden kasabalara ve şehirlere doğru kayması, bu

ilişkileri, köyde olduğu gibi b u kez de kasabalarda ve kent­ lerde denellerneye başlamasıdır. Bu ise kent ve kasabalann, esas amaç olan kırsal alanlan elki altmda tu tması değil. ter­ sine, kırsal alaniann kasaba ve kentleri etki alanı içine al­ masıdır. Oysa Ortaçağ Avrupa'sında kentler, daha önceki bölümlerde de belirttiğinliz gibi: feodal il işkiler alanının dı­

şında kalan b ir ünitedir. Denetleyenler (senyörler) denetilen­ ler (köylüler) yanında orta sınıfı meydana getirip kentlerde otururlar, ticaret ve sanayi ile uğraşırlar. Kentlerdeki bu ekonomik ilişkiler feodal olmaktan çok ileri olup , kapitalizm öncesi ilişkilerdir.

Kentlerdeki lonca örgütünün gelişmesi

bunun en önemli belirtisidir. Zaten Avru pa'da feodal üretim­ den kapitalist üretime geçişte. kentlerdeki bu gelişimin kır­ sal alanlan daha çok etki altına alması rol oynamıştır. Kent­ !erin

hızla

gelişimi

endüstri

ve

ticaret

faaliyetlerini

geliştirmiş, feodaliterlin en güçlü olduğu devirlerde fonksi­ yonsuz kalan kralların , yeni gelişen bu sınıfla işbirliği yap-

1 92


masıyla merkezi otorite kuvvetlenmiş. b ü tün bu oluşumlar karşısında feodal beyler zayıflamış ve h ızla gelişen kentler kırsal alanlarla tamamen büt ü nleşerek burjuva d evrimini yaratmışlardır. İşte klasik Avrupa feodalitesindeki kentlerin fonksiyonları kısaca budur. Kentlerin, feodal ilişkiler alanı­ nın dışında kalması Avrupa feodalitesinin çok önemli bir özelliğidir. ı oa Oysa bundan önceki bölümlerde de gösterdiği­ miz gibi, Doğu Anadolu'da da özellikle nüfus artışı ve trak­ t.örleşmeden dolayı kentler hızlı bir biçimde büyümektedir. Fakat , şehirlerde hızla artan bu nüfusu fonksiyonel duruma getirecek endüstri ve çalıştırma olanakları yaratılamadığın­ dan yapısal bir çelişki ortaya çıkmaktadır.

İşte. ağaların

köylerden kasaba ve kentlere doğru kayması. köylerde ege­ men olan feodal mülkiyet ve üretim ilişkilerini buralarda da denetlernesi demektir.

Örneğin banka

kredilerini kontrol

edenler, geniş ölçüde köylerden şehirlere yerleşmiş ağalar­ dır. Ağa, geniş topraklarını teminat göstererek çok büyük krediler almakta ve bu kredileri emrindeki köyl ülere yüksek faiz veya ucuz emek karşılığında dağıtmaktadır veya bu kre­ diyi h içbir zaman köye kadar götürmeyip , şehirde başka iş­ lere yatırmaktadır. İşte, feodal toplurnda tarımın rnodernleşmesi bu biçimele olmakta ve geniş halk yığırılannın çıkarları dışında burılan denetleyenler lehine gelişmektedir. Ağanın küçük yerleşme birtmlerinden büyük yerleşme birtrnlerine. doğru olan bu ha­ reketi onları başka olanaklarla da karşı karşıya getirmekte, (banka. kredi) önceden sadece toprağı denetleyen ağalar, bu kez toprakla birlikte banka ve kredi olanaklarını da denetle­ rnektedirler. Kilis , Gaziantep, Nusaybin, Mardin, Silvan. Di­ yarbakır, Siirt , Birecik, Urfa, Iğdır gibi yerlerde bu oluşumu izlemek çok ilginçtir. BÜtün bu oluşum içinde ağaya kudret kazandır'an etkenlerden biri de, ağanın daha büyük yerleş­ me birimlerine kaydığı sürece birtakım siyasi ve idari fonksi­

yonlan (il genel meclisi üyeliği, encümen üyeliği gibi) benim­ sernesi olayıdır. Bu ise ağanın denetim kuvvetini daha çok artırmaktadır. Ağaların köy ve kasabalardan kentlere yerleşmeleri, on-

1 08. A.M. Poliak, islam Feodalizmi, Çev: H.Z. Ülke n, SO. istanbul 1 942, Sayı 1 . s. 253. 193


lann halkın gözünde kuvvet ve prestij lerini artıran etkenler­

den biridir. B u , köylünün sosyal güvenliği ile ilgilidir. Bilin­

diği gibi, ağalık kurumunun en belirgin fonksiyonlanndan

biri de sosyal güvenlik unsuru olmasıdır. Devlet, çeşitli hiz­

metieli (eğitim, sağlık, asayiş vb .) halk yığınlanna intikal et­

tiremediği için bunlan ağa karşılıyordu . Aslında devletin bir­

takım kamu görevlerini Doğu Anadolu 'ya intikal ettirmesi sonunda ağanın fonksiyonlan ile Devletinkiler birbiriertyle

çatışma durumuna girmiştir. Çünkü , ağa da nihayet, yöre­ sel düzeyde küçük bir devlettir. Dolayısıyla devlet kurumla­

nyla her zaman çatışması doğaldır. Fakat , ağalar, son za­

manlarda kapitalist ilişkilerin getireceği karların bilincine

vardıklanndan devletle sürtüşme yerine onunla anlaşma, bütünleşme yollannı aramakta ve bulmaktadırlar.

İşte ağalann köylerden kentlere doğru kayışlan, hele

birtakım siyasi fonksiyonlan da benimsemeleri, onlann sos­ yal güvenliği sağlama rollerine daha geniş olanaklar kazan­ dırmaktadır. Ağalan n sosyal güvenlik bakımından artan b u

rollerine karşılık üretim ilişkilerindeki denelim yetkilerinin daha da arttığı büyük bir gerçektir.

Bu bakımdan, ağalann köylerden kentlere doğru hare­

keti bir modernleşme değil, tersine, doğal gelişimi feodal iliş­

kiler çerçevesi içinde eıiterek durduran ters bir oluşumun

meydana gelmesine ve çelişkilerin daha da keskinleşmesine

sebep olan bir olaydır. Dolayısıyla bu süreç içinde , kırsal alaniann feodal ilişkileri şehirleıi daima etkileıi altına aldık­

lanndan, şehirleşen, kasabalaşan köylerden çok, köyleşen

kasaba ve şehirlerden söz etmek, toplumsal ilişkiler yönün­

den daha doğrudur. Bu olaylar, Doğu Anadolu'daki şehirler­

de hızlı bir nüfus büyümesi olduğu halde, neden hala ser­

maye

birikiminin

yapılıp

daha

ileıi

üretim

düzenine

geçilemediğini aç1klayan ilginç olaylardır. Çünkü , kentlerde

oturan ağa aileleri için önemli olan, toprağın kendisi değil,

onun getireceği gelirdir. Teknolojinin ve toplumsal ilişkilerin

geriliği dolayısıyla hızlı bir birikimin meydana gelebilmesi ise güç olduğu için, bu b öyle olmaktadır. Bütün bunlara rağ­

men, Behice Boran'ın görüşünün her zaman ve her yerde araştırılması gereklidir.

1 94


ÖZET Doğu Anadolu'da nüfu s 6 milyon'a yakın olup, Türkiye nüfusunun % 1 8 . 8'ini meydana getirir. Bölgenin yüzölçümü ise Türkiye'nin yüzölçümünün % 30'u olup, km2'ye 27 kişi düşmektedir. Doğu Anadolu toplumu , geniş ölçüde tanm toplumu ka­ rakterini göstermektedir. Toprak mülkiyetine sahip olmayıp yaz kış çadır h ayatı yaşayan, devamlı yer değiştiren, ovala­ rın ve yaylaların mevsimlik olanaklanndan yararlanarak hayvancılık yapan göçebe aşiretlere bölgenin hemen hemen her yerinde rastlanır. Resmi rakamlara göre, Doğu Anadolu'daki köy sayısı 9 . 436'dır. Mezraa ve yayla gibi köy-altı yerleşme biçimlerinin sayısı ise 9 . 970'dir. Kent ve kasabalann dışında toplam ola­ rak 1 9. 406 yerleşme birimi vardır, ki bu çok dağınık bir yer­ leşme biçimidir. Mezraa bölgenin güney kesimlerindeki, yay­ la ise kuzey kesimlerindeki mülkiyet ve üretim biçimleriyle uyuşma halinde olan yerleşme biçimleridir. 9 .436 köyde nü­ fusun % 53.5'i, 9. 970 köy-altı yerleşme biçiminde % 1 9 . 2 'si, kasabalarda % 1 1 .9'u şehirlerde ise % 1 5. 3'ü yaşamaktadır. Bölgede nüfus büyük bir hızla ve Türkiye ortalamasının üs­ tünde artmaktadır (% 029) . Öte yandan yine traktörleşme çok büyük köylü nüfusunu tanm sektörünün dışında bırak­ makta, nüfusun köylerden kentlere doğru kaymasına sebep olmakta, fakat bu nüfusu kentlerde çalıştımcak istihdam olanaklan bulunmadığından yapısal bir çelişki doğurmakta­ dır. Doğu Anadolu'da ç iftçi aileleriri % 38'i topraksızdır. Ur­ fa, Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinin meydana getir­ diği bölgede bu % 45'dir. Öte yandan toprağa sahip olan ai­ lelerdeki toprak dağılışı da çok dengesizdir. Örneğin 1 -25 dönüm arasında toprağa sahip olnalar, topraklı çiftçi ailesi­ nin % 52'si cılduğu h alde, toprağın % 1 3'ünü, 2000 dönüm­ den fazla toprağa sahip olanlar ise topraklı çiftçi ailelerinin % 4'ünii meydana getirdikleri halde, toprağın % 33'ünü de­ netlemektedirler. Bu duruma göre , toplam çiftçi ailelerinin % 38'1 topraksız, % 45. 4'ü de 1 -50 dönüm arasında toprak denetlemekte olup, denetledikleri bu topraklar genel tanm arazisinin % 27'sidir. Yine toplam çiftçi ailelerinin % l 4 . 2'si 195


5 1 -200 dönüm arasında toprak dene tlemekte olup, denetle­ dikleri toprak genel tarım arazisinin % 40' ı civarındadır. Çiftçi ailelerinin % 2 . 4'ü ise 2 0 1 dönümden fazla toprak de­ netlemekte olup, dene tledikleri bu topraklann genel tarım arazisi içindeki oranı % 33'dür. Topraksızların durumu ve toprak dağılışındaki bu dengesizlik Doğu Anadolu toplumu­ nun temel toplumsal yapı çelişkilerinin en önemlisidir. Bazı köylerin mülkiyeti tüm ağaların olduğu gibi, kent ve kasabalarda oturup köylerde toprak sahipliği edenlerin oranı da büyüktür. Doğu'da topraklann çok büyük bir kıs­ mı, kent ve kabasalarda oturup köyde toprak sahipliği eden­ ler tarafından denetlenrnektedir. Örneğin şehirde oturania­ nn kontrol ettiği ortalama toprak 26 1 dönüm olduğu halde, köydeki esas çiftçi ailelerinin denetiediği ortalama toprak 24 dönümdür. Bu miktarlar, Diyarbakır, Urfa, Gaziantep ve Mardin illerinin meydana getirdiği bölgelerde 4 1 3 ve 1 4'dür. Oysa toprak sahibi olanlardan kent ve kasabalarda otu ran­ Iann oranı b ü tün bölgede % 4.5 olduğu halde, köylerde otu ­ raniann oranı % 95.5'tir. Kentte oturup köylerde toprak sa­ hipliği etmek, Doğu Anadolu'daki feodal üretim biçiminin temel özelliklelinden biıidir. Doğu Anadolu'daki bu arazi tasarruf biçimi, geniş ölçü ­ de Osmanlılar'dan gelmektedir. Bölgedeki araziler daha çok "Yu rtluk" ve "Ocaklık" adı altında, devlete sadık kalmalan karşılığında "Ekrad BeyI erine" , yani Kürt beylerine verilmiş­ tir. Özellikle Yavuz Sultan Selim'in Doğu seferinden sonra ( 1 5 1 4) hızlanan bu usul, Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanianna kadar devam etmiştir. Yurtluk ve Ocaklık adı altında Kürt beylerine verilen bu topraklar, Osmanlı toprak sisteminin, tirnar sisteminin dışında tutulmu ş, Kürt toplu ­ munda Osmanlılar'dan önce varolan ve babadan oğula ge­ çen bir mü lkiyet sistemi aynen devam etmiştir. Mülkiyet iliş­ kilerinin bu feodal karakteıi yine Yavuz Sultan Selim devrinde başlayarak, "Şeyhlik" gibi üstyapı kurumları ile bü ­ tünleşme olanağı bulup temel çelişkilerin açıklığa kavuşma­ sını önlemiştir. Doğu Anadolu'daki üretim biçimi çok yönlü bir karakter göstermektedir. Bölgenin güney kesimleri yani Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Gaziantep illerinin meydana getirdiği kesim 1 96


Batı Anadolu'nun - aslında dışa bağımlı- kapitalizmiyle karşı

karşıya gelmiştir. B u bakımdan bu kesimde aynı yerde ve aynı zamanda gerek feodal, gerek yarı feodal, gerekse kapi­

talist. hatta feodalizmden önceki üretim ilişkilerini iç içe ve­

ya yan yana görmek mümkündür. Bölgenin kuzey kesimleri ise kapitalist ilişkilerle, henüz yoğun bir biçimde karşı karşı­

ya gelmediklerinden kapalı ekonomi yapısını muhafaza et­

mektedirler. Güney kesimlerde aşiret sistemleri çözüldüğü halde kuzey kesimlerde henüz yoğundur.

Doğu Anadolu'daki üretimin teknoloj isi çok ilkeldir. Da­

ha çok öküz, at, karasahan ve kağnıya dayanmaktadır. Üre­

tim araçları gibi ulaştırma ve haberleşme araçlan da çok il­

keldir.

Haberler

ve

haber

kaynaklan

ağa

tarafından

denetlenmektedir. Bu bakımdan köylerde herkese açık kah­

vehaneler yerine "ağanın odası" vardır. Doğu Anadolu 'daki üretim teknolojisi ilkel olup geniş ölçüde insan ve hayvan

gücüne ve uzvi eneıjiye dayandığı için artık ürünü çok az­

dır. Dolayısıyla bu üretim biçiminin yani feodal ü retim biçi­

minin ortaya koyduğu sömürü çok düşük bir sömürüdür. Doğu 'nun feodal egemen sınıfı kapitalist ilişkilerin yf'lni ka­

pitalist sömürünün bilincine yavaş yavaş varmaktadır.

Öte yandan ortakçılık. yancılık, marabalık gibi işletme

biçimleri üretimde verimin düşük olması sonucunu doğur­

duğu gibi, üretim biçiminin bünyesi gereği bütün artık üre­

timin toprağı denetleyenlerde yani ağada birikmesine ve yine ağa lehine artık değere dönüşmesine sebep olmaktadır. Bü­

tün bunlardan dolayı feodal üretim biçiminin parçalanması

ve kapitalist ilişkilere geçiş engellenmektedir. Bunların ya­ nında modern tanm tekniklerinin yani gübreleme, sulama,

ilaçlama gibi tekniklerin uygulanamaması verimi düşürücü

başka bir etkendir. Yukanda işaret ettiğimiz kapitalist bilin­

cin gelişmesi süreci içinde modern tanm tekniklerine ihtiyaç duyulacak, böylece şimdilik çok zayıf olan iç dinamizm kuv­

vetlenecektir.

Fakat son yıllarda nüfusla birlikte traktörleşme de bü­

yük bir hızla gelişmektedir. Örneğin ı 965- ı 966 yıllan ara­

sında Türkiye'deki traktörleşme hızı % ı 9 iken Doğu'da % 45'dir. ı 966- ı 967 yıllannda ise yine % 5 1 . ı 'e karşılık % 24. ı 'dir. Traktörleşmenin bu kadar büyük bir hızla gelişme-

1 97


si tarım sektöründe çok büyük bünye değişikliklerinin mey­ dana gelmesine sebep olacak güçtedir. Traktörleşme ile bir­ likte çok büyük bir nüfus kitlesi köylerden kentlere doğru kayacaktır. Fakat kentlerde bu yeni gelecek nüfu su istih­ dam edebilecek sanayi olanaklan henüz yoktur.

Örneğin

Türkiye'deki sanayi kuruluşlarının (gerek devlete, gerek özel sektöre ait) sadece % 3 ' ü Doğu Anadolu Bölgesi'ndedir. Tun­ celi, Bingöl, Muş, Adıyaman, Urfa, Mardin, Hakkari gibi il­ lerde ise sanayi kuruluşlan adına hiçbir şey yoktur. O hal­ de, hızlı nüfus artışı ve traktörleşmenin köylerden kentlere doğru ittiği bu nüfus. bu kadar elverişsiz sanayileşme ola­ naklan karşısında istihdam olunamayacağından mevcut dü­ zen zorlanacaktır. İşte bu oluşumu yakından sezinlemeye başlayan egemen çevreler, mü lkiyet ve ü retim ilişkilerini ar­ tık zora ve b;:ı.skıya dayanarak denetlerneye başlamışlardır. Her ağanın gayri resmi bir ordusu vardır ve silahlıdır. Bu, ağaya ve ağanın mülküne gelecek saldınları karşılarp.akla görevlidir. İşte eşkıyalık olaylannın artış nedeni ağalığın bu baskıcı rolüne karşı halkın direrunesinden başka bir şey de­ ğildir. Böylece feodaliLenin bünyesinde mevcut olan hukuk­ sallık ve meşruluk kaybolu p , derebeylik başlamaktadır. Te­ melden gelen bu itmelere karşı ağalığın baskıcı güc ü , Doğu Anadolu toplumunun başka bir yapısal çelişkisidir. Ağalar, şimdilik. düzene karşı olan her türlü hareketi bile kendi sı­ nıfsal çıkarları doğrultusunda kanalize etmeyi başarmakta­ dırlar. Fakat sınıfsal bilinç kütlelere yayıldığı zaman. şimdi, belirli belirsiz düzene karşı olan h areketler, o zaman doğru ­ dan doğruya düzeni denetlerneye çalışan egemen sınıflara karşı olacaktır.

198


BÖLÜM HI

DOGU ANADOLU'DA FARKLI YAPISAL GELİŞMELER

I.

ERZURUM ve KARS'TAKİ YAPISAL ZITLIKLAR

A.

İLERİCİLİK v e GERİCİUK KAVRAMLARI

1 92 4 Anayasası'nın 75. maddesinde " . . . Asayiş ve umu­

mi muaşeret adabına ve kanunlar hükümlerine aykırı bu­

lunmamak üzere her türlü dini ayin yapılması serbesttir" denilmektedir. Bu durum, 1 9 6 1 Anayasası'nda daha güven

verecek biçimde formüle edilmiştir. " . . . Kimse devletin sos­ yal, iktisadi, siyasi, temel düzenini kısmen de olsa , din ku­

rallarına d ayandırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya d in duygulannı yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar ede­

mez veya kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkanlar. veya başkasını b u yolda kışkırtanlar kanuna göre cezalandırılır: demekler yetkili mahkemece ve siyasi partiler Anayasa' Mah­ kemesi'nce temelli kapatılır. " Bunlar anayasadaki hükümlerdir. Fakat, toplumsal ya­

pı hiçbir zaman bu hükümlerle bütünleşememiş, anayasa maddelerinin daima gerisinde kalmıştır. Öte yandan, toplum yapısım anayasa hükümleriyle bütünleştirecek yapısal de­ ğişmeler yapılmadığı için, toplumun kendi dinamikleri ve bu dinamiklerin

işleyişi

parlamenter yasalann varlığını hiçe

saymış ve onlardan daima ağır basmıştır. Bugün de olan bu dur. O halde Türkiye'nin sorunları, anayasa, idari tedbir 1 99


olarak getirilen çeşitli yasaklamalarla ve huku ksal kuruınia­

nn aracılığı ile çözümlenemez. Önemli olan toplumsal yapı­

ya esas biçimini veren ekonomik ve toplumsal dinamiklerle hukuksal kururnlar arasında bir bağ kurmaktır. Bu bağ ku ­

rulamadığı sürece, toplumumuzun sorunlanm. bu arada la­ iklik sorununu da çözümlernek olanağı yoktur.

Şu şaşmaz gerçeği hiçbir zaman gözden uzak tutmamak

gerekir. Laiklik, belirli bir toplumun ve bu toplumdaki üre­

tim ilişkilelinin sonucu olarak ortaya çıkan bir üstyapı ku ­

rumudur. Bu toplum, endüstri toplumu dur. Batı'da feodal

yapı parçalamp ticari ilişkilerin gelişmesi ile kilisenin değeri azalmaya başlamış. 1 8 . yüzyıl sonu ile 1 9. yüzyıl çırtalarında

yapılan b u rj uva

devrimleriyle de kilisenin toplum hayatı

üzerindeki ezici etkisi ortadan kalkmıştır. O halde, laikleşme endüstrileşme hareketleri ile atbaşı gitrpekte, laiklik endüst­

ri toplumunun ve onun üretim ilişkilerinin ortaya çıkardığı bir üstyapı kurumu olarak belirmektedir. 1 Türkiye'deki du ­ rum ise böyle bir gelişim çizgisinin dışına düşmekte ve zıt­ laşmaktadır.

Devrim, herhangi bir toplumda, mülkiyet ve üretim iliş­

kilerinde halk yaranna yapısal değişmeler yapmak ve her­

h angi bir iktidarın dayandığı meşruiyet kavramını değişUr­

mektedir.2 1 923 devrimi burı1ardan sadece ikincisini yaptı.

Üretim ilişkilerinde Osmanlı rejimi ile Cumhuriyet rejimi arasında en ufak bir d eğişiklik olmadığı halde, aslında üre­

tim ilişkilerine göre biçimlenmesi gereken bir üstyapı kuru­

mu , köklü bir değişikliğe uğradı. Bu, iktidarın kaynağı ko ­

nusunda ortaya çıkıyordu . Osmarı1ı iktidannın taşıyıcısı ve uygulayıcısı olan padişah, hü kmetme yetkisini ilahi kurum­

lardan (Tann, Kur'an, Hilafe) aldığı halde, Türkiye Cumhuri-'

yeti Cumhurbaşkanı, otoritesini doğrudan doğruya halktan almaktadır. Dinde görülen ve toplum h ayatının tamamını

kapsayan laikleşme bir devrim idi.3 Fakat bu devrim. kendi­ sini ternellendirecek ve sağlamlaştıracak üretim ilişkilerinde-

1 . Muzaffer Sencer, Dinin Tü rk Toplu muna Etkileri, istanbul 1 968, s. . �0 �. 2. Mü mtaz Soysal, Anayasaya Giriş, SBFY, Ankara 1 968, s. 1 43 vd. 3. Taner Timur, Türk Devrim inin, Tarihi Anlamı ve Felsefi Tem eli, SBFY, Ankara 1 968, s. 1 1 7 vd. 200


ki yapısal değişmeielin bir sonucu olmadığı için. büyük top­

lumsal bunalım ve patlarnaların da meydana gelmesini en­

gelkyemedi. 1 92 5 Şeyh Sait İsyanı bunun en önemli örneği­ dir. 1 945'den sonra ise çok partili demokratik rejime geçişte,

ağalarla birlikte şeyhleıin de kurumlaşması, irtica faaliyetle­ rini n siyasal iktidarlada "gizli-açık" her türlü işbirliği yap­

masım sağlamıştır. Prof. Yavuz'un TÖS'ün düzenlediği D ev­ rimci

Eğitim

Şürası'nda

yaptığı

konuşmalarda

ısrarla

üzerinde durduğu konu budur. Prof. Yavuz'a göre . cumhuri­

yelim kuruluşundan zamammıza kadar gelen devrede bütün siya sal iktidarlar aydın din adamı yeliştirrnek sloganı ile ha­ reke�t edip, İmam-Hatip okullannın açılmasına hız vermişler­

dir. Oysa, temeldeki ana çelişkiler devarn ettiği sürece aydın din adamı yetiştirrnek bir varsayıştan öteye geçemez.

�cumhuriyetin ilk 20 yılında din adamı yetiştirilmemiş olması bir hata sayılmaz. Ç ü nkü din adamı yetiştirme işi

mevc u t müesseselere b ırakılsa. ya da bu amaçla yenileri

açılmıŞ; olsa idi, eski zihniyeti savunanların bunlardan birer üs o1ar.ak faydalanmasını önlemek kolay olmazdı. "

"Din savu nuculan İkinci Cihan Savaşı'nın sonunda giri­

len ( 1 94 5) çok partli dönemin yarattığı havadan yararlana­

rak umd uklanndan çok başarı sağlamasını bilmişlerdir . . .

"

"Son .2 0 yılda din adamı yetiştirrnek üzere 69 İmam­

H a tip oku ] u , 4 Yüksek İslam Entitüsü, ı ilahiyat Fakü ltesi

ve sayısı 50 bini aşan Kuran Kursu açılmıştır. Bunlardan yetişenler, aydın din adamı ihtiyacını savunanlan haklı çı­

katracak bir gelişme sağlayamamış, insiyatif h ep , 50 yıl ön­ ce sine dönerek toplumu din adına kontrol etmek isteyenle·

rin elinde kalmıştır. "4

Cumhuriyetten sonra merkezi otoriteye karşı girişilen is­

yan;larda, geniş ölçüde dini sloganlar kullanılmıştır. Fakat

/

b u dini sloganiann arkasında emperyalizmin ekonomik ve siy�ısal 19

çıkarlannı

görrnek gayet

kolaydır.

Bu

bakımdan

5'de Şeyh Sait'e, Genç'de silahını patıatmasından 3 - 5

t

sorıra İngiliz Silah Fabrikalarının kataloglannın gelmesi

4. Feh mi Yavuz, Din Eğitim i ve Toplumumuz� Sevinç Matbaası, Ankara 1 969, s. 1 45-1 50, Ayrıca Bk. 8 Eylül 1 968 tarihli Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri. 20 1


çok anlamlı ve üzerinde uzu n uzun düşünülmesi gereken

bir olaydır. {*)

Bütün bunlara rağmen 1 925'lerden sonra Doğu Anado ­

l u ' daki şeyhlik kurumuyla etkili bir şekilde mücadele edil­ memiştir. Siyasi iktidarın medreseleri kapatma eylemi bü­ tün

gürültülere

rağme n

D oğu'da

son

derece

yüzeyden

yürütülmüştür.. Çünkü siyasi iktidann mücadele ettiği feo­

dalizm değil Kürt sorunudur. Kü rt sorunu nu gizleyebilmek için feodalizm ve onun dini ü styapısı olan şeyhlik kurumuy­ la ister istemez ittifak yapılmıştır. Toplumsal yapımız başta toprak mülkiyeti, gid.erek gelir­ dağılımı olmak üzere birtakım temel çelişkilere dayanmakla­

dır. Bu temel toplumsal yapı çelişkileri, geniş halk yığınlan­ nın yaranna devrime dönüşünceye kadar bu oyunlar da devam edecektir. Fakat egemen sınıflar, bu temel çelişkileri gizlemek için dini ve irticayı toplumsal çatışma alanıncı so­ kup , kamuoyunun dikkatini bu tarafa çevirmekte ve egemen

durumlarını yine sürdürmek istemektedirler. Toplurucu ay­ dınların bu durumu görmelerinde büyük zoru nluluk vardır.

Bu bakımdan geniş halk yığınlarını kucaklamak zorunda

olan devrimci bir eylemde temeldeki ana çelişkiyi her zaman açıklığa kavuşturmak. tek tek meydana gelen olaylan daima temel çelişkilere bağlamak, hele kamuoyunun dikkatini baş­

ka yönlere kanalize edecek her türlü ç atışmalardan uzak kalmak gerekir. Bu çatışmalar sadece emperyalizmin işine

yarar. Zaten emperyalizm tarafından körüklenmektedir.

Bir kez, bugün toplumumuzda, gericiliğe verilen anlam

çok yanlıştır. Gericilik h ep dind e , dini faaliyetlerde arandığı için mücadele hedeflerinin ortaya konulması da yanlış ol­ muştur. Gericilik ve ilericilik, şimdiye kadar olduğu gibi, di­

ne ve dini faaliyetlere değil mü lkiyet ve üretim ilişkilerinde

b enimsenen davranışlara bağlıdır. Üretim ilişkilerinde halk yararına yapısal değişmeler yapılmasını kabul eden ve

ı

u-

n u n mücadelesini yapan kişi ilericidir, etmeyen ise gerici ir.

(*) Bu olay dini sloganları n geris inde emperyalist güçlerin varlığ ını b Iirt­ m ekle beraber, isyan ları n nedeni olarak ileri sürülen "e mperyal m" etken ini ispatlayacak güçte değild ir. Çünkü: insan ister istemez ne­ den silah ı n kendisini değil de kataloğunu gönderiyor" diye düşünü or. Bu konuya ileride yine geleceğiz. 202


Yoksa bir insan dini görevlerini yerine getirdiği ve hatta dini sloganlan kullanarak yurttaşları sömürdüğü , şeriat devleti istediği için gerici değildir. Çünkü bu dini sloganlar, hiçbir zaman ekonomik ve siyasal çıkarlardan bağımsız olmayıp onların gereği olduğu için ortaya çıkmaktadır. Ve yine ege­ men sınıflar tarafından dinamik tutulmaktadır. Öte yandan sınıf gerçeğini gizleyen en önemli etkenler­ den birisi "ilericilik" ve "Gericilik" kavramıanna verilen an­ lamlarla ilgilidir. Türkiye'de uzun yıllar, özellikle Tek Parti döneminde ilericilik ve gericilik, genel olarak laik fikirlerin benimsenip benimsenmemesine bağlanmış, Müslüman ol­ duğunu, dindar olduğunu , camiye gidip Kuran okuduğunu söyleyen bir adamın adı "gerici", bütün bunlara yançizenler ise "ilerici" olmuştur. Oysa, ilericilik ve gericilik, laik fikirle­ rin benimsenip benimsenmemesi veya dine bağlı olup olma­ makla ilgili bir kavram değildir. ilericilik ve gericilik doğru­ dan

doğruya

ü retim

biçimindeki

değişmelerle

ilgilidir.

Örneğin Türkiye'de, Ortaçağ artığı feodal ü retim biçimini ve feodal ku rumların tasfiye edilmesini isteyen ve bunun mü­ cadelesini yapan kimse veya kurumlar ilericidir. Fakat bu kurumlan ayakta tutacak emperyalizmle sıkı ilişkiler kuran kimse veya kuruluşlar gericidirler.

Çünkü gerçek laiklik,

bünyesinde feodal ve yarı feodal kurumlan barındıran top­ lumların değil, endüstri toplumlannın ortaya çıkardığı bir kurumdur. Gericiliğin dini faaliyetlere bağlanan bu anlamı, her şey­ den önce otoriter ve tepeden inme Osmanlı bürokrasinin bir devamı sayabileceğimiz Cumhuriyet Halk Partisi'nın toplu­ mumuza karşı işlediği en büyük günahlardan biridir. Gerici­ lik, ekonomik faaliyetler açısından ele alınması gereken bir kavram olduğu halde, CHP bunu halka yanlış anlatmış, kra­ vat takıp şapka giyen, şalvarını çıkarıp pantolon giyen "dirı ve devlet ayrı ayrı şeylerdir" diyen kişi ilericilik yaptığını san­ mıştır. Böylece,

CHP, Atatürk'ün yarattığı devrimci ruhu

yozlaştırmış ve yozlaşma ile birlikte egemen sınıflar kendi sı­ nıfsal çıkarlarını u stalıkla gizlemişlerdir. Bütün bu oluşum içinde "dirı"in oynadığı rol, geniş bir üstyapı kurumu olarak, çok etkili bir biçimde statukcinun değişimini engelleyip, egemen sınıfların saltanatlarına deva-

203


mıru sağlamasıdır.

Dolayısıyla altyapıya yani mülkiyet ve

üretim ilişkilerine elki edip temel loplums<ıl yapı çelişkisinin

d evrime dönüşmesini engellemiş ve geciktİrmiştir. İşte, dinin

bir üstyapı kurur:nu olarak meydana ge tirdiği bu ezici elki,

ancak mülkiyet ve üretim ilişkilerinde yapısal d eğişmeler ya­

p ılarak giderilebilir. •

Dinin bu elkisini çok iyi değerlendirmesini bilen egemen

sınıDar sınıf gerçeğini gizlemek için dinci ideoloj iyi, giderek irticayı usta bir biçimde ku llanrnaktadırlar. Emperyalizm ile sıkı ilişkileri olan ve dinci ideoloj i ve irticayı kullanan işbir­ likçi burj uvazi ve feodal mütegallibe, halkın kendi sırıfsal çı­

karı konusunda bilinçlenmesini önleyerek sömürü düzenini

sürdü rmekteydiler. Bugün, feodal m ütegallibe ve işbirlikçi burjuvazinin geniş ölçüde sözcülüğünü yapan Bab-ı Ali ba­ sınının, şeriat isteyerek Arabistan Devleti'ne özlem duyanla­

rın, Müslüman Kardeşler'in Hizbit-ül Tahrir vs. 'nin bütün

Orta Doğu'yu kapsayan faaliyetlerinin, Amerika'nın Arabis­ tan yarımadasındaki en önemli p elrol şirketi Ararneo tara­

fından desteklenmesi dinci ideoloj i ve irlicanın sınıf çıkarla­

nru korumak ve sıruf gerçeğini gizlemekte ne kadar etkili olduğunu gayet açık bir biçimde göstemıektedir. 5

Emperyalizm ve onun işbirlikçisi olan kampradar burju­

vazi, Tü rkiye'deki sınıf gerçeğini gizleyebilmek için var gücü ile çalışmakta. feodal üretim ilişkilerinin tasfiyesini hedef alan bütün görüş ve faaliyetlere cephe almakta ve bunun

için

her

türlü

ç areye

başvurmaktadır.

Emperyalizm

ve

komprador burj uvazinin denelimi altındaki Bab-ı Ali basını,

sınıf bilincini vermeye çalışan sol fikirlere, kişi ve kurumlara sabah- akşam sövmekte . kendi sınıfsal çıkarlarından haber­ siz, uyutulmuş yığınları, bu kişi ve kurumlara karşı kışkırt­

makta, camilerde şeriat devleti özlemini dile getiren konuş­ malar yapılmaktadır. B u rada,

bu

kişilerin iplerini elinde

bulunduran emperyalizm etkenini görmeden. sırf bu kişilere karşı mücadele açmak son derece tutarsız bir davraruştır. Çünkü , bu kişiler hiçbir zaman kendilerine buyru k değil, ancak emperyalizm ve onun işbirlikçilerinin desteği ile hare­

ket etmektedirler. Emperyalizm tarafından desteklenen Bab-

5. Meh met E m in Bozarslan, Hi lafet ve Ü m metçilik Sorunu, And Yay ın­ ları, istanbul 1 969, s. 253-262. 204


ı Ali basınının bir kısmı, dinci ideoloji ve irticayı körükleye­ rek sınıf gerçeğini gizlerneye çalıştığı gibi, zaman zaman da ilerici ve devıirnci fikirleıi yozlaştırarak kendi sınıfsal doğrul­ tusunda kullanmakta ve yine sınıf gerçeğini gizlerneye çalış­ maktadır.6 Bütün bunlardan dolayı esas ilericilik, esas toplumcu­ luk ve devrimcilik, hacı, hoca. imam, gazele yazan ile değil, onlann da ipini elinde bulunduran sermayedar sınıflada ve bu

egemen

sınıflann

ideolojisini gerçekleştirmeye

çalışan

her çeşit bü rokra l ve yönetici kadrolara karşı yapılan müca­ deledir. Bu biçimde oluşacak olumlu bir mücadele de . an­ cak hedefierin doğru d ü rüst belirlenmesi ve temel toplumsal çelişkileıin açıklık kazanmasıyla mümkü ndür. Aksi halde üretim ilişkilelinde yapısal değişiklikler yapmadan laikleş­ menin kök salacağına inanmak ve bunun mücadelesini yap­ mak temelsiz ve h avada kalır. Örneğin Prof. Hüseyin N. Ku ­ balı'run, bir cami vaizi hakkında, Cuma namazı dolayısıyla okuduğu hutbede dini siyasete alet ettiği ve h ilafetin gerekli olduğunu söylediği iddiasıyla, soruşturma açılması için sav­ cılığa ve devlet yelkilileıine başvurması7 toplumsal temeli,

6. Örneğin f ı rsat buldukça ilerici ve laik fiki rlere karşı sövmekten geri durmayan, din sömürücülüğünde başta giden Tercüman gazetesi her 1 O Kası m'da Atatürk'ün tam sayfa resmini koym akta ve yas tut­ maktad ı r. Bunun sebebi Atatürkç Ü ier'in safında ve ilerici gözüküp kendi sın ıfsal ç ı karları n ı halkın çıkarıym ış gibi göstermeye çalışması­ d ır. Bu gazete, emperyalizmin Türkiye'deki mutemet adamlarından Mıg ırdış Sellefyan'ın kontrolü altındad ı r. (Devri m, s. 3-4, Kasım 1 969) Öte yandan son zamanlarda Saklanbaç, Fotoroman tipi dergilerin Günayd ı n , Tercü man gibi gazetelerin baskılar ı n ı n büyük bir artış gös­ termeleri egemen sınıflar tarafı ndan halkın kendi çıkarı konusunda bi­ linçlenmelerine nasıl engel olduğunu gösteren önemli olaylardan biri­ d ir. 7. Prof. Kubal ı , bir cenaze törenine g itmiş ve cami hatibi hakk ı nda, Cu­ ma namazı dolayısıyla okuduğu hutbede, d ini siyasete alet ettiği ve hilaletin gerekli olduğunu söylediği idd iasıyla soruşturma açılması için savc ı l ığa başvurmuş, bu arada, Cumh urbaşkan ı , Başbakan, Ge­ nelku rmay Başkan ı , Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan ı ve M illi Güvenlik Kurulu'na da bir mektup göndererek olay hakkında bilgi ver­ miştir. (Bk. 15 Eylül 1 969 tarihli Cumhuriyet, Mi lliyet ve Akşam gaze­ teleri). Bu ihbar üzerine savcılık harekete geçmiş hilaleti savunan va205


devriınci ve ileıici karakteri olmayan bir müca d eledir. Çün­ kü bu tür olaylar ne ilk kez meydana gelmiş, ne d e bir daha tekrarlanmayacak. Kökü Osmanh toplum yapısının derinlik­ lerine uzanan. 1 923'de yeni bir kılıfa girerek zamarumıza ka­

dar gelen, köklü yapısal değişmelere b ağlanamadığı sürece daha da sürecek olan bir olaydır. Çünkü laiklik, feodal ka­ lıntılan hala b ü nyesinde taşıyan toplurnların değil temel çe­ lişkileıini d evıime dönüştürmüş endüstıi toplumlarının ürü­ nüdür. Bu, Mustafa Kernal'i ve onun deviimini inkar eden bir görüş değil, tersine, onun çağdaş düşünce akımlanyla

diyalog durumuna getirilerek tamamlanmasını dile getiren

bir özlerndir. 8

Nitekim. Prof. Kubalı'nın bu m ücadelesi ile irtica gücün­

den doğal olarak h içbir şey yitirrn emiş, aksine daha çok

güçlenmiş, Kanlı Pazarlar düzenlenmiş,9 Yargıtay Başkanı

iz yakalanmıştır. Olay dinamizm kazanmış ve Prof. Kubalı'ya sağcı kuruluşlardan ölüm tehditleri gelmeye başlam ışt ı r. Fakat çok büyük bir öğ renci topluluğ u büyük bir içtenlikle Hoca'n ı n yanında olduklarını belirtmişlerdir. (Bk. 1 7, 1 8, 1 9 Eylül 1 968 tarihli, aynı gazeteler.) Daha sonra Prof. Kubalı, öğretmen ve öğrenci örgütleriyle Kültür Ku­ ruluşları ve sendikalara bir çağrıda bu lunmuş, "yeni bir irtica tipi çık­ tı. .. 1 - Umumi aç ıdan din öğretim ve eğitim, 2- Dini irtican ı n pençesin­ den kurtarma, 3- i rtica faaliyetlerini daha kuvvetle yasaklama, 4Siyasi iktidarla irtica aras ı nda g izli-açık her türlü işbirliğ ini önleme ile ilgili yeni tedbirler d üşünmek, teşkilatlı ve sistemli bir mücadele meto­ dunu araştırmak ve kaç ı n ı lmaz mücadeleyi azimle yapmak için işbirli­ ğine çağ ı rıyoru m" dem iştir. (Bk. 27 Eylül 1 969 tari hli aynı gazeteler.) 8. Şu olay Atatürk Devrimleri'nin ve L�ikliğ in hangi koşul lar altında ve nasıl koru nduğ unu göstermesi bakımından çok ilgi nçt ir. Tek parti yıl­ larında, birgün Hasankale tarafları nda bir köyde, köyün ileri gelen le­ riyle fakir aileler aras ı nda bir kavga çı kar. Kavgaya sebep olan olay­ da fakir aileler h aklıdırlar ve haklı olduklarına yüzde yüz i nan maktad ırlar. Bunun için karşı tarafı hükümete şikayete kara� ve­ rirler. Şikayete g itmek üzere yola çıktıklarında karş ı taraftan bir grup ön lerine geçerek şunu söylerler: "Eğer bizi şikayet ederseniz, biz de sizi şikayet eder ve bunlar, Atatürk'e sövd üler, Atatü rk'e sövül mesine dayanamad ık, h ı rslandık ve bun ları dövdük deriz." Bunun üzerine şi­ kayetçiler şikayetten vazgeçerek geri dönm üşler. 9. 1 7 Şubat 1 969 tarihli gazeteler. 206


İmran Öktem'in cenazesine karşı çirkin hücumlarda bulu ­

nulmuş, ı o

Kayseri'de

öğretmeniere

karşı

saldınya

geçil­

miş, ı ı Erzurum'da folklor geceleri basılmıştır. l 2 Ve . bütün bu olaylarda siyasi iktidar ile irtica arasında kuvvetli bir bağ olduğu görüşü açıklık kazanmıştır. Bütün bu olaylarda ölen yurttaşlan öldürenlerin bulunamaması," bu inancın daha da kuvvetlenmesine sebep olmuştur. Öte yandan, kurucusu­ nun Sultan Abdülhamit olduğu ilan edilen ve hilafet görüşü­ ne sıkı sıkıya bağlı Milli Nizarn Partisi adı altında bir parti kurulmuştur. 1 3 Bu partinin kurucusu ve milletvekili olan Prof. Necmettin Erbakan, "Türkiye'de din hürriyeti yoktur. Solcuların ekonomik teşhisi doğrudur, dinle devlet ayn ayn şeydir, lafı boştur, hilafetin büyük faydalan olabilir" görüşü­ nü savunmaktadır. l 4 Görüldüğü gibi sınıfsal bir temele da­ yandırmadan irtica ile mücadele , havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Günümüzde "ilericilik" ve "gericilik"e verilen anlam hayli değişmiştir. Laiklik anlayışı, artık bugüne kadar yanlış ola­ rak izlenen dinci görüş açısından değil. ekonomik görüş açı­ sından değerlendirilmektedir. Bu anlayışın sökülüp atılması çok zor olmasına rağmen, TİP'nin CHP'deki "Ortanın Solu" hareketinin ve öteki devrimci kuruluş ve yayın organlarının

bu konudaki faaliyetleri dikkate değer. ı s

1 0. 4-5 Mayıs 1 969 tarihli gazeteler. 1 1 . Temmuz 1 969 tarihli gazeteler. 1 2. 23 nisan 1 969 tarihli Akşam, Ayrıca Bk. 21 Mart 1 970 tari hli gazeteler. 1 3. 1 O Şubat 1 970 tarihli gazeteler. 1 4. 25 Eylül 1 969 tarihli Milliyet gazetesi. 1 5. Behice Boran bir yazıs ında şöyle demektedir: Toplumda geçici kuv­ vetler nelerdir? Mevcut düzenden yararlanan, toplumsal dönüşüm ler­ den özel çıkarlar görecek sı nıf ve gruplard ı r, yani bugünkü d üzende mali g ücü ve politik nüfuzu elinde tutanlardır. Bu kuvvetler, anayasa ve dönüşümlere karşı durarak artık devrini tamamlamış bir ekonomik -sosyal d üzeni sürdürmeye, toplumsal değişmeyi kösteklemeye çalı­ şıyorlar. M utlu azınlığı teşkil eden bu çıkarcı sınıf gericidir. Çünkü, ge­ ricilik toplumsal yapı n ı n değişmesini istememek, onu engellemektir. (Behice Boran, Kalkınma ve Gericilik Üstüne, Sosyal Adalet, yıl 2, sayı 7, Ekim 1 964, s. 5-6; Ilerici Demokratik Hareketin Başarı Şartla207


Öte yandan, bilimsel faaliyetlerin en büyük amacının d a

geniş halk yığınlannın yüceltilmesi olduğu tartışma konusu

yapılmaktadır. Bilimsel faaliyetlerin gerçek ölçüsü halk yı­ ğınlarının somut çıkarlarıdır. 20-30 bin dönümlük toprağa tek kişinin sahip olmasına karşı susan bir bilim adamı hiç ­

b ir zaman tarafsız v e nesnel olduğu savumnasında buluna­ maz.

Toprak konusundaki temel çelişkiler devıime dönüşme­

den, istendiği kadar iyi sulama ve gübrelerne sistemleri b u ­

lunsun, elektrik. yol gibi altyapı tesisleri yapılsın. olumlu bir

sonucun afınrnası olanaksızdır. Böyle davranınakla geniş

yoksul h alk yığınlarına değil ancak egemen s ınıflara hizmet edilmiş olur.

Fakat şurası da açıktır ki, sınıf gerçeğini gizleyen çok

önemli bir nokta da. bizzat üniversite çevreleri tarafından

sık sık kullanılan bilirnde "obj ektillik" ve "tarafsızlık� gibi as­

lında h iç de bilimsel olmayan deyimierin etrafında toplan­

rnaktadır. B ü nyesinde hala feodal ve yan feodal unsurlan barındıran. derin s ınıf farkıarının mevcu t olduğu bir ülkede

"hiçbir sınıf veya kişiden yana değilim, tarafsızırn" dernek,

rı , Sosyal Adalet, yıl 1 , sayı 2, 26 Mart 1 963, s. 1 O) Ayrıca Bk. Meh­ met Ali Aybar, Bağ ı msızlık, Demokrasi, Sosyalizm , Gerçek Yayınevi, istanbul 1 968, s. 1 97-2 1 2, 639-668 Yine bunun g ibi, CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, 2 Ağustos 1 969 tarih inde Band ırma ve Erdek'de d üzenlenen toplantı larda yapt ığı ko­ n uşm alarda şöyle dem iştir: "il ericilik ve Gericilik çekişmesi asl ında d insel değil, ekonomik bir çekişmedir. Her g erici hareketin ard ı nda birtak ım yerli ve yabancı çevrel erin, bazen ayrı ayrı, bazen işbirliği halinde yürüttükleri bir çıkar mücadelesi vardı r. Yerli çı karcılarla ya­ bancı söm ü rücü ler, iktisadi egemenliklerini d evam ettirebilmek uğ­ ru nda yapt ıkları mücadeleye yüce ve kutsal bir görü nüm verebilmek amacıyla din sila h ı n ı kullan ırlar. "Devri mci ayd ınlarımız da şimd iye kadar bu oyu na gelmişler ve hiç gerekmediği halde, din silah ı n ı n karşısına boy hedefi g ibi dikilmişler­ dir. Yeni ye n i baz ı ayd ı n ları m ız m ücadelenin iç yüzünü, n iteliği ni gör­ meye başlam ışlard ı r." (3 Ağustos 1 969 tarihli C u m h uriyet gazetesi.) Bülent Ecevit, bu tür konuşmaları n ı sonraları da sürdürmüştür. Örne­ ğin 1 3 May ıs 1 970'de Erzuru m'da Atatürk Ü niversitesi'nde yapılan kon uşma ( 1 4 Mayıs 1 970 Cumhuriyet) W8


aslında feodal ve buıjuva sınıflarından, yani egemen sınıflar­

dan yana olmak demektir. Bu görüş siyasi bir kavram. yut­

turmaca bir tu tumdur. Tarafsız kalmak, nesnel olmak, nü­

fusun % 7-S'ini bulamayan feodalite veya buıj uvadan veya nüfusun % 90'ını geçen işçi, topraksız veya az topraklı sınıf­

lardan yana olmamayı değil , aksine nüfusun çok büyük bir

kısmını meydana getiren işçi , köylü ve az topraklı sınıflar­

dan yana olmayı gerektirir. Yaptığı araştırmalar sonucu ülke

topraklarının % S' inin nüfusun % 4 1 'i tarafından kullanıl­

masını gören bir bilim adamı "Ben tarafsız ve obj ektifim. sa­ dece bu durumu saptamakla yetinirim, gerisini siyasiler dü­

şünsün . . . " derse. bu onun, h içbir zaman tarafsızlığını veya obj ektill iğini göstermez. Tam tersine egemen sını11arın tama­

mıyla yanında ,

hatta onlarla çıkarbirliği içinde olduğunu

gösterir. Çünkü , çağın sorumluluğunu yüklenmiş bir bilim adamı çalışmasını sadece bu gibi saptamalarla bitiremez.

Toprak dengesizliğinin, geniş halk yığınlarının lehine çözüm­

lenmesini sağlayacak analizleri de yapmak zonırıdadır. Aynı

biçimde, gelir dağılımında çok büyük dengesizlikler olduğu­

nu saptamak da yeterli değildir. Bu ku tuplaşmayı, halk yı­

ğınlarının lehine çözümleyecek analizleri de yapmak gerekir.

Fakat şimdiye kadar uydurma tarafsızlık ve obj ektillik adına

bu analizler yapılmamış, bu tutum da ancak sınıf gerçeğinin

gizlenmesine yaramıştır.

B.

SINIF GERÇEGİ ARTIK GİZLENEMEZ

Artık Türkiye'de egemen sınıfların ve bu egemen sını11a ­

ra dayanan siyasi iktidarların bütün baskı ve şiddet gösteri­ lerine rağmen sınıf gerçeğini gizleme olanakları yoktur. Çe­

şitli gözlem ve araştırmalar, Türkiye'deki sınıf çelişkilerinin

günden güne daha da arttığını göstermektedir. Nüfus artışı .

nüfusun köylük yerlerden kentlere kayışı, artan nüfusa iş

olanaklarının yaratılamayışı, işsizlik vs. gibi toplumsal yapı dinamikleri bu çelişkilerin su yüzüne çıkmasına sebep ol­

makta ve bu temel toplumsal yapı çelişkileri halk yığınlarını daha çok etkilemektedir.

1 968,

1 969 ve

1 9 70 yıllarında

m eydana gelen öğrenci, işçi, köylü h areketleri ise sınıf çeliş­

kilelinin açıklık kazanması yönünden çok uyarıcı dersler

vermiştir. Bu uyanış, emekçi halk yığınlarını, Türkiye'nin te-

209


mel sorunlarına çözüm yolu getirecek bir biçimde örgütlen­ meye itmekte ve umut verici bir hava içinde gelişmektedir. Olayları sınıf açısından değerlendirmeyen bilim adamları, örgüt ve kişilelin, bu gelişme karşısında tam anlamı ile çare­ sizlikten ve silinip yok olmaktan kendileıini kurtaramaya­ cakları ise tarihi bir gerç ektir.

C.

ERZURUM'UN TUIVCULUGU, KARS'IN İLERİCİLİGİ

Erzurum'un soyo-ekonomik yapısına, mülkiyet ve üre­ tim ilişkileli açısından bakiığımız zaman şunları görüyoruz: Er.t.:uru m , Osmanlı İmparatorluğu'ndan beri üretici fonksi­ yonlanndan çok toplama ve d�ğıtma fonksiyonlannın gelişti­ ği kenttir. Yani Erzurum üretme;,., 1 6 başka yerlerde üretilen mallan toplar. Sonra da büyük ithalat ve ihracat merkezieli­ ne gönderir. Veya büyük ithalat ve ihracal ve endü stli mer­ kezlerinde ü retilen mallan Er,mrum'a getirir. Buradan, bu mallara ihtiyacı olan çevre il ve ilçelere dağılır. Er,m rum' u n

1 6. Kan ı m ıza göre, Erzuru m'daki Şeker Fabrikası da ü retici bir role sah ip değildir, tersine, bir aracı s ı n ıfın m eydana gelmesini fabrika bile des­ teklem ekted ir. E rzurum ovas ı nda şeker pancarı yetiştirme olanakları s ı n ırl ıdır. Fabrikanı n işleyebileceğ i kapasitenin çok büyük bir kısmı (% 85'den fazla) Iğd ır ovas ından sağ lanm aktad ır. Fabrika Iğd ır'da yeti­ şen pancarı E rzu rum'a getirmek için nakliye işini ih aleye çı karmakta­ d ı r. Bu ihale işinden milyon lar kazananlar vard ır. Öte yandan bu nak­ liye masraf ları n ı n Iğd ır'daki esas üreticiye ödettirilerek ücretten düşürülmesi ayrı bir adaletsizliktir. Örneğin, ki lo baş ına 1 8 kuruş veri­ lecekse 1 7 ku ruş verilmektedir. E rzuru m 'da kuru lan şeker fabrikas ı n ı n tarı msal faaliyetler üzerindeki olumlu etkisi buğday üretimi yerine pancar üreti mini başlatmas ıdır. Bu ise kad ı nların da erkeklerle beraber tarı msal faaliyetlere (özellikle çapalama, ot yolma) katı lması sonucunu doğurm uştur. Bu üretim çe­ ş id inde m eydana gelen bir d eğişikliğin kadın-erkek ilişkilerinde nasıl bir değişiklik yaptığına dair g üzel bir ö rnektir. Ayn ı oluşum lar Iğd ı r'da da görülmekted i r. Ü rün çeşidindeki değ işikliklere Doğu Anadolu'nun hemen h emen her yerinde rastlamak m üm künd ür. Örneğin sulama şebekesinin kurul­ mas ıyla birl ikte Diyarbakı r'da D icle Vadisi'nde Buğday yerine pirinç ekilmeye başlan m ış, Maraş, Gaziantep gibi yerlerden pirinç ekicileri gelmişlerd ir. 210


üretici olmayan, fakat toplayıcı ve dağıtıcı olan bu fonksi­ yonları, burada çok geniş bir aracı sınıfının gelişmesine se­ bep olm u ştur.

Erzurum'un köylerle bağlantısını sağlayan

taptancı tüccarlardan sık sık şu sözü duymak mümkündür: "Kar, çamur ortadan kalksa, Kürtler şehire inse de alış-veriş biraz kızışsa . . . " Bu sözün anlamı çok açıktır. Bahar gelecek,

kar, yağmur, çamur ortadan kalkacak, köylüler çevre il ve il­

çelerden Erzurum'a gelecek ve taptancı tüccann stoklarını eritecekler. Erzurum'da yukarda belirtiğimiz, toplama ve dağıtma fonksiyonlannın gereği olarak meydana gelen bu aracı sınıf ise çıkarlan bakımından gerici bir çizgide bulunmaktadır. Erzurum'daki taptancı tüccar, mülkiyet ve üretim ilişkilerin­ den dolayı elinde tuttuğu ve denetiediği bu çıkarlan sürdü­ rebilmek için başlıca iki etkeni dinamik tutmak konusunda çaba göstermektedir. Bunlardan biri "din�. öteki ise "komü­ nizmle mücadele" sloganıdır. Aslında b u , iki etkenin arka­ sında emperyalizmin Erzurum ile olan ilişkilerini görmek büyük bir zorunluluktur. Bunu daha sonra "Atatürk Üniver­ sitesi"ni incelerken daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Örne­ ğin, anayasa teminatı altında bulunan, parlamentoda da temsilcisi olan ve hemen hemen bütün Türkiye'de örgütlen­ miş olan TİP, Er.turum'da henüz kurulamamıştır. Bu olay­ da, parti yöneticilerinin ilgisizliği de söz konusu olmakla be­ raber, tutucu güçlerin halkın bilinçlenmesine engel olmalan en önemli bir nedendir. Bu geniş aracı sınıflar, "Din elden gidiyor� ve "Komünizmle Mücadele" sloganlarını dinamik tu­ tabildikleri ölçüde , halkın bilinçlenmesine engel olabilmekle ve sömürü olanaklarını devam ettirebilmektedirler. Bunun için , bu aracı sınıf bölge basınını büyük ölçüde destekie­ rnekte ve beslemektedir. Tamamen işbirlikçi sermaye çevre­ leri tarafından kontrol edil"en bölge basını, bu koşullar altın­ da

ancak

sola

ve

solculara

küfrettiği

ölçüde

ayakta

durabilme olanağına sahip olmaktadır. Öte yandan, Erzurum kent halkının homojen olması , tu ­ tuculuğu öngören ikinci bir etkendir. Bu durum h oşgörürlü­ lük fikrinin gelişmesini engellemekte, yabancı kavramı kes­ kinlik kazanmaktadır. Ancak, Erzurum için geçerli olan bu etkenler, Kars için geçerli değildir. Kars, Erzurum gibi toplama ve dağıtma fonksiyonlannın

21 1


geliştiği bir kent değildir. Gerçi Kars'ta Erzurum gibi ü retici fonksiyonla r gelişmemiştir. Fakat Kars'ta Erzurum'da oldu­ ğu gibi ara•cı bir sınıf da gelişmemiştir. Erzurum , Kars. Ağ­ n'yı içine :alan bölgede , yün, deri. peynir, koyun vs. gibi ürünlerin toplama merkezi Erzurum olduğu gibi, gaz, bez, tuz, şeker gibi tüketim maddelerinin dağıtım yeri yine Erzu­ rum'dur. öıte yandan, Kars'daki yerli halk, Erzurum'daki gi­ bi homojen değil, hetoroj endir. Türk, Kürt, Çerkes. Malakan gibi etnik gruplara, Alevi-Sünni gibi mezhep gruplarına mensup kişi ve aileler bir arada yaşamak zorundadır. Bu birlikte yaşama zorunluluğu etnik gruplar ve mezhep grup­ lan arasında her şeyden önce hoşgörürlülük fikrinin yayıl­ masına sebep olmuştur. Örneğin, Türkler, Kürtlerin gelenek ve göreneklerine saygı duymakta, Kürtler. Çerkeslerin varlı­ ğına katlanabilmektedir. Yine Aleviler Sü nnilere, Sünniler de Alevilere tahammül edip birbirlerinin inançlarına saygı duy­ maktadırlar. Etnik gruplar veya mezhep gruplan arasında hiçbir çatışmanın mevcut olmadığını iddia elmiyor, bir ara­ da yaşamak ve bu durumu sürdüm1ek zorunda olan etnik ve mezhep gru plan arasında hoşgörürlülük fikrinin yayıldı­ ğını belirtmeye çalışıyoruz. Bu hoşgörürlülük fikri ise her şeyden önce yabancılaşma kavramını yumuşalmakta, her­ hangi bir yeni fikrin veya yeniliğin toplum tarafından büyük bir sertlikle karşılanmamasına, aksine yeniliklerin kolaylıkla kabul görmesine sebep olmaktadır. Örneğin Enurum'da bir türlü kurulamayan TİP, Kars'da büyük bir gelişme göster­ miş, halk yığınlan arasında örgütlenme olanaklan bulmuş ve geniş bir militan kadrosu yetiştirmiştir. Oysa, 1 967 yaz aylarında partinin Er.t.:urum'da kurulmasına karşı büyük bir . tepki gösterilmiş ve sermayedar çevrelerin endişesi. halk yı­ ğınlarından gelen bir tepki olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Büyük kavga, gürültü ve kanlı olayiann meydana geldiği o gürılerde bölge basını, devamlı olarak solculara söğüp say­ mış, "Er.t.:urum Doğu'nun kilididir, Erzurum Müslümandır. Komünizmle mücadelenin kalesidir. Erzurum .Türk'tür, Türk kalacaktır. Erzurum'un şerefli tarihi TİP gibi komünist bir partinin kurulmasına asla izin vermeyecektir . . . " gibi slogan­ lar işlenmiştir. Ayrıca , TİP'ni kurmaya çalışanlar sahlekar­ lıkla suçlanmış ve Vali'nin bu işe el koyması istenmiştir. ı 7 1 7. 30 Haziran 1 967 t arih li Hakikat ve H ü rsöz gazeteleri. 212


Burada etnik gruplar b akınundan önemli olan nokta dcı şudur: Kars'da etnik gruplar ekonomik bakımdan dengeli­

dir. Yani üretim güçlerinin denetimi bakımınd:an etnik grup­

lar arasında bir denge vardır. Servet sadece Türklerde veya Kürtlerde birikrnemiş, etnik gruplar · arasın da dağılmıştır. Oysa, Erzurum'da da etnik gru p lar vardır ( Kars'a nazaran açık-seçik belli d1eğilse de) , fakat ekonomik bakımdan kuv­ vetli

olanlar

sadece

Türklerdir.

Mezhep

ıgruplan

vardu

(Kars'a o ranla açı:k-seçik belli değilse de) , fakat üretim güçle­

rinin denetimi, gi.derek gelir G.ağılımı, mezhe:p gruplan ara­ sında dengeli bir dağılım göstermektedir. Kanımıza gör•e, Erzurum'u n tutucu luğu ve Kars'ın ileri­

ciliği, bu kentler'in toplama ve dağıtma fon ksiyonlan, yerli halkın homoj enliıği ve heteroj enliği üretim güçlerinin ve gelir dağılımının dene timi gibi konularla birlikte ele alınmalıdır.

Bu durumun, bö lgedeki öteki büyük yerleşme yerlerinde, Iğ­

dır, Ardahan, Sa nkamış, Hasankale'de farklılıklar gösterdiği şüphesizdir.

D. ATATÜF!K ÜNİVERSİTESİ "Üniversite lbir yandan insan gereksinmeleri . öte yandan b unları karşılayabilecek kaynaklar ve bun'lann kullanılma

yöntemleri haklanda bir soruşturma yürütür. Soruşturmayı

yeni tanımlarla tamamlar. Soruşturma ve ta nımlama etkinli­

ğinin sürekliliği , üniversitenin ayırıcı niteliği ve evrensel bile­ şenidir.

Öte yandanı üniversite, günümüzde. giderek artan öne­ mi içinde eğitimin en ü st b asamağı olarak. altyapı ile üstya­ pı arasındaki strüktürünün en etkili yeridir. Ve altyapı, ü st­

yapı koşullarına ve b unların karşılıklı etkileri bütününe bağlı oluş ta, üniversite kavramının toplum- yapısal tanım ve bölgesel bileşenidir. Bu evrensel ve t Slgesel bileşenler, belirli bir zaman ve meka n birimleri içinde üriiver sitelere 'biçim ve boyut' kazand ınr." ı 8

1 8. T. M.M.O. I?J. Mimarlar Odası istanbul Şubesi, Xl\ f. Dönem Çal ışmaları Raporu, E'ıüyük Kent D ı ş ı Üniversiteler Sorun u Komisyonu, istanbul Ocak 1 97 0. 213


Öte yandan, ü niversite "gerçeği baskıdan uzak arama"

olanaklarının

en yüksek

düzeyde

olduğu

bir kurumdur.

"Gerçeği basll;:ıdan uzak arama" geleneksel bir veri değil, üniversite , faaliyetler için zorunlu olan temel bir fonksiyon­

dur. Biz Atatürk Üniversitesi'ni b u açıdan ele almak istiyo­

ruz.

Atatürk Üniversitesi büyük kentlerin dışında kurulmuş

bir ü niversitedir, bölge üniversitesi olarak kurulmuştur. B ü ­ t ü n a z gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de d e , ekono­

mik ve toplumsal yapı, hem mü lkiyet Uişkileri ve üretim

güçlerinin denetimi bakımından dikey, h em de bölgelerarası

ekonomik ve ı'. oplumsal dengesizlik bakımından yatay bir farklılaşma göstermektedir.

Bu farklılaşma giderek b üyük

kent ve büyük kent dışı ortamlar arasınd a da kendini gös­ termektedir. Bu koşullar altında sanayileşmesini henüz ta­

mariılamamış az gelişmiş ülkelerde bütün kamu hizmetleri

büyük kentlerde birikrnekte. yine büyük :kentlere taşradan hızlı ve yoğun bir nüfus akını olmaktadır. Toprak mülkiye ­

Undeki temel toplumsal yapı çelişkilerinin keskinleşerek de­

vam etmesi b ü yük kentlere olan nüfus al1;:ınını hızlandırdığı gibi, nüfusun hızlı bir şekilde artışı da bu olluşumu destekle­

mektedir. Demek ki, az gelişmiş ülkelerde b ü yük kentler, çe­

şitli kamu hizmetlerinin, teknoloj ik ve kültürel faaliyetlerin odak noktası olmaktadır. Halbuki "Sanayileşme aşamasını

tamamlamış ülkelerd e , büyük kentler, teknolojik ve kültürel gizli güç (potansiyel) odağı olma niteliğini ile tim ve ulaşımda­

ki büyük atılımıann gölgesinde giderek yitirmekle ve b u du­

rumdaki ülkelerde, altyapı planlaması yolu ile teknoloj ik ve kültürel gücün yayılması desteklenmekted:ir. Bu yolla bazı

merkezlerin, insanüstü ölçülerde büyüme eğilimleri önlen­

meye çalışılmaktadır. Gelişmiş memleketlerdeki büyük kent dışı üniversiteler politikası, yurt yüzeyine yayılabilen sanayi

kuruluşlannın yardımı ile iletim ve u laşın1 o lanaklannın ya­

nı sırabilim. telmik ve kültürel merkezler dı�>ına göLürebilen üçüncü bir öğe yaratmak olarak tanımlanabil'ir. " 1 9

Bilindiği gibi Türkiye 'de kültür kurumlaın geniş ölçüde

Ankara ve İstanbul'da toplanmaktadır. Fakat son zamanlar-

1 9. T.M.M.O.B. y. a.g. r. 214


da önem kazanmaya başlayan bölgelerarası dengesizlik ede­ biyatı üzerine, bu iki büyük kent dışındaki bazı illerde de ü niversite açmak gerektiği fikri yaygınlaşmaya başlamıştır. İzmir'de Ege, Erzurum'da Atatürk ve Trabzon'da Karadeniz Teknik Üniversitesi bu amaçlarla kurulmuştur. Ege Üniver­ sitesi kuruluş sürecine girdiği zaman İzmir de ekonomik­ toplumsal ve kültürel yönlerden büyük kent haline gelmiş­ tir. Yoğun bir ithalat ve ihracat merkezi niteliğini kazanan kent Akdeniz havzasına tam anaınwla açılmış, büyüme en­ düstıileşmenin gereklerine göre ayarlanmıştır. Bu nedenler­ den dolayı İzmir'de kent- üniversit e ilişkilert bir sorun duru ­ muna gelmemiştir. Fakat önce E;zru rum'da daha sonra da Trabzon'da önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye yer yer feodal ve yan feodal unsurlardan sıyrıla­ rak az gelişmiş bir kapitalizmle, giderek emperyalizmle bü­ tü nleşmeye doğru giden geçiş halinde bir toplumdur. Böyle bir toplumda ekonomik ve toplumsal değişimi sağlayan te­ mel dinamik ve üretim gücü toprak olduğu için toprak dağı­ lımı ü zerinde özellikle durmak gerekir. Çiftçi ailelerinin % 4 ı 'i, 20 dekardan az araziye sahip

olup genel arazisinin % ı ı 'ini denetledikleri halde, % 0 .2 'si,

ı ooo dekardan çok araziye sahip olup , genel 1anm arazisi­

nin % S'ini denetlemektedirler.20 Çiftçi ailelerinin % 30'a ya­ kın bir kısmının da topraksız olduğunu düşünürsek. 1anm kesiminde son derece çelişkili olan bu durumu açıkça gör­ mek mümkündür. Yer yer feodal ve yarı feodal u nsurlar gös­ teren toplumumuzun temel çelişkil eıi budur. Fakat bu çeliş­ ki berabeıinde başka çelişkileri de getirmektedir. Örneğin 50 dekardan az arazi denetleyen işletmelerde kişi başına ortala­ ma 485 TL düştüğü halde. 1 000 de kardan fazla arazi denet­ leyen işletmelerde kiŞi başına ortalama 4 7 . 750 lira düşmek­ tedir. 2 1 Giderek, tanm kesiminde, en az gelirli % 20 işletme toplam gelirin % 3 . 4'ünü aldığı hald e , en çok g,elirli % 20, % 64'ünü almaktadır.22 Yine tarım kesiminde, Ziraat Bankası

20. Devlet istatistik Enstitüsü, 1 963 Tarırrı Say ı m ı , 2 1 . Ikinci Beş Yıllık Kalkınma Plan ı , s . 240. 22. Korkut Boratav, 1 00 Soruda Gelir Dağ ı l ı m ı , Gerçek Yay. istanbul 1 969, s. 202. 215


kredilerinden, işletmelerin % 50' sinden fazlası ortalama 296 TL alırken , yüzbinde üçü, 629 . 000 lira p ara almaktadır. 23

B ü t ü n bu rakamlar Türkiye 'deki en somut gerçeğin sınıf gerçeği olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla bu temel gerçeği göremeyen veya küllerneye çalışan hiçbir çözüm yolunun ba­ şarılı olaJ":!layacağı şüphesizdir. Fakat üniversite b u temel gerçeği, şimdiye kadar, çeşitli ideoloj i ve kavramları kullana­ rak bilinçli bir biçimde küllerneye çalışmış, b öylece egemen sınıfların yanında yer almıştır. Son zamanlarda Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal yapısıyla ilgili, dişe dokunur araştır­ mah:ırın tamamının ü niversite dışı kurumlar tarafından ya­ yınlanması ve çoğunun akademik kartyerin dışındaki kişi ve kurumlar tarafından ' yapılmasının temel nedeni b u dur. Bu doğal bir gelişimdir. Çünkü, Türkiye, ekonomik bakımdan dışa bağımlı bir ülkedir. Ekonomik bakırndan dışa bağımlı­

lık toplumsal değişirnin temel dinamiğinin Türkiye'nin dışın­

da aranması gerektiği sonucunu ortaya koyar. Fakat dışa bağımlılığı ortaya koyan ekonomik güçler yani emperyalizm Türkiye 'ye gelirken kendi kendini meşrulaştıracak ideoloj i d e getiriyor.

İşte b u ideoloj iyi Türkiye halklan karşısında

meşru hale getiren en önemli kaynak. üniversitenin sınıf gerçeğini gizleyen ve bu ideoloj ilere sahip çıkan ve bu idealo­

j ilere bilimsel kılıf aramaya çalışan t u lurnudur. "Emperyalizmin

ekonomik

küllürel

emperyalist

baskısının

önlenmesi

ancak

sızıntıların durduru lması oranında

olanak sınırları içine girecektir. Az gelişmiş ü lkelerde büyük kent dışı bölgeler ile ekonomik yönden çok durağan ilişkiler içindedirler. Altyapıdaki bu hareketsizlik iki önemli sonuç vem:ı ektedir: ı . Bir yandan büyük kent dışı bölgeler tutucu bir top ­

lum bilincinin sürdürüldüğü kapalı ortam nitelikleri saklar­ lar.

2. Öte y<ımdan büyük kentler. teknolojik alanda ülkenin

öteki bölgeiel·ini sürüklerneye başlarlar. Bu sü rüklenişin so­

nucu olarak, büyük kent dışı ortamlardaki t oplumsal bilinç biçimlenmele. rinde, büyük kent dışı değerleri birer referans. kavram halin de revaç bu lurlar. 23.

216

ikinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, s. 242. i


Büyük kent dışı bölgelerde büyük kent üniversitelerinin modelini uygulamak ise büyük sorunlar ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla büyük kent modelini Anadolu 'ya götürmeye ça­ lışmak biçimsel b ir çaba olmaktan öteye geçmemektedir, çünkü Erzurum, D iyarbakır, Trabzon gibi kentler yetersiz ekonomik ilişkiler yüzünden, altyapı ile üstyapı arasındaki geçiş strüktürünün en üst halkasındaki üniversiteyi gerek­ sinir duruma gelmeden birer ü niversite kenti olmaya zorlan­ mışlardır. . . Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan ve de­ netlenen rektör ve

deka nlar

eliyle

yönetilmekte

kuru lu ş

amacından kayarak iktidardaki partinin ideoloj isini yaymak­ la yükümlü bir SARI ÜNİVERSİTE biçimine dönüşrnek tehli­ kesini taşımaktadırlar.

Bu tipte üniversiteler ülkeye yeni

kadrolar yetiştiremezler. Yürürlü kteki düzenin yeni kadrola­ nnın daha geniş olanaklara ve daha doğru kuruluş gerekçe­ sine sahip büyük kent ü niversiteleri tarafından sağlanacağı açıktır. Büyü k kent dışı ü niversitelerde. bilimsel araştırm a , soruştu rma, düşünce ü retme, tanımlamalar yapma .özgürlü­ ğü , politik gü ctüm nedeniyle kısıtlı. hatta olanaksızdır. Ve nihayet, altyapı ile bağlantı yokluğu yüzünden . bölgesel geliŞmeye katkı da söz konusu olamamaktadır. ·•24

·

Yukanda belirttiğimiz gibi büyük kent dışı üniversiteler her şeyde n önce ku rulduğu bölgenin sosyo-ekonomik yapısı içinde ele alınmalıdır. Yine yukarıda belirttiğimiz gibi Erzu­ rum üretici olmaktan çok tüketici bir kenttir ve bu dunım geniş bir aracı sınıf ortaya çıkarmıştır. Bu aracı sınıf dünya­ nın bütün az gelişmiş ü lkelerinde olduğu gibi son derece tu­ t u c u du r. Yöresel basının geniş ölçüde bu sınıf tarafından denetlenmesi, Komünizmle Mücudele Derneği gibi kuruluş­ ların, giderek İmam-H<ıtip Oku l u . İslam Enstitüsü , Ku mn Kurslan gibi kurumların, bu sınıfın. kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda faaliyette b u l u nması doğal bir olaydır. Sosyo-ekonomik yapısı güçlü bir �ı. rucı sınıfca belirlenen bir kent elbetteki emperyalizmin fauliyette bulunacağı odak noktalarından biri olacaktır. Çünkü emperyalizmin. toplama ve d ağıtma fonksiyonlannın geniş ölçü d e cereyan ettiği bir kenti ve bu kentteki değişimi denetiediği sürece . toplama ve dağıtma fonksiycınlannın uzandığı öteki kentleri de denetler.

24. T.M.M.O.B. y.a.g.r. 217


Nitekim Enmrum'da değişimin denetimi aynı zamanda Erzu­ rum'un çevresini de içine alan geniş bir bölgenin de deneti­ mi demektir. Bu tür özellikleri olan bir kentte üniversite kuru lması hangi sonuçlan ortaya çıkarır? Bir kez ü niversiter faaliyet­ lerde temel bir fonksiyon olan "Gerçeği b askıdan uzak ara­ ma" anlayışıyla , kentin sosyo-ekonomik yapısı bir süre çeliş­ me durumunda kalır. Giderek bozkınn çekirdeği yutması örneği sosyo- ekonomik yapı da b u anlayışı yu tmaya , yazıaş­ tırmaya başlar ve kendi sınıfsal çıkarianna uyarlı bir kurum haline ge tirir. Yani bozkır. çekirdekdeki atılımcı ve ilerlemeyi sağlayan dinamikleri kendi bünyesi içinde nasıl parçalıyor. eriLiyor ve yok ediyorsa, bu sosyo-ekonomik yapı da "Üniver­ * site"nin özü ndeki anlamı p arçalar, yozlaştırır ve yok eder. ( ) Genel süreç bu olmakla b eraber Atatü rk Üniversitesi kı­ sa süre de olsa. böyle bir çelişme durumu bile yaşamamış­ tır. Çünkü Amerika, Er;;urum'un bu yapısal özelliklerini ya­ kından kavradığı için . Atat ü rk Üniversitesi ile başlangıçtan beri ilgilenmiş, Üniversiteye karşı aşırı bir ilgi duymuştur. Orta-Doğu Teknik Üniversitesi'nde dahi uygulanma olanağı bulunmayan "Mütevelli HeyeLf'ni ısrarla savunan Amerika

( *) . Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek (Remzi Kitabevi, istanbul 1 967) ro­ man ı nda bozkır ile çekirdek arasındaki d iyalektik bağ ı Orta Anadolu­ nun sosyo-ekonomik yapı s ı ile Köy Enstitüleri aras ı nda da göstermek istem iştir. Bilindiği gibi, "Bozkı r"ın bağrına düşen çekirdeki yok edici, parçalay ıcı, çekirdek içindeki dinamizmi yok edici bir yapısal özelliği vard ır. Çekirdeğ in özelliği ise bunun zıddıdır. Herhang i bir toprak par­ ças ına düşen çekirdek, orada yeşermek, gelişme dinamizmine sa­ hiptir. Eğer çekirdek uyg un bir toprak parçası bulursa yeşerir, çorak bir toprağa, bozkıra düşerse yok olur gider. Bozkırın bağrına bir çe­ kirdek düştüğü zaman g erek bozkırın gerekse çekirdeğin yapı larında varolan d inamikler işlemeye başlar. Eğer çekirdekteki dinamizm çok kuvvetli ise bozk ırı yen er, yeşerir ve g iderek bozk ırı da daha elverişli toprak parçası yapar. Aksine bir durum söz konusu olursa, bozkı rın dinamiği çok kuvvetli olup çekirdekteki atı l ı m gücünü parçalar, onu bozkırın öteki madd eleri g i bi atar, kabuk durumuna g etirir. Kemal Tah ir, Bozkırdaki Çekirdek rom anı nda, önce Orta Anadolu Çorum dolayiarın ı n sosyo-ekonomik yapı s ı n ı bel irtmeye çal ışır. Bu yapıda ortaya çıkan en önemli ekonomik güç, yavaş yavaş g elişen ti­ caret burjuvazisidir. Tefecilik faaliyeti gelişmekted ir. Tabandaki ilişki218


ve onun mütemet adamlandır. Ortadoğu Teknik Üniversite­ si'nde işleme olanağı bulamayan Mütevelli Heyeti'nin Ata­ türk Üniversitesi için tavsiye edilmesi boşuna değildir. Amaç bölgede üretim ilişkilerini ve üretim güçlerini denetleyen ki­ şileri üniversite yönetiminde söz sahibi etmektir. Öte yan­ dan Amerika'daki (Nebraska) Üniversitesi ile bir anlaşma ya­

pılmış ve bu anlaşma ı ı yıl devam etmiştir. Bu arada birçok Türk, Amerika'da master'i yapmak olanağı bulmuştur. Dola­ yısıyla Atatürk Üniversitesi kentin sosyo-ekonomik yapısıyla hiç çatışmamış, ta kuruluşuyla birlikte, kendini bu yapının gereklerine göre ayarlamış, bu yapı ile bü tünleşmeye başla­ mıştır.

Amerikalılar

Er,mrum'dan

ayrılırken

üniversitede

mutemet adamlarını yani işbirlikçilerini bırakmışlardır. Şim­ di üniversitede "Amerika elimizden tutmadan kalkınamayız, bizi ancak Amerikan yardımı kalkındınr, Amerika bizi kal­ kındıracak. . . " diyen birçok öğretim üyesi ve öğretim yardım­ cısı vardır. Bu emperyalizm bakımından paha biçilmez bir kazançtır. Geniş bir tüketim merkezi olan Erzurum'da tüketimin dinamiğini sağlayan kurumlardan biri de üniversitedir. Üni­ versitenin duyduğu

bütün gereksinmeler kentteki ticaret

buıjuvazisi tarafından karşılanmakta. böylece, devlet ola­ naklan bir avu ç buıj uvazi elinde birikmektedir.

leri biçimlendiren başlıca etken budur. Çatıda politik kadrolarda (CHP Genel Merkezi) bu yapıya uyarl ı değ işmeler olmaktad ır. Yani, yeni yeni gelişmekte olan ticaret burjuvazisi eko nomik g üçle beraber, politik gücü de ele geçirmeye çalışmaktad ı r. işte o rtam bud ur. Bu or­ tam her türl ü ilerici at ılımı ön leyici, yozlaştı rıcı bir öze sah iptir. Bu o r­ tama, günün koşullarına göre son derece ilerici bir kurum, "Köy Ens­ titül eri" getiriliyor. · Köy Enstitüleri'nin toplum yapısını değiştirmek, ortaçağ kal ı nıısı ku rumları ortadan kald ı rmak g ibi ilerici bir görevi var. Bu bakımdan, Köy Enstitüleri'nin toplum yapısına aş ılanmasıyla birlik­ te Orta Anadolu'n un (Bozkır) sosyo-ekonomik yapısıyla, Köy Enstitü­ leri (Çekirdek) aras ındaki diyalektik bağ işlemeye başlıyor. Köy Ensti­ tüleri'nin sosyo-ekonomik yapıyı değ iştirip bozk ırı yeşertmek gibi bir amacı var. Bozk ı r ise yapı nın değişmemesi kon usunda bilinçli ve di­ reniyor. Sonunda sosyo-ekonomik yapının dinamiği Köy Enstitüle­ ri'ninkine göre daha hızlı ve yoğ un bir biçimde işliyor ve Enstitüleri iş­ lemez duruma getiriyor. Böylece çeki rdekteki ilerici özü parçal ıyor ve onu kendine uyarlı bir kurum duru muna getiriyor. 219


Aracı sınıf üniversiteyi çok kısa bir zamanda etki alanı içine almış kentte sosyo- ekonomik bakımdan güçlü olan ki­ şiler, üniversitenin b ü nyesinde cami yaptırmak için faaliyete geçmiş, b u konuda ü niversitenin de çok geniş yardımlarını görmüştür. Aslında üniversitenin. akademik sorunlar öte­ sinde bir yığın yerleşim sorunlan vardır. Bu sorunlar bir ta­ rafta dururken ve kentlerdeki camilerde ancak 5-6 kişi ile namaz kılınırken, bir de ü niversiteye camlin gereği var mı, ya da bu camiin adı neden Atatürk Üniversitesi Camii'dir, diye şaşmamak gerekir. Bunlar aslında Er;;urum' u n sosyo­ ekonomik yapısına uyarlı eylemlerdir. Bunlar, fakir-fukara halkımızın kendi öz sınıfsal çıkarları konusunda bilinçlen­ mesini önlemek, dikkatini sömürü düzeninin dışında tut­ mak için ortaya atılmış bir t aktiktir. Bu nun gibi, Ankara , İstanbul, İzmir gibi b üyü k merkez­ lerde görülen Özel Yüksek Okullar Lzurum'da olmadığı hal­ de. öğretim üyeleri Jakımından Alatürk Üniversitesi ile Er­ zurum

Eğitiın

Enstitüsü

ve

Yüksek

İslam

Enstitüsü

arasındaki ilişki, Ankara veya İstanbul'daki üniversitelerde çalışan öğretim üyelerinin Özel Yüksek Okullarla olan ilişki­ sinden farklı bir ilişki değildir. Bütün bunların dışında Komünizmle M ü c adele Demeği ve iktidar parlisiniı:ı il örgü tü ile iyi ilişkiler kuran, h atta b u örgü tlerde görev alan öğretim üyeleri v e öğretim yardımcıla­ nnın faaliyetleri, ar<:H · ı l·gemen sınıfın ideolojisini daha çok

meşrulaştımuş ve bu ideoloj iye bilimsel (!) bir kılıf geçirmeye çalışmıştır. Öğretlin üyelerinin25 yardımcılarının b u tutucu

kurumlarda resmi veya gayri resmi görevler almalan gerek bu kunımların yetkilileri, gerekşe üniversite yetkilileri tara- : fından kamuoyuna daima "halk ile üniversite arasında sağ­ lam bir bağ var" biçiminde duyurulmuştur. Görüldüğü gibi Erzurum'daki aracı egemen sınıf üniver­ sil eyi çok kısa bir zamanda etkisi altına almıştır. B u rada ar­ tık. "Mütevelli H eyeti'ne lüzum var mı? Yok mu?" gibi bir tartışmaya hiç gerek yok. Çünkü Mü tevelli Heyeti'nin yapa­ caklarını ü niversite bünyesinde yapacaklar zaten vardır. 25.

220

Bu uzun ü nvaniarın istismarı ndan başka bir şey d eğ ildir. Uzun ün­ van lar ı n elde edilmesi yine önemli bir konudur ve üzerinde durljllma­ ya değer.


Önemli olan ve üzerinde durulması gerekli bir konu da

"Bölge Üniversiteleri" kavramı ile ilgilidir. Yukanda değindi­

ğimiz gibi Atatürk Üniversitesi de Bölge Üniversitesi olarak kurulmuştur. Fakat belirtmeye çalıştığımız nedenlerden ötü­ rü şimdiye kadarki faaliyetleriyle de Doğu Anadolu'nun so­ runlarına hiçbir çözüm getirrnerniş, öteki üniversitelerin kö­ tü bir kopyası olmaktan öleye gidernerniştir. (*)

Bugün Doğu Anadolu'nun ekonomik ve toplumsal yapı­ sında meydana gelen en önemli süreç feodalizmin kapitaliz­ me doğru evrildiğidir. Ekonomik ve toplumsal alanda mey­ dana geleri bu değişimin siyasal planda, aşiret biçimindeki

toplumsal ve. siyasal örgütleşrne sistemlerini yıkıp , çok daha ileri bir aşama olan uluslaşma sürecini başlataeağı da şüp ­

h esizdir. Fakat son redece önemli olan bu olay hakkında

Atatürk Üniversitesi şimdiye kadar, -bu konu üzerinde bir

b askı aracı olmaktan öteye- hiçbir fikir belirtrnemiştir. S ınıf sorununda olduğu gibi, bu konuyu da küllendlm1eye çalış­

mıştır. Son derece önemli olan bu konuda üniversitenin he­ nüz hiçbir fikir belirtmemesi, onun toplumsal koşullardan

habersiz, toplumun temel dinamiklerinden tamamen kopuk bir varlık olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. "II. Mahmut Osmanlı İmparatorluğu 'nda kurulan ilk fa­ külte olan ve Fransızca öğretim yapması kararlaştırılan Ga­

latasaray Tıbbiyesi'nin açılış söylevinde: 'Sizlere Fransızca okutınaktan benim muradım , Fransızca lisanı tahsil ettir­ mek değildir. Ancak fenni tıbbı öğrenip refte refte kendi lisa­ nımıza almaktır ve ondan sonra memaliki mahruse - i şaha­

nenin her bir tarafına, Türkçe olmak üzere neşreylemektir'

(*) Ü n iversiten i n Ziraat Fakü ltesi'nde, Fitoteknik, Toprak, Zooteknik gibi alan larda, özellikle Doğu Anadolu'ya yönelmiş bir yığın araşt ırma ya­ pılm ıştır. Tarı m alan ı nda verim i artı rmaya yönelmiş bu araştı rmalar şüphesiz ki, değerli araştı rmalard ı r. Fakat ün iversite, verim artışı n ı n esas ü reticiye yansı m ası için neler yapm ışt ır? Yoksul geniş halk yı­ ğ ı n ların ı , yani esas üreticiyi mutl uluğa ulaştı rmak için bu araştırmala­ rın son uçların ı nas ı l değerlendirmek gerekir? Bu sorulara her şeyden önce mülkiyet ve üretim i lişkileri açı s ı ndan yani s ı n ıf açısından cevap aramak gerekir. Sorunun can alıcı noktas ı da budur. Soru nl ara mü lki­ yet ve üretim ilişkileri açısından bakılmad ı ğı sürece; yap ı lan araştı r­ maların, araşt ı rıcısına ün sağlamaktan öte bir anlam ve önemi yoktur. 221


demekle, Türkiye'nin hala geçerli olan eğitiini ve yüksek öğ­ renim politikasının ve modelinin ana çizgilerini belirtmişti. G erçekten üniversitelerimiZ görünürde, bilim evrenselli­

ği ölçüsü olarak aldığımız batı uygarlığının az gelişmiş olan ülkemize ith alinin en kısa yolu olarak düşünülmekted ir . ''2 6 Bu koşullar altında, üniversite var gücüyle Batı'daki ya­ pıtları Türkçe 'ye aktarmaya ç,alışmakta. bu modellere daya­

nılarak Türkiye'nin sorunlarına ç özüm yolu bulu nmak is­ terunektedir.

Özel

çalışmalar

yaparak

Türkiye'nin

ve

bölgenin somut gerçeklerini incelemek isteyenlerin, araştır­ maları gerçekleri ortaya çıkardığı, her şeyden önce egemen sınıfların çıkarlarına dokunduklan için baskı altında t u t u l ­ maktadırlar. Amerika'nın Atatürk Üniversitesi ile olan ilişki­ leri de, Amerika 'nın ekonomik ve politik görüşünün üniver­ site yolu ile Türkiye'ye ithalinden başka bir şey değildir. O halde Amerika yani emperyalizm , Doğu Anadolu 'nun iki bü ­ yük kentinden biri olan Erzurum'un ve ticaret b u ıj uvazisi­

nin bünyesindeki değişimi denetlernek istemiştir. bu isteğini

başarı ile sürdürmektedir. D u ru m Prof. Fehmi Yavuz'un d e ­ diği gibi "Üniversiteleri medreseleştirme" çabasından başka

bir şey değildir. Prof. Fehmi Yavuz şöyle demektedir: "Üni­ versiteleri medreseleştirme çabası içinde olarılar, sorumlula­ rın

tutumlanndan

büyük

ölçüde

faydalanınaktadır.

Ata­

türk'ün adını taşıyan Er..wrum'daki üniversite onların ağına

düşmüş görünüyor. Yarı feodal düzen içinde bulunan Doğu

illerinde bazı medreselerin hiçbir zaman kapatılmadığı da bi­ l inmekte idi. " 2 7 O halde , temel toplumsal yapı çelişkilerini devrime dö­ nüştürmek için gayret sarf etmeden, kültürel hayatı geliştir­ mek amacıyla , herhangi bir yerde üniversite açmak. tutucu

güçleri örgütleyip kuvvetlendirrnek ve eylemlerini meşru laş­ tınnaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır.

Çünkü temeldeki toplumsal yapı çelişkileri devam ettiği sürece, bu çelişkileri devrime dönüştürmeden getirilecek her

türlü tedbirler temel çelişkilerle bütürıleşir ve yine egemen sınıfların lehine işlemeye devam eder. Atatürk Üniversitesi

26. T.M.M.O.B. y.a.g. r. 27. Fehmi Yavuz, Deve Kuşları gibi, 1 6 N isan 1 970 Milliyet gazetesi. 222


Doğu Adanolu'nun ekonomik, toplumsal ve kültürel sorun­ Ianna ışık tutsun diye kurulmuş, fakat temel toplumsal yapı çelişkilerini devrime dönüştürecek hiçbir yapısal değişme yapılmadığı için, Atatürk Üniversitesi bölgenin sorunlarına ışık t u tmak şöyle d u rsun, tersine bu çelişkilerle bütürıleş­ miştir. Öte yandan bir Bölge Üniversitesi olarak kuru lduğu­ nu

iddia

etmekle

beraber,

Doğu

Anadolu'nun

sosyo­

ekonomik ve etnik koşullarını hiç dikkate almayan, almak istemeyen bu üniversite kurulduğu günden beri halkın dı­ şındadır� Bütün bunlar Dr. G ülseren Akder'in ısrarla üzerin­ de durduğu gibi fizikteki birleşik kaplar kanunu , toplum ya­ pısını oluştu ran kururnlar için

de

geçerlidir.

Buna göre

toplumsal yapıyı oluşturan kurumlar aynı dl"ızeydedir . Bir­ birlerinden ne ileridir ne de geri. Üniversite Türkiye toplu­ munun üniversitesidir ve tabiidir ki Türkiye'nin temel top­ lumsal

yapı

çelişkileri

ü niversitenin

bünyesinde

de

görülecektir. O halde temel toplumsal yapı çelişkileri devri­ me dönüşmeden getirilecek her türlü çözüm yollan başarısız ve anlamsız olduğu gibi, temel toplumsal yapı çelişkileriyle b ü tü nleştiği için de sorunlara daha kam1aşık bir hüviyet ge­ tirmektedir. Bu , üniversitede bile böyledir . 2 8

28. Fen Edebiyat Fakültesi'nde yapı lan asistanlık imtihanları i le i lgili yol­ suzluk iddialarını bölge bas ı n ı ndan incelemek ilginçtir. 1 2-1 3 Ocak 1 968 tarihli Devrim gazeteleri. Öte yandan , Erzurum'da H alk-Ün iversite i l işkileri ni, yukarıdaki çerçe­ ve içinde değerlendirebileceğimiz somut iki olay izledik: Birincisi 22 N isan 1 969 tarihinde, üniversitede, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Er­ zurum Şubesi tarafından d üzenlenen bir falklor ve şiir gecesinin, ge­ rici kuvvetler tarafı ndan sabote edi l mesi, ikincisi ise 20 Mart 1 970 ta­ rih inde, öğrenci sorunları na ilgi göstermeyen üniversite yönetimini protesto için, bir öğrencinin kend i n i yakarak intihara teşebbüs etm e­ s iyle başlayan olaylar. Her iki olayda da şehirdeki ticaret burjuvazisi ve onun üniversitedeki işbirlikçileri, üniversitedeki ilerici fikirleri ezmek içi n , kanl ı tertipler plan lam ı ş ve bunu sahneye koymuşlard ır. Her ikisinde de her türlü s ı n ıf bilincinden yoksun kademeler, kapıcı lar, "Üniversiteyi nam ussuz solculardan temizl iyoruz, yaşası n Müslüman Türkiye" sloganlarıyla öğrencilere karşı saldırıya geçm işlerd i r. Üniversite idarecileri, öğren 223


II.

GEÇİŞ HALİNDEKİ BİR TOPLUM: GÖÇEBE ALİKAN AŞİRETİ

A.

AŞİRET YAPISI

Göçebelik, toplumsal gelişimin ilk aşamalannda görülen ekonomik, toplumsal ve politik bir d üzendir. Toplumun ge ­ çim ve yaşama olanaklarıyla yani üretim iıe ilgili olduğu için ekonomik, öteki toplumlarla sürdürülen ilişkileri saptadığı için de politiktir. Bi.ı bakımdan aşiret biçimindeki toplumsal örgütleşme göçebelikle b ü tünleşmiş olup; göçebelik aşire t biçimindeki bir örgü l ü , aşiret örgütü de göçebeliği gerektir­ miştir. Bununla beraber göçebelik ve onun gereği olan göçe­ be aşiret düzeni, toplumların toprağa yerleşme süreci içinde geçici bir yaşama düzenidir. Ekonomik ilişkilerin karmaşık bir biçim alması özellikle kapitalist ilişkilerin yoğunlaşması sırasında . önce göçebelik sonra da göçebe düzeni ortadan kalkacaktır. Bu ifadeden anlaşılabileceği gibi "göçebe aşiret sislemi"yle "yerleşik aşiret sistemi" toplumsal gelişimin doğ­ ru llusu için d e birbirlerini izlerler. Saf ve bm�ulmamış biçi ­ miyle aşiret sistemi göçebeliği içerdiği için, yerleşik bir aşi­ ret. aslında aşiret özelliğini geniş ölçüde kaybetmişlir. Fakat göçebelik ortadan kalkınakla beraber aşiret örgü tünün eko­ nomik. toplumsal ve siyasal kurumlarının "yerleşme ola­ yı"ndan sonra da devam e ttiği bir gerçektir. Öte yandan top­ rağa bağlanmakla birlikte "göçe belik", "yarı göçebel ik" ve "yaylacılık" b içiminde d evam etmektedir. Göçebe aşiret sistemini, mevsime göre, büyük mesafeler arasında sürü göçrnekrini ifade eden " lranskumance" ola­ yından da ayırmak gerekir. O halde göçebe aşireli şöyle ta­ nımlayabiliriz: Sabit bir konuta ve toprağa bağlı olmadan, tarımsal faaliyetlerin yalnızca küçük baş hayvancılığı ile uğ-

cileri ezmek içi n , hademelere, kapıcı lara, şeh irdeki temizlik işçileri ne karş ı bildiri yay ı n l at m ı şlard ır. Bu koşullar alt ı nda Atat ü rk Üniversite­ si'nin, bir avuç ticaret burjuvazisi hariç, Doğu halkına bir yararı olma­ d ı ğ ı , E rzurum'da, iç dinam izm gereği ortaya çıkacak devrimci geliş­ meleri bile ön lediği ortadad ı r. Bu olaylar serisine, bir üçü ncüsünü daha ekleyebil iriz. 22. 07. 1 970 tarih inden son ra, bazı asistan ların ge­ rekçe gösterilmeden Atat ürk Ün iversitesi'ndeki görevlerine son veril­ mesi ile ilgili olarak başlayan olaylard ı r. Bu olaylarla ilg ili belgeler ay­ rıca yay ı nlanacakt ır. 224


raşan, hayvanıanna daha iyi otlaklar bulabilmek için mev­ sim ve b itki örtüsü durumuna göre, yaylalardan steplere, steplerden yaylalara göçüp,

daima çadır hayatı yaşayan,

kan akrabalığı bağı ve bizlik duygusu gibi b ağlarla birbirleri­ ne b ağlı, daima bir şefe b ağlanınayı tercih eden, az-çok ka­ palı bir ekonomiye sahip , geleneksel , fakat laik bir toplum­ dur.

G erçek

göçebelik

ise

böyle

bir

grubun

ekonomik.

toplumsal ve siyasal faaliyetleri ve yaşama düzenidir. Göçebe Alikan AŞireti kışı,

Garzan,

Beşiri,

Kurtı;ılan,

Kozluk (Sürt) , Silvan (Diyarbakır) . İdil, Cizre, (Mardin) gibi Güneydoğu steplerinde, yaz mevsimini, Aveberhan, Kariz, Nemrut, Süte , Süphan-Düav (Bitlis) , Çatak (Van) . Zövaser (Muş) gibi Van Gölü çevresindeki çeşitli yaylalarda geçiren bir Kürt aşiretidir. Göçebe Alikan Aşireti Van Gölü çevresiyle Mardin Ovası arasında hareket eden aşiretlerin en büyükle­ rinden biridir. Alikan Aşireti'nin tarihsel gelişimi, bölgenin tarihsel geli­ şimi ile yakından ilgilidir. Aşiretin toplumsal ekoloj isi ile bü­ tünleşip , sosyal organizasyonunun gelişmesi çevrenin sosyal yapısı ile sıkı bir biçimde ilgilidir. Bu . bakımdan, Alikan Aşi­ reti'nin, hareket alanının nüfus yapısı, ekonomik durumu , dil, eğitim ve öğretim durumu, yol, haberleşme ve sağlık ko­ şulları, bu bütünleşme ve gelişmede çok büyük rol oynar. Çevredeki nüfus a:(tışıyla birlikte. aşiretin hareket sahası daralmakta . dolayısıyla yaylak ve kışlaklara çok büyük kira bedelleri ödenmektedir. Bu ise aşiretin hayatına yeni bir yön verecek olan ekolojik problem yaratmaktadır. Bizzat göç olayı, Alikan Aşireti'ni çeşitli zaman ve yer ko­ şulan içerisinde, çeşitli sosyal grup ve yerleşme birimleriyle karşı karşıya getirmekte, b u ilişkiler sürecinde çeşitli mal ve hizmet alışverişi olmakta, bu ise aşiret hayatını dinamik kıl­ maktadır. Alikan Aşireti geleneksel ve durgun bir toplum ol­ mayıp , toplumsal tabakalaşmanın hakim olduğu ve bu top­ lumsal tabakalann toplum içinde bazı fonksiyonel aynınlar meydana getirdiği dinamik bir toplumdur. Aşiret hay;:ıtında her an birtakım değişiklikler olmakla beraber, düzen yine denge durumundadır. Bu dengeyi doğrudan doğruya grup dinamizminin ortaya çıkardığı tampon mekanizmalar sağla­ maktadır. Örneğin geleneksel durumda gerek aşiretin hare-

225


ket ettiği alandaki nüfusun az olması, gerek bu nüfusun ih ­

tiyacı olan toprağın yeterli olması, bunun yanında İran, Irak

ve Suriye sınırlarının göçebe hareketlerine kapalı olmaması sonucu, aşiret istediği yaylahlarda ve kışlaklarda istediği ka­

dar konaklayabilmektedir. Oysa nüfusun hızlı artışı, artan

nüfu su n yeni toprak istekleri, toprağı denetleyerılerin sayısı­

nın artışı, toprağın değerini ve fiyatını artınnıştır. Böylece geleneksel durumda, elini kolunu sanayarak yayladan yay­

ıaya istediği gibi dolaşan aşiret, yeni durumda istediği za­

man istediği yere gidemediği gibi gideceği veya konaklayaca­

ğı araziyi kiralamak zoru nda kalmaktadır. Çünkü , çevrede toprağın denetimi olayı yoğun bir biçimde devam etmekte,

nüfus artışı bu oluşumu hızlandırmaktadır. Böylece "kolek­

tif kiralama" denen bir kurum b elirmektedir. Her aile, sahip olduğu koyu n miktanna göre, bu kira bedelinin ödenmesine

katılmaktadır. Yaylalan kiraya verenlerin feodal beyler veya bölge idare makamları olması pek önemli değildir. Yalnız toplumsal gelişmenin çok erken safhalarında görü len "ko­

lektif mülkiyet" ile buradaki "kolektif kiralama"yı birbirine

karıştırmamak gerekir. Kolektif mülkiyette , mülkiyet unsur­ lan tamamen grubun ortak malıdır. Ailelerin mülkiyeti belir­

memiştir. Özel mülkiyetin belirmesi, toplumsal gelişmenin

daha ileri araşamalarmda görülen bir olaydır. Oysa, kolektif

kiralamada toprağa bağlı olmayan ve toprak mülkiyetine sa­

hip bulunmayan , fakat özel mülkiyetın tamamen belirmiş olduğu bir grupta. sııf dış toplumsal koşu lların zorlamasıy­ la, toplumu yeni bir dengeye u laştıran bir ku rumun belir­

mesi söz konusudur. Yalnız, ortaya çıkan yeni kurumların toplumu ne dereceye kadar ve ne kadar süre dengede tuta­

cağı. dış toplumsal koşullarm baskısı ile yakından ilgilidir.

Zaten, tampon fonksiyonlar da sabit ve değişmeyen bir den­

ge unsuru olmayıp , ilerleyen ihtiyaçlar karşısında daima b ü nye değişikliklerine uğrayarak toplumu yeni yeni dengele­

re u laştıran bir unsurdur.

Toplumsal ve kütürel değişmede görülen ikinci tampon

mekanizma veya fonksiyon, geleneksel durumda topluma

hakim olan. kururulann geçiş halinde üzerlerine yeni yeni

fonksiyonlar almalan biçiminde belirrn ektedir. Böylece gele­

neksel toplumun toplumsal kurumlan geçiş durumunda

bünye değişikliğine uğrayarak yeni yeni görevler yapmakta

226


ve gerilimleri önlemektedirler. Bunlardan en önemlisi, aşiret reisliği kurumunda görülen değişmelerdir. Geleneksel du­ rumda tamamen siyasal bir fonksiyonu olan aşiretin şeref ve namusunu öteki aşiretlere karşı koruyan, aşiretlerarası ça­ tışmalarda aşiretin stratej isini tayin eden, kendi aşireti için­ deki çatışmalarda yargıç rolü oynayan reis, yeni durumda bu görevleri dışında aşirete çok daha önemli olan birtakım hizmetler görmek zorundadır. Örneğin yukarda açıklamaya çalışılan kolektif kiralama işi, yeni durumda tamamen aşiret reisliği kurumunun yerine getireceği bir görevdir. Aşiret reisi konaklanacak yaylalann sahipleriyle önceden temasa geçer, fiyat konusunda anlaşılır, bu bedeli, hayvanların sayısına göre aşiretin üyelerinden toplar ve ilgili kimseye öder. Bu­

gün, aşiret reisi ancak bu görevi gerektiği gibi yerine getirdi­

ği, aşiretine iyi yayıaklar ve kışiaklar sağladığı zaman değer kazanır. Bu kurumun, geleneksel durumdaki yargılama yet­ kisi, dış etkenlerle bütünleşme ölçüsünde resmi kurumlara yani mahkemelere geçmekte ,

aşirellerarası anlaşmazlıklar

ise yukarıda sayılan nedenlerden ötürü gün geçtikçe azal­ maktadır. Öte yandan aşiret reisliği kurumunda meydana gelen değişme sosyal organizasyondaki değişme ile paralel gitmektedir. Daha çok kan bağı ile birbirlerine bağlı bir aşireti politik bir blrlik olarak da ele almak mümkündür. En küçük birim olan çadır, daha sonra zama, kabile , aşiret, ulukişi gibi ba­ samaklar aynı zamanda siyasal bir kademelenmeyi de gös­ termektedir. Ancak, esas siyasal birlik kabile ve aşirettir. Bir de u lukişi vardır.

Ulukişi eski düzende aşiretlerarası bir

konfederasyon lideri gibi görülmektedir. Aşiretlerin siyasal, toplumsal ve ekonomik çatışmalannda birbirleriyle daha iyi anlaşabilen, aynı çıkarları gerçekleştirmek isteyen aşiretler bir araya gelmekte ve kuvvetli bir kişiyi de reis tayin etmek­ ' tedir. Fakat yeni düzende ulukişi ortadan kalktığı gibi bir de zama denen yerleşme birimleri doğmuştur. Zoma ne kabile­ dir ne de aşiret, sadece aşiret içinde bulunan çeşitli kabile­ lerden ailelerin yan yana geldikleri bir yerleşme birimidir.

Önceleri sadece kabileler bir yerleşme birimi meydana geti­ rirken, Şimdi aşiret içinde çeşitli kabilelerden birtakım aile­

ler yan yana gelerek bir yerleşme birimi meydana getirmek­ tedir. Dolayısıyla, politik güç de ulukişinin, aşiret reisinin

227


kişiliğinde temsil edilmektedir. Bu durumda , akrabalık bağı­

nın zaten önemli bir unsur olarak belirmediği, zama bugün­

kü aşıret organizasyonunda tamamen politik bir güç olarak

ortaya çıkmaktadır. Fakat bu değişme toplumda bir bulıran

yaratmamıştır. Toplum dinamizminin ortaya çıkardığı tam­ pon mekanizma sayesinde yine denge durumuna u laşmıştır.

Bu tampon fonksiyon aşiret reisinin yüklendiği yeni görevi­ dir. Bunun meydana gelmesinin nedeni ise aşiret dışı top­

lumsal güçler özellikle köy, kasaba gibi yerleşik gruplardan

gelen baskılar karşısında artık kabile dayanışrnasımn yeter olmadığı, aşiret içi bir dayanışmanın kaçınılmaz olduğu an­

layışı, yani doğrudan doğruya dışa karşı güvenliği ilgilendi­

ren bir sorundur.

Bu toplumsal kurumlardan biri de "Çerçi"dir. Gelenek­

sel dururnda

tamamen kendine yeterlik gösteren göçebe

ekonomisi dış iktisadi ilişkilerini tamamen çerçilerle devam

ettirmektedir. Çerçi, hayvanlarıyla birlikte çadırlara kadar

gelmekte ufak-tefek mallarını (çay , şeker, incik-boncuk vs . )

göçebenin y ü n v e peyniri ile trampa etmektedir. Oysa yeni durumda üretim olanaklannın artması, göçebenin bunlan

tüketemernesi, onun dışarı ile daha fazla ve yoğun ilişkiler kurmasını gerektirmiş ve bu süreç içinde geleneksel durum­

da dış ilişkilerde görülen çerçi, ya alım satım olanaklarını

daha çok geliştirerek göçebenin bu üretimini değerlendirmiş

veya göçebe, alım satım kapasitesi daha geniş olan kasaba

tüccan ile ilişki kurmaya başlamıştır. Burada çerçinin yeni

fonksiyonu, yeni beliren kasaba tüccarı ile artan üretimi de­

ğerlendirerek bulıran ve gerilimleri önlemek göçebenin dışa açılması ve dış etkenlerle bütünleşmesinde tampon görevi

p

ya arak denge sağlamaktır. Tüccar ve göçebeler arasındaki ilişki, tamamen borçlanma ve faiz mekanizmasına dayan­

makta ve bu ilişki tüccar lehine işlemektedir. Çünkü , tüccar

bu ilişkiler sonunda, toplurnun dışan açılmasında tampon

bir görev benimsediği gibi, göçebelerin fazla üretimini bu

ilişkiler sonunda kendisine geçirmekte ve bunu paraya çevi­

rerek birikim yapmaktadır. Bu şimdilik, çok zayıf ve az geliş­

miş bir kapitalist birikim olarak görülmektedir. Bütün bun­ lar

ise

göçebe

aşiretlerde

mevcut

olan

feodal

üretim

biçiminin parçalamp daha ileri bir aşamaya geçmesine engel olmaktadır.

228


Toplumsal değişme süreci içinde beliren üçüncü tam­ pon fonksiyon bizzat aşiret üyelerinin geleneksel durumda benimsenmeyen

bazı

görevleri

benimsemeleridir.

Göçebe

Kürt toplumunda erkek evladın babasından öğrendiği ve ba­ basının eviadına öğrettiği biricik sanat ve faaliyet "çoban­

lık"tır. Oysa, yeni dururnda bizzat göç olayı aşireti çeşitli za­ man ve mekanda çeşitli sosy

ruplarla. kamu idareleriyle

ve güvenlik makamlanyla karşı karşıya getirmekte ve yeni ilişkiler ortaya çıkmaktadır .. Geleneksel durumda aşiretin dış ilişkilerini düzenleyen aşiret reisidir. Öteki aşiretlerle ça­ tışmanın yeri ve zamanını saptamak; aşireti öteki aşiretlere ve kamu yönetimine karşı temsil etmek reisin görevlerinden­ dir. Oysa, yeni Türkiye Devleti, aşiretleri resmi bir yönetim saymadığı gibi, çeşitli sosyal ve ekonomik baskılar da aşiret­ lerin ilgilerini daha başka alanlara sürüklerniş, böylece· ara­ daki anlaşmazlıklar azalmış, dolayısıyla aşiret reisi birtakım fonksiyonlannı yitirmiştir. Reis bu fonksiyonlan ile birlikte ernretme gücünü de yitirmiş yalnız yaylak ve kışlak kirala­ mak suretiyle aşiretine yararlı olmaya çalışan bir kimse du ­ rumuna gelmiştir. Gittikçe artan dış ekonomik ve toplumsal baskılar. kira bedellerinin gittikçe artması, aşiret hayatını zorlaştırmış ve bu zorluklar onu yerleşrneye doğru itmiştir. Bu nokta ise tüm olarak aşireti değil, alileleri ilgilendiren bir sorundur. Bütün bu süreç içinde yenileşen aşiret, gelenek­ sel değerlerinden sıynlarak, hareket ettiği alana hakim olan değerleri bulmak ve benimsernek zorunda kalmıştır. Şimdi­ lik bunlardan göze çarpan en önemli iki tanesi, askerlik yap­ mak ve Türkçe öğrenrnektir. Bilindiği gibi, göçebe Kürt aşiretlerinde hakim olan dil "Kürtçe"dir. Aşiret yüzde yüz Kürtçe konuşur. Türkçe bilen­ lerin oranı ise yüzde 20-25 kadardır. Artan ilişkilerini daha sağlam bir biçimde yapması için didinen, özellikle yöresel idarelerk ve devletle daha yakın ilişkiler kurmaya çalışan aşiret

üyeleri Türkçe öğrenmenin gereğine

inanmışlardır.

Bu. onlann okul gibi resmi birtakını kurumlan kolaylıkla kabul etmelerini sağladığı gibi "askerlik yapıp adam olmak" eğilimini de artırmıştır. 29 Önceden askere gitmernek için kıyı

29. Örneğin 1 964 - 1 965 yaz aylarında zamanın Bitlis Valisi'nin Nemrut Dağı'nda açtığ ı gezici yaz okul ları, yine ayn ı yıllarda Ah lat Kaymaka229


köşe kaçanlar şimdi büyük bir memnuniyetle askere git­ mektedir. Aşağıdaki çizelge bu durumu gayet açık bir biçim­ de göstermektedir. Eskiden asker olmamak için kıyı bucak kaçan kimseler artık gönüllü olarak askerlik şubelerine başvurmaktadır. Bu özellik geleneksel bir toplumun hareket ettiği alanın değer yargılanyla bütünleşmesinin örneklerinden birid ir. Böylece

kiAYe hakim olan "Askerlik yap ­ !'öçebeye de yerleşmektedir.

hemen h emen bütün Tür

mayan adam olmaz" anla)rışi"

Soru : Önceden Askere G itmemek İçin Gizleniyordunuz, Şimdi Neden G itmek istiyorsunuz?

% Türkçe ve oku ma-yazma öğretir

45 .9

Devlet m ecburi götü rm ektedi r

5.4

Çeşitli bilgiler verir

1 0. 8

Şehird e , çarş ıda, pazarda adam içine çıkmam ı z ı sağlar

21 .6

Vatan hiz metidir

1 6 .2

Başka

1 00.0

Toplam Sayı

37

Kaynak: ismail Beşikçi , Doğ u'da Değişim ve Yapısal Sorunlar S. 1 94 Kürt aşiretleri üzerinde

sosyolojik araştırmalar yapan

Ziya Gökalp bu konuda şunları söylemektedir: "Aşiret fertle­ rinden yalnız aşili mefkureler bulunduğunu, vatani mefku - ·

renin henüz t eşekkül etmediğini söylemiştik. Binaenaleyh ,

bunlar uzak yerlere gidip askerlik edemezler. Bunlardan yö­ resel taburlar teşkil ederek, arzu edenlerin inşaat ve imalat­ ta istihdam edilmeleri mümkündür. Eski teşkilatunızda ya­ ya,

müsellem,

yörük,

doynuk

narnındaki

askerler

m ı Mecit Sönm ez'in göçebe çocuklar ı n ı Ah lat Bölge Yatılı Okulu'na alıp okutma faaliyetleri Tü rkçe öğretmek bakımından çok olumlu so­ n uçlar verm iştir. Yalnız, Tü rkçe öğretmek bakı m ı ndan olumlu olan bu olay ı n özü itibarıyla yan l ı ş olduğunu, asimile edici etkilerini ileride tar­ tı şacağ ız. ismail Beşikçi, Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar, s. 246 vd. ·

230


urnumiyetle yolları . köprüleri yaparlar ordunun teknik işle­ riyle uğraşırlardı. Bir kısım Kürtleri göçebe kalmaya, yerle­ şik aşiret yahut ağa köyü halinde yaşamaya sevkeden en büyük arnillerden biri de askerliktir. Çünkü bu vaziyetlerde kaldıkça, asker firarisi olarak kendi abalarında yahut köyle­ rinde yaşayabiliyorlar, halbuki ahali köyleri haline gelince, firari olarak yaşayamazlar. Hükümetin gayesi ise bütün bu halklan ahali köyleri haline getirmektir. Bu havaliye ait ka­ nunları o şekilde kapmalı ki bütün bu iptidai teşkilatların ahali köyleri haline gelmeleri mümkün olabilsin. "30 Aşiret hayatındaki bu değişmenin Ziya Gökalp'in anlat­ tığı düzeyden bu düzeye u laşması önemli bir gelişmedir. Böylece, erkek evlat geleneksel durumda mevcut olma­ yan fakat geçiş halinde ortaya çıkan yeni durumlarda birta­ kim görevleri benimsemiş, bu görevlerle dış ilişkiler daha iyi kurulmuş ve değişmenin ortaya çıkaracağı bunalımlar ön­ lenmiştir. Geçiş durumunda başka görevlerin benimsendiğini de görrnek mümkündür. Bu, doğrudan doğruya çerçinin yaptığı birtakım hizmetlerin aşiretin üyelerinden birisi tarafından yapılmasıdır. Geleneksel dururnda tamamen dışandan gelen çerçi yeni durumda bir toplumsal farklılaşma sonucu, bizzat aşiretlerden çıkmaktadır. Böylece aşiretten birkaç kişi dışar­ dan çerçinin gelmesini beklemeden, çerçinin yaptığı görevi kendileri benirnsernektedir. Bu da, toplumsal farklılaşmanın en güzel örneklerinden biridir. Bütün bunlardan dolayı sosyal değişme süreci içinde bizzat toplumsal dinarnizmin ortaya çıkardığı tampon fonk­ siyonlarla, toplum buhransız ve gerilimsiz olarak yeni yeni dengelere ulaşmaktadır. Fakat birinci tampon rnekanizrnada belirttiğimiz gibi, kolektif kiralama toplumu uzun süre den­ gede tutacak bir özellik göstermernektedir. Dış ekonomik ve sosyal koşullarm gittikçe artan baskısı karşısında aşiret ha­ yatı gün geçtikçe zorlaşacak ve bu oluşum yavaş yavaş top­ rağa yerleşrrieyi öngörecektir. Bunun sonunda ise insan iliş­ kileri anonimleşmiş bir karakter kazanacaktır. O halde sosyal değişme süreci içinde toplumsal kurumlar birbirleriy30. Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, s. 1 8 23 1


le yeni yeni ilişkiler kurarak toplumu yeni yeni dengelere ulaştırabilirlerse de, toplum tüm olarak çözülme ve toprağa yerleşme dunımu ile karşı karşıyadır. Bu eğilimin hızlı veya yavaş olması hükümetin siyasal tercihleri ve sosyal politika hedefleriyle sıkı bir biçimde ilgilidir. B.

ÜRETİM İLİŞKİLERİ

Göçebe Alikan Aşireti'nde, üretim, daha çok tüketim için yapılıyor görünüyorsa da, belirli bir tüketim fazlasını görmek de mümkündür. Fakat bu üretim fazlası ekonomiyi kapılı olmaktan kurtaramamaktadır. Çünkü göçebe birçok mal ve hizmeti kendi bünyesi içinde yaratır. Göçebe yaşayışı zaten basit ve hayvancılığa bağlı olduğu için, çeşitli ihtiyaç­ lar, hayvan ürünlerinden de sağlanabilmektedir. Örneğin çadır, göçebenin tamamen kendi malıdır. Bütün araç ve ge­ recini kendi sağlar. Yiyecek maddelerinin ekin yani un hariç olmak üzere yüzde yüzü , giyecek maddelerinin çok büyük bir kısmı doğrudan doğruya göçebe tarafından sağlanır. G öçebenin üretim araç ve gereçleri yani teknoloj isi çok ilkeldir. Bunlar süt ve yapınlarını üreten, koruyan ve sakla­ yan, yün ve kıldan bazı yapınlar elde edilmesine yarayan ba­ zı araç ve gereçlerdir. Göçebe peyniri özellikle tulum peyniri­ dir. Peynir yapımında kullanılan ve şilaf denilen maya b izzat göçebe tarafından yapılır. Tulum veya tuluk, koyun ve keçi derilerinden yapılır. Bu deriler yıkanır, tuzlanır ve kurutu­ lur. Sonra tekrar ıslatılarak dikilir ve şişirilir. G öçebe sütü ve suyu bu tulumlarda taşınır. Yün ve kılı, yapılmış madde­ ler haline getirmek için kullanılan araç ve gereçleri ise şu bi­ çimde sıralayabiliriz: İğ, kirman, yün tarağı, dokuma tezga­ hı. Bunlardan bazılarının (İğ-kirman) her evde bulunmasına karşın, bazılan sadece aşiretin ileri gelen birkaç çadınnda bulunur (tezgah) . Tezgahı olmayanlar, bazı angaryalar karşı­ lığında olanıannkinden yararlanırlar. Görüldüğü gibi göçebe teknolojisi çok ilkeldir. Bu ilkel teknolojinin en belirgin sonucu ise artık-ü rünün son derece az olmasıdır. Fakat zamanla, göçebenin, yerleşik tanmsal toplumlarla daha çok ilişki halinde bulunması. ü retilen hay� van ürünlerinin tüketim ihtiyaçlannı aşması, çeşitli değiş­ tokuş usullerinin meydana gelmesine sebep olmuştur. Bu232


rada.

a)

çerçi,

b)

kasaba tüccarı.

c)

kent tüccim olmak üze­

re, göçebenin ekonomik, toplumsal ve politik ilişkilelini yü­

rüttüğü başlıca üç kademe sayabiliriz:

Çerçi göçebe ekonomisinde çok önemli rol oynayan bir

kurumdur. Çerçi kasabadan sağladığı bir miktar para ile şe­ ker-çay, incik-boncuk, boya, bisküvit, çocuk oyuncağı vs.

satın alır. Bunu bir katıra yükler ve zama zama gezer. Bu

şeyleri oralarda yün, kıl, kitre (yayla otlarından sağlanan bir

maddedir, zamk endüstrisinde kullanılır) karşılığında değiş­ tirir. B u rada tamamen trampa ekonomisi yürürlüktedir. Pa­

ra geçerli değildir. Elma, armut, karpuz vs. getiren çerçiler de vardır. Çerçi ile yapılan bu alış-verişi kadınlar yürütür.

G öçebeler çerçiden başka, kasaba tüccan ile ilişki kurarlar.

Bu düzeyde pazarlık zamada olrriaz. Göçebe malını kasaba­

ya götürür. Fakat malın çeşidinde herhangi bir değişiklik yoktur.

Buna karşın aldığı mallarda değişiklik olmuştur.

Ayakkabı,

elbiselik gibi giyim-kuşam malzemesi ve kap­

kacak alır. Ve artık ekonomide para rol oynar. % 50-60 trampa: % 40-50 paralı ekonomi vardır.

ilişkilerin kent tüccarı ile olan düzeyinde ise hem ekono­

mik ilişkilere konu olan araç ve gereçler, hem de mekanizma farklıdır. Burada göçebenin başlıca ürünü koyun ve yündür.

Bu 'kademede peynir değerinden kaybetmiştir. Para ekono­

misi h akimdir. Tüccar aldığı koyun ve yün karşılığında para

ve kredi verir. Burada kredinin rolü şudur: Bir tüccar göçe­ benin koyun ve yünlerinin başka birisine satılınasını önle­

mek için, önceden, göçebeye kredi açar, yani ara verir. Böy­

lece, göçebeyi kendine bağlamış olur. Bazen bir tllccann her

yıl, aynı göçebenin koyun ve yünlerini aldığı da görülür. Bu pazarlık doğrudan doğruya tüccarın çadırları. ziyareti �ıra­ sında, yani sürü başında yapılır.

Burada belirtmek istediğimiz en önemli nokta, bütün

bu ilişkilelin yani kasaba tüccarı, çerçi ve kent tüccannın,

göçebe ekonomisinin bünyesin e aynı zamanda ve aynı me­

kanda görülebilmesidir. Yani çerçi, kasaba tüccarı ve kent

tüccan ve hatta giderek büyük kent tüccarı, göçebe Alikan

Aşireti'nin dışarı ile olan ilişkilerinin yoğunlaşması sırasında birbirlerini izleyen ekonomik ve toplumsal ilişkiler değildir.

O halde iç içe ve yan yana bir durum gösterirler. Çerçi ile

233


olan ilişkilerde tamamen trampa söz konusu olup feodalizm öncesi bir üretim biçiminin özellikleri vardır. Çünkü burada para söz konusu değildir. Kasaba tüccarı ile olan ilişkiler fe­ odaldir. Çünkü göçebe, yün, kıl, peyniT gibi bazı üretim ar­ tıklan tüccara kaptırmakta, bunun karşılığında gaz, tuz, bez, şeker vb. gibi ihtiyaç -maddelerini almaktadır. Bu safha­ da yine değiş-toku ş söz konu sudur. Fakat kasaba tüccarı ile olan ilişkiler, göçebeler bakırnından feodal olduğu halde, ka­ saba tüccarı ile olan ilişkiler, göçebeler bakımından feodal olduğu halçle, kasaba lüccarı bakımından feodal niteliğini biraz aşmıştır. Çünkü az da olsa bir birikim vardır. Kent tüc'can ile olan ilişkilerde bu ikileşme daha çok belirgindir. Kent tüccannın aşirete bakan yüzü feodal olduğu halde, bü­ yük kent tüccanna kadar yönü kapitalisltir. Ç ü nkü kent tüccan (buna tefeci de diyebiliriz) aşiretlerden koyunları top­ larken feodal törelerden yararlanır ve bu töreleri kendi çı­ karlarına göre kullanır. Bu hayvanlan daha büyük tüketim merkezlerinde değerlendirmeye başladığı zaman artık feodal değildir. Batı'daki kapitalistlerle ilişki kurarak onlarla bü­ tünleşmeye çalışır.

O h alde :

l.. Aşiretin ekonomik ilişkilerinde·3 önemli yön vardır.

a)

Feodalizm Öncesi,

b)

Feodal,

c)

Kapitalist.

2. Üretimde feodalizm öncesi ve feodal ilişkiler hakim­ dir. Fakat üretim, giderek kapitalist pazar içindir. Aşiretin çerçi ve kasaba tüccan ile olan ilişkileri, aşiret bakımından, feodalizm öncesi bir üretim biçimi ve feodaldir. Çünkü p azar için üretim söz konusu değildir. Aşireti:r'ı üret­ tikleriyle

üretemediklerinin

değiş-lokuşu

söz konu sudur.

İleride gelir dağılımı ve sosyal sınıflar bölQmünde d e görüle­ bileceği gibi beş kaderneye ayrıiabilen gelir gruplarından sa­ dece % 5 . 5'i yani 2 aile yılda ı 7 . 000 1L'ye yakın bir bikirim yapabilmektedir. Geriye kalan % 94.5'i yani 35 aile ise son derece az bir birikim yapmaktadır. Aslında bunlar birikim de değildir. Çünkü ekoloj ik baskıların günden güne artması­ na paralel olarak

görünmeyen masraflar

da artmaktadır.

Aşiretin çerçi, kasaba tü cc an ve· kent tüccarı ile olan ilişkile­ ri çerçi ve kasaba tüccan bakımından ise feodal ilişkileri bi-

234


raz aşmakta, kent tüccan ve daha ileri ilişkiler bakırnından ise iyice kapitalist olmaktadır. Bu durum sınıfsal bir dönü­ şümün belirtilerini de ortaya koymaktadır. Önemli nokta gö­ çebe aşiret ile esas tüketiciler arasında rol oynayan bu aracı sınıfın kendi arasında da ekonomik tabakalaşmarıın görül­ düğüdür. Çerçi, kasaba tüccarı, kent tüccan, giderek büyük kent tüccarı arasında büyük gelir farklılıkları vardır. Bu ta­ bakalaşma sert değildir. Ç erçi birikimini artırdığı zaman, ka­ sahada bir dükkan alıp yerleşmekte, kasaba tüccarı da zen­ ginleştiği zaman, kasabayı terk edip kente yerleşmekte ve daha büyük işlerle uğraşmaktadır. Aşiretin bütün bu dış ilişkilerinde toplumsal güvenlik endişesi de rol oynamakta­ dır. Kent ve kasabalardaki tüccarlarla ilişki kuran aşire t , güvenliğini de sağlamakta, fakat borçlanma v e faiz mekaniz­ ması artık ürünün devamlı olarak onlar birikimi sonucunu doğurinaktadır. Aşiretteki üretim ilişkilerine karakterini veren başka bir unsur da, aşiret üyelerinin, reisierine karşı, belirli süre içeri­ sinde vermek zorunda olduklan koyun, yün, para gibi şeyler ve kerpiç taşımak, ekin taşımak vs. gibi yerine getirmek zo­ runda

oldukları

bazı

angaıyalardır

çobanlık vs.

Burada

ödenmeyen emek de söz konusudur. Reis , emeğe h içbir üc­ ret ödemeden bazı mal ve hizmetlere sahip olabilmektedir. B ü tün bunların ötesinde , üretim ilişkilerine feodal karakte­ rini veren esas unsur, yaylak ve kışiaklann kiralanınasında ve göç sırasında çeşitli kurum ve kişilerin, tımak parası, ayak bastı parası, yol kesti parası, zarar-ziyan parası gibi mali hukuk bakımından ne olduğu belli olmayan Raraların · alınmasında ortaya çıkmaktadır. Kolektif kiralama olayı ve çeşitli paraların alınması sırasında , aşiret üyelerinin emeği h içbir ücret ödenıneden toprak ve yayla sahipleri tarafından

za pt edilmektedir. (•)

n Yaylak ve kı şlak hakları alınması Osman l ı devrinden kalma töreler­ d i r. Bu konuda Evliya Çelebi'de bazı bi lgiler var: . . . 1 586 y ı lında 3. M urat Han vaziri Cağala zade Sinan Paşa, Demavend kalesi n i yedi g ü nde fethedip, yerle bir etm iş ve Demavend dağ ından beş yüz bin koyun sürm üştür. Hala bu yaylada on kere yüz bin kadar hayvan bu­ lunur. Bu yaylaların doğu taraf ında yayiayan Avşar, Kerhani,' Dem­ bali, Dumdumi Türkmen lerinden yayla hakları n ı , Acem şah ı tarafın­ dan tayin ed ilmiş Rey şehri Han ı alı r. Ama yine bu Demavend "

235


C.

GEUR DAÖIUMI ve SINIFLAR

Gelirin meydana gelmesinde rol oynayan esas u nsur ko­ yundur. Göçebeler gerek koyun satışından. gerek koyuna bağlı olarak yün, kıl , peynir, yağ vs. satışından gelir elde ederler. Aşağıdaki çizelgelere baktığımız zaman gelir ve gi­

derlerin birbirlerine

paralel gittiğini görürüz.

Fakat gelir

gruplan arasındaki, son derece dengesiz dağılımı görmemek olanaksızdır. Örneğin, birinci gelir grubunun toplam gelire oranı % 0. 6 olmasına karşın, beşinci gelir grubunda bu oran % 2 7 . 5'tir.

Başka bir deyişle ailelerin % 8 . 3'ü gelirin %

0 .6'sını tasarruf ederken, % 5 . 5'i, % 2 7 . 5 'ini tasarruf etmek­ tedir. Aynı şeyi, gider gruplan için de söylemek mümkün­ dür. Bu , göçebe aşiretlerin ilkel komünal toplurnlara özgü, basit bir grup olmadığını, kendi bünyesi içinde keskin bir bi­ çimde sıruflaştığını, dolayısıyla statik değil, dinamik bir top­ lum olduğunu göstermektedir. Gelirin büyük bir kısmı koyun satışından

(%

54. 4) .

önemli bir kısmı da (% 40) peyniT ve yün satışından meyda­ na gelir. Giderin büyük bir kısmı ise , % 2 1 . 2 ile arazi kirası­ na (yol kesti parası, ayak bastı parası, tırnak parası, zarar­ ziyan parası vs. dahil) . % 2 3 . 5 ile yem parasına ve % 2 8-30 ile gıda maddelerine gidiyor. Aşiret içinde, gelir dağılımında büyük farklılaşmalar ol­ makla beraber meslek farklılaşması yoktur. Genellikle her­ kes çobandır. Fakat dış etkenlerle bütü nleşme eğilimi arttık­ ça böyle bir farklılaşma da görülebilir.

Örneğin çerçinin

yaptığı işi, aşiret içinden birisinin yapması olanağı vardır. •

dağ ı n ı n gü n eyinde ve batısında yayiayan Arap, Türk ve Zebari Kü rtle­ rinden yayla hakkını imad iye Hakimi ile Akra Beyi al ı rlar." (E. Çelebi, Cilt 7, s. 1 2 1 ) Ayrıca Bk. Evliya Çelebi, Cilt 6, s. 282, 284. Halil inalcık, Osman lı larda Raiyyet Rüsumu, Belleten, Cilt 23, sayı 92, Ekim 1 959, s. 593. Ömer Lütfi Barkan, 1 5. ve 1 6. y üzyıllarda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esaslar ı , EFY, istanbul 1 943, Bk. Erzurum Kanunu madde 28 (s . 6 7) , Ayd ı n Kanunu madde 44 (s. 1 2) , Bozuluş Kanunu, s. 1 41 . 236


ÇIZELGE 25: ALiKAN AŞiRETi'NDE GELi R ve GiDER GRUPLARI

Gelir ve G ider Hane Grupları Sayısı

Aile Baş ına Aile Başı Aile Başı Aile Başı E rişkin Nüfus Gelir Ort. Gelir Ort. Artırım Ortalaması TL. TL. TL. -50 1 . 1 50 2.1 1 . 1 00

o/o

1

3

8.3

2

9

24.3

3.9

2 . 1 40

1 . 974

1 66

3

18

48.4

5.2

9.1 1 o

791 1

1 . 1 99

4

5

1 3.5

6.6

23.600

1 8. 1 87

5.4 1 3

2

5.5

8.1

6 1 .250

44.334

1 6.9 1 6

37

1 00.00

5

Toplam

Kaynak: ismail Beşikçi, Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar

(Göçebe Alikan Aşireti, Çizelge 30, 31 , 32, 33, 34) ÇiZELGE 26: ALiKAN AŞiRETiNDE GELiR DAGILIMI

Gider Hane Grupları Sayıları

o/o

Aile Grupları Arasında Geli rDağ ı l ı m ı

%

ve

SINIFLAR

Gider Grupları Arasında Gider Dağ ı l ı m ı

%

1

3

8.3

3.400

0.6

3.450

1 .2

2

9

24.3

1 8. 850

4.5

1 7.771

5.9

3

18

48. 4

1 26. 1 88

39. 1

1 27.79 1

34.5

4

5

1 3.5

1 1 8.000

28.2

90.770

28.0

5

Toplam

2

5.5

1 22.500

27.5

88.008

27.4

37

1 00.00

424.938

1 00.0

327.790

1 00.0

Kaynak: lsmail Beşikçi, y.a.g.e., Çizelge 30, 32.

D. TOPLUMSAL DEÖİŞMEDE GÖZLENEBİLECEK BAZI OLUŞUMLAR Toplumsal değişme, her şeyden önce bir yapısal farklı­

laşmayı, sonra da bütünleşmeyi ifade eder. De ğişme süreci içinde geleneksel toplum önce dış dünyaya açılır, bu sırada

toplumsal kurumlarda birtakım yapısar farklılaşmalar olur, sonunda değ erler sistemi ve insan ilişkileri,

kendisinden

ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan daha ileri olan bir

237


toplumun değerler sistemi ve ilişkileriyle bütünleşir. İşte bu oluşum içinde, geleneksel toplum, eski durumda kendi bün­ yesinde var olan değerleri yitirip y�ni düzenin değerlerini be­ nimser. Fakat geleneksel toplumun laik değerleri iktisadi kalkınma bakımından daha elverişli ve pozitif olduğu halde bu pozitif değerler negatif olanlarla yer değiştirmektedir. Bu­ rada, aslında sınıfların belirmesi ve egemen sınıfların kendi sınıfsal çıkarlarını ve kendi sınıflarının değerler yapısını tüm h alkın ve grubun imiş gibi göstermeye başlaması söz konu­ sudur. Şurası şü phesiz ki, göçebelik toplumsal gelişmenin er­ ken salhalarında görülüp, bugün kalıntı halinde devam eden bir yaşama biçimidir. Geniş hayvan sürülerini besieye­ bilmek için yaz ve kış, iklim ve bitki örtüsü olanaklarından yararlanmak isteyen göçebe bu faaliyetlerini mümkü n oldu­ ğu kadar kent, kasaba ve köy topluluklanndan ve bunların etki alanlarından uzak yerlerde yapmak istemektedir. Bu bakımdan gerek yaylaklar, gerek kışlaklar bu toplu l ı ı kl;ı r ­ dan daima uzak, dağların yüksek kısımları ve yaylalarm tenha yerleridir. Dolayısıyla göçebe aşiretlerin insanları ile kent ve köy h alklarının ilişkileri gayet dar olmuştur. öı e yandan, bu iki grup arasında zamanla beliren sosyal kast bu ilişkileri daha çok sınırlandınnıştır. Burada sosyal kast deyimiyle kastettiğimiz husus şudur: Aslında gerek göçebe­ ler, gerekse yerleşik gruplar aynı halktan yani Kürt halkın­ dandır. Bunun Kürtçe'deki karşıliğı "Kurmanç"dır. Kurınanç sözünü , Kürt feodal aristokrasisi, Kürt h alkı için kullanır. Ulusal bilincin henüz gelişmemiş olduğu aşiret sisteminde "Kurmanç" sözünün aşağılayıcı bir anlamı vardır. Kur­ ınanç'ın aşağılayan anlamından sıynlarak değer kazanması. ancak aşiret sistemlerinin yıkılışıyla birlikte ortaya çıkar. İş­ te yukanda belirttiğimiz etnik kast Kı;1rmanç sözüne verilen anlamda ortaya çıkmaktadır. Yerleşik gruplar feodal aristok­ rasinin değer yapılarının daha çok etkisi altında kaldıkların­ dan, onların göçebelere karşı daha yukandan bakmalan do­ ğaldır. Öte yandan İslam dininin, özellikle kasaba ve kentlerde hakim olan ezici etkilerini (bu etkiler İslam dininin egemen sınıfların ideolojisi doğrultusunda , yani yanlış olarak yapı­ lan yorumu sonucu ortaya çl.kmıştır) göçebe Kürt aşiretle238


rinde görmek olanağı yoktur. Burada, toplumun kanun ve kuralları hiçbir zaman dini olmayıp doğrudan doğruya insa­ nın tabiatla olan ilişkilertnden, toprağı kullanma ve toprak­ tan yararlanma tarzlarından doğmaktadır. Daima tabiatın güçlü klertyle karşı karşıya olan göçebe, onu en üstün bir bi­ çimde değerlendirmeyi aramakta ve bulmaktadır. Bu bakım­ dan, bizzat iktisadi faaliyetler ve mülkiyet ilişkilert göçebe­ nin laik olması sonucunu doğurmakta ve bu laik özellikle göçebe ahlakının ve karakterinin teşekkülünde büyük rol oynamaktadır. Burada, göçebenin laik olmasından dini de­ ğerleiine bağlı olmadığı ve sahip çıkmadığı anlamı çıkarılma­ malıdır. Yine beş vakit namazını kılan, Hicaz'a gidip gelen. Kuran-ı Kerim okuyan kimseler vardır. Fakat, din hiçbir za­ man insanlar arası ilişkilerde bir baskı aracı değildir. Örne­ ğin toplum, göçebeliğin yapısal karakterinden dolayı bir ma­ bet yaratmadığı gibi, dini görevleri yerine getirecek aracı bir kişiye de ihtiyaç duymamıştır. Bu kişi gerektiği zaman çev­ redeki köylerden sağlanmaktadır. Hacılar ancak yaşlı olduk­ lan için prestij sahibidirler. Bu bakımdan Göçebe Alikan Aşireti'nde din yalnız prensip olarak kabul edilmiş oiup, hiç­ bir zaman toplumun siyasal ve ekonomik yapısını, en küçük biiimleiini, aynntıları ile düzenieyecek hükümler koymamış­ t ır. Fakat yukarda sayılan nedenler ile Göçebe Alikan Aşire­ ti toprağa yerleşmeye başladığı andan itibaren bu pozitif de­ ğ erlertni yitirip çevrenin negatif değerlerini benimsemekte­ dir. Özellikle kadının kapanması, hacılara ve hocalara karşı büyük bir sempati duyulmaya başlanması .ve bunlann söz sahibi kimseler haline gelmeleri, ibadetle daha çok vakit öl­ d ü rülerek tembel ve miskin kişiler h aline gelinmesi bu olay­ la birlikte başlamaktadır. Bunun nedeni, çeşitli olaylar so­ nunda dış dünyaya açılan ekonomik ve toplumsal yapısında farklılaşmalar olan göçebe toplumun çevreye hakim olan de­ ğerler sistemini benimseyip onlarla bütünleşme h aline gel­ meleridir. Yukanda söylediğimiz gibi, İslam dininin, yanlış yorumlanması sonunda meydana gelen ezici etkileri, çevre­

deki bütün toplumsal ve kültürel yapılarda hakim olduğu

için, göçebeler de çeşitli ilişkiler sonucunda bu değerleri be­

nimsemektedirler. O halde , burada birbirtyle çatışan iki olay

görmek gerektir. 1) Göçebelik ilkel bir yaşama biçimidir, gö-

239


ç ebenin tarihi ve uygarlığı yoktur. Uygarlık toprağa yerleşme sonunda meydana gelen bir olaydır. G öçebelerin de toprağa yerleşmeleri ve daha ileri bir organizasyon düzeyine ulaşma­ lan şarttır. 2) İktisadi gelişmenin meydana gelmesi ve hız­ landırılması b akımından laik toplum koşullan daha elveriş­

lidir.

Bütün

toplumsal

kuralları,

ayrıntıları

ile

din

tarafından tay1n edilen toplumlar, iktisadi gelişme için he­

nüz elverişli bir ortam yaratmamışlardır. İşte bu iki olay dai­

ma çatışmaktadır. D olayısıyla topluluk toprağa yerleşerek üstün bir değer kazanmakta ve qaha ileri bir organizasyon kurmaya çalışmakta. fakat geleneksel durumdaki bazı poli­ tik değerleri de y1tirtp daha ileri bir organizasyonun negatif değerlerini benimsemektedir. Göçebe Alikan Aşireti'nin toprağa yerleşmesi sürecinde beliren ikinci olay, kadırun toplumsal statüsünden çok şey yitirmesidir. Göççbe aşlretlerde, kadın çok çalışır, aile içi ekonomik ve toplumsal iş bölümünde kadına düşen görevler çok ağırdır. Ailenin bütün yükü

hemen hemen

kadının

omuzlanndadır. Çobanlık hariç , öteki bütün işler kadın ta­ rafından yapılmaktadır. Fakat kadının çok çalışması, hiçbir zaman toplum içinde erkek tarafından ezildiği anlamına gel­ memelidir. Kadın, gerek toplumsal ilişkilerde. ge; : - � aile içi ilişkilerde erkek kadar söz sahibidir. Çeşitli olaylar h akkın­

da görüşlerini bildirir, kararlara katılır, hatta bazı ailelerde son kararı kadınlar verir. Bazı kadınlar ailenin dışında, aşi­ reti ilgilendiren bazı iç ve dış sorunlarda bile varlığını hisset­ tirir. Her şeyden önce, baba hukukuna dayanan bir aile sis­ temine sahip olan göçebe Kürt aşiretlerinde kadın bu hakkı nasıl elde etmiştir? Bunun birçok nedenlerini saymak müm­ kündür. Fakat en önemlisi hiç şüphe yok ki, çok çalışması ve çalıştığı ölçüde söz sahibi olmasıdır. Zaten aile içi ekono­ mik ve toplumsal iş bölümünün, yarü erkeğin ve kadının ne­ ler yapması gerektiğinin, kesin olarak ayrıldığı toplumlarda, kadınla erkek arasında statü bakımından bir eşitlik saptan­ mıştır. Aksi takdirde, kadın erkek tarafından daima ezilmiş­ tir. Fakat çeşitli zorluklar karşısında, aşiretin toprağa yer­ leşmeye mecbur kalmasıyla birlikte, kadın da yukanda be­ lirtilmeye çalışılan üstün statüsünü yitirip, aile içinde yalnız

240


çocukların anası olan fonksiyonsuz bir kişi haline gelmekte­ dir. Geleneksel durumda, çeşitli sorunları erkekle tartışahi­ len kadın, artık tamamen erkeğe tabi bir hale gelmeye başla­ mıştır. Geleneksel dururnda her an tabiatın zorluklanyla karşı karşıya olan ve onu tek başına yenmeye çalışan kadın, artık dört duvar arasına sıkışıp kalmıştır. Eskiden çadıra ge­ len çerçiler ile ve daha büyük tüccarlar ile saatlerce pazarlık ve alış veriş yapan kadın , kente yerleştiği andan itibaren evi­ nin odalan içine sıkışrnakta, bakkala bile gidernemektedir. Bu olayın birinci olay ile ilgisi büyüktür ve hatta onun sonu­ cudur. Burada da yerleştiği çevre ile ilişkisini artırınaya çalı­ şan göçebe, yavaş yavaş kendi pozitif değerlerini kaybedip çevrenin negatif değerlerini· benirnsernektedir. Çünkü çevre­ de kadın kapalıdır, kadın söz sahibi değildir, alış-veriş yapa­ maz, evinde oturur, yalnız çocuklarıyla meşgul olur. Burada da yukandaki gibi birbirine zıt iki gelişmeyi görmek müm­ kündür. Birisi göçebenin toprağa yerleşerek daha üstün bir organizasyon seviyesine ulaşması, öteki geleneksel durumda mevcut olan fakat toprağa yerleşmekle ortadan kalkan daha üstün bir organizasyonun olumsuz değerleriyle değiştirilen ve iktisadi gelişme için şart olan kadının üstün statüsünü yitirmesidir. Bütün bunların temel nedeni ise göçebe toplumun sınıf­ Iaşmaya b aşlamasıdır. Bu sıru11aşma süreci içinde , egemen sınıflar, her şeyden önce kendi sınıfsal çıkarlarını koruyan tutucu ideolojiyi tüm halkın çıkarlarıyrnış gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Geleneksel toplumun gelişmesi üzerinde rol oynayan et­ kenlerden biri de köylü zihniyetidir. Sosyal değişme süreci içinde yeniliklere karşı koyan başlıca etken, köylünün çeşitli problemler karşısında gücünün sınırlı olduğuna inanması­ dır. "Bu benim harcım değil, bunu ben yapamam" diyerek çeşitli sorunlardan geri kalır. Bu bakımdan, köylü, tabiata bağlı bir insan tipini karakterize eder. Onun tabiattaki kuv­ vetiere ve sabıra bağlı bu görüşü iktisadi gelişmeyi geniş öl­ çüde engellernektedir. Göçebe aşiretlere bu açıdan baktığımız zaman, aşiret zihniyetinin bir dinamizm içinde olduğunu görrnek gayet ko­ laydır. Daima tabiatla haşır neşir olan göçebe, ilkel tekniği 24 1


ile de olsa onu mümkün olduğu kadar kontrol altına almaya ve ondan yararlanma yollanın aramaya çalışmaktadır. Göçe­ be, her şeyde n önce cesu r ve savaşcıdır. Özgürl ü k aşığıdır. Başkalarının özgürlüğüne müdah elesini hiç kabul etmez, fa­ kal başka a şiretleri kendi b ü nyesi içine alıp onlan kendine bağlı bir hale getirebilir. Bu nokta üzerinde önemle d u rul­ malıdır. Çünkü , b u onun kabullenici değil egemen olucu ve yaratıcı özelliğini göstem1ekledir. Oysa göçebe aşiretler top­ rağa yerleşmeye başladıklan andan itibaren b u pozitif değer­ lerini de kaybedip çevrenin değerlerini kabul edici bir hale geliyorlar ve kendi değerlerini ç evreye kab ul e llirecekleri yer­ de çevrenin değerlerine bağlı oluyorlar. Ünlü Fransız düşünürü Vollaire Türkler hakkında şöyle diyor: "Türkler asil ve cengaver bir milleltir. Her gitli kleri yerde üstün kahramanlıklar göstererek imparatorlu klan da­ ğılıp parçalamışlar, kendi topraklanna kalmışlar, impara­ torları dize ge tirmişlerdir. Fak.:<l at üzerinde ve harple çok h ü nerli olan bu millet ilim ve sanalta, teknikle ve sosyal ha­ yatta hiç de ileri değildir. Askerlik sahasında daima kendi düşüncelerini başkalarına kabu l ettiren bu kimseler diğer sahalarda h içbir yaratıcılık gösteremeyip kolayca başkaları­ na tabi olmuşlar ve başkalannın yaptıklarını kabu l etmişler­ dir . " 3 1 Voltaire'in Türkler h akkındaki bu görüşü ile Alikan Aşireti'nde

olup

mümkü ndür.

bitenler

Göçebelerde

arasında de

bir

paralellik

geleneksel

b u lmak

durumda

gerek

çevreye. gerek çevredekilere bağlı olmamak, tersine, onlara egemen olmak gibi yaratıcı bir değer mevcu tken. kendisinin­ kinden daha yüksek bir sosyal, ekonomik ve kü ltürel orga­ nizasyonla

karşılaştığı

zaman

bu

organizasyona

egemen

olan değerleri kolaylıkla benimseyip uygu lamaktadır. Dolayı­

sıyla burada da iki zıt gelişmeyi görmek gerekir. Birisi göçe­

belikten yerleşik hayata geçmek gibi ü stün bir değer, öteki geleneksel d u rumda var olan ve geçiş halinde yitirilen üstün değerlerdir.

Bütün b u nların nedeni

ise

aşiret sisteminde

kuvvetli bir biçimde örgütlenen göçebenin toprağa yerleşme süreci içinde sosyal organizasyonu n çözülmesi ve aynı üre ­ tim biçiminde fakat biraz daha ileti bir kadernede örgütlen­ miş grupların egemenliklerini kabul etmesidir.

31 . 242

Voltaire, Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler, Derleyen Osman Yerseni, iş Bankası, Kültür Yayınları, 1 969, s. 3 vd .


III.

BİTLİS ve TATVAN'DAKİ ZlT GELİŞİM

Doğu Anadolu'daki en ilginç yapısal gelişmelerden biri de Tatvan ve Bitlis'deki birbirlerine bağlı fakat zıt oluşumlar­ dır. Bilindiği gibi, Bitlis il merkezi, Tatvan ise onun kazası­ dır. Fakat 1 955'den 1 965'e kadar Bitlis ve Tatvan'ın nüfusu aŞağıdaki şekilde seyretmiştir. Yıl

Bitlis

Tatvan

1 95 5

1 5 .000

3.000

1 960

1 6 .000

6.000

1 965

1 8 .000

1 2 .000

Yukandaki çizelgeden de anlaşılacağı gibi on yıl içerisin­ de Bitlis'deki nüfus gelişmesi az olduğu halde Tatvan'da çoktur. Tatvan'daki bu gelişimin Bitlis'in aleyhine olduğu şüphesizdir. Çünkü Tatvan'daki bu artış hiçbir zaman doğal nüfus artışı değildir. Tatvan ve Bitlis'de birbirine zıt olarak olu şan bu gelişim her şeyden önce kentlerin kuruluş yerleri ile ilgilidir. Karayollarının ve demir yollarının kavşağında bu­ lunan bir iskeleye ve hava alanına sahip ola.n Tatvan'ın geli­ şimi şüphesiz çok hızlı olacaktır. Bütün bu olanaklardan yoksun olup sadece Van, Diyarbakır, Siirt yolu üzerinde bu­ lunan, ü stelik kuruluş yeri bakımından hiç elverişli bir yere sahip olamayan Bitlis'in ise olumlu bir gelişme gösteremeye­ ceği açık bir gerçektir. Öte yandan, Tatvan'daki bu hızlı geli­ şim. sosyoloj ik bakımdan köy karakteri gösteren kasabalar üzerinde de etkisini göstermektedir. Bu etki nüfus kompo­ zisyonu bakımından Tatvan'ın kozmopolit bir h ale gelmesine sebep olmaktadır. Tatvan nüfus kompozisyonu b akımından kendisine çok yakın olan Hizan, Ahlat, Adileevaz gibi kasa­ balardan çok farklıdır. Hizan ve Adilcevaz'ın yerli halkı Kürt, Ahlat'ınki ise Türk'dür. Buralarda daha çok aşiret hayatı söz konusu olduğu için, nüfus doğal bir birikim sonucu ortaya çıkmıştır. Tatvan'ın buralardan farklı özelliği ise Ui.z, Türk, Kürt gibi etnik bakımdan farklı sosyal grupları barındım1a­ sıdır. Bu farklı etnik grupların yanında bölgesel farklılaşma­ lar da vardır. Örneğin Kars'lı, Karadeniz'li, Adana'lı. Bitlis'li vs . kimseleri bir arada görmek mümkündür. Dolaf1sıyla Tat­ van'ın nüfusu, çevre bölgelerde olduğu gibi doğal bir nüfus artışıyla deği.İ, çeşitli bölgelerden, çeşitli nedenlerle gelen nü243


fusun

birikimi

sonucu

ortaya

çıkmaktadır.

Farklı

etnik

gruplara ve yerlere mensup bu kişilerin bir arada bulunması ise Kars'ta olduğu gibi hoşgörü rlülük fikrinin yayılmasına sebep olmuştur. Bütün bunlar Tatvan'ı şimdiden dinamik bir gelişme içine sokmuş, yerleşme yerleri bile sosyal taba­ kalaşmayı yansıtacak bir duruma gelmiştir. Bu dinamizm ise toplumun dışanya açılıp dış dünya ile bütünleşmesi, sosyal kurum ve değerlerin kentleşmesi bakımından son de­ rece önemlidir.32 Öte yandan Tatvan'daki nüfus birikimini sağlayan et­ kenlerden biri de etnik gruplar arasındaki çatışmalardır. Ör­ neğin Ahlat tarafındaki köylerde Kürtlerle Çerkeslerin çatış­ ması, bir tarafın köyü terk etmesine, kent ve kasabalara , genel olarak Tatvan'a yerleşmesine sebep olmaktadır. Kanı­ mıza göre, D oğu Anadolu nüfu s hareketlerinin çok dinamik olduğu bir yerdir. Bu süreç içinde en çok yer değiştirenler­ den biri de "Terekeme" dediğimiz gruptur. Özellikle Kars ve Ağn taraDarında oturan ve topraksız olan bu gruplar, Van Gölü çevresinde , Ahlat, Adileevaz gibi yerlere gelmektedirler. Oysa bu köylerin sakinleri çoğunlukla Çerkes'dir. Fakat Te­ rekemeler'in daha çok artış göstermeleri, bu arada mülkİyet ve üretimi de kontrol etmeye b aşlamalanyla her iki grup arasında anlaşmazlıklar başlamakta ve bu anlaşmazlıklar sonunda kendilerini daha zayıf hissedenler, genel olarak Çerkesler, bütün mallannı ve mülklerini satarak köyü terk etmekte ve Tatvan'a yerleşmektedirler. Ahlat'a bağlı Develik, Hulik (Otluyazı) . Yağurtyemez köylerinde bu oluşumların iz­ lenmesi çok ilginçtir. O halde küçük gruplarda, örneğin bir köyde, farklı etnik grupların bir arada yaşamaları büyü k gruplarda olduğu gibi (Kars-Tatvan) hoşgörü fikrini doğurup ahengi sağlayamıyor. Bunun en önemli nedeni nüfus birikiminin yoğun bir hal alıp farklılaşmamasıdır. Nüfusun, farklllaşıp tekrar bü­ tünleşemediği· küçük gruplarda, gruplar daima yüz yüze karşı ilişkiler içinde olup, dinamik bir kütle haberleşmesi olanağı yoktur.

32. ismail Beşikçi, Ahlat'da Sosyal Yapı , Sosyal D eğ işme ve Turizm, (Ah lat Turizm ve Tanıtma Derneğinin 4. Ahlat Şenlikleri Özel Sayı, 1 0-1 1 Ağustos 1 968, s. 1 1 - 1 4. 244


Etnik farklılaşma sorununun bir başka yönü de, farklı gruplann yaşadığı köylerin veya mahallelerin arasında görü­ len, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme farkıdır. Bu konuda yine Ahlat'da çok ilginç bir örnek vardır. Ahlat Bele­ d iyesi içinde olan Kırklar mahallesi ile Ahlat'a bağlı bir köy, Karmuç (Yeniköprü)'deki oluşumlar incelenmeye değer. Ge­ rek Karmuç gerek Kırklar mahallesi, Ahlat'a hemen hemen aynı uzaklıktadır (9 kın) . Kırklar mahallesinde Türkler, Kar­

rnuç köyünde ise Kürtler oturmaktadır. Gerek Kırklar ma­ h allesinin, gerek Karmuç köyünün ekonomik temeli tanma dayandığı halde Kırklar mahallesindeki ekonomik ilişkiler ve Ahlat'la bütünleşme olayı daha dinamiktir. Üretimdeki artış eğilimi kamyon ve traktör gibi üretim araçlarının Kırklar'a girmesine sebep olmuş, buna bağlı olarak da elektrik, su , radyo ve daha başka tüketim mallan girmeye başlamıştır. Oysa, Karmuç köyünde b unlann hiçbiri yoktur. Köylülerin b üyük bir kısmı topraksızdır. Zaten civarda toprak daha çok Kırklar mahallesinde oturanlar tarafından kontrol edilmek­ t e , Karmuç köylüleri bu topraklan maraba , ortakçı veya ki­ racı durumunda işletmektedirler. Köyün, gerek Kırklar ma­ h allesi, gerekse Ahlat ile -bütünleşmesi yok denecek kadar azdır. Hatta Karmuç köyü . Tatvan-Ahlat anayoluna daha ya­ kın olduğu halde b u yine böyledir. Coğrafi olarak birbirleri­

ne çok yakın olduklan halde bu iki yerleşme biriminin bir­ birlerinden çok farklı gelişme . düzeylerinde olması gerçekten

ilgi ile izlenıneye değer bir olaydır. Yalnız burada Kırklar ma­ hallesindeki gelişmeyi, "Belediye sınırları içinde olup Beledi­ yenin olanaklanndan yararlandığı için gelişmiştir" , biçimin­ de açıklamak çok yetersizdir. Bu farklılaşmanın nedenlerini, etnik etkenierin de ötesinde aramak gerekir. Bize göre, Kar­ muç köyü Osmanlı devrinde veya Cumhuriyetin ilk yıllann­ da merkezi otoritenin büyük bir hışmına uğramış veya yöre­ sel

çatışmalarda

büyük

bir

darbe

yemiş

bir

daha

da

toparlanamamıştır. Bu iki yerleşme birimi arasında zaman zaman çatışma da olmakta, daha çok Karmuç köyünden ba­ zı aileler Tatvan'a gidip işçilik aramaktadırlar. Bize göre, bu iki yerleşme birimi arasındaki ilişkiler, Van Gölü çevresinde­ ki en ilginç oluşumlardan biridir ve ilgi ile izlenıneye değer. Ahlat'daki Kırklar mahallesi ile Karmuç köyü arasındaki bu duruma Tutak (Ağrı) taraflannda da rastlamak müm-

245


kündür. Tutak'taki Sincan (Türk köyü) köyü kamu hizmetle­ ri bakrrn ından az çok gelişmiş bir köy olduğu halde, onun hemen 2-3 km. ö tesindeki Arabali, Karahalit, Osmanabat, Şehrilan köyleri (Kürt köyleri) hizmetler bakımından son de­ rece fakir ve gelişmemiştir. Doğu Anadolu 'da buna benzer durumları Kürtlerle Türklerin yanyana oturduklan köylerde h er zaman izlemek olanağı vardır. Horasan ile Eleşkirt arasındaki Aşık İlyaz (Eşşek İlyas) köyünün d u rumu ise farklıdır. Bu köy yol boyunda olması­ na karşın. örneğin aşağı Tahir h oca ve yukan Tahir hoca gi­ bi gelişme olanağı bu lamamışlır. {*) Van Gölü çevresindeki ilginç olu şumlardan bir de Ercis ve Tatvan arasındaki gelişme dinamiğinin farkıdır. Kişiler arasındaki ilişkilerin yoğunluğu ve külle haberleşmesi bakı­ mından her iki kent de dinamiktir ve gelişmektedir. Fakat Ercis daha çok köylük alanlara açılmış bir kentdir. Ercis'li tüccar veya feodallerle, Ercis civarlarındaki köylerde oturan köylü ler arasında sıkı bir şekilde işleyen borçlanma ve faiz ilişkileri vardır. Ercis civarındaki köylüler artık ürün bakı­ mından zenginleştikçe dışarıya açılmak zorunlu luğunu duy­ makta ve Ercis'le sıkı ilişkiler kurmaktadırlar. Böylece Ercis kendi iç dinamiği sonucu gelişip zenginleşen bir kent olmak­ tadır. Tatvan ise sonradan kurulmuş bir kentdir. Bazı sana­ yi kollarının geliştirilmesi istenmektedir. Öte yandan kara­ yollannın kavşak noktasında bu lunması, Demiryollarının Tatvan'a kadar uzanması, deniz yollarına ait işletmeler, de­ niz yolları tarafından bir fertbol ile Van'a geçilmesi için yapı­ lan çalışmalar. askeri birlikler vs. burayı dinamik bir hale getirmektedir. Fakat Tatvan Ercis'de olduğu gibi köylere açı-

(*) Söylentiye göre, Padişah IV. Murat ordusu ile iran Seferine g iderken bu köy içinde n de gE;ıçm iş. Pad işah tarlada bi r ihtiyarın yalnız başı n a çal ışt ı ğ ı n ı görm üş. Askerlerine em ir vermiş, ihtiyara yard ı m etmişler. Böylece işleri çok kısa zam anda bitmiş. işler bitince IV. Murat ihtiya­ ra, "nası l?" d iye sormuş, iht iyar çok memnun olduğunu bildirmiş. So n ra ayran, aş-ekmek istem iş ihtiyardan. ihtiyar getirm iş, askerler bir anda silip süpürmüş. Padişah bu sefer yine sorm uş. Fakat ihtiyar hiç hoşuna gitm ediğ ini, memnun olmad ı ğ ı n ı be lirtmiş. Padişah bera­ ber çal ışmaya evet, beraber yemey e içmeye hay ı r, böyle şey o lmaz. Bu ndan sonra bu köyün ad ı (eşşek i lyas) olsun demiş. Köy, Pad i şah­ tan yediği bu darbeden sonra bir daha i h ya olmam ış. �46


lan bir kent değildir. D aha çok Türkiye'nin büyük merkezle­ rine açılma çabasındadır. Kentlerin farklı ekonomik ve top­ lumsal yapılara açılması yerleşme biçiminde kendini göster­ diği gibi, otel, han, hamam, lokanta, kahvehane gibi kamu hizmetlerinde de kendini göstermektedir. Örneğin sadece köylük alanlarla b ü tünleşen Ercis'de lüks otel ve lokantalar yoktur. Oysa Tatvan'da bu iş alanı gittikçe gelişmektedir. Çü nkü Tatvan'a gelip gitmekte olan kişilerin tercihleri çok geniş olup yüksek maliyeti de gerektirmektedir. Ercis'e gelip giden köylülerin tercihleri ise çok değişik olmayıp yüksek maliyeti de gerektirmemektedir. IV.

TOPRAK MÜLKİYETİ ÇELİŞKİSİNİN KESKİNLEŞMESİ: URFA

Türkiye'de toprak mülkiyeU çelişkisinin en çok olduğu yer Urfa'dır. Daha önce toprak mülkiyeti bölümünde belirtti­ ğimiz gibi, çiftçi ailelerinin % 54'ü topraksız olup toprağın % 73'ünü ailelerin % 1 9'u deneUemektedir. Öte yandan kent ve kasabalarda oturup köylerdeki toprağı denet leyen ailele­ rin oranı % ı ı olup denetledikleri toprağın genel tanm ara­ zisine oranı % 5 7'dir. O halde Urfa'da toprak mülkiyeti çeliş­ kisi büyük bir keskinlik göstem1ektedir. Bu keskinleşmenin başlıca üç etkeni vardır.

a- Topraksız çiftçi ailelerinin sayısı yüksektir. b- Toprak sahipleri arasında da toprak dağılışı büyük dengesizlikler göstermektedir. c- Köylerde toprağı olup kent ve kasabalarda oturan ai­ lelerin sayısı da çoktur. Bu konuda Kemalettin G azezoğlu şöyle diyor: "Urfa, top­ rak mülkiyeU tasarrufu konu sunda büyük özellikler taşıyan bir ildir. Buralarda geniş araziler malıdut ellerde bulundu ­ rulur. Bu nlara ağa tabir edilir. Ağalar, iki bölümde toplana­ bilir. 1) Miras yolu ile iktisap edilmiş veya bedeli karşılığı sa­ tın alınmış arazilerin sahibi olan ağalar. 2) Devletin özel mülkiyetinde veya tutum ve tasarrufu nda bulunan geniş araziyi türlü yollarla ele geçirmiş gayrimeşru iktisap ağalan. Yolsuzluklar. hazine arazilerini icar ve istic ar işlemlerinde yapılmaktadır. İlçenin kadastrosu yapılmadığından hazine 247


arazilerinin füli miktarlarıyla, Milli Emlak kayıtlan arasında

büyük farklar vardır. Örneğin kayıtlarda 500 dekar olan bir

hazine emlakırun 3000-5000 dekar geldiği görülür. Kaydi­

miktarlar üzerinden icar akti yapılarak, icar bedeli tahsil ve

makbuz kesilir, füli miktarla kaydi miktar arasındaki dekar

farkına tekabül eden kira bedelleri şebeke tarafından cebe indirilir. Dava konusu topraklar, Orta Anadolu'da olduğu gi­

bi mahdut miktarlarda değildir. icabında kaymakamın bir kararı ile binlerce hatta on binlerce dekarlık köyler, arazisi

ve üzerinde çalışanlada beraber el değiştirir. 1 966 yılı Hazi­

ran ayında Viranşehir'de oturan Sema Çakır'ın, Viranşehir Belediye Başkanı Suphi Öztop'un ağabeyi Hacı Ali Öztop ta­

rafından, gerçeğe aykırı gelir sayımı beyanında bulunarak

zirai gelirini az gösterdiği ve bu suretle vergi kaçakçılığı yap ­ tığı Maliye Bakanlığı'na, Valiliğe ve mükellefiyetini tesis eiti­

rildiği Diyarbakır Vergi Dairesi'ne ihbar edilmiştir. Mülkiyet için beyanname verdiği Diyarbakır Vergi Dairesi talimatına

müsteniden muhbir için gün tayin ve tebliğ edildi. Ölçüm işi

2 4 . 6. ı 966 günü yapıldı. Ve 65 bin dekar arazi tespit edildi.

Mükellefi bulunduğu vergi dairesi tarafından Hacı Ali Öztop

adına ı . 1 56 . 000 TL. vergi kaçakçılığı tahakkuk ettirtlerek

bütün emval ve emiakma ih tiyati haciz konuld u . "33 Bu

olaylar Urfa'da toprak mülkiyet çelişkisini açıkça

göstermektedir. Öte yandan, bütün bunların Urfa Valisi ta­

rafından açıklanması da ilginçtir. Fakat yine aynı vali, "Hu­

kuka bağlı devlet sisteminde mülkiyet hakkının kanununun

himayesinde olduğunu"34 söyleyerek yukandaki çelişkili du­

rumun savunuculuğunu yapmaktan d a kendini kurtarama­

maktadır. Ağaların bu mülkiyete nasıl sahip oldukları, bu­

nun "Hukuka bağlı devlet" sistemiyle ne kadar uyuştuğu,

hukuka bağlı devlet sisteminde , hangi mülkiyetın devletin himayesi altında olduğu üzerinde durulmaması da önemli­

dir. Nitekim bu olayla ilgili öteki kişilerin yazıları da, valinin

büyük toprak ağalarını korumaya çalıştığını ve çelişkili tutu­

mu göstermektedir. Bu durumu şu örneklerle de saptamak mümkü ndür:

"Zevra köyünden Neme Barış, Doğan G ü rbüztürk Viran-

33. Kemalettin Gazezoğ lu, Viranşehir Olayları, U rfa Val isi Anlatıyor, 9 Ağustos 1 967, Cumhuriyet gazetesi, 34. Kemalettin Gazezoğl u , 1 3 Ağustos 1 967, Cum huriyet gazetesi 248


şehir'.e tayin olmadan önce hazineden 800 dönüm arazi kira­ lıyor. Fakat Zok köylüleri araziye tecavüz ediyorlar ve olay Kaymakarnlığa intikal ediyor. Kaymakam duruma müdahale ediyor. Bu arada Neme Banş tarafından ekilip biçilen arazi­ nin 800 dönümün çok üzerinde olduğunu görerek, araziyi ölçtüıiiyor. Ölçme neticesinde sürülmüş ve sürülebilen ara­ zinin 3. 464 dönüm olduğu tespit ediliyor. Bunun üzerine D oğan Gürbüztürk Neme Banş'ın hazineden kiraladığı 800 dönürnün kendisine teslimine , kalan kısmından da her iki tarafın da faydalanmasının yasaklanmasına ve hazineye bı­ rakılmasına karar veriyor. Bu karardan sonra Gi:ırbüztürk, Mal Müdürlüğü'ne yazdığı bir yazıda 3 .464 dönüm araziden 800 dönümünün Neme Banş'a, kalan 2. 664 dönümünün de araziye muhtaç köylüye kiraya verilmesi gereklil iğini belirti­ yor. Ancak bu hiçbir zaman tatbikata intikal etmiyor. Ve vi­ layetten gelen bir telefon emriyle önleniyor. "35 "Vakıflar Müdürlüğü'nün Viranşehir'in Kabasırt köyü mevkiinde , toprak tev�:ii komisyonunca çizilen partaya göre 4 . 5 1 2 dönüm arazisi bulunmaktadır. Söz konusu vakıf ara­ zisi, Berho Ağa'nın ortağı olan Gafur Zinciroğlu tarafından, 1 9 57 yılına kadar kirasız olarak ekilip biçilmiş , 1 965 yılına kadar da sadece 600 TL ödenmiş, 1 966 yılında ise 10.000 TL. ödenıneye başlanmıştır. 1 967 yılında sözü edilen Kaba­ sırt köylüleri tecavüz etmiş ve tecavüzlerinin hemen akabin­ de de, kaymakamlığa bir dilekçe vererek ayni araziye kendi­ lerinin 35.000 TL. kira vereceklerini belirtmişlerdir. Kabasırt köylülerinin tecavüzlerinin defi için Vakıflar Müdürlüğü ve müstecir Gafur Zinciroğlu tarafından kaymakamlığa müra­ caatta bulunulmuştur. Resmi sıfata haiz kişilerce söylendi­ ğine göre, bu arazinin Berho Ağa'nın ortağı olan G afur Zinci­ roğlu'na teslimi için Vali Bey tarafından kaymakarna bir hayli baskı yapılmıştır. Ve arazininin yine Gafur Zinciroğ­ lu 'na kiraya verilmesi sağlanmıştır. Böylece 80 topraksız köylünün vereceği 35.000 TL. yerine ağanının vereceği 10.000 TL tercih edilmiştir. "36 "Kaziyeyi muhkern hale gelmiş olan mahkeme kararları35. Şahin Gü rbüztürk, Viranşehir Olayları, Ölen Kaymakam'ı n Kardeşi An latıyor, 1 1 Eylül 1 967 Cumhuriyet gazetesi. 36. Şahin Gürbüztürk, 1 2 Eylül 1 967 tarihli Cumhu riyet gazetesi, Fikret Otyam , a.g.e., s. 75 249


na dayanılarak tapuya tescil edilmiş, Albay Eyüb Yiğitlürk

ve akrabalarına ait 1 2 tapunun tapu kayıtlarındaki tutarla­

nnın top lamının 893 dönüm olduğu halde, fiilen ellerinde bulunan ve

dokuz

meskfın

köyü

kaplayan

arazinin

ise

20.000 dönüm olduğu büyük bir gerçektir. "37 Bütün bu ör­ nekler, Urfa'da toprak mülk.iyeti çelişkisinin tartışmaya yol açmayacak bir biçimde ortaya çıktığını göstermektedir. Za­ ten, resmi makamlar, b u durumu açıkça belirtmekten ka­ çınmamaktadırlar. Bölgede topraksız çiftçi ailelerinin oranı %

54'dür.

67'dir.

Bu

oran H ilvan'da %

70, Viranşehir'de ise %

Fikret Otyam ise şöyle demektedir: "Anlatlılar: Bu

bölgede 50. 000-70.000 dönüm toprağı olan kişiye büyük.

20.000-30. 000 dönüm toprağı olan kişiye ort a , 10.000 dö­

nüm toprağı olan kişiye küçük, 5.000 dönüm toprağı bulu ­ nan köylüye de fakir ağa gözüyle bakılıyor. İmtiyazsızı . sınıf­ sızı

bir yana bırakalım , yağmalanmış topraklar üzerinde

b u lunan topraksız köylü ise % 90. "38 Bu ölçü de geniş toprakları denetleyen ağalar ile bu top ­ raklar üzerinde yaşayan on binlerce topraksız ve yoksul köy­ lü arasındaki ilişki, tamamen ilkel bağlara dayanmaktadır. Bir kısmı ağalar. bu d u rumdan yararlanarak makinaya yatı­ rım yapma yerine , emrindeki çok ucuz ve koruyucusuz eme­ ği kullanmaktadır. Çok azı da makinaya ve onun gerektirdi­ ği teknik bilgiye yatırım yapıp "Kapitalist Ağa" olmaktadır. Bizce her iki durumun analizi de önemlidir. Birincisini, yani toprak ağalarının geniş ve ücretsiz emeği tercih edip , maki­ naya yat ırım yapmamaları statükonun devamını sağlayan bir tutumdur. Çünkü çok geniş topraksız kitlelerin, bu ilkel feodal bağların çerçevesi içinde yaşamlarını değiştimıe ola­ nakları, bu koşullar altında hemen h emen yoktur. Bu top­ raksız kitlenin bilinçlenmesi çok zordur. Çünkü tarımsal fa­ aliyetlerin b ü nyesi -özellikle ökü z , karasahan ve kağnının belirlediği- ilkel teknolojiye dayanan

tarımsal faaliyellerin

bünyesi bir köylü ailesini her zaman meşgul edebilecek ve köylülerin eneıjilerini her zaman eritebilecek güçtedir. Öte yandan, ilkel bağların belirlediği gayri resmi ilişkiler ve onun toplumsal güvenlik anlayışı, kü tlelerin bilinçlenip asıl çıkar-

37. Şahin Gü rbüztürk 1 4 Eylül 1 967 tarih l i Cumhuriyet gazetesi Fikret Otyam a.g . e . , s. 75 38. Fikret Otyam a.g.e., s. 67-68. 250


larının nerede olduğunu görmelerine engel olmaktadır. Top ­

lumsal güvenlik anlayışı, ağanın toprak mülkiyelini ve kü l ­ leleri koruyucu rolünü meşru kılmaktadır.

Bu bakımdan

ağaların makinalaşma yerine , ucuz emekten yararlanma yo­ lunu seçmesini, ilkel bağları devam ellirebilmeleri için bi­ linçli bir biçimde sürdürdükleri bir taktik olarak görüyoruz. İkincisi, yani makinalaşma ise bölgede statükoyu p arçalayı­ cı bir u nsur olarak belimıektedir. Makinalaşma sonunda pek çok çiftçi ailesi, tarım sektörünün dışında kalacağmdan, bu nüfusa yeni iş olanağı bulunamayacağı için statükonun zorlamnası. bir zoru nluluk haline gelecektir. Makinalaşma gibi hızlı nüfus artışı da toplumun iç çelişkilerini devrime dönüştürecek bir etkendir. Fikret Olyam'm da bütün röpor­ taj larında belirttiği gibi bu tür kıpırdanmalar başlamıştır. Önemli olan bu kıpırdanmaları bir örgüt içine kanalize edip halk yığınlarını bu konuda b ilinçlendirme faaliyetini daha hızlandımıaktır. Topraklarına makina sokan ağa ile makinalaşmaya ya­ naşmayıp :geniş ölçüde emekten yararlanmak isteyen ağa arasında, !feodal ve kapilalist sömüru konusunda bilinçlen­ me bakımından büyük fark vardır. Topraklarına makina so­ kan ve bunuın gereği olan teknik bilgileri kullanan ağalar, fe­ odal sömürı}·nün, çok düşük b ir sömüru olduğunun farkına vamıışlardır. Ağa şöyle düşünmektedir: "Bana toprak ağası diyorlar, Bati. Anadolu 'da da toprak ağaları var. Fakat onlar daha fazla biırikim ve yatırım yapıyorlar ve servetlerini arttı­ rıyorlar. Oysa' ben bu gerii ş topraklara rağmen servetimi art­ tıramıyoru m . •.· Servetini artırmak isteyen Doğu 'lu Ağa, Ba­ tı'daki

topra,k

ağalarının

usullerini

benimsemekte

ve

makinalaşmay�a yönelmektedir. Makinalaşma sadece tarlaya traktörun gi:mıesi değildir. M akinayı kullamak için gerekli olan teknik "bil�<?;iler, sulama, gübreleme, pazarlama gibi ko­ nular da bu süreç içine girer. Bütün bunlar ise verimi ve bi­ rikimi artırıcı unsurlardır. O halde feodal sömürunün düşük b ir sömürü olduğunun bilincine varan toprak sahipleri bu söm ü ruyü g enişl.etmeye çalışmakta, dolayısıyla kapitalistleş­ ıneye başlarnaktadırlar. M akinalaşmaya karşı çıkarak insan gücünü ku !Janmayı tercih edenler ise feodal sömürünün kü ­ çük bir sömürü olduğu nu n , serveti arttırmak için kapitalist sömüru yapmak ve- bunun için makina kullanmak gerekliği­ nin farkın a varamayarılardır. Feodal sömürunün küç ü k bir

25 1


sömürü olduğunu kavrayıp , makinalaşmaya çalışmak özü i �banyla devrimci bir bilinçtir.

"URFA TÜRKÜLERİ URFA'NIN KENDİSİDİR " Türkülerle toplum yapısı arasında çok büyük bir bağ­ lantı ve uyuşma vardır. Yani türküler kaynağını aldıkları, çalınıp söylendikleri yerlere ve bu yerlerdeki mülkiyet ve kişi ilişkilerine ait derin izler taşırlar. Bunu Fikret Otyam şu söz­ lerle dile getiriyor: "Urla'yı yanık türkülerinden bilirdim, Ur­ fa Dağlarında Gezer Bir Ceylan türküsühü hangimiz bir ke ­ recik duymamışızdır? Bu türküler keder verir, türkü yakılırken nasıl bir acı varsa, dinleyenler de o acıyı duyar. Una türküleri Urfa'nın ta kendisiymiş meğer. "39 Toprak mülkiyetinin açık bir çelişme gösterdiği ve top­ rak köleliğinin hala varolduğu Urfa'da, türkülerin toprak sa­ hibi-köylü ile ilgili olması çok doğaldır. "Trenimiz, pırıl pınl bir istasyonda durdu. Işıklı, hareketli, bereketli bir istasyon­ du bp . Batman'dı istasyonun adı. Yavaş yavaş hepsini geri­ de bıraktık, gittik gittik durduk, Hamani Safi bir türküye başladı. Ne de güzel sesi varmış meğer. Kürtçe t(.ırküler ma­ kina gibi hızlı söyleniyor. arada bir nefes alınıyor, o kadar. . . Türkü olaylara dayanıyor. Hamani'nin söylediği! otuz beş yıl öncesinin türküsü . . . Toprak ve kan davasının! türküsüdür bu . . .

Valeleley dayi Latife bise denga Zümrüte dikil gazi Parkemi ·le dayi diye başlıyor, tam otuz beş dakika devam ediyor. . . Sinan'da Süleymani Abdülkadir isimli bir derebey var­ mış, kölesi Harnınadi tarafından, toprak yüzünden, ava gi­ derken öldürülmüş. İki kansı Zümrüte ve Latife üç gün üç gece ağlaşıp· bu türküyü yakmışlar. Türkü olayı kısaca şöyle anlatıyor: "Vay anam vay vay, Latife üç sesle Zümrüte'yi ça­ ğınyor, bizim için bundan kötü gün olur mu? Saçın kesilsin 39. Fikret Otyam , Gide Gide 2, s. 54. 252

1


ağlayalım , karalar bağlayalım. Vay anarn vay Harnmedlın,

bu gün saat beşte Abdülkadir Ağa'yı öldürmüş, evimizi yık­

rnış, ocağımızı söndürmüş. AğamıZ gibi cihanda çesur ve devletli bir ağa bulunmaz. Ne yazık ki arkadan atılan 2 kur­ şun kendisini devirdi. Halbuki dağlar yıkmaz bir adamdı.

Yeğeniert olan ve zamanında 300 tüfeğe sahip bulunan ve koca bir ülkeye sahip bulunan Nasır ailesinden yeğeni Hüs­

nü ve kardeşi Genco h aydi, haydi Sinan'a gidellın ve Abdül­ kadir Ağa'nın intikamını alalım. Tüfekler bağlandı, rnermiler kuşandı; Sinan toprağına geldik. Harnınadi burada meçhul

bir diyara kaçmış. Bütün atlılar, h aydi Beşiri toprağına. Bu­ rada yok, arayalırn . "

Aradan on yıl geçer. ağanın oğlu gelişir. Hamrnadi'nin izini bulur, çiftlikte ırgatlık yapan Hamrnadi'yi uyurken öl­

dürtür. 40

Urfa türkülerine ve Doğu Anadolu'da söylenen türküle­ rin çağuna "hoyrat" denir. Bu hayratlarda sosyo-ekonomik koşulların ezici baskıları altında kavrulan, sosyo-ekonomik

ve etnik koşullar tarafından belirlenen dar çember içinde in­ sanca yaşama olanaklanna bir türlü kavuşarnayan Doğu

Anadolu insanının dramı vardır.

Ah demeden Çürüdüm ah demeden Ciğerim sarat n olmuş Kan kusup ah demeden Dertli doğdum anamdan Dert çektim o zamandan Bilseydim sonu budur Hiç doğmazdım anamdan4 1 Bu sosyo-ekonomik koşulların b askısı altında eriyerek bütün direnme gücünü kaybeden insanlar, bazen tatlı can­ lanndan bile b ezrnektedirler.

Ağanı n elinden elinden , Zalımın dilinden dilinden 40. Fikret Oty?m. Gida Gida 2, s. 95-96 41 . Fikret Otyam, Gide Gide 2, s.62 (*) Sara!: kevgir, kalbur. 253


Al hançeri vur sinerne Usanmışarn ben bu candan Ö te yandan kendisini günden güne daha çok duyuran ekoloj ik baskılar kavgalara, dövüşlere ve çeşitli cinayetlere de sebep olur. Bu aşiretler arasında olduğu gibi, akrabalar ve köyler arasında da olur. Kuvvetli olan zengin olandir, ya­ ni geniş toprak mülkiyetine sahip olan ve çevresidir. Başkal­ dıranlar hem kanun önünde . h em de kaba kuvvet önünde ezilir. Bu durumu aşağıdaki türküden izlemek mümkündür.

Hamit'i vurdular göl çevresinde Göz yaşları dinmedi Zeyno'nun beyaz çevresinde Hamit'i sorarsan tarla derdinde Ağlama Zeyno Hüda kerimdir. Bir arzu hal yazdım, dibinde mühür Cumhuriyet mührüdü r deyip dizini döğür Ağanın piçleri ne güne duru r Ağlama Zeyno Hüdc,ı kerimdir.42 Harnit az topraklı bir kişidir. Harnit'in toprağı ağa tara­ fından, kanun yoluyla, kanu n adına gasp edilmiştir. Hamit toprağını elinden alan ağaya karşı direnmiş, fakat ağanın oğulları Hamit'i mavzer tüfeğiyle öldürmü ştü r. C umhu riyet mühürlü arm hal (dilekçe) işe yaramamış, ağanın kendi ka­ nunları Cumhurtyetin kanuniarına ağır basmıştır. "Cumh u ­ rtyet mühürlü arzuhal" Zeyno'ya kendi toprağını verdirmedi­ ği gibi kocası Harnit'in ölümüne ve dizlerini dövmesine sebep olmuştur. Bu türküde açık seçik bir biçimde Cumhuriyetin mühürlü arzu hali işlemez, işleyen ve geçerli olan ağanın dü­ zenidir, deniliyor. Ve hükümet otoritelerinin. güvenlik kuv­ vetlerinin , fakir-fukara halkın değil, ağalardan yana olduğu belirtiliyor. Ağa , toprak mülkiyetinin kontrolundaki üstünlüğü bakı­ mından yıkılmaz bir düzen ve aşılmaz bir duvar halini al­ mıştır. Yasa. ağanın dedikleridir. Para çok şeyler yapmakta­ dır. "Ağanın piçleri" derken, ağanın para ve toplumsal statü

Ş

bakımından kuvvetli olu u , yalancı şahit buluşu , para vere-

42. Nazif Kaleli derlemiştir. 254


rek başkaları tarafından, kendisine başkaldıranları ezdirdiği anlatılıyor. Sadece Urfa'da değil, Doğu Anadolu'da söylenen bütün türkülerde, toplum yapılarıyla türküler arasındaki bu bağ­ lantılan görmek her zaman mümkündür.

V. EL TEZGAHLARlNDAN ATÖLYELERE GEÇİŞ: GAZİANTEP, SİİRT Doğu Anadolu'daki ilginç gelişmelerden biri de Sürt ve Gaziantep taraDarında görülmektedir. Buralarda el tezgahla­ rı geniş ölçüde kullanılmaktadır. El tezgahları kendine yeter­ lik gösteren b ir ekonominin belli-başlı üretim araçlarından biridir. Bu tezgahlarda çeşitli kumaşlar dakunduğu gibi ayakkabı, kapkacak vs. de yapılmaktadır. Çul-çuval, halı, kilim vs. gibi sergi eşyaları da bu tezgahlarda dokunmakta­ dır. Tezgahlar, daha çok köylerde ve kasabalarda bulun­ maktadır. Köy ve kasabalarda oturan kişilerin emeği ile çalı­ şan bu tezgahlar; sermaye yönünden kentdeki patrona bağlıdır. Aşağıdaki tabloda görü ldüğü gibi, patran gerekli hammaddeleri vem1ekte, köylü de bunları işlemektedir. Köy­ lünün işlediği bu maddeleri patran aracılığıyla büyük tüke­ tim merkezlerinde satışa ç ıkarmaktadır. Emeğinin karşılığı olarak da, patran köylüye ücret olarak çok zaman ayni bir mal, bazen de işletmesini geliştimlesi için borç para vem1ek­ tedir. Sürt battaniyelerinin, Şırnak şallarının, Gaziantep ki­ limlerinin vs. dokunup piyasaya sürülmesinin mekanizması lusaca budur. Köylünün emeği önce arlı ürün, sonra da artı değere dönüşmekte ve fakat patranda birikmektedir. Ancak bu birikim, ticaret sermayesinin sanayi sermayesine dönü­ şümünü sağlayamamaktadır. Palron, bu işlere kentdeki atölyelerde ve daha ileri teknik olanaklarla devam e ttiği za­ man bu birikimin olacağı şüphesizdir. Patran şimdilik maki­ naya yatırım yapmaktan kaçınmaktadır. Çünkü , makinaya yapılan yatırun, daha başka yatırunlan da gerektirecektir. Oysa ağa, çevresinde bu t ezgahlarda kullanabileceği gayet geniş ve ucuz, hatta ücretsiz bir emek u nsuru bu labilmekte­ dir. Bunun için ağa, bu çok geniş ve ucuz emek olanağı du ­ rurken makinaya yatırım yapmayı gereksiz bulmaktadır. Patran şimdilik kentteki atölyelere yatırım yapmaktan kaçınmasına karşın, bu yolda az da olsa teşebbüse başla255


mıştır. Bu oluşum sonunda ticaret sermayesi, sanayi serma­ yesi durumuna dönüşecektir. Fakat artı ürün ve artı değer patran lehinde olduğundan, patronun kurduğu bu monopal yüzünden emekçinin ayn bir tezgah kurmasının çok güç olacağılll unutmamak gerekir. Bu çıkınaza karşı en önemli gelişme, köy ve kasabalar­ daki emeğin, kentdeki patranıardan bağımsız olarak koope­ ratifleşmeye başlamasıdır. Fakat, kentteki patronlardan ba­ ğımsız olarak geliştirilmeye çalışılan kooperatifçilik hareketi kredi olanaklanndan istenilen biçimde yararlanamadığın­ dan, gerekli olan durum tam olarak gerçekleşememektedir. Çünkü , kredi geniş ölçüde kentte oturan, ekonomik ve poli­ tik gücü etkili olan p atronlar tarafından denetlennıektedir. Büyük sermayeyi denetleyenlerin dışında, daha doğrusu on­ lann çıkanna karşı bir kooperatifçilik hareketinin gelişmesi son derece olanaksızdır. Her şeyden önce emeğin değerlendi­ rilmesi için çaba gösteren ve emeği örgü tlerneye çalışan bir kooperatifçilik hareketine büyük sermayenin ağırlığılll koy­ ması ise kooperatifçiliği amaçlanndan saptırarak büyük ser­ mayenin sömürü aracı durumuna getirmektedir. Siirt ve Ga­ ziantep gibi yerlerde bunun örneklerine her zaman rastlamak olanağı vardır. Siirt battaniyesi, Şırnak şah, An ­ tep kilimi vs. dokuyan deri işleri ile uğraşan emekçiler bu emeklerini daha· iyi değerlendirmek ve ürünlerine p azar bu­ labilmek için çeşitli kurumlara bu arada bankalara da baş­ vurmuşlardır. Fakat bankalar. herhangi bir rehin vs. göste­ remediklerr için, bu kooperatiflere kredi vermemişlerdir. Zira kredi alabilmek için, belirli bir mal varlığına sahip olmak ge­ rekir. Bu mal varlığı da ancak varlıklı sınıflarda olacağına göre kooperatifleşme ancak bu kişilerle yanyana gelmek suretiyle olur. Böyle bir kuruluş ise "emek"in çıkarlan doğrultusunda değil, daima "sermaye"nin çıkarlan doğrultusunda işlemek­ tedir. Nitekim Siirt, Gaziantep gibi yerlerde çeşitli elişlerini yaparak piyasaya süren koopemtill erde emekçiler hiçbir aman ağırlıklarını koyamamakta, daima sermayenin çıkaria­ nna ve direktiflerine göre hareket etmektedirler.

256


DURUM I Kasaba şehir Patron

l� � 4k

ll Hammadde (Yün-boya)

,. Mamul mai de � Ücret ya da mal

Köy

-El tezgahı

ı

t

ı

,, Mamül maddenin tüketim merkezine yollanması

DURUM II Şehir Atelye

D Patron

D İşçi

Şekil: 1 - El tezgahlanndan Atölyelere geçiş

257


VI. DİYARBAKIR'DA MAKİNELEŞME: FEODAL �E�-�ÇYLy İLİŞKİLE�EN , PATRON-IŞÇI ILIŞKILERINE GEÇIŞ A.

NÜFUS ARTIŞININ BASKISI

D iyarbakır, Dicle nehriyle su lanabilme olanaklanna sa­ hip geniş ve verimli ovalann ortasındadır. Dicle nehrinden henüz yararlanılamadığı için, ova çok yerde bir çöl görüntü­ sü içindedir. Sulanmayan topraklarda dönüm başına 10- 1 5 kilo buğday alınmasına karşılık, traktörle tarım yapılan yer­ lerde bu miktar 1 00- 1 30 kilo arasında değişmektedir. Bu bakımdan bölgede makinataşma büyük bir hızla devam et­ mektedir. 'Türkiye 'nin doğusundaki (Diyarbakır) toprak an­ laşmazlıklan üzerine" konulu bir araştınna yapan Nur Yal­ man'a göre toprak sahipleri ile kiracılar arasındaki denge 1 9 50'lerde bozulmuş ve bu olayda traktörün çok önemli et­ kisi olmuştur. "Güçlü bir traktör, Diyarbakır yakınlanndaki geniş ovalarda yaklaşık olarak 10 .000 dönüm sürebilir. Bu da, en azından 5 0 çiftçinin çalışmasıyla başarılacak bir iştir. Toprak sahiplerinin kazançlan çok büyüktür, hiçbir güçlük­ le karşılaşmadan, 5 . 000 dönüm ekerlerse büyük harcama­ lar yapmaksızın ve ü rünü çiflçilerle paylaşmaksızın buğday­ dan 350 bin lira kazanabilirler. "43

Köye traktörün girmesi köylüler açısından büyük bir yı­ kımdır. Traktörün girdiği köylerde köylüler büyük bir panik içine girmekte traktör sahibini köyden atmaya çalışmakta­ dırlar. Fakat ağalann şimdiki gücü temelden gelen bu itme­ leri şimdilik bastırabilecek güçtedir. Bu bakımdan, Nur Yai­ rnan'ın

araştırmasında

verdiği

örneklerden

b irini

aynen

alıyoruz:

"Abdullah Bey Olayı:44 Abdullah Bey'in babası ittihatçıydı ve Silvan yakı­ nında bir köy almak için nüfuzunu kullanm ıştı. Bu köy ona yıllarca kira getirmiş ve gelir sağlamıştır. Iki oğlu vard ı . Biri akıl hastasıydı , öteki; Abdullah Bey ise Is­ tanbul Hukuk Fakültesi'nde silik bir öğrenci olarak öğ43. Nur Yalman, Türkiye'nin Doğ usundaki Toprak Anlaşmazlıkları Üzeri­ ne, s. 1 7. 44. Nur Valman, a.g.e., s. 1 7 vd. 258


renimi ni sürdürüyordu. Diyarbakır'a döndükten bir sü­ re sonra babası öldü ve ailenin sorumluluğu onu n omuzlarına yüklend i . Kendisi uzaktayken, babasının hastalığı s ı ras ında köylerden gelirleri toplamak güçtü. Abdullah Bey, bunların azalmasından kuşkulanıyordu, bu kuşkunun nedeni de, köylülerin kötü hasattan, kötü havadan, çekirgelerden ve öteki doğal felaketlerden yakınmalarıydı . Abdullah Bey babası ile birkaç kez kö­ ye gitmişti. Köyün Dicle Nehri kıyısında olmasına kar­ ş ı , burayı hep çöl gibi hatırlardı. Bir süre sonra Abdul­ lah Bey, babasından kalan toprak üzerinde tarım yapmaya karar verdi. Bu karar halkın hiç hoşuna git­ medi. Bu toprak sahibi hiçbir zaman köyde yaşama­ mış ve kendi hesabına tarı m yapmamıştı. Köylüler, Ab­ dullah Bey'in traktörü ve biçerdöveri ile geleceğini duyunca telaşlandılar. Abdullah Bey'e gelen delegeler, köyde yaşamanın sakıncalarını anlattı lar. Haydutlar­ dan ve bölgenin güvenliğinin sağlanmasından söz etti­ ler. Yumuşak bir dille onu tehdit ettiler. Ama bütün bunlar Abdullah Bey'i, verdiği karardan döndürmedi. Güvenilebilir ve silahlı on kişiyi de yan ı na alarak köye gitti günün birinde. Köyün dışında bir ev yapmasına izin verilmişti. Traktörünü toprağı na ilk geçirişte bir si­ lah patladı ve sürücü lerden biri yaralandı . Abdullah Bey de köylülerden birini yaralayarak karşılık verdi bu­ na. Birkaç ay çok gergin geçti. Abdullah Bey'in oturdu­ ğu evin etrafındaki köpek sayısı ve duvarların yüksekli­ ği arttı. Abdullah Bey 1 4.000 dönüm araziden 4.000 dönü­ münü ald ı . Toprağı n büyüklüğü ne olursa olsun ekile­ bilir topraklar göze çarpacak kadar azaldı köylüler için. Köydeki gerginlik arttı ve köy ikiye bölündü. Bir bölü­ mü Dicle'den aşağıya gittiler ve asıl köye yürüyerek 25 dakika uzaklıktaki bir araziye yerleştiler. Birbirleriyle yakından ilgili (kardeş çocukları) bu iki köy arasındaki ilişki hiç de ahenkli değildi. Ertesi yıl, gerg inliğin art­ ması ile asıl köyde bir silah daha patlat ıld ı . Gece, ada­ mın biri tarlada öldürü ldü. Halk, öldürenin kim olduğu­ nu bilmiyormuş gibi davrandı . Önce suçu Abdullah Bey'in üzerine yıkmaya çalışt ılar. Jardarmalar geldi. 259


Bu arada Abdullah Bey'in adamları köylü leri korkut­ muş ve onların mahkemede yalancı tanık olarak Ab­ dullah Bey'i savunmalarını sağlamışt r . Yeterli tanık yoktu. Köylülerin bir bölümü, Abdullah Bey'in istediği gibi tanıklar gösterdi. Böylece Abdullah Bey'in aleyhi­ ne olan durum düzeldi. Köyün öteki bölümü ise akra­ baların ı n öteki köyden olanlar tarafı ndan öldürüldü­ ğünden kuşkulanıyorlard r . Öldüren hiç bu lunamad ı . Ama y a Abdullah Bey veya ası l köyden olan adamla­ rın öldürdüğü kanısı yaygındr. Ölen adamın kızı, bun­ dan önce köylülerden birine verilmemişti. K u şkular da bu durumdan çıkıyordu . Abdullah Bey, artık köyün kendisini kabul ettiğini ve koşulların ı n iyiye doğru gittiğini söyledi. Kendisini köyde ziyaret edip edemeyeceğimi sordum. Buna izin verdi ama bazı silahlı adamların muhafızlığı altında. So nunda bu dikkate değer kişi ile birkaç saat geçirme fırsatını elde ettim. Köy ciple Silvan'dan iki saat uzaktaydı . Ağaçsız te� peler ve bir iki evden başka bir şey görülmeyen geniş düzlükle rle , bölgenin oldukça acayip bir görünüşü var­ d r . Mavi renkli Dicle ile kızgın kırmızı toprak, etrafımız� da bir renk zıtlığı oluşturuyordu . Küçük tepeciklerin aras ından dikdörtgen biçiminde büyük bir kitle gördük. Sü rücü, gittikçe daha çok göze çarpan bu kitlenin Ab­ dullah Bey'in kalesi olduğunu söyledi. Gerçekten bir kaleydi burası. Altı metre yüksekliğindeki duvarlarla çevrilmiş bir kale. Biraz daha yaklaşınca iyi bakılan bir elma bahçesi ile karşı laştık. Korunma amacı ile yapıl­ dığı apaçık olan, büyük tahta bir kapıdan dikdörtgen bir avluya girdik. Bu büyük kapıyı geçtikten sonra gir­ diğimiz avluda, hamurdanarak dolaşan beş altı köpek karşıladı bizi. Ummadığım iyi bir şey de sürekli akan su ve hatta duş olmasıydı. Daha sonra Abdullah Bey bizi çeşitli tarım araçların ı n sergilendiği garaja götür­ dü. Bahçede bir çeşme ve ferahlatıcı bir havuz vard ı . Havuzun kenarına oturduk. Duvarları n üzerinde dola­ şan tavus kuşları görüntüyü tamamlryorlardr . Onlar da açıkça muhafız vazifesi görüyorlard r . D ışardan gelen 260


biri için bu evi çeviren düşmanlığı unutmak kolaydı . Ama bu bir a n için u nutulsa bile ev sahibinin kemerin­ de taşıdığı iki tabanca hemen hat ırlatıyordu . . Abdullah Bey'in köyün ortası nda kurduğu bu yapı baz ı önemli değişikliklerin ifadesiydi. Esas köyde say­ gı duydukları Abdullah Bey olduğu için, koşulları iyi idi. Diyarbakır'da bile bir toprak sahibinin tehlikelerle karşı karşıya kald ığı az görülürdü. Öteki iki küçük köyde ise koşullar iyi değildi . Abdullah Bey, köylülere, üzerinde yerleşmesi için ancak yetecek kadar toprak verdi. Fa­ kat öteki iki köye ise hiçbir şey verilmemişti. Onlar ise sınırları n birine yakın bir toprağı ekiyorlard ı . Bu kez Abdu llah Bey toprak komisyonu getirmiş, tanıklar bul­ muş ve bu ekili topraklar üzerinde de kendi isteklerinin uygulanmasını sağlamıştı. Bu yıl onları n bu rada çal ış­ malarına izin vermişti ama, gelecek yıl vermeyecekti . Bu değişikliklerin köydeki etkileri dikkate değerdi. Toprağın azlığ ı , köydeki anlaşmazl ıkları n başlıca ne­ denlerindendi. Bu ayrılık ölüm olay ı ndan sonra ortaya çıkt ı . Hemen hemen on aile tepelere doğru çıkt ılar. Ve burada ev kurdular. Ama şimdi bunları n sekizi köyün öteki bölümü ve Abdullah Bey ile olan mücadelelerin­ den vazgeçmiş durumdadırlar. Ve işçi olarak Diyarba­ kır'a göç etmek zorunda kalmışlardır. Nehrin aşağıları­ na doğru ise köyün öteki bölümünden bazı kimse ler yerleşmişlerdir. Kız kardeşi tepede yaşayan bir adam­ la evli olan muhtar ise bu adamı n şimdi, 'Kara bir yü­ rek' taşıdığını yani öç almak istediğini söylüyordu . Onun için de en iyi şey, Diyarbakır'a gitmek olacaktı. Ama o hala inat edip dayanıyordu. Abdullah Bey'in toprağı ndan terahlıkla, ama güven­ siılikle ayrıldım. Yine dört tane iyice silahlanmış adamla korunuyordu. Bu durumda ise kimse Abdullah Bey'e karşı bir davranışta bulunmak yürekliliğini göste­ remezdi. Abdullah Bey'in Diyarbakır'da arkadaşları vard ı . Sivil görevliler, hakimler ve öteki yüksek kişilerdi bunlar. Tümü Abdullah Bey'e saygı gösterirlerdi. Ama onun köyde birçok riskleri göze almakla pek akı llı bir davranışta bulunmadığı kanısı ndaydı lar. Öte yandan 26 1


akrabaları , Diyarbakır'da eşleri , istanbul ve Ankara'da arkadaşları ve önemli bir g el i ri va rd ı . Abdullah Bey olay ı , hiçbir biçimde kişisel bir örnek değildir. Diyarbakır'da iken benzer olaylarla karşılaşmışımd ır." ·

Bu örnek olayda da görüktıileceği gibi, rnakinalaşrna, tanrn sektöründeki nüfusun bliyı 'ı\·: bi.r kısmını kentlere doğ­ ru itrnekte bir kısrnıru da, yukarrhı kl örnek olayda gösteril­ memekle beraber, ücretsiz işçi olarak hayabm devama zo­ runlu kılmaktadır. Ancak, bu tarımsal nüfu s kentlerde iş olanağı bulabildiği ölçüde, ücretli işçi durumuna gelmekte­ dir. Batı Anadolu'da olduğu gibi, tarımsal sektörde ücretli işçilik henüz başlarnamıştır. Fakat hızla gelişen makinalaş­ manın Doğu 'da tanm sektöründe de ücretli işçiliği başlat­ ması kaçırulrnaz bir sonuçtur. ı 960- ı 965 yılları arasında Diyarbakır'daki (merkez ka­ za) nüfus artışı % 40, kasabalardaki % 36 olduğu halde , köylerdeki artış sadece % ı 3'tür. Bu , tarunsal nüfusu n ge­ niş ölçüde kent ve kasabalara göçtüğünü gösterir. Yine aynı dönernde kadın ve erkek nüfu sunda herhangi bir değişiklik olmaması, ailenin köyden tüm olarak koptuğunu göstermek­ tedir.

Bu örnek olayın gösterdiği başka bir özellik ise derebey­ liğin baskıcı gücünün, mülkiyeti ve üretimi şimdilik denetim altına alma olanağını bulduğu , fakat temeldeki h alk yığınla­ nndan gelen ltınelere karşı uzun süre dayanamayacağıdır. Diyarb akır'daki rnak.tnalaşmanın en önemli nedeni, top­ rak sahipleri tarafından, feodal sömürünün çok düşük oldu ­ ğunun fark edilmesidir. Sömürüyü artırmanın ve daha çok birikim yapmanın tek yolu ise hızla makirıalaşmak ve maki­ nalaşmanın gerektirdiği modern· tarım tekniklerini uygula­ maktır. Urfa, Mardin, Gaziantep gibi yerlerde de görülen bu oluşum D iyarbakır'da daha yoğundur. Bu her şeyden önce Diyarbakır'daki suııf yapısının değişimiyle ilgilidir.

262


B.

FEODAL EGEMEN SINIFIN KAPITAilSTLEŞMESİ

Doğu Anadolu'da dikkatle izlenmesi gereken en önemli olay, sınıf yapısında meydana gelen değişmelerdir. Bu deği­ şim feodalizinin kapitalizme doğru dönüşümüdür. Bilindiği gibi toplumlarm ve ü retim güçlerinin genel gelişim doğrultu­ su bakımından feodalizmi yıkan ekonomik ve toplumsal güç, feodalizme karşı ve feodalizmin dışında gelişen ticaret b uıj u ­ vazisidir. Bu oluşumun ekonomik dinamikleri şudur: Feoda­ lizmin "ürün-rant" ve "para-rant" dönemlerinde ,

özellikle

"para-rant" döneminde köylü yığınlannda tüketim fazlası ürün birikimi olur. Köylüler, ürün fazlalarını köylük alanlar dışında değerlendirirler. Bu ü rünler kentlerde ticaret serma­ yesinin sömürüsüne tabi olurlar. Bu sömürü kentlerde ge­ niş bir birikim meydana getirir. Zamanla artan bu birikim, kırsal alanlan etkisi altına alarak oralara egemen olan feo­ dal üretim ilişkilerini tasfiye eder. Görüldüğü gibi feodalizmi tasfiye eden. feodal üretim ilişkilerinin dışında gelişme ola­ naklan bulan ticaret kapitalizmi olarak belirmektedir. Batı Avrupa'da feodalizmin yıkılışı genel olarak böyle olmuştur. Doğu Anadolu'da ise feodalizmin kapitalizme dönüşümü Ba­ tı Avrupa'daki sürece uymamakta, feodalizm kendi içinde yenilenmekte yani feodal egemen sınıf kapitalistleşmeye ça­ lışmaktadır. Bu, Türkiye'nin ekonomik bakundan dışa ba­ ğımlılığı ile ilgilidir. Dışa bağımlı bir ülkede değişimin dina­ miğini ülke içinden çok ülke dışında aranıak gerik.ir.

O halde ekonomik bakımdan dışa bağımlı olan Türki­ ye'de de değışıneyi incelerken emperyalizm etkenini gömıek büyük bir zorunluluktur. H erhangi bir ü lkenin emperyalizm ile ilişkileri o ülkedeki o ekonomik ve toplumsal güçlerin kendi iç diyalektiği gereği, rahat bir biçimde işleyip işleme­ mesini de tayin eder. Bağımlı ülkelerde toplumun iç diyalek­ tiği emperyalizmin denetimi altında bağımsız bir biçimde iş­ leme olanağı bulamaz. Bu koşullar altında toplumlar kendi iç dinamikleri gereği varacaklan devrimci aşamaya varamaz­ lar. Emperyalizmin baskısı, ekonomik ve toplumsal güçleri saptırıcı ve meydana gelmesi kaçınılmaz olan devrimci aşa­ malan geciktirici bir rol oynar. İşte Doğu Anadolu'daki feodalizmin kapitalizme dönüşü­ münün klasik şemayı izlemeyip farklı bir doğrultuda cere-

263


yan etmesinin temel nedeni budur. Doğu Anadolu'da feodal egemen sınıfın kapitalistleşmesi olayı araştırılırken , 1 923 yı­ lından itibaren Doğu'lu egemen sınıflar ile merkezi otorite arasındaki ilişkileri incelemek gerekir. Bu ilişkiler ileride ge­ niş ölçede incelenecektir. Yalnız şu kadannı söyleyelim ki, 1 923- 1 945 arasında Doğu 'lu ve Batı'lı ,:gemen sınıflar sağ­ lam bir sömürü koalisyonu kuramamı:;; . yer yer ve zaman zaman sürtüşmeler olmuştur. 1 945'den ::;onra ise çok partili demokratik düzene geçişin getirdiği olanaklar sayesinde bü­ tünleşme olayı başlamış, günümüze kadar gelmiştir. Günü­ müzde merkezi otorite ile ister sürtüşsün, ister siirtüşmesin bütün Doğu'lu egemen sınıflar yani feodal egemen sınıf. Ba­ tı'daki egemen sınıflada giderek merkezi otolite ile bütünleş­ miştir. Bütünleşme süreci içinde Batı'daki egemen sınıflar kapitalist ilişkileri yoğunlaştırıp geliştirnlekte, Doğu'daki egemen sınıflar da ancak, Batı'daki egemen sınıflada bütün­ leşebildiklert ölçüde sömürüye katılabilmektedir. Bu ifade­ nin başka bir anlamı da feodal egemen sınıfın. Batı'daki ege­ men sınıflann sadece bir komisyoncusu olduğudur. Sömürüden en büyük payı Batı'lı egemenler alıyor. Do­ ğu 'daki ise küçük bir payla yetinınek zorunda kalıyor. Her ikisini birden denetimi altında bulunduran emperyalizm ise Doğu 'lu ve Batı'lı egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin mümkün olduğu kadar yumuşatılmasına çalışarak, arala­ nndaki sömürü koalisyonunu pekleştirmektedir. Bu konuda dikkate alınınası ve izlenmesi gereken olay şudur: Emperyalizmin geniş denetim olanaklan varolmakla: Doğu'lu ve Batı'lı egemen sınıflar arasında bütünleşme si"i re ­ c i devam etmekle beraber Doğu Anadolu 'daki ekonomik ve toplumsal güçlerin kendi iç dinamiği de işlemektedir. Bu, Doğu 'daki feodal egemen sınıfın. feodal sömürünün çok az bir sömürü olup artırılması gerektiği biçiminde özetleyebile­ ceğimiz devrimci bir fikirle ilgilidir. Feodal sömürü düşük bir sömürüdür. Çünkü "artık ürün"ü azdır. Öküz, karasa­ batı ve kağnı tarafından belirlenen bu teknoloj inin yarattığı "artık ürün" ister istemez düşük bir "artık ürün" olarak be­ lirmektedir. İşte Doğu'daki feodal egemen sınıf Batı'daki ka­ pitalist sınıfla bütünleşmeleri süreci içinde kendi sömürüsü­ nün çok düşük bir sömürü olduğunu fark etmiştir. Kendisi de Batı'daki toprak sahipleri gibi olmak istemektedir. Zira 264


Batı Anadolu 'daki toprak sahipleri geniş bir birikim yapmış­ lar, empeıyalist pazarlada ilişki kurmuşlar, böylece sömürü olanaklarını yoğunlaştırmışlardır. İşte bütün bunlan gören ve kavrayan D oğu 'daki toprak ağalan da birikimi, giderek sömürüyü artırmanın yollarını aramaktadırlar. Bu her şey­ den önce makınalaşmayı gerektirir. H erhangi bir topluma makina, sad�ce makina olarak · girmemektedir. Makina, ör­ neğin traktör, modern tanm tekniklerini, makinayı kullana­ bilecek teknik bilgiyi de getirmektedir. Bir yandan makina , bir yandan da makina ile birlikte gelen. sulama. gübreleme. pazarlama, kredi vs. gibi modern tarım teknikleri, verimi ge­ niş ölçüde artırmakta, birikim ve sömürü olanaklarını geniş­ lelmektedir. Görüldüğü gibi bura da doğrudan doğruya feo­ dal egemen sınıfın kendisi kapilalistleşmeye ve yenileşmeye başlamaktadır. Eğer kapitalizme , geçiş, feodalizmin dışındaki bir sınıf tarafından gerçekleştirilmeye çalışılsaydı , bu olu­ şum . kısmen kısa bir zaman içinde tamamlanabilirdi. Fakat sınıf dönüşümü olayırun bizzat yine feodaller tarafından ger­ çekleştirilmeye çalışılması bu oluşumun epeyce uzun süre­ ceğirıin bir karutıdır. Kapitalizme geçiş süresi içinde gözlene­ bilecek

en

önemli

olay

toprak

sahiplerinin,

köylük

alanlardan kalkarak kent ve kasabalara doğru kaymalanyla, oralarda yerleşmeleriyle ilgilidir. Fakat kasaba ve kentlere yerleşen toprak ağalan, köyleriyle ilişkilerini tamamen kes­ memekte, tarıma dayanan işletmecil iklerini yine sürdürmek­ tedirler. Bu konu, ürelimin çok yönlü bir duruma gelmesiyle ilgilidir. Kapitalist ilişkiler gelişirken, feodal ilişkiler yine de­ vam etmekte, özellikle feodalizmin ü styapı kurumları hayali­ yetlerini bütün ağırlıklarıyla sürdürmektedir.

Öte yandan

kentlere yerleşen feodaller, buralarda ticaret faaliyetlerine katılıp han, apartman, otel vs. yapmaktadırlar. Mü lkiyel ve ü retim ilişkilerini denetledikleri için, politik hareketleri de­ netledikleri için krediyi, giderek mülkiyet ilişkilerini daha sı­ kı ve yoğun bir biçimde denetlerler. Kapitalizmin yoğunluk kazanması süreci içinde gözlen­ mesi gereken en önemli olaylardan bir de ilkel bir toplumsal ve siyasal biçim olan aşiret sistemlerinin parçalanması ve daha ileri bir aşamaya doğru geçişidiL zaten D oğu Anado­ l u 'da feodal ilişkilerden kapitalist ilişkilere geçişin en önemli yanı, aşiret biçimindeki toplumsal ve siyasal örgütlenme b i-

265


çimielinin tasfiyesidir. Araştırmamızın hipotezler bölümün­ d e , bir üretim ilişkisi olan aşiret sistemi ile feodalizmin siya­ si üstyapısı olan aşiret örgütlerini b irbirine karıştırmamak gerektiğini belirtmiştik. Göçebe hayvancılığına dayanan aşi­ retlerdeki üretim ilişkisi, daha çok doğal ekonominin yani kendine yeterli üretimin koşullarını taşımaktadır. Bu bakım­ dan, aşiretlerdeki üretim ilişkileri feodal üretim biçimi içinde ele alınabilecekleri halde, aslında feodalizmden daha aşağı bir üretim ilişkisinin karakterini gösterirler. Feodalizmin si­ yasi üstyapısı olan aşiret örgütleri ise her şeyden önce top­ lumsal ve siyasal bir biçimdir. Göçebe aşiretlerin toprağa yerleşmeleriyle birlikte göçebe hayvancılığına dayanan üre­ tim ilişkileri t asfiye olabileceği halde siyasi üstyapı yaşamını yine sürdürü r. Doğu Anadolu'da feodalizmin yoğunluk kazanmasıyla b irlikte göçebe hayvancılığına dayanan hayat biçiminin, gi­ derek üretim ilişkilerinin ortadan kalkacağı büyük bir ger­ çektir. Fakat kapitalizmin yoğunluk kaz;anışının sonuçlan burada bitmez. Feodalizmin siyasi üstyapısı olan aşiret ör­ gütleri de parçalanıdar ve uluslaşma oluşumu başlar. Ulu s­ laşmanın belli-başlı dinamiklerini ileride araştıracağız. Yal­ nız

şu

kadarını

söyleyelim

ki,

tarıma

makinanın

ve

makinanın gerektirdiği teknik bilginin girmesiyle çok geniş insan yığınlan tarım sektörü nün dışında kalmakta ve bu iş­ siz yığınlar köylük alanlardan kasaba ve kentlere doğru akın etmektedir. Böylece sahte de olsa bir kentleşme başlamakta ve nüfus yoğun bir hal almaktadır. Kentlere gelen nüfus, ço­ ğunlukla istihdam olanakları bulamamakta bu ise kişiler ve gruplar arasında gerginliklerin ve sürtüşmeleıin artmasına sebep olmaktadır. Hırsızlık, yankesicilik, fuhuş, cinayetler, karaborsacılık hep sahte kentleşmeyle meydana gelen top­ lumsal olaylardır. Bu olaylar aslında . aşiret örgütlerindeki yüzyüze ve dar insan ilişkilerini parçalayıp, daha geniş ve çok yönlü bir insan ilişkileri ağı meydana getirmektedir. Bü­ tün bunlar aşiretlerdeki "bizlik" duygularını yok etmekte "bi­ zim aşiret", "bizim reis" vs. yerine "bizim millet" sözü gel­ mektedir. Nüfus yoğunlaştıkça çok yönlü insan ilişkileli ağı da gelişmektedir.

Öte yandan kapitalist pazann meydana

gelmesiyle birlikte , Doğu'lu egemen sınıflar artık üriınün tü ­ münü kapatabilmek ve sömürebilmek için, Batı'daki egemen

266


sınıflarla bir sürtü şmeye girebilir. Ekonomik ve toplumsal değişim her ne kadar emperyalizm tarafından denetieniyor­ sa da, yüzeyde de olsa böyle bir sürtüşmenin meydana gel­ mesi olanağı vardır. Bütün bu analizler göstermektedir ki. feodal egemen sı­ nıfın kapitalistleşmesi süratli bir biçimde olmasa da aşiret örgütlerini tasfiye edip uluslaşma sürecini başlatmaktadır.

O halde feodal egemen sınıfın kapitaiistleşmesinin, yani kendi kendisini yenilemesinin başlıca iki önemli sonucu var­ dır. 'Bunlardan birisi "ernek"i, toprak ağasına olan kişisel ba­ ğunlılığından kurtararak "özgür emek"i ortaya çıkarması: b u na paralel olarak ilkel bir toplumsal ve siyasal biçim olan aşiret örgütlerini parçalayıp tasfiye ederek, daha ileri bir si­ yasal biçim olan uluslaşma:yı başlatmasıdır. Aslında ekono­ mik alanda meydana gelen "emeğin özgürleşmesi" olayıyla , siyasal alanda meydana gelen "uluslaşma" olayı birbirlerin­ den bağımsız düşünülemez. İkisi bir bütündür ve siyasal düzeydeki değişim ekonomik alandaki değişimin yoğun olup olmadığına göre hızlı veya yavaşt.ır. Bu oluşum sırasında üzerinde dikkatle durulması gere­ ken noktalardan biri de şudur: Feodalizmi yıkmak, feodaliz­ mi tasfiye etmek özlemi hiçbir zaman feodal egemen sınıftan gelmez. Yukarda değindiğimiz gibi Avrupa'da feodalizmi yık­ ma özlemi, feodalizmin dışındaki bir sınıf tarafından gelişti­ rilmiş ve gerçekleştirilmiştir. Feodalizmi yıkmak, tasfiye el­ mek özleminin feodaller tarafından desteklenmeyeceği fikri, Türkiye, giderek Doğu Anadolu için de doğrudur. Doğu Ana­ dolu'da feodal egemeiı. sırufın kapitalistleşme, kendi kendile­ rini yenileme çabalannı, feodalizmi yılanak, tasfiye etmek özlemi olarak değerlendirmernek gerekir. Burada olan şu­ dur: Feodal egemen sınıf çok az bir sömürü yaptığını fark et­ miş, bunu artırmak istemektedir. Ve bunun yollarını da ara­ yıp

bulmaktadır.

Fakat

feodal

devirdeki

statüsünü

ve

fonksiyonlarını da yitirmek istememektedir. Özellikle aşiret reisliği ve şeyhlik gibi kurumlara bağlı kalmak ve bu kurum­ lar yoluyla otoritesini duyurmak istemektedir. Bu ise kapita­ listleşen feodallerle halk yığınları arasında bir sürtüşme ya­ ratabilir. Feodalizmin yıkılışı feodaliziDin dışındaki bir sınıf tarafından gerçekleştirtlmiş olsaydı, bu sorun kökünden çö-

267


zülebilirdi. Fakat feodalizmin kendi kendisini yenilerneye ça­ lışması, bu sorun ·üzerinde dikkatle durulmasını gerektiri­ yor. O halde feodalizmin kapitalizme dönüşümü . sırasında meydana gelmesi kaçırulmaz olan "özgür emek" ile feodal aristokrasinin, feodalizmin üstyapı kurumlarına dayanarak, feodal devirdeki statü ve fonksiyonlannı sürdürmek istemesi birbiriyle çelişen b ir olaydır. G örüldüğü gibi tanma makina girmesiyle ekonomik ve toplumsal yapıda temele inen değişmeler olmaktadır. Bu , her şeyden önce sınıf yapısının d eğişmesiyle ilgili bir olaydır. Doğu Anadolu 'da Urfa , M ardin, Gaizantep , Diyarbakır gibi yerlerde . özellikle Diyarbakır yörelerinde oluşan bu olaylar ilgi ve dikkatle izlenıneye değer. Ç ünkü Diyarbakır yörelerin­ de henüz oluşan değişim yine egemen sınıflar lehine olan bir değişimdie feodal egemen sınıf kapitalistleşmektedir. Bu de­ ğişimin en önemli sonucu, emeğin özgürleşmesini sağlayıp feodal d üzendeki "feodal bey-köylü" ilişkilerini, giderek "pat­ ran-işçi" ilişkileri duru muna getirmektir. O halde D oğu Ana­ dolu'da geniş halk yığınları yaranna meydana gelebilecek bir devrim ancak bu olay içinde gizlidir. Doğu Anadolu'daki de­ ğişimi n, Tü rkiye'nin öteki bölgelerinde, özellikle Batı Anado­ lu'da cereyan eden değişimden aynldığı temel nokta budur. Batı Anadolu 'da mevcu t kapitalist ilişkiler yoğunlaşırken, emperyalist pazarlarla daha sıkı bir biçimde bütü nleşme olanakları ararken . Doğu Anadolu'da sınıf yapısında bünye değişiklikleri meydana gelmektedir. Fakat sınıf yapısının de­ ğişmesi sadece üretim ilişkilerinde meydana gelen bir değiş­ me değildir. Üretim ilişkilerinde meydana gelen değişme, mü lkiyet ilişkilerini değiştirdiği gibi öteki ü styapı kurumlan­ nı da değiştirir.

C.

DİYARBAKIR'IN DOGAL İIERİCİLİGİ

Erzurum'un yapısal durumundan söz ederken. kentle­ rin tutucu olup olmamasında, etnik etkenierin de rolü oldu­ ğunu b elirtmiştik. Bu etkenierin rolü iki yönden ele alınabi­ lir. 1) Çeşitli etnik gruplann bir arada yaşadığı yerlerde, gruplann birbirlerinin kültürlerini, gelenek ve göreneklerini kabul etmeleri ile meydana gelen h oşgörü , toplumda yeni ve ilerici fikirlerin gelişmesi bakımından önemli bir ortam ha268


zırlıyor. Nüfusun etnik gruplar arasında dengeli olarak da­ ğıldığı yerlerde, bu hoşgörüyil görme olanağı vardır. Yalnız burada gelir dağılımınin etkisini de gözden uzak tu tmamak gerekir. Eğer gelir dağılımında etnik gruplardan birisi aşın derecede büyük bir pay alıyor, öteki etnik gruba çok az bir pay kalıyorsa, burada etnik gru pların ortaya koyduğu bir hoşgörü ortamından söz edemeyiz.

Hele gelir dağılımının

dengesizliği yarunda, etnik grupların nüfus kompozisyonu içindeki ağırlığı da dengeli değilse o zaman etnik etkenin meydana

getirdiği

hoşgörü

ortamı

tamamen

yok

olur.

Kars'daki gelir dağılımı etnik gru plar arasında bir denge meydana getirdiği için Kars'da ilerici fikirlere açık bir yapı vardır. Oysa Erzurum'da da etnlk gruplar vardır. Fakat bu­ rada gelir dağılıını tamamen bir grup lehine (Türkler) ağır bastığı için tutucu bir ortam ortaya çıkmaktadır. 2) Diyarba­ kır'ın özelliği ise Erzurum'dan da Kars'dan da farklıdır. Bu­

radaki doğal ilericilik doğrudan doğruya etnik grubun kendi yapısından gelmektedir. Bu Türk M il liyetçiliği ideoloj isi ile il­ gili bir tutumdur. İleride daha ayrıntılı bir biçimde ele alaca­ ğıınız gibi. Türk halkı kapitalist pazarının büyümesi ve güç­ lü bir ulusal buıj uvazinin oluşması sonucu uluslaşmamış­ tır. Türk halkının uluslaşması tepeden inme sloganlada ol­ muştur: "Bir Türk Dünyaya Bedeldir", "Ne M u tlu Türküm D iyene",

"Türk,

Öğün,

Çalış,

G üven"

vs.

Bu

oluşum,

1 923'den sonra Hilafet'in kaldırılmasıyla birlikte meydana gelen boşluğu doldurmak için getirilen Türk milliyetçiliği fik­ riyle ilgilidir. G örüldüğü gibi Türk halkı, ekonomik ve top­ lumsal temeller üzerinde uluslaşmamış, yukandan formüle edilen sloganlada uluslaşmıştır. Yukarıdaki sloganlar top­ lum tarafından büyük bir kabul görmüştür. Öte yandan ekonomik ve toplumsal temel üzerinde yükselmeyen bu olu­ şum, ileride ırkçı birtakım gelişmeleri de önleyememiştir. "Türkler Dünyanın en asil ırkıdır" sloganı b öyle ortaya çık­ mıştır. Burada duygusal etkenlerden sıyrılarak şunu gör­ mek gerekir: Türk halkını uluslaştırmak için yukanda for­ müle edilen sloganlar, halkının büyük bir çoğunluğu (bazen tamamı) Kürt olan yörelerde kendinl kabul eden bir potansi­ yel bulmuş mudur? Bulamamıştır. Er.wrum ve Diyarba­ kır'ın yapısal özelliklerini bu noktada aramak gerekir. Erzu­ rum'da

Türk

milliyetçillği

ve

hatta

Türk

milliyetçiliği

269


ideoloj isini kabul eden geniş bir potansiyel olabildiği halde, Diyarbakır'da böyle bir potansiyel yoktur. Bu olay tutucu si­ yasi iktidarların politikalarına karşı Diyarbakır'ı daima ileri­ ci bir düzeyde tutmaktadır. İşte bu nedenledir ki, emperya­ lizm Erzurum'daki ticaret burj uvazisinin gelişmesini Alatürk Üniversitesi yolu ile denetleyebildiği halde , Diyarbakır'ı Tıp Fakültesi yolu ile denetleyernernektedir. (Ziya Gökalp Üni­ versitesi yolu ile de denelleyemeyecektir. ) Emperyalizm , bu durumu çok iyi değerlendirdiği için, Diyarbakır'daki feodal egemen sınıfın kapitalistleşmesi olayını İncirlik'teki üslert aracılığı ile denetlernek istemektedir. Burada önemli olan noktalardan biri de, Diyarbakır der­ ken yalnız Diyarbakır kentinin değil daha geniş bir bölgenin düşünülmesi gerektiğidir. Siverek, Silvan. Urfa vs. de bu bölge içinde ele alınmalıdır. VII . KAÇAKÇILIGIN

TAMPON ROLÜ: KİLİS-NUSAYBiN, DOGUBEYAZIT, POSOF

A.

KAÇAKÇIUÖIN TAMPON ROLÜ

Sııur kasabalannda görülen en ilginç olay, kaçakçılığın büyük bir hızla ve bilinçli bir biçimde devam etmesidir. Ka­ çakçılık, gelişigüzel bir olay olmayıp sınıfsal temellere otur­ maktadır. Daha önc e , nüfus ve yerleşme bölümünde açıkladığımız gibi, D oğu Anadolu'daki kasabalar geniş ölçüde köy görünü� münde olup kamu görevleri gelişmemiştir. Aynca. bölgedeki nüfus, Türkiye ortalamalarının üzerinde bir hızla artmakta­ dır. Bu durum karşısında, halk, geçimini sağlamak için ya Ankara, İstanbul, İzmir, Adana gibi endüstri merkezlerine göç etmekte veya kaçakçılığa yönelmektedir. Örneğin D oç . Dr. Cavit Orhan Tütengil ve Doç. Dr. Oğuz An'ıun yaptığı araştırmalara göre, çalışmak için Adapazan'na gelenlerin sa­ dece % O. l 'i45 İstanbul'a göç edenlerin de sadece % 0.4'ü46 45. Cavit O. Tütengil, Oğuz Arı, Adapazarı'na Göç ve Çalışma Hayat ına I ntibak Araşt ırması, SK, 1 966, 7. Kitap s. 1 1 4. 46. Cavit O. Tütengil, Oğ uz Arı, istanbul'a Göç ve Çalışma Hayatına i nti­ bak Araştırması iFM (Cilt 25, Temmuz 1 966, s. 55). 270


Güneydoğu Anadolu'dandır. Bu da gösteriyor ki, hızlı nüfu s artışının ortaya koyduğu basınç büyük endüstri merkezleri­ ne giderek hafifletilemiyor. Tersine , artan nüfus orada kalı­ yor. Toprak mülkiyet! ve ü retim ilişkilerinde , temele inen ya­ pısal

değişmeler

olmadığırta

göre,

gün

geçtikçe

çoğalan

nüfusun, geçimini sağlayan tek kaynak, kaçakçılık geliri ol­ maktadır.

Buna karşılık Posofta yaptığımız araştınna da,

orada kaçakçılık söz konusu olmadığından, artan nüfusun büyük bir hızla endüstri merkezlerine doğru kaydığını sap­ tadık. Yalnız burada bir gerçeği çok iyi anlamak gerekir. Do­ ğu Anadolu'daki üretim ilişkilerinin çok yönlü bir üretim ilişkisi olduğunu belirtmiştik. Burada feodalizm, kapitalizm, feodalizm öncesi çeşitli üretim ilişkileri aynı yerde ve aynı zamanda bir arada görülebilmektedir. Bu tür ilişkiler siste­ mi içinde toprağı olmayan veya çok az toprağı olan, ya da bir varlık olamayan kimseler, çok geniş topraklan denetleyen ağaların yanında, kiracı, ortakçı, maraba olarak çalışıp ha­ yatlarını kazanmaktadır. Fakat. nüfus artışının ortaya koy­ duğu baskılar öylesine büyümüştür ki, bazı aile ve kişiler böyle bir ilişki sısteminin bile dışında kalmaktadır. Dolayı­ sıyla kaçakçılığa doğru yönelme kendiliğinden ortaya çık­ maktadır. Fakat, bu kişi ve eylemleri denetleyen, tanm sek­ töründe mülkiyet ve üretim ilişkilerini denetleyen kimsedir. Bütün bunlar kaçakçılığın tamamen sınıfsal bir temel üzeri­ ne oturmakta olduğunu göstermektedir. Öte yandan. Türki­ ye'de kaçakçılık yapanların Suriye . Irak ve İran'daki bağlantı merkezleri, yine kaçakçı merkezlerine bağlı olan kişi ve tüc­ carlardır. Özellikle Suriye Hükümeti, gümrük politikasıyla kaçakçılığı doğal bir devlet ögesi haline getirmiştir. Bu du­ rumda, söz konusu ülkelerdeki siyasal iktidarlar tam anla­ mıyla sosyalist dönüşümleri gerçekleştirrnedikçe, adları ve görünümleri ne kadar devrimci olursa olsun bu mekanizma­ yı değiştirerneyeceklerdir. B u , adı geçen hükümetlerin aldığı yanın yamalak ted­ birlerin, geniş halk yığırılannın çıkarlarına yöneltilmeyen tedbirlerin, gerçek çözüm yolu alamadığını ve bu tedbirlerin feodal yapı içerisinde yeniden bütünleşip, yeni yeni arılarn­ lar kazandığını göstermektedir. Son zamanlarda sınırlardaki, özellikle Suriye, sınırdaki 27 1


kaçakçılığı, egemen sınıfların çıkarları ile uyuşturan iki "hu ­

kuksal düzerılemeye" rastlamaktayız. B u kararlardan biıi,

Türkiye Hükümeti tarafından, öteki de Suriye Hükümeti ta­ rafından alınmıştır. Türkiye tarafından alınan kararla, sınır, Tü rkiye topraklannda 500 metrelik bir kuşak meydana geti­ recek bir biçimde mayırılanmıştır.

Bu mayınlama işi, iki

önemli sonuç doğurmuştur. Bunlardan biıi, ekilir biçilir, ve­ rimli arazinin mayırılanmış alan içinde kalması , öteki de doğrudan doğruya kaçakçılığı önlemeye çalışmasıdır.

Bu

ikincisi çok önemlidir ve doğurduğu sonuçlar yönünden üze­ rinde dikkatle

durulrnaya

değer bir nitelik taşımaktadır.

Çünkü , sınır baştan başa mayınlanmadan önce, herkes iyi ya da kötü kaçakçılık yapıyor ve geçimini bu yoldan sağlı­

yordu . Fakat sınır mayırılandıktan sonra bu iş, yani kaçak­

çılık, sadece birkaç kişinin yararlarıabiieceği bir iş niteliğini kazandı. Ve tamamen sınıfsal bir kimliğe bürü ndü . Böylece, patrorılar, ikinci derecedeki adamlar, ayak işlerini yaparılar.

karşı taraf ile ilişki kuranlar iyice belirgin bir du ruma geldi­ ler. Örneğin son 6-7 yıl içinde , bu karariann alınmasından

sonra, K.ilis'de , bina yapımında görülen büyük artışla bu

olay arasında sıkı bir bağlantı vardır. Sırurlann rnayırılan­

ması sonuc u , kaçakçılığın birkaç büyük patronun tekelinde kalması ile büyük binaların birden bire çoğalması. bu karar­ dan ancak egemen sınıfların yararlanabildiğini ortaya koy­

maktadır. Çünkü , sınırların mayırılanrrıasından sonra, an­ cak bazı sımr kapılannda kaçakçılık yapma olanağı ortaya çıkmıştır. Bu sımr kapılarını da ancak bürokrasiyle çok da­

ha sıkı ilişkisi olan egemen çevreler denetlerneye başlamış­ lardır. Suriye H ükümeti, 1 966 yılında aldığı bir kararla Türkle­

rin Suriye'deki topraklanna e l . koymuştur. Böylece pasavan sistemi ortadan kaldınlmıştır. Topraklanna el konan kişiler ise topraktan sağladıklan gelirleri elde etmek için zorurılu

olarak kaçakçılığa bel bağlamışlar ve böylece kaçakçılık ola­ yı başka bir dinamizm kazanmıştır.47 Kaçakçılığın eşkıyalık ile de ilişkisi vardır ki, bu konu bundan sonraki bölümde ele alınacaktır.

47. Özer Öztep, Topraklarına El Konanlar, 23-29 Eylül 1 967 tarihli Cum­ hu riyet gazeteleri. 272


B.

KAÇAKÇIUGA KONU OLAN MAllAR

İran, Irak ve Suriye'den memleketimize kaçakçılİk yolu ile giren ve memleketimizden bu ü lkelere kaçırılan maliann bünyesinde son yıllarda bazı değişmeler olmuştur. 20 yıl ka­

dar önce, bu üll�elerden ülkeinize kaçak olarak giren maila­ nn başında ipekli ve kadife dokumalar, çeşitli porselenler (Çaydanlık, tabak, çay ve kahve takımlan vs. ) , mişvar sema­ verler, hurma, luna, gaz (petrol) , lüks lambalan, çeşitli cam eşyalar (bardak, sürahi) , çok miktarda halı, kumaş, deri ayakkabı, kravat , gömlek vs. gelirdi. Bunlara karşılık ise başta küçük baş h ayvanlar (koyun) olmak üzere, deri, yağ, lastik ayakkabı , hayvan h astalıklanna karşı kullanılan çe­ şitli ilaçlar kaçınlırdı. Bu gün ise bu komşu ülkelerden yur­ dumuza giren eşyalar halı, Çeşitli kumaşlar, teyp , silah, rad­ yo, hurma, Suriye Altını vs. 'yi sayabiliriz. Bizim ülkernizden adı geçen ülkelere kaçırılan şeylerin başında ise koyun bu­ Junmakla beraber afyon, eroin, esrar. deri, yağ, battaniye, portakal, ilaç vs. vardır. Son zamarılarda ortaya çıkan bir taktiği daha beliri mektc yarar vardır. Bu taktik şudur: İs­ tanbul. Ankara, izmlr gibi büyük endüstri merkezlerinde sa­

tılamayan bazı yerli mallar. kaçakçılığın yoğun olduğu yerle­

re , örneğin Kllis ve Nusaybin'e getirilip , burad(;l bu nı,alların üzerine yabancı ülkelere ait fabrika ve şirketlerin diketleri

yapıştınlmaktadır. Böylece bu malların yabancı i.Ukderden gelmiş kaçak mal işlemi görmesi sağlanmaktadır. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir p azarlarında satılamayan yerli ku ­ maşlann satışlan bu şekilde yapılmaktadır. Kaçakçılıkta or­ taya çıkan ikinci taktik ise ihracat ürünleriyle ilgilidir. Bilin­ diği gibi Türkiye'den Suriye, İran ve Irak'a resmi yollardan bazı mallar ihraç edilmektedir. Fakat bu mallar. dış ülkelere çoğurılukla iç · piyasa fiyatının çok altında bir fiyatla satıl­ maktadır. Örneğin Türkiye'de kilosu 350-400 kuruşa satılan şeker, Suriye'ye 1 8-20 kuruş gibi küçük bir fiyata ihraç edil­

mektedir. İşte bu kadar ucuz bir fiyata ihraç edtlen bu şe­ kerler orada biriktirilmekte ve kaçakçılık yolu ile tekrar Tür­ kiye'ye intikal etmektedir,

Kaçakçılık yolu ile Suriye'den

Türkiye'ye gelen bu mallar, iç piyasadaki fiyatından daha ucuza satıldığı için de doğal olarak geniş bir talep yaratmak­ ta, dolayısıyla kaçakçılar büyük çıkarlar sağlamaktadırlar. 273


Kaçakçılığın odak noktasını meydana getiren hayvan (koyun) ve hayvan ürünleri kaçakçılığı yıldan yıla daha yo­ ğun bir biçimde devam etmiş, hükümetlerin getirdiği tedbir­ ler yeterli olmamıştır. Kaçınlan hayvanların çoğunluğunu koyun meydana getirmekle beraber öteki küçük baş ve bü­ yük baş hayvanlann toplarm da az değildir. Hükümetin ge­ tirdiği tedbirlerin yeterli olmamasının en büyük nedeni bu maliann komşu ülkelerde çok yüksek bir fiyatla, Türki­ ye'dekinin 2-3 misli daha pahalı satılması veya aralardaki bazı mallarla ayni olarak değiştirilmesidir.

C. KAÇAKÇIUGIN SINIFSAL TEMELLERİ Kaçakçılık olaylanru sınıfsal bir t emel üzerine oturtma­ dan analiz etmenin hiçbir olanağı yoktur. Burada kaçakçılık ilişkilerini denetleyen kimse ile ayak işlerini yapan kimseyi kesin olarak birbirlerinden ayırmak gerekir. Kaçakçılık iliş­ kilerini denetleyen kişiler, kasaba ve köylerde otu rurlar. Bu kişiler zaten tanm sektöründe egemen olan üretim ilişkileri­ ni denetleyen kişilerdir. İstanbul, Ankara gibi büyük kent­ lerde oturup, emperyalist p azarlarla kurulan ithalat ve ihra­ cat

ilişkilerini denetleyenler de vardır.

Fakat büyük bir

çoğunluğuna kapitalistleşmeye başlayan feodaller olarak ba­ kabiliriz. Ayak işlerini yapanlar, yani sınırdan mal götürüp mal getiren, mayına çarpıp ölen, hayatı daima tehlikede olan kimseler ise işsiz olan, toprağa sahip olmayan varlıksız kişi­ lerdir. Bu iki sınıf arasında, bir de feodal ağalara. ayak işle­ rini yapan adamlar sağlayan aracılar vardır ki, aslında bun­ lar ayak işlerini yapan kişiler olup, zamanla ağalarının güvenini kazanma Jütfuna uğramış kişilerdir. Sınıfsal yapıda kaçakçılığı denetleyen kaderneleri daha da artırmak müm­ kündür. Örneğin kasaba veya kentte oturan ve hızla kapita­ listleşmeye başlayan feodal ağalan da İstanbul, İzmir gibi daha büyük merkezlerdeki bazı kişiler (bunlar genellikle ih­ racat ve ithalat ilişkilerini düzenleyen tüccarlardır) vardır. Fakat sınıf yapısındaki bu üç unsuru görmekte büyük bir zorunluluk vardır. Öte yandan kaçakçılık ilişkilerini denetle­ yen kişllerin devlet bürokrasisinin çeşitli kademelertyle kur­ duğu ilişkiler, kaçakçılığa meşru ve hukuki bir hüviyet ka­ zandırmaktadır.

274


Kaçakçılık Doğu Anadolu'daki sınır kasaba ve köylerin­

deki halkın geçim kaynaklanndan biii ve en önemlisidir. O

halde hükümetlerin kaçakçılıkla etkili bir biçimde mücade­

leye girmesi, önemli bir geçim ve gelir kaynağının ortadan kalkması demektir. Hükümet kaçakçılığın yasaklanması ve ortadan kaldınlması konusunda daha etkili t edbirler alıp

uygulasa, bu bölgede kaçakçılıktan sağlanan gelire karşılık bu bölge insanianna sağlayacağı gelirler ne olacaktır? Ka­

Çakçılık etkili bir biçimde yasaklandığı zaman vatandaş ka­ çakçılıktan sağladığı gelirleri ve hizmetleri doğrudan doğru­ ya

hükümetten

isteyecektir.

bölgelerinden gelecek bu

Hükümet

ise

bu

sınır

istekleri karşılayabilecek kadar

mali güce sahip değildir. İşte hükümet, sınır bölgelerindeki halk yığınlanndan gelecek her türlü hizmet isteklerini karşı­

layamadığı için kaçakçılığa göz yummak zorunda kalmakta­

dır. Bu konu da hükümet ile kaçakçılığı denetleyen egemen sınıflar arasında üstü kapalı bir anlaşmanın varlığından da

söz edilebilir. Bu anlaşma gereği sınır bölgelerindeki halk yı­

ğınları, devletten çeşitli kamu hizmetleri isteyerek onu zor

duruma düşürmeyecek.

"Hükümet;. de aniann kaçakçılık

yapmalanna göz yumacaktır. Aşağıda anlatacağımız iki ör­ nek bu konuya daha anlamlı bir açıklık getirmektedir. ı.

"

. . . Bundan birkaç ay önce bir yüzbaşı külliyetli mik­

tarda afyon kaçakçılığı olayına el koymuş. Pikap içinde 1 90

kilo 70 gram afyon ele geçirmişler. Suçlular da Van'daki jan­ darma kumandanlığının resmi raporuna göre, Van'lı M . S . ,

Malatyalı V.K. , Y. S . . İ . Y. . Diyarbakır'lı K . M . . Malatya'lı M . G .

Afyon kaçakçılannın cebinde para boldur. B u değişmez

bir kuraldır. Kaçakçılardan bazılan Yüzbaşı F . Ö . 'nün karşı­

sına dikilmiş ve gözlerini kırparak, insan haysiyetini yerin

dibine geçiren dalkavukluklar yaparak: 'Şu işi hallediver yüzbaşım

·

. . . ·

demişler. Yüzbaşı yanaşmamış bu yalvanhra. Başını kaldı­

np yüzlerine bile bakmamış kaçakçılann. Kaç;_tkç ılar elleri­

nin parmaklannı oğuşturmuşlar.

'Yüzbaşım hallediver şu işi. . . Bu dünya kimseye

k; ıl­

maz . . . ' diye söylenmişler yeniden. Yüzbaşının kaım kı.:;t;ııı çatılmış, ka:çakçılarda yüz. duvar örneğ�. Tınmamışlar iJ .k.

. .

İçlerinden biri elini cebine atıp bir deste banknotu nıasa rıv ; üstüne koymuş,

275


'Yüzbaşım burada ikiyüz adet binlik var. ' Sonra elindeki çantanın içinden de bir külçe altın çıka­ np paraların yaruna uzatmış. 'Bu da 1 8 kilo altın. eğer sen istersen.'• Odada yüzbaşı ve kaçakçılar var. Başka kimse yok. Ne hükümet, ne başka bir kontrol. Bütün iş omuzunda üç yıl­ dız taşıyan yüzbaşının elindeki kaleme bağlı. . . Onu, kaçak­ çıların istediği gibi işletti mi, bütün meseleler tamam. . . 200 bin adet lira ile 18 kilo altın kendisinin olacak. . . Yüzbaşı F . Ö . bir an bile düşünmemiş. Masanın üzerin­ deki para destest ile külçe altınlan kaptığı gibi, rüşvet tekli­ finde bulunan kaçakçıların kafalanna fırlatmış . Tabii şimdi soruyorsunuzdur merakla, 'Sonra? Sonra ne olmuş?' Sonrası daha hazin. Yüzbaşı görevini yapmış. Kaçakçıla­ rı, kaçak afyonlarla birlikte jandarmaların nezaretine verdiği gibi şehre göndenniş. . . Kaçakçılar doğru nezarete . . . Ardın­ dan mahkemeye . . . Ardından karar. . . 'Delil klfayetsizliğinden tahliye . ' Kanunun karşısında söz söylemek kirnin haddine . . . Her­ kesin boynu kıldan ince. . . Tabii Yüzbaşı F.Ö. 'nün boynu da aynı incelikte. . . Şimdi yüzbaşının hikayesi dillerde. Kimler neler söylemiyor bir işitseniz. Yüzbaşıya herkes hayıflanıyor. Çünkü yüzbaşı bu olaydan bir süre sonra 'Başkale' yollann­ da trafik kazasına kurban gidtvermiş . . . Genç yaşında ölüver­ miş."48

2. 23 Mart 1 970'de Ankara'da toplanan hayvancılık kongresine Gaziantep Valiliği tarafından bir bildiri gönderil­ miştir. Memleketimizin özellikle Doğu Akdeniz ülkeleri için kaçakçılık bakımından cazip bir bölge olduğu belirtilen bildi­ ride, kaçakçılığın nasıl yapıldığına dair ilginç bir de olay an­ latılmaktadır. Bir jandarma erinin sözlerine dayanılarak ve­ rilen örnek şöyledir: "Otomobilimize aldığımız bir j andarma ert bize, hayvan­ ların, huduttan muhafazaya memur edilen kimselerle ka-

48. Necmi Onur, Mezarlarında Yaşayanlar, 2. Bs., Istanbul 1 965, s. 3032 276


çakçılar arasında vuku bulan bir anlaşmayla geçtiğini, bu geçişlerin belli yerlerden yapıldığını. hatta, kaçakçılara gü­ ven vermek için silahların mekanizmalarının koyuruann ge­ çişine kadar kaçakçılara teslim edildiğini aruattı. Halk ara­ sında buna benzer söylentiler de dolaşmaktadır. Her hayvanın bir geçiş rayici varmış. Örneğin koyun başına ı O lira, sığır başına 40 lira gibi. Yine dolaşan söylentilerden an­ laşılmıştır ki, hudut vilayetlerinde , hudut muhafaza erleri­ nin, bu şekilde kanunsuz yollardan edindiği paralan bir üc­ ret karşılığında memleketlerine kadar götürüp teslim eden şahıslar mevcuttur."49 Hayvan kaçakçılığının çok daha geniş bir kitle tarafın­ dan yapılmasına karşın afyon, eroin, esrar vs. kaçakçılığı daha küçük bir grubun elinde bulun:(naktadır. Afyon kaçak­ çılığı ile meşgul olaruar genel olarak ç k büyük servet sahip­ leridir. Küçük servet sahipleri bu iştei fazla tutunamaz. Çün­ kü küçük sermayeler bir kez başarısızlığa uğrarsa, bir daha kendini yenilemesine olanak yoktur. Büyük sermaye ise en az 2-3 kısırndan oluşur. Birinci kıs ıyla yapılan afyon ka­ çakçılığı başarısızlığa uğrarsa, ikinci[ve üçüncü kısımlan ile bu başarısızlık kurtanlmaya çalışılııt. Bu yüzden afyon ka­ çakçılığında ancak büyük sermayel r tutunabilmekte . kü­ çük sermayeler eriyip gitmektedir. �akat, bu yolla, bir kere vurgun yapabilen bir kimsenin artııf çökmesine hemen hemen olanak yoktur.

p

p r

1

D.

KOMŞU ÜLKELER

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler _Birliği ile ilişkilerimiz 1 tamamen resmi olup , gayri resmi r eçişler hemen hemen yoktur. Aile ve akrabalık ilişkileri de çok zayıftır. Bu bakım­ dan aktif bir etkileşme olayından söz edemeyiz. İran ile kurulan ilişkilerin biçim ise çok değişiktir. Tür­ kiye'nin iç kısımlannda üretilen afyo ve özellikle Doğu Ana­ dolu'da yetiştirilen koyun, Başkale, · zalp, Doğubeyazıt gibi sınır kapılanndan kaçınlmaktadır. �u kesimde aşiret ve ak­ rabalık ilişkileri çok dinamiktir. İrati'daki bazı büyük aşiret-

/

49. Cumhuriyet, 24 M art 1 970.

1

1

277


lerin Türkiye'de kollarını görmek olanağı olduğu gibi, Türki­

ye'de yerleşmiş bir aşiretin de İran'da kollan vardır. Bütün bu ilişkiler dini bir bağ ile kuvvetlendirilmiş, aile tüketimini

biraz aşan bazı tüketim mallanrun değiş-tokuşu dinsel bağ­

l arla meşrulaştırılmıştır. "Mademki Müslümanız, mademki aynı ümmetin mensuplanyız, o halde neden birbirimizi gör­

meyelim, neden birbirimizle alış-veriş yapmayalım, Müslü­ manlık ve İslam dirıi, daima birbirinizi görün, birbirinizle

alış-veriş edin . . . buyurmamış mıdır?" gibi sözler, gayri resmi ilişkileri

meşrulaştıran

etkenlerdir.

Devlet

denetiminden

uzak olarak ortaya çıkan bu hareketler, coğrafi etkenler ta­ rafında-n da desteklem.nektedir.

Daha güneyde olan Irak ile ilişkilerimiz ise bambaşka

bir özellik göstermekteıdir. Burada İran'da olduğu gibi kütle

halinde mal gidiş-geli�şi yoktur. Aile tüketimini aşan bazı

malların değiş-tokuşu 1, söz konusu olmaktadır. Bu ailelerin ürettiği 3-5 kilo yünürl,ı, 3-5 koyun veya keçinin veya bölge

özelliklerine göre ü reUlen bazı tüketim maddelerinin (yağ.

k

peynir vs. ) . Kuzey Irak' a değerlendirilmesi demektir. Bu de­

ğerlendirme tamamen i ayni ekonomi çerçevesi içinde kal­ maktadır. Yani vatanda) ş Irak'a götürdüğü bu mallar karşılı­

ğında, oradan şeker, g�,ız. tuz, bez gibi bazı tüketim mallan getirmektedir. Bu olayıı!ı. başka bir anlamı da sınır boyunda herkesin ayn bir iş yap \tığıdır. Aile, akrabalık, aşiret ve tari­ kat ilişkileri bütün bunları destekleyen başlıca nedenlerdir. Coğrafi etkerılerin elve rişsiz olması yurttaşıann Hakkari,

/ ekonomik ve toplumsal / ilişkiler kurmasını engellemekte, Ku­ zey Irak'la ilişki kurma � ;ını zorurılu kılmaktadır. Burada ka­ çakçılık denilen olayın 1 ortadan kalktığını, sınır boylarında Beytüşebap , Şemdinli, ıuıudere , Yüksekova gibi merkezlerle

maliann ayni mübadele1si biçiminde bir olayın ortaya çıktığı­

nı, aile, akrabalık, aşire·; t ve tarikat ilişkilerinin dinamik etki­ si sonunda siyasal sın:lır kavramının biraz daha etkisiz ve

! /

kağıt üzerinde kaldığım görüyoruz. Bu bakımdan söz konu­ su olan ilişkilerde ticari bir amaç yoktur. 1

Suriye ile olan ilişk1 ilere gelince : Burada Türkiye 'nin çeşitli kesimlerinde üretil en afyon, koyun gibi bazı malların, sınır boyundalq. çeşitli k entlerden Suriye'ye kaçırıldığını ora­ dan da kütle halinde tül {etim mallan getirildiğini görüyoruz.

278


Sınırlanmızdan giren kütle halindeki bu tüketim malları, sa­

dece sınır kasabalanmızda , hatta Mardin, Urfa , Diyarbakır,

Gaziantep gibi illertınizde değil aynı zamanda Anadolu'nun

iç kısımlatında, Ankara, İstanbul, Adana, Erzurum gibi bü­ yük endüstri ve ticaret merkezlerinde de yayılmaktadır. Bu

kesimde kaçakçılık dediğimiz ilişkileri bütün açıklığıyla gö­

rüyoruz. Burada da aile, akrabalık, din ilişkilert sıkıdır. Fa­ kat kaçakçılık artık aile , akrabalık, aşiret ve din bağları ta­

rafından desteklenen ve meşrulaştınlan bir kurum değil doğrudan doğruya ekonomik bir işletmedir.

E.

EKONOMİK BÜTÜNLEŞME ve KtfLTÜREL ETKİIEŞME

Güneydoğu Anadolu, Batı İran, Kuzey Irak, Kuzey Suri­

ye hemen hemen aynı feodal ve yarı feodal bir yapının için­

dedir. Halklar gerek ekonomik ve toplumsal yapılan, gerek

etrıik kökleri ve kültp rleri bakımından birbirlerine çok ben­

zerler. Burada, siyasal sınırlar olmasaydı ne olurdu biçimtn­

deki bir soruyu şöyle cevaplandırmak gerekir: Çok geniş alanlarda varlığını koruyan feodal, yan feodal ve yer yer feo ­

dalizm öncesi üretim biçimleri ve bu

üretim biçimlerine

uyarlı olarak meydana gelen üstyapı kurumlan içinde, siya­

sal sınırlar halk yığınlarını sadece kağıt üzeiinde ayırmıştır.

Siyasal sınırların varlığının halklar arasındaki gayri resmi

ilişkilerin kurulmasını önleyememesi ise çok doğaldır. Uzun

yüzyıllar Osmanlı Devlet ve toplum sistemi içinde bulunma­

nın bu olaylardaki rolü büyüktür. Bu bakımdan bu ralarda, farklı kültürlerin etkileşmesinden değil, aynı kültür yapısın­

daki halkların bütünleşmesinden söz edilebilir. Öte yandan

Ortadoğu ü lkelerine hakim olan aşiretçilik, milliyetçilik, dev­

rimcilik, sosyalizm gibi bazı ideolojiler ve siyasal akımlar bu

bölgede de kendirıi göstermekte ve geniş halk yığınlarını et­ kilemektedir.

Kaçakçılığın başlıca üç nedenini sayabiliriz.

Birincisi

üretim güçleriyle, insan gücü arasındaki dengesizlik, ikinci­

si pazann Türkiye'de değil, Türkiye dışında teşekkül etmesi.

üçüncüsü de gümrük politikasıdır. Burada kaçakçılığa konu

olan mallan Türkiye pazarianna bağlamanın ve kaçakçılık dolayısıyla Türkiye'ye gelen malların Türkiye'de üretilmesi-

279


nin olanaklan b ulunamadığı için, geniş ölçüd e kaçakçılık ol­

maktadır. Öte yandan , Türkiye 'ye geniş miktarda tüketim

mallan girmekte ve bu mallar gayet ucuz olduğundan, Tür­

kiye'de üretilen eşdeğer mallar, bunlarla rekabet edememek­

te, küçük el sanatları ve yerli sanayi işlemez duruma gel­

mektedir.

O

halde

kaçakçılık

ilişkileri

sayesinde

Doğu

Anadolu, daha çok Ortadoğu 'ya açılmakta ve ekonomik ba­

kımdan onlarla bütünleşmektedir. Örneğin İzmir ve Diyar­

bakır'ın karşılaştırılması bu bakımdan ilginç sonuçlar orta­

ya koyar: Bilindiği gibi İzmir'de kapitalist ilişkiler günden güne yoğu nlaşmakta ve emperyalist p azarlada bütünleşme­

ye çalışmaktadır. İzmir'in bu özelliği onu Akdeniz Havzası ile

bütünleştirmiştir. Bu süreç devam etmektedir. Diyarbakır ise İran, Irak ve Suriye sınırlanndan yapılan kaçakçılık ve

bunun sağladığı gelirler sayesinde daha çok Ortadoğu ile bütünleşme süreci içindedir.

F.

İRAN ve SURİYE'DE GEÇERLİ TÜRK URAS!

Sınır bölgelerinüzde görülen önemli özelliklerden biri de

İran ve Suriye'de Türk Lirası'nın geçerli olmasıdır. İran'da

M aku , Tebriz, Tahran gibi sınıra yakın kentlerde, Suriye'de

Azez, Halep gibi yine sınıra yakın kentlerde Türk parası ge­ niş ölçüde kullanılmaktadır. Herhangi bir kaçakçı Türki­

ye'den İran veya Suriye'ye külliyetil miktarda koyun kaçırdı­

ğı zaman bunun karşılığını İran'lı tüccar yahi İran'lı kaçakçı

Türk Lirası olarak ödemektedir. -Burada üzerinde durulması gereken konulanndan biri Türk Lirası'nın İran'a nasıl geçti­ ğinin araştırıimasıdır. İkinci konu ise İranlı tüccarın ödeme­

lerini neden Türk Lirası ile yaptığıdır. Bu tamamen Türk pa­

sının değeriyle ilgilidir. Türk parası İran Dinarı'na göre daha düşük değerde olduğu için ödemelerde Türk Lirası'nın kulla­

nılması İran'lı tüccar bakımından daha elvertş1iclir. Örneğin

bir İran Dinarı resmi olarak Türkiye'de 5 TL, İran'da 7 TL

yapıyor ise İranlı tüccar Türkiye ile yapacağı alış verişi TL ile yapmak isteyecektir. Öte yandan TL'nın değerinin düşük ol­

ması bu paranın bazı yabancı şirketlerde birikimini engelle­ mektedir. Örneğin ARAMCO, petrol karşılığı olarak Türki­

ye'den aldığı Türk Liralan'nı hiçbir zaman biriktirmemekte hemen elinden çıkarmaktadır.

280


Sınır bölgelerinde özellikle İran'da işlem gören Türk pa­ rası gerçekten çoktur. Kaçakçılar bir .::;eçişte 300 bin, 400 bin lira para getirmektedirler. Bu p aralar çuvalla taşınmak­

tadır. Çünkü istatistikler Tü rkiye'nin yabancı ülkelere resmi yollardan yaptığı hayvan ihracatımn sayısım 400 bin civa­ rında göstermektedir. Oysa kaçak yollardan bir milyona ya­

kın koyun kaçınlmaktadır. Doğubeyazıt, Özalp , Nusaybin,

Kilis gibi sınır kapılarından yapılan kaçakçılık sırasınd a ka­ çırılan koyunların sayısı, resmi yollardan ihraç edilen ko­ yunlann sayısından 2 misli kadar fazladır. İşte bu kaçak mallar karşılığında Türkiye'deki kaçakçı tüccarl�ra yapılan ödeme Türk parası ile olmaktadır. Kaçakçılık,

Doğu Anadolu'nun sosyo-ekonomik yapısı

incelenirken üzerinde dikkatle durulması ve izlenmesi gere­ ken bir olaydır. 50

VIII. İÇ BÖLGELERLE SINIR BÖLGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER:' KAÇAKÇıLlK ve EŞKIYALlK OLAYLARININ BÜTÜNLEŞMESi D al"!a önceki bölümlerde, toplum yapısının analizini ya­ p arken belirttiğimiz gibi, eşkıyalık, toprak mülkiyeti ilişkile­ rinin bir sonucu olarak doğmakta ve dinamizm kazanmak­ tadır. Fakat, son zamanlarda kaçakçılığın eşkıyalıkla . bütünleştiği görü lmektedir. Bu bütünleşme süreci içinde, ·

eşkıyalar,

ya

büyük

kaçakçılann

yardımcısı

durumunda

olup büyük kaçakçılara yardım ediyorlar, ya da bizzat ken­ dileri kaçakçılık yapıyorlar. Bu konuda, bir İstanbul gazete­ sinde yayınlanan röportaj gerçekten çok ilgi çekicidir. Buna göre , Doğu'nun ünlü eşkıyalan kendilerine dört ayrı ege­ menlik al am tesis etmişlerdir. 5 ı Bu çeteler birbirlerinin can

50. Bu kon u ayrı bir araştırmada incelenecektir. 5 1 . 21 Şubat 1 969 tarihli Günayd ı n gazetesi (Ağrı ve Van taraflarında Ceylan Çetesi, Muş ve Sason taraflarında Sam ada ve Cumo Çetele­ ri, H izan, Pervari, Cizre taraflarında Mehmet Emin Özbay Çetesi, Mardin, Ku rtalan, Beşiri-Batman . . . tarafları nda Tilki Selim Çetesi'nin hayat saha!arı vard ı r. Dört çetenin toplanma yeri ise Gevaç tarafların­ dadır.) (f\!asri Oktay, Eşkiyalar Doğuyu Dört Bölgeye Ayı rdı.) 28 1


düşmanı olduklan halde, herhangi bir çıkar söz konusu o!­ duğu zaman birbirleriyle gayet rahat bir şekilde anlaşıp , be­

lirli bir örgüt etrafında birleşiveriyorlar.

"Her çetenin iki

önemli görevi vardır. Birincisi bulunduklan bölgedeki ihra­

cata yarayacak hayvanlan alıp bunlan sevke hazırlamak, öteki de bölgelerinden geçecek olan başka çetelere ait hay­

vanların sağ

salim varacaklan yerlere gitmelerini sağla­

mak. "52 Kaçakçılığa konu olan en önemli unsurlardan biri koyundur. Zira, Türkiye'de ancak 1 50-200 TL olan koyun,

İran, Irak ve Suriye'ye geçince 350-450 liraya satılıyor. Aynı

yazıda koyunların köylerden toplanması da şöyle anlatılıyor:

"Her köyün satılık belirli koyunu vardır. Burılaı:ı gider, za­

manında onlardan alır, biriktirme yerinde sürüyü düzenle­

dikten sonra Irak'a veya Suriye'ye satarız. Alıcılar gelir, bu­

rada, bizi bulurlar, pazarlık yapılır ve sürüler sevk edilmeye başlar. Sürüler her çetenin bölgesinde onun himayesi altın­

da sevkedilir. Sürüyü ilk toplayan Çelik Çetesi'dir. Bunun

başında Samado denilen Abdüssamet Çelik bulunur. Onlar

sürüyü getirip bize Sason dolaylarında teslim ederler. Biz

burılan Zevdüz Dağlan civaondaki Kaplan Çetesi'ne devre­

deriz. Bu çetenin başında Alaattın Kaplan ve akrabalan var­ dır. Onlar da sürüyü Sason D ağlannda bulunan Cuma Çe­

tesi'ne

sürerler.

Sürü

eğer

Suriye'ye

sevk

edilecekse,

o

zaman Kurtalan ve Beşiri dolaylarında faaliyet gösteren Tilki

Selim Çetesi'ne devredilir. Yok eğer koyunlar Irak'a geçirile­

cekse o zaman Şırnak ve Pervali ilçeleıi dalaylannda faaliyet

gösteren Ceylan Çetesi'ne teslim edilir. Ceylan Çetesi'nin ba­ şında Yusuf Ceylan ve sekiz adamı bulunmaktadır."53

Yukardaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iç bölgelerden

sınır bölgelerine doğru yapılan hayvan kaçakçılığı kendi ba­

şına bir olay değildir. Burada sınıfsal çıkarlan görmek gere­

kir. Kaçakçılık ne yukarda adı geçen dört çetenin istek ve iradesi ile başlamakta ve ne de onlar tarafından sonuçlandı­

rılmaktadır. Bütün bu çetelerin gertsinde , kaçakçılığı yöne­

ten- patrorılar vardır. Sürülerin çeteler arasında el değiştir-

52. Nasri Oktay, adı geçen röportaj, 22 Şubat 1 969 tari hli Günayd ı n ga­ zetesi 53. Nasri Oktay, ad ı geçen röportaj, 23 Şubat 1 969 tarihli Günayd ın ga­ zetesi. 282


mesi, bu iddianın en önemli belgesidir. Dolayısıyla, çeteleri, büyük patraniann ayak işlerini gören adamlar olarak gör­ mek daha doğal bir açıklama biçimidir. Bütün bunlar. tarun sektörüne hakim olan feodal üretim ilişkilerinin, tanm dı­ şındaki sahalarda, bu arada kaçakçılıkta da devarnından

başka bir şey değildir. O halde, bu ilişkileri sadece tarun sektöründe değerlendirmek yetmiyor. Bu ilişkilerin tanrn dı­ şı sahalardaki uzantısını da görmek gerekir. Öte yandan. İran ve Suriye ile Türkiye'deki büyük fiyat farklanndan ötü­ rü ilaç kaçakçılığından bir kalemde büyük vurgunlar yapıl­

maktadır. Bu vurgunlardan özellikle büyük ilaç firmalarıyla doktor ve eczacılar yararlanmaktadır. Erzurum, Ağn. Mar­ din, Gaziantep , Urfa , Van gibi illerin eczacılarındaki birikim, kapitalist nitelikte olduğu halde, Doğu Anadolu'ya yatırılma­ dığı ve Batı'ya aktığı için, Doğu Anadolu'daki üretim güçleri­ ni ve ilişkil.erini etkilemekten uzaktır. Bunun için ilaç kaçak­ çılığı yapan eczaeliann vurgunlan ilgi ile izlenıneye değer. Eczaeliann içerdeki işbirlikçileri ise doktorlardır. Doğu Anadolu 'da feodalizm kapitalizme dönüşürken çok geniş halk yığınlarının tanrn sektöründen koparak kentlere doğru kaymalan kaçınılmaz bir olaydır. Fakat bu yeni nüfu­ su kentlerde istihdam edebilecek sanayi olanaklan yoktur. Dolayısıyla büyük bir nüfus yığılması yani insan kalabalığı meydana gelmektedir. Bu koşullar altında hırsızlık, yankesi­ cilik, karaborsa. fuhuş, cinayetler vs. büyük bir artış göster­ mektedir. İşte eşkıyalık olaylarını da böyle bir ortam içinde değerlendirmek gerekir. Eşkıyalığın temel toplumsal yapı çe­ lişkilerinin ltınesiyle ortaya çıkan bir olay olduğu şüphesiz­ dir.

Bu

b akımdan

eşkıyalann

halktan yana bir olaydır.

dağa

Fakat

çıkışlan başlangıçta

egemen

sınıflar.

sosyo­

ekonomik düzeni denetleyen güçler hala etkili olduğu için, aslında düzene karşı ve düzenin iLmesiyle ortaya çıkan bu hareketleri, yine kendi sınıfsal çıkarlan doğrultusunda kul­ lanabilmektedir. Bunun mekanizması şudur: Düzeni denet­ lerneye çalışan egemen sınıfiann mülkiyetlerini eskiden ol­ duğu gibi. meşru ve hukuki yollardan denetlemesine olanak yoktur. Sosyo-ekonomik güçlerini baskı yolu ile sürdürrneye çalışmaktadırlar. Böyle olunca her ağanın emrinde, silahlı bir kuvveti vardır. İşte eşkıya böyle bir baskıya karşı koyan kişidfr. Fakat dağa çıktıktan sonra hayatını yine sürdürmesi

283


gerekir. Lojistik desteğini sağlaması gerekir. Bu bakırndan ister istemez başka bir ağaya h izmet etmesi. onun adamı ol­ ması gerekmektedii. O halde eşkıyalığın başlangıçta halkçı bir yönü olmasına rağmen, giderek yine egemen güçlerin de ­ netimine girmektedir. Ağalarla birlikte sürü kaçakçılığı işle­ rini yürütmeye çalışmaları, aniann tekrar halktan uzaklaş­ m asına

sebep

olmaktadır.

Bütün bunlara

rağmen yani

kaçakçılık ve eşkıyalık olaylannın bütünleşmesine rağmen, e şkıyalığın, düzenin sosyo-ekonomik yapısıyla bütünleştiğini iddia edemeyiz. Feodalizmin kapitalizme dönüşümü daha yoğunlaşıp temel toplumsal yapı çelişkileri halk yığınlan ü zerinde etkisini daha ağır bir biçimde duyurduğu zaman eşkıyalığın halkçı karakteri daha belirgin bir biçimde ortaya çıkacaktır. Görüldüğü gibi Doğu Anadolu 'da günümüz koşullann­ d aki eşkıyalık, tam anlamıyla bilinçli bir biçimde egemen sı­ nıflara karşı bir hareket değildir. Çatışmalar h�nüz, ağa ile ağa, aşiret reisi ile aşiret reisi arasındadır. Çatışmalar henüz ağa ile köylüler. aşiret reisieri ile köylüler arasında değildir. Düzene karşı olan bilinçli hareketler ise ancak köylülerin, eşkıyaların ve aşiret üyelerinin düzeni denetleyen kişilere karşı olan hareketleriyle başlar. Önemli bir nokta da eşkıyaların halk yığınlarıyla olan ilişkileridir. Özellikle köylülerin eşkıyaları koruduklan, eşkı­ yalara hayran olduklan büyük bir gerçektir. Fakat halk yı­ ğınlarının eşkıyalan korumalan, saklamaları, jandarmanın halka karşı tutumundan ileri gelir. Doğu'da jandarmanın köylülerle ilişkisi daima baskıcı olmuştur. Baskı karşısında köylü ezilmiştir. Fakat köylü çoğu zaman bu baskıya karşı koyamamakta. çaresiz kabul etmektedir. Yer yer ve zaman zaman baskıya karşı direnme olduğu zaman da bunu be­ nimsemektedir. Zira aslında bu kendi ruhunda da yatan öz­ lemdir. Kendi gerçekleştiremediği bir direnmeyi başkasının gerçekleştirmesi onu tatmin edebilmektedir. Bütün bunlar­ dan dolayı eşkıyalar halk tarafından sevilınekte ve efsaneleş­ tirilınektedir. Burada şu soru sorulabilir: Eşkıyalık madem­

ki düzene karşı bir harekettir, o halde neden ağalarla, aşiret

reisleriyle, şeyhlerle değil de j andarma ile çatışma oluyor? Bunun birkaç nedeninin sayabiliriz. Bir kez temel toplumsal

284


yapı çelişmeleri tam anlamıyla açıklık kazanmadığı için e şkı

­

yalar ağalara karşı bilinçli bir mücadele yapanuyorlar. İkin­ cisi ise j andarmalann varlıklı sınıilaını yani ağaların çıkarla­ nın korumalan ile ilgilidir. Şimdilik eşkıyalar ağaların kendi aralarındaki mücadelede vurucu kuvvet olarak lmllanılmak­ tadır. Burada üzerinde durulması gerekli olan önemli bir konu

da eşkıyalığın, neden Siirt, Mardin, Van, H akk ari

Diyarba­ kır yörelerinde yapıldığıdır. Bunun ilk nedeni sosyo­ ekonomik düzenin itmesi olduğu şüphesiz. İkinci bir neden coğrafi e tkenlerle ilgilidir. Bu bölgede eşkıyalann gizlenebile­ ceği, k anı nab i l ec eği arazi kesimleri ve bitki örtüleri vardır. Üçüncü bir neden de hükümet otoriteleri karşısında çok sı­ ,

kışan eşk.ıyalann Türkiye'nin sınırlarının dışında da koruna­ bilme olanaklarına sahip olabilmeleridir. Örneğin Siirt taraf­ lannda sıkışan eşkıyalar zaman zaman Irak'a geçmişler ve · orada kalmışlardır. Komşu ü lkelerde eşkıyalan kabul eden potansiyel daima olmuştur. Aile , akrabalık, aşiret ve tarikat ilişkileri bu potansiyeli her zaman dinamik tutmaktadır. 54 IX.

DOGU ANADOLU'DA ÜRETİM GÜÇLERİNİN ve ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN BUGÜNKÜ DURUMU

Doğu Anadolu'da çeşitli yerlerde temelden gelen bir de­ ğişim vardır. . Bu değişim her şeyden önce sınıfsal yapının

54. Eşkıyalık Doğu Anadolu'daki sınıf yapıs ı n ı n dönüşümü sırasında orta­ ya çıkan olayların en önemlilerinden biridir. Eşkıyaların dağa çıkışları, faaliyetleri , halkla ilişkileri dikkatli ve ciddi bir şekilde izlenmeye de­ ğer olaylardı r. öte yandan Osm anlı Imparatorluğu devrinde meydana gelen Gelali isyanları fle bu hareketleri karşılaştırmak gerektiği g ibi, günümüzde, Türkiye'nin öteki bölgelerinde oluşan bu çeşit olaylarla da karşılaştırmak gerekir. Kurtuluş Savaşı sırasında Batı Anadolu'da m eydana gelen olaylarla (Çerkes Ethem, Anzavur vs.) bu hareketler karşı laşt ırılmalıd ı r. Yine bunun gibi Yaşar Kemal'in Ince Memet'i ile Kemal Tahir'in Dağlar Umum Müfetlişi Uzun iskender (Rahmet Yolları Kesti) Doğu Anado­ lu'da g ünümüz koşullarından ortaya çıkan bir eşkıya, 'toplumların te­ mel yapısal çelişkileri ve eşkıyaların halk yığınlarıyla olan ilişkileri açı­ sından karşılaştı rılmalıd ır. 285


bünyesinde meydana gelmekte ve değişmenin dinamikleri belirmektedir. Değişmeyi başıatacak ekonomik ve toplumsal yapı dinamiklerinin belinniş olması çok önemli bir özel1iktir. Nüfus artışı ve makinalaşmanın başlaması, kapalı grupların özellikle dış ilişkiler alanında değişmeler meydana getirmek­ t e , üretim ve tüketim mallannın alırup satıldığı yerler, idari işlerin cereyan ettiği yerler, nüfus ve askerlikle ilgili işlemle­ rin yapıldığı yerler bu koşullar altında değişmektedir. Toplu ­ mun dış ilişkiler alanında meydana gelen bu değişmeler. iç çelişkilerle devamlı olarak etki-tepki durumunda olup top­ lumsal gelişimin belirli bir salhasında feodal üretim biçimini ve onun belirlediği toplum yapısını parçalamaktadır. Burada en önemli sorun, hızla artan nüfusu temel toplumsal yapı çelişkileri konusunda bilinçlendirip, örgütlendirmektir. Bugünkü görünüşü ile Doğu Anadolu'daki üretim ilişki­ leri çok yönlü bir karakter göstermektedir. Burada feoda­ lizmden daha aşağı düzeyde olan üretim ilişkileri feodal ve yan feodal üretim ilişkileri, kapitalist üretim ilişkileri aynı yerde ve aynı zamanda yanyana ve iç içe bir durumda görü ­ lebilmektedirler. Örneğin bir toprak ağasının köylülerle, aşi­ ret reisinin kabilesiyle ve zomalanyla, şeyhlerin müridleriyle ilişkileri tamamen feodal bir karakter gösterdiği halde, Batı Anadolu ' daki tüccarlada olan ilişkileri kapitalist bir nitelik taşır. O halde öküz, karasahan ve kağnıya dayanılarak yapı­ lan artık ürünün toplanmasında feodal mülkiyet ve üretim ilişkilerinden yararlanıldığı halde, toplanan artık-ürünün "değer"e dönüştürülmesi olayında kapitalist üretim ilişkile­ rinden yararlanılmamaktadır. Altyapıda görülen çok yönlü üretim ilişkilerine paralel olarak üstyapıda da , çeşitli üretim biçimlerine ait toplumsal ve siyasal ktHUmlar vardır. Ro­ mancı Yaşar Kemal'in Ağrıdağı Efsanesi55 isimli eserinde bunun çok ilginç örneklerini görüyoruz. "Daha gün doğma­ dan Ağrıdağı'nın harman olmuş yalp yalp yanan yıldızlan al­ tında kavallarını bellerinden çıkanp Ağrıdağı'nın öfkesini çalınağa başlarlar" (s. 9) . . . . ve dağ yürüyordu kaval sesinde ve uçurumlar, çığlar, ayaz gecede yıldızlar patlıyordu . Ayışığı patlıyordu . Ve dağ bütün hışmıyla yürüyordu. Terlemiş, so­ luklanan. bir ulu dev gibi göğüs geçiriyordu Ağn. Sofi çok "

55. Yaşar Kemal, Ağrıdağ ı Efsanesi, Cem Yay ı n evi, istanbul 1 970. 286


derinden Ağrı'nın soluklandığını duyuyord u . " (s. l 4) " . . . Sen Osmanlı olmuşsun Paşa. Yoksa bu at için bu işleri başımıza açmaz, evleri yakmaz, ocakları söndürmezdin, Ağrı'nın lane­

ti, Ağrı'nın gazabı, Ağrı'nın hışmı senin üstüne olsun Paşa . " ( s . 2 2)

Burada Ağn d ağının öfkelenmesi, Ağrı dağının yürüme­

si, Ağn dağının gazaba gelmesi gibi olaylar hangi toplum dü­

zeninden kalma değerlerdir. Dağlarm öfkelenmesi, yürüme­

si, gazaba gelmesi gibi şeyler, şüphesizki feodal topluma has

değerler değildir. Feodal toplumlardan daha aşağı toplumla­ ra has değerlerdir. Örneğin köleci toplumun değerleridir. Fa­

kat bugün buna benzer değerler "Ağrıdağı Efsanesi"nin geç­

tiği Doğu Beyazıt ve Iğdır yörelerinde hala yaygındır. Bu

yörelerde Ağrıdağı'na karşı bir saygı, sevgi, Ağrıdağının hış­

mına ve gazabına uğrarnama için gayret gösterme vardır. Ye­

minler Ağrıdağı huzurunda yapılır. "Ağrı dağı tanığım olsun ki" denir. Doğu Beyazıt ve Iğdır yörelerinde, köleci toplurnla­

ra özgü olan bu değerler üstyapıda sürüp giderken, altyapı­ da feodalizm kapitalizme doğru hızlı bir dönüşüm yapmak­

tadır. Bu olay altyapıda, üretim ilişkileriyle ileriye doğru

değişmeler olmasına karşın, üstyapıda çok daha önceki üre­

tim biçimlerine ait üstyapı değerlerinin kendisini sürdürebi­ leceğini göstermektedir.

Doğu Anadolu 'da toplumun ekonomik temelini meydana

getiren tamamen topraktır. Öte yandan feodal toplumun si­

yasal biçimi olan aşiret biçimindeki siyasal ve toplumsal öı-­ gütleşme hala varlığını sürdürmektedir. Viranşehir, Hilvan,

Birecik, Siverek, Akçakale gibi yerlerde tamamen topraksız olanların oranı % 75'in üzerindedir. Bu kadar geniş toprak­

sız köylü kitlelerinin bulunması, topraklann ister istemez

bazı ellerde toplarımasına sebep olmakta, topraksız olanlar ise bu topraklar üzerinde toprak sahipleri adına üretimde

bulurımaktadırlar. Buna karşın bu gibi yerlerde toplum dı­

şarıya açılmıştır. Kapitalist ilişkiler de mevcuttur. Fakat biri­ kimin çok az olması, feodal bir yapının henüz tamamen par­

çalanmadığını

ve

kapitalist

olduğunu göstermektedir.

ilişkilerin

henüz

çok

zayıf

Toprak mülkiyeti koşullannın olağanüstü derecede kes­

kinleştıği Urfa gibi yerlerde bu mülk ve üretim ilişkilerini

287


devriine dönüştürecek tek dinamik, hızla artan nüfus ve makınalaşma gibi toplumsal süreçlerin, toplumsal gelişimin belirli bir safhasında feodalizmin iç çelişkileriyle diyalog ha­ line gelmesidir. Bunun ötesinde, sınır kasabalanınızda yapılan hayvan kaçakçılığı ve bu yolla sağlanan biriklın de, D oğu Anadolu için tam arılamıyla kapitalist nitelikteki bir

birikim

değildir.

Çünkü kaçakçılık gelişigüzel bir olay olmayıp tamamen sı­ nıfsal temellere oturmaktadır. Doğu'lu ve Batıl'ı egemen sı­ nıfların sömürü konusunda yaptıkları koalisyon ise Doğu'da kazanılan bu birikimlerin daima Batı'ya yatınlmasına sebep olmaktadır. O halde kaçakçılığa konu olan bu hayvanlarm

Doğu Anadolu'daki

toplanışlannda

tamamen

ilkel feodal

bağlar rol oynadığı gibi, bu konuda elde edilen birikim, kapi­ talist nitelikte de olsa Doğu Anadolu 'daki üretim ilişkilerini etkilemekten uzaktır. Son zamanlarda kaçakçılık olayları ile eşkıyalık olaylannın bütünleşmesi ise bu etkiyi yaratabilir. Çünkü kaçakçıların eşkıyalarla bütünleşmesi sonucu elde edilen birikimin bir kısmını Doğu Anadolu 'da. yani eşkıya­ larda bıralonaktadır. Eşkıyalann kaçakçılıktan aldığı pay çok küçük de olsa bu gelişimi izlemek ilginçtir. Bu bakım­ dan Prof. İdris Küçükömer'in Türkiye'de feodalite yoktur, gö­ rüşü doğru değildir. Bu görüş Doğu Anadolu 'nun ekonomik ve toplumsal yapısına ters düşmektedir. Prof. İdris Küçükö­ mer'e göre, Türkiye'nin asıl hayvancılık bölgesi D oğu Anado­ lu'dur. Ve b u resmi ve gayri resmi yollardan Ortadoğu ülke­ lerinin ve Anadolu'nun öteki bölgelerinin et tüketimini geniş

ölçüde karşılamaktadır. O halde Doğu Anadolu'dan mal çıkı­

şı ve bunun karşılığında mal veya para girişi vardır. Ve bun­

lar artık feodal değil, kapitalist nitelikteki birikim ve geliş­ melerdir. 56 Doğu Anadolu 'daki üretim biçimi "feodal dir" . "kapitalist­ Ur" veya "yüzde şu kadar feodal, şu kadar kapitalisttir" de­ mek doğru değildir. Üretim biçiminin çok yönlü olduğu nu . feodal. yan feodal, feodalizm öncesi ve kapitalist üretim iliş­ kilerinin aynı yerde ve aynı süre içinde iç içe veya yanyana , yaşayabildiğini görmek büyük bir zorunluluktur. Üretim iliş-

56. ldris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması, Ant Yayı n ları , Istanbul 1 969, s. 1 35 vd. 288


kilerinde görülen bu çok yönlülüğün başlıca nedeni, feoda­ lizmin kapitalizme dönüşümünün feodalizm dışındaki bir sı­

nıf (örneğin Ucaret buıj uvazisi) tarafından değil de, doğru ­

dan doğruya feodalizmin kendisini yenilerneye çalışması ve

kapitalistleşmesidir. Öte yandan, Doğu Anadolu'daki üretim güçlerini ve iliş­ kilerini belirtirken kapilalist gelişmelerin ve kapitalJzmin ge­ reği olarak getirilen üstyapı kurumlarının feodal sosyal orga­ nizasyonlar içinde nasıl bütünleşip toplumda yeni bir denge yarattığını, çok doğru bir biçimde izlemek gerekir. Örneğin kapitalist üretim ilişkilerinin gereği olan siyasi partiler. feo­ dal sosyal organizasyonlarda ancak mevcu t aşiret anlaşmaz­ lıklanna göre anlam kazanmakla. parti mensubiyeti değil de yine aşiret mensu biyeti rol oynamaktadır. Aynı biçimde, banka ve kredi kurumları yine temel toplumsal yapı çelişki­ leriyle bütünleşip , feodal sosyal organizasyona göre anlam kazanmaktadır. Bu konuda Türkiye'deki sosyalist mücadelenin genç ön­

cülerinden Ahmet Aras şöyle diyor: " . . . Bugün Doğu'da mev­

cut üretim b içiminin tam feodal olduğunu söylemek büyük bir hatadır. Feodal ilişkilerin mevcu diyeti yanında kapitalist ilişkilere geçiş ve gelişme vardır. Örneğin Malatya Ovası, Iğ­ dır Ovası.

Eleşkirt.

Pasinler,

Malazgirt Ovaları, Er.tincan

Ovası. Mardin'in pamuk ziraatı yapılan kesimleri , Gazian­ tep'in Oğuzeli, Tilbeşar Ovaları. Harran ve Birecik Ovaları, Urfa'nın Akçakale, Viranşehir, Ceylanpınar kesimleri (Cey­ lanpınar Devlet Üretme Çiftliği, beş bin mevsimlik tarım işçi­ si çalıştırmaktadır) . Muş Ovası (Muş Dev1et Üretme Çiftlikle­ ri) ,

Adıyaman'ın

meyvecilik

yapılan

yöreleri,

Diyarbakır

çevrelerinde kısmen sulu ziraat yapılan kesimler ve Zeylan Devlet Üretme Çiftlikleri, tanmda kapitalist ilişkilerin kıs­ men gelişmiş olduğu kesimlerdir. Ayrıca Sivas Çimento Fab­ Iikası, Er.turum, Erzincan Şeker Fabrikaları, Batman, Gar­ zan Petrol İşletmeleri, Divrtği,

Maden, Ergani İşletmeleri,

Diyarbakır Şayak Fabrikası, Kars'taki süt ve hayvan mah­ sulleri tesisiert ve Gaziantep Şarap Fabrtkası'yla birlikte bir­ çok küçük çaptaki işletme ve atölyeler de Doğu'daki küçük sanayi birikimleıi olarak dikkate alınmalıdır. Ayrıca bu gelişimin tarihi süreç içinde de değerlendiril-

289


mesi gerekmektedir. Kanunca 1 940'dan sonra feodal yapı parçalanmaya başlamıştır. 1 940'dan sonra Doğu'lu hakim sınıfın Batı'lı hakim sırufla bütünleşerek birlikte sömürüye katılmalan da bu gerçeği doğrulamaktadır. Fakat bölgede Batı'ya nazaran sermaye birikiminin az olması ve yaratılan birtkimin özellikle Batı'ya kayması, feodal ilişkilerden kapi­ talist ilişkilere geçiş sürecini yavaşlatan bir etken olarak be­ linn ektedir. Bunun yanında hızlı nüfus artışı ve tanının ma­ kinalaşma hızının yüksek olması durumu da. geçiş sürecini hızlandıran temel dinamikler olarak çok önemli etkenlerdir. Genel durumu itibanyla bölgede önemli derecede feodal ilişkiler mevcuttur. Feodal ilişkilerin mevcudiyeti yanında kapitalist ilişkilere geçiş ve hızlı bir gelişme de vardır. Feodal ilişkilerden kapitalist üretime geçiş safhasında, feodal toplu­ mun sosyal organizasyonlan fonksiyonel gücünü yitirmekle beraber, varlığını sürdürmektedir. Yalın bir gözlemle bu or­ ganizasyonları (aşiret ve tarikat) hala eski gücünü devam et­ tirdiği kanısına vanlarak yanılgıya düşülebilir. Buna dikkat etmek lazımdır. 1 968 yılı sonlannda Keban Baraj inşaatında çalışan işçiler arasında grev sebebiyle olaylar. çatışmalar oT­ du. Bu çatışmalar karşılıklı vaziyet alan iki ayrı sendikanın tutumundan çıktı. Sendikalarda aynı aşirete mensup işçile­ rin gruplaşması, bu geçiş süreci içinde değerlendirilmelidir. İşçiler kendi aşiretlerinden bir ileri gelenin kurmuş olduğu sendikalarda yer alırken bu aşiret bağlannın etkisinde kal­ mışlardır şüphesiz. Fakat bu bağiann bağlayıcı bir niteliği yoktur. İşçi kendi sendikasının tutumunun çıkanyla çatıştı­ ğını farkettiği anda derhal doğru bir tavır benimsemektedir. Kırlık kesimlerdeki toprak çatışması da bu doğrultuda ol­ maktadır. Köylü aşiret reisinin sözünü bir dereceye kadar tutmaktadır. Fakat kendi çıkan söz konusu olduğunda aşi­ ret reisiyle arasındaki bütün bağlan çiğneyerek, aşiret rei­ siyle çatışma düzeyine gelebilmektedir. "57 Ahmet Aras'ın bu görüşleri doğrudur. Fakat kapitalist eğilimlerin belirdiği ve geliştiği bu kesimlerin hemen yanın­ da, hatta içinde aşiret ve tartkat gibi kurumlarm bulundu­ ğunu da dikkate almak gerekir.

57. Ahmet Aras, Türkiye'de Feodaliye Var m ı ? Ant Dergisi, Sayı 1 381 39. 290


Öte yandan şeyhlik ve aşiret reisliği kurumlanndaki ge­ lişmeler özellikle 1 945'ten sonra hızla yoğunlaşmış, bu ku­ rumlar çok partili demokratik dütenin nimetlertyle bütünle­ şerek

daha

çok

kuvvetlenmişlerdir.

Bu

bakımdan

bu

kururolann zayıfladığını kolayca iddia edemeyiz. Bu konuya ilerde tekrar değineceğiz. Bölgede hızlı nüfu s artışı ile makinalaşma süreci de hız­ lanmaktadır. Bu hızlanma feodal ağalann kapitalist olmak özlemlerinden ileri gelmektedir. 1 967 yılı yaz aylannda Doğu

Anadolu'nun çeşitli kent ve kasabalannda yapılan ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun geri kalmışlığını protesto eden mitingler bu özlemleri de yansıtmaktadır. Mitingler, her ne kadar Doğu 'lu toplumcu aydırılann feodal düzene ve bu dü ­ zeni sürdürebilmek için her türlü tedbirleri alan Doğu'lu ve Batı'lı egemen sınıfiara ve AP iktidanna karşı bir protesto hareketi olarak başlamışsa da, tabanda, geniş halk yığınla­ nnda, çok büyük etkiler yaratmış ve Doğu'lu toplumcu ay­ dınlann tabandaki halk yığırılanyla diyalog kurması sonu­ cunu doğurmuştur. M itinglerde topraksız veya az topraklı ve emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan kimseler yanında ağa­ lar. şeyhler ve aşiret reisiert gibi feodal mülkiyet ve üretim ilişkilerini denetleyenler de katılmışlardır. Feodal mülkiyet ve ü retim ilişkilerini denetleyen bu kişileıin, yani Doğu'lu egemen sınıfların mitingiere katılmasının başlıca üç etkenini saymak olanağı vardır: Bir kez nüfus çok hızlı bir biçimde artmaktadır. Artan nüfus, toprak, yayla, iş istemektedir. Bu istekler, şimdilik devlete karşı yapılmış olsa da bu isteklerin sonunda dönüp dolaşıp toprakları denetleyen kişilere geleceği gayet açıktır. Bu durumu yakından sezen ağalar, böyle etkili ve geniş bir kütle hareketinin dışında kalamazlardı. Tabii biiinci grup tamamen mülkiyet ve üretim ilişkilerinden doğan kavgayı di­ le getirip , ağalara, şeyhlere. aşiret reisierine ve b unlarla iş­ birliği yapan AP iktidarına karşı çıkarken, ikinci gru p , yani egemen olanlar da , yüzyıllar boyunca Kürt halkının ezilmiş­ liğinden, Kürtlerin devlet kurumlan ve yetkili kişiler tarafın­ dan hor görüldüğünden h areket etmişlerdir. Ağa, şeyh ve aşiret reislerinin, sorunu bu biçimde ortaya atarak halk yı­

ğınlarının dikkatini etnik bir etkene çekmesi, halkın temel

29 1


toplumsal yapı ç elişkileri konusunda bilinçlenip örgü tlen­ mesini engelleyecek niteliktedir. Etnik

etkenierin

temel

toplumsal

yapı

çelişkilerinin

açıklığa kavuşturulrnasını engellernek için bir taktik olarak ileri sürülmesi yanında, Kürt halkına karşı girişilen her tür­ lü ulusal baskıları ve faşist baskılan protesto eden bir tarafı da vardır. Mitingiere her çeşit toplumsal sinıftan kişilerin katılması bu özellik ile sıkı sıkıya ilgilidir. Doğu'daki ağalar, Batı'daki toprak ağalannın çok geniş birikimler yaparak daha çok zengin oldukları, yani kapilalist ilişkiler kurduklarının farkındadırlar. Doğu'daki ağa da böy­ le işletmeler kurarak daha fazla birikim, daha fazla yatırım ve daha fazla kar sağlamak arzusundadır. Çünkü, feodal ilişkilerin egemen olduğu düzende kendisindeki birikim de çok az ve yatırım olanakları çok düşüktür. İşte bunun için ağalar da mitingiere katılmakta, Doğu-Batı dengesizliğini (ekonomik ve kültürel dengesizlik) ileri sürürek devletin Do­ ğu'ya el uzatmasını, özellikle, yol, baraj . su kanalları, gübre­ leme gibi altyapı tesislerinin kurulmasını istemektedir. Dev­ letin Doğu ve Güneydoğu Anadolu için yukarıda sayılan altyapı tesislerini yapması aslında feodal ilişkilerin tasfiyesi­ ni hızlandıracaktır. Çünkü haberleşme ve ulaştırma olanak­ lannın ve bunların gereği olan teknik bilgilerin yoğunlaşma­ sı, sosyal yapıların gerek iç bünyelerini, gerek dış ilişkiler alanını ergeç değiştirecek, daha dinamik ve yoğun insan iliş­ kileri, kişisel bağların çok büyük rol oynadığı geleneksel iliş­ kilerin yerini alacak, böylece feodal ilişkiler tasfiye edilecek­ tir. Feodal sömürünün çok düşük bir sömürü olduğunun farkına varanlar ve bunu artırmaya çalışanlar mitingiere ka­ tılmışlar, henüz bu bilince ulaşmayanlar ise yer yer karşı çıkmışlardır. Mitingiere katılan ağalarla. mitingiere karşı çı­ kan ağaların geçmişlerine baktığımız zaman, bunların bir kısmının merkezi otorite ile daima uyuştukları veya sömür­ me işini hükümet kudretinden de faydalanarak sürdürdük­ lertni, bazılannın ise merkezi otorite ile sürtüştüklertni göre­ biliriz. Bu bakımdan mitingiere katılmayan, ona karşı çıkan ağalan birinci gruptakilerle, mitingleri destekleyen ağalan da ikinci gruptakilerle b ütünleştirebiliriz. 292


Ağalann Doğu M itingleri'nde il eri sürdükleri kapitalist olma eğilimi, feodal yapıyı tamamen parçalayacaktır. Diyar­ bakır'daki makınalaşma eğiliminde olduğu gibi, feodal mül­ kiyet ve üretim ilişkilerini denetleyen ağa, şeyh ve aşiret re­ isleri şimdi tamamen baskıya dayanarak, yani bir derebeyi olarak mülkiyetlerini denetleme olanakları buluyarıarsa da, nüfus artışının ve makinalaşmanın temelden yaptığı baskı, derebeylerin silahlı baskısını da aşacak güçtedir. Görüldüğü gibi Doğu Anadolu'da köklü bir değişme var­ dır.

Bu

değişme feodalizmin

kapitalist

üretim

ilişkilerine

doğru yenilenmesidir. Bu konuya ilerde tekrar döneceğiz.

ÖZET Bu bölümde Doğu Anadolu bölgesinde, farklı bölgelerde farklı yapısal gelişmeler ve bunlann dinamikleri üzerinde duruld u . Dikkale değer bir özellik Erzurum ile Kars'ın karşı­ laştınlmasıyla ortaya çıkıyor. Üretici değil daha çok tüketici fonksiyonların belirgin olduğu kentler geniş ölçüde bir aracı sınıf yaratıyorlar. Bu sınıf, sınıfsal çıkarla n gereği t u tucu oluyor. Toplama ve dağıtma fonksiyonlanndan çok üretim faaliyetlerinin gelişmiş olduğu bir kent ise tu tucu olmaktan sıynlıyor. Burada açıkça ortaya çıkıyorki ilericilik ve gericilik dinsel kriteriere göre değil, üretim ilişkilerinde benimsenen tavır ve davranışlara bağlıdır. Doğu Anadolu'daki yapısal gelişmeleri incelerken çeşitli etnik gruplarm ve mezhep gruplarının bir arada yaşamalan­ nın ortaya çıkardığı "Farklı kültürlere ve farklı etnik grupla­ ra tahammül etme ve hoşgörü fikri"nin de dikkale alınması gerekir. Kars. Tatvan gibi yerlerde, farklı etnik gruplann ve mezhep gruplannın bir arada yaşamalan h oşgörü fikrini do­ ğurmu ş, bu ise yabancı kavramını sertlikten kurtarmış, yeni fikirlerin kolayca kabu l edilmesini sağlamıştır.

Bu, tarım

ekonomisinin henüz kapitalist birikim yapamadığı yerlerde şaşmaz biçimde böyledir. Iğdır gibi, tanm ekonomisinin özel­ likle tarla tarımının geliştiği yerlerde ise bu görüş, bazı fark­ lılıklar göstermektedir.

Yalnız etnik gruplan incelerken iki şeye daha dikkat et­

mek gerekir. Birincisi kent nüfusunun kompozisyonunda et-

293


nik gruplann, mezhep gruplarının ağırlığının ne kadar oldu­ ğu. ikincisi de bu gruplar arasında gelir dağılımının nasıl bir biçim gösterdiğidiL

Örneğin Kars'da gelir · dağılımı

etnik

gruplar arasında bir denge gösterdiği için bir etnik grubun ötekini hor görmesi olayı yoktur. Ovsa Erzurum'da etnik gruplar vardır. Fakat bu gruplar arasırı da gelir eşit şekilde dağılım göstermediği içirı etnik gruplarn; ' . ır arada yaşama­ lanndan doğan hoşgörürlülük ortarnı görünmemektedir. Aşiret. feodal1zrnden daha önceki bir üretim ilişkisini ifade ettiği gibi, feodalizinin siyasi üstyapısını da ifade eder. Feodalizmden kapitalizme geçerken, göçebe hayvancılığa da­ yanan üretim ilişkisi tam anlamıyla tasfiye olduğu halde si­ yasi üstyapı kurumu olan aşiretin bir süre daha yaşarnası olanağı vardır. Aşiret sistemlerinin ortadan kalkması kapita­ list ilişkilerin yoğunlaşrnasıyla mümkündür. Aşiret içirıde çeşitli toplumsal dinamiklerin işleyişi so­ nunda meydana gelen değişme, yine toplum dinamizminin ortaya koyduğu tampon rnekanizmalarla buhransız bir bi­ çimde meydana gelmekte ve toplum daima denge dururnuri­ da kalmaktadır. Örneğin Çerçi, kasaba tü ccarı, kent tücca­ n. . .

hep değişim içinde

ortaya çıkmaktadır.

Bu

ilişkileri

denetleyenler aşiretin, dışanya karşı toplumsal güvenliğini sağladığı gibi borçlanma ve faiz mekanizmasıyla. aşiretin ar­ tık üretimini değerlendirip

üretim yapmaktadırlar.

Fakat

son zamanlarda meydana gelen ekolojik baskılar ise göçebe aşiretlerin hayatında köklü bir değişiklik yapıp göçebe hay­ vancılığına son verecek niteliktedir. Tatvan, Van Gölü'nün güneybatı kesiminde kurulmuş gelişme durumunda olan bir kenttir. Karayollanrun ve de­ rniryollarının kavşağında olması, deniz ve havayollauna ait işletmeler olması, kentin yaşamına dinamizm vermektedir. Tatvan'ın hızla gelişmesi çok eski bir kent· olan Bitlis'in aley­ hirıe olmaktadır. Urfa Türkiye'de toprak mülkiyetinin en fazla keskinlik gösterdiği yerdir. Burada feodal yapılar kapitalist üretim iliş­ kilertyle karşı karşıya gelmiş, üretim çok yönlü bir duruma gelmiştir. Bu gibi yerlerde feodal ve yan feodal, feodalizm öncesi ve kapitalist üretim ilişkilerine aynı yerde ve aynı za­ manda iç içe ve yan yana olarak rastlanabilmektedir.

294


Bize göre , Doğu Anadolu'daki, kapitalizme geçiş eğilim­ lerinin en önemli belirtisi Sürt ve Gaziantep gibi illerde eski­ den mevcut el tezgahlarından atölyelere geçiş, eğilimidir. Bu eğilim, geleneksel feodal bey-köylü ilişkilerini (bu ilişkiler özellikle kır;;al alanlarda gelişmiştir) . patron-işçi ilişkilerine (bu ilişkiler de kentlerde gelişmektedir) dönüştürmektedir. Bu gelişim, tamamen ağaların, kapitalist ağalar olmak iste­ melerinden doğmaktadır. Yani feodal ağalar, kapitalist ağa­ lar olduklan zaman, çok daha büyük bir birikim yapıp daha iyi sömüreceklerini anlamışlardır. Feodalizinin yıkılınası ve kapitalizme geçiş süreçlerinden en önemlilerinden biri de Diyarbakır'da görülmektedir. Bu ­ rada makirıalaşmayla birlikte feodalizme egemen olan feodal bey-köylü ilişkileri, patron-işçi ilişkilerine dönüşmektedir. Feodal ilişkilerin parçalanıp kapitalist üretim ilişkilerille ge­ çişle birlikte feodalizmirı siyasi üstyapı kurumu olan aşiret­ ler sistemlerinde de değişmeler olmakta, aşiret yapılan ken­ disinden daha üstün bir siyasi şekil olan ulusa doğru evrilmektedir. Öte yandan Doğu Anadolu'nün etnik yapısı, tutucu siyasi iktidarlarla olan ilişkisinde ona doğal bir ileri­ cilik vermektedir. Son �amanlarda yoğun bir durum olarak sürüp giden kaçakçılık Doğu Anadolu'nun sosyo- ekonomik yapısında meydana gelen en önemli olaylardan biridir. Kaçakçılık bu­ gün bir tampon mekanizma görevi oynamaktadır. Zira nüfus büyük bir hızla artmakta, fakat artan nüfusa paralel olarak iş olanaklan, giderek beslenme ve barınma olanaklan sağla­ namamaktadır. İşte kaçakçılık hızlı nüfus artışı ile meydana gelmesi muhtemel olan gerilimleri önlemekte ve toplumu bir süre dengede tutmaktadır. Bu dengenin kısa süreli bir den­ ge olduğu şüphesizdir. Temel toplumsal yapı çelişkileri bu dengeyi bozacaktır. Eşkıyalık Doğu Anadolu'da feodalizmin kapitalizme dönüşümünün yani sınıf dönüşümü olayının meydana getirdiği başka bir olaydır. Eşkıyalann sosyo­ ekonomik düzenirı ltınesi sonucu ortaya çıktığı büyük bir gerçektir. Fakat düzeni denetleyen kişilerirı güçleri hala et­ kirı olduğu için, aslında düzene karşı olan bu hareketleri yi­ ne kendi sınıfsal çıkarlan açısından değerlendirmektedirler. Son zamanlarda kaçakçılarla eşkıyalar arasında bütünleşme 295


olmuş, eşk.ıyalar. kaçakçılann sürülerinin sınırlardan ötele­ re geçmesine yardırncı olmuşlardır. Temel toplumsal yapı çe­ lişkileri açıklık kazandıkça eşkıyahğın halkçı yaru daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Şimdi ağalarla ağalar, aşiret re­ isleriyle aşiret reisieri arasındaki çat ısınalarda vurucu kuv­ vet olarak kullanılan eşk.ıyalar, o zaman doğrudan d oğruya ağalara ve aşiret reisieline karşı ccpt :: �·1.acaklardı r. O za­ man çatışma ağalarla ağalar, aşiret reisiertyle aşiret reisieri arasında değil, ağalarla köylüler, aşire t reisi eriyle aşiretler arasında olacaktır.

296


BÖLÜM IV

Dİ N

ve

ÜRETİM İLİŞKİLERİ

Din bir üstyapı kurumudur. Belirli bir sosyo-ekonomik yapı ve bu

yapıyı b içimlendiren

üretim ilişkilerine

göre ,

fonksiyonel bir durum alır. Bu bakımdan, din ve toplum iliş­ kilerini incelerken, toplumdaki yapısal gelişmelere bakmak gerekir. H er dinsel görüş, belirli bir ekonomik aşamanın so­ nucudur. Örneğin, tolemizm, toplayıcılık, balıkçılık ve nvcı­ lık gibi en ilkel üretim biçimlerinirı, anemiZrn , göçebe çoban­ lığın,

natürizm

ise

ilkel

tarımın

meydana

getirdiği

dini

inançlardır. Müslümanlık ve Hıristiyanlık gibi tek tanrılı ve karmaşık dirller ise daha sonraki ekonomik aşarnalann bir fonksiyon udur. 1 Öte yandan, feodalizmden kapitalizme ge­ çerken, Müslümanlık ve H ıristiyanlık dirılerinin bünyelerin­ de de, yeni üretim ilişkilerine uygun bazı değişmeler olmuş­ tur.

Bugün

büyük

bir

hızla

gelişmekte

olan

laikleşme

h areketleri ise kütle üretimine dayanan endüstri toplumlan­ nın ortaya koyduğu bir sosyal akımdır. Bu , laikleşmenin en­ dü strileşmeyle geleneksel tarım toplumundan modern en­ d ü stri

toplumuna

geçişle,

yani

temele

inen

yapısal

değişmelerle birlikte gelişmesi demektir. Din, belirli mülkiyet ve üretim biçimlerinin bir fonksiyonu olarak beliriyorsa d a , ü styapı kurumları arasında statükoyu en ç o k koruyan veya statükonun sürdürülmesine en çok yarayan bir kurumdur. Toplum yapısını biçimlendiren esas etken. altyapı kurumlan yani mülkiyet ve üretim ilişkileridir. Ama, allyapı kurumları.

1 . Muzaffer Sencer, Dinin Türk Toplumuna Etkileri, istanbul 1 968, s. 233 vd. 297


üstyapı kurumlanndan da tamamen bağımsız değildirler. Altyapı ve

üstyapı

kurumlan birbirleriyle

devamlı

"etki­

tepki" durumundadır. İşte bu süreç içinde, din, ü styapı ku­ rumu olarak, altyapıyı. mülkiyet ve üretim ilişkilerini yani statükoyu en çok etkileyen, tutuculuğu öngörüp her türlü değişmeyi engelleyen bir etken olarak karşımıza çıkmakta­ dır. Bu , bütün çağlarda böyle olmuştur. Bununla beraber, dinlerin, ırk aynınlarını redderek ge­ niş bir d ü nya ulusu kurma çabaları, özleıinde ilerici nitelik taşıdıklarını gösterir. Bu ilericilik özelliği, dinlerin felsefele­ rinden veya din kurucularından ileri gelmemekte, doğrudan doğruya dinlerin halk yağınlanyla kurdukları bağlardan ileri gelmektedir. Fakat dinlerdeki bu özellik, kısa zamanda kay­ bolmuş ve dinlerin halk yığınlanyla bağlarını kopararak ege­ men sınıfların ideolojilerini meşrulaştıran bir kurum duru­ muna gelmiştir. 2 I.

ALEVİ-SÜNNİ ÇATlŞMASI

İslamın Alevi ve Sünni diye farklılaşması ve bu farklılaş-­ manın gerek aktif gerekse pasif olarak zamanımıza kadar gelmesi, İslam tarihindeki en önemli olaylardan biridir. Bu­ rada önemli olan. bu iki grup arasında süregelen bu çatış­ maların, mülkiyet ve ü retim ilişkilerinin denetimi elinde bu­ lunduran

sınıl1ar tarafından,

kendi

ekonomik ve

politik

çıkarları uğruna körüklenmesidir. Aslında çatışma, halklar, din ve kültür gruplan arasında değildir. Çatışma, her zaman egemen sınıflada sömürülen sınıflar arasında olmuş, ege­ men sınıflar, din ve kültür gruplan arasındaki bu farklılaş­ maların sürmesi için her çareye başvurm uştur. O halde, din ve kültür grupları arasındaki çatışmanın düğüm noktasın­ da, egemen sınıfların çıkarlan yatmaktadır. Bu sınıflar, ken­ di sınıfsal çıkarları uğruna halk yığınlannın yüzyıllar boyun­ ca birbirleri ile mücadele etmelerine ve boğuşmalanna sebep

2.

Demirtaş Ceyhun, H açlı E mperyalizm, Anadolu Devletlerinde Toprak Düzeni ve D evlet-Din ilişkileri Ü zerine Bir incelem e, Habora Yay ıne­ vi, istanbul 1 967, s. 1 1 O vd. Fehmi Yavuz Din Eğiti m i ve Toplumumuz, Ankara 1 969, (Sevinç Matbaas ı ) , s. 1 45 vd .

298


olmuşlardır. Burada ihmal edilmemesi gereken bir nokta da,

egemen sınıfların çıkarlan yanında, emperyalizmin çıkarları­ nın düşünülmesi gerektiğidiL Bugün az gelişmiş ülkelerde, dolayısıyla Türkiye'deki dil, din ve kültür grupları, emperya­ lizm tarafından körüklenmekte , halk yığınlarının, kendi sı­

nıfsal çıkarlan konusuda bilinçlenmesi engellenmektedir.

A.

MEZHEP ve TARİKAYLARIN DOGUŞ NEDENLERİ

WMezhep, itikatta yani inançta, arnelde yani ibadette, muamelatta yani din emirlerine uyulmadığı takdirde, yü­ kümlünün uğrayacağı cezalarda, başta kitap yani Kur'an,

sünnet yani hadis olmak üzere rey ve kıyası, yahut aklı da

bunlara katarak tutulan yoldur. M üçtehidin, yani esaslara dayanarak bir hükme varan kişinin, kurduğu usül ve füro'u

kapsayan, bu gidilecek, tutulacak yola 'mezhep' denir. Tarikata gelince, usül, yani dini inanç, füru yani amel ve muamelat hakkında ayn bir sisteme sahip değildir. Tari­ kat, kulu tanrıya ulaştıran, zevk, neşe, irfan, aşk ve cezbe

yoludur. Bu yolu tutan kişi, sufilere göre, varlığını tanrıya

verir, her şeyde O'nun kudret ve hikmetini görü r, tuttuğu

yola göre kendi fani varlığını ve bütün fani varlıkları, gerçek

varolan Tanrı'da yok eder, O 'nun varlığıyla var olduğunu bi­ lir, bilişi görü ş , görüşü de oluş haline gelir. En kısa bir ania­ tışta mezhep ilim yoludur, tarikat ise irfan yolu. Tarikatın esası tasavvuftur. "3

Müslümanlıkta, ilk zamanlar tam bir birlik vardır. Mu­ hammed

zamanındcr ortaya

çıkan

bütün

anlaşmazlıklar

onun tarafından çözümle.n ir, farklı fikirlerin doğması önle­ nirdi. Muhammed'in ölümünden sonra ise, Hilafet konusun­ da ortaya çıkan çeşitli fikir ve görüş ayrılıkları yüzünden

kanlı savaşlar olmuş, çeşitli mezhepler doğmu ştur.

Ekonomik ve sosyolojik açıdan mezhep ve tarikatların

doğuşunun gerçek nedenleri şunlardır: İslam İmparatorlu-

3. Abdülbaki Gölp ı narl ı , Tü rkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar, Gerçek Ya­ yınevi (1 00 Soruda Dizisi 1 5), istanbul 1 969, s. 1 85 Abdülbaki Gölp ınarlı, Tasavvuf, Gerçek Yayı n evi ( 1 00 Soruda Dizisi 14 ), istanbul 1 969, s. 1 9. 299


ğ u 'nun gilt ikçe genişlemesi. pek çok yabancı ırk ve kültür grubunu içine alması demektir. Böylece, imparatorluğun ge­ nişleme süreci içinde birçok yabancı kültür ve eski dinin ka­ lınl1lan da M ü slümanlar arasına girmiş ve gelişme olanağı b u lmuştur. Özellikle İran ve Hint kültürleri yeni yeni mez­ heplerin doğuşunu yakından etkilemiştir. Öte yandan, h ila­ fet makamını ele geçirme konusunda izlenilen siyaset de mezhep farklılaşmasını öngörmüştür. B u bakımdan, devlet yönetimini ele geçirmek isteyenler, en uygun yol olarak mez­ hep ku rmayı düşünmüşlerdiL O halde, mezhepler, bugü nkü modem devletin bir çeşit siyasi partileridir. Devleti yönetme görevi ile dini işlerde en yüksek söz sahipliğinin ayru ellerde toplanması . yani İslam Devleti ve İmparatorluğu'nun teokra­ lik bir kimliğe bürünmesi bu d u rumu yaratmıştır. Böylece, imparatorlu k içinde h er şey din çerçevesi içinde düşü nülme­ ye başlanmış, mezhep başkanları büyük bir otorite ve pres­ lij e sahip olmuşlardır. Okur-yazar olmayan kimseler, az-çok okumuş olanların etrafında toplanıyor. onlara derin saygı besliyorlardı. Halkın. çoğu İslami kültürden yoksun olduğu için, mezhep kurucu­ lan onları istedikleri gibi yönetiyorlardı.

Hatta, Kur'an ve

Hadisleri kendi çıkarlarına uygun biçimde yorumlayıp halkı kandınyorlardı. M ezhep farklılaşmalarının doğuşunu açık­ larken, kişisel çıkarları da geniş ölçüde göz önünde b u lun­ d u m1ak gerekir. Birçok kin1se. kendi kişisel çıkarlarını sağ­ lamak için mezhep kurma yoluna gitmiştir. Ç ünkü , mezhep yolu ile çalışmadan kazanç sağlamak kolay oluyord u . ina­ nan kişiler Şeyh, Veli. İmam gibi adlar Verdikleri mezhepleri­ nin başkanlarına canları ve mallan ile hizmet e diyorlardı. 4 Görüldüğü gibi, mezheplerin doğuşunda çıkar, siyaset ve bilgisizlik gibi etkenler b üyük rol oynamaktadır. Bugün faa­ liyet gösteren Nurculuk, Süleymancılık gibi akımların teme­ linde de çıkar, bilgisizlik ve siyaset vardır.

4. ibrahim Agah Çubukçu , Mezhepler ve islam Felsefesi, ilahiyat Fakül­ tesi yay ın ı , Ankara 1 964, s. 8; ibrah im Yasa a.g.s., 1 02 vd . 300


B.

SÜNNİ ve Şİİ MEZHEPlER

Önceki bölümde değindiğimiz gibi, Muhammed zama­ nında (5 7 1 -632) İslamiyette önemli fikir ayrılıkları olmamış, her şey O'ndan sorulup öğrenilmişUr. Dört Halife döneminde ise5 hilafet ve imarnet bazı fikir ayrılıklan meydana gelmiş, bu sürtüşmeler Ali zamanında ise (656-66 1 ) büsbütün art­ mış ve kanlı olaylar olmuştur. İslamiyette ilk mezhep aynlığı "Şia" ile başlar. Sonra "Hariciler" çıkmıştır. Sünnilik ile Şülik arasındaki en belirli fark, Hilafet sorununda ortaya çıkmıştır. Fıkıh sorununda ise büyük ayrılıklar yoktur. Sünniler İslam Halifesi'nin se­ çim yolu ile iktidara gelmesini öneriyor, Şiiler ise hilafetin sadece peygamber ailesine ait bir kurum olduğunu iddia ediyorlardı. 6 ı.

Sünniler

Sünniler dinsel yargılar ve tapınma bakımından Hanefi. Şafii, Maliki ve Hambeli olmak üzere dört büyük kala ayrılır­ lar. Hanefi mezhebi, İmam-ı Azam Ebü Hanefi'nin içtihatla­ rına dayanır. Ebü Hanefi 699-767 yılları arasında Küfe'de (Irak) yaşamıştır. Dört mezhepten en yaygını olan Hanefi mezhebi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlılar'ın da resmi mezhebi idi. Bu mezhep Irak'tan başlayarak, öteki İslam ülkelerine yayılma olanağı bulmuştur. Irak, Suriye, Anadolu . Rumeli, Balkanlar, Kınm, Kafkasya, Azerbeycan, Kazan, Türkistan , H orasan, Belücistan, Hint, Yemen, Habeş, Mısır, Trablus­ garp, Tunus, Güney Afrika gibi İslamlığın yaygın olduğu yer­ lerde bu mezhebe de sık sık rastlanmaktadır.7 Anadolu , Irak, Suriye ve Rumeli'de Hanefi mezhebi daha çok Türkler arasında yayılmıştır. Hanefi mezhebi İslam dünyasında en 5. Ebubekir (632-634), Ömer (634-644), Osman (646-656), Ali (656661 ) 6. Peygamber ailesine "Ehli Beyt" de denir. Sünnet kitaplarına göre bu kimseler Muham med, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin'dir. 7. Muhammed Ebü Zehra, Ebü Hanife, çev. Osman Keskinoğlu, Diya­ net işleri Başkanlığı yayı nı, Ankara 1 962 s. 408. 30 1


çok benimsenen mezheptir. 550 milyon Müslümanın yan­ sından çoğu bu mezheptendiL Hanefi mezhebinden sonra en yaygın mezhep Şafü mez­ hebidir. Şafii mezhebi 767-8 1 9 yıllan arasında Mısır'da ya­ şayan İmam İdris Şafii'nin içtihatlarına dayanır. İbn-i Hal� dun, Mukaddime'sinde der ki, Şafü mezhebinde olanlar Mısır'da öteki yerlerden daha çoktur. Bu mezhep Irak'da, Horasan'da, Maveraünnehir'de yayılmıştır. Bütün İslam merkezlerinde fetva ve tedris işlerinde Hanefilerle yan yana yer almışlardır. Aralarında münakaşalar olmuş, hilafet ki­ tapları her iki tarafın delilleriyle dolmuştur. Mısır'da doğup gelişen Şafü mezhebi kısa sürede İslam dünyasının öteki ül­ kelerine de yayılmış ve İslam ülkelerinin doğu kesimlerinde Hanefi mezhebine galebe çalmıştır. Fakat daha sonraları tekrar Mısır'a yerleşmiştir.8 Bugün bu mezhep Mısır, Suriye, Hicaz, Filistin gibi yerlerde yaygındır. Yemen, Aden, Filipin, Cava, Sumatra, Siyam'da yaşayan Müslümanlar arasında da Şafiilere rastlanmaktadır. Dağıstan'da, Qrta Asya'nın ku­ zey kesimlerinde , Kuzey Afrika'da da yaygın bir mezheplir. Şafii mezhebinin Türkiye'de en yaygın olduğu bölge Doğu Anadolu'dur. Irak'ta da yaygın olan Şafii mezhebirıin Orta­ doğu dünyasında genellikle Kürtler arasında gelişmiştir. Şa­ fii mezhebini benimseyenlerin sayısı 1 60 milyon kadardır. 9 Yaklaşık olarak 90 milyonu bulan Maliki mezhebi, İmam-ı Malik (7 1 1 - 795) tarafından kurulmuştur. Mezhebin doğup geliştiği yer, Medine kenti olduğu için buna Medine halkımn İmaını denir. Maliki mezhebi, aristokrat ve gelenek­ cidir. Bu mezhep özellikle Kuzey Afrika'da yayılmış, Endü­ lüs'te kökleşmiş ve Endülüs devletinın resmi dini olmuştur. Bu nedenle, Hanefi ve Şafii mezhepleri buralarda gelişme olanakları bulamamışlardır. Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Me­ rakeş, Sudan ve Afrika sahillerindeki Müslümanlar genellik­ le Maliki mezhebindendirler. Irak, Suriye, Hicaz ve Kuzey Mısır'da da bu mezhebin taraftarlarını görmek olanağı var'8. Zikreden: Muhammed Ebu Zehra, imam Şafii, çev. Osman Keskinoğ­ lu, Diyaiıet işleri Başkanlığı yayını, Ankara 1 969 s. 357 vd. 9. Osman Keskinoğlu, islam Dünyası D ün-Bugün, ilahiyat Fakültesi Ya­ yını, Ankara 1 964, s. 87 vd. 302


dır. Buna karşılık, Maliki mezhebi Anadolu'da hiç gelişeme­ miş, Araplar arasında az da olsa yayılma olanağı bulmuştur. Sünniler arasında en az yaygın olan mezheplerden biri de Hanbeli mezhebidir. 550 milyona yaklaşan İslam dünya­ sında Hanbeli mezhebi taraftarlan 1 0 milyon kadardır. Ah­ met Hanbel (790-855) tarafından kurulmuş olan bu mezhep Sünni mezhepleri arasında Hadis'e en çok yer veren mez­ heptir. Hanbeli mezhebi daha çok Arabistan'da doğup geliş­ ' miştir. Bunun yanında Suriye, Irak. Filistin ve Mısır'da da yayılma olanağı bulmuştur. Bu mezhep de Anadolu'da geliş­ me olanağı bulamamıştır. Vahhabiler de Hanbeli mezhebine dayanırlar. Hanbeli mezhebinin taraftarları çok muhafaza­ kar olup ibadet konusunda çok titizdirler. 1 0 B u dört mezhep arasında e n yaygın olan Hanefi mezhe­ bi, Türkler, Kürtler, Araplar gibi çeşitli halklar arasında ya­ yılma olanağı bulduğu halde, Şafiilik daha çok Kürtler :ve Araplar, Malikilik ve Hanbelilik ise sadece Araplar arasında yayılma olanağı bulabilmiştir. Bu iki mezhebe, Kürtler ara­ sında inananlara az da olsa rastlanıyorsa da . Türkler ara­ sında yoktur. Bu dört mezhebin taraftarlan genel olarak bir­ birleriyle iyi geçtrımişlerse de, zaman zaman bunlar arasında da arılaşmazlıklar görülmüştür. Hanefi mezhebi M üslüman dünyasında ilke ve kuralla­ rıyla en etkili ve oturmuş bir mezheptir. Bu yönü ile Bırısti­ yan dünyasının Katalik mezhebine benzemektedir. Bırısti­ yan dünyasında Katalik mezhebi ne ise Müslümanlık dünyasındaki Hanefilik de odur. 2.

Şlller

Şia ı ı Ali tarafını tutan, hilafetin Ali'nirı hakkı olduğu gö­ rüşünü savunan ve Ali'ntrı soyundan gelellierin Halife olma­ sı için çalışan bir mezheptir. Sonralan Sünnilik gibi Şülik de birçok koliara ayrılmıştır. Bugün Şia denilince, akla ilk ola­ rak Mimamiyye" mezhebi gelir. Mimamiyye" imameti mezhebi1 O. Osman Keskinoğlu, a.g.e., s. 26-34. 1 1 . Şia, dost demektir. Şialar, kendilerine Muhammed ailesini sevenler ünvanını vermişlerdi. (Bk. Ziya Şakir, Mezhepler Tarihi, Şiilik­ Sünnilik-Bektaşilik-Aievilik), istanbul 1 958, s. 7. 303


nin usulünden, yani temel inançlanndan kabu l eden ve pey­ gamberlerden sonra "on iki imam"ın imametine inanınayı şart bilen mezhep lir . 1 2 On iki imaını kabu l elmesinden ötü­ rü bu mezhebe "on ikiler" dendiği gibi, h e m ib adet ve mua­ melelerde . hem de inançta, İmam Cafer Sadık'ın atalanndan nakletliği "hadis"lere dayandığından "Caferiyye mezhebi" de denir. ı 3 Şülerin sayısı 50 milyona yakındır. Bu mezhep ta­ raftarlarının en çok bulundukları ü lke İran'dır. İran'da eski­ den Hanefi mezhebi yaygındı. Soma. C aferiyye mezhebi res­ mi din olarak _ kabul edilince. Şiilik İran'da daha süratle yayılma olanağı buldu. Şiiliğin İran'daki yayılması İran ulu­ sunun. ulusal bilincinin gelişmesine paralel olmuştur. Şiilik mezhebi İran'da ulusal bilincin gelişmesinde büyü k rol oy­ namıştır. Irak. Suriye ve Anadolu Türklerinin çoğu ve İran Türkle­ Şii'dir. Şiilik. Anadol u 'da h em Türkler hem de Kürtler ara­ sında yayılmıştır. Anadolu'da Maraş, Adıyaman. Sivas, Tun­ celi, Kars. Çorum, M alatya. Elazığ, Hatay, Manisa dolaylarında Şii çoktur. Daha önce de değindiğimiz gibi. Şia'nın en önemli özelliği, Ehl-i Beyt'e (Muhammed ailesi, Mu hammed, Fatma. Ali, H asan, Hüseyin) muhabbetle bağlı olup, ötekilerine yüz ç evirmesidir. Şii'ler. Şia, Alevi. İmamiy­ ye. Zeyyidiyye. İsmailiyye, Kızılbaş gibi adlarla anılırlar. Ii

Şii mezhepleri arasında en önemlilerinden biri Zeyidiy­ ye'dir. Bu mezhep Ali'nin oğlu H üseyin'in torunlarından Ali Zeynel Abidin tarafından kurulmuştur. Yemen'de ve Sina yanmadasında gelişmişUr. Suriye'de Şia'ya Nuseyriler denil­ mektedir. Dürzi'ler ise Mısır'da hükümet kuran Fatimi h ü ­ kümdarlarından H akimi imam olarak tanırlar. İ slami inanç­ la ilgileri olmayan Dürzilerin Lübnan ve Suriye'de yerleşmiş olanların sayısı bir milyon kadardır.

1 2. On iki imam şun lard ı r : Ali M u rtaza, H asan Müçteba, H üseyin, Ali Zeynel Abidin, Muham med Bakır, Cafer Sadık, Musa Kaz ı m , Ali Rı­ za, Muham med Cevat Taki, Ali Nadi Naki, Hasan Zeki Askeri , Mu­ hammed Mehdi. Son imam Muhammed Mehdi'nin ölmediğine, birgün tekrar yüryüzü­ ne çıkıp, bozulmuş düzeni düzelieceği ne inan ı l ı r. 1 3. Abdülbaki Gölpı narl ı , Mezhepler Tarihi, s. 40. 304


Şia'nın bir başka önemli mezhebi de Yezidilik'Ur. Yezidi­ lere göre, bu mezhebin kurucusu Yezid b. Muaviye'dir. Bu mezhebin inançları, Mezopotamya'da yaşamış Asur, Elam, Babil kavimlerinin dinlerinin bazı kalıntılanru taşımaktadır. Budizm'in de etkisi görülmektedir. Bu mezhepte de, dini ör­ gütün başında bulunan kişiye şeyh denir. İlgili bölümlerde , Yezidiler hakkında daha ayrıntılı bilgi verilecektir. İslam dünyasındaki mezheplerden biri de Harici mezhe­ bidir. Halife Ali, Muaviye ile arasındaki anlaşrrıazlığın çözü­ mü için hakem tayinini kabul edince, Ali'nin bu tutumunu onaylamayıp aynlan ve �hüküm ancak Allahindır" sözünü il­ ke diye benimseyen bu fırkaya Harici denilmiştir. Bu mez­ hep ancak Kuzey Afrika'daki Berberi, kavimleri arasında ya­ yılma olanağı bulmuştur.

3.

Sünni ve ŞU Mezheplerinin Dışında Gelişen Yeni Hareketler:

Yeni hareketlerin başlıcası Vehabilik'tir. Muhammed Ab­ dülvahhap ( 1 703- 1 972) tarafından kurulmuş olup, kitap ve sünnete dayanır. İslam görüşünü yeni bir anlayışla ve yüzyı­ lın ruhuna uygun biçimde düzenlemek amacındachrlar.

Senusilik, Senusi Şeyhi Muh anuned ( l 'l 9 l - l H59) tara­ fından Cezayir'de kurulmuştur. Maliki mezhebinden olan bu şeyh Vehabillğe taraftardır. Amacı çölde y eni bir hareketi başlatmaktır.

Önemli hareketlerden biri de Batınilik'tir. Kur'arun bir iç yüzü bir de dış yüzü yani Batını vardır. "Kur'anı, ayetlerin iniş nedenlerini, onlara ait hadisleri bilen, namaz kılandan kılana da fark vardır. Namazda kendinden geçen de , çeşitli düşünenler de. Kur'aru, buyruklanru, yapılmaması emredi­ len şeylerin batıruru, yani kökünü bilen kişi için ibadetin ge­ reği yoktur" anlayışı Batıniliğin temelini meydana getirir. Bu anlayışta olan kişiye. hangi mezhepten olursa olsun "Batıni" denir. Bat!nilik'ten birçok batıl din doğmuştur. Bunlar kay­ nağını Müslümanlıktan alıp gelişmişlerdir. Hurufilik, Şeyh­ lik, Babilik, Babailik, Kadıyanilik bunlann en önemlilerin­ dendir. İslam inançlarına göre en son peygamber Muhammed olmasına karşın, bu dinleri geliştirenler kendi-

305


lerinin de peygamber olduklan savında bulunmuşlardır. Bu yönleri ile yeni geliştirilen ve Müslümanlıktan kaynak alma­ ya çalışan bu dinlerle, İslam fe_lsefesi arasında çelişme var­ dır.

4- Ehli

Sünnet Mezhepler, Dört Mezhep

Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezheplerine ehli sünnet mezhepleri denir. Genel olarak, bu dört mezhebin hak, dı­ şındakilerin de batıl olduğu görüşü yaygındır . Fakat bu gö­ rüş yanlıştır: "Herh angi bir mezhebe mensup olanlan iki kısma ayırabiliriz. Birinci kısım, anadah-babadan gördüğü, gerçek olduğuna inandığı, yolunu yardamını öğrendiği mez­ heptendir, onca Müslümanlık da budur. Başka mezhepler hakkında hiçbir bilgisi ve fikri yoktur. Buna ihtiyaç da duy­ maz. Başka mezhepten bir kimseyle karşılaşınca onlann ibadetleritıi yadırgar . . . İkinci kısım, okumuş, aramış, incele­ miş bir mezhebin gerçek olduğuna inamış ve o mezhebe gir­ miş kişilerdir. Fakat, bunlar da yalnız kendi mezheplerine bağlanıp , insafı elden bırakırlarsa mezhep taassubu ilk planda kendini gösterir. Mezhepler arasındaki aynlıklar teferru attandır. Esasta, hepsi de birdir. Fakat ekonomik çıkarlarm doğurduğu siyasi ayrımlar, bu görüş farklannı aşılmaz uçurumlar haline ge­ tirmiş, aleyhteki saldıruan kamçılarnış, bazı kişiler şu veya bu iktidarın hoşuna gidip gününü gün etmek için vicdanı kanaatı bir yana atarak, dini inancı hiçe sayıp peygamber ağzından yalanlar söylemeye kadar işi azdırmışlardır. Çağımızda ise İslamın karşısında çok büyük tehlikeler vardır. İslamın içinde dinler kurduracak kadar ileri giden yabancı sömürgenler ve bunlara maşalık etmekten utanma­ yan satılmışlar, dini birliği bozup ekonomik çöküntüyü sağ­ lamak için ellerinden geleni yapmışlar ve yapmaktadırlar." 1 4 İslam bilginlerinden E l Ezher şeyhi Şeyh Mahmud Şal­ tut bu konuda şöyle demektedir: "İslam mezheplerinden birine uymak zorunlu değildir. Bu mezheplerden birini uygulayan kimse ötekillerini de tak-

1 4. Albülbaki Gölpınarl ı , Mezhepler Tarihi, 306

s.

1 04-1 05


lid edebilir. Dört mezhep haktır, ötekiler batıldır sözüne ge­

lince, bu yanlıştır. Caferiye mezhebinin h ükümleriyle ibadet dört rnezhepte olduğu gibi caizdir. Müslümanların bunu bil­

mesi gerekir. " 1 5

C. Al.EVİ-SÜNNİ ÇATIŞMAI.ARIMN BAŞI.ANGICI Alevi-Sünni farklılaşmalanrun tohumları, ilk olarak Ali zamarnnda atılmıştır. O zamanlar, Ali ile l\ll uaviye, iktidar için birbirleriyle mücadele halindeydiler. Mücadelenin cere­

yan ettiği 656-666 )'ılları arasında, halk ikiye aynlrnıştı. Ali taraftariarına Şii deniliyordu. Gerçekte Ali, Ebubekir'in ege­ menliğini tanunıştı. Fakat O'nun Peygamberin damadı olma­

sı, savaşlarda büyük yararlıklar göstermesi, hilafet ve ima­

rnet

sorununda

bazı

kimseleri memnun

etmedi.

Hatta,

Sebeiyye denilen bir mezhep mensupları, Ali'nin ilahlığını bi­

le ileri sürdüler. Fakat bu mezheplerin bu günkü Alevilerle

ilgisi yoktur. Muaviye ise hilafet ve imarnet sorununda , pey­

gamberin ve eshabırun gittiği ve tutuğu yolu benimsiyordu.

Yani Sünniler, belli başlı koşullan yerine getirenierin bu gö­ revi yapabileceklerine veya oy'a inaruyorlardı. "Dört Halife­

ler" döneminden hemen sonra ortaya çıkan mezhep kavgala­

nnda

Şiiler

yenilgiye

uğramışlar,

Sünni

mezheplere

dayanılarak kurulan hükümetlerden ve Sünnilerin bizzat kendilerinden sürekli olarak zulüm görmüşlerdir.

Bu arada şunu belirtmekte yarar vardır: ŞU, Alevi, Kızıl­

baş, Bektaşi gibi adlar aynı anlama gelrnezler. Şia mezhebi

içinde, daha çok tarikat özelliği gösteren bu gruplaşmalar

üzerinde ileride· tekrar durulacaktır. Alevi-Sünni

çatışmalarının

yoğunluk

kazanmasında,

Emevi hanedanının büyük etkisi olmuştur. Bu konuda is­ lam bilginlerinden Muhammed Ebu Zelıra şöyle demektedir:

"Emeviler'de kuvvetli bir Araplık eğilimi vardı. Bunun et­

kisiyle İslam öncesi Arap medeniyet ve hayatına ait çok şey­ leri dirilttiler. Bu medeniyet mirası içinde hoşa gidip övüle­

cek

bazı

hususlar

yok

değildi.

Fakat

Emeviler

bu

milliyetçilikte çok aşırı gittiler, Arap olmayan unsurlara kar­

şı milliyetçiliklerini taassup derecesine vardırdılar. Onların

1 5. Abdülbaki Gölpınari ı , Mezhepler Tarihi,

s.

1 06.

307


haklarını çiğnediler. Oysa onlar da şeriat. nazannda ötekJ

Müslüman kardeşlertyle eşit idiler. Zira İslamda bütün in­

sanlar eşittir. Arabın, Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üs­

tünlük, din emirlertni sıkı sıkıya yerine getıniıekle müm­ kündür, milliyet ü stünlük sağlamaz. Bütün bunlara rağmen Emevtler Arap olmayanlara köle nazarıyla baktılar ve Qnlara çok zulüm yaptılar. Hatta orduyla savaşa gittiklertnde gani­

metten hisse almak hakkından onlan mahrum ettiler. Böy­ lelikle Allahın garıimet hakkındaki hükmüne karşı geldiler.

Bu bakımdan İslam dünyasındaki ilmiye adamlan Emevi­ ler'e karşı ayaklananların başında gelmektedir. Öte yandan yeni yeni Müslüman

olmaya başlayan ve Arap olmayan

halklar �a Emeviler'e karşı ayaklanmaya başladı. İslam ülkelert bu gibi nedenler yüzünden çalkalanıyor,

fesat içinde yüzüyordu. Zaman zaman ayaklanmalar yatışı­

yor, fakat fitne gizli gizli devam ediyordu . Emevi Devleti'ni bir daha belini doğrultamayacak derecede yıkmak için gizli çalışmalar hiç durmuyordu .

Hilafetin Abbasiler'e geçmesi

için daima propaganda yapılıyordu . Sessizce yapılan bu ça­ lışmalar nihayet muvaffak oldu ve Emevi Devleti yıkıl dı. '' 1 6 Abdülbaki Gölpınarlı d a Muhmammed Ebu Zelıra'nın

bu konudaki görüşüne yakın bir görüş ileri sürmektedir: "Şiiliğin

Irak ve

İran'da

yayılmasının

nedeni,

Halife

Ali'nin Kufe'yi merkez edinmesinden ve sonra da Emeviler'in İslami esaslardan ayrılıp Arap milliyetine dayanan bir siya­ set

gütmelennden Arap

köleler) saymalanndan,

olmayan

Müslümanlan

(mevali­

onlan daima kendilertnden aşağı

görmelerinden doğmuştur. Arap olmayanların, Emeviler'in düşman olduklan Ali'ye ve Ali eviadına bağlanmalan, Ernevi­

Ierin bu aşırı milliyetçi siyasetinden meydana gelmiştir. Fa­ kat İran'ın dışındaki yerlerde gelişen Şii hareketini İran mil­

liyetine bağlamak doğru değildir." 17

Görüldüğü gibi, Şiiliğin özellikle Arap olmayan halklar

arasında yayılmasında Emevi saltanatının olumsuz tutumu

büyük rol oynamıştır. Gerçekten Araplar arasında Şitlere

çok az rastlanmaktadır.

1 6. Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.88. 1 7. Abdülbaki Gölpınarlı, Mezhepler Tarihi, s. Mezhepler Tarihi, s. 7. 308

39;

Ayrıca Bk. Ziya Şakir,


D. DOGU ANADOLUDAKi ALEVİ-SÜNNi ÇATIŞMAIARI ve MERKEzi OTORİTE ile iliŞKiLER Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi Sünniler, amel ve ibadet bakımından dört mezhebe ayrılırlar: Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli. Bu mezheplerden Hanefi mezhebi

Türkler arasında çok yaygındır. Hatta bu mezhep, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi dini olmuştur. Şafii mezhebi ise daha çok Kürtler arasında yaygın olup, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da gelişmiştir. Fakat her iki mezhep arasında amel ve ibadet bakımından büyük bir fark yoktur. Öteki iki mez­ hep ise Anadolu sınırlarının dışında gelişmiştir. Alevilik de daha çok Türkler arasında yaygındır. Bazı Türkler, Müslü­ man olduktan sonra bile, bazı bakımlardan eski Türk dini­ nin etkilerinden kurtulamamışlardır. Böylece. Alevilikle

Müslümanlık Türklerin eski dini olan Şamanizm birbirleriy­ l e karışmış ve giderek uyuşma haline gelmiştir. Alevilik Kürtler arasında, Türkler arasında olduğundan daha az ya­ yılma olanağı bulmuştur. Bu, İslamlığın yayılışı sırasında Kürtlerin, Araplara Türklerden daha yakın olduğunu göste­ rir. Zira, özellikle Emeviler saltanatı devrinde Arap olmayan h alklar hor görülmüş, Şiilik böylece kuvvet kazanmıştı. Şii Kürtlerin Doğu Anadolu'nun güney kesimlerinden çok, ku­ zey kesimlerinde bulunması bunun güzel bir kanıtıdır. ı.

Anadolu'da Şii Propagandası

1 502 yılında, İran'da Safevi D evleti'nin kurulması Şia tarihinde son derece önemli bir dönüm noktasıdır. Bu devle­ Un kurucusu olan Şah İsmail'in ilk iş olarak Anadolu'daki

Şiiler üzerinde yoğun bir propagandaya girişişi küçümsen­ meyecek başannın başlangıcı olmuştur. Anadolu Selçuklu­ lan devrinde n . Gıyasettln'ln hükümdarlığı zamanında Ana­

dolu'da, özellikle Çorum, Amasya, Sivas, Tokat, Malatya yörelerinde Baba İshak tarafından yönetilen çok sayıda Kı­ zılbaş ayaklarunaları vardır. Şah İsmail'in halifelerinden olan Nur Halife Orta Anadolu'daki Alevilerin yoğun olduklan

yerlerde mürtdlert aracılığı ile Jpropagandalannı sürdütmüş­ lerdır. İran'daki Erdebil tekkesi güçlendikçe Anadolu'daki fa-

309


aliyetleri de artmıştır. Osmanlı Padişahı Beyazıt'ın yumuşak mizacı Şilierin Anadolu 'daki yayılmasını kolaylaştı.rmıştır . I B

2.

Yavuz Selim'in Doğu Seferl

Anadolu'da Alevi-Sünni çatışmasının politik bir karakter kazanması ilk kez Yavuz Sultan Selim döneminde olmuştur. Bu bakımdan Yavuz Sultan Selim'in Doğu seferini yani 1 5 1 4 yılındaki Çaldıran seferini büyük bir dikkatle incelemek ge­ rekir. İran'da Şii devleti kurulmuş, büyük bir gelişme gösteri­ yordu. Anadolu'da Kızılbaşlar, Hatayi mahlası ile şiirler ya­ zan Şah İsmail'! bir kurtarıcı olarak kabul ettikleri gibi, bazı şairler de Osmanlı Devleti'ne karşı Şiiliğin zaferini isteyen nefesler kalerne alıyordu . Bu sırada Anadolu 'da şehzadeler arasında taht kavgalan oluyordu . Şah İsmail'in sebep oldu ­ ğu karışıklıklar sonunda Anadolu'da 50 bin kişi ölmüştü. Anadolu'da durum tam anlamı ile kanşıktı. 1 5 1 2 'de tahta çıkan Yavuz Sultan Selim ilk önce, kardeş ve taht kavgalan­ na son vererek "merkezi otortteyi" güçlendirdi. Sonra da Şii hareketini durdurmak için tedbirler almaya başladı. Devrin ünlü bilginlerinden Müftü Hamza, "Kızılbaş"lar için, onlan halkın gözünden düşürmek için bir fetva verdi. Bu fetva, Os­ manlılar'ın o devirdeki fikir ve düşüncelerini göstermesi ba­ kımından son derece önemlidir:

"Ey Müslümanlar bilin ve haberdar olun ki, reisiert Er­ debi! oğlu İsmail olan Kızılbaş topluluğu, peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslam dinini, din Ümirıi, iyiyi ve doğruyu beyan eden Kur'an-ı küçük gördüler. Yüce Tanrının yasakla­ dığı günahlara helal gözü ile baktılar. Kutsal Kur'anı, öteki din kitaplarını tahkir ettiler. ve onlan ateşe aıtarak yaktılar. Hatta kendi mel'un reisierini Tanrı yerine koyup ona secde ettiler. Hazreti Ebubekir'e, H azreti Ömer'e söğüp, onların halifeliklerini inkar ettiler. Peygamberimizin karısı Ayşe ana­ mıza iftira ettiler ve sövdüler. Peygamberimizin şeriatını ve İslam dinini ortadan kaldırmayı düşündüler. Onların bura­ da bahsedilen ve bunlara benzeyen öteki kötü sözleri ve ha-

1 8. ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 1 1 , s . 253-257; Ziya Şa­ kir, Mezhepler Tarihi, s. 1 95 vd. .

310


reketlert benim ve öteki bütün İslam dininin alimleri tarafın­ dan açıkça bilinmektedir. Bu nedenlerden ötürü şeriat hük­ münün ve kitaplanmızın verdiği haklarla, bu topluluğun ka­ firler ve dinsizler topluluğu olduğuna dair fetva verdik. Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden ve yar­ dımcı olanlar da kafir ve dinsizlerdir. Bu gibi kimselerin top­ luhığunu dağıtmak bütün Müslümaniann vazifesidir. Bu arada, Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri cennet'i ala'dır. O kafirlerden ölenler ise hakir olup cehennemin di­ binde yer t utacaklardır. Bu topluluğun durumu kafirlerin (kitap sahibi Hıristiyan ve Yahudilerin) halinden daha kötü­ dür. Bu topluluğun kestiği veya gerek şahinle genik ok ile gerekse köpek ile avladığı hayvanlar murdardır. Onlann ge­ rek kendi aralannda gerekse başka topluluklarla yaptıklan evlenmeler muteber değildir. Bunlara miras bırakılmaz. Sa­ dece İslamın Sultanının, onlara ait kasaba varsa , o kasaba­ nın bütün insanlannı öldürüp mallannı, miraslannı, evlatla­ nnı alma hakkı vardır. Ancak bu mallar İslamın Gazilen arasında taksim edilmelidir. Bu toplamadan sonra onların tövbe ve nedanietlerine inanmamalı ve 'h epsi öldürülmelidir. Hatta bu şehirde onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimse öldürülmelidir. Bu türlü topluluk hem kafir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onlann öldürülmesi vacibdir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder, Müslümana kötülük yapanlara Allah da kötülük eder (Bi Saru Görez ismiyle maruf Müftü Hamza) . " l 9

1 9. Şahabettin Tekindağ, Yen i Kaynak ve Vesikaların lşığ ı Altında, Ya­ vuz Sultan Selim'in Iran Seferi, Tarih Dergisi, Sayı 22, Mart 1 967, s. 54-55 (Ferman Türkçeleştirilmiştir.) Osman lı üretim biçimini ve top­ lumsal yapısını açıklarken bu vesika üzerinde son derece dikkatli bir şekilde durm ak gerekir. Başlang ı çtaki bölümlerde de belirttiğimiz gibi Osmanlı, üretim biçimi yönünden Avrupa'dan çok ileri olduğu için, orada yay.ılma olanakları bulamam ış, Avrupa'dan geri bir üretim biçi­ m inde fakat sağlam bir şekilde örgütlendiği için yayılabilmiş ve orayı egemen liği altında tutabilmiştir. Bu, geri üretim biçiminde daha sağ­ lam bir şekilde örg ütlenm_eyi sağlayan, askeri u nsura ve merkezliliğe dayanan feodalitedir. Bize göre, burada çok önemli olan bir özellik vard ı r: Osmanlı, Avrupa'ya gittiği zaman oraların dinine ibadetine ka· rışmam ış serbest bırakmıştır. Bu, başlang ıçta da belirttiğim iz gibi feo31ı


Öte yandan İbn-i Kemal'in daha geniş olarak kaleme al ­ dığı bir Risaleden, Şah İsmail ile Şiiler hakkında Sünnilerin görüşünü öğrenmek mümkündür. Bu Risalede, dinsizliğine ve dinden çıkanlmasına hükmolunan Şah İsmail ile askerle­ rine karşı açılacak savaşlann, öteki din düşmanları ile yapı­ lacak savaşlar gibi cihat sayılacc-�· belirtiliyor, Şiilerin öldü-

dal hukuku n toplumsal güvenlik an l ay ı ş ı r. ın bir gereği idi. Fakat ayn ı Osmanlı bizzat ke ndi din ind e n olana v e keı ıdi egemenlik sahas ı için­ de bulunan halkiara ayn ı tolerans ı uyg ularnam ış, yukardaki fetvada görüldüğü gibi şiddetle karş ı çıkm ışt ır. Bu, üzerinde d u rulmaya değer bir olaydı r. Öte yandan Osman l ı'n ı n kuruluşu ve genişleme devirleri aras ında din, halk ve devlet i lişkilerin i iyi değerlendi rmek gerekir. Romancı Ke­ mal Tahir, Devlet Ana (Bilg i Yay ı nl arı , Ankara 1 968) isimli roman ı n ­ d a , Osmanlı Beyliği'n in 1 290 yılları ndaki laik karakterlerine dokun­ makta ve bu laik karekıerin devletleşma sü reci üzerindeki olumlu etkilerinden bahsetmektedir. Bu görüş doğrudur. Ama sadece Os­ manlı'nın kuruluş devirleri için geçerlidir. Bilindiği gibi Osman l ı , o za­ man aşiret hayatı yaş ıyordu. Aşiret hayat ı n ı n her şeyden önce hay­ vancılık ekonomisi temeli üzerine oturması ve bu hayvancılık ekonomisinin gerekli kıldığı göç, aşireneki insan i lişkilerin i n ister iste­ mez, laik bir sonucudur. Bu bakı mdan aile içir1de ve gide.rek s iyasal iktidarda kad ı nı n da söz sahibi ol ması toplum düzenini tay in eden ku­ ralların d i nden değil ekonomik zorun lu luklardan doğması gibi' laik u n ­ surlar Osm anlı'n ı n kuruluşunda v e merkezileşmesinde gerçekten bü­ yük roller oynamışt ı r. Yine bu özellikler Osmanlı'y ı zaman ın öteki toplumlarına üstün kı lan meziyetleridir. Osmanlı'n ı n kuruluş devrinde sahip o lduğu laik özeilikleri imparator­ luğun daha sonraki gelişim süresi içinde görem iyoruz. Osmanlı üre­ tim biçimi yön ünde kendisini yenileyip daha g üçlü bir ekonomik yapı­ ya geçerney ince din kaideleri siyasi iktidardaki ağ ılığ ı n ı daha çok duyurdu. Böylece Mi hukuku n etki alanı darald ı ve şer'i h ukuk büyük ağırl ık kazanmaya başlad ı . Bu süreç içinde Osm anlı Sarayları n ı Ara­ bistan'dan gelen molalarla doldurmuşlar ve minderler üzerinde bun­ lar çöreklen meye başlamışlar, devlet de laik karakterini kaybetmiş va tutucu olm uştur. Yukardaki fetva, devletin bu dönem ine rastlamakta­ dır. B u bakı mdan Yavuz Su ltan Selim devrindeki iktidar-din ilişkileriy­ le, Kemal Tahir'in Devlet Ana ve ortaya koyduğu iktidar-di n ilişkileri aras ında çok büyük bir fark vard ır. Burada Dem irtaş Cey h un'u n ısrarla üzerinde d u rd uğ u "halk dini­ devlet d ini" ayırımı kesin olarak meydana gelmiş, saray iie halk birbir312


rülmesinin mümkün olup, mallannın hela l , nikahlanrun ise batıl olduğu açıklanıyordu .20 Bu fetvalar m kaleme alınma­ sından sonra Klzılbaşlar'a karşı büyük bir şiddetle harekete geçildi, müfritlerin tespit edilmesine .başlanarak katliama geçildi. Bu katliamı, eserini Yavuz Sultan S elim'e ithaf eden Defterdar Mehmet. Efendi şöyle anlatıyor: "Her şeyi bilen Sultan, o kavmin uşaklannı kısım kısım ve isim isim yaz­ mak üzere, memleketin her tarafına bilgin katipler gönderdi. Yedi yaşından yetmiş yaşına kadar olanlann defterleri diva­ na getirilmek üzere emredildi; getirilen defterlere nazaran, ihtiyar, genç 40.000 kişi yazılmıştı, ondan sonra her memle­ ketin hakimlerine memurlar defterler getirdiler; bunlann git­ tikleri yerlerde kılınç kullanılarak , bu memleketlerdeki, maktullerin adedi 40. 000'i geçti . "2 1 Kızılbaşiara karşı girişi­ len bu savaşlar, İstanbul halkı tarafından büyük bir hara­ retle destekleniyordu . Savaşta Şiiler büyük bir yenilgiye uğ­ radı ve Şah İsmail ünlü tahtı ile birlikte esir alındı. Yavuz Sultan Selim, böyle bir katliam ile yetinmekle kal­ mamış, kendisine yardım etmeyen Kürt Aşiret Reisieri'ni ce­ zalandrrmış, bu r. i< karşılık kendisine isyan etmeyen, hatta kendisini dest� kleyen "Şafii Kürt Aşiretleri"ne ve "Kürt Bey-

lerinden tamamen kopm uşlard ı r. (Demirtaş Ceyhun, Haçlı Emperya· lizmi, Anadolu Devletlerinde Toprak Düzeni ve Devlet ile Din Ilişkileri Üzerine Bir I nceleme, Habora Yayınevi, lstanbul 1 967, s. 1 1 5 Ceyhun'a göre, "dinlerin özlerindeki dinamizm, artık günüm üzde halk din lerinde sakl ıdır. H alk dini ile devlet dini arasındaki en büyük çatış­ ma, devlet d ininin statik, halk d inin dinamik olmasıdır. Bu dinamizm in temeli dini inançların egemen sınıflar tarafı ndan kendi sınıfsal çıkarla­ rı doğrultusunda yozlaştırıl maları ve halk yığınlarının gerçek dini doğ­ ruları aramaya başlamaland ı r." Bu özellikleri bug ün de görm ek m ümkündür. Daha önceki bölüm ler­ de de belirttiğimiz gibi, Doğu Anadolu'daki Göçebe Kürt aşiretleri ta­ mamen laik toplum karakterleri gösterirler. Fakat bu göçebe aşiretler toprağa yerleştikleri vakit, laik özellikleri yitirmekte ve çevrenin tutucu etkileri ni benimseyip bu çerçeveyi aşamamaktadırlar. Bu, kasaba ve şehirlerde Islam ın ezici etkilerini gösterdiği g ibi yine Islam ın tarı m ekonomisi ile büyük bir uyuşma içinde olduğunu da ortaya koymak­ tad ır. 20. Şahabettin Tekindağ, a.g.m., s. 55 2 1 . Şahabettin Tekindağ, a.g . m . , s.56 313


leri"ne topraklar vermiş ve bu topr�klar "Yurtluk-Ocaklık" adı altında işletilrniştir. Yavuz'un bu politikası ise Doğu'daki Alevi Türk Aşiretlerle, Şafii Kürt Aşiretleri arasında sonu gel­ mez çatışmalann başlangıcı olmuştur. Örneğin, idrts-i Bitlisi sayesinde, Kürt Aşiret Reisierine nüfuz etmek olanağı bu­ lunmuş,

onlan kendisine bağlamak için özel fermanlada

toprak bağışlanmıştır. Bu olaylara daha önceki, mülkiyet ve üretim ilişkilerinin tarihsel gelişimi bölümünde değindiğimiz için burada tekrar ele almayı gereksiz görüyoruz.

3.

Anadolu'da Kızılbaş isyanlan

Yavuz Sultan Selim'in izlediği politika ile daha da önem kazanan Sünni-Alevi çatışması, yüzyıllarca sürmüş ve Ana­ dolu'da birçok karılı olaylara yol açmıştır. Selçuklular dev­ rindeki Baba İshak, Osmanlılar'ın ilk zamanlarında Simav­ nalı Şeyh Bedreddin, daha sorıra ortaya çıkan Şah Kulu ve Turhallı Celal isyanlannın temelinde hep Alevi-Sünni çatış­ ması saklıydı . İran'da, Şii devletinin gelişmesi Osmanlılar kadar Mısır'daki Memlük Devleti'ni de etkiliyordu. Çünkü hem Memlüklüler hem de Osmanlılar'ın amacı, H int ticareti­ ni kendi denetimleri altına almaktı. Bunun için de, İran'ın ekonomik ve politik gelişmesi her iki devleti ister istemez en­ dişeye düşürüyord u . Şah İsmail'e gerek Memlük S ultani'nın gerekse Osmanlı Padişahı'rıın düşman gözü ile bakmasının en önemli nedeni bu endişe idi. 22 İmparatorluğun resmi mezhebi Sünni (Hanefi) olduğu için, özellikle Şiiler çok mağdur olmuş, Padişahların lütufla­ nna erişememişlerdir. Bu durumda devlet otoritesinin bas­ kısından kurtulmak, bu baskının gücünü hafifletmek iste­ yen Alevi

aşiretler tenha yerlere,

dağıann

tepelerine ve

vadilere sığınmışlardır. Bu, Doğu Anadolu'da köylerin neden mer'a, kom, yayla gibi küçük parçalara bölündüğünü açıkla­ yacak çok önemli bir olaydır. Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim devrtndekl mezhep çatışmalarını, daha çok, devrin halk ozanlanndan Pir Sultan Abdal'ın şiirlerin­ den öğreniyoruz. Pir Sultan Abdal tarzındaki söyleyişler ça-

22. ismail H akkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi cilt 1 1 , s. 345-361 Niyazi . Berkes, Türkiye iktisat Tarihi, Cilt 1 1 , s. 27 vd. 3 14


ğım.ız ürkiye'sinde, özellikle Erzincan, Sivas ve Maraş taraf­ lannd t da hala devam etmektedir. 23 Ç ldıran savaşında Yavuz Sultan Selim'in askerlerini coştur m etkenlerden biri de Şah İsmail'in "Şah Hatayi" malıla �ıyla yazdığı şiirlerdir. Yavuz'un askerleri Şah İsma­ il'in as kerlerini boğazlarken, Şah İsmail'in, şiirlerini dillerin­ den d · ışürmedikleri Şah Hatayi olduğunu bilmiyorlardı. Bir yanda Şah· Hatayi'nin şiirlertyle coşuyorlar, ona kavuşmak için bü yük bir sabırsızlık gösteriyorlar, öte yandan da onun askerle :rini boğazlıyorlar ve kılınçtan geçiriyorlar. Bu , Ana­ dolu toplumlannın en dramatik çelişkilerinden biridir. Bu çelişki · halklar arasında değildi. Egemen sınıilar, kendi sınıf­ sal çıkf ırlan için halk yığınlarını birbirleri ile boğuşturmada gösterd ikieri başanyı bu olayda da ortaya' koyuyorlardı.

23. Pir : Sultan Abdal, Sivaslıdır. Anadolu'da Şii hareketinin çok yoğun ve yayı � ı n olduğu bir devrede yaşam ı ştır. Bu devrede, Kan uni Sultan Sül ıyman ve Şah Tahmasb'ın işbaşında olduğu tarihtir. Kan uni Ana­ dolu 'da zayıftır. Yağma azalm ıştır. Devlet toprakları bölge beylerinin kent rolü alt ındad ır. Söm ürü artmış ve Alevi Türkmenleri yoksul düş­ müş tür. Işte Pir Sultan Abdal bu dönemde ortaya çıkarak Osmanlı Padi şahları nın Anadolu'daki m ezhepler konusunda izledikleri politika­ ya is :yan etmiş, özellikle baskı yolu ile Şii h<;ueketini ortadan kaldır­ m ala rına karşı çıkmışt ır. Şiirlerinde geçen H ızır Paşa, aslında Pir Sul­ tan'ır ı çocukluk arkadaş ıdır. M edresade beraber okumuşlard ı r. Fakat Hızır Paşa bir yolunu bulup saraya g irm iş, Pir Sultan ise tekkede kal­ m ıştı. r. Pir Sultan, Sivas'ta Yavuz Sultan Selim'in Şii'lere karşı gütlü­ ğü bL ı kanlı politikadan dolayı merkezi otoriteye karşı çıkan halk y ığ ı n­ larını n önderidir. Merkezi otoriteye karşı büyük bir isyan hareketi var· dı r. Sivas'taki bu isyan hareketi nin bastırılması görevi ise Hız ır Pa­ şa'· ya verilmiştir. Hız ır Paşa büyük bir ordu ile Sivas'a gelir, kanlı sa­ va: şla ·d an sonra isyan ı bastırır ve Pir Sultan Abdal' ı yakalattı np, Si­ va s Kc�ılesi'ne hapsettirir. H ızır Paşa, medrese ve çocukluk arkadaşı Piı r Sul\tan'a şunları söyler: "Seni affettirm ek benim elimdedir. Yaln ız, bt ı gee��. zindanda üç koş ma yazacaks ın, fakat şiirlerinin h içbirinde Ş ah kel m esi geçmeyecek, mümkün olduğu kadar padişahımızı öve­ cı eksi n. \ksi takdirde idam edileceksin." Pir Sultan, o gece üç şiir ya­ z ar. Bu şi�irlerin birinci dörtlükleri aşağ ıdad ır.

\

315


_4. Hamidiye Alaylan 1 89 1 yılında Padişah IL Abdülhamit tarafından k Hamidiye Alaylan'run kuruluş nedenJ de aynı idi.

sınıDarının çıkariamu sürdürmelerilli sağlamak. A

ülha­

mit bozulan birliği sağlamak için her türlü politik oyı na gJ­ riyordu . Hamidiye Alaylan bu politik oyunlardan yal

·

biri

idi. Kendinden önceki

tarihlerde

� r

olduğu gibi Abd ' lhamit

devrinde de Doğu Anadolu 'da Kürtlerle Ermeniler bi

arada

yaşıyorlardı.

er ise

Genel olarak ErmenJler kentlere,

kırsal alanlara yerleşmişlerdi.

Ermeniler kentlerde ticaret

yapıyor. ev için eşya imal ediyor, demircilik, terzilik,

gibi sanatlarla uğraşıyorlardı. Gerek ticaret, gereks üretim yolu

ile Ermeniler küçümsenmeyecek bir

"Hızır Paşa bizi berdar etm eden Açılın kapılar Şah'a g idelim S iyaset (*) g ü n leri gelip çatmadan Açılın kapılar Şah'a gidelim "KUrban olam kalem tutan eline Katip ahval imi Şah'a böyle yaz Şekerler ezeyim şirin diline Katip Ahvalimi Şah'a böyle yaz . .

Ticilik basit

irikim

/

"

"Şu görünen yayl•ne güzel yayla Bir dem sürernedim giderim böyle Pirim ben g id iyom sen h i m m et eyle Ben de bu yayladan Şah'a giderim . " Görüldüğü gibi, b u şiirlerde Pir Sultan, Şah'ı i mdada ça· ırmış, ona kavuşmak umudu ile dolup laşm ıştı r. Bu m eydan okumal r karş ısın­ da gazaba gelen Hızır Paşa ise onu Sivas m eydanınd astı rmıştır. Fakat Pir Sultan Abdal bu ndan sonra halk gözünde efsa leşmiştir. (Pertev N ai li Boratav-Halil Vedat Fıratlı, Izah lı Halk Şi ri Antolojisi, , Ankara 1 943, s. 73 vd .) Pir Sultan Abdal'ın şiirleri g ü n ü m üze kadar değerleri en tiçbir şey yitirmeden gelmiştir. Çağ ı m ızın büyük halk ozanlarınd n yirn Sivaslı Aşık Vaysel'in aşağıdaki söyleyişi ile Pir Sultan'ın söy; eyişi trasında büyük bi r benzerlik vard ır:

t

3 16

1

1

/

i


sağladılar. Bu birikim, Ermenileri kapitalist ilişkilere daha çabuk yaklaştırdı. Bu gelişme, Ermeni halkının milliyetçilik

hareketıelini hızlandırdı. Fransız ihtilaliyle başlayan milli­

yetçilik hareketleri Avrupa'daki çeşitli halklarda olduğu gibi, Anadolu'daki Ermeni halkı üzerinde de etkili oldu. Ermenilerin aksine, kırsal alanlarda hayvancılık yapa­ rak yaşayan, feodal üretim ilişkileri düzeninde ve aşiret biçi­

minde bir siyasi örgütleşme içinde bulunan Kürt halkı, bu milliyetçilik hareketlerinden etkilenemiyordu .

Ermenilerde

gelişen bu milliyetçilik hareketlerini çok iyi değerlendiren II.

Abdülhamit, b u gelişmeyi Kürt aşiretlerini ileri sürerek önle­ menin en doğru yol olduğunu gördü ve bu durumu değer­

lendirmesini bildi. Bu yol, Kürt aşiretleri arasındaki kavga­ lan

tahrik

etmek ve

mezhep

ayrılıkları körüklemek idi.

farklılaşmalanndan

doğan

Hamidiye Alaylan bu amaçlan

gerçekleştirmek için kuruldu. Doğu Anadolu'nun çeşitli yer­ lerinde kurulan bu alayların sayısı 36 idi. Bu alayların ko­

mutanlannın hepsi de aşiret reisi idi. Alayların bir başka

özelliği de, alaylan meydana getiren aşiretlerin tümünün

Sünni mezhep taraftan Kürt aşiretlerinden olmasıdır. Bu olay, devlet lütfuna bir kez daha erişen Sünni Kürtlerin, Ale­

vi Türk ve Kürt aşiretlerine baskı yapma olanaklarını artır-

"Kim okurdu kim yazardı Bu düQümü kim çözerdi Koyun kurt ile gazerdi Fikir başka başk'olmasa" Yine ayrı lık gayrı lığa dokunan, bir olmak birlik olmak özlemleriyle ya­ n ıp tutuşan, Sivaslı Aşı k Şah Turna'da Pir Sultan Abdal'ın etkilerinin ne kadar derin olduğunu şu şiir gayet güzel bir şekilde göstermekte. di� "Senlik-benliği nideyim Sulha aşığım doğrusu" Bütün bunlar, halk türküleri ile toplum yapısı arasındaki bağın çok kuvvetli olduğunu göstermesi bakım ı ndan önemlid ir. Ve üzerinde du­ rulmaya deQer. (x) Siyaset Idam (Bk. Bülent Daver, Siyasal Bilim'e Giriş, SBFY, Ankara 1 968, s. 3) Burada siyaset, rezillik, kokmuşluk, kokuşmuşluk anlamına gelmektedir. =

317


mış ve bunlann hem kendi aralarınd:.1ki hem de Alevi Kürt aşiretleriyle olan mücadelelerinin YJllar boyu sürmı� sonucu­ nu doğurmuştu r.

HAMIDIYE ALAYLAfiJ24 1 . Mil Partisi (Milan Aşireti Reisi ibra him Paşa)

Aşiretln Adı Cibran

H assenan lıkran

M i lan Karaçeki Be rez an Toplam

Bulunduğu Yer Karlıova Varto Bulanık Malazgirt Hı n ıs Tekman Karayazı Hacıömer

Viranşeh i r U rfa-Suruç

II.Siliv Partisi (Hayderan Aşireti Reisi M irliva Hüseyin Paşa) Hayderan M uradiye Patnos Van Ade man Ağrı Takarıyen Zilan Ağrı Gelali Eleşkirt Sipkan Zilanl ı Selim Paşa, Ağrı Babkürdi Mistoyi Tutak Miran, Toplam Bölge Alay Kumandanlıkları Mil Partisi + Silif Partisi + Bölge Alay Kumandanlı kları

Al.ay sayısı 4

6

2 5 1 2 20

5 1 1 2 1 1 1 1 13 3

24. Şerif Fırat, Doğu ilieri ve Varto Tarihi, 2. bs. M EBY, Ankara 1 965, s. 95 vd. HS


Her Hamidiye Alayı 1 200 kişiden kuruluydu. Alay ko­ mutanlannın bazılan okuma-yazma bile bilmiyordu. Bildik­ leri tek şey, ata binrnek ve cirit kullanmaktı. Alayların su­ baylan, aşiretlerin ileri gelenleri, erieri de aşiret üyeleriydi. Hükümet tarafından silahıandırılan Hamidiye Alaylan dü­ zenli bir askeri örgüt olmaktan uzaktılar� Askerlerin toplan­ ması, aşiret reisiertnin isteğine bırakılan alaylarda komuta zinciri iyi kurulamadığından savaşlardaki başarılan iyi de­ ğildi. Fakat, Kürt aşiretleıi birbirleriyle yaptıklan savaşlarda üstün maharet gösteriyorlardı.

·

Otuz altı Hamidiye Alayı'nın kurulduklan yerler ve bu alayları meydana getiren aşiretler çizelgedeki gibi idi.

5.

Bugünkü Durum

Kökü yüzyıllar öncesinde olan "Alevi-Sünni" çatışmaları, günümüzde tekrar su yüzüne çıkmış bulunmaktadır. Aynı ulusun yurttaşlan olmalarına karşın, bu mezheplerin men­ suplan birbirlerine daima yabancı kalmışlar, hatta aşılanan dü şmanlık duygularının etkisiyle birbirlerine karşı kışkırtıl­ mışlardır. Egemen sınıflar tarafından tezgahıanan bu oyun, günümüzde de, özellikle son yıllarda, tekrar önem kazanak­ rak gelişmektedir. Bu iki mezhep mensuplan arasında, bir­

birlerine hala Yavuz Sultan Selim'in fetvacı müftüsünün duygulan ile bakanlarm yarattığı yabancılaşma , düşmanlık, köylerde daha belirgindir. Sünni ve Alevilerin bir arada otur­ duklan köyler çok azdır. Birbirlerinden hala kız alıp vermez­

ler.

Sünnilerin m erkezi otorite ile olan ilişkileri onlara tarih boyunca daha geniş haklar sağlamıştır. Ekilir-biçilir en ve­ rimli araziler Sünnilertn elindedir. Sünniler, sağladıklan bu dokunulmazlık ve geniş halk yığınları üzerine yapılan etkili propogandalar sonucu ve Alevilerden başka mezhepten oluş­ lanndan yararlanarak, Alevileri bir arada yaşadıklan köyler­ d�n de atma yoUanna çekinmeden başvurmaktadırlar. Bir Sünni, Alevinin yaptığı yemeği yemez, onlarla yakın ilişki kurmaktan kaçınır. Aralannda hala kanlı kavgalaı;- olmakta­

dır. 1 967 yılında Elbistan'da düzenlenen aşıklar gecesinde

319


doğan kanlı çatışma bu sürtüşmenin en canlı örneklerinden biridir.25 Öte yandan, son yıllarda Alevilerin Kürtlerle, Sünnilerin de Türklerle b ütünleştirilmeleri, Alevi-Sünni farklılaşması­ nın başka bir yön kazanmasına sebep olmuştur. Fakat bu görüş yanlış bir değerlendirmenin sonucudur. Çünkü ger­ çekte, Aleviler Türklerle, Sünniler ise Kürtlerle birlikte görül­ mektedirler. Aslında bütün bu kışkırtmalann yanlış ve ka­ sıtlı

değerlendirmelerin

temelinde.

ekonomik

ve

politik

çıkarların yattığı açık-seçik görülmektedir. Ana çelişki. Alevi Sünni halklan arasında değil, halklan ve kültür gruplarını birbirine düşürerek, bu çatışmalardan çıkar arayan sermaye ile emek arasındadır. Emek ve sermaye arasındaki çelişkileri emperyalizmin körüklediği h içbir zaman gözden kaçınlma­ malıdır.

Bu konuyu . ilerde "aşiret yapısı-din" ve "politika

ilişkilerini" incelerken ayrıntılı olarak ele alacağız.

E.

ALEVİLİGİN IGDIR ve DERSİM'DEKİ FARKil GÖRÜNÜŞÜ

İlgili bölümlerde de belirttiğimiz gibi, Anadolu'da Alevilik hem Türkler hem de Kürtler arasında gelişme olanağı bul­ muştur. Alevilik, Ege; Orta ve Doğu Anadolu 'da farklı coğrafi bölgelerde gelişmiştir.

25. 1 3 H aziran 1 967 Cumhu riyet gazetesi. .. , Doğan Kıl ınç'ın düzenlediği şairler gecesinde yaptığı kon uşmada "Türkiye'de 1 O milyon Alevi ol­ masına rağmen bir senatör dahi çıkaramıyor. 1-Eırriyetlerirn;z elimiz­ den alınmıştır. Çoğ umuz oraya buraya sürülmüşüz. Ticaretten mah­ rum edilm işiz. Amerika'da Papaz ve kiJiselere yard ı m edilmezken, Türkiye'nin cami hocaları na ayl ık vermesi laikliğe aykırı bir davranış­ t ı r. Bize Kızılbaş diyorlar. Ona bakacak olursanız kan ımız da kızıl, Atatürk'ün madalyası da kızıl. . . Daha buna benzer nelerimiz kızıldır ... " demesi üzerine orada bulunan Sünniler galeyana gelmiş ve ortalık bir anda karışmıştır. Gençlik istiklal Marşı'nı söyleyerek "Türklüğü kimse bölemez" demiştir. Daha sonra olay büyümüş, şeh ir halkı Ale­ viler ve Sünniler diye ikiye ayrı lm ış. Ortalık bir meydan muharebesi­ ne dönmüştür. Alevi Sünni çatışm aları nın daha başka örnekleri için Bk. Fikr�t Ot­ yam Gide Gida 6. 320


Türkiye'de genel olarak Aleviler ilertci olarak bilin!rler.

Alevilerin ilerici olarak bilinmelerinin temel nedeni, bu mez­ hep mensuplannın yüzyıllarca Osmanlı merkezi otoritesi ta­

rafından hor görülmeleri ve insanca işlem görmemelerinde�ı ilert gelmektedir. Anadolu'daki Alevilere ta Yavuz Sultan Se­

lim zamanından beri yapılan baskılar, ardı arkası kesilme­ yen horlamalar, bunlarda ister istemez bir eziklik yaratmış ve onların ilertci ve devrimci nitelik kazanmalarını sağlapıış­ tır. Ancak, bu genel kuralı, her yerde ve her zaman göm1ck olanağı yoktur. Sorunun tamamen sınıfsal bir anlamı da vardır. Dersim'deki ve Iğdır'daki Alevilerin karşılaştırılması bu yönden ilginç sonuçlar vermektedir. Iğdır'ın sosyo-ekonomik bünyesinde, gelir dağılımına bakıldığı zaman Azert Türkleri­ nin ve Kürtlerin gelirden aldıklan payiann çok dengesiz ol­ duğu görülür. Gelirin çok büyük dilimi, Azeri Türklerinin denetimi altında bulunmaktadır. Bu durum, onlara üretim ilişkilerini, mülkiyet! ve bunlara dayanarak kasabadaki poli­

tik kurumlan da denetleme olanağını vermektedir. Iğdır'daki

Azeri Türklerin Alevi olmalarına karşın, kasabadaki gelirden

en büyük payı almaları, aniann merkezi otorite tarafından ezilmiş olmaktan doğan ileıici ruhlarını yiliıip, tutucu olma­ larını sağlamaktadır. Iğdır'da Aleviler genellikle kasaba merkezine yerleşmiş­ lerdir. Ticaretle uğraşmaktadırlar. Ticaret sayesinde geniş bir biıikirn yapılmıştır. Bu arada tarımla uğraşan ve bu yolla birikim yapanlar da vardır. Tarona makine girdikten sorıra, bu yoldan sağlanan birikim de artmaya başlamıştır. Iğdır'ın merkez kasabasında yaşayanlar Türkler olması­

na karşın, Kürtlerin büyük çöğunluğu , kırsal alanlarda hay­ vancılık yaparak, aşiret düzeninde yaşamaktadırlar. Merkez kasahada yaşayan Kürtler ile Azeri Türkler de­ vamlı çatışma durumundadırlar.

Bu çatışmaya Kürtlerin

Sünni (Şafit) , Azerilerin Alevi olmalan kadar, ekonomik çıkar da sebep olmaktadır. Gelir dağılunından daha az pay alan Kürtler, Azertlere karşı direnerek paylarını artırmak iste­ mektedirler. Bu çatışma, Kürtlerle Azertlerin ayn ayn ma­ hallelerde oturmalanna sebep olmuştur. Çıkan anlaşmazlık­ ların zaman zaman mahalleler arası kavgaya dönüştüğü de olmaktadır. 321


Dersim'deki Alevilere gelince, bunlann durunılan öteki yerlerdeki Alevilerden genel olarak farklı değildir. Dersim coğrafi bakımdan engebeli ve dağlık bir araziye sahiptir. Ara­ zi geniş vadilerle parçalanmıştır. · İklim de oldukça serttir. Daha çok hayvancılığa elverişli olan Dersim'de halk aşiret düzeninde yaşar. Artık ürün çok az olduğundan birikim yapmak olanaklan, dolayısıyla sömürü olanaklatı da azdır. Bu bölge, Türkiye'deki gelir dağılınundan çok az pay almak­ tadır. Bu, geniş halk yığınlan için böyle Qlduğu gibi, varlıklı sınıflar için de böyledir. Varlıklı sınıf hiçbir zaman geniş bir birikim yapacak güçte değildir. Uzun yüzyillar Osmanlı mer­ kezi otoritesi tarafından hor görülen ve ezilen Dersim AleVi­ leri, bu horlanmaya ekonomik baskı da eklenince ilerici ve devrimci bir ruha sahip olmaktad:ıilar. Alevilerin ilerici ve devrimci bir ruha sahip olduklannı belirtirken, gelir dağılı­ mından aldıklan payı da gözden uzak tutmamak gerekir. Gelir dağılımından büyük pay alan Alevilerde, horlanmaktan ve ezilmekten doğan devrimci ruh yavaş yavaş kaybolmakta­ dır. Dersim ve Iğdır'daki Aleviler buna güzel örnektir. Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki Alevilerde devrimci ve ilerici ruh bakımandan görülen önemli aynlıklar, inanç ve ibadette de kendisini gösterlr. Iğdır ve Dersim Alevileri bu konuda da örnek gösterilebilirler. Iğdır Alevilerinde ibadet çok sıkı kurallara dayanmıştır. Birçok Alevi topluluklarında görülmeyen cami bura,da vardır. Aleviler de hac'ca gider­ ler.26 Alevilerin hac yeri Mekke değil, Ali, Hasan, Hüseyin'in türbeleridir. Iğdır'daki Alevilerin ibadet ve inançlan İran Ale­ vilerininkine beıttemektedir. Bu ibadet biçimi Hanefi mezhe­ bininkinden çok farklı değildir. 26. Alevilerin en önem li hac yerlerinden biri MEŞHED ALl yani Necef'tir. Necef, lrak'ta, Küfe'nin 1 O km. batısında bir kenttir. Bu kent çöl kena­ rında bulunan, çorak bir tepe üzerinde yer almaktadır. Yaygın bir ge­ lene�e göre, Halife Ali, Küfe civarında, kenti Fı rat nehrini taşmaların­ dan koruyan setierin yakınınd a bir yere gemülmüş. Ki burada daha sonra Necef şehri kurulmuş ve gelişmiş. Emeviler zaman ında, Ali'nin mezarı Emevi hanedanında g izli tutuldu�u için sonraları mezarın çe­ şitli yerlerde olabileceği söylentisi ortaya çıkarı lmıştır. Necef'te yük­ sek Şii m edresesi bulundu�u g ibi, Iran'dan ve başka ülkelerden ge­ len cenazeleri kabul eden ünlü bir kabristan da vard ı r. (Bk. Islam Ansiklopedisi, cilt 9, Necef-Maşhad Ali maddesi). 322


Dersim Alevilerinin ibadet ve inançlan karmaşık o1ma­ yıp, basitur. Iğdır'da olduğu gibi burada da cami, dolayıSıyla Namazın ibadette önemli yer yoktur. Dersim Alevileri arasın­ da namaz kılana çok az rastlanır. Aynca, burada yine Iğdır Alevilerinde olduğu gibi hac'ca gidene de rastl�az. Top­ lum daha laik olduğu için açık olan kurallara sahiptir. Kadı­ nın toplumdaki yeri, kadının kapanmayışı, toplum içinde söz sahibi olması Dersim Alevilerinin öteki gruplara oranla daha laik koşullara sahip olduğunu gösterir. Alevilere ait önem li ziyaret yerlerinden biri de Meşhed-i Hüseyin, ya­ ni Kerbeladır. Ali'nin oğlu Hüseyin, halifelik maka m ı ndaki hakkın ı el­ de etmek için Mekke'den lrak'a yürürken, Küfe naibinin ordusuna karşı burada yapılan savaşta şehid düştü ve buraya gömüldü. Pey­ gamberin torununun başsız cesedinin gÖmüldüğü bu yer çok geçme­ den Şiilerin ünlü' bir ziyaret yeri oldu. Kerbeta kentinden batıya doğru giden yol üzerinde Hüseyin'in çadırl ı karargahı bulunur. Kentin batı­ s ındaki, çöl manzaralı yaylada Şii'lerin mezarları uzayıp gider. Halk arasında, Hüseyin'in türbesi civarına gömülenlerin cennete gidecek­ leri inancı yaygınd ır. Bu nedenle, birçok yaşlı ve sakat ömürlerinin son günlerini yaşamak ve burada gömülmek için Hüseyin'in türbesi civarına gelirler. ( Bk. Islam Ansiklopedisi, Cilt 6, Kerbela, Meşhed-i Hüseyin maddesi). Halife Ali'nin türbesinin bulunduğu Meşhed'i Ali yani Necef ve oğlu Hüseyin'in türbesinin bulunduğu Meşhed-i Hüseyin yani Kerbela'dan başka Meşhed diye anılan bir kent de Iran'da vardır. Iran'daki Meş­ hed, Horasan Eyaleti'nin merkezi olup Iran Şii'leri için önemli ziyaret yeridir. Meşhed kenti, bir anlamda, Islam'dan önceki rus kentinin yerini alm ıştır. Meşhed kentinin büyüyüp gelişmesi, Iran'da Safe­ vi'lerin iktidarı ele almasıyla başlam ıştır. Bu hanadanın ilk hükümdan olan Şah ismail ( 1 50 1 - 1 524) Şii mezhebini devletin resmi dini ilan etti. Gerek Şah lsmail'in zamanında gerekse O'ndan sonra da Meş­ hed kenti, özelliğini korudu ve türbelerin ziyareti olağanüstü derece­ de gelişti. Meşhed, Iran'ın ziyaret yerleri arasında baş yeri alır. lsla­ miyetin büyük makamları arasında olan Meşhed, Şii din adamlarına göre, yedinci sırayı alır. Meşhed'den önce, Mekke ve Medine değil, Necef, Kerbela, Samarra, Kazımaya gelir. Her Şiinin kendi mezarını sevilen insanlardan birinin yanında istemesi, ziyaretgahlarının yakın­ larında geniş mezarlıkların kurulm asına sebep olmuştur. Meşhed'e her yıl, Iran, Hindistan, Afganistan ve öteki ülkelerden cenazeler geti­ rilmektedir. Müslüman halk arasında ruhaniler önemli roy oynar. Her yerde molla ve dervişler görülür. Bunlar aras ında Ali soyundan ol­ duklarını iddia eden seyitlere rastlan ır. Bunda, dini inançların ve Hali323


Dersim'deki

Alevilerin

devrimci ve

ilerici

özelliklerini

halklann etnik yapısı ile de açıklamak mümkündür. Dersim Alevileri Kürttür. Kürt halkının, çeşitli nedenlerden ötürü hor görüldüğü ve bu horlanmaya karşı bir bilinç kazandığı,

dolayısıyla ilerici bir atılıma sahip olduğ u şüphesizdir. 27 Iğ­ dır'daki Aleviler ise Azeri Türklerindendlr.

fe Ali'ye oğulları Hasan ve Hüseyi n'e bağlılığın istismarı yer alır. Bu ise sın ıfsal temeli olan olayd ır. (Bk. islam Ansiklopedisi, cilt 8, Meş­ hed maddesi) Üzerinde durulması gereken bir şey de Meşhed kentinin hem Iran h e m de Irak'ta bulunmasıdır. Bu gelişi güzel bir olay veya bir rastlantı olmay ıp, Şiili{lin Iran halkı nın ulusal bilincinin g elişmesinde oynad ığ ı rolü gösterir. Meşhed kentinin gelişmesinin, E rdebil Tekkesi etraf ın­ d a gelişen Iran siyasi otoritesinin yani Safevi Hanedanı'n ın g üç ka­ zanmasına paralel gitmesi anlamlıd ı r. Şiiliğin Iran halkının uluslaşma­ s ındaki rolü o kadar büyüktür ki, Safevi Hanedanı atalarına daha yakın olabilmek için onların m ezarlarını her zaman ziyaret edebilmek için halıralarına bir kent bile inşa ettirebilmiştir. Meşhed kentinin Irak ve hem de Iran'da bulunmasının Şii'lerin Eh li-Beyt'e ba{ll ılığından başka bir anlamı yoktur. Şiilikten başka mezheplerin, örneğin H anefi, Şafii'nin bu çeşit bir r;;,lü yoktur. Ulusal bilincin gelişmesine sebep olan mezhep sadece Şii mezhebidir. 27. Iğdır ve Dersim'deki Alevilerin ilerici ve devrimci ruhunu anlamamıza yardım eden somut bir olay 23 Ağustos 1 969 tarihinde Tunceli'de ce­ reyan etmiştir. Halk Oyı.ıncuları (HO) adlı bir tiyatro topluluğunun Pir Sultan Abdal oyununun aynanması na engel olan il yöneticilerini halk protesto etmiş ve çıkan olaylarda iki kişi ölmüştü. Oyunun Tunceli'de oynanması için, bu işi organize eden TiP'e verilen izin oyunun ayna­ nacağı gece iptal edilmişti. Halk Vilayetin bu kararın ı protesto etmiş, ç;kan karışıklık sonunda başta tiyatro oyuncuları olmak üzere birçok kişi tutuklanm ıştı. Bu arada TIP'in m illetvekili adayı Kemal Burkay'a poliste işkence edilmiştir. Bu olayda üzerinde durulması gereken nok.ta, halkın, TIP yöneticilerine ve HO'Iarına karşı Polis'in yapmak is­ tediği silahlı baskıya cesaretle karşı koymasıd ı r. (Bk. 24. 8.1 969 tarihli gazeteler, Forum, sayı 370, Dost dergisi, Sayı 59, ANT dergisi, 1 40, Türk Solu, Sayı 94) 324


n.

ŞEYHLİK: BÜYÜK TOPRAK MÜLKİYETİNİ MEŞRULAŞTlRAN DİNSEL KURUM

A.

ŞEYHUGİN TARİHSEL GELiŞİMİ

ve

KURUMIAŞMASI Tarikatın başında bulunan ve müridierine yol gösteren kimselere "Şeyh" denir.2B iddialanna göre, Tann'yı bilme, ta­ nuna, anlama ve Tann'ya ulaşma kurallarını ancak kendileri öğretebilirler. Mehmet Emin Bozarslan "İslamiyet Açısından Şeyhlik ve Ağalık" adlı kitabında, tasavvuf ve tarikatçılığın İslami bir kurum olmadığını, Tü rk toplumuna Hint ve İran'dan geçmiş olabileceğini iddia etmektedir: "Eğer tasavvuf, İslami bir müessese olsaydı, Mekke ve Medine'den çıkmış olması gerekmez miydi? Tam aksine ola­ rak görüyoruz ki Hicaz'dan böyle bir şey çıkmamış, hiçbir sahabe, Peygamberden, tasavvufa dair tek bir şey nakletme­ miş, bilakis, Doğu'dan, bilhassa İran ve Hindistan'dan çıkış diğer İslam ülkelerine yayılmıştır. Hicaz'dan Mekke ve Medi­ ne'den hiçbir tasavvuf liderinin çıkmamış olmasına karşılık, bütün tasavvuf büyüklerinin İran, Pakistan ve Hindis­ tan'dan çıkınalan tasavvufun İslami olmadığına delil teşkil etmiyor mu?"29 "Demek ki, ilk tarikatlar Peygamber'den 300 küsur yıl sonra kurulmuşlar ki, o zaman mezhep imamlan dahi çok­ tan ölmüşlerdi. Eğer din de böyle bir şey olsaydı, Peygamber ve sehabelerden sonra dinimizin bütün emir ve hükümlerini yayıniayan müçtehitlerin de tarikatlardan bahsetmeleri ge­ rekmez miydi? Halbuki hiçbir mezhep imaını tarikattan söz açmamıştır. Sorıra. üçüncü asırda kurulmuş tarikatlar da bugün yoktur. Bugün mevcut tarikatıann hemen hepsi Hic­ ret'in 6. ve 7. asrında kurulmuştur. Eğer İslam dininde tari­ katçılık olsaydı bunun ta Peygamber ve sahabe zamanından beri kurulmuş olması gerekmez miydi? Peygamberden 5-6

28. Teşkilatın tanımını daha önceki bölümde vermiştir. 29. Mehmet Emin Bozarslan, Islam iyat Açısından Şeyhlik ve AOalık, Top-­ lum Yayı nevi, Ankara 1 964, s. 66. 325


asır sonra kurulan ve İslamiyetın menşei olmayan yerlerden çıkan blr müessesenin İslami olmasına imkan kalır mı?"30 "Tasavvufun ruhu geliştirmek ve kalbi temizlemek oldu­ ğu anlaşılınca onun bazı esaslara ve ayn ayn nizamlara bağ­ lanmış şekli olan tartkatçılık da hemen hemen aynı amaçla kurulmuştur. Tarikatçılığa göre, tarikatın büyüğü olan kim­ se, mürid'in manevi mürşidi, kalbi bir doktoru ve ruhi bir terbiyecisidir. Bir adamın manevi mürşit olması için halk üzerinde nüfuz ve tesir sahibi olması ve kalben irşad edeceği kimsenin kalbine tesir yapabilmesi ve böyle bir yetkiye sahip olması gerekir. Böyle bir yetkinin verilmesi ise İslami görüş açısından incelendiği zaman, çok sakat olduğu ortaya çıkar. Çünkü İslamda böyle bir yetkinin verilmesi söz konusu ol­ saydı, bütün mürşitlerin en büyüğü olan Hz. Muhammed'e verilmiş olması gerekirdi. Böyle bir yetki olsaydı, dini yay­ mak için mücadele etmesine, eziyetlere katlanmasına, tehli­ kelere aWmasına lüzum kalmazdı. Herkesin kalbi üzerine manevi bir testr yapar, kalbini temizler, imana getirirdi. Bu bakundan Müslümanlıkta manevi ve kalbi bir tesir değil, öğ­ retmek ve öğrenmek prensibi ve metodu vardır. Öte yandan Kur'an'da, bir insanı başkasının manevi etkisi ile hakikatı kabul etmeye d avet eden tek ayet yoktur. n3 1 Ayrıca, şeyhin manevi etkisine mazhar olabilmek için İs­ lamiyetin emirlerini yerine getirmek ve kalbi o etkiden yarar­ lanabilecek kadar temiz tutmak gerekir. O halde, böyle bir

ldmsenin böyle bir etkiye niçin_ ihtiyacı olsun?

Tartkatçılar, "Allah lle kul arasında vasıta olmak" iddia­

larını tspatlamak için şöyle derler:

, "Her insan Allah 'ın rahmetine kavuşacak, tövbesi, duası ve öteki iyi işleri kabul olunacak, yani derdini All a h'a arze- · decek dull.\mda olmadığı için, kendine bunlan temin edecek

btıisi lazundır. Şeyhler de Allah'ın sevdiği insanlar olduğu için bu işi onlar yaparlar. Yani bir insanın yaptığı iyi işleri Şeyhler All ah'a kabul ettirir ve buna karşılık verllecek mü ­ kafat da onlar vasıtasıyla ferde ulaşacaktır. Oysa Kur'an-ı Kerim onlan doğrudan doğruya dua etmeye çağınyor. 30. Mehmet Emin Bozarslan , a.g.e., s.73 31 . Mehmet Emin Bozarslan a.e.g. s.86

326

Al-


lah'ın rahmetinin iyilik edenlere yakın olduğunu söylüyor, 'Şeyhin vasıtasıyla çağınn' demlyor. Bundan anlaşılıyor

ki,

insan doğrudan doğruya Allah'a yalvanr derdini ona arze­ der, yardımını ister, bu işlerde kendisine hiç kimse aracı olamaz. "32 Bütün bunların ötesinde Kur'anda Tasavvuf, Sofi gibi sözler yer

almamaktadır.

Peygamberin

"Tanrıyla

oturup

kalkmak isteyenler sof giyenlerle düşüp kalksınlar" anlamı­ na gelen bir Hadis'i olduğu ileri sürülüFSe de, bu uydurma hadislerdendir:33 Sofiler, Muh amme d'den itibaren tüm din ulularını ve ehli-beyt imamlannı hep tasavvuf mesleğinden gösterirler. Oysa, tasavvuf irnamlarının, tasavvufun kurucu­ lanndan Ebı1 Haşim hakkındaki düşünceleri lehte değildir. "İlk sü.fı:, Ebu . Haşim olduğuna göre. ilk tasavvuf mü­

messileri de miladın 8 ve 9. yüzyıllannda yaşayanlardır. Da­

ha sonra gelişmeye ve bünyeleşmeye başlayan tasavvuf. ay­ nı

zamanda

yerleşmeye,

dergahlar

kurmaya

başlamış,

mümessilleri aklı ikinci plana atarak aşk · ve irfan yolunu tutmuşlar, bunlara mensup olanlar bir kuvvet haline gel­ miş, töreler, görenekler belirmeye başlamıştır. özel kisveler, giyim biçimleri, mensuplar arasında mertebe ve dereceler esasta bir olmakla beraber bazı özellikler yüzünden zümre­ ler doğmuştu . Haris Esed-ül Muhasibi'ye mensup olanlara 'Muhasibiyye',

Ebu -Yezid'e

mensup · olanlara

Tayfuriyye',

Sehl Abdullah'a mensup olanlara da 'Sehliy'ye' , Hamdun-ı Kassar'a mensup olanlara 'Kassartyye' gibi adlar verilmeye ve ilk tarikatlar doğmaya başladı. Hakim zümre, bu tarikat­ Iara önem vermesi, yönelmesi, saygı göstermesi karşısında, halkı denetim altında tutabiirnek için bizzat kendileri tekke­ ler kurmaya, tekkelere kolaylık göstermeye ve tekkeler için vakıflar bağlamaya ve bu suretle de mensuplan kendilerine taraftar edimneye başladı. "34 Oysa, "Kur' anın ve onu bildi­ ren peygamberin orta ve dengeli bir görüŞü vardır. Bu görü­ şü hiçbir zaman gerçek hürriyeti tam yoklukta bulan Buda

32. Mehmet Emin Bozarslan , a.g.e., s. 87 33. Abdülbaki Gölpınarlı, Tasawuf Gerçek Yayınevi (1 00 Soruda Dizisi) Istanbul 1 969, s. 1 , Sof, yünli.i elbise, safi yünlü elbise g iyen kişi de­ mektir. Tasavvuf mesleğini benimseyenler yünlü elbise giyerlerdi. 34. Abdülbaki Gölpınarlı, y.a.g.e., s. 29-30 · 327


diniyle, yuhut malı ve mülkü tamamıyla terk etmeyi söyleyip

kuşların yiyeceklerini buluşlarını, ovadaki zambakların giyi­

me kavuştuklarını örnek veren Matyus ile Kayser'e ait ola­ nın Kayser'e verilmesi gerektiğini emreden İncil'le kıyaslaya­

mayız.

Fakat.

buna

karşın,

Müslü manlık

sırurını

genişiettikçe bir yandan Roma-Biza ... . . .bir yandan Hind-İran uygarlığı ile ve bu uygarlığı yağuran dı�,.� ler le temasa gelmiş,

bunların etkisi altıda kalmış, bir yaüd an da aşın zenginlik,

yüksek ve müreffeh bir zümrenin türeyişi , Erneviierin daha ilk devrinde Arap Kisrası olan Mu aviye'nin , kapıcılı , hadırnlı,

perdecili tahtlı saray kuruşu, buna karşı duyulan derin nef­

ret. aynı zamanda iç kavgaların verdiği bezinti, İslaında aşın

ve kaba zahitliğe yol açmıştı. "35

Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, tarikatçılık ve şeyh ­

lik, İslami bir kurum değildir. Fakat. İslam ülkelerinde, bu

arada Türkiye'de çok yaygın bir duruma gelmiş ve büyük halk kütlelerini peşinden sürüklemiştir. Dini duygulara ve

dine çok değer veren halk, Tann'yı ve gerçeği öğrenebilmek

için Kur'an-ı okuyup anlayacağı yerde , şeyhlere inanmış,

onlara ka.'yıtsız şartsız teslim olarak, sözlerinden dışarı çık­

mamaya başlamıştır. Öte yandan, dünya nimetlerinden yok­

sun ve cahil olan halk, ümidini ahirete bağlamış ve ahirete

ulaşabilmek için şeyhe bir kat daha inanmıştır. Şeyh ler de,

halkın kendilerine bu bağlılığıru ve teslimiyetini çok iyi de­ ğerlendirmişler.

tekkelerin!, zamanla dokunulmazlığı olan

kururnlar durumuna getirmişlerdir. Devlete karşı güveni ol­

mayan veya devletten hiçbir yardım göremeyen halk. şeyhi­

ne ve tekkesinin dokunulmazlığına sığınarak. güvenliğini

sağlamaya çalışmıştır. Zenginler. mallarını güvenlik altına

almak için tekkclere vakıf yapmışlar. halk da, şeyh in müridi

olmak suretıyle , şeyhin ve tekkenin dokunulmazlığından ya­

rarlanarak, devletin taşra örgü tünün ve j andarmanın ezici etkilertnden korunınaya çalışmıştır. ı.

Tarikat Yapısı

"Her tarikatta müride. bir manevi yolculukta önderlik

eden şeyhe. doğru yola götüren, aydınlatan anlamına gelen

35. Abdülbaki Gölpınarlr, y.a.g.e., 328

s.

27-28.


'mürşid'

denir.

Mürşid'in h akimliğini kabul

eden ve ona

uyan kişiye 'salik' denir, Şeyh dervişlik yolunda tarikata gir­ me işini tamamlamış kişidir. Halife denen kimseden bu aşa­ maya ulaştığına dair icazet almıştır. Bu bakırndan her tari­ katta aşağı yukan şu dereceler vardır: Mürid, salik Şeyh Halife Pir Bazı tarikatlarda, müridle şeyh arasında 'nakiyb' denen ve şeyh vekilliği durumunda bir kişi daha vardır ki, bunun görevi, zikir törenini yönetmek. müridiere rehberlik etmek­ tir.36 Tarikatın kurucusu olan ve hiyerarşide en üst mevkide bulunan kişiye 'pir' denir. Tarikatlan ayrılarak yeni bir şube kurana 'Pir-i Sani' denir. � "Tasavvuf ehli olan kişiye derviş denir. Dervişlerin top­ landıkları yere 'Tekke' denir. Tekkeye . huzur veren yer, bü­ yüklerin kapısı anl;ı.n�ına 'Dergah' da denir. Tarikattan biri­ nin mensuplarına :ncı.hsus olan ve o tarikalın büyüklerinden birinin yattığı yere 'Hankaah' denir. Bir de gelip geçen der­ vişlerin birkaç gün konuk edilebilecekleri küçük tekkeler vardır ki, bu nlara 'zaviye' adı verilir. �37

2.

Şeyh ve Tekkelerin Gelirleri

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki şeyh ve. tekkelerin gelirleri üç bölümde toplanabilir:

a)

M üridierin armağanları

b) Tekkelerin yaşaması

için kurulan vakıflar

c) Devlet yardımlan Örneğin, Selçuklu ve Osmanlı sultanlan şeyhlere büyük saygı göstermiş ve yardım etmişlerdir. II. Murat'ın Ankara dolaylarında faaliyet gösteren "Bayramiye Şeyhi" Hacı Bay-

36. Abdülbaki Gölpı narlı, y. a.g.e, s. 1 9-20. 37. Abdülbaki Gölpı narlı , y.a.g.e., s. 1 8- 1 9 329


ram Veli'nin mürttierini vergiden muaf tutması ve bunu du ­ yan halkın, Hacı Bayram Veli'nin müridi olmaya başlaması, şeyhliğin kudret kazanmasında önerali bir olaydır. Bunun gibi, her devrtn siyasileri, mevki sahibi olabilmek ve mevkile­ rini devam ettirebilmek için şeyhler kanalı ile halkı istismar etmişlerdir. Şavaşlar din uğruna yapıldığı gibi, Şeyh ül is­ larnlık ve sadrazamlık mücadelerinde de "din elden gidiyor" sloganları ile cahil halk ve asker karşı karşıya getirilmiştir. Bütün bunlar Anadolu'da teokratik feodalitenin gelişip kök salmasında rol oynayan en önemli etkenlerdir. Şeyhlertn ve tartkat mensuplarının zamanla toprak mül­ kiyetine sahip olduklannı da görüyoruz. Zaten bugün Doğu Anadolu'da ağalık ve şeyhlik, bazı yerlerde tek elde toplan­ mıştır. Geniş toprak mülkiyetine da,yanan kişi, bu özelliğin­ den ötürü zamarıında ya şeyh haline gelmiş ve şeyh zaman­ la varlığını ve servetini geliştirerek toprak sahibi olmuştur. 38 Bu iki fonksiyonun bir arada yürü tülmesi ise şeyhlertn kar­

şısına çok .daha güçlü çıkmalarını sağlamıştır. Şeyhleri, ca­ hil halk karşısında güçlendiren, riüfuzlanrıı geliştiren etken­ lerden biri

de,

keramet ve

m1dcize

sorunudur.

Her şey

hakkında birçok keramet uydwrmakta , yalan yanlış birçok şey söylenmekte ve bu oyunlarla halk aldatılıp şeyhlere bağ­ latılmaktadır. Ayrıca, şeyhin , bu keramet ve mucizelerle, okumak, üflemek ve dua etmek suretiyle birçok hastalığı da iyi ettiğine inanılmıştır. Bu lse halkı, modern tıbbın gerekle­ rtyle daima çatışma durumuna getirmiştir. Bütün bunlann sonucu olarak h alk, şeyhini memnun etmek ve onun kanalı ile cennete daha iyi ve güven içinde kavuşmak için, çaluğu­ nun çocuğunun nasibinden kesip , dişinden tırnağından ar­ tırıp kazancının çoğunu şeyhin evine gönderir. Böylece şey­ bin ev, buğday, peynir. yağ, yumurta, bal gibi yiyeceklerle dolup taşar. Dolayısıyla şeyh de , hiçbir iş yapmadan, dini is­ tismar gücü sayesinde , yoksul ve zavallı köylünün üretimi� nin büyük bir kısmını kendisinde toplar ve değerlendtrtr.39 Şeyhlikten söz ederken, Bektaşi ve Alevi tarikatlannda ünvan olarak kullanılan "Dedelik"ten de söz etmemiz gere-

38. Mehmet Emin Bozarslan, a.g.e., s. 1 25 39. Mehmet Emin Bozarslan, a.g.e., s. 1 08 330


kir. Şeyhlerin ve Dedelerin sosyal yapıya olan etkileri, he­

men hemen aynı ise de, Dedeler, olumlu bazı fonksiyonlan da benimsemişlerdir. Bektaşi ve Alevililde en yüksek makam "Çelebilik"tir. Çelebilik'ten sonra "Baba" gelir. Üçüncü ma­

kamın sahipleri olan "Dedeler" ise köy ve bölgelerin din ulu­

landır.40 Sunlarm hepsi de, peygamberler soyundan geldik­

lerine inanırlar. Dolayısıyla bunlar, verasetle babadan oğula

geçen bir kurumdur. Çelebi ve Babalann dergahta oturma­

lanna karşılık, Dedeler bölgelerinde köyleri gezerek halkı ay­

dınlatmaya çalışırlar. İşte Dedeler, bu uğraşları sırasında

birtakım sosyal ve idari fonksiyonları da benimsemişlerdir.

Köylüler arasındaki anlaşmazlıklarm çözümü , suçluların ce­

zalandırılması, Dedenin huzurunda ve onun başkanlık ettiği bir nevi "halk mahkemeleri"nde yapılır. Köy içinde herhangi

bir maddenin alınışı ve satılışı, servet derecesine göre değil, kur'a ile saptanır. Herkes payına düşene razı olur. Köy için­

deki her üretimde Dedenin de hakkı vardır. Bu bakımdan Dede de kur'aya dahil edilir. Dedenin evi, bulunduğu bölge­

nin misafirhanesidir. Dede , konuklannı iyi ağırlamak zorun­

dadır. Aynca, Dedenin malının kamu hizmetine hazır oldu­

ğuna inanılmıştır. Bu bakımdan halk arasında "Dedenin arpası yemlik, koçu kurbanlık" denir. Dedelerin, yani nede­

liğin bu olumlu fonksiyonlan Kemal Tahir'in "Devlet Ana" adlı romanında anlamlı bir biçimde açıklanmaktadır. 4 1 Za­

ten Devlet Ana romanında göçebe Kayı Aşireti'nin, aşiretin

kendi iç dinamikleri ve çeşitli ekolojik baskılar altında yer­

leşme eğilimi göstermesi ve giderek yerleşmesinde, aşiretin

merkezileşip büyümesinde ,

devletleşme

sürecinde

Ahilik,

Dedelik gibi kurumlann laik davramşlann, kadının toplum­

sal yapıda}Ç önemli yeri, toprak ve insan ilişkilerinin çok önemli rolü olduğu gösterilmektedir.

Fakat zamanla, Dedeliğin bu olumlu fonksiyonlan da

olumsuz biçime dönüşmüş ve onlar da şeyhler gibi halkın

40. Yahya Benekay, Yaşayan Alevilik, Varlık Yayı nları, Istanbul 1 967, s. 1 0 vd. 41 . Kemal Tahir, Devlet Ana, Bilgi Yayınevi, Ankara 1 967, s. 31 vd. 307, 274, 430, 477, 5 1 0, 555. 33 1


dini inançlannı sömürmeye başlamışlardır. 42 Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkarılan çeşitli yasalar ve hükümet ta­ sarruflan ile tekkeler kapatılmış; "Şeyh�. "Dede� gibi ünvan­ ıann kullanılması, büyücülük ve üfürükçülük gibi şeyler ya­ saklanmıştır. Fakat bu yasakla birlikte , bu kurumlann yerine getirdiği görevleri yapacak devlet kuruluşlan getiril ­ memiştir. Memur aynı memur, j andarma aynı j andarma, zihniyet aynı zihniyet olarak kalmış. Halk-Hükümet ilişkile ­ rinde yapısal bir d eğişme olmamıştır. Hatta yeni hükümetin otoriter bir politika benimsemesi, bu ilişkileri halk aleyhine çevirmiştir. Dolayısıyla hükümetten yakın bir ilgi göremeyen halk, kurtuluş yolunu yine şeyhine sığınmakta bulmuştur. Böylece, Cumhuıiyetten önce yapılan din sömürücülüğü , Cumhuriyetten sorıra da yasağa karşın. önceleri gizli gizli yapılmaya başlanmış ve bu gizlilik içinde yer yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Halka sağlık örgütü ve doktor götü 42. Dedelik kuru m u nun g iderek yaziaşması ve sömürü aracı durumuna gelmesi Kemal Tahir'in Rahmet Yolları Kesti romanı nda anlatılmakta­ d ı r. Ro manda öz olarak Cumhuriyet Merkezi Otoritesinin gelişmesi karş ısı nda, eşkıyaların hareket alanları n ı n d aralması anlatılmakta, bu arada Dağ lar Umum Müfettişi Uzun lskender'in bir Alevi dedesi olan Kas ı m Dede'ye yaptığı baskıdan söz edilmektedir. Dağlar Umum Mü­ fettişi Uzun iskender, kız kaçırmak amacıyla, beraberine eşkıyal ığa özenen iki kişiyi de alarak yola çıkmasındaki esas düşüncesinin Ka­ sım Dede'ye baskı n yapmak olduğu sonradan o rtaya çıkmıştır: "Sand ık tspeleme pırtı doluydu. Safi ipek pırtı ki lamban ı n ışığın­ da şavklanıyor da adam ı n gözlerini kamaşt ı r ıyor, sırma işlemeli ipekli, s ı rm a işlemeli kadifeler, s ı rma işlemeli bürümcükler, gü­ m üşlü karı çepkenleri, şalvarlar, sıkm alar. . . sey rine doyulmaz bir hazine. - Gönlünüz ne kadar çekerse alın, d iye yeniden yalvard ı , bun­ lar benim değ il sizin yavrularım, gönlünüz ne kadar çekerse alır­ s ı n ız. Yağ kutusu bunlardan birindedir. Içinde tam dört bin kay­ me v.ard ır. Ben elimde sayd ı m tam dört bin lira.

- Aman kardaşlar bunlar tüm para ... Essahmış yah u ! Ulan De­ de aferin. U lan Dede sen sözünün eri bir Dede im işsin oğlu m ! - Yahu olur mu? Daha çok var. Aşa�ıda bizim eşek yüklüleriyle param ız var. Bu böylece dört bin lirad ı r. Ben hiç dava mı ederim. Dava neym iş. Delirdim mi ben? Benden fazla size lazım. 332


rülernediği için. halk yine eskisi gibi şeyhill nefesinden şifa beklerneye başlamıştır. Üstelik bu dönernde şeyhlerin tasar­ rufıında bulunan vakıflar da ellerinden alındığından, geçim­ leri tamamen mürttierinin armağan ve adaklarına kalmış; bu nedenle halk eskiye oranla daha çok sörnürülrnüş ve yokluk .içine düşmüştür. Öte yandan, ı 926- ı 937 ve ı 960'da alınan kararlarla, ağalarla birlikte şeyhler de sürülmüş, fa­ kat her sürgünden sonra tekrar geriye dönüşlerine izin veril­ diği için, şeyhler daha çok güçlenmişler ve kökleşrnişlerdir. ilerde ele alınacağı gibi, 1 945'de çok partili düzene geçişle birlikte şeyhlerin fonksiyonlannda da değişmeler olmuş, güçleri ve halk üzerindeki etkileri yeni düzen gereği biraz daha artmıştır. 43

B.

SÜNNi ve Şİİ TARİKATI.ARI

Mezheplertn ve tarikatıann sayısı hakkında kesin bir

Bütün Bunlar. .: Dede'nin avanak Alevi mi lletinden topladığı hediyeler ki pahasına Mustafa Kemal Paşan ın gücü yeterse ye­ ter. - Aman! diye sıçrad ı . Sonra suya atılır gibi sandığa dald ı , elinde ağır bir torba olduğu halde doğruldu: - Ulan Zeynel. U lan bu ne bu? Bu neyin nesi bakalım ha. . . Bu­ na altın dememişler mi namussuz? Torbayı şöyle bir !arttı. Böylece en azından üç-dört sağ okka ge­ l ir... - Bunlar altın öyle ya Dede. Bunlar hep altın. Tekmi li para. - iyi bildin hep para. Al götür yavrum. Koynuna sokuver ananın ak sütü gibi." (s. 200-2 1 5). Kemal Tahir, Rahmet Yolları Kesti romanındaki bu küçük bölümlerde bir Alevi Dedesinin ne kadar sömürü ve birikim yaptığını, giderek halktan nası l koptuğunu ortaya koymaktad ır. 43. Cumhuriyet kuruluşundan sonra attyapı ilişkilerinde neden değişimler yapılmadıQını Sahiba Sertel halıralarında çok açı k bir şekilde anlat­ maktadır. (Sabiha Sertel, Rom an Gibi, Ant Yayınları, istanbul 1 969) 333


bilgimiz yok. Milel ve Nihai adlı kitapta 57'si Sünni ve ı 6'sı Şii olmak üzere Müslümaniann 73 fırkaya aynldığını beliıt­ mektedir.44 Sufiler arasında 1 2 tarikat olduğu ileri sürül­ mektedir. Bu ı 2 taiikat , Kadiri, Rıfai, Bedevi, Desukiy, Sadi, Sazılı, Halveti, Mevlevi, Bektaşi, Celveti, Nakşibendi, Bayra­ mi'dir. Kendi aralannda da. birçok koliara aynlan her tarikat kendi koruyucusunun adıyla anılır. Kadiri'lik Geylanlı Abdülkadir ( 1 097- ı ı 65) tarafından kurulrnuştur. lO'a yakın kolu olan bu tarikat özellikle Türk­ ler ve Hintli Müslümanlar arasında yayılrnıştır. Kadirilik Ru ­ meli'de Alevi bir yapıya bürünmüştür. Kadirilik de Rufai­ lik'te olduğu gibi, çeşitli hünerler vardır. Şiş saplamak, ateşte oynamak, kızgın fınna girmek gibi şaşırtıcı h ünerler. Geylanilik Doğu Anadolu'da Siirt, Van, Bitlis ve dolaylannda gelişme olanaklan bulmuştur. Rufai tarikabnın kurucusu Ahmet Rufaidir ( ı ı ı 1 - ı ı 82). Bu Tarikatın çok orijinal bir ayini vardır. Ateşle oynamak ateşte kızdınlmış yassı ve ince ucu olan demir şişlerin yassı yerlerini yalamak (bunlara güldemiri denir) , vücutlannın ba­ zı yerlerine, özellikle omuz başlanna, yanaklanna şiş sapla­ mak, ateşte kızdınlrnış serpuşlar giyrnek ayınlerde görülen gösterilerin başında gelmektedir. Bu Tarikatın 1 3 kolu var­ dır. Mevlevi tarikatı en büyük tarikatlardandır. Kurucusu Mevlana Celalettin Rumi'dir ( 1 ı 89- ı 273) . Bu tarikatın da ayinleri orij inal olup sanat özelliği taşır. Ayinlerde ney, ku­ dum, zil gibi sazlar çalınır. 45 Bu üç tarikatın İslam dünyasındaki taraftarlan çok olup, nüfuz sağlamışlardır. Bunlardan başka 500 yıl kadar yeniçeri Ocağının resmi tarikab olan Bektaşilik vardır. Bek­ taşilik, esnasında sadelik, hurafe düşmanlığı, hür düşünce­ si ve nükteleri ile dikkati çekmektedir. "Melametiler denen grup, tasavvuf içinden, tasavvufçu­ lara karşı çıkan biıı zümredir. Melametiler, Tannya ulaşmak için zikrin değil fikrin rol oynadığına inanırlar. Melameti ka­ bul edenler, zaviye, tekke, dergah , hankaah kabul etmiyor44. Ziya Şakir, a.g.e., s. 53 45. Abd ülbaki Gölpı narlı, Tasavvuf, s. 1 87 vd. 334


lar. Her yer sohbet meclisi olabilir. Vakıf, onlarca gayeden tamamen ayrılmaktı. Aynı zamanda halktan kesilmek, hu­ sus! giyim ve kuşamlarla kendilerini belirtmekse, yokluğa değil, tam bir varlığa bürünüştü ve tasavvufun ruhuna aykı­

nydı. Vakıfla değil, herkes kazancıyla yaşayacak, aynı za­ manda yaşatacaktı da. Kur'an'ın V. süresinin 54. ayetinde,

dinden dönüldüğü takdirde 'All ah'ı seven ve Allah tarafın­ dan sevilen, insanlara karşı alçak gönüllü , kafirlere karşı ü stün olan, Allah yolunda savaşan ve kınayanın kınayışın­ dan korkmayan bir toplumun' onlann yerine getirileceği be­

lirtilmektedir. Sufllerin törenlerini, halktan aynlışlanni, ida­ recilere

yamanmalamu

beğenmeyip,

gene

tasavvuf

urodelerine dayanmakla beraber, onlara karşı reaksiyoner bir harekete geçenler melamet ve melamet terimlerini bu

ayete dayanarak alnuşlardır. Melametiler halktan ayrılma­

yan, halkı kucaklayan bir ideoloj iyi temsil etmişler, bu ideo­ lojinin halka yayılması, özellikle işçi ve esnaf sınıfını teşki­

latlandırmıştır; Bu teşkilata 'fütüvet' denir. Kentlerde 'Ahi' oenen fütüvvet şeyhlerinin bağlı olduklan, bütün teşkilatın genel ,reisine 'Ahi Babası' denir. Fütüvvet ehli Ali'yi baş sa­

yar ve Ahi denen fütüvvet şeyhlerinin silsileleri mutlaka Ali'ye ulaştınlır. "46 Bektaşilik,

Hacı

Bektaş

Veli tarafından

( 1 209- 1 2 7 1 )

Anadolu'da kurulmuştur. Bektaşilik· de Melametten doğan tarikatlardan biridir. Bektaşilik Tarikatını kuran Hacı Bek­

taş Veli 1 240 yıllannda Amasya'da asılan Baba İlyas'ın Hali­

fesi olup, Baba İshak tekkesine mensuptur. "Bektaşilikte,

öteki tartkatlarda olduğu gibi, aşık, mühib, derviş, baba , ha­ life dereceleri vardır. Aşık tarikata girmek isteyen kişidir.

Belirli imtihanlardan geçip tarikata girdiği zaman 'muhib' adını alır. Muhiblerden 'derviş' olmak ısteyen dervişliğe ka­ rar verir. Kendisine Bektaşi tacı tekbir edilerek giydirilir. Ba­

balık, derviş yetiştirebilir. "47 Beştaşilik Caferl mezhebiili ka­ bul ettiğini belirtmekle beraber bazı farklar vardır.

Alevilik tarikat değildir. Çünkü , herhangi bir Alevi iste­ diği zaman, istediği tartkata girebilir. Ancak, annesi ve ba-

46. Abdülbaki Gölpı narlı, Tasavvuf, s. 1 1 8-1 34 47. Abdülbaki Gölpınari ı, Mezhepler Tarihi, s. 269 vd. 335


bası Alevi olmayan bir kimse Al eviliğe giremez. Alevi yani Kı­

zılbaş yabancıdan kız alamaz, alırsa dü şkün olur. Alevilik­

ten ayrılmış sayılır. Aleviliktc Dedelik yani Şeyhlik inlıisar

al tındadır. dedeler soy güderler. Kızılbaş (Alevi) isterse Bek­ taşilik Tarikatı'na girebilir, ama Bektaşi Kızılbaş olamaz. Bu nedenledir ki Bektaşilik ile Kızılbaşlık ayrıdır. Her Bektaşi kendini Alevi de saymayabilir. 48

C.

DOÖU ANADOLUDA TA RİKATLAR MEDRESELER

ve

Önceki bölümde sözünü ettiğimiz İslamiyetten 6-7 yüz­

yıl sonra, 1 2 . ve

1 3 . yüzyıllarda İslam dünyasında ortaya çı­

kan tarikatlardan Doğu Anadolu 'da en çok yayılma olanağı bulan tarikat Nakşibendi Tarikatı'dır. Bu tarikatın kurucu ­ su Buhara civannda bir köyde doğan Bahaddin Nakşiben­ di'dir

( 1 3 18- 1 389) . Aslen Türk olan Nakşibendi'nin kurduğu

bu tarikatta daha sonra Lahor'lu İmam Rabhani bazı deği­

şiklikler yapmıştır. Şah Abdullah D evlevi'den izin alarak Sü ­ leyrnaniye'ye gelen Mevlana Halit bu tarikatı Kürtler arasın­ da yayrnıştır.

Görüldüğü

gibi,

Nakşibendi Tarikatı Sünni

tarikatıdır. Bu nedenle imarnların çoğu bu tarıkat ı kolayca benimsernişlerdir. Son zamanlarda ortaya çıkan ve etkisiz duruma gelen Ticanilik, Kadirilik ve Nakşibendiliğin bir kanşımı olduğu gi­ bi, Süleyrnancılığın kurucusu Süleyman Hilmi Tunakan da Nakşibendi Şeyhlerindendir. Öte yandan Said-i Nursi de bir zamanlar bu t arikatın şeyhi olarak faaliyette bulunmuştur. Nakşibendi Tarikatı'nın l O'a yakın kolu vardır.49 Aşağıdaki çizelgede Nakşibendi Tarikatlan hakkında öz bilgi edinilebilir:

48. Abdülbaki Gölpı narlı , y.a.g.e., s. 277 vd. Yahya Benekay, Yaşayan Alevilik, Varlık Yayınları, istanbul 1 967, s. 1 6; islam Ansiklopedisi, Cilt 6, Kızı lbaş maddesi, s. 789-795. 49. Islam Ansiklopedisi, Cilt 9, Nakşibend maddesi, s. 52-54. 136


Yaygın Olduğu Alanlar

Nakşibendi Tarikatının Tarikat Kolların ın Kolları

Seyidi ll PAlevi

Şeyhleri

Seyyit Tahae Neyre Hakkari, Başkale, Kuzey Irak, Batı iran Şeyh Eyle Paloe

Tekman, H ı n ıs, Böngöl, Li� ce, Diyarbakır, Palo, Varto.

lll Küfrevi

Şeyh Emine Şervane Şeyh Muhammede Kufrae

Patnos, Tutak, Eleşkirt, Ağrı Kağızman, Sarıkamış, Karayazı

IV Taği

Hizanlı Gevs

Bitlis, Van, Muş, Mutki, Ça­ tak, Kurtalan, Batman, Ka­ rayazı

V Miri

Şeyh Oasıme Cızire

Urfa, Mardin, Cizre, Kuzey Irak, Kuzey Suriye

Bu tarikatıara bağlı olmakla beraber, küçük kollar ha­

linde beliren bazı tarikatlar daha vardır . Burılann Doğu Anadolu'da dağılışı şöyledir: al Şeyh Selim'in tarikatı Lice çevrelerinde, b) Zoqeydli Şah Mahmud'un Zoqu eydi tarikatı Kozluk ve Gar1:an'da, c) Şeyh Eladdine Oxune'nin tarikatı Mutki ve Baykam'da, d) Şeyh Ehmede Xezna'nın tarıkatı da Kuzey Suıiye, Nuseybin ve Kızıltepe'de yayılmışlardır.

·

Bunlardan başka taraftan daha çok olan iki bağımsız tarikat vardır. Bunlann önemli bir özelliği, şecereye dayan­ malan ve soylarını peygambere bağlamalandır. 1- Şeyh Abdurrezaki Ensari'nin lideıi olduğu Ensari Ta­

rikatı Diyarbakır'ın Mardinkapı mahallesinde, Ergarıi, Çer­ mik, Dicle ve Kulp'ta,

2- Şeyh Fettullah'ın lideri olduğu tartkat da Mardin ili­

nin önemli bir kesiminde yayılmışlardır . so Tarikatlar

konusunda

üzerinde

durulması

gereken

önemli bir nokta da Sünni tarikatlardaki Şeyhlik kurumu ile Alevi tarikatlardaki Dedelik kurumunun aynı şey olmaması-

50. Doğu Anadolu'daki tarikatlar hakkında bu bilgiler, Ahmet Aras'ın Şu­ bat 1 969 ile N isan 1 969 tarihli özel mektuplarından derlenmiştir. 337


dır. Bu iki kurum arasındaki belirli fark, çok az kişinin Şeyh olmasına karşılık, daha çok kişinin Dede olabilmesidir. Ör­ neğin Hizan bölgesiride sadece bir tek Şeyh olmasına karşı­ lık, Aleviliğin hakim olduğu Tunceli bölgesinde binlerce De­ de vardır. Bir başka önemli fark da, Dedeliğin soy gütmesine karşılık, Şeyhliğin herkese açık olmasıdır. Yani babası Dede olmayan bir kişi Dede olamazken , babası Şeyh olmayan bir kişi Şeyh olabiliyor.

D.

TARiKATLAR

ve

EKONOMİK İUŞKİIER

İlgili bölümde görüldüğü gibi, Nakşibendi tarikatının çe­ şitli kollannın Doğu Anadolu 'daki gelişme alanlan birbirin­ den farklıdır. Bu . yukarda açıklamaya çalıştığımız sömürü alanlannın paylaşılması sonucudur. Bir tarikatın bünyesin­ de meydana gelen bu farklılaşma. tarikatıann çoğalıp yay­ gınlaşmasını da açıklamaktadır. Yani bir tarikat içinde. ikin ­ ci derecedeki bölümler. sadece büyük ailelerin halkı sömürmesine karşı ortaya çıkmıştır. Örneğin Küfrevilerin or­ taya çıkışının nedeni, bütün sömürüyü Palevilerin yapması ve kendilerine sömürülecek hiçbir şey kalmamasıdır. Küfre ­ viler bunu bir tarikat kurmak suretiyle başarmışlar, böylece sömürebilecekleri bir egemenlik alanı kurmuşlardır. Tarikat­ lannın yayılma alanlannın bağımsız oluşu, her bölgede ayn bir tarikatın gelişmiş olması çok anlamlı bir olaydır. Tarikat reisinin dış ilişkiler alanını, yani ekonomik ve politik ilişkiler alanını değerlendirirken şu noktayı daima göz önünde bulundurmak gerekir: Bir kimse hem aşiret rei­ si, hem dinsel lider, hem de ulusal liderlik iddiasında bulu­ nabilir. Yani, bir kimse. bu üç fonksiyonu da bir arada yü­ rütebilir. Bu, onu çuk güçlü kılar. Örneğin, Şeyh Sait böyle bir liderdir. Şeyh Sait'in "Ulusal Liderlik" görevini benimse­ mesi, onu merkezi otorite ile daima karşı karşıya getirmiş, . isyan hareketlerinin baş göstermesine sebep olmuştur. Aynı biçimde, yine derebeyi durumunda bulunan Şerefhan, Be­ dirhan Paşa ve Cemil Paşalar da daima ulusal liderlik göre­ vini benimsemiş ve bu yolda çalışmışlardır. Bazı şeyhler ise sadece bir dini lider olarak görülmektedir. Küfreviler. Tağiler böyledir. Buiııar, ulusal liderlik görevini benimsemeciiklerin­ den merkezi otorite ile hiçbir zaman çatışma durumuna gel-

338


memişler, tersine Doğu 'nun bu egemen zümreleri, sömürme işinde Batı'run egemen zümreleriyle işbirliği yaptıklan için halkın sömürulrnesinde daha büyük rol oynamışlardır. Bazı derebeyler ise sadece aşiret reisi olarak görünmekte veya aşiret reisliği ile dini liderliği birlikte temsil etmektedirler. Sadece dini lider olanlarla halk arasındaki bağ• ise dini bir bağdır. Bunların nüfuz alanları çok geniş değildir. Oysa, bu toprak mülkiyetinin denetimi .ile birleşince nüfuz alanlan çok genişlemektedir. Zaten dini bir lider, otoritesini daha çok geniş çevrelerde duyurabilrnek için ister istemez toprak mülkiyetine sahip olmakta veya mü rttierinin armağan ve adaklan sonucu olan birikim, onu geniş topraklara sahip olabilecek bir güç h aline getirmektedir. Öte yandan, çok ge­ niş mülkiyete sahip kişiler, daha çok itibar sağlayabilmek için, şeybin toprak sahibi olmasının büyük yararlar sağlaya­ cağını biliyorlar. Bu , tamamen sınıfsal bir sorundur. Yukarı­ daki bölümde de açıkladığımız gibi, din, üstyapı kurumlan arasında, statükonun devamını en çok isteyen ve statükoyu en çok koruyan bir sosyal kurumdur. Çünkü bu olu şumlar içinde din, şeyhlerin ve ağaların denetledikleri büyük toprak parçalarını, halka karşı yaptıkları görevlerin bir karşılığı ola­ rak değil, özel bir ayrıcalık olarak kabul ettirmeye çalışmış­ tır. zaten, tarım ekonomisinin geliştirdiği Müslümanlık dini­ nin özünde de bu özellik vardır. Toprak sahipleri görüyorlar ki, şeyhler güçlü olduklan ve etki alanlan genişlediği zaman, kendi durumlan da sağ­ lamlaşacak, gerektiği zaman şeyh efendiden aldıklan bir ica­ zetle, mülkiyetlerini ve sosyal ilişkilerini meşru bir duruma getireceklerdir. Örneğin, Cizre'li Şeyh Seyda öldüğü zaman, onun sağlığında edindiği bütün topraklar yakınlan tarafın­ dan paylaşılrnıştır.5 1 Öte yandan Şeyh Seyda'nın egemenlik alanı içine giren topraklar da yine onun adamlan arasında bölüşüldü. Yani Şeyh Seyda'dan sonra gelen ileri derecedeki tarikatçılar, Şeyh Seyda'nın nüfuz alanını . veya sömürme alanını paylaşmışlardır. Bu konuda Prof. Abdülbaki Gölpınarlı şöyle demektedir: "Türkiye'de tasavvuf mesleğini ıcra ederıler hala vardır. Fa-

5 1 . Kenan Gedikoğ lu, "Şeyh Seyda öldü, yaşas ın Şeyh Seyda" Akşam gazetesi, 25 Ocak 1 970. 339


kat bunlann çoğu bu intisabı ya bir nüfuz sağlamak, ya da manevi yoksunluklanru giderebilmek için, belki kendileri de bilmeden

bi.İ- vasıta

olarak kullanıyorlar. Sunlan idare eden­

ler, çeşitli amaçlara yöneltmekte, taassubu körüklemekte­ dir. yahutta bu zümrelerin başında bulunanlar, kumazlar, kendilerine inanan zavallılan daha zavallı bir hale getiriyor­ lar

. . .

52 Şeyhliği bir gencilik vesilesi, bir sömünne, bir nüfuz

sağlayış aracı olarak yürütmek, inanarılan vergiye bağla­ mak, hürriyetlerini elinden almak, arılan ayn bir sınıf haline getirip toplumdan kopannak şüphe yok ki zararlıdır. Sizce tasavvuf ve tarikatlar bugün bir iıfan zevkidir. D evrini yaşa­ mış, artık gönüllere mal olmuş, tarihe intikal etmiştir. "53 Çok iyi bilmek gerekir ki şeyhlik bir eğitim sorunudur, babadan oğula geçen bir meslek değildir. Şeyhlik mertebesi­ ne, sonu gelmez eğitimlerden ve çilelerden sonra vanlır. Bu­ nun için çeşitli yerlerde medreseler vardır. Bu medreseler Cumhuriyet döneminde yasalarla kapatıldıklan halde, gizli­ açık her yerde faaliyettedirler ve birçok öğrencileri · vardır. Örneğin Cizre'de Şeyh Seyda'lann, Hizan'da Şeyh Selahat­ tin'lerin , Ağrı'da Kasım Küfrevi'lerin bir çok medreseleri var­ dır. Bu yönü ile şeyhlik, "seyitlik"ten aynlır. Seyitlik baba­ dan oğula geçen bir ünvandır. Aynca, seyitler Peygamber soyundan geldiklerine inarurlar. O halde:

a)

İnsanlar, veli. dede , şeyh gibi kimseleri kendileri ön­

der seçerler. Orılann sayesinde cennete ulaşabileceklerine inanarılar. yani müritler, şeyhe veya dergaha hizmet etmeli­ dirler. Mallan ve canları şeyhindir. Bu , şeyhte ekonomik ·bi­ rikimi sağlayan bir husustur ve tamamen feodal bir sömü­ rüdür.

b)

Tarikata girerıler dünya ve . dünya işleriyle ilişkilerini

keser, inzivaya çekilirler. Bu da insanlan atalete, miskinliğe gönderir, parazıt bir sınıfın doğmasına sebep olur. zaten egemen çevrelerin istediği de budur. Halk hiçbir· şeyi arıla­ masın. bilmesin onlar da saltanatlannı sürdürebilsin. Bu, dirlin bir üstyapı kurumu olarak tutucu bir kimliğe bürün-

52. Abdülbaki Gölpınarlı, Tasawuf, s. 1 88 - 1 89 53. Abdülbaki Gölpınarlı, Mezhepler Tarihi, s. 297, 340


mesidir. Feodal sömuru nun sü rmesını ve temel toplumsal yapı çelişkilerinin açıklık kazanmasını engeller.

c)

Bu mezhep ve tarikatlann; bazen kökü dışarda olan

siyasal akımlara ve erneilere hizmet ettikleri de görÜlür. Bu­ gün faaİiyette bulunan bazı tarikat ve akımların emperyaliz­ min Ortadoğu'daki "para ü ssüM olan ARAMCO ve ARAMCO tarafından kurulan Hizbüt-ül Tahrir, Müslüman Kardeşler, Rabitat-ül Alemin İslamın desteğini gördükleri bilinmekte­

dir. 1 925 yılında meydana gelen Şeyh Sait isyanına, İngiliz­

lerin yoğun bir ilgi duymalannın nedenleri üzerinde V. Bö­ lümde,

aşiret

yapılan,

şeyhlik

ve

emperyalist

ilişkileri

incelerken ele alacağız.

d)

Bütün bunlardan ötürü şeyhlerin sömürüsü bazı yer­

lerde feodal bir sömürüdür. Ağrı, Tutak, Karayazı, Tekrnan, Hizan, Norşin, Siirt gibi yerlerde şeyhlerin halk yığınlan üze­ rinde angaryaya dayanan etkileri vardır. B u , feodal bir sö­ mürüdür. Öte yandan Hicaz'a giden bir şeyhe köylülerin pa­ ra yardımı yapması. "Nasıl olsa biz gidemiyoruz, şeyhimize para yardımı yapalım, oriun eteklerine kollarına yüzümüzü sürelim, böylece biz de Hicaz'a gitmiş sayılırız . . . M diye dü­ şünmelerinin temel nedeni yine feodal sömürüdür. Bunun

gibi, şeybin doğan anlaşmazlıkları çözdüğü zaman, yani yar­

gıçlık görevini yerine getirdiğinde , p ara alması, kız kaçırma işlerinde taraflar arasında aracılık yapması, falanın veya fi­

lanın yerine Hac görevini yerine getirmesi, evlenenlerin ni­

kah işlemlerinden belirli bir para alması hep feodal bir sö­

mürüdür. Şeyhlerin topraklarında ortakçılık ve kiracılıkla köylüyü çalıştırınalan ise yarı feodal bir sömürü olu p , Di­ yarbakır, Gaziantep gibi yerlerde görülür. Bütün bu sömürü biçimlerinde, çeşitli töreler yoluyla ödenmeyen emeğin, üre­ ticiden şeyhlere ve tarikatıara geçmesi, yani şeyhler tarafın­ dan elde edilmesi olayı vardır.

e)

"Bir lokma, bir hırka için" sözü sömürliyü meşrulaştı­

ran bir ifadedir. Bunun gibi halk dilinde dolaşan, sömürüyü sevimli göstermeye çalışan daha birçok deyiş vardır. Bunlar, şeyhler, tarikatlar ve öteki egemen sınıflar tarafından dur­ madan tekrarlanır ve yığınlara benimsetilmeye çalışarak,

onların kendi sınıfsal çıkarlan konusunda bilinçlenmesi en­ gellenir.

34 1


f) Doğu Anadolu'nun birçok yerlerinde yaygın olan "Şey­ hi olmayanın Şeyhi Şeytandır� sözü bu kururnun toplumsal bir fonksiyonu olduğunu gösteren anlamlı bir sözdür. Öte yandan, Cumhuriyetle birlikte "Ağa�. "Bey" gibi ünvanlar or­ tadan kaldırılırken "Şeyh" ünvanının kullamlması da yasak­ lanmıştır. Fakat Doğu'daki feodal düzenin bir parçası olan bu kurum büyük bir dinamizmle ayakta dum_m ştur. Bu da toplumsal yasalann parlamenter yasalardan her zaman ağır bastığım göstermektedir. ·

g) Yukanda değindiğimiz gibi Şeyhlik kurumunda tekel­ ci bir durum hakim olduğu halde, Dedelik kurumu böyle de­ ğildir. Bu, Dedelerin geniş ölçüde emekçi olduklanm göste­ rir. Şeyhliğin tekelci karakteri ise artık üretimi yani ödenmeyen emeği geniş ölçüde şeyhte biriktiren bir yapıya sahiptir. Dedeliğin çok geniş halk tabakaianna yayılma ola­ nakları bulmasına sebep olan bu karakteri onun toplumsal özünü de göstermektedir. Fakat bu özün Osmanlılann son devirlerinde iyice yozlaştığını, sömürü aracı durumuna gel­ diğini, günümüzde de aşağı yukarı aynı biçimde sürdüğünü gorüyoruz. 54 III. NURCULUK, SÜLEYMANCILIK ve A.

ÖTEKİ TARİKATLAR

'NURCULUK

N u rculuk son yıllarda ortaya çıkan siyasi ve dirıi bir akımdır. Kurucusu Bitlis'li Said-i Nursi'dir. 55 1 873 yılında Nurs köyünde doğmuştur. Gerek kendisi gerekse müridieri 54. Bunun en g üzel örneğini üçüncü Demirel hükümetinin kuruluşunda partili ve bağ ı m sız olan mil letvekillerinin transferini sağlamak için ya­ pılan pazarl ıklarda görüyoruz. Türkiye'deki Alevi topluluğunu temsil eden Birlik Partisi'ni n beş milletveki linin hükümete güvenoyu vermesi bu pazarlık sonucu sağ lanm ı ştır. Fikret Otyam'ın 1 7-1 8-1 9 Mart tarih­ lerinde C u m h u riyet gazetesinde yay ınladığı "Beş Beyaz Oyun Hika­ yesi"nde bu m i lletvekillerinin bu iş için m addi ç ıkar sağlad ıkları ileri sürülmüştür. 55. Said-i Nursi 1 908 y ı l ları nda siyaset sahnesindedir. O y ıllarda Said-i Kürdi olarak an ılmaktadı r. 342


tarafından anlatılan hayatı, gerçeklerle bağd aşm ayan ifade­

lerle doludur. Nursi

şöyle

Hayatını

anlatan

eserlerden b�nde Said-i

tanıtılmaktadır:

"Seksen yıl önce bir seher vakti, şarkın yalçın dağ­ ları arasında sıkışıp Ralan küçük bir köyün ufuklarında bir güneş, bir irfan güneşi doğuyor, Said-i Nursi dün­ yaya geliyor. Bu güneş birgün gelecek bütün memle­ ket irlanını kaplayacak, imanlı gönüllere .hakikat nurları saçacak. Doğduktan sonra gözleri anlaml ı anlamlı et­ rafı süzüyordu , .u zun zamandır zulüm içinde bunalmış gibiydi. Karanlıkları yırtarak aydınlığa çıkmıştı . Bakışları anasıı nı korkutuyordu. Neredeyse konuşacaktı , ağlamı­ yorduı; yalnız yumruklarını sıkmıştı. Kulağı na ezan sesi verild iği zaman pür dikkat kesilmişti. O bir çocuk değil, harikaydı . Konu komşu onu gördükleri zaman hayret etmiş !erdi. Tahsil çağına geldiği zaman onu hırçın bir çocuh olarak görüyoruz. Arkadaşlarıyla dövüşür, kar­ deşle riyle kavga eder, hatta hocasıyla sert konuşurdu . Ruhu nu bir küskünlük kaplam ı ştı . Herkesle kavga et­ mek istiyordu ... Nihayet bu didişmeden usanarak tah­ sili t e rketti ve babasının yanına döndü, artık büyüdük­ çe ta'hsile devam etmemeye karar verdi. Bir müddet öyle vaşadı. Sonra birgün rüya gördü . Kıyamet kopu­ yor, k ainat yeniden diriliyor. O sırada Hz. Peygamberi nası l ziyaret edeceğini düşünüyor. Sırat köprüsünde durmak hatırına geliyor. Peygamberler hep oradan ge­ çiyor. Nihayet peygamberimizi de oradan geçerken görüyıor ve uyanıyor. Bu rüya ona bir feyz'kaynağı o lu­ yor. B abasından izin alarak başka yere gidiyor, orada yükse k bir hocanın dersine devam ederek tahsile baş­ lıyor. lrler kitaptan beş on ders okuyor, bu ona kafi ge­ liyordıu. Yirmi yıl süren tahsil devrini o birkaç ayda ik­ mal eıtmiş oldu. Üstad bu sırada ancak 1 4-1 5 yaşında idi . B ir taraftan böyle kendini ilme vermiş, diğer taraf­ tan dıa dünya lazzetlerinden elini ayağını çekmeye ya­ ni nHfsini kırmaya çal ışıyordu. Bir müddet böyle yaşa­ dıktan sonra Bitlis'e, Şirvan'a, oradan da Siirt'e g itti. Oradaki i lim adamları ile giriştiği münakaşalarda galip gelmok şöhrete u laştı. Bu s ı ralarda Üstad 1 5-16 yaş343


ları nda idi. M eşhur Said diye ü n kazanmıştı . Üstadın dikkate değer bir· tarafı vardı. O da hiçbir zaman soru sormayıp, sadece kendisine sorulan sorulara cevap vermesiydi. Üstad Siirt'te Tello kasabasında inzivaya çekildiği bir zaviyede, bir gece rüyasında Şeyh Abdül­ kadir Geylani Hazretlerini görür, kendisine der ki: 'Mol­ la Said, Miran Aşireti Reisi Mustafa Paşa'ya git, kendi­ sini hidayet yoluna davet et. Yaptığı zulümden vazgeçmesini söyle, namaza davet et, kabul ederse ne ala, aksi takdirde onu öldı;ir. ' Uyanınca Geylani Hazretlerinin emirlerini yerine getirmek için yola çıkar. Mustafa Paşaya varır: 'Sizi hidayete davet için geldim. Ya bat ı l ı ve zulmü terk edip; namazını kılarsın, yahut seni öldüreceğim' der. Paşa, 'Cizre'de benim alimle­ rim var. Sizi onlarla görüştüreceğim. Münakaşa eder­ sen ve galip gelirsen senin dediğini yaparım, eğer on­ ları ikna edemezsen seni Fırat nehrine atarım" cevabını verir. Hoca efendilerin sorduğu soruların umumu na cevap verir. Hoca efendiler, üstad ın kendi­ lerine galip g e ldiğini kabu l ederler, hatta bir kısmı son­ radan üstaddan ders alnıağa başlarlar. M ustafa Paşa ile birgün at yarışı na çıkarlar. Paşa ona hiç binilmemiş hırçın bir at hazırlatır. 16 yaşı ndaki üstad atı koşturma­ ya çalışır, at başka istikamete koşar, nihayet çocukla­ rın bulunduğu bir yere gider. Cizre Beylerinden birinin oğlu atı n ayakları altında kalarak çırpınrnaya başlar. Etraftan imdata koşarlar, çocuğu hareketsiz görünce üstadı öldürmek isterler. Üstad attan iner, çocuğu ku­ caklar, çocukta bir hareket görülmeyince soğuk suyun içine batırıp çıkarır, çocuk gözlerini açarak güler. Bu olay karşısında herkes hayrette kal ır. üstad daha çok genç yaşta iken siyasete atılmış vatan ve millet hizme­ tine başlamıştır. Mardin'deki siyasi faaliyeti Hükü metin dikkatini celbetmiş, Mardin Mutasarrıfı tarafı ndan elleri bağlanarak Bitlis'e gönderilmiştir: Yolda namaz vakti gelir, üstad namaz kılmak için kelepçelerinin açılması­ nı jandarmalara ihtar eder. Jandarmalar kabul etme­ yince üstad kelepçelerini bir mendil gibi açarak önleri­ ne atar. Bunun üzerine jandarmalar üstada teslim olup altedilmelerini rica ederler. Şimdiye kadar muha344


fızınız idik, şimdiden sonra· hizmetçiniziz derler. Üstad, Van'da maruf alim bulunmadığı ndan Hasan Paşa'nın daveti üzerine Van'a gider. Orada beş on sene kala-. rak milleti tenvir eder. Orada yaptığı telkinlerde, bu asırda yalnız eski tarzdaki kelam ilminin i slam dini hakkındaki şüpheleri redde kafi olmadığını söyler ve bu sözden 30-40 sene sonra kelam ilminde yenilik ya­ par ve 'Risale-i Nur' külliyatını telife başlar. Van'da bu­ lunduğu sırada Fizik, Kimya, Tarih, Coğrafya, Mate­ matik, Jeoloji, Astronomi, Felsefe gibi ilimlerde de vukuf sahibi olduğu görülüyor. Avrupa alimleri tarafın­ dan ileri sürülen sorulara hemen cevap veriyor . . '·56 .

Hayranları ve müridieri tarafından olağanüstü kişi ola­ rak

tanıtilmaya

çalışılan

Said - i

Kürdi'nin

önemli dönem vardır. Hayatının ilk dönemi,

hayatmda iki 3 1 Mart ve onu

izleyen olaylarda sona eriyor. Bundan sonra, Said-i Kürdi memleketine Van'a dönerek, Risal-i Nur Külliyatını yazmaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren otuz yıl kadar hiçbir hare­ kete katılmamıştır. Doğu Anadolu 'daki Kürt isyanları sıra­ sında sürüldüğü Kastamonu ve Emirdağı'nda Nur Külliyatı­ nı yazmaya devam etmiştir. Bu külliyat içinde eser vardır.

130 kadar 1 950 yılına kadar çoğaltılarak dağıtılan bu külli­

yat , bu tarihten sonra kitap haline getirilerek satılmaya baş­ lanmıştır. Said·-i Kürdi'nin hayatında ikinci önemli dönem

65 ya­

şından sonraki dönemdir. Bu İkinci Dünya Savaşı'nın baş­ langıç yıllarına veya Atatürk'ün ölüm yıllarına rastlamakta­ dır.

Said - i

Kürdi

adını

bırakarak

Said-i

kullamnaya başlaması da bu dönemde olur.

Nursi

adını

1 9 50 yıllarında

yani DP iktidara geldiği tarihten sonra daha rahat çalışma olanağı bulan Said-i Kürdi

1 960 yılında gezide bulunduğu

Urfa'da ölmüştür. Nurculara göre, Nurculuk Kur'an'ın

20. yüzyılın koşulla­

rına uygun biçimde yeniden yorumlanmasıdır. Nurculuk bir tarikat olmayıp, doğnıdan doğruya d emolrratik düzene karşı

56. Eşref Edib, Risale-i Nur Müellifi Said N ur, Hayatı, Eserleri ve Mesle­ ği, Söz eden Yaşar Kutluay, Mezhepler Tarih i yönünden Said Nursi ve Nurculuk, iTED Cilt 3, Güz 3-4, 1 959-1 960, istanbul 1 966, s. 2 1 1 2 1 3. 345


çıkan ve teokratik düzenin savunuculuğunu yapan geniş bir akımdır. H er mezhepten insanı bünyesine alan NJlrculuk halk yığınlannı etkilemekte devam etmektedir.

Nurculara

göre, l�i.ik siyasi yapı şeriata aykırıdır ve bu nedenle Türkiye dinden uzaktır. Nurcular, sadece Türkiye'nin teokratik esas­ lara dayanan bir devlet niteliğine bürünmesiyle yetinme­ mekte, uluslararası bir İslam devletinin kurulması için de çaba gösterrnektedirler. Bu yönüyle nurculuk, milliyetçilik akımlarıyla da çatışmaktadır. Bu arada İslamiyetle Türklüğü aynileştirmeye çalışmaktadır. 57 Said-i Nursi, ömrü boyunca Doğu 'da Risale-i Nur öğreti­ mi yapan bir M edrese kurmak hevesi içinde yaşamıştır. Bu medresenin adı, Kahire'deki Cami-ül Ezher'in kızkardeşi an­ lamına gelen M edreset-ül Zelıra olacaktı. Öğretim dili bakı­ mından da Lisan - ı Arap vacip, Kürt caiz, Türk lazımdır. Ga­ ye

ise

Vilayet-i

etmektir. 58

Bu

Şarkiye

şark

ülemasının

üniversitesi

istikbalini

geleneğe

temin

dayanacaktır.

Garblılaşmaya ve medeniyete muhtacız sözü bu ü niversitede yer almayacaktır. 59 Said-i Nursi, aynca İstanbul Üniversite­ si'nde bir Nur M edresesi açılmasını da istemiştir.60 "Nitekim İstanbul Üniversitesi içinde açılan bir mescit gerçekten nurculann ocağı haline gelmiş, sorıra kapatılmış­ tır. Said-i Nursi Erzurum Üniversitesini de Nur Üniversitesi­ nin bir çekirdeği olarak kabul etmiştir. . . Medreseler için Sa­ id-i Nursi Adnan M enderes ve

Celal Bayar'a

mektuplar

yazmış, bütün okullarda Risale-i Nur okutulmasını istemiş­ tir.

Öte yandan Said-i Nursi yazdığı çeşitli mektuplarda

Amerika ve Avrupa'dan akıl danışılmasına karşı çıkmış Ri­ sale-i Nur'a başvurulmasını istemiştir. �Bı .•

1

57. Çetin Ozek, Türkiye'de Gerici Akımlar, Gerçek Yayınevi ( 1 00 Soruda Dizisi), istanbul 1 968, s. 1 80-1 94. 58. Said-i N u rsi, Münazarat. Söz eden Çetin Özek, Türkiye'de Gerici ' . Akımlar ve Nurculuğun iç yüzü, Varl ık Yayınları, istanbul 1 964. 59. Said-i Nursi, Cumhurbaşkan ı'na ve Başbakan'a Ankara Üniversite­ si'nde verilen Konferans, 1 957. Söz eden Çetin Özek, y.a.g.e., s. 250. 60. Said-i Nursi, Gençlik Rehberi. Söz eden Çetin Özek, y.a.g.e., s. 250. 61 . Çetin Özek, y.a.g.e., s. 25 1 . 346


Erzurum Üniversitesi bugün, bu üniversiteyi Nur Üni­

versitesinin bir çekirdeği olarak gördüğünü belirttiğimiz Sa­ id-i Nursi'yi haklı çıkaran çalışmalara sahne olmaktadır.

Özellikle son birkaç yılda, Atatürk Üniversitesi'nde meydana

gelen olaylar, bu üniversitenin Türkiye'nin temel yapısal so­

runlarına çözüm getirecek bilimsel çalışmalardan tamamen uzaklaşarak tam bir medreseleşme süreci içine girdiğini gös­

termektedir. 1 970 yılı Ağustos ayında üniversite alanı içinde temeli atılan cami, medrese anlayışının nasıl gerçekleştiril­

rnek istendiğinin ilginç bir ömeğidir. Temel atma töreninde

yayınlanan bir bildiride "bu olay üniversitelertınizde Türk İs­

lam Medeniyetine yönelişin ilk müjdecidir. Laikliğin yanlış

tatbikatı sonucu manevi kültürden mahrum bırakılmış ve

bir kısım aydın namı altındaki modem mürtecilerimiz için hidayet kaynağı olacaktır" sözleri titizlikle uygulanmakta

olan bir politikanın ürünü olup, rastgele ileri sürülmemiş­ tir. 62

B. NURCULUK ve MEHDİ ANLAYIŞI Şia inancına göre, on iki imamdan sonuncusU olan M u ­

hammed Mehdi ölmemiş olup birgün tekrar ortaya çıkacak

ve bütün kötülükleri ortadan kaldırarak insanlan mutluluğa kavuşturacaktır. Bu inanç daha çok Şia'nın etki alanı dışına taşarak İslam dünyasının her yanında yayılmaya başlamıştı.

Çeşitli toplumsal yapı çelişkileri altında bunalan halk yığın­

lan kurtuluşu yine dinde aramaktadır. Çünkü halk yığınlan

uhrevi ve dini değerleri, politik ve dünyevi değerlerden daha

kolay benimsemektedir. Fakat . emperyalizm ve onların ülke içindeki işbirlikçileri egemen sınıflar tarafından, kendi sınıf­ sal çıkarlan doğrultusunda kullanılmakta ve esas amaçla­

rından saptırılmaktadır. 6 3

Nurculuğun Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki etki ve gö­

rünüşü farklıdır. Nurculuk Batı Anadolu'da birtakım hura­

felerle ve mucizelerle de ilişki kurarak gerici bir içerik ka­

zanmıştır. Doğu Anadolu'da durum böyle değildir.

Said-i

62. Cumhu riyet, 1 5 Ağustos 1 970. 63. Niyazi Berkes, Sosyolojik Açıdan Din, Yön Dergisi, sayı 1 87; Dem ir­ taş Ceyhun, a.g .e., s. 1 1 9. 347


Nursi'nin bir zamanlar Said-i Kürdi diye tanınması Do­ ğu 'da'ki Nurcuların bunu benimsernelerinin temel nedenle­ rinden biridir. Bu konuda 27 Mayıs'tan sonra Batı'ya sürü­

lenlerden 55 Doğu'lu ağadan biri olan ve Said-i Nursi'nin okuduğu medresede okuyan Tutaklı Mecit Yalçın şöyle de­ mektedir: "Said-i Kürdi çok büyük bir alim idi. Bakışlan çok heybetliydi. Onu gören adam bu bakışlan ve ondaki heybete saygı duyardı. En çok halkı sömüren soyup soğana çeviren şeyhlere klzardı.

Said-i Kürdi mucize adamı değildi. Do­

ğ u'nun şeyhlerine çok kızdığı ve onlarla mücadele ettiği için Doğu 'ya çok az gel irdi. Sömürü çarklarına taş attığı için Şeyhler de O'na çok kızarlardı. Kürtler, Said-i Kürdi'yi, Said­ i Nursi'den daha çok severler.

Çünkü Kürt

ismini kullana­

rak imza atan adamlardan biridir."64 Bütün bu aşırı övgüle­ lin dışında Said - i Nursi'nin irade gücü üzelinde durmak ge­ rekir kanısındayız. Önceden tasarlanmış ve phinlanmış bir

fikri eyleme dönüştümıek için hiçbir şeye karışmadan 30-35

yıl beklemek ve sonra uygu n bir ortam doğunca da aynı inançla işe başlamak küçümserrecek bir özellik değildir. Bugün Batı Anadolu 'da olduğu gibi Doğu Anadolu'da da Nur Medreseleri'nin gelişme içinde olduğu bir gerçektir. Fa­ kat siyasi ikt idarın, özellikle Doğu Anadolu'daki Nur Medre­ seleri ile mücadele ettiği hiçbir zaman söylenemez. Hatta si­ yasi iktidarların bu medreseleli el altından desteklediğine de şahit oluyoruz. Siyasi iktidar Nur Medreseleli'nin faaliyetine

64. 1 970 Haziran ayında ismail Beşikçi'nin verdiği konferanslar, Said-i Nursi'n in Kürt o lması ge rçekten üzerinde d u rulmaya d eğer bir nokta­ dır. Zeki Velidi Togan Doç. Yaşar Kutluay'ı n bir m akalesinin altı nda, bu makaleye ek olarak yay ı nlad ığı bir y azısında şöyle dem ekted ir: "Yaşar Kutluay'ın ele aldığı m evzuu yakınlarda Doç. i brahim Agah Çubukçu da tetkik etm i ştir. Fakat her iki araşt ı rmada herkesin hatırı­ na gelen bi r kon uya cevap görülm üyor. Ayd ı n Türklerin köylü Kürt şeyhine m ü rid olarak ona intisap etm elerinin sebebi nedir? Nurs i'nin risalelerini mahkeme dolayısıyla tetkik etmek fırsat ı n ı bulan bazı h u­ kuk profesörleri bu m evzuu bana şöyle izah ettiler" (Bk. Yaşı;ır Kutlu­ ay, a.g . m . , s. 225-226) Görü ldüğü g ibi Said Nu rsi getirdiği fikirlerin ötesinde "köylü Kürt şeyhi" olduğu için de küçümsen mekte, "ayd ın Türklerin" arkas ından gitmesi bir türlü hazmedilmemektedi r. N u rcu luk !<onusunda ayrıca bk. Seyfi Güzeldere, Gerçek Bediüz Za­ man Said-i N ursi ve Doktrinleri, Toker Matbaas ı , istanbul 1 966. 348


gizli-açık bir şekilde izin vermek ve teşvik etmekl e , Doğu Anadolu'da gelişmeye başlayan ve özü itibanyla devrimci olan Kürt ulusçuluğunu yozlaştınnak, devrimci özü parçala­ yarak pasifleştirmek amacını gütmektedir. Yukandaki açı­ dan baktığımız zaman sadece günümüzde değil, Cumhuriye­ tin

hiçbir

döneminde

Doğu

Anadolu'daki

medreselerle

mücadele edildiği iddia edilemez. Çünkü dinci ideoloj inin ge­ lişmesi, özellikle egemen sınıflann denetimi altında gelişme­ si, bir noktada milliyetçi ideoloj ilerin gelişmesini engellemek­ tedir.

C.

SÜLEYMANCIUK ve ÖTEKİIER

Süleymancılık, aslen Silistreli olup, Kurtuluş Savaşı yıl­ lannda İstanbul'a göç etmiş Süleyman Hilmi Tunakan tara­ fından kurulmuştur. Nurcular Said-i Nursi'yi n as ıl Mehdi olarak kabul ediyorlarsa, SOleymancılar da Süleyman Hilmi Tunakan'ı Mehdi olarak kabul etmektedirler. Süleymancılı­ ğın Nakşibendi Tarikatı ile ilişkileri vardır. Temeli, gizli ola­ rak başlayıp , gelişen daha sonrada alenileşen hatta destek gören Kur'an Kurslanna dayanır. Zaten Süleyrr.. an Hilmi de medresede yetişmiş bi kişidir. Cumhuriyetin ilanından son­ ra uygulanan eğitim sisteminin ürünleri onun bildiklerinin değersizliğini ortaya çıkannca Süleyman Hilmi başka alan­ larda iş aramış ve ticaret yapmıştır. Bu yeni meslek ona yeni bir çevre kazandırmıştır. Bu yeni çevrenin ona tanıdığı geniş olanaklarla gizli gizli eğitim yapmaya ve yeni bir akım yaratmaya başlamıştır.65

·

Süleymancılık, Süleymancı olmayan Müslümanlara da karşı çıkmaktadır. Süleymancılar aralanria aydınlan alma­ makta "yabancı malını kullanmak sevap, yapmak h aramdır" diyerek emperyalizmin çıkarına hizmet etmektedirler.

Bu

akınun ikinci ve kıyıcı bir niteliği de vardır.66 Doğu Anado­ lu'da hiç gelişmeiniştiL Doğu Anadolu'da Süleyrnancılık gibi Ticanilik de gelişme olanağı bulamamıştır. Daha çok Kuzey Afrika'da gelişme olanağı bulan Ticanilik,Türkiye'de daha

65. Meydan Dergisi, 1 3 Şubat 1 968 66. Çetin Özek, y.a.g.e s. 201 349


çok 1 946- 1 9 5 1 yıllan arasında Atatürk'e ait heykel ve anıt­ lara saidımıakla önem kazanab ilmiştir. 67

ÖZET Din, üretim güçleri ve üretim ilişkilerine göre belirlenen bir üstyapı kurumu olu p , her diİısel görüş belirli bir ekono­ mik aşamanın sonucudur. Din, üstyapı kurumlan arasında statükonun sürdürülmesini sağlayıp , yapısal değişmelere en çok karşı koyan bir kurumdur. Bu nedenle çeşitli mezheple­ rtn ve tarikatıann doğuşunda, üretim güçleri ve üretim iliş­ kileri çok büyük rol oynamışlardır. Mehzep ve tarikatlar or­ taya çıktıktan sonra ise en büyük sorun, bu çeşitli gruplann birbirlerine düşürülüp , bu çatışmalardan yarar sağlamaktır. Doğu Anadolu 'da Alevi-Sünni çatışmalannın tamamen poli­ tik bir niteliğe büründürülmesi de aynı amaçlar içindedir. Bunu ilk kez Yavuz Sultan Selim'in Doğu Seferi'nde görüyo­ ruz. Yavuz zamanında, Anadolu'da büyük bir süratle gelişen Şü hareketini kökü nden yok etmek için halk yığınlannı bir­ birine vuruşturmuş, çok büyük katHarnlara girişmiştir. Hat­ ta Yavuz Sultan Selim , giriştiği bu korkunç katliamı meşru ve hukuki göstermek için tedbirler de almış zamanının en büyük bilginlerine "Alevilert öldürmek, mallannı, kanlarını, çocuklannı talan etmek vaciptir. Alevilerle mücadelede ölen bir Sünni cennete, Alevi ise cehenneme gider" diye bir fetva çıkartmıştır. Bu fetva, Osmanlı İmparatorluğu yöneticileri­ nin o dönemlerde ne gibi bir fikir ve düşünce yapısı düzeyin­ de olduğunu göstermesi bakımından çok ilginçtir. Bu , Os­ manlı İmparatorluğu'nun kuruluş döneminde sahip olduğu laik koşullan yitirip, tamamen dini bir devlet durumuna gel­ diğini göstermektedir. Din, artık ekonomik sömürüyü gizle­ yen ve meşrulaştıran bir ideoloji olarak kullanılmaktadır. Öte yandan, bu fetva, Osmanlının neden Avrupa kapitaliz­ minin çarkı içine kolayca girip, onun sömürgesi haline geldi­ ğini de açıkıayabilmektedir. Feodal üretim ilişkilerinin hü­ küm sürdüğü ve emperyalist güçlerin sürekli denetim altında tuttuğu bir yerde din, giderek irtica, sömürü ilişkile­ rinin üstyapısı olarak karşımıza çıkmaktadır. 67. Çetin Özek, y.a.g.e., s. 1 77 350


Daha sonra, 1 89 1 yıllannda Sultan Abdülhamit'in kur­ duğu Hamidiye Alaylan'nda, ayru türden olayiann sürdüğü­ nü görüyoruz. Bu kuruluşlarla, halk yığınlan yıllar boyunca nedenini anlamadan birbiriertyle çatışmış ve bu çatışmalar­ dan emperyalizm son derece önemli kazançlar sağlamıştır. Tamamen ekonomik sömürüler uğruna, mezhep grupla­ rının birbirlerine vuruşturulmasını bir türlü h azrnedemeyip başkaldıran büyük halk ozanı Pir Sultan Abdal'ın şiiriert bü­ yük içtenlikle zamanırnıza kadar gelmekte ve birçok ozanı­ mızı derinden derine etkilemektedir. Pir Sultan Abdal'dan etkilenerek, sanat hayatlarını sürdüren ve günümüzün ko­ şulları içinde, sanatlanna yeni yeni özler getiren Aşık Vey­ sel, Aşık Mahsuni, Aşık Şah Tuma gibi sanatçılar, esas ça­ tışmanın, Alevi ve Sünni mezheplert arasında olmadığını, mezhep gruplannın birbirlerine vuruşturulmasından büyük çıkarlar sağlayaniann egemen sınıflar olduğunu, aklı başın­ da herkesin bu işe son vertimesi için çaba göstermesi gerek­ tiğini büyük bir içtenlikle dile getirmektedirler. Nevi-Sünni farklılaşması ve bu farklılaşmanın içte ege­ men sınıfların ve dışta emperyalizmin çıkarları uğruna kul­ lanılması ve kışkırtılması yanında tartkatlar da aynı doğrul­ tuda ve

aynı amaçlar uğruna kullanılmaktadır. Aslında.

İslami bir kurum olmayan, İslam ülkelerinde, İslamdan 300 küsür yıl sonra ortaya çıkan daha çok Hint ve İran kaynaklı olan Tasavvuf ve Şeyhlik gibi kurumlar, toprağa dayanan ta­ rım ekonomisi ile çok iyi uyuşmaktadır. Dolayısıyla , gerek

şeyhlik gerekse tartkatlar, ekonomik sömürüyü meşrulaştır­ makta ve hukukileştirmektedir. Mezhepler arasında Sünni ve Alevi mezhepler olduğu gi­ bi, tartkatlar arasında da Sünni ve Alevi ttı.rtkatlar vardır. Sünni mezheplertn en önemlilert: Hanefi, Şafii, M aliki ve Hanbelidir. Bunlara Ehli Sünnet mezheplert denir. Bunlann dışında Cafert mezhebi de beşinci mezhep olarak kabul edil­ mektedir. . . Caferi mezhebi Alevi bir mezheptir. Bu mezhep­ lerden Hanefilik Türkl�r. Şafilik ise Kürtler arasında yayılma olanaklan bulmuştur. Sünni mezheplerden öteki ikisi ise Arap dünyasında gelişmiştir. Sünni tartkatların en önemli ve etkilileri ise Kadiıi, Rufai, Mevlevi ve Nakşibendi tarikat­ larıdır. Doğu Anadolu'da en çok Nakşibendi Tartkatı geliş-

35 1


miştir. Bunun yarunda Bektaşilik de çok etkili bir tarika ttır. Beş yüzyıl boyunca Yeniçeri Ocağının resmi tarikatı olmuş­ tur. Kentlerde de gelişmiş tir. _.<\I evilik ve Kızılbaşlık ise bir ta­

rikat değildir. Bu yönü ile Bektaşilikten aynlır.

Tarikatiann yayılma alanlanmn farklı olması ve birirıin yayıldığı yerde öbürünün görünmemesi, bu işin çok kurnaz­ ca düzenlendiğini ve sömürü alanlannm bilinçli bir biçimde paylaşıldığını

göstermektedir.

Bu

bakımdan,

tarikatıann

yaygınlaşması sırasında ekonomik sömürüsünü tam olarak gerçekleşliremeyen ve yeni yeni palazlanmaya başlayan bir dini lider. başka bir yerde bir tarikat kurup orada sömürüye devam etmektedir. Her tarikatın ayn bir medresesi vardır. Bu medreselerde genellikle yoksul köylülerin çocuklan yetiştirilir. Bu çocuk­ ların okuma giderleri, tamamen varlıklı kişilerin sağladıklan artık ürünler yolu ile karşılanır. Bu medreseler bugün. Doğu Anadolu'da hala etkin bir güce sahip olu p , buradan yetişip imamlık yapan

kişilerin,

halk yığınlan

üzerindeki

etkisi

İmam Hatipiiierden daha çoktur. Halk, bu medreselerde ye­ tişen

imamlan

İman-Halip

okullanndan mezun olanlara

karşı çoğunlukla tercih etmektedir. Bunun yanında Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Batı İran'da da çoi� büyük ve etkili medreseler vardır. Doğu 'nun fakir fukara h alkı, çocuklannı bu medreselerde okutınaya büyük bir heves diıymaktadır. Öte yandan şeyhlerin müritleri zaman zaman efendilerini, yarıi şeyhlerini ziyaret ed erek onlara çeşitli armağanlar götü ­ rürler. Kuzey Irak, Batı İran ve Kuzey Suriye'den Türki­ ye'deki şeyhlere müritler geldiği gibi, Türkiye 'deki müritler de aralardaki şeyhleri ziyaret edip armağanlarını götüiiJrler. Bu olay, sınır kasabalarında kaçakçılık olaylannın neden çok etkin olduğunu açıklp.yacak niteliktedir. Çünkü kaçakçı­ lık olaylan , aile, akrabalık, aşiret ve me�hep ilişkileri tarafın­ dan büyük bir dinamizm için desteklenmektedir. Şeyhdeki bu sömürü, tamamen feodal bir sömürüdür. Öte yandan şeyhdeki bu birikimlerin geniş ölçüde yine top­ rağa yatırılması veya Doğu Anadolu'dan başka yerlere yatı­ nlması kapitalist bir birikimin meydana gelmesini engelle­ mektedir. Şeyhler ve tarikatlar "bir lokma, bir h ırka". "bir post, bir

352


dost " , "bir post um var atanm, nerde olsa yatanm" gibi azla yetinmeyi telkin eden sözleri müridierine benimsetmeye çalı­ şırlar.

Bu felsefe .

halkı pasifleştiren ve sınıf bilincinden

.� uzaklaştıran. giderek sömürüyü meşrulaştıran bir felsefedir. Tarikat ve tekkelerin, egemen sınıflar tarafından vakfe­ dilen çeşitli gelir kaynaklan vardır. Bir köyün, bir dükkanın, bir hanın gelirleri gibi çeşitli gellrlerle beslenirler. Bu çeşit feodal ilişkiye "Ruhani Feodallte" denilmektedir. Öte yandan , Nakşibendi Tarikatı'nın yukarda saydığımız kollanndan b azıları. merkezi otoriteye karşı yapılan başkal­ dırma hareketleri sırasında. merkezi otorite· tarafını tutmuş, bazılan ise merkezi otoriteye karşı fiili bir durum yaratmış­ lardır (Şeyh Sait hareketinde olduğu gibi) . Merkezi otoritenin yanında yer alanlar, Batı'nın egemen sınıflan ile bütünleşme olanaklan bulduğu halde, merkezi otorite ile sürtüşenler uzun zaman Batı'nın egemen sınıfları ile bütünleşme ola­ naklan bulamamışlardır. Bununla beraber merkezi otoriteye karşı yaratılan bu fiili durumlar sonunda, her iki grubun da sürgüne gönderilmesi dikkati çekmektedir. Sürgünler sonu­ cunda Doğu'daki egemen sınıflarm bünyesinde büyük çapta olmamakla beraber bir değişiklik olmakta bazı tarikat ve aşiretlerin yerine başka tarikat ve aşiret üstünlük kazan­ maktadır. Doğu Anadolu'da, şeyhlik, bazen aşiret reisliği gibi poli­ tik kurumlarla, bazen da toprak ağalığı gibi ekonomik ku­ rumlarla bütünleşmiştir. Bazefı de, üçünün birden tek elde toplandığı görülmektedir. Toprağa dayanan feodallte ile dine dayanan feodalltenin aynı ellerde toplanması (Bu oluşuma daha çok aşiret sistemine dayanan toplumsal ve siyasal ör­ gütleşmenin çok güçlü olduğu , Hakkari, Van, Bitlis, Ağn gi­ bi yerlerde rastlanır) feodal yapıların parçalanmasında çok büyük zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan, Doğu Anadolu'da toprak ağalığına, yani toprağa ve aşiret sistemi­ ne dayanan feodaliteler olduğu gibi, dine dayanan yani teak­ ratık feodaliteler de vardır. Doğu Anadolu'daki üretim güçle­ ri ve üretim ilişkileri araştırılırken şeyhlerin durumu kesin olarak göz önüne alınmalıdır. Kanımıza göre, Doğu Anado­ lu'daki üretim biçimlerine feodal karakterini veren geniş öl­ çüde bu kurumlardır. Çünkü ödenmeyen emeğin üreticiden 353


çekilip alınması birinci derecede bu ilişkilerde söz konusu

olmaktadır. Cumhuriyeile birlikte ağalarla beraber şeyhlerin de sürgüne gönderilmesi, şeyhlik ünvanlanmn yasaklanma­

sı gibi tedbirlerle şeyhliğin ortadan kallanadığım, tersine çok partili düzene geçişle birlikte yeniden ve daha sağlam bir bi­ çimde kurumlaştıklannı hiçbir zaman gözden uzak tutma­

mak gerekir. Öte yandan, Alevilerde geniş ölçüde yayılma olanakları bulan dedelik kurumundaki toplurucu öz ve de­

delerin emekçi karakteri ise yine üzerinde dikkatlice durul-

ması gereken bir özelliktir.

·

Son zamanlarda Ticanilik. Nurculuk, Süleymancılık gibi yeni bazı akımlara daha rastlıyoruz. Bunlann emperyalizm tarafından körüklenmekle beraber temellerinde halk hareke­

ti taşıdıklan şüphesizdir. Şia inancına göre, 1 2 . İmam Mu ­

hammed Mehdi ölmemiştir ve birgün ortaya çıkarak. bütün

kötülükleri ortadan kaldıracaktır. Bu, Şia inancının zaman- · la bütün İslam dünyasına yayıldığı büyük bir gerçektir. İşte

yeni yeni akımların liderleri kendilerini Mehdi olarak göster­ mekte ve arkalanndan geniş halk yığınlannı sürükleyebil­ mektedir. Mehdi anlayışı, dindeki devrimci özlerden biridir.

Fakat bu öz emperyalist güçler ve onların ülke içindeki iş­

birlikçileri tarafından yozlaştırılmakta ve emperyalizmin ide­

oloj ik doğrultusunda işlemektedir. Yığınlar uhrevi ve dini

sloganları politik ve dini sloganlardan daha kolay benirnse­

mektedirler. İşte egemen sınıflar, birincileri kullanarak yı­ ğınların kendi sınıfsal çıkarlan konusunda bilinenleri engel­ lemektedirler.

BİRİNCİ CİLDİN SONU

354



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.