Ekim sayı 004 ocak 1988

Page 1

EKIM

İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır

BÜTÜN ÜLKELERiN PROLETERLERi BiRLEŞiN

1.

Sayı:4,

Ocak 1988

Daha da ilerlemenin şart• Olgular, 1987 yılının işçi hareketi yılı ilerleme ve atılım bir için Kesin rakamlar olduğunu doğruluyor. henüz belli olmamakla birlikte, grevci işçi sayısı 30 bine yaklaştı. Grevle 1,5 ise, sayısı işgunu kaybolan milyonu aştı. Yürürlükteki grev, top­ yasalarının sendika ve lusözleşme getirdiği olağanüstü engeller gözönüne alınarak, bu rakamlar, 1980 ve öncesi yıllarla kıyaslandığında oldukça dik­ kat çekicidir. Hakarnlar çok daha yüksek olabi­ sendikalara sadece Örneğin, lirdi. olarak mücadeleci bir çizginin genel Eylül 12 halinde, olması egemen rejiminin işçiler bakımından yarattığı ve grevsiz geçen yıkımın ekonomik yılların yolaçtığı birikim nedeniyle, yaşanabilirdi. patlaması" "grev bir "yürürlükteki grevler, bu Üstelik mantığı yapılmaz" grev yasalarla çiğnene çiğnene yapılmıştır. Öte yan­ dan, işçiler kendilerini sadece yasal biçimlerle sınırlamıyorlar; henüz za­ yıf bir eğilim olmakla birlikte, yasa­ ları çi�neyerek de direnmeye başladı­ lar. İstanbul yol işçilerinin ve Nursan işçilerinin direnişleri iki örnek. İktisadi savaşım gelişecektir. Sını­ fın yaşam ve çalışma koşulları bunu zorunlu kılıyor. Türk- iş yöneticileri­ nin şu sıralar yeniden genel grevden sözetmeye başlamaları rastlantı de�il. bakmak söyletene değ il, Söyleyene gerekir; "aşağı" zorluyor. 24 Ocak kararlarını ve ardından gelen darbeyi takibeden yıllarda ikti­ sadi planda kendilerine vurulan dar­ ( %50 ki oldu ağır kadar beler . o oranında mutlak yoksullaşma), işçiler bunu iktisadi savaşımla telafi etmeye sorunu iş ve Ekmek çalışıyorlar. yakıcı bir sorun haline gelmiştir ve bütün sömürülen sınıfı kasıp kavuru­ yor, fiziki ve manevi yıkıma itiyor;

iktisadi boyutu sömürünün Ancak, savaşımla azaltılmaya çalışılsa da, iniş çıkışları içermekle birlikte, arta­ kapitalizmi Türkiye sürecektir. rak buna mahkumdur; ciddi iktisadi taviz­ ler verecek, az çok bir "sosyal denge" Zayıf kurabilecek durumda değildir. iktisadi temeli, dünya kapitalist eko­ nomisi içindeki yeri de bunu olanaksız kılıyor. Sadece dış ve iç borçların hızla artan ürkütücü boyutu bunun bazı göstergeleri, Türkiye sadece bu yıl 6,5 milyar dolar dış borç ödemek düpedüz Daha çok somuru, ·zorunda. ya�ma -sistemin başka türlü ayakta kalmasının olanağ ı yok. koşullar altında, yönetici sı­ Bu biçim siyasal hangi ıçın, nıflar altında olursa olsun, "sopa"nın şidde­ tini artırmaktan başka bir alternatif kalmıyor. Ekonomik teröre kaçınılmaz olarak siyasal terör eşlik edecektir. Nitekim, işçi hareketine ve devrimci burjuva tedbirler yönelik harekete muhalefeti de kapsayacak tarzda ge­ nişletiliyor, Yeni Özal hükümeti göreve başlar başlamaz süratle bunu gerÇek­ leştirme işine yöneldi. Yeniden düzen­ lenen "basın yasası", "muzır neşriyat yasası", başkanlık sistemini kurmaya yönelik "anayasa değişikliği" planla­ rı; Özal ve grühu meclis kürsüsünden hayasızca işkencenin olmadığına dair konuşurken, sağdan soldan işkencenin devletin meşru eylemi sayılması gerek­ adamı, bilim sözde inanan tiğine yargıçların türemesi bunu hukukçu, anlatıyor. İşçi sınıfı ve sermayenin baskı ve emekçiler diğer altındaki sömürüsü alternatif gerçek bir tek de için vardır, ve kelimenin tam anlamıyla, bu. olarak, zorunluluk bir nesnel hiçbir zaman bugün olduğu kendini kadar dayatmamıştır: Kendilerini gi­ derek artan bir tempoda acımasızca


2

EKİM

Sayı : 4

sömüren , fiziki ve manevi yıkıma iten sermaye düzenini ve iktidarını yık­ mak , sosyalizmi kurmak . " Köklü bir değ iş im" fikrinin yayılması ve maddi b ir kuvvete dönüşmesi ıçın nesnel koşullar her zamank inden daha elve­ rişl idir . Fiziki ve manevi y ı kımı sınırlan­ dırmak-durdurmak için iktisadi sava­ şım şarttır , ama k apitalizmin çivisi­ n in çıktığı Türkiye ' n in bugünkü ko­ şullarında , bu , son tahlilde hiçbir sorunu çözmüyor . İşçiler pratik olarak bunu görüyor , k anı Uanması gerekmez . Bugün toplusözleşmede kazandıkl arını , günlük bir olay haline gelmiş fiyat artışlarıyla çok kısa bir sürede y itiriyorlar . Pratik tecrübenin kendis i , kanıt­ lanmaya ihtiyaç bırakmaksızın iktisa­ di mücadelenin yetersizliğ ini gösteri­ yor; siyasal mücadelen in , sınıfa k arşı sınıf olarak toplu-birleşik mücadelenin ön_e mini ortaya çıkarıyor . Hareketin , "ek zam" vb . , taleplerle zembereğinden boşanmış fiyat artışla­ rını kovalamakla sınırlanması , işçile­ rin bununla oy alanması , onları ser­ seınıetir , ufkunu daraltır . Gerici sen­ dik a bürokrasisinin y apmaya çalıştığı da budu r . Politikay a , yönetici sınıfın politikasına aktif olarak , sınıfa k arşı sınıf olarak , müdahale etmeksizin , hareketini bu mecraya sokmaksızın sınıf tek b ir ciddi adım atamaz . B ir ilerlemeyi ve atılımı ifade eden � imdiki işçi hareketinin zayıflığ ı da ışte burada . Devlet işlerine , hükümetlerin politikasına aktif müda­ hale geleneğin den yoksun . Örne� in zam dalgaları karşısında sokağa dökülme , hükümetin iktisadi-siyasi politikasını aktif olarak protesto etme , güç kulla­ n arak etkileme vb . geleneğ inden yoksun . Ancak , sınıfın epeyce geniş bir kesiminde sermayeye k arşı p arça p ar­ ça savaşımın ve halihazırdaki müca­ dele biçimlerinin yetersizliğinin , top­ yekün ve daha etkili mücadele biçim­ lerine başvurulması gereklilq inin his­ sedildiğinin ve kavranmaya başlandı­ ğ ın ı n açık işaretleri de görülüyor . "Aş ağ ı " dan zorlanan geri el grev istemi bunu ifade ediyor . Aslınd a , sınıfın giderek artan bir kesiminde tecrübe ve sezgi yoluyla da

olsa , yürürlükteki sistemin kendilerine k arşıt bir sistem olduğu , p atronlarla çık arları k arşıt b ir sınıf oldukları bilinci gelişiyor . Sosyalizme açık ileri kesimleri , genellikle , sosyal-demokra­ siyi bir çare , ardından gidilmeye layık bir çizgi olarak gördüklerinden değil , henüz inandırıcı , pratik ba­ kımdan da mihrak olabilen başka bir alternatif bulamadıklarından , ehven-i şer olsun diye destekliyorlar . İşte bu noktada komünist aydınlar­ dan ve sınıf bilinçli işçilerden oluşan devrimci öneunun tayin edici t arihi rolü ortaya ç ı kıyor . Sorun bu öncüyü y aratmaktı r . Böyle bir öncü , olabildiği k adarıy­ la , geçmişin ihtilalci b irikimi içinde komünist potansiyel taşıyan bütün unsurları kapsamalı ve onların ener1 ısını harekete geçirmelidir ki , hızla bir güç h al ine gelebilsin . Bu öncü içinden çıktığı küçük-bur­ j uv a devrimciliğinin bütün izlerinden arınmalı , yeni bir üslup , yeni bir ruh , yeni b ir militan tip i yaratmalı­ dır . Alabildiğine b il inçle don anm ı ş , olağanüstü bir enerj i ve yüksek feda­ karlık ruhuna sahip , soluklu , sınıf­ tan kopmayan , sınıfın eyleminin yeri­ ne kendi eylemini geçirmeyen , ama sonuna kadar ihtilalci bir öncü . Bizzat devrimci eylemiyle sınıfa güven veren , inandırıcı , pratikte de alter­ n atif b ir mihrak . Sınıfın tarihi rolünü oynay abilmesi ıçın , nesnel olarak böyle bir öncünün yardımına ihtiyacı var. Böyle bir öneuyu y aratma tarihi görev i , henüz omuzları zayıf şimdiki kuşaktan komü­ n istlere düşüyor . Ancak bunu b aşara­ b aşarmak zorundadırlar . caklardır , Revizyonistlerin , legal sosyalistlerin , küçük-burj uva devrimciliğinin gösteriş­ li haline aldırmamak gerekiyor . Tür­ kiye , hem radikal hem de proleter çözümler isteyen bir ülkedir . Sosyal­ reformculuğun ve küçük-burjuva dev­ rimciliğinin son tahlilde b aşarı şansı yoktur ya da geçicidir . Öyleyse herkes on kat , y üz kat en erj i yle işe koyulmalıdır . Oblomov­ luğun , dargörüşlülüğün , bireyciliğin kökünü kazımak gerekiyor . Az olsun proleterce komünistçe olsun ! ama , Zorunluluğu k avramı ş , tarih b ilincine sahip bir kuşak oldu�umuzu gösterme­ liyiz . -.

'EKIM


Ocak 1988

EKİM

3

Teorinin yoksulluğu-1 H . FIRAT

B ize sunulan malzeme öylesine zengin ve çok yönlü k i , aslında , özel bir girişe gerek görmeden ya da giriş n iyetine söylenecekleri uzun tutmadan söze b aşla­ mak en iyisiydi . Fakat buna ra� men b iz , bir k aç noktayı belirtmekten kendimizi alamıyo­ ruz : Birincis i , muhatabımız bir teorisyendir ve şu anda TDKP Merkez Yayın Organını hemen hemen tek b aşına çıkarmaktadır . Her ne k adar imza k ullanmıyor olsa da , o bozuk dili , devrik anlatımı , k arışık muhakemes i , keyfi eleştirisi vb . hususi­ yetleriyle , onu ve o "özgün " uslubunu biraz olsun bilenler tarafından , bin fark­ lı metin arasından bile kolaylıkla ayırd­ edilip , tanınabilir . İkincisi , teorisyen p ayesi tarafımızdan verilmemiş , kendisi ve teorisyen ekibin ötek i mensupları tarafından bizzat benim­ senmiştir . Daha önce öteki teorisyen Z . E k rem ' le tartışma sırasında da hatır­ ıatılmıştı; bu ekip kendi çizgilerin i , "derinlemesine teorik temellere sahip " , " Türkiy e ' de şimdiye kadar hiçbir zaman , hiçb ir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış yepyeni ve çürütülmez bir çizgi" olarak tanımlamıştı . E k olarak teorisyenlerimiz , Marksizm-Leninizm sila­ hını kullanınada , kendilerini "oldukça yeterli ve ustalaşmış " saymış , sayınakla yetinmemiş , bunu k amuoyuna ilan etmiş­ lerdi . Üçüncüsü , " Dühringvari" böbürlenmele­ ri bir yana bırakılırs a , bu ekip , de , gerçekten küçük-burj uva popülist hareketin en bilgili ve teorik kavrayışı en gen iş unsurları arası ndaydı . Fakat bu bilginin genişli� i ve k avrayışın derinli� i neydi diye sorulacak olursa , biz yalnızca biraz sabır öneriyoruz . Biraz sonra ve teorik y av anlıklarını teorisyenımızı inceledikçe bunu birlikte göreceğiz . Teori­ dek i yoksulluktan , politikadaki burj uva kuyrukçuluğun a uzanan çizgiyi birlikte tanıma olanağı bulaca� ız . Elbette k i bu , y alnızca TDKP hakkında değ il , TDKP popülist hareketin en ıyı örneklerinden biri oldu �una göre , genel popülist hare­ ketin durumu ve politik konumu ( demokra-

si savunuculuğu ) hakkında da bize b ir fikir verecektir . Dördüncüsü , malzemenin zengin ve çok yönlü olduğu iddiası y anıltıcı olab ilir . H a y ı r , önümüzde hacim olarak y aln ızca beş sayfalık b ir gazete y azısı duruyor: " H . Fı rat P asitizmin Teorisini Yapıyor " , D . Sesi , Sayı:59 (en son sayı ) . Ne v ar k i , b u y azı , b i r dizi teorik-felsefi k avramı ve politik sorunu tartışıyor . Kendi karşı görüş ve tanımlarını sergiliyor . Zenginli­ ğ i ve çok yönlülü�ü buradan geliyor . Ve son olarak , teorisyen geçinen bu k alp azanı hala izleyen ve onun y azdıkla­ rıyla beslenen TDKP ' li okuyuculardan , gerçek görüşler ve konumlar hakkında şayet gerçekten nesnel bir fikir edinmek istiyorlars a , bu tartışmayı sonuna kadar , ve tartışma konusu kaynakları el altında tutarak izlemelerini istiyoruz . Aslında bir de yöntem sorunu , muha­ tabımızın yöntemi sorunu vardı . Fakat iyisi mi , biz onu tartışma içinde ve yeri geldikçe görelim . A- SAHTE İKİLEM: " İKTiSADi -"TOPLUMSAL KOŞULLAR"

KOŞULLAR"

" Marksist düşünce sadece materyalizm değ il dir . Tarihi m atery alizm ve diy alektik teorisyenimiz , materyalizmdir . " diyen hemen ardından , tarihi ma tery alizmi n asıl anladığını şu sözlerle ortaya koyuyor: " H . Fırat , lafı yuvarlayarak , nesnel ibaret koşullar , iktisadi koşullardan değildir , diyor . İ ktisadi ko§.ul ded(tin , üretim tarzıdır. Örneğin kapitalist tarzda üretim biçim i , her şeyin p azar için üretilmes i , meta ekonomisinin gelişmesi ve işgücünün meta oluşu vs . dir . Şimdi bu iktisadi koşulun yarattığı bir de toplum biçimi vardı r . Y an i kısacası, esas olarak işçi sınıfı ve burjuvaziden oluşan bir toplum vardır . Uretim araçlarını ve dolayısıyla devlet iktidarın ı elinde tutan burj uvazi ( sömüren egemen sınıf ) , üretim araçlarından arınmış , işgücü meta haline gelmiş , sömürülen proletarya (bir an için soyutlamaya giderek ara sınıfları bir yana bırakıyoru z ) . H . Fırat , kapitalizmde sın ıflar ve sınıflar arasındaki çelişkileri


4

EKİM

Sayı: 4

de iktisadi koşulların içinde sayıyor." "Sınıflar arasındaki çelişkinin niteli­ ve sınıf farklılıklarını tabii ki, 'i ini yani 'iktisadi koşullar' tarzı, üretim belirler. Ama bunlar, 'iktisadi koşullar' içinde yer almaz. Bunlar toplumsal koşu­ lun içine girer. Yani, toplumun niteliğini o tarihi koşullardaki üretim tarzı belir­ ler." Ve bütün bu laf kalabalığı gelir şu ürküntü verici yargıya bağlanır: "H.Fı­ rat'a göre, kapitalist toplum eşittir kapitalist ekonomidir." (D.Sesi, Sayı:59, s.30, abç) Aktarmanın çok uzun tutuluşu dikkati çekmiş olabilir, fakat peşinen bilinmelidir ki, bu yazı boyunca hep böyle yapıla­ cak. Teorisyenimizin düşünceleri, bütünlü­ gune dakunulmadan böyle uzun uzun aktarılacak. Öyle ki, kime göre neyin ne olduğu, apaçık kendi sözlerinden görüle­ bilsin ve okuyucu kendi bağımsız yargı­ sını oluşturma olanağı bulabilsin. Şimdi, bütünlü�ü içinde, aktarılan, tarihin bu sözde materyalist anlayışına daha yakından bakalım. Zira bu yapılın­ ca görülecektir ki, "Marksist düşünce sadece materyalizm değildir" iddialı ifa­ desiyle söze başlayan teorisyenimiz Mark­ sist materyalist anlayışın zerresini kav­ rayamamıştır, ve yukarıdaki laf kalaba­ lığında çok şey va:r:dır ama, tarihin materyalist anlayışından eser yoktur. Bu devrik ve karışık laf kalabalığıy­ la özet olarak aniatılmak istenen şudur: "İktisadi koşul dediğin, üretim tarzı­ dır... Şimdi bu iktisadi koşulun ("üretim tarzı"nın) yarattığı bir de toplum biçimi vardır. Yani kısacası, esas olarak işçi sınıfı ve burjuvaziden oluşan bir toplum vardır." Demek oluyor ki, teorisyenimize göre, ekonomik koşullar üretim tarzını anlatır, ama bu üretim tarzı sınıfları içermez; sınıfları (burada, proletarya ve burjuvazi)• görebilmemiz için, bu üretim tarzının yarattığı "toplum biçimi"ne bak­ mamız lazım; üretim tarzını aşar, onun yarattığı toplum biçimine bakarsak, ora­ da proletarya ve burjuvaziyi karşılıklı ilişkileri içinde ancak o zaman görebili­ riz; H.Fırat, proletarya ve burjuvaziyi kapitalist üretim tarzı içinde sayınakla yanlış yapıyor vb., vb. Üretim tarzının, "birbirleriyle ayrıl­ maz biçimde bağlı" (Stalin) iki temel öğeden oluştuğu; bu temel öğelerin, üretici güçler ile üretim ilişkileri olduğu; üretici güçlerin insanın doğayla olan ilişkilerini, üretim ilişkilerinin ise, üre­ tim süreci içinde insanların birbiriyle olan ilişkilerini anlattığı; bütün sınıflı toplumlarda, üretim ilişkilerinin, gerçek­ te, son tahlilde, sınıf ilişkilerinden başka bir şey olmadığı; üretici güçlerde-

ki gelişme tarafından belirlenen, bu gelişmenin belirli bir düzeyine tekabül eden üretim ilişkilerinin, toplumun somut ekonomik temelini, toplumsal alt yapıyı oluşturduğu; bu ekonomik temel ya da toplumsal alt yapı üzerinde, "belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasi üst yapının" (Marks) yükseldiği; ve son olarak, bütün bu toplumsal öğelerin organik, diyalektik birliğinin, bize, belirli tarihsel koşullar­ da, bir toplumsal yapıyı verdiği vb. vb. bütün bu basit gerçekler, tarihin mater­ yalist anlayışının temel bilgileri arasın­ dadır ve bir bakıma ABC' sidir. Teorik sorunlara ilgi gösteren sol eğilimli her sıradan lise talebesi bile, bunları, basit ekonomik el kitaplarından bilir. Ama Marks'ın Kapital'ini hiç olmazsa bir kez okuduğu bilinen, sık sık 20 yıllık devrimci geçmişiyle ovunen, ve son on senedir devrimci bir siyasal hareketin başında teorisyen geçinen bir kimse, ne gariptir ki, bunları bilmez. Ve kalkar, "H.Fırat, kapitalizmde sınıfları ve sınıf­ lar arasındaki çelişkileri de iktisadi koşullar içinde sayıyor", der. İktisadi toplum­ koşullar bir toplumsal bütünün sal alt yapısı olduğuna göre, bize demek ister ki, sınıflar ve sınıf çelişkileri kapitalizmin toplumsal üst yapısı içinde yer alır! Dahası, bu aptallık, bu düşünce yoksulluğu, bize tarihin materya­ list Marksist anlayışı başlığı altında sunulur. Tarihin materyalist anlayışını bir de teorinin kurucusundan, Marks' ın kendi­ sinden dinieyelİm: "Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar aralarında, zorunlu, kendi ira­ delerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir geliş­ me derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisa d� pısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluştururlar. Maddi üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değil­ dir; tam tersine, onların bilincini belir­ leyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmele­ rinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülki­ yet ilişkilerine . ters dü§erler. Uretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelir­ ler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, koca-


Ocak 1988 man üst yapıyı büyük ya da az bir hızla altüst eder." (Ekonomi Politiğin Eleştirisi­ ne Katkı 'ya Önsöz. S.Eserler, C . I , s. 609, abç.) Aktarmanın uzun tutuluşu hoşgörülme­ lidir; zira unutulmamalıdır ki, tartışma tarihin materyalist anlayışı üzerinedir; ve yine unutulmamalıdır ki, bu soyut, teorik-felsefi gibi görünen tartışma aslın­ da son derece pratik-siyasi bir konu ve sorundan doğmaktadır. Sınıf mücadelesi yasaları ve taktik sorunlar. O alandaki tartışmayı kolay sonuca bağlamak, an­ cak, önce buradakini bir sonuca bağla­ makla mümkündür. Marks 'ın yukarıya bir kısmı aktar ı­ lan Önsöz ' ü, tarihin materyalist anlayışı­ nın en tam, en kesin, en açık ve en özlü anlatımıdır. Engels, bu Önsöz 'den, "sa­ dece iktisat ıçın değil, bütün tarih bilimleri için devrim yaratan" temel düşüncenin yer aldığı metin diye söz eder. Bu nedenle, bugüne dek, materya­ list tarih anlayışını açıklamak ıçın, binlerce ve binlerce kez aktarılmış, yinelenmiş, doğal ve haklı bir ilgi görmüştür. Ne var ki, bizim teorisyen geçinen hamkafa, Marks' ın bu sözlerinden hiçbir şey anlamamıştır. Marks diyor ki; Mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkilerinin hukuksal ifadesinden başka bir şey değildirler; üst yapıyı, bu arada bu hukuksal biçimleri de belirleyen "bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını... somut temeli(ni) oluşturur." Marks' ın bu sözlerini yorum­ layan Stalin diyor ki; "Sosyalist toplum dahil, her toplumsal oluşumun insanlar arasındaki üretim ilişkilerinin tümü tara­ fından oluşturulan ekonomik temeli var­ dır." (Son Yazılar) . Karl Marks üzerine yazdığı ünlü biyografik yazıda, Lenin diyor ki: "Tarihsel olarak belirlenmiş, belli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin, bunların başlangıcı, gelişimi ve çöküşü­ nün bir incelenmesi -Marks' ın ekonomik öğretisinin içeriği işte budur." Ve bütün bu bilimsel tanımlar bu kadar açıkken, böylesine netken, D. Se­ si' nin teorisyen geçinen yazarı kalkıp diyor ki: "İktisadi koşul dediğin, üretim tarzıdır " Yani? Yani ınsan ilişkilerini, yani üretim ilişkilerini, yani örneğin ücretli emek-sermaye ilişkisinin sınıfsal anlatımından başka bir şey olmayan proleta�y� �urjuy:azi ilişkisini içermez! Ya neyı ıçerır? "Orneğin kapitalist tarzda üretim biçimi her şeyin pazar için üretilmesi, meta ekonomisinin gelişmesi ve işgücünün meta olması vs. dır". Ya sınıflar, ya proletarya, ya burjuvazi? " . • • bunlar 'iktisadi koşullar ' içinde yer almaz." Ya nerde yer alır? "Bunlar

EKİM

5

toplumsal koşulun içine girer." İşte bu, iktisactın sefaletidir! Yalnız­ ca iktisactın da değil, aynen Proudhon gibi, iktisadi kategoriler ( "meta ekonomi­ si", "metalaşmış işgücü" vb.) , gerçek sınıf ilişkilerinden ayrı bir şey sanıldı­ ğı için, karşı karşıya olduğumuz şey, aynı zamanda, "felsefenin sefaletidir"!. Düşünün ki, kapitalist üretim tarzı, kapitalist ekonomik yapı var, ama henüz proletarya ve burjuvazi yok! Peki onlara nasıl ulaşabiliriz dersiniz? "Şimdi bu iktisadi koşulun ("üretim tarzı") yarattı­ ğı bir de toplum biçimi vardır". İşte bize, proletarya ve burjuvaziyi ancak orada görebilirsiniz, deniyor böylece. "Tıpkı Dühring gibi!" demiyeceğim bu sefer. Zira, bize, Marksist teori ve tarihin materyalist anlayışı diye sunulan bu zevzekliklerin yanında Dühring bile masum kalır. Şimdi bu setaletin başlıca unsurlarını sırayla inceleyelim: Birincisi, teorisyenimiz, temel bilimsel kavramların gerçek içeriklerini bilmiyor. Bunun bilinmediği yerde ise, elbet bilim değil, yukardaki türden zevzeklikler olur. Ne anlatır örneğin bize, bir "toplum­ sal ilişkiler" kavramı? İnsanoğlunun bütün bir maddi-manevi ilişki ve etkinlik­ lerinin tümünü, yani ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel, dini, estetik vb. tüm ilişki ve etkinlikleri, bu ilişki ve etkinliklerin büründüğü biçimleri ve ku­ rumları. Toplumsal yaşamın çok değişik alanlarını ve yönlerini oluşturan bütün bu ilişkiler organik bir bütün oluşturur. Karşılıklı ilişki ve etkileşim içindedirler. Bu bütünlüğü yaratan, toplumsal insanın yaşarnındaki bütünlüktür, toplumsal yaşa­ rnın bütünlüğüdür. Marksist-Leninist dün­ ya görüşü bütün bu ilişkileri bu bütünlü­ ğü içinde kavrar. Fakat, toplumsal ilişki­ leri bu bütünlük içinde kavrayan her Marksist, bilir ki, bütün bu toplumsal ilişkilerin temelinde, kendileri de toplum­ sal üretıcı güçler tarafından belirlenen toplumsal üretim ilişkileri yatar; bütün diğer ilişkileri nihai olarak belirleyen temel, toplumsal üretim ilişkileri, toplu­ mun ekonomik alt yapısıdır. Ve Marksist materyalist tarih anlayışının özü de işte budur. "Üretim ilişkileri, bir bütün halinde toplumsal ilişkiler denilen şeyi, toplumun, ve özellikle, belirli bir tarihsel gelişme aşamasındaki bir toplumu, özgün, ayırde­ d�ci nitelikte bir toplumu oluşturur." ( Ucretli Emek ve Sermaye, altı Marks tarafından çizili) Bize deniliyar ki, "toplumsal koşullar " ekonomik koşullar tarafından belirleniyor olsalar bile, onun ötesinde, sonrasında, yani bir türev, yani ikincil bir ürün


6

EKİM

Sayı: 4

olarak vardırlar. "İktisadi koşuı;ı "top­ lumsal koşul" sahte ikilemi ve buna dayandırılan "sınıflar üretim tarzının dışında yer alır" türünden idealist yavanlıklar da bu kavrayışın devamı oluyor. Böylelikle, D.Sesi ı nin teorisyen yazarı, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimini, insanoğlunun bu en temel top­ toplumsal iktisadi lumsal faaliyetini, hareketi, tıpkı burjuva iktisatçıları gibi salt teknik bir etkinliğe ve sürece indirgiyor. Üretimin, her zaman ve her koşul altında, toplumsal bir üretim olduğunu, toplumsal koşulların en asli, en temel agesının toplumsal üretim süreci olduğu­ nu, bugün Türkiye ı de solcu lise talebeleri biliyor, ama D.Sesi yazarı bilmiyor. Toplumsal ilişkilerin iki temel alanı vardır: Maddi ilişkiler alanı, ki toplum­ sal ekonomik alt yapıyı oluştururlar, ve sınıflar ve sınıf çıkarları -elbette sınıf­ lı toplumlar söz konusu ise- bu alanda şekillenirler; manevi ilişkiler alanı, ki toplumsal ideolojik üstyapıyı oluştururlar ve çeşitli sınıf ilişkileri ve çıkarları bu alanda hukuki, siyasi, felsefi, kültürel vb. şekiilenişlerini bulurlar. Sınıfları ekonomik alt yapının öğeleri olarak görmemek, onları toplumsal üst yapının öğeleri saymak anlamına gelir. Marksist ekonomik politik, Marksist bilimin üç temel bileşeninden biridir, görevi esas olarak toplumsal ekonomik alt yapıyı incelemektir. Lenin ı i diniiyoruz: "Ekonomi politik, ı üretimle ı değil, üretim­ deki insanların toplumsal ilişkileri ile, toplumsal üretim düzeniyle uğraşır. Bu toplumsal ilişkiler araştırılıp, etraflıca tahlil edilince, her sınıfın üretimdeki yeri ve dolayısıyla, ulusal tüketimden aldığı pay böylelikle belirlenmiş olur" Teorisyenimiz sınıfları üretim tarzının dışına çıkardığına göre, orda ona, inceleme alanı olarak, yalnızca "üretim" ve bunun muhasebe büyüklükleri kalı vor. Tıpkı burjuva sözde bilimi ekonomimetri gibi. Bize denilebilir ki, "ekonomik koşul" -"toplumsal koşul" ayrımında, yazar, gündelik dilin tuzağ ına düşmüş­ tür. Olabilir, ama günlük dille, pazar esnafının diliyle bilimin yapılamayacağı­ nı bilmek, eline kalem almanın ilk şartıdır. Bunu bilmeyene o kalemi kırıp atmak düşer. Teorisyenimiz, iktisadi ilişkileri, top­ lumsal ilişkilerin bu maddi temelini, "toplumsal koşul"un dışına atmakla kal­ mıyor, toplumsal hareketi de salt siyasal harekete indirgiyor. Bunu nasıl yaptığını görmek için birlikte teorik setaletin ikinci perdesini bekleyelim. "H . Fırat ı a göre kapitalist toplum eşit­ tir kapitalist ekonomidir" iddiasına gelin· ·

ce, bu yalnızca teorisyenimizin bir ku­ runtusudur. o., bunu kanıtıayacak tek satır gösteremez, gösterernemiştir de. İkincisi, kapitalist üretim tarzı, kapi­ talist ekonomik yapı, proletarya ve burjuvaziyi içermez demek, özünde kapita­ list üretim tarzı kapitalist üretim ilişki­ lerini içermez demenin öteki ifade edili­ şinden başka bir şey değildir. (Özellikle dikkat edilmelidir ki, bunu bize söyleyen bir teorisyendir, ve "Merkez Yayın Orga­ nı" alt ibaresini taşıyan bir gazeteyi nerdeyse tek başına çıkarmaktadır.) Kapitalist üretim tarzından, kapitalist üretim ilişkilerini çıkardın mı, bu üretim tarzına asli niteıqini veren öğeyi çıkar­ mış olursun. Geriye yalnız üretici güçler baş kapitalizme da onlar ki, kalır oluyor. Bugünkü kuşak kaç kaldıralı kapitalist ekonomiye bu niteliğini veren üretici güçler değil, üretim ilişkileridir. Kuşkusuz bu üretim ilişkileri tarih sahne sine, üretici güçlerin gelişmesi sayesinde çıkınışiardı ve onun belirli bir gelişme düzeyine denk düşüyorlardı. Bir dönem bu üretici güçlere uygun düşmekle kalmayıp, onların gelişimini bir hayli hızlandırdı­ toplumsal üretimin en Fakat da. lar hareketli, en devrimci öğesi olan üretici güçler, gelişimini sürdürdü ve bu gelişme öylesine bir noktaya ulaştı ki, kapitalist üretim ilişkileri, mevcut üretici güçlerin ayak bağı haline geldiler. Bugün buna kapitalist rağmen kapitalist üretimden, ekonomiden söz edilebiliyorsa, işte bu, yalnızca bu üretim ilişkilerinin, kendile­ rine uygun düşen üst yapının tüm araç ve olanaklarının da yardımı ile ayakta duruşundan geliyor. Bugün, toplumsal üretime ya da ekonomiye kapitalist niteli­ ğini veren asıl öğe, onun burjuva üretim ilişkileri, burjuva ekonomik ilişkiler içinde gerçekleşiyor olmasıdır. Burjuva toplum yaşamının tüm diğer ilişkileri, bu gerçek temel üzerinde yükselirler. Üçüncüsü, teorisyenimiz bize, üretim tarzının, sınıfları ve sınıf ilişkilerini değil de "ekonomik koşullar" içerdiğini anlatmak ıçın, aynen şunları söylüyor: "örneğin kapitalist tarzda üretim biçimi, her şeyin pazar için üretilmesi, meta ekonomisinin gelişmesi ve işgücünün meta oluşu vs.dir." Peki ama bu saydıkları, belirli sınıf ilişkilerinde ifadesini bulan toplumsal üretim ilişkilerinden başka nedir ki? Örneğin "metalaşmış işgücü", üretim araç­ ları ve nesnelerinden yoksun, yalnızca "yaşamsal faaliyetini" kendi satarak geçimini sağlayabilen proleterden başka ne anlatır ki? Bu kadarla da değil, bu, ayrıca karşıtını, işgücü alıcısını da değil midir? koşullanduan bir ilişki "Gelişmiş meta ekonomisi", her şeyden


Ocak 1988 önce, ücretli işçi ile sermaye sahibi kapitalist arasındaki temel ilişkinin ifa­ desi değilse nedir? Marks' ın başyapıtı Kapital, bir dizi ekonomik kategorinin incelenmesiyle baş­ lar. Ama bu yalnızca yüksek bir teorik soyutlamayı ifade eder ve verimli bir inceleme yöntemidir. Elbette örneğin, emek proletaryadan, sermaye burjuvaziden, faiz tefeciden vb. soyutlanmıştır. Marks'ın kendisi, bize, "insanların, üretici güçle­ rını geliştirdikçe, yani yaşadıkça, bir­ birleriyle belirli ilişkiler geliştirdikleri­ ni", ve "ekonomik kategorilerin bu gerçek ilişkilerin soyut ifadelerinden ibaret ol­ duklarını" anlatır. Gelin görün ki, teorisyenimiz "iktisadi koşullar" adı al­ tında "metalaşmış işgücü "nü, "gelişmiş meta üretimi"ni vb. görüyor ama, iktisadi olayların canı ve kanı, eti ve kemiği olan ücretli işçiyle sermaye sahibi ka­ pitalisti, proletarya ile burjuvaziyi gör­ müyor. Onları görebilmemiz için bizi yeni bir adım atmaya, "ekonomik koşul" katın­ dan "toplumsal koşul" katına çıkmaya çağırıyor. Elbette biz, proletarya ile burjuvaziyi orada da belirli ilişkiler içinde görebiliriz. Fakat bunlar yalnızca, bu iki sınıfın iktisadi konum ve ilişkile­ rının siyasal, hukuksal ve ideolojik ifadelenişini gösterebilir bize. Hatta ba­ zen yanlış bir görüntü bile sunabilir bu alan. Örneğin orada onları kanun önünde eşit haklara sahip olarak da görebiliriz. Fakat gerisin geri alt kata, "ekonomik koşullar" katına, gerçek ve temel ilişki­ ler katına indiğimizde, bunun yalnızca bayağı, iki yüzlüce bir aldatma olduğunu anlarız. İktisat biliminin gelişmesine katkıda bulunmuş birkaçı hariç, -ki onlar da ancak kısmen-, Marks öncesinde, burjuva iktisatçıları iktisadi olayları sınıf iliş­ kileri dışında ele alır, öyle incelerler­ di. Bunların bir kısmı, iktisadi ilişkileri nesnelerin ilişkisi, Proudhon gibi idealist burjuva sosyalistleri ise, ölümsüz iktisadi kategorilerin, kavramların ilişkisi olarak görüyorlardı. Gerçek anlamda ilk defa Marks sayesindedir ki, ekonomi politik, nesneler ya da ölümsüz ekonomik kategori­ ler arasındaki ilişkileri değil, bunların gerisinde yaşayan gerçek ilişkileri, in­ sanlar arasındaki ilişkileri, bu ilişkile­ rin üretim ilişkileri şeklindeki biçimieni­ şini inceleyen gerçek bir bilim haline gelmiştir. Burjuva ekonomi politiği buna rağmen, üretimi teknik bir süreç olarak ele almaya ve onu insanlar arası ilişki­ ler yerine nesneler arası ilişkiler olarak incelemeye devam ediyorsa, bu yalnızca ekonomi politiğin sınıf niteliğini gösterir bize. Bize Marksist ma teryali st tarih anlayışını öğretmek il'ldiasıyla söze baş-

EKİM

7

layan teorisyenimiz, idealist yavanlıkla­ rıyla burjuva ekonomi politiğinin önyar­ gılarını tekrarlıyor. Bu bir tesadüf değildir. Bunun tesadüf olduğunu sanan­ lar, D.Sesi'nin Aralık 1983 tarihli 31.sa­ yısını açsınlar ve oradaki başyazıyı, kapitalizm koşullarında kapitalistlerin karını yok etmek türünden fabiancı yavanlıkları okusunlar. Yazar kahrama­ nımızın aynı kişi olduğunu belirtmeye, elbette ki, gerek yok. Daha önce, bu nedenle ona Olaf Palme Ekonomi Ödülü verilmiştil Yukarıdaki yavanlıklarıyla, o yeni bir burjuva ekonomi ödülünü çoktan hak etmiş bulunuyor. Yine de ola ki bazı kimseler bize bu ödül önerisinde hak vermekte tereddüt edebilirler. O halde, özellikle onlara sahnesini dikkatle sefaletin dördüncü izlemek düşüyor. Önce bir kere daha aynı sözleri birlikte dinleyelim: "H.Fırat, kapitalizmde sınıflar ve sınıflar arasındaki çelişkileri de iktisadi koşulların ("üretim tarzı "nın) içinde sayıyor. Sınıflar arasındaki çeliş­ kinin niteliğini ve sınıf farklılıklarını tabii ki, üretim tarzı, yani iktisadi koşullar belirler. Ama bunlar, "iktisadi koşullar içinde yer almaz. Bunlar toplum­ sal koşulun içinde yer alır." Böyle diyor teorisyenimiz. Fakat böyle demekle de, burjuva iktisat teorisinin en bayağı, en ikiyüzlü, en riyakar kuramı olan "bölüşüm kuramı"nın dayanaklarını tekrarlamış oluyor. Proudhon'dan Dühring'e, fabian sosya­ lizminden İsveç sosyalizmine, oradan bizim Ecevit halkçılığına kadar çok eski, çok yaygın ve proletaryanın devrimci sınıf savaşına bir ·hayli zararı olmuş baya;?;ı bir burjuva yalanı vardır. Buna göre sınıflar, sınıf farklılıkları, sınıf çelişkileri -bütün bu olgular, kapitalist toplumsal üretim sisteminin zorunlu ve kaçınılmaz unsurları değildir; bunlar, sonradan bölüşüm alanında (siz "toplum­ sal koşullar" anlayın! ) ortaya çıkarlar. Eğer akıllı ve iyiliksever yöneticiler ve politikacılar, bölüşüm mekanizmalarını adil bir şekilde ayarlarlarsa, kapitalist üretim sistemi aynı kalabilir; ama onun yarattı�ı sınıflar ve sınıf karşıtlıkları, ücret, vergi, fiyat vb. mekanİzmalarla giderebilir. En nihayet bunlar kapitalist üretim tarzının olmazsa olmaz unsurları değil, yalnızca onun "toplumsal koşulla­ ra" yansıyan sonuçlarıdır; onun tarafın­ dan belirlenseler bile, onun kendisi değildirler. Bütün bir burjuva reformizmi bu yalan üzerinde yükselir. Çok daha önce ütopik sosyalistler de böyle düşünmüşlerdi. Fakat onlarınki bir yanılgıydı, tarihsel bakımdan kaçınıl-


8

EKİM

Say ı : 4

m az , bu nedenle de hoşgörülebilir bir y anılgı . Ama Marks , materyalist tarih anlayışını geliştireli , ve kapitalist üre­ tim sürecini tahlil edeli beri , bu y alnız­ ca ikiy üzlü bir burjuva y alanıdı r . Artı -değer kavramı b ize kap italist üretim tarzının ozun u , temel y asasını verir . Sömürü , dolayısıyla sınıflar ve sınıf farklılıkları , teorisyenimizin s andı­ ğı gib i , üretim tarzı tarafından y aratı­ lan ayrı bir alanda değ il , bizzat bu üretim sürecinin kendi içinde gerçekleşir . Artı-değer sömürüsü b ize ücretli emek ve sermayeyi , proletarya ve burjuvaziyi verir . Ve bu salt iktisadi bir kategori­ dir . Sınıfl a rı n , sınıf farklılıklarının oluşumu ıçın ekonomik koşullar katından " toplumsal koşullar" k atına yükselrnek gerekmez ; somuru bu alt k atta cereyan eder , sınıflar , sınıf farklılıkları bu alt k atta oluşur . O üst katta , bu alt katta oluşmuş sınıfl arın başka ilişkileri y aşa­ n ı r . Bun a , bu iki sınıf arasındaki dişe diş mücadele de dahildir . Fakat proletar­ ya burjuvaziyi devirip , elinden siyasal iktidarı çekip almadan alt k attaki temel olaylar , y an i somuru , y an i sınıflar ve sınıf farklılıkları , bunun anlatımı olan uzlaşmaz çelişki oldu ğ u gibi devam eder . Bir toplumsal devrimle sonuçlanmadığ ı sürece , · üst k attaki olaylar , alt kattaki olayl arın temel niteliğini değ iştirmez ; Y alnızca niceliğ ini etkiler , ücretler arta­ b ilir , kar oranları azalab ilir, ama sınıf­ lar ve sınıf farklılıklarında ifadesini bulan temel ilişki olduğu gibi k alı r . Üst k atta gerçekleşecek en demokratik burjuva cumhuriyet i , burjuva ölçüler içinde en adil bölüşüm mekanizmaları bile , alt k attaki temel olayı , uzlaşmaz sınıfların varlığını ve bunlar arasındaki temel iktisadi ilişkiyi , sornur u ilişkisini , ser­ maye ve ücretli emek ilişkisin i , teorisye­ nimızın ifadesiyle "ekonomik koşull arı " değ iştirmez . Marksizm ile burj uv a sosyalizmi ve burjuva sendikalizmi arasındaki uçurum budur işte . Teorisyenimiz , sınıfl arı ve sınıf fark­ lılıklarını , "üretim tarzı "nın , toplumun ekonomik yapısının , toplumsal alt y apısı­ nın dışına atmakl a , Marksizm ile burj uva sosy alizmi arasındaki aşılmaz uçurum a , çürük bir köprü kurmaya k alkıyor . Üstelik bunu , Marksist tarihi materyalizmi bize izah etme iddiasındaki bir söylevde yap ıyor . Bu da mı b ir tesadüf? Mart 198 1 : Bize gerekli olan "Avru­ pa ı daki gibi b ir burjuva demokrasisi olacaktı r . " ! ( D . Sesi , sayı: 12, "Yeni Bir Aray ı ş mı?" ) Aralık 1983 : Kapitalizm kaldırılm adan d a , "vergi artırımı" yoluyla "komprador

burj uv aların karları ortadan kaldırılır" , hayat p ahallılığ ı giderilir ! ( D . Sesi , sayı: 3 1 , Başyazı ) Kasım 1984 : Sosy al-demokratlarl a , Ece­ vit DSP ı si yle demokratik hedefimiz ortak­ tır , farklılıklarımız "yöntem" alanında­ dır . Biz , " demokrasiyi elde etme yönte­ mindeki ayrılıkları durmadan eleştirece­ ğiz . Demokrasi tutarlı savunulmuyo r , yöntem yanlıştır denilerek demokrasi isteyenlerle ( E cevit DSP ı si ! ) ittifaka gir­ mernek . . . tehlikelidir . " ( Teorisyen imizin , "DSP Broşürü" diye b ilinen "Türkiye ı de Siyasi Durum" broşürü , S . 37-3 8 ) Ve Kasım 1987 : Arkası k açınılmaz olarak burjuva "bölüşüm kuram ı " n a v ara­ cak olan yukardaki ya vanlıklar . Burada bir tesadüf değil , burj u v a teorik ö nyargılarla dolu b ir kafanın , s ı k sık burj uva reformizmine kapı aralaması söz konusudu r . Yukarıda verilen kaynaklara dönüp b akılırsa görülecektir k i , sınıfları ve üretim sınıf tarzının farklılıklarını dışında gören yukarıdaki goruş , D . Se­ siın in 31 . sayısının başyazısında savu­ nulan fabian sosyalizmina mantıklı b ir teorik-felsefi temel oluşturuyor . Ve elbette k i , "Avrupaıdaki gibi b ir burj uva demok­ rasisi" de , bunun siyasal yönetim b içimi olacaktır . Tabii , b u durumda "yöntem farklılıkları "nı gidererek , burj uv a refor­ mistleriyle , bu ulvi ortak amaçlar için çalışmanın anlaşılmaz bir y anı da kal­ mayacaktır . Bir kere daha belirtelim k i , kimsenin öznel niyetlerini tartışmıyoruz . Teorisye­ nımızın niyeti belki bu değ il . Fakat teorik muhakemeler ve onun siyasal sonuç­ larının söz konusu edildiğ i yerde , "niyet" değerlendirme dışı tutulur . Bütün ünlü oportünistlerin ( Plehanov , Kautsky , Mar­ tav , Adler vb . ) hiçbiri kötü niyetli kişiler değ ildiler . Bu teorik setaletin b irinci perdesini k ap atmak ıçın son iki noktayı daha kısaca belirtmek gerekiyor . İlk i yuk arı­ daki "bölüşüm kuramı "nın bir b aşka teorik yönünü oluşturuyor . Hatırlanacağı gib i , y azarımızın temel tezi , sınıflar "üretim tarzı" içinde yer almaz , onun tarafından b ir ikincil ürün olarak yara­ tılırlar şeklinde . Bu idealist anlayış ve bazı siyasi sonuçları üzerinde duruldu . E kleyeceğimiz y anlızca şudur : Sınıflar , " üretim tarzı" tarafından değ il , üretici güçlerin gelişimi tarafından y aratılırlar . Sınıfların bizzat kendileri , " üretim tarzı "nın temel bir öğesi olan üretim ilişkilerinin temsilcileri ya da ifadesi durumundadırlar . Şu veya bu üretim tarzının , şu veya bu n itelikte oluşunu karakterize ederler . Sınıflar üretim tar­ zından ancak bir teorik soyutlama olarak


Ocak 1988 ayrı düşünülebilirler . Sermaye sahibi kapital isti çık ardı n mı , kap italist üretim tarzından geriye ne kalır? "Her şeyin p azar ıçın üretilmesi " vb . kalır şeklinde­ ki yavanl ı klar ancak çocukları eğlendi­ rir . Tarihsel olarak düşünüldüğ ünde insa­ nın toplumsal üretim süreci kesintisizdir . Bu kesintisizliğ in motoru , kerteli gelişen üretici güçlerdir . Üretici güçlerin geliş­ mesi tarih sahnesine sınıfları çı karı r , ve üretici güçleri gelişmesinin belirli temel evreleri , bu sınıfların belirli bir nitelik­ te olmasını belirler . Tarihsel sürecin belirli toplumsal evrelere , temel üretim tarzıarın a bölünmesi bu sayede gerçekle­ şir . "El değ irmeni size feodal bey l i toplumu verir ; buharlı değ irmen ise , sınai kapitalist toplumu " ( Marks ) . J. Wey­ demeyer ' e ünlü mektupta belirtilen b irinci nokta da zaten budu r . ( "Benim yeni olarak yaptığ ım: I - Sınıfların varlığının ancak üretiminin gelışimindeki belirli tarihsel evrelere bağ lı olduğ u . . . " ) . Teorisyenimiz kesintisiz olan iktisadi hareketi , insanın toplumsal üretim süreci­ ni , onun belirli b ir tarzı ( tartışmada , �apitalist üretim tarzı ) ile karıştırıyor . Ucretli işçiyle üretim araçları sahibi burj uvayı tarihsel iktisadi hareket y arat­ tı , " k ap italist !iretim tarzı" değ il . Kap i­ talist üretim tarzı bunların varlığ ını öngerektirir , ve bunların varlığ ıyla gerçekleşir gerçekleşmez , " ayakları üzeri­ ne doğrulur doğ rulmaz " ( Marks ) , ancak o zaman bu sınıfları , onların karşıtlığını geliştirir , yaya r , genelleştirir . Kapital ' in sekizinci kısmında " İlkel Birikim" başl ı ğ ı altında b ize başka ne anlatılır ki? ( "Bu nedenle , kapitalist sistemin yolunu açan süreç , emekçinin elinden üretim araçıarı­ nın sahipliğ ini alan süreçten başkası olamaz; bu süreç , b ir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür , öte y andan , dağ rudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür . İlkel birikim deni­ len şey , bu nedenle , üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka b ir şey değ ildir . İlkel olarak gorunur , çünkü , sermaye ve buna uygun düşen üretim tarzının tarih-öncesi aşama­ sını oluşturur . " s . 7 3 1 ) Ve son olarak : Marksist tarihi mater­ yalizm adı altında , bize sunulan bütün bu teorik-felsefi y avanlı klar , gerçekte , "ekonomik kriz" olgusu ve bunun devrimci sınıf taktiklerinin saptanmasında yeri ve rolü gibi somut bir sorundan kaynaklan­ dığ ı n a göre , sınıfları , sınıf ilişkilerini içermeyen "ekonomik koşullar"da , bu kri­ zin , neden ve nasıl yaşandı3ını anlatmak gibi çetin bir sorun. duruyor teorisyenimi­ zin önünde . Biz kapitalist ekonomik krizin temelinde , burj uva üretim ilişkileri , kapi-

EKİM

9

tal ist sınıfın sermaye tekeli y atıyor sanıyorduk . ·Teorisyenimiz , hayır , bunlar "ekonomik koşullar"a girmez , bunlar "top­ lumsal koşullar" içinde yer alır dediğ ine göre , bu "toplumsal koşulları " da üretim tarzı nın ötesinde bir şey olarak düşledi­ gıne göre , evet , bu durumda , geride duran "ekonomik koşullar" içinde , ekono­ mik krizin neden ve n asıl doğ duğunu açıklaması gerekiyor . B- BU TOPLUMLARDA DEGİŞKENLİ G İ "YARATAN" NEDİR? " Marksist düşünce Teorisyenimizin , sadece materyalizm değ ildir . Tarihi ma­ teryalizm ve diyalektik materyalizmdir" başl ı ğ ı altında söyledikleri henüz bitme­ di . Yazının gırışıne aktardığ ımız bölü­ mün hemen devamında ek şeyler söylüyor . Bir kere daha sözünü kesmeden dinliyo­ ruz: " Toplumlar durağ an değ il , değ işken­ dir . Bu değ işkenliğ i y aratan , sınıf farklılıkları ve sınıf çatışmasıdır . Sı­ nınararası çelişki , sınıflar mücadelesini yaratır . Bu çelişki uzlaşmaz karakterde ise , sınıflararası mücadele şiddeti içinde barındırı r . Sınıf mücadelesinin başladığ ı yer , toplumun nesnel değ il , öznel koşul­ larıdır ve siyaset alanına girer . ' Top­ lumsal hareket ' ten kastedilen siyasi hare­ kettir . H . Fı rat ' a göre siyaset , ' nesnel ' bir olgudur . " ( s . 30 ) H . Fırat ' a göre neyin n e oldu ğ u soru­ nunu şimdilik bir yana bırakalım , onu ayrıca göreceğ iz . Önce şu sözlere yen iden b akalım : "Toplumlar durağ an değ il , değ işkendir . Bu de�işkenliği yaratan , sınıf farklılık­ ları ve sınıf çatışmasıdır . " İlk bakışt a , doğru bir içerıg ın , üzerinde durmaya değmez kötü bir formü­ lasyonu gibi görünüyor . Ya da , Marksist-Leninist yazında , bizzat Marks ve Lenin ' in kendisinde , çok görülen türden , bilimsel bir gerçegın doğru bir formülasyonuna benzer bir izienim veri­ yor . Örneğ in , "şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi ( yani yazılı tarih ) , savaşımıarı sınıf tarihidir . " ( Mani­ festo ) , ya da , "devrimle r , tarihin lo­ komotifleridir" ( Fransa'da Sınıf Sava­ şımları ) , ya da , "modern dönem -burju­ vazının eksiksiz zaferi dönemi - sınıf mücadelesinin olayların itici gücü olduğu­ nu ( ) , daha b ir çarpıcılıkla göster­ mektedir" ( Lenin ) vb . gib i . Fakat bunun yanlış b ir görüntü ve izienim olduğ unu açıklıkla belirtelim . Bir kere , bu görüş bize , tarihin Marksist-materyalist anlayışı adına, bir genelierne olarak sunuluyor , bu b ir . Daha . . •

• • .


10

EKİM

Sayı : 4

önceki tartışmamızda ve bizzat kendi sözlerinden görmüş bulunduğumuz gib i , teorisyenimiz , "sınıfları v e sınıflar ara­ sındaki çelişkileri" , üretim tarzının dı­ ve üstünde , aslında , toplumsal şında üstyap ıdan b aşka bir şey olmayan b ir alanda görüyor , bu iki . Teorisyenimizin kendi anlayışına göre ve kendi orij inal terminoloj isinde , toplumsal hareket y al­ nızca siyasal harekettir ( sınıf mücadele­ sidir ) ve "öznel koşulları " anlatır , bu üç . Bu üçüncüsünün bir uzantısı olarak , ve daha sonra göreceğimiz gib i , teorisye­ nimize göre , " sınıf mücadelesinin kendisi insan iradesinin ürünüdür . . . Siy aset . . . insan bilincinin ürünüdür . İ nsan bilinci­ n in dışında siyasi süreç olmaz" ( s . 3 1 ) , bu da dört . Bu dört temel noktanın ışığında ele alındığında , teorisyenimizin formülü y al­ nızca idealist b ir saçmalıktır . Zira bu durumda , bu formüle göre , toplumsal değ işmeyi y aratan etkenler , insan bilinci­ ne ve iradesine tabi "öznel" etkenlerdir . Ona bu idealist içeriği k azandıran son üç noktayı burada bir y an a bırakalım . Bunlardan ikincisini daha önce ineeledik ; son ikisini ise , tartışmamızın daha ileriki bölümlerinde inceleme olan ağı bulacağı z . Biz burada y alnızc a , b ir an ıçın , sanki son üç nokta yokmuşçasına y u k arıdaki formülü ele alacağız . Teorisyenimizin kazandırdığı idealist içeriğin den arındırılsa bile , "toplumlar durağan değil değişkendir . Bu değişkenli­ ği yaratan , sınıf farklılıkları ve sınıf çatışması dır" genel formülü , tarihin Marksist materyalist anlayışı adına y ine de ileri sürülemezdi . Zira bu takdirde , Marksizm tarihsel gelişmeyi izah etmekte eksik ve yetersiz kalırdı . Bir zamanlar , ilkel toplumlarda ne " sınıf farklılıkları " , dolayısıyla ne de sınıf çatışmaları vardı . Fakat buna rağmen bu toplumlar durağ an k almadı , değ işt i . Bu değişkenlik kesintisiz olarak sürdü , insan toplumunu tarihin bir dizi evresinden geçirerek , bugüne getirdi . Ve bu gün , bizler , komünistler , sınıfların , dolayısıyla da sınıf çatışmalarının olma­ dığı b ir toplum için , geleceğin komünist toplumu için mücadele ediyoruz , ve bu­ günkü tarihsel toplumsal hareketin , sınıf­ ların ve sınıf çatışmalarının olmadığı geleceğin o komünist toplumuna kaçınıl­ maz olarak v aracağ ını da , bilimin saye­ sinde b iliyoruz . Pek i , sınıfları ve sınıf çatışmalarının olmadığı gelceğin o komü­ n ist toplumunda , toplum tarihsel hareketi y itirip durağ anlaşacak mı? Devrimci diY:a­ lektiğin temel hareket yasası olan çelış­ me , o toplumda olmayacak mı? Nitekim , burj uva ideologları , Marksist teorinin özü demek olan sınıf mücadelesi

teorisini gözden düşürmek için ucuz spekülasyonlara b aşvururlar , Marksist dünya görüşünün çelişkili ve tutarsız oldu ğ unu iddia ederler . Bir kalem sürçme­ sinden , b ir dikkatsiziikten başka bir şey olmayan bir kel ime atıarnası üzerine -ki buna sonra değineceğiz-, demagoj ik fırtı­ nalar koparan teorisyenimizin k endisi , Marksist matery alist tarih anlayışı adı­ na , burj uva ideologl arın a , Marksizmin sınıf mücadelesi teorisini gözden düşüre­ cek bir sürü formül sunuyor , bu aynı y azısında . O kimi yerde idealist iradeci­ liğ in doruğund a , kimi yerde mekanik ve kaba materyalizmin dipsiz çukurundadır . Bunun örneklerini çok gördük , ve daha çok göreceğiz . Daha önce b ir bölümü aktarılan tarihi "Önsöz"de sorunun kendisi çok açık konmuştur ; ve Marks , teorisyenimiz türün­ den idealistleri "değişmeyi y aratan " temel etkenin ne olduğu konusunda önemle uyarır . Her şeyden önce şunu belirtmek gere­ kir k i , Marksist dünya görüşü , toplumu ve toplumsal değ işimi bir bütün olarak k avrar . Toplumsal değişmeyi tek tek etkenlerle değil tüm etkenierin karşılıklı ilişkisi ve etkileşimi içinde , diyalektik birliği içinde kavrar . Fakat söze , "toplumlar durağ an değ il , değişkendir . Bu değişkenliğ i y aratan" şeklinde b aşlandı­ ğ ında , hiçbir gerçek Marksist , sozun devamını teorisyenimiz gibi getirmez . Z ira sınıf mücadelesinin kendisi , teorisyenimi­ zin sandığı gibi insan bilincinin değ il , toplumun maddi-iktisadi koşullarının ürü­ nüdür . Bu mücadelenin genel t arihsel yönü ve temel içeriği , insan bilinci tarafından değil , bu maddi-iktisadi ko­ şullarca belirlenir . Ve bu maddi-iktisadi koşullar d a , söz konusu olan sınıflı toplumlar olduğuna göre , sınıfları , uz­ laşmaz sınıf karşıtlıklarını içerir , ama onlara indirgenmez . " Toplumlar durağan değil , değişken­ dir . " Bu değ işkenliğ i " y aratan " temel unsur , son tahlilde , toplumsal üretim sürecidir . Bu nedenledir k i , bu değ işme , sınıfların ve dolayısıyla da sınıf çatış­ malarının bulunmadığı bir tarihsel evre­ de ( ilkel komünal toplumlar ) meydana geldiği gib i , sınıfların , sınıf çatışmala­ rının olmayacağ ı bir tarihsel evrede de ( geleceğin komünist toplumu) kesintisiz sürecektir . Toplumsal üretim süreci , çelişıneli bir süreçtir . Bu sürecin motoru , "en hareketli ve en devrimci unsuru " k erteli gelişen üretici güçlerdir . Üretici güçlerdeki . her temel değişim , er veya geç , mevcut üretim ilişkilerinde kendine uygun bir değ iş imi zorlar . Bu zorunluluk , üretim ilişkileri ile üretici güçlerin niteliğ i arasındaki


Ocak 1988 yasasında ekonomik uygunluk zorunlu ifadesini bulur . İ lkel toplumun bağrında gelişen üreti­ bir belirli gelişmelerinin güçler , ci evresinde , bu evreye uygun düşen üretim ilişkilerinin ifadesi olarak tarih sahnesi­ ne sınıfları çıkardılar . Üretici güçlerin bu gelişim i , toplumu , çıkarları b irbirine sınınara antagonist zıt tabana taban böldü . Çıkarların bu antagonizması sınıf çatışmalarına , toplumsal sınıfl ar arasın­ da uzlaşmaz mücadelelere yol açtı . İ şte o "şimdiye kadarki zamandan beridir k i , bütün toplumların tarih i , sınıf savaşım­ bu Fakat ( Manifesto ) t arihidir . " ları tarihsel gerçek b ize , değişmeyi "yaratan " eğer etkenden söz ettiğimiz her anda , Marksist isek , "bizim anlayışımıza göre , tarihin bütün çatışmalarının kökeni üre­ tici güçler ile ilişki tarzı arasındaki çelişkidir" ( Marks-Engels , Alman İ deolo­ j is i ) gerçeğini de , b ir an bile unuttur­ maz . Marksist tarih anlayışının materya­ mücadelesine Sınıf budur . temeli list yakl aşımların idealist ve materyalist temel ayrım çizgisi budur . toplumsal gelişmeyi göre , Marksizme nihai olarak belirleyen , üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişınedir . Bu çelişme , sınıflı toplumlarda , temel sınıf­ l ar arasındaki karşıtlıkta ifadesini bu­ lur . Örneğin k ap italist toplumd a , "toplum­ sal üretim ile k ap ital ist temellük arasın­ daki çelişk i , kendini proletary a-burj uvazi olarak karşıtlığı gösterir" ( Anti­ Dührin g ) . Toplumsal değişimin n ihai nede­ ni ve temeli olan bu çelişki , toplumun ba�rında uç veren sınıf mücadelesinin gerçek temelidir . Sınıflar mücadeles i , son tahlilde , bu çelişkinin besledi�i toplumsal değişim sorunu etrafı n da , bu değişimin hızlandırılması ile engellenmesi ya da hiç değilse yavaşlatılması sorunu etrafın­ da odaklaşır . Bu mücadele , eski üretim ilişkilerini yıkmakta çıkarı olan sınıf y a ilişkilerinin üretim bu sınıflada , da temsilcisi ve taşıyıcısı olan sınıf ya da Toplumun yaşanır . arasında sınıflar temelindeki çelişmenin maddi-ekonomik belirlediği devrimci sınıf mücadeles i , bu olur . aracı çelişmeyi çözmenin biricik Devrimler bu mücadelenin tepe noktaları­ dır ; değişim y anlısı sınıf ya da sınıfla­ rın , değ işim karşıtı sınıf y a da sın ıfla­ rı zor yoluyla devirmelerinde , ve böylece , önünü değişimin temelindeki toplumun açarak , ona bütün sonuçlarına varacak koşulları hazırlamalarında , bu değişmeye kazandırmalarında hız bir görülmedik ifadelerini bulurlar . Sınıf mücadelesinin tarihsel evrimin ve bu evrimin , gücü olmasını n , ıtıcı sıçramalı gelişmesini devrimlerde bulma­ sının özü ve esası budur . Toplumsal bir

EKİM

ll

devrimin maddi temeli , yeni üretici güç­ lerle eski üretim ilişkileri arasında en ve çelişme varmış derecesine yüksek çatışmadır . Devrimin amacı bu çelişme ve Bu çözmektir . yoluyla zor çatışmayı çözümü sağlamakla devrim , tarihsel evri­ me muazzam bir gelişme gücü ve hızı k azandırır . işte bu nedenle , " devrimler tarihin lokomotifieridir" . Özet olarak , toplumsal gelişmeyi n ihai olarak belirleyen üretici güçler ile üretim çelişme , arasındaki ilişkileri sınıflı arasındaki sınıflar temel toplumlarda , karşıtlıkta ifadesini bulur ve uzlaşmaz sınıf mücadelelerine yol açar , ve ancak zor yoluyl a , devrimle çözülür . evrımın tarihsel y alnızca bu Ama sınıflı toplumlar dönemine özgüdür . Gele­ ceğin komünist toplumunda sınıf karşıt­ lıkları ve mücadelesi olmayacaktır ama , bu söz konusu çelişme toplumsal evrimin temeli olarak y ine var olacaktır. Zorunlu­ dünyasın a özgürlük dünyasından luk süreci üretim toplumsal ve sıçramış kurmuş , egemenli� ini b ilinçli üzerinde eşit ve özgür üreticilerden oluşan gelece­ ğin komünist toplum u , üretici güçlerdeki gelişmeyi sürekli izleyerek , kendi üretim değişimi her buna uygun ilişkilerinde seferinde bilinçli olarak gerçekleştirecek­ tir . Bu nedenle de , bu çelişmenin y arat­ barışçıl ve hep toplumsal evrim tığ ı bilinçli olacaktır . ilişkileri üretim ile güçler Üretici arasındaki çelişmenin , sınıflı toplumlarda sınıf karşıtlıklarında ifade bulması ile , sürekli açısından tarihi toplum onun n iteliğini b irbirine karıştıran , ve sınıf k arşıtlıkları kalkacak diye bu çelişmenin de yok alacağın sanan Buharin'e , Lenin'­ in söyledikleri şunlardır: " Tamamen y an­ lış . Aykırılık (sınıf aykırılığı- H . F . ) asla aynı şeyler değildir . ve çe lişme _ birincisi yok olacak , fakat Sosy;:ılızmde (Aktaran : Georges kal acaktır . " ikincisi Gogn iot ) D . Sesi'nin teorisyen y azarının formü­ goruşune çok benziyor . Buharin' in lü, İ lginç olan bunun tek benzerlik olmaması­ dır . Örne� in Buharin de , tıpkı teorisye­ n imiz gib i , toplumsal üretim sürecini salt üretim indirgiyor , sürece bir teknik ilişkilerinin varlığını ve bu ilişkilerin toplumsal ekonomik temeli oluşturduğunu unutuyordu (Stalin , Son Yazılar ) . Buha­ rin ' e haksızlık etmemek ve onu b izim çapsız teorisyenimizle aynı düzeye düşür­ mernek için belirtmek gerekiyor ; Buharin bu yanlışlığı , yanlızca sosyalist toplum için y apıyordu . Çelişmenin ortadan kalk­ tığın ı düşünmesi de bundandı . Ayrıca , sınıfları ve sınıf karşıtlıklarını üretim şeklindeki , düşünmek dışında tarzının has idealist y avanlıklar teorisyenimize


12

EKİM

Sayı : 4

d a , elbette Buharin çapında bir teorisyen de yoktu , olamazdı . Teorisyenimiz , " ' toplumsal hareket ' ten kastedilen siyasi harekettir" buyuruyor . Öyle mi dersiniz? Öyle olup olmadığ ını daha sonra birl ikte göreceğ iz . C- PAS İFiZMiN TEORiSi NASIL YAP I L I R ? Teorisyenimizin , daha doğ rusu bu aynı siy asal gruba mensup teorisyenlerimizin , kötü bir alışkanlı ğ ı v ar . Siy asal hasım­ l arının ya da ideoloj ik tartışmalarda muhatap aldıkları kişilerin görüşlerini eleştirrnek yerine , çoğu kere keyfi olarak onlara mal ettikleri düşünceleri eleştirir­ ler . Bu alışkanlık aynı zamanda b ir " yöntem " dir de . Önce kafanda bazı hayali düşünceler y aratırsın , sonra bunları tırnak içine alarak muhatabının görüşleri ol arak sunarsı n , ve sonra da , kendi imalatın olan bu görüşlere very ansın edersin ! Şimdiki teorisyen muhatabımız , bu kötü alışkanlığı ifrata v ardırıyor . Beş sayfalık y azısında y alnızca bir yerde benim görüşlerimi doğru aktarıyor . Fakat eleştirrnek için y aptığ ı bu biricik doğru aktarm ad a , saldırdığ ı görüşlerin bana değ il , Lenin 'e ve Stalin ' e ait olduğ unu , y an i teorisyenımızın baltayı t aşa vurduğun u görmek ıçın biraz daha sabredelim . Teorisyenimizin yöntemi üzeri­ ne daha sonra da söyleyeceklerimiz ola­ cak . Şimdilik şu kadarını belirtelim k i , bu y alnızca acizlik tir . Zira bu , kişinin , k arşısındakinin gerçek düşünceleri karşı­ sı nda çaresiz olduğ unu , onlarla sav aşa­ madığ ını , bu nedenle de y ap ay , kendi çapsızlığ ı na uygu n , bizzat kendi imalatı görüşleri kendine hedef seçtiğ ini gösterir . Bu acizlik ürünü davranışın aynı zaman­ da , b ir ideoloj ik mücadele ahlakı yoksun­ luğ u , dosdoğ ru söylemek gerekirse , siya­ sal ahlaksızlık olduğ unu da eklemek gerekiyor . Şöyle b ir düşünün ; önünüzde bir y azı var . " İ stikrar olanaklı mıdı r ? " b aşlığ ını taşıyan bu y azı (E kim , Sayı : 2 , Kasım 87 ) , boydan boy a , başlık haline getiril­ miş bu soruyu tartışıyor . Ve Türkiye ' de , sermaye düzeninin istediğ i , umut ettiğ i istikrarı bulamayacağ ını , nesnel koşulla­ rın , olayların nesnel akışının ülkeyi bir devrimci bunalıma hazırland1ğ ını , daha şimdiden bunun bir dizi belirtisinin ortaya çıktığ ı n ı , y azısının ana fikri olarak işliyor . "Siy asal Cephede Durum" arabaşl ı ğ ı altında , şunl arı da söylüyor : " B u durum­ da çatışma kaçınılmazdır . . . yığ ınlardaki sessizlik de tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır . Bütün bunlar siy asal bunalımı daha geniş bir temel üzerinde yeniden

üretmektedir . Ve yakın gelecekte 12 Eylül öncesi dönemden çok daha şiddetli , çok daha geniş ve derin y aşanacak b ir siy asal bunalımın bir çok öğ esi daha _ şimdiden belirginleşmiştir . Işçi sınıfı saflarındaki derin hoşnutsuzluk ve ortay a çıkan ilk kıpırdanışlar , Kürt halkının belirginleşen ulusal istemleri , Kürdis­ tan ' daki silahlı mücadel e , öğrenci gençli­ gın huzursuzluğ u , siyasal tutukluların direnişleri ve toplumdaki y ankıları , hal­ kın güçlenen demokratik istemleri , anaya­ sa tartışmaları " Ve y azı , "öte y andan da" diyerek karşı-devrim cephesin i , deva­ mında ise , bölgesel ve uluslararası çeşitli etkenleri sıralıyor ve tartışıyor . Sonra y azının n- " Komünistlerin Görev­ leri" şeklindeki üçüncü arabaşlığı geli­ yor . Bu başlık aynen şu cümleler le başlı­ yor : "Yukardan beri söylenenler her devrimeiyi ıyımser kılacak b ir tabioyu oluşturuyor . Öyledir ; Türkiye k ap italizmi­ n in y aşadı ğ ı köklü ve çözümsüz sorunla­ ra, burj uvazinin siy asal açmazları n a , işçi hareketinde ki ilk gelişmelere ve Kürt halkının dtşa vurmaya b aşlayan b irikmiş öfkesin e bakıp iyimser olmamak için hiçbir neden yoktur . " Yazının burasınd a , devrimin nesnel koşullar ı ile öznel koşullar ı arasında ki bağıntıy a , Marksist-Leninis t devrim teori­ sının evrensel değer taşıyan bu en canalıcı sorununa sıra geldiğ inde , bu konud a , Lenin ve Stalin ' in içiçe olan görüşleri ni aktarmak için şöyle bir bağ­ lantı cümlesi kuruluyo r : "Ne v ar k i , devrimin kendiliğ inden gelmeyeceğ i , onu adım adı m , santim santim hazırlayı p kazanmak gerektiği ni Marksizm hep vurgu­ lamıştır : ' Devrimin zaferi hiçbir zaman kendiliğ inden gelmez . Onu hazırlama k ve ele geçirmek , kazanmak gerekir . Ve onu hazırlayab ilecek ve kazan abilecek olan da yanlı z , devrimci bir proletarya p artisi­ dir . . . ' Stalin ve Lenin ' den y apılan bu içiçe alıntı koca bir sayfa olarak sürü­ yor . İşte burad a , Stalin ve Lenin ' e sozu bı rakmak amacıyla kurulan , ve gerçekte , Stalin ' in ilk iki cümlesinin tekranndan b aşka b ir şey olmayan b ağ l antı cümlesin­ deki kalem sürçmesi ("devrimin zaferinin kendiliğ inden gelmeyeceğ i" yerine , " devri­ min kendiliğ inden gelmeyeceğ i " ifadesi ) üzerine , teorisyenimiz , beni tahrifatçılık­ l a suçluyor . İ y i ama benimki y anlızca b ir giriş cümles i , ardından Lenin ' in ve Stalin ' in görüşleri tam sayfa halinde veril iyor; hiç böyle tahrifat görülmüş müdür? Öte y andan , " İ kt isadi-sosyal-s iya­ sal dinamiklerin Türkiye ' yi devrimci bir bunalıma hazırladığ ı " (s . 22 ) fikri , benim y azıının temel fikri . Bunu anlamak için • • .


Ocak 1988 yeterli . olmak okuyucu bir ortalama devrimin "öznel" ve " nesnel" Geriye , koşulları kavramları kalıyor . Teorisyeni­ mizin bu kavramlardan hiçbir şey anlamadığ ını ayrıca göreceğ iz . Fakat o beni y anlızca tahrifatçılıkla aynen öneml isi , daha suçlaınıyar , da şunları söylüyor : "H . Fı rat , işçi ve emek­ çiler henüz bunlardan çok uzak olduğ u ' y akın b ir dönemde ' şiddetli b ir ıçın , çatışmaya girilmesini beklememek gerekti­ yeniden Oysa kesiyor" . abkamını ği okuyalım , bakalım ne diyor H . Fırat : "Bu durumda çatışma k açınılmazdır . . . Bütün bunlar siyasal bunalımı daha geniş bir temelde yeniden üretmektedir . Ve yakın gelecekte 12 Eylül öncesi dönemden çok daha şiddetli , çok daha geniş ve derin y aşan acak bir siy asal bunalımın bir çok öğesi daha şimdiden belirginleşmiştir . " H . Fı rat ' ı n y azısının ana fikri , H . Fı­ rat ' a k arşı kullanılıyor ve bunun adı da Ve en iyi , ideoloj ik mücadele oluyor . TDKP ' lilerin tanıdığ ı bu " köylü" kafalı DSP kuyrukçusu , kalkıp devrimcileri p asi­ fizmin teorisini y apmakla suçluyor . açmazlarının burjuvazinin H . Fırat , yanısıra , işçi hareketinde , Kürt ulusal hareketindeki og ren ci ve hareketinde , gelişmeleri örnek gösterip , her devrimeiyi iyimser kılacak olgulara p armak basarak , komünistleri ve devrimcileri "zor"u b aşar­ gerisinde hareketinin k itlelerin may a , kalmayara k , devrimin zaferini hazırlama­ "p asifizmin adı Bunun çağ ı rıyor . ya teorisi" oluyor . Fakat teorisyenimizin sözü edilen y azısında yer alan , k itle hareketi­ tabandaki birikim ve gelişmelerin n in , nabzını k aybetmenin göstergesi şu subjek­ tif y aveler " aktivizmin teorisi" oluyor , dinleyelim : "Yasal grevierin y ay gınlaşma­ sı ve grev tehditleri , işçilerin ücretlerini Böylece artırdı . haklarını sosyal ve ıçın mücadeleler çetin daha işçilerde birikmiş olan potansiyeli eritıneye b aşla­ dı . " ( D . Sesi , sayı 59, s . 28 ) P asitizmin teorisi asıl böyle y ap ılır ! İşçilerin ücretlerinin ve sosyal hakları­ nın arttığ ını ve böylece onların sukünete işçileri satan Türk­ bugün , � irdiğ ini , ağ aları b ile ileri sendika hain Iş ' in süremiyar , ama dünün bu DSP kuyrukçusu ileri sürebiliyor . İ şçiler bir takım haklar teorisyenimize göre , sakinleştiğ ine alıp de , son yedi y ıldır y aptığ ını y apmak , kollarını kavuşturup beklemek kalıyor . Teorisyenimiz p asifizmin teorısını ilk kez y apmıyor . O daha önce de , y ı ğınlar­ daki hoşnutsuzluğun bir devrimci kıpır­ danışı mayaladığ ı , işçi sınıfının hoşnut­ suzluğ unun ilk belirtileriyle ortaya çıktı­ ğı b ir dönemde de ( 1984 sonu ) , "toplum "faşizmin kitle temeli sağ a k aymıştır" , vb . oturmuştur" " rej im genişlemiştir" ,

EKİM

13

b ilimsel olmayan gerici görüşleriyle p asi­ Kasım ( Bkz . teorisini yapmıştı . fizmin 1984 tarihli DSP broşürü ) . Kendi umutsuz­ inançsızlığının yığ ınlara ve luğ unun ifadesi bu gerici teorilerin siyasal sonuç­ DSP kuyrukçuluğ unu teorize onu ları , etmeye götürmüştil . Bugün , dünkü refor­ mist dalkavuklarının b ile "yeni Feyzioğ ­ lu" diyerek aşırı gerıcı düzen y anlısı davranışıarına p armak bastı ğ ı Ecevit ve DSP ' si hakkında b akın teorisyenimiz daha önceleri neler diyordu : "Demek k i , burju­ v a demokrasisinden yana olmak , demokra­ si düşmanı faşizm ve gericiliğ i tasfiye edip demokratik hak ve özgürlüklerin fiili olarak kazanılmasına bağlıdı r . " "Ecevit ve çevresi 12 Eylül darbesi anlamaya gerçeğ i bu kısmen sonucu b aşladılar . ' Demokrası tepeden inme ve aşağ ıdan yukarıya elde edilir ' rilmez , " çalışılıyor savunulmay a görüşleri ( s . 33 ) " F aşizmi ' dönüşürncü ' ( bu söz reformİst dememeye özen gösterildiğ i için kullanılı­ yor . H . F . ) yollarla tasfiye etmeye amaç­ layanların bu y anılgıların a rağ men on­ konusunda savunma demokrasiyi larla b irleşeb iliriz . Bundan ötürü henüz kurul ma aşamasında olan DSP hareketine karşı ilgisiz kalmamalıyı z . Demokrasi talebi n i savunma konusunda b irlikte hareket etme n in yollarını aramalıyız . " ( s . 63 , abç . ) Ecevit ' in reformıst demagoj ilerinin bu reformİst tasfiyeci y ankıları , "Türkiye ' de Siyasi Durum" başlıklı ve TDKP-MK imza­ lı , çıkma k aleminden teorisyenimizin broşürde yer alıyor . Küçük-burj uva popülizmi ve onun dev­ rim teorisi , uygun koşullarda teslimiyetİn ve burj uv a kuyrukçuluğ unun teorisine , ve işte programın a , "burj uv a demokrasisi" böyle dönüşür . Bu durum , öteki teorisye­ nin , Z . E krem ' in dikkatine özellikle sunu­ lur . Geçmeden şunu da ekleyelim , yukarıda adı geçen broşürde , bir y andan Ecevit ' e b u demokrasi savaşçısı p ayeleri b içilir­ y ürüttüğ ü PKK ' nın y andan öte ken , gerilla mücadeles i , " Türkiye Kürdistan ı ' ­ ndaki provakasyon" hareketi diye k arala­ nıyordu . Bugün , kendi tabanın a , kamuo­ yun a , yığ ınlara hiçbir açıklama y apılma­ aynı tornistanla , bir oportünist dan , hareketin övgüsü y apılıyor . ( D . Sesi , sayı 58) Ya " Leninist siyasal ciddiyet " ? Ama o küçük-burj uva popülizmine özgü değ il k i ! "p asifizmin söylediklerimiz , Burada teorisi n asıl y apılır" sorusun a , y alnızca P asifizmin n iteliğ inde . giriş ilk bir teorisinin nasıl y ap ıldığ ını , biz asıl , öznel ve nesnel süreçler , kendiliğ inden sınıf ve önderlik , hareket ve bilin ç , devrimin nesnel ve öznel koşulları vb . . . •


14

Ei< İ M

Sayı : 4

sorunları , teorisyenimizin bu sorunlarla ilgili görüşlerini ele alırken göreceğ iz . D-- S İYASAL SÜREÇLER ÖZNEL SÜREÇLER MİDİR? Teorisyenimizin teorik yavanlıklarını incelerneyi sürdürüyoruz . Yeni aktarmayı , sözlerinin bütünlüğü kaybolmasın diye , daha önce yaptığımız cümlelerini yineleyerek son aktarmanın y apı yoruz : "Sınıflar mücadelesinin b aşladı ğı yer , toplumun nesnel değil , öznel koşullarıdır ' Toplumsal girer . alanına siy aset ve hareket ' ten k astedilen siyasi harekettir . H . Fı rat ' a göre siy aset ' nesnel ' b ir olgu­ ' Toplumsal hareketin nesnel yon u dur : yalnızca , onun ekonomik temeli değildir . Toplumda süren sınıf çatışmaları , prole­ sını fların emekçi diğer ve taryanın kendiliğinden hareketleri vb . bunlar da bağımsız , iradesinden insan hareketin nesnel göre gelişen y asalarına belirli buyuruyo r diye oluşturur ' y anını ( s . 30 ) . Ve bir örnekle devam H . Fırat" ediyor teorisyenimiz : "Yan i , burjuvaziye k arşı ücret talebiyle greve giden işçinin eyleminin , onun mevcut bilincinden ba­ ğı msız oluştuğunu söyleyebiliyor . " Aradan geçen 90 seneye rağmen , yine o ünlü " grevci işçi" örneği ! Tüm ekono­ kafası , kuyrukçularının ve mistlerin demek k i , örnekler verirken bile , ayn ı şekilde çalış ı yor . Tıpkı popülist devrim ve p arti anlay ı şını hakl ı göstermek için , TKP-ML Hareketi yöneticileriyle Z . E krem ' ­ in , birbirinden b ağımsız ve habersiz şu aynı "Arnavutluk" örneğini kullanmaları sınıf ve hareket Kendiliğinden gib i . ünlü bu tartışırken , sorununu bilinci " grevci işçi" örneğini ele alma olanağı bulacağı z . şimdi teorisyenimize dönelim ve Biz onu biraz daha dinleyelim : " İ şçi sınıfın ı n kendiliğinden mücade­ lesinin komünist p artisinin iradesi dışın­ ve ondan b ağımsız olarak ortaya da çı kması , onun bir nesnel olgu olduğunu göstermez . " " ' Bu iktisadi temel üzerinde oluşan s ı n ı f mücadeleleri , siyasi süreçler , kendi­ liğinden sın ıf hareketleri vb . de tek tek sın ıfların iradesinden bağımsız nesnel toplumsal H . Fı rat , diyen süreçlerdir ' olarak öznel olan koşulları , nesnel süre­ cin içine sokabiliyor . " ( s . 3 1 ) Umarı z , teorisyenimizin k el arnı yeterli açı klı kta anlaşılmıştı r . O halde şimdi sıra bizde . Stalin ' in "Stratej i ve Taktik" isimli , b ir dizi makaleden oluşan , derleme bir kitabı var. Gerçi revizyonistler , Troçkist­ ler ve , 12 Eylül döneminin ürünü yeni

Kautskistler öyle düşünmezler ama , bütün Marksistler ve gerçek devrimciler bilirler söz sorunları taktik ve stratej i ki, konusu olduğunda ilk başvurulacak eser­ lerden biridir bu kitap . "köylü" yazan eğer çalakalem Kişi de , değil teori kalpazanı bir kafalı asgari sorumluluk sahibi bir devrimciyse , stratej i ve taktik sorunlarıyla , devrimci proletarya hareketinin önderlik sorunla­ rıyla ilgili bir tartı şmada , mutlaka döner bu kitaba yeniden bir bakar . Ve baktı­ ğında , orada , " Temel Görüşler" arabaşlı­ ğı altında aynen şu sözlerle karşılaşı r : "Siy asal strateji de , tıpkı taktik gibi işçi hareketiyle ilgilenir . Ama işçi hare­ keti iki unsurdan oluşur : Nesnel ya da da ya öznel ve unsur kendiliğinden kendiliğinden Nesnel , unsur . bilinçli unsur proletary anın bilinç li ve yönlendi­ rici iradesinden bağımsız olarak oluşan süreçler grubudur. ( abç . ) Ulkenin ekono­ mik gelişmes i , eski iktidarın p arçalana­ dağı lması , rak ve onun proletaryanın çevresindeki sınıfları n kendiliğinden ha­ sı n ı fların reketleri , vb . çatışmaları ( abç . ) , tüm bunlar , gelişmeleri , proletary anın iradesine b ağlı olmayan olgular­ . I şte hareketin nesnel ( abç ) yanı dı r ; budur . Stratej inin bu süreçlerle bir ilgisi yoktur ; çünkü bunları ne durdurabilir ne de değiştirebili r , y alnızca gözönüne ala­ " bilir ve onlardan hareket edebilir "Ama hareketin bir de öznel , bilinçli y anı vardı r . Hareketin öznel yan ı , hareketin kendiliğinden süreçlerinin işçi• . .

lerin bilincine y ansımasıdı r ; proletarya­ nın belirli bir hedefe yönelik bilinçli ve planl ı hareketidir ( abç . ) . Hareketin bu yanı esası nda , onun nesnel yanından farklı olarak tümüyle stratej i ve taktiğin belirleyici etkisine tabi olmas ı yla bizi ilgilendirmektedi r . . . " ( Stratej i ve Taktik , Yıldız Yayı nevi , s . 4 1 ) Demek k i , H . Fırat değil , Stalin "buyu­ ruyor" . Bu , teorisyenimizin baltay ı taşa vurduğunun resmidir . Böylece H . Fı rat ' ı sözlerin , bütün o bay ağı alan hedef gerçek hedefi Stalin ve , az sonra kanıt­ larıyla göreceğimiz gib i , Lenin ' in kendisi olmaktadı r . Stalin , yukarı ya aktarılan görüşleri­ nin girişinde , şu alçakgönüllü açıklamayı y apar: "Bununla birlikte , bu yazı n ı n , R u s Parti basınında yönetici yoldaşları­ mızın bir çok kez söyledikleriyle kı y as­ lanınca yeni bir şey koymak iddias ında olmadı ğını söylemeyi de gerekli görüyo­ Lenin yoldaşı n temel yazı , Bu rum . görüşlerinin ( abç . ) kı saltı lmış ve şematik bir açıklaması dır . " ( s . 40-4 1 ) mudur? doğru sözleri bu Stalin ' in Lenin ' in "temel görüşlerini " mi Stalin , özetlemiştir? Kendi katkısını alçakgönül-

_


Ocak 1988 lüce bir yana bı raktı ğın ı unutmamak kaydıyla , Stalin ' in söyledikleri kuşkusuz bütünüyle doğrudur . Kaldı ki , bu yazı , zaten Lenin ' in sağlı ğı nda , Mart 1923 ' te , p arti organı Pravda 1 da yay ı nlanm ı ştır . Aslında bu açı klamalar gereksiz . Lenin ' i anlamı ş herkes , Stalin ' in , Lenin ' ­ in "temel görüşlerini" esas aldı ğı nı bilir . Lenin ' in bir çok temel eseri , doğrudan devrim y asalarını tartışı r . Bunlardan ikisinde , " İkinci Enternasyonalin Çöküşü" mak alesi ile " ' Sol ' Komünizm Bir Çocukluk Hastalı ğ ı " kitabında , "devrim konusunda­ ki Marksist görüşler" in en özlü b ir anlatımı da yer almaktadı r . Bizim teorisyen geçinen hamkafa , Leninist değil popülist olduğu ıçın , Lenin ' den hiçbir şey anlamamıştı r ; ve bu nedenle , yukarı da H . Fı rat ' a k arşı söy­ lenenlere aynen şöyle devam eder : "Oysa , nesnel olgular tarafından belirlenen sını f kendisi iradesinin mücadelesinin insan ürünüdür . Siyasi sürecin nesnel olduğunu söylemek ise , başlı başı na bir acaiplik tir . " ( s . 3 1 , abç . ) Teorisyenimizin , toplumsal altyap ı ve toplumsal üstyapı kavramlar ı ndan bir şey anlamadığı m daha önce görmüştük . Şimdi de onun , nesnel ve öznel k avramlarından bir şey anlamamı ş , onlar ı , altyapı ve üstyapı kavramları ile kar ı ştı rm ı ş oldu­ ğunu görüyoruz . O bu kavramları izafi değil , mutlak sanı yor . Şimdilik .konuyu dağıtmamak için , bu tart ı şmayı bir başka ara başl ı ğ a erteliyoruz . Siyasal süreçlerin nesnel olup olma­ d ı ğı n ı anlamak için , Lenin ' e bakalı m . _ Lenin ' i n " I k inci Enternasyonalin Çökü­ şü" makalesini bir çok kimse bilir . Bu makalenin bir yerinde , Lenin sözü " dev­ rimci durum" sorununa getirir ve devrimci durumun " üç ana belirtisi"ni bize sıra­ lar . O , ekonomik krize değinıneye gerek bile görmez ; asıl vurguladı ğı bu temel üzerinde meydana gelen sın ıf hareketleri da siyasal süreçlerdir . "Üç ana ya belirti " , "yukarı daki" ve " aşağıdaki" konum ve davran ışlar ı ndaki sını fların değişmelerdi r . Lenin bu değişmeleri aynen şöyle tanımlar : " Yalnızca tek tek grupların ve değil , ayrı ayrı sı nıfl arın p artilerin iradesinden de bağımsız olan bu nesnel değişmeler olmaksızın , genel kural olarak bir devrim olanaksızdı r . Bu nesnel değişikliklerin hepsine birden , devrim durumu denilmektedir . " Teorisyenimiz tarafından suçlanan H . Fı rat ' ı n sözleri ise , aynen şöyle : "Bu iktisadi temel üzerinde oluşan sınıf mücadeleleri , siyasi süreçler , kendiliğin­ den sı nı f hareketleri vb . de tek tek grupları n , p artilerin ve tek tek sın ı fla­ iliilradesınden bağımsız nesnel süreçler

EKİM

15

dir . " ( Küçük-Burj uva Popülizmi ve Prole­ ter Sosyalizmi , s . 13 5 ) Peki , teorisyenimizin kendi y arg ı s ı nas ı ld ı : "Oys a , nesnel olgular taraf ı ndan kendisi mücadelesinin s ını f belirlenen insan iradesinin ürünüdür . Siyasi sürecin nesnel oldu - unu söylemek ise , ba lı ba ı na bir acaipliktir . " ( D . Sesi , sayı : 59 , s . 3 1 Kişi kendi kafası almı yor diye bilim­ sel bir gerçeğe , "başlıbaşına bir acaip­ liktir" diyerek karşı çıkmaz . Zira cahil­ liğin kanıt olamayacağı , Spinoza ' dan beri say ı s ı z kere tekrarlanmı ştı r . Bilimsel bir tartışmada , "bilinç " , " irade " , "siyaset" vb . temel kavramla r , kendi teorik-felsefi içerikleriyle değil de , sok aktaki adamın kavrayışıyla ele alını rlars a , elbette süreçlerin nesnelliği , kişiye siyasal "başlıbaşın a bir acaiplik " gibi gorunur . Örneğin , öyle y a , halk k itleleri sandık başına gidere k , kendi "bilinç"leri ve " irade "leriyle siyasal bir olay a , seçime ve bu "bilinçli" ve katı lmışlardı r , " iradi" katılım şu veya bu gerici p artiyi iktidar y apmıştı r ! Bu durumda , " halkımız siyasal tercihiyle , kendi bizi kendi iradesiyle iktidar yapmıştır" diyen gerici liderler demagoj i yapmıyor , gerçeği söy­ lüyorlardı r ı Sokaktaki adamın kavramları kişiyi işte böyle , burj uva y alanların ı n onayla­ durumuna düşürür . Lenin , işte yıcısı böylesi kuyrukçu hamkafaları , beyler , "bilinç vardır , bilinç vardır" , " siyaset vard ı r , siyaset vardır" , " irade vardı r , irade vardır" diye sayıs ı z defa uy armış­ t ır . Öyle durumlar olur k i , işçilerin mücadelesi burj uv aziye karşı çok sert biçimler bile alabilir , fakat bu eylemlerin kendisi belirli bir bilinçlenmeyi ifade etse bile , işçilerin bilinci en genel planda burj uva bilincin sın ı rlar ı içinde k alı r . Anarko-Sendikalizm denilen akım , bunun bir çok örneğini sunar . Farklı bir örnek , bizim en militan ve en k itlesel işçi hareketimiz olan 1 5- 1 6 Haziran eyle­ midir . işçiler tankların üzerine yürüdüler değil , ama , ellerinde kızıl bayraklar Türk bayrakları vardı . Bu nedenle biz , bu işçi eylemini şanl ı olarak değerlendir­ mekle birlikte , onun kendiliğinden bir eylem olduğunu bir an bile unutmayı z . Teorisyenimiz , nesnel , öznel , bilinç , ira­ de , kendiliğinden hareket vb . kavramlar­ da , ekonomist ve kuyrukçu bir konumda­ dı r . Bunu ayrıntılar ı yla göreceğiz . Biz yine Lenin ' e dönelim . Yukarı d a , Lenin ' den , H . Fı rat ' tan v e teorisyenimiz­ aktarmalar ı n en den peşpeşe yap ılm ış açı k ve en özet sonucu şudur : Teorisyeni­ miz bir kere daha baltayı taşa vurmuş­ tur ; H . Fı rat , Lenin ' in izindedir ; teorisye­ nımız ise , yalnı zca iradeci-idealist bir şarlatandı r. Teorisyen geçinen bu kişi ,


16

EKİM

Sayı : 4

öylesine bir kafa karışıklığı içindedir ki , y azısının girişinde , bir kalem sürç­ mesini bahane ederek , rrıuhatab ını haksız yere devrimi "öznel" bir olay olarak görmekle , yani iradecilikle suçlar . Ama y alnızca dört sayfa ötede , devrim denilen olay ı n , siyasal mücadelenin en yoğunlaş­ mış ifadesinden b aşka bir şey olmad ı ğı siyasal sürecin gerçeğini unutarak , "nesnel" değil , "öznel" olduğunu iddia eder , ve aynı muhatabı nı , bu aynı konuda , fakat bu sefer tersten , siyasal süreçleri nesnel görmekle suçlar . O öylesine sığ ve metafizik bir mantı ğa sahiptir ki, toplumsal hareketi siyasal harekete indirge r . Siyasal hareke­ ti ise , bilinçli harekete , y ani "öznel etken"e indirger . Bunu da , toplumsal değişmeyi " y aratan" etken olarak gorur . Böylece Marksizm adına , "toplumun iktisa­ di biçimlenişinin evrimini doğal tarihin bir süreci olarak gören benim görüşüm" ( Marks , Kapital ı e Önsöz ) şeklindeki Marksist tarih görüşü güme gide r . Toplumsal süreçler siyasal süreçlere indirgenemez , siyasal süreçleri içerir . Siyasal süreçler qznel süreçlere indirgen­ mez , öznel süreçleri içer i r . Bunları anlayabilmek için , her şeyden önce biraz olsun diyalektik bilrnek gerekiyor . Fakat bu k adar ı yetmez , ek olarak idealist değil , diyalektik-materyalist bir konumda olmak da gerekiyo r . Devrimci durumu ortaya çıkaran nesnel siy asal süreçleri özetleyen Lenin devam ediyor : "Bir devrim , ancak , yukarıda sayılan nesnel değişmelerin y an ı sıra değişme de olurs a , yan i , bir öznel bunalımlı dönemlerde bile zorlanmadı ğı taktirde ı devrilmeyen ı eski hükümeti yıkacak ( ya da uzaklaştı racak ) güçte bir devrimci sınıfın yı ğı n eylemi y apmaya gücü yetmesi halinde meydana gelir . " Devrim üzerine bu aynı görüşlerin yeniden işlendiği , _proletarya devrimi açı sından somutlandığı "Sol" Komünizm" isimli kitabında , Lenin , bu aynı "öznel etken " i şöyle tanımlıyor : "Böylece bir devrimin olabilmesi ıçın , ilkin , işçilerin çoğunluğunun ( hiç değilse , bilinçlenmiş olan ve aklı eren , siyasal bakımdan etkin işçilerin çoğunluğunun ) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları ve uğruna yaşamların ı feda etmeye hazır olmaları gerekir . " ( 95 ) Lenin ı in , kendisi nesnel siyasal bir süreç olan devrimin , "öznel etken " i ola­ rak , proletary anın bilinç ve örgütlenme düzeyini gördüğünü anlamak için çok akı llı olmaya gerek yok . Teorisyenimizin kendisi de , doğrusu bir zamanlar bunu genel olarak doğru anlamı ş ve Mahir Çay an ı ı n iradeci görüşlerine karş ı iyi kötü savunmuştu . (P . Bayrağı , sayı : 4 ,

<

s . 6 5-76 ) Ama kişi anıayarak değil , ezber­ leyerek öğrenince ve araya " 1 2 Eylül şoku" benzeri dönemler girince , demek k i , öğrendiklerini unut abiliyor . Kitlelere inançsızlık ve devrim konusundaki umut­ suzluğun yaratt ı ğı tembel , hımbıl , bezgin ruh hali de dönüp kendi yazdı kları n a bile bakmayı engelliyor . işte böyle bezgin ve " yorgun savaşçı "lar kalkıp komünistleri "p asifizmin teorisi'ın İ y ap­ makla ya da örneğin " inkarcı-tasfiyeci" olmakla suçlay abiiiyorlar . Şimdilik geriye şu soru kalı yor : Öznel süreçleri içermekle birlikte onlardan iba­ ret olmayan ve asla onlara indirgeneme­ yen siyasal süreçlerin nesnelliği , yalnız­ c a , Lenin ya da Stalin bazı eserlerinde böyle dediler diye mi , doğrudur? Kesinlik­ Lenin ve Stalin ı in şu veya bu le ! ifadesini tanık olarak tutarak , sorunu çözümlenmiş sayıp aradan sı y r ı lmak , yalnızc a , TDKP teorisyenlerinin b azı eski kötü alışkanlıklarını tekrarlamak olu r . Bu nedenle sorunu ayrı bir bölümde yeniden tartışacağı z . Orada toplumsal hareketin siyasal hareket e , siyasal hare­ ketin ise öznel koşullara neden indirgene­ meyeceğini tartışma olanağını bulacağı z . B u sonuncusu hakkında şimdilik y alnızca , birbirine b ağlı iki noktayı belirtelim . Siyasal süreçler öznel süreçler değildir , zira , şu veya bu "irade"nin ürünü olarak değil , farklı " irade"lerin bir bileşkesi olarak doğarlar , ve bu gerçeğin kendisi , siyasal süreçleri "yalnızca tek tek grup­ lar ın ve partilerin değil , ayrı sı nıfl arın iradesinden de bağımsız olan " ( L enin ) nesnel süreçler haline getirir . Bu , birincisi . İ k incisi , baskı ve sömürünün etkisiyle çoğu kere kendiliğin­ den siyasal eyleme katı lan , yani " ıbarışta ı soyuimaları n a hiç seslerini k a­ çık armadan katlanan , ama ortalı ğın rıştığ ı : zamanlarda hem bunalımın y arattı­ ğı koşullarla ve hem de bizzat ı üstteki sınıflarını bağımsız tarihsel bir eyleme sürükledikleri" ( Lenin ) yı ğınların iradeleri , her zaman kendi gerçek iradelerini , b ağımsız ve bilinçli s ını f iradelerini y ans ı tmaz . Bu ikincisini anlayamayan , örneğin , İ ran halk hareketinin neden mollaların denetimin e girdiğini ve gerıcı bir islami rejime yol açtığını anlayamaz . Son olarak bu bölümü bitirmeden tekrarlayalım ki , teorisyenimizin talihsiz­ liğ i , bir kere daha aynı şeyden , bilimin kavramlarıyla sokaktaki adamın k avram­ larını birbirine karıştırmasından geliyor . Sokaktaki adamın bilinci gerçekte , genel­ likle ve kaçınılmaz olarak bir burj u v a bilinci oldUJ U ıçın , bu bilincin ifadesi kavramları kullanmak teorisyenirrıizi bur­ juva bilimin tuzağ ı n a düşürüyo r . Bu kendini en açık "bilinç" , " irade" , "siya-


Ocak 1988 set" vb . kavramlarda gösteriyor . Bundan dolayı dır k i , örne� in , siyasal sürecin "öznel" b ir süreç oldu�unu göster­ mek için , bize aynen şunları söyleyebili­ yor : " İnsan bilincinin dışında siyasi süreç olmaz" . Elbette ! Fakat bu darkafalı unutuyor k i , bu aynı kaba mantıkla iş gorursen , şu sözler de bütünüyle doğru­ dur : " İnsan bilincinin dışında üretim süreci , iktisadi süreç olmaz " ! E vrim insanı hayvanlar dünyasının üstüne yük­ selteli ve ilk üretken faaliyetleri onun beynini geliştireliberi , insanoJlunun hiç­ bir toplumsal faaliyet alanı yoktur k i , b u faaliyette onun b ilinci rol oynaması n . Teorisyenimiz Marksizmi hiç anlamadı­ ğ- ı , onu madde ile bilincin birliğ i gibi basit formüllere indirgediğ i için , kalkıp bize o ünlü " grevci işçi" örneğ ini verebi­ liyar . Onun tarihteki öncelleri , Lenin ' in o nükteli ifadesi ile , "ardından kimsenin gözy aşı dökmediğ i müteveffa ekonomistler" de , tam da bu aynı mantıkla hareket ediyorlardı , ve bu onlara kendiliğ inden hareket önünde yerlere k ap anmaya , burju­ va kuyrukçuluğunu teorize etmeye götürü­ yordu . Aynı kafa ile Menşevikler , ünlü " grevci işçi"nin davranışını bilincinden n asıl ayırırsınız diyerek , Lenin ve Bolşevikleri suçluyorlar ve " grevci işçi"­ mızı p artiye öneriyariardı . Lenin 1 in Ne Yapmalı ' sı , madde ile bilincin birliğ i basit gerçeğin i çarpıtarak , Marksizmi gülünç b ir karikatüre , burjuva kuyrukçu­ luğ unun teorisine dönüştüren , kendiliğ in­ den hareket önünde secdeye varan ( öyle her hareket nasılsa " iradi" ve ya, burjuva "bilinçl i" dir ) , işçi hareketini bilincin ve burjuva "siyasal süreç"lerin sınırlarına mahkum eden ekonomistlere karşı y azılmıştır . Y ı ğ ı nların kendiliğ in­ den hareketlerini nesnel değ il , öznel yani bilinçli süreçler olarak değ erlendiren

EKİM

17

teorisyenlerimiz , ekonomistlere ne kadar tutsa da , gerçekte onlarla anı atıp muhakemeye , aynı kafa y apısına sahip­ tir . Bu konuda b ize öyle zengin b ir malzeme sunmaktadır k i , biz bunu ancak bir kaç ayrı arabaşlık altında inceleye­ biliriz . O zaman birlikte görecegız k i , bir dizi temel teorik sorunda iradeci-idealist bir konumda gördüğ ümüz teorisyenımız , politika sorunlarında sanılab ileceğ i gibi iradeci "sol" bir konumda değ il , tam tersine sağcılı ğ ın , edilgenliğ in , burjuva kuyrukçuluğ unun göbeğ indedir . Gerçi teo­ risyenimiz bundan hoşlanmayacaktır ; o kendisinin "sol cu " olarak n itelenmesini sever ve ister ; zira bu onun için psikoloj ik bir ihtiyaçtır ; kendi gerçek sağcı ve kuyrukçu politik konumunda , ruhunu okşayan b ir manevi tatmin aracı­ dır . F akat b iz onu bu zevkten yoksun bırakacağ ız . Zira gerçek her z aman gerçektir ve neyse odu r . Pratiğ in kendisi teorisyenimizin ve öteki önderlerimizin politik pratik planda ne olup olmadıkla­ rını yeterli açıklıkta göstermiştir . Feuer­ b ach Üzerine Tezler ' in ikincisinde , b ize , bu tür tartışmaları ancak "pratik" b ir çözüme b ağ lar diye öğretildiğ ine göre , ve pratik , üstelik on yılı aşkın b ir hayli zengin bir pratik , her şeyi " ay an-beya n " ortay a serdiğ ine göre , öteki teorisyenimiz b iz i daha önce buna zorlamış olsa b ile , bu konuda yeni b ir tartışma gereksiz ve "skolastik" olacaktır . Merak edilip sorulabilir , peki D . Sesi y azarı hiç m i doğru bir şey söylememiştir bu y azısında . Elbette söylemiştir . Örneğ in şunları : "Bir komünist için en başta gelen görev , devrim ve sınıf mücadelesi­ n in k anunlarını iyi b ilmektir . " ( DEVAM E DECE K )

ltlltllllltlltlltiiOIIIIOIOIIIIIIIItltiiiiiOIOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIUI IIIIIIIItlllltltllllllllllllllllllltiiiiiOIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIUIIIIIIIIItiiUIUIIIUIIIIIIIIIIIIII IIIIUUIIIIIIIUIIOIIIIIIII!I I111111111UIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIItllllllllllltiiiiUIIIOIIIIIIIIOintltiiiiiiiiiiiOIOIIIIOIIIIIIflllltiiii110UUIIIII•

ÇEL İ K İŞÇi LER i (Ba ş tarafı

. • •

s .]O ' da )

lım ın , üretim yetersizliğ in den değ il , aşırı üretimden , üretilen malların elde kalmasından , p azara sürülernemesinden ileri geldiğ ini itiraf etmek zorunda kal­ dılar . işverenin kendi açıklamaların a göre , Krupp , 1 980-1982 ' de 2 milyar mark , 1987 yılında ise 100 milyon mark zarar etmişti . Bun alımın temelinde üretimin toplumsal niteliğ i ile , mülkiyetİn özel niteliğ i y atmaktadır . Bu , kendini , azami k ar için sınırsız üretim y apılmasında, buna k ar­ şılık metaların sermayeye dönüşemeyip elde k alması şeklinde göstermektedir . Aşırı üretim bunalımının en önemli

göstergeler i , iç ve dış ticaretin durma noktasına gelmesi ve bunu takip eden ticaret savaşı , fabrikaların k apanması , işsizliğ in y ay gınlaşması ve işçilerin alım gücünün hızla diişmesidir . Bugün y aşanan da bundan başka bir şey değildir . Almanya ' da , Krupp gib i , en büyük tekellerden b irinin en büyük fabrik asını k ap atması , Almany a ' da işsizli� in 2 mil­ yondan fazla bir rakama ulaşması , özel­ likle , dünya çapında ABD-Japony a-Avru­ pa üçgeninde ticaret savaşının artması , emperyalistlerin birbirini gümrük duvar­ larını y ükseltmekle tehdit etmes i , artan ticaret açıkları , son borsa krizi vb . bütün bunlar kapitalizmin yen i , genel ve derin b ir krize doğru yol aldığ ının gös­ tergeleridir . KEMAL DOGRU


18

EKİM

Sayı : 4

Sta l i n ve «Di yalektik ve Ta ri h i M ateryal izm » U . ZAFE R İKİNCİ BÖLÜM Marksist felsefi materyalizmin temel ilkeleri konusunda Stalin dünyanın maddi b irliği ile söze başlar . Dünyayı ne bir üstün evrensel ruh , ne de bir ilahi irade y aratmıştır . Dünya , tüm evren , hareket halindeki maddenin çok çeşitli biçimleri­ n in birliğ idir . Her değişim ve gelişim maddi y asalara göre olur . Materyalizm ( idealizmin tersine ) gerçeklerin dışına çıkmaz . Stalin burada Engels ı i aktarır : " Materyalist doğ a anlayışı doğ ayı , y a­ b ancı herhangi bir unsur katmaksızın , sadece olduğu gibi kavramaktan başka bir şey değ il dir . " ( l l ) Gerçekten varol ana değ il , düşüncede olana öncelik tanıyan idealizm , son t ahlilde , bir "fikrin " dünyayı yönettiğ ini savunur . Böyle b ir fikir dünyadan bağ ım­ sızdır . Materyal izme göre dünya her fikirden bağ ımsızdır ve öncedir . Fikir ancak insanda olur . Stalin ı in deyişiyle : " Y alnız zihninizin gerçekten v arolduğunu ; maddi dünyanın , v arlığ ın , doğ anın ancak zihnimizde , duyularımızda , fikir ve ta­ söyleyen savvurlarımızda varolduğ unu idealizme li arşı Marksist materyalist felse­ fe , madden in , doğ anın , varlığın zihnimi­ zin dışında ve ondan b ağ ımsız bir objektif gerçeklik olduğunu ileri sürer . " ( 12 ) i dealizmin bir özelliğ i de insan aklı­ nın b ilme yeteneğine güvensizliğ i ve dünyada hiçbir zaman bilinemeyecek şey­ lerin olduğunu söylemesidir . İdealizme göre b ilinemeyecek şeylerin olduğ unu biliriz ama bunlar soru olarak kalır . ( Evren n asıl meydana geldi? Sonlu mudur , sonsuz mu? Hay at n asıl b aşlad ı ? vb . ) Materyalizm , her şeyi olduğ u gibi insan bilgisini de tarihl iliğ i içinde ele aldığı n dan , mutlak b ilinemez şeylerin varolduğunu reddeder . Materyalizm için gelecekte y alnız " henüz b ilmediğ imiz , b il ginin ilerlemesiyle çözümleyebileceğ imiz sorunlar vardır . " Örneğin bir çok hasta­ lığın mikroplardan ileri geldiğinin bilin­ ınediğ i zamanlarda bir veba salgını b ilinmeyen gizli bir kuvvetin , tanrının öfkesi diye yorumlanırdı . Bugün ise bu hastalığ ı n sebebi biliniyor ve tedbir alınıyor . Kanserin sebebi tam olarak henüz b ilinmiyar ama bilinmesine doğru

adımlar atılıyor . Felsefi materyalizmin insan bilgisine güveni sarsılmaz . Burjuva ideologları toplum tarihinin bir bilim olamayacağ ını , toplumun belli yası;ı.lara göre gelişmediğ ini , hatta geliş­ mekten söz edilemeyeceğini sık sık söyler­ ler . Bu tez , burjuva hayat tarzının en tipik ideoloj ik yansımalarından biridir . Toplumun bilimi olmazsa , toplumun geliş­ tiğ i , ileriediğ i de söylenemez . O zaman mevcut düzene tutunmaktan , o düzeni bütün kokuşmuşluğ una rağ men ayakta tutmaktan b aşka y apılacak iş k almaz . Devrim bir yenilik getirmeyeceğ ine göre hem lüzumsuz hem de şimdiye k adar kurulmuş olanı y ıkması bakımından za­ rarlıdır . Felsefi materyalizm burj uva idealizmin · bu uyuşturucu reçetesini reddeder . "Toplumsal hayattaki olguların tüm karmaşık­ lığ ı na rağmen toplum tarihi bilimi , sözgelimi biyoloj i kadar kesin b ir bilim olabilir ve toplumun gelişim y asalarından pratik amaçlar için y ararlanabilir . " ( 13 ) Proletarya partisi için bu çok önemli­ dir: "Öyleyse proletarya p artısı pratik faaliyetinde , yönünü rastgele itilimlere göre değ il , toplumun gelişim y asalarına ve bu y asalardan elde ettiğ i pratik çıkarırnlara göre çizmelidir . "Böylece , sosyalizm insanlık için daha iyi bir gelecek düşü olmaktan çıkarak b ir bilim haline gelir . "Öyleyse bilimle pratik eylem , teoriyle pratik arasındaki b ağ , onların b irliğ i , proletarya partisinin yön gösteren y ıldızı olmalıdır . " ( 14 ) Stalin , Marks ' ın " insanl arın v arl ı ğ ı n ı belirleyen b ilinçleri değ il , tersine b ilinç­ lerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır" ünlü sözünden proletarya partisi için gerekli sonuçları çıkarır: "Proletarya p artis i , siy asette y anlış yapmamak , başı­ boş hayalcİ durumuna düşmernek için eylemlerini soyut ' insan aklının ilkeleri ' ­ n e değ il , toplumsal gelişimin belirleyici gücü olarak toplumun somut maddi hayat şartlarına dayandırmalı ; ' büyük adam­ lar ı ın iyi niyetlerine değ il , toplumun maddi hayatının gelişiminin gerçek ihti­ y açlarına dayandırmalı . " ( 15 )


Ocak 1988 Bu sözlerin doğ rulu3 unu kendi toplu­ mumuzda y aşıyoruz . Bir takım sahte "büyük adamlar" emekçi kitlelere "mutlu y arınlar" vaadediyorlar , ama mutlu y arı­ nın , sömürücüleri ezmekle kurulacağ ı onlara hatırlatıldığında bu "büyük adam­ lar" k ap italist efendileri u ğ runa kitlelere saldırıyar , iyi n iyetlerinin gerçek yüzünü gösteriyorlar . "Birlik ve beraberl ik" al­ datmacasıyla , bu olmazsa "ezeceğ iz" nara­ larıyla kitlelerin direncini kırmaya çalı­ şıyorlar . Bu sözde iyi dilekierin , faşist tehdit­ Ierin boşa çıkarılması ancak en ileri toplumsal gücün , işçi sınfının ve mütte­ fiklerinin örgütlü mücadelesiyle mümkün­ dür . Proletarya p artisinin rehberi olan "Marksizm-Leninizmin gücü ve canlılığ ı , pratik eylemini toplumun maddi hayatının gelişiminin ihtiyaçl arına dayandırması ve kendisini toplumun gerçek hayatından hiçb ir zaman kop armaması gerçeğ inde yatar . " ( 16 ) Sınıf çatışmaları , sınıflı toplumların kaçınılmaz y asasıdır . Bu gerçek tüm gücüyle ortadayken "sınıf ayrımıarına karşı olalım" demek , " hakim sınıfların hakimiyetini" devam ettirelim demekten b aşka b ir anlama gelmez . Bu da sınıf çatışmasında belli bir yan tutmak demek­ tir . " Milli beraberlik" faşizmin sergilediğ i bir oyundur ve toplumumuzun can çekişen gerici güçlerinin hizmetinde , köhnemiş bir fikirdir . Sömüren le sömürülenin hiçbir beraberliğ i olmaz . Bu gibi uzlaştırıcı fikirlerio , toplumun ilerlemesine köstek olmaları b akımından , olumsuz bakımdan önemleri va�dır . Eski fikirlere karşı yeni fikirler n asıl doğ ar ve gelişirler? "Yeni toplumsal fikirler ve teoriler ancak toplumun maddi hayatının gelişimi topluma yeni görevler yükledikten sonra ortaya ç ıkarlar. Fakat b ir kez ' ortaya çı ktılar mı , toplumun gelişimini kolaylaştıran bir güç , toplumun maddi hayatının gelişiminin yüklediğ i yeni görevlerin gerçekleştirilmesini kolay­ laştıran çok etkili bir güç olurlar . Yeni fikirlerio , yeni teorilerin , yeni siyasal görüşlerin ve yeni siy asal kurumların örgütleyici , harekete geçirici ve dönüştü­ rücü değ erinin o müthiş gücü işte burada kendini gösterir . " ( 17 ) Ve Marks ' ın deyi­ şiyle , "Teori , kitleleri kavrar kavramaz maddi bir güç haline gelir . " ( 18) II Kitabın üçüncü bölümünde Stalin tarihi materyalizmin ele aldığı sorunlara somut bir soruyla giriyor : Toplumun maddi hayat ş artları n e demektir , bunların , ayırdedici özellikleri nelerdir? Bu kavram bir toplumun coğ rafi çevresini de içine alır . Tarihi matery a-

EKİM

19

lizm coğ rafi çevrenin toplurnlara etkisinin önemini kabul etmekle beraber , bu etkiyi belirleyici saymaz ; çünkü coğrafi çevrede değ işimler çok y avaştır ve toplumdaki de3 işimlere etkisi pek azdır . Coğ rafi çevrenin değ işmesi milyonlarca yıl ister , ama toplumsal de3 işimler çok daha kısa sürede olur . O halde y avaş değişen bir şey hızla değ işen bir şeyin başlıca sebebi ol amaz . Nüfus artışında da durum aynıdı r . Nüfus artışı da toplumun maddi hayat şartlarına dahildir ; ama nüfusu fazla olan bir ülke nüfusu az olan bir ülkeden daha ileri bir toplum aşamasında olmaya­ bilir . Ayrıca , tarihte birbirini izleyen toplum sistemlerinin neden belli bir sırayı izledikleri sorusu nüfus artışı y ada azalışıyla açıklanamaz . O halde bu da toplum yap ısının belirleyici b ir etkeni değ ildir . Öyleyse tarihi gelişimi belirleyen güç nedir? "Tarihi materyalizme göre bu güç insan v arlı ğ ı için zorunlu olan yaşama araçlarının elde ediliş yöntemi , toplumun hayatı ve gelişimi için elzem olan gıd a , elb ise , ayakkab ı , ev , y akıt , üretim aletleri vb . maddi de3erlerin üretim tarzıdı r . " ( 19 ) Stalin Burada tarihi materyalizmin temel kavramlarını b asit ve kesin bir ifadeyle açıklıyor . " Maddi değerlerin üretiminde kullanı­ lan üretim aletleri , belli bir üretim tecrübesi ve iş becerisi sayesinde üretim aletlerini kullanan ve maddi değerlerin üretimini devam ettiren insanlar - bütün bu unsurlar birlikte toplumun üretici güçlerini oluştururlar . " . . . üretim tarzının bir başka yon u de , insanların üretim sürecinde b irbirle­ riyle olan ilişkileri , üretim ilişkileri­ dir . " ( 20) Üretim daima topluca y ap ıldı­ ğ ından , üretimin tarzı ne ise insanlara­ rası ilişkilerin üretim ilişkilerinin tarzı da öyle olacaktır . Kölenin kol gucune dayanan üretim tarzında köle-efendi iliş­ kisi kaçınılmaz olarak ortaya çıkar . İşçinin emegının sömürülmesine dayanan kap italist üretim tarzında da kap italist­ işçi ilişkisi ve çatışması kaçınılmaz olarak ortaya çıkar . Tarihi materyalizm , bu ilişkiler teme­ linde , tarihi "fatihlerin" , komutanların değ il , "maddi değerleri üretenlerin , emek­ çi kitlelerin , halkların y arattı ğ ı n ı " ileri sürer . "Tarih biliminin birinci görevi üretim y asalarını , üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gelişim y asalarını , toplumun ekonomik gelişim y asaların ı araştırmak ve ortaya koymaktır . " ( 2 1 ) Proletarya p artisi için bundan alınacak ders : "Öyleyse proletarya p artisi gerçek b ir p arti alacaks a , her şeyden önce üretimin gelişim y asaları n ı , toplumun


20

EKİM

Say ı : 4

ekonomik gelişim y asalarını kavramalı­ dır . "Öyleyse , siy asette y anlış yapmamak için , proletarya p artisi gerek programını çizerken gerek pratik eylemlerinde önce­ likle üretimin gelişim y asalarından , top­ lumun ekonomik gelişim y asalarından hareket etmelidir . " ( 22 ) Türkiye 1 de toplumsal gerçekliğ in tespit ve t ahlilinde , toplumun ekonomik y apısına ve gelişimine , sınıfların durumuna b akış­ ta şimdiye kadar yapılan hatal ar , doğru mücadele yöntemlerinin seçilememesine , tavizci , reformcu , uzlaşmacı siy asetler izlenmesine sebep oldu . Ama aynı zaman­ d a , Marksist-Leninist b ir p artinin önder­ l i ğ i olmaksızın , proletaryayı kah göğ sü� ­ den kah sırtından hançerleyen ellerıo kırılamayacağ ı acı gerçeğ i de y aşandı . Doğru mücadele için Stalin 1 in öğretisinden ç ık aracağ ımız b ir ders , yukardaki sözle­ rinde y at ar . Üretici güçlerle üretim ilişkileri ara­ sında etkileşim vardır . Üretimin b ir özelliğ i sürekli değ işikliklerden geçmesi ve tüm toplum sisteminde değ işıneleri k açınılmazcasına gerektirmesidir . Üretici güçler üretimin en devrimci unsuru oldu­ "> undan -bu üretimin ikinci b ir özelliğ i­ d ir- üretim ilişkilerini kendi gelişimlerine ayak uydurmay a , kendilerine uygun gel­ meye ( tekabül etmeye) zorlarlar . Etkile­ şirnde üretici güçler önceliğe sahiptir ama üretici güçlere uygun düşen üretim ilişki­ leri de bu güçleri etkilerler ve bu etkileşim süreci yeni toplumsal gelişmelere sebep olur . Üretim ilişkileri üretici güçlere uygu n düşmezse , onların gerisinde k alırsa b ir çelişki doğ ar ; üretici güçlerle üretim ilişkilerinin üretim sistemi içindeki birliği bozulur , buhran dönemi b aşlar , üretim kesintiye uğrar , hatta üretici güçler y ı kılır . Bu durum devrim şartları­ nı doğurur . Üretim ilişkileri üretici güçlerin gerisinde uzun zaman kalamaz . Böyle olsaydı toplum hay atı ortadan k alkardı . Çelişkinin çözüme vardırılınası zorunluluğ u , toplum hayatının , toplumsal üretimin devamı için şarttır . İ şte bu şart devrimleri gündeme getirir . Devrimlerin kaçınılmazl ı ğ ı fikrinin altında y atan gerçek , b ir toplumu n , toplumların , tüm insan l ı ğ ı n hayatının devamı ve ilerlemesi zorunlu gerçeğ idir . Üretici güçler-üretim ilişkileri etkile­ şiminde ( tek y an lı etki değ il k arşılıklı etki) üretim ilişkilerinin üretici güçleri etkilemesine gelince : Üretim ilişkileri üretici güçlerin karakterine , y apısına u y gu n geldq i ve onların gelişmesi ıçın tüm fırsatları sağladı ğ ı zaman , ancak o zaman üretici güçler tüm boyutlarıyla gelişir , olgunlaşırlar . Üretici güçler-üre­ tim ilişkileri diyalektiğ i böyle kurulur .

Kapitalizmde üretim ilişkileri üretici güçlere uygun düşmediğ i , onlarla çelişki­ ye düştüğ ü için ekonomik bulıranlar olu r . Sosyalizmde böyle b ir çelişki olmadığ ın­ dan bulıranlar da olmaz . Bu belirlemelerden sonra Stalin üretim ilişkilerinin tarihi gelişiminin ana hatla­ rını çiziyor . İlkel komün al , köleci , feodal , kap italist ve sosyalist üretim il işkilerinin geçirdiğ i aşamaların b ir tablosunu veriyor . Daha önce sordu ğ u "Toplumun maddi hayat şartları ne demek­ tir?" sorusunun cevabı tarihi tahlilde ortaya çıkıyor . Her toplumun maddi hayat şartlarının o toplumun üretim tarzın a , üretici güçlerinin durumuna ve üretim ilişkilerinin uygunluk derecesine bağlı olarak kavranabilece; F gözler önüne seri­ liyor . Özetle söylersek : İlkel komünal sistem­ de üretim ilişkilerinin temel i , üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ; köleci sistemde üretim iliŞkileriniri temel i , · u retim araçlarının ( ve kölenin) köle sahib in in mülkiyetinde olması ; feodal sistemde üre­ tim ilişkilerinin temel i , feodal beyin üretim araçlarının mülkiyetine ( ve çalış­ tırdığ ı serfin işgücüne) sahip olmas ı ; kap italist sistemde üretim il işkilerinin temel i , kapitalist üretim araçları üzerinde mülkiyete sahip olması , k işisel özgürlüğ ü olan işçiyi köle gibi öldürememesi , serf gibi alıp satamaması ama gene de işçiyi işgücünü kendine satmak zorunda bırak­ masıdır . Köleci sistemle b aşlayan sömürü feodal ve k apitalist sistemlerde değ işik b içimler alarak devam etmiştir . Sosyalist sistemde üretim ilişkilerinin temeli , üretim araçlarının toplumsal mül­ k iyetidir . Burada sömürü b itmiştir , artık burada üretim ilişkileri üretici güçlerin durumuna bütünüyle uygun gelir , çünkü �retim sürecinin toplumsal k arakteri üre­ tim araçlarının toplumsal mülkiyetiyle güçlendirilmiştir . Marks , tezlerini Marksizm-Leninizm Engels ve Lenin 1 den alıntılada açıklay an ve geliştiren Stalin y azısının sonuna bırakt ı ğ ı " üretimin üçüncü b ir özelli ğ i " konusuna gelir . Yeni üretici güçlerin ve onları karşılayan üretim ilişkilerinin doğuşu eski sistemden apayrı değ il , eski sistemin içinde olu r . Bu özellik insan bilinci -insan eylemi diyalektiğ ini de aydınl atır , çünkü bu özellik , bilinçli bir eylemin sonucunda değ il , kendiliğ inden , insan iradesinden bağ ımsız gerçekleşir , çünkü insanlar şu ya da bu üretim tarzını seçmede özgür değ illerdir ; onlar belli b ir üretim tarzının , belli üretim ilişkilerinin içinde doğarlar ve maddi değerler üretebilmek için ilkin o toplumun sistemini kabullenmek zorundadırlar . Ay­ rıc a , insanlar üretici güçlerini geliştirir·


Ocak 1988 lerken bu ileriemelerin ne gibi toplumsal sonuçlar doğ uracağ ını önceden bilmezler , bunu düşünmezler bile . Ancak "Yeni üretici güçler olgunlaştıktan sonra , mevcut üretim ilişkileri ve onları savunanlar -hakim sınıflarşu ' aşılmaz ' denen engeller haline gelirler . " ve ancak yeni sınıfların bilinçli hareketiyle , zora da­ eylemleriyle , y an an devrimle ortadan kaldırılabilirle r . İ şte burada , " görevleri eski üretim ilişkilerini şiddete başvurarak I ağ vetrnek olan yen i · toplumsal fikirlerio , yeni siy asal kurumların , yeni bir siyasal iktidarın muazzam rolü görülür bir şekil­ de ortaya çıkar . . . yeni fikirler kitleleri örgütler ve harekete geçirir ; k itleler yeni bir siy aset ordusu hal inde kaynaşıp birleşir , yen i , devrimci bir iktidar yaratır ve bu iktidarı eski üretim ilişkileri sistemini şiddete dayanarak lağ vedip sağ l am temeller üzerinde yeni sistemi inşa etmek ıçın kullanırlar . Kendiliğinden olan gelişim süreci , yerını insanların bilinçli eylemlerine , b arışçı gelişim yerini şiddetli sarsıntıl ara , evrim de yerini devrime bırakır . " ( 23 ) Diyalektik ve tarihi materyalizmin temel ilkelerini açıkladıktan , b aşlıca en önemli özelliklerini tanımladıktan , örneklerini verdikten sonra Stalin y azısı­ nın son sayfasını bilimsel sosyalizmin kurucusu Marks 1 ı n Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı adlı eserine y azdı ğ ı tarihi "Önsöz"e ayırmış . Biz bu Önsöz ' den "bir devrim ne zaman sorusuna verilen gerçekleşir?" cevabı alalım ve yüklendiğ imiz görevleri çözme gücümüzü bunun ışığ ında artıra­ lım .

EKİM

21

"Bir toplum düzen i , içerebileceğ i üre­ tici güçlerin hepsi gelişmeden , asla yıkılmaz ; ve eski toplumun dölyatağında varlıklarının maddi şartları olgunlaşma­ dan önce yen i , daha üstün üretim ilişki­ leri eskilerinin yerin i asla alamazl ar . Bu yüzden insanlık hep onun e , y alnızca çözebileceğ i görevleri koyar ; çünkü y a­ kından incelenirse hep görülecektir ki görevin kendisi , ancak çözümü için gerek­ li maddi şartların varolduğu ya da en azından bu şartların oluşum sürecinde oldu ğ u yerde ortaya çıkar . " ( 24 ) DiPNOTLAR Kl 7, ­ ll- F . Enge ls , " Ludw ig Fe_u � rbach ve , nışı Kapa ın fesın Felse Alman sik "Feur bach " . Aktar an: J . V . St alin , "Di­ �4 : y alekt ik ve Tarih i Mater y alizm " , s . ı Tarıh ve k lekti "Diya 12- J . V . Stali n , Mate ryali zm" , s . 14 . 1 3-;- a . g . e . , s . 19 14- a . g . e . 15- a . g . e . , s . 20 1 6- a . g . e . , s . 2 1 17- a . g . e . , s . 21-22 18- K . Marks , " He gel ' in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi" , Giriş . Aktaran : J . V . Stalin , a . g . e . , s . 22 1 9- J . V .Stalin , Diy alektik ve Tarihi Ma­ teryalizm " , s . 26 . 20- a . g . e . 21- a . g . e . , s . 28 22- a . g . e . 23- a . g . e . , s . 4 0 24- K . Marks , "Politik Ekonominin Eleştiri­ sine Katkı " , Ön söz . Aktaran: J . V . Sta­ lin , a . g . e . , s . 42

1001111111101101001110101111111111111011110011111111111111111111111 11111110111111010111111111111111tlllllllllllllllt111101tiiiiiiiiiiOIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIIOIIOIIOIIOIItlltiiiiiiOIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIOIIIIIIIIIOIOitlllltolllllllllllltllllllllllllllllllttllllll"llllllttlll11llllltMtlllllltlltlllllltiiiiOIIIIHIIIIHI

AFGANiSTAN (Ba ştarafı

• • •

s . ]6 1 da)

ki, Afganistan işgal i , Sovyetler Birliğ i için astarı yüzünden p ahalıya malolmuş­ tur . Şimdiye kadar , işgal güçleri epeyce kayıp verdiler , milyarlarca ruble harca­ ma y apmak zorunda kaldılar . Bu durum zaten bir dizi ekonomik ve politik iç zorluklarla boğuşan Sovyet bürokrasisinin işlerini daha da zorlaştırmaktadır . Sov­ yetler Birliği tam bir çıkınazın içindedir ; onlar için kalmak ayrı bir soru n , çekil­ mek ayrı bir sorundu r . Şüphesiz , Sovyet revizyonistlerinden ve takipçilerinden sorunu böyle koymaları beklenemez . Sovyet revizyonistleri ilhaka b aşvururken "entern asyonalist " , geri çe­ kilmek zorunda kaldıklarında ise , "barış­ ç ı " oluyorlar. Burj uv a ikiyüzlülüğ ü de zaten burada kendini eleveriyor . Uyducu­ luD"' u b ayrak edineniere ise , bu gerekçele­ re ayak uydurmak görevi düşüyor . Geli­ nen noktada , Sovyet revizyonistler i , "sos•

y al ist" imaj ının y ıpranması ve y andaşla­ rının çaresizliğ inin ortaya çıkması p aha­ sın a Afganistan ' dan geri çekilmenin se1 n aryosunu uygulamak zorundadı r . Afganistan işgaliyle birlikte gündeme gelen ve " sosyalizm" adına dönen dalap­ lar ise , işin tuzu-biberi olmaktadır . Terakki ' nin öldürülmesi , Amin ' in önce yoldaş olması , 14 kez Sovyetler Birliğ i ' ­ nden müdahale ıçın çağrı y aptığının söylenmesi , sonra CİA aj anı ilan edilme­ 'si , Babrak Karmal ' ın önce emperyalizm y anlısı biri olarak ilan edilmesi , sonra da gerçek sosyalist lider olarak sunula­ rak işgalle b irlikte iktidara getirilmesi , daha sonra da , işe y aramaz hale gelince , bir darbe ile devrilerek Necibullah 1 ı n işb aşına gelmesi vb . ise t a m bir rezalet örnekleridi r . Afganistan olayı , sosyalizm adına emperyalist hegomonyacılığ ın , uydu poli­ tikacılığının traj i-komik öyküsünün örne­ ğ idir .


22

EKİM

Sayı : 4

T B KP, SBKP ' n i n izinde A . AZAD Revizyonizm dünya çapında şiddetli bir krizin içine girmiş bulunuyor . Reviz­ yonizm , komünist ideoloj iyi bozarak terke­ diş , burjuvalaşm a , çürüme demektir . İ kti­ dardaki kesim i , sosyalist kurumları ve normları bozup terkedip , sistemi burjuva yol a , yeni bir sınıf olarak belirmiş bürokratik k astın egemenliğ inde k ap it aliz­ min restorasyon u yoluna soktu . Muhalefet­ teki ise , onunla savaşı kesip burj uv a topluma ekiemiendi ; kapitalizmi reformlar yoluyla ehlileştirmeyi kendine p rogram edindi . Çağ daş revizyonizmin türlerine b akıldı ğ ında istisnasız tümünde bu özel­ likler görülür . Eurokomünizm çoktan burjuva sistemin b ir p arçası haline gelmiştir . Adlarından b aşka komünizmle ilgisi kalmayan ve ale­ lade reform p artilerine dönüşen Eurokomü­ nist p artilerle sosyal-demokrat p artiler arasındaki fark adeta kaybolmuştur . Başarısızlığın ve geriliğin k aynağı­ nı " radikal sosyalizm "e yıkan Çin reviz­ yonizmi , batı k ap italizmi hayranlığ ı n a ve uygulamalarına dönüşmüştür . Sadece her renkten revizyonist akımın değ il , dünya burj uvazisinin de allayıp pull adığ ı Yugoslav revizyonizmi tamamen ifl as etti . Yugoslav sisteminin hastalıkları , sa­ hip oldukları sorunlar -iktisadi kriz , enflasyon , işsizlik , iflaslar , dolandırıcı­ lık , yiyicilik , kapitalist sisteme bağlı­ lık , borç , sömürü , ulusal baskı- herhan­ gi bir kap italist ülkeden , örneğin Türki­ y e ' den , farksızdır . Doğu Avrup a ' daki sözde sosyalist ülkeler de benzer sorunlarla k arşı karşı­ y adırlar . Polany a 1 da sistem süngü gücüy­ işçiler Öyle k i , ayakta k al abildi . le adeta blok halinde sistemin karşısına dikildiler . Bunu , "batı " y a da "CIA kışkırtın ası " ile izah edenler , kasten olgulara gözünü kap ayan bağnazlar değ il­ se , b ilim dışı b ir konumdadı rlar . Romany a , Macaristan farklı mı? Y a Bulgaristan? Sözde kızıl b aşkentini Türk dön üştüren , mafiasının ikinci adresine ülkesinde . Türk ve müslüm an k ÔkenÜ adlar dan b ile rahatsız olan bir ülke ! Revizyonist sistemin en güçlü ve en istikrarlı ülkesi Sovyetler Birliğ i ' nde de, sistem tıkanma noktasına gelmiştir . Gor­ baçov ' un reformları bu tıkanmayı gider­ meye yöneliktir . Ama , bunun için kar ,

meta , p iy asa mekanizmalarını harekete geçiren b ir sistemin nereye gideceğ i , ne oldu ğ u açı k değil mi? Demokrasi tantana­ ları ise , gerçekte , konumunda ve çıkarla­ rında köklü bir değ işiklik y apmaksızın , hantal bürokratik yap ı y a din amizm verme­ yi, işçileri ise , daha çok çalıştırmak için , "prim" , " k ardan pay" gibi dürtüler­ le sözde yönetime katınayı amaçlıyor . Kruşçev ' in b aşlattı ğ ı , ardından gelen­ lerin devam ettirdiğ i , komünist ideoloj iyi deforme etme , sosyalist normları terketme süreci , Sovyetler Birliğ i ' n i burjuva yola soktu . Bürokratik kast semirdikçe , kendi­ n i sürekli artan imtiyazlarla donattıkç a , çalışanlar sisteme y ab ancıl aştı . Sistem çıkınaza girdi . E konomi sürekli geriledi . Bir süper devlet olarak , ABD ve Batılı kap italist devletlerle girişilen çıigın silahianma y arışı ekonominin k aldırama­ y acağ ı noktaya v ardı . Gorbaçov ' un barış atakları , eşitsiz gelişmenin y aratt ı ğ ı bu geriliğ i, silahianma harcamalarını azal­ tarak ekonomiye nefes aldırınayı amaç­ lıyor . 27 . Kongre ' de sistematik olarak ifade edilen p artinin iç ve dış stratej isi tam amen bunun üzerine kurulmuştur . Ra­ por dikkatle incelendq inde görülecektir k i , orada , ustaca gizlenmeye ç alışılarak bir süper devletin ihtiyaçları dile geti­ rilmi ştir ve her şey buna t abi kılınmış­ tır . Barış ve devrim sorunu karşı karşı­ ya konularak , devrim , nükleer savaşa yolaçacak b ir tehlike unsuru olarak ta­ nımlan arak , reddedilmiştir . Bu açıklama­ nın hemen ardından , terörizmi kınama a­ dın a , ilkesel olarak terörizme karşı olun­ duğ u açıklaması geliyor ! Bu , burjuvaziy­ le ortak dil oluşturma çabasını ifade ediyo r . Dünyanın sorunlarının çözümü ve geleceğ inin belirlenmesi için ABD ve di­ ğer kapitalist devletlere işbirliğ i çağ rı­ s ı ve her şeyin buna tabi kılınması eşli­ ğ inde , bütün kıtalardaki " savaş tehlike­ si ocakları n ı " ve " sıcak noktalarda ça­ tışma durumunu söndürme yollarını bul­ mak için " , y an i devrimleri durdurmak i­ "kollektif arayışlar" önerilmiştir . çin Böylece , bir süper devlet olarak Sovyet­ ler Birliğ i , i şçilerin ve halkların kendi geleceklerini ve sistemlerini . belirleme hakkın a , y ani devrim hakkına , ABD ve diğer kapitalist devletlerle birlikte ipo­ tek koymak istemektedir . 27 . Kongre rapô-


Ocak 1988 ru devrim ve enternasyonalizm fikrinin ustaca ve demagoj ik bir reddidir . "Savaş tehlikesi" sop asıyla komünist p artileri devrim fikrinden v azgeçirme , onl arı kap italizme karşı "saldırı tugay­ ları "ndan , burjuva düzene eklemlenmiş zararsız "b arış tugayları "na dönüştürme politikası , Kruşçev ' den beri SBKP ' nin değ işmez politikası olmuştur . Ve hiç kuşkusuz , "k ardeş " , daha çok da "uydu " p artiler de kendilerini bu duruma süratle uy arlamışlardı r . Bu b akımdan , bizde geniş tartışmalara yolaçan TBKP ' n in "yen i yolu " , Kutlu ve Sargın ' ın dönüşü hiç de rastlantı değ il­ dir . Şüphesiz bu de� işimin iç ve dış nedenleri var . Dış etken , SBKP ve onun evrimidir . SBKP dünya strateJ isının eksenine "b arış " ı koyuyor . Devrimin yerine de onu dıştalayan ne idiğ ü belirsiz bir "toplum­ sal ilerleme" fikrini geçiriyar . TBKP aynı stratej iyi aktararak , "Barış ve Demokra­ tik Yenilenme Program ı " öneriyor . Bunun ıçın kendi burjuvazisiyle . " diy alog ve işbirliğ i politıkası "na geçiyor . SBKP , b arış ve devrim savaşımını karşı k arşı y a getiriyor . Devrim i , b arışı tehdit eden bir unsur olarak sunuyor . TKP ( şimdi TBKP ) tekrarlıyor : "TKP aynı savaşını t zamanda gerek sınıf ve erekse ulusal kurtulu hareketlerini bugünkü dünya koşull a rı n a , ortaya yeni duruma , y an i bir nükleer savaş tehlikesinin giderek artıyor olması­ n a b ağ l ı b ir şekilde ele almak gerekt i ğ i­ ni ifade" ediyor . Ve devamla , " Yeni olan bu durum , Kürt sol ve yurtsever p arti ve gruplar için de , mutlaka değerlendirilmesi gereken yeni tehlikelere ve olanaklara da işaret ediyor . Bu durum aynı zamanda Kürt y urtsever grupl arının politik ve as­ keri stratejilerinin gözden geçirilmesi i­ çin de bir zorunluluk olmuyor mu ? " diye ekliyor . ( Atılı m , 1 Eylül 198 7 , sayı 207 ) Görüldüğ ü gib i , TKP , şüphesiz kendi bur­ j uv azisinin çıkarl arını korumak için , ay­ nı gerekçeyl e , nükleer savaş tehlikesi ge­ rekçesiyl e , silahlı Kürt kurtuluş hareketi­ ni durdurmayı öneriyor . "Anti-PKK siya­ set" in gerekçesi işte buna dayandırılıyor ! SBKP , "sıcak noktalar" ı ortadan kal­ dırma önerisinin hemen ardından , teröriz­ me k arşı olma adıiı a , hiçbir kayıt koymaksızı n , "SSCB ilkesel olarak teröriz­ me k arşıdır ve onun kökünü kazımak için öteki devletlerle işbirliğ ine haz�rdır " ( bkz . 27 . Kongre Raporu ) sözleriyle , ger­ çekte , k açınılmaz olarak şiddete başvuran devrimleri de karşısına alabileceğ ini anlatmak istiyor . TBKP Programında bunu daha açık tekrarlıyor , "her türlü teröriz­ min politik mücadele aracı olarak kulla­ nılmasını mahkum eden yeni bir politik

EKİM

23

kültür" önerisi eşliğ inde , " devrimin b a­ rışçıl yolunun - kazanılması stratej isi "ne geçiyor . Sovyetl er Birliğ i ' nin , genel stratej isi­ ne , ABD ile çelişkil erinden y ararlan arak Avrupa kap italist devletle rini ABD ' den uzaklaştırma politikasına katkıyı , TBKP , NATO içinden y apmayı hedefliyor . Adı m , adım düny a kap italist sistemiy­ le bütünleşen sözde sosyalist ülkeler b at ı kapitalizmine avuç açarken , bazıları da İ MF ' ye b a3 l anırken , TBKP ' de şartlı ola­ rak AT ' a girilebileceğ ini programın a koyuyor . Öte y andan , TBKP ' nin yeni NATO ve AT politikası , şüphesiz , kendi burj uv azi­ sinin çıkarlarını y a da di�er bir deyişle "ulusal ÇJ k arları " da gözetiyar . Özetle , stratej isin i , "büyük kardeş" in TBKP , kendi burj uv azisinin çıkarlarını d a göze­ terek ulusal koşullara ustaca uy arlıyor . Diğer , " kardeş" p artiler TBKP ' den farklı mı ? Sovyetler Birliğ i , Marcos ' a oynayınca , Filipinler revizyonist p artisi de , Marcas ' da "ulusal çıkarlar"ı " an­ ti-empery alizm " i , hatta " demokratikleşme"­ y i keşfett i ; Filipin kasabını destekledi . Marcos da onu kullandı . Aynı tutumu Arj antin Komünist Partisi , Arj antin cunta­ sın a , Videl a ' ya karşı takındı . TUDE H , utanç verıcı b ir şekilde Humeyni ' nin kan atları altın a sığ ındı . Kullanıldı , ama y aranamadı , İ ran celladının kılıcı ndan kurtul amadı . Özetl e , TBKP ' nin bugün y aptığ ı sade­ ce kendini SBKP ' nin yeni stratej isine u­ y arlamaktır . Bu genel sonuca iki özel noktayı eklemek gerekiyor . Yıllanmış oportünist Perinçek , TBKP Programının "nasıl güm­ rükten geçiririm" kaygı sıyla y apıldığını ve bunun icazet oldu ğ unu y azdı . Doğru­ dur , şüphesiz TBKP bu kaygı�ı da taşıdı . E ksiktir , asıl nedeni de� ildir; TBKP , "yeni yol " a uygun b ir p rogram hazırl adı , ve bu programının da gümrük­ ten geçmemesi için hiçbir neden olmadığ ı ­ n a karar kıldı . Şimdilik takıldı , zira yönetici sınıflar henüz bunun için hazır y a da anıaşmış değil . Ancak Perinçek bir şey i atlıyor: "Y asalara nasıl takılmam" ' kaygısıyla da program y apılmaz . "Gümrük Y asaları " içerde veya dışarda olan ıçın farketmiyor . Bu bakımdan , SP , ve TBKP programlarının y apılışının temelindeki anlayışta fark yok . Kutlular , Sargınlar , Perinçekler farklı renkten de olsalar, hepsi aynı iplikten dokunmuşl ardı r . İ kinci nokta da , Be h ice Boran ' ı n ölüm ü , ve bunun , farklı içerik ve gerekçelerle d e ols a , burj uvazinin belirli (Devamı

s.37 ' de)


24

EKİM

Sayı : 4

Onbe şler ve sosyal izm perspektifi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Kema­ list burjuvazi tarafından katıedilişinin üzerinden 67 yıl geçti. M.Suphi ve TKP'si, Türkiye proletarya güç politik bir bağımsız hareketinin olarak tarih sahnesine çıkmasında bir savaşımında sosyalizm noktası, dönüm kilometre taşıdır. Bu gerçek o derece kalıcı bir iz bıraktı ki, sosyalizm adına M.Suphi akımlar, bütün çıkan ortaya davasına sahip çıktılar. Fakat bu sahip çıkma, burjuva sosyalistleri açısından, bezirganca olurken, küçük-burjuva sosya­ TKP davasının özü listleri açısından, bir bağlılığın duygusal kavranmadan, ötesine geçmedi. Suphilerin katledilmesinden sonra, Ke­ içinde süreç çizgısı uzlaşma malizmle TKP ' yi küçük-burjuva sosyalist bir parti­ ye dönüştürürken, Y.Demirler, İ.Bilenler, H.Kutlular revizyonist-reformİst bir çizgi­ yi sistemleştirerek, burjuva düzen savu­ nuculuğunu teorileştirerek, TKP davasına ihanet ettiler. Bütün akımlar, M.Suphi davasına sahip çıkar görünmelerine rağmen, bu davanın ne olduğunu belgelere dayanarak ortaya koymamışlar ya da koymak istememişler­ dir. Bu konuda, burjuva sosyalistleri ile küçük-burjuva sosyalistleri arasında da ayrım yapmak gerekir. Örneğin, TKP ve TKİP-Aydınlık revizyonistleri, M.Suphi'nin an her veya bilmelerine görüşlerini bulabilme olanaklarına sahip olmalarına rağmen, bunu ya gizlemişler ya da kendi teori ve pratiklerine destek olarak kul­ lanmaya çalışmışlardır. Küçük-burjuva sosyalistleri ise, M .Suphi ve TKP'sine sahip çıkar görünme­ lerine rağmen, belgelerin sınırlılığının da etkisiyle, bu davayı öğrenme, kavra­ ma yönünde ciddi bir çaba harcamamış­ lar, sadece ya bir değinip geçmişler, ya da görmezlikten gelmişlerdir. Şüphesiz, M.Suphiler ve davası, bur­ küçük-burjuva sosyalistlerinin ve juva yaklaşımları ile kavranılamazdı, anlaşı­ lamazdı. Şu ana kadar su yüzüne çıkmış belgeler bile, M.Suphi TKP'sinin · sağlam bir sınıf bakış açısına, sosyalist pers­ programatik, olduğunu, sahip pektife taktik ve örgütsel sorunların bu bakış açısı ile ele alındığını yeterince kanıt­ lamaktadır. Burada, bir tarihçi olarak, gerek "Türkiye ' de Sol Tunçay'ın Mete

T.GÖKER

Akımlar", gerekse "Eski Sol Üzerine Yeni davasının TKP ile eserleri Bilgiler" aydınlatılmasında önemli çabalarını an­ malıyız. *

M.Suphi ve TKP ' nin görüşlerini kavra­ mak açısından, o dönemde, gerek ulusla­ rarası planda, gerekse de ulusal planda önem taşıyan üç noktayı ortaya koymak gerekir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, proletarya devrimleri dönemini başlatan, de Türkiye ' de kadar olduğu dünyada derin etkiler yaratan Ekim Devrimi ' dir. Ekim Rusya gibi geri bir ülkede, Devrimi ile burjuvazinin ve toprak sahip­ lerinin iktidardan alaşağı edilmesi, prole­ tarya ve emekçi köylülüğün Sovyetlerde somutlaşan özel ittifak biçimi ile prole­ taryanın iktidara gelmesi, Türkiye gibi, emperyalizme bağımlı geri kalmış dqer ülkelerde proletarya ve emekçi kitlelerin devrimci savaşımında zengin bir deneyin ve maddi ve manevi olarak büyük bir destek gucunun oluşmasını sağlamıştır. Sadece bu kadar da değil. Ekim Devrimi, Şubat devrimi sonrası deneyle de kanıt­ landığı gibi, burjuvazinin iktidara gel'­ -bu küçük-burjuvazi de olsa;­ mesinin proletarya ve geniş emekçi yığınların özlemlerine yanıt vermediğini, bu özlemle­ re ancak, demokratik görevleri de yerine getiren bir proletarya devriminin yanıt demokrasi proletaryanın verebileceğini, savaşımında en tutarlı sınıf olduğunu da kanıtlamıştır. Belirtilmesi gereken ikinci nokta ise, o dönemde Türkiye ' de emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş savaşında somut­ laşan ve padişahlığın yıkılmasına varan bir burjuva devriminin yaşanıyor olması­ dır. M.Kemal ' in önderliğindeki burjuvazi, emperyalizme karşı -bütün sınırlılı<> ına rağmen- ulusal kurtuluş savaşını örglltle­ d � ği g �b � ' padişahlık karşısında, ayrı _ . ele iktidarı oluşturarak hukumet bır geçirme savaşımı da vermektedir. Burju­ vazi, 23 Nis�n 1920 ' de Ankara ' da TBMM'yi _ ele geçirme sürecinin toplayarak ıktıdan en ?nemli adımını atmıştı. . olarak, M.Suphi ' nin ve TKP 1 Uçüncü nin görüşlerinin oluşmasında, I I I .Enter­ önderi onun ve nasyonal' in Bolşevik


Ocak 1988 Partisi ' n in belirleyici bir rol oynadı ğ ını 1914 ' de Rusy a ' y a geçen belirtmel iyiz . M . Suph i , kısa sürede Bolşeviklerle ilişki kurmuş ve Marksist-Leninist görüşleri benimseyerek 19 1 5 ' de RSDİP ' e üye olmuş­ tur . Türkiye ' ye dönen e kadar , RSDİP içinde aktif olarak çalışan , bir dizi ulusl ararası faaliyete katılan M . Suphi , aynı dönem içinde , Kuruluş Kongresi de dahil , I I I . Enternasyon al ' in iki kongresine Türkiye delegesi olarak katılarak zengin bir deneyim k azanmıştır . Ayrıc a , TKP ' nin Birinci Kongresi Komintern delegelerinin gözetiminde yapılmıştır . Bu üç noktayı kısaca belirttikten sonra , bu olayların da derinden etkisi ile oluşan TKP ' nin görüşlerini değerlen­ dirmeye geçebiliriz . Her şeyden önce , b ir p artinin nit eli� i­ ni değ erlendirmede , içinde y aşadı ğ ı süre­ ci hem uluslararası bağ lamda hem de ulusal ba� lamda y aklaşım , bir mihenk taşıdı r . Sürecin y anlış tahlil edilmesi kaçınılmaz olarak , teorik ve politik sorunlarda yanlış sonuçlara v arıl­ masına neden olacaktır . Sürecin doğru değerlendirilmesi en geniş anlamı ile içinde y aşanılan ça� ın ve devrimin teorik-programatik sorunların a doğ ru bir çozumün getirilmesi demekti r . TKP bu sorunda Lenin izm mevziindedir . TKP ' nin çağ değerlendirmesinin teme­ linde emperyalizm olgusu ve bunu tamam­ l ayan tez olarak proletarya devrimi sorunu y atmaktadır . Marksizm-Leninizmin geçersizliğ ini ilan eden revizyonistler dışında , "sosyalizm" adına konuşan tüm akımlar da çağ ımızın emperyalizm ve proleter devrimler çağ ı oldu ğunu sözde kabul etmektedirler . Sorun bu tanımlamayı benimsernek değ il , bundan ne anlaşılması gerektiğini ortay a koyarak proletarya hareketinin karşı karşıya olduğ u sorunları aydınlatmaktı r . Marksist-Lenin istler açısından b u de­ ğ erlendirmeye temel teşkil eden olgular , kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşma­ sı ile birlikte tarihsel olarak gününü doldurması , genel olarak dünyamızın proletarya devrimi için olgunlaşması , ve çağ ımızın tip ik proletarya ol ayının olmasıdır . devrimiyle ile karakterize Komünist p artisinin stratej i ve programı bu gerçek zemine oturmak zorundadı r . "Biz karşımızda duran tarihi devrin içtimai inkilap devri oldu ğ un a kailiz " ( l ) "Sermayenin beynelmilel karakterine ve beynelmilel tahribatına karşı beynel­ milel bir cephe vücude getirmek ! İşte komünizmin ilk şiarı ve temel taşı . Türkiye ' nin kurtuluşu , dünyanın kurtulu­ şu ile , yani sermayenin mahvedilmesiyle kabil olabilir . " ( 2 ) diyen TKP bu gerçeğ i dile getirmektedir . Küçük-burj uva popülistleri , çağ değ er-

EKİM

25

lendirmesinde sözde Marksist-Leninistlerle aynı ifadeyi kullanmalarına rağ men on­ lar , p roletarya devrimi teorisi sorununda çağ ımızın Marksizmi olan Leninizm mevzi­ inde değ il , I I . E nternasyonal oportünistle­ rının , onların üretici güçler teorisinin mevziindedir ler . Küçük-burj uva sosyalistlerine göre proletarya devrimi açısından koşullar 19 . yüzyılda ne ise , bu gün de odu r . Onlara göre , bugün sadece , Avrup a ülkeleri , Amerika ve Japonya gibi geliş­ miş kapitalist ülkelerde proletarya devri­ mi gündemdedir . Geri kalan tüm dünya ülkelerinde ya demokratik devrimler y a d a ulusal kurtuluş savaşları , sözün özü , burj uv a özlü devrimler gündemdedir . Onlara göre , çağ ımızın tip ik olayı p role­ tarya devrimi değ il , burjuva devrimidir . Suphiler farklı düşünmektedirler . Onlar bu çağ anlayışının da sonucu olarak , bütün geriliğ ine rağ men , o günün Türki­ ye ' sinde , ulusal kurtuluş savaşına , bur­ juva veya küçük-burj uva devrim anlayışı ile değ il , proleter bir alternatifle , komü­ nist p artisinin önderliğ inde ve Sovyet devriminin do� rudan y ardımı ile , sosya­ lizme açılan işçi-köylü sovyetleri ar acılı­ ğ ıyla iktidarın alınması perspektifi ile katılmışlardı r . Bu görüşlerini şöyle dile getiriyorlardı : "Ma ' haza , bir taraftan emperyalisHere karşı tevcih edilen bu mübarezenin deva­ mı , dqer taraftan bilhassa içtimai inki­ labın Avrupa 1 da intişari , sınıfı iz 1 anın tekemmül ve inkişafı üzerine mühim tesir­ ler icra ederek , Türkiye 1 dek i hareketlerin içtimai mahiyet almasına yardım etmekte ve sosyalizm esasında arnele ve rençber şuralar cumhuriyeti tesisatına müsait şartları ihzar eylemektedir . " ( 3 ) " 1- Ancak sermaye ve p ara tehakkü­ mün devrilmesi ve yalnız sosyalizm devri­ mının bütün cihana dağ ılması sana tam ve sağlam bir hürriyet verecektir . Sen , sermayedarların , zenginlerin , toprak sa­ hiplerinin , p aşa ve ağ al arın etki ve b askısını yıktığ ı n ve bütün kuvvetinle sosyalizm devrimini kendi memleketinde savundo ğ un ve yaydı ğ ı n takdirde ulusla­ rarası devrimin ilerlemesine yardım etmiş olursun . " ( 4 ) " 12- E y Türkiye ' n in ezilen işçi ve köylüleri , her zaman bir şey i hatırından çıkarm a : Avrupa ve Türkiye ' deki bütün sermayedarlar , zenginler , p aşalar , ağ a­ lar , papaz ve tutucu moll alar , büyük subaylar Türkiye ' ye hükmettikçe , sermaye ve p ara esirliğ i ortadan kalkmaz ve işçi ve köylü halkı kendi devlet ve hak imiye­ tine kavuşamaz . Haydi silahını eline al , bütün dünya yoksul ve ezilen işçilerin başladıkl arı sosyalizm savaşında ileri safiara yollan , yollan ! " ( 5 ) TKP ' nin devrim perspektifine ilişkin


26

EKİM

Say ı : 4

görüşlerinde , üç Rusy a devriminde yaş am bulan ve E kim Devrimi ' nden sonra Komü­ n ist Enternasyonal tarafından teorileştiri­ ülkelerin kalmış geri özellikle lerek komünist p artilerine önerilen sovyet örgüt­ belirleyici oynamaktadır . rol lenmesi Kongrede kabul edilen programın "Bazı Akide ve Esaslar" başlığ ı altında , "Amele ve rençber şüralar cumhuriyeti " , "emek sarf etmeksizin y aşayan tufeyli sınıflar hariç olmak üzere halkın çoğ unluğunu etrafında toplayarak işçilerin işleticHer tarafından soyulmasına n ihayet verecek" ve " k apitalizm ile komünizm arasındaki devr-i intikale ait , muvakkat bir şekl-i hükümettir" şeklinde b ir yönetim biçimi olarak anıatıldıktan sonra , p artinin stra­ tej isi ile ilgili olarak da şunlar b elirtil­ mektedir : "Fırk a , h alkçılığın en yüksek şekli olan arnele ve rençber şuralar cumhuriye­ tinin tesisi yolunda yorulmaksızın çalış­ mak ve bunun için evvel emirde teblikat ve neşriyatı ile mağdur sınıfların haki­ metlerini temsil eden bu şekl-i hükümeti kendilerine sevdirmeyi vazife bilir . " ( 6 ) Suphilerin n asıl b ir Bütün bunlar , perspektif ve stratej i ile yola çıktıkları­ nı ortaya koymaktadır. Suphilerin bu anlayışı devrimin diğer sorunların a da y ansımaktadır . konusunda , sorun ulusal Örne � in , ulusların hak eşitliğ i ve kendi k aderini' yanısıra , savunmanın hakkını tayin çağ ımızda çözümünün sorunun ulusal proletarya devrimine b ağlı oldu ğ unu orta­ ya koymaktadırlar . " 1- Sömürge , bugünkü haliyle istila­ mali ve geçiren sına i , devrini cılı k ürünü b ir zorunlu tekelciliğ in ticari olduğ u g ib i , milli çatışma ve sav aşlarda da varolan iktisadi ve siyasi şartlardan çıkan bir faciadı r . "Toplumun kaderi , zenginliğe dayanan sermayedarlardan , fetihçilik ve y ağmacı­ eden hükümet kazanmış şöhret lıkla emirler ve hükümetlerl e , bunlara satılmış bir avuç eşraf ve memurlardan ibaret bir azınlık sınıfı elinde kaldı kça bu felaket­ Iere son vermek imkanı yoktur . " ( 7) "Nazmi yoldaş Şark Meselesini burj u­ vazının halledemeyeceğ ini , ve halletmek istemediğ ini ve ancak şarkı p arçalayarak fakir halkı kendisine esir etmekten başka bir maksat takip etmediğini beyan ettik­ ten sonra · şu sözler ile nutkuna n ihayet vermişti r : " Bunun ancak b i r suret-i halli var­ dı r . Bu meseleyi meydana çıkaran burju­ siyasi ve sınıfi yı kılması , vazının tahakkümün mahvı ve Türkiye ' de içtimai inkilabın inkişafı ve şüra hükümetinin kurulması ! Yaşasın Türkiye müstakil Sosyalist Şuralar Hükümeti ! " ( 8 ) Köylülüğe karşı tutum , köylülük içinde

çalışma -sınıf perspektifi kaybedilmeden­ TKP ' nin programatik ve p ratik sorunlara önemli çok değerlendirmelerinde ilişkin bir yer tutmaktadır . Çünkü , "memleketteki nüfusun ekseriyetini köylüler teşkil eder . Türkiye ' nin şehirlerde , sancaklarda otu­ ve pek çok çok k itlesinin insan ran kısmını köylerde görürüz . Nüfus ' u umumi­ nin yüzde sekseni köylüdür . " Açıktır k i , böyle bir ülkede , sosyaliz­ min maddi ön koşull arının olmadı ğ ı bir ülkede , y ap ılacak devrim , ilk iş olarak ekonominin sosyalist örgütlenmesini değ il , özellikle sosyalizme geçişin ön koşullarını y aratacak kapsamlı bir demokratik reform programını hayata geçirmek zorundadı r . Burada asıl vurgulanması gereken ise , demokratik reformların çözümünün b aşlıca bu amaç olarak- ele alınmaması , bir küçük-burj uva görevlerin burjuva veya iktidarı altında değ il , komünist p artisi­ sovyetleri işçi-köylü önderliğ inde , n in aracılığıyla gerçekleştirme ve sosyalizme geçişi teminat altına alan bir perspekti­ fin varlı ğ ı dır . TKP ' de bu perspektifin , hem de o günün bilinen koşullarında , "sosya­ hayata geçirilmeye çalışılması , lizm" adına günümüz koşullarında savu­ nulan görüşler dikkate alındığında , daha derin b ir anlam kazanmaktadı r . ve akımlar sol liberal Yıllardır küçük-burj uva popülistleri , burj uv a de­ mokrasisi ve demokratik k ap italizm pers­ pektifi ile sınırlılıklarının bir sonucu olarak , devrimci sınıf çizgisini k ararta­ rak , sözde ulusal burj uvazinin en azın­ politikası k azanma kesimini b ir dan güderek , sınıf işbirlikçiliğine kapı ara­ l adılar . Suphiler ise , proletaryayı " 2-Türk , müslüman , y abancı , her ne olursa olsun ve sermayedarlar küçük veya büyük zenginlerle birlik ve ittifak y apma" ( 9 ) diyerek u y arıyorlardı . Yine p rogramın teorik bölümü ile ilgili bilgi veren M . Suphi , bir başka yerde de bu gerçeğ i şöyle vurguluyordu : "Bizim p rogramımıza mukaddeme olarak tavzih ve telebbuuna muhtaç oldu�umuz m addelerden biri de , Türkiye gibi Avrupa k ap italizminin pençesinde ezilen memleket­ lerio burj uv a demokratl ı ğ ı ile kurtulmaya muvaffak olmayacağ ı meselesidir " ( l O ) gençliğ inin Türk itib aren " 1 908 ' den bir kısmı halkın selametini sosyal bir devrimden başka bir şeyde bulamay acağı­ nı anlamıştı . Ama o sıralar sosyalist çalışma k ısıtlanmıştı . . . Doğ udaki gerekli sosyal değ işimin sosyal ve ekonomik devrimle gerçekleşebileceğ i yolundaki i­ nançları E kim olaylarından sonra iyice pekişti . . . "Biz Türk sosyalistleri için önemli ve k ap italizmin Doğ udaki görev , b irinci kökünü k azımaktır . " ( l l )


Ocak 1988 M . Suphi ve yoldaşl arının k avrayışı , sadece p rogramatik tespitler olarak da kalmamıştı r . O günün koşullarında , Tür­ kiye nüfusunun %80 ' i k ı rsal alanda yaşamasın a rağmen , komünistler en b aşta proletaryaya sosyalizm bilincini taşıma , gelişen harekete önderlik etme ve p artiy i proletaryanın b ağ rında inşa etme görevi­ ne özel bir önem vermişlerdir . İstanbul , Zonguldak , Eskişehir komünistlerin çalış­ maların ı yoğ unlaştırdı ğ ı önemli merkezler durumundaydı . Örneğ in , TKP yöneticilerinden Et hem Nej at , TİÇSP ' n in faaliyetlerinden sözeder­ ken , n asıl bir perspektifle yola çı k ı ldı­ ğ ın ı ortaya koymaktadı r . "P arti ( Türkiye İşçi v e Çiftçi Sosyalist P artisi -TG ) İstanbul ' a merkezini n akil eder etmez iştimai inkilabın hedefleri hakkında vasi malümat edinınesi ve orga­ nize olması lüzumuna kat ' iyen k an i bulunduğ u ndan , i l k i ş olarak İstanbul arnalesini işçi birlikleri etrafında topla­ maya sarf-ı mesai eyledi " ( 12 ) Yıllardır kendini proletaryanın komü­ nist p artısı ya da politik öncusu ilan eden k üçük-burj uva popülist akımlar , küçük-burj uva toplumsal sınıf zemininden kurtulamadıkları gib i , p artinin proletar­ y anın dışında da kurulabileceğ i , 5-10 yıl küçük-burjuvazi içinde örgütlenmenin do­ ğ al olduğ u vb . gibi anti-Leninist görüşle­ ri de teorileştirdiler . Oys a , p roleter sosyalist sınıf çizgısı , küçük-burj uva demokrasisinden teorik ve p ratik olarak kopuşu gerçekleştirdikten sonra , komünist­ lerio bütün enerj ileri ile sınıf hareketi­ nin politik örgütlenmesine , sınıf içinde p artiyi örgütleme görevine sarılmayı gerektirir . Bu perspektif i , TKP ' yi oluştu­ ran komünistlerin y aklaşımlarında ve pratik çalışmalarında da görmek olanak­ lıdı r . Henüz TKP kurulmadan ortaya çıkan grupla r , ilk iş olarak , proletarya hareketinin b ağ ımsız b ir politik güç olarak örgütlenmesi görevine "ağ ı rlık vermişlerdir . Günümüz Türkiye ' sf· ile karşılaştırıiamay acak düzeyde geri bir ekonomik-toplumsal y ap ılanmaya sahip o günün koşullarında Suphilerin bu alanda­ ki çabaları ve yakl aşımları , onların sağ l am sınıf perspektiflerinin canlı bir örneğ i durumundadır . Buraya kadar anlatılanlar göstermek­ tedir k i , o günün komünistleri , Türki­ y e ' nin geri ekonomik-toplurıısal yapısına rağ men , sözde değ il gerçekte , içinde yaşanılan çağın özellikleri , ' sonuçları ve bunun komünistlere ne gibi görevler yüklediğ i konusunda sağlam bir bakış açısına sahiptirler . Suphiler , ülkenin geri ekonomik-top­ lumsal y ap ısından hareketle veya burjuva demokratik görevler nedeniyle , demokra­ tik kap italizm y aratmayı ya da burjuva

EKİM

27

demokrasisini kendine program edinmemiş , işçi-köylü iktidarını , tarihin tanıdı ğ ı en demokratik yönetim biçimi olan sovyet iktidarını temel alan bir program ve stratej iyi benimsemiştir . Şüphesiz , bu sovyet iktidarı , bazı popülist grupların anladığ ı gibi burj uva özlü bir iktidar değ il , sosyalizme kesintisiz geçişi teminat altın a alan , ülkenin özgül koşullarına göre b içimlenen proleter özlü bir ikti­ dardı r . Bu stratej i ve p rogram , bütünü ile Lenin ' in önderl iğ indeki Komintern ' in ka­ rarlarında dile getirilen görüşlerle uyum halindedir . Komünist Entern asyonal Yürütme Kurulu Başkanı imzasıyla Komünist Enternasyonal adına , Türkiye komünistleri de dahil olmak üzere , Balk an ve Tuna ülkeleri komünist p artilerine gönderilen mesaj da ( 5 Mart 1920 ) , "Öncelikle de , güya Balkan ülkeleri iktisadi bakımdan geri oldukları için proletarya devriminin dışında k ala­ caklardır şeklindeki o pek sevilen iddi­ ayı çürütmek gerekir" ( 13 ) , "Gene Sovyet Cumhuriyetlerinin tecrübelerinden çıkan ve Balkan ve Tuna ülkelerinin komünist p artilerinin akıllarından çıkarmamaları gereken ikinci ders ise , işçi kitlelerinin dışında geniş emekçi köylü tabak alarını , yoksul ve orta köylüleri komünist hareke­ te kazanmanın zorunlu olduğ udur " ( 14 ) görüşlerine yer verilmesi ve bu görüşlerin TKP programında , programa ilişkin tar­ tışmalarda dile getirilmesi , E k im Devrimi deneylerinin , Komünist Enternasyonal de­ ğ erlendirmelerinin ve TKP programının ne denli uyum içinde olduğunu gösterir . Aradan geçen bunca zamana ve y aşa­ nan tecriibelere rağmen , sözde Suphile­ rin devamcısı olduğunu söyleyenierin , "b azı burjuva devrim görevlerini kendine program edinen demokratik devrim ufı.<uy­ l a , sosyalist ve anti-kapitalist perspekti­ fe bağ lanmamış demokratlıkla sınırl ı bir anti-faşizm , yurtseverlikle sınırlı b ir anti-emperyalizmle işçi sınıfına" gitmeyi savunmaları Marksi�m adı n a tek kelime ile utanç verici bir olayd ı r . Şüphesiz bugünün Türk iye ' si ile o gunun Türki­ y e ' si , o günkü . komünistlerin programları­ nın kapsamı ve karşı karşıya olduğ u görevler ile bugünkü programın k apsamı görevler arasında bir p aralellik ve kurulamaz . Fakat açık bir gerçek v ardır ki, bugünkü küçük-burj uva popülist hare­ ketin programı -somut koşullardaki büyük değ işikliğ i b ir yana b ıraksak b ile­ oldukça geri b ir programdı r . Program ve stratej iye temel teşkil eden olgulardaki köklü değ işikliğe rağmen , TKP p rogramı , k üçük-burjuva popülist hareketin bugünkü programından karşılaştırılamayacak dere­ cede ileri bir programdı r . Bu karşıtl ı k dikk ate değerdir .


28

EKİM

Say ı : 4

Burjuvazinin çözemediğ i vey a çözme gücünde olmadığ ı görevleri kendine prog­ ram edinen küçük-burj uva sosy alistlerine , TKP ' nin bu y aklaşımı , bir çok bakımdan ters gelecektir . Hatt a , belki de , kü­ çük-burj uva darkafalılı ğ ı erdemleştiren ve ucuz suçlamaları politika y apmak olarak algılayan bazıları , TKP 1 n in " sol sekterliğ i "nden , "Troçkistliğ i "nden dem vuracaktır . Böyle görüşler , çağ ımızın gerçekleri ve Marksizm-Leninizm ' in proletarya devri­ miyle ilgili görüşleri konusunda cahilliğ in urunu olduğ u gib i , o günkü dünya ve Türkiye gerçeklerinin anlaşılmamasının da ürünüdür . TKP ' nin görüşleri , y az ıda da gösteril­ nieye çalışıldı ğ ı gib i , teorik olarak çağ ın gerçekleri ve I I I . E nternasyonal ' in çıkardığ ı sonuçlarl a , Ekim devriminin deneyleri ile uyum içindedir . Somut koşullar açısından bakıldığ ında ise , bu görüşlerin benimsenmesinde , zafer kazanmış Sovyetler Birliğ i proletary asının doğrudan desteğ i , burjuva ulusal kurtuluş sav aşı içinde ortaya çıkan devrimci durum olgusu ve Türkiye ' de Bolşevizmin y aygın prestij i belirleyici rol oynamıştır . O koşullarda , b ir komünist p artisi açı­ sından tek doğ ru tav ı r , nesnel olarak devrimci bir rol oynayan ulusal kurtuluş savaşına k atılmak ve emekçi yığ ınlar k arşısına burj uv a bir alternatifle değ il , sosyalist bir alternatifie çıkmaktır . TKP ' ­ nin y ap tı ğ ı d a bundan b aşka bir şey değ ildir . Teorik ve pratik olarak bu gerçekler gözönüne alınmadan , TKP 1 nin görüşleri de anlaşılamaz . Bu zamana k adar , M . Suphi ve TKP ' nin ulusal kurtuluş savaşına karşı tutumu konusunda ileri geri b ir dizi söz edildi , edil iyor . Bunlardan en önemlisi , Kemalist burj uvaziyle uzlaşma ve bu uzlaşma sonucu Türkiye ' ye dönme kararının veril­ diğ i iddiası dır . Baştan söylenmelidir k i , M . Suphi ve TKP ' n in görüşleri ve pratiğ i bütün bu iddiaların y anlışlı ğ ı n a yeterli y anıtı vermektedir . ( * ) M . Suphi ve TKP ' si , bütün ( * ) Bu genel değerlendirme ile birl ikte , genel y aklaşım ve görüşlerle çelişki ifade eden b ir noktayı da belirtmek gerekiyor . M . Suph i , M . Kemal ' in TKP ' li­ leri Türkiye ' ye davet eden mektubuna y anıt olarak yazdı ğ ı mektubun bir yerinde , "ezilen memleket ve halkımı­ zın kölelik ve yoksulluktan kesin olarak kurtulmasına yönelmiş ortak amacımız, elbirliğ i ile çalışılması konu­ sunda azmımız güçlenın iştir" ( M . Kemal P aşa ' y a Mektup Türkiye ' nin Mazlum Arnele ve Rençberlerine s . 4 3 ) demekte-

hazırlıklarını Türkiye ' de işçi-köylü sov­ yet devriminin zafer kazanması amacın a göre yapmıştır . Türkiye ' nin e n önemli merkezlerinde gizli komünist çekirdekler oluşturulması , binlerce yayının gizli olarak Anadolu ' ya sokulması , komünist düşünceler temelinde eğ itilen ve Türkiye ' ­ y e gönderilen yüzlerce savaş esiri , b in­ lerle ifade edilen ordu örgütlenmesi bütün bu hazırlıkların öğelerini oluşturuyordu . Suphilerin Türkiye ' ye gelmesi ise , hem bu savaşa katılm a , "memlekete musal­ lat olan dış düşmanları kovma" , hem de savaşın devrimci ortamdan y arattığı y ararlanarak , " içte halkın sırtından geçinen yağmacı asalak sınıfları da hazır y iy icilik halinden" çıkararak , " serdir . Burada , M . Kemal hareketi ile ilgili söylenenlerin y anlışlı ğ ı açıktı r . Daha da ötesi , genel tutum v e y akla­ şımlarla da çelişınektedir . Böyle bir mektubun ifadenin kullanılmasında , diplomatik b ir dille y azılması , M . Ke­ mal ' in Sovyetler Birliğ i ' nden y ardım almak amacıyl a , "emperyalizme ve kap ital izme" savaş açtıklarını açıkla­ ması , TKP ' nin Türkiye ' ye gelerek res­ men faaliyette bulunmasını istemesi vb . etkenler rol oynamış olabilir . Kaldı ki, aynı mektup içinde söylenenler , M . Kemal hareketine deste­ ğ in şartlı olduğ unu ve emperyalizmle savaş noktası ile sınırlı olduğunu göstermektedir . Daha da ötesi , TKP ' nin Türkiye ' de resmen örgütlendiğ i koşul­ larda , çalışmanın , TKP ' nin p rogramı ve ! . Kongre kararları doğ rultusunda olacağ ı da aynı mektupta dile getiril­ mektedir . " ?-Teşkilatımız Bakü Kongresi ' nde ( 10-15 Eylül 1920 ) bir program ve teşkilat tüzüğ ü kabulü ile p arti haline geçtikten sonra memlekette hemen izle­ yeceğ i siyaseti saptamıştır . Türkiye Komünist P artisi ' nin Büyük Millet Meclisi Hükümeti 1 ne , empery alist dev­ letlerle savaştığ ı müddet süresince bütün gücüyle desteklemey e . . . faali­ karar vermiştir . " geçmeye yete ( a . g . e . , sA7 ) Belirtilmesi gereken bir nokta d a , Türkiye ' ye gelme kararlarının uygu­ lanma biçimi ve Kemalist burj uvazinin TKP önderlerini katıetmesi ile sonuçla­ nan olaydı r . Bence burada da , burj uvazinin k alleşliğ ini ve ikiyüzlülüğünü ortaya çık artan acı bir deney vardı r . Buna yol açan en önemli etken güçler ilişkisinin doğru değerlendirilmemesi ve burj uvazinin il_d yüzlülüğ ünün , kal­ leşl iğ inin yeterince dikk ate alınmama­ sıdı r . ·


Ocak 1988 mayedarl arın , zenginlerin , top rak sahip­ lerin in , p aşa ve ağ aların etki ve baskı­ sını " y ı k arak , " içtimai inkilap " ı gerçek­ leştirme amacına yöneliktir . Komünistler ulusal kurtuluş savaşını destekierken , hiçbir şekilde proleter hare­ ketin b a� ımsızlığ ını ve sosyalizm amacı­ gözden kaçırmamışlardı r . nı M . Suphi tarafından Kongre ' ye sunulan ve karar haline gelen "Sömürgeler ve Milletler Hakkında Karar" b aşlıklı y azıda şunlar belirtiliyor : " Komünist p artis i , devrim hareketinin yeni girdiğ i gelişmemiş memleketlerde emperyalizme k arşı varlığ ını savunan milli kuvvetiere y ardımla b irlikte , genel­ likle sermayedarlar idaresine k arşı sınıf mücadelesi duygusunun emekçi halk içinde derinleşmesine uygun yolda bulunmalı ve mutl aka teşkilatın ba� ımsızlığını koruma­ lıdı r " ( 1 5 ) Gözden kaçırılan , ama kaçırılmaması gereken önemli bir nokta da, o dönemde gerek Bolşeviklerin , gerekse de TKP ' nin Türkiye ' deki ulusal kurtuluş savaşını , uluslararası düzeyde emperyalizmi darbe­ leyen , nesnel olarak proletarya devrimi­ nin ilerletilmesine hizmet eden bir örnek olarak ele almalarıdır . TKP 1 nin Türki­ ye ' deki kurtuluş hareketini desteklemesi , ulusal öneminden ziyade uluslararası önemi nedeniyledir . Dünya devrimi soru­ nu , TKP ' nin teorik y aklaşımında , çağ de�erlendirmesinde ve pratik tutumunda temel bir yere sahiptir . Bu ise enternas­ yonalizm açısından anlamlıdı r . O dönem­ de , E kim Devrimi zafer kazanmıştır ve tüm dünya proletaryası ve halklarının dikkati bu zafer üzerinde toplanmıştı r . Zafer kazanan proletaryanı n , düny a dev­ rıını açısından önem taşıyan dünya halklarının emperyalizm ve gericiliğe k arşı savaşımını desteklemesi , diğer halklara da örnek olacak ve halkların proletarya devrimine destek güç olarak çekilmesini hızlandıracakt ı r . O dönemde , Türk devrimi bu açıdan önem taşıyan b ir örnektir . M . Suphi bu gerçeğ i dile getirir­ ken , "bizler , dünya devriminin bugünkü mecmuu ve merkezi olan Rusy a ' da çalışan komünistler , elimizde Marks 1 ın kitabı oldu ğ u halde , din , millet , ırk ve renk ayrılı ğ ı y apmaksızın , hangi memleketin olursa olsun , ezilen insanlarını kurtarm a emelleriyle en uzak ufuklara doğru atıl­ maktan en karanlık zulüm dery alan haksızlı ğ a u ğ rayan içinde çırpınan , milletiere el uzatmaktan çekinmiyoruz" dedikten sonra devamla , Türkiye ' nin özel durumuna işaret ederek şöyle diyordu : "Ayakl anan Türkiye ' ye en büyük ölçü­ de yap ılması gereken bu desteğin , y alnız ortak düşman olan Avrup a ve Anierikan emperyalizminin Küçük Asya cephelerinde sıkıştırılıp ezilmesi bakış açısından

EKİM

29

değ il , Doğu ve Batının uluslararası ilişkisi yönünden de büyük önemi olacak­ tır . . . Türkiye ' nin böyle muhtaç ve tehli­ kel i bir dönemde sosyalist Rusy a ' dan göreceğ i yardım , sosyal devrime doğ unun gönlünü kazandıracak , bu ise tırn akları­ nı Asyanın ruhuna saplayan İ ngiltere hesabına büyük bir darbe olacaktır . " (16) Yaşamlarının en değerli dönemlerini dünya devrimi ve Türkiye proletaryasının savaşımına adayan , sosy alizm sav aşımı­ mızın onurlu şehitleri Onbeşleri , sosya­ l izm kavgasında yaşatacağız . KAYNAKLAR 1- M . Suphi ' nin Programı Sunuş Konuşma­ sı , Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler , ( ESÜYB ) s , lO l , Mete Tuncay , Belge Yayınları . 2- Hilmioğlu Hakkı , "Müstemlekat Mesele­ si" , a . g . e . , s . 87 3- TKP Programının M . Suphi tarafından sunulan ilk metninden , a . g . e . , s . l lO 4- Sosyalizm İçin Mücadele , M . Suphi , Türkiye 1 nin Mazlum Arnele ve Rençber­ lerine , ( TMAR ) , Aydınlık Yayınl arı , s . 59 5- a . g . e . , s . 62 6- TKP Programı ' ndan , ESÜYB , s . 143 7- TKP ' nin 1 . Kongresi ' nde kabul edilen , Hakkında Milletler ve "Sömürgeler Karar" dan , TMA R , s . 54 8- Kongre ' de Ulusal Sorun Üzerine Tartış­ malardan , ESÜYB , s . 89 9- M . Suphi , " Sosyalizm İçin Mücadele" den , TMAR , s . 59 10-M . Suph i , Programı Açış Konuşmasın­ dan , ESÜYB , s . 102 1 1-M . Suph i , I I I . Enternasyon al ' in ! . Kong­ resi ' n deki Konuşmasından , I I I . Enter­ nasyonal , Belge Yayınları , s . 17-18 12-Ethem Nej at , Kongre ' de Faaliyetler Üzerine Konuşmadan , ESÜYB , s . 1 2 4 1 3-Türkiye Komünist ve işçi Hareket i , Aydınlık Yayınları , s . 28 14- a . g . y . , s . 34 1 5-"Sömürgeler ve Milletler Hakkıona Karar" dan , TMAR , s . 5 5 1 6-M . Suphi, "An adolu ' dan Gelen Elçiler ve Anadolu 'ya Yardım" başlıklı konuşma­ dan , TMAR , s . 57-58 KÜÇÜK SÖZLÜK Ma 1 h aza : Bununla birlikte , böyle iken Tevcih : Yöneltme , doğrultına Müb areze : Savaşım İntişar : Yayılma Tekemmül : Olgunlaşma , yetkinleşme İnkişaf : Gelişme İ hzar : Hazırlama Tufey l i : Asalak Tetebbuu : Araştırma , irdeleme . Mukaddeme : Önsöz , başlangıç Tevzih : Açıklı ğ a kavuşturma


30

EKİM

Sayı : 4

F . AL MANYA ' DA ÇE L İ K İŞÇ i LE R İ N İ N D i RE N iŞ i Kasım sonu ve Aralık ayı başlarında , Almany a ' nı n Duisburg-Rheinhausen bölge­ sinde başlayan ve sonra y aygınlaşan Alman işçilerinin eylemleri , kapitalist sistemin içine girmeye b aşladığ ı derin krizin b ir göstergesi olduğu kadar , Avrup a ' da proletary anın savaşının onu­ müzdeki dönemde daha da canlanarak devam edeceJ inin de bir habercisidir . Bu eylemlerin diğ er bir özelliğ i de , Alman­ y a ' da y aşayan yüzlerce Türk ve Kürt işçisinin , Alman sınıf k ardeşleri ile eylemiere aktif olarak katılmasıdı r . Olay en büyük . Alman tekellerinden biri olan Krupp firmasını n , son y ıllarda sürekli zarar ettiğini ileri sürerek , Rheinhausen ' deki fabrikasını kap atarak , diğer büyük çelik tekelleri Thyssen ve Mannesman ' la birleşme kararı almasıyla b aşladı . Bu kararda , 4200 işçi sokağa atılacaktı . Krupp firmasında çalışanlar kararı duyar duymaz , 28 Kasımda fabri­ k ada üretimi durdurma kararı aldılar . 30 Kasımda 10 binden fazla işçi fabrik a önünde bir miting düzenlediler . Ayrıca , çevre bölgelerden , Thyssen , Mannesman ve diğer Krupp işletmelerinden işçiler , kısa süreli greviere giderek sınıf k ardeşleri ile day anışmay a girdiler . Yine 3 Aralı kta öğ retmen , öğrenci ve esnafın da k atılma­ sıyla 1 5 bin kişi fabrikanın bulunduğu şehirde miting düzenledi . Eylemlerin gelişmesi sonucu , Krupp yöneticilerinden biri , fabrikanın k ap atıl­ sonra , çalışanlarının masından Thyssen ' de iş bulacaklarını açı kladı . Böylece tepki azaltılmaya çalışıldıysa da , Thyssen yetkilileri bunun doğru olmadığ ını açıkladılar . Kısacası bu üç dev tekel , yıllık 4 milyon ton çelik üretimini 9000 kişiyle deJil , 4000 kişiyle gerçekleştirmeyi ve bunalımın yükün ü , işçileri sokağ a atarak , onların sırtına y ıkmayı düşünüyorlar . En son olarak 14 Aralıkt a , Duisburg , Rheinhausen ve çevresinden onbinlerce işçi otoh anları k ap atarak ve üretimi durdurarak protestolarını dile getirdiler . Bu miting ve gösterilere , Alman öğ retmen­ ler Sendikası (GEW) ve Kamu İşçileri Sendikası ( ÖTV ) da katılarak , şehir girişi otohaniarını kapatarak , giriş-çık ı­ şı durdurarak protestolarını y aygınlaş­ tırdılar. Bundan sonra da eylemlerin durmadan dev am edeceği açıklandı . Burjuvazinin ideologları , kapitalist ekonominin kısmi istikrarı ve büyümesin­ den , bununla da ilişkili olarak proletar-

y anın eylemlerinin sınırlılığından hare­ ketle kapitalizmin tartışmasız üstünlüğü­ nün geniş y ı ğ ı nlar tarafından kabul edildiği düşüncesini y ay ıyorlardı . Reviz­ yonistler ise , k apitalist toplumu "refah toplumu 11 , " sınıf çatışmalarının değ il , uyurnun" egemen olduğu toplum olarak sunarak , "başkaldırı " y a ve "proletary a ''­ ya "elveda" demenin zamanı geldiğ ini , artık Marks ' ı n anladığ ı anlamda bir proletaryadan söz edilerneyeceğ i türünden teslimiyet in teorilerini y aymaya çalışıyor­ lardı . Her şey bir y an a , son borsa krizi , empery alistler arasında kızışmaya yüz tutan ve b irbirlerini , gümrük duvarlarını yükseltmekle tehdit eden açı klamaları , son yıllarda Avrup a ' da proletarya hare­ ketinin canlanması ve en son , kapitaliz­ min "yüzakı 11 , "refah ülkesi" olarak sunulan Federal Almanya 1 daki gelişmeler , kap italizmin kapitalizm olarak k almaya devam ettiğ i sürece bunalımdan kurtula­ mayacağını kanıtıarnıyar mu? Burjuvazinin övünmesi fazla sürmedı . ' 80 ' li y ılların b aşından itibaren , k ap ita­ list sistemin derin bir krize doğru yol aldı ğ ının işaretleri görülmeye b aşlandı . Son borsa krizinden sonra , k ap italizmin sözcüleri , yeni bir 1929 bunalımı mı diye korkularını dışa vuruyorlar . Demir-çelik krizi , sadece Almanya ' nın bir sorunu değ il , tüm emperyalist ülkelerin sorunu durumundadır . Son olayların da etkisiyle , çelik sektöründeki krizi görüşmek amacıy­ l a toplanan AT Komisyon u , çelik kotala­ rının dağılımını görüştü ; fakat hiçbir ilerleme sağ lanmadı . Sadece , F . Almanya ' ­ ya üretimi düşürme önerisinde bulunmak­ la yetinildi . Y aşanan kriz sadece çelik sektöründe değ ildir . Tarımsal kriz de , Avrup a em­ peryalistlerinin çozum bulamadığ ı bir b aşka üretim alanı dı r . 1986 ' da , milyar­ larca marklık tarımsal ürün , özellikle süt ve tereyağ ı ya imha edildi , ya da , ölü fiy atın a Sovyetler Birliğ i ve diğer Doğ u . Avrupa ülkelerine ihraç edildi . Her yıl toplanan , AT Tarım Komisyonu hiçbir ilerleme sağlamadığ ı gib i , krizin sorum­ lusu olarak her ülke diğerini suçlamakta­ dır . Açık olan gerçek şu k i , kapitalist sistemin hızla derin bir krize yol alması , kapitalist sistemin anarşik ve dengesiz niteliğinin dışa vurumudur . Y aşan an bun alım , aşırı üretim bunalımı d ı r . Krupp firması ve diğer sözcüler , y aşanan buna(Devamı

s . 1 7 ' de)


Ocak 1988

EKİM

31

G ünü müzü n y ü z karası ve u m ud u n ü l kesi

Güney Afrika" Güney Afrika Cumhuriyeti ırkçılık temeline dayandırılan , ırkçılıkla yöneti­ len , dünyadaki tek devlettir . 5 milyon beyaz azınlığ ı n , 23 milyon siyahın efen­ disi olarak iktidara ve servete hakim olduğu günümüzün yüzkarası bir ülkedir . Ve Güney Afrika , ırkçı-faşist y asala­ ra, yönetimin ve emperyalistlerin her türden baskı ve oyunların a rağmen kahramanca , yılınadan mücadele eden b ir işçi sınıfın a , emekçi halka sahip olan ; kurtuluşunun aynı zamanda Afrik a ' nın ülkeleri halklarının kurtuluşu güney olacağ ı ; ve empery alist-kapitalist sisteme ölümcül bir darbe vuracağ ı umudun ülkesidir . "Batı demokrasisi" , " h ür düny a " , yapan hakları " çığırtkanlığ ı " insan Batılı devletler , burjuva ideologları , burj uva b asın ı , sosyal demokratından "sosy alist " ine iktidardaki y a da muhale­ fetteki p artiler hatta bazı sendikalar , Güney Afrika ' daki ı rkçı rej im sözkonusu olduğunda bilinçli bir sessizliğe bürünü­ yorlar . G . Afrika ' ya karşı ekonomik y ap­ tırımlar ve boykottan sözederken , el altından binbir türlü yolla , faşist Pre­ toria rej iminin imdadın a yetişiyorlar . Çünk ü , Güney Afrika emperyalist-ka­ p italist dünya sistemi içinde , yeri kolay kolay doldurulamayacak , vazgeçilemeyecek bir özel konumdadır . İşçi sınıfı ve halkın mücadelesinin k apsamı , niteliğ i , hedefleri tüm Güney Afrika bölgesi ülke­ lerinin , ileri b ir adım atmalarını ; ABD ve dicrer emperyalistlerin hegemonyaları­ 0 nın s arsılmasını sağlayacak politik so­ nuçlar doğ uracaktı r . Esas konumuz olan , Güney Afrika işçi sınıfının mücadelesine geçmeden önce , ülkenin bu özel konumuna kısaca değin­ mekte y arar v a r . GÜNEY AFRiKA DÜNYANIN E N ZENGİN MADEN DEPOSU VE ÜRETİM KAYNAG IDIR Güney Afrika Cumhuriyeti sınırl arı içinde y aklaşık 5 0 çeşit maden bolca bulunmaktadı r . Bunlardan çoğu endüstri­ nin ve modern sanayi üretiminin onsuz olamayacağı stratej ik ( krom , kobalt , mangan , platin gib i ) ve kritik ( bakır , nikel , vanadyum gib i ) madenlerdir . ABD

H . AKARSU

ve Batı Avrup a , Japonya gibi emperyalist devletler stratej ik m adenler b akımından tamamen dış a , özellikle de Güney Afrik a ' ­ y a bağ ımlıdır . Kritik madenler ABD ve Avrup a ' da bulunsa da ihtiyacı karşılama­ maktad ı r . Buna karşın , t ü m dünyadaki krom rezervlerinin %84 ' ü , manganezin %67 ' si , platinin %89 ' u , altının %49 ' u , tüm Afrika kı t asındaki kömür rezervlerinin %80 ' i Güney Afrika topraklarında bulunmakta­ dır . ( 1 ) Atom endüstrisinin ve atom silah­ larının ana maddesi olan uranyumur, dünyadaki b ilinen rezervlerinin % 16 , 2 ' ,_.:. Güney Afrika ' da ve % 5 , 8 ' i Güney Afrik a ' ­ nın işgali altındaki Namibia ' dadır . ( 2 ) Fakat G . Afrika ' nın önemi , b u değerli ve büyük maden rezervlerine sahip olma­ sıyla b irlikte , esas olarak , maden üreti­ m inde , dünya toplam üretimi içinde aldı ğ ı yerde ; b u madenierin kimler tarafından ve nasıl üretildiğinde ve ABD ve diğ er emperyalist devletlerıo , tekellerin G . Afr!­ k a ' y a olan pağ ımlılıklarının niteliğinde­ dir . Örneğ in , 1 978 y ılında , tüm dünyadaki platin üretiminin % 9 1 ' i , vanadyumun %73 ' ü , altının %77 ' si , kromun %58 ' i , manganezin 90 3 6 ' sı ve uranyumun %50 ' si Güney Afrikada üretilmiştir . Ayrıca bu ülke , kurşun , çinko , k alay , gümüş , kadmiyumun , kolum­ biyum , tantalum , kömür ve d�'mir cevher­ lerinin dünyadaki b aşlıca satıcısıdır . ( 3 ) ABD , ihtiyacı olan tüm maden cevher­ lerinin %50 ' sini Güney Afrika bölgesi ülkelerinden ; dah a somut ifadeyle , ABD örneg ın , vanadyum ihtiy acının %57 ' s in i , p ilatinin %48 ' in i , kromun %30 ' unu sadece Güney Afrika ' dan karşılamaktad ır . Avru­ pa emperyalist devletlerinin Güney Afri­ ka 1 ya b ağ ımlılıkla �ı �a ABD ' ninkinden farksızdır. Alman , Ingilız , Fransız sana­ yi ve endüstrisi ise esas olarak Güney Afrika ' dan ucuz fiyata aldıkları madenie­ re day anmaktadır . Güney Afrika ' nın yeraltı ve yerüstü

*

"Güney Afrika" deyimi Güney Afrika Cumhuriyeti ; "Güney Afrika Bölgesi" deyimi Güney Afrika Cumhuriyeti ve komşusu Namibia , Zambia , Bostwan a , Mozambik gibi ülkeler bütünü için kullanılmışt ı r .


32

EKİM

Sayı : 4

zenginlikleri toplam sayıları 900 ' den fazla olan irili ufaklı yerli-yabancı şirketler , tekeller tarafından y ağmal an­ maktadır . Ülkede faaliyet gösteren tüm y abancı şirketlerin 500 k adarı ABD , 500 'e y akını İ ngiliz ve 400 k adarı da Batı Alman kökenlidir . Ayrıca Fransız , Belçika , Ja­ pony a , Avustralya , Hollanda ve İsveç şirket ve tekellerinin de önemli y atırım ve şubeleri bulunmaktadı r . ( 4 ) Güney Afrika ekonomisi , tüm maden sektörü esas olarak bir kaç uluslararası tekelin hakimiyetinded i r . Ülkedeki tüm maden sektörüne yönelik y atırımların 2/3 ' ü , dünyanın en büyük madencilik tekeli olan , Anglo American Corporation ' a aitti r . Başta Batı Alman y a , ABD , İ n giltere , Fransa olmak üzere Batılı 22 ülke Güney Afrik a ' y a kredi vermektedir . Bu ülkeler­ den 3 1 2 banka , sadece , 1 972-78 döneminde 14 milyar 193 , 2 milyon dolar kredi vermişlerdir . Böylesine büyük sermaye akınının nedeni de , ırkçı-faşist sistem şartlarında , Güney Afrika 1 da %300 ' e v a­ ran , b aşka ülkelerde hayal b ile edileme­ yecek kar oranları , büyük karlardır . Bu anlamda ırkçılık sermayenin azgın sömü­ rüsünün politik b içimi olmaktadı r . Öte y andan , Güney Afrika , ABD 1 nin ve diğ er emperyalistlerin Afrika ' daki önemli b ir saldırı üssüdür . O, İsrail 1 in Orta Doğ u ' da oynadı ğ ı rol ü , Afrika ' nın güne­ y inde oynamaktadı r . Güney Afrik a , ABD ' ­ nin isteğ i doğ rultusund a , Angol a , Mozam­ bik , Zambiya başta olmak üzere komşu ülkelerindeki ilerici , sömürgelicikten yeni halklara askeri kurtulmuş devletlere , saldırılar düzenlemekte , bu ülkelerdeki k arşı -devrimci çeteleri örgütleyip besle­ mektedir . Angola ve Mozambik bu saldı­ rılar sonucu ekonomik iflası n eşiğ ine gelmiştir . Ayrıca , Güney Afrika , dünyadaki fa­ şist , gerici devletlerin , rejimlerin destek­ çisidir . Türkiye ile ekonomik , siyasi ilişkileri 1980 sonrası hızla artmıştır . H alen , Kürdistan ' daki y ükselen mücadeleyi b astırmada kullanılacak araç-gereç satış p azarlı ğ ı , bilgi alış verişi sürmektedir . Şimdi , böylesine zengin ve böylesine empery alizme b ağ ı ml ı , Afrika kı tasının en gelişmiş kapital ist ülkesinde ve dün­ y anın tek ı rkçı rej iminde işçi . sınıfı , yıllardır n asıl zorlu bir mücadele yürüt­ mekt e , bu gün önüne hangi engeller dikil­ mekte olduğunu görelim . GÜNEY AFRiKA İŞÇi SlNlFI VE MÜCADELESi Güney Afrika nüfusunun üçte biri tarımla uğraşmaktadı r . Siyahların zorun­ lu ikamet bölgeleri ( Homeland ) dışandaki yerlerde çalışab ilir toplam siyah nüfusun

%70 ' i ücretli işçidir . İşçiler ve emekçi h alk , "Anayasa" ve " İ ş Yasası " , " Ücretler Yasası " , "Uygar İ şgücünün Yönetmeliğ i " , "Endüstri Y asası " gibi ırkçı y asalarla belirlenmiş iş ve ücret sistemi şartlarında kapitalistler tarafından iliğ ine k adar sömürülmektedir . Siy ah-beyaz işçilerin ücretleri arasındaki ırkçılığ a day anan ücret farkları y üksek oranlarının önemli bir k ay n ağ ı kar olmaktadır . 1970 y ılında , madencilik sektöründe çalışan bir siyah işçi b ir beyaz işçinin ücretinin ancak ondokuzda birini , endüst­ ri sektöründe beşte birini alabiliyordu . Diğer sektörlerdeki durum da aynıydı . Bu ücret farkları , siyah işçilerin mücadelele­ riyl e , örgütlenme seviyelerinin yükselme­ siyle zorla azaltılmış olsa da halen devam etmektedir . 1 987 ' de madencilik sektöründe aynı işi y apan bir beyaz ayda 1500 Rand alırken , bir siyah işçi 300-500 Ran d alabilmektedir . ( 5 ) E konominin tüm sektör­ lerinde çalışanlardan aylık gelirleri 290 Randa kadar olan en düşük ücretlilerin 200 b in kadarı bey az , 5 m iyon k adarı ise siyahtır . ( 6 ) Güney Afrika işçi sınıfı ı rkçı -faşist rej im altında , onyıllardan beri yüzlerce şehit vererek dişediş b ir mücadele sür­ dürmekte , sendikal ve politik örgütlenmesi­ nin kapsamı ve niteli ğ i yükselmektedir . 1984 yılındaki örgütlü sendikalı işçi sayısı 1 . 406 . 302 ' dir . Ve bu sayı tüm çalışan ücretlilerin sadece % 1 2 ' sidir . Siy ahların zorunlu yerleşim bölgelerinde ( Homeland ) işçilerin ve memurların sendi­ k al aşması y asaktır . Bu y asak k apsamına giren siyah işçiler , tüm işçilerin ve çalışanların %30 ' udur . l rkçı rej im , bir y andan siyah işçile­ rin sendikalaşma ve grev hakkını çeşitli y asaklamalarla engelleyip zorlaştırırken , diğ er yandan da işçilerin birliğini boz­ mak için çeşitli oyunlar oynamaktadı r . İşçi sınıfı , siyah-beyaz , ı rkçı rej imi destekleyen-desteklemeyen sendikal a r , kon­ federasyonlar tarafından bölünmüştür . 1983 ' de toplam 1 . 534 . 000 sendikalı işçiden , 425 bini doğ rudan ırkçı hükümet­ ten y an a olan sendikalarda örgütlü durumdaydı . Bun a , hükümeti liberal k a­ bul edenleri de eklersek 545 b in işçinin , y an i toplam sendikalı işçilerin üçte rej imin sultasında olan b irinin ırkçı sendikalarda örgütlü olduğ u görülecek­ tir . ( 7 ) Bu bölünmüşlük , sarı sendikaların gucu , Güney Afrika işçi sınıfının özgür­ lük ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde önemli bir ayak bağ ı dı r . Bu nedenle ANC ve ANC içindeki anti-kaptalist devrimci güçler , işçilerin sendikal birliğ ini sağ l a­ mak için yoğ un çaba harcamaktadırlar . "Tek ülke , tek sendikal birlik , aynı


Ocak ı988 işkolunda tek sendika" ilkesi dağ ruHusun­ da sürdürülen çabalar sonucu ı985 yılın­ da 33 ı rkçı olmayan , yani her ırktan , her renkten işçinin üye olabildiğ i sendika b iraraya gelerek Güney Afrika Sendikalar Kongresi ' ni ( COSATU ) kurdular . Bu büyük adım , Güney Afrika işçilerinin birliğ ini güçlendi rdi , mücadelesine yeni bir ivme ödenti kazandırdı . COSATU ' nun halen veren 4 5 0 bin üyesi vardı r . Ülke çap ında sendikal birlik kurulup gelişirken , tek tek endüstri dall arında da sendikal birlikler kurulmaktadır . Bunlar­ dan b aşlıcaları , bu yıl 5 . Kon gresini y apmış olan Maden işçileri Sendikası ( NU M ) ve işkolundaki 7 sendikanın birle­ şerek oluşturdukları Güney Afrik a Ulusal Metal İşçileri Sendikası ' dır ( GAUMIS ) . Bunlar , COSATU ' nun iki y ıldan beri yürüttüğ ü "Aynı işkolunda tek sendika" kampanyasının en başarılı ürünüdür . Halen Metal işçileri Sendikası ' nın ı30 b in üyesi v ardı r . COSATU ile ANC içiçedir . İşçi sınıfı­ nın bu örgütlü kesimi hem ırkçılı ğ a hem de sermayeye karşı mücadelenin b aşını çekmektedir . ANC , ı960 ' daki Sharpeville katliamı sonrası y asaklanıp yeraltı ça­ lışmasın a b aşlamasına rağmen sendikalar­ la, y asal kitle örgütleriyle her türlü baii ı kurdu , güçlendirdi . Bu sürecin so;ucu olarak ı983 ' de 575 y asal kitle örgütü Birleşik Demokratik Cephe ' yi ( UDF ) oluşturdular . Sendikalar UDF ' nin belkemi­ ğ in i , esas gücünü teşkil etmektedirler .

EKİM

33

Özellikle ' 80 ' li yıllarda grev ve greve katılan işçi sayılarında büyük artışlar olmuştu r . Artık işçi sınıfı işyeri , işkolu grevierini ve de genel grev silahını ustaca ve kararlılıkla kullanabiliyor . Son iki y ıldaki gelişmeler bu açıdan umut vericidir . Örneğ in , Güney Afrika Trenyolu ve Liman İşçileri Sendikası ' n a b ağ l ı ı8 bin trenyolu işçisi , ı3 Mart ı987 ' de , bir işçi arkadaşlarının işten atılmasını pro­ testo etmek için , yasalara göre y asak olan greve başladı . Hükümetin , polisin tüm baskı ve ültimatomlarına rağmen , çatışmalarda 3 işçinin ölmesine ragmen , direniş 2 ay sürdü ve başanya ulaştı . Botha rej imi , işçilerin ve halkın mücadelesini b astırmak için ı2 Haziran ı986 ' da ülkede olağanüstü hal ilan ett i . Bugüne kadar 30 binden fazla insan tutuklandı . Bunlardan ıo b in i çocuk . İdamlar a , ağ ı r işkence ve zulme rağmen ol ağ an üstü hal de sökmedi . ı986 ' daki greviere , direnişiere k atılım , bir önceki yıla göre daha da arttı . Ve işçi sınıfı ı Mayıs ' ı kutlama hakkını ı986 Mayısında söke söke aldı . Olağ anüstü hal uygulamasına geçildiğ i ı986 ' da grevierde kaybolan iş saati toplamı ı, 3 milyon iken , ı987 ' de 5, 5 milyona yükseldi . ı987 Ağustosunda 28 altın ve ı8 kömür madeninde çalışan , NUM ' da örgütlü işçi­ ler , Güney Afrika tarihinin en büyük grevini gerçekleştirdiler . NUM ' un verdiğ i bilgilere göre , greve 3 4 0 bin maden işçisi

ı973-ı982 DÖNEMİNDE GREYLER VE GREVCİ işçi SAY ISI Yıllar Grevci sayısı Grev sayısı

ı973

ı974

98 . 378 370

ı975

ı976

5 9 . 244

2 3 . 32 3

2 8 . 0ı3

384

274

245

-

ı977 1 5 . 304 <ı O

Kay n ak : G REYLER VE YÜKSELEN MÜCADELE Güney Afrika Anayasası ' n a göre , Afri­ k alı siyah işçilerin greviere katılması y asa dışıdı r . Dini toplantılar dışında her türlü gösteri uzun süredir yasaktı r . Ülkede halen olağ anüstü hal y ürürlükte­ dir . Fakat işçiler , kanları , canları p ahasına olsa da , b irçok kayıp verseler de greve çıkmakt a , ırkçı faşist y asaları p aramp arça etmektedir . Bu anlamda , her grev Güney Afrika şartlarında b ir ayak­ lanm a , b ir başkaldırıdır . Yukarıdaki tabloda ı973-ı982 döneminde yap ı l an grevler ve grevci işçi sayısı incelendiğ inde görülebileceğ i gibi , ı 97778 ' lerdeki en düşük grev ve grevci sayıları günümüze doğru her yıl giderek artmıştı r .

ı978

ı979

ı980

1981

ı4 . ı60

22 . 803

6 ı . 785

92 . 84 2

ıo6

ıoı

207 -

ı

ı982 ı98 . 020

342

South Afrikan Review , Vol . 1 . ı983

28ı (8)

katıldı . Bu rakam , 1 973-ı980 dönemin de , tüm ülkede greve çıkan işçilerin toplam rakamından çoktur . Tekellerin sözcüleri , sermaye çevrele­ ri , m aden işçilerinin grevi öncesi , m aden ayrı dilleri konuştukları , işçilerinin komşu ülkelerden gelen göçmen işçilerle diğer siyah işçilerin birleşemeyeceğ ini , grevin 4 8 saat bile süremeyeceğ ini iddia ediyorlardı . Oys a , m aden işçileri , ı rkçı rej imin silahlı saldırıların a , lokavta , 9 işçinin 500 ' ünün y aralanmasın a öldürülmesine , rağmen grevi üç hafta sürdürdüler . Taleplerinden b ir kısmını söke söke aldılar . Maden işçilerinin bu büyük ayaklanması ve ülkede gelişen diren iş , rej imi güç durumda bıraktı . Botha , emperyalistler şimdi rej imin tekelle r ,


34

EKİM

Sayı : 4

geleceğ inin hesabını ciddi ciddi y apar o ldular . Hatta bazı şirketler , ilanlarla Both a ' ya " ay ağını denk al" önerisinde bulunuyorlar . MÜCADELENİN ÖNÜNDEKi ENGELLER Derinleşen kriz nasıl çözülecek ? Güney Afrika p roletaryasının sosyalizme gidişi n asıl engellenecek ya da saptırılıp düzenin sını rları içinde hapsedilecek ? Nasıl sadece ırkçı re] Imın yıkılmasıy l a sınırlanab ilece k ? Kısacası Güney Afrik a ' ­ daki devrim ateşi nasıl söndürülebilecek? Botha emperyalistler , Batılı ABD , takımı ve kap italistler bunun planlarıy­ la, reformlar ile meşguller . Onlar bir y andan ANC ' n in , işçi sınıfının gucun u kırmak , gelişmesini frenieyebilmek ıçın , genel olarak siyah halkı , başka bir deyişle beyazlar dışındaki halk kitlesini bölmek , birbirine düşürmek istiyor ; ANC ' ­ n in , onun silahlı örgütünün , sendikal arın ve UDF ' nin k arşısına gerici , ı rkçı rej i­ min kırıntılarıyla p alazlanmı ş , y a da p al azlanma umudu olan siyah orta sınıf­ ların ı , kabile temeline dayanan gerıcı siyah örgütlerini , Tutu gibi p ap azları çıkarıyor . Siyahı siyaha kırdırmak isti­ yor . Bunun en somut örneğ i , Zulu kabile­ si reisi Mangosuthu Buthelezi taraftarla­ rının ve üyelerinden hemen hemen tümü­ nün Zulu kabilesinden olduğ u , y aklaşık 1 , 5 milyon üyeli İnhatka örgütü militan­ larının ANC ve UDF taraftarıarın a , ilerici ve devrimcilere silahlı , sop alı saldırıla­ rıdı r . Bu saldırılar sonucu Eylül ayın­ dan bu y an a geçen üç ay içinde y üzden fazl a insan y aşamını y itirmiştir . COSATU , İnhatka ' nı n saldırı ve cinayetlerinin Natal ' da politik hakimiyet kavgası oldu­ ğ unu açıklamıştır . Çünkü , 1983 ' e kadar , en büyük legal siyah örgütü olan İnhat­ k a , 1983 ' de 575 legal örgütün ve sendika­ l arın oluşturdukları UDF ' n in k arşısında sürekli güç k aybetmiştir . 2,5 milyon üyeyle UDF bugün Güney Afrika ' nın tartışmasız en büyük legal kitle örgütü haline gelmiştir . Both a , Buthelezi ' nin örgütün ü , beyazlarla ANC , UDF ve sendi­ k alar arasında bir denge unsuru , b ir t ampon güç olarak tutmayı denemekte­ dir . ( 9 ) Öte y andan , ABD , Batılı emperyalist­ ler , Botha takımı ve k ap italistle r , bütün karşı-devrim merkezleri ANC içinde ortak mücadele yürüten anti-kapitalist devrimci güçler ile siyah ulusçuları , sermaye düzenini yıkmak isteyen güçlerle, mücade­ leyi s adece ı rkçılığ ın yıkılınası ile sını rlay an güçleri bölme çabasındadı r . B u plan , ABD Dışişleri Bakanlı ğ ı ' n ı n 1 9 8 7 Ocağ ında, ANC ' nin 7 5 . Kuruluş Y ıldö­ nümü vesilesiyle Amerikan Kongresi ' ne sunduğ u bir raporda somut ifadesini

bulmuştur . Raporda , "ANC içindeki siyah ulusçulada komünistleri bölmek mümkün­ dür ve yap ılmalıdır" , "Pretoria hükümeti ANC ile görüşmelere başlars a , ANC ' nin emperyalist ülkelerle ilişkileri arttıkça ANC içindeki farklı siyasetle r , ayrılıklar su yuzune çıkacaktı r . 11 değerlendirmeleri ve planları y apılıyor . ( lO ) Botha ise , "ANC içindeki komünistleri atmadan şiddeti reddetmeden onunla gö­ rüşmelere başlanmamalı , yoksa ANC güç­ lendirilmiş olur " diyor . Her iki politika da sınıf mücadelesini " ı rkçılığ a karşı olmakla" sınırlayıp , Güney Afrika ' da kapitalist sistemi kurtar­ ınayı amaçlıyor . Saptanan politikalar uygulamaya kon­ du bile . ABD yönetimi ANC ile alt düzeyde sürdürdüğ ü temasları üst düzeye çık ardı . Dışişleri Bakanı Shultz ' un isteğ i üzerine ANC Başkanı Oliver Tambo , ABD ' ye gitt i , b ir hafta kaldı . Shultz , etkin Amerikan politikacıl arı ve iş adamlarıyla görüştü . Tambo , ANC ' nin sermaye k arşıtı dev­ rimci güçler ile ilişkilerini koparması ve devrimci şiddeti reddetme yönündeki has­ kılara boyun eğmedi . Shultz da Tam bo ' ­ nun Pretoria ile ekonomik v e siyasal ilişkileri kesme önerisini reddett i . Fakat , proletaryanın mücadelesi , si­ yah halkın şiddete dayanan çözümü güçlendikçe , emperyalistlerin " protestola­ rı " , Botha ' nın "reform" şamataları art­ tıkça ANC içindeki farklı siyasetlerin hareketlenınesi de artıyor . ANC bir y an­ dan Güney Afrikalı iş adamlarıyla görüş­ meler y apıyor , diğer y andan da Afrika­ nerler olarak adlandırılan en azılı gerici beyaz burj uvaların bir heyetiyle buluşu­ yor . Bu goruşme ve buluşmalarda neyin p azarlığ ının y apıldığ ı , neyin görüşüldü­ gu ANC tabanının zorlamasıyla tutanakla­ rı y ayınlanarak açıklandı . Son y ıllarda­ ki bu gelişmele r , ANC içinde , devrimci gelişimleri y avaşlatma yönünde b ir çaba­ nın olduğu izlenimini veriyo r . Sovyetler B irliğ i ise , Güney Afrik a 1 da­ ki p roletaryanın devrimci ateşini "söndür­ me"den resmen 27 . Kongre Raporunda sözet­ ti: "Biz Ortadoğ u ' da , Orta Amerika ' d a , Güney Afrika ' da yeryüzün ün b ütün sıcak noktal arında çatışma durumunu sürdürme yollarını bulmak için kollektif arayı şları canlandırmaktan yanayız . Genel güvenlı­ g ın çıkarları bunu kesin zorunlu k ılı­ yor . " ( l l ) ( abç . ) Güney Afrika ' nın adı bizzat verilerek , Güney Afrika proletaryası ve halkının devrim ateşi emperyalistlerle " kollektif arayış" anlayışı çerçevesinde yavaşlatıl­ mak , söndürülmek isteniyor . Bu k arşı­ devrimci çab a , batı b asınında Temmuz 1987 ' de çıkan "Sovyetler Birliğ i ' nin Güney


Ocak 1988 Afrik a ' da şiddetin y ayılmasını istemediğ i ve ANC içinde , Sovyetler Birliğ i Dışişleri Bakan Yardımcısı Anatali Adamişin ile ABD ' nin Afrika İşleri Sekreter Yardımcı­ sı C hester Craeker ' in Londra 1 da biraraya gelerek , 1 98 5 ' deki Reagan ile Gorbaçov ' un Cenevre 1 de y aptıkları zirve görüşmesinde alınmış kararlar doğrultusunda Güney Afrika ve Angola üzerine görüştükleri de eklendi . i şte Güney Afrika proletaryası sosya­ lizm yön ünde ki mücadelesini saptırmak , yavaşlatmak , " söndürmek" isteyen emper­ y alist ve revizyonistlerin böylesine sahte çözüm önerileri , reform programlarıyla kar�ı k arşıyadı r . Fakat bu sahte çözüm yollarına kar­ şın , devrimci sendika önderleri , ANC içindeki devrimci liderler devrimci krizi sosyalizmi hedefleyen , ı rkçılığ a ve kapi­ talizme karşı olan bir mücadele ile çözmeyi hedeflediklerini açıklıyorlar . Bu konuda , NUM Başkanı James Moh­ latsi düşüncelerini şöyle özetliyor : "Bu kriz kapitalizmin krizidi r . Çünkü · k ap italist sistem ihtiyaçlarımıza ve istem­ lerimize cevap veremez . Bu ihtiyaçlar , istemler için fakirliğ i , açlığ ı ve hasta­ lıkları k azıy acak bir sosyal sistem gereklidir . Yaşanabilecek b ir ücret için yürüttüğ ümüz kampany a , bu ülkenin zen­ ginliklerini daha iyi p aylaşma sav aşımı­ mızın ilk aşamasıdır . Bu b izim için kalıcı bir çözüm olamaz . . . işaret ettiği­ miz gibi ekonomideki krizin karakteri öyle k i , ne bu hükümet , ne b aşka kapitalist hükümetler çözemez . Bu krizi y alnızc a , ülkenin kaynaklarını k ar için değ il , halkın y ararına kullanacak olan demokra­ tik , sosyalist bir düzen çözebilir . Fakat savaşımın bu yöne doğ ru gitmesi ıçın yığ ınların örgütlenmesi gerekir . Sendika­ l ar tek b aşına bu görevin üstesinden gelemezler . İşçi sınıfı genel sav aşımda vazgeçilmez bir güçtür ancak , gençliği­ miz , k adınlarımız ve halkımız örgütlen­ rnek zorundadır . Ve m adenciler olarak , b u savaşımın öncüsü olmalıyı z . " ( 12 ) ANC Yürütme Komitesi U yes i , GAKP Başkanı ve geçen yıla kadar ANC 1 nin silahlı örgütü Umkhonto We Sizwe ' nin kurmay b aşkanı Joe Slovo d a , Ağustos 1987 1 de verdiğ i b ir mülakatta şöyle diyordu : " Mücadele fabrika kapısında bitmeye­ cek . Sendikal hareket , ANC ve Komünist P artisi , işçi sınıfının tayin edici rolü konusunda hemfikiriz . İşçiler sadece sen­ dikal hareketin değ il , toplumun her alanında en önde yer almalı , ANC ' nin illegal politik mücadelesine katılmalı , Komünist P artisi ' nin p arti örgütüne k atıl­ malı , güçlendirmeli ; yerleşim bölgelerin­ deki örgütlerde çalışmalı , örgütleyip

EKİM

35

yönetmeli ; ANC ' nin silahlı örgütüne katıl­ malı ve Birleşik Demokratik Cephe ' de çalışmalı . " ( 1 3 ) J . Slovo devamla , ulusal kurtuluş mü­ cadelesinde , ANC ve Ulusal Demokratik Cephe içinde tayin edici rol alan işçi sınıfının , aynı zamanda "kurtuluşun zaferinden sonra , b ağ ımsız bir güç ola­ rak , sınıf güçlerinin karşılıklı etkileşimi içinde tayin edici rol oynay abilmesi için y aş anılan mücadele aşamasında politik olarak örgütlenmesini , ideoloj ik ve örgüt­ sel olarak h azırlanmasının zorunluluğ u " ­ nu vurguluyor . ANC ' nin , 25 y ıldır tutuklu olan önderi Nelson Mandela ise " komünist p artinin temel amacı sermaye sınıfını ortadan kaldırarak işçi sınıfını iktidara getir­ mektir . Komünist p arti çelişkileri derin­ leştirmey e , ANC ise farklı sınıfları uzlaştırmaya çalışı r ; işte aralarındaki temel ayrım da bu noktada doğ ar . " "Tarihin hiçbir döneminde ANC ; ülkenin ekonomik y apısında devrimci bir değ işik­ lik y ap ılmasını salık vermedi ( 14 ) diyerek görüşlerini özetlemiştir . Güney Afrika proletary ası , ülkenin karmaşık politik y ap ısı ve derinleşen kap italist kriz ortamınd a , Afrika ulusal­ cılığ ı , ırkçı rej imin yıkılmasıyla sınır­ lı , kapitalist sisteme dokunmayan mücade­ le anlayışları ; devrimci ateşi söndürmeyi ve Güney Afrika ' nın emperyalist sistemin bir p arçası , ucuz maden deposu olarak kalmasını garantHeyecek sahte çözüm yolları ile karşı k arşıyadı r . G üney Afrika ' nın geleceğ i , proletarya­ nın , işçi sınıfının gerçek toplumsal kurtuluşa giden yolu mu , k ap italizmi sağlamlaştıracak sahte ve tehlikeli yolu mu tutacağ ı n a , uğrunda mücadele edeceğ i­ ne b ağlıdı r . • • •

DiPNOTLAR 1- "Südafrika und der Westen " Anrt Span­ dau , November 1 983 , s . 12-14 2- " Der Süden Af ri kas im Aufbruch" , Gerhard Brehme , Ost Berlin 1982 , s . 12 3- Südafrika und der W esten " , s . 13 4- "Çaa daş Sömürgecilik ve Emperyalist Yay� lma Örneği Güney Afrika Cumhuri­ yeti " , Gürhan Uçkan , Yarın Yayınları , İstanbul 1 986 , s . 73 5- Der Spiegel , sayı : 34 , Ağustos 1 987 6- "Schwarze Gewerkschaften in Südafrik a " , Werner Puschra , Bon n , 1 984 , s . 20 7- "Güney Afrika Cumhuriyeti " , s . 34 8- "Schwarze Gewerkschaften in Südafri­ ka" , s . 2 1 9- Der Spiegel , 7 Aralık 1987 , s . 16 6 (Devamı

s.37 'de)


36

EKİM

Sayı : 4

TRAJİ-KOMİ K BİR ÖYKÜ :

Afganistan devri mi ' Geçenlerde b ir açıklama y ap an Afga­ nistan l ideri Necibullah , " devrimimiz ne sosyalist ne de proleter devrimidir . Düşmanlarımız ne derse desin , iktidardaki Demokratik Halk Partisi de komünist bir p arti değ ildir" dedi . 1979 Aralığ ında , Sovyetler Birliğ i ' n in Babrak Karmal kukla iktidarının işbaşına getirilmesi ile sonuçlanan Afganistan işgalinin üzerinden 8 yıl geçt i . O zaman Brej nev , neden işgal ettikle­ rini açıklarken , amaçlarını açıkça formü­ le ederek , " b aşka türlü davranmak , Afganistan ' ı emperyalizme av olarak bı­ rakmak olurdu " diyordu . Ortada , avian­ ması gereken bir av vardı ve elini çabuk tutan Sovyetler Birliğ i yöneticileri bu avı avlamışlardı ! Yıll ardı r , Sovyetler Birliğ i yöneticileri ve onun diğer ülkelerdeki uzantıları , bu "proletarya entenasyonalizminin işgali , "Afganistan h alkına yaşam bulması " , Sovyetler Birliğ i ' nin 1 Mayıs hediyesi" , "Sosyalizmin Afganistan ' da yen i b ir aşa­ maya ulaşması " vb . diyerek savundular , her yıl dönümünde alkışladılar . Aynı şeyler , Türkiye ' deki Sovyetler Birliğ i y andaşı p arti ve kişiler için de geçerliy­ di . Sovyetler Birliğ i ' n in sosyalist bir ülke olmadığını , halklara k arşı emperyalist­ hegomonyacı bir politika izlediğini söyle­ yen Marksist-Leninistler ve devrimciler i­ çin ise durum açıktı . ' 70 ' l i y ılların sonunda , ABD emperya­ lizmi , dünya çapında proletarya ve halkların savaşımı sonucu , büyük darbe­ ler y iyerek güç kaybetmeye başlamıştı . Nikaragua devrimi , İran ' da Şah iktidarı­ nın devrilmesi , Filistin halkının yükselen baş k aldırısı , bunun en canlı örnekleri idi . Eşitsiz ve dengesiz gelişim , 1 70 ' lerin b aşından itibaren Sovyetler Birliğ i ' nin siy asi olarak öne tırlamasına neden olmuştu . İşte bu koşull arda , Basra Körfe­ zindeki petrol alanlarına ve sıcak deniz­ lere daha y akın olabilmek için de , tamamıyla emperyalist-hegomony acı amaç­ lar uğ run a Sovyet ordusu Afganistan ' ın işgal etti . Tarihsel olayların kanı tladığ ı gib i , emperyalist ilhaklara v e halkaları-n zen­ ginliklerinin talanına başvururken , poli­ tikalarının ilhakçı ve talancı karakterini gizlerneye çalışı rla r . Batılı emperyalist­ " demokrasi" , "komünizm ler , "barış" , tehlikesinden korunmak "· vb . iddialarla il haklarını gerçekleştirirler , darbelere b aşvururlar . Sovyetler Birliğ i ise , "sosya-

list" olduğundan , ilhakları "proleter enternasyonalizmi" , " devrim " , " av ı emper­ y al istlere bırakmama" , "sınır güvenliğ i " vb . adı n a gerçekleştirmektedir . Örtüler kaldırıldığ ında hepsinin de amacının ortak ve aynı olduğu ortaya çıkar : Emperyalist amaçlar uğ runa nüfuz alanla­ rı , il hak ve talan ! Bugün olan nedir? Nasıl oldu da , " kardeş Afgan Partisi ADHP " komünist p artisi olmaktan çıkarak "ulusal bir güç" haline geldi, " sosyalist Afganistan" sos­ yalist olmaktan çıktı , Afganistan ' dan Sovyet birliklerinin çekilmesi , geleneksel Af gan gericilerine koalisyon çağ rı sı , "Afgan halkının , dünya barışının y ara­ rına" bir politika oldu ? Aslında , Necibullah , düşmanlarımız devrimimize "sosyalist " , p artimize "komü­ nist" diyor derken , dolaylı. olarak yoldaş­ larını da düşman yerine koyuyor . Çünkü düne kadar , bunlar ADHP " kardeş p arti" , Afganistan ise , "sosyalizmin özgün bir örneğ i" idi . Bugün Sovyetler Birliğ i ve onun kuk­ lası Necibullah , Sovyet birliklerinin Afga­ nistan ' dan çekilmesinin kılıfını hazırla­ maktadı rlar . Sovyetler Birliğ i ekonomisi­ nin derin b ir krize girmes i , ülke içinde hoşnutsuzlukların artması , dünya çapında p restij kaybetmesi , SBKP yöneticilerini yeni bir arayışa soktu . Eşitsiz gelişim , ' 80 ' li y ılların başından itibaren gelişen olaylar, SSCB ' nin gerilemesine , ABD ' nin dünya politikasında öne geçmesine neden oldu . SSCB yöneticileri , yeni bir atılım için , uluslararası düzeyde rakiplerine taviz vererek , iç güçlüklerden kurtulmaya yöneldiler . "Açıklık" politikası , p azar ekonomisini y aşama geçirerek uluslararası kap italist sistemle bütünleşme , silahsız­ lanma çığ lıkları , Afganistan ' dan geriye çekilmenin b arışa k atkı olarak sunulma­ sı , Afganistan ' da geleneksel gerici güçle­ re koalisyon çağ rısı , eski Afgan kralının ülkeye daveti vb . hepsi yeni politikanın ideoloj ik motifleri y a da unsurlarıdı r . Sovyet yöneticileri , Afganistan işgaline girişirken , işleri kısa sürede " düzelterek" geriye çekilmeyi düşünüyorlardı . Fakat beklenen gerçekleşmedi . Başta ABD olmak üzere , b atılı emperyalistler tarafından desteklenen Afgan muhalefet güçleri , iş­ galci güçlerle açık bir savaşa girdiler . Aradan 8 yıl geçmesine rağmen , Necibul­ lah ' ın açıklamasına göre , hala yerleşim bölgelerinin 2/3 ' ü mücahitlerin elinde bulunmaktadır . Geçen süre göstermiştir ·

rDevamı

s . 21 ' de)


Ocak 1988

EKİM

37

TBKP , SBKP ' NİN iZiNDE (Baştarafı

s . 23 ' de)

kesimleriyle devrimci-demokrasinin bir çok kesimini aynı duygusal atmosferde birleş­ tirmesidir . Bilindiğ i gibi , TBKP bundan b ir hayli y ararıandı kendince . anlamak davran ışını Burj uvazinin mümkündür . Ya bugün TBKP ' ye , onun tuttuğ u " yeni yol " a veryansın eden dev­ rimci demokrat gruplara , onların davra­ nışıarına ne demeli ? Birkaç istisna dışında tümü B . Boran ' a "demokrasi , ba­ ğ ımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin önderi" p ayesini verd i . Bu , gazete ilan­ l arıyla kitlelere ve kamuoyuna ilan edildi . Dergilerde , "görüşlerine katılma­ sak da . . . " ifadeleriyle b aşlayan övgü ve say gıyla bitirilen bir dizi y azı yazıldı . Müslüman geleneğ inde "ölüleri rahmetle anın ız ! " vardı r . Fakat bu emir , ümmet-i Muh ammed içindir , Marksistler ve devrim­ ciler için değ il . Bütün bir örnrunu burj u v a sosyalizmini savun arak geçirmiş , bu uzun ömrü doğ al bir ölümle noktalan­ mış b ir kimsenin ardından illa bir şey söylemek ve yazmak gerekiyorsa , bu , hiçbir duygusallı ğ a yer vermeden , tama­ men ideoloj ik-sınıfsal bir tutumla y apı"'""""'""""""'"""'"'"""""""""""'"'"'"'""""'"""'"""""'""'"""""'""""'"""'""""""'""""""'"'""""'"

lır . Marks ' ın kendisi , Proudhon ' un ölümü vesilesiyle yazdı ğ ı "Proudhon Üzerine" makalesiyle bize bunun en iyi örneğ ini vermiştir . Kuşkusuz çeşitli grupların bu konuda­ ki tutarsızlı ğ ı bir rastlantı değ il dir . Modern revizyonizmle aralarına belirgin bir çizgi çekernem iş- olaiılai , elbe-tte k i , onun " mücadelesi "nde de kendılerıne ortaK bir yan bulurlar, ve bir ölümün y aratt ı ğ ı duy gusallıkla , bu " y a n " ı öne çık armaktan k endilerini alıkoyamazlar . Unutulan şudur ki, bu duruma düşenlerin , ardından bugünkü TBKP ' ye karşı esip gürlemeleri , etkisinden ve inandırıcıl ı ğ ından çok şey kaybeder . Zira bu aynı TBKP ' nin devrim ve sosyalizm düşmanı yeni çizgisinin ve baş mimarlarından programının biri , ardından gözyaşı dökülen bu aynı Behice Boran ' dır . Ve de son nefesini vermeden önce , bu aynı çizgi ve programı , bugün günah keçisi haline getirilmiş H . Kutlu ile birl ikte , bir b asın toplantısında tüm dünyaya ilan eden de y ine bu aynı B . Boran ' dı r . '

!""""'""'"'""'"""""""""""'""'""'"""""'"""""""'"""'"'""'""'""""""'""""""""'""'"""""'""'"""'"""'

1 GARBİS ALTINOGLU (Baştarafı

s . 39 ' da )

revdir . Onlar içerde devrimin direncini v e onurunu temsil ediyorlar . Onları korumak ve kurtarmak için en militan mücadele biçimleri de dahil , hiçbir şey esirgenme­ melidir . Kaldı k i , mütev azi bir day anış­ manın b ile , örneğ in bir kitabın veya bir p arça mektubun , ya da kendilerini soğ uk­ tan korumaları için bir k az ağ ın vb . y arattığı manevi etki ancak içerde kalan­ l ar tarafından tam olarak bilinir . Şüphe­ siz hiçbir y ardım olmaksızın da onlar ayakta kalmasını , düşmana k afa tutması­ nı bildiler , biliyorl ar ; ama yanlarında olduğ umuzu , dışarıda kavgayı sürdürdü­ g umuzu , yoldaşça dayanışmayı, bunun sı­ caklığ ını her an hissetmeleri , onları güçlü kılar . Öte y andan , cezaevleri diktatörlükle çatışmanın en sert sürdüğ ü alanlardan b iri oluyor . Yankısı bütün topluma ulaşı­ yar ve etkili oluyor . Topluma direnme , karşı koyma geleneğ i aşılıyor . Bu olguyu görmek , hakkını vermek , ilgisiz kalmamak gerek iyor .

GÜNEY AFRi KA (Ba ştarafı

s .]l ' de)

10-"Weekly Mail , 2 9 Ocak 1 987 " den akta­ ran : işçinin Sesi , Sayı : 323 , 25 Şubat 1987 ll -"SBKP 27 . Kongres i ' ne Sunulan SBKP Merkez Komitesi Politik Raporu " , Mihail Gorbaçov , TKP Yayınları , Köln 1986 , s . 96 12-"New Na tion , 4 Mart 1987 ' den aktaran : İ şçinin Ses i , Sayı 3 2 3 1 3-AİB ( Antiimperialistisches Informations­ builetin ) , E k im 1 987 , s . 7-9 14-"Özgür Bir Güney Afrik a " , N . Mandela , Belge Yayınları , İstanbul 1986 , s . 85

OKUYUCULARA Haber ve yazı ları nı zı bekliyo­ ruz . Bize sürekli yazı n . Mektupları nı zda kimliğinizi açı ­ ğa vura n , saklı kalması gereken bilgilere yer vermemelisiniz!


38

EKİM

Sayı : 4

19 1 8- 1 9 AL MAN DEVAİMİ (Batftarafı

s . 40 ' da)

meti yen ildiğ ini anlayınca af ilan etmişti ) 23 Ekimde Berlin ' e va­ ran L iebknecht ' i büyük bir kal abalık karşıl adı . 1917 Nisan ında p atlak veren grevierin ardından işçi konseyleri ( sovyetler ) kurulmaya başlanmıştı . 1 9 1 7 E k iminde ise , cephede ve cephe gerisinde asker konseyleri kurulmaya b aş­ landı . Spartaküs Birliğ i , dev­ rimci işçi-asker konseyleri USPD ve temsilcileri ( Bağ ımsız Sosyal Demokrat Parti ) bir araya gelerek ayaklanma kararı aldılar ve 4 Kasım gününü ayak­ lanma tarihi olarak tespit ettiler . Bir kaç gün sonra bu tarih ll Kasıma erte­ lendi . Ancak genel grev planlanandan iki gün önce b aşladı . Devrim b aşlamış­ tı . Ve Prusy a hükümeti çekilerek , görev ini , sava­ şın başından beri kendi emperyalist burjuvazisini destekleyen hain SPD ' ye , SPD liderlerinden E bert ' e devretti . Aynı gün Karl Liebk­ necht Berlin Kraliyet Şato­ sunun balkonundan , b inler­ ce işçi ve asker önünde Sosyalist Cumhuriyet ' i ilan ett i . Bunu durdurmak ve boğ mak isteyen devrimi sosyal -demokratlar · da , Scheidemann ' ın ağzından Cumhuriyet ilan etti . Aynı gün serbest bıra­ kılan Sp artaküs Birliğ i ' nin diğer ünlü l ideri Rosa Luxemburg Berlin ' e geldi . SPD , USPD ' n in de k atıl­ "Halk sözde dığ ı bir Kom iserleri" hükümeti kura­ rak , devrimi durdurmaya çalışıyordu . Spartaküs Bir­ ı q i , kurucu meclis tezini reddederek , tüm iktidarın işçi-asker konseylerine ge­ çişini ileri sürdü . Ancak Spartaküs Birliğ i ' n in tezle­ ri 21 Kasımda toplanan Berlin işçi-asker konseyleri genel kongresinde çoğ un­ luğu sağlay amadı . 1 9 1 7 Nisanında SPD ' den

ayrılan "merkezci 11 muhale­ fetin ( Kautsky , Hilferding vd . ) kurduğu USPD içinde örgütsel bakımdan özerk olarak yer alan Spartaküs Birliğ i , 1 9 1 8 Aralık ayı sonunda toplanan kongre-­ sinde AKP ' yi ( Almanya Ko ­ münist P artisi ) kurma ka · ra rı aldı ve 1 Ocak 1 9 1 9 ' ­ da AKP resmen kuruldu . I şçilerin SPD hükümeti­ ne ve pol itikasına karşı protestosu yükseliyordu . Aralık ayında USPD hükü­ metten çekilmişti . 5 Ocak 1 9 1 9 ' da ayaklanma kendili­ ğ in den yeniden p atlak ver­ di . Henüz yeni bir parti olan AKP hazırlıksızdı ve ayaklanmayı yönetecek du­ rumda değ il di . Ancak sos­ y al-demokrat hükümetin ayaklanmayı kanla hastır­ ma tutumu karşısı nda AKP işçileri y alnız bırakarnaz­ dı . AKP zamansız bir a­ y aklanınayla k arşı karşıya ancak kaldı , ay aklanma halindeki işçilerin başına geçti . USPD ise , her za­ manki gibi , Alman burj u ­ sosyal­ vazısınin uşağı hainler hükümetiyle el al­ tından p azarlığ a oturmuştu b ile . Kanlı sokak çatışma­ tutuklanan ları sırasında Karl L iebknecht ve Rosa Luxemburg , sosyal-demokrat Ebert-Scheidemann hüküme­ tinin emriyle katıedildiler . ( 1 5 Ocak 1 9 1 9 ) Ayaklanma­ yenilgisinden sonra nın yeraltına inen AKP ' yi yö­ neten Spartakistlerin diğ er ünlü lideri Leo Jogiches ise iki ay sonra tutuklan arak Berlin Polis Müdürlüğünde beynine kurşun sıkılarak öldürüldü . Scheidemannların , Kaut­ skylerin Sosyal Demokrat Partisi en büyük ihanet p artilerinden biri olarak yerin i almıştır . tarihte I l . Enternasyonal l ideri o­ larak , sadece Alman prole­ ter devrimini değ il , dünya devrimini boğ ma şerefi esasen bu p artiye aittir . Kapitalizmin ömrünün bu kadar uzaması bu p artinin burj uvaziye en yaptq ı büyük tarihi hizmettir . Sosyal-demokrasi komüniz-

min iflah olmaz düşmanı­ dır . Komün istler bunu asla unutmayacaklardı r . Spartakistler ise işçi hareketinin tarihinde ihti­ lalin ve enternasyonalizmin p arlak temsilcileri olarak yer aldılar . I . Emperyalist savaşta Rusy a ' da Lenin ' in başında bulundu ğ u Bolşe­ v iklerin taşıdığı bu b ay­ rağ ı , Almanya 1 da b aşında L iebknecht ve Luxemburg ' ­ un b aşında bulundu ğ u Spartak istler taşıdılar . savaşta Emperyalist kendi burj uvazisinin ya­ nında yer alarak sonunu I I . Enternasyo­ hazı rlayan n alin çöküşüyle b irlikte , I I I .Enternasyonalin kurulu­ da zorunluluğunu şunun "Nisan açıkladığ ı ünlü Tezleri"nde Lenin , I I . En­ ternasyonaldeki üç eğ ilimi tahlil ediyordu . Sosyal-şoven ve "mer­ kez" denilen sos­ y al-şovenlerle enternasyo­ . n alistler arasında ikircikli oportünist eğ ilimleri say­ dıktan sonra ; " Üçüncü e ğ ilim , en iyi "Zimmerwald solu"nun tem­ sil ettiğ i gerçek enternas­ yonalistler eğ ilimidir . . . "Başlıca ayrıdedici n i­ telik : sosyal-şovenizmden olduğ u k adar , "merkez" den de tam b ir kopma . Kendi öz emperyalist hükümetine ve kendi öz emperyalist burjuvazisine karşı uzlaş­ maz devrimci savaşı m . ii­ ke : ' Baş düşman b izim kendi içimizdedir 1 · su eğ ilimin en belirli Almanya ' da temsilciler i : Karl L iebknecht ' in içinde 'Spartaküs bulundu ğ u grubu ' ya da 'Enternas­ Karl grubu "dur. yonal L iebknecht bu eğ ilimin , ve gercçk proleter enternasyo­ n al olan yeni enternasyo­ n al in en ünlü temsilcisidir . " Karl L iebknecht , Al­ manya işçi ve askerlerin i , sil ahlarını kendi öz hükü­ metlerine karşı çevirmeye çağ ırdı . O , bu işi , açık­ ça, p arlamento ( Reichtag ) kürsüsünden yaptı . Sonra gizlice basılmış bildirilerle birlikte , ' Kahrolsun hükü• • •


Ocak 1988

EKİM

39

D i RENIŞI Ç İZGİ HAL İNE GETi RMiŞ Y İG İ T B İ R DEVRİMC İ

Garb i s A l t1nog lu Garbis Altınoğ lu , polis­ te ve cezaevlerinde direnişi bir çizgi haline getiren yiğ it ve saygın bir dev­ rimci . Bu tutumuyla dev­ rimci tutuklulara hep örnek oldu , olmaya devam ediyor . Direniş geleneğini İs­ tanbul cezaevlerinden Ada­ n a ' y a , Maraş ' a , Maraş ' tan Antep ' e Mersin ' e , Mersin 1 den Sinop ' a , götürüldüğ ü her yere taşıyor . Y ayıyor . Bu tutumuyla , düşmanı sa­ çevirmekle çılgına dece kalmıyor , onun nezdinde dahi saygı yaratıyor . İ ş­ kenceci polis Sedat C an er , geçen y ı l yaptı ğ ı açıkla­ malarda bunu çarp ıcı b ir şekilde if ade etmişti . Diktatörlük bu boyun eğ mez devrimeiyi ezmek , dahası , mümkünse "usulüne uygu n " yok etmek için her yola b aşvuruyor . Son ola­ rak 6 ay hücre cezasına çarptırılan Garbis Altınoğ ­ vermemek te lu , doktorlar direnmelerine rağ men , teh­ ditle elde edilen bir rapor­ la Sinop Cezaevinde , ışık­ sız , havası z , rutubetli . p is ve dar b ir hücreye atılmış bulunuyor . ·

Garbis Altınoğ lu milli­ yetİnden , Ermeni oldu ğ un­ dan dolayı ayrıca b askı görüyor . Adan a sıkıyönetim savcıl arından biri , beyni Türk şovenizmi zehiriyle bir doldurulmuş aş ağ ı l ı k yaratı k , iddian arnede , on­ dan "Ermenioğlu E rmen i" diye sözetmişti . Garbis Altıno� lu ise , hücresinden , diktatörlükle alay edercesine , " Kedi ka­ dar fareler le dost oldum . bile onlarla Yiyeceğ imi p aylaşıyorum" diyor . 12 Garbis Altınoğlu Mart döneminde de tutuk­ landı ve y attı . Garbis ' i selamlıyoruz . *

Yok etme fırsatı bula­ madığ ı , ama tutsak aldı� ı

fiziken ve devrimcileri , ruhen adım adım tahrip etmek , mümkünse daha ce­ zaevindeyken öldürmek ve ­ ya cezaevinden çıksa dahi ömrünü az a indirmek en -devletin cezaevlerindeki temel pol itikasıdı r . Yan i , day akl a , işkenceyle , açlık­ l a , hastalıkla p arça p ar­ ç a , y avaş y avaş öldürmek . Onl arca devrimcinin içer­ deyken veya çı ktıktan son­ ra "doğ al ölüm " e ( ! ) u ğ ra­ dıklarını biliyoru z . Adil C an , Fikri Sönmez , Hüseyin Kansu , Aydı n , Şazuman Mehmet Kılıç , Muammer Öz­ demir gibi . Bu nedenle , devrimci tutsakl arı koruma ve kur­ tarma görev i , sürekli gün­ demde tutulması , hiç ihmal edilmemesi gereken bir gö(Devamı

s . 3 7 ' de )

IUitltiOOIIUOUIIOUIOtıtiOIIUUIOIUIOIIIUIIIIIOIOOUIOIOIIIIOIOIUUtiOotUOiulti iiiiOIIOUUOIIOUtiOI UIUtiOtotUOIOIIIO OOIIIUUIIOUIIOIIOUtltOIIOUIOIIUIIUiıtUIOIIIOIOIOOIUIIOUIOUIIUIOIIOIIOIOOIIIIIIIIIUIOIIIIIItiiiOIIOIIOIOIIIUtOIIOIIIUUIOIIIIIIIIIIIOIIUUIIOUIOIIOIIIOIIIIUOIIIOIIIUttOIOioUOIIIIOIIIt"

met ! 1 sloganını ileri süre­ rek , Berlin ' in en geniş b iri olan alanl arından Postdam alanında düzenle­ nen bir gösteriye katıldı . Tutu klandıktan sonra , kü­ rek cezasına mahkum oldu . . . Liebknecht , " Karl ko­ nuşmalarında ve mektupla­ rında y alnızca ülkesinin Plehanov ve Potresovları Legien­ ( Scheidemannları , ler , Davidler ve hempala­ rı ) ile değ il , ama merkezülkesinin ile de , ciler Çeretelileri ve Çheydze ( Kautsky , Haase , L adebour ve hemp aları ) ile de aman­ sızca savaştı . ·

ve L iebknecht "Karl dostu Ot to Rükle , yüz on milletvekili içinde y alnız disiplini ikis i , bozdu , "merkez" ve sosyal-şovenler "birlik " i ile p arçaladı ; herkese karşı yalnız ikisi tuttu . k afa Sosyalizmi , proletarya davasını , prole­ ter devrimini y alnız L iebk­ necht temsil ediyor . Alman sosy al-demokrasisin in tüm ( kendisi de geri kalanı , "Sp artaküs grubu"nun üyesi ve önderlerinden biri olan ) Luxemburg ' un çok Rosa haklı deyişine göre , ko­ kuşmuş bir cesetten başka bir şey değ ildir . " ( N isan Tezleri , s . 60-6 1 )

Bu tutum , Bolşevizmin ve Sp artakistlerin tu tumu , zamanımızın muhalefetteki Kautssosyal-şovenlerine , kistlerine karşı durmak isteyen , ama sözde " reel " ya da "y aşayan sosy alizm" i savunmak adın a , iktidar­ daki sosyal-şovenleri , temsil Kautskistleri eden modern revizyonistlerin , yeni Kruşçevcilerin gönüllü avuk atlığ ını üstlenen b azı Türkiyeli sosy alistlerimize sunulur ! Bunlara göre , iktidardaysa oportünizm , ala , kabul edilebilir , mu­ halefetteyse zuldü r .


Sayı : 4

EKİM

40

Karl L iebknecht Ro sa L u xemburg

"Sıkı durun ! Kaçmadık . Yenilmedik . . . Çünkü Spar­ taküs -ateş ve ruh demek­ �yürek ve can demek­ tir , proleter devrimin ira­ eylemi demektir . desi ve Çünkü Spartaküs zafer öz­ lemin i , sın-ıf bil inçli prole­ azınini mücadele taryanın temsil etmektedir . . . Bunlar edild iğ i zaman , biz elde ister yaşayalım , ister ya ­ programımız şamayalım , y aşay acaktır ve kurtulan dünyasına ege­ halkların Her şeye olacaktı r . men rağ men ! " K . L iebknecht

"Bugün b u rj u vazi ve Berlin ' de sosyal-ha inler Karl ediyorlar. bayram L iebknecht ve Rosa L u xem­ burg ' u ka tietmeyi b a şardı ­ lar. Dört yı 1 boyunca işçi­ leri yağma u ğruna ka tZia­ mı n içine sürükleyen Ebert ve Scheidemann şimdi pro­ leteryanı n önderlerinin cel­ latlı ğı rolün ü üstlenmişler­ dir. A lman Devrimi örneği kanı tlıyor ki, "demokrasi" soygun burju va ve en vahşi terörün para vanası n­ dan b a şka b ir şey değil­ dir. CellatZara ölüm ! " V. İ. Lenin

( Öldürüldüğ ü gün , 15 Ocak 1 9 1 9 tarihli Die Rote Fahne ' de yay ınlanan son y azısı ndan )

L iebknecht ( Karl ve Rosa Luxemburg 1 un katle­ dilmesini protesto toplantı­ sındaki konuşmadan . )

" ' Berlin ' de düzen hü ­ küm sürüyor ! 1 Sizi budala Ku m zaptiyeler ! üzerine kurulu sizin düzeniniz ı . Devrim daha yarın olma­ ı zincir şakırtıları dan , içinde yine doğ rulacaktı r ! ' ve sizleri dehşet içinde tr arnpet sesleri bırakıp , arasında şunu bildirecek­ tir: " ı vardım , Varım , v aro­ laca� ım ! ' " ı

R . Luxemburg ( Öldürülmeden bir gün önce , 14 Ocak 1 9 1 9 tarihli Die Rote Fahne de yayınla­ nan son yazısından ) ı

1918 -19 Alman d ev r imi Lenin 14 Mayıs 1 9 1 7 ' de Vesilyevski Petrograd ' da adasındaki Deniz Subayları Okulunda işçi , asker , su­ bay , öğ renci ve aydınlar­ dan oluşan bir toplulu ğ a şöyle konuşuyordu : şöyle diyorlar : "Bize ' Bazı ülkelerde her şey uykuda gib i . Almany a ' da istisnasız bütün sosyalist­ ler savaştan ( ! . Emperyalist Sav aş- Ekim ) y an a ; y al­ n ızca Liebknecht savaşa karşı.' Buna derim k i : Bu tek adam , Liebknecht , işçi

sınıfını ediyor . temsil y alnız Herkesin umudu onda , onu destekleyenlerde , Alman proletary asında . Bu­ musunuz? inanmıyor na Öyleyse savaşa devam edi­ n iz ! Başka yolu yok . Eğer Liebkneceht ' e inanmıyorsa­ nız , eğer durmadan olgun­ laşan işçi devrimine inan­ mıyorsan ız ; eğer buna da öyleyse inanmıyorsanı z , inanın ız ! " kap italistlere (Savaş ve Sosyalizm , s . 1 5 3 ) V e 1 9 1 8 ' d e Almanya ' da devrim k apıy a dayandı .

savaş ! . Emperyalist b aşladığ ı nda Alman p arla­ mentosundaki ilk oylamada 110 SPD ( Sosy al-Demokrat Part i ) milletvekili içinde savaş kredilerine red oyu veren tek işçi milletvekili olan , ve empery alist savaş aleyhtarı eylemlerinden do­ layı tutuklanan Spartaküs önderlerinden Birliğ i ' n in Karl Liebknecht , sav aşın sonuna doğ ru serbest b ıra­ kıldıktan sonra Berlin ' e hareket etti . ( Alman hükü(Devamı

s . JB ' de J


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.