Orhan kemal hikayeler cilt ii kırmızı küpeler bilgi yayınevi

Page 1

路-

&;

c: :T 路 ca ::::r -

路-

C)

路-


BİLGİ YAYlNLARI

207

ORHAN KEMAL'iN HiKAYELERi

Birinci Basını Eylül 1974

BILGI

VAVI"EVi

Tunalt

Hilmi Cad. 94

TeK: 178930 · 178019 Kavalı:lıdere

Ankıua

Babtari Cad. Teli: 22 5201 r:aoaıooıu

19/2

la1anbut

2


ORHAN KEMAL

Kırmızı Küpeler

BİLGİ YAYlNEVi


kapak düzeni

fahri karagözeOlu

Bu ceerin yayın hakkı Copyright AJansı'ndan alınmıttır.

ONK

BİLGİ BASIMEVl

ANKARA


İÇİNDEKİLER

Kırmızı

Küpeler

İnci'nin

Maceraları

7 12

Kuk Yaş

17

Ameliyat

22

Anılar

28

Bono

36

Yılbaşı

960-961'

43

Hastane

Notları

49

Hastaneden Çizgiler

I

59

Hastaneden Çizgiler

II III IV

64

Hastaneden Çizgiler Hastaneden Çizgiler

70 76

Maval

83

Delifişek

89

Haysiyet Meselesi

95

Canci�er Dostlar

100

Yürü Ya Kulum

106

Yerli Turist

113

Cıvık

118

Bir Dal Gibi Dayı

Şoför-Korsan

122 Araba

126

Üç Berduş

131

Bir Başka Korku

135

Dingonun Ahuı

142

Ayten

148

Atom

153

Rüya

157

Kara Çalı

162

Fare Bilek

166 Saati

171

Tanık

177

Türküler

184

Hırsız

189

Minnacık Dev

197


O Kadın

201

Gavur

206

Vilispit

212

İyi

İnsanlar

216

Saka

219

Kah ya

222

Dümenci

224

Yavru

230

Yaşlı Kadın

235

Aydın

239

Havası

Dedeler ve Torunlar

243

Yedibela

248

Santirnci

256

Eski

262

Toprıık

Vur

Abalıya

266

Kulesi

275 279

Babil Dayak Delil

285

Adam

289

Enayi

293

Otobüste

298

Berber

302

Dev

306

Von Bock

310

Bestami

314

Efendi

Pazartesi

318

Akşamcı

324

Salata

330

Marilyn

334

Öteki

338

Ümit Hemşer im

341 347

Amir-Memur

352

Fon Müzitıi

359

Yalancı

363

Çift Kösele

367


KIRMIZI KÜPELER

O yıl larda beş yaşımda olduğumu söylüyorlar. Tahta saçakları dantelalar gibi lşli kırmızı ki re­ mitli kocaman konak hangi şehrin kıyı mahal lesin­ deyd i ? Bilmiyorum. Babam kimd i ? Neciyd i ? Kal ın, kıpkırmızı boynuna gömülmüş kemik kadar sert ko­ lah yakası, ucu gümüş zarif bastonu, yürürken z ı ıt zııt zııt eden, yaz, kış, daima boyalı iskarpi nleriyle her sabah aynı saatte evden çıkıp nereye gider, öğleyin nereden hep aynı saatte eve yemeğe gelir­ d i ? Sıra sıra rafları kal ı n ci ltl i kitaplarla dolu kitaplığı başındaki masasında dosyalara gömülerek neler ya­ zard ı ? Boğula boğula öksürdüğü, bunun nedenini de gayet iyi bildiği halde ne Için ha bire cigara içmek­ te inat ederd i ? Bilmiyorum. Babaannem, haloları m , annem neden bitmez tü­ kenmez kavgalarla birbirlerini yerierdi de, bunu öf­ kel i babama duyurmamağa çalışırlard ı ? Duysa ne o lurdu? Babam evdeyken kuzu kuzu geçindiklerine, hiç sızıntı çıkarmadıkianna göre, o gidince niçin ye­ n iden bayrakları açarlard ı ? Bunu d a bil miyorum. Bi ldiğim Elmas ablayd ı . Kulaklarında k ı rmızı taş l ı küpel eriyle, Elmas abla 7


benim her şeyimdi . Dünyada herkesten güzeldi Iri, kapkara gözleriyle . Dünyada hiç kimse Elmas abla kadar güzel ip atlayamaz, saklambaç oynayamazdı . Eve kimb i l i r neyin öfkesiyle gelen babam, dışarda alamadığı hıncını benden almak istercesine beni döv­ düğü zaman ne annem, ne babaannem, ne de hala­ larımın okşaması . . . ille de El mas abian ın tavan ara­ sındaki yatağı üzerine yan yana oturduğumuz za­ man, ya da beni kol ları arasına alıp • Yavrum .. nasıl kıyıp da vurdu sana. El leri kırılasıca l " demez ml, bas­ ton izi taşıyan butları mın acısı d i nlverir, kendimi he­ mencik onun yumuşak, kar beyazlığı Içinde kaybeder­ dim. Beni diri memeli göğsü üstünde sıkar sıkar, kara gözlerinden yuvarlanan i ri taneli yaşlar yanağı­ mı sıcak sıcak ıslatı rdı. Geceleri babamla annemin koyun koyuna yat­ tıkları odanın bir köşesindeki karyolamda hep onu düşünürdüm. Tavan arasındaki kocaman farelerln çev­ resinde delaştığını sık sık tekrarlardı . Içim, bu fare­ l erden birinin bir gece belki de burnunu kemlrmesin­ den korkar, gecenin çok i leri saatlerine kadar yor­ gan ı m ı n altında sessizce ağlardım. Bunu b i r gün kendisine açtığım zaman beni güçlü kol larının ara­ sına çılgın gibi almış, sert göğsünde sıkmış sıkmış, sonra da : u Vavrum!" demişti. Demişti ama, ben beş yaşımdaysam o da pek pek on Iki, on üç olsun. On beşinde bile olsa beş yaşındaki çocuğun nas ı l annesi olabi l i rdi ? - Yavrum, evladım, bir tanem i Bu evde sen olmasan valiahi de durmam, billahi de! Sorardı m : - Ne yapardın? - Çeker gideri m ! - Nereye? i ncecik kaşlarıyle sıkıntılı, omuz sllkerdl: - B i lmiyorum. Bilmiyorum ama . el kapısı de­ ğ i l m i ? Başımı alıp giderdim işte . .. Babaannemden pek yıldığını bil iyordum. . .


- Ormana mı kaçardın? - Ormana kaçardım. - Ya seni kurtlar paralarsa? Içini çeker, ağ layacak hale gel i r, ufacık ağzının kırmızı dudaklarından tane tane dökülürdü sözleri. - Paralarsa, oduncular sabahleyin kan l ı elbise parçalarımla kemiklerimi bulurlar! Ve hıçkırırd ı : - Babaannen belki ancak o zaman acı r ba­ na . . . Babaannemin o zaman bile Elmas abiaya acı­ yacağı n ı sanmazdı m . Bilmlyorum neden, ona hıncı Kıız, gözü çıkasıcal • vardı adeta. Her sözün başı diye başlardı. Mutfağa, kilere, merdiven altındaki ça­ maşırl ı ğ ı n köşesine kıstırıp kıstırıp etini büktüğünü, büktüğü yeri de morarttığ ı n ı Elmas abla kaç sefer anlatmış, ağlamıştı . Ona değ i l hakaret edip etin i bü­ ken, yan bakan, acı söyleyen herkesten nefret edi­ yordum. Biri nde : - Elmas abla bel -dedim. Beni kol larının arasına aldı : - Canım? - Buradan kaçıp giderken beni de beraber al olmaz m ı ? i ri kara gözlerinin alabildiğine açıldığını, bir an­ da korkunç bir manzara karşısında kalmışçasına deh­ şete düştüğünü gördüm. Korku Içinde bakıyordu ba­ na. Sebebini sordum. Neden sonra bunun imkansız olduğunu aniatmağa çalıştı. Çal ıştı ama kulağıma söz girmlyordu ki l El ele tutuşup kaçab i llrd i k. Önü­ müze çıkan orman ın ka lın bedenli ağaçları arasın­ dan hızla uzaklaşır, daha ötelerdeki deniz kıyısına i nebi l i rdik. Deniz kıyısı ndaysa yığınla sandal, deniz motoru, hatta zaman zaman l i mana da demi rleyen üç bacalı vapurlar vard ı . Hep el ele, gi rerdik bu vapur­ lardan birine; saklanırdık. Vapur bizi alır uzaklara, çok uzaklara götürürdü. Uzaklarda, çok uzaklarda yüz katl ı evler vard ı . Bu evierden birinde o da, •

9


ben de çalışır, geceleri bu evlerin gerekirse tavan arasındaki yatağımızda koyun koyuna yatardık. Kim ne bilecekti benim çok yapraklı ağaçların koyu yeşil ine gömü lmüş kırmızı kiremitli bir konağın tek oğlu olduğumu? O zaman Elmas abla benim annem olsundu isterse. isterse bana her zaman cc Yavrum» desi n, Yavrucuğum » des indi. - i yi ama, annen? - Bana ne annemden? - Benden sonra seni en çok o sevmiyar mu? Sen gidince ağiarsa ya? Göğsü üstünde hıçkı rmağa başladığıını bugün gibi hatı rlıyorum : - Bensiz kaçıp gidince sen ağlamaz mısın? cc

Babaannem tutturmuştu: - Bu kör olasıca kız bakkalın, manavı n , sebze­ clni n çıraklarıyle konuşuyor. Bunun saçlarını dibin­ <.lnrı koslp cascavlak etmeden olmıyacak. Onu cas­ cavlak edip oğlana döndüreyim de hiç kimse yüzü­ ne bakmasıni Babaannemden bütün mahalle korkard ı . Bir şe­ yi yapmağa karar verdi mi, dünya dünyaya geçse sö­ zünden caymaz, Nuh der, peygamber demezdi. Durumu Elmas abiaya anlattığım zaman akl ı gi­ derek kara gözleri kocamanlaştı: - Sahi mi söylüyorsun? Yemin ettim. Başladı ağlamağa. Sonra kendi gür siyah saçlarını okşadı , öptü öptü . . . - Allahtan korkmaz, ah Allahtan korkmaz. Ca­ nım saçlarımı nasıl da kesecek el leri titremed en . . Biden doğruldu. Yüzü korkunçlaştı. Çamaşırlı­ ğ ı n alaca karanlığında değişmeyen bir noktaya uzun uzun, ı srarlı ısrarlı baktı, baktı. Sonra içini çekti . Daha sonra da beni kol larının arasına alarak göğsü üzerinde sıktı . Beni her zaman sıkardı böyle. Ama bu seferki sıkışı bir şeyler sezdirmiyor değ i ldi. Ne -.

10


olursa olsun, onun kolları arasında sıkıl maktan mut­ luydum. Bir ara kulaklarından çıkardığı kırmızı küpeleri­ ni bana uzattı. Nedeni n i sordum. Saklamalıymışım. Bunlar onu bana hatırlatı rmış ! Onları hiç kimsenin bulamayacağı b i r yere sak­ ladım. Babaannem, Elmas abianın saçlarının kökten kesilmesi için o gece babamı da kandırmıştı . Erte­ si gün saçları kesi l ecek, oğlana döndürülecekti . Bu­ nu da ağzımdan kaçı rmıştım. Ertesi gün konağı n yeni badanalı duvarlarını çın­ latan babaannemi n azgın sesiyle uyandım: - Kız Elmas, gözlerinin ışığı sönesice ne ce­ hennemdesin? Koştum. Babaannem öfkeden tir tir titriyordu. Tükürür gibi, bana : - Git bak şu türemiyesiceye! Tavan arası nın merdivenini bir solukta çıktım. El mas abla yatağında yoktu. Hatta yatağı hiç bozulmamıştı. O günden sonra Elmas abladan haber alamadık. Zaman zaman akl ımdan kalın gövdeli yüksek ağaç­ ların ormanı, ormanlarda ul uyan kurt sürüleri, arada bir de l imana demi rleyen üç bacalı kocaman vapur­ l a r gel i r. Ama kırmızı küpelerini Içimde hala saklarım .


INCI'NIN MACERALARI

Altı yaşını sürmekte olan I nci , karyolada s ı rtüs­ tü uzanmış gazete okuyan babasına bakarken • .. sa­ kal h i diye düşündü, yüzü de kupkuru .. Berln'ln ba­ bası ne iyi .. Berin'in babası Berin'in annesine bağı r­ mıyer ki . . ... Babası birdenbire gazetesini i ndird i , kızını n kendisine bakmakta olduğuna dikkat etti : - Ne bakıyorsun? - Ben ml? - Sen .. - H i iç .. - Nası l hiç? - Basbayağı hiçL - Ulan sen ne ukalaymışsın be! I nci : - Berin'in babası ne iyi ! -dedi-, odadan kaçtı . Babası arkasından uzun uzun gQJdükten sonra, tekrar gazetesine daldı . inci, bir başka i l cezaevi nden geleceği gün, tren­ den inecek babasını büyük bir merakla beklemiştl . O, Beri n 'in babası gibi şişman, şakacı, saçları pırıl pırıl, iskarpinleri yeni , doktor bir baba beklemlştl. Halbuki trenden inen babası . . . Zayıftı, saçları n ı n ya12


rıdan çoğu ağarmıştı, yeni iskarpinleri yoktu, hiç de güleç değildi. Sonra annesi .. Babası gel meden önce i nci 'yle annesi koyun koyuna yatarlardı, annesi ona masal· lar söylerdi, ulncim, lnci m • diye onu öperd i , sever­ d i . Şimdi kadın O'nun peşinden ayrı lmıyordu. • Koca­ cım kocacı m . . ... Babası geldikten sonra ayrı yatağa atı lan Inci, geceleri yorganın altında eski günleri , annestyle ko­ yun koyuna yartı kları günleri , annesinin onu öptüğü, sevdiği, masal lar söylediği günleri düşünüp .. keş­ ke ölsem de i nci 'm diye ağiasal diye akl ı ndan ge­ çi rmişti . Gece yarısına doğruydu. Annesi o adamla mırıl mırıl konuşuyordu. Inci kulak kabarttı . B i r ara öpüş­ meslnler m i ? Gözlerinden yağmur gibi yaşlar döke· rek yumrukların ı dişledi, sonra uyudu kaldı. Rüya· sı nda yılanlar, fare sürüler! , padişahın kızını kele­ bek yapan korkunç yüzlü büyücü kadını gördü. Sa­ bahleyin ter içinde uyandı . Ya b i r gün . . . Ü st katta oturan daktorun kızı Be­ rin'den ötürü babas ı : cı- Bana bak! -dedi-, b i r daha o şımarık kızla oynamıyacaksın, aniadın m ı ? · Berin'le m i ?• Ne boksa .. .. . . . . . . . . . . ?• Sen fakir çocuğusun, kendine göre arkadaş­ lar bul . . . • Tam bu sırada Berin, uzun kirpikll fevkalilde gü­ zel gözlerini süze süze geld i : Amcacığım, -dedi·, inci'ye müsade eder mislniz?n Ne var gene, n 'olacak?• Bizim safada top oynic!izl • •- Hayır. Siz kendi nize zengin arkadaşlar bu­ lulll • Az kalsın I nci 'nin yüreğine i necektl . •

•u·-

.

. . . .

.

.

. .

•-

•-

•-

•-

13


O günden sonra Berin bir daha inci 'nin semtine uğramadı . Merdivende filan karş ı laşsalar • Kaba ada­ mın kız ı . . .. diye dudak büküyordu. Inci günlerce düşündü, taşındı, ölçtü, biçtl .. An· nesiyle Beri n'e kavuşabilmek için babasının yeni baş­ tan hapise girmesinden, yahut ölmesi nden başka çare yoktu. Ölse hepsinden iyi gibi geliyordu. Ölü­ ler mezardan çıkıp gelemezferdi k i . . . Geceleri uyur gibi yapıp , karı kocayı gözetllyor­ du. Onlarsa , kız uyuyor diye serbest serbest konu­ şuyor, gülüşüyor, şakalaşıyorlard ı . Bir gece annesi: Kocacım, -dedi-, kış gel iyor. . Palton yok . . Napacaksı n ?• Va liaha ben de onu düşünüp duruyorum .. Akl ımdan bir şey geçiyor ama .. Tehlikeli.. Şu benim eski asker kaputu var ya? Onu güzelce boyatıp üs­ tüme göre yaptırayım diyorum.• yakalarsa Ya yakalanırsan? Pol isler filan seni ? • Yakalanırsak yandı k tabii .. Tekrar hapisha· neyi boylatı rlar .. Askeriyenin miri malı Cezası çok­ tur . . . Hapislik . . Inci safi kulak kesllmlştl . Her tarafı geri l miş, dudakları titrlyordu. Yorganın altında göz kırptı , ·duuu . . dedi kendi kendine. Uyandığı zaman sabahtı . Babası giyiniyordu. Bir ara : Kız, -dedi-, madem uyandın, kalksanal • Inci ona hınçia baktı, az kalsın cevap verecek­ tl . Korktu. Adam : Sar -dedi karısı na-, Iyice sar da boyacıya götüreyim . . . Kad ı n kaputu gazete kağıtlarına Iyice sardı, kın­ napla çeke çeke bağ lad ı , kocasına uzattı . Koltuğunda paketiyle adam, çıktı gitti . Annesinin peşi sıra mutfağa giren Inci 'nin yüre­ ği kötü kötü çarpıyordu. Yutkundu, pencerenin ca•-

•-

•-

•-

.

. •

•-

,._

14


mında kendine baktı , antarisinin omuzların ı n düzelt­ ti . . . Anneciğim, anneciğim. . -dedi-, tatlı anneci­ ğ i m .. Gene kim bilir bize ne tatl ı yemekler pişire­ ceksin . . . .. Tabii ya .. Ben kızkoma neler pişlreceğim . . . inci sinirli sini rl i güldü, katiyen I nanmad ı . Bundan sonra h i ç yaramazlık etmiyeceğlm, cici annemi hiç üzmiyeceğim . . . • Ü zme ya.. Sen anneni üzmezsen annen de seni daha çok sever! • i nci annesine hınçla baktı, annesi görmedi. Senden izinsiz hiç bir yere gitmiyeceğim - Aferin kızı ma .. Kapının önüne bile senden Izinsiz çı kmıya­ cağım • ·- . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • Pis çocuklar gibi çıkıp d a niye anneclğiml üzeyim? Değ i l mi? Ben yaramaz, terbiyesiz çocuk değilim ki. Değilsin ya .. • Anneciğim şimdi bana izin verir, babaarı­ nemiere gider, orada oynarım .. Burda kal ı p annecl­ ğimi üzmektense .. Değ i l mi anneciğim?• Annesi baktı, güldü. Ha? G ldiyim ml anneciğim? Gidlyim m i ?• Yolda otomoblller, arabalar var ya?» Olsun anneclğim .. Ben büyüdüm artık, koca kız oldum .. Terbiyesiz çocuklar gibi kaldırımdan inip koşmam ki.. Kaldırırnın kenanndan terbiyeli terbiye­ li yürürüm .. Sokak çocuklarına da uymam . . . • Vanakları kıpkırmızıyd ı . Küçük, mavi küpeler bu­ lunan kulak memeleri ter içindeyd i . Annesinin a Pekl git. ! " demesini bekleyemedi , mutfaktan yıldırım g l­ bi çıktı , merdivenlerl indi , sarı saçları uça uça so­ kak kapısından fırlad ı . Babaannesi g i l i n karşısında­ ki eczanenin yan ında nöbet beklemekte olan polisin yanına kadar koştu. Pol isin yanına gelince, adamı n «-

«-

•-

«-

.. •

•..

•..

•-

. . •

•-

•-

•-

••-

15


koca bıyıklarından ürktü. Pol is: •- Ne var? -dedi-, ne bakıyorsun? • Hiç .. Babaannemlere gidiyordum d a . . • Eee?• Sizin bıyıklarınız ne güzel .. • Pol is bir kahkaha attıktan sonra : Güzeldir -dedi-, güzeldir ya.. Sen şuradan caddeyi tut bakalım babaannenlere doğru .. Otomo­ blilere di kkat eti • inci yavaşça uzaklaştı . .. _

«-

•-

.,_

16


KlRK VA$

Kırk yaşıma bastığım gün, babamın kı rkıncı ya­ şına bastığı günü anı msadım .. On beşi ndeydim gal i ba. Eski ve ateşli bir i tti­ hatçı olan babamla birlikte bir kahvede oturmuştuk. Bir narg i l e söyl emişti o. Uçları kıvrık dolgun bıyığı­ nı burarak söze şöyle başlamıştı : - Ee oğlum.. Artık kırkımıza bastık. B i leme­ d i n yirmi senelik bir ömrüm kaldı şurda. On sene­ sini uykuyla geçirdiğlmi düşün, kal ı r on sene. Bu on senenin yarısını da ıvır zıvı rla mlnha edebi l i rsln, kalır beş sene. Buraya kadarını harfi harfine anımsıyorum. Bun­ dan sonrasını anı msamıyorum, çünkü, nargilesi gel­ miş, başlamıştı tokurdatmaya. Gözlerimi nargllenin tokurdayan suyuna dikmiş, günün birinde benim de k ı rk yaşıma basacağ ımı hesaplamıştım . Kı rkıncı yaşıma bastığım g ü n birdenbire bunları a nımsadım akl ıma babam geldi , yirmi beş yıl önce­ ki anılar canlandı .. işte n ihayet o gün gelmiş, ben de kırkıncı yaşıma basmıştı m . i ç i m e bir hüzündür çöktü. Had i , ded i m , kı rkıncı yaşımı babam gibi kutlayım! Beyazıt'ta ulu kestanenin altında, kıyıda kalmış ·

17


bir masaya geçip kendime bir nargile ısmarladım. Geldi. Onun g i bi bacak bacak üstüne attım, düşük bıyıklarımı tıpkı onunki gibi kıvırdım. Kı rkıncı ya­ şında onun yanında oğlu vard ı , benim yok. Olabilir­ d i . Olmayışı sırf tesadüf, oğlumu birl i kte getirmemiş­ tim. Gıcır gıcır, tertemiz, yepyeni bir nargi leydl . Ha­ yatımda i l k defa bir nargilenin uzun marpucundan tömbekinin doğrudan doğruya clğerlerlme dolup ba­ şımı döndüren dumanıyle hayallere daldım: Şu ha­ li mle babama benziyor muydum? Sanmam . Sanmam değil, hiç bir bakımdan ona benzemedlğime şüphe yoktu. O Sultan Aziz, Sultan Murat, Sultan Hamit. Sultan Reşat devi rlerinin damgası n ı taşıyan yüz ki­ loluk, öfkeli bir ltti hatçı, sonra da Kuvayi milliyecl. Bense, Harbi Umuminin süpürge tohumu ekmeğini yiyen kuşağı ndan. lttihatçı da değ i l im . Dünyaya ba­ kışı mız, tabii görüşümüz de ayrı. Tam bu sırada küçük bir çocuk di kkatime çarptı . Kısa pantolon lu, dokuz on yaşlarında, cin gibi bir oğ­ lan. Saçları darmadağın, yüzü kir içinde. Nargile içi­ şimie alay ediyor gibi bakmaktaydı . ilkin aldırış et­ medim. Ama öyle lğneleylcl, dalga geçen bir bakışı vardı ki . . . Cocuğa öfkeyle döndüm : - Ne var? Ne bakıyorsun ? Küçük ağzıyle gülümseyerek: - Hiç - dedi . - O halde? Ellerini pantolon ceplerine soktu, azarlanm ış haysiyetli bir kedi yavrusu gibi, masamı n çevresin­ de bir tur attı ktan sonra başka bir açıdan beni yine göz hapsine ald ı . Bunu seziyordum. Mutlaka göz hapsine almıştı ben i . Dönüp baksam hafiflik olacak, belki de aramızdaki resmi l i k eriyecek, artık beni pi­ yasaya almamaya başlayacaktı. Buysa felaket olabi­ l irdi. Göz göze Birden elimde olmayarak döndüm. 18


geldik. incecik kaşlarıyle clddi leşerek, şaşı rd ı . Bi­ raz da korktu galiba. Yerdeki bir taş parçasına kuv­ vetli bir şut attı. Dayanamadı m : - S o l açı k oynuyorsunuz galiba? - Efendim? - Mahallede sol açı k oynuyorsunuz deği l ml? Gözlerinin için güldü : - Ne bil iyorsunuz? - Taşa güzel bir sol d ı ş attınız da .. Hemenceclk ahbap olduk. - Evet - dedi -. Bizim mahal len in I kinci takımı nda sol açı k oynarım. - Niçin ikincı takım ? - Birinciye almıyorlar, küçüküm de ondan . . - Kaptanınız kim? - Karagümrüklü Eşref abi . - Ne oynuyor takımda? - Orta haf. Kataya onun gibi çıkan yok. Öyle çalım yapar ki.. - Şutları nasıl ? Heyecaniand ı : - Bomba l Bir başka mahalleyle maç yapıyorlard ı . Eşref abi yirmi metreden bir frlklk atmıştı , vay anam vay .. Top kaleciye filan değmeden girmişti Içeriye. Eşref abi gibi şut atan Fenerbahçe'de bile yoktu ! Sordu: - Yoksa siz de oynuyor musunuz? Içimi çektim: - Oynardım. - Ne oynardınız? - Bel li olmazdı , duruma göre. Sağ açık, sağ iç, santrafor. - Şimdi? - Ş i mdi geçti artık. - Niçin? - i htiyarladık! 19


- Hadi be, nereniz i htiyar sizin? - Sahi m i ? - Sahi tabii.. Benim bir arncam var, sizden bile büyük, seksen beş kilo gelir, hala oynar. Mo­ ruk derler de boşverir. Ne sigara içer, ne de nar­ gile. ihtiyarlık ne be? - Nargile içişim tuhafınıza mı gidiyor? - Tabii. önce Dereden tepeden konuşuyoruz. Yıllarca Harbiye Nezareti .. bahçesinde, Süleymaniyeli lerle yaptığımız ekzersizlerden söz açıyorum. Şöyle böy­ le yirm i , yirmi beş y ı l l ı k şey. Hiç şaşmadan dinli­ yor. B i rdenbi re soruveriyoru m : - Demek hala oynıyabiliri m ? - Tabii oynarsınız. A m a şu p i s nargi leyi bırakın. Siz i htiyar adam değ i lsiniz ki.. Uzaklarden ses almış gibi, meçhullere kulak verip, koşarak uzaklaşıyor. Memnunum, dünyalar benim. Marpucu nargile­ n i n boynuna dolayıp kalkıyorum. Ne okurken kul­ landığım yarım dlyopterlik gözlüğüm, ne arasıra ca­ nımı sıkan al lerjlk kaşıntılar, ne karaciğer şüphes i , n e de rutubetli günlerin romatlzmal ağrıları .. B i r arsadan geçerken, top oynayan çocuklara rast­ lıyorum . Onlar gibi, onlardan b i ri giblyi m . Ceketler­ den yaptıkları kaleye penaltı atıyorlar. Pervasızca sokuluyorum: - Versenize şu topu ! Verip açı l ıyorlar. Topu on seklze dikerek geri­ niyorum ve sol açıyı gösterip sağ açıya müthiş b i r d ı ş , gol ! Çocuklar neşe çığlı kları atıyorlar. içlerinden kırmızı saçl ı , çil yüzlü biri : - Yaşa moruuuuk! Diye, kart bir horoz gibi ötüyor. Aldırış etmemeye çalışıyorsam da, kurşun ye­ miş gibi burkuluyorum. Elimde değil ama boş ver­ meye çal ııpıyorum. Çünkü, çünkü o oğlan yalan söya

20


lüyor. Ası l doğruyu önceki söylemişti, nargile içer­ ken .. Dünya güzel, dünya yaşanası . Bununla beraber, kulağımda ç i l oğlanın sesi: - Vaşa moruuuuk!

2/


AMELiYAT

u Kişinin neresl ağrırsa canı ordadır• derler. Ger­ çekten de. Daha genç yaşlarımda canım midemdey­ d i . Sabahlara kadar pavyonlar, Içkinin çeşidi, uyku­ suzluk .. Sinirler bozulur, mide bozulur, korkunç baş ağrıları . Baş ağrılarını geçirmek için birbiri ardından Aspiri nler, G riplnler, Nevrozinler. . . ol madı m ı ? Çivi çiviyl söker fehvftsı nca haydi yeniden rak ı , ya da şarap! lçerd i k be. Çivi çiviyi söksün, başımızdaki ağrıyı yapan rakı ya da şarap mı? Hangisi ise, onu söksün diye haydi yeniden rakı, ya da şarap. Erbabı b i l i r, böylesine güm güm eden baş ağrısı, paslı dil, bo­ zuk metabol izmayle iki yudum rakı içebi lmek ancak gençl iğin o uçsuz bucaksız enerj isiyle olurdu. Az sonra baş ağrısı falan geçer, bu sefer de akşamdan kald ığı yerden sarhoşluk tatlı bir şekilde yeniden başlad ı . Tabii arkası bel l i : Bir duble, bir duble da­ ha, arkasından sökün eden dubleler. Kişi, gençlikte pek anlam ıyor. Ü nlü ingiliz mizah­ çısı bir parça da bundan ötürü gali ba: a Gençlik çok iyi bir şey ama, değerini b i lmeyenierin eline veril­ miş• demiş. Bugün e l l i , altmış, daha yukarı yaş­ lardaki lerimizin eline verilsin o gençlik de bakı n 22


bakalım nasıl değerlendire değerlendire, yudum yu­ dum içe içe, tadını çı kara çıkara kullan ı rız. Ama genç­ l i kte, çal ıya takıp yı rtanın hesabı, fırtınalı, deli bir yaşayış. Haftada birkaç gün top ardında koş, akşamı dal artık lokanta mı olur, şaraphane m l , arkadaşlar­ la yarış edercasine bardak bardak, duble duble da­ yan. Ertesi gün uyanınca .. sen buraya ne zaman, na­ sıl gelmişim yahu? .. diye kara .kara düşün, Başın ağrısa da önemli değ i l . Aspiri n başta, Nevrozln, Gri­ pin falan filan. Daha ol mazsa çivi çiviyi söker diye yeni baştan rakı, şarap, şu bu. Yaş i l erleyince kişi anl ıyor işi: Demek genç­ I ikteki o fı rtı nalı yaşam, yıllar sonra gelecek yaşlı günlerin yaşam ı ndan alınmış avanslarmış ve günü geldiği zaman, yan i gençlikte alınan borçlar, yaşl ı i ı lk­ ta ödeniyormuş. Efendim, gençlikten orta yaşa ulaşmışlardan pek çoğunun yakından tan ıdığı hastalıklardan birine ya­ kalandım bu yakı nl arda. Bu yakınlarda dedimse, ya­ kalanıp atiatamadım henüz. Geçen yıl koroner da­ marlardaki bir spasmla başlamıştık gençlikte aldı­ ğımız avansları ağır ağır ödemeğe. Bu yıl üzerinizden irağ Flstü l .. deni len bir lllete tutuldum. Ilaçlarla te­ davi yoluna gittim uzun zaman. Komprlmeler, po­ matlar, şu bu. Baktı m ki olacak gibi değ i l , sancılar da arttıkça artıyor, başa gelen çeki l i r bir doktor ar­ kadaşa baş vurdum. Doktor arkadaş teşhisi doğru koydu. Bunu, ası l işin ehli operatörün muayenesin­ den sonra anladım. Operatör, hani bütün doktor ve operatörlerin başına, mesleğinin hem ehli, hem de sanatında artlst. Eskiden karikatürler yaparmış ml­ zah dergi lerine. Sonraları vakti kalmamağa başla­ mış. Derken, çeşitl i yazı lar, tezyinftt'a dökmüş Işi. Masası üzerinde yontul muş kamış kalemlerin çeşi­ di. Bu kalemlerle a hattı tal ik•ler, • Sülüs•ler, • rlk'­ a •lar döktürüyor. Başladı mı aniatmağa ağzından sanki yağ-bal akıyor. Tabii ben karşısında yan yan oturarak onu dinlerken, dinlemenin tadına varamıu

23


yorum. Anlatmak nasıl ki büyük bir kaabi liyet ve kül­ tür işiyse, di nlemek de aynı şekilde bir kaabi l iyet ve kültür i ş i . Dinleyen hiç bir zaman Sadi 'nin keçisi olmamalı. Bilirsiniz Sadl büyük bir şai r. Çokluk ol­ duğunca şairin, yazarı n , politikacının büyüğünün ba­ şından geçtiğ i nce, Sadi de sanatını politikanın em­ rine vermekle, mescit duvarına yestehlemiş ve ya­ ka paça, içeri atı l mış. içerde, yani hapishanede ya­ payalnız. O devrin muktezası nca hazret, yatağ ına bağdaş kurar, cızırdayan kam ış kalemiyle, durmama­ cası na hlcvlyeler döktürürmüş. B i r, beş, on, yirmi .. Yazdı klarını çok bağeniyor ama, böyle kendi yazıp kendi okur durumda kalmak da hiç hoş değ i l . Der­ ken günün birinde yanına Ahveş isimli bir köylü ge­ tirmişler. O da Sadi gibi tutuklu. Sadi gibi mescit duvarına yestehlemekten deği lse de, ya ormana ateş kaçırmaktan, ya da kaçak kömür yapmaktan, ya da buna benzer, eski lerin .. ceraim-i adiyye » dedikleri alelade suçlardan birinden suçlu. Her ne hal ise, Sad i , yeni koğuş arkadaşına izzet ikram . Dereden tepeden konuşmalar, misafirin ağı rlanması, şu bu .. sıra Sadi 'nin kurtları nı dökmasine gelmiş. Sanatçı­ lardan yazarlar yazdıkları m , çizerler çizdiklerini baş­ kalarına gösterip gösterd iklerinin tepkisini görmez­ lerse rahat edemezler. Sad i de sanatçı . Bunca da şiir, hiciv yazmış. E, gün yüzüne henüz ç ı kmamış bu ş i i rler saklanmak için yazılmadı ya! Başlamış köy­ lüye okumağa. Bir, üç, beş, sekiz .. Öyle bir zaman gelmiş k i , köylü başlamış ağlamaya. Sadi memnun, koltuklarına karpuz sığmıyor. Coşmuş. Coştukça da­ ha duyarl ı , daha etkin bir sesle okumasına devam etmiş. Sonunda, okuyacak ş i i r kalmamış. S ı ra gel­ miş adamın ş i irleri nasıl bulduğuna. Öyle ya, şu ken­ di hal inde, şu sanat ve edebiyattan anlamayan, şu kara cah i l adamı ağiatan bu ş ii rler demek erbabına baygınlık geçirtecek kadar güzel, etki l i . Öyle olma­ sa köylü ağlar m ı ? Sadi mağrur, sormuş: 24


E, baba. Anlat bakalım .. Şiirlerim seni niye ağiattı? Çok mu tesirl i ? • Köylü Ahveş gözlerini sildikten sorıra derin bir ' iç geçirmiş: Valiaha efendi beni ağiatan senin okudukların değ i l .. • Sadi bir darbe yemişçesine şaşkın: Okuduklarım değil m i ? Ne ya?• Sakal ı n ! • Sadi büsbütün şaşırm ı ş : O d a ne demek?» Kızma efendi, ben cahi l adamım. Senin ya­ zıp bana okuduklarından bir şey anlamadım. Lakin şu sakalın yok mu sivri sakalın .. Bana köyde bı ra­ kıp geldiğim keçi mi hatırlattı da Onun için, yukarda da bellrttiğim gibi, okuyan, ya da konuşan birini d i nleyen köylü Ahveş olmama­ lı. Sül üsler, rik'alar, t131 ikler .. derken bizim Fistül cenaplarına s ı ra geldi sonunda. Bu amel iyatın zor mu olduğunu sordum. Güldü: - Yok canım. Bir makas darbesi, yarım saat içinde giyinip gideceksin. Di.işünmel Gençlik yıllarının savruk, vurdum duymaz gün­ lerinde uzak, yakın akraba, ya da dostlar hatırlarım. Apandisitten, mideden, emaroitten ne bileyim, çeşit­ li_ hastalı klardan ameliyat geçirmiş olurlardı da, za­ man zaman ziyaretlerine gider, büyüklerime anlat­ tıkları dertlerini dinlerdim. En çok da pansumanlar­ dan, dikişlerden, dikişlerin alınmasından, gaz basınç­ larından söz ederler, yakını rlardı . Birden onları hatır­ ladım ve katama dank etti : Eyvaaah. onlar gibi ol­ ma sırası şimdi de bana mı geldi ? - Ameliyatı yaparken bayı ltacaksınız değ i l m i ? - Hayır, lokal anestezi yapacağım. - Fistü lüme parmağ ı m ı n ucuyla dokunam ıyorum da . . . «-

•-

u-

u-

cı-

cı -

. . . •

25


- Merak etme, yarım saat içinde hiç bir şey duymayacaksı n .• Şu sülüse ne dersin? « Ki m kiminle, değirmanci suyuyla• gibi bir de­ yim vard ır, aramızda bu minval üzere bir konuşma­ dır başl ıyor: - Sülüs nefi i is. Sizin m i ? - Ne haddime? - Fistü le d ikiş de atacaksınız herhalde? - Benim sülüslerim de var ama, kendime has özelliği yok henüz . . . - Sonra da dikişleri alacaksınız? - Efend im, okuldaykan karlkatür, şimdi de vaktın darlığından bu yazılar işte. Başka pek öyle ipti la­ sı olduğum ...

- Ya pansumanlar? - i ptilası olduğum tutku larım yoktur. Akşamdaaan akşama i ki kadehçik . . . - Kaç zamanda kapanır amel iyat yeri acaba? - Şu rik'ayı tesadüfen elime geçirdim. Fakat bakın bakın .. efendim ecdat bu işleri gerçekten . . . - Ha doktor? - Ne? - Amel iyat yerı diyorum, kaç zamanda kapan ı r? - Canım boş ver .. hiç ehemmiyeti yok! - Pansurnan falan ? - Yok öyle şey. - Dikişlerin alınmas ı ? - Yorma katanı böyle şeylere. O devirler çok geri lerde kaldı .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .? Derken odaya b i r bayan hastabakıcı g iriyor. Elinde bir enjektör. Kabama bir enjeksiyon. Çeyrek saat sonra da belden aşağım uyuşuyor. Kurbanl ı k koyun gibiyim. Ben sanıyordum ki operatör, odası­ n ı n böğründeki muayene odasında bu Işi bir makas darbesiyle şıp. Halbuki : .. suyrun amel iyathaneyel • 26


Ameliyathane sözü işin önemini kafamda alabi l­ d i ğ i ne büyüttü . Hele beyazlar içindeki irili ufaklı dok­ tor, operatör, asistan, hastF!bakıcı ları görünce ame­ liyat, dikiş, dikişlerin sök•· !me� i su bu uçtu kafam­ dan. Bunca erkekli dişili insan arası nda mı soyuna­ cağ ı m ? Her yanımı herkese açıp saçacak mıyım? - Pantolonunuzu, ki lotunuzu çıkarın lütfen .. Eyvaaaah, bunca y ı l gözünden çok sakı ndığın na­ musun . . . Hay Allah kahrets i n seni Fistü l , lanet ol­ sun sana! - Bacaklarınızı kaldırı n ! O f o f of ot.. h e r şey daha bir meydana çıkıyor. Bari şu hanımlar olmasa! - H üsnü efendi başı az daha indiri n ! Başım a z daha i n i nce belden aşağım daha da havalanıyor. Tuu, yıllar yılı özene bezene sakladı­ ğ ı m namusum. Ah Fistül, vah Fistü l , kahrol e m i ? - Sacakları bağlayı n ! Baldıriarım kayışiara geçi ril iyor. - Bi lekleri de .. iyi ama, hani ne oldu o şıp diye bir makas dar­ besiyd i ? - Kol larını omuz başlarından sıkı sıkı tutun! Artık can ı m ı , ırzı m ı , namusumu teslim ediyorum . Kesme, biçme başlıyor. Başlıyor ya, gerçekten de ağrı falan duyduğum yok. Sadece keskin bıçakları n deriyi , eti kesip biçerkanki malum sesi duyuyorum. Ve şaşılacak şey, bilemediniz yarım saat içinde kal­ kıp pantolonumu falan giyinip, bir hastabakıcının yar­ dımıyle ameliyathaneden çıkıp operatörün odasına gel iyorum. Yolda din ilyorum kendimi : Ne ağrı , ne sızı. Demek beni dehşete düşüren amel iyathanenin takım taklavatıymış. Bundan sonra bir Fistüllüye rastlarsam : cc Korkma• diyeceğ im. ccAmel iyathane sözünden rle ürkme. Fasarya! •

27


ANILAR

Şiş, mosmor yüzüyle uyuyordu sanki. Tulum tu­ lum gözleri , hafifçe kaymış dudaklarıyla soluyordu. iyicene dökü lmüş saçları , geniş, esmer alnı. Karde­ şi miydi bu? Hani şu otuz yılın ötesindeki bir Arabis­ tan şehri nin muzlarıyle ünlü çarşısında sımsıkı el­ malara durup baktıkları; oyuncakçı dükkaniarın ı n ca­ mekanları önünde, camın ötesindeki renk renk oyun­ cakları «Şu senin, bu benim • diye paylaştıkları : Paylaşılamayan kurşun askerler yüzünden nerdeyse birbirlerinin gırtlağına sarılacakları kardeşi mi? Benden dört yıl sonra doğdu, benden erken ölüyor! Ka lktı, duvardaki aynaya gitti, baktı yüzüne. Be­ ğendi her zamandan çok. Sed i rde bir avuç kemik, upuzun yatan dört yaş küçüğüyle hiç bir i l intisl yok­ tu bu yüzün. Siroz sarısı, kanser ıstırapları işli o yüz mosmor şişti, dudaklar kaymıştı, tutum tulum göz kapakları kaparnıştı iri kara göz bebeklerin i . ·Ya­ şanıadı fı kara be! Yıllarca i şportayla kaçak çalıştı Beyrut, Hama, Humus, Kudüs caddelerinde. Tram­ vaylara kaçamak bind i , yakalanacağını anlayınca atladı, tekerlendi, dizleri kan içinde kalktı yerden. Ingiliz pol islerini şaşırtmak için zik-zaklar cı-

D

28


yaptı maşlah l ı , agel 'kefiyeli Arapların aralarında. Çel­ me taktı lar, yeniden tekerlendi, yeniden kalkıp kaç­ tı. Yaşamadı , yaşamadı fıkara. Çocukluğu kaçmak, kovalanmakla geçti . Kaçıp kovalanı rken doğduğu memleketi gözlerinde hasret hasret tüttü ama, bel l i etmedi . Ben de çok dövmüştüm! Sinirlenirdim es­ mer suratına, ters ters bakış ı , küfredişine .. • Ama bu o mu? Değ i l . lnana b ı rakmış, yatıyor­ du upuzun, yatıyordu mosmor, yatıyordu şiş şiş. Artık herşey geçmişti . Ne çocukluğuna dönebilir, ne d e küfürler dolu yeşi l tramvayl ı Beyrut'ların cetvelle çiz i lmişçesine dümdüz caddelerine. Ama bu o mu? Değ i l . i nanamıyor. Otuz y ı l ı n ardında kalmıştır. Bütün işporta l ı tramvaylarla I ngi­ liz askerleri nin kovaladığı bol güneş l i sımsıcak, göz alıcı günler. Kısa pantolon glyerd l . Ince esmer ba­ cakları , fı rlak kemikli dizlerl.. Kolları kal ınlaşsın di­ ye sabahları gül fidanlarında Arap bülbüllerlnin şa­ kıdığı kıyı Beyrut sabahlarındaki bahçenin bir kıyı­ sı nda saklı kaldırım taşıyle idrnan yapard ı . Kı nnapla öl çerdi her gün pazı larını. Bak abi, şu kadar kal ınlaşmış! Hadi ulan apta l . Bir günde kal ı nlaş ı r m ı ? • Kal ınlaşmazmış. Tabii kal ıniaşırı • Ü llüz sen de .. Sen?• Ben senin gibi üç tan eyi.. Sıkı m ı ?· Gel sene! • Cılız, iyicene cılız çocuğu dört yaş büyüklüğün dört yaş daha güçlü elensesiyle .. sonra da binerdi sırtına. Ezerd i . Ağlatı rdı . Sövdürürdü. Sövünce tokat atard ı . Atınca bağırırd ı zırıl zırıl. Esmer yüzü daha bir çirkinleşmess bile öyle gel i rd i . Kı;zardı daha çok, çıldırırd ı . Yeni bi r tokat. Yükselen çığlığı kardeşi­ nin. Sonunda da babası n ı n cigaradan kal ıniaşmış h ı rç ı n sesi : Niyazi i i ! •-

cc-

cc-

•-

•-

a-

cc-

cc-

cc-

29


Koşardı ağ layarak. Çok geçmeden babası de� i l . ubey baba •Sı gel i rd i yeı yer mürekkep lekeli patis­ ka geceliğiyle. Kocaman b i r bıyık, akları kan l ı Iri göz­ ler, çatık kapkara kaşlar. Kulağının ardında bir kur­ şun kalemi bulunurdu çokluk. SEBILÜ R REŞAT, SI RA­ Tl M ÜSTAKIM sayfalarından fırlamış Osmanl ıcaya başlardı: Akruuuut, u lan akruuuut! Kıllı kocaman elleri vard ı . • Bey baba•nın. Etl i etl i . Etl i elinin tersiyle aniden vururdu. Akruuut, yılaaaan, akreeeepl• Sensin! • derdi Içinden. •- Sensin , oğlun, sizsiniz. Sevmiyorum seni de, oğlunu da. O beni m kardeşim değil. Sen d e babam değ i lsin. Bana ne bu agel l i, kafiyeli lerden? Bana ne onların Arapçaların­ dan. G ideceğim işte, elbette gideceği m memleketl­ me. Hele on sekiz olayım, görürsünüz.• Sedirde mosmor yatıp, derin derin soluyan kar­ deşine baktı yeniden. Bütün si lahlarını bırakmış, ya­ tıyordu upuzun, yatıyordu mosmor, yatıyordu şlş şiş .. • Iyi ama benim suçum ne?• diye geç i rd i . •On­ ları Beyrut'ta bırakıp yurduma döndüm diye sl roz, sonra da kanser olmadı yal Suçum ne benim? Vur­ duma döndümse babamdan kurtulmak Için. Ku rtul­ dum da. Okumadım, futbol oynad ım bol bol, sakat­ l8ndım, yattım hastane köşelerinde, iyi oldum, ge­ ne oynadım, gene sakatlandım. Beş parasız dolaştım yurdumun büyük büyük apartmanlarla l okantalarının bulunduğu ana caddelerinde. Açl ıktan nerdeyse yı­ kı lacaktım. Yıkılmadım. iplik fabrikasma g i rd i m il­ kin. Sonra ayni fabri kanın muhasebe servisine. Yir­ midört l ira doksanbeş kuruş kazandım ayda. Karnı­ mı zor doyurdum. Başkalarının elbiselerine, ayakkap­ Iarına imrendi m . Genç kız bakışlarından sarhoş ol­ dum. .. Bütün silahlarını bırakmış yatıyordu kardeşi mos­ mor, yatıyordu şiş şiş, yatıyordu upuzun. Evleneme­ mişti o. Çoluk çocuğu da olmamıştı. •Acaba bu yüzu

•-

•-

•-

30


den mi önce siroz, sonra da kanser oldu? Tıp 'ta var mı böyle bir konu? insan sevemezse, evlenip çoluk çocuk sahibi olamazsa önce slroz, sonra da kanser olamaz m ı ? Tıp'ta böyle bir şey yoksa bile olamaz mı ? Neden olamasın? Günün bi rinde sirozla kanse­ rin nedenleri kesin olarak anlaşıldığında kimbi l i r, bel ki de bu sevememek, evlenip çoluğa çocuğa ka­ rışamamak problemi . . . belki de metaflziksel , ya da daha materyalist bir görüş, psişik bir hal , slroz'a değilse bile, kanser'e sebep_ gösterilebl l lrl • Yatıyordu upuzun, yatıyordu mosmor, yatıyordu şiş şiş. Ama birden onun da sevdiğini hatırladı . Bir kız sevmiş o uzak, o muzlar diyarı Arabistan'da Nlşan­ lanmış. Öl müş nişan l ı s ı . Derken bir başka kız ana­ vatanda. Vermemlşler. Ayrı lmış. Kendini kamyonla nakl iyecl l iğe vermiş. Kıvrıla kıvrı la uzayıp giden Anadolu yol ları . Toz, ter, gres vakom yağlarının ka­ rası , öfke. Patlayan lastik, lastikler. Her an yolları­ nın kesi lmesi i htimal- i . Uyku . Uyumak mı dedin? S ı kı m ı ? Kamyonun ana­ sının dinine kadar yüklü. Tüccar eşyası, sandıklar. Kocaman kocaman . Bir uyu da gör. Arabanın hiç şakası yoktur. Yollar dersen o biçim. Muavin m i ? En iyisin i n Al lah . . . töbe estafurul lah. B u Işlerde ken­ dinden başkasına güvenmeyeceksl n . Başka şoför mü? Ayl ıklı m ı ? Onu da denedlm. Yanıbaşında otu­ racak, yol lara di kkat edeceksin. Herltierde d i n iyman yok k i . Vollar zaten bozuk. Taşlar, kaya parçaları sı­ rasına göre. Projektörler istediği kadar yansın. Al­ lahın kızgın güneşinde bi le dikkat etmezler. Görür önündeki çukuru, ya da taş parçasın ı , direksiyonu kı­ rıvermek zahmetine katlanmazlar. H ızla geçerler çukuru.. Koca koca sandıklar lçindekilerle sarsıl ı r­ lar. Sandıkların üzerinde istediği kadar · DIKKAT Kl Rill R ! yazsın . Inadı na, mahsustan. Yok be abi, yemez yedirir, giymez giydlrirsin. Gene de hava! • Yalan ! diye geçirdi upuzun, mosmor, şi ş. •-

n

•-

31


şiş yatan kardeşine bakarak. Hiç de yemez ye­ diren, giymez giydiren cinsten değildi n hergel e!» Güneşi , pamuğuyla ünlü bir G üney Anadolu şeh­ ri nin temmuz ortaları nı hatırlamıştı . Kamyon yep­ yeni bir kırmızı lık içinde, mavileri , sarı ları , siyah­ ları , kırmızılarıyle eskimiş öteki kamyonlara caka satıyordu. Di reksiyanda yumruğuna sıkılığı her ha­ l i nden bel l i kısa, kal ı n bir şoför. Araboğlu dedikleri çi kolata bir hakalmaz. Yol boyunca ya arkadaki ko­ caman tahta sandıkların, ya da ön çamurluğun üs­ tüne tünüyordu. Esrarlı cigara içiyordu boyuna. Boş Şakacı, cigara içmek adetim değil abi !· demişti . çokları gibi iki yüzl ü. Kendi de bil iyordu iki yüzlülü­ ğünü : cı Ne yaparsın? Geçinrneğe geldik dünyaya. idare et. • Güneyden b i r takım e v eşyası yüklemişlerdi, dönüşte büyük büyük tahta sandı kların ı getlrecek­ lerdi tüccarı n . a l stersen sen de gel abi ..· demişti . Çal ıştığ ı dernekten on beş gün izinl iydi hazır, at­ kamyonun lamıştı iki saat sonra hareket edecek şoför mahal line. Ü ç kişiydi ler. Solunda bu şimdi bü­ tün silahlarını bırakmış mosmor, şiş şiş, upuzun yatan kardeşi , uzun boylu, esmer, geniş omuzlu kar­ deşi. Sık sık kıç ceblnden yüzlükler dolu maroken para cüzdanını çı karıyordu. Direksiyondaki ayl ıklı şo­ för bağ ı rıyordu sık sık: Dikkat hendek! • , Taş var görmüyor musun ? • Ulan benim tepem atmıştı be. El adamlarıyle böyle konuşulur mu? Bir mola an ında kıyıya çekmiş­ ti m. El adam ına böyle davranılmaz, seni b i r dağ ba­ şı nda temizleyiverirler. Gülmüştü patronsu. Gülmüş­ tü kendinden emin. Tabancasını çıkarıvermişti . Kap­ kara, ışıl ışıl.. · lşıl ı ş ı ! bir tabancaydı gerçekten de. Beyinlerini patlatırı m ı .. Sonra ? • Sonrası n e , m a l sahibiyim. Karakolda uy­ gun bir ifade veririz, biter g ider .. • a-

u

u

«•,._

32

..


Korkmuştu kardeşinden o gün. Hani şu otuz yıl gerilerde kalmış büyük bir Arap şehrinin oyuncak­ çı dükkanı vitrini önünde durup, camekandaki oyun­ cakları paylaştıkları kardeşi miydi bu? Kafası kızın­ ca altına alıp kıyasıya dövdüğü? Sonra gene bir başka mala sırasında içine kapa­ nık şoföre konuşmanı n yolUnu bulmuştu. •Ağzı mdan laf mı almak istiyorsun hergele? Sen de onun gibi değ i l misin sanki ? Ağabeysi değ i l misin lt?• demek istercesine bakmış. • Patron m i l leti.. topunuzun av­ radını . gibi lerden yere tükürmüştü. Merhaba ! • Başıyle almıştı selamımı. Sıkıntı l ı görünüyorsunuz?• Ol mamak kaabil m l ? • Niçin?• Görmüyor musunuz yol boyunca? Dikkat: Çukur, Di kkat: Taş var. Sanki d i reksiyana dün geç­ mişim. Bil iyorum, kardeşiniz, isterseniz hemen ye­ tiştirin, onun bildiklerini unuttum ben. Zaten Istan­ bul 'da bırakacağı m işi! • Tatlıya bağ lamak istemişti: Araboğlu bize iki kahve söyle, kendine de kahve, yahut çay. Efendim, kardeşim d iye değ i l , bu huyunu hiç sevmem. Babama benzemiş. Ayrı geçti çocukluğumuz, gençl lğimiz. Babamı da bu yüzden sevmezdi m hiç. Huy işte .. Huy muy. Bana ne onun huyundan? Ben eşek olduktan sonra kim olsa semer vurur. Dünyada yal­ nız bu kamyon yok ya? D ı rd ı rına ses ç ı karmayışım ondan değil, kendi mden, kendi sakarlığımdan korku­ şumdan. O bil mez benim bir yıl ların ağır siklet boks şampiyonu olduğumu. On yılı doldurup ewelki yıl hapisten ç ı ktığımı . . . • Bunları hiç bir zaman öğrenememişti. Yatıyor­ du şimdi bütün si lahlarından uzak, mosmor, ş i ş şlş, uzun uzun. Doktorlar: • Pek pek bir hafta .. • demişler.•

•-

••-

•., _

•-

«-

33


d i . · Bırakın istediğini yesin. Yalnız sancilar. Bu iğ­ neleri zaman zaman vurdurun ı • Yatıyordu şlş şiş, yatıyordu uzun uzun. Gözlerini açtı bir ara. Açmağa çalıştı, kımıl­ dandı •- Abi! • •- Ha?• Ne güze l . . . . . . . . . Daldı sonra. Ama o • Ne güzel •i yaşıyordu. Ağa­ beysinin çok, ama pek çok sevdiği çocuksu bir genç kadınla gittikleri içklli bir Slrkeci kebap evinde kar­ şılıklı rakı Içişlerini yaşıyordu. Sapasağlamdı. Genç kadını, el inde olmayarak, bir zamanlar çok sevdiği, nişanlandığı o Arabistan kızına benzetmişti. Gözler, bakış, davranışlar. içinde bir takım teller titreşmiş­ ti. Neden sonra açı klamıştı da: •- Benim Arabistanda ölen nlşanlıya ne ka­ dar benziyor! • Ağabey usul lacık kalktı kardeşinin baş ı ndan. Ay­ naya gitmedi . Duvardaki takvlme i l işti gözü, Içi tit­ red i . " Pek pek bir hafta .. • demişti doktor altı gün ön­ ce. •Pek pek bir hafta. • Kardeşin bundan d a haberi yoktu. Upuzun yattı­ ğı sedirdeki mosmor, şiş şişlerin gerisinde, çok ge­ risinde belki beyninin içinde, belki de yüreğinin, ya­ şıyordu. O günkü kebap evini yaşıyordu. Sık s ı k bak­ mıştı çocuksu genç kadı na. Arabistanda gömü lü ni­ şanlısını hatırlayarak, Karlehine rakı koymuştu. Ta­ bağındaki şiş kebapları arasındaki yağlı etleri almış, kendi etlerinden yağsıziarı vermişti. Değişmlşlerdi. Derin bir soluk aldı. Sonra birden verdi soluğu dışarı. Ağabey takvimin son gün yaprağını hiç ama hiç koparmak istemeyen bir Istekle yeniden geçip oturdu kardeşinin başucuna. Hastanı n kafası ndaki kebap evi buzlu cam ar­ dına kaçıp yeniden yüze çıktı. Sonra gene kaçtı . B i r çift göz, çocuksu genç kadının bir çift I ri gözlerı kal­ dı. •-

"

34


Ev hal kından birisi m ı rıldandı : Zekarette. Getir o bıçağ ı ! • Bıçak geldi, upuzun, mosmor, şiş şiş yatmakta olan hastanın üzerine kondu. Ruhunu daha kolay tes­ l i m edermlş. Ağabey duvardaki takvime baktı istemeyerek. Bi lek saatine baktı. Haftanın son günü, son saati de doluyordu. Kalktı. Oturdu. Pencereye gitti gözlerin­ deki yaşı göstermernek için. Dışarda mahallenin kü­ çük futbolcuları sıkı bir maça girişmişlerd i : Pas pas . • • - Pas ulan inek.• •- inek sensin, baband ır! • Gooooooooooo! 1 l l • •-

a-

•-

35


B O N O

Film şirketlerinden birinden alınmış bin beş yüz l i ral ı k bir bonom var cebimde. Ü ç gün sonra vadesi doluyor. Alacağ ı m . Bin l i rası , dört ayl ı k ev kirasına yatırılacak. Kalacak beş yüz. Beş yüzün ya­ rısıyle kömür, öbür yarısının yarısıyle de odun ala­ cağım. Elime şöyle böyle bir yüzlük kalacak ama, bu yüzlüğü taş çatiasa eve vermeyeceğim. Içi nden belki iki çift çorap satın alırı m . Ü styanıyle bi rkaç gün istanbul sonbaharının harika Boğazında demle­ niri m . Biliyorum, çocukların okul kitapları , altları delinmiş pabuçlar, cebi yırtı lmış yağmurluk, parça­ lanmış yatak çarşafları, havlular, elbise, pantolon, terl i kler . . . U murumda değ i l ! Bakmayın böyle dediğime. H e r zaman böyle dü­ şünürüm de sonunda hava alırı m . Insan daha l üzum­ lu şeylerden kesip, hele kendi keyfin e harcayamıyor. Neyse .. Ü ç gün sonra gideceğim. Doğrudan doğ­ ruya muhasebeciye değ i l de patrona uğrarsam iyi olur. Muhasebeciler dünyanı n en sıkı ntılı insanla­ ndı r. Onun için, o anda belki de gece uykusuz kal­ dığı ndan sinirleri bozuktur, ya da kimbil i r, akşam fazlaca kaçırdığı rakı midesini bozmuştur, başı ağ­ rımaktadı r. 36


iyi ama, patronu sanki daha mı rahattır? Belki d e odasına girdiğim s ı ra yatar koltuğunda şekerle­ me yapmaktadır. Diyeli m ki Içeriye g i rişime sevindi de: uVaay,• d ed i , •iyi ki geldin b e blrader! • Allah gönderdi seni . Ş ayet gelmeseydin, d al ı p g idecek­ tim. G idince de birkaç saat uyku. Sonra? Sonrası, yani gece felaket. Sabaha kadar }'atakta dön Al lah dön. Ben döndükçe hanım rahatsız olacak. Başlaya­ cak d ı rdıra. Derken kavga gürü ltü. O bana ben ona. Eski defterler açılacak, kirl i ler dökülecek o rtaya . . . • Büyük, ceviz masanın yanındaki koltuğuna o­ turacağı m . Çay m ı , kahve mi içmeyi arzuladığım so­ rulacak. Şekerli kahve diyeceğim. Odacı çıkacak. Sonra da belki şöyle soracak: E, ne var ne yok havlal-1 alemde ? • Aklı mda bono, lafı fazla uzatmamaya bakacağ ım : N e olsun? Yuvarlanıp gidiyoruz işte . • «- Şu Diyanet işleri Başkanı'nın vazifesinden a l ı nmak istenmesine ne diyorsun? • H erhalde cebimdeki bono dürtecek. Çünkü ve­ receğim karş ı l ı k adamı kızdırabi l i r. Sonoya hak verecektim : •- Valla n e diyeyim? H ükümet galiba açmaza düştü ! . Muhalefet partilerinden biri nden, belki d e ana muhalefettendi, yerinden sevinçle kalkıp oturacak­ tl: Hem d e nas ı l açmaz! Seçimlerde ektikla­ rını ş i mdi biçiyorlar. Bizim partiyi vurmak Için d i n adamlarını okşarlar m ı ? • C�bimdeki bono, • aman sus, karş ı l ı k vermeı. d i yecek içimden. Hak vereceğim, ya da vermiş görüneceğl m : • - Doğru . • Belki de lafa yekOn çekmeyecek, şöyle devam edecekti : •-

w-

.

•-

37


Rüzgar eken fırtına biçer. Onun için bu­ günlerde bütün sağcı gazeteleri alıyorum. Attıkları manşetler, yazdıkları başmakale, fıkra, haberlere, dini bütünleri kışkırtışlarına bayı l ıyorum ! " Bu s ı ra kahvelerimiz gelecektl. Alacaktık. Baş­ layacaktık yeni cigaralarla höpürdetmeğe. O bu ko­ nuda şahlanmıştır, durmayacak, susmayacak, belki de hükümetle aşırı dindarlar arasındaki çatışmalar­ dan söz açacak, Yirmi yedi Mayıs devrimine ben­ zayi şler bulacaktı. Bense, cebimdeki bononun ısrar­ Ianna dayanamayarak hep susacaktım. Susuşum o­ nu belki de sinlrlendlrecekti : Bunun sonu ne olabi l i r kestirebil i r misin?• diye soracaktı. Belki de bir şeyler söylerneğe hazırlanacaktım ki, bono gene çimdiği basacaktı. Çaresiz: Val la beyefendi,• diyecektim, • ben aktüel politikayla pek l lgllenmem. Daha çok kendimi sa­ nata verdiğimden . . . • Kızacaktı herhalde: Vatan, m i ll et ve memleket Için en tayda­ l ı sı hakkında fikri olmıyanlar eşşektir l • Kıyıları buruşmuş i ri siyah gözleriyle beni göz­ den geçi recekti. Bense şaşacaktım adamın tutumu­ na. Sanki yıllar yılı sivil ler tarafından kovalanan, hemen her i ktidar değiştikçe çeşitli bahanelerle Emniyete, Sıkıyönetim 'e çeki len, evi aranan, yazdık­ ları pertavsızla incelenen oydu! Evet, fikri olmayanlar eşşektirl Çünkü eş­ şekler, bir tutarn ot, bir parçacı k saman karşılığı başkalarının çıkarına bitmez tükenmez yükler taşı r­ lar. Onun için, i nsan, eşşekten farklı i nsan, günlük politikayı adım adım izlemel i ! Ben öyleyimdir. Hiç bir partiye girmem ama, gazetelerden bütün parti­ leri izlerim. Partileri, Meclis müzakerelerini, bakan­ ların, başbakanın davranışını, muhalefeti.. Neden? Çıkarıma en uygun geleni alkışlamak Için ! • Beni gene o , kıyı l arı buruşuk, kara gözleriyle a-

a-

u-

u-

«-

38


inceledikten sonra i htimal şöyle soracaktı : •- Efendim?• Bonomsa katamın içinde açıl ı p katlanacaktı. Açı l ı p katlanışıyla da, · Adamı n suyuna git! • demek isteyecekti. Ü stelik, o gün belki de Sonbahar Istan­ bul 'unun harika bir günüydü. Gök çivit mavi, güneş gökyüzünde bir top ateş değ i l de, yumuşacık bir ka­ d ı n eli. Sonra aklıma Boğaz'daki bilmem hangi bal ık lokantası da gelebi l irdi . Basacaktım oHaklısınız ! •ı . Oysa daha da coşa­ caktı : Gerçek çıkarların ı n nerde olduğundan ha­ bersiz bir budala olmaktansa . . . • Tamamlayamayacaktı sözünü, telefon çalacaktı belki de. O konuşurken benim aklımdan gerçek çı" karlarının yönünü bilmeyen zavallılar kalabalığı gri bir fırtına gibi geçecekti. Acıyacak mıydım? Acıma­ yacak m ı ? Acı manın ne işlerine yarayacağını dü­ şünecektirn herhalde. Telefon konuşması bitecek, adam masasından kalkacaktı: Bana müsaade. Çok acele toplantım ız var! • Cebimdeki bono telaşlanacaktı : • H erif gidi­ yor. Aç meseleyi, al paracıklarını. Beni de cebinln sıkıntı l ı karanl ığından kurtar, hadi ! • Arka cebimden cüzdanımı ç ıkaracaktım sıkılarak. Bono. Şapkasını almış, gitmek üzere olan adamı ka· pıda durduracaktım: Bugün vadesi doldu da . . . • Şöyle bir bakacak, hiç önemi yokmuşçasına: Haa, evet.. • diyecekti . · Muhasebeciye uğrayın lütfen, ödesin .. • Bunca yıl l ı k yurtta şı olduğum bu memlekette, en çok da para işlerimin bu kadar çabucak oluver­ mesine al ışamadığım için yadırgayacaktım. Başkala­ rının işlerini görmek yüzünden dehşetli sıkı ntılı ki­ şiler olan muhasebecileri tanırdım. Canciğer dost da olsak, bir muhasebeci , kesesinden çıkmasa bile, «-

•-

«-

•-

39


en hakl ı ödemelerde de zor para veri rdi . Ne olursa olsun ben gene de en tatlı halimi takınarak gire­ cektim yanına: Günaydın ! • Duymazl ıktan gelecekti. Bozulsam d a ateşe de­ vam edecektim: • - Nasılsınız?• O da kurdun bi riyd i , bu Işlerde sadece kulağı­ nın ardı kalmış ihtimal. Başlangıcımdan anlayacaktı döne dolaşa işin paraya dayanacağını. Yüz verme­ yecektl : Ne istiyorsun ? • Dilenci yerine konulmuşluğumu d a hoş görüp, bonomu çıkaracaktım. liksinerek bakacaktı. Öfke­ den kıpkırmızı kesi lecek, elindeki kalem tltreyecek­ ti : Nedir o ? • •- Bono! • •- Ne bonosu? • Sizin bononuz. Bugün ödenmesi lazım d a. . • Elimde tuttuğum bono korkudan sapsarı kesilecek, belki de avcumun içine saklanmağa çalışacak­ tl. Muhasebeciyse, masasında açı k kocaman defte­ rine kapanacaktı: • - Bugün imkansız! • Sabırla soracaktım : • - Yarın ? • Kanı tepesine çıkacaktı: •- Ne bugün, ne yarın, ne de üç ay sonra ! • Öfkeden deliye dönsem d e tutacaktım kendimi: •- Demek üç ay sonra da hava ? • Başını kocaman defterinden öfkeyle kaldırarak bağı racaktı : •- Ne bağırı yorsun be?• Gerçekten şaşacaktım: • - Ben m i ? • • - Sen evet l • •-

•-

•-

• -

40


Elimdeki bononun yalvaran bakışiarına aldırış edemeyecek, kendi m i tutamayacaktım: •- Ası l bağ ı ran sensin be ! • Ayağa fırlayacaktı : Bana sen diyemezsi n i " Ya? Zat-ı devletleri m i ? • Mosmor kesi lecekti : Alay mı ediyorsun ? • Yoo .. • •- Ben bugüne bugün memleketin en ltlbarlı firmalarından birinin muhasebecisiyi m ! • Öyleyse firmanın verdiği bonoyu öde ! . • - Para yok! • Tuhaf .. • Dört flllm çevirdik döörtl Her flllm en az­ dan yüz e l l i bin l i ra. Altı yüz bin, naber? • Bense sadece bin beş yüz l i ra istiyorum .. • •- Yok, bin beş yüz kuruş bile yok kasada. Ben bile Eylül maaşımı alamadım henüz. Filimler dublajda! • • - Peki ne zaman olacak paranız?o Dublajdan sonra kopyalar ba­ • - Bilmiyorum. s ı l ı p işletmecilere gönderi lecek. işletmeciler bütün Türkiye sinemalarında vizyona g i recekler. Filimin tutması, masrafını çabucak amorti etmesi lazım. Et· tikten sonra . . . • Ettikten sonra da yeniden bir dört f i l i m çe­ vi rmeğe kalkarsı nız. Yatı rım yapar, bizim bin beş yüzü . . . • cı- Ne demek I stiyorsun?• Çevireceğiniz dört yeni filmin vlzyona çıkmasından sonraya b ı rakırsınız. Yani, havayla cıva l • Ü zerime yürüyeb i l i rd i : cı- B i z dolandırıcı m ıyız yani ulan?• Bonom ne derse desin, a U i an • sözüne bozulur­ dum bak. Ben ona, o bana. Sil le, tokat, tekme. Ha· vada gözlüğü uçabi l i rdi . Gürültüye adamları gelebl· l ir, ondan yana ç ı kab i l i rlerdi pekala. Dayak da yi· u-

., _

«-

•-

u-

u-

.,_

•-

«-

u-

41


yebi lirdi m bir güzel. Sonra karakala uzanırdık. Belki de muhasebeciyle sekiz kişi, müesseselerine sal­ dırdığımı, hepsini döğdüğümü I l eri sürerlerd l . Kornı­ serin kafasını şişiren bir laf kalabal ığından sonra komiser bana dönebi l i rd i : Bu kadar I nsan yalan m ı söylüyor? Adın ne?• Kendimi zor tutardım: Efendim ben . . . • Evet sen, ne var? Ne olmuş ? • Benomu gösterlrdi m: Bugün ödenmesi gerekiyor. Müessese sa­ hibi dedi ki . . . • El inde camı kırık gözlüğüyle muhasebec i : M üessese sahibi der karniser bey. Kasa­ mııda aksil i k, para yoktu. Dedim ki , ' kardeşim' de­ dim, 'özür di lerim. Bugün paramız yok. Yarın teşrlf edemez misiniz?'• Şaşkı nlıktan belki de dilim tutulurdu. O aldırış etmez ardını getirirdi sözlerinin: Hayır, sanki anasına avradına söğmüşüm gibi, bir tavır, bir zavır... Gelemezmlş. Parasını ş i m­ di, hemen istlyormuş. Adamın gözünü patlatırmış .. • Karniser bana dönerd i : Dağ başı mı burası ? Kocca istanbul be. Burda var m ı böyle h i kaye? Koçere musu n ? • Dakti l o başındaki görevliye dönerd i : Yaz. A l ifadesini . . . • Görevli Için emir emlrd i şüphesiz. Başiardı ifademi almağa, Muhasebeci davacı duruma geçer, ötekiler de bal g i bi tanıklık edebilirlerdi. Her ne hal ise. Koca üç gün var bononun günü­ nün dolmasına. Ben gene de kibarca ödeneceğinden yanayım, bakal ım. �-

u.,_

u-

., _

., _

�-

., _

42


YILBAŞI

960

961

Ham film yokluğu yüzünden film senaryolarına kıran g i rel iberi Beyoğl u 'na çok seyrek uğruyordum son aylar. Postu hemen hemen tamamiyle Babıali 'ye sermiştim . U nkapanı 'ndaki evden Cağaloğl u 'na dol­ muşla, otobüsle, havalar yağışlı olmazsa yaya gidtp gel iyordum. Unkapanı Mısırçarşısı, ya da Saraç­ hane, Kapalıçarşı yoluyle. Yı lbaşı yaklaştıkça, Mısırçarşısı'yle Kapalıçar­ şı'nın kalabalıklaştığı gözümden kaçmıyordu. Hani o bayram arefelerindekl telaş l ı , s i nirli kalaba l ı k. Nazlı sermaye kendini kasalara, cari hesaplara çe­ kip, ortalıkta dilediğince işsizlik, buhran yaratsın. M i l let bayram, yılbaşı cinsinden eğlence kokusu seze dursun . Kıyıda köşede ne varsa çıkıyor, do­ luşuluyor çarşıya pazara. Bir omuz omuza kalaba· l ı k, bir a l ı şveriş. Bu yıl maaşların yılbaşından sonra verileceği bile para etmedi. Çarşılar, pazarlar her yılbaşındaki gibi kalabal ı ktı. Mısırçarşısı, Kapal ıçar­ ş ı , baştan başa Beyoğlu, e l leri paketll Insanlarla doluydu. Ama bu demek değildir ki, butün bir Is­ tanbul, m ilyonerinden işçisine kadar yılbaşını kutla· mağa hazırlanıyor! Gazeteden : •

43


- Bu gece nereye gideceksin? - dedi ler. Düşünmemiştim. Bundan önceki yı lbaşılar gibi, yazı masamın başı nda geçirecektim yılbaşını her­ halde. - Bilmem?- dedim. - Pavyon filan? - Yok canım. - Gazeteye yazmıyacak mısın? - Onu da bilmem. Isterseniz yazarım .. - Yaz yaz. - Peki ama, ben yı lbaşı gecesi çılgınlar gibi eğlenllen eğlence yerlerine gitmiyeceğime göre? - Sizin semtlerin yılbaşısını yazi - Şimdi oldu. Bizim semt'te ·Yılbaşı •yı galiba sadece kah­ velerle küçük lokanta, ya da köftecl dükkaniarı kut­ lad ı . Hohlanmışa benzeyen camlar ardındaki her za­ manki kalabalık, · Bulüm•, · Pişpirik•, · Aitıkollu ls­ kanbll•, pek pek • Poker• oynuyorlardı. ·Zar•la kumara rastlamadım. Küçük lokantalarla köfteci dük­ kaniarında da pek öyl e olağanüstülük yoktu. Eş, dost, ahbaplar, açtı rmışlar ufak Yeni rakı ları, ızgara köf­ te, yeş i l salata, fasulye piyazıyle demleniyorlar. Yanlarına şöyle bir uğrad ım. Konuştukları hep bili­ nen şeyl er: i şlerin ne zamı;ın açılacağı , çal ışıp, bi­ rikmiş borçların ne zaman ödeneceğinde. Kahveler­ deysa hararetli , sinirli birer d i kkat hal indeki in­ sanların kazanmak için k ı l ı kırk yarışları. Ocakçıyla garsonlar, her zamandan değişik. S ı rayle kaçamak yapıyorlar yakın köftecilere, ayaküstü bir kadeh, bir kadeh daha, şıpın Işi meze, haydi tekrardan kahve­ ye. Saat dokuz, on, on bir. Eve uğradım. Bizimkller toplanmış tombala oynuyorlar. Komşuları sordum, her günden farklı değilmiş. Pencereden, komşu ev­ lerin pencerelerine baktım, gerçekten de, her ak­ şamki aydınl ık. - Haydi bana eyval lah . . . 44


- Nereye?- dediler. - Yarın için yazacağı m yı lbaşı yazısının malzemesini toplamağa! Eğri büğrü sokaklardan geçerken aklıma estl, çal şu sakin sakin geceye bakan evin kapısını, bak bakalım ne yapıyorlar! Olur mu olur. Çat kap ı . Az sonra güzel bir kız kapıyı açtı. Karşısında hiç tanımadığı birini görünce yadı rgadı : - Kimi istiyorsunuz? - Sizi - dedim. - A a .. - Tanrı misafiri canım. Kabul etmez misiniz? Beni şöyle · bir tepeden tırnağa süzdü, sonra seslend i : - Anneeee! Derinden ·Anne • nin sesi : - Ne var? - Biraz baksana l Bir kad ın söylenerek indi. Kız hemenci k anlattı anlatacağını. Orta yaşlı, ş işmanca hanı m sordu bu sefer : - Bir şey mi i stiyordunuz efendim? Anlattım kı saca. · Gazeteci .. olduğumu ogrenin­ ce, annesinin omzu üzerinden bana bakan gözlerde bir ışıltıdır başlad ı : - Gazeteci misiniz? Hangi gazeteden? H a , bi­ liyorum. Buyurun efendi m . - Seslendi - : Baba! Abi ! Bak gazeteci geld i . Bizimle yılbaşı röportajı yapacak­ mış! « Baba•, « Ağabey », · Kardeş •, • Kardeşler• in Hay merdivenlerden telaşla i ni şleri. izzet, lkram. Allah, meğer kredi kırk beşmiş d e haberimiz yok. Basma perdeleri , perdelerin basmasından ör­ tüleriyle sedi rleri , orta masası, masasının üzerin­ deki kocaman bir tabakta portakal, mandalina, elma, muzları, yı lbaşı şerefine tavanlardan al, yeş i l , sarı, pembe, morlar halinde kıvrım kıvrım sarkan kağıt45


ları , boyuna yı lbaşı programı n ı veren müzik, şarkı yüklü radyosuyle orta hal l i bir memur evi . Kendi ken­ d i lerine oturmuş, tombala oynuyorlar. Ben gelince tombala bırakı ldı. Çevrem alındı, başlandı Babıali ve gazetelerle ünlü gazeteciler üzerine sorular so­ rulmağa. Gazeteci , hele gazeteci ler Içinde ün sal­ mış çeşitli yazar arkadaş bu evde, yalnız bu evde değ i l , hemen hemen bu tip bütün evlerde birer ma­ sal kahramanıdır. Kimdir, nedir, necidir. Boyu, göz­ lerinin rengi ? Nasıl çal ışır? Nası l yazar? Kaç para kazanır? Velhası l dedim ya masal kahramanı. Bir ara: - Siz şimdi bırakın bunları da kendinizden bahsedi n - dedim -. Bu gece yı lbaşı gecesi. Yarın ye­ ni y ı l a g i receğiz. Yeni yıl üzerine temennilerinlz yok mu? Evin yakışıklı del i kaniısı : - Var abi - dedi. - Nedir? - Yarınki Beşiktaş Galatasaray maçı var ya? - Evet? - Beşiktaş yensi n istiyorum! Baba : - Hay Allah - dedi -. Beşiktaş, Fener, Galatasa­ ray, Beşi ktaş, Fener, Galatasaray. . . bıktık be yahu. Dua edin de işler açı lsın, ortalığa bol luk gelsin, memur maaşları arttı rılsın . . . Anne, kırkına yakın olmalı ama, hala mihrap ye­ rinde: - Doğru - dedi. Gençlerin aldırdığı yoktu . Sokak kapısında ilk gördüğüm genç kız usullacık: - Inşal lah Galatasaray yener - dedi . Kardeşi Fenerliydl. - Kasımpaşa'yı üç-sıfır götürdük ya, boşver. . . - diyordu -. Hangisi yenerse yensin. Şampiyonluk gene de torbada kekllkl Ağbe�:


- iyi ya - dedi -. Beş i ktaş yenerse Galatasa­ ray'ı geçersiniz. Bir çekişme. Baba kırç ı l saçlarıyle şaşkın, bir cigara yaktı, sonra bana uzattı, Biri nci paketi n i : - Afedersiniz. Çocuklar insanda a k ı l bı rakmı­ yar ki . . . Baba için önem l i olan geçimdi geçim. Şu dünyaya geleli elli üç y ı l olmuştu. Kendini bildi bileli yokluk, darlık, s ıkıntı, ev derd i , kira derd i , eskiyenierin ye­ ni lenmesi derd i . Efendim, sabit gelirl i olmak bir fa­ ciaydı. Kazancınız katırın kuyruğu, ne uzar ne kısa­ l ı r. Halbuki çocuklar alabi ldiğine büyüyor, giyim ku­ şamları yı ldan yıla pahalı laşıyordu. B i r ailenin ha­ yatı helezona benziyordu. Iç içe, gittikçe genişleyen daireler gibi ! Anneye döndüm : - Ne dersiniz? Kocasına baktı, başını uysal uysal sal lad ı : - N e d iyeyim beyefendl, doğru. Küçükkan ke­ s iyor, biçiyor, kı rıyor, sarıyorsunuz. Babalarının es­ kisi, benim eski l erim Işe yarıyor. Büyüdüler mi i ş değişiyor tabii. Maşal lah h e r biri . . . Baba gülerek a l d ı sözü: - Yalı kazığı g i bi değ i l m i ? Çocuklarda isyan çığlıkları : - Aşkolsun baba .. - Babacığım aşkolsun yan i ! - Y a bey amca gazeteye yazarsa? Temin ettim : - N e çıkar? Tırhal l i , b i r hal l iyiz. H atta yaza­ cağı m yazıyı okuyacakların pek çoğu da aynı. Kim­ senin kimseyi ayıplıyacağı yok. Kal d ı ki ne ayı b ı ? Hangi ayı p ? Bilek saatime baktı m , on b i re gel iyordu. On­ ları portakalları , mandallnaları, tombalalarıyle bıra­ kıp çıktım. Sokaktan bir sarhoş gel iyordu, mırıltıyle. · Dok­ tor civanım• şarkısını m ı rı ldanıyor. 47


Caddeye ç ı ktım. Aksaray'dan yukarıya rüzgar gibi gelip geçen dolmuşlar, otobüsler. Durakta at­ l ıyorum bir dolmuşa, ver elini Taksim. Hava yağı ş l ı değil ama, hiç güven olmaz. G alatasaray'a doğru iniyorum. Cadde bir hayli tenha. Gündüzki eli pa­ ketl ilerden hemen hemen iz yok. Bu da tabii, gündüz satın aldı kları, tencarelerde kaynadı, tabaklara ko­ tanidı, masalara getirildi, yeniyor şimdi. Ara sokakların alacakaranl ıklarında caz fırtına­ ları. Sokağ ın karanlığına tangolar dökülüyor. Dalı­ yorum. M asalar dopdolu. Saçları itinayla yapılmış za­ rif kadın lar, zarif kahkahaları , kurt bakı ş l ı , bakışla­ rından şehvet dökülen adamlar, sansar titizliği için­ de kurnaz garsonlar. Bunlardan biri sokuluyor: - Boş yer mi aradınız? - Vo, hayır. - Arasanız da yok zaten. Günlerce önceden kapatıldı her yer. Çı kıyorum. Bir başkası, sonra daha bir başkası. Saat on iki, yarım , bir, iki. Eğlenen yılbaşını ardımda bırakıp atl ıyorum bir dolmuşa. Bir yılı daha eskittik, yeni bir y ı l ı n daha ucun­ dan kemi rmeğe başladık. Bu dünya böyle i şte. Es­ kit eskit at. Günün birinde de eskitme gücün tüken­ sin, sen eski. Nice yıl lara.

48


HASTANE NOTLARI

Sol kolumla göğsümdekl acıyla uyandım: Saat gecenin ikisi. Şöyle b i r yokladım kendimi.. Bu acı­ ya hiç de yabancı deği lim. Bab-ı al i 'nin çeşitli kita­ bevi, ya da Beyoğlu fil i mci ler piyasasının birbirini kesen, birbirine paralel sokaklarını hızla geçerken de bu ağrı lar yakalardı beni. Sol kolumun damar­ ları çek i l i r, sıkıcı bir ağırl ı k bastırırdı göğsümü. Du­ rurdum. Bi rkaç dakika, geçiveri rdi. Daha çok da merdivenler çıkar, merdivenler iner, yokuşlar tırma­ nırken. Ama hiç böyle, gecenin saat Ikisinde, uyku halinde gelmemişti . Yürürken, koşarken, merdiven çıkar, yokuş tırmanı rken bastırmasını anl ıyordum da, tam bir d inlenme sırasında gelişini anlayamamıştım . Demek artı k işin şakası yoktu, doktordan kaçmama­ l ıydım. Kaçarsam ne olurdu? Ölür müydüm? Vızgell­ yordu ölüm ama, birkaç yıl daha yaşamak, yarıda kal­ mış i şlerimi tamamlamak daha Iyi değ i l miydi? Bu ağrıların, doktor deyimiyle, Anglne de poitrl· ne dedikleri şey olabi leceğini kestlrlyordum da, yol yakınkan doktora koşmayı zamansız buluyordum. Bir gün dost bir eczacıya bundan söz açtım . Dinledi. n Galiba Angine de poitrine bu bendeki • deyince : - Nee -dedi-. Deli misin yahu? Angine de poltrine olsa . . . 49


Uzun uzun açıklamalarda bulunmuştu ama, ya önemle di nlememiş, ya da henüz bende onun an­ lattı klarından olmadığını sanmıştım. Sansam da ne? Yine de doktora gidemezdim o sıra. Kestiremiyor­ dum ki doktor beni mutlaka hastaneye yatıracak. Ü ç, dört hafta keseden yemek zorunda kalacağı m . Keseden yemek! Nası l ? Ben b u • Keseden , hazır yemek•i elli y ı l l ı k ya­ şamımda hemen hemen hiç tanımadım. Çocukluğu saymazsak, kırk yıldır, gün kazanıp gün yiyenler gi­ bi yaşadım. Buna al ıştı m . i l laki sabahın saat dör­ dünde uyanıp, kahvemi kendi elimle pişirip içti kten sonra yazı makinemin başına geçeceği m . Artık h i­ kaye mi olur, roman m ı , senaryo mu . . . en az üç, dört saat çalışacağı m . Çalışmadım mı, o gün kendi ' kendimle barışık değ i limdir. Çok kötü bir şey yap­ mışım çalışanlara haksızlık etmişim, kaytarmışım­ dır. içinde gezip dolaştığım o günü yaşamağa, gö­ nül rahatıyle yaşamağa hakkım yoktur ! Onun içi n, hastalığıının tedavisi yönünden de olsa, yazı makinernden uzak haftalar geçirmek, bu haftaları s ırtüstü yatarak geçirmek betime gidiyor, doktordan kaçıyordum. Kaçmarnı n bir başka nedeni de, gün kazanıp gün yiyen takımından oluşumdu. Gün kazanıyor, gün yiyorduk. Geçimieriyle yükümlü ol­ duğum insanlar vardı . Okuyor, topluma faydalı ola­ bilmek için çabalıyorlard ı . Ü ç, dort hafta sırtüstü yatmakla onları mutlu çabaları içinde yapayalnız bı­ rakacaktı m. Önce ekmeğin geldiği kaldesine uyarak okullarını bırakıp, hasta babalarından boşalan yeri doldurmağa koşacaklard ı . Ama o geeeki ağrıyla anlamıştım I ş i n şakası ol­ madığını. Mesleğinin aşığı doktor, beni inceden inceye, tam iki saat muayene etti . Bu arada babamın, ana­ mın, hangi hastalı klardan kaçar yaşlarında öldük­ lerini sordu. Demek işin şakası gerçekten yoktu? 50


Demek hastalığım hayli ilerlemişti ? Kimb i l i r, dok­ tor belki de karaciğerimde, idrarımda, kanımda, ih­ timal böbreklerimda birtakım başka hastal ı klar da bulacaktı. Yani? Ölecek miydim? Ölürsem şüphesiz kıyamet kop­ maz, başsız ve sonsuz yaşayış. Eskiden olduğunca sürüp giderdi ama, bi raz erken olmaz mıydı ölümüm? Daha geçen yıl genç arkadaşlarla Kumkapı 'dan Be­ yazıt'a uzanan yokuşu koşarak çıkmağa savaşmamış mıydım? Önceki yıl da KEŞANLI ALi DESTANI 'cılarla, EDEBiYATÇILAR futbol maçı yapmamış m ıydık? Hat­ ta panaltıdan bir de gol atmamış m ıydı m ? Hayır hayır, ölüme vakit vardı daha! Doktor: - Sizde Anglne de poltrlne var - dedi -. Enfark­ tüs başlangıcı da olabi l i r. Tam bir teşhis Için mut­ laka hastaneye yatmanız lazım. Ayakta durmayın lütfen, oturun! Enfarktüs ! Ş u , anam la, altmış beşinde tak diye gidiveren bir eski hapisane arkadaşımın ölümlerini sağlayan hastalık. iyi ama, nasıl ölürüm? Bir buçuk ay sonra Ankara Sanat Tiyatrosu gelecek, 72 . KOGUŞ'u oyna­ yacaklar .. Bu oyunun başarı l ı Asaf Çlgl ltepe'si yok, yazarı da mı ortalardan silinecek? Sonra asıl önem l i­ s i , ESKlGI D Ü KKANI d iye yeni bir oyun yazmıştım, M U RTAZA 'yı oyunlaştırmıştım. Onları görerneden mi ölecektim? Haksızlı k olmaz mıydı bu? Haksızlı k mı? Kimden? Kime? Koskoca Namık Kemal kırk sekizin­ de ölmüştü, Orhan Veli otuz altısında, Sait Fai k kırk yedisinde. Onların da yapacakları işler vardı herhal­ de bu dünya'da. Onların ölümü benden çok daha hak­ sızca ol muştu. Sonra i nsanlık tari hinde kimbi l i r ni­ ce nice haksız ölümler vard ı . Biz gine yaşamış, iyi kötü bir şeyler yapm ıştık. Ya yaşamadan ölenler? Ana kucağ ında, gülüp söyler, ağularken çöken dam­ larının altı nda ölenler? Kızg ın güneşierin altı nda, ze51


hlrli sıtmadan ölenler? Anasına, babası na, ya da yav­ rularına hasret ölüp kara topraklara gözleri açı k gi­ denler? - Hemen bu gece yatmanız lazı m i Ö lüvermek üzerine düşündüklarimden utandım. Eş, dost, ahbab, hısım, akrabadan uzak, kefensiz, hatta mezarsız ölenlerden, dünya'nın dört yanı nda, kazanı lması gerekli savaşlarda ölenlerden, daha çok da Vietnam'da ölenlerle nedenini bi lmeden öldürrne­ ğe gidip, başkaları nın hesabına ölenlerden utandı m . - Peki doktor. Vatayım ama, yarın sabah yatsam? - Olmaz. Hemen yatman ı z lazı m i - Hemen yatamam, yatmamak zorundayım. - Hemen yatmak zorundası nız, şakası yok Işini Buna rağmen ertesi sabah yatmam için razı et­ tim doktoru. Sağda solda alacaklarım, sağa sola borç­ Iarım vard ı . Yakınlarıma söyleyeceklerim olabi lir­ di. . . O gece, sı rtüstü uzand ığım yerden oğluma, çık­ mış, çıkacak kitaplarıın ı n llstesini yazdı rdım. Borç­ ları m ı , alacaklarımı not ettl rdlm. Hastaneye girmek var, çı kmak olmayabi l i rd i . Sait Faik de böyle, Mar­ mara kliniğine girmiş, çıkamamıştı bir daha. Ertesi sabah gittim, yattım . Vattım ama, ne sol kolumda, ne de göğsümde ağrı ! Şu hani, dişiniz bü­ tün gece sizi çıldırtır da sabaha kadar gözünüzü yu­ mamazsınız. Ertesi gün diş doktoruna koşar, hele diş doktorunun koltuğuna oturunca geçiverir ya? Iş­ te bendeki ağrı da öyle. Namussuz, hastaneden, dok­ torlardan mı korktu nedir, ara ki bulasın! Bana kal­ sa hiç bir şeyim yok. Vattığım yerden fı rlayıp kal­ kabi l i r, sokaklara düşüp, yazı makinemin başına ge­ çebilirim ama, doktorlar: - Sakın kımıldamal - Sağa sola dönerken acele etme!

52


- Çok konuşma, konuşanı diniemel - Kafandan her türlü düşünceyi ati - Tuvalete falan kalkma. Gerekince yatağında, işi sürgüyle idare et! Bütün bunlar çok ağır hastalara yapılan önerme­ ler değ i l miyd i ? Bense iyiydim be yahu ? Şaka m ı yapıyorlardı sakı n ? Yatağımda, sürgüyle idare d e n e oluyordu? Koca koğuşta, hastaların önünde? E n iyisi, tuvalete çı kma zorunluğunu aza Indi rmek. Bunun için de az yemek, çok az su içmek! Öte yandan, eş dost, seven arayanlar.. Zlyaret­ çllerim arasında hiç bir gün, hiç bir yerde görüp ta­ nışmadığım, adlarını bi l mediğim yığınla dost. Çiçek­ ler, kolonyalar, glne çlçeklerle kolonyalar. lftf ara­ mızda, ge len kolonyalarla bir küçük partümeri dük­ kanı açabil i rdim. Şaka bir yana, kişi, böylesine aranı l ı p, yakın Il­ gi görmesi karşısı nda çok mutlu oluyor. Bundan son­ ra ben de hasta ziyaretlerine koşacağı m ama, gönül yer yüzünden hastalıkların kalkmasını dil iyor. Ne has­ tal ı klar olsun, ne hastalar, ne de ziyaretler. Kurtlar kuzularla çelik çomak oynasın, çember çevirsin, uçurtma uçursunlarl G ünler çok, ama çok zor geçiyordu. Hele geceleri Sabahları günün erken saatinden Itibaren gaze­ te satıcısını dört gözle bekliyordum. En sağdan en sola kadar hemen hemen bütün gazeteleri satın al ıyor, saatlarca dal ıyordum. Makaleler, fıkralar, ha­ berler, demeçler, yorumlar, hikayelerle romanlar, spor sayfaları, hatta bi l mecelerini çözüyordum ama, vakit yine de geçmiyor, geçmlyordu. Çoğu günler öğleden sonra odamı ziyaretçiler şenlendi riyordu. Tabii benim için zorlukların en bü­ yüğü de başlıyordu. Başlıyordu, çünkü, her ziyaretçi benden hastalığımın ne olduğunu, nas ı l başladığını 53


soruyor, hakl ı olarak işin nedenini öğrenmek istiyor­ du. Bir, beş, on . . . Ayni şeyi boyuna tekrarlamanı n biteviyel iği bir yana, doktorlar, hemşireler fazla ko­ nuşmamamı da istiyorlardı ı srarla. Akl ı mdan teyp geçiyordu .. Hastalığımın nasıl başladığını teybe an­ latsam, soranlara teyp yoluyle cevap versem ayıp mı kaçardı acaba? Bunun dışında ziyaretçi lerimden memnundum. Zaten beşer dakikadan çok kalanlar nadirdi. Yalnız birisi . . . Ince uzun yüzü, yanağının ortasına kadar uzanan, kal ı n , dolgun favorlleriyle film artistini hatı rla­ tan heyecanl ı bir gençti. Daha önceden tanımıyordum onu ama, o beni h i kaye ve romanlarımdaki en önemsiz tipierime varıncaya kadar tanıyordu. Hoşuma git­ miyor deği ldi bu ilgisi. Düşünün, eleşti rmenlerin çok­ luk hınzı rlaştığı, birtakım kal ıplara döküverdi klerini andı ran eleşti rmeleriyle sanatçıyı küplere bindirdik­ leri bir memlekette ( * ) bir gencin sizi , sizin kadar tanıdığını örneklerle belgelernesi ne demektir? Fl l l m artıstini hfıtırlatan bu genç yalnız edebi­ yat değ i l , kalp hastalı kları , daha çok da Angine de poitrlne, ya da lnfarctua'ten bir doktor kadar anladı­ ğını açıklayan doktorca terimler kullan ıyordu. Sonunda : - işin şakası yok üstat - dedi -. Bir yandan bir yana bile ağır ağı r döneceksiniz. Hele konuşmak, zin­ har (**) caiz değ i l ! Bırakın konuşmayı, uzun uzun konuşmağa kal kan gevezeleri dinlemek bile zarar­ lı! Elimde ol mayarak bilek saatima baktım ona sez­ dirmeden: Tam kırk beş dakika o lmuştu gelel i . Beni ko­ nuşturuyor, daha çok da kendisi konuşuyordu. Ko­ nuşmasını noktalayınca da eklerneyi unutmuyord u : - Aman konuşmayın, konuşanları dinlemeyin, ( ) Gücenmesinler sözüm yalana. ("•) Valiahi böyle dedi. "

54


kovun böylelerini. Sağl ığınız bakı mı n da n çok gerekli bu! Başımı sallıyordum çaresiz: - Haklısınız .. - Benim hakl ı l ığım önemli değil. Bütün messle, kend inizi mutlak b i r sukOna terk etmek! Hatta kafanızdaki düşünceleri de defedeceksinizl Ama bi­ l i yoru m buna pek imkan yoktur. Kafanızda şu anda bile kimbi l i r ne konular vardır! Karş ı l ı k vermemi, katarndaki konuları açıklama­ mı istercesi ne bakıyor yüzüme. Dayanamıyor sonra soruyor: - Vukuat var, Hanım ı n çiftliğinden sonra han­ gisi gelecek? Ben de gıdıklanmıyor değilim han i : - Bir başka Insan adını alacağını sandığım bir ci lt. - Gavur dağlarından sınırı geçip giden Hablb geri mi gelecek? - Evet. - Romanın ana teml? - Toplumsal probl emleri adam öldürmek, çiftl i k yakmakla çözümlerneğe çalışan bir Insanın yanıl­ dığını anlaması .. ,

Heyecan i anıyor:

- Güzeeel, hem de çok gOzell ZAten böyle bir teml Işiemek zorundasınız. Pekll, bu son ci it, Kan­ l ı Topraklar'la bağlanacak m ı ? - Bağlanacak. - Aman kolunuzu kım ıldatmayın.. Eskici ve oğulları y le ? - Eskicl ve oğullarıyle de. - Murtaza ne o l acak? - Onu yeni baştan ele aldım. Kocaman bir ro-

man hal i ne getirece ğ i m . - Ben sizin yerinizde olsam, Murtaza'yı tiyat­ ro oyunu yapardım .. - Yaptı m .

55


Yerinde heyecanla kal kıp oturuyor: - Yaptınız m ı ? Nas ı l ? Dedim ya, çabucak gıdıklanıyorum ben de, baş­ l ıyorum nasılını anlatmaya. Öylesine doludizgin gl­ diyorum ki , hfıtırlıyor: - Aman heyecanlanmayın, el kol hareketlerini de bırakın .. Hem coşturup konuşturuyor, hem de .. Öfkemden su lçlyorum. Yeniden soruyor: - 72 . KOGUŞ, Eyl ü l 'de geliyor değ i l m i ? - Evet. - Hikayesiyle oyunu arasında fark? - Büyük fark var. H ikayeyi tiyatro kurallarına göre değişti rdim. - Yeni başka oyununuz? - Var. - Ismi? - Eskici dükkanı . - Başka? - E, yetmez ml bu kadar şimdilik? - Çok doğru. Doktorlar sabah vizitesine gelip gitmişlerdi. Öğ­ leden sonra saat on dörde kadar vaktlm vardı. Baş­ ka ziyaretçiler ancak on dörtten sonra sökün edi­ yordu. Şöyle böyle o saate kadar oturacağa benzi­ yordu. Oturduğu yerde esniyor, geriniyor, sonra yine başl ıyordu : neden yazmı- l l han Selçuk Cumhurtyete yor? - Izinli de. - Çetin Altan'ı nasıl buluyorsunuz? - Bomba. - Yaşar Kemall kardeşiniz sanırdım Ilk zamanlar .. ·

- Yön ne zaman çıkacak yeniden? - Bilmiyorum. 56


- i l hami Soysal'ın döğülme olayını uyuttular gitti değil m i ? Birden heyecanl a soruyor: - Aziz Nesin'in Ant'taki açıklamalarına ne dersiniz? - Cesurca. - Peki , ya polisin el ine bir gün yine düşerse? - Düşebi l i r. - Bu açıklamaların öcünü almağa kalkmazlar mı? Burama gelmişti artık: - Crasını da Aziz Nesin kendisi düşünmüştür elbette .. Saat on dörde kadar durup durup sordu. On dörtle birlikte başka ziyaretçiler toptan sökün etti de çaresiz kalktı. Şöyle böyle üç saate yakın otur­ muştu. Çıkarken, durdu bir an. · Kızım sana söylü­ yorum, gelinim sen anla• gibilerden, sıkıyı verd i : - Aman üstat, fazla konuşmaktan kaçının ve bilhassa bil hassa uzun konuşmaları dinlerneyin i Dört hafta içinde yığınla gazeteyle birkaç da ro­ man okudum. Yukarda bel i rttiğim gibi, gazetelerin bi lmecelerini çözümlerneye varıncaya kadar götürü­ yordum Işi. Bu arada, daha çok da mllllyetçiliği kim­ selere vermeyen sağcı gazetelerin makale, fıkra, var­ sa hikaye: ama bol bol yayınladı kları romanları dik­ katle okuyordum. Ne roman, ne de hikayeler beş pa­ ra etmezdi. Etmezdi , çünkü, ne dil, ne de çağımızda artık her türlüsü denenmiş romanı n i leri tekniği şöy­ le dursun, • Eh işte, roman• dedirtebileceklerlne ol­ sun rastlayamadım. Baş makaleler şöyle böyle, ama fıkralar, eski bir deyimle: · Hayyalessela • l Sağcı gazetelerin galiba b i r tek ödevl vard ı : Os­ manlıca kırkayak tümcelerle, · Solcu• dedikleri ba­ sının akına kara, karasına ak demek! Fikir sol 'dan gel iyordu. Sağ"sa gelen fikri bırakıyor, beğenmediğl 57


fikrin sahiplerine bir deli derviş gazabıyle ver yan­ sm ediyordu. Hadi diyel i m ki, sol'la öz'de tam bir zıtl ı k içindeler de, vatanın selameti adına tam tersi fikirleri savunmakta yurtseverlik görüyorlar. iyi ama, kendi fikirlerini değ i l , saldırı ları n ı , hatta küfürlerini sanat, edebiyat kurallarına uyarak, ustaca yapsalar bari ya! Okuduğum romanlar arasında PARiS D Ü ŞER· KEN'i unutamayacağım. Roman tekniği bakımından yer yer su götürmasine karşın, ele aldığı mesela tüy­ l eri d i ken diken etmeğe yeter de artar da. Gemi azı­ ya almış düşman karşısındaki Fransa'nın o zamanki yöneticilerinin yurtl arını nasıl içten içe kem i rdikleri· n i , düşmana bi lerek, bil meyerek nasıl yardımcı olduk­ larını ilya Ehrenburg bütün girdi çıktılarıyle o kadar güzel vermiş ki, kitabı kapadı ktan sonra her yurt­ severin romanın tümü üzerinde uzun uzun düşün­ marnesi imkansız. Koskoca Fransız ordusu, sanki ge­ nel felce uğramış. Kanad ını olsun kımı ldatamıyorl Bu romanı , kaabi l olsa da bütün gerçek yurtse­ verlerimiz di kkatle okusalar .. Dündenberi düştüm yine Istanbul sokaklarına ağır aksak. Ceblmde, başta Trlnltrlne, çeşitli i l aç­ lar. Hiç acele etmeden, sağı solu kol iayarak yürü­ yorum. Sini rlenmemem, aslına bakarsanız daha bir· kaç ay evimde, tam bir dinlenme halinde sırtüstü yatmam gerek. Hele yazı makinemin başına geçebil· mem için ayiara ihtiyacım var. Var ama, nerdee? Şu sıra ne piyango çarptı, ne de loto'dan yüklüce b i r şeyler kazandı m . Sağ l ı k kurallarına titizl ikle uy­ mak mutluları n harcı. Hele yatmanız uzunca sürsün de görün. Değil hatır, gönül, mukaveleleriniz bile iş­ l emez hale gel iverir. Onun için, hastalıktan sonraki nekaheti nizi kısa kesip, yol lara düşmek, kapılar çal· mak, merdivenler i nip, merdivenler çıkmak zorunda­ sınız. • HiS VAR Ml BU A LEM DE NEKAHET GIBI TAT· Ll • B i l mem. 58


HASTANEDEN ÇiZGiLER 1

Bi lmem ama, ünlü bir deyimle, galiba bu kez de kefeni yırttık! Yani dördüncü ameliyattan sonra hastaneden ta­ burcu edildim. Dile kolay, s ı ra s ı ra dört kerre o kor­ kunç uAMELiYATHANE ye, sı rtüstü yatı rıp götür­ dükl eri tekerlekli arabayla gitmek, ağızlarının üstle­ rine kadar beyaz beyaz kapalı kadınlı erkekli kişile­ rin arasında ameliyat masasına sı rtüstü yatmakı ken­ dini bıçağın şakasız ciddil iğina teslim edip koluna vurulan iğnenin uyuşturmasını beklemek .. Son ameliyatım en zorlusuydu. Zorlusuydu ya, bu işten anladığını sandığım kime sorduysam aldı­ ğ ı m karş ı l ı k hemen hemen şöyle oldu: - Kist Dermoid mi? Önemsiz bir şey. On da­ kikal ı k i ş ! Sanmıyordum kuyruk sokumumdakl belanın on daki kada temize havale edil ivereceğ ini ama, gene de elden ne gelir? Boynumu büküyordum. Hatta ken­ dimi kandırıyordum: a Canım kime sorduysam aldı­ ğım karş ı l ı k hemen hemen aynı. Yalan söyleyecek değil ler ya! " Yalan söylemiyorlardı kuşkusuz, ama, beni he..

59


yecanland ı rıp, moralimin bozul mamasını sağlamağa çalıştıkları da gerçekti. Nitekim ameliyattan sonra Operatörüm: - Büyük geçmiş olsun - dedi -. Ameliyata bir turlü yanaşmayışım, bu işin üstesinden tam olarak gelebi lip gelemeyeceğimi bi lemediğimdendi l Amel iyatım bir saat yirmi dakika sürmuş. Işte ben amel iyat diye buna derim. Bir saat, I ki saat sür­ meli amel iyat dediğin. Uyumalısın. Bir de uyanmalı­ sm ki herşey olup bitmişl Gerçekten de öyle, sırtüstü yatırıldığım korkunç amel iyat masası , damarıma geçiri len narkoz lğnesl , • Bakalım nasıl bayılacağı m . . • diye gözlerimi dört açı­ şım. Tabii bu arada da • Artık beni beş aydı r Inleten bu beladan az sonra kesin olarak kurtuluyoru m l • dü­ şüncesiyle, şeytanın hatı rlattığı: • i çki içenler geç bay ı l ı r. Sayı imamaları da mümkü n ! • Evet, bayılmamaları d a mümkünmüş. Birden çevramdeki asık, duşünceli, ciddi yüzlerde b i r gevşeyip yumuşama, birden bir: - Geçmiş olsunl - Geçmiş olsun abi .. - Allah başka keder vermesin fakat Operatöru iyice terlettinl ........................? iyi ama ne oluyordu? Az önce bay ı l ı p bayılama­ yacağımı düşünüyor, hele bütün dlkkatlmle, nas ı l ba­ yılacağımı kontrol etmiyor muydum? - Ameliyat oldum mu ben? Bir hasta bakıcı: - Hem de ne amel iyat - dedi. - Sahi mi söylüyorsunuz? - Aaa .. kaniara bakın. Şu kanl ı pamuklar.. hiç bir şey hissetmiyar musunuz? Şaşkınlığım artıyor: - Yoo ... Bir başka kalınca bir ses: 60


- Getirin küveti de kuyruk sokumundan kazı­ narak zorla çıkarılanı görsün! Getiriyorlar: Kocaman, lrinli, kanlı bulantı ve­ rici bir şey. Yavaş yavaş inanmaya başl ıyorum ameliyat olup, derdirnden kurtulduğuma. Bundan önceki üç ameli­ yatımda uyuşturucu kul landıkları için, ne de olsa kes­ kin bıçağın etirnde kayışiarını hissetmlştim. Ama ca­ nım hemen hemen yanmamıştı. Bu kez hiç böyle ol­ madı . Bir yattım, bayı lmamı kontrol ederken . . . Işler olup bitmiş! Utanmasam neşe çığlıkları atacağı m , oradakile­ rin boyunlarına sarı lıp yanakları nı öpeceği m şapur şupur. Sevinçten çıldıran yanım coşkular Içinde: Ar­ tık dolmuş, otobüs, i skemle, koltuk, tahta taburade falan yan oturmayacağım. Herkes gibi, bütün sağ l ı k­ lı yurttaşlar gibi, onlara lmrenmeden kendimi Istedi­ ğim yere bırakıvereceğim demek? Demek sabahla­ rı erkenden evden fırlayıp i stanbul'a inip, • Sabahiy­ ye •lere yetişip istanbul baharının, yazının, sonbaha­ rını n tadını çıkarabileceğ im? i nanamıyorum. Olamaz bütün bunlar. Belki olur, belki değ i l muhakkak mesele değ i l bunların olması ama, gene de inanamıyorum. Böylesine dört başı ma­ mur bir mutluluk kaabil mi benim Için? Aylard ı r · U z­ v-u nazik•ime alacakl ı ların en korkuncuna rahmet oku­ turcasına yapışmış bı rakınıyan · Be l a • , yakarnı bı rs­ kabi l i r m i ? Ya ameliyatta eksik yanlar olduysa? Ya içerde parça falan kaldıysa? Ya ne bileyim Tıp'ça herhangi bir aks i l i k meydana çıkar d a sil yeni baş­ tanlaşırsa işler? ilaçlayıp sardılar sarmaladılar haaaydi gene te­ kerlekli arabaya. Ama tekerlekl i araba şimd i , başta­ kince korkunç, insafsız değ i l . Sevi m l i , ş i ri n mi şirin. Bir an bana öyle geldi ki , • Geçmiş olsun ! • diyor. Yal nız o mu? Kocca AMELiYATHANE de. I ri l i ufak­ l ı lambaları, amel iyat yatağı, kanl ı pamuklarla dolu çöp sandıkları , i neeli kal ı n l ı , uzunlu kısal ı bıçaklar; 61


makaslar, sonra gene makaslar, adını bildiğim bil­ mediğim, bilmeme imkan olmayan, belki bundan böy­ le olamayacak olan pırıl pırıl takım taklavat sanki: - Geçmiş olsun, uğurlar olsun. Bizleri b ı rakıp gidiyorsun demek? Tekrar görüşmeyecek miyiz? Bak vefasızl ı k etme sakı n. Seni göreceğimizin geleceği­ ni unutma! Der gibiydiler. Der gibiydi ler ama, gidiyordum işte. Onları hatırlayabi leceğimi sanmamanın hodbin­ liğ iyle gidlyordum. Düzenl i , işe yarar, kişi sağlığın­ da rol oynamış, daha kimbi l i r ne kadar oynayacak bütün Aletiere elvedayd ı . Bir daha görüşmeye hiç niyetim yoktu, Can ım bu yer yüzünde, bırakın yer yüzünü, şu koca Türkiye'de, Türkiye'yi de bırakın Istanbul şehr-i şehi rinde benden başkaları da var­ d ı . Beni unutup artık başkalarının ziyaretiyle avun­ sunlard ı . içimden : - Hayır - dedi m -. Sizi aramayacağı m bundan böyle. Sizin de beni göreceğinizin gelmesini dile­ mem. Hoşçıı knl ı n beni m consız ama pırıl pırıl ama çok çok fuydu l ı dostla rı m i Koğuştan içeri g i rerken akl ım başıma geld i : B i r saat yirmi dakikal ı k, müthiş zor bir ameliyattan ç ı k­ mış gel iyorsun. Çı ldır çıldır bakmanın, hiç bir şey ol­ mamışçasına caka satmanın alemi var m ı ? G iderken böyle �eği ldin. Kahramanlıktan eser kalmamıştı gün­ lerdir. Için içini yiyordu . E . . . ? Ned i r bu kahramanl ı k hal i ? Içimdeki u BEN u hakl ıyd ı . Peki, n e yapmam gerekiyordu? içimdeki • BEN • : - Saygınmış gibi davran. Hani çok ıstırap çek­ mişlerin dalgın baygınlığı .. Sı rtüstü yattığ ı m tekerlekli amel iyat arabası ko­ ğuştan içeri gi rerken baygınım. Ö lümden kurtulup, öte d ünyaya şöyle bir uzanıp dönmüşlerin o • i lahi• kendinden geçişlerl . 62


Amel iyat a rabası n ı kul lanan beyazlar içindeki sürücünün çevik davranışları , arabamla tatlı eğri ler çizerek karyolalar arasından geçişim. Arabam şıp, duruyor. Başımdan, ayaklarımdan kaldırılıp karyola­ ma yavaşça konuluyorum. Ameliyata gitmeden ön­ ceki koğuş arkadaşlarımın seslerini duyuyorum. Bay­ gınl ığıma, çektiğim ıstıraba, öte dünyaya gidip geri dönmüşlüğüme karşı saygı gösteren sesleriyle fısı l­ tı l ı konuşmaları : - Baygın! - Susss . . . - Bir saat yirmi dakika oldu tam ! - Hayır, bir saat yirm i beş dakika . . . Ötelerden sinirli bir ses dostça: - Can ım sarmayın etrafı nı da hava alsın! Ben hala baygınım ama bu komedlye de daha fazla dayanamayacağ ım. Neden m l ? Naza al ıştı rı lma­ dım çocukluğumda bu bir, ikincisi de, kara sinek­ ler! Avuç avuç dolduracak sanki koca istanbul 'da kasap, bakkal, manav, lokanta tatl ıcı kal mamış gibi. Uinetler bir de kara, bir de besili, öylesine canl ı lar ki. Burnunuza konarlar, yetinmezler yumulu gözleri­ nize, hayır olmaz ağız kıyılarınıza. Bunlarda Kist Der­ moit, kalp, şeker, idrar yol ları bozukluğu falan gibi hasta l ı klar olmaz mı? Neden, niçin, nasıl bu kadar sağlıklı lar? Mlkrop, ml kroplar da mı taşımazlar? Açıyorum gözlerimi çaresiz. Çünkü kara sinek­ ler gerçekten çok insafsız. Sağdan soldan • Geçmi ş olsun • lar falan ama, benim derdim kara sinekierin kıl ayaklarıyle gezip dolaşarak kaşındırdıkları ağız kıyılarımla, burnumun ucu, bi leklerimde. Kaşıyorum, kaşıyorum kaşıyorum. Neden sonra karş ı l ı k veriyorum • Geçmiş olsunD diyenlere: - Sağ olun, teşekkür ederim . . .

63


HASTANEDEN ÇIZGILER ll

Daha önce bir apse deşilmesinden altı gün yat­ tığım bu koğuşu doğrusu öğmek I sterim : Çok yOk­ sak bir tavan altında, yanyana Iki geniş pencereyle aydınlanmaktan gelen dehşetli bir ferahlık. Bas ı k, havası, daracrk hastahane koğuşlarına hiç benzemi­ yor. Pencereler dışarıya bakıyor. Gelen, geçen In­ sanlar, taşıtlar. Sonra karşrda bir kartpostal güzelll­ ğinde yükselen Istanbul ! Sağımda cılız bir ses: - Geçmi ş olsun! Ufak tefek, minnacık bir adam. Kuru, kuru, na­ s r i kuru, eti değ i l , sini rleri değ i l , derısı kemi klerine yapışmış adeta. Insana çığlık gibi bakıyor. - Sağ ol - dedim Içim parçalanarak. Gene o i ş iti l i r işitil mez sesiyle: - Narenizden ameliyat oldunuz? - Kist Dermoit'ten.. -dedim. Derinlere kaçmış, feci şeki lde kaçmı ş gözlerty­ le uzun uzun baktı . Bu deyimi anlamamış olacağına verdim: üzerinde durmadım. Laf lafı açmıştı ya, be­ nim de onun derdini sormam gerekird i . Sordum: - Sizin amel iyatınız nerenizden? 64


Aldığım karş ı l ı k şu oldu: - Ben m i ? Aslen Rize'llyim. Siz? Anlamıştım. Duymuyordu: - Ben mi? Güneydenlm - dedim. Vorganını kaldırd ı , kasığından kesi lmiş bacağı adına kol kal ınlığında, flasterlerle sarı lmış b i r par­ çayı gösterd i : - Bakmıyorlar, ağrıyor i ğ n e vurmuyorlar. . . Başladı ağlamaya. B i r yandan d a hafif makinali g i b i veriştiriyordu: - Ben bu hallere düşecek insan mıydım? Me­ murluk yaptım, ticaret yaptım, paralar kazandım. Şim­ di de hastahane koğuşlarında unutuldum Işte! Acınacak haldeydi şüphesiz ama, kulağının duvar kadar duymazl ığı acıma duyusu yerine gülrnek ve­ riyordu kişiye. Bir süre kendi kendine hıçkırdıktan sonra başı­ nı birden kaldırıp baktı. Bir şey soracak sandım, sor­ madı. Bana öyle geldi ki , içi nde bulunduğu acının üze­ rimdeki etkisini görmek istiyor. Gerçek acıdığım için: - Yazık - dedi m -. Çok yazık .. Yeniden başlad ı : - Bacağı m ı neden kestiklerini anlayamadı m . Evet, sağ ayağırnın b a ş parmağında kangren vard ı . Bil iyorum. Yalnız baş parmağımı kesmeleri gereki r­ d i , tuttular bacağımı kestl ler. Hem de Inadına! Sanmıyordum. H iç bir operatör, hiç bir hekim kas· ten, inadına ne bacak keserdi , ne de yanlış tedavi uygular. Buna inanıyordum ama, o an ona inanmış gözükmekle teselli etmek istedim güya : - Demek inadına? - Var, karım da var, kızım da var, oğlum da var . . . - Allah bağışlasın. - Ağabeylerim de var. iki tane. Memlekette büyük tüccar. Fakat neye yarar? Mektup yazdım, ha­ ber gönderdim, nafi le. Dudak bükmüşler. Tenezzül etmemişler gelmeğe! 65


i ş im . . . -

Ağabeyleriniz ha? V ah vah vah . . . Ama karımın alacağı olsun, çıkar çıkmaz l i k

Sakın haa! Kızımı da, oğlumu da .. ....... ...........? - Ben zaten mahvolmuşum. Onları da mahvedeceği m ! - Bu size ne kazandırır? - Ağabeylerimi de. - Bence hiç do�ru değ i l . - Evim, dükkAnım, malım.. Karım hepsini sattı , paralarını dostuna yedirdl. Kaçacak şimdi, hazırla­ nıyor. M emleketten buraya geleli on üç gün oldu. Bana bir sefer uğradı , ondan sonra kızımla birlikte istanbul kazan onlar kepçe. Ö ldüreceğim, şerefsizlm öldürmezsem! - Peki ama, ziyaretinize gelmemelerinin sebebi ne? - Yoo.. dlnlm klnimdir! - Ziyaretinize gelmemelerinin -diyorum-, sebebi?

- Şimdi m l ? Tabancam yok, ama memlekette sakladım bir yere .. - Onu sormadım, ziyaretinize gelmemelerinin sebe . . . - Yerini söylemem. Birden bana sertleşti : - Niçin soruyorsunuz yerini ? Size ne? Yoksa siz de karım la anlaşıp . . . ha? Kulaklarının duvar olduğunu Iyice anlamıştım . Sadece bakıp, dinlemekten başka yapabileceğim şey yoktu. Yoktu . ama adam yakarnı b ı rakmaz: - Anlaştınız değil m l ? - Bak, susuyorsunuz. Senin de alacağın olsun. Yılan, yılanlar! H epiniz yılansınız. Bütün dünya yı­ lanlarla dolu. B�ni gözü kütlü mü sanıyorsunuz? Ben 66


kül yutmam. Karım, kızım, ağabeylerim, operatör, son­ ra da siz. Anlaştınız. Anlaşın bacağımı kesmeleri umurumda bile değ i l . Yukarda Allah var. Var mı, yok mu? Tavana bakıyordum. Sorusuna karş ı l ı k vermek zorunda değildim ya! - Neden susuyarsun arkadaş? . . . ...............? - Sana söylüyorum, yukarda Allah var mı yok mu ? Var veya yok. Inat bu ya? I l k s ı ralar dehşetle acıdığım bu adamın aklı ndan da zoru olduğuna inan­ mıştım. Buysa elbette ki acıklıyd ı . Sussa, ı stırapların kişi psikolojisindeki saplantı larla, vahimierin nere­ lere kadar geldiği üzerine bir kanıya varacaktım. Sus­ maz. l l lakl konuşturacak: - Cevap ver: Yukarda Allah var mı yok mu? Şöyle bir baktım . Baktım a, yanımdaki yatağın kırık bacakl ı genciyle, daha öteki yatakların apandl­ sit, fıtık, mide ameliyati riarı kahkahalarla gülüyor­ lard ı . Oysa fena musallat olmuştu : - M üslüman değ i l misin sen be? Neden cevap vermiyorsun ? Yukarda Al lah var m ı , yok mu? Bir ses: •Var de, var de kurtul l • Inat buya, deyip kurtulmayı yeni lgi sayan tara­ fım ağır bastı. Şahadet parmağımı ağzıma götürdüm : Susss l - yaptım. Ü fürsen uçacak tüy kadar clrmiyle avazı çıktığı kadar bağ ı rd ı : - Susmıyacağım, susmıyacağım Işte. Neden Allah var demlyorsun? Çaresiz: - Var -dedim. Yeniden parladı: - Yok mu? Yok mu dedin? Dlnslz, I mansız se­ n i . Yok ha? Yok demek ha? Arkadaşlar şahit olu n l Hoppalaaa. . . Köfteci dükkanında hücre faaliyeti -

67


yapmak gibi asl ı astarı olmayan ianatlardan yıllar topladım: - Bağırma be! O, belki de tehdit ettiğimi sanmıştı . -Şahit olun arkadaşlar, beni tehdit ediyor! Bela nerden gelir elinin köründen derler ya? Işler hani sarpa sarar mı sarard ı . · AI Iahı Inkar edi­ yor! • diye başlar. Pol i s işi c iddiye alır. Allahı i nkar edenin ben olduğum ortaya ç ı kar. · Haa, gene mi siz? Malum. Demek şimdi de hastanede . . • Ondan sonra ayıkla plrlncln taşını. - Arkadaşlar, bu adam del i m l ? -diye sordum . Deli değilmiş de hacağ ı n ı n kesilmesiyle bir parça oynatmış. Kulağının sağ ı rl ığıysa tuz biber ek­ miş. N itekim ertesi gün hanım hanımcık karısıyle öğ­ retmen okulunun son sınıfı nda olduğunu öğrendiğim, babası n ı andırır biçimde zayıf, yüzünden babasına acı manın hüznü dökülen bir kızcağız geldiler. Baba­ larına temiz çamaşır, pljama getirdi ler. Soyup te­ miz çamaşır giydirmek Istedilerse de yanaşmad ı . B i r süre e�lk, kapkara suratıyle küs küs oturdu. Ağladı . Karısının yakı n ligisi karşısında da şı marıverd i . Baş­ ladı zırıl zırıl ağlamaya. Birden beni Işaret etti : - Doktorla anlaşıp bacağı m ı kestiren bu! -ded i . Çok çekmişliği her hal inden bel l i zavallı kadın· cağ ız kaşıyla, gözüyle: · Kusuruna bakmayın, nolur­ sunuz bakmayın kusuruna. Sacağının kesi lmesi onu bu hale soktu ! " demek i stiyordu. Bir ara kızı yanıma yaklaştı. Dolu dolu gözleriy.

le:

- Kusura bakmayın amca, -dedi-. Bize de neler yapar. Söylemediğini bı rakmaz. Belki size bile söy­ lemişti r: Ben ve bilhassa annem Istanbu l 'da el ele vermiş kötü yol larda geziyormuşuz. Taburcu olunca i l k işi annemi ve beni temlzlemekmiş. Saklı taban­ casından bahsetti mi size? 68


- Etti. - Tamam. Yirmi gündür bütün koğuş kötü, bir o iyi . Kusuruna bakmayın olmaz m ı , yalvarırım .. Günler geçti . B i r başka karyolaya kaldırttı m kend imi. Buna da ayrıca lçerledl. Başladı atıp tut­ maya: - Hem Allahı inkar eder, hem de benden kaçar. Kaçamazsın. Sana da, karıma, kızıma, doktora, ağa­ beylerime de soracağım. Dinim kinimdir. Görecek­ siniz. Sormazsam şunlar anamın . . . Bıyıklarını gösteriyordu. Bir sabah uyandık, yatağında m innacık, kabuk kadar ölüvermlşti. Ama yüzü, kurt saldırısına uğra­ mış, ya da cin, şeytan görmüşlarin çığlık ifadesi Için­ deydi. Karısının hıçkı rıklarını hf:ilfı unutamıyorum.

69


HASTANEDEN ÇIZGILER lll

Koğuştan içeri bela araressına g i ren bir hapis­ hane kabadayısı gibi dalmıştı bizim koğuştan Içeri, yani CERRAHI 9 koQuşuna. Hasta mıyd ı , efe mi, da­ yı m ı ? Tıpkı tıpkısına beitılı b i r sabıkalı edasıyle, sağ avucunu göğsüne bastı rıp, " Marabayn arkadaşlar• değ i l , Geçmiş olsun! .. demişti . Usulen u Sağol »lar çat, pat karş ı l ı k olarak veri l­ d i ama, benim gözüm hiç tutmamıştı ne yalan söy­ leyeyim. Bence o, bir puhu kuşununkini hatırlatan kocaman baş ı , tıpkı tıpkısına puhuyu hatırlatarak ba­ kan yuvarlak, Içeri Içeri gözleri , geniş kulakları, fır­ lak gırtla�ıyle çirkin ml çirkin. O sıra boş yatak bir hayli olduğundan, yuvarlak gözleriyle en uygununu aramış, beğenmlşti : - Yatakları n da en krallarını tutmuşlar! Bet, tok, aksi bir ses, hıncını kusuvermlştl. Bel­ l iydi ki i l k fı rsatta takışacak. belki de daha önce yattığı ceza evlerinden, vurmalardan, vurulmalardan söz açacak, koğuşu sindirmeye çalışacaktı. Bunun böyle olması gerektiğine Inanan yanım ağır basıyor­ du. Nedense, bu adamın er geç h ı r çıkaracağını sa-

u

70


nıyordum. Bu sanım nerden gel iyordu? Bilmiyorum ama, tuhaf blr duyu , bende bu adamın bulaşıklığına dair önseziler uyandı rmıştı. Sırtüstü yaslandığı yatağından gürled i : - Heey, haderne misiniz nesiniz? Kim var or­ da? Koğuş, hastası , az hastası, ameliyatl ısı, henüz ameliyat gün ve saatini bekleyenler hayretler içinde baktı lar bu • Efe•ye. Derinlerden bir ses: - Hoop! -dedi . B u , koğuşun emektar hademelerinden bi riydi k i , hastal arın derecesini alır, fişlerine usulünce yazar, nabızlarını yoklar, tansiyonianna bakar, gereken Iğ­ neleri damara, ya da kalçaya hastabakıcı bayanlardan çok daha ustaca vururdu. Puhu 'nun yanına sertçe geldi : - Ne var? Ne bağrıyorsun? Puhu doğruluverdi karyolasında: - Bana mı söylüyorsun? - Yok babanal -dedi hademe. Puhu karyoladan atladı, adam ı n karşısına diki l i­ verd i : - Beni tanıyor musun beni? Böyle nice fırtınalar atlatmışlığı her hal inden bel l i hademe: - Patı rtıyı bırak da ne lstedl�lnl söyle -dedi-. Palavraya karnımız tokl Puhu deriin bir iç geçirdi, sonra hamurdanarak başını i ki yana sallad ı : - Ah u lan Felek, ah u lan kanbur Felek. . Sonra uymak istemezmiş de, uyarsa elinden bir kaza falan çıkabi l i rmişçesine: - Ver -dedi-, ver. Değişecek bir şeyler veri - Ne istiyorsun? Pljama mı? - Kendi elbiselerirole yatacak değ i l i m ya! Haderne uzatmadı . Hastaya gerekli pijamayı ge­ tirmek üzere çekip gitti. Gidince başladı Puhu: 71


- Ah ulan devran, kahpe devran. Arslanı kedi· lere paralatır mısın paralatı rsı n ! Bakmıyordum. Baksam, arslanın kedilere neden, nas ı l paralatı ldığını anlatmaya başlayacak, aramızda ahbabl ı k kurulacaktı ister Istemez. Sevmemlştim -adamı . Puhu'ya benzediğinden değ i l , kurusıkı olu­ şundan. Onu dinlerneğe hevesl i mi ararsınız koğuş­ ta? Sağdan soldan i lgi lenmiş olacaklardı ki, havası­ nı bulmuş atmağa başlamıştı : Hükümette, - Değil böyle, koskoca merkez-I Numune hastahanesi gibi yerde yattım ben, hem de amel iyat oldum. Ameliyat amma, şunlar gibi çocuk oyuncağı amel iyat deği l i Koğuşta inleyen hastal arı işaret etti. Hastalar­ dan bir çoğu fıtık, basur, apandisit'ten amel i yat ol­ muşlar, amel iyatlı yerleri sancıdığından inl iyorlardı. Puhu'ysa küçümsüyordu onların ameliyatları n ı . - O zamanlar narkoz markoz nerede? Ope­ ratör şaşırd ı . Nası l amel iyat edecek? Ameliyat, bun­ ları nki gibi çocuk oyuncağı değ i l ded ik, mim koy buraya. Karnımı açacak, mldeml d ışarı çı karacak, ka­ raciğer, safrakesasi mafrakesesl oynayacak. Baktım doktor hala şaşkı n. Sordum sebebini. Ded i , oğlum senin amel iyat apand isit, fıtık mıtık olsa kolay. Ui­ kin, ağır bir amel iyat. Çarem yok, uyuşturup işleye­ ceğim. O zaman ş imdiki gibi değ i l , operatöre deği l de bir tabur asker çıksa önüme, hem de tam teçhl­ zatlı , hava. Neden? Serde gençl i k var! - Birden unut­ tu anlatacağı ası l şeyi, lilfı saptırdı -: Şu blleklerim var ya şu bl lekleri m ? Nah, böyle, bunların ikisi kadar. Yumruğumu b i r yiyen kendini yerde buluyor, sonra da kavuşuyor M evla'sına! Dinleyenlerden biri: - Sonra? -dedi. Sertçe döndü: - Ne sonrası? - Doktor amel iyat etmekten çekinlyordu _:. Haa, şu mesele. Çekiniyor. Dedim beyim, her .•

72


zaman bıçak tabaneaya göğsümüzü açacak değiliz ya. Ne narkoz isterim, ne de uyuşturmak! Zıplayıp çık­ tım amel iyat masasına. Haydi dedim, buyrun, baş­ layı n ı Koğuşta yasak olduğu halde b i r cigara yaktı. Bir başkası sord u : - Operatör amel iyatı yaptı ha? - Tabi. - Canın yanmadı m ı ? Cigerasından geniş b i r duman alıp, koğuşun yüksek tavanı na doğru üfled i : - Ben hanım eviadı deği l i m ! Atıyordu. Attığına inanan yanım ağır bastığın­ dan, laf atmadım ama, sırtımı döndüm, kitabıma ka­ pandım. Insanı n muhakkak ki enseslnde, sırtında, ba­ şının arka taraflarında gözleri yok. Ama, gören, ra­ darsı birtakım kaabil iyetleri var. Ona sırtımı dönü­ şüme içerlediğini anlıyordum. Hoşuma gidiyordu. Ya palavrası n ı keser, ya da o bana laf atardı . Ikisi de işime geliyordu . N itekim az sonra, yanı lmadığımı an­ ladım. Herhalde kaş, gözle .. Kim ? • diye sormuş ola­ cakt ı . Yanındaki ler de kimliğim üzerine bilgi ver­ mişlerdi herhalde. Sesi gene yükseld i : - Okumuş, mokumuş hava burda -dedi-. Ben de zamanında Mekteb-1 Sultani'de okudum. Ne ol­ du? Okumadığım kitap kalmad ı . Okumak, pöh , bir haya l ! -Ve, bana inat-: Ankara'da, Numune hastane­ sinde biri vardı -dedi-. Hastane koğuşunu kal ın ka­ l ı n kitaplarla kütüphaneye çevirmiş. Tepem bir gün attı , dedim: Bey, beyefend l , çöp tenekesi . . . gözlüğü­ nün üstünden baktı , bana mı söylüyorsun? Dedim, sana söylüyorum. Nedir o okuduğun? Sana ne d iye terslendi. Efendi, bir imtihana çektim, lal oldu şe­ refsizim. Dedi pardon arkadaş. Senin tahsil benim­ kinden üstünmüş . . . B u adamla mutlaka takışacaktık, inanıyordum bu­ na. inanıyordum ama, acaba nası l takışacaktık? At­ tığı palavralara aldırış etmiyorum. Buna bilhassa 73


di kkat ediyordum. Ben koğuşa ameliyatımın çabucak geçmesi, taburcu olmam için gelmiştim. M ekteb-i Sultani falan umurumda deği ldi. Kaldı ki, a Nerden, nasıl öğrenirsen öğren, hatta ne b i l i rsen b i l . Önem­ li olan, ne yaptığı ndır! • vardı benim için. Ü stelik ada­ m ı n konuşmasından da anlıyordum ki ne Mekteb-i Sultani hatta ne de i l k, ya da ortaokul . O gün, daha çok da pijamaların ı falan giyinip ya­ tağı na kend ini sırtüstü bı raktıktan sonra çenesi büs­ bütün açı ldı. Gece yan larına kadar cigaranın birini yaktı birini söndürdü. Atmasyonundan ocaklarda, man­ gall arda kül kalmam ıştı . Vakit geçti. El ektri kleri yan­ dı koğuşun. Saat on oldu, on bir, on i k i , yarım, bir. B u hala konuşuyor, boyuna anlatıyordu. Ta öbür baş­ ta kibar b i r adamcağız vardı . Apandisitten b i r gün önce ameliyat olmuştu. i nleyen sesiyle: - Kardeşim -dedi-. Bey bi rader .. Ri ca edeceğim. Şu konuşmanızı kesin de . . . Adamı kaptı adeta: - Kesin de, evet? - Uyku tutmuyor. Malüm ya? Umumi koğuşun kendine göre b i r - B ir? - Disiplini olmak gerek değ i l mi? Cigarasını h ırsla tazelsdikten sonra tükürdü adeta: - Beyl i k, beyefendilik, hanım evlatlığı d ı şarda. Burda bir ananı n doğurduğu. Keyfi min kahyası değil­ sin! Sesinin perdesini inadına yükseltti. Kendimi nasıl tuttum , nasıl öbür adamdan yana çıkmadım hala şaşıyorum. Ama ertesi gün, bardak taştı artık: Hademe, el inde tavman aleti , yeni ame­ l iyat olacakların yataklarını dolaşıyor, gereken lav­ manı yapıyordu. Yatağımın yanı ndan geçerken sor­ du: - Bey, b u aletin a d ı lavman mı, lağman m ı ? Ben daha • Lavman .. derneğe kalmadı, Puhu ! : 74


- Lağman -dedi. Sertçe döndüğümü hatırlıyorum. Hademeye: -- Lavman tabi -dedim. O da hıncını alacak fı rsatı yakalamıştı : - Hayır, lağman! - Lavman. - Lağman, benden iyi mi bi leceksin? - Belki senin Mekteb-i Sultani 'deki adı lağmandır. Bunun adı lavman! Puhu'yu hatırlatan kocaman başı daha m ı bü­ yümüştü? Gözleri daha tekerlekleşip yuvalarına az daha mı gömülmüştü? - Benim M ekteb-i Sultani 'yi beğenemedin m l ? - Mekteb-i Sultani. Yani idadi, şimdiki l i s e demek. Sen lise değ i l , orta okuldan bile icazetli değil­ sin! iş çığırından çıkmıştı. Onun deyimiyle H i kmet, Kimya, benim deyimimle Fizik, Kimya'ya dökülmüş­ tük. O elli sekizindeysa ben de e l l i lerdeydi m . Sordum: - Asidüm fosforiküm asit osmiküm nerede geçer ve ne demektir? Şeytan çarpmış gibi bakakaldı . Yeniden ateşe devam ettim : - Parlez Vous Français? Velhasıl yayl ım ateşe aldım bir güze l . Yelkenle­ ri indirdi sonunda: - Özür di lerim bey -dedi-. Ben, hani, Işte, şey canı m . . . işin tuhafı , ahbab olduk ve b i r sabah, ameliyat olduktan sonra, yaralarının hayli kapandığı b i r sıra koğuşa gene meydan okudu ama, beni işaret ettik­ ten sonra: - Arkadaşı m hariç, varsa bu koğuşta benimle i mtihan olacak buyursun!

75


HASTANEDEN ÇiZGILER IV

Onu orada bulmuştum: Koğuşun Lunapark'a ba­ kan büyük pencereleri nden birinin önündeki karyola­ sında sı rtüstü yatıyor, hafif hafif lnl lyordu. Yanıba­ şı nda demir sehpa , serum veri l iyordu kolundan. Bit­ mez tükenmez serumlardı bunlar. Koca koca şlşeler.. Biri bitiyor, iki ncisi takıl ıyordu. Gece, gündüz, sabah, akşam . . . Tuvalete falan kal kamayacak durumda olduğun­ dan, küçük abdest için ördek deni len çinko lazım l ı k­ la, öteki için sürgü kabı dayanıyor, o, en gerekli ha­ cetini def için bile olsa yatağı ndan kalkmıyordu. Za­ ten hiç b i r zaman kendinde olmadı sanıyorum. Göz­ leri boyuna kapalıyd ı . Ama çevresi nde o kadar sev­ diği, ya da onu sevenler vardı ki ! Bendeki izlenimi, tam anlamıyle eski bir Osman­ lı geleneği içinde oluşuydu : Dört mü, beş mi oğlu, kızları, karı sı, gel inleri, yeğenleri, kardeşleri, uzak yakın akrabaları . Biri gitse beşi gel iyor, beşi gitse onu geliyordu. Sabah, akşam, gece. Bütün geceyi başında geçiriyordu oğu l ları, nöbetleşe. Ama ne olur­ sa olsun, yaşlı adamdı . M iadı dolmuştu. Ne doktor76


lar, ne hemşl reler, ne de hatta hastalar bu • M iad dolmuşluğu •ndan söz etmiyorlardı . Yalnız biz hasta­ ların bakışlarımızda, · Ölecek Kurtuluşu yok! • de­ mek isteyişin ifadesi apaçıktı. Bu ifade yalnız bize değ i l , oğul ları nın, damatlarının, kızları , karıs ı , kar­ deşlerinin bakışlarında da vard ı . Görünüşe göre, adamın evin ve i ş i n ası l sahibi olduğu anlaşıl ıyordu. Ziyaret günlerinde başına top­ lananların çeşitl i l iğinden kolayca anlaşıl ıyordu bu. Adama işi kurmuş, sonra da efrad-ı ailesi , ne efrad-ı ailesi ? Uzak yakınlarını başına toplamış, araya ya­ bancı sokmamıştı. Belki taahhüt işleriyle uğraşıyordu. Belki de taptancı tüccardı . Ziyaretine gelenler arasında her cins insan vardı. Bunlardan birçoğu, her­ halde yanında çalışan, onun taahhüt işleri , ya da top­ tancılığında çalışan kimseler olmal ıyd ı lar. Adam ölü­ veri r de, iş varisi ere kal ı rsa belki de onlara yol ve­ rilirdi. Yol veril memek içinse, varisiere hoş görü­ n ülmeliydi . Ziyaret günlerinden biri nde kısa boylu, hafif sa­ kal l ı , beti benzi uçuk b i r adam geldi. Gölge gibi yak­ laştı kalabal ığa. Kalabalık gene her zamankince, has­ tanın başına üşüşmüştü. Kısa boylu adamın gelişini hasta göremezdi ya, varisierinin de gözüne çarpma­ mıştı ki bu onca çok önem l i olmal ıyd ı . Sağa baktı, sola baktı, çevresini kol lad ı . Niyeti ni anlamıştım . Geldiğ ini göstermek istiyordu. B u suretle hastanın değil de varisierinin gözüne görünmeli, · Felaket gü­ nünde arayan bir kara gün dostu olduğunu• belirt­ meliydi. Oysa bel i rmemişti bu. Asıl yakınlar hasta­ n ı n hemen yanıbaşındaydılar. Gelişini onların gör­ mesi lazımdı. Baktı ki karyolanın çevresi fena sarıl­ mış, bütün gözler hastaya dikilmiş. Ne yapsın? Usul­ lacık koğuştan çıktı , kapı önünde ama gözleri has­ tada, dolaşmaya başlad ı . Arada fı rsatı yakalamışça­ sına içeriye ham le yapsa da, bakıyor ki pozisyon uy­ gun değ i l , geri çıkıyordu d ışarıya. Ama tetikdeydi . ilk fı rsatta dehşetli bir heyecanla koşacak, hastanın =


karyolasına kapanacaktı . Gerçekten yapacak mıydı bu Işi? B i lmiyordum ama, bana öyl e geliyordu. Bu­ nu, sezdi rmemeğe çalışarak gözlerine sürdQ�ü tOk­ rükten anl ıyordum. B i r ara fırsatı yakaladığına Inanmış olacak, göz­ lerine acele acele tükrük sürüp, koştu. Hastanı n ba­ şı b i razcık tenhalaşmıştı. Koştu, yapma bir heyecan ve acıklı bir sesle hastanın karyolasına kendini attı : - Ağaarni Bütün bu çabalar, · A�aam l • falan boşa g itmiş­ tl . Sesi ml cansız çıkmıştı ? Yoksa gösterlşsizdl de feryadı n ı n değeri ml yoktu bilmiyorum. Önledl bi­ risi . Hatta bir parça da sinirli, elinin tersiyle Itti . Ufacık adam fena bozulmuştu ama benden baş­ ka kimse de farkında olmamıştı. O, yani kısacık adam, geri lerken hafifçe güldü, clddileşti. Bana ya­ kalanmıştı çaresiz. Karyolama sokuldu: - Bok herif -dedi . Anlamamış davrand ı m : - Kim? Hayretle: - Görmediniz ml? Beni Itti. Hasta sanki yalnız onun vel inimeti . -Karyolamın yanından bakıyordu hastaya, hastanın çevresini almışlara. Öfkeyle-: Kö­ sellğine bakmadan -dedi-. Adam kovuyor! - Kim o? - Hi iç, dalkavuğu. Halbuki hiç sevmezdi ha Allah salarnet versin. Banaysa. vay lbo, derdi, gel hele. birer çay lçekl Sordum : - Ne iş yapard ı ? - Hasta m ı ? - H ı ı .. - Dağ taş mal , mülk. Toptancıydı amma, bakma, taahhüt işlerine de girerdi çokluk. Iyi tavla oy­ nar. herkesi yenerd l . Bir beni . . . - Sen daha m ı iyi oynardın? 78


- Benim üstüme bu istanbul 'da tavlacı. . . az bulunur! Onu Iten demlnklnl sordum: - Ya köse? Şu deminkl köse? Ana avratlı bir küfür savurdu : - O k i m tavla kim? Ağarnın yanında h i ç piya­ sası yoktu! Sesi n i kısarak: - Işi gücü ağama karı bulmak. O kadar dedim, dinletemedim. Fıkara eline eteğine pek plstl . Bana sorarsnn, bu hastalığın başı zamparailki Birden fı rsatı yakalamışçasına fırlayıp, kendini karyolaya attı. Köse o sıra bir şey için d ı şarı çıkmış­ tı. Ufak tefek adam ağl ıyordu. Tesel l i ederek hasta­ nın karyolası ndan uzaklaştı rdılar ama, onun I stediği olmuş, gözleri kapalı, komadakl hastadan çok, varis­ lerinin gözüne girmişti ; ya da g i rdiğini sanmanı n hu­ zuru içindeydi . Yen i b i r kalabal ık, yeni b i r dalgalanış .. Ufak te­ fek adamı gene hastanın karyolasından uzaklaştırdı­ lar. Yanıma gel iyordu k i , hastanın kara bıyıklı , ger­ çekten yiğit görünüşlü küçük oğlu yanından geçer­ ken sırtını okşadı . Ufak tefek adam fırsatı kaçırma­ d ı , del ikanlının el lerine sarı l ı p I kisini çabuk çabuk öptü. Sonra bana döndO: - Ağarnın en sevdiği, en yiğit oğlu -ded i . Genç adam duydu mu, duymadı m ı bi lemem. Ama ufak tefek adam memnun, çabuk çabuk-: Ağa­ rn ı n yeri ne bu oturacak. Ağabeylerl , anası manası çok korkarlar bundan. Zorlu da tavla oynar haa! Tam bu sırada, hasta, zaman zaman yaptığınca, yüksek sesle inlemeğe, birtakım isimler söylerneğe başlad ı : - Ayşee, Meyrem, Sıdıka, A l i ii, M uhiddi liin . . . Bu isimlerin, kızlarıyle oğul ları nın Isimleri oldu­ ğunu öğrenmiştik. isimleri çağrı lanlar, · Burdayım ba­ ba • diyor, sonra babalarının dönülmez yola girdiğine 79


i nanmaktan gelen bir teessürle h ıçkırmağa başlıyor­ lardı . Birden keçi saka l l ı biri peydahland ı . Gösteriş­ siz, ufaktefekti ama, sözü geçer b i ri olmalıyd ı : - Açı l ı n -dedi-. Geri durun! Oğulları , kızları dahil ziyaretçiler açıldı lar. O, yani keçi sakallı hastanın başına gitti , ağır ağır: - Senin işin doktordan ç ı ktı artık -dedi-. Se­ n i n işin Allaha kaldı! Hasta duydu mu, duymadı mı? Ellerini açtı , çev­ resine duyurarak başladı birtakım dualar okumağa. Sesi etkili ydi . Herkes şimdi kendi içine kapanmış, sanki " H uzur- u Rabbl lalemin •de ve huşO içindey­ di. Nöbetçi doktor geldi bir ara : - Ne oluyor? Hoca işine koyulmak istediyse de omuzundan çekti : - Burası kabristan değil hocam. Daha tıbbı n e l l ndo hasta. Bak, bol bol serum veriyoruz, kan ve­ riyoruz, gerokl l l lliçiarı veriyoruz. · Hoca boz u l m ad ı ama, kıyıya çeki ldi ve sustu. Doktor gittikten sonra: - Ne serum para eder, ne kan, ne ilaç! -dedi-. Onun işi Al laha kalmış . . . Yeniden okumağa başladı ama, usul usu l . Kısa boylu deminki yeniden peydahiandı bir ara. Bu sefer hastanın ortanca oğluylayd ı . Bakışları bana i l işti. Göz kırptıktan sonra: - Babasının en sevgili eviadı -ded i . Kara bıyı klı delikanlı çekip gitti. - Hani ötekine de ayni şeyi söylemiştin ? - Aldırma. - Çakıyorum. - Ne yapars ı n ? Malüm ya? Geçim dünyas ı ! Bunu demedi ama, el hareketinden böyle demek istediğini anladım.

80


B I LE K SAATi



M A V A L

Otobüs iyice kalabal ıktı. Adam, sol koltuklardan, en önden arkaya doğru üçüneünün sağ başında oturmaktaydı . Gerçi yanı· başı na gelip diki len yaşl ı hanıma yerini vermek zo­ runda değildi ama, gene de usuldendi : Kalkma l ı , ye­ rini vermeliydi. Aşağıdan yukarıya doğru yaşlı hanımın yüzüne şöyle bir baktı. Kadın sanki · Öküz gibi bakacağına kalkıp yerini versene! demek I stiyordu . Içeriedi bir­ den. Gerçekten de, yerini vermeye zorunlu muydu? Neden zorunlu olsun? Otobüstü bu. Kalkıp yerini bir başkasına vermek arzuya kalmış bir şey, bir nezaket meselesiydi. Ü stelik hastaydı da. B i r « Koroner da­ mar spazmı •ndan bir buçuk ay hastanede yatm ış, üç gün önce çıkmıştı. Tedavi eden doktora göre, değil otobüste yerini bir başkasına vermek, hatta otobüse bile binmemesi gereki rdi . Fazla sarsıntı, telaş, sinir gibi kalbi arnbale edecek davranışlardan sakınmadı­ ğı takdirde hastalığı i lerliyebi l i rdi. Ama yaşl ı hanımın da umurunda değildi bütün bun lar: • Ne kaba insanlar var şu dünyada ! " diye ge­ çi riyordu. « Sapasağlam kazık gibi herif. Ü stelik aşağı­ dan yukarıya doğru baktı, gördü. Öyle olduğu halde •

83


tınmadı bile. Aaah, Aaa h ! Boynunda kravatı da var. Kravat, medeni insanı n medeniyet işareti g ibi bir şey. Onu boynuna takınakla i nsan medeni olmaz ki ! • Adamı n i kinci sefer aşağıdan yukarıya doğru baktığını gördü. Tepesi attı. Az kalsın; • Ne bakıyor· sun ? • diye çıkışacaktı. Adam sanki bunu anlamışça­ sına: • Efendim beni kabal ıkla nite lemeyi n n 'olur? Hastayım da onun için yerimi veremedim .. • diye ge­ çird i . Bunu açiktan açığa söylese Iyi olurdu ama, nedense söylemedi. Derken vakit de geçti, yuttu git­ tl . Yaşlı hanım Iyice slnirlenmlştl : Neden baktı i ki nci sefer? Boynurnda kravatım var, medeniyim ama, yerim i sana vermek istemiyorum, vermeyece­ ğim l • mi demek i stemişti ? · Eşşek, eşşoğlu eşşek. Benim kim olduğumu bil iyor musun?• Ve kadının kafasında yarattığı adamla aralarında şöyle bir tartışma başlad ı : Bllmiyorum l • Bilmiyorsan ö�ren. Ben . . . • Cumhurreisi ya da başbukıın kaynanası mı­ sın yoksa? • • - B i r kadına, bahusus yaşl ı baş l ı b i r kad ı na karş ı , 'mısın', diye hitap edi lmez. ' M ısınız' denir. Terbiye fıkarası . .. • Durdu. Adama tepeden baktı sertçe: Kocaman burnuyle alaycı : küstah, açı kçası terbiyesizin biriy· di. Boynunda kravatı, sırtı nda lacivert ceketi, baca­ ğ ı nda gri pantelonu ama, neye yarardı ? Omuz başın­ da dikilmiş duran yaşl ı bir hanıma yerini vermenin her şeyden önce insanlık borcu olabileceğini idrak­ ten Acizd i . Başı n ı nefretle başka yana çevirdi. Adam bunu görmedi ama hissetti. Başını kaldı­ rıp baktı : Kadın başka yana i natla bakıyordu. I nat­ la, çünkü sağa değ i l , sola bakması gerekirdi nor­ mal olarak. ·Yaşl ı kadın, saç dipleri de teriemiş ama, ne •

•-

•-

•-

84


yapayım? • diye geçirdi. • Doktorun öğütleri şakaya gelmez. Oturduğum yerde bile sarsıl ıyorum. Ayakta durmakla hem sarsıntım artacak, hem de müthiş ener­ ji harcayacağım. O zaman . . • Krizin geldiği geceyi düşünrneğe dald ı : Gece ya­ rısını tamı tamına birbuçuk saat geçiyordu. Sıkıntıy­ le uyanmıştı . Sol kolunun parmak uçlarından göğsü­ ne kadar yayı lan bir çekilme, bir ağrı. Ama bıçak ya­ ras ı , ya da apse ağrısına benzemeyen, bunca y ı l l ı k yaşamı nda benzerine rastlamadığı bir ağrı ; hayır ha­ yır sızı. Sızı gittikçe artmıştı. Sağa dönmüş d i nmemiş, sola dönmüş dinmemiş, yüzükoyun yatmış, tam ter­ si, sırtüstü dönmüştü de dinmemiş dinmemişti . Kal k­ mıştı çaresiz. Odanın içinde bir süre dolaşmış, elek­ triği yakmış, lavaboya gidip elini yüzünü yıkamış . . . n e yapmışsa nafi le, sızı dinmemlş dinmemişti. Sa­ baha kadar ağırlaşarak sürmüş, sabahleyin, ortalık iyiden iyiye ışıdıktan sonra dinivermişti. Sıkı ntı l ı bir iç geçirdi. Kadı n da bunu hissetti : Adam iç geçirmişti. Iç mi geçirmiş, yoksa: · Oh olsun. Sen i n gibi baştan aşağı palavra bir hanımefendi müsveddesi n i ayakta bekletlyerum ya! • diye geçirmiş olabileceğini dü­ şünmüş, küplere blnmişti içten içe. Hı rsla döndü bu yana, adamı n tepe saçları hay­ ll dökük başına nefretle boktı , boşı hiç mi hiç be­ ğenmed i . Onun rahmetli kocasının da tepe saçları dökülmüştü ama, şu, yanıbaşındaki yaş l ı hanıma ye­ rini vermek kibarl ığını göstermek şöyle dursun, akıl edemeyen u kaba• adamınki gibi. .. a Pi s • diyecekti , pis'ten de kötü, kabuk mu bağlamıştı ne? A . . . kabuk . . . başını hiç m i yıkamazdı b u mendebur? H em başını yıkamaz, kabuk bağlaması na göz yumar, hem d e h e r hafta bi rkaç kez başını ala koku lu sabunlarla yıkayan bir sabık mektupçu eşine yer vermesinden geçti m, yerini vermediği Için yürek soğuturdu. · H ı h • yaptı , tepe saçları dökük adamı n kabuk bağlamış başına bakarak. · Pis, mendebur, lanet . . . .

85


kocam böyl elerine lanetullah-ı aleyh derd i . Ne ka­ dar hakl ıym ı ş zava l l ıcık. Öldüğünde bu mendeburun yaşında var mıyd ı ? Elli yedisinde ölmüştü. Bu? Bu daha fazla gösteriyor. Haydi diyelim elli sekiz, ya da elli dokuz. Neden ölmemiş? Benim ağzı var dili yok, ki bar, bey, beyefendi eşi m öldü de bu hala yaşıyor! • Ağlamak geçti içinden. Çevresine bakındı, ko­ cası yaşı nda, kocasının öldüğü yaştan çok daha i leri yaştaki bir alay erkek yerlerinde kazık gibi oturarak gidiyorlard ı . Çok yaşamak için acaba kaba mı olma­ l ıyd ı ? Pis m i ? Adam'sa, adeta omuz başına kazık kakarak yer­ leşmiş yaş l ı hanımı düşünüyor, içten içe rahatsızlığı artıyordu: Yerini vermemekle çok kötü yapıyordu. O menhus kriz gelmeden önce hiç böyle değildi. Yaşl ı hanımlar şöyle dursun, gençlere bile yerini hemen­ cik verir, bundan hazzederd i . Doğrusu da buydu za­ ten. Mal iyeden emekl iye ayrılmadan önce ne kibar, ne şık, ne kadar centi l mendi. Sonra, o zamanlar da­ ha çok tramvaylar işl erdi, yer vermek yüzünden az hanım mı tavlamıştı ! Aklına Şehnaz geld i . Bir sap kirazı hatırlatırdı Şehnaz. Kaş göz, ağız, burun, d işler.. hele dişlerı Soyulmuş badem. Karların savrulduğu kış gecelerin­ de evine kaçamak yapardı . Kocası küçük b i r esnaftı . O karda, kışta kıyamette evine dönmez, dö­ nemezdi . Geçim s ı kıntısı çekiyorlardı. Bunu Şeh­ naz kaç kez söylemişti de, onlara dar büt­ çesinden yard ı m etmek teklifinde bulunmuş, Şehnaz reddetmişti. Ne kadındı bel Kocası az kazanıyordu ama, çok kazandığı zamanlar da boş durmuyordu ki . Dost, post, aftos, falan filan . . . Şehnaz tam benim kadınımdı. Nası l anlaşırdık ya! Çıtı pıtı. Ben i m Len­ duha gibi çam yarması değ i ldi . . . • Bu kez kafası nda « Lenduha• belird i . Gerçekten de eli maşa l ı , en son söyleyeceğini en önce söyle­ yip çı kıverenlerden. Gençliğinde de, şu şimdi yeni başlayan emekli l iğinde de, kocasını bir sağmal l nek •

86


sayma içi ndeyd i . Emekli maaşlarını aldıkça tepesine bir diki l işi vardı ki, şimdi b i l e içine ürpermeler ge­ l iyordu. Biri nde birkaç emekl i arkadaşıyle maaşları­ nı almış, felekten b i r gün çalmışlard ı . Herkesin his­ sesine on beşer l i ra m ı ne düşmüştü Yeni kapı mey­ hanesinde. Öneml i olan, « Lenduha •nın akşam, koca­ man yumruklu ellerini beline dayayarak dikil işi : ·Al­ dın mı maaşın ı ? • Öksürdü. Öksürük, yaşlı hanımın içindeki .. . . . çok yaşamak için acaba kaba mı olmal ı ? Pis m i ? - düşüncesini da­ ğ ıttı . Adamın kabuk bağlamış başına baktı , el inde ol­ mayarak içi buland ı . Ufacı k mendi l i n i ağzına götür­ dü öğürmüşçesine. Tam bu sırada yandaki yaşl ı adam kalkmış, yer boşalmıştı ama oturmadı . Bir genç: - Hanımefendi buyrun, oturun · -dediği halde al­ dırış etmedi. - Yakında ineceğim, mers i . Koroner damar spazmı geçirmiş adam ferahla­ d ı . Artı k kal kıp yer vermekten kurtulmuştu. Kurtut­ muştu ama, kadının tepesine ters ters baktığını bak­ madan görüyor, ya da tuhaftır, seziyordu. Sezgilerin de kendi l erine vergi gözleri m i vardı acaba? Başını kaldırsa yaş l ı hanımın bakışlarıyle karşılaşacağından öylesine emindi ki. Bakmayacaktı ama. Neden baka­ caktı ? Ama o bakıyormuş. Varsın baksındı. Yeniden öksOrdü. Içinde, Içinin derinlerinden bir dürtü: Kadın, öksürüğüne yüz buruşturmuş gi bi­ sine geldi. El inde olmayarak baktı , bakış ı kadının ba­ kışıyle karşılaştı. Yaşl ı kadı n e l i nde olmayarak, sertçe sordu: - Beni birisine benzettiniz gal i ba? Adam şaşaladı, sonra topladı kendini. Bir sefer tıpkı böyle olmuştu. Kırkında bir kadına bakışları rastlamıştı. Bakışlar bakışları kovalamış, sonunda kadı n böyle sormuştu: • Beni birisine benzettiniz ga­ l iba? • Benzetmediği halde: « Evet. Gözüm ı sı rıyor.• demişti. Kadının da meğer gözü ısırıyormuş. Kalkmış 87


yanındaki boş yere gelmiş, konuşmağa, sonra da ahbaplığa başlamışlardı. Ahbaplık I lerlemiş, tanış bir Rum kadının Kurtuluş'taki pansiyonunda bir s evda türküsüyle sonuçlanmıştı . O zaman otuz l kl slndeyd l . Bu da sakın . . . ama bu, basbayağı kartalozdu ca­ nımi - Yoo -dedi-. Hiç kimseye benzetmedim .. Kadının bel l i bel i rsiz bıyıkları kararıp açılmıştı : - Neden bakıyorsunuz o halde ısrarla? Aşağıdan aldı : - Size öyle gelmiş olmasın? - A a .. herif deli m l ne? Otobüs dalgacı bir merakla çevrelerini alıvermlşti. - Biraz klbar olamaz mısı nız? Kadın gal i ba • Lenduha •sı gibiyd i : - Kibara karşı kibar, kabaya karşı da kaba olu­ rum i -dedi-. Deminden beri dlkll lyorum. Insan boy­ nuna kravat takmakla medeni olmaz! Adam anlamıştı : - Hakiı sınız hamfendi -dedi-. Çok özür dilerim . Yerimi vermek isterdim ama, birkaç gün önce bir koroner damar spazmı geçirdi m de . . . Otobüs durakta durmuştu. Kadın: - Hadi hadi -dedi-. Başındaki kabukları yıka da sonra bana maval oku l Otobüsten Indi.

88


DELiFiŞEK

Camların ötesine yağmur siclm gibi yağıyordu. K ı rpık bıyı ğ ı , kocaman gövdesi, memnun yüzü, sivri çenesiyle, karnı tok bir tilkiyi hatı rlatan nargi­ lesini tokurdatıyor, kahvenin hafifçe buğulu camları ötesinde telaşla kaçışan insanların bu havada soka­ sı kıyordu ğa çı kmalarından dolayı , akı l larına turp içinden. Ne akılsız insanlar vardı şu dünyada! M üthi ş yağmur, çamur, ayaz, kar, tipi , f ı rtına . . . H e l e kadın­ lari Ayaklarını kırıp evlerinde otursalar, erkekler de onun yaptı�ı gibi, bulsalar sıcacık bir kahve, ısmar­ lasalar flyakal ı narg ll eyl e orta şekerl lyl, sonra çey­ rek saatte bir çay ı , oooh ! Nargilesinin iyi işlemediğine dikkat ederek seslendi : - Garson oğlum ! Garson koşarak geld i : - Emret! - lazel e şu ateş i .. Kapkara kaşları, kudretten sürmeli gözleri, bı­ yıkları kırpı lmasa da ağız kıyı larından olanca güm­ rah l ığıyle aşağı lara inse, genç, dinç, işin alayında bir Bektaşi dedesi denebi l i rd i . Parmaklarındaki kal ı n al­ tın yüzükleri göstermek istercesine, tombul elini 89


masaya koymuştu. Garson narg i lesinin ateşini taze­ lerken, i riyarı müşterinin gözüne yağmurda sırı lsık­ lam bir genç kadın i l işti. Ü stü baş ı , ayaklarındaki ya­ muk topuklu iskarpinlerden anlaşıldığına göre, fa­ kir bir kadındı. Patates, kuru soğan, havuç, portakal dolu ş işkin tilesi bir e l i nde, öbür e l iyle de tuttuğu çocuğunu adeta sürüklüyordu. B i rden ayağı mı kay­ d ı , taşa mı takıldı ne, az kalsı n yuvarlanacaktı. Nargile içen adam: - Oooh -dedi-, oh orospu. Kırılsın ayakların ı Başkaları da görmüştü kadının tökezleyişini. Sertçe baktılar Q h » çeken adama. Bir genç irisl: - Amma yaptın ha! -dedi . Gence sertçe bakan nargilell adam: - Kırılsın tabii -diye pekiştirdi-. Hem de iki ayağ ı ! G enç öfkeden kıpkırm ızı kesilmiş, esmer yanak­ ları kızarmıştı . Öfkesine yenilmerneğe çalışarak sor­ du: - Peki ama, niçin? Ne yaptı sana? - Ne yapabilir bana? - O halde? - Bu havada sokakta ne işi var? Delikan l ı ..

- Hoppala! -dedi-. Evine öteberi almış, gör­ müyor musun? Narg i l e l i adam da hırslanmıştı , onun yanakları da kıpkırmızı kesl lmlştl . Nargi lesinin marpucunu ma­ saya bıraktı : - Kör değ i l i m -dedi. - Daha ne? Nargilenin marpucunu masadan aldı : - Yok mu kocası ? Yok m u çarşıya gönderecek bir yakını, yahut büyüğü? - Olsa, bu havada sokağa çıkmazdı herhalde! - Boşveer.. olsa b i l e kendi leri ç ı karlar. Mah90


sus. Neden? Maksatları bakkalda, fırında, pazarda fingirdeşmek! Ateşi yeni tazelanmiş nargilesinden geniş bir duman alıp hazla bıraktıktan sonra: - Del i kan l ı -dedi-, çok genç, çok tecrübesizsin daha. Ağzın süt kokuyor. Hele şehi r karısı . . . Anam avradı m olsun, yüzde sekseni o biçim ! -Del i kan l ının bir şey söylemesine kalmadı, sordu-: Evl i misin er­ gen m i ? Genç adam: - Ergenim- ded i . - O halde beni d i n l e : Sakın şeh i r kızı alma! Çevredeki masalardan itirazlar yükseldi. O, aldırış etmeden marpucunun ucuyle nargile­ sinln ateşini düzelttl : - Eskldenmiş o . Analarımızın, nlnelerimizin za­ manında! Bir orta yaş l ı , dişsiz ağzıyle karanlık karanlık gülerek söze karıştı : - Nineni dedenin yanında görmemişsin öyleyse hiç . . . - Görmedim val laha.. Lakin şaka bir yana, yir­ m i , tam tarnma yirmi yıldır bu kahpe şehirdeyim, el atıp boş çıktığımı hiç bilmem! Çevredeki masaların genç, yaş l ı , orta yaş l ı , hat­ ta I htiyarları hakarete uğramışçasına llgl lendi l er. Nar­ g i l e l l adam da savurduğu hakaretın yaratabi leceği tepkiyi farketmişti. Iskemiesini onlara çevird i : - istanbulunuzun günahını boşuna almıyorum -diye başladı-. O tarihleıda fırın işletiyoruz mahallede. Fırın yabancının değil, amıcamın. Ben de h a­ murkarı m. Mahal le fırını ne demek? Darphane gibi pa­ ra kesiyoruz. B ı rak para kestiğimizi mahal l en i n n e kadar karısı kızı , beşiktekisi varsa dolardı dükkana. Hele yeni yetişme yavrular .. Beyazını mı istersin? Esmer mi? Sarışın m ı ? Tombul mu? Zayıf mı? On üç, on dördünden yirmisine kadar, boy boy, cins cins, fingir fingir.. 91


Genç adamı n kaşları büsbütün çatı ldı, yüzü asıl­ dı. Oturdukları mahal lenin fırı n ı , tırının huylanıp dur­ duğu genç, çapkın hamurkarını hatırlamıştı. Gerçek­ ten de, mahallenin hemen hemen bütün kızları , bu arada kendi kız kardeşi de gider, ekmek alır, tepsi verir, tepsi al ırdı. Sıcak bir kan hızla dolaşıyordu gövdesini. Adam anlattıkça, gözlerinden karaltılar uçu­ yor, anlatana değ i l , mahallesindeki çapkın hamurkil­ ra da değ i l , kız kardeşine kızıyordu. Di lediğince dü­ şünmek istemesln, kız kardeşi nin zaman zaman gö­ züne çarpan dik memelerl, savrulan eteğinin altından gözüküp kaybolan tombul , beyaz bacakları akl ı ndan geçiyor, utanıyor, kızıyordu. toplanı rlar tezgahın başı na, ha ha ha, hi hi hi . . . kişner dururl ar. Gel d e iş gör. Elim kanda olsa koşarım. Beni görmezler m i , kişnemeleri artar. O çimdik atar, öteki bıyığımı burar. Ulan etmeyin yav­ rum, eylemeyin. Hayır. Delikanlının gözleri dönmüş, titriyor, göğsü Inip inip kalkıyordu. Artık ne kahve, ne de nargilesini to­ kurdatarak koylfl l keyifl i konuşan adam. Mahal lede, fırındadır. Aralarında kendi kız kardeşinin de bulun­ duğu mahal leli kızlar tezgah başına toplanmış, kişne­ yip durmaktadırlar. Hamurkar ortalarında. O çimdik atar, öteki bıyığını çeker. Derken hamurkar, kızlar­ dan birinin tombul , körpe, bembeyaz bi leğini eline geçirir. Bu bi lek kız kardeşinin bi leğidir. Hamurka­ rın ardında sürüklenir. Un çuvalları , birtakım tekne­ ler, odun yığınları kalabalığının arasından, en dipdeki loş odaya girerler. Bu oda ufacıktır. Duvar dibinde, hiç bir zaman kald ırılmayan tozlu. kir Içinde bir ya­ tak seri l idir. Yandaki pencerenin sıkı sı kıya çekili tahta kanadının çatlaklarından yatağa kül renkli ışık çizgi leri vurmaktadır. Hamurkar kapıyı usulcacı k örter. Oda büsbütün kararır. Kız telaşlanır. Hamurkar h ı rs l ı h ı rs l ı sorar: •- Ne o? n'oluyorsun? • Korkuyorum! • .,_

92


•-

••-

Kimden?• Bilmiyorum.• Deli l •

Genç adam boşanan bir zemberek gibi kahveden fırladı. Koşarak mahalleye geldi. Fırın. Nefes nefese sordu: - Nerede hamurkar? O s ı ra bir yere mi g itmişti? Gel memiş miyd i ? Ama olsa da ne çıkacaktı ? Kendine geldi . Suç hamur­ karda değil, kız kardeşindeydi. Kahvedeki nargilell adam ın aniattı klarıyle öylesine dopdoluydu ki, bir ko­ şuda evi buldu. - Nerde o kız? Annesi hiç bir şey anlamad ı : - Hangi kız? - Sevg i ? - içerde, kapları kuru luyor! Gök gibi gürled i : - K ı z Sevg i i i i i ! l l Kapları kurulamakta olduğu bezle gelen genç kızın yüklü memeleri, i ri kara gözleri : - Efendim abi? - Bir daha n e çarşıya gideceksin, n e bakkala, ne fırına aniadın mı ? Kız da hiç bir şey anlamamıştı , annesi de. Ama sorulamazdı ki. Tek şey sorulsa, ya da • Ne demek? Eve hapis mi olacağ ı m ? • dense abi kıyametleri ko­ parabilirdi. Hiç olmazsa öyl e gelmişti o an. Zaten alabi ldiğine sinirli, vur el liydl. Genç adam gürlemesini yeni l ed i : - Haa? aniadın m ı ? O a n için başka çaresi yoktu : - Anladım -dedi. Dedi ama, kurulamakta olduğu kapların başına geçince de hamurkarı değ i l , Erol'u hatırlad ı . Çarşıya, bakkala, fırına diye evden çı kıyor, lisell Erol'la bulu­ şuyordu. 93


Ü ç gün kapalı kalmaktan bunalmışçasına, anne­ sine: - Val iahi de kaçarım, bil lahi de kaçarım i -dedi. - Nereye? - Kendimi trenin altına atarım ı Anne şaşırmış kalmıştı. Ne oğluna d i ş geçlre­ b i li rdi, ne de kızına. Deli genç l i k, hani yapar mı ya­ pard ı . - Ağabeyinin evde olduğu zamanlar çıkma da . . . -dedi-. O yokken git bir soluk dolaş gel bakalım. . .

94


HAVSIVET MESELESi

Kaldırırnın önüne bembeyaz bir clgara düşürül­ müştü. Çocuksa kaldırı mda, cıgarayla zerrece i lg i l i deği lmişçesine dikiliyor, çevreden görülüp • A a . . kimseye çaktırmadan cigarayı alacak! • denilmesin­ den korkuyordu. Besbelliydi bu. Daha doğrusu, ensesine y ı k ı l ı kasketi, kasket altı ndan fırlamış darmadağı n sarı saç­ ları, kısa pantolonu, dirsekierin e kadar sıvalı kol­ larıyle onu en azından otuz beş, kırk yıl önceni n , yok­ luğa düşmüş varlıklı bir aile çocuğuna benzetmiştim. Bu bendi m . Ben de o zaman şu çocuk gibi, Bey­ rut caddelerinden birinin kaldırımı önüne düşürü lmüş, tıpkı böyl e yatan bir cıgara çevresinde, enseme yı kı­ lı kasbetim, kısa pantolonum, kasket altından fırla­ m ı ş sarı saçlarımla tıpkı tıpkı bu çocuk g ibiydim. Beyrut göklerini Akdeniz'in o hari kulade laclverdiyle boyayan günlerin i nsan kaynaşan, taşıtların vızır vı­ zır gelip geçtiği caddelerde başıboş dolaşır, yeş l l i n en koyusuyla dalgalı bir denizi hatırlatan l i mon, por­ takal, mandalina ormanlarında hayaller kurarak do­ l aşır, dolaşırdım. Ev, korkunç bir yokluk içinde olduğundan, d i l i ni olsun bi lemediğim büyük şehirde ne iş yapabi l irdi m ? 95


On altı yaşındaki bir çocuğun, hem de düne kadar gak dedikçe et, guk dedikçe su verilmiş, hemen he­ men kuşun sütü eksik edilmemiş bir aile çocuğu­ nun elinden ne iş gel ebi l i rdi ? Cıgaraya al ışmıştım . . Yenleri patlak kocaman postal larım, kıçı kabaca yarnair kısa pantolonum, ha­ vını atmış, rengini çoktaan yitirmiş koyu gri kaske­ tim, bomboş ceplerim, hatta aç karnım vız geliyordu da cıgarasızlık koydukça koyuyordu . Işte böyle günl erden b i r gün, başkaları Al lah desin, bence tesadüf, karşıma bir cıgara çıkarmıştı. Öyle ki, geberiyordum cıgarasızlıktan. Eği lip alsarn kim bana ne diyebi l i rd i ? Hele hele o yabancı diyarın kocaman şehri nde ben, ailem de kimd i ? Gel gelelim alamıyordum. içimdeki ben, kaşlarını çatmış, sanki : Hayır! • diyordu. a Cigarasızl ı ktan geberebi l irsin ama. şu, kald ırım dibine düşmüş cıgarayı alamazsını Ai­ len sana o biçim terbiye vermed i l er. Onu yerden alıp içeceğine kendini öldür daha iyi ! • Kendimi öldürmeyi düşünmeyecek kadar hayat­ la doluydum. Öyle gel i rdi ki bana, insanlar apta l l ı k­ larından hastalanı rlar, anayi l i klerinden de ölürler. Şu kambur ne matraktı ! Va şu, uzun uzun öksürüp kal­ d ı rıma hark tuuuu diye tüküren yaş l ı matrakların mat­ rağı . Şekeri nden, miyobisinden, karın ya da barsak ağrı larından söz açan adamlar da andavaliının birl l e­ riydi ler. I nsan hasta o l u r muydu h i ç ? H e l e ölmek? Ne gülünçtü ! Tam bu sırada karşıdaki çocuk eği ld i , yerden cıgarayı tam alacaktı , bakı şlarımız karşı laşınca vaz­ geçti . Cıgarayı almak için eğilmemiş de, iskarpini­ n i n bağını bağlayacakmış gibi, hiç lüzum yokken ipi çözüp bağ lad ı . Öyl e anl ıyordum ki onu. Gene de gül­ düm. Gördü. Sarardı. S ı rtıyle arkasındaki dükkana dayandı . Sanki karşıdan karşıya aramızda şöyle bir konuşma başlad ı : Nurnaranı yemedi m ! Niçi n ? • u

..

••-

96


•-

sadı n . . •

Ayakkabının bağını bağlamak dümend i . Mak-

.

Maksadım?• Cigarayı alacaktml • Ne çı kardı alsam? • Alamazd ın ! • •- Niçin?• cı- içi ndeki ben çok ayıplardı. Sonra unutma ki, binlerce ayağın her gün çiğnediği pis kaldırımlar.. Babaannen, halaların, teyze, dayı ların, bey baban, an­ nen görseler yüreklerine inebi lird i l .. Ne bil iyorsun ? , cı- Kırk yıl önce ben d e tıpkı senin gibiydim de .. Ama, canım cl gara Içmek lstlyorl • Anl ıyorum. An lıyorum ya, Içindeki ben'den kurtulamazsı n! , Sen de kurtulamamış mıyd ı n ? • cı- Tabii.• Sonra ? • Alamamıştım .... Ama ben almak istiyorum! • cı- Al bakayım had i . Alamazsı n ki ! " Nereden de çıkmıştı m. lşim yok muydu da çe­ kip· gitmiyordum . Benden başka gören yoktu işte. Çekip, hayır hayır Cehennem olup gitsem eği l i r, alır, yoldan geçenlerden birinin cigarasından da yakıp başiardı keyifli keyifl i dumanlar saimağa on altı ya­ şın elişi mavisi göklerin e. Birden hiç beklenmeyen bir şey oldu: Yal ı n ayak­ l ı , daha küçük ama çok yırtık bir oğlan topacı hatır­ latarak peydahlanıverd i . Kirl i , kapkara saçları , kara­ lar içindeki boyacı el leriyle bir şer, bir bela gibi, yuvarlana yuvarlana, yoluna rastlayan kedi leri , kö­ pekleri tekmelaye, portakal kabukianna kuwetli dış­ lar, burunlar, üstler ata ata geldi , demindenberi yer­ deki cigara önünde bin bir tereddüt içinde dikilen oğlana baktı , yukardan aşağı süzerken, gözü kaldırım •-

••-

•-

cı-

u-

cı-

«-

•-

•-

cı -

97


önüne düşmüş cigaraya i l işince, sanki dünyalar onun oldu. Hiç bir başlangıca l üzum görmeden eği ldi, cl­ garayı bir zafer gururu Içinde aldı: - Ehe he heeey .. kefale bakın kefale! Yal ı n ayaklarıyle bozuk parkalerin hayvan pislik­ leriyle kirlenmişliğine etli etl i basarak uzaklaştı . Önceki çocuk, yerden cıgarayı dehşetl i bir ko­ l aylıkla al ıverip uzaklaşan çocuğun ardından kinle baktı önce. Sonra gözlerini bana çevi rdi. Gülüverdim el i mde olmayarak. Kızd ı . Yanakları al al oldu. Lahav­ le çekereesine başını sağa, sola çevird i . Bakışlarımız yeniden karşılaşı nca gene gül üverdlm. Kızd ı . Oradan çeki l i p gidecekti, yediramedi kendine. Yanıma geld i : - N için gülüyorsunuz? Omuz silktlın : - Bi lmem? - O cigarayı yerden alacak kadar hayslyetslz m l sanıyordunuz ben i ? lnııdıma: - Değil misin? Şaşaladı : - N e yanı hayslyetslz miyim sanıyorsunuz? - Olmadığını nerenden anl ıyayım ? - Bey babam o cigaraların Amerikan 'larını içerdi de ben . . . - Evet? Dolan gözlerini koluyle sildi. Sonra yüzüme h ı r­ çın hırçın baktı : - iki ay önce öldü! Uzaktan on altı yaşı nda sanmıştım. Hayır, bu, varl ıklı ai l elerin çeşitli vitami n , daha çok da protein beliuğundan erken semi rmiş, taş çatiasa on üçünden yukarı olmaması gereken bir apartman çocuğuydu. - Peki -dedim-, öldüyse .. mal ı mülkü kime kaldı? Derin bir i ç geçird i , el lerini arkasında bağladı, sırtıyle dayalı diki lmekte olduğu duvara kendini Iyice 98


bıraktı . Gözleri yerdeki bir portakal kabuğunu sağa sola hafif hafif dürten ayağı ndaydı. Sıkıntıyle aniatmağa başladı: - Ölmeden önce kendi nden otuz beş yaş küçük bir konsomatrisle evlenmişti . Kadın her şeyin üstüne oturdu. Belalı ları var. Ağzımı açamıyorum. Ona kal­ sa beni çok seviyor ama, ne yapsı n ? Bunalmışçasına başını havaya kaldırd ı . Sonra d a oradan hızla, kaçareasma uzaklaştı.

99


CANCI�EA DOSTLAR

Aynı mahallede, karşı karşıya oturuyorlard ı . iş­ leri bitti m i , birbirlerine : Hu huuu l • Cıın ı ı ı ı ı ı ı ın 7 • nnıı unlıl l l l l l ın l . H o r, unlıllıı ıınfn ııoldln şekeri m. Buyur! • cı- Nn ynpıyorııun ? • cı- Yonıo�jl bastı rd ım, elimi yüzümü yıkayıp sana gelecektim. Volumu satın aldı n ! ,. Bugün ne kadar güzelsin kız?., Va sen ? • Senin yanında benim sözüm mü olur?• A .. hiç de bile. Asıl senin yanında benim sözüm olmaz i • B u sarı saçlar bende olsaaa . . . .. Ya senin kumral saçlar? Gel değişe l i m ! • - Had i . » •-

• -

,. __

.. _ cı -

«-

•-

.. _

« ..

cc -

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . • . . • •

cc-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • . •

Bir giln sarışı nın kocası eve vakitsiz geld i : - Kıırı bol Genç kndı n adamın böyle vakitsiz gelişine şaş­ tıysa do lınlll otmed l : - Cmııın '/ / ()()


- Bugün canım çalışmak iııtemedi . - Niçin? - Hava o kadar güzel ki .. çıkalım da şöyle artık Bagaza mı olur, Adalara m ı ? - Sen bilirsin. - Ben bilirsem haz ı rlan, hemen çıkalı m ı Yemeklerini dışarda, belki de bir bal ı k lokanta­ sında yerlerd i . Öğleye hazı rlanan yemek de akşama, yarı na kalabi l i rdi. Sarışın kadı n önce uzun uzun boyandı. Sonra patl ıcan moru tayyörünü giyd i . Aynada sağdan bak­ tı kendine, soldan baktı. Yeniden boyandı . Doğrusu bu seferki rujunu çok seviyordu. Kocasının karşısına geçti : - Nası l ı m ? - Hflrlka tabii, h e r zamanki glbi l Cıınım. Evden çıktılar. Canciğer dostu kumral genç kadın evi n i n penceresindeydl . - Nereye böyle? Sarışın : - Artık -dedi-, Boğaz'a mı olur, Adalar'a m ı ? Belirsizce içini çekti : - Güle güle gidin şekeri m. Arkalarından bakarken ağlayacaktı nerdeyse. Canciğer dosttular, birbirleri Için öleb i l i rlerdi ama, onun kocası , arkadaşının kocası gibi daha bir günden bir güne böyle vakitsiz gelip de karısını alıp gaz­ rneğe götürmemişti. Sonra, yeni d i ki ndiği patl ı can moru tayyörü içi nde, kocasının kolundaki o prenses salınışı ya? Köşeyi dönüp gözden sil indikleri halde bakı­ yordu hala. Henüz taranmamış, dağınık saçlarının bambaşka bir güze l l i k verdiği ak pak yüzü , iri ela gözleri . .. Yalnız, sabahleyin çabucak boyayıverdiği dudaklarının kırmızısı şu anda hafifçe solmuştu. G idecekleri yeri ne d iye saklamıştı ? a Boğaza mı olur, Adalar'a m ı . » Nereye gideceklerini dosdoğ- ·

101


ru söyleyemez miydi sank i ? Arkalarma takılacak de­ ğildi herhalde. Allah saklasın, öldürserer takı lmaz­ dı. N e münasebet? Şoförün karısı mı o ? Yoluna al­ tın serseler gene de.. Hem canım, Boğaz, Adalar görülmedik yerler m i ? Pencereden çeki ldi. Ş imdi ne yapmal ıydı ? Gözü duvardaki el ayna­ s ı n a i l işti. G itti, aldı, baktı yüzüne: Aman yarabbi ! Rengi ne kadar da solmuştu. Boyansa? Fena olmaz­ dı belki ama, boyası da hiç iyi değildi. Şoförünkinl n kullandıı}ından. Yerl i . Halbuki kocasından Avrupa istemişti . Unutuyordu boyuna, boyuna unutuyordu sorscm. Herkesin kocası karı larının bir dediğini iki r:tmiyor, dudak boyalarının Avrupa'sını getird i kten başka, vakitsiz gelip gezmeğe bi l e götürüyariardı ka­ r ı l a rı n ı .

Günahı kadar sevmediği, karşıkinin bir e v alt başı nda oturan şoförünkinin ses i : --

Hu huuu l

laınkn l t l l k l n pnncuroya çıktı : - No vıı r ? - Nereye gitti seninkiler böyle vakitsiz? Elinde ayna: - Bi lmem kardeş. Adalara mı, Boğaza mı ne .. - Sana da buyur demedi ler m i ? - A a ne münasebet? Deseler b i l e gider miyim? - Başka. Yarım elma, gönü l alma şekerim .. - Doğru. - Adam neden çalışmamış bugü n ? - Kimbi lir? - O densiz karı mutlaka asıldı, bugün beni 1 1lakl bir yerlere götür diye. Canciğer dostun ama' bak, gidecekleri yeri senden b i l e sakladı ! _ Içini çekti: - Sakladı. - Sense onun için canını verirsin. Hem nedir o patlıcan moru tayyör? Bedava verseler g iymem ı Elinde olmayarak: ·

102


- Ben de. Demin canciğer dostun diye laf çak­ tın. Haklısın ama, bugünlerde bir şeyler oldu kadı­ na. O patlıcan moru tayyörü d i kinmeden önce hiç böyle değildi. Bir de şu hafta arası gezmeğe git­ mek. Bayram değ i l , seyran değ i l . - Patlıcan moru tayyörü diki ndi ya! - Doğru, mahalleye gösteriş. Boğazda, Adalarda beni m, benimkinin zengi n zengin akrabaları, ahbapları var. Allah aşkına gelin, gece yatısına kal ı n diye yalvarırlar da adı mımı atmam ! Şoförünkü iştahla: - Hay d i l i ne sağ l ı k -dedi-. Tıpkı ben. Val iahi benim de, benimkinin de öyle hatı rl ı , yüksek, zengi n akrabaları , ahbapları var da, b i r günden bir güne. Mesela Taşkasap'taki zengin akrabamız. Kızını ev­ lendirecek, ant verdi de zorla gittim. Tabii hayrına çağırmazlar beni. Aman Ayşe hanım, sen maldan anlarsın, şu kızın çeh izlerini birlikte alalım. G i ttik. Gitmeden önce sofraya buyur etti l er. Yemek takımı tekmi l porselen. Seksen parça mı, yüz seksen par­ ça mı ne? Israr ısrar üstüne, gümüş çatal kaşıklar­ la şöyle bi rkaç lokma . . . Sonra da atladı k hususile ri­ ne, ver elini Beyoğl u ! - Bizim Maçka'daki akrabalar gibi.. - Duur. Kızına l ake takım aldık. Yedi bin beşyüz mü, on bin mi ne? - Bizim akrabalar kızlarının bütün beyaz işle­ rini hususi olarak Olgunlaşma Enstitüsüne ısmarla­ dı lar!

Birden bir çocuk çığlığı. Şoförünkl üç yaşındaki oğlunu çığlığından tanıyarak koştu. Seriki yalnız kal ı nca arkadaşının patlıcan moru tayyörünü yeni­ den düşünrneğe başladı. Hem patlıcan moru tay­ yörünü, hem de ası l , arkadaşının çok zarif çizgile­ ri n i . Kendini 8.8. mi sanıyordu yani ? Sanardı sanar103


dı . Patlıcan moru tayyörü dikindi dikinel i , terzinin­ kinin dediği gibi, gerçekten de değişmişti kadın. Şu terzininki. Bir parça öğüngeçti ama, olsun. Öteki gibi patl ıcan moru tayyör dikini nce değişmezdi her­ halde. Değişse bile dikindiği yoktu ki ! içini çekti : - Pis -dedi sesli ses l i . Sonra çevresine bakındı , duyanın o l u p olmadı­ ğını arandı, yoktu. Patlıcan morunu da hiç sevmez­ di ama, kime diktirmişti o kad ı n acaba? Sorulsa, çalımla: " Beyoğl u 'nda bizimkin i n tan ıdığı yüksek bir kad ın terzisi var, ona diktirdim ! " derd i . Derdi derdi.. Bil miyor mu bunca yıllık ahbabını? Pencereden çeki ldi, yerden süpürgeyi aldı. N e diye süpürecekti sanki ? Kimin evi n i ? Patlıcan mo­ ru tayyörl ük al mayan, hafta arası çıkıverip karısını gezmeğe götürmeyen bir kocanın evi n i mi? Süpürgeyi kaldırıp att ı . Patl ıcan morunu da hiç sevmezdi üstel ik. Se­ ver, sovmez. Koca olup alsın, hiç olmazsa almaktan söz oçs ındı bnkıılım, I steyecek miyd i ? Valiahi de is­ temezd i , bil lahi de. Sonra Boğaza, Adalara gezmeğe gitmek. Gitmezdi. Allah bin türlü belasını versi n ki gitmezd i ! Tarağı a l ı p ayna karşısına yeniden geçti . Saç­ larını hırslı hırsl ı üst üste taradı . Kocası • Gece ba­ şı sana çok yakışıyor! derdi. Yalnız gece başı m ı ? Ne yakışmazdı ki ? Alışkın parmaklarla saçl arını toplayıp kıvırd ı , büktü, tokalarla tutturdu . Aklına yerl i , berbat ruju geli nce tokaları mokaları çıkarıp saçın ı n toplanmış­ lığını bozdu, dağıttı. Hayır, kocasının, anlayışsız ko­ casının istediği, istediği değil beğendiği başı yap­ mayacaktı. Yapmayacaktı işte, yapmayacak! O ada­ ma hiç b ! r şey layık değildi. Anlayışsız, vurdum duymaz, aptal bir kocaya güzel görünüp, hoşuna git­ mekten ne çı kacaktı ? •

104


Ayna el inden düştü. Sedire bıraktı kendini, hıç­ kı rmaya başladı. Akşam işinden yorgun argın dönen adam karı­ sının alnını tülbentle bağ lı buldu. Yanına gitti, sevdi, okşadı , sordu soruşturdu. Kadı n boyuna sessizce ağ­ lıyordu. Sonra kalktı. Yemeği i steksizlikle hazırlad ı . Ancak yatağa girdi kleri zaman karısının ağzın­ dan laf alabi ldi: - Bana bak! Bana patlıcan moru tayyörlük alacaksın! Adam güldü : -Başka şekeri m ? - Avrupa dudak boyası ! - Başka? Küçük bir çekimseri ikten sonra: - Hafta arası eve geleceksin bir gün. Boğaz'a mı olur, Adalar'a m ı , gezmeğe g ideceğiz! Adam üzerinde durmadı .

105


YÜRÜ VA KULUM

Bütün mesele, « Cenab-ı Allah »ın, di lediği sev­ diği ku luna : «Yü rü ya kulum ! » demesinde. Dedi mi, diplarnan varmış, yokmuş, ağzını açtın mı ağzın­ dan yağ bal akarmış hava. Bütün mesele, ·Yürü ya kulumi n deni lmeslnde. Dendi ml kul bir yürür, bir yürOr, bir yürüı· ki, a rtık önüne ne dağ, ne hayır, ne d e dem i r perde durabi l i r! Halil ağa da, a Cenab-ı Allah•ın uVürü ya kulu m ! • dediği mutlu kişi lerdendi . Biri nci Büyük harpte, yani ünlü deyimiyle « Harb-i Umumi» de Çanakkale;de ingi l i z şarapnalleri altında Rahmeti Rahman'a kavu­ şan babasından onlara hemen hemen hiç bir şey kalmamıştı. Zaten fakir adamı n biriydi. Kendi g ibi çu lsuz birinin zavallı kızıyle dünya evine girmiş, ağır aksak yaşayıp gidiyorlardı . Günün biri nde bir oğulları oldu. Köy yerinde, faki r kişilerin oğul l arı olmuş, kızları olmuş. . . H al i l de her köyl ü ailesinin çocuğu gibi köyün dere boylarında, kamıştan atia­ rı na binip, çamur çirkef içinde yalın ayaklanyle do­ laşarak sözde oynayan köylü arkadaşları gibi oyna­ dı. Boy attı. Babasının künyesi geldiği sıra vardı ye­ di sekiz yaşlarında. Yukarda Al lah, evde anası . Ana­ s ı , Hal i l 'ini besleyip büyütmek için el kapı larında 106


çal ıştı. K ı rd ı , sardı yetim oğlunu ellere muhtaç et­ medi. Oğul da hani sulak yerde boy atmış kavak g i­ bi uzadı kça uzuyordu. Enine değ i l , boyuna. Anasıyle bir süre el kapısına gitti . Tarlada çalıştı, sığır güt­ tüysa de nafi le. Bu upuzun, sipsivri boyla ufacık köyde neye yarayacaktı. Ü ste l i k köyün kısa, kal ı n cı lız, y a da nas ı lsa samirmiş veletleri • Kavak, ka­ vak, dangalak ! , d iye i leri geri laf ediyor, alaya a l ı­ yor! ard ı . Birkaç sefer üstlerine yürüyecek oldu, top­ lanıverd i l er, al aşağı , yer misin yemez misin? Anası baktı ki olacak gibi değ i l , ·Oğul • dedi bir gün. a Kulak ver sözüme: Gel başımızı alıp g idek bu­ ralardan! , Kavak Hal i l de çokluk düşünmüştü bunu ama, nereye gideceklerd l ? Dünya adına, Içinde doğup bü­ yüdüğü köyden başkasını bilmlyordu ki. G idek ana, g idek a, nlreye ? • Anasının hayli işlenmiş fikirleri vard ı : Herkesin g ittiği yere bire oğu l . Eliilem na­ s ı l gidiyor? Gidince nasıl paralar kazanıyor? Yeter hımbıl yaşadığımız. Öleceksak de varak şaherde ölek! • Kavak Hal i l şöyle bir düşünd ü : Sanki yaşıyor­ lar mıyd ı ? Sabahlardan akşamiara dek çalış Al lah çal ış. Boğazları zor doyuyordu. Oysa şehi re varıp iyi kötü birtakım i ş lerin kuyruğundan tutanlar köy yerine pantolon, sako, kasket. yeni ayakkaplariyle gel iyor, köylüye caka satıyorlardı. Işte tam o sıra • Cenab-ı Allah•, · Yürü ya ku­ lum ! • demiş olacaktı ki, Kavak Hal i l : • Eyl ya be ana• dedi. • Kadere kı rk beş. Va­ rak gidek biz de nolacağsa bir i ki . . . • Şehrin yolunu tuttul ar. Nas ı l tuttukları ayrı bir konu. Tuttular, şehirde hemşerl lerlnl buldular. Bul­ dular a, şehir yerinde de olsa hal i l mal l ı olmayın­ ca hemşeri beleş beleşine yaralı parmağa işemlyor­ du. Onun için, tez elden ayrı ldılar hemşeri l erinden, el kapılarında sürtmeğe başladılar. Sürterken süru-

ıc -

-

107


terken şehrin dilini de bel lemeğe başlamışlard ı . Ka­ vak Halil fabri katör b i r pamuk tüccarın ı n yanında gündelikçi l i k yapıyordu. Anası da fabri katörün evin­ de, tahta, çamaşır, hayvan bakımıyle gününü gün ediyor, efend ilerle hanımların sofralarından artan­ larla karnını doyuruyor, aydan aya aldığı parasının üstüne de düğüm değ i l düğümler atıyordu. Bir sefer · Cenab-ı Allah», ·Yürü ya kulum ! » dem işti ya! Kavak Hal i l de, ağasının gözüne gi rmekte gecikmed l . Ağa içtenliğini pek sevmişti Kavak'ın . Lan Kavak ! • Emret ağam .. • mı ta­ cı- Tavık mı yımırtadan çıktı, yımırta vıktan?• Gerçi Kavak'ın bel irg i n b i r fikri yoktu ama, ne­ sine gerek? Onun derdi zoru, ağasının hoşuna git· mekti. Ağası tatsız tatsız da olsa güldü mü, kabına sığamıyor, anl ıyordu tal ihinin güneş i n i n bu adam­ dan doğacağını. ister cı- Vnllnha ağam Ister tavık yımırtadan, yımırta tavıktan çıksın. Bu işlere benim kuş beyni· m i n fosforu yetmez. Ben senin canıyın bülbülünü yirim. Emret, yolunda ölüyüm ! • Binin yarısı kaç Kavak? · Bini bi lmem k i yarısını bil iyim ağam ? Allah sana uzun ömürler virsin, amin! • Bayı lıyordu fabrikatör ağa. Derken sınamaya baş­ ladı . içi nde kaç bin l i rasının bulunduğunu gayet iyi bildiği kasasının anahtarını üstünde unutup namaza durdu, ya da çekti fabrika içierini dolaşmaya gitti. Dönüşte sezdirmeden saydı paralarını tastamamd ı . Bir tek kuruşuna bile i l iş i lmemişti . O deği lden para düşürdü zaman zaman. Kaç para düşürdüyse, Kavak şıp, getirip tesl i m ediyordu. iyice, ama iyice sına­ d ı . Sonunda: Eferim u lan Kavak! " dedi. · Anladım ki sen benim has adamımsın. Dile benden ne d i l ersen . • ••-

«-

• -

•-

.

108


Kavak hiç bir şey d i lemed i : Canıyı n sağlığını di lerim ağam ! • Ağa kasasının kapısını açtı : Al, ne kadar alırsan a l ! n Kavak: Haşa! " diye geriledi. «- Niye? » « - Ben seni n kapıyın itiyim ağam. Senin ca­ n ı n sağ olduktan kel li paraya ne möhtaçlığım var ki?» «- Eyi a m a oğlum, ölümlü bir dünya şunun şurası. Yarı n, bel l i olmaz. Bana bir emri hak vaki oluverirse, varislerim sana meteliği kurban iderler. Aptal l ı ğ ı sahabına bırak da al had i al ! • Almad ı : «- Sen in canı n sağ olmadıktan sonra nörü­ yüm parayı pu lu? .. Ağa anl ıyordu bu saf ve temiz köylü delikanlı­ sının ağasını gerçekten sevdiğini. Ü stünü başını düzmüş, boynuna kravat takmı ştı . Elinde çanta, Ka­ vak Hal i l fabrikadan bankaya, ne bankas ı , çeşitli bankalara yüz binlerce l ira taşıyor, bankalardan yüz binlerce l i ra. çekip fabrikaya, ağasına getiriyordu. Aradan yıl lar geçti. Ağa daha yaşland ı . Yaşiandı ya, memlekette de bir şeyler olmaya başlamış, .. oemir­ kırasici l i k rı icat edilmi şti . Ağa tek partidend i . ikin­ ci, üçüncü parti ler kurulup, yeni parti lerin ağanın ticaretine daha uygun olduğu anlaş ı l ı nca, ağa kese­ n i n ağzını açtı, yeni partiye Kavak Halil eliyle yar­ d ı mlarda bulunmağa başlad ı . Bunun da nedeni var­ d ı : Eski parti Genel sekreteri , Ağa'nın yeni partiye büyük para yard ı m ı yaptığını öğrenmiş, bir gün te­ lefonu açıp veryansın etmişti : Bana bak ulan çarıkl ı ! Yeni partiye yardım ediyormuşsun. Ayağını denk al. Parti miz sayesi nde konduğun fabrikanı elinden al ıverir; seni yek ekme­ ğe muhtaç ederim ha! " Korkmuş, özür üstüne özür, eski partisi ndeki a-

o-

o-

.,_

109


kaydı nı yeni letmiş, binlerce l i ralık yardımlarda bu­ l unmuştu. Bulunmuştu ya, gön l ü yeni partideyd i . Kendi eski partiden görünür, Kavak H al i l 'i de yeni partiye yazdı rır, yard ımlarını Kavak eliyle yapardı. Zaten Kavak Halil d e çok geçmeden Kavakza­ de Hal i l ağa oluvermişti. Dünkü yarım pabuçlunun ·Ağan oluşuna en çok fabrikatörün oğul ları içerli­ yor, zibidinin ayağını almayı düşünüyorlard ı . Lakin ne mümkün? · Cenab-ı Allah • , · Yürü ya kulum! n dem işti bir sefer. Ağanı n oğul ları da kim oluyordu Zat-ı Klbrlya 'nın yanında? Kavakzade Halil ağa'nın yeni partiye yaptığı bağışları bir Allah bil iyordu, bir de bağışı asıl yapan fabrikatörle Kavakzade Hal i l ağa. Gel zaman, git zaman fabrikatör öldü. Yeni parti ezici bir çoğunlukla i ktidarı aldı ve Kavakzade Halil ağa da partinin gözdesi oluverd i . A rt ı k gelsin banka kredileri , gitsin dış yardım fonun­ dan kredi ler. Bu arada, Japonya'dan kocca bir d e fabrika getirtip kurdurdu mu? Eh artık tadından yen­ mezd l . Işler su gibi akıyor, taahhüt işleri birbirini koval ıyordu. Kavakzade Hal i l ağa memleketi n iş pi­ yasasında bir yıldız gibi parlıyordu, u Hayatta mu­ haffak olmanın şartları» üzeri ne konferanslar veri­ yordu. Ağzından her çıkan söz bir keramet gibi kar­ şı lanıyor, zarif sti lolarla defterlere notlanıyor, ya da · Ağa hazretleri •nin hoşuna g itsin diye notlanırmış gibi gözükülüyordu. O gün akşam, şehrin on büyük, en şık, prota­ kala en inceden ineeye riayet eden, en büyük lo­ kantasına geldi. Protokol şu bu umurunda değildi. Tam tersi. Pek çok yerde inceden I neeye aranan protokol , o anda aranmıyor, salla parti hal leri hoşa bile gidiyordu. Yani o, protokol 'un falan üstündey­ di. Açı k yaka gömleğ i , soba borusuna dönmüş adi dokuma pamuk pantolonu düğmelerinden biri ya da çokluk birkaçı kopmuş ceketi hoşa gidiyordu. Hele tamı tarnma köylü konuşmasına bayılınıyordu. 110


işi aceleydi besbe l l i , avaz avaz bağırd ı : - Garsun , heeey garsun oğlum! Lokanta sah i bi , şefgarson , garsonlar koşuştu­ lar. Yiyecek ne olduğunu sordu. En zarif, en pahal ı , e n aranan yığınla yemek adı sayı lıp döküldüysa de o hiç birinin üstünde durmad ı : - S i z bana kuru fasulyayla pi lav getirin, ça­ buk! Bir parça ekmek aldı, baylar, bayanlara karşı dişlemeğe başlad ı . Herkesin ona bakması umurun­ da bile değildi. Az sonra gelen kuru fasulyesiyle pi­ lavının yanına i ri bir baş kuru soğan da geldikten sonra, kuru soğanı masanın bembeyaz ve de kolalı örtüsü üzerinde yumrukla kırd ı , kovalanıyormuşça­ sına yemesine koyuldu. Dalmıştı . Birden masasının yanında efendiden birinin dlkl lmekte olduğunu dik­ kat ederek adamın yüzüne baktı . Adam klbar bl ri­ siydi, bir iş adamı . Utana sıkıla Türkiye'nin bil mem naresindeki bilmem hangi ihale i şinden bahsedlyor, ağa hazretleri şayet bu işin ihalesine g irmekten vaz­ geçerse, kendisine di l ediği paranın veri leceğini be­ l i rtiyordu. Anlamıştı : - Peki, -dedi-, vazgeçersam kaç l i ra vireceksin? Adam utana sıkı la: - On bin li ra, -dedi . Kavakzade b i r kahkaha attı: --:- On bin benim dişimin kovuğunu bile doldur­ maz. Get işine! On beş, yirm i , otuz, kırk . . . sonunda elli bin li­ raya razı oldu. O da nazla. Adam, elinde tuttuğu valizden elli tane binlik para destesini Kavakzade'­ nin yemek yediği masan ın kıyısına dizdi , üste l i k el­ l erini de öptükten sonra sevinçle çıktı g itti . Lokanta sahibi, şefgarson, garsonlar hayretler içi ndeydi ler. - Ağa ne parası bu? lll


- Bilmem. - Hangi i nşaatın i halesinden vazgeçtiniz? - Onu da bi lmem. Ve izah etti : - Ne ihaleden habarım vaaar, ne de bi şiy­ den. Sizin h�barı nız vars� benim de var! Mesele anlaşı lmıştı : Parayı veren adamın bağ­ lı olduğu şi rket, Kavakzade'nin bu ihaleye gireceği­ ni işitmiş, elli bin l i ra vererek ihaleden vazgeçme­ sini sağlam ıştı . işte böyle .. .. cenab-ı Al lah » , «Yürü ya kulum ! » derse insan Kavakzade g ibi yürür.

1 12


YERLi TURiST

Gerçekten de .. Erkek gibi • yürüyordu kadın ! Sırtı nda astragan manto, ayaklarında rugan is­ karpi nler, elinde rugan çanta . . . Mevsim mart orta­ ları . Yukarda gri kal ı n bulutlar, hava da ayaz kesi­ yordu. Dağ gibi delikanlılar bile kal ı n paltolarına sa­ rınmışlar, kaşkol ları n ı çenelerine çekmişlerd i . Ban­ kalar caddesinin sıra s ı ra, dağlar gibi yapılarının ara­ larına sıkı şmış sokakları karşıdan karşıya geçerken rüzgarlarmış gibi hava, mart ortalarının gri havası i l i kleri nden kavrıyordu i nsan ı . « Erkek g i b i · yürüyordu kad ı n ! S ı rtı ndaki manto kal ındı ama, o kadar. Kahve­ rengi astragan mantonun altında gül kurusu incecik ipekliden bir elbise, yakası taa yüklü memelerinin nerdeyse uçlarına kadar açıktı. Vız geliyordu mart ortaları n ı n gri , keskin ayaz ı . Az önce yanından ge­ çerken « U ian erkek gibi karı be! .. d iyen hamal l arın hakları vard ı . Rüzgarlaşmış, buz gibi havayı , mart ortaların ı n gri havası n ı göğüsleye göğüsleye yürü­ yordu. Durdu b i r ara. Yorulmuş muydu? Belki . Ama daha çok laf olsun diye yanından geçmekte olan arabaya seslendi : - Taks i l J J3


Şoför kuwetli bir frenle durdu . Genç kadın arabaya gird i . Harman paketinden bir sigara yakışı vard ı , şoför kes i l ivermişti. O da az önceki harnallar gibi kend i kendine: · U i an erkek gi· bi karı be! .. diye geçird i . Aşkolsun kızım, helal olsun bu yol lar! " Dikiz aynasını ayariayıp sordu: - Nereye abla? - Nereye gidiyorsun? - Buralı deği lsiniz gal iba? Hep o • Erkek gibi • cevaplad ı : - Ayıp ettin abi ! Şoför yarım sağla arkaya döndü: - N iye? - Su katılmamış Cihangirl i 'yim anam babam. Üç ay Anadolu'da kaldıksa s i l i ndik mi defterinden istanbul 'un? - Yeşeeee -dedi şoför. - Sen de yeşe hemşerim -karşı lığını aldı. Aldı ya, akl ı ndan da � o biçim galiba• gibiler­ den geçlrmedl değil. Hazır Abanoz'u da kapatmış­ lardı, neden olması n? Karı bal gibi .. vol • yapıyor ol<ıbi l irdi . Ciddileşti : - Şişl i 'ye kadar gidiyorum · dedi . � iyi ya. - Taksi mi? - Yok canım. - M<ıdem taksi değ i l , demi ndenberi ne diye mayt<ıp geçiyorsun bizimle Allahın kulu? Kadın Harman sigara paketini uzattı : - Yak da ciğerlerin bayram etsin! Şoför i nadına: - Benim Birinciyi senin Harman 'ına değişmem - dedi . - Yeşeeeee. - Sen de yeşeeee . . . Fakat bozulmamışsa bile içeriemişti şoför. Aba«

1 14


noz'dan diplomal ıysa ne diye işletiyordu taksi maksi diye? Hani lafı uzatabi l i r istese . .. Taks i , demiş arabay ı durdurmuş, atlamış, sonra da .. Kadın, akl ından geçenleri anlamışçasına: - Taksi olsun aslanım -dedi-. Taksi olsun. Yolda rest geti rdiğin fiyakalı müşterileri egavla! Yolun sağı nda uzun boylu, geniş omuzlu, fotoğ­ raf makineli bir delikan l ı gel ip geçen dolmuşlara el sal lıyordu. Kadın gördü, kıvtrcık siyah saçlarıyle dimdik delikaniıyı pek beğenerek: - Şunu al -dedi . Alı nması istenen genç adam d a zaten el kaldırmıştı. Şoför durdu. Genç ad am: - Taksim -ded i . - Atla! Atladı, attamasıyle de kadına tasiayıp kend ine gelmesi bir oldu. Vay anasını ne kadındı be! Kah­ verengi kal ı n mantasunun altında meme uçları na ka­ dar açık göğsü bir yana, mantosuyle elbisesinin ete­ ği savrulmuş, hacakları olanca zeng inl iğiyle . . . Gözleri karararak kadının eteğine uzandı , çekti : - Buna hakkınız yok! Kadın şaşmad ı , kızmad ı . Güldü sadece: - Neden? - insanı tahrik etmeğe hakkı nız yok diyoru m ! - N 'olur? -dedi kadın sakin sakin. - Ne mi olur? - Öyle ya. Ne olur? Ne çı kar? Şoför kulak kesilmişti. Kadı n Abanoz'dakilerden de başka, daha azgı n mıyd ı ? Meydan mı okuyordu erkeklere? Genç adam : - Lahavle vela kuvvete illa biliii -ded i . - Hah hah hah haaaay, -diye güldü kadın. .

- Benimle alay m ı ediyorsunuz? - Ya siz bana hakaret m i ? - Del i misiniz siz? 1 15


Kadın birdenbire gerçekten bir deli gibi ciddi­ leşerek: - Evet, -dedi. Çantası ndan çıkardığı on l i ralık banknotu şofö­ re uzattı: - Al bunu, dur! Araba kuvvetl i bir frenle tam Şişhane'de durdu . Kadı n indi. Fotoğraf makinesinden gazeteci olduğu anlaşılan genç adama emretti adeta: - Sen de I n ! Genç adam da indi. Yanyana yürürneğe başla­ dı lar Tepebaşı asfaltında. Şoför donmuş kalmıştı . Arkalarından baktı baktı , sonra .. zilli diye söylendi , daha sonra gaziadı arabayı . Genç kadın, genç adam ın koluna girmişti : - Bütün bu hareketlerim seni yadı rgattı değ i l mi? - Bi raz. - Belki de o biçim olduğuma hükmetti n? - De� l l misin? Gonç kAd ın kolundan çıktı genç adamın: Do[j l l l nı -ded i . Gerçekten d e değ i ldi ama, o n a bunu en kısa yoldan, en i nand ı rıcı biçimde nasıl anlatmal ıyd ı ? Nasıl anlatmalıydı k i ai lesinin hemen hemen zorla verd i kleri Anadalulu kaba saba bir adamla köylerde hamur tahtaları , öküz camız böğürtüleri , beygi r kiş­ nemeleri arasında çıldıracak hal lere girmiş, kocası­ nın, kocas ından geçti m, kayınbabasıyle , kaynana, görümeelerinin yaban ı l , kaba, kubat havasından kur­ tulunca istanbu l 'da bir gün, evet sadece bir gün i stanbulluların istediği nce yaşayacaktır! - Demek o biçim değilsin? -dedi gazeteci . - Değ i l i m dedim ya! Tep �başı'na varmadan, soldaki kıyıdan Haliç'e bakarak ağır ağır yürüyorlard ı . Genç kadın durdu. Elinden tuttu genç adam ı : - Bana I k i kadeh bir şeyler ısmarla -dedi . •

-·-

116


- Peki. - Geceyi birlikte geçirecek garsonyerin filan var m ı ? - Kolay. - Yarın şen kendi yoluna, ben kendi yoluma gideceğiz çünkü. Yarından itibaren Namuslu dul • pozunu takınacağım. Beni anlamıyorsun ama, zarar yok. Hele iki kadeh atalım . . . Genç gazetecinin kolunda içkili bir meyhane­ nin yolunu tuttu. u

117


C lVI K

Geceydi . Sekiz buçuk suları . i çki li lokanta duman duma­ naydı uğultu, uğultu . . . Bu duman duman, bu uğultu uğu ltu havaya yakışmıyordu delikanl ılar. Dirsekiere kadar sıva l ı kollarıyle beyaz mi ntanları Içinde ikisi de terütazoyd l . Al ınları birer tabaka ka?jıt gibi kı­ rışıksız. Biri esmerd i , öteki sarışın . . . Saçları taralı değil, darmadağ ı n hiç değildi. Yakışmıyorlardı doğ­ rucası bu içkili lokantaya. Büyüklüğe, büyümüşlüğe özendikleri besbel liydi. içki li lokanta, ya da düpe­ düz ayak meyhanesi gedikii ierine y ı l lar y ı l ı özenmiş olacaklard ı . Büyükler gibi oturup sigara, rakı içebil­ menin sevinci içinde gibiydi ler. Belki de aşık. Ne konuştuklarını duymuyordum ama, heyecanla anlat­ tıkları şey başka ne olabi lir? Pol itika m ı ? M ümkün ama daha çok ilk aşkları üzerin e konuşmal ıydı bu yaştaki del i kanl ı l ar. Belki de üniversiteye girecek­ ferd i , ya da Etibank, Sümerbank gibi kurumların Av­ rupa'da öğrenim s ınaviarına girm işlerdi de sonucun ne olabileceği uzerinde duruyorlard ı . içki li lokantanın i nsan, dolmuş, otobüs, troley­ büs kaynaşan Aksaray gecesine açık penceresi önündeki küçük masaya karşılıklı oturmuşlardı. Yu118


valarında zekice dönen , sağı solu kollayan kuşkulu bakışlarıyle, konuşuyor, habi re konuşuyorlard ı . Sağı solu kuşkuyle kollayan bakışları, konuştukları belki de çok ayıp şeyin başkalarınca işiti l i p i şiti lmediğini anlamak içind i . H e r neyse. Dışarıda, elektriklerin yarı buçuk aydınlattığı hala sıcak istanbul geces i , masalarında yeş i l biber, soğan, siyah zeytin l e içli domates salataları , buz dolabı nda iyice soğumaktan duman gibi, sis gibi ter­ lemiş rakı ları, ekmekleri , köfteleri filan. Ben bir masa bu yanlarındaydım. Onlara ba­ karken, yıllarca önces i n i , on dokuz yaşımı düşünü­ yordum. a M amleketime gideceğim. BırakmazsaniZ kaçacağı m! .. diye babama baş kaldırıp Beyrut'tan memleketi me yeni dönmüştüm. Sabahlardan akşam­ Iara kadar futbol oynuyorum, oynuyoruz. Tıpkı bun­ lar kadardım. Yendiğimiz bir maçtan sonra kulüpçe götürüldüğümüz Seyhan nehri kıyısı ndaki Şafak ga­ zi nosu. içtiğim, içtiğimiz i l k ra kı ? Öteki leri bi l mem ama, rakıyı ağzıma i l k koyuyordum. içimde babam, babamın kal ı n kaşl ı , çatık yasakları , kutsal kitabı n a Damlasına bile basan katir olur! • yasağı. Buzlu ra­ kı yudumları bu kal ı n kaşlı korkuyle kutsal yasağ ı n öfkeli bakışiarına buz g i b i i n m i ş , her şeyi dağıtmış­ tı. Ne babam , ne de başkası. Ü çüncü, dördüncü ka­ dehlerden sonra dünyaya buzlu cam ardı ndan bak­ mağa başlamıştı m ! Önce kal ı n , küstah, hatta terbiyesiz b i r sarhoş ıslığı g i rdi içki l i lokantadan içeri . Sonra uzamı ş s a­ kalıyle cıvık, kaypak, ıslığı kadar küstah adam içeri gi rmeseyd i , rakıya, şaraba, rakı şaraptan başka çe­ şitli içki lere al ıştınldıktan sonraki yağmurlu, soğuk fabrika gecelerinin, aTaşçıkan • denen Adana genel­ evleri , barların ı n al, yeşil, mor, sarı , b eyaz tuvalet­ leri içi ndeki ağzı cıgaral ı kadı nlarla yüklü resim leri içimde kaynaşacaktı. Ama olmadı. içki l i lokantadan Içeri önce sulu, cıvık bir ıslık hal i nde g i ren kaypak 119


adam , bakışlarımı ardından sürükleyerek pencere önündeki del ikanl ı ların yanına gitti , elleri arkasında ayakta durmağa çal ışt ı . Duramıyordu ; yıkıldı yıkıla­ cak. Baktı , baktı, güldü, sonra: - Merhaba ! -dedi. Del i kanl ı lar önce ona baktı lar, sonra bakıştı lar. Daha sonra da çaresiz : - Merhaba -dedi ler. - Çekiyor musunuz? Esmerl : - Çekiyoruz. Başını salladı, güldü : - Demek çekiyorsunuz? - Çekiyoruz. - N iye çekiyorsunuz? Delikanlılara tuhaf bir sinirlilik gelmişti. Bu da laf m ıydı yani ? - Ikiniz d e kiyaksınız ha! - Öyle m i ? - Hayır, akşami Delikanlı lar onunla laf ı uzotmamak Için olacak, sırtlarını dönüp az önceki yorani lkierine koyulmağı denedi lerse de olmad ı . Sarışı n ı n omzunu dürttü : - Akşam değ i l m i ? Sarışın sertçe baktı : - Evet, akşam ! - Öyleyse bana bir kadeh rakı verin! Esmer seslend i : - Garson, beye b i r duble rakı ver! Tınmadı bile: - Beni başınızdan m ı atıyorsunuz yan i ? Ben di lenci miyim ? i kisi birden: - Yoo, estağfurullah . . . - Öte fırla. Ben istesem şimdi masanızı dağıtı r, ikinizi birden döverim i Karşılık alamayınca esmerin pazısını yokladı: - Kolun da s ı kı ha! 120


Esmer ayağa ş imşek gibi kalkt ı : - Defol l a n burdan ! . Uzamış saka l l ı , cıvık, sulu adam arkaya doğru sendel edi : - Bana, bana ha? Masanın üzerindeki rakı ş işesini kaptı, fırlata­ cakken, sarışın bir yumruk, sulu yerlere. Şişe kırıl­ dı. Garson, içki l i lokanta sahibi, sonra da bekçi , po­ lis. B i r kolunda bekçi, ötekinde pol is, karakota sü­ rüklenirken yalvarıyordu: - Abi ler, abilerim, davacı olmayın. M eyhane­ ciye bozulmuştum, maksat ona posta. Ayaklarınızın altını öpeyim, davacı olmayın ! Yaşta o da del i kanlılar kadardı.

121


BiR DAL GiBi

Orta l ı k henüz kararıyor. Tam da Cağaloğlu oto­ büs durağ ı n ı n oradan geçiyorum. Bu durak her za­ man kalabalık olur. Bugün terütenha. Dalmışım. Bir­ den b i r genç kız, hayır hayı r b i r çocuk çığl ığı : - Annocl lm, annocl l l m , anneci l l l m l l l Dalgınlı�ımdan sıyrı l ı p, sesin geldi�l yana deh­ şetle baktı m : Bir dal kadar Ince, çocukluktan genç kızlığa henüz geçmiş ya da geçmekte b i r kızcağız. Sırtı ndaki lacivert yün h ı rkası rengini atmış, gene reng i n i atmış siyah, tafta etekl iği. El i nde de küçücük çantası. Her haliyle çocuk, her haliyle zava l l ı , her haliyle acı nacak halde. Kaba kıyım bir adam, şık mı şık, kızcağızı bi le­ ği nden tutmuş sürüklerneğe çalışıyor: - Gel diyorum ! - Gelmiyeceğim işte, anneciğim, anneciğim .. Bırak ben i ! - Fena olur sonra, gel diyorum kız!

Çekişme uzayıp gidiyor. Adam, ayı yapıl ı adam, olanca gücüyle çekti ml, kızcağız tüy gibi ama di­ reniyor. Çömelmiş, derken sürükleniyor yerde, git122


m iyar, gitmek istemiyor. Eteklerinin altında zaman zaman gözüken hacakları nari n, çocuksu, taze. Sakuluyorum merakla. I stanbul gibi, hele Ca­ ğaloğlu gibi Istanbul 'un da göbeği nde bir yer burası . Burada bir genç kız nasıl bileğinden sürüklenebil i r? Ne cesaret bu? Babası m ı ? Amcası , dayısı, eniştesi mi? K ı z h e p d i reniyor, bağırıyor kuşlar gibi : - Anneciim, annecliim, anneci i i i m . Bırak ben i , gitmiyeceğim işte , gitmiyeceği m ! H emen b i r kalabal ı k toplanmıştır. Soruyoruz: - Hey arkadaş, kendine gel . Ne oluyorsun ? Şöyle b i r bakıyor bize. Kızgın ayı öfkesi . Homurdanıyor: - Ne var? Ne istiyorsunuz? - Sen ne Istiyorsun kızdan? - işçi m benim. Işi bıraktı . . . Kız artı k korkmuyor. - Yalan -di yor-. Ben onun işçisi falan değ i l i m ! - Va? -diyorum. - H iç bir şeyi ! Kızın ciğeri n i sökecekmişçesine bakıyor, gene homurdanıyor: - Peki. Birazdan eve geleceksi n deği l m i ? Kalabalığın çeşitli soruları " Ayı .. yı şaş ı rtıyor: - Ne yapacaksın evde kıza? - Dövecek misin? - Boğacak mısın yoksa? ? ...? Kızcağ ız bir dal kadar taze, bir yavru karaca kadar ürkek. Adamsa kalabalığın hışmından korka­ rak geril iyor. Kıza: - Karakola g idelim gel -diyorum-. Bak, hepi­ miz şahitizi Sağdan, soldan bu fi kre katı lanlar. Ama kızda bir korku. · · · · · · · · ·

123


- Niçin gitmiyorsun? - Öldürü r sonra ben i ! - Peki, neyin? - Bu mu? Hiç. Annemi n ustası .. - Ne iş yapıyor annen? - Bunun atölyesi nde çal ışıyor, terzi .. Adam çoktan tabanları kaldırmıştır. Kalabalığın arasından yanyana uzaklaşıyoruz. - Seni evine götüreyim m i ? - Zahmet olmaz m ı ? - Yok can ım . . Yanyana yürüyoruz. Çemberlitaş, Beyazı t, sola sapıyoruz, Kumkapı 'ya doğru dik bir yokuş u in iyo­ ruz yan yana. Annesi çalışıyormuş o kabakıyım ada­ m ı n yanında. - Sen? -dedim. - Ben çalışmıyorum onun yanı nda. Annemi görmek için dükkanına gittikçe bana asılmağa baş­ lad ı . Halbuki ben, okulumu biti rmek Istiyorum. Ba­ na ne ondan? - Okula mı gidiyorsun ? - Orta Ikiden ayrı ldım. Ders çalışıyorum. Ortanın biti rme imtihanlarına g i receğim. - Şimdi nerden geliyordun? - B i r kitapçı yanında çalışıyorum da . . . - Hem çal ışıyor, hem d e imtihanlara m ı hazırlanıyorsun? - Evet. - Peki ne Istiyor senden? Kulaklarına kadar kızarıyor. Israr ediyorum: - Ha? - Karımı boşayıp seni alacağım diyor! - Sen? - Ben çocukum daha. Böyle şeyler söylenir mi bana? Ayıp değ i l mi? Babam diyor ki, Ortanı n i mtihanı n ı ver, lisede okutayım seni d iyor. Ben asıl okumak istiyorum: Okuyamasam bile, Orta diploma124


mı aldım mı bir bankaya g i reri m . Annemi el kapı­ sından kurtarırımi Kumkapı 'ya inen daracık sokakların elektrikleri yanmıştı. Sokak kapılarında kadınlar. Karşıdan kar­ şıya konuşup gülüşüyorlardı ki, birden gene o ! Kızcağız arkama kaçtı korkuyla. Önledim. Genç kız koşarak uzaklaştı. Adam ba­ na ne karıştığıını sordu. Anlattım : Acıyordum kıza, o kadar. - Bana da acı -dedi . - N için? - Seviyorum, del i oluyorum onun Için . . . Oysa, bir dal gibi karı şıp gitmişti elektri klerin a l acakaranlığında.

125


DAVI ŞOFÖR

·

KORSAN ARABA

Şofö rün yanındayı m, sağı mda sarışın bir bayar. oturuyordu. Genç şoför durmamacasına anlatıyordu : Altmış bin vermişti arabaya. Evet, narh Saraçhane'­ den Taksim'e altm ış diyordu ama, Unkapanı n 'dan Taksim'e yetmiş beş almazsa kurtarmazd ı . Altmış bindi bu boru değil 1 taralı Incelti lmiş sı msiyah bıyığı, gıcır gıcır saçları, kırışıksız al n ı . Yenlee paketinden bir cigara yakarken, sol undan açı k yeşil bir taksi kurşun gibi geçti . Del ikan l ı şoförümüzün ağzından clgara düş­ tü - Oha -dedi-, oha be! - Yanı ndaki pencereden başını uzatarak açı k yeşi l taksin i n ardından bastı küfürü. Gözleri dönmüştü. Yanımdaki kadını filan gördüğü yoktu. Geveze hafif bir maki neli gibi uzun uzun vcriştirdikten sonra- : Dayı şoför -dedi-. Kor­ san araba! Böylelerine araba tesl im eden mal sa­ hi pleriyle, ellerine şoför diye ehl iyet verenlere de bir hayli veriştirip, cümlelerini küfürle bağlıyordu- : Ah -dedi birinde-, çok değ i l , hükümetin yerinde üç gün ben olmalıyım ki.. - Ne yapard ın? -dedim. Etine Iğne dürtmüşüm gibi sertçe döndü, bak· tı, cigarasını yeniden ağzına koydu , kibriti çaktı. •

126


- Ne yapacağım -dedi-, narh marh kaldırır, mil­ leti serbest bırakırdım. - Düşük iktidar yaptı onu .. - Fena mıyd ı ? Ben o zaman bu arabay ı yeni almıştı m. Daha önce gece şoförlüğü yapıyordum. Atard ık gacoları , ver elini Bebek, Emirgan daha öte­ leri . Polis m i ? Cart V.C. l i vesikası üstel i k selam dunırdu pol isler! Arkadan birisi Iç çekti . Genç acar şoför hızla başını arkaya çevirip döndü: - Sen de yanı klardansın galiba? Dikiz aynası ndan görrneğe çalıştım. Besiden pelte pelte yüzünün yarısı görünüyordu. Ahlak bir yüz. - Eski çarnlar bardak oldu yavrum -dedi-. Aaaaah eski çamlarl Bir başkası sordu: - Sen ne iş yapardın bey amca? Dertli dertl i : - Tüccar -dedi. - Ne üzerine? - Sebze, meyve. Acar şoför: - Desene ki kabzımal l Karşılık vermed i . Derdi elle tutulacak kadar kntıyd ı , bel l i . Yarı m sol yaparak ablak yüzünün ta­ mamını görrneğe çalıştım. - Halde tevkif edilenler sekseni bulmuş doğ­ ru mu? -dedim. Adeta homurdandı : - Doğru. Doğru ama, bırak. Biz adam olmayız . Ne yapsak hava. - Niçin? - Valiaha istersen beni ihbar et. Ben kendi işiml b i l i r, söyleri m . Evet, devri lanierin suistimalieri yok değildi ama, hiç ol mazsa mil letin karı na kisbi­ ne karışmazlard ı ! Acar şoför neşeli bir n ara att ı : 127


- Yaşa amca, tamaaam! Kabzımal devam etti : - Beşe almış, on beşe, yüz beşe satmışım. Kime ne? Çalmıyorum ya? Gene şoför: - Tamam. - Hayat bi r mücadele. Gözü açık olan kazanı r. Yap, çat, kanma kand ı r. Ben h ı rsızları bi l e hoşgörü­ rüm. Hele yankesiciler. Benden yana helal olsun. Bu işler zeka, cesaret işi. Ama kanun nazarında suç­ muş. Kanun da hak l ı . Vursun beynine, altta kalan ı n canı çıksın. Ne dersin? Şoför heyecanla aldı sözü : hakkı - A ciz i nsan ı n bu dünyada yaşamağa ol mamal ı ! - D i n , iyman yolundan ayrı lma, günde beş vakit namazı n ı kıl, orucunu tut, fltreni zekatını ver. - O kadar. Eşalernek için sordum : - Ezan ı n Türkçe okunmasına ne dersiniz? - Vaı;ı -dedi kabzımal. --- Ya Yussıada'dnkllor? Kabzımal pirelenmlştl . Birden şoförün omzunu dürttü : - Beni şurada i ndi river evlat. Araba durdu , adam indi. Şoför: - Pirelendi enayi -dedi-. Tanırım madrabazdır. - Nası l yani ? - Nası l olacak Ali'nin külahını Vel l 'ye, Vel i 'n i nki Al i 'ye. Semtinde b i r Ve ocağı açtı, tamam . Ama aşk olsun. Bizim orda çok muhterem bir ihti­ yar var, der ki : u i ş bitiranin kı lıç kuşananı n . • Böyle DP gibi Ve gibi fırsatlar i nsan ı n eline her zaman geçmez. işlerin ası l tatlı devrinde askerdim. Bu iş­ ler birkaç sene daha mayna olmasayd ı , benim bunun gibi Iki arabam daha .. Yanımdaki sarış ı n bayan da Tarlabaşı 'ndaki lşkembeclnln önünde Indi. 128


- Demek şimdi başımızda bulunanl arda iş yok? - Bizim gibiler için hava tabii. Neden ? Her şey bindi narha kontrola. Yüz el l iye, iki buçuğa satı lan domates indi kı rka. Beyoğlu 'nda bütün mağazalar yüzde kı rk, e l l i ind i rme yapıyor. M i l l ette bir korku var. Mal ları el lerinden çı karıyorlar. ister misin yal­ nız DP nin başı ndakilerden değ i l , hepimizden mal beyanı istesinler? Demindenberi hiç söze karışmayan biri : - Hani o günler? -ded i . Şoför gene şimşek gibi döndü : - N e iş yaparsın sen? Kara kuru adam usulcacık cevapladı : - Memurum. - Onun için böyle konuşuyorsun . M i l letin yarısından çoğu o biçim. B i r eşeleseler tığteber ka­ l ı rlar. Reva m ı ? O kuru, kupkuru b i r şahlandı bir parlad ı : - Bizim s ı rtım ızdan b i r vurup yüz, beş yüz ka­ zanmak reva mıydı ya? Çoluk çocuk, ev sahibi kor­ kusundan yürek oynatmalarına kalmıştık. Mukavele seksen, herif al ı r açıktan yüz seksen. Çalamazs ı n , çı rpamazsı n e l i nde avucunda yok ki ticaret yapas ı n . Dünya tüccarı n . Otomobi l onlarda, apartman onlar­ da, karı ları çocukları ona keza. Deniz mevsimi gel i r, geçer b i r sefer, bir sefercik gidemezsin. Koca yaz , o eğlence yerleri si nemalar. Nerdeee? Araba Taksim durağı nda durdu indik. Yanyana yürüyoruz: - Peki nas ı l bir dünya istiyorsun? B i rbiri mizi tanıdığımız yok ama, ne zarar? Ek­ meğ ine haram karışmamış hakkına razı kalmış i n­ sanların an laşması ndan kolay ne var? - Ne beni m , ne de karımla çocukları mın gözü­ · müz yükseklerde değ i l , hükümet fiyatları ayarlasın, i l l e de ev kiralarını. Fiyatlar ve ev kiraları ayarlan­ dı m ı , aldığım maaş bol bol yeter. O zaman ben de 129


çoluk çocuğum da ferahlarız. Koca i stanbul 'da ya­ şa, yıllar yılı bir kerrecik olsun plaja, s inemaya, çal­ g ı l ı bahçeye gideme. N için ? Her gece, her gün gider.­ lerin bizden ne farkı var? Kafamda .. oayı şoför-Korsan araba" diyen deli­ kanlı şoför geçti .

130


ÜÇ BERDUŞ

Gülhane parkının büyük ağaçları altındaki sıra­ lardan birinde oturuyordum. Clgaramı ' tam yakar­ ken, geldi, oturmakta olduğum sıranın öbür ucuna kendini bıraktı . Mavi gözleri, sarı kıvır kıvır saçları vardı. Uzun boylu, zayıf, duru beyaz . . . Yüzüme ki barca baktı : - Bizim arkadaşlar geldiler mi acaba, gördü­ nüz mü? . . . Hiç tan ı madığım bir del i kan l ı n ı n hiç tanı mad ığım arkadaşlarını benden soruşu tuhafıma gitti . - Sizin arkadaşları tanım ıyorum ki . . . Gü ldü: - Amma da budalayı m. Affedersiniz. . . Necati i l e Gü ngör. i kisi de benim gibi berduş. Burada bu­ luşucaktık da . . . Kestim attım : - Görmedim. Arkadaşları az sonra geldiler. Ikisi de, benim s ı ranın ucunda oturan delikanl ı yaşı nda. Pek pek yirmişer . . . - M erhaba lan! -dedi biri . .. Merhaba denilen alınd ı : D

131


- Lan deme lan ! . . . . . . - Değ i l misin? . . . - Deği l i m tabii. Benim babam avukattı ! . . . Ü çüncü lafa karıştı : - Benimki de doktordu oğlum. Bırakal ım şim­ di mezar taşlarıyla övünmeyi, kerlz. Sen bugüne bak! . . . « Merhaba • diyen : - Çoktan mı bekl iyorsun? . . . Önce gelen ayağa kalkmıştı : - Yok can ım, az önce geldiydim. Cigaranız var mı? . . . Öbür ikisi güldü : - Ölü gözünde yaş mı anyorsun keriz? . . . - Hani dedenden b i r beşl ik iyedecektin ? - Edemedim . . . - Niye? Taş m ı koydu? . . . - i bne moruk yahu , dünya kadar parası var, has bi geçiyor! . . . - Bir gece . . . Kıhh . . . Ha? Bana baktı, clddi loştl : - Gevezell�l bırak! . . - Amcadan mı uyuz oldun? Boşver yahu . . . O da bizden . . . Öyle değil mi amca? . . . • Amca • sözüne al ışkındım. Biri nde benden hem yaşlı, hemde çok ama çok kart bir otobüs bi letçisi de aAmca bi let aldın m ı ? » d iye sormuştu da canım sıkı lm ıştı . Ondan sonra sık sık tekrarlandığı için, «Amcalığa» al ışmıştım! . . . - Ne! -dedim. .

- Zengin bir amcası var, Karun pezevenk. Çocuğa metelik koklatmıyor. Böyle dedeleri ne yapar­ sm sen ol san? . . . . Güldüm! . . . - Bizden -dedi-. Anam avradı m olsun bizden. Bu kaşara diyorum ki, lan diyorum, böyle dedenin ol masından olmaması daha hayırl ı . Bir gece namaz­ dan dönerken, kafasına bi r odun . . . Ha? . . . 132


Bütün dikkatleriyle bana bakıyorlardı. Verer-e­ ğim karşılık sanki önem l iydi . Ne dersem onu yape­ caktardı sanki. - Böyle şeylere hiç aklım ermez -dedim. - Sende de iş yok -diye yere tükürdü genç adam-. Karnım da bir aç ki ! . . . Ötekilerin d e açmış. Ama dedeyi bağmaktan dem vuran: - Bir paket cigara olsa açtığı alırdı -ded i . Ü çüncü payiadı : - Boşversene sen . . . Kayıntı gibi var m ı ? ikinci de o n u destekled i : - Tabii yahu ! . . . Cigara sözünü i l k eden: - Hem cigara, hem de kayıntı . . . -dedi-. Öyle değ i l mi Elvi s? . . . Elvis, tahta s ı ranın kenarı na i l işmiş benden ar­ kadaşları nın gelip gelmediğini sorandı! . . . - Elvis m i ? -dedi-. Asıl sen benziyorsun El' VIS e .1 . . . Bu sefer d e Elvis'e benzeyip benzamemek yü­ zünden bir tartışmadır tutturdular. Sonra bana dön­ düler: - Amca doğru söyle, Elvis'e ben mi benziyo­ rum, bu mu? . . . Elvis dediklerinin ünlü Amerikan şarkıcısı El­ vis Presley olduğunu anlamıştım ama, bi lmezlikten gelerek sordum : - Nedi r Elvis? . . . Ü çü ü ç yandan şaştı : - A a. . . - B i lmiyor musunuz? . . . - Sahi bilmiyor musunuz amca? . . . - Yoo -dedim. - Ayıp ayıp . . . istanbul 'da yaşıyorsunuz. I nsan Elvis Presley'i bi lmez m l ? . . . iki arkadaşını kolundan çeken sanş ı n : •

133


- Boşverin yahu gidel i m -dedi-. Daha Elvis'i bi lmiyor! . . Gülrneğe başladım. Alındılar. Onlara yalnız Elvis değ i l , başkalarını da sayınca, gene kızdı lar: - Ne diye bizi işletiyorsun? Üçü yanyana, uzaklaştıl ar. .

. . .

134


BiR BAŞKA KORKU

Karnı burnunda kadı n - A ll ah beni aran ızdan alsın d a kurtu lun! -ded i . Önündeki küçücük aynada sakal ı n ı kazımakta olan adam mırı ldandı : - Hani o günler! işine koyuldu. Kadı n böyle laflara alışıktı ama o an n edense kızd ı , sertçe döndü, baktı kocasına " Bi liyorum şa­ ka yapıyorsun, huyunu bil iyorum ama, hiç ol mazsa şu gebe halimde s ı rası m ı ? • demek isted i. Adamsa karısının bakışını aynada yakaladı , yanlış anlam çı­ kard ı : « Ne o? Ne biçim baktı öyl e? Bana karşı ha? Ben kelebek miyim yan i ? » Parlad ı : - Ne bakıyorsun? Kadının bakışı sert, ama adamın çı kardığı an­ lamda değildi. Tam tersi, kocasının boynuna sarıl­ mak, .. Biliyorsun bu seterk i doğumdan çok korku­ yorum. Geceleri düşlerime giriyor. Ölecekmişirrı gibi gel iyor val lahi. Belki de öl üveriri m. Ö lürsem, ö l üverirsem hiç acımayacağını da bil iyorum ama, gene de buna inanmak istemiyorum. Acı rsın d eğil m i ? Söyle acı r mısın?• demek, kendini adamı n 135


kol iarına atıp ağlamak, yıl larca önce sıcak bir Gü­ ney ş ehrinin kıyı mahal lesindeki tek gözden i baret odada annesinin ö!ümünü haber aldığı, kendini ba­ basının kol iarına attığı gün gibi ağlamak geçti için­ den. Bakışı değişti , yumuşadı , zaval l ı laştı. Adam, değişiveren bu bakışı da yad ı rgad ı . • Karı boyunduruğuna g i rdiği, kendini kılıbık sayan yanı » sil indi. Onda , ölüme yaklaşanların zaval l ı l ı­ ğını görür gibi oldu. Gerçekten de, ölüversel Önündeki küçük aynada odasının bir parçası gözüküyordu: Yer yer lekeli, eski bir kilim, kilimin üzerinde küçük, eski bir terl i k teki, en küçük oğ­ lunun terl i ğ i , renkli bir zıpzıp, o da en küçük oğ­ lunun zıpzıpı, boşalmış bir ruj tüpü, kızı nın ruj tü­ pü, m av i mavi yamalı sarı basmadan minderin ucu ... Bu minderi yıllarca önce babasının evinden getir­ mişti.

Yı llarca önce ! Şöyle böyle yirmi yı ldan çok. Yerdeki kilimi de kend isi getirmişti baba evi nden. O günden bu­ güne yer yer lckelonmlş, del lnmlş, eriyip akmıştı da yenisini alamam ışlard ı . Aynadaki öteberi lere yeniden baktı. B u sefer de en küçük oğlunun terl i k teki. B i r gün Mahm ut­ paşa'dan geçerken oğlan görmüş, i l laki al diye tut­ turmu ştu . Fazla parası da yoktu yanında ama almış­ tı. Öteki iki çocuğundan daha çok seviyordu bunu. Oysa yalnız geceleri değ i l , her fırsatta annesinin boynuna sıkı sıkı sarı l ı r, ne zaman • Erol , söyle yav­ rum, beni mi anneni mi daha çok seviyorsun?• di­ ye sorsa, çocuk hiç düşünmeden, isterse annesi o­ rada olmasın, · Annemi . . • deyiverird i . Y a kadın doğum yaparken ölüverir de oğlunu annesiz bırakırsa? Oğlunun incecik boynunda mavı mavi atan da­ marı hatı rladı. Çocuk zayıf, çelimslz olmasa, damar boyun eti içinde kaybolurdu. Zayıftı, çelimsizd i . An136


nesi ö l üverince de büsbütün zayıflar, hastalanırdı belki de. Kadının aklındansa, o her zamanki büyük tehli­ ke geçmişti : Komşunun on beşinde evl enip, on al­ tısında dul kalmış kızı Nurten! Kendisinin yirmi yıl önceki hal ini hatırlatan bu alabi ldiğine can l ı , bu ala­ bi ldiğine sağlık, neşe, gençlik fışkı ran genç dul ay­ lardanberi kafasını kemiren, zaman zaman da ö l ü­ mü hatırlatan, müthiş bir korkunun sonucu olarak, tenhalarda usul usul ağiatan bir kurttu içinde. Ya kocası onunla anlaşıverirse? Hem niçin anlaşma­ sm? Yirmi yıl önce kendisi de tıpkı Nurten gibi c ı­ vıl cıvı l olduğu için ardına düşmemiş m iydi? içini çekti. O da aynada buna di kkat ederek, ·Al lah beni aranızdan alsın da kurtulun l • dediği anın verdiği üzüntü lü havadan kurtulmak Için yarı şaka : - N iye kazı k gibi kakıldın öyle? Kadı n ne güldü, ne de karşı l ı k verdi. Adam bir başka şaka yaptı : - Bugünlerde de iyice külüstürledin bil iyor musun? Kadının içi nden, on altı yaşındaki cıvıl cıvı l dul kurşun gibi geçti : - Ne y�ayım? Kısmet bu kadarmı ş ! Adam sertçe döndü: - Niye? N e var? Ne oluyor? Kadın gözlerinin yaşardığını göstermernek için mutfağa geçti . Adam anlamıştı ne demek istendiğini. Anlamış­ tı ama, o, yani on altı yaşındaki cıvı l cıvıl dul, ara­ daki yirmi beş yaştan geçtim, bu tek gözden iba­ ret oda, bu yer yer leke l i , eski kilim, sarı yüzü ma­ vi mavi yamal ı mindere göre miyd i ? Bu, her zaman kaynamayan tencereye göre m iydi ? Yirmi yıldır kadının dayandığı, gık demediği yarı aç, es­ ki püskü kılık kıyafet ve sinemasız, tiyatrosuz ge­ l i p geçen günlere göre miyd i ? Elin çocuklarına, da137


ha doğrusu · Piçler�ine göre miyd i ? Dayanab i l i r miyd i ? Hayır, hayır, ölmemeliyd i . Yarı a ç , yarı tok, pabucu eski yeni , mantosu var yok, gezmeğe götü­ rülmemiş . . . ne yapıp yapı p kocasının önüne yiyece­ ğini koyuyor, odayı s i l i p süpürüyor, ortalığı kocası­ nı kızdı rmayacağını bildiği biçimde topluyordu. On altı yaşındaki cıvıl cıvı l dul bunları sürdürüp göru­ reb i l i r miyd i ? On altı yaşındaki dul eve gel i r gel­ mez evdeki eski püskülerle birl i kte evin yıllar yı l ı sürüp giden usulü, adetleri tırtınaya tutulmuşçasınıı darmadağı n olacaktı elbette. Kocasının gırtlağa ka­ dar borca girmesine aldırış etmeden yeni elbise­ ler, yeni eşyalardan başka her an kendisiyle uğra­ şı lması n ı , sinema, tiyatro, çalgı l ı gazinciara götürül­ mesini isteyecekti. istekleri yerine getiri lmedi mi de pencere önüne yaniayıp somurtacak, ev işl erine el sürmeyecek, yetişkin kız ı , ortanca oğluyle kav­ ga edecek, en küçük oğl unuysa, belki de maşayle dö­ vecekti . Kimbi l i r, bel ki de: • Çocuklarını istemi yo­ rum. Ya onlar, ya ben i diye dayatacak, başını alıp alıp gidecekti . Karısı bunları neden bilmiyor, niçin ikide bir genç dul'u hatı rlatıyordu? Boynundaki tıraş peşkirini çıkarıp kalkt ı . Mut­ fağa yavaşça geçti . Karısı ocağa dayanmış, ağlı­ yordu. Bin sefer söylemişti ağlamamasını. Gebeyd i . Can s ı kıntı ları, kötü düşünceler karnındaki ne zarar vereb i l ird i . Ne diye, ne diye laf anlamıyordu? - Ne o gene? Ne ağl ıyorsun? Kadı n bakmadı . Adam yaklaştı : - Sana söylüyorum! -Gene ora l ı ol mayınca omzunu dürttü-: Ha? N iye? Zorla karş ı l ı k verd i : - B i lmiyorum. - Ben bil iyorum! - B i l iyorsan ne diye soruyorsun? u

138


- Sen kocaman bir aptalsını Karısı nın vereceği karşı l ığı beklemeden odası­ na döndü. Oysa, cc Ne sen ö l , ne de ben onu senin yerine getireyi m. Evet genç, güze l , cıvı l cıvı l ama o kadar. Onun isteyeceği şeyleri yapamam. Bu ra­ hatı yitirmek istemiyorum. Korkma ! , d iyecekti , di­ yemed i . Diyemezdi , o zaman karısı belki de içten içe güler, « Aldım apta l ı avucumun içine ! , diye dü­ şünebi l irdi . Böyle düşünülmesine b i l e dayan ısı yok­ tu . K ı l ı b ı k değildi o, karı boyunduruğuna g i rmeyi aklı ndan bile geçiremezdi ! Tıraş makines i n i . j i leti filan havlusuyla kurulu­ yordu, en küçük oğlu odaya yıldırım gibi gird i , çev­ resi ni kol ladıktan sonra, sordu: - Baba, nerde annem ? Soruşu usuldu, gizl i l i k taşıyordu. - M utfakta -ded i . Oğlan ayakları nın uçlarına basarak yaklaştı : - Sana bir şey söyliyeceğim ama, annem duy­ masın! ince boynundaki damar gene mavi mavi atıyor­ du çocuğun. - Söyle bakalım. - Annem duyar da ne o ulan, babandan gene ne istiyorsun derse, sana sorarsa, hiç de e m i ? - Eh. - Bana elli kuruş verir misin? - Ne yapacaksı n ? - Dergi alacağım. - N e dergisi? - Kovboy. Kad ın, babayla oğulun konuşmaların ı değ i l de, oğlanın sokaktan eve yıldırım gibi gelişini, baba­ sının yanına usulcacık g idişin i , her zaman bağ ırıp çağı rdığı halde şu sıra sesinin çı kmayışını hayra yormam ış, şüphelenmişti . Gene para i stiyordu ba­ bası ndan herhalde. Çocukları fazla paraya alıştır­ manın doğru olmadığına inanıyordu. ilkin üçündeki bir 139


çocuk günde pek pek on kuruş harcamalıyd ı . On altı yaşı ndaki dul, kocasının bir gün bu dul 'u kendi ye­ rine getirme korkusu falan silinmişti . Geceleri gör­ düğü düşler, düşlerdeki ölüm, ölümü de . . . Odaya giriverdi. Babasını tam da tavlamak üzere olan oğlan a­ teşe basmışçasına irki ldi bir an, sonra annesine koştu : - Yok anneciğim, bir şey yok. Para fi l an iste­ miyordum babamdan, konuşuyorduk! . . . . . . . . .. . . . . ..........? - Valla konuşuyorduk ha. inanmazsan sor: Baba, senden para istedim m i ? Adam güldü: - Yok canım, istemiyordu ama, ben i l laki vermek için . . . -El li yi çıkarıp uzattı-: Kovboy dergisi a l l - istemem. - istersin. - Val iahi istemem hal - Al diyorum ulanl - Anneclğlm bok, zorla vermek Istiyor alayım mı? - Ulan al diyorum sana hergel e l Çocuk e l i iyi kaptı , fırladı odadan. Kadı n düşüncel iydi : - Bu çocuğu bol paraya alıştırman hiç doğru değil -ded i . - S e n de üvey anneden betersi n i Kad ın i ç i n i çekti. H e r şeyi yeniden hatırla­ mıştı : - istiyorum ki, benim sağlığımda üvey anne zulmüne alışsın birazcık .. - Ne demek o? - Ne demek olduğunu anl ıyamıyor musun? Birden pencerenin ötesindeki sokakta on altı­ lık, cıvı l cıvı l şen dul l El inde sebze filesl, çarşıdan geliyordu. At kuyruğu saçı, lacivert l mperteks i , or­ tal ı k çamur içinde olduğu halde ayaklarında yaz l ı k 140


mokassen 'leriyle, ama gene de çok çok güzel, gene d e çevresindeki leri kendine hayranlıkla baktırarak, pencere önünden geçti. Bakmadı bile. Kadının gözleri kocasını heyecanla göz hapsine alm ıştı . Adamın gözünden kaçar mıydı hiç? Kaçmazdı ama, bu derme çatma eve razı olur muydu hiç? Bu yokluk, bu sıkıntı , bu her gün kaynamayan tencere, si nemas ız, tiyatrosuz günler . . . Kadı n yakalamıştı kocasının bakışını, ağlayacak kadar h ı rs l ı , pencerenin tülünü çekerken homurdan­ dı : - Pis orospu! Adam ıc Kim?n diye sormadı .

141


DiNGONUN AHIRI

Kahvenin caddeye bakan penceresi geri s i nd e nargile tokurdatıyordum. Ara sıra narg i le içmeni n yararl ı olduğunu, ciğaranı n zifirini nargi lenin temiz­ lediğini işltmişti m. Ama çok içi l i rse, onun zifiri n i d e teneş lrln temlzleyeceölnl söylemişti kırış kırış biri. Onun Için, ayda, on beşte bir tokurdatıyordurn . Onlar, yllnl yeni palazlanmağa başlamış, civcivle horoz arası iki yeni yetme yanımdaki masada oturu­ yorlardı : ikisinde de dizden aşağı genişleyen siyah pantolonlar. incecik belleri nde enli beyaz kemerler. sırtlarında d i rsekiere kadar çemirli sarı gömlekler. Göm lekl eri n tam göğüslerinde yağlı boyayla atmaca m ı , kartat mı olduğu bel i rsiz yırtıcı iki kuş resmi . ikisinin de tavarileri yanakları nın ortalarına ka­ dar uzanıyordu. Saçlar doğru dürüst tıraşlı değ i l , ense iyice uzun, kabarık. Boyunlerda apaş işi kırmızı men­ di ller irice bağlanmış. Hemen hemen aynı yaşta ol­ malılar: On sekiz, taş çatiasa yirmişer. Biri siyah saçl ı , esmer, öteki sarı saç l ı beyaz mı beyaz. I kisin­ de de ayrı , ama ayni anlamlara gelen efece tikler. Amerika Kovboylarına özenmişler desem değ i l ; Kor­ si kah haydutlarla i l g i l i b i r fi l m seyrettikten sonra kend i lerini onlara benzetrneğe kal kmışlar desem . O .

142


da deği l ; Beatle? Hayır; Eski istanbul kabadayıları ? (Çünkü son zamanlarda eski istanbul kabadayı ları n ı n filmleri oynamıştı s inemalardal Eski istanbul kaba­ dayıları da değ i l lerdi düpedüz. B i r k ı l ı k karmakarışık­ l ığı içi ndeydiler ama, yakışmıyor da değ i l d i . Kan l ı , can l ı . cıva g i b i çocuklard ı . D a r pantolonlarıyle kapia­ rına sığm ıyor, iskemielerinde kalkıp kalkıp oturuyor­ lard ı . Dalmıştım . B i rden esrneri hop kal kıp oturdu : - Karıya bak karıya! Sarışın şöyle bir baktı . Karıya kıza doymuşların önem vermezliği içindeyd i . Ya da öyle görünmekten hoşl anıyordu. - Nası l ? ·dedi esmeri . Sarışı n : - Bunlar d a karı m ı ? Şerefsizim g ı rtlağ ıma kadar doluyum karıdan kızdan yana ! Esmer, arkadaşından geri kalmamak için olacak: - Ben de -ded i-. Ben de ama . . . Sözünü kesti : - Bizim inek yakarnı bırakmıyor ki ! - Hangi ? Şu komisyoncununki m i ? - Ohooo. . s e n hala koyduğum yerde otluyor· sun birader . . . - Niye? Pasaportunu verdin m i ? - Çoktaaan . . . Esmer glne arkadaşından geri kalmad ı : - Ben d e benimkini sepetledi m . Sepetledim ama, hala beni d i l inden düşürmüyormuş. Öl desin öl mezsem na şu ekmek çarpsı n diyormuş ! - Şimdi b i r on beş l i kl e iylyim, görme! - N iye bana tanıtmadın hıyar? - Hıyar sözüne kızmam ben. Denk gelmedi de ondan . . . - Yoksa korktun mu? - Neden ? Kaparım d iye? - Been? Senin kapmandan? 143


- Tabi. Beğenemedin m i ? - U l a n sen değ i l , senin şahın kapamaz el imden karıyı. Geçende aldım, attım Eyi p vapuruna annad ın m ı , açıldık. Hava bulutlu, derken ufaktan başlaması n m ı ? Daldık bahçeler içindeki bir ahıra! Esmer, iskemies i ni az daha yanaştı rdı : - Ulan bizim Zülfiye'yle maceramıza benziyor şerefsizim .. E? - Ahı r ama, boş . Kap ı , pencere hak getire .. - Sonra? - Ne sonrası? - Fışkıların üzerine yatı rıp . . . adı ne? - Kimin? - Seninkinin be? - Bana baak! - Bakıyorum? - Külahiarı değişmiye l i m ? - Nôlur? - Zararl ı çı karsını O senin dediğin . . . ulan çocuk mu var senin karşında? Sarı şın aya�a fırlayıverd l . Ha kapıştılar, ha ka­ pışacaklar diye beklerken, aniatmağa başlad ı : - Ulan ağaç dayı .. ahıra girdikten sonra üç kişi şıp, düşmesinler m i ? Esmer çocuklaşıvermiş, bet dayı suratı s i l i n­ mişti : - E? - Üçü de bal ı kç ı , bilekli del i kanlı lar. Del ikanl ı l a r dedimse, en küçüğü otuzluk! - Sonra? - Sonras ı . .. karıyı bırak, toz ol ded i ler. Annamadım dedim. Biri yanıma geldi itti göğsümden. Beni bi lmez misin, bir sağ, yerde. i kinci geldi , bir sol, o da duman. Baktım üçüncü bıçağ ı çekmiş ales­ ta. Şıp, önce davrandım, yakaladım bileğini. Kıvı r­ dım, yerde. Başladı abi ben ettim sen etme. Aldım el inden bıçağ ı , bas git dedim . Ötekiler de kalktı lar 144


yerden. Kıçlarına birer tayin, haydi onlar da. Bizimki kireç. Ne oluyorsun keçi dedim. Konuşamıyor. Bak­ tım korkak, onu da sepetledim. Neden dersen, taban­ sız karı erkeğin başına bela açar! Esmer matrağına esneyince, sarışın kızd ı : - Ne o? Dalga m ı geçiyorsun? - Yoo.. yedirdim san ma da . . . - Yemezsen çiğne çiğne tükür! - Suratma m ı ? - Bana baakl - Bakıyoruuum ! - Sonra . . . - Fena mı yaparsın? - Huyumu bil i rsini

Ha kapıştı lar, ha kapışacaklar d iye bekl iyor, hatta şayet kapışırlar da nargi lemi kırariarsa diye düşünüyordum k i , sarışın, sokaktan geçmekte olan yeni bir kadına bakarak bir hayret ıslığı çald ı : - Füyyuuuuuu ! Esmer kendine sanarak: - Ne o? -dedi-. Bana m ı ? - Ne sanası ulan? Karıya baksana karıya! Sanki güneş doğmuş, aralarındaki buzlar çözülüvermişti. - iyi parça sahiden ha .. - Arkasından gidelim m l ? - Uzun iş. Esmer fırlamıştı bile. Sarışın camdan bir süre ona baktı . Sonra göz göze geldik. Gülüverd i . Bu gü­ lüverişte kendinden bir eminlik, arkadaşı n ı bir kü­ çümseyiş vard ı . laf olsun diye: - Palavracı galiba? -diye sordum. Bunu beklermişçesine yanıma az daha sokuldu: - Kız kardeşini ayarladı m , haberi yok enayi nin! 145


- Hang i ? Sakın şu Eyüp vapuruna attığın? - H a işte o. Hani ahır dalgası .. - Sonra? - Sonrası, avucumdal Esmer gittiği gibi ansızın döndü . Sarışın önce farkına varmadı arkadaşının döndüğünün. Sonra va­ rınca da sözünü kesti. Esmer şüphelenmişti. Çünkü sarışın al bez gibi kızarıvermişti birden. - Ben bir sigara alıp geleyim -ded i . Esmer, arkadaşının çı kmasından faydalanarak bana: - Bir annesi var ineğin -dedi . Şerefsizim on beş yaşındakı kıza değişmezsini Eşelemek s ı rası esmere gelmişti , kaçırmadım fırsatı : - Yoksaaa . . . - N e yoksası? - Annesiyle? Ha? Seni seni i i . . Gururla : - Ufak I ş bunlar amca -dedi-. O benim eniştenı , ben de onun Ovey babasıyı m l - Demek bil iyorsun? - Kız kardeşim dalgasını m ı ? .

G ü ldü - Benim kız kardeşimin elinde onun gibi en azından beş, altı inek var ama, hepsini tesbih gibi ipe dizmiş . Koklatmıyor bile. Ama ben onun annesini? Sarışın da geri dönmüştü. Esmer kesmekle kalmayıp, sordu: - Noldu lan? - H iç, hava. - Versene bl clgaral Karşılıklı yaktılar cigaraları . Sonra • Ne lt değ­ miş, ne de mundar olmuşçasınaD, kahveden çıkar­ larken, garson koşup geldi : - Sil ist, kerizler! 146


Kahve paralarını vermemişlermiş. Aksi gibi üzerlerinde de · Mangır• yokmuş. - Kalsın be Gernil Abi ! Garson Gerni l öfkeyle: - Burası Dingo'nun ahırı değ i l -dedi-. Dünya kadar veresiyeniz oldu. Bak, değişiriz külahiarı son­ ral I ki kabadayı , garson Gern i l 'i n boynuna sarı lıp gönlünü hoş etti ler. Sonra fırlayıp çıktılar kahveden .

147


A V T E N

Geceyd i . Artık kararını kesin olarak vermişti Ayten. Az sonra babası gene şarap kırmızısıyle abuk sabuk ge­ l ecek, yemek Isteyecek, sigara isteyecek, kahve is­ teyecek. Bulamayınca anneclğlne açacaktı ağzını, yumacı:ıktı gözl.lnl.l. Evet evet, kararını vermişti Ayten. Bir zamanlar i l kokula mahal leden kuş cıvıltıları içi nde, ürkek serçeler g ibi gidip geldi kleri arkadaş­ ları ndan pek çoğu gibi, o da evleri nin kaynayan ten ceresine yardım edebi lmek Için, onlar gibi trikolara girecek, onlar g ibi sabahı n erken saatinde kalkıp, onlar gibi ayna karşısında şöyle bir taranıp, onlar gibi tenha sokaklara, tıpkı tıpkısına onlar gibi düşe­ cekti. Onlar gibi ! Onlardan küçük bir farkı olacaktı sadece: Onlar i l kokuldan sonra hemen trikolara başlamış, kazand ı k­ ları paralarla evlerinin geçimine yardıma koşmuş­ lardı. Ayten'se Ortaokula yazı lmıştı onlardan ayrı olarak. lik y ı l babasının Işleri bozulmuş, bu y ı l da artık tamamiyie durmuştu. ·Alışveriş yok hanım ! » diye bağırıyordu adam. " . . . Başınızın çaresine bakın. ­

148


Sen de çalış, gerekirse kızın da çalışsın. Boğazları­ nızı kazan ın. Benden kesik artık! • Annesinin i ki gözü iki çeşme: • Sen oku yavrum . Ben çal ışayım bari ..• demişti . Hayı r, yaşl ı annesini el kapı larında çalıştırmaktansa ölmeğe razıydı Ayten. Hemen arkadaşlarını görmüş, gerekli soruşturmayı yapm ış, ne kadar para kazanı lacağını öğrenmiş, kararını vermişti. Babası akşam gene her günkü gibi sarhoş gelip de bağı rmağa başlayınca, eskiden olduğunca gene babasının dizine oturmuş: - Bağırma babacığım -demişti-. Annem değ i l , ben çalışacağı m ! Yumruk yemişçeslne I rkilen babası : - Sen m i çalışacaksı n ? - Evet, ben. Trikolarda arkadaşlarım var. i l k zamanlar p e k öyl e fazla bir kazanç yoksa d a , ustalaş­ tı kça oluyormuş. Benim de onlarla birl ikte çal ışmağa başlıyacağıma çok sevindiler. Yarın sabahleyin er­ kenden işe gidiyorum! Babasının da, annesinin de içlerine birden sanki birer avuç ateş atı lmıştı. · G idin çal ışın, ekmeğinizi kazanın . . . • falan demek kolaydı. Iş gerçeğe binince, baba da, anne de yavrularının gelecek günlerini elle­ rinde olmayarak düşünüyor, akı l larından kötü şeyler geçiyordu. El adamları acırlar mıydı koklanmamı s tomurcuğa benzeyen yavrularına? Asılacaklar, baştan çıkarmak isteyecekler, çıkaraeskiardı da. Ne annesi , n e d e babası akın akın kızların gidip çalıştıkları tri­ kolar gibi çeşitli iş yerleri üzerine gerçek bilgi leri olmadığı ndan, sanıyorlardı ki kızları çalışmağa baş­ layınca hemencik baştan çıkacak, ortalığa düşecek· tir! Babasıyle annesinin bütün gece kara kara dü­ şünmekten gözlerine uyku girmeyişi bir yana, Ayten de yatağında dönmüş durmuş, bu işe başlama zorluğu üzerinde kafa yormuştu. On altı yaşında, bir sap kiraz kadar Ince, yanak149


ları kırmızı kırmızıydı. Okula giderken sağdan soldan : • Şişt, yavru .. Yeyim, ısırayı m i • ların, ardına düşüp okul kapısına kadar gelerek takı l maların hesabı ol­ mazdı. Şimdi çal ıştı ğ ı yerde artık kimbi l i r neler ola­ caktı ? Cibali tütün fabrikasının kal ı n borusu uzaklarda kal ı n kal ı n öterken, kızlar cıvıltılarla gelmişlerdi b i l e kapı larına: - Aaaayteeen 1 - Hu huuuu ! l - Kız Ayten! Yatağı ndan fırlayıp pencereye koştu. Kızlar onu pencerede saçı başı darmadağı n görünce bastılar kahkahalarm ı : - Ooooo! - Günaydın Ayten han ı m i - Lambayı nerde söndürdün kızım ? - Ana m erkendi daha, uyusaydın . . . Uyku sersemliğinin Içinde bir hamlede sıyrı la­ rak: - Beş dakika, on deği l . Hemen gel iyorum! Gerçekten de, elini yüzünü yıkayıp gecefiğini çıkard ı , eski antarisini sırtına, saçiarına çabuk çabuk birkaç tarak, haaaydi sokağa. Kızlar, çapkın kızlar, alaycı , matraktı lar: - Oooo. . . - B u n e k ı l ı k kız? - Saçların cad ı l ığına bakı n Al lah aşkınal - Patren beğenmezse işe almaz haberin olsun!

Gene de yolu tuttu beş kız. Ayten orta larında. Darmadağın saçı başı, eski püskü entarisi fal an, ama gene de hepsinden taze, hepsinden güzeldi. Esrnar Nurcan yıkık bir duvarın yanında durdu. Sağı solu kolladıktan sonra ceblnden kırı k ayna parçasıyle ru150


junu çıkard ı . Ayten'in şaşkın bakışları önünde dudak­ larını ustaca boyayıp, aynayla ruju Fatma'ya verdi . Fatma sarı saçlı mavi gözlü, zayıf bir kızdı. O da boyanıp Fil iz'e uzattı . Filiz adeta çocuktu ama, me­ meleri hiç de bir çocuğunkine benzemiyordu. O da beyandı ktan sonra kızların en durgunu, .. A şık• de­ dikleri Semiha'ya uzattı aynayla ruju. Boyanma işi pek pek beş dakikada oluvermişti. Ayten hayatında boyanmadı ğ ı , bunu ayıp saydığı için istememiş, kızları kendisine güldürmüştü. Dolmuş durağında A ş ı k Semiha'nınki bekliyordu. Uzun boylu, alttan üstten I ncelti lmiş bıyıkl ı, s ı rım gibi bir karayağız oğlandı. Sem iha'yla birl i kte bindi­ ler dolmuşa. - Aksaray - Beyazıt - Aksaray - Beyazıt . . . Ayten grubunun e n geveze kızı Nurcan: - Bugün bir kişi fazlayız şoför abi ! -dedi . Pişkln, bitirim şoför bitiyordu b u kıza: - Canın sağ olsun! - Senin de. Haydi kızlar, atiayıni Atladı lar. Şoför dikiz aynası n ı ayariayıp arkaya bakt ı : Bir kişi fazla dedikleri Ayten'di. Lakin kız çok fiyakalıy­ d ı . Hafif sağ yaparak döndü: - Abla yeni m i işe başlıyor? Nurcan hemen şüphelenerek: - Ne o? -dedi-, bakıyerum kız dikkatini çekti l Şoför incelti lmiş kapkara bıyığıyle dikiz aynasında güldü: - Ayı p ettin ablal Gaza bastı. Nurcan, cingöz Nurcan yer m i ? Vapıştırdı hemen: - Bir nokta koy kaybolsun aslanımi Kızlar da, şoför de kahkahayı bastılar. Şoför: - Helal olsun bu yol lar sana -dedi. - Sana da. 151


- Veşeee! Ayten bu hiç tanımadığı, bilmediği, yabancısı olduğu iş sabahının ürkekliği içinde, arkadaşlarının arasına büzülmüş, gülüyor, arada gözü dikiz aynasına kaydıkça da incelti lmiş kara bıyık l ı şoförün aynadan ona ısrarla baktığına dikkat ediyordu. Kaşlarını çatıp, bakışlarını başka yana çevirdL

152


A T O M

Hayatında u Fabrika»ya ilk girenler, sıra sıra bel­ ki de yüzlerce makinenin mekanik şakırtısı içinde bir şarhoşa dönerler. Kulakları sanki sağır olur, beyinle­ ri uğuldar. Havasında tozlar uçuşan atölyenin içinde şaşalarlar. Ayten de böyle oldu. Yanındaki arkadaşlarına tutundu. Beton zemi n titriyor, duvarlar titriyor, makineleri başındaki işçiler titriyorlard ı . Sanki topyekün atölye, doludizgin bir yerlerden gelip, gene doludlzgln bir yerlere gidiyor­ du. Birden tığ gibi bir delikanl ı makinelerin arasın­ dan fırlad ı : - Vaaay, z i l l i ler! Sarı saçları kıvır kıvır, omuzları geniş, yeşi l göz­ leriyle baktığı yerlerde yangınlar çı karan acar bir delikanlıydı. Ayten grubunun en geveze kızı Nurcan: - Zilli anandı r -dedi-. Ablandır. Kayarto! - Nee? Bana ha? Gülen yeşi l gözleri. .. Nurcan'ın bileğini kapt• , kıvırdı. Genç kız hafif bir çığlıktan sonra: - Al lah canını alsın, serseri ! -dedL 153


Ama memnundu Nurcan. Lastik top gibi; koşarak uzaklaşan gencin ardından baktı. Ayten sordu: - Ki m bu ? Kızların hemen hemen hepsi, birbirlerini tamam· layarak başladılar : - Bu mu Atom! - Atölyemizin donjuanı ! - Bölüm ustası ama bakma, şeker gibi oğlandır! Fatma sinirlendi : - Ağzını topla! - A a. . . - Tabii topla. Neden oğlan olacakmış? - Yoksaaa??? Fatma kesti attı : - Evet evet evet. Seviyorum. Daha var m ı d i­ yeceğiniz? Sinirli sinirli uzaklaşıp makinesinin başına geçtl . Nurcan da sinlrlenmlşti : - Turşu, -dedi-. Ulan Atom Erol senin g i bilere baksa evin yolunu şaşırır be l Öteki kızlar da makinelerine geçtikten sonra Nurcan, Ayten'l atölyenln ardındaki baş ustanın oda­ sına götürdü. Şakırtıyle çalışan tezgahların arasında hala kulakları şakırtıdan sağı r, yürüyor, ses kalaba­ lığının içinde Nurcan'a tutunuyordu. Usta, kısa boylu akça pakça, cin bakışlı biri, oval gözlüğünün üzerinden Ayten'e baktı, Nurcan'a dön­ dü: - Demek burada bize çoraplar öreceksiniz? Ayten kıpkırmızı kesilerek önüne baktı. Nurcan: - B izim mahallede oturuyor usta, -dedi-. Çok Iyi kızdırl Usta güldü: - Sen kefi l olursan Işe alırımi Çapkın Nurcan: 154


- Oldum gitti -ded i . Usta ciddileşti. Zile bastı . Az sonra Atom, yı ldırım gibi geldi : - Evet usta! Usta emrini kısaca verd i : - Bayan çalışacak. Öğreninceye kadar Nurcan 'ın yanında dursun. Öğrendi kten sonra bir makine de ona verirsin .. - Oldu. Haydi ab l a . . . Ayten, yeşi l gözlerine korku ve titreyen içiyle baktığı delikanlının ard ı nda atölyeden çıktı . Hala ku­ lakları uğulduyor, başı dönüyordu. Nurcan'ın kolunu sımsıkı tutmuştu. Atom bir ara geri led i . Ayten ortada yürüyordu. Atom Erol sağ ında. Delikanlının sanki ateşi kuwetle vuruyor da Ayten bu ateşten hoşlanıyordu . Nurcan: - Bakıyorum, Fatma'yla . . . ha? -dedi . Atom güldü : - Bırak Fatma'yı. Yı l lardır beni eline geçirmek için yırtınmıyor musun? Bütün yırtıklığına rağmen, Nurcan'ın yanakları pençe pençe kızard ı : - Al lah canını alsın seni n emi ? - Alsın kızım, alsın ama, ardımdan ağlarsınız sonra . . . - Ağlamam, ben ağlamarn i -Ciddi mi söylüyorsun? - Ciddi söylüyorum. Ayten'e o i ri , yemyeş i l gözleriyle baktı : - Enayil erin topu tav ama . . . Birden sustu, lafını değiştirdi : - Ay siz ne kadar güzelslniz böyle? Ayten'in başı büsbütün dönrneğe başladı . Sımsı­ cak bir kanın beynine saldırdığını hissediyordu. Şa­ şaladı. Sokakta çok laflar yemiş, pek çok delikan l ı , yaş l ı , hatta I htiyarlar onun için göğüslerini yumrukla­ mışlardı ama, bu bambaşkaydı . Içinde daha ş i mdi155


den tuhaf bir titreme başlamıştı. Atom'un gözlerin­ den fışkıran sevda okiarıyie yaralanmış olmasındı sakın? Nurcan bozuk: - Arkadaşıma ası l mak yok, -dedi-. O senin bil­ diğin kızlardan değ i l i Atom hemen taşı gediğine koydu : - Yani sizin gibi değ i l ha? Doğru. Sizlere hiç benzemiyor ama çok gururlul Vanlarından ayrıl ı rken : - Atom böyle gururları yemez! -dedi . Nurcan ardından: - Deli. -diye söylendi-. Dünyanı n belki de en hergelesi. Yeni bir kadın, kız gelmesin. Şıp - şak he­ men tavlar. Sonra da . . . Ayten merakla sordu: - Sonra da? - «Sonra da·sı var mı kız? B i lmiyor musun sonra neler olabi l eceğini? Ayten : - Zor, -dedi. -t-J urcan'ın makinesine gelmişlerd i : - Zor m u ? -dedi Nurcan-. Görürüz seni de. - Görürsün. Siz yüz vermişsiniz şekerim i - Peki, sana ası lsa boş verebilir misin? - Tabii. Nurcan ihtimal vermemekle beraber, sustu. Makinesinin başında, Ayten'e gerekli şeyleri gösteri­ yordu. S ı k sık uğrayan Atom'sa, bu gerçekten mağ­ rur yeni işçi kıza alıcı gözüyle bakıyor, hiç pas ver­ ıneyişi tuhafına gidiyordu. Öğle paydosunda Nurcan'ın biraz da öfkeyl e söylediklerine bayağı slnlrlend l : - Vaa? -dedi-. Demek bana . . . peki peki. Göre­ ceğiz!

156


R Ü V A

Şakırtı , çorap maki nelerinin şakırtı ları .. Geceleri rüyasına gi riyordu fabri ka . Ama ası l rü­ yasına g i ren Atom'du. Şaşı l acak şey, bakmıyordu Ayten'e. Rüyada bile bakmıyor, gül müyor, başka kız­ lara yaptığı gibi i nsanı kahkahadan kırabi lecek şaka­ lar yapmıyordu. Niçin? Ayten bakılmayacak, şakalaşıl mayacak kadar çir­ kin miyd i ? Yoksa öteki kızlar ondan daha mı güzel ? Bir gece rüyasında gene onu gördü. Sarı kıvır kıvı r saçları , yeşi l gözleri.. Ayten'in yanına geldi Merhaba ! " ded i . Sevinçten nerdeyse çıldıracak hale gelen Ay­ ten : Merhaba! .. karşılığını verd i . içi kaynıyor, kabı na sığamıyordu. O, bütün atöl­ yenin, evet bütün atölyedeki kızların sevg i l isi Atom Erol ni hayet yanına gelmiş, Merhaba ! " demiş, elini tutmuştu. E l i Atom 'un nasırlı sert erkek avucunda, bütün kızlara meydan okurcası na bakmıştı . G e l ! demişti . G itmişti a rdından uysall ıkla. N i kah dairesi. Ayten şaşkınl ı k, utanç, sevinçten ter«-

u-

a-

157


l emiş, ağlamağa başlamıştı . Evet, nikah dairesine gö­ türüyordu onu. Çorap atölyesindeki bütün kızları n hayaliydi bu. Kızlar kendi lerini sonunda nikah daire­ sine çekip götürecek, üste l i k de Atom Erol kadar yakışıklı bir gence nası l hasretti rler, bil iyor Ayten. Sormuştu : •- Ne yapacağız n i kah dairesinde? • B i l miyormuşçasına sorulan b u soru Atom'un hoşuna gitmiş olacak, avucundakl e l i sıkmış, sonra da öpmüştü. Daha sonra kendini Atom'un kol larında du­ dak dudağa buluvermişti. Ondan ötesi belki de gele­ cek, kim bilir belki de bir yatak odasına sürüklene­ cektl ki, hiç hesapta olmayan bir şey : Fatmal Şu ha­ ni Ayten'in her sabah birl i kte işe gidip geldi l keri ma­ hal le l i kızlardan esmer kız. Neredensa çıkmış, üzer­ lerine atı lmıştı canavar gibi. i l k zamanlar basbayağı Fatma'ydı, hatta üzerinde gelinlik, başında gelin tac ı . . fakat sonraları azgın bir canavar kesilmiş, Atom'd:m çok Ayten 'ln üzerine atılarak onu parçalamak iste­ mlşti : •- Seni öldüreceği m , gözlerini oyacağım senin ! , Kaçmak istemiş kaçamamıştı "- Fatma, kardeşim, kendine gel. Benim ne su­ çum var? • Suçlu sensin, sen baştan çıkardın Atom'u , benim Atom'umu sen baştan çıkardın. Seni öldürece­ ğim ! • Şaşılacak şey, Atom yanında buz gibi dikil iyor, yardımına koşmuyordu. Bağ ırmak, kaçmak oral ardan . . . fakat nerde? Bağıramıyor, kaçamıyordu. Derken Fa�­ ma, gözlerinden alevler fışkıran bir canavar gıb:, el inden tutup çekrneğe başlamıştı . Eli Fatma'nın elin­ de, dağlar, denizler aşarak bir yerlere gitm işler, bir gün bir sinemada gördükleri kocaman bir vapur!a gök tırmal ıyan kocaman kocaman apartmanların Ame­ rika'sına varmışlardı . Deniz, kıyı. Kıyıda i ri göbekll fıçılar. •-

158


•-

••-

•-

musun?•

Burası neresi Fatma?• Burası Amerika! Beni buraya neden getirdinh Atom'a karı yapmıyacağım seni anlamıy•J r •

Peki annem? Babam? Çorap atölyesi ? » Artık h e r şeye paydos. Sen burada, d i l i n i bi lmediğin Insanlara matresl i k yapacaks ı n . . B i rden o filmde gördüğü koca göbekli, ağızları kal ı n kal ın cigaralı adam lar. Ayten'i kucakladıkları gibi . . . Sabahtı . i l kbahar'ın yağmursuz, masmavi göki ü , s ımsıcak günlerinden biri . Sabahı n henüz altısınd yirmi var. Öteki odada babasıyle yer yatağında ya:­ makta olan annesi , kızının canı yanmışçasına inie­ melerine uyandı . Işe başladı baş lıya l ı ne oluyordu bu kıza? inlemeler, bir şeyler sayıklamalar, bağır­ malar . . . - Anneciğim, anneciğim, anneciğim . . . Genç anne yataktan fırlad ı , kızının bitişik odada­ ki yatağı yanına geldi. Kızı, birtakım apartmanlarle. ahşap evler kalabal ığının ötesindeki denize açı lan geniş pencerenin önünde, sedirde yatıyordu. Bir ye­ ri burul uyormuşçasına, sıkıntıyle bağırıp duruyor, se­ si boğuk boğuk çıkıyordu - Anneciğim, anneclğim, anneciğ im ! ! ! Sarstı : - Ayten, Ayten kız ! Uyku arasında : - H ı h ? -dedi. - Ne var yavrum ? Ne oluyorsun? Yarı kapal ı gözleriyle yatağında oturuverdi : - Hayı r, hayır, hayır. Annemle babam merak ederler, bırakın, g ideceğim, istemiyorum, gideceği m işte, b ı rakın ben i ! - Ayten yavruuuum . . . - Eve gideceğim, bırakın, eve gideceğim . . . ••-

.

159


- Kız Ayten! ince ama zarif kolundan yakalamıştı annes i . Kuv­ vetle sarsınca uykunun karanl ı k s u larından yüze ağır ağır çıktı ama, hala az önceki rüyanın etkisi altında, annesine bulanık gözlerle baktı : - Ne var? - Uyan artık, kendine gel yavrum! - Ben kendimdeyim. Sizin bildiğiniz kızlardan deği l i m ben, gitmiyeceğim işte! Yeni bir sarsı lış. Uyandı . Karşısındaki annesini tanıdı : - Ne o anne? Hayrola? Genç kadın sordu gülerek : - Gene rüyanda kimlerle uğraşıyordun? Ayten omuz silkti : - Ne bileyim ben? Biri leri kaçırıyorlard ı ! - Nereye? - Hiç bil miyorum. Şu Fatma var ya? O da vardı rüyamda. Merakla sordu : - Anne? - Yavrum? - Rüyada deniz görmek, kaçı n lmak iyi m i ? - Anne annen gelsin de ona sor. B e n bilmem . . . Kızını yatağı nda bırakıp kocasının yanına döndü. Adam uyanmış, «Anasının memesi gibi " cigarasını yakmıştı gene. Karısı yanına gel ince : - Ne olmuş? -dedi yavaşça. Kadın yatağa girerken güldü : - Rüyasında birileri kaçırıyorlarmış! Adam üzerinde durmadı : - Haa, şu mesele. E, böyle rüyalar görmenin tam s ı rası . . . Ayten böyle bir rüyayı gören dünyada i l k kez kendisiymiş, kendisinden başkası bu türlü rüyalar göremezmiş gibi apartmanlarla ahşap evler kalaba160


l ığ ı ardındaki denize açık pencerenin onune otur­ muş, kuvvetle vuran gQneşi n pırıl pırıl dünyasına ba­ kıyor, ne Amerika'yı, n e de Fatma 'yı düşünüyordu Atom'u düşünüyordu sadece. E l i genç adamın kuv­ vetl i avucunda, n i kah dairesine sürükleniş i . Sonr<ı Ayten'i kol ları arasına alıp, dudakları nı dudaklarına yapı ştırış ı ! i ç i giderek sed i rden indi. o o

161


KARA ÇALI

Yolda Ayten : - Çocuklar, -dedi-. Rüya'da deniz görmek kaçırı lmak iyi ml fena m ı ? Nurcan göz kırptı : - Anlıyalım, n'oluyor? GüiUverdl : - H i lç, öyle. - Kim kaçırd ı ? - Amaaan, söyle : iyi m i fena m ı ? Esmer Fatma en sağda yürüyordu. Siyah i ş önlü­ ğünün sımsıkı gerdiği yüklü göğsü, uzun kirpikl i iri gözleri, yüksek topuklu ayakkaplarıyle gerçekten de güzel kızdı ama, Ayten gibi çekemiyordu erkekleri . Çekemlyordu ya, ona kalsa, yolda kızlar topluluğuna laf atan genç, yaş l ı erkekler lafı hep Fatma için atı­ yorlardı. Ayten'le Nurcan'a yan yan, sinirli sinirli bakı­ yordu. Şu Ayten midir ne, ne diye gelmişti sanki atölyeye? O geldi geleli Atom 'un şakac ı l ı ğ ı , maki ne­ l erin arasında kızları, bu arada Fatma'yı sıkıştırma­ sı filan kalmamıştı . Gerçi Ayten'e bakmıyordu bile ama, anlaşıl ıyordu takındığı tavırın sebebi . H erkes, Ayten'le Atom arasındaki gizli harbin farkındaydı . 162


Hatta hemen hemen herkes biliyordu ki Atom, Ay­ ten'e can atıyor, Ayten boş veriyordu. O da geçen gece rüyası nda Atom'la birlikteyd i : Deniz kıyısı, kızgın kumların üzerinde yarı çıplakm ış­ lar. Ortalarda h iç ama hiç kimseler de yok. Fatma Atom 'un kollarında. Genç adam onu çocuk gibi evirip çevirerek altında eziyor, eziyordu ki, birden şu, • Pis Ayten ! • Yaa .. demek böyle Atom bey?• Atom fırlayıp kalkmış, öfkeyle uzaklaşmakt� olan Ayten'in arkasından koşmuştu : Ayten, bir dakika Ayten! Ayten durmuyor, ardından koşan, sonra da ya­ nına gelip onu kol ları arası na almak isteyen genç adamı boyuna sert sert itiyord u : Hayır, istemiyorum, git, Fatma 'na g i t ! Ama Ayten diniemiyorsun ki beni ! • Dinlemiyeceğim işte, dinlemiyeceğim işte, d i n lem iyeceği m . Fatma 'na git, kara Fatma 'na git, şiş­ ko Fatma 'na! • Artık dayanamam ıştı , o da fırlamıştı yerinden : Bana bak bana. Kara sensin, şişko sensi n i " İki kız birbirlerini yemeğe başlamışlard ı : Karasın, şlşkosun işte, çirkinsin d e üste­ lik! • Sen de sıskasın. Sıska ol masan Atom beni buraya, deniz kıyısına getirmezdi ! Derken saç saça, baş başa. Tokat, yumruk .. kum­ ların üzeri ne yuvarlanmışlar, birbirlerini didiklemiş­ l erdi . Bir ara Fatma, Ayten'i gırtlağından kumiara sokmuş, sonra da üzerine çıkıp iyice, ölünceye kcı­ dar ezmiş ezmişti. Atom: Öldürdün . Şimdi seni gelir yakalarlari de­ m işti . Korkmuştu. Kaçmak, buralardan kaçıp hızla uzak­ laşmak! Nurcan, Ayten'ln rüyası n ı yoruyordu : •-

•-

•-

•-

•-

•-

•-

•-

•-

163


- Deniz çok iyidir der haminnem. Kız da kızgın haber. At murat. Demek ki birisini seveceksin, o bi­ risi de, her kimse, yakında seninle konuşacak ve sa­ na evlenme teklif edecek! Ayten'in içinden Atom, olanca sıcakl ığıyle geçti . - Peki, rüyada araya kara çalı girerse ne olur? - Kim gird i ? Fatma'ya yavaşça baktı a m a saklad ı : - Boş ver k i m olduğuna, birisi işte . . Kızlar gül üştüler. Fatma gülmüyor, b u sözden kendine pay çıkarmağa çal ışıyordu. Sakın rüyasında gördüğü « Kara çal ı " kendisi olmasındı? - Sonra? -dedi Nurcan . Ayten devam etti: - Nikah dairesine götürüyordu beni . Birden o .. Ayten elinde olmayarak durdu, gene el inde olmayarak yan gözle, sağı ndaki kızların en sağındaki Fatma'ya baktı. Fatma da tam o s ıra ona bakmaktay­ dı. Göz göze geld iler. Ayten kıpkırmızı kesilerek ken· dini adeta yüzde elli ele verdi . Fatma bir şeyleri kuv­ vetle sezerek: - Sakın o kara çal ı ben ol mıyayım? Ayten « Hayı r" diyecekti , sesi çı kmad ı . Yanakla­ rı ndaki kızartı artt ı . Kızlar da anlamışlard ı , bastılar kahkahaları n ı . Fatma boğulacakmışçasına içerliyerek: - Bana m ı gülüyorsunuz? -diye sordu . Zaten evham l ı , alıngan, sinirlinin bi riyd i . Nurcan : - Baş lama gene, -ded i . - Başiarım el bette . Ne gülüyorsunuz? Ben sizin maskaranız mıyım? Öteki kızlar araya girmek i stedi lerse de, Fatma şahlanmıştı bir sefer. Artık gözü dünyayı bile gör­ mezd i . - Bana bak Ayten , -dedi-, ben sana göre kara çal ıysam, sen de benim rüyamda benim lşimi bozdun. Ne yani ? Ayten de kızmıştı : 164


- Benim adetim değ i l insanların arasına girmek! - Sen in adetin değ i l de benim adetim m i ? - Orasını bi lmem artık. . - i y i ama, s e n daha b u atölyede d ü n bir, bugün iki ! - Sen eskisin de ne olmuş? Ben de öğrendim senin öğrendikleri n i . Benim de müstakl l çorap maki­ nem var! Fatma meydan okurcasına: - Atom sana kıymet vermiyor ama, -dedi . Ayten sinirli b i r kahkaha attı : - Hah hah haaaay . . . Fatma bağulacak kadar h ı rslandı : - Açı kta bir şey m l gördün? Nurcan araya gird i : - Hişşşşşştl Ayten: - Terbiyesiz n'olacak, -dedi . Fatma geri kalmad ı : - Soyadını sormadı m . . . Sonra da el lerini yumruk yaparak birbirine vurmağa baş ladı : - Oh oh, Atom sana yüz vermiyor ya, oh! Ayten çılgına döndüğü halde kendini tuttu : - O mu bana yüz vermiyor? Ben mi ona? O da­ ha bel l i değ l l l - Rüküüüüüüş . . . Atom'a yüz vermiyormuş ı - Vermem. Senin gibi, senin kadar bayağı bir kıza ası lan erkeğe, hiç bir kız yüz vermez aniad ı n mı? Fatma geride, mosmor kalmıştı . Ayten ve öteki ler atölye kapısından içeri gülü­ şerek g i rd i l er. Fatma hem mosmor, hem de birtakım karanhl< düşüncelerle arkalarından bakıyordu. Neden sonra homurdandı : - Alacağı n olsun, alacağın senin Ayten! 165


F A R E

Ellerinde kocaman kocaman taş parçaları , sopa­ lar, nal ın tekl eriyle sakal l ı bıyıklı bir alay i nsan, bayram sevinci içinde, heyecanla bekleşiyorlar? Ne­ yi? Kocaman bir fare kapanı içindeki minnacık bir fare m i , fare yavrusunu mu ne. Kapan kimbi l i r hangi mahzen, ya da ki lerde yakalamış bu fareciği. Şimdi i nsanlar, büyük zaferlerini kutlayacak, fareclğl el bir­ liğiyle öldürecekler. lmparator Viihelm bıyıklı b i ri , kapanı el inde tutan birine: - Kapanı iyice s i l kele, sersemlesin! -ded i . Belki de doksan k i l o l u k bir a ğ ı r s ı klet: - Hayır -diye dayattı-. En iyisi bir ke� i bu lal ı m ! Ve h e r kafadan bir ses: - Boşverin kediye, biz varız! - Aman dikkat edin kaçmasın namussuz. . - Geti r h e l e ş u kapanı .. Kapan geldi . Koca koca adamlar çocukları , torun · ları yaşındaki kızlı oğlanl ı çocuklarla sevinç içinde kapana yaklaştıl ar: - Vay namussuz vay! - Gözlere hele gözlere .. 166


- Şeytan şerefsizim. Aman sal layın, iyice ser· semlesinl - Domuz oğlu domuz. Camız gibi şişmiş! - E, tabii. Kilerde. Beleş beleşine karnını do· yursan sen de şişersin! - Şu kedi yi çağı rın .. Gel pisi pisi pisi . . . - Boşverin yahu. Taşlarla öldürürüz ! Bütün bunları dinlerken tüyleri diken diken olan J i l et Nuri, işe karışmak istiyordu ama, cesareti yet­ miyordu. Yetse: ·Yahu, utanın boyunuzdan posunuz­ dan, sakal ı n ız, bıyığı nızdan! derd i . a Koca koca adam­ larsınız. Siz her biriniz o ufacı k fareden daha zarar­ I ısınız da kim sizi öldürrneğe kalkıyor? Ne olmuş? istifçinin ki lerine girip biraz peynlr, bir parçacı k pas­ tırmayla karnını doyurmak Istemiş. Her şeyleri kilit altına almışsınız. Yalnız kapanınızın tel i nde bir parça peynir, ya da pastırma. Zavallıyı mantara bastırıp . . . Sizler, hepiniz aynı işi yapm ıyor musunuz? Ekmek peşi nde koşmuyor musunuz? Diyeceksiniz ki, o, yani fare, hiç bir emek sarfetmeden, insan emeğiyle mey­ dana gelmiş şeylere musallat. Onun için öldürece­ ğiz! Fakat, b.:ıkın nas ı l tirtir titriyor! Gözlerinin cam berraklığındaki korkuyu görün. Bir canl ı o da. Sizin, beni m gibi. Her canl ı gibi yiyecek, Içecek, yatıp uyu­ yacak. Tablat ona bu hakkı vermlşl B ı rakın, salıveri n , azat edin. Varsın kaçıp gitsin . G itsin de anasına, ba­ basına, kardeşlerine bu korkunç serüvenini anlatsın. i nsanların eline geçmeni n ne demek olduğunu anlat­ s ı n ı .. Diyemedi bütün bun ları . Dese, u Vaay, insanl ara karşı, fareden yana oluyor. Allahını seven vursun ı ,. diyebil irler gibi gel iyordu. O zaman yiyeceği tokatla, tekme, yumruğun haddi hesabı ol mayacaktı. Sustu. Sustu ama, suskunluk içindeki dehşetli karşı koyuşuyle baktı kocaman kocaman adamlara. Nasıl da bir kin içindeydiler. Bir cani ıyı öldürmek. •

167


bir caniıyı artık yaşamaz, yani soluk alamaz, karnını doyurmak için kafasını çal ıştıramaz hale getirecekler· d i . Onlara bunu, onlardan çok daha güçlü biri yaps:l, hemen yaygaraya başlarlar, • Anayasa'dan, kanunlar­ dan dem vurur, yaşamaların ı engel lerneğe kalkanlara ver yansın girişirlerdi..• Haksız değillerdi elbette. Çünkü insanlar insan gibi yaşamak zorundaydı lar. Madem öyl e , madem bu Dünya'da herkes, her şey yaşama peşindeyd i , min­ nacık fareden ne istiyorlard ı ? Ji let Nuri bir şeyler demek, fareciği kurtarmak için can atıyordu ama, cesareti yetmiyordu . Ama iç­ ten içe, hayvancağızın kaçıp kurtulmasını da diliyor· du. Bu arada aklı evvel in biri : - Ne yapalım biliyor musunuz? -ded i . M erakla baktılar: - Ne yapa l ı m ? - Ö ldürmiyelim! J l l et Nuri'nin Içinden, · Öidürmiye l i m ! diyen adamın ağzını öpmek geçti bir an ama, caydı sonra. Çünkü adam saçmalamaya başlamıştı: - Öldürmiyel l m . Kuyruğunu kesip sal ıvere l i m i - O niye? - Kesi k kuyrukla arkadaşlarına gider. Arkadaşları başından geçenleri sorarlar. Anlatı r. Anlatınca fare mil leti insanlardan, tabii insanların kilerlerinden uzaklaşırlar. Uzaklaş ınca da ki lerlerimiz farelerden kurtulur! Tahta sakal l ı biri: - Ya tam aksi olursa? -ded i . - Nası l ? »

- insanlara h i ç yakalanmamak için çareler bulurlarsa ve yakalanmazlarsa? Maşa gibi upuzun, ipince biri : - Öyle ya -dedi-. Akı l l arını başlarına a lı rlarsa? - En iyisi, öldürelim i 168


J i let Nuri 'nin içini titreten, gözlerini karartıp başını döndürrneğe başlayan sesler yükseld i : - Öldüre l i i i i m ! - Elbette öldüre l i i i m ! - Canı cehennemeeel J i let Nuri mahvolmuşçasına ufalm ıştı dikildiği yerde. M innacık fare yavrusunun az sonra bozuk par­ keler üzerinde taşlarla ezi lmiş kanl ı parçalarını hayal­ liyor, içi bulanıyordu . Bir caniıyı cansızl ığın en kor­ kuncu haline getirmenin hayall bile sinirlerini bo­ zuyordu. Ama gene de, az sonra açı lacak kapan ka­ pağından bir lokmacık farenin şimşek gibi fı rlayıp kaçmasını, kurtulmasını dil iyardu. Kapanı el inde tutan salladı salladı durdu: - Hazır mısınız? Sesler : - Hazırız hazırı z .. - Taşları , sapaları hazırlayıni - Aman dikkat edin kaçmasın h ınzır! - Tamam tamam, hiç bir yere kaçarnazı J i let Nuri gözleri ni yumdu. Fareciğin mahpus bulunduğu kapanın kapısı açılacak ve farecik taşlar, sapalar, nal ı n tekleriyle pesti le çevrilecektl . Hem d e kanl ı bir pesti le! Bir ses yükseldi : - Dikkaaat açıyaruuum l J i l et Nuri yumulu gözleri gerisinde dehşetli bir acıma hissi içinde eriyedursun, birden bir çığlık, bir sesler karmaşığı yükseldi : - Ulan vur! - Vur be, kaçıyar be! - Kessene önünü hayvan ! - Hayvan deme lan. Bak başiarım babanın şarap çanağından! 169


Derken bir yumruklaşma. Yumruklaşmaya katı­ lanlar. Kavga bir anda büyüyüp genişlemiş, mahalle­ nin saka l l ı bıyıkll ları birbi rlerine glrmlşlerd i . Fareciğe gelince . . Çoktaan toz olmuştu ortala'­ dan. Ji let Nuri içten içe bir aOoooh ! " çekmekle ye­ tind i .

1 70


BiLEK SAATi

Vapur Kasımpaşa'da yolcu bırakıp yolcu aldık­ tan sonra, Fenere doğru ağı r ağ ı r yol land ı . Alt kat salonun geniş pencerelerinden birinin önündeyd i m . Güneş uzaklarda kıpkırmızı batmış, hava oynamış, or­ tal ı k yumuşamıştı. Öf�esi kırılmış güneşin altında Haliç püfür püfürdü. Cibali, Sultansel im, Fener, Ba­ lat, daha uzaklar mavi bir duman içinde yükseliyor­ lard ı . Dalmıştım . B i rden dalgı nlığımı dağıtan k ı z yüzl ü bir d e l i ­ kan l ı , aş ırı bir ciddilik içinde geçti . karş ımdaki bo? sı raya oturdu. Ustura değmemiş, tüysüz yanakları, daracı k omuzlarıyle taş çatiasa on altısını aşkın de­ ğ i ldi ama, çatık kaşları , kendini zorladığı gururlu h<ı­ liyle y i rmi beş, hatta otuzunda görünrneğe özeniyor gibiyd i . Ki mbi l i r, belki de sakalının hala çı kmayı ş ı ııa içerl iyordu. Saka l ı çıksa, S i rkeci 'deki bir dükkan ı n vitri n inde görüp i m rendiği j i let takı mını satın a l ı r, b ı ­ y ı k bırakır, belki de o n u çocuk sayıp ciddiye almayan mahallesi kızları ndan biriyle evlenird i . Çatık kaşları­ na bak ı l ı rsa, evlendiği zaman çok h ı rslı olurdu. Yar;i aks i , kıskanç. Kadının artık çekeceği vard ı r. Tepesin­ den yumruğu eks i k etmez. Sağa baktın laf, sola bak1 71


tın söz. Babasından öyle görmüştür çünkü .. Erkeği n erkekliği, karısına göz açtırmamasından bel l i olur! Ama gene de karısıyle gezip dolaşmağa bay ı l ır. Pa­ zarları giyinir, kuşanı r, Gülhane Parkına, Beyoğ luna filan çıkarlar, kadıncağızın burnundan getirir. Şimdi Kovboy filmlerine bay ı l ıyordur herhalde. Sirkeci, Beyoğlu sinemalarının baş müşterisi. Film sayrederken karanlı kta yanına bir kad ı n geçip otur­ sa, kulak memelerine kadar kızarı r, terler, yerin dibi­ ne geçer. Hele kadının eli e l ine kazara değse, gözleri kararır, utanır, kalkıp kaçmak geçer içinden. Si nema­ dan çıkınca da maha lleye koşar, Bolpaça Haydar'ı bulur : - Haberin var mı lan? Bolpaça Haydar da onun kadar. Onun da yüzüne henüz ustura değmemiş, onun da kaşları bir başka biçim çatı k, onun da aklı nda bi lmem hangi semt­ teki dükkan vitrininde görülüp i mreni lrrilş bir j i let takımı. Arkadaşının müthiş heyecanlı, ama heyecanını saklayarak fısıldadı�ı u Haberi n var ını lan? .. ından hiç bir şey anlamamıştır : - Neden? - Ohooo neler oldu bugün! - Ne oldu? - Si nemadaydım .. - Hang i ? - Si rkecideki . . - Ne oynuyordu ? - Demir yumruğun lntikam ı ! - H a . Gördüm. Şu. Tamam. Sonra? - Yanıma bir kadın gelip oturmasın m ı ? - Kıyak mıyd ı ? Karanlı kta pek d e seçemediği halde : - Kıyak da söz mü? Kitap gibi karıydı. - Yaşa be. - Şerefsizim ki ha .. - Sonra? 1 72


- Sonrası var m ı ? Bolpaça Haydar'ın akl ından Aksaray'daki muhal­ l ebici dükkanı geçer b i r an. Orada çal ışmaktad ı r. Don­ durucu ayazların ortalığı bıçak gibi kestiği günlerde , d i rsekierine kadar s ıval ı inceci k gömleğiyle, şakır şakı r çeşmenin başı nda bulaşık muhallebi tabakları­ nı yıkar. Tombul kolları soğuktan mosmordur ama dü kkanın karşısındaki tuhafiyeci nin hemen her za­ man kasada oturan kırklık karı sı s ı k s ı k gel ip ııVaz ı k o koliara yavrum. Şuna bak mosmor olmuş! .. dediği, ac ımışçasına yanağ ından makas aldığı için, umursa· maz. Kad ı n son günlerde yanağından aldığı makası artı rmıştır. • Sonra ? • sı, o biçim işte. Hani ustas ının vergi yatırmağa gittiği gün, dükkanda yalnız kalmıştı da kadı n şıpınlşi gel ivermişti, yanağından makas al· d ı ktan başka öpmüştü . Daha sonrası n ı anlatmam ıştı arkadaşına. Anlatsa aralarında şöyle bir konuşma ge· çebi l i rd i - O d a bir şey m i ? Bizim dükkan ı n karş ısında bir tuhafiyecinin karısı var, görsen .. Karı bir geld i , Al lah be. Takmış takıştırmış, sürmüş sü rüştürmüş . - Ustan yok muydu? - Vergi yatırmağa gltmişti . - Mutfağa çekeydln .. - Ne mutfa�ı ? Arka odaya çekti m . Ustanın karyolası var orda, bir yıktı m . . . Öteki de ondan geri kalacak değil ya! - Hepsi o kadar m ı ? - Karıyı b i r yıktım karyolaya .. daha n e olsun? - Benimki koluma girdi si nemadan sonra, evine götürdü beni ! Muhalleblci çırağı da altta kalacaklardan değil­ dir : - Canım benimkinin apartınanları var. Her za­ man gel diyor da gitmiyorum! - Benimkl sana elbise yaptırayım dedi.. - Ya benimki? Ne çal ışıyorsun o dükkanda? Bırak. Sana Beyoğlu'nda ustanı nkinden daha fiyakal ı 1 73


bir muhallebici dükkanı açayım diyor da boşveriya­ rumi

Ben bunları düşünürken, bakı şlarımız karşı leşı­ verdi del ikanl ıyla. Asık yüzQ yumuşamış, çocuklaşı­ vermişti . On altı yaşı nda bir çocuktu artık. Ne sa­ kal , ne bıyık. Hatta evlenmeyi b i l e düşünemezdi bu çocuksu haliyle. Vitrinde gördüğü tıraş takımı da umurunda deği l ! Bileğindeki sarı kayış l ı saate hazla bakıyor, ku­ ruyor, kulağına tutarak işleyişini kontrol ediyor, arada da gözlerini bana çevirerek sanki : Saatimi görüyor musun ? • demek Istiyordu. · Yeni satın aldım ben bu saati . Senin var m ı ? • Var. Babadan kalma, demiri pas l ı , kayışı yıpran­ mış kül üstür bir saatim var ama, onun yepyeni , pırıl pırıl saati yanında sözü bile olmaz. Olsa, on altı yaşın çocuk şımarıklığıyle güler, dudak büker : - Enflye kutusul -der. Kimbi l i r kaçıncı sefer göz göze gel ince : - Saatimi görüyor musun ? -demek isted i . içimden - Görüyorum, -karş ı l ığını verdim. - Kaça aldığımı niçin sormuyorsun? Niçin i mrenmiyorsun saatime? Seni n yok diye kıskanıyorsun değ i l m i ? Bilmem, koskoca adam kı skanıyor muyum acaba? Kıskanmasam, sorarım kaça aldığ ı n ı , lmrenirim, b a­ kışları mla kutlarını hiç ol mazsa böyle güze l , şirin. pırıl pırıl saati olabilen birini. Herhalde kıskanıyorum Her ne hal ise, gözlerimi başka yaniara kaçırıyorunı, üzerinde durmadığımı, ne onunla ne de saatiyle i l g i l i olmadığımı bel irtmek i stiyorum a m a nerde? Di kkati­ mi saatine çekmek için neler yapmıyor! Öksürüyor, yerinde kalkıp oturuyor. . . ne yapsa boş, bakmıyorum efendim, bakmıyorum işte. G üzel, yepyeni bir saati •-

174


olanın olmayana karşı büyüklenmekten gelen hazzı vermeyeceğim ona. imrendiğiml, hatta onu kıskandı­ ğımı bel l i edip zevklendi rmeyeceğl m . Zevklendirme­ yeceği m efendi m .. bu zevki belirten ışığı, gözlerin· deki o zalim, o üstünlük Ifade eden ışığı görrneğe tahammülüm yok belki l Kalkıp oturmak, öksürmek değ i l ya, saatli bile­ ğini aramızdakl pencere önüne boydan boya uzattığı halde aldırış etmeyişime lfrit olmuş ol mal ı ki , da­ yanamadı , sordu : - Saatiniz var m ı ? inadıma : - Yanıma al maya unutmuşum, evde -dedim. - Benimkl acaba i leri m i diye merak ettim de. Üzerinde durmadım. Yakarnı bırakmadı : - Bu saati peşin para yüz l i raya aldım -ded i -. Nası l acaba? Gene inadıma : - Pek parlak sayı lmaz -dedim-. Iyi saatler dört, beş yüz liradan başlar. Benlmkl beş yüz l i ralık! Bakışlarından kı skançlığın karanl ı k bulutları geçti. - Istesem ben de al ırdım -dedi h ı rsla. - Niçin almadın? - Ne lüzumu var? Saat Işte. Ama bel l i olmaz, belki de bunu kardeşime veri r, kendime bin l i ralığını alırımı Partiyi kazanıyordum. Son darbeyi i ndirmek. için - Bolpaça Haydar'a amma da attı n ha! -ded i m . - Hangi Bolpaça Haydar? - Aksaray'da, muhal lebicide çalışıyor han i . . Alı klaştı , çevresine şaşkın şaşkın bakı ndı : - Ben böyle birisini tanımıyorum ki ! - Nas ı l tanımazsın? Hani ccDemir Vumruğı.ın lntikamı .. filmini sayrederken yanına bir kadın otur­ muştu da, çirkin bir kadın, güzel diye yutturmuştun. - Kim? Ben, ben mi? 1 75


- Tabii. - Beni birisine benzetiyorsunuz gal i ba? - H iç kimseye benzetmiyorum. Çirkin kadı n ı güzel diye yutturdun Bolpaça'ya sonra d a kadının e l i kazara e l i ne değmişti, beni aldı apartmanma gö­ türdü d iye yedirmek istedin Bolpaça'ya! Fı rlayıp kal ktı : - Siz deli misiniz? Bakmad ı m bile. B i r cigara yakıp, bakışları m ı Ha­ liç'e çevi rdim. Kurtulmuştum. Kimbi l i r belki de üç sıra ötedekil ere benim a Deli • l iği mden SÖZ ediyordu. Öcümü alm ıştım ya!

1 76


TANlK

Mahalledeki Sarı kadın'ın kızı Aynur'a • Ü rospu • mu demişler, • Beyoğulları nda pabuç eskiten sürtük · mü? Hani · Iki e l i yanına gelecek•, duymamıştı . Evet, d ışarda birtakım h ı r, gür oluyordu, mahalle çokluk olduğunca gene inip inip kal kıyordu ya, nesine ga­ rekti ? Yaşı yetmiş, işi bitmiş. Bundan sonra e l i n keçis i , koyunuyla uğraşmak nesine? Oğul larından biri izmi r'de tlcaretle uğraşıyordu. Aydan aya artı k ne gönlünden koparsa Iki yOz mO, Oç yüz mü yol lar, l stanbul 'a yolu düştükçe de gel ir elini öper, hayı r duasını a l ırd ı . Öteki oğlu biraz uzaklardaydı. Ta Er­ zurum'da. Ama Erzurum'da temel li durmazdı çokluk. Askeriye'ye mi ne erzak verirmiş. Bu yaşına geldi, askeriye'ye nerden, nasıl erzak veri ldiğini bilmez. Ko­ cası rahmetl i k de bilmezdi. Canım o devirlerde bun­ ları pek öyle bi lenler yok muydu? Vardı da imam kocasının bağırıp çağırmasından baş kaldırıp çevre­ sini mi göremezdi ? işte bu, askeriye'ye erzak ve­ ren oğlu da sırasına göre üç yüz, ramazanlarda, bay­ ramlarda beş yüz yol lard ı , oooh, gül gibi geçinip gidi· yordu. Gül gibi geçinip· gittiği için de elalemin keçisi, koyunu i lgi lendirmiyordu. Arada mubaşirlerin •falan oğlu falaaaan • diye 177


haykırdığı insan kaynaşan Adi iye koridorunun cigara dumanıyle tül lenmişliğine bakıyor, arada çenesinin altında bağl ı siyah başörtüsünü düzeltiyordu. Bir ce;p gelmiş, mahkemeden çağırı lmıştı . Atiarnıştı bir dol­ muşa, ver elini mahkeme kapısı. Bu yaşına kadar görmemişti böyle şey. Demek mahkeme kapısıydı bu· rası ? E, Insan görmellydi , her şeyi görmel iyd i sağ l ı­ ğında. Hakim soracaktı kavganı n nasıl çıktığını, ki­ min kime ne dediğini . . . gerçi Sarı kadının kızı Aynur da hani sürtüğün bi riydi ama, çok şakacıydı hakçası . S ı k s ı k gelir, uğrar, boynuna sarı l ır, halini hatırını sorar, ·Ah hamlnneciğim• derdi, niye bir teru­ nun yok? Bir terunun olsa da beni alsan ı Val iahi eli­ ni soğuktan s ıcağa vurdurmam. Seecadeni serer, ap­ tes suyunu hazırları m . Yemeği yapar, bulaşığı yıka­ rım. Ama nerdeee? • • - Allah göstermesin! • diye geçird i . • B i r to­ runu m olsa na kel i me? Erzurum 'daki Rıza oğlumun BOient'l ne gOna duruyor? Ama tu tu tu . . . Allah yazdıyas bozaun l • Sarı kodının Aynur karşıaındaymış gibi Senin gibi d l l lenmlşl torunuma değ i l , düş­ manı ma naslp etmesin Genab-ı Allah ! • D l llenmlş d e n e olmuştu? Mahall ede, kahveci­ nin kart karısının alabildiğine yüz verdiği oğlu bir sefer Beyoğlu'nda, lstlklal caddesinde, genç kız kalp­ l erin i hoplatan vitrinierden birine bakarken görmüş, yanına sokulmuş, • Meraba Aynurl • demişti . Aynur sertçe dönüp bakmıştı. Önce yabancı sanmış, sonra da anlayınca yabancı olmadığını, • H iç n demişti . Baş· lamışiardı konuşmağa : •- Ne gaziyorsun burada?• Canı m sıkılıyor.• •- Açı lalım mı şöyle biraz?• Aynur kocaman, kapkara gözleriyle şaşmıştı : •- A a . . • N odon ? • Slnlrlenrnl�. bol paça şayak pantolonlu, bel i kır• . . .

•-

•-

.

•-

1 78


mızı yün kuşakl ı , başı altı d i l i m kopuk kasketli oğ­ lana dudak büküp yürüyüvermişti . Ne diye yürüyü­ vermiyecekti? Karnını bile doyurarnıyan deli oğlan­ la • Şöyle biraz açıl ıvermek zorunda• m ıydı ? Oğlan ardından bakmı ş bakmış . . hatta gidip ya­ kalamak, iki tokat atmak geçmişti içinden ama çe­ kinmiştL Beyoğlu 'ydu burası. Adamı yakaladı lar rnı paldır küldür sakariardı birtakım karanlık parmaklık­ lar ardına. Beyoğlu semt olsa, babası koşar, kurtcı­ rırd ı . Ama Beyoğlu? Koydukça koymuştu Aynur'un • Poz• u. Hemen o gece, babasının kahvesi nde, kahvenin yoğun cigara dumanları Içinde patırtıyle biQm oynayan arkadaşlA­ rının yanına heyecanla dOşmOş, başlamıştı : •- U lan bugün ne oldu b i liyor musunuz? • Kimi Küçükpazar'da manav çırağ ı , kimi Aksaray'­ da muhallebicl nin yanında, kimi de pek pek pazar kavalayan gezici esnaf arkadaşları oyunu bırakma­ mışiarsa da, gene de merakla bakmışlardı : •- N e oldu? • S ı r verfreesine : Şu Sarı kadının Aynur var ya! " Kağıtlar o zaman bırakılmıştı işte : •- E??• • - Fi l l nta gibi bir o�lanla gördüm, hem de ner­ de bil iyor musunuz?• •- Vay orospu vayl Nerde?• .. - Beyoğlu 'nda, l stiklal caddesinde. B i r mağa­ zanın vitrinine bakıyorlardı . Sonra oğlanı soktu dük­ kandan içeri . Oğlanda mangı r nah, böyle, deste. Biı­ kıyıya zula oldum, çıktılar paketleri e. Aynur'du be, Aynur'd u l Berber ç ı rağı , pazarc ı , gezgin esnaf, isterse M i l letveki l i olsun, mahallel isi­ ne boşverirdi oldu bitti. Mahallel isine boşverirdi de maha l l el isinden başkalarına oldu mu? Öyle sanıyor­ lardı. Yerli fi lmleri , en çok da Ayhan Işık, Fikret H a­ kan, l zzet Günay'ı falan sevlyordu, yani hoşlanıyordu. iyi giyinsin, bütün yerli filmlerle arada düşen acı k ! ı �

«-

_ _ "

1 79


yabancı fi lmleri kaçırması n Isterd i . Babası vardı , kü­ çük bir memur, Maliye'de. Yaşlı. Kalp, damar sertli­ ğ i , böbrek sancı ları . Aldığı maaşın yarısına yakını birtakım i l açlara g idiyordu. Daktilo kursunu geçen• yıl bitiren Aynur, bi rkaç yerde iş bulmuş, hatta bir­ kaçar ay çalışmıştı ama, asılmışlard ı . Korkuyordu. Yoksa çalıştığ ı yerin kırklık sahipleriyl e saçları sı' sıkı taralı birtakım gençlerinden de hoşlanmıyor de­ ğildi. l<orktuğu için çıkmıştı ası l ı n ı nca. Ası l ı nmak ho­ şuna gidiyordu yoksa. Ası l ı nmak, bi leğ inden arka odalara çekilmek, itilivermek portatif bir karyola ya da kanapeye. Hoştu. Her şey hoştu. Yarım kalmış bu itelenmel eri geceleri düşlerinde gördükçe sabahle­ yin gerg i n sinirleriyle uyanı p uzun uzun düşünüyordu. B i r erkeği olsun istiyordu. Onu karyolaya falan itiver­ sin, ezsin ezabildiği kadar. Kimseler ayıplamasınlar mahalleden kol kala çı karken. Olmuyordu işte. Ma­ hal lesi fakird i . Bıkmıştı faki rl ikten . Varacağı zengin ol masa bile, hevesini aldıktan sonra babasının evi ne yol lama�a kalkması ndı . Birlikte çal ışsın iardı bir yer­ lerde. Ikisinin kazancı bol bol yetslndl. Vatsi ndi ki hasta babacığının i laçlarına yardım etsind i . Adiiye koridorunun i nsanlar kaynaşan uğultusuna giri nce, 5fözüne a Hanımteyze• i l işti . Koşacaktı. Topar­ Iadı kendini . O gün istiklal caddesi üzerindeki mağa­ zanı n vitri nine bakarken ası lan kahveeinin bolpaça oğlu oradayd ı . Bolpaça oğlan da görmüştü uzaktan Aynur'u. Hanı mteyze nye eği ldi: .. ziJJi geld i . Bak, bizi görünce yol unu değiştird i . Bizi dedi mse seni yani hanım teyzel Hanım teyze iyiydi , hastı ama, düne kadar hatı­ rını dirhem d i rhem sayan, . . niye bir tarunun yok? Bir tarunun olsa da beni alsan! Val iahi elini soğuktan sıcağa vurdurmam. Seecadeni serer, aptes suyunu hazırlarım. Yemeği yapar, bulaşığı yıkarım .. d iyen bir kızın, arkasından atıp tutmaları da hiç hoşuna gitmezdl hani. bizi dedlmse, sizi yani hanım teyze l " •

• .

180


Bolpaça'ya sinirli sinirli baktı : Beni m i ? Beni görünce yolunu ne diye de­ ğ iştirsin?• Bolpaça güldü. Sen meleksin hanım teyze melek! Şurda burda senden ötürü çaça'ya benziyor. Yoksa mah al l ede gül gibi yaşıyor, nerden demiş. Duydum, şeret­ sizim tepem attı . U lan dedim, hanım teyzeye laf yok. Hanım teyzenin iki tane oğlu var ki aslan. Can­ ları sağ olsun dedim. Yalan mı Pazarcı ? • Ulaşamadıkları ci ğere mundar diyenlerdendi Pa­ zarcı da. •- Ulan• ded i , • . . . ne karıştı rıp da canını sı­ karsın hanım teyzeni n ? • Ulan bolpaça .. • dedi b i r başkası . • Hanım teyzeye değ i l bizim mal lede, bu kürrei-arz'da hiç kim­ se bir şey söyllyemez l • • - Hanım teyze bir tane ! • • -Emret gidip orospunun suratını Çarşamba pazarına çevireyim! • Kend isi mi sanıyer herkes i ? • • - Onun anası çaça ! • o kadar ! · •-

•-

•-

a-

a-

............• Saat I lerlemiş, kavgacı lar, tanıklar falan hep gelmişti . Aynur'un annesi biraz geççe geldi . Baba­ sının gene böbrek ağrı ları tutmuştu. Kepek kaynatıp beline koymuş, yatı rmış, adamcağızı sancı lar içinde kıvranır bı rakarak gelmişti . Ne vard ı ? Ne oluyordu ? Çağı rmışlar mıydı mahkemeden? O • Hanım teyze •­ ye de ne oluyordu ki çevresini it kopuk takımı saı·­ mıştı ? Ah yavrum • dedi Sarı kadın. · Ben sana de­ medim miydi yazdırmadan önce git, görüş diye? Şim­ di mahkemede seni kötülerse ne yaparız ? • Aynur da kocaman gözleriyle o yana bakıyor, bunu düşünüyordu. Ne bilirdi • Hanımteyze •nin, • Bir · -

•-

181


torunum olsa seni hemen alı rı m kııız! diyen, ro­ nıatizmalı bacaklarını uzun uzun oğduran, s ı k s ı k .. Berhudar ol yavrum! A l lah i ki cihanda aziz etsin. elierin dert görmesin . . . • diyen han ım teyzenin de onl ardan yana geçeceğl n i ? Sonra neler anlatmanıış­ tı Aynur'a? Gençl iğin! aniatmıştı bir öğleden sonra, Aynur'u dizine yatırıp. Mahal leden biri istemişti Ay­ nur'u da, Aynur mırın kırın etmişti . Pek beğenmişti m ı rın kırmını Aynur'un. • Sev kız, deli gibi sev, sonra evlen. Ben benim rahmetl i diyel im de adet yeri ni bulsun, i mama isteyerek m i vardım sanıyorsun? Ben ası l M ıstatendi 'yi severdinı. Aaah ah Aynur. Hem de nası l . Valiahi geceleri sabahlara kadar uyuyamazdını. Uyuyamazdım ama, M ı statendi de M ı stafend i 'ydi. O kaşlar, o gözler, o abani sarık .. Adam cet be cet zen­ gind i . Öyl e ş imdikiler gibi zıp çıktı zengi n değ i l . De­ deden, babadan! Ama ben, Allahın bildiğini kuldan ne diye sakl ıyayım? M ı stafendi 'yi malı mül kü , cet be cet asaleti için deği l , kudretten sürmel i gözleri, kaşı , bıyrğı Için severdim. Geceleri beni mahallenin arkasındaki harabelerde beklerd l , giderd i m ! • • Hanım teyzo • de bunu düşünüyordu. Ya kız mahkemede kafası kızar da bundan söz açarsa? Va M r statendi'yi atarsa ortaya? M ıstafendi çoktaan ölüp gitti ama, torunları , oğul l arı sağ. Kulaklarına gider­ se? M rstatendi 'nin torunu Avni bey de şimdi i ktidar partisinin M i l letvekil lerindendi . Gerçi M ı stafendiyle fazla i l eri gitmemişierdi ya, gene de . . . •Ne diye gel­ miş geçmiş şeylerden söz açtım sanki yazının sürtü­ ğüne? Beni görünce yolunu değiştirdiysa varsın de­ ğiştirsin. Beninıki A l lah için bir şahitl ik. Hooş gör­ medim, val lahi, bil lahi görmedim kavgaların ı . Duy­ dum sadece. Duydum ama arabaemın karısının Ay­ nur'a orospu dediğini duymadım ki l • •

Birden gözüne biri i liştl . Yüreği hop etti hanım teyzenl n . Benzerlik bu kadar olurdu hani . Bir e lma­ nın yarısı rahmetli M ı stafendi, yarısı şu önünden sal ma sal ına geçen. Ne var ki, M ıstatendi 'nin abani 182


sarığı yerine siyah fötr şapka konulmuş. Bir de M ıs­ tafendi kravat takmazdı . Bunda kravat vardı. Deri iln derin Içini çekti. Aklından mahallenin ardındaki harabe geçti : Terk edilmiş bir ahır mıyd ı ? Gübre kokardı. Mıstafendi gübrelerin üzerine yı kar­ dı sırtüstü. Ne istese yapabil irdi ama yapmamıştı. Eski adamlar başkaydı da ondan. Eski adamların için­ de Al lah korkusu vardı. Allah korkusu olduğundan . . . Yoksa Hayır• mı diyecekti? Aylarca sürmüştü sı rt­ üstü yıkılması fışkı ların üzerine. Sonra bir gün dayısı yakalamı ştı da, lmama . . . • - Fethi Günaydın kızı Aynuuuuuuur! a

»

183


TÜRKÜLER

Gece. Gecenin i leri bir saati. Radyoda bir türkü : «Cigaramın dumanı yoktur yarin imanı» Yar, böyle bir yar vardı adamı n içinde, çok geri­ lerde kalmış. Yıl dokUZ'IÜZ kırk mıydı ? Galiba. Kar yağıyordu lapa lapa. Dünya'da harp. Alaman tankları atı keslyordu. içini çekti adam. Gençti o zaman. Lapa lapa karların altında buz tutmuş göğüs kıllarıyle yürüyordu adım adım. B i r buhar kazanı g i b i tütüyordu . Sarhoştu. Şarabın, U l u­ cami karşısı ndaki köfteci'nin kırmızı şarabının kız! l r vurmuştu yanaklarına. Bursa mıyd ı oras ı ? Dar b i r mer­ d ivenle mi çıkmıştı köfteci dükkanının üst katını:ı? M avi mantolu, kırmızı küpel i , kıvır kıvır kumral saç ! ı yari düşünerek mi çekmişti kafayı? Evet Bursa'ydı orası . Çekirge, Karamustafa kap­ l ıcası, Temenyeri , Yeş i l . Yeşi ldi süveteri imansız ya­ rin. iskarpinleri rugan, bacakları ince ama ayak b i lekleri tombul , adımları çevik. Hoplayarak yürürd: • Sokaklarda hopl ıyarak yürüme! • Aşk dökü len, baygı n gözleriyle dönüverıniş, so ruvermişti 184


• Sonra bana sokakların oşoşu mu derler? • • Derler ya ! • Başının bir davranışıyle sanki alnına düşmüş bir tutarn saçı arkaya atmıştı : • Desinler, desinler be, desinler anam bee ! • Adam'da radyo, radyodaki türkü filan s i linmiş­ ti. u Anarn bee! • takalmıştı akl ına şimd i . ·Ana m bee i d iye geçird i . «Ana m bee ! . . . • Gerçekten de, Bursa'daki • Sokakların oşoşu .y!a bu «Anam bee • diyeni n benzerl ikleri . Tıpkı mıydı lar ne? Oysa o yıl ların • Oşoşu • şimdi en azından vardı bir kırk dördünde. Adam içini çekti. Bir Cağaloğlu ikindisini hatı rladı acı acı . M ev­ sim sonbahar. Sarı yaprakları önüne katmış rüzgar. RüzgOr ı l ı ktı . Lodostu hava ama bağucu değ i l . Onu bokl lyordu. Az sonra biraz Ince ama çok biçimli ba· caklarıyle gelecekti . Yakı nlarda bir yerde yanıvermiş elektriğ i n sarı ışığ ında su gibi gülecek : u Çak bak­ Iettim m i ? • diyecekti. Özür dileyecek, sonra da baş­ layacaktı çalıştığı kitapçıdan dertlenmeğe. Kaşları ciddi ciddi çatılacaktı . · Efendim • diyecekti , ·Adam laftan anlamıyor. Caddeye bakan pencere önüne otuı-­ sam karışır, kitap okusam karışır, gülsem karışır. Av· ni işhanında kapı komşu yazahanelerin ben akran kızlarıyle konuşsam karışır. Yanında çalışıyorum di­ ye esir miyim Al lahaşkına ? • Içini çekti gene adam. Gelmiş, gene bu, buna benzer şeyler. Adam hiç unutmaz verdiği karşı l ığı : « Esirlik ne demek? Elbet­ te esir deği lsiniz. Ne haftalık veriyor size ? • · E l l i li ra. • u Çak az.• u Çak. Bana başka bir iş bulamaz mısınız? Zarar yok, gene e l l i l ira olsun haftada ama daha bir hür, daha bir serbest. Nasıl söyl iyeyim, hiç ol mazsa boş zamanlarımda okumama, kendime arkadaş edi nme­ me . . •

.

185


a Haklısınız. Karışmasa değ i l m i ? " u Karışmasa ya! " B i r başka i ş bulmuştu adam ona. O akşamüstü işte, yeni işinde_n dönmesini bekliyordu hasretle. Koca bir gün, kocaman bir gün beklemişti. Az sonra gelecek, başlayacaktı cıvı ldamaya. Elbette yaşamın­ dan memnun olmayacaktı, e lbette dertlenecekti gene, el bette kaşları ince i nce, sert sert çatı lacak, e lbette . . . Gelmişti. Gülmüyordu yüzü, sıkıntı l ıydı . .. Yeni Işini de beğenmedi n galiba? • içini çekmlştl, a!]lamak l ı olmuştu. « Neden beğenmed l n ? • Durakta otobüs bekl lyorlard ı . Lodos rüzgarı ka­ ba kaba, s ıcak sıcak esiyordu, yapraklar, sarı yap­ raklar, Sonbahar'ın sarı yaprakları savruluyordu. Su­ suyordu o. Boyuna susuyordu. Konuşsa ağlayacak mıyd ı ? Ağlamak istemiyor muydu? Ağiayınca yanın­ dakini inciteceğinden mi korkuyordu? Belki evet, bfllkl hayır. Ama susuyordu. B i rden mazot kokulu hoınıırtuauyle bir otobOa gelip dağ gibi durmuştu ön­ lerlndo. Blnmemlı;ılerd l . Baı;ıka, daha başka, daha han­ to! , duhıı oskl, belki de daha kocaman bir başka otobüs bekleyeceklerdl. « Ha? Beğenmedin m l ? • Zorla : I nsana kötü kötü bakıyorlar• demişti. u Kim ? • • Labaratuvardaki gözlüklü, şişman adamla . . . •Adamla?• Öteki ler. • Adam anlamıştı işi . Bıraksındı orayı da. Başka bir iş bulurlardı. •Annemle birl i kte çalışmak daha iyi belki.• • Nerde çalışıyor annen? • •Trikolarda! • Hemen eklemlşti : •Orada da . . . • •Orada da?• •

u

186


• Hiç.• •Orada da mı tak ı l ıyorlar?• • Annemin ustası . . . • Lodos rüzgarıyle dağ ı l an saçlarını ufacık, bem­ beyaz eliyle toplamağa çalışarak boşanmıştı : " Beni çok seviyormuş. Karısını boşayıp beni alacakmış. istemezsam öldürecekmiş beni de kendini de. Ay val iahi yapar. Öyle korkuyorum ki. Kocaman adam . Şimdi bile çı kıvarmesi nden ödüm kopuyor! " Sıcak sıcak esen lodos elektrik ampulünü sal l ıyordu. « Ayyy. demişti birden. a Ne o ? • a Ge l lyorl • • Ki m ? • aOI• Ardına saklanınağa çalışmıştı adamın. Adam için en unutamayacağı and ı . Unutamamıştı yıl lar yı l ı . Az önce radyodaki türküde hatırladığı Bursal ı bile sil in­ m işti . Yıl lar yı l ı tan ıdığ ı , sevdiği, beğendiği ka­ dınların tümü. O vardı şu an. B i r başka türkü geldi oturdu di line : aEwel yarin sevgilisi ben idim Şimdi uzaklarda kalan ben oldum• gibi bir şey. Adam gelmişti, kocaman, lplrl. Kolalı yakası , kravatı, Ipek gömle{j l . Ablak yüzünde öfke, ablak yüzün­ de her şeye boşverlş. Gelmişti . Kızı çağ ı rınıştı adıy­ la. Kız kaçınmış, ağlamağa başlamıştı . Adam bil eğın­ den yakalayıp sürüklemek istemişti. Girm işti araya : a Pekl ama ne hakla?• u Size ne?• demişti zorba. a Baoa sığınmış bir genç k ı z . . . • · Ben onun annesinin ustasıyım l • " Kim olursan o l . G itmek Istemiyor, seni gör­ mek istemiyor, senden nefret ediyor! • Uzamıştı ağız dalaş ı . Tehdit, tehditler. KarakoL Sonunda iş mahkemeye düşmüştü. Daha sonraları . . . Adam yeni bir clgara yaktı. 187


Onunla dolu günlüğünü çı kardı masasının çekme­ cesi nden. Onunla dolu yı l ların anı larını okudu yeni­ baştan. Bu anılarda masmavi gök vardı, çiçek yüklü ağaçlar vardı, Boğaz vardı. Bu sayfalarda · Ananı bee! • leri n daniskası, bu sayfalarda kavga, bu say­ talarda gözyaşı, bu sayfalarda ayrı l ı k vardı . Bu say­ talar birl i kte yaşanmış kar l ı günlerin buz parçalarıyle doluydu . Bu sayfalar her şeye rağmen sıcacı ktı. Bu sayfalar . . . Aynaya baktı adam. Yaşlanmıştı . Daha da yaşla­ nacaktı. Sonra bir gün hiç bilmediği bir gün, hiç he­ saplayamayacağı bir saatte, bilarneyeceği bir yerde ömrünün son noktasını koyunca bu sayfalar kime k�­ lacaktı? Yabancı lara ne söyl eyecekti bu sayfalar? Bu sayfalar geçmişin tatl ı , acı saytalarıyd ı , yalnız onu ilgi lendiri rl erdi. Başkalarına kalmamal ıydı . fırttı bu sayfaları defterden. Sonra ortadan blr daha yırttı, daha sonra bir daha, bir daha, bir dah::ı. Hayır hiç, hiç iz kal mamal ıyd ı . Aşağı i n d i . Ocağa attı yırtı k sayfaları, gaz dök­ tü, çaldı klbrltl. Yırtık sayfalardan dumanla karışık turuncu bir alev yüksaldi önce. Neşeli bir alev. Sonr:> alevler alevleri kovaladı. Boğaz dolu, lapa lapa kar dolu, I lkbahar çiçekleri dolu, mavi li kler dolu yaprak­ lar çığl ı k çığl ığa yanmağa başladı lar. Bir cigara yaktı adam aleviere karşı. uCigaramın dumanı yoktur yarin imanı• Yar, imansız yar, kırmızı küpe l i , mavi mantolu, lapa lapa karların altında çevik adımlarıyle koşup gelen yar. Sarı pardesüsüyleydi bir gün de, ayrı l ı r ken şöyle demişti : • Kanarya giblylm, gldlyoruml • V e radyoda bir başka türkü : uSüzül güzel süzül de gel Deli gönlüm hep seni ister

/88


HlRSlZ

Günlerden beri her çaldığı kapı yuzune çevrıl­ mlş, umduğu dağlara karlar yağmıştı . Kapılar çevri­ llp, karlar yağd ıkça Içinde bir şeyler yıkıl ıyor, çocuk­ luğundan beri huy haline gelmiş birtakım değerler sarsılıyor, eriyor, çürüyordu. Niçin iş bulamıyordu? Su işlerindeki Süreyya'­ dan da mı kaabil iyetsizd i ? Ya iş Bankasındaki Hay­ dar? Hele o .. cebir ve tarih yaz ı l ı larında kopyayı kendisinden al maz mıyd ı ? Derse her kalkışında acaip cevaplario sınıfı kahkahadan kırıp geçl rmez miyd i ? 1 83 Haydar, şapşal , mızmız, fasarya Haydar. Öğret­ menin a Gemi aslan ı • dediği, uyuntu Haydar! Ağız kıyısında cigara, pırıl pırıl iskarpinleri , yepyeni fötrü, pardesüsü .. karısını koluna takmış, elinde birtakım paketler, nası l: da cakalı cakalı yürüyordu? Ya o parkalere emniyetl e basış! Selam bile vermemişti. Adam bir küfür kaçırdı. Yanıbaşında çorap yama­ makta olan karısı: - Hayrola? - dedi . Adam karş ı l ı k vermedi . Kocasını gayet iyi tanı­ yan kadın bu susuştan da anlam çıkarmıştı , üzeri nde durmadı . Lafı değiştird i : 189


- Kız şimdi okuldan gelecek .. Adamın içi hop etti : - Evet? - Yiyecek hiç bir şey yok. Ne yedireceğiz? Adamın içi yandığı halde gene de umursamaz göründü : - B i z n e yedi ksel Kadın yamasına koyuldu. Kocasının günler deği l , haftalar da değ i l , aylardır işsiz olduğunu biliyordu. Az önceki bel i rsiz küfrünün nedenini de kestirmişti . Herhalde evine al mak istediği bir şeyi alarneyışına küfretmlş olacaktı ; ya da, işleri tıkı rında bir tanıdı· ğ ına. " lşsiziz diye boş veriyor eşşoğlu eşşekler! " demişti bi rinde. · Sanki ceplerinden para cüzdanlarını alacağ ı m ! • Okuldan alı a l , moru mor dönen Leyla: - Anneciğim! -diye bağırd ı-, bugün derse kaldı r­ dı öğretmen, bildim! Kad ın kocasına baktı. Adam dalmış gitmişti. Ama çocuöun sevinci karşısında da sus pusa hakkı yoktu ki. - Duydun mu? Öğretmeni derse kaldırmış kı­ zını, bllmiş! Adamın dalgınlığı değişmedi , hatta duymadı karısını. Kadın bozulmuştu, üsteled i : - Sana söylüyorum, duymuyor musun? Uykudan uyanırcasına: - Ne var? - Kızını derse kaldırmış öğretmeni . Laf olsun diye: - Hangi derse? - Matematiğe babacığım. - N e sordu? - Güner Saner'i kaldırmıştı, çarprnayı yapamadı, beni kaldırd ı , ben hemencik yaptım ! Adam başını kahırlı kahırlı sal lad ı : - Ben d e arkadaşlarımın bil ernediğini bilir, ya. 190


pamad ıklarını yapar, hatta yazı l ı larda kopya verirdım onlara .. ne çıkar bundan? Leyla'nın neşesl uçtu. Kadı n sinirl endi. Kocası nı n i nadına: - Afferin kızıma, -dedi-. Benim kızım okuyup büyük adam olacak! Adam mırıldand ı : - Babası gibi. Uzun sarı saçlarını başının bir davranışıyle ar­ kaya atan leyla: - Yiyecek ne var? -diye sordu-. Karnım çok acı ktı ! Kadın anlamlı anlam l ı baktı. Babası işinden çı­ karı lal ıberl annesi hep böyle bakıyordu. Yamadığı çaraba lğneyl sapiayıp kalkan kadın, kızını d ışarı çıkard ı . leyla: - Nlyo öyle baktın anneclğlm? Kaka söz söyle­ medim ki, karnı m çok aç dedim! Kadı n bir şeyler söylemek, babasının işsizl iğinden söz açmak istediyse de uygun bulmad ı . leyla gene sordu: - Yiyecek ne var? - Peynirle ekmek. - H er gün peyni r ekmek, her gün peynir ekmek. Hala iş bulamamış m ı ? - Suss! Çok geçmeden kurban bayramı da geldi çattı . Davul sesine gözlerini açan adam yatağında tembel tembel gerindikten sonra, yanıbaşındaki pencereden sokağa baktı. Sabahın parlak güneşi sokağı n bozuk parkelerindeki su biriklnti lerinde yansıyordu. Bay­ ram l ı klarıyle bir alay çocuk neşel i çığlı klarla geç­ ti ler. Odaya sıkıntıyle g i ren kadın: - Ev sahibi gene kira istedi , -dedi . - Sen ne cevap verd i n ? - N e cevap verebllirdim? 191


- Leyla nerde? - Baba annesine gitti el öpmeye .. Pencerenin camı vuru ldu. Adam döndü, baktı . Aynı mahal lede oturdukları bir arkadaşı. Camı açtı, bayramlaştılar. Sonra, laf olsun diye: - Gelsene, -dedi . Arkadaşı : - Şekerin var m ı ? Adam karısına döndü: -Var m ı ? Kad ın utançtan yerlere geçti sanki. Arkadaşı anlamıştı işi, zaten bil iyordu işsiz olduğunu: - Haydi g iyin gel de çıkalım! -dedi . - Nereye? - Bayram değ i l m i ? Gezer dolaşırız .. - Valla benim niyetim yok. Sen gez, dolaş, eğlen .. - Anlaşıldı, -dedi arkadaşı-. Sen artık tam ma­ nasıyla k ı l ı bık oldun. Evden çıktığın yok. Yoksa yen­ ge ml Izin vermiyor? - Iyi b l ldln. Yenge Izin vermiyor! Arkadaş tatsız tatsız güldü: - Haydi bana eyval lah .. - Güle güle. Kadın: - Ya gelseyd i ? -dedi. - Gelseyd i . - Gelseydi m i ? - Öyle ya. - Aman yarabbi, ne gamsız adam ! Benimse yüreği m ağzıma geldi.. - Şekerimiz yok, i k ram edemiyeceğiz diye mi? Yataktan kalktı . Kadın gene sordu: - Dün yanında beş l ira vardı . . duruyor mu? Adam: - Sanmam. 192


- Niçin? - Bira içmiştim de .. - Ah ya Rabbi, ah ya Rabbi.. hala bira içiyor, içebil iyor! - Doğru, -dedi adam-. Hala içebil iyorum. Demek hala insanl ıkla i l i ntim var demek istiyorsun .. hayret deği l m i ? Kad ı n söylediğine pişman oldu. Bir avuç parayı şıkı rdatarak gelen Leyla: - Dolu param oldu, -dedi-. Babamdan da, anneın­ den de çok param var. Bu paraları bana kim verdi bil iyor musunuz? Dedem , baba annem, Ayşe halam ... bu kocamanı dedem verd i , bunu baba annem, bunu Ayşe ha lam, bunu da . . . On l i raya yakın parası vardı . Paralarını üst üste birkaç sefer saydı ktan sonra küçük çantasına koyup yüklüğe kaldırd ı . - Şimdi anneciğim saçlarımı tarar, elimi yü­ zümü y ı kar, bayram yerine gönderir beni değ i l m i ? Karı , koca bakıştılar. - Değ i l mi? Değ i l mi anneciği m ? Değ i l mi diyorum, değil mi diyorum ama? - Gel el ini yüzünü yıkayayım .. Dışarı çıktılar. Annesi : - Bu kadar cırcır olma! -dedi . Leyla şaştı : - N iye? Ne dedim ki anneciğl m ? - K ı z b u kadar cırcır o lmasanal - Herkes kaka çocuk mu der sonra? - Kaka çocuk der tabii! - Peki anneciğim, bir daha hiç cırcı r olmam . Ben kaka çocuk deği l i m ki. Ben anneciğlml çok sevi­ yorum. Ben anneciğimi ne kadar çok seversem anne­ ciğim de beni o kadar çok sever, bayram yerine de gönderir deği l ml anneclğlm? - Tabii. - Bundan sonra i lacım ı da güzel güzel Içeceğim .. 193


- Aferin. - Gülseren 'le sokakta çizgi de oynamıyacağı nı . - Oynama ya! - Sokakta oynarsam bana kaka çocuk derler. Niye desinler? Hiç de yaramazlık etmlyeceğ i m . Anne! - Ha? - Bayram yerine beni babam m ı götürecek? - Bakalım. Sen bir şey söyleme babana .. - N iye anneclğim? - Babanın hiç parası yok, yüreğine batar. Dem in babamdan da annemden de çok param oldu dedin. Babanı n hiç parası yok acımıyor musu n ? Leyla durakladı , düşündü, sonra: - Paraları m ı babama vereyim mi anne? - Hayır, bunu da yapma. - Peki ne yapayım ben şimdi anneciğim? Odaya döndüler. Leyla'nın babası sed i rde oturu­ yor, pencereden sokağa bakıyordu. Leyla yüklüğe, paralarma gitti . Çantasını aldı, açtı , paralarını avu­ cuna döktü , soyma�a başlad ı . B i rden heyecanland ı : - A . . . I k i buçuk l l ram eksik ! Kocasına gözucuyle bakan kadın, kızına çıkıştı : - Sus ! - iyi ama, anne . . . on l i ram vard ı , yedi buçuk kalmış! - Hani gevezel i k etmiyecektin? - iki buçuk l iram eks i k anneciğim . . . - Yanlış saymışsındır.. - Ü ç defa saydım, baba annemlerde de saymıştım. On l i rayd ı . Şimdi yedi buçuk l ira var. Iki buçuk l i ram kayıp, çalmışlar. Kim çaldıysa Al lah ateş etsin, ciğerine bassıni Kadın dehşetle haykırd ı : - Kes d iyorum sana! Leyla hıçkırd ı . Adam hala pencereden d ışarı bakıyordu.

194


M i N NACIK D EV



MINNACIK DEV

Vokuştakl müvezziler kahvesinin önüne Iskem­ Iemi tam atmıştım ki, o: Balzakl . . . Kaba siyah bıyı ğ ı , dökOk tepe saçları , uzamış sakalı, saçı . . . Taş çatiasa otuzdan yukarı olmadığını bil iyordum. Daha dün denecek kadar yakı n bir geç­ m işte, ateş saçan gözleri, kabarık kıvır kıvır saçları, deste .deste şi i r, hi kayelerle) ideta köpürerek gelir: " Dinleyi n ! . .. " diye başlardı. Kendi yazdı klarıyle coşard ı . Sonra da sorardı- Nas ı l ? • - Harika• demek zorundaydı k . Beğenmemek ki min haddine? Beğenmemek şöyle dursun, tek srıtır, hatta tek kel i mesine toz kondurmak. . . Kahve masasının kirl i merrnarine saçılı kağıtla­ rını h ırsl ı h ı rs l ı toplarken_; · Ben -derdi-, devrinin çok i lerisinde bir sanat­ . çıyım. Sizler ben i anlıyacak, benim şiirlerimin, hika­ yelerimin tadı na varacak seviyede deği lsiniz! • Çıkar giderdi. Sonraları şiiri , hikayeyl bırakmış, romana başla­ m ıştı : · Romanlar yazıp devlerle savaşmak istiyoru m ! -diyordu-. Eleştirmenler haklı. Dünya çapındaki ya­ zarlar dururken, m lnnacık yerl l lerle vakit kaybetme­ mal i . Evet romanlar yazıp memleket d ışına taşacağı m 197


ve dünyanı n sayı l ı devleriyle savaşıp, onları bile ye­ neceğ im! Kim var? Balzak m ı ? Dostoyevski m i ? Tolstoy m u ? B e n yepyeni bir Türk Balzak'ı olaca­ ğım!. . . • Her gün getirdiği yazı tomarlarını gece babası , annesi, kardeşleri uyuduktan sonra, sabahlara kadar çalışarak yazarmı ş : "Yüksek bacaklı bir masada, ayakta yazıyorum . Yazdı klarımı saçıyorum odaya. Onları tasnife bile vakti m yok ! " B i r gün açıkça: Balzak gibi .. ded i . Tabii o günden sonra adının başına " Balzak» ek­ lendi. Bayı lıyordum ona. Ne heyecanl ı , kendinden ne emin, yaptıklarına ne kadar da inanan bir hali vard ı . Bir çeşit yeni lmezl.ik Içinde oluştu b u . A m a p e k çok· ları nca da elbette a Gahi l i n cesur oluşu •ndan başkası deı'jl ldl . Dalgasına taş atmadığım Için: • Tanıdıkları m Içinde tek anlayı şlı sensin! . . . .. De­ m işti . Gel zaman, git zaman . . . Yıl lar geçti aradan. Onu zaman zaman hatırlamıştım . Demek dev olamamıştı ki, duyulmamıştı adı, romanları. N ihayet Işte yokuşu çıkıyor ağı r ağır, düşüneel i düşünce l i . Seslendim. Durdu. Dalgın dalgın baktı. Sonra eski günlerini ha­ tırlatan bir heyecanla, koştu boynuma sarıldı. - Al bir iskemle -dedim. Aldı. - Kahveyl nasıl Içersin? - Orta! . . . Başladı k dereden tepeden konuşmağa: Babası , ard ı ndan annesi ölmüşler. Kız kardeşi kocaya var­ mış. O da ekmeğini kazanmak için okulu bırakmış. Derken evlenmiş. Şimdi i ki çocuğu varmış. Çocuklar­ dan büyüğü kız, küçüğQ oğlan. a

198


Gözleri daldı , kirpikleri yaşardı sonra. Bunu gös­ termernek için başını çeyi rdi . Eşeledim. Çekine çe­ kine: - Kızın ciğerlerinde leke var -dedi. - Lekee? Peki ne yapıyorsun? - El imden gelen her şeyi yaptım, g ı rtlağa kadar borca girdim. Artık elimden hiç bir şey gelmiyor. Biri nde del ice bir fikir parladı kafamda. Sigortalıyım . . . - Evet? . . . - Ölürsem all e m o n bin l ira alabilir! . . . - Peki ? . . . - Kaza süsü verip . . . - E e. . .? - B i r taksinin altına kaldırıp kendimi atayı m dedim . . . - Del i l . . . - Belki ama, olmadı, yapamadım, can tatl ı . H ı rsızlık, adam öldürmek hariç, yapabi leceği m tek şey bu, ama olmuyor Işte . . . -Sonra yaş yaş parlayan kir­ plklerlyle-: Kızımın yavaş yavaş sönmesini görmek! -dedi. - Peki dispanser filan? Tedavi ettirmedin mi? Bir şeyler yapman lazım. E l i kolu bağlı durulmaz ki ! . . . Acı acı güldü : - Sebepler ortadan kalkmazsa neticeler deği­ şir m i ? Tedavi ettiriyorum. O ev, o gıdasızlı k, o kötü yaşayış . . . Yeniden başlıyor hastalık! Haklıyd ı . Yüreğim burkuluyordu ama, ne işine yarayacaktı ? Gene yazıp yazmadığını sordum . - Yazmıyorum -dedi. - Niçin? - Yazmak Için huzur Ister, masa Ister, kağ ıt kalem, yazmayı düşünebilecek kafa Ister -dedi-. Şim­ diilk yaşıyorum . . . . . •

199


- Masa ister dedin. Ne oldu o uzun bacakl ı masa? içini çekti : - Yatak, yorgan, tencere, saanla birlikte . . . - Evet? . . . - Satmıştı m ! . . . -Sonra cebinden bir tomar kağıt çıkardı- : Hayatın enteresan bulduğum yanları­ nın notları ! . . . - Okusana . . . - N e vaktim , n e hevesl m var buna. Şayet bir gün bu hevesi bulursam . . . Kal ktı , geldiği gibi ağır ağır, tırmanmağa koyul­ du yokuşu.

200


O KADlN

Hallç vapurlarından birinin en alt aynal ı salonun­ daydım. Önilındo kocaman ayna. Sağımda, Haliç kıyı­ larırı ı , hırçın donizi gürcn geniş pencere. Sulon kalabalıkt ı . Bütün sıralar omuz omuza. Bir on, can sıkıntısıyle önümdeki aynaya gözlerimi tam çevirmiştim k i , iri, simsiyah bir çift göz ! Öylesine tatl ı , öylesine davet edici biçimde bakıyordu ki . . . Şaşalad ım ama içime d e şüphe düştü : Bakal ı m bana mı bakıyordu? Tam da arkarndaki sırada oturmuştu. Siyah bes­ örtüsü, lacivert mantosu . . . fakat hayır, o bu biçim giyi nmeyi adet edinmiş bir kadın olamazdı . Bu baş­ örtüsü, manto iğreti duruyordu onda. Gözleri, yüzü, bakış ı , duruşu . . . Böyle giyinen kadı nların gözleri, ba­ kışı, duruşu, kibarlığı değ i l d i . Böyle g iyinen kadın lar daha çok taşradan yeni gelmiş, ya da Haliç kıyı la­ rında oturan, Beyoğlu 'na bile kolay kolay çı kmayan, kabuğuna çeki lmiş kadı nlardır. Bunda Ben o kadın­ lardan değ i l i m . Ben bambaşkayım. Bende göründü­ ğümden ayrı bir kişi l i k var. Bakma böyle g iyinmişl iği­ me . . . " demek isteyen bir şeyler vard ı . Bakışlarımız aynada boyuna karşı laşıyordu. Kalkmak, yanı na geçmek, onu bir yerlerden m i •

201


tanıdığımı sormak, tanımıyorsa bile tanışma kapısı açmak . . . ama hayır, çiy kaçard ı. Ondan deği lse bile, çevreden. Kal ı n kaş, palabıyık, aksi suratlarla doiu çevrem i n bunu hoş karşılamayacağını biliyordum. H iç bir şey lazım gelmeyebi l i rd i ama, yanında otu· ran o kaba saba adam kimdi? Ya karısıysa? Neden olmasın? Herif domuzuna zengindir. Anadolu'nun bil· mem neresinde celep, bakkal, tüccar falan. Kadı n da ai lesinin bir tek kızı. Adam babasına binl ikleri gös· terince hemencik razı olup n i kahını kıydırmış olabi­ l i rdi pekala. Ni kah başka, sevg i , hele aşk başka. He­ rifin ardına takılmış; ama onu hiç mi hiç sevmemiş· tir. Belki de aynı mahallede oturdukları bir sevg i l isi vard ı . Geceleri oğlan mahal lenin sırtını döndüğü bir harabede onu beklerdi de, genç kız babası n ı , annesi· ni uyuttuktan sonra yavaşça yatağı ndan kalkar, gi­ derd i . Sevişirlerd i , domuzuna sevişirlerd i . Oğlanın fa­ kirl ikten başka bir suçu yoktu. Bir gece karlar lapa lapa savrulurken işled i kleri • tamiri i mkansız• suç yüzünden annesi döğünmüş, çırpınmış, aksi babası­ na sözgeçlrmeöe çalışmış, fakat kal ı n kafal ı herif d i nlernemişti : aÖidi.irl1rüm, gene de o haylaz oğlana vermcm ! » Bakışlarımız gene karş ı l aştı . Evet evet, mutlaka böyleydi bu. Bu genç, b u son derece güzel kadının hayatında buna benzer bir serüven vard ı , mutlaka. Adam vermem de vermenı diye dayatınca, kız tentürdiyot içmiş olabi l i rd i . M ide sancı ları, feryat, figan. Sonunda baba 'nı n öfkel i sesi . l i k yardım arabas ı . Gecenın Içinde uzanan bomboş caddelerde arabanın yıldırım hızıyle gidişi. Hastaha­ ne. Sedyeyle yukarı taşınış. Güler yüzlü doktor. Gü­ ler yüzlü doktorla yalnız kal ış. Ağzından midesine indirilen lastik boru. M idesinin yıkanışı, sonra da kendine gelerek doktorun sorularını cevaplayış ı : Seni çapkın seni .. söyle bakalım, neden iç­ tin tentürdiyotu ? • • - Yaşamaktan bıkmıştım ! • .. _

202


Bu yaşta ha? Seni yaşamaktan bıktıran se­ bep neydi?» Söyleyemez, ah söyleyemez. Babasının nefret ettiği o genç adamı n karısı olduğunu nas ı l söylesi n. Babası, babasının şerefi, akrabalar, uzak yakın dost­ lar, uzak yakı n dostların kafa kataya verip yapacak­ ları dedikodu? Hele amcasının çirkin, bıyıklı, evde kalmış kız ı ? En çok da o! Ha? Sebep neyd i ? • Hiiç .. • Ben bil iyorum ama! " Ne?• Doktorun laf olsun diye atışını nereden bilecek? Buna tıpa tıp bilmek değ i l de, on altı yaşındaki bir kızı tentürdiyot içmeğe sevkeden şeyin ne olabi le­ ceğini kestirrnek için doktor olmağa bile l üzum var mı? o çocukla . . . h a ? · Hangi ? • Komşunun oğl u ? • Hayı r hayır, komşumuz deği l ! » Ya ?• Bizim mahallede oturmuyorlar Ama sevişiyordunuz değil m i ? • Amaaan. . • o gece, size geldiydi değ i l m i ? · Hayı r! • .. - O halde sen onlara gitmişti n ? • G itmedim ! • Peki nerde?• Babam duymasın. Sonra beni ö ldürür! • Bi l eğini tutmuş olabi l ir: Aramızda bir şey. Şayet böyle bir yaramazl ı k geçtiyse aranızda, korkma, ben tamir ederim.• Umut, umutla doktora bakan gözler : Sahi m i ? Sahlden tamir edebilir misiniz?• Doktor her şeyi anlamış olabi l i r. Ertesi gün babasını, aksi babasını bir kıyıya çekip durumu kısaca u-

«-

««-

a-

u-

«-

u-

«-

« -

.. •

««-

«a-

cr -

a-

n -

a-

·-

«-

203


anlatır ve kızı sevdiği oğlana vermekten başka çare olmadığını söylerneğe kalmaz, aksi baba dayatı r: •- Onu lokma lokma eder gene de o serseriye vermem ! • Zaten doktoru d a daha fazla i lgilendi rmez. Baba asık yüzüyle dükkanına döner, kendi gibi celep m l , bakkal m ı , tüccar, müteahhit mi her neyse, kaç va­ kittir akraba ol maktan söz açan kırk beşl iğe • peki der. Ortada binlikler döner. Para su gibi harcanı r . Gelinlik, sedef kakmal ı nal ı n , sarısı pırıl pırıl hamam­ tası , hamam havluları, kat kat, renk renk kumaşlar, tuvaJet takım ı , düzünelerle çorap, gene elbiselikl er, gene top top patiskalar, salaşpurlar aile bezleri, in­ cik boncuk. Vapur köprüye yanaşmıştı. indi k . Mahsustan ağı r· !aşarak önüme düşürdüm onu. Farkında gibi gül üm­ süyordu. Az önce vapurda yanıbaşında oturan adam ayrı lıp gitmişti. Demek yapayalnızd ı . Köprü merdivenini çıktı k. Karaköy. Dolmuş du­ rağı . Beni yanında görünce gene gül ümsed i , ya da bana öy le geldi. Durakta Ikimizden başka kimse yoktu. - Siz de Galatasaray'& m ı ? Heyecaniandı m: - Evet. Siz? - Ben de ama, çok bekl iyeceğiz gal iba? - isterseniz taksiyle çıkalım? Yadı rgamadı . Güldü. Yavaşça sordu : - Bu fedakarl ı k niçin? - Sizin için -dedim. Bunu da yadı rgamadı : - Sah i i ? - Değmez m i ? - Bi lmem. Çoktandır unuttum bunu da, hoşuma gidiyor. - Beni şaşırtıyorsunuz. - Niçin? •

204


- Sizin için böyle değ i l , çok büyük fedakarl ı kla· ra seve seve katlanılab i l i r. Taksi. Kocaman, kapkara, pırıl pırıl bir taksi durdu. G i rdik. Araba hareket etti . Gözgöze geldik: - Devam edin -dedi . Arabanın i ç i kuwetle şanuvar kokmağa başla­ mıştı : - O kadar güzelsiniz ki -dedim-. Evli misiniz? - Bırakın ş i mdi bunu. Bir yerlerde b i r şeyler Içeb i l i r miyiz? - Emrederslnlzl Çeyrek saat sonra, isti klal caddesi üzerindeki sokaklardan birindeki küçük ama ş ı k bir içki l i lokan­ tada karşılıklı oturuyorduk. Küçük yeni rakı , kırmızı turp, pancarla i ş l i , rendelenmiş havuçla garn i l i yeşi l salata. Dumanı üstünde ızgara clğer falan. - Bana gözlerimden bahsedin Allah aşkına -ded i . Üçüncü duble. -· Demek gözlerim çok güze l ? - Çok ama, maceranızı merak ediyorum1 Elindeki kadehl masaya sertçe b ı raktı: - Maceram m ı ? Beni tanıyor musunuz yoksa? - Yoo, hayır. - O halde? Ne biliyorsunuz bir maceram olduğunu? -Peçeteyi atıp kalktı-: Evet, o kadı nlardanım ve şimdi tahmin edebileceğiniz yere gidiyorum: Aba­ noza!

205


GAVUR

Otobüs terü tenhaydı . Ben, arka kapının yanında, sırtımı otobüse dayamış, kimbi l i r ne düşünüyordum . Bi letçinin ordaysa bir un çuval ı sıkı l ığında, koca bı­ yıklı bir adamla kızı olması mümkün genç bir kad ı n , dikll lyorlard ı . Kadın gOzel değildi ama, babası, belki de kayınbabası olan adam onu gene de çevreden kıskanıyordu. Adam ın çevreye bakışları öfkeliyd i . Be­ ride paldır küldür şakalaşan iki öğrenciye fena içer­ Iediği bel l iydi . Öğrenciler farkında bile değil lerd i . Zaten ne çevreyle, hele ne de un çuval ı sıkılığındaki adamın yanındaki kadınla i lgiliydiler. Okul, okulda öğretmen, öğretmenler, sınıf arkadaşları üzerine şa­ kalaşıyor, bi raz nümayişle gülüyorlard ı . Un çuvalını hatı rlatan adamı da kızdıran buydu. Neden şakalaşı­ yor, niçin paldır küldür gülüyorlard ı ? Kimbi lir, belki de gülme leri kendi lerineydl. Çaktırmadan onunla alay ediyor o lmal ı yd ı lar. Birkaç kez homurdandı. Kadın , anlayamadığım, ama yatıştırıcı olduğu bel l i bir şey­ ler söyledi . Hatta kolundan çekmek istedi otobüsüıı ön kısmına. Adam Inat mı inat, kımı ldamadı bile. Hatta kolundan çeken e l i , kadının elini sertçe itti. işte aniatacağım olay tam o sıra meydana gel­ d i : Otobüs, birden önüne çıkıveren bir taşrta çarp206


mamak için çok kuvvetli bir frenle zınk diye, aniden durunca, un çuvalı, top ağzından fırlamış bir gülle gibi geldi, bana çarptı. Az kalsın s ırtınıla dayandığını yerde yamyassı olacaktım. Bereket elimle korudum kendimi. Bu, yani kendimi elimle korurnam adaın ı n c<Jnını sıkmış olacak ki, çok bozuk bir Türkçeyl e : - Ne itiyorsun b e ? -diye bağırd ı . Şaşırmıştı m. Adam ani frenle bir top gül lesi gibi üstüme gelmiş, bense elierinıle kendimi korumuştum ki buna el bette hakkım vard ı . Ü stelik ayağıma da basmıştı. Herkes daha çok da bana bakıyor, gül üyordu. - Bana m ı söylüyorsun? - Hayı r, babana! Iyice şaşırmıştım. Çevremdeki lerin gülmesiyse kahkaha halini almıştı. - U lan hıyar, -dedim e l imde olmayarak-. Heın geldin bana çarptın, ayağı ma bastın, hem de . . . Hışımla üstüme yürüdü: - Selavat getir, selavat getir ulan! Kocaman yumruğunu havaya kaldı rmıştı . B i leği ıı­ den yakalayıp ittim . Kızı ya da gelininin yanına geri geri gitti . Büsbütün Içeriemiş olacak, yeniden sal­ dırdı : - Selavat getir ulan, selavat getir! Benim de tepem iyice atmıştı : -U ian babandır, kereste! -dedim. Bu arada kızı , ya da gelini olan kadın yanım ıza gelmiş, yalvarıyordu: - Rica ederi m uymayı n, n'olursunuz .. Neden uymayacaktım? Deli miydi yoksa? Sordum : - Hayır, -dedi-. Deli değil ama .. - Del iysa akıl hastahanesine yatırınl Oku l lular da gülmeyi bırakmış, yanı mıza sokul­ muşlard ı . Bana hak veriyorlar, bana hak veri lmesiysa un çuvalını çıldırtıyor, ha bire üstüme yürüyerek : - Selavat getir! -diye bağırıyordu. 207


Bir ara ellerini arkasına koyarak gene karşıma dikild i : - Müslüman değil misin sen? -diye sordu. Kızdırmak içi n : - Hayır, -dedim-. Değilim . . Bunaysa küplere bind i : - Değil misin? Değilsin h a ? H e m gavur, hem de bir müsl ümana kafa tutuyor .. -Döndü , otobüsün pek az halkına-: Ne duruyorsunuz? -diye bağırd ı-. Allahını seven vursuni Kadıncağ ızın peçesiz yüzü renkten renge giri­ yor, pelerini savruluyor, yalvarıyordu: - Uymayın, nolursunuz uymayın! Uymamak elde deği ldi ki. Di lediğiniz kadar uy­ mayın. Adam durup durup şahlan ıyor, kocaman yum­ ruğunu kaldırarak saldı rıyor, bas bas bağırıyordu: - Allahını seven vursuni Kanunlar başka dinden bir vatandaşın dövülüp hele öldürülmesine mOsalt olmadığından mı, yoksa adamın saçmalı�ına uymayışten mı her nedense, hiç ki mse yerinden kımı ldamad ı. Un çuvalı buna da çıldırdı : - Ne duruyorsunuz be? Vursanıza be? Oldür­ senize be gavuru! Elimde olmayarak: - Bırak onları, sen kendi n vursana -dedim-, sen kendin öldürsene! Yeniden üzerime gelmiş, yumruğunu gene tepe­ me hışımla kaldırmıştı . Gerçekten kalın, sağlam bi le­ ğini sımsıkı tuttum : - Sen müslüman mısın? Yatışır gibi oldu. Gözlerinin akları pembeleş­ m işti : - Elhamdül i l lah -dedi . - Madem müslümansı n, söyle bakal ı m : islamın şartı kaç? 208


Sağ elimin içindeki bi leği gevşeyiverdi , kolu düştü: - Ha? - islamın şartı kaç? Bomboş gözlerini çevrede dolaştırdı ktan son r·ı k ı z ı m ı , gelini m i her neyse ona döndü: - Kaç? -diye sordu. - Bak -dedim-. Islamın şartının kaç olduğunu bilmiyorsun, sonra da müslüman geçiniyorsun .. Şaşkın, yeniden baktı yüzüme: - Sen gavursun, -dedi. - Farzet gavurum. Sen müslümansan söyle islamın şartı kaç? Öğrenci lerle b i r kısım yolcular çevremizi merak­ la almışlard ı . Gerçekten de alı nmayacak gi bi deği ld i . U n çuvalına göre • Gavur• olan biri, bir · M ü s l ii ın a n • a sorular soruyordu Islamın şartı üzerine. - Cevap ver -dediler Bomboş gözleriyle onlara baktı teker teker: - Vermiyeceğ im -dedi . - ' Niçin? - Gavur o! - Canım sana ne? Sana islamın şartını ·soruyor Müsl ümansan. biliyorsan cevap ver! - Vermiyeceğim. Gavur o ! i r i , kemikli baş ı , akları gittikçe kızaran kocaman gözleri , un çuvalını hatırlatan sımsıkı gövdesi . Yeniden sordum : - ikindi namazı kaç rekAt? - Söylemiyeceğ i m . - Öğle namazı? - Söylemeyeceği m . - Yats ı ? Teravih? Iyice şaşalamıştı . Çevredense boyuna s ı kıştın­ y or lard ı : •

- Cevap ver cevap! - Yoksa asıl sen mi müslüman deği lsin? 209


- Bilmiyor ki söylesin! Biri : - Gavur, -dedi . Sertçe döndü adama : - Ben? Ben ha? - Deği lsen cevap ver sorusuna .. - Vermiyeceğim . - N için? - Gavur o l işin iyice suyu çıkmıştı . Okkalı b i r selavat ge· tirdlm. Yüzüme yaban yaban baktı. Bana öyle gelmiş­ ti ki, adam selavet da bilmiyordu. - Sen de getir baka l ı m ! Şaşkın: - Ne? -dedi . - Selavatl Omuz sllktl : - Getirmeyeceğlm .. - Neden getlrmeyecekmişsin? -diye sordu biri . Çanesiyle beni Işaret etti : - Gftvur o l Bereket, otobüs duraklardan birinde durmuştu. Ayı ldım: l neceğim, inmem gereken duraktı bu. indi m . B i r de baktım u n çuval ıyle kızı y a da gelini olması gereken kadın da l nd l . Onlarla uğraşmak niyetinde değildim. Her şey otobüste kalmıştı , kalmalıyd ı ama öyle olmadı . Kızı, ya da karısı olduğunu sandığım kadın onu sokaklardan birinin başından yolcu etti : - Burdan doğru git, ta karşıda, sağdaki pembe evin yanındaki kapı . Oldu mu? Ne ·Oldu• dedi, ne de ·Olmad ı • . Bir robot gibi daldı sokağa, ardına bakmadan çekti gitti. Kadı n tat­ l ı tatl ı gülerek yanıma sokuldu: - Asıl kendi gavur, -dedi-. Boşuna netesinizi tükettinizi Şaşırm ıştım. Anlatt ı : M eğer bu yakınlarda Bal­ kan'lardan göçmen olarak gelmiş. Komşusuymuş. Ka210


dı ncağız sevabına kızı n ı n evine getirmiş ! - Gavur denmesinden korkuyor. Önüne gelene gavur diye patı rtı eder, dayak yer! Bir de korkaktır ki. bilemezsiniz . . .

21 1


ViLiSPiT

Eskiden bisi klete Vil ispit», ya da Vu l ispit dendiğini bilmem bilir misiniz? Bizim Adana'da can­ sız at• da derlerd i , doğrudan doğruya aTeker• de. Ama ben l ın bugün sözünü etmek istediğim şu bi ldi­ ğimiz • B isiklet• de� l l . aarhoşluğun · Zom • karşılığı Vlllspl t • l l k ! Eskiden ü n l ü romancı Mahmut Yesari 'yle, yazar dostumuz Naci Sadullah, merhum Hüseyin Şehsuvar'· ın fi lan akşamcı l ı k yaptıkları Çemberlitaş'taki Er­ men i 'nin dükkanı yanı ndaydı sözünü edeceğ im şa­ raphane . Kirden kararmış sözüm ona beyaz tü l per­ deler geri l iydi sokağa bakan camlarında. Içerden bakı l ı nca dışarısı görülüyordu a ın a , dışardan bakı l ı nca içeri s i . . . hayır. Zaten istenen de bu olmal ıyd ı . Ma­ lum ya: .. ibadet de gizl i , kabahat dal • Kalı n bir cigara dumanı. Duman sanki deniz, i n­ sanlar denizde sağa sola yalpalıyorlar. Taa yukariarda irice, tozlu bir ampu l . Duvarlarda taş basma resimler: l nönü zaferlerimizin Arabın i nti kam ı , Dumlupı nar, kalpakl ı komutanları, toplar, esir alınmış Yunan as­ kerleri . Clgara dumanından denizde herkes eliyle, ko­ luyle konuşuyor. Herkes , ama herkes. Dinleyen yok ! •

..

212


B i r ara kalın bir ses kalabalığın üzerinde yük­ seld i : cc Hayal oldu o demler O tatlı eğlenceler! . . . . . . . . . . . . . • . . • • • • • • • • »

Şarapçının hiç şakası yok. Öfkel i bir sesle: - Keeeees! -dedi . Ş ı p kesi ldi. Bel l i k i şarapçının müşteriye eyval­ lahı yok. Zaten tamı tamamına bir mahzen burası. Derme çatma raflar diyelim, meze fi lan hak getire. Marmara şarabının şişesi üç teklik. D ışardan gelir­ ken, fıstı k, köfte , ekmek, ya da turşu getirmişsen şarabına meze yaparsın, getirmemişsen yumruk me­ zes i . Şişede elli kuruş kazanan şarapçı bir de mezeni düşünecek değ i l ya! Evet, Marmara şarabı, mezeli mezesiz, lçiliyor. Şarkıya gazele kaçmadan, hiç din lemeden konuş ko­ nuşabi ldiğin kadar. Her şey pesten olacak. Başkala­ rının dalgası nı bozmayacaks ın. Üst perdeye çıktın da m i l l etin dalgasını bozdun mu, şaraphane yasasına aykırı kaçıyor, şarapçı hemen : u -Hööööt! • Arı kovanı gibi uğultulu içerisi. Cigara dumanından denizde yüzüyar insanlar! Herkes konuşuyor! B i r ara : - Alacağın olsun ulan hergel e ! Tizden, öfke l i , sarhoş b i r sestir b u , şaraphane yasasını ihlal etmiştir. Şarapçı tabii hemen: - Keees ! Kesiyor. u Devri sabık»tan müddever bir tip. Kara bıyıkl ı , ince, uzun. isa peygamber yumuşakl ığında bir yüz. AŞK-I MEMNU'Iar, ZAVALLI NECDET'lerden süzülüp çıkmış sanki . Ya da belki Geladet Nazım '· dan bir kıt'a: et - • • • • • • • • • • • • • • • • • •

Kalbirnde bir seda bana, ey genç saadetin 213


Mahvoldu, der, fakat yine bir lahza isterim Bakmak, alevii gözlerle yanmak ve iniemek Ölmek ve sonra ruhumu tenhada dinlemek •• Köşkler, yal ı l ar, çeşml bülbüller, landolar, erganun, grup, yağmur, hayır rahmet . . . Ben bunları düşünürken o gene parlad ı : - Alacağ ın olsun u l a n hergele! Sonra birden bir şang ırtı. Şarap ş işesi yere düş­ müş, batonda kırılmıştı. Şarapçı tezgahı ardından fırlayacak gibi şahla· na rak: bıyık, kaşıntın ın ı - Ne o luyorsun ulan pis tuttu? O · Devri sabıktan müdewer•, o, insana matem i , verem i , ölümü, rahmeti, Geladet Nazı m'ların ağ layan ş i i rlerini hatı rlatan romantik genç adam bir an sanki yele yel e, köpük köpük şahland ı . Şarapçıya baktı baktı, sonra yılmışçasına geri l eyip eski dervış hal iy­ le elini göğsüne koydu, boyun kırdı : - Sana ayvaliahım var M emet abi . . . Ama o kodoşl - Sıssssst l - Sana ayvaliahım var dedim! - Anladık .. - Ama o ! Verinde duramıyordu. Şarapçı tezgahı ndan hırsla geldi, iyice sokuldu. aVilispit• de şafak atmıştı : - Vur -dedi-. Tokatla beni , al ayakların ı n altına . . sana ey . . . - U l an kessene! - Sana eyvallahım . . . - Kessene ulan! - O kodoş, alacağı olsun o kodoşun ! Şarapçı, müşteri lerinin gülüşmesine mi içeriedi ne, Vil ispit'i yakasından sıms ı kı tuttu: - Sen şu şarapların mangtzini tosla bakalım! - Ama o kodooş . . . - Manglzi tosla ulan! . . .

214


- Alacağı olsun o kodoşunl - Manglzi i i l l l 1 ! Şarapçı bir itti , Vi l ispit küüüüt, yerde: - Sana eyvallahım var Me m et abi , ama o kodoş! Şarapçı yakasından tutmuştu gene, sürükleyerek dışarı çıkarırken hala: - Sana eyvallahım var -diyordu-. Ama o kod oş ! Şaraphane çabucak eski halini al ıverd i . Sağımda b i ri :

- Paşa! -dedi . B u yandan biri d üzeltti : - Paşa'dan bir önce, zom! Daha yaşl ı bir başka beyaz bıyıkl ı : - Vil ispit -dedi-. Henüz Vil ispit. Paşalık zorndan önce gelir. Zom , paşalığın da bir rütbe yukarısı d ı r !

215


IYI INSANLAR

Her gün değilse bile çokluk uğradığım kahveler­ den bi rinde tanı mıştım. Ufak tefek, cıvı l cıvıl bir ç l ngene. Eliiyi aşkın. Torun sahibi. Pabuçlarımı bo­ yorken boyuna anlatırd ı : Devi rlerin değiştiği, geçi­ ınin zor laştıöı. ekmeOin arslan ağzında oluşu, yedi boışl ı dııvlorln ıuttu()u kaynaklar gibi bil inen şeyler. nuııOn ıılrın nynı kııhvodo karşı laştık. Her zaman­ dım. Lı l l luısso Iyi havalarda olduğundan çok başka karşı lad ı . Yerden temennalar, hatırı şerifimi sorma­ lar, vazifeslymiş gibi ne içeceğimi sorup ocağa ses­ lenişler . . . Bütün bunlar havanın kapal ı oluşundandı . Yağ­ mur yağdım yağacak. i nsan böyle bir havada pabuç boyatmanın lüzumsuzluğunu düşünebilir. Onunsa buna tahammülü yoktur. Küçük iki kızı , işsiz oğlun­ dan başka, bi lmem nerede askerliğini yapan büyük oğlunun karısıyle iki çocuğu ekmek bekl iyorlar. Maşa, ızgara, fal 'la ilgi leri olmadığından, m innacık kundura boyacısının yolunu gözlüyorlar akşamları . (Bi lmem yalan, bi lmem doğru.) - Boya bakal ı m ! iştahla fırlad ı . Boya sandığını kaptı, sevinçle noldi. Sanki dünyaları ona vermişim. Kenarları kırış 216


ııöz lorlnln bebeği , ela ela gülüyor. Gömü bul­ gibi. lşo gl rişmeden önce sıkı bir besmele çekti. Bir duoyı pıtır pıtı r okudu, sonra da kahve ocağındaki iri yarı ocakçıya öfke l i bir nazar fırlatıp, bir s ı r ve r i r· ceslne: - Ocakçı senden borç para isterse sakın ver­ me! -dedi . N e alaka ne dava! Sebebini sordum. Anlattı: Bir hafta önce bir l i ra borç almış, hala vermemiş! - Ya veremlyorsa? -diye sordum. Şöyle bir tarttı : - iyi ama, rakı içer! -dedi . - Sen içmez misin? - Al lah onu bana sormaz. Ağzıma koymad ım hayatımda! - Cigara? - Clgara da. Ocakçıyı da en az onun kadar tanıyorum. El l i civarında, hala genç. Bulsa, küçük bir kuzuyu tek ba­ şına haklayabi l i r, yarım kiloluk bir ş işe rakıyı temiz­ ledikten başka üstüne bir o kadar da tatTi yuvarlaya· bilir. Böyle söylemişti bir gün: • Bakma dişlerimin sağlamlığına. Yiyecek bulamad ıklarından al ıştılar te nı· bel l iğe! " Boyacı işini bitirip başka müşteri ler kovalamaya gittikten az sonra ocakçı geldi: - Ver baka l ı m şu Bafra'yıl Paketi uzattım, aldı bir tane. Kahırlı kahırlı yaktı. Sordum : - Deryada gemi leri batırdın gene galiba? Yanıma il iştl . - Gün günden beter gel i r be yahu, ne olacak halimiz? Geçende bizim Köroğlu'yu götürdümdü dok­ tora. iğne verdiydi. Cahi l kadın, semtte vurdurmuş bir iğneciye. iğne pasl ıymış. Yapmış apse. Azmış mı kırış

muş

217


yara sana? Oldu mosmor. Yatamaz sabahlara kadar sancıdan. Çocuklar ağlaş ı r. A l ı r kaçarım sabahları başımı evden, doğurtmam günü üstüme. Bir şey de­ ğ i l , uçan kuşa bile borçlandım be yahu ! Karşı ma­ salardan birindeki bir müşterinin pabucunu boyayan Çi ngeneyi işaret etti-: Bu zava l l ı adama bile borcuın var. B i l irim kalabal ı k başı, havalar yağmurlu, işler kesat, bilirim ama ne yapayım be yahu? Al ırsın gün­ de beş l i racık. Oturursun Beykoz'da. Versin içersin. Veyip, içtiğin de ne? Yarım ekmek, yoğurt, peyn i r . çay . . . - Rakı ? Vüzüme tuhaf tuhaf baktı : - Küfür mü edersin be beyim? Çağırdı lar, kalktı gitti. Gök karardıkça kararıyor, sarktıkça sarkıyordu. Az sonra korkunç bir gürleme. Arkasından yağmur boşand ı .

218


S A K A

Bizim mahal leye henüz Terkos veri lmediği için, evlerin sularını .. saka • lar taşıyor. Bu yıla gel inceye kadar mahal lede bir • Saka derdi " yoktu. Yahut hayır, vardı da ben farkında değildim belki. Ama hiç san­ mam, yoktu böyle bir dert. Olsa niçin bana kadar gelmesin? Her ne hal i se, mahallede kadınlar, kahvede er­ kekler hep bu sakalardan şikayetçi . Bizim saka, ufak tefek bir delikan l ı . Başında la­ civerdi solup mora çalmış bir l ise kasketi, hal im sel im.. Kimsenin etl isine sütlüsüne karışmaz, kim­ senin keçisi koyunuyle ligili değ i l , kendi halinde. Çocuklar pencereden seslendi l er mi, peki makamın­ da başını saflar, sonra da su tenekaleri yüklü eşe­ ğini önüne katıp gelir, kapıyı uslu uslu çalar, suları boşaltılacakları yerlere boşaltır. Dün mahalledeki kahveye çıkmıştı m. Çayımı yu­ dumlarken, yanımdaki masada hararetli bir konuşma. Kulak verdim: Mahal lenin sakaları üzerine. Öyle atıp tutuyorlar ki . . . Kısa boylu, daz kafalı komşu öfkeden mosmor: - Tanekesine on beş kuruş veriyoruz yah u ! -diyor-. Çeşme iki a d ı m l ı k yerde. Öyle olduğu halde nazlanıyor hergel e ! 219


yor:

Upuzun, kupkuru bir başka komşu başını sallı-

- Sen on beş veriyorsun tenekesine, ben yirm i . Konuşma umumi bir hal al ıyor: - istersen otuz ver, getirmiyorlar! - i ki arkadaş bunlar, mahalleyi aralarında taksim etmişler .. - Canları nın istediğine götürüyorları - Hayır blrader, yabancıya taşıtalım dersin ona da müsaade etmezleri - Yaa, ne demezsin birader? - Tröst kurmuşlar aralarında! - Bunların hadd ini bildirme l i ! Mahallenin suyu onların keyiflerine bırakı lam az! Konuşma uzayıp gidiyorou. Derken sakaların na­ mussuzluğundan, vicdansızl ığ ı ndan, Hasan Hüseyi n düşmanlı�ı ndqn bahsedi ldL Sonunda sakaları boyko­ ta karar vorllmlştl ki, l lso kasketll saka kahve kapı­ s ı nda görünmesln ml? Başlar bir an ona çevrildi, kinle, nefretle, gazep· le bakı ldı. Şakacı garson: - işte geldi -dedi-. Nedir senin e l inden çektiğimiz oğlum? Sakai hayretle bakıyordu: - Ne olmuş? - Mahalleli aleyhi nde zabıt tutacak haberin olsun ! - Niye? - Canının i stediğine su veriyor, istemediğine verm iyormuşsun ı Elleri arkası nda, boş masalardan birine yürürken bir an durdu: - Keyif benim değ i l m l ? Mahalleli hışımla arkasından cevaplad ı : 220


-- Keyif eşşekte olur, eşşoğlu eşşek. Mahalle­ nin suyu senin keyfine kal ı r m ı ? - Ağzınızı bozmayın. Babamın oğlu deği lsiniz ya! Kendi suyunuzu kendiniz taşıyın! - Taşıtıyoruz, niye bırakmıyorsun? - Bırakmam tabii. Ben bu sakal ığa kaç l i ra verip girdim biliyor musunuz? Bin beş yüz l i ra, tam h i n beş yüz! Hem de çatır çatı r saydım paraları . . . izah etti : Kendisinden önceki sucudan sakalığı parayla satın almış. Sonra: - Siz sizsiniz ben ben -dedi-. Ne kafa tutuyorsu­ nuz? Şakacı garson ensesine bir tokat attı : - Yaşa lan Keko, demokrasi var desene. Siz sizseniz ben de ben desenel Masaya geçti , sigarası n ı yaktı, garsona emretti : - Yap bir demli çay!

221


K A H V A

Yakınlardaki bir radyo, akşamın yedisi nde baş­ layıp sakize kadar sürecek olan " Reklamlar geçi d i " programında Muzaffer Akgün'ün yanık b i r ezgisini yayıyordu. Sa�dakl büyük bir yapının gölgeslndeyse yed i ­ den, o n , on b i r yaşına kadar çocuklar, toz toprak içinde çift kal e oynuyorlard ı . Yahut dn oynamağa ça­ l ışıyorlardı kocaman bir naylon topla. Naylon topun ardı nda kıyametler kopuyordu üste l i k. Bağı rıp çağ ı r­ malar, küfürler, heyecan; toz bulutları , • Goooool ! ! ! " sesleri. O, bütün bunlara kıyıdan, hasret dolu gözleriyle bakıyor, arada kendi kendine heyecanlanıyordu. On yaşlarında ya var ya yoktu. Esmer ayakları yal ındı. Kış, yaz, okul saatleri dışında semtteki kahyaya ya­ makl ık yaptığını, babasının bir kötü kadınla geçen yıl savuşup gittiğini, annesinin Mahmutpaşa'da tuzcunun yanında, abiasının da Cibali tütün fabrikasında ça­ l ıştığını bil iyordum. Oysa okuyordu. Hem olwyor, hem de kahyaya yamakhk ediyor, kazandığı paralar'la defter, kalem alıyor, yaşlı annesine, tüberkülozlu ablasına yük olmamağa çalışıyordu. Birinde eşele­ m lştlm. Büyüdüğü zaman kaptan o lacağını, bütün dün222


yayı ancak bu sayede gezip dolaşabileceğini söyle­ mişti. Şimdi top oynayan kendi akran çocuklara bakarken heyecanlanışı dikkatimi çekmişti, sokul· dum yanına. Öylesine kaptırmıştı ki oyuna kendini, beni geç fark etti , fark edince de toparland ı : - Vay abi, sen misin? - Hayrola? -dedim. - Bakıyerum be abi. Şu santrforu görüyor musun? H iç iş yok. Ben olsam . . . üç metreden topu kaleye sakarnadı ! Neden oyn a;madığını sordum. içini hasretle çekti , gri bebekl i gözleri buland ı . Yalın ayaklarına baktı . - Ayakkabım yok. - Onlardan çoğu da ayakkabısız.. - Ayakkabısız ama!, ayakıları sakatlanı nca doktora götürecek babaları var onları n ! - Senin de annen? Gene içini çekt i : - Kadın hasta hasta çalışıyor tuzcuda. B i r d e benimle m l uğraşsın . Sonra zaten aksiı::ı i n b i r i tuzcu. Top oynar, ayağı m ı sakatlarsam annem beni doktora götürmek zorunda kalacak. işe g idemeyince adam annerne hemen yol veri r i - Ablan? Gene içini çekti, hem de •Amma da halden an­ lamazm ışsın ! " derceslne. - Ablam kendi hastalığını bile tedavi ettlrı:ı­ miyorl Radyoda Reklamlar geçidi Kocaman yapının gölgesindeki çocukların toz toprağa karışan çı!:llıkları. Küçük kahya,nın her şeye rağmen oyuna dalıp dalıp g iden, oyuna hasret, çocuk gözleri . •

"·

223


DÜMENCi

Sabahın çok erken saati. Beyoğ lu 'nda, istiklal caddesinin kaldırımları ndan birindeyi m. Önümden i şçi kadı nlar, kızlar, yaşlı er­ keklerle çocuklar akın akın geçiyor. Birden yanıbaşımda bir ses: Modo, anam avradım olsun modaa! Dönüp bakıyorum: Gömlek kolları dirsekiere ka­ dar sıval ı , ince, uzun boylu biri . Sacağındaki panto­ lonun paçaları tiftiklenmiş, g risi nerdeyse beyaza dönmüş. işçi kalabalığına bakıyor yılışık yılışık. Dah;ı çok da kadınlara , kızlara. - Aaah ah Aspalsiya .. Ulan vazgeçtik, her şey­ den vazgeçtik aniadın m ı , bir kallmera da mı yok? Yılışık yılışık bakınırken, gözü bana takı ldı. Göz­ lerinden biri kör. Ya da, sol gözüne baştan başa mal· viye çalan ak bir kağıt geçiri lmiş. Vanıma sokuldu: - Afedersiniz, ateşiniz var mı? Yani ya sıps ı . . KibrJtimi uz�:ıttım . Aldı, cigarasını yakıp geri verd i : Mersi abiciğlm . . Sonra yanıma a z daha sokuldu: Bu devirde -dedi-, cebinde mangırın olmasın 224


isterse. Yeter ki façan düzgün olsun. Façan benimki gibi mi, bırakl Cigarasından duman aldı, karşı sı ra1daki yüksek apartmanlara sal ıverdi. Karşı sokağa etl i butlu bir kadın giriyordu. O, yani az önce benden kibrit alıp cigarasını ya· kan: - Tanır mısın şu giden i ? -diye sordu. Tanımıyordum : - Yoo. Sağ lam gözünü kırptı : - Motordur! - Ne demek o ? Acı acı güldü. Evet acı acı : - Yani o biçim . . Bir kocası vard ı , elmas anam avradım olsun. Montördü be! Mangı r demetle. Der­ ken, kocasının üstüne parlak bir oğlanı sevdi, şimdi çamaşırcılık yapıp oğlana yedi riyorl Peki ama bana neyd i ? O , ardını getiriyordu sözlerinin ha bire: - Bu kadı nların dinine donuna güven olmuyor be abi . Benim Aspasiya mesela .. On dört yaşındaydı okula gidip gelirken. Yok, yoksul . Yemez yediri rdi m , giymez g iydi ri r. Dünyayı ona ben öğrettim. Tak, a l ı r götü rürdüm Boğaz'a, bal ık l okantasına, tak Beykoz'a paça yemeğe. Ne bi leyim, yemez yedirir, giymez gly­ di rirdim işte. Yalnız ona m ı ? Evde kalmış kupkuru bir teyzesi vardı anas ı , babası , dedesinden başka. Ya haminnes i ? Akşam ol maz m ı , koynum koltuğum yiyecek dolu. Tak, düşerdim evlerine. Beni kapıda karşı larlard ı . Ben de böyle deği ldim o zaman tabi. Iş­ lerin Allah Allah zamanı . . . Bütün bunlaıtlan evet, bana neydi? Ama o, açık kalmış bir musluk, suyu kesik bir musluk gibi hırıldayıp duruyordu. Konuşmuyor, ger­ çekten de hırıldıyordu: - Kendim meslek sahibi değ i l imdir ama, el im225


den her iş geliri Neden? Çok pratiğimdir. Babam da benim gibiydi . Yahut estafurul lah, ben de babam gibi. Sokağa bir çıksı n, Iş lcat ederdi şerefsizim. M usluk, elektrik, buz dolabı, çamaşı r makinesi , saat, radyo, pikap, teyp . . . ne çıkarırlarsa önüne. Ben de. Önüm e ne çıkarsa tamir ederim ama, üzücü, yorucu iş bu işler. Bu dünya'ya rahatça yaşamağa geldik abim an­ ladın m ı ? Çal ış çalı ş , baktur işin. Derken, baktım evlerde musluk, baca, saat, buz dolabı tamiri der� ken, daha esas l ı tamirler varl Çaktın m ı ? Hiç b i r şey anlamamıştım: - Yoo .. - Ev kadınları içinde çoğu o biçimdir. O biçimd i r ama, açı lamazlar çokluk. Sen açı lacaksın, sonra da hiç farkına vardırmadan açacaksın onları. Bir açı l­ d ı lar mı, susturabi l l rsen sustur. Bir sefer, hemen hepsi_ kocalarından dertl i. Ya eve geç geilirler, ya başkasını severler, ya da ne geç gelir; ne de başk� sını aovorlor de, karı ları glne de şüphel aniri -Burnu­ nun bir del l(ilnl tıkayıp ötekinden hıhlaclı-. Onun için, dorhnl knrırıdıın şlkllyet odoceksln . . DI yel im ki karı n yok. Olmasın, ne bi lecek karşındaki? M usluğunu mu tam i r ediyorsun? El indeki aleti sık sık düşüreceksin çeşmenin fayansına. Sonra da deri in bir iç geçirip, teriemişin gibi alnını elinin tersiyle slleceksin. Ka­ dına bakacak, özür dileyeceksin. O, i lgi lenecek. Pek dalgınsın usta falan diye bir laf atacak. Tak, yakala­ yacaksı n latın kuyruğunu: Nas ı l o lmazsın be ablacı­ ğ ı m ? Üç gündür evde yok i nek karı. Aramadık yer bırakmadım, yok yok yok! Sonra gine uğraşmağa başl ıyacaksın işinl·e ama, baktan tabii. Bu sefer onu bir meraktır alacak. Nereye gitmiş? Yahut, bulunca ne yapacaksın? Omuz silkeceksin, ne yapacağım, hiç. Ne yapabil irim, öiGyorum karı için şerefsizim. Bulun­ ca �yaklarına kapanacağ ı m ! -Gine acı acı güldü-. Kadın fiti li alacak, soracak: • Peki , ya kötü bir yere glttlyse ? • Sen hiç tınmayacaksın: • Nasıl kötü bir yer yani ? • , ·Canım, bir sevdiği falan varsa yan i ? • 226


Aptal apta l , uzun uzun bakacaksın yuzune: •Olabi lir mi dersin? Olabi l i r mi abla? .. , • N eden olması n ? Be­ nim böyle bir haltım olmadığı halde bizimki eve ge­ l i r de beni komşuda bulursa aklı m gider! .. O zaman atacaksın bitini ortaya : ·Ya kocanın varsa bir bok işi abla ? • On i kiden vurmuşsundur. Konuşmanın şek­ l i nden anlıyacaksın, şıp. Kadın: • Bana da öyle ge­ l iyor•u bastıracak. Kaçı rmayacaksı n · Takip ettirmi­ yor musun?•, «Yoo .... , •Aman ablacığım, nas ı l ettir­ mezsin? Bu devirde kaldı mı senin gibi saf, temiz, kocasmı küçük Tanrı sayan kadın? Sen melaike mi­ sin? Takip etti r! " Bir de örnek vereceksin boktan. u Bizim orda bir Melahat abla vardı , kocası avukat, Takip ettird i , adam sahiden de dostuyla Beyoğlu 'nda­ ki garsonyerinde ! . O zaman soracak: • Taklpçller var mı?· •Tabi.. • . • Nerde?•, · Istersen sana buluve­ reyim sana bizim Yahudi Davlt'l .. • Düşünrneğe baş­ ladı m ı , Iş yüzde e l l i oldu demektir, hiç çekinme, dayan: • Davit Yahudi mahudi ama, bildiğin gibi de­ ğ i l . Ağzına sıkı, kurnaz, sana zerre zarar getirm�z ! " Kadının isted iği de budur: işin içinden tereyağı gibi sıyrılmak! Alamadın, veremed in, işin içinden çıkar­ sm. Tabii bu arada masraf parası falan yüzlükler oy­ nar. Daha olmazsa, kadının kocasıyla ahbap l ı k kurar, ayni dümeni adama koşarsın. Herlfi şüphelendirir­ sin. Adam karısını takip ettirmek ister. ikisinin s ı r­ ları da el inde. Çakıyorsun ya? Artı k Allah ne verdiy­ se, kes ha kes mangı rları ! -Iyice ufalmış izmaritlnden yen i bir cıgarayı tazeledi kten sonra, ardını getirdi-: Diyeceksin ki, bu kadajr fendbazdı n da Aspasiya'yı ne diye kaptırdın? Doğru. N e d iye kaptı rdı m ? -Başını eğd i , uzun uzun baktı kaldırıma, sonra başını aniden kaldırd ı . Tek gözüyle d i k d i k baktı yüzüme-: Mangır, gine de man­ gır abi ! Bu mang ı r deni len yı lanı kaldıracaksın yer­ yüzünden! Neden dersen, Aspasiya'nın dişine man­ g ı r değmeseyd i , beni bırakıp almazdı voltasını ! - Voltasını m ı ? Nereye aldı? •

.•

227


- Sorma, ah sorma.. Herif m i lyoner. Görsen tanımazsın benim Aspaslya'yı . Hanımefendi oldu ka· yarto be, hanımefendi . B i r giydiğini bir daha giymi· yorl -Birden hiç i l intisi olmadığı halde göz kırpııı sordu-: Bir dalgan var galiba buralarda? - Ne gibi? - Yani karı, kız .. ha? - Yoo, hiç bir dalgam yok. - Açı l bana açı l . Zararlı çıkmazsın. Var bir dalgan. Bak, gülüyorsun. Dal gan var da, yer lazımsa söyle, yoksa g lne söyle. Beni yabancı sayma. Bakma:, düşmez kal kmaz bir Allah. Beni hep bu hale Aspasi ya geti rd i . Yol larımı mı kesti de düştüm bu hale? Yoo .. kahrımdan ! Yoksa, ben de asalet sahibi bir aile çocuğuyum. Ben onu bunu bilmem, Allah i nsanı asa­ letten düşürsün, façadan düşürmesin. Façadan düş­ tün mü, bırak. Ağzı nla kuş tutsan nafi l e ! -Gine kur­ nazca göz kırptı-: Elimde kıyak bir sarışın var! Ne olllka ne dllvll. Karş ı l ı k vermeme kalmad ı , başladı yayl ım ateşe: Herkesten Iki yüz alır ama, sen yabancı değ il­ sin, bir e l l i likle .. ha? At taksiye açı l istanbul dışına. Kapalı yer istersen o da va1rl Anlaş ı l ıyordu: - i stemem -dedim. - istemez misin? Dinle, bak: Kan inek karı değ i l . Yeni düştü bu hayata. Sözü, sohbetl dinlenir. Iyi de okur yani . . . - i stemem. - Memnun kalacaksıni - istemem yahu .. - Peki, sarışından vazgeçtik. Enfes bir esmer var. Ha? -Pantolonunun arka cebinden bir tomar kart çıkarttı-: - Nah, bak. i şte.. Gözlere bak gözlere! - Is-te-mem! - Eli iyi çok bulduysan kırk olsun? 228


- ...............? - Otuz olsun yahu! . . .............? Fotoğraf kartları nı arka cebine yerleşti rdi . - Çok sevdi m seni , sana i l laki bir iyilik yapa­ cağı m. Neden? Çünkü yap iyi liği, at denize, balık bil­ mezse Mlik bilir derler! Sana benim Aspasiya'yı ge­ ti receğ i m ! - Yani sevgilini ha? - A i l e karısı şimdi. Ne yapayım? Bana yar olmadı , bari beraber yaşadığı adama da taktı rsın ı - i stemem. Senden iğreniyoru m ! Şaştı: - Bendeeen? N iye? - Insan sevg i l isini satmak i ster m i ? Bir kahkaha attı : - Ay i nandın mı Aspaslya'ya? Sevgilim falan değildi arkadaşım. Meslek Işte, i<ötüsü olur mu? Hani ev kadınlarını o biçim, zanparaları da bu biçim mandepsiye bastırma işi. Çaktın mı şimd i ? Haydi ver bir cıgara parası da, sabahım siftahsız geçme­ sin .. B i r gümüş l i ra uzattım.

229


Y A V R U

Pis, gri gündüzler yaşıyoruz ama, arada hava aman da veriyor. Bugün havanın aman verdiği gün­ lerden biri. Beyoğl u hemen hemen yaz i kindi lerini hatırlatı r­ casına kalaba l ı k. Kendimi kalab�lı k Beyoğlu kaldı rı­ rnma kaptım koyuverdi m . Güneş tatlı tatlı terletiyor. Pardesümü çıkardım, koluma aldım. Güzel bir günün, ama yazdan nası l sa kalma bir günün beyliği beylikti, Birden sert bir omuz. Ters döndüm Adeta. • Cüş! demor.Je kalmadı, o l Yı lışık kah�ahasıyle hem siniri­ me dokunan , hem de çokl uk gevezel i klerinden hoş­ landığım bir eski arkadaş. - Uğurlar olsun! -dedi . Bayağı kızmıştım. Kızmarnın nedeni , karşımdan gelmekte olan tanış bir genç kadı n ı usulünce selam­ lamaya hazırl anırken, omuzu yeyip ters dönüşüm­ dendi. Omuz vurmanın sırası m ıydı yani ? Anlattım. Koluma g i rd i : - Boşver. Amasyanın bardağı . . . - Doğru, b i ri olmazsa b i ri daha belki ama, bu öylesi deği ldi. Fiyakamın içine . Neyse, omuz omuza kaldı rı rnda başladık kol kola yürümeğe. Fakat, dehşetli ş ı ktı. Uzun boyuna çok yakışan bal renkli ş ı k gabardin pardesii$ü, alev rengi gravatı, lAcivert kostümü, kalaba l ı kta av ararmışça­ sına elildan yeşlle, yeşi lden koyu kahveye, koyu kah»

. .

230


veden hatta deniz m&;visine dönen gözleri , rugan evet rugan iskarpinleri. - Bakıyerum çok şıksın? Gözleri çevrede, aradığı avda: - Bir fi l m şirketi kurdum da .. - Anlamadım? Bir kahkaha: - Film şirketi. - Neyle? Nası l ? - Boşver neye, nası la.. Iyi bir senaryon var mı? Durakladı m : - U lan radyoyu bırakıp örtüsüyle uğraşıyorsun. Senaryo var d iyel i m . Çevirecek para? Üzerinde durmağa de�mezmlşçesl ne gırgırında işin. - Senaryoyu senden alırım, rejlsöriO�O kendim yapscağım para Istemez. Kamera en sonra düşünüle· cek şey. Ham fi lme gelince, filme i htiyacım olmıya­ cak . . - Filmi ham flllmslz m i çevlreceksln? Güldü. Koluma yeniden girdi. - Saf da de�llsln ama, n e bl leylm ? Vaşlandın gal i ba .. Fiyakalı bir yazıhanem var. Ama gerçekten fiyaka l ı ! - Nasıl yAni? - Beyoğlu ara sokaklarından birindeki sessiz apartmanlardan birinde. Tabelam G Ü RFiLM yazar, en flyakalı harflerle. Duvarlar dekore, halı , möble gıcır. Yazı masama gel ince şahAne diyebil irim, ınan. Hani toy bir sinemaı hastası genç kızı hemencik inandırıp, çırı lçıplak soyunduracak cinsten. Anlıyacağın, şu koca Istanbul'da film artisti olup Türkan Şoray'ların falan h izasına yükselmeyl, onların hayatını yaşamayı hayal edinen güzel kızlar, bilhassa toy yavrular yok mu? - Cook. .

23-1


- i şte benim film ş l rketim bu. Genç kızları ha­ yal lerinden yakalayıp . . . - Anlaşı ldı, O zaman gerçekten d e ham filme, kameraya falan ihtiyacın olmaz. Yazıhanenin yanı­ başında bir de garsonyerin var m ı ? - Lüzum yok. Yazıhanemda hem yatar koltu­ ğum, hem de kolay kolay kırılıp su koyuvermiyecek cinsten sağlam sedi rlerim var! Anlaşı lmıştı Vehbi'nin kerrakesi : Genç, güzel, toy kız ya da kadınları • Baş kad ı n rolü ve!"eceğ i m � diye tavlayacak, yazı hanesine düşürecek, senaryoyu eline verecek. Sonra da kimbi l i r, belki de soyup vü­ cut ölçülerine bakma dümeniyle . . . Sordum : - iş alabildin mi hiç? - Ohoo . . . istemediğin kadar. Adı büyük oğlum : Filimci! - Peki kaç yaşiara kadarkilerden i ş al ıyorsun? - En çok on altı , on yed i . - O n sekiz, on dokuz? - Eh. - Yi r mi ? - Son elveda! - Yapma .. - Öyle. Yirmiyi aştı mı, haminnen oluyor! - Demek bu kadar bol ? B i rden safi dikkat kesilerek karşı kaldı rıma bak­ tı, kolumu bıraktı : - Allah be Allah be.. gidene bak! Baktım. Gerçekten de, yeşil, çağla yeş i l i pardesüsü içinde bir sap kiraz. - Harika! -dedim. - Gelsene -dedi. - Ne olacak? - Gidip konuşacağı m l - Tanıyor musun? - Nerden tanıyacağım? - Peki ? 232


- Çeneyi bırak. Yeni çevireceğim fi lmimda baş rolü vermez miyim ? - Peki, sonra? - E.. uzattın. Gel de gör sonrası n i l Karşı kaldı rıma ü ç sıçrayışta geçti. B e n de m�rakla ardından. Bizimki adeta heyecanla sokuldu kıza: - Merhaba! Kız, çatıverdiği kaşlarıyle bir adım geriledi: - Bana mı söylüyorsunuz? - Evet şekeri m. Serap değ i l misin? Kızın iri siyah gözleri hayretle açı ldı : - Yoo .. - O halde benzettim. Özür di lerim, çok özürı di lerim .. Bana döndü, göz kırptı : - Bizim Bağbozumu filmi Için nas ı l ? Gülmernek i ç i n kend imi zor tuttum. Kız birden değ işti . Gülrneğe başlad ı . Bizimki alabi ldiğine ciddiyd i : - N için güldünüz? - H i iç. - Elimde Bağbozumu adl ı bir senaryo var. Sernra diye bir kız getirmişlerdi başrol için. Fena deği ldi ama . . . - Ben galiba daha uygunum . . ha? - Hem de nas ı l ! Isterseniz hemen Notere gidip . . . Anasının gözü kız: - Yoo -dedi-. Ö nce yazıhanenize gidel im. Senaryoyu okumadan mukavelenizi i mzalamarn i Arkadaşım da, ben de şaşalad ı k. O, devam ett i : - Belki çıplak ölçülerimi de incelemek istersi­ niz . . . Bir kahkaha attım. Kız demek bu işlerin yaban­ cısı değildi? Fakat şaşı,lacak şey, ben diyeyim on beş, siz taş çatiasa on altıdan yukarı çıkamazsınız. Çocukluktan genç kızl ığa yeni atmış adımını ama, 233


bir çekici, bir kıvrak. . . Göz kırpt ı : - Yazıhaneniz yakın m ı ? Arkadaşı m n e d iyeceğlni şaşırm ıştı . Kız d evam etti : - Garsonyeriniz? Garsonyerlnlz de vardır her­ halde? Çekti gitti . Blzi mkl ardından baktı baktı neden sonra söy­ lend i : - Helal olsun sana b u yol l ar yavrum !

234


YAŞLI KADlN

H ıncahınç otobüs Uilell durağında durdu. B i r kadın; yaşlı, ufak tefek, kırış kırış. Durağın kaldırırnma çömelmlş. Kalkmak için davrandı, olma­ dı. Yeniden, daha üstün bir güçle yekinip kalktı . Otobüse blnecekti besbe l l i , titreyen kupkuru eliyle elektrik d i reğine tutundu. Her halinden bel liydi oto­ büse bineceği. Duraktaki bir genç yard ı m etti, oto­ büstekiler de damarları fırlak kupkuru ellerinden çe­ kip otobüse aldı lar. Yer verdi ler, oturdu. Ayakta dl­ olduğum yerin tam karşısındaki koltuğa kilmekte oturmuştu. Sağ göz kıyı ları çepeçevre mordu, mos­ mor. Karaları hayli ağarmış gözleriyle çevresine kor­ kuyle bakıyordu. Bell iyd i ki pek göremiyor. Korkaktı, yeni lmi şti , bitikti. Bu dünyada kendini misafir saydı­ ğı bell iydi her halinden. Biletçi sordu: - Nereye gideceksin valde? Gülrneğe çalışarak omuz silkti : - .Bilmeeem. - Bilmez misin? - Bi lmem ya . . . Çevrenin l igisi birden arttı : 235


din?

- Gideceğin yeri bilmiyorsun da n e diye bin-

Sağına soluna bakındı. Sonra ciddi ciddi sordu: - Bu araba Karacaahmet'ten geçer mi? Karacashmet mezarlığını demek istediği anlaşılmıştı. Çok acıydı soruşu. Laleli nerdee, Karacashmet nerdeydi oysa .. Bir yaşlı bey sordu: - Ne yapacaksın Karacaahmet'te? Acı acı güldü, ağlar gibi: - Beni bırakıverin hayrınıza .. Gözlerinden damlalar yuvarlandı . Belki yetmiş, belki seksen, belki de daha yaşl ı bir kadının çaresiz­ l i k içinde ağlaması herkesi sarsmıştı. Biri: - Gözüne ne oldu? -dedi·. N iye morarmış? Duymazl ı ktan gelerek başını yana çevird i . Soruyu karşılamak istemediği anlaşıl ıyordu. Artık sağdan soldan . soruyorlardı : - Kimsen yok mu? - GüzUno kim vurdu ? -- Nl yo vurdulıır? - Seni bu yaşta ne diye sokağa bı rakıyorlar? ...............? ............? O, bütün bunları dinledikten sonra, i l k sorunun karş ı l ı ğını verdi : - Oğlum var! - Bu yaşında seni ne diye yal nız başına bırakıyor? - Ne yapsı n ? - Evde oturtsun. B i r hacetin varsa kendi görsün .. Başını dertli dertli salladı: - Doğru, doğru ya, başı çok kalaba l ı k yavru­ mun. Ben, kaynanası, kayınbabası, kayın ları, baldız­ ları, karı sı, çocukları . . . Bu zamanda o kadar insanı tek başına geçindi rmek kolay mı? Bakıyorum yavru236


ma, acıyorum. Başımı alıp gidiyorum ki hayır sahibi­ nin biri beni Kamcaahmet mezarlığına bıraksın. Be­ nim yüküm eks i l i r bari yavrumun omuzundanı Kalaba l ı k otobüste iç çekmeler, m ırı ltılar, ho­ murtu lar oldu. Kime, neye h ınçla iç çekil iyor, homur­ dan ı lıyordu? Belli deği ldi. Geveze biri soruverdi : - Gelinin nas ı l gelinin? içini çekti : - Allah razı o lsun .. - Sakı n gözünü .. ha valde? Parladı : - Yook, gelinime laf yok! O olmasaa . . . - Oğlun vurur gözünü m ü çıkarırd ı ? - Al lah i kisinden d e razı olsun .. - Gözünü morarttı kları Için m l ? - Gelinimin suçu yok l - Oğ lun demek? Hayı rlı evlatmış .. - Ne yapsın? O kadar kalabalığın geçimini düşünmek kolay m ı ? Kaynanasına, kayınbabasına kıza­ maz, karısına el kaldıramaz, çocuklarınaysa sıkı m ı ? E, bir kalıyor seksenlik ana. Anası na d a nazı geçsin artık canı m . Yoksa patiardı öfkeden Al lah vermeye .. -Yolcuları kupkuru el iyle gösterdi-: Sizier nasılsınız? Anaların ızı konuşturup dinlesem kimbilir ne foyala­ rınızı dökerler ortaya, nasıl yaka silkerler .. Yolculardan biri : - Doğru val iaha -dedi . B i r başkası : - Beş parmağı n beşi bir değ i l ! - Amaaan çok dinledik böyle tafraları .. - N e yani ? Anaya el kalkar m ı ? - Kalkmaması lazım ama . . . - Kaldı rıyor muyuz? Ana demek ata demek. Benim böyle anam olacak da, kardeşim vurup gözü­ nü morartacak . . . Bir pos bıyıkl ı : - N e yaparsın? -dedi . 237


Del ikan l ı sertçe döndü: - Ne mi yaparım? Şerefsizim i ki yumrukta, mest! - Demee .. - Dedim gitti. - Yaşşa hızl ı arkadaşı m ! - Nerden arkadaş oluyoruz? - Sözün gelişi.. - Gelişi mellşl.. arkadaşımmış . . . - Uzun etme de Aydın h avası olsun ! - Olmasa ne ç ı k a r ? - Yani kaçtan aşağı olmaz şimd i ? - Kaçtan derseni - Deveye bak .. - Bakıyorum l Yaşl ı kadın unutulmuş, bi r kavgaya hızla gldl l iyordu. - Oyarım o bakan gözlerini sonra! - Oynamaa . . Poa bıyıkl ının bir hamlesi . Genç sendelediyse de kend ini çobuk toplad ı . Blletçl oturduğu yerden aya?)o k a l k m ı ştı : - Arkadaş lar kendinize gel i n . inin aşağı aşağı­ da kavga edin. Burası kavga yeri deği l i Zaten otobüs yeni b i r durağa gelmişti. Durdu . Kapılaı:: açı ldı. Iki kavgacı : - I n ulan aşağı ! - I n gel iyorum, kerreste! Kavgacılar hışımla indiler. Yaşlı kadın b i r şey­ ler mırı ldanıyordu. Dikkat ettim, Habil'le Kaabil kıs­ sası nı çekiyor, kavgaer iara öğüt verrneğe çal ış ıyordu.

238


AYDIN HAVASI

Haliç vapurlarından biri. M evsim yaza doğru. Saat on blrle on Iki arası . Kal ı n b i r clgara dumanı kaplamış i kinciyi. Ku­ caklarında huysuz çocuklarıyle dertl i tazecik anneler, evinin sedirinde otururcası na yanlamış budaklı ağız­ lığındaki cigarasını tüttüren altmışlık dede, altmışi ı k dedeyi hazla dinleyen kendi akran komşusu, yanıbaş­ larında çeneyi çeneye vermiş belki de gelinlerini çe­ kiştiren ahret kardeşi kaynanalar, son maçlardan heyecanla söz açmış dell kanlı lar, orta yaş l ı lar, saç­ ları at kuyruğu genç kızlar, ellerindeki horoz şekerle­ rini yalayıp duran çocuklar. . . Vapur Köprüye yol al ıyordu. B i r adam girdi birden posbıyığıyle. Bıyık pos ol­ duktan başka kara mı kara, kılları fırça k ı l ı gibi sert mi sert. Bakışları da bu pos, kara sert bıyık kadar aks i . Öfkelenmiş, elinden az sonra bir kaza çıkacak semt bıçkını öfkesiyle geldi, durdu. Çeneye daimış­ ların uğ'-'ltulu kalabalığına baktı, baktı, baktı. Bel l iydi ki içeri girdiğinin farkına varıl ı p uğultunun kesl ime­ sini bekl iyordu. Val izini ayak ucuna bırakıp, ellerini arkasında bağladı. 239


Uğultu hafifçe kesi ldiyse de onun l stediğince, tam değ i l . O zaman, dayanamamı ş olmal ı , küfür g i b i konuş tu : - Saygıdeğer yolcular! Yüksek çıkarlarınız adına beni bi rkaç dakika dinlemenizi i stirham ediyo­ rum! Aitmışiıkiar, e l l i l ik, otuzluk, yirm i l i k, on beşl ik­ ler değ i l sade, annesinin kucağı nda mızırdanı p du­ ran bebeler bile mızırtı l arını kesip, ·Yüksek çıkarları adına birkaç dakika söz edecek• posbıyıkl ıya baktı­ lar. Gerçi bu yolların yolelliarı için böyle başlang ıç­ lar alışı lagelmiş şeylerdendi ya, gine de dinl eyecek­ di. Seçimlerden önce çeşitli hatipleri dinledikleri gibi, aynı alışkanlıkla! O , y a ni posbıyıki ı , küfreden bir kabadayı tonuyla başlad ı : - Bir hafiyye, b i r sabı kalıyı nas ı l tanırsa, siz de bonl öyle tanımal ısınız! Çünkü ben . . . Tam lıu sırada kapı yanı nda gıcık b i r .. öhö öhö. . Döndü , baktı, gördü : Uzun boyl u, geniş kenarlı şapknsıylo Maksikaiı bir haydudu hatırlatan, sarışın biri. Onun da elinde bir valiz. Kapıya omzuyle da­ yanmıştı . Pesbıyı k kaldığı yerden devam etti sözüne: - Çünkü ben, sizi , sizin çıkarlarınızı sizden çok düşünen bir i nsanım! Yen i , gıcık bir « Öhö öhö . • daha. - Peki ama, ben kimim? Bir M i l letveki l i adayı m ı ? Sanatör mü? Bu belki de sizi ilgi lendirmez. Si­ zin için belki de Sarı çizmeli Memet ağayım! Meksikaiı haydut şapkalı: - Ha şunu bi leydin .. -dedi . Pasbıyık duydu m u , duymadı m ı ? Duydu d a hasbi mi geçti ? Ardını getirdi sözlerinin: - Fakat öyle deği l sayın vatandaşlarım. Cana­ bıal lah biz kul larına akı l i hsan etmiş, fikir ihsan et-

-

n

. .

240


m iş, i rade, i radei-kül l iyye ve cüz'iyye vermiş. Onun için . . . - Arkadaşım kısa kessen d e Aydın havası ol­ sa . . . Pasbıyık bozulmuştu. Kıpkırmızı, döndü, baktı . Ama Kovboy şapkalı istifini bHe bozmadan, sözü ona kaptırmadan, yumuşakça: - Malum ya, -dedi-. Sıradayız! Posbıyı klının fiyakası fena bozulmuştu : - izm i rl i , -dedi . - Efendi m ? - Dalgama taş atma! - Peki ama, biraz çabuk olursa. . . Hani . . . Malum .. Sı radayız! Pasbıyık acı bir gülüşten sonra Ikinci yolcularına sordu: - Tıraş sabununu bakkaldan kaça alıyorsunuz? i zmlrll: - Tekliğe, -dedi-. Çabuk söyle sen kaçtan ve­ receksi n ? Posbıyığın fiyakası öylesine bozu lmuştu k i , kolu kanadı kırılmışçasına kıyıya çekild i : - Buyrun, -dedi-. Sırarnı size bırakıyorum! izmirl i , onu M eksikalı bir hayduda benzeyen ge­ niş kenarlı şapkasını çıkarıp, son derece kibar se­ lamladıktan sonra: - Nezaketinize hayranım, -dedi . Sonra şıpınişi, çevik bir konuşmaya geçiverd i : Benim tıraş çok kısa olacak sayın yolcular. Çünkü lzmirliyim. Malum a ? Aydın'a çok yakınız. Sonra lıenim posbıyıklı sayın arkadaşım gibi paraya falan Ihtiyacım da yok! Posbıyık: - Anlamadım? - Paraya ihtiyacım yok ded i m şeker kardeşim. llunlmki sayın vatandaşlarıma naçiz bir yardım. Çün­ k n . Kadı köyde yeni inşa etti rmekte olduğum apart241


manımın beşinci katı da tamamlandı. Sonuncu katı da çıktım m ı ? Mesleğe elveda! Ceketinin cebinden bir tek jilet çıkard ı : , - B u ne sayın yolcular? Posbıyık: - Ustura, -dedi . - Oynama posbıyık. . . Evet, ş u elimdeki ustura de�ll, jl letl - VItrinierde otuz kuruştur, lzm i r'llde otuz para! - Hay yaşa be arkadaşım .. - Sen de yaşa. Ben tüyüyoruml - Bir kahve daha içeydin .. - Bir daha artıki - Yüksek sefa geldin .. Dişli, dişsiz ağızlar açı lmış, kahkahalar salıverll­ mlştl. lzmlrll meydanı boş bulunca ardını getirdi sözle­ rinin: - J l lot de(jll, kaymak! Hedlyesi de paketiyle bir tek l l ra l Ama posbıyık gidince lzmlrli'nln tadı kalmamıştı . Salonda uğultular yeniden başladı.

242


DEDELER ve TORUNLAR

Öyle göbekl l filan değ i l d i , tam ters i , kupkuru amma sağ lam. Ufacık gözlerı Içeri Içeri , pırıl p ı rı l . Sarhoştu da. l stanbul 'un, « Eski Istanbul -l a I l g i l i semt kahve­ lerinden biri nde, ahbaplarıyle nargile tokurdatıyordu. Ben de hemen yanıbaşları ndaki masalardan bi rinde çay içiyordum. Narg i le içenin arkadaş ı , elindeki kü­ çük bir defterden dörtlükler okuyor, dinl iyorlar, son­ ra da pek hoşlanarak basıyorlardı kahkahalarını . Çok­ luk, neler okuduklarını anlayamıyordum ama, kest!· riyordum . . Eski tarzda, ama çok eski ağızla, vezinii kafiye li aruzlar, heceler. . . Bir ara kulak kabarttı m . Kulak kabartışım, okuyanın di kkatine takılmış olacak , sesini yükseltti : ccBen gedayım, şöhret-i Dari'yı versen istemem Gerçi memnu11um bugün, Leyla'yı versen istemem Bir melahat sahibi cananı aldın ey Felek Hasılı vadettiğin Dünya'yı versen istemem.• Nargile tokurdatmakta olan çoşmuştu : - Al lah Allaaaaah! -diye bağırdı-. Allah Al lah yahu! Berikl , defterini kapayıp Iç ceblne soktu. Bir ara hen de eaştum gali ba, yanımdan geçmekte olan gar243


sona emrettim : - Yap bana d a fiyakalı b i r nargi le! O zaman, nargile keyfi ndeki l erin dikkatini çek­ miş olacağım, bana alıcı gözle baktılar. Narg i l e to­ kurdatmakta olan: - Merhaba, -dedi . - Merhaba, -dedim. Beni gözleriyle tarttıktan sonra sord u : - Ehl-i keyfin keyfini k i m tazeler? Bil inen şeyler olduğundan, karş ı l ığı yapıştırdı m : - Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler. . Altın di şlerini göstere göstere güldükten sonra, yanı ndaki lere : - Bu da bizden, -dedi . Yanı ndaki kara, kuru dudak büktü : - Ne malum? - Öğreniriz, kolay.. Bana döndü : - Nnrnllenln şartı kaçtır? - Dllrt. - Nodlr? - Meşe. köşe, maşa, Ayşe! Bi lgimin deri nliği karşısında heyecanlanmıştı : - Peki , Acem şahı kızını ne zaman verir? - Şeş, penç, ci har haneleri üçlenende . . . Arkadaşına döndü: - Tamam m ı ? - Tamam, -dedi arkadaşı . - Demli çayı hakketi m i ? - Öte bile geçti .. -dedi ötekiler. Tavşan kanı, demli çayım geldi. Laf lafı , laf tütün tabakasını açar ya? Nargile tokurdattığımız için tütün tabakalarının açılmasına l üzum yoktu. Kendimi yaşa­ dığım dünyanı n çeşifli sorunlarından kıyıya almış, hiç ama hiç bir şey düşünmek i stemiyordum o anda. Yalnız gene de katama takı lmıştı : Bu gamsız yurt­ taşlar ne i ş yapar, neyle, nas ı l geçinirl erd i ? Ev kira­ sı, kaynayan tencere, boyuna ayakkabı eskiten çoluk 244


çocukları, çoluk çocukların ı n başına çoban gibi dik­ tikieri karıları var mıyd ı ? Herkesin geçim işini yürü­ tebi lmek için sabah lardan akşamiara kadar çırpınıp durdukları halde bunların böylesine rahat, belki de gün�erce başı boş dolaşmalarının sırrı, h i kmeti ney. d ı ?. Derken ufak tefek, m innacık bir adam, elindeki kocaman pasl ı makasıyle, sekize mi, on altıya mı kat­ lanmış bir kağ ıdı şurasından burasından keserek ya­ nımıza geldi. Kırış kı rıştı ama mavi gözlerinin içi gülüyordu. Bacağında eski Çeşmemeydanı bitirimle­ rininkini hatırlatan bol paça bir pantolon, gene onları hatırlatan bir yelek. Ceketi tam ters i , son modaya uygun b i r kruvaze. - Allah muhabbetinizi daim, sı hhatinizi kaim etsin -dedi-. Selamünaleyküm l Nargi lerln marpuçları Indiri ld i , hayretle bakıldı adama, sonra da selamı alındı. O, i k rama falan mey­ dan vermeden, boş iskemiel erden birine i l i şivermişti zaten. Gözleri , e l indeki makasta, makası n kestiğ i katlı kağıdı d ikkatle kesrneğe devam ederek: - Bendeniz tamam seksen altı yaşı ndayım. Ve de eski tabiriyle Mekteb-i Hukuk mezunlarından. Hani, sağ olun, var olun .. Muhabbeti niz bana eski , ta eski cennetmekan Abdülhamid-1 sani hazretleri nin okkal ı k ekmeğiyle perverde olmuşların derya-dilliğini hatı rlattı. Demek hala meşey i , köşeyi, maşayı, Ay­ şe'yi bi len, Acem şahının hangi anda kızını verece­ ğiyle i lg i l i eski bilgi lere vakıf i nsanlar yaşıyor ara­ m ızda ha? Sözlerine tuhaf bir karş ı l ı k almışçasına kıs kıs güldü. Sonra kesip durduğu kağıdı açt ı . Kağıt bir dantela halinf almışt ı . Ay, ayın fethi , atom, hidrojen bombaları, nükleer fiziğ i , şu bu değ i l de, adamı n dantelaya çevirdiği kağıda şaşmış lard ı . - Vay anasını -dedi nargileli. Öteki başını sallad ı : - Vay ki vay. 245


Sordum : - Demek amca, seksen altı yaş ı ndasınız? Ma­ şal lahınız var. Pek pek altmış, bilemediniz altmış beş gösteriyorsunuz .. iç cebinden gene az önceki gibi sekize mi on altıya mı ne katlanmış bir başka kağıt çıkarıp, maka­ sıyle kesrneğe başladı. Yüzünden hiç eksik olmayan gülümseyişlyle : - El bette -dedi-. Elbette altmış beş göstereceğim. Enayi miyim de öleceğim seksen altı gösterip? - Peki bu sağlığın sebebi ? - Sıhhat d e şuna, sıhhat! - Peki, sı hhatın sebebi ? - Efendim, kendime bakmasını b i l irim. Kendine bakmak bir i l imdir. M esela siz de dah i l , bi lcümle insan, yemek arasında su içer. i ki üç çeşit yemek yemez, tıkınırlar. Etin yanında sebze, sebzenin ya­ nı nda ekmek . . . Kül liyyen muz ir şeylerdir. Yemek ara­ sında su, midedeki yemekleri eritmek için mide ta­ rafından lfraz olunan asitlarin asldlyetlni azaltır. Ye­ meklerln hnznıı nOçlaşlr. Hıızmedllmemiş yemekler baCjırsaklora I t i l i r. Zavallı bağırsaklar hazmedeceğim diye uğraşır. Edemez gaz yapar. Şişersiniz davul gi­ bi. Al avuç avuç karbonat, yahut çeşitl i ilaçlar. Boz mideyi, aman başım, aman böbreklerim, aman ku­ lunçlarım . . . Nargileli dikkat kesllmişti: - Peki, sen nas ı l hal l ettin bu işleri bey baba? - Haşa! Ben bey baba değ i l i m , olmağa da nlyetim yok. Asl ına bakarsan ız, oğul larım, kızları m, ge· l i n, torunları m . . . ama ben bey baba değ i l i m . Çünkü saymıyorum kendimi. Bey babal ık, kendini bey baoa yerine koyanlara mahsustur. Gönlüm genç gönlüm! O gün uzun uzun konuştuk. Eski günlerden söz açtı. Ne Babı-ali baskınları kaldı anlatmadık, ne de Hareket ordusu, Mahmut Şevket Paşa'nın katli. Her şeyi cin gibi b i liyordu. Geçende onu Sultanahmet parkında gördüm. ! p 246


atiayan kız çocuklarını seyrediyor, mızıkçı l ı k yapıp tartışmağa başladılar mı da, araya girip yatıştırıyor­ du. - Yoo .. mızı kçı l ı k ediyorsun ama Semra. Olmazi - Niçin olmuyormuş? Neden mızıkçı l ı k ede· cekmişim? Hiç de bile. S ı ra onda. Neden sallamıyor ipi ? O, yani Bey babalığı kabullenmeyen yaşlı adam, elindeki makası tahta sı raya bıraktı, kağıdı cebine, kalkt ı : - V e r bakim şu ipin ucunu. Haydi atl ayın! Çocuklar kuş cıvı ltı ları içinde atiarnağa başla­ mışlardı ki , biri sokuldu yanıma, fısıldadı : - Kart sübyancı l

247


YEDIBELA

Ayağı ndaki yeni siyah iskarpinin sol teki vur­ masa, bir de yürürken iskarpinleri zıııt z ı ı ıt etmese­ ler . . . bir şey değ i l , yolu nası l olsa Yenikap ı , Nişanca, Kosko, Kumkapı 'ya düşecek, düşmese bile oralarırı hergelol orlne Llllell 'de, Beyazıt'ta, Taksim'de, hatta Harbiye, Nlşnntıışı, Maçka'da rastlayacaktı . O zaman kayartolur z ı ı t zı ı t z ı ı t eden iskarpi nler, lacivert kos­ tOm, kola l ı yaka, kravatla görünce başlayacaklardı vaaay Züttün bey, ne haber? Ne zamandan beri ek­ selans oldun? • falan. Yahu amıca• demişti, • boşver façaya ! Yetmişlik, iki kat, pinpon ama kurt amca, · F�­ ça• n ı n ne demek olduğunu bilmiyormuş gibi, dikil mişti : Faça ne demek? · Yani elbise, kolalı yaka, kravat, zıt zıt eden ayakkaplar . Peki?• • - Arkadaşlar beni böyle görürlerse diyorum . . . Açmıştı ağzı nı, yummuştu gözünü: • - i i i it, itoğlu it! M ezarı belirsiz serseri babarı gibi yularsız, palansız mı gebermek istiyor­ sun? Ya defolur gidersin yanı mdan, ya da dedikie·

..

•-

•-

•-

. .

"

•-

248


rimi yerine getirirsin. Baban gibi, serseri l i k senin de i l iklerine işlemiş ! • Ağı r konuşuyordu, kurşun gibi işl iyordu sözleri. Gerçekten mezarı belirsiz babasını karıştırmasa hadi neyse. u itoğ lu it! • diye başiarnıyar mu, kravatı , ko­ lafı yakayı, lacivert kostümü , yürürken zııt zııt zııt eden ayakkaplarını filan hemen oracıkta fora, suratı­ na çaat, anacığının ayl ığı e l l i l i raya sığındığı Nişan­ ca'daki tek gözden i baret evine kapağı atardı ama, ol muyordu. Ne annesi, hele hele ne arkadaşları ken­ di keyfine bırakm ıyorlard ı : Dayıl ığa boşver d e g i r moruğun sakalı altına ! • Tabii ya, keriz! • Egayla kızı , tamam ondan sonra . . . • ,._ Morukta kafa kaadı eskimiş nas ı l olsa . . . •- Yaş yetm iş, Iş bitmiş . Yarın cartayı çekti ml . . . • Konars ın mala mülke aç köpek! • Mangır? Bankalardaki mangırlar ya? • iyi b i r işyeri kursan d a bizi de yanına al­ san . . . • Biz de sayende sebeplensek fena mı Ke­ şanl ı ? • Fı kara anana d a m ı acımıyorsun ? • Bekar çamaşırı yı kamaktan tı rnakları düştü zeıva l l ı nı n ! • Ah u lan ah . . . olacak bende öyl e tüylü bir moruk, sözünden çıkacam ha?• ..................• .... ......... . . • Doğru söylüyorlardı. Yetmişl i k, kırış Kınştı ama Karaköy'de, Eminönünde, Si rkeci 'de dükkarııarı, Ga­ latasaray'da apartman, Fatih'te, Unkapanı r:dt irili ufakl ı evleri , 'g ene dükkanları , bankalarda cari he­ sapları olan amcasının otuz beşindeki koca burunlu, gözleri burun köklerine akmış· tapon kızına mal, mülk, para hatırı için ·Oldu! • demek zordu. Zor cıu ama, • -

u-

•-

. .

••-

•-

a -

•-

• -

• -

u-

·-

· -

249


arkadaşlarından Jilet R ıza hop oturup hop l<al kıyordu: .. - Yed ibela ne be, Yedibela ne? Ciğeri kaç pa­ ra eder itin? Adam m ı ? Sabıkalarının hesabı n ı ken­ di bi lem b i lmez. Kız çirkinse, yaşlıysa o da fi l i m artisti değ i l y a ! Otuzunda yok, doğru, doğru ya esrar onda, afyon onda, rakı , şarap, votka . . . Mano yüzün­ den Desoto Haydar'ı şişleyip kaçak gezerken, surla· rın dışında boyal ı ispirto bilem içmedi m i ? Kumar­ bazlık onda, vur kır, kap kaç onda . . . Hangi aile kızını veri r ona? Alsın tapon ama zengi n kızı, g irsin amca­ s ı n ı n sakal ı altına, beklesin tekkeyi, moruk cartayı çekti mi de içsin çorbayı , tapon kıza da bir tekme ! » Ji let doğru konuşuyordu. Arkadaşları cna karşı değ i l lerdi : Canı m orası öyle ama, l af aramızda. kız da yutulur gibi değ i l . Sana bakar beni görür Bacaklar dersen nah , bi leğim kadar, göğüs teneşi r tahtası . . . yoksa tabii, otursun mala mulke , ondan sonra tapona bir tekme ol masa bi l em . . . • • - Ol masa bl lem, atar önüne Iki keımik, bulur artıst glblslnl . . • • - Al lındu oroba . - Sı rtında her gün başka faça .. .. - Yediği önünde, yemediği ardında . . . •- Etrafında pezevenkler . . . Bahriye l l Cemal: •- Ö zaman da bize boşverir inek! ded i . J i l et en yakın arkadaşıydı Yedibela'nın, parlad ı : Anlamadıım? Anam avradım olsun şişlerim hergeleyi ! , Çamur hamurdu ama erkek çocuktu Yedibelli vesselam. Bir fıstığı olsa arkadaşlarıyl e bölüşür, bi· l eğine sıkı, anladı mı ki sarı ldı, yok kurtuluş, susta­ l ısını fo ra . . . Sabıkasının çoğu vurma, kırma, yarala­ yıp içeri düşmektendi . Hem de arkadaş yoluna. N e r­ densa kulağına çal ınır ki, J i l et, Desoto, Bahriye l l , ya da semtten kim olursa olsun kavgaya tutuşmuş, ya­ hut da bi l mem hangi meseleden Hasan abini n kahve«-

. .

"

"

D

•-

250


si baskına uğramış, iki eli kanda olsa kartal gibi dü­ şer, i sterse karşısındaki l er taburla olsun, Allah ne verdiyse . . . Ama karşısı ndaki lerd e bıçak, sopa, hatta tabanca. Vız. Böyle zamanlarda dostlar toz tabii. Ycı­ payalnız kal ı r çokluk, vurur, vurulur. Hem de yalnız hapisiere düşmek değ i l , aylarca ölümle pençeleşerek ameliyatlar geçiri r, geç i rdiği ameliyatlardan sonra kendini bi lmemecesine haftalarca kımı ldamadan sı rt­ üstü yatar. Hatta birinde anacığı, öldü diye leğen ba­ şında ayı lıp bayı lmıştır. Ama artık yaş otuza gelip dayandığı için duru­ lur gibi olmuş, kendi kendine düşünmüştür : .. U lan Yedibeli'i, arkadaşların doğru söylüyor ya, bırak hergt:­ leleri, anacığına yazık be oğlum. Evet arnıcan çokluk kantarın topunu kaçırmıyor deği l , değ i l ama, mezarı bel irsiz, hergele babanın orospu peşi nden koşması yüzünden tıkara anan az ını çoktl ? Yalan mı? Tüy­ lendl ml haftalarca, aylarca toz değ il miyd i ? Sıfı rı tüketti mi de bir deri bir kemik, yahut budanmış boy­ nuzu kulağıyle eve postu sermez m iydi ? Sererdi, inek herif yarasını sardırır, kayıntı altıdan, derken iyileşir, gene biti kanlanır, haaaydi gene volta volta ! • Onun için, yazıktı kadına. Zeh i r bile olsa, amca­ sının tapon kızını egaya düşürebi lmek için dişini sı­ kacak, amcasının sözünden m i l i m d ı şarı çı kmayacak, beladan kaçacak, dayı lık, vur kır, rakı , şarap, votka, esrar, afyona elveda, amcasının istediğince •Adam • olacaktı. Olacaktı ki kız egaya düşsün. Düştü mü? Ondan sonra artık Al lah ne verdiyse . . . Tam Bankalar caddesinin sol kaldı rımını kıvrı l ı r­ ken kaba kıyım bi risiyle tosladı. Tosladı ama gerçek­ ten de suçu yoktu. Kravatl ı , altmışa yakın bir bey­ efendi . Bankalardan bi rinden çıkmış, pırıl pırı l cüzda­ nına yüzlükleri yetleştirerk geliyor, önüne bakmıyor­ du. Üstel ik: - Çüüüş! -dedi-, kör müsün be? Yedibela bir an kendini yitiri rcasine del iye dön­ düysa de çabuk toparlanarak: 251


- Pardon -dedi, geçti . Adam belasını ararcasına durmuş arkasından ba­ kıyordu. Yed ibela görmeden biliyordu heritin durup baktığ ı n ı , belki de söğüp saydığını. Eskiden olacaktı, ah eskiden olacaktı da bu i nek böyle a Çüüüş . . . kör müsün?» diyecekti . Sözü uzatmağa ne hacet? Bir ka­ fa, bir yumruk, bir tekme. Devrilen kof bir ağaç gibi küüüt yere. Mangırlar bir yana, cüzdan bir yana. Allah ne verdiyse taparlar üçü beş i , atlar o s ı ra geçmekte olan dolmuşl ardan birine . . . Caddeden vızır vızır gelip geçmekte olan taşıtla­ rın arasından karşıya üç adımda geçt i . B i ri nde gene böyle b i r i bankadan mı çıkmıştı . . El inde bir deste para. O s ı ra yolsuzdu Yedi bela, aç. Şehreminli bi lmem kimi şişlemişti, kaçaktı . Gözleri dönmüş, sokulmuş adama, bir yumruk. Mangı rlar par­ ke taşlarına . . . B i r, iki, üç, dört, beş tane yüzlü k, bir elllllk. Ara sokaklardan Karaköye doğru toz. Ertesi gün gıızotolorln yazdığını Jllet, Bahriyel l falan Kum­ kapı 'da, lııırnıııııın knrı;ıısı ndakl kahvede okuyup mat­ rn(in ıı l ı n ı ş l u rd ı . Lakin beş yüz e l l i kaat da işe yara­ m ı ş t ı han i . Yüz e l l isini kocakarıya, dörtyüzüyle de Yeni kapı 'daki Avcılar'da çekmişlerdi kafayı, atlam ış­ lardı Beyoğ l u 'na. O zamanlar Galatasaray'a giderken bir pavyon vard ı , dal mışlard ı . Iki saat içinde karı­ larla filan eriyivermi şti dört yüz e l l i . Durdu. El inde s ı k ı s ı kı tuttuğu amcasının kartın · da yazılı mağza buralarda olmal ıyd ı . Kartta yaz ı l ı dül<­ kan adına göre tabalaları arandı . Buldu. Daldı dükkan­ dan içeri . Dışarın ı n çiy güneşine, sıcağına karş ı l ık loş dükkan seri ndi . Çelik masalardan birinde ablak yüzlü , gözlüklü birine amcasının kartını uzattı. Adam aldı, baktı, saygıyle kalktı masadan, gitti, dükkanın daha geri leri ndeki buzlu cam arkasında arkadaşıyle tavla oynamakta olan daha yaş l ı birine verdi kartı . Kartı Yedibela'dan alan i l k adam az sonra geri geldi: 252


- Siz nesi oluyorsunuz Harndi beyin ? Yed ibela a z kalsın « Damad ı · d iyecekt i : - Yeğeni -dedi. - Peki. Selam söyleyin. Yarın sabah gelip kend i lerine devlethanede göreceğiz .. Yedibela dükkandan ç ı ktı. u Hamdi bey, devlet­ hane, yarın sabah gelip kendi lerini devlethanede gö­ receğiz! • Mal, mülk sahibi olmak demek i nsanı « Bey• de­ ğ i l , a Beyefendi » bile yapıyordu? u Vay anasın ı ! " diye geçird i . " . . . . . . bizim mezarı bel i rsiz peder çulsuzun bi riydi de üç kaatçı amca neyd i ? Annem anlatır, üç kaatçı Harndi derlermiş de, Edirnekapı , Topkapı sur­ ları dışında, Bakı rköyünde falan üç kaatla enayi sö­ ğüşlerken, babam erkete beklermiş. Sonra esrar, eroin, afyon, daha sonroları mortın falan . . . yükünü tutmuş. Alaman harbi s ı rası nda ekmek karnesi, der­ ken faize para, tutmuş yükünü ! " Mezarı belirsiz babasını hatırlatır biçimde diş­ lerinin arasından yere fırt diye tükürdü. Yürürken zıt zıt zıt eden pabuçlarıyle lacivert kostümü, kolalı ya­ kası , kırmızısı bol lacivert kravatı filan silinmişti. Alacam ulan i nek amıca, alacam ulan tapon kızını ! Değil mezarı bel i rsiz babam, i stersen günde beş öğün anama avradıma söv, katarnı kır. Nası l olsa cartayı çekmen yakın. Ondan sonra biliri m ben yapa­ cağımı ! • - Yedibelaaa! ! ! Düşüncelerin i n şeridi şıp, koptu. Karşı kaldırı ma, sesi n geldiği yana baktı : M evlanakap ı l ı Hüsnü. As­ ker arkadaşı. Yumruğuna sıkı, içici, üfleyici , vur kırı­ cı ama erkek çocuk. - Vaaay Hüsnü .. ne haber yahu ? Karşıya geçmek için atladı, atladı ama zırı ltı bir kamyon, yıldırı m gibi geliyordu. Yedibela az kalsın nitında kal ıyordu kamyonun. Kı l payıyla kendini M ev1 /lııakap ı l ı Hüsnü 'nün yanına atmıştı . •-

253


- Yuuuuh, yarmaaaa ! ! ! -diye bağırdı kamyonun ardı ndan. Kamyon beş metre ötede kuwetl i bir frenle dur­ du. Arabanın şoför maha l l i nden iki metreye yakın bo­ Arabanının şoför mahall inden iki metreye yakın bo­ yuyl e yüz kiloluk biri h ı rsla indi, diki ldi karşısına: - Kime yuh ulan? Yarma kim? Mevlanakapı l ı araya girmek Isted i . Adam itti göğsünden. Yed ibela'ya az daha sokuldu: - Ha? Kime yuh? Yarma kim? - Az kaldı ezecektin yahu Yedibela'yı Iki yakası ndan desteled i : - Yuh kime? Yarma kim? - Ezecektin diyoruz yal - U lan kime yuh? Yarma Kim? - Ulan değ i l i m ben! - Nesin ya? - Neysem neyim ..

Movlllnııkopı l ı rıın yeniden araya girmesine vakit ka.lmod ı . I ri yarı adam Yed ibela'yı Iki yakasından çe­ kip bir kafa, b i r yumruk. Yedibela kaldırıma kanlar içinde yuvarland ı . Burnunda damar patiarnıştı her­ halde. B i r yandan toparlanmağa çal ışıyor, bir yandan da elbisesine kan bu laşacak, amcası · Gene kimbi­ l i r kimlerle dalaştı n, serseri diye kovacak, kızını vermekten vazgeçecek korkusuyla yerden kalktı. Çevrelerini hemen bir kalabalık almıştı : - Yuh be, amma da kafa attı herif! - Iyi ama ne hakkı var? - Arkadaş ka rakola başvur, şahit oluruz . . . - Yaraya tütün, tütün koyun tütün! - Yahu herif bindi kamyona kaçıyor, numarasını alın .. •

Mevlanakapı l ı donmuş kalmıştı. Kafayı , yumruğu 254


sineye çeken Yedibela mıydı bu? Şu hani askerdP. birl i kte kırmadı kları ceviz kalmayan, şer, bela, gö­ zünü budaktan sakınmayan Yedibela m ı ? - Yahu arkadaş karakola gidelim! Avucunu dolduran sıcak kanları kaldırım taşlarına atıyordu habire: - Boşver, -dedi . - N iye? - Sonra anlatırı m . Elbiseme kan bulaşmış mı? Mevlanakapı l ı baktı, iyice baktı : - Yok, -dedi. - Yoksa boşver karakola marakola, dal iandırmai - Peki ama . . . Sözünü kesti, gözleri dolu dol u : - Karı olduk H üsnü, -dedi-, karı ! Omuz omuza uzaklaştı lar.

255


SANTiMCi

Sabahı n henüz çok erken saati . Adi iye koridorlarında kimseler yok. Mahsustan erken geldim. Bir icra borcum var, çabucak yatırıp ta Levont'e atlayacağı m . Ama bu saatte de para al­ mazlor 1<1 lı ısandon. Ne yapsam? Yakın kahvelerden blrlno nldlp . . . dorktın, bir del ikan l ı düştü . Ben de­ yim on ııl t ı , siz deyin on yed i . On sekiz yok. Yüzü­ ne henüz ustura fa lan değmemiş, kız yüzlü b i r şey. Enseye yıkı l ı kasketinin altında biryantinden ı ş ı l ışıl saçlar fırlamış. Belki de mahsustan fı rlatmıştır saç­ ları n ı . Mahal lesinde deli aşık olduğu bir sevgilisi vardır da, «Ah canı ı ı m D demiştir, a bu hal inle o ka­ dar yakışıklı oluyorsun ki ! " ipince, kapkara, kaşları öfkeyl e çatık. Bacağı nda eski vardakosta işi, bol paçalı, da­ racık bir lacivert pantolon. Omuzunda da pantolo­ nun laciverdinden kısa bir ceket. Koridoru bir baştan bir başa, öfkeyl e adımia­ yıp gitti, geri döndü. Açık kapılardan içeri şöyle bir göz atıyordu o kadar. Herhalde b i risini arıyor olma­ l ıydı . Kimb i l i r belki de mahal l edeki sevgil isine hişt plşt etmiş biri vardı da, kulağına gitmiş, Adliyede oldu?Junu öğrenmişti . Onu arıyordu herhalde. Bu256


l unca dikilecek karşısına, h işt pişt'in hesabını so­ racaktı. Az sağı mda durdu. Yere hınçla bakı ş ı , kimbi l i r kime, ya d a kimlere karşı duyduğu hıncın öcünü al­ mak için plan tasarl ıyor gibiyd i . " U lan inekler, ala­ cağınız olsun ! Bunu size korsam bana da Ekrem de­ mesinler ! » Ad ı gerçekten d e Ekrem miyd i ? Akl ı ndan buıı­ lar mı geçiyordu? Bir ara daracık pantolonunun arka cebinden cı­ gara tabakas ı n ı çı kardı h ınçla, ağız kıyısına sı kıştır­ d ı . Tam yakacaktı , anlamıştım ki ki briti yok. Bozu­ l ur gibi oldu. Sonra bana baktı . Bakmadı da beni şöyle bir gözden geçird i . Sandım ki : · Öküz gibi ba­ kacağına yaksana cıgaramı hıyar! diyecek. Ama öyle olmad ı . Incecik ses iy l e : - Klbrltlniz v a r mı al.ı i ? - Var. Uzattım . Ald ı . Cıgarası n ı yaktıktan sonra geri verd i . Cıgara paketini bana da uzatacağını ummuş­ tum, etmedi . Etse, .. Mersi • diyecektim oysa. Sordum : - Muhakemeniz mi var? içini çekti önce , sonra : - Hayır -dedi-. Görülecek hesabım var! - Hesabı nıız? Hemen karş ı l ı k vermed i . Gözlerini ayak ucuna indird i , ölçtü biçti . Neden sonra: - Uzundur - ded i . - Yaa .. vah vah . . . Baş ı n ı b i rden şahlanmış bir öfkeyle kaldırdı - Bu Allah ı n abi , bazan çok yanl ı ş işl eri var O i neğin o zaman hesabını görmüştüm ama, ne fay­ •

da . . .

Gal i ba mesele, yukarda tahmin ettiğim gibiyd i . H l şt pişt meseles i . - Hangi i nek? - Cevdet diye bit i nek var, halis Kırı m . Anam 257


avradım olsun, falçatamı kalbi d iye sal lamıştını , sıyrı ldı. Maha l l eye rez i l olduktu o sıra . - Niçin rezil oldunuz? - Santirnci diyorlar insana be abi ! - Ne demek o? - Otuz beş günden çok ceza yemiyelim diye falçatayı azıcı k daldırmışık güya. . . Şerefsizi m, kal­ bldir d iye sal lamıştı m , olmad ı . Ama gel anlat ma­ ha,l leye. Allahın yanl ı ş lşl l Dişlerinin arasından fırt diye bir tükrük attı . - Neydi mesele? içini çekti gene: - Senin anl ıyacağı n , Cevdet en samimi arka­ daşımdı. Bir gün Ayten'in yüzünden girdik blrblri­ burda atmış tutmuş. Vuracam, kı ra­ mize. Şurda cam. . . Bizim semtte az buçuk sayarlar beni. Hasan :ı bl bil em lafını tartarak söyler. Neden? Çünkü . . . Hasan abi kim? - Bftrlyel l . Eski kırdı kaçtılardan .. bakmaa. Içeri girmiş ç ıkmış, tonnan vukuatı var. Ben kendim Mynr.ıyım. Çnlıı,m kazan ı r yerim. Feleğe minnetiın yok şükür. B i r gün saktum komşu kunduracı Abdo'­ nun falçatasını iç cebime, diki l iverdim karşısına Cevdet'in. Şaşı rdı . Dedim: « Kaçtan aşağı olmaz yan i efe ?D Sapsarı oldu, sonra kızardı. Tan ı r beni azbuçuk . Dedi: ·Yahu kardeşim Süreyya . . . • - Süreyya mı adınız? - Evet. Ne var? - Ben Ekrem sanmıştım da . . Bozuldu. Ince, kapkara kaşları sertçe çatı ldı : - Dalga mı geçiyorsun yani ? - Yok can ı ı m , tan ıdığım b i r Ekrem vardı d a . . . sonra? Iç geçird i : . .

·

- Sonra, yalvardı lnek g i b i . Dedim: · Peki ulan. Peki ama, bir daha işltmlyeyim arkadan atıp tuttu­ �unu l • 258


Cıgarasından yeni bir duman aldı, fiyakayla sa­ l ıverdi tavana doğru. - Gitti . Aradan üç gün geçti geçmedl , baktım havadisler gene bozuk çalmağa başladı. Güya çekin­ mişim ondan, yalvarmışım. Vay anasını, tepem bir attı . Kin gütme huyum yoktur ama, inekl iğe de fena bozul u rum. Huy. Daldım eski kulağı kesiklerden Hay­ dar babanın meyaneye, al ha, ver ha. Tam oldum. Ondan sonrası duman. Beklerim yolunu . Allahtan, şıp düştü. Sorgu sual yok, asıldım bizim emektar sustalıya bu sefer. Bir, bir daha! Lakin sarhoşuın. tutturamıyorum ki. Sıyrı l ı p kaçtı , hem de danalar gibi .. O kaçar ben kovalarım. Sarhoşluk bir yandan, üste l i k yüz metreci herif. Atlamış karakola. Pol isler geldi , gittik. Ifade mifade, mahkeme muhkeme .. otuz beş gün. G i rdik, Içerde adımız çıktı · Santi mci •ye Tah liyeden sonra kimi görsem sırıtıyor: • Vaaay san­ time! .. Geçmiş olsun yahu ! » Cıgarasından üst üste sinirl i dumanlar aldı : - Kaveci Hasan abi çekti kıyıya, ded i : · Bu böy­ le olmaz Süreyya. Sen benim en yakın arkadaşıının oğlusun . Rahmetli baban öyle bir bıçak atardı k i , iade l l taahhütlü.• Zaten içerde ölmüş . . Şöyle bir dü­ şündüm: ulan doğru söylüyor Hasan abi bel Peder sağlamcıymış, biz? Santirnci 1 Heritin mezarında ke· miklerini sıziatmaya ne hakkı m var? Içerde ölmüş, kabadayı , nam l ı adam mesela. Bir şey değ i l , mahal­ lenin karı kancıkları , en çok da at kuyruğu saçlı zil­ li leri .. u Vazı k Süreyya yazık. . erkek adam kaınasını konuşturur! • Sigarasından yeni bir duman. - S izin anl ıyacağınız, madara olduk. Babamızıı"l kemlğinl sıziattığımız da caba . . . Sordum: - Peki, burada ne bekl iyorsun? - Cevdet'i ! - Buraya mı gelecek? - Gelecek ama, benim burda olduğumu bildiği 259


yok. O biçim bir abiası var. Eniştesiyle mahkemeiil< o l muşlar. Ablasıyla gelecek .. - Peki ? - Pekisi sağ l i k. Bi razdan görürsünüz . . B e n deyim on altı , s i z deyin o n yed i . Kaabi l de­ ğ i l on sekiz yok. Kız kadar güzel . Ela gözleri kinle parl ıyor. Okusa herhalde li se sonda, belki de li seyi bu yıl bitirm iş olurdu. Daha sonra üniversite. Belki de bir doktor, ya da avukat kazanırdı meml eket! Gözlerim yumuşacık, kar gibi eline kayd ı . Cı ga­ rasının izmaritini zarif bir fiskeyle koridor betonuna tam f ı rlatm ı ştı ki , erkeği hatırlatan kal ı n bir kad ı n sesi parladı : - Al ulan o izmariti ordan! Az sonra adam öldürmeyi kuran bizim efeni n elinden belki de h i ç hesapta ol mayan b i r ci nayet çı kacak, Cevdet'i vurmak için ceketinin iç cebinde hazır du ra n susta l ı s ı n ı çekip ·Al u lan . . diyen ka­ dını haklıyncııktı. Yüre�lm a�zıma gelmi şti . · U ian • demişti kad ı n , no demekti bir efeye • U lan• demek? H i ç b i ri olmad ı . Kıpkırmızı kesildi i l kin, sonra gül rneğe, işi şakaya vurmaya çal ıştı : - Peki abla, kızına! Gitti , izmariti yerden ald ı , bir kıyıdaki izmari t kutusuna attı . Üzerimdeki bütün · Dayı • l ı ğını yiti rivermişti ki , kaş la göz arasında geniş omuzlu, bi leğine sıkı l ığı her halinden bel l i bir del ikanl ı yay gibi atı ldı ortaya. E l i nde pırı l pırıl bir sustal ı . Bizimkinin karşısına ko­ şarak geldi : - Çek bıçağı nı ulan, -dedi-. l nek! Bizimki sapsarı , arkama kaçtı : . •

- Cevdet, kendine gel kardeşim .. Cevdet'in din lediği yoktu: - Boş ver kardeşime. Çek bıçağını bakalım. Al lah ya sana verecek, ya bana ! 260


- iyi ama Cevdet . . . - Peki niye geldi n burya sabah sabah ? - Hi iç. işim vardı .. - Abiamı n mahkemesinde beni vuracağı n ı söylemişsin sağda solda. Sonra, sen beni ne zaman da­ nalar gibi kovaladın ulan kayarto? - Kim söyledi ? Şerefsizim ki yalan ! Eğer öyie bir laf kaçtıysa ağzımdan dünyanın en alçak i nsanıyıın be yahu! Bu kadar y ı l l ı k arkadaşız be Cevdet, içtiği­ miz yalnız ayrı g itmez miyd i ? Cevdet çevik bir davranışla bizimki n i n üstüne atı ldı, iç ccbindeki pasl ı sustalıyı aldı: - Bu ne? Ha? Ne bu? - H i iç, şey. . . Cevdet pas l ı sustalıyı kırıp betona tırlattı : - Bundan sonra ağanı tan ı . Haydi bas bakal ı m burdan, yal iah i - Peki abi, peki kardeşim . . . Çekti gitti.

261


ESKi TOPRAK

istasyon çok kalabal ı ktı. Kenarları geniş, kahverengi fötr şapkası altında yetmi şlik büyük baba hala iri, hala geniş omuzlu, h!IIA haşindl. Budakl ı , kal ı n bastonuna azametle da· yanmış. mıık yOzOyle çevresini gözden geçlriyor, hay­ kıran bir hamala, yemenl lerini arsız arsız sürükleye­ rek geçen serseriye, uygunsuz yerde durdurulduğu­ nu sandığı boş kara vagonlara, önünden çal ımla ge­ çen ufak tefek bir i stasyon memuruna tokat atacak kadar kızıyardu. Kirndi bunlar? Ne sanıyorlardı kendi lerin i ? Han­ gi yüksek görevlerde bulunmuşlardı da böylesine pervasız, böylesine çal ımlıydı lar? Yı l lar yılı memle­ ketin kaderinde rol oynamış bir insan vardı istas­ yonlarında. Bastonuna dayanmış dikil iyorsa neden görülmüyor, niçin ilgilenilmiyordu? Eskiden böyle miyd i ? Memh;ıketin en büyükleriyle gelip gittiği bu istasyon, bu garlarda şu ufak tefek memurlar nasıl yerlere kadar eği lir, hatırını nasıl di rhem dirhem sayariardı da, şimdi Bağulacak kadar h ı rslandı . - Boklar! -diye mırı ldandı . •••

262


Yanıbaşında karısı, ancak omuzuna gelebilen. ufak tefek b i r kadın, saygıyle sordu: - Bir şey ml söylediniz beyefend i ? Taştı : şey var - B i r şey değ i l , söylenecek çok amma . . . Arnması vardı işin. O yıl lar çoook gerilerde ka l· mıştı artı k. Hiç unutmaz, eski M eclis günlerinden bir gün, bilmem ne kanununun müzakeresi sı rasında öf· kelenmiş, kürsüye fırlamış, muhaliflerine şimşekler. yıldırımlar saçarak konuşmuştu da, büyük Ata kori· dorda koluna girmiş: « Çok sinirl i ve çok heyecan lı· sınız, demişti . « S inir ve heyecanlarınıza hakim olun birazcık canım! Sonra birl ikte gitmiş kahve lçmişlerd i . Bunu hatı riamanın gururuyle : - Ç o k şey var amma, -diye devam etti-. Dev i i­ değişti . Her şey, değişen devlrle gerllerde kaldı. Bu­ gün artık sen sensin, ben ben. Biz bu memleketi saygısızlığı halka yaymak için kurtarmam ıştı k. Şuna bak. Ufak tefek bir memur. Önümden çal ı m la geçi­ yor. Ulan sen değ i l , senin umum müdürlerinin kaderi iki dudağımın arasındayd ı ! Başındaki siyah örtüsünü çenesinin altında bağ· lamış yaşlı kadın, karısı, kocasının birden taşı p or­ talığı al lak bul lak edivermesinden korkuyordu: - Farkınıza varmamış olacaklar beyefendici· ğim . . . Buna d a parladı : - Ne demek o ? Ben farkına ver ı lmayacak adam mıyı m ? Ve kad ı ncağızın korktuğu başına geldi. Adam , kıyı larını döğe döğe, köpüre taşa akan bir bahar seli gibi şişti de ş iştl. Iri Iri : - Bunlar, buradakiler, bunların topu M ustafa Kemal paşa'yı tarihlerden, fotoğrafiarından tanırlar. Ben? Ben onunla omuz omuza döğüşmüş, birlikte yemek yemiş, kahve içmiş, yarenliklar etmiş insa•

263


nım. Nas ı l farkıma varılmaz? Bu alçaklıktır, kepa­ zel i ktir! Gelip geçenler bu iri sözlerle ilgilenerek ikişer üçer kişi l i k gruplar halinde çevresini almış, yaş l ı l ar­ dan, bu adamı n kimliğini öğrenmeğe çal ı şıyorlard ı . Yıl lar y ı l ı Ankara, istanbul'da oturduğu, pol itikadan da çoktaaan vazgeçtiği için, bu küçük kasaba istas­ yonunda tanınmıyordu. Fakat gene de dağ gibi adam­ dı. Biri : - · Ben Mustafa Kemal paşayla yemek yed i m rakı içtim ded i • , diye söylend i . Bir başkası : - Desene ki esas l ı kodamanıardan biri? - Kalıp, kıyafet tam ! - Yanındaki avradı , ard ındaki ler de kızları m ı ? - Herhalde . . - Fakat esasl ı adam arkadaş. Bastona dayı nışı, bakışı, şapkasını başına geçirişi bile! . . . . . . . . .......? O, yıınl oskl büyük adam neden sonra karısıncı usullacık: - Içimde müth iş bir sıkıntı var, -dedi-. Boğulu­ yoru m ! Kadı n o s ıra, arkalarında kıkırtıyle gülerek, çev­ redeki yakışıklı gençler üzerine kısık kısık bir şeyler konuşan kıziarına anlamlı bakışlar fırlatmakla meş­ guldü. Duymadı . Duysa, kırk yıldır bütün hayatı ko­ casına kavuk sallamakla geçmiş bu kadıncağız bel k i d e · Yaa, vah vah .. Ne yapsak acaba ? » der, adam ı n öfkesi n i geçişti rmenin yolunu bulurdu ama, duymadı . Adam buna d a kızd ı : - Içimde müthiş b i r sı kıntı var d iyorum eşşek, eşşoğ lu eşşek duymuyor musun? Kadıncağız sindl. O, birden arkası nda konuşu­ lanlara kulak kabartmıştı. Ü ç kızı, şimdi de az önce önlerinden geçen bir kadının elbisesi üzerine çekiş264


m eye başlamışlard ı : - Maşal lah zevkine. Döpiyese gider mi o ? - Neden gitmesin şekerim? Pekiila d a gitmiş ! - Tayyör olsa hadi neyse - Ası l tayyöre gitmez! .•

O'nun içi sıkılıyordu, patlayacaktı nerdeyse de, kızları , katır kadar kızları , katır kadar oldukları halde hala babalarının evi nde, ç ı kan kısmetleri burunla­ maktan öte gidememiş kızları tayyörden, bil mem döpiyesten bahsediyorlardı ha? Öfkeyle döndü: - Şimdi, -dedi-, şimdi ettirirsiniz içine tayyörü­ nüzün ha! Kızlar sözlerini yutmuşlar, anneyse gene yerlere geçmişti. Yalnız en küçük, babasının hemen arkasın­ dan d i l i n i çıkarmıştı . Abiaları dürttüler. Küçük ina­ dına, d i l i n i bir daha çı kardı babasına. Bereket tren görünmüştü. B i r memu r: - Tren gel iyor, geriye çeki lel i i i m ! -diye bağırın­ ca, O, buna da içerl iyerek: - Malum, -dedi-. i kazına i htiyacım yok! Küçük memur sertçe döndü, sonra adamın heJ­ beti nden ürkerek tek laf etmedi . Çekti gitti.

265


VUR ABALIVA

Bize her şi rket, daha doğrusu her kalabal ı k iş yerinde rastlanır. Sağa koşturur, sola koştururlar, dişlilerden zılgıtı yeyip ağız açamadı lar mı, öfkele­ rini bizden al ı rlar. B izler eski devrin .. şamar oğlan ı » glblylzdlr. Va da • Vur abal ıya • s ı ! Anın blzlordon d e akıl l ılar çıkmaz değ i l . B i r vu· rup bin kıızmuın , rıatı rdıcı, plreyl deve, habbeyi kub­ be yapan lar. Bunlar sözümüzden dışarı . Bizler, yani maaşlar veri l i rken en son akla gelenleri Acizleri, b i r film ş irketinde ayl ıklıyım. Haliç'te. Nuh peygamber zamanından kal ma, yıkıldım yıkı la­ cak, l endOha bir konağı n en alt katındaki rutubetli tek odada karı m ve üç çocuğumla birlikte, ayl ığı yüz e l l i l iraya otururum. Otururum deyişim söz gelişi.. Aslı nda oturmam. Geceleri yorgun bedenimi a yatak" adı veri len birtakım paçavralarla mitil iere emanet edip sızarım. Sabahları güneşin üstüme doğduğunu bilmem. Kurulu çalar saat gibi, ortalık henüz ağar­ madan uyanır, çoluk çocuğu uyandırmamak için de evden h ı rsız gibi çı karım. Unkapanı, Ş işhane, Tepe­ başı yoluyle ver e l i ni Yeşilçam. Yaş e l i iye yakın ama, top ardında sabahlardan akşamiara kadar koş­ muş, sayısız maçlar çıkarmış, tekme yeyip tekme 266


atmış hacaklarım henüz isyan bayrağını çekmedi kle­ rinden, dolmuşlar, otobüslerle ilgim, dolayısiyle şo­ förlerle de hır gürüm yoktur. Dolmuşlara zam olmuş. otobüsler tıklım tıkl ımmış, beni ilgi lendirmez. Çalıştığı m ş irkette bana kısaca • Telaşe M üdü­ rü • derler, önemsemezler ama, asl ı nda ben, daha doğrusu benim gibi ler, çok önem liyizdir. Ş i rketler bizsiz, biz ş i rketlersiz olamayız. Bize " Mesai saati diye bir şey yoktur. M esaimiz gün doğmadan başlar, akşamları patronumuzun « Sen git artık ! • dediği sa­ atte biter. Başlangıç ve bitişler arasında koş Allah koş ! Şu son yıl lara, i l l e de son yılın son ayiarına ge­ l i nceye kadar durmamacasına koşmarnın karşı lığını patronumdan almad ı m dersem nankörlük olur. Ara­ da bahşişler filan çıktıkça bizim bltlrlmlerle sem tin bozuk plkaplı meyhaneslnde demlenmeğe, futbolcu­ luk günlerlmlzden, manav A l l 'nin sergisinden arakla­ yıp, Fener parkındaki tahta sıraların üzerinde denizi seyrederek yed iğimiz hı rsızlık kavunlardan, Tatar Melahat'ı iyedip, arahacı Haydar'ın ahrı nda nasıl ağiattığımızdan fi lan söz açıp kası klarımızı tuta tuta güldüğümüz, ya da sayısı kırk paradan bülüm oyna­ dığı mız günler olmaz deği ldi ama, bu y ı l ı n ender gün, ya da gecelerine rastl ıyordu. Şirketin film çevirdiği günler bir felakettir! Top ardında koşmaktan yorulmamış bacaklarını . artist, figür�n ardında koşmaktan yorulur. Gerçi bun­ larla doğrudan doğruya ilgilenen u ajan»lar varsa da, ne h i kmetse, beni m de koşmam şarttır! Sağa koş, sola koş .. Artist gelmemiş, koş çağır. Kameramanı çağı r, asistanı çağır, rejisörü, tavla oy­ namakta olduğu yerden al gel , şu unutulmuş koş, bu unutulmuş, gazla . . . Bütün bunlara d a eyval lah diyordum doğrucası . Şi rketten aldığım maaş ondurmasa. öldürmüyordu da. M eyveyl manavda, eti kasap çengelinde, giyim kuşam eşyası n ı vitrinierde görüp f)eçiyor, ama H

267


yaşıyorduk. Gel gelel i m son günlerde bankalar kre­ diyi kesiverince, bizim şi rket şapa oturmadıysa da iyice bocalamağa baş lad ı . Onun bocalaması umu­ rumda değ i l , bizim maaş içerde kald ı ! Patronun esasta gözü gönlü tok hakçası . Gözü gönlü tok ama, bizim maaş... ah banka, vah banka.. ne diye krediyi kesers i n ! Sizin an layacağ ınız, şi rkette işler yattı l i k i film birden çekll iyordu oysa. Asl ı nda baş artistlerle ta­ lan bir tek film Için anlaşma yapılmıştı ya, şirketin sahibi aynı zamanda tilmin rejisörü de olduğundan, aynı kostümler, aynı mekanda iki ayrı fi l m idare ediyordu baş artlst, hatta reji asistanından habers iz. ik. Bankalar krediyi kesince patranda surat karış. Vara bağırıyor, yoğa bağı rıyor. En çok da b-l­ kışları bana rastladı kça, kendi m i şirketin en I ii� zumsuz kişisi sanıyorum. Yüzüme bakmadan : « G it çay söyle! n , ya da « Koş bankaya, havale gelmiş mi baki • doylşl öyle korkutuyar ki beni. Çünkü çaycı­ nın köt(l c,:ııyındnn sorumlu ben olduğum gibi, ban­ kaya ool ıncyon hcıvalenln sorum lusu da ben imd i r ! Ö t e yandan karı, çoluk çocuğun dırdırı da caba. Her akşam yolumu aç kurtlar gibi beklerler. Maaşı bugün de alamadım m ı ? Hepsinin suratı bir anda mahkeme duvarına dönüverir. Karı: • Pısırık! • der. San ı r ki, patrandan maaşımı istemesini bilmiyorum. Geçende beni m ortanca oğlan: • Sabuş'un ba­ bası gibi baba yok ! · ded i . «Adam maaşını patro­ nundan çatı r çatır al ıyor be! Yer misin sabaha m ı saklarsın? u Oğlum Sabuş'un patronu, Sabuş'un annesiyle o biçim de onun için! • desen, o biçim•in an.lamın ı soracak. Nasıl anlatırsın? Anlatsan bir dert, anlat­ masan başka dert. Vel has ı l , Baş artist, i kinci, üçün­ cü, dördüncü s ı radaki artistler paralarını alamaz­ kan, sen nasıl kalkar da Oç otuz para l ı k maaşçağı­ zı ndan söz açablllrsin? Yoksa bilmiyor muyum bak•

..

268


kala borcun üç yüzü geçtiğini, iki aydır ev ki rası­ nın ödenmarnesi yüzünden ev sahibinin homurdan­ dığını, çocukların giyilemez hale gelen pabuçları nın rezaleti n i ? Ası l önem l isi, bilemedin bi rkaç ay son­ ra olanca haşmetiyle teşrif edecek kış hazretleri ! Derken şirketi sevinçli bir haber dolaştı : Pat­ ron, bankalara boş verip, bankalara borç verecek kadar zengin ama alabildiğine de cimri b i r milyo­ nerden borç alacakmış! Şi rkette yalnız ben, yalnız rejisör, yal nız sena­ rist, yardımcı artistler falan değil, masalar, iskem­ leler, duvardaki fi l m afişleri , takvim bile sevinç ka­ s ı rgasına tutuldu adeta. Patronunsa yüzü gülüyordu. Çağ ı rdı beni ne­ şeyle: - Haydi telaşe müdürü, atla muhasebeciyle birlikte, paraları alın gel i n i Durulur mu? Cimri zenginin Beyoğlundaki ycı­ ;ı:ı hanesi ver e l i n i ! Soluk soluğa gidiyoruz: Yok! Nerde? Gel med i henüz! Ne zaman gelecek? Belli ol maz. Baki iye l i m m i ? Bekleyi n. Bekl iyoruz t a öğleye kadar. Peki ama niçin gelmedi ? Gülüyorlar. iyi ama gülmekle ol­ maz ki . Ne tavsiye edersi niz? Ne yapal ı m ? - Şehzadebaşı 'ndaki kahvede , eski bir tavla arkadaşıyla tavla oynar çokluk. Ona takı ldı da oyun kızıştıysa akşama kadar gelmez, gelemez ! Bizim muhasebecinin yüzünden düşen bin parça ! - Ben şi rkete dönüyorum. Sen git bak.. -diyor. Ver elini Şahzadebaşı kahvesi l Unkapanı, Zeyrek, Bozdoğan kemeri , Saraçha­ ne 'den Şehzadebaşı 'na, yayan! Kan ter içinde bakıyorum, adam orda. Gerçek­ ten çok hararetli b i r tavl a maçına tutuşmuş bi ri­ slyle. Elimde patronun kartı, dikiliyorum. Diki l Al­ l ııh diki l . . Adam üst üste yen i l i p ateş püskürür. a l ı 269


al, moru mor, zarl.a ra basarken gamatoyu, bizim patronun kartı uzatı l ı r m ı ? · Sırası mı ulan?• d iye fırlatıverir kartı ve bir çuval incir berbat olurl Bir çuval i ncir berbat olmasın diye bir saat, derken iki saat geçti . Korka korka iskemielerden birine şöylecene i l işiyorum ama, gözüm de garson­ da. Gelip, ne içeceğimi sorab i l i r. Cepte mangır na­ nay, içemem . Içmeden, yani bedavadan oturmak zo­ rundayı m ! Neyse, tavla bitti. Adam son partiyi aldı da yüzü güldü. Hemen yanaştını : -Beyefendi -ded im-, gayet güzel oynuyorsunuz ama zar gelm iyor! Isabet etmişim. Adam beni sağa sola tan ı k di­ ye gösterrneğe başladı : - Nası l ? Zar gel iyor mu gelmiyor m u ? N a , sor buna! Öye değil m i ? Zar geliyor muydu zar? Bu arada patronun kartını uzatıyorum. Alıyor, gel gelelim aksilik, adam mi lyoner ama okuma yaz­ ma bi lmiyor. Di lden anlattım. Haa -dedi-, Evet. Al ŞU kartı , {) l t fllaıı film şlrketlne. Bana ödenecek borçları vortl ı . Sonu şu kadar ödesinleri Ü zorl nl bı:ına doldurttuğu kartını kaptım ver e l i · n i yeniden Beyoğ l u ! Cepte mang ı rı n nanay olduğunu yukarda beli rt­ miştim. Pek i , nasıl giderim Beyoğlu'na? Tabii emek­ tar bacaklarımlal B i r maratoncu sabrıyle Saraçhane, Zeyrek, Unkapanı , Şişhane, Tünel i n böğründen ş i r­ ket. Ş i rketin kal ı n siyah çerçeve gözlüklü muhasebe­ cisi. Kartı heyecanla uzatıyorum. Yorgunluktan ayak­ ta duracak hal im yok. Yok ama, az sonra paraları cebe, küüüt, akşam cebi mde iki aylı k maaşım, ma­ hal leye, daha çok da eve, çocuklarımın yanına kah­ raman gibi g ideceğimi düşünmeni n gururu ! Kal ı n siyah çerçevel l muhasebeci : - Para bekl iyoruz kardaşim -diyor-. Falan, fi­ lan ve fişmekan sinemalarında fil i mlerimiz oynu­ yor. Az önce telefon ettim, tamam ded i ler. Biraz bekleyin Isterseniz .. 270


Oracı ktaki bir iskemieye b ı rakıyorum yorgun bedenimi. Bekle ha bekle l B i r saat m l , iki saat m i ? Paranın ne geldiği var, ne d e geleceği ! - Çok geeikti ler değil m i ? Kal ı n siyah çarçevel i muhasebeci : - Yaa . . çok. - Ben gidip takip etsem ? - Valla daha iyi olur sanırım . . . Önündeki kocaman defterR eğl llyor, beni unu­ tuyor. i lkin filan sineması na koşuyorum : Muhasebeci bilmem ne bankasına gitmiş. Bugün son günnıüş. Mutlaka ödenmesi gereken bir bono varmış, o n u ödeyecekmiŞ. Ya gelir, ·ya gelmezmlş! Sonra koşuyorum falan s l nemasına: Az önce buradaymış. Evden haber salmış karısı, en küçük çocuğu ağaçtan düşmüş, bacağı kırılmış! Daha sonra ver elini tl şmakan sineması : Si ne­ ma müdürü zamparanın biriymlş. Belli olmazm ı ş ki şu an nerede olduğu? Kimbi lir hangi zilliyle artı:< Yıldız parkında m ı , Beyoğlu sinemalarından birinin locasında mı, yoksa arkadaş ları ndan falanın ger­ sonyerinde m i ? Ü m itlerim kırı l ı r gibi oluyorsa d a , hayır. Toz pembe hayallerime toz kondurur muyum? Filan. falan, fişmekan sinemaları nın müdür, ya da muha­ sebecileri herhalde şimdiye kal ı n s iyah çerçeve l i gözlüğüyle insana bomboş bakan muhasebeciye uğ­ ramış, borçları n ı ödemişlerdl r. Kalkar gideri m . Ya beni kapıdan karşılar: · Buyrun. Ben de sizi bekl i­ yordum! der paraları toka eder, ya da • Sizin şi rka­ te yolladı k! diye kibarca bi ldiri r ve özür di ler. Her ikisi de işime gelir. Koşarım bizim şirkete. Patron nrkadaşlarıyla çay içmektedl r. Nerdeyse kalkıp, pa­ sajda kafaları çekrneğe gldeceklerdir. Ben daha ağ7 ı m ı açmadan: Muhasebeclye uğradın m ı ? · diye sorar. Hayır efendim . derim. »

•-

·-

.•

271


.. - Git, maaşını a l . Sonra da çek git evine! Yüzde yüz böyle olmasını isteyen yanımla ko­ şuyorum bizim şi rkete. Patran odasında, masasının başı nda kara kara. Beni görünce yüzündeki karalar dalga dalga kal kıp, pembeleşiyor. Gözl eri nin içl umutla gülerek, soruyor: - Getirdin m i ? Kulakları mda vınlamalar, gözlerimda karaltı, b i r şeyler an iatmağa çabalarken, patl ıyor: - Kes kes , beceriksiz! Sen bu şi rketin başı na koskocaman bir be i adan başka b i r şey değilsin! Katamı n içi çıfıt çarşısı. H uzurdan tekme yemişçesine ayrı lıyorum. •

272


BAB i L K U LESi



BABiL KULESI

Küçücük şaraphane bir an, gecenin dokuz bu­ çuk sarhoşluğundan ayı l ı p , içeri girene baktı : Kurşuni rölöve şapkas ı , siyah çizg i l i açık kur· şuni kostümü, kol alı yaka i rice beğ l ı siyahı çok açık kurşuni kı ravatı, gömlekle bile ı l ı k ı l ı k terlenen s ıcak ağustos gecesinde caketi, hatta yeleğ i . . . Bu küçücük, bu hayli pis şaraphanede kirndi bu · Kalantor • ? Haki m, umum müdür, yahut herhangi bir taŞra valisi m i ? .. Yoksa halkın nabzını yoklamıya çıkmış bir mebus ;... yahut yıl lar yı l ı taşrada sürterken nasıl­ sa düşürdüğü fı rsattan faydalanarak izinli geldiği istanbul 'da, taa bilmem kaç tarih i nde, Mektebi Mülkiyyei Şahane .. de • Tahsili UIOm• eylerken nkşamları sık s ı k uğrad ığı bu semt meyhanelerin­ den biri nde eski Istanbul geceleri, dolayısiyle genç­ liğin! Tahattur• eylemek için felekten bir gece çal­ mak isteyen herhangi bir memur mu? Bir kenarda boş bir yer bulup geçti . Daha doğ­ r usu, gelenin herhangi bir · Kodaman n olması ihti­ ınallne karşı şaraphane halkı sıkışıp yer açmıştı . Selamsız, sabahsız, iri burnu, aşık yüzüyle şa­ r ııpçıya işaret etti . Alesta garson şarap ve meze•

275


lerle koştu. O hep o asık yüzüyle, rölöve şapkasını çırakıp yanıbaşı ndaki çiviye astı . Ortası basık, çifte kafa l ı baş ı n ı n tepe saçları dökülmüştü. Elektriğin altında cilalanmış gibi parl ıyordu. K ı l l ı kocaman eli bardağa uzand ı . Yakaladı . Ağır &ğır ağzına götürdü. Tadına baktı. Beğenmemiş g i bi yüzünü büsbütün buruşturup, bir şey söyliye­ cek, bağırıp çağıracakmış gibi şarapçıya baktıktan sonra, bardağı bir nefeste dipled i , boş bardağı ye­ rine koydu. Sağlam yapı lıyd ı . Çifte kafa l ı , iri başını omuz­ ları arası nda dimdik tutan kal ın boynu kısa, ensesi kat kattı . Peki ama, kimd i ? Vali mi? Ağır Ceza Reisi m i ? Fabrikatör m ü ? Umum müdür m ü ? Mebus mu? Hatta, vekil mi? Yoksa, hal kın nabzını yoklamıya çıkmış biri m l ? Şaraphanade kurt dal mış sürü ürkekliği vard ı . Sarhot;ı gözler o n a çevri lmişti . Bakı lıyor, sadeca bakıl ıyor, tek kol lma söylenmlyordu. Oysıı , linOne konulan Ikinci bardak şarabını da yuvarlamış, kuvvetl i dişleri aras ındaki mezel eri ağır ağır çiğn iyor, bu haliyle ıhmış yorgun bi r de­ veyi hatırlatıyordu. Ü çüncü bardaktan sonra kı ravatını gevşetti . Dördüncü bardakta kolalı yakasının düğmesini çöz­ dü, caketin i , sonra yeleği n i çı karıp çiviye astı. Be­ ş i nci bardağ ıysa, içmeden evvel havaya kaldırd ı : - Merhaba! Marş marş işareti verilmiş gibi bardaklar sağdan soldan kalktı : - Merhaba! - M erhaba, merhaba, merhaba! ! ! Yanımdaki orta yaş l ı balı kçı : - Esaslı bir kodarnana benziyor, -ded i . - Belki d e mebus. - Yahut vekl l.. - Yahut ta . . . 276


- Her neyse ağzımızı sıkı tutalımı Uzun uzun susu luyor, sadece içi lip meze alı nı­ yordu. Bir de bakılıyordu : Ona bakı lıyordu . . . Bir ara nasıl oldu bi lmem, ortaya bir şeker, arkasından kah­ ve meselesi atıldı. Konuşma peşin tereddütlü , sonra da umumi b i r hal al ıverd i : - Doğrusu şekerden yana h i ç · sıkıntı çekmedik! - Kahve? Kahve ya ? - Kahve de öyle. - Allah hükumetimizden razı olsun .. - Neydi o şekeri beş yüz k ı rk beşe yediğimiz yıl lar? - Ya Sümerbank'ın çürük basmaları ? - Bu günümüze çok şükür. Gün günden ıyı gel iyor. Yollar açı ldı , köprüler kuru ldu, çeşmeler­ den gürül gürül sular akıyor . . . - Şeker fabri kaları ? Yeni şeker fabrikaları ya? ..................! ..................? O, bütün bunları duymuyor, yahut duyuyor da mahsustan öyle görünüyor gi biydi . Adamakıllı i ri­ leşip morarmış burnu bardağına eği l mişti, sarkıyor­ du. Bu haliyle, halkın nabzından memnun bir parti Ueri gelenini hatı rlatıyordu. Çabucak sarhoş oldu, hesabı gördü, caketi, yekı ravatiyle f i l a n şaraphaneden leği, kolalı yakas ı , çıktı. Az sonra - yani adam ı n savuşup gittiğine tam kanaat hasıl olduktan sonra - kahkahalar patladı . - Enayi, -dedi biri. - Bunları kafeslemiyecek ne var? - Çabucak sarhoş oldu . . . - Tabi. Onlar viskiye, şampanyaya alışkın oğlum . . . . . . . . .? 277


Az sonra ben de merakla çıktım. Gerçekten de, kirndi acaba? Arada taksilerin kurşun h ızıyla geçtiğ i cadde bomboştu. O, kaldırımdan hep o tehl ikeli yalpasiyle yürüyor, arada sendeliyordu. Birden durdu. Yanın­ daki elektrik direğine tutunmıya çalıştı. H izasına gelmişti m, sordu: - Kibrit, kibrltlniz var m ı ? Yanan c lgaramı uzattı m. Yaktı. Yanyana yuru­ meğe başladık. Hayli gittik. Bir ara durdu. Yüzüme uzun uzun baktıktan sonra : - M erhaba! -dedi . - Merhaba, -dedim. - M emur musunuz? - Eh işte .. Siz? Gü ldü : - Şaraphanade anayiler beni kalantor sand ıl a r değil m i ? - Değil misiniz? - Yok canım .. - Yu ?

geldim de . . . değilsiniz öyleyse? - Yok canı m .. istanbula yakı n i lçelerden b i rinin ismini söy­ led i . Sonra bir türkü mırı ldanarak, bastı gittL - H i ç . Knçaıı karımı aramıya - Bura l ı

278


DAYAK

Islak burnunu güneşin g ıcıkladığı , anırmıya ha­ z ı r bir eşeği hatırlatan kantar memuru kudretten sürmeli gözleriyle meiOI meiOI baktığı zaman çok hazi ndi . Kış, yaz, sabahları altıdan önce kalkıp ateş yak­ tığı, akşamdan kalma bulaşıkları yıkadığı, i kindi paydoslarında eve koşar ad ı m gel ip yama yamadığı , sökük diktiği halde hanımının gözüne girmek şöyle dursun , sık s ı k maşa, yahut terl ik akşamalarından kurtulamıyan tal i hsizlerdendi. Oysa ki, barerne tabi, sici l l i bir memurdu; M e ­ murlar istihlak Kooperatifinde de hissedar. B i r ta­ raftan kooperatifi n y ı l l ı k (Genel Kurul Toplantıları) için sayın bayla başlıyan davetiyeler alır, teşrifi üstün saygı larla rica olunur, öbür taraftan, mesela ambarda hamaJbaşıdan en dümen hamala kadar ( Kantarcı be! n , ec U lan kantarcı ! • , uÖyle mi kantarc ı , gene çarşafa mı dolaştırd ı n ? • l ardan kurtulamaz­ dı.

* O gün kol alı yakası , kı ravatı, terlikleri, ipek pi­ jamasiyle çömelip akşamdan kalma bulaşı kları yı279


kadı ktan sonra tam yüz nurnaraya girmişti ki , çöp­ çünün kal ı n ses i ! Kabi l olsa, yüz numaradaki b u e n hayati işini geri bırakıp çöp tanekesini koştururdu ama, kabil değ i l d i . Hiç olmazsa hemen kabi l değildi. Aksi çöp­ çü de, sanki inadınaymış gibi, sıtma görmemi ş se­ s iyle bas bas bağırıyordu. Bir şey değ i l , karısı uya­ nır da çöp tenekasinin veri lip veri lmediğini sormak için seslenlrse . . . Tam bu sı rada karısı nın aksi sesi çınladı : - Hamdil i l ! l " Efend im hanımcığım, buradayım! d iyemezd i . Aldığı terbiye, yüz numaradan cevaplaması na mü­ sait değ i ld i . I ş i n i yarı buçuk bırakıp, telaşla çıktığı zaman, karısını elinde terl ik, öfke içinde buldu. Kadı n açtı ağzını yumdu gözünü. Ne aldığı terbiyeyi bıraktı sö­ ğülmedik, ne de terl ikle vuru rmadık yerin i . Zavallı adam, merdivenlerden yuvarlanırcası na koşturup boşalttı�ı pasl ı çöp tenekeslyle döndüğü zaman, ka­ rısını hAlil söylenir buldu . Aldırmad ı . Aldırsa ne olacaktı ? Bütün belaların l ns<ına di lden geldiğine inanmış, i man geti rmişler­ dend i . Onun için, cevap vermedi . Kaynayan çaydan­ l ığa çay attı, masaya bardakları d izdi , ekmeği di­ limledi. Kadı n hala söyleniyordu. Derken, rujunu aldı, geçti ayna karşısına. istiyordu ki, kocası bir şey söylesi n . Mesela : a Hanımcığım, çay soğuyacak! filan gibi bir şey! Söylemed i . Söylese: · Kör müsün? i şimiz var. Meymenetsiz herif! cevabını alacağını biliyordu adam . Kadı nsa, yürek soğutmak ihtiyacında idi. tlu i htiyaç içine yumruk gibi oturmuştu. Adamın sa­ bırla bekleyişine de içerliyerek, Işi uzattıkça uzattı . N e kadar uzatırsa uzatsı n tek kel i me çıkmıyacağını anlayınca, aynay ı , ruju filan birer kenara fırlatarai< •

h

280


sofraya dehşetle geldi. Sağa baktı , sola baktı . Bağırıp çağı rmaya yarıyacak bir ves i le arandı . Bula· madı peşin. Sonra b i rden gözü çay bardağ ı na ilişti · Çatlak bardak önüne konmuştu gene! Kırk sefer söylediği halde gene de inadını yürütmekle ne de­ mek i stiyordu yan i ? Ne demek istiyecek, gayet ba­ sit: Kızdı rmak, sinirlerini bozmak. . . Belki de, evet belki de, mi krop alıp ölmesini istiyordu ! Açtı ağzın ı yumdu gözünü. Söyledi söyledi söy­ led i . H ı rsını alamayınca, bardağı kaptı, ku lağ ı n ı n di­ binden kurşun gibi geçip, arkasındaki duvarda tuz­ la buz olmuştu. Kadı n hala söyleniyordu. Aldırmad ı . Daha bü­ yük belalara çarpı lmamak için dil ine sah ip olarak kalktı, bardak parçalarını tevekkülle toplamaya baş­ ladı . Günler günlerden beter gel iyor, kadının dırdırı eksi leceğine, artıyordu . Ambardaki masasında başı­ nı avuçları içine almış kara kara düşünürken, yanına kısa boylu, kıvırcık si msiyah saç l ı , kendi g i bi orta yaşlı bir adam geldi. Elindeki evrakları masaya bı­ rakarak, ambara yardımcı katip tayin edildiğini ne­ zaketle bildird i . .A,dam h a l i m s e l i m , bil hassa fevka lade kib.:ır görünüyordu ama, esasta hinoğlu hindi, anas ının ip­ liğini pazarda satmışın biriyd i . Geldiğinin haftas ın­ da kantaremın macerasını hamallarda öğren ip, şefi­ nin sakalı altına giriverm işti . Bekar olduğu halde, karısı ndan yediği dayaklara dair öyle şeyler anlat­ mıştı ki, kantarcı bile acımıştı : - Seninki benimkinden de i nsafsızmı ş! - Sizinki de mi insafsız? - i nsafsız ama, sen benden çok daha tal i hsizsin . . . - N için? - Benimki terl ik, pek pek maşa ile . . . Seninki ? - Benim ki odunla kardeşim . . . 281


* O gün akşam paydosunda yarım saat erken ç ı kıp evlerinin yolunu tuttular. Yolda ev hal i nden ko­ nuşurlarken, kantarcı , hanımı büsbütün kızd ı rıp da­ yağı katmerlendi rmemenin usul lerinden söz açtı . Hin­ oğlu hin dikkatle dinliyordu. Bir ara : - Demek, -dedi-, siz bu sayede odundan kurtuluyorsunuz? Berikl kıs kıs güldü : - Ne sand ı n ya l - Öyleyse ben de bundan sonra sızın gibi h areket etmel iyim. Bakın, güzel bir şaraphane var şu­ rada . Şarabı fevkalade. Ben arasıra demlenmeden edemem. Malum ya , def'i gam için . . . Kantaremın aıı ı rmıya hazır eşek yüzünü müth i ş bir korku kaplad ı : - Ne söylüyorsun b i rader? - ikişer kadeh atalım diyorum! - Hanımlar? Hanımları ne yapa l ı m ? - Hllç . . . - Seninki ı:ı?izını koklamaz m ı sen i n ? - - Koklar. - Kızmaz m ı ? - Kızmak değ i l , öldürür! - Peki ? Göz kı rptı : - Gayet basit . . . Fevkalade bir sensen var ben­ de. Her zaman böyle, içtikten sonra ağzıma iki tane attım m ı , tamam. Ne koku kalı r, ne de sarhoşluk! Kantarcı düşündü, uzun uzun düşündü. Karşısın­ daki de kendi gibi barerne tabi, sic i l l i bir memurdu. Yalan söylemeye tenezzül edecek değildi ya. Hem ya­ lan söylemekle e l ine ne geçecekti ? Şaraphaneden içeri g i rdi ler. G irdiler ama gene de korkudan titriyordu. Başkasına tesir eden sensen ona tesir atmiyebi l i r miydi acaba? i l k, ikinci, üçüncü bardaklar, kökleri derinlerde­ ki korkuyu s i l i p süpürdü, bulaş ı k yıkayan, sokak d i282


ken, çöp tanekesini çöpçüye koşturan biri olmaktan ç ı kmıştı . Vurucu kırıcı dedesinin, yıl lar yı lı arka plana itilmiş karakteri ön plana geçmişti . Artık dedesiyd i . Gayet i y i ata binen, ustaca ci rit oynıyan, sıcak ye­ meği sahaniyle karısının kafasına fırlatan dedesi : Altıncı bardakta şarapçıya posta koydu. H i noğlu hin, şefin i n kıvama geldiğini anlamışt ı . Koluna g i rd i . Beri ki ters ters baktı : - Ne o ? - Gidel i m ! - Nereye? - Evlere. - Evlere m i ? Yoksa karıdan mı korkuyorsun? Cevap alamayınca, acı acı güldi.i . Boş bardağ ın• şarapçıya itti : - Doldur şunu!

* Genç kadın kocasının eve dönmeyişi üstünde dur­ mamış, cıAmbarda işe koşmuşlard ı r aptal ı ! • düşünce­ siyle, yorgan ı tepesine çekmişti . Rüya görüyordu. Sigara ve alkol kokan güçlü , kuwetl i bir erkeğin ko!­ ları aras ı nda kalbi sökülüreesine çarpınıyordu ki, so­ kak kapısı adeta yıkılmaya başladı . Karyoladan heye­ canla fı rladı . Bu saatte kapıyı böyle sayg ısızca çalan kim olabi l i rd i ? Açtı . Kocasıyd ı . içeri bomba g i b i gird i . - Bu kapı neden geç açıl ıyor? Cevap beklemeden, kadını ayaklarının altına al­ d ı , tekmeled i , tekmeledi, ezd i .

* Sabahleyin ağzı yüzü birbirine karışmış uyandı. Ateş yakacak, çay kaynatacak, bulaş ı k suyunu otur­ tacaktı . Oturtacaktı ama, karısı akşamın hesabını sor­ mıyacak mıyd ı ? Odadan usul lacı k çıktı. Sofaya geçti . Mutfak ka283


pısında durdu ve gözlerine inanamad ı : Alnı tülbentle bağlı karısı hanım hanım oturmuş bulaşı k yı kıyordu ! Kocasını görünce, fırlad ı . Gitti adamı n boynuna sarı ldı : - Canım kocacığım, -dedi-, her zaman akşamki gibi ol e m i ?

* O günden sonra ne bulaşık, ne yama, ne de sö­ kük dikti ama, kantarcı şaraphanelerin gediklisi, ça­ mur bir alkolik oldu.

284


DELiL

Göğsüne kadar uzanmış simsiyah saka l ı , kud­ retten sürmeli gözleri , kelepçell el leriyle jandarma· ların arasında adiiyeden içeri girer görünce, şaştım. Vay anasın ı. . O muydu bu? Babam ı n sağ l ı ğında eve s ı kça gel i r, el leri önün­ de kavuşuk, babamı adeta hQşQ'Ia d i nler, u Mirim , üs­ tadım, hazret• l eri fazlaca serpiştirerek konuştuktan başka, kahve, sigara i kram edildiği zaman kırı l ı r, dö­ külür, teşekkürlerin çeşidin! s ı ralard ı . Babamın ölümünden epeyce sonra küçük b i r es­ naf kahvesinde karş ı laşmıştık. Gene böyle, şapka içi n başından çıkarmad:­ kanununa aykırı düştüğü ğını ifti harla söylediği lacivert beresi , si msiyah sa­ kal ı , kudretten sürmeli gözleriyl e. Hiç unutmam, Bebe Ruhi yahut ta Hacivat'ı hatır­ latarak yan ı ma sokulmuş, ömrüm oldukça unutamıya­ cağım şöyle b i r konuşmaya başlamıştı k: - Vay, sen burada ha? Saygıda kusur etmerneğe çalışmış, yer göster­ miş, kahve söylemişti m. Babamın ölümünü biraz geç hatı riarnıştı : - Sahi , başın sağ olsun. O toprakta yattıkça Al­ lah sana uzun ömürler versin. Allah gerlde kalanları . . . .

285


Tetiğine dokunulmuş geveze bir hafif maki nel i gibiyd i . - Takdiri i lahi! Cenabıallahın takdirini kısır ted­ birlerimizia bozabi l i r miyiz? Canını sıkma, üzme ken­ dini, işi oluruna bırak l Babamı n ölümüne al ışmıştık halbuki , üzüntü ler filan geçmişti . hepimizin gideceği yer orası ! Ü ç gün ev­ vel , beş gün sonra . Elmukadder layügayyer, elhükmi­ l i llah! Mamafl, değerl i adamd ı , özü sözü doğru, müs­ takim adamdı. Fıkara babasıydı da değ i l m i ? - Galiba. - Galiba değ i l . muhakkak. Size bi rşeyler b ı ra ktı mı bari? - Ne gibi? Kırı k sırık, ev m ev, tarla marla . . . Hayır. Hayır mı? Hayı r. Nakit? Patlamak Işten de{'jlld l : - - MOhlm değ i l . - Eviniz, tarianız vardı ya? - Sağ lığında satmıştı . - Satmış mıyd ı ? N iye satmıştı ? - Canı öyle istemişti herhalde ! Adam öfkesinden kıpkı rm ızı kesi lmişti : - Olur mu? Canı öyle istemişti olur mu? B i r sebebi vardır, mutlak vardır b i r sebebi . M ü l k satı l ı r m ı be? ......? - Yoksa sizden memnun değ i l miyd i ? Senden, kardeş lerinden, yahut annenden? Annenle birlikte oturuyorsunuz değ i l mi? - Hayır, ayrıyız. - Ayrı mısınız? Olur mu? Yakışık alır mı? Her· kes ne der? Kadıncağıza karşı revayı-hak m ı ? insan · anası ndan ayrı oturu r mu? 286


- Dargın fi lan değiliz . . . - Yok b i r de dargın ol ! Dargın değilmiş. Lafa bak! Ana, ata be. Kur'anı azimüşşan ne der? Kur'anı azimüşşan nerde bizler nerde desen e . . . Sık s ı k ziya­ retine gidiyor musun? Hayır duasını alıyor musun? ......? - Ne gezer desene. Bizim neslin, dinsiz, iyman­ sız neslin böyle i nce ahlak kaideleriyle ne alakası var desenel Hey gidi günler hey . . . Büyüklerimizi n önün­ de değ i l cigara kahve, yüzümüze şöyl e di kkatlice bak­ salar kulak memelerimize kadar kı pkırmızı kesi l i r­ dik! Sebebi n i sormamıştı m. Sorsam, küplere binece­ ğ inde şüphem yoktu. Zaten fı rsat ta verdiği yoktu . - Annenin ziyaretine her gün g it! Elini öp, ha­ yır duasını al. Onun şimdi en hassas, en lçl l , en a l ııı­ gan zamanı . Yüreğindeki yara kapanmadı henüz. S o n ­ ra, çarşısına, pazarına git. Lazım olan ları al ı - Çarşısına pazarına kendi gider, her şeyini el iyle seçip alması en büyük zevkidir. - Olmaz! Yaşlı başl ı kadının çarşı pazar dolaş­ ması doğru değ i l . Yazık, günah. Ana hakkı , ata hak­ k ı . . . Ruzümahşerde bütün günahlarının hesabını ve­ rir, gazabı-ilahide seyyielerinln cezası n ı çekers i n . Mahşer gününden kork ! Ne ruzümahşer, ne de gazabıi lahiden korkmanın sebep vard ı . demek rahmetl iden pek birşey kalmad ı ? Tuhaf. B i z d e onu aklı baş ında b l l i rdik. insan evladü­ ayaline kırık sırık bı rakmaz m ı ? - Bizim bir şikayetimiz yok ! Öyle bir pariarnıştı ki: - Olur mu? Şikayetimiz yok'la iş biter m i ? I n­ sanı kırığı sırı ğıyla, nukut ve eshamiyle, bankadaki kredisiyle ölçerler. En azdan başını sokacak bir evi olmıyanı n Insanlığından ne çıkar? Ben kendi nefsi­ me, böyleleri ağızlarıyle kuş tutsalar, i ndimde bir mang ı r etmezler. Evsiz, yersizlere zibidi derl er be! 287


iskemiemi kapmış; kahvenin öbür ucuna gidip oturmuştum. Kahveye onun öğüt veya hakaretlerini deği l, kafaını dinlerneğe gelmiştim . Az sonra tepeme dikilmişti : - Bu hareketi nle ne demek isted in yani ? Tepem atmıştı : - Hakaretinize daha fazla muhatap olmamak isted i m ! - Hakaret m l ? B e n m l ? Sana m ı ? U l a n s e n ne­ s i n ki ben sana hakaret edeyi m ? Benim hakaretP. tenezzül edeceğim I nsanı n en azdan bir evi , tarlası marlas ı , kırığı sırığı olma l ı . Sen nesin ki? Hangi i rap­ ta mahallin olabilir? Kahve halkı etrafımızı almıya başlamıştı . Sus­ muyor, çenes ini kesmiyordu. hey zaman, gözün çıksın zaman, lanet olsun. Yerin zemmine geç! Beyi bel irsiz, meydar.ı ıssız ettin. Hakaret ediyormuşu m , hakaret ediyormu­ şum ey ümmeti Muhammet, hakaret ediyormuşum ı Aradan yıl lar geçmişti. Bilekleri kelepçeli elle­ riyle ndi iyeden Içeri gl rlyordu. Peş lsıra gitti m. Önün­ den geçllın. Beni görmemesi kaabil değildi. Suçunu merak ediyordum. Hasretini çektiği eski devrin d ini terbiyesiyle yetişmiş bu u Namus depOSU • nun bil ek­ lerine klepçe niçin vurulmuştu acaba? Öğrendim: Hacca götürdüğü hacı adaylarının pC!· rasını dolandırmış!

288


A D A M

Kömür satış müessesesı n ı n önü. El lerindeki or­ dinolarla genç, Ihtiyar, çoluk, çocuk, kadın, erkek sı­ ra bekl iyor. Saat sabahın beş i . Bir memur ordinaları sahibinin gelişine göre s ı raya koyuyor. Ben de ordinomu verdim, herkes gibi sırarnı al­ dım. Bu y ı l kışın geçen yıla benzemiyeceği n i anlatan elli beşlik bir lhtiyarın yanı na sokuldum. Adam son derece hoş sohbet. Emekliye ayrıldı ayrı lalı Bal ı k­ pazarı meyhanelerinin yolunu unutmuş. Ama gelecek­ ten umutlu: - Eczacı mektebinde bir oğlum var, -diyor-. Az buçuk yakışıklıdır. Diyorum ki, aç gözünü. Zengi n b i r kahbe dölünü koy kafese. Emri-vaki yap. Babası sana bir eczahane açsın. Ondan sonra kızını nikahla. Doğru değil ml ama? Sonra gözleri parlı yor, daha iştahla devam edi­ yor: - O zaman, Işte o zaman sattım dünyanı n ana­ sını! - Nası l ? - Nasıl m ı ? Bak nası l . . Geçeceğim oğlumun oczahaneslndekl kasanı n başına. Güzel bir lacivert 289


kostüm. Rugan mugan. Akşamları da ver e l i ni Bal ı k­ pazarı meyhaneleri . . . Hafiften hafiften çisenti l i hava­ lara bay ı l ırım. M evsim palamut mevsimi olacak. Pa­ lamutun da kuyruk tarafının ızgarası . B i r yanda roka salatası , öbür yanda sarı kehribar gibi turşu. Hıyar, biber karışık. Dışarda hışı ltıyla yağmur. Hele karşın­ da da kırk y ı l l ı k canı aziz, kadeh arkadaşın varsa . . . Emek l i , bir cigara yakıp ağır ağır uzaklaşıyor. Kabuğunda kurumuş, genç bir kadıncağıza kulak veriyorum: - . . . kocam m ı ? I p l i k amelesi, Kazlıçeşme'de. Ben kendim tütünde çalışıyorum. Bu kucağımdakin­ den başka iki çocuğum daha var. Var ya, onlar ken­ di lerini kurtard ı sayı l ı r. l lkim, oğlan, dörde geçti bu y ı l . Gelecek yı ldan sonra Kasımpaşadaki deniz gedik­ lisine yazdıracağız. Ortancam, kız. i lkin Ikisinde. O da beşi bitirince, akşam sanatın iki senel iğine vere­ ceölz. Demek ki, üç sene i l k okuldan var, Iki sene de Akşam sanattan, beş. Beş sene sonra o da haya­ tını kazanınıyo başlar. O zaman ben fabrikayı bı raka­ caöım. Dayanomıyorum. Ev Işlerine bakar, kıza yar­ dım ederim. l ik sene şöyle böyle, i kinci sene biraz daha, derken alır yürür. Bizim oradaki Şahinde hanım gibi. O da öyle. Beşi bitird i . G i rdi Akşam sanata. Ak­ şam sanattan sonra da açtı bi r yurt. Şimdi oooh ! Be­ nimki de yurt açsı n istiyorum. Yurt çok karlı. Dışar­ dan Iş alır, yanındaki kızlara, öğretme bahanesiyle d i ktirirsin. Oğlan da Gedikli olunca üç, beş yol lar­ sa . . . - Keyfine diyecek yok! -dedi bir ihtiyar kadı n-. Ben ne yapayım ya? Bende evlat mevlat yok. Vard ı , A l l a h a l d ı . H a n i bazı düşünürüm, bir hasta olsam, yahut bir yerden düşüp kolumu bacağımı kırsam . . . N e yaparım diye! - Çalıştığın yerde sigortalı değ i l misin? - Amaan sen de. Dışardakl kazaya sigorta ne verir? 290


dın:

Uzun boylu, kalı n kemlkll b i r başka ihtiyar ka­

- Ya ben, -dedi-. Va ben? Doksan yaşı ndayım. Herkes ölümden korkar. Gece gündüz canabaliaha cl açıp yalvarıyorum da ölüm vermiyor! (Ağzını açtı .) Kuzu d işleri çı karıyorum. Bak! Ama neye yarar? Y:­ yecek bulamadıktan sonra? D i leniyordu. - Haydi sabah sabah bir sittah edin de Allah işi nizi rast getirs i n i B i r başkası : - Haaa . . . -dedi-. Anlaşıldı Vehbinin kerrakesi ! ............? ............! Ortalıkta b i rden bir kaynaşma. Kömür satışın memurları işbaşı yapıyor. Kalabalık müessese kapı­ s ı na kayd ı . Omuz omu:aa. Dokuzdan önce Işe başla­ mazlar sanıyordum. Yanılmışım. Saat sekizde başla­ d ı lar. Erken gelenin işi, geç gelenden önce görülü­ yordu. Bu iş'te böyle olurdu zaten: Parayla değil, sırayla! Tam bu s ı rada, kabakıyım biri, pırıl pırıl lskarpin­ lerlni cızırdata cızı rdata kalabalığı yard ı , müessese kapısında elindeki o rd i nciara göre Isim okuyan me· mura sokuldu. Kolalı yakası, yepyeni lacivert kostü· mü, kal ı n çerçeveli gözlüğü. - Val i desem değ i l . - Mebus filan mı acep? - Kimbilir? . . . . . . . . . . . .??? M erakla yanlarına sokulmuştum. Elindeki ordinoyu uzattı : - Beklerneğe tahammülüm yok memur bey Benim i şimi görüverin de . . . Memur hayretle baktı : - Beklerneğe tahammülünüz yok mu? Verin or ı:linonuzu bakayım ! 291


du.

Aldı. Elindeki ordlno tomarının en sonuna koy-

- S ı ranızı bekleyin. Adam, gözlüğünü düzelttl : - Sırarnı m ı ? Bütün bunlardan sonra- m ı ala­ cağım? - Elbette. - Elbette m l ? Saatlarca beklernem lazım. Nasıl olur? M emurla i leri geri etmeğe başladılar. Kalabal ı k gittikçe daralıyordu. Kucağında çocuğuyla kupkuru bir kadı n : - Bizim can ımız yok m u ? -ded i . Sanki işaret yerine geçti : - Saat beşten beri bekliyoruz! - Ben? Ben ya? Dörttenberi l - Haydi bakal ım, geri dur şöyle . . . ............! 111 Kalabalık kımı ldad ı . Adam, öfkeyle akan selin üzerlndo b i r tohta parçası gibi, gerilere atıldı. Ü rk­ mUş, yılmıştı . Kı ravatı yana kaymış, ordlno tutan eli tltrlyordu. Memursa, elindeki ord inaların sırasına göre işi olanları çağırıyordu. . . . . . . . . . . • •

292


E N A V i

Kahveden içeri girince, büyük aynaslyle karş ıloş­ tı kahvenin. Di kkati ne burnu çarptı. Çok mü nasebet­ siz, kocaman b i r burundu . Böyle burnu olan b i r i n i ka­ dınlar kaabil değ i l sevemezlerd i . Bil iyordu bunu. için­ de bir yara, bir ukteydi bu. Sol tarafından mı kalkmış­ tı neydi , sabahtanberi yığınla münasebetsizl i k olmuş, sinirleri iyice geri lmişti zaten, bu da tuz biber . . . M ermer masalardan birine geçip oturdu. Sol tarafından kalkmıştı gerçekten de. . . Karyo­ ladan atlarken kedlye basmış, hayvanın can havl iyle kopardığı müthiş feryat, s i n i rlerini berbat etmiş, çıl­ gına dönmüştü. O hırsla hayvana fırlattığı fırça ko­ modinin üzerindeki sürahiyi kırmış, sular alt kata, romatizmalı ev sahibinin odası na, tam da yatağına akmış, bütün geceyi uykusuz geçiren sinirli kadı n ı cıyak cıyak bağırtmıştı . Bir kadın, h e m de romatiz­ malı, çirkin, üste l i k kirayı artırmaktan söz açan men­ debur bir kadının haysiyet kırıcı cı rlakl ı ğ ı karşısın­ da susamamıştı. Sabah sabah bir kızıica kıyamet. O ona, o ona. . . Az kals ı n karakol luk olacaklardı. Kendini evden nası l attığını, dolmuşa nasıl bin­ diğini hatırlamıya kalmadan, şoför: • Geldik beyi m ! • demişti. Hayretler içinde yere atlarken, dizini taksi293


n i n cenabet kapısına çarpmıştı. Taksinin kapısına m ı , dizine m i kızacağını tayin etmeğe çalışırken, şoför: ·Yirmi beş daha beyim ! • demesin m i ? Her zaman tek yirmi beş l ikle geldiği yere ne di­ ye iki y i rmi beş l i k verecekti ? Alamadın, veremedin .. Dizinin ağrısını unutmuş, şoförle gırtaklaşmıya ramak kal mıştı. Bereket ver­ s i n araya g i rmişler, yirmi beş kuruşun önemsizliğini izaha çal ışmışlard ı . Çalışmışlardı ama ne ol muştu '? Ne ol muşsa fazladan verdirilen yirmi beşliğe olmuş­ tu. Enayi yerine mi konulmuştu yan i ? Söğüşlenmiş miyd i ? Deği l yirmi beş, e l l i , yüz, yüz elli . . . Daha çok parayı bahşiş diye vermişti şurda burda. Mesele yir­ mi beşte, eli ide değil, enayi yerine konulmuş olmak­ tayd ı . Kuruş, tek kuruş vermezdi enayi yerine ko­ nularak . . . Burnunu unuttu. Almışlardı ama, bal gibi almışlardı . Her zaman yirmi hoşo rıoldiği taksi ücretini e l l i almışlard ı ! -- N o lçocokslnlz beyl r:ı ? - Az şakerll. Şoför Aksaray'daki kahveda arkadaşlarına: a A!­ Iah anayi lerin yokluğunu vermesin. Yirmi beş yerine elli söğüşl üyoruz . . mu diye öğünecekti ? Kirndi bu enay i ? Kendisi m i ? Oysa ası l kendisi enayi yeri ne kordu başkaların ı . Serviste, lokantada, maçta . . . De­ mek başkaları da onu koymuşlard ı ? A z şekerli önüne kondu. Koymuşlardı, evet. Mamafih, gayet iyi tanıyor o şoförü. Çokluk, Aksaray'daki kahvede oturur arka­ daşlariyle. Herkesl e alay eder, basarlar kahkahayı . G idecek, o kahveye g i recek. Kimbilir belki de şoför onu görünce, yanındakini d i rseğiyle dürtüp : a l ş­ te sana bir enayi daha. Sabahleyin yirmi beşin i gürü l­ tüye getirdim ! • diyecek. Gül üşecekler. Gülüşecekler ama, o kadar. Hemen sakulacak yanlarına. Niçin gül­ düklerinl, kime güldüklerin i soracak . . . . •

294


Yahut daha Iyisi, sabahkl bindiği yerden tekrar binmek, yirm i beş fazla söğüşlendiği yerde inmek, sadece yi rmi beş kuruş vermek. Yirmi beş daha is­ ten i nce de işi uzatmak! Kahvesini yudumladı . Evet, b u daha uygundul Peki ama, şu karşı masada oturan herlf demirı­ denberi niçin bakıyordu? Israrla. Tanıyor muydu? Ta­ nımadığı biri kendini nerden tanıyabilird i ? Yoksa bi­ çimsiz burnu mu di kkatini çekmişti ? Herhalde. Gözle­ rini başka tarafa kaçırdı . Bakmıyacaktı. Bakmıyacak­ tı ama, adam ı n hep o ısrarlı bakışını da hissetmiyar değildi. H issediyor, rahatsız oluyordu. Kendini ken­ disi yaratmamıştı . Cenabıal laha ait esteti k b i r ha­ tadan dolayı ne d iye sanki . . . Tekrar gözgöze gel i­ verd i ler. Bakıyordu, tahmin ettiği gibi, gülümsiye­ rek. Dayanarnad ı : - Beni birisine m l benzettin? Adam anlamadı peşin: - Efendim? - Beni birisine ml benzettlniz? - Yoo .. - Israrla bakıyorsunuz da .. - Ben m l ? - Evet. - Ben de size ayni şeyi soracaktım. - Tuhaf. - Gerçekten tuhaf. - Tuhaflık bende m i , sizde m i ? - Sizde. - Neyse, fazla konuşmayın da . . . Adam uzatmad ı . Yarım sol yaparak s ı rtını hafif­ çe çevri ldi, kahvenin kirli camları ndan sokağa bakmı­ ya başlad ı . Gülümsüyordu .. Küçümseyen, budala ye­ rine koyduğunu bel i rten bir gülümseyiş. Budala mıy­ dı yani ? O değ i l , onun şahı bile koyamazdı budala yerine! 295


Kahvesini acele acele yudumlayıp bitirdi, taba­ ğ ı n kenarına sarı bir yirmi beşlik bıraktı . Muhasebeciyi, müdürü, hatta umum müdürü za­ man zaman tiye alan b i r i nsanı hiç kimse budala ye­ rine koyamazdı ! Garson boş fincanla yirm i beşliği alıp gitti. Bugün işlerinin akşama kadar ters gideceğ ini bi­ l iyordu. Gün sabahtan aksili kle başlarsa, ertesi güne kadar öyle giderdi . Şu garson yirm i beşin üstünü getirse de, bası p g itse. A a . . . Adam, demin ki adam, karşıdaki, bitişik masada birine gülerek birşeyler an­ latıyor! Kendi nden mi bahsediyor yoksa? Gal i ba. Bak, o da güldü. Bakıyor. Kendisine bakıyor. . . • Lahavle vela kuvvete i l labil lah. Şu garson da ne diye getir­ mez paranın üstünü?• Garson kahve tezgahına dayanmış, ocakçıyla ko­ nuşuyordu. • . o ra lı bile deği l . Peki ama gideceğiz. Ne di­ ye getirmezsin üstünü? Kahve kaça burda?­ Gözlorlyle fiyat llstesini arandı, buldu. • Cay on boş, kahve de on beş. Yalnız nargile kırk. Pek i ? Yirmi beş verdik, hani üstü ? Herif kendi dalgas ı nda. O da sabahki şoför gibi mi yapmak niye· tinde? On kuruşu iç mi edecek:.? Görünüş öyle. Ama etti rmem. imkanı yok ettirmem. Enayi değ i l i m ben. Gerçi önemli değ i l , öyle çok onlukları bahş iş diye verdik ama, enayi yerine konularak söğüşlenen tek kuruşu dahi ararı m. Ararım evet. Enayi yerine konuı­ mak istemem. Hiç kimse beni enayi yerine koyamaz. Unutturduğunu sanma garson efendi ! Sen değil seni n şahı n unutturamaz. Katarnı kızdı rmakta devam eder­ sen, çağırır isterim. Elbette isteri m ! • Seslend i : - Garson! -- Buyur beyim? Şu herifler de ne bakıyorlardı sanki '? Gene göz­ lerini dikti ler. Garsondan ne istiyeceği n i mi merak ediyorlar? Yirmi beşi n üstünü isterse, • Tuh, çingene herif. mi derler? 296 . .


Paranın üstünü isternekten vazgeçti : - B i r su getiri Sin irlendi, büsbütün slnirlendi. Şu iki h ı rttan m ı korkmuştu yan i ? Nelerinden? Korkup çekini lecek i nsanlar mıyd ı ? Boyunlarında kıravat olmayla . . . Hıç sevmlyordu bu huyunu. Verdiği kararı başkalarının şöyle veya böyle demelerini düşünerek değiştirmek zayıf i nsanların harcıyd ı . Bunu bir yerde okumuştu. Demek zayıf insandı ? Suyu aldı, içti, bardağı iade etti. • Zayıf m ı ? Ne münasebet? Bunu söyliyen halt emiş .. Zayıflık, kuwetli l i k böyle şeylerle ölçülemez. » Garson boş bardağı tezgaha b ı rakıp, ocakçıyla tekrar çeneye dalmıştı. Şu herifler kalkıp gitse, gar­ sonu çağı rır, yaptığı şeyin açık gözlük değ i l , düpe­ düz hergelelik olduğunu söylerd l . Peki ama, onların olması niçin birşey Ifade ediyordu? En Iyisi uzatmamak, kalkıp cehennem almaktı . Garsona. son defa baktı . Ooooh, tezgahbaşı key­ findeydi . . . .. . . . Sen beni en ay i yerine koyamazsın ama, ney­ se. Şu hırtlara şükret. ltoğlu ltiere karşı tamahkar duruma düşmernek için aniuğu istemiyeceğim. Şayet sokakta filan raslar, arkadaşlarına benden enayl di­ ye bahsedersen . . . Kalktı . • . . . Onluğun hayrını görme! Zehi r, zıkkım olsun, keten parası yap ! Tam çıkarken, garson seslendi : - Beyim, bir dakkal Delikanlı koşarak geldi : - Buyrun on kuruşunuzu. Bozuk yoktu da . . . Tepesinden kızgın sular döküldü sanki. Küçüldü, ufaldı, ufaldı . . . Delikanlı gersonun si msiyah, cı· vıl cıvıl gözlerinden utandı , bakamıyordu. - Kalsın! Dedi, kahveden çıktı. •

297


OTOB ÜSTE

Günlerden pazartesi . Tekmi l cıvataları laçka olmuş, Eyüp Si rkeci otobüsleri nden biri ndeyim. Günün henüz erken saa­ ti . Seklzle, sekiz buçuk arası . Otobüs işçi ler, esnaf, küçük momurlorla öyle tıklım tıkl ı m ki, oturmak de­ ğ i l , tek aya�ı n tabanına rahatça basabil mek bahtiyar­ l ı k. Tutunacak çivi bile yok. Balat, Fener, Küçükmıs­ tapaşa, Ciba l i 'nin daracık, daracı klığından geçtim bo­ zuk yolları nda ağır ağır i lerl iyoruz. Hantal araba pas­ lı gıcırtı larla feryadü-figan içinde . . . Hala: - U nkapanı , Beyazıttan, S i rkeci ! ! l D iye bağıran del ikanl ı biletçi yeni müşteriler pe­ ş i nde. « Yahu, yer yok. Yeni yolcuyu nereye sığdıra­ caksın? .. derneğe gör, • Rahatsız oluyorsanız dolmuş­ la gidin beyim ! " karşılığını alacağınız gün gibi aşi­ kar. Kadere rıza göstermek vardır ya, o halde işte millet. lrgalana, çalkalana, sinirleri geri ldikçe gerile· rek susuyor. Birden bir şimşek çaktı adeta: - Ohal - Kime söylüyorsun u lan? - Sana söylüyorum, yarma! 298


sın.

- Yarma sensin. Doğru konuş, terbiyesizi - Yarmasın. Yarma olmasan nasırıma basmaz- Sana terbiyeli konuş diyorum, kereste! - Kereste babandı r, yontu lmamış ..

.........! O ona, o ona. Derken biri ötekinin ormanı n ı ya­ kana söğdü. « Ayı sensi n ! " cevabı n ı aldı. Tansiyonlar gittikçe yükseliyordu. Araya devri sab ı k bir Bab-A li üsiObu karıştı : - Kırın şeytan ı n bacağ ı n ı bey oğlum. Zere, hıf­ zılli san, selametül insandır! Ufak tefek, kırış kırış, mavi gözlü, şipşirin bir ihtiyar: Yanıbaşımda. Gözgöze gel iyoruz. - Değil m i , -diyor- , doğru değU ml ama? - Doğru, -cevabını veriyorum-. Ama bu devirde hıfz ı l l isanın selameti li nsan olacağ ını pek an lıyan yok. Gözleri parlıyor. - Doğru, çok doğru . Küçüğ u n sayg ı , büyüğün küçüğe şefkat bes lediği günleri çok gerilerde bırak­ tık! Bu arada işler gelişmiş. Kulak verdim: - Nasırın ne geziyor ayağırnın altında be? - U lan yarma . . . - Kibar o l ayı ! - Kibarl ığı orman kibarlarından öğrenecek değilim! Birden birbirlerine ham l e mi etti ler ne, kalabalıkta çığlıklar: - Uff. - Ay, ay, ay! ! ! - Anneciğim ezi ldim. - Ayol çocuğumu ezdin şöyle dur! - Yahu kendinize gel in birader, burası yeri m l ? - inin aşağıda kozunuzu paylaşı n ..

299


M innacık i htiyarsa yanıbaşımda habire anlatıyor: Sabır, sabır, sabı r. Gençliği mdenberi si­ n irlenmemeni n çaresini, telkini b inefsihi'de buldum ben. 324 de Hamidiye Ticaret Mektebi alisine devam ederken . . . Gene feryatlar. M innacık i htiyarın sesi silindi . Kadın çığlıkları , çocuk sızianmaları arasında peşin i rikıyı m biri, arkasından yumruğuna sıkı olduğu her hal i nden bel l i , ter içinde bir başkası atladı . Hamidi­ ye Ticaret Mektebl alisine devam ederken başı ndan geçenleri anlatmıya dalmış ihtiyarı bırakıp, arkala­ rından ben de atladım. Otobüs ağı r ağ ır yoluna devam etti . Kavgacı lar birbirlerini sımsıkı tuttular, başladı­ lar itişip kakışmıya. - Ne demek istiyorsun? - Hayır, senin ne demek istediğini öğrenmek Istiyoru m ! - Ası l ben s e n i n ne demek istediğini . . . - Sen bana ayı dedlnl - Son de nacıırıma bastın. - Bi lerek m l ? lstıyerek m l ? O kadar insanı n Içi nde oha diye bağrı l ı r m ı ? - Canı m yandı , tabi bağ ı rırımi - Bağırırsan. benim de izzetinefslm var! - Vızgelir senin izzetinefs i n bana! - Senin nasırın da bana vızgel i r! Irikıyım adam bilek saatına baktı. - Vaktım yok, vaktım olsa .. - Ne yapard ı n ? - Anladığın dille konuşurdu m seninle, ama . . . - Nasıl istersen öyle olsun! Bakıştı lar. H ı nçla, kinle, nefretle bakıştılar. I ri· kıyım adam : - Beni tahrik etme! -dedi . - Nolur? - Ne mi olur? Ulan Haliç idmanda yıllarca yumruk salladık be! 300


- Haliç idrnan m ı ? - Tabi. Ne var? - Ahmet abiyi tanırsın öyleyse .. Ötekin i n yüzünden de tatlı bir ş eyler geçti. - Mekkeli m l ? - Mekkeli. - Haltercl, Düztaban Ahmet? - Bir karıya tutul muştu han i . - Tutu lmuştu da, b i r gece baskına uğramıştı . . . - Yahu, tanış çı kacağız galiba? - Bana da öyle gel iyor. Ü st yanını otobüste hal letsek? Ne dersin? - N e derim. H iç. Hayd i . Zere bizim patron . . . - Ya bizimki ? Beş dakika geçti m l , yevmiye şı p ! - Benden de al o kadar. Köşeyi dönrneğe çabalıyan hantal otobüsün ar­ kasından yan yana koştular.

301


BERBER

Kenar semtlerden birinde, ufacık bir berber dükkanıyd ı . Duvarlarda: " Bu da geçer yahu! a Errızk alal lah .. · Besmeleyle açı l ı r dükkanımız . . . l ar. I çeri girdiğim zaman, gazete okuyordu. Aldırma­ d ı . Demek beni o tıraş etmlyecekti . Aynan ı n önündeki berber Iskemiesine oturdum. Bir bekle, beş bekle . . Peki ama, kim tıraş edecekti ? Tam soracakken , elindeki gazeteyi masaya hırs­ la att ı . - Uif ebelerl ! Kimden, yahut kimlerden bahsediyordu? Bilmiyo­ rum . Beyaz iş gömleği Içinde kupkuru. Saçları ak­ pak. Var bir altmışl ı k, hatta altm ış beş l i k. Yanıma geld i . - Karş ı l ı kl ı l a f öğütüyorlar! -dedi-. Meşrutiyet­ ten beri dinleriz. Hala dinl iyoruz. Kimbi l i r daha ne kadar da dinl iyeceğiz. işte geldim gidiyorum. Allah fakir tıkaraya acısın ! Elini yüzüme sürdü: - Sakalınız çok sert.. - Çok sert ya. - J i letle tıraş oluyorsunuz da ondan . Nas ı l kesilecek saçlarınız? n,

n

302


- Düzeltilecek. - Düzelti lmekle olmaz. Nedir şu salkım saçaklar? Kesrnek lazım bunları, başınıza bir şekil vermek lazım ! · Baş v e saç estetiği • ne d a i r uzun bir konferansa gi rişti. Beni mse konferans dinlerneğe vaktim yoktu. randevum vard ı . - Saçlarımı çabucak kesseniz de . . . Diyecek oldum, hemen paylad ı : - Söz söyliyen bir insan ın sözü kesilmez, ayıp­ tı r. Büyük şehi rde yaşıyorsunuz! • Büyük şehirde bir I nsanı randevusundan alı· koymak ta ayıptı r! • diyecektim, d i l i m varmad ı . l hti­ yarın hal i pek sarmıştı . Koyuverdi m kendimi. Söyledi, söyledi, söyledi . Sonra: - Saçlarınız da çok kirl i , -dedi-. - Ewel kl gün banyo yapmıştım halbuki .. - Haklısınız. Memleket çok pis. Ellerinizi her yı kayışınızda çamur g i bi bir su akıyor mu? - Akıyor. - Çünkü, nereye tutunsanız kirl i . Kirden, pislikten her türlü hastalık gel ir. Ama doktorlara göre ha­ va hoş. Onlara, muayene edecek hasta lazımdır! - Tedavi etmezler m i ? - E h işıe. Ben kendim doktora gitmem. Zaten kolay kolay da hastalanmam ya. Hastalansam bile yutarım aspirin i , çekerim yorganı tepeme, bir ter, bir ter. . . Aspi rin dedim de . . . Bir yerde okumuştu m, Sul­ tan Hamid'in güvendiği i laçm ış. Sultan Hamid 'e ye­ tişmediniz değil m i ? - Hayır. - Söylenenlere kulak asmayın, çok akı l l ı padlşahtı. Ben kendi nefsime, « Padişahım çok yaşa! .. de­ diğim y ı l ları arıyorum! .........? - Babı-ali baskını olduğu gün, Diyanyolunday dım. (Çırağına döndü .) Bana bir kahve söyle! l ıam­ Meşrutiyette de Nuruosmaniye'dekl l kbal kıraathane· 303


sinde kaşarpeyniri, simitle çay içiyordum. Hiç unut­ mam, Abdi usta alı a l , moru mor geldiyd i . . . - Kim Abdi usta? - Allah gani ganl rahmet eylesin, sözü sohbeti yerinde, usul erkanca içen takımdandı. Bal ıkpazarın­ da lçerdik çokluk. i ri l i ufaklı üdeba, şuera ve zure fa· n ı n devam ettiği yerlerde . . . Ah eski günler ah! O za­ manlar bekarım. Başımda Vidinli Raşit'ten alınma fes. Yaş on sekiz ama, bıyıklarımı on yedimde bur­ muştum. On sekizirnde tıpkı sülüs vav gi biydiler . . . Kahvesi gelmişti. Sıcak mıcak demeden, derin bir höpürtüyle kahvesini yudumladı ktan sonra, devam etti : Abdi benden az kabaca. H aftadan haftaya Perşembe akşamları Bakırköyüne giderdik. Ekseriyet­ le M i l let bahçesine, kemani Tatyas'un sazını d i nle­ rneğe. Hem içer, hem de etraftaki kadınları seyre­ derdik. Sazlar, sözler şimdiki gibi pestenkerani m i ? Astlkznde Bogos t a takımda. a Atımı bağladım ben bir ormannl • da öyle bir eaşariardı ki, deme gitsin. Kahvesini tekrar yudumlad ı . - Şimdiki kahveler de kahve m i ? Halis Yemen kahvesl lçerdik. Val lde rahmetl ik, elceğiziyle kavu­ rur, misler gibi çekerd i . O zamanlar peder rahmetl i k sağ. Peder dedim de . . . Rahmetli kırık, ç ık ı k yapard ı . Ü stüne yoktu memlekette. Hani peder diye değ i l , o da Abdi usta gibi, hatta ondan da titiz usu l , erkancılık· ta. iyi içerd i . Bir gece içti. Eşi, dostu, çaluğu çocuğu yanında. Pek te öyle ihtiyar sayı l mazdı . Doksanüç bozgununda Moskota esir düşmüş te Rusya'ya gönde­ ri lmişti. Gazi Osman paşayla. Ama eski toprak tabi. Sızd ı . Sızı ş o sızış. Sabahleyin sizlere ömür . . . Ak­ şamcı mısınız? - Hayır. - Eve ekmek taşıma derdinden akşamcılığa i mkan m ı var desenize. Eskiden babanı n biri , ölen oğlu için: u Bi r oğlum vardı altmış yaşı nda ham tıraş-Bi­ leydim ölüm var, koymazdım taş üstüne taş ! " demiş. 304


Altmış yaşında hamtı raş i Ben oldum altmış beşirnde akbaba, sen oldun kı rkında. Bu gidişle torunlarımız analarından akbaba doğacaklar. . . Çoluk çocuk var mı? - Ellerinizi öperler. - El öpenleri çok olsun. Bende de evlat altı. i kisi erkek, dördü kız. Torunlar dersen, ürkütmeden sa­ yıl maz. Hangisi hangisinin şaşı rıyorum. Ama iki oğ­ lan Iyi yetişti . Büyük mühendistir, Orman mühendi­ si. Küçük baytar. Baytar dedim de, onlara doktor de­ ni lmesine i nsan . doktorları n e için kızar? insan da esasta hayvan değil m i ? Hayvanı natık? Biri hayvanı natıkın, öbürü gayri natıkın doktoru . Natı k, gayri na­ tık . . . Hayvan ya. i kisi de hayvan doktoru esasta! . . . . . . . . .?? - Etiket meselesi. B e n etikete h i ç ehemmlyet vermem. Olduğum gibi görünrneğe bayı lırım. Hazretl Mevlana ne demiş: Ya olduğun gibi görün , ya da gö­ ründüğün gibi o l ! Olduğum gibi görünrneğe bayılı­ rım. Olduğu gibi görünmeyen insan bence . . . (Fincanı salladı salladı tepesine d i kti .) Ne d iyordum? Olduğ!J gibi görünmeyen i nsan bence i nsandan başka şeydir. i nsandan başka şeye de insan gözüyle bakmak . . . Burdan ötesini hatı rlıyamıyorum, uyuyakalm ı ş ı m . Uyandığım zaman o hala devam ediyordu : Pazarlık, mazarl ı k yok. Orozd ibak'ta, Bon­ marşe'de, Pazar Alman'da olduğu gibi fiyatlar mak­ tu! Saçiarım olduğu gibi duruyordu. Kalktım . - Saçlarınızı kesmedim daha, -dedi . - B i r daha lşallah . . . Dükkandan ç ı ktım. Randevu filan hak getire. Ü ç uün ewel tekrar geçtim dükkanının önünden. Mak­ Radım çene çalmaktı. Dükkanı kapalıyd ı . Sordum, ııoruşturdum. • Sizlere ömür! • dediler.

305


D E V

Şaraphaneden içeri b i r dev heybetlyle gird i . Ü st­ üste yığılmış kocaman şarap fıçılarından birinin önün­ deki küçücük iskemieye oturdu: Granitten yontulmuş muhteşem bir Musa heykalini hatırlatıyordu. Göbe­ ğine kadar uzanan bembeyaz sakalıyla, sağa baktı , sola baktı.. Yuvalarında capcanlı, akları kıpkırmızı gözleriyle etrafta sanki birini aradı . Sonra kalktı . Ta i lerdeki masaya ağır ağı r gitti. Masada üç kişiydi ler. Gevrek kahkahalarla şarap içiyorlardı. Ihtiyara bakmadılar bile. Selam verd i . Selamını d a almadılar. Kızmad ı . Başka, sonra daha başka masalara yer değiştirdi . Aldırış etmiyorlardı . Yanı mdaki masada itibar gördü. - Buyur, -dedi ler. Bir iskemle çekip oturdu. Daha doğrusu, seksen, belki de doksan y ı l l ı k ağır, yorgun bedenini iskem· leye bıraktı. Yüzü kıpkırmızıydı , gözleri de mavi mavi. Haya· tında b i r tek gününü ayık geçirmediğini işitmiştim. Kaabil olduğu kadar çok Içmek içinse, cebindeki pa· rayı son meteliği ne kadar harcadı ktan sonra, caketi, hatta pantolonunu satlığını söylüyorlard ı . Sorbon'do felsefe okumuş. Birkaç yabancı dili ana dili gibi ko· 306


nuşur, okur yazarmış. Ama dünyada hiçbir şeyi cldd!· ye aldığı yokmuş. Şaşılacak bir tarih bilgisi varmış . . I ri burnunun bir deliğini tıkayıp öbür del i kten var kuwetiyle hıhladı ktan sonra, kocaman avuçların ı birbirine vurdu. Garson taa öbür baştan: - Hop hopl Diye bağ ı rd ı . Birtakım tabaklara mezeler koyu yordu. Sordular: - Bu gece nerde çektin kafayı ? Başını kaldırd ı . Akları kıpkırmızı gözlerinin i ç i gül erek: - Lükres Borjiyanı n Tiber nehri kenarındaki sa­ rayında! -dedi . Adeta iştahla devam etti : - Borjiyaları tan ı r mısı nız? l htlşam ve tantana­ ları n ı n yalnız ltalyayı değ i l , bütün hı ristiyanl ı k dün­ yasını idare ettiğini b i l i r misiniz? Bilmezsiniz. Lük­ res Borjiyanın babası Papa Rodri k Borjiya aziz dos· tumdur! Beyaz sakalını uzun uzun sıvazladı . Daha büyü k bir iştahl a : - Lükres, -dedi-, üstündeki s o n tü lü de atmıştı. Sofradaki lerin hepsi Serberi güzelleri donuklaştıran bu güze l l i k A l ihesine, içlerinde binbir ihti ras tutuşan gözlerle bakıyorlard ı . Fakat o sadece benimle meşgul oluyordu. Ziyafettekilerin kudurduğunu tahmin eder ­ s i n i z . . . B e n kimdim? Evet, kimdim ben? Ben, Ferrari dükası, monsenyör Fransuva Borjiya, yani Lükres · i n ö z kardeşiyd i m ! Ayağa kal ktı , masadakilerle el sıkıştı, oturdu. - Evet, öz kardeşiydim güze l l i k A l ihesi Lük­ resin. Birden salonun kapı s ı açıldı, Papanın büyük oğlu Gandi Dukası monsenyör Sezar Borjiya içeri girdi. Sezar Borjiya devrinin en korkunç adamıyd ı . Zulüm v e cinayeti temsil ederd i . Ama ben, bana? Ba­ na vızgelirdl tahmin edeceğiniz gibi. N itekim karş ı307


sına dikildim, • Küstah, benim bulunduğum meclise ne cesaretle geleblldin? Çık d ı şarı , defo l l d iye bağı r­ dım . . . - Ç ı ktı m ı ? - Çıktı m ı ne demek? Emrime boyun eğd i . Kuyruğunu bacakları arasına almış bir köpek gibi ... - Çıktı. Ver babaya bir şarap benden! Şarap geldi, bir nefeste d i kti . Boş bardağı geır· sona uzattı : - Repete! Garson boş bardağı ald ı : - No repete, -ded i . Cevap vermed i . Başı i l kin onune düştü. Sonra h ı rsla kımıldand ı . Birşey söyliyecek oldu, vazgeçti. Masadan kalktı . Gözü bana i l işince yanımda durdu . Di kkatle, uzun uzun baktı . Sonra: - Merhaba! -dedi . Selamını aldım, iskemle i kram ettim . Oturdu. Önümde duran, henüz tek yudum içi lmemlş dolu şa­ rap barda(jıma yutkunarak baktı. - Sen, -dedi .- saadetinin farkında olmıyan bir gafl lsl n ! Sebebini sormadı m . Dolu bardağı önüne ittim. Sevinçle aldı. Son damlasına kadar içti. Yüzüme haz­ la baktı : - Merhaba! - Merhaba. Garson! Doldur babanı n bardağını ! Sorbon, felsefe, tarih . . . diye eşelamek istedim. Sorbon hakkındaki bilgimi sordu. - Eh, -dedim-, şöyle böyle. Ü nlü bir üniversite olduğunu biliyorum herkes gibi.. i kinci bardak şarabı n ı da birinci gibi içti kten sonra: - Nominallst Pierre d 'Ail ly boş yer ücearn 'ın vardığı neticeleri tenkit ediyor, -dedi-. Şüpheciliğin ondan kaldırdığı bir varlı k lüzumunu böylece sko­ lastik'te muhafaza etmeyi boş yere umuyor. Çok söy­ ledim, yapma Pierre, Occam'ı tenkit etme, sonu Iyi •

308


getirmez, pişman o lursun dedim dinletemedl m . Çün­ kü Allah, ilahi takdir, sukut, kurtarma, dirilme, son hüküm hakkı nda hiçbir şey bilem iyeceği mizl ve bü­ tün bu doktrinlere inanmakla kanaat etmemiz lazım­ geldiğini . . . Kapıdan çı kmakta olan birine gözü takı ldı. Ma­ sadan kalkmadan önce: söyledim, dinletemedim, -dedi-. H aydi ey­ val lah l Granitten yontul muş muhteşem Musa heykelini hatırlatarak, şaraphaneden çıktı .

309


VON BOCK (*)

Uçları yukarılara kıvrık dolgun bıyığı , heybetini büsbütün artıran kal ı n simsiyah kaşları , sürme çek­ miş gibi kapkara, pırıl pırıl gözleri, geniş omuzları, arkasında kavuşuk elleri, kiraz kızılı dudaklarında hiç­ b i r zaman okslk ol mıyan teLessümü ve ağzında püro­ slyle onu ne zaman, nerede gördümse elimde olmı­ yarak durdum, kalabalığa karı şıp gözden s i l i ni neeye kadar arkasından uzun uzun baktım. Yalnız beni m i ? Hayır. Bi lhassa kı rkı aşkın, erkek kıymeti bilen olgun kadınlar, gençler, yaşl ı l ar, hatta çocuklar da. Kuwetl i poyrazla savrulan karın ortalığı dondur­ duğu bu kış kıyamette şapkasız, palto, pardesüsüz, dimdik dolaşıyor, palto, pardesülerine sıkı sıkıya bü­ ründükleri halde donacakmış gibi büzülen i nsanlara sanki yuf çekiyordu. O ne salına salına, kendind en emin yürüyüştü! Ekmeğin bile karaborsaya düştüğü, pek çoklarımıza gülmeyi unutturan dünyamızla sanki ilgisi yoktu : Ağzında pürosu, arkasında elleri , eksii­ meyen tebessümü. . . Peki ama, kimd i ? Ne iş yapıyor­ du? Herkes palto, pardesülerl içinde donarken, bu (*)

Von Bok Okunur

310


nasıl oluyordu da paltosuz, hatta ceketsiz dolaşabl· l iyordu? Ya ağzındaki püro? Herkesin tuhafına giden de buydu zaten : Pü­ rosu! Çünkü hiç uygun düşmüyordu kılık kıyafeti ne: Püro, hali vakti yerinde i nsanların lüksüydü. Buysa, Harbi-Umumi modası getleri , ki lot pantolon eskisiyle hal i vakti yerinde olmadığını bel irttiğine göre, otuz­ luk sigara dururken niçin püro kullan ıyordu? Maksa­ dı püroyu, püronun haysiyetini düşürmek miyd i ? Altı yüz l i ralık paltoları içinde kası l a kasıla gi­ den koca göbekli ler, gal i ba bundan dolayı, ona ters ters bakıyorlard ı . Umurunda bile deği ldi. Bakmıyordu ki, görmüyor­ du ki ! Yalnız, güzel çok güzel kadınlara bakıyordu arada, göz süzerek, olanca çapkınl ığıyla. B i r gün Ka­ dı köy vapurunun birincisinde rastlad ım. Yaşl ıca ama h ı rs l ı bir adamı n yanı ndaki zarif genç kıza gözlerini dikmiş, babası olduğunu sandığım adama çaktı rma­ dan, bıyık büküyordu. Bir, beş, on. Yaş lı adam işin farkındaydı ama, rezalet çıkarmak istemiyordu bes­ belli, lahavle çeker gibi başını s allıyor, bakışlarını kaçırıyordu. Beriki, pürosunu tazeledikten sonra genç kızla tekrar meşgul olmıya başlad ı . Birdenbire i htiyarın dinarnit gibi pathyan h ı rçın ses i , adamda tokat gibi şaklamış olacak, pürosu düştü. Eği l i p aldı. Ayağa kal ktı . ihtiyarı askerce selamlad ı ktan sonra : - Afederslniz albayım ! Dedi , ki lot pantolonu ve şişkin getieriyle salondan çıktı . i htiyar şaşmıştı . Etrafa tuhaf tuhaf baktı : - N e albayı? -dedi-. Ben albay filan deği l i m k i . . . Genç kızın sinirl eri bozul muş, katıla katı la gülüyordu. Bu sabah Kapalıçarşı 'dan geçerken, o gene sö­ kün etti : Uçları yukarılara kıvrık dolgun bıyığı, kal ı rı simsiyah kaşları, p ı r ı l p ı rı l kara gözleri v e pürosuyla. 311


Salına sal ı na geliyordu. Bilhassa Fener-Galatasaray, Galatasaray-Beşiktaş, yahut Beşiktaş-Fener maçları· nın ertesi sabahları dükkandan dükkana laf atarak, ye­ nilen takımın taraftarlarını gagalıya gagalıya kuşa çe­ viren çarşı esnafına aldırış bile etmiyor, duymuyordu adeta. i ri l i ufaklı esnafa, dükkaniarının önünde iki sıra olmuş, alkış tutuyor, neler söylemiyorlard ı ! - ......? - ......?

- Yürüyüşe bak yürüyüşe . . . - Kıral Faruk, pezevenk! - Dünyaya metelik verdiği yok bel Bir orta yaş l ı : - Von Bok! -dedi . Tam üstüne bası lmış olacak, kahkahalar yüksel­ d i . O hiç oralı değ i l , pürosu, getleri, tebessümüyle geçip gitti. Gitti ama, kahkahaların arkası kesil mi­ yor, her kafadan bir ses çıkıyordu. Bir yaşlı, • Harbi­ umumi'de, Kafkaslarda aklını kaybetmiş bir eski Os­ manlı zobltl • teşhisini koydu ama, kaabil değ i ld i . Kır­ kında b i le yoktu. H erkes birşey söylüyor, söylenenler tahminden öteye geçemiyordu. Ne olursa olsun •Von Bok• luk sinmişti. Gerçekten de, bir SS subayı çal ımı için­ deydi . Öğleden sonra, tesadüf, rastgele dal ıverdiğim helalardan birinde rastlamıyayım m ı ? Musluktan dol­ durduğu bir teneke suyu götürdü kubura döktü, gel­ di odasına girdi. Kapının bir anlık açı lışında, son de­ rece düzenli bir oda gözüme çarpmıştı . Duvarlarda, dergilerden kesilmiş güzel güzel kadın resi mleri . Re­ simler gelişigüzel değ i l , itinayla asılmıştı . Ne olursa olsun, kapıyı vurup girdim. Beni çatık kaşlarıyla karşıladı. Ne i stediğimi sor­ du. Merakımı uygun şekilde anlattım, vapurda ve Ka­ pal ıçarşıdaki olayları anlattım. 312


Dikkatle dinl iyor, slni rlenmiyordu. Düzgün b i r türkçeyle: - Eşşek gibi çalıştıktan sonra Iyi ve temiz şe­ kilde eğlenmek ayıp m ı ? -ded i . - Asla, -dedim. - Otuzluk cigara içeceğime, haftada bir paket püro satın alıp içiyorum. Sonra . . . Şu gördüğünüz getlerle ki lot pantolon, umumi harpte şehit düşen babamdan kalma. Temiz giyinmek isterim ama, hehi bekçi liği buna i m kan vermiyor k i ! - Peki, dalga geçeniere kızmıyor musunuz? - Ben deli değ i l i m ! - Y a o g ü n Kadı köy vapurundaki ihtiyar? Hani albayım diye selamlamıştınız . . . Ne biliyordunuz ada­ mın albay olduğunu? Gü ldü: - Kız çok güzeldl. Adamınsa Içeriediğinin far­ kındaydım. Nitekim patladı . Suçluydum. Karakolluk olsak partiyi kaybedebi li rdim. Adamın gururunu ok­ şayıp işi tatlıya bağlamaktan başka çare yoktu ! Duvarda güzel bir saz ası l ıydı . Yatağı , yorgan ı , battaniyesi eski, yamalı, a m a kirl i , pis değ i l d i .

313


BEST AMI EFENDI

Eski (K . . . ) nüfus memurluğundan emekli Besta­ mi efendiyi dün vapurda, bir köşeye çekilmiş, gümüş çarçeveli gözlüğü gerisinde memnun görünce, yanına gitti m. Selam, sabah, hoş beş . . . Süt mavi si. gözlerinin Içi eri gülüyordu . Yanaklar pembe pembe, dudaklar kan yalamış gibi kırmızı kırmızı. Bestemi efendl lerle bir eyyam altlı üstlü komşu­ luk ettikti. Tahtaları kararmış, i ki katlı .. Mail i-i nhidam • konağı n alt katında onlar otururdu, üst katında biz. Yedi denizin dı şarı attığ ı , eli maşalı Refi ka-i hayatı • H ürmüz hanımın sağlığında ayakkaplarımızı çıkarmı:­ dan sel lemehüsselam katlarından geçmek, yahut ge­ cenin i leri bir saatinde sokak kapısının zilini öyle zır zır çalmak, yahut ta öğle uykusuna yattığı sıra üst katta i ri i ri konuşmak, terl i kle yürümek kaabi l miy­ d i ? Ağzın ı açtı m ı , alimallah ne hatı r bilirdi ne gönül. Ya Bestami efendiye yaptıkları ? Zava l lıya kan kustu­ rurdu. I ri gözlerini ayı ra ayı ra Bestaarniii! " diye ba­ ğı rmaz m ı , adamcağız yüz nurnaraya henüz girm işse bile, uçkurların ı top lı ya top lı ya hemen çıkar, .. Bu­ yur karıcığım. Em ret sultanı m! larla koşardı . O yılları hatırlıyorum da . . . Adam kurumuş kuru­ muş kabuğuna yapışmıştı . a

u

314


Hürmüz hanımın öldüğü geceyi hiç unutmam. Bestami efendi başucunda suçlu suçlu Kur'an oku­ yordu. Oğlu, gel i n i , torunu, biz, öteki komşular fi­ lan . . . Ne kadar yedi denizin d ışarı attığ ı , e l i bayrakl ı , çekilmez ol ursa olsun son vazifemizi yapmak zorun­ daydık. Mevsim kıştı. Sıkı sı kıya çekili pancurların gerisinde fırtına kıyametleri koparıyordu, incecik dudakları, çatık kaşlariyle hınçla yatıyordu. Konuş­ maktan çekiniyorduk. Öfkelenir de paylayıveri rdi . B i r ara, günahı kadar sevmediği g e l i n i , si rkeye batırıl­ mış tülbentle yanına g itti , ıslak bezi alnına koyacak­ tı . Kadı n gözleri n i açıp ta gelinini yanıbaşında görün­ ce karyolada öyle bir doğru luş doğruldu ki, gel i nce­ ğ i z beyninden vurulmuşa döndü. - Defol, defol sürtük! Ö l i m de kına yak, mut­ fak eline kalsın değ i l m i ? Ö lmiyeceğim, çatiasan da patiasan da ölmiyeceğl m bilmiş o l l Ama sözünde durmad ı . O gece yarısı zekiiret fi­ lan, hınçla öldü. Bestami efendinin hali görülmeğe değerd i . Ka­ dının çenesi bağlandığı, üzerine beyaz örtü çekildiği halde öldüğüne l nanamıyordu. Bir ara küçük b i r göz işaretiyle beni öbür odaya çağı rd ı . Etrafını kol iadık­ tan sonra merakla sordu: - Sahiden öldü mü bu şimdi miri m ? - Hiç şüphen olmasın Bestami efendi amca .. Gözlerin i n içi güldü peşin, sonra başladı ş ı kı d ı k şıkıdık göbek atmıya. B i r ara : - Ne kendi etti rahat Ne halka verdi huzur. Yıkı ldı gitti cihandan Dayansın ehli kubur! ded i . I lave etti : - Ele güne karşı sevincimi belli etmekllğim y.'3· kışık al maz değ i l ml? - Zannederim.. Gözleri n e tükrük sürdü. 315


- Ağlamak Içi mden gelm iyor mlrim, ne yapa­ yım? BestamY efendi işte böyle bir BestamY efendid i r. Kendi deyimiyle, • Otuz altı y ı l l ı k ömür törpüsü • n · d e n kurtu lunca, adamı n hayatında gerçekten bir ı:ıl­ tın devir başlamıştı. Oğlunun hali vakti yeri nde ol­ duğundan, evin tekmi l masraflarını rahatça görüyor, Bestarni efendinin emekli maaşma i l işmiyordu. Hür­ müz hanımın sağ l ı ğ ı nda da i l işi lmezdi Bestarni efen­ dinin maaşma ama, kadın bınıkır m ı ? Adamcağız ma­ rangoz aletlerine filan harcamasın, kahveye dadan­ masın, evden dışarı çı kmasın, dizinin di binden ayrı l­ mas ı n diye el inden çeker a l ı r, metelik vermezd i . Şimdi iş değişmişti . Kendi başına buyruk, di lediği gibi gezip tozuyor, tel leri mavi nazar boncuklu boy boy kuş kafesleri, arka kaşağı ları, torununa irili ufak­ lı arabalar yapıyor, kuzu besl iyor, evde ne gel ini, ne oğlu, üst katta da kiracı ların filan bulunmadığına ka­ naat getirince de, torunu altı yaşındaki Nursen'le · Komşu komşu • luk oynuyordu. Beni çok sevmeslne, zarif semaveriyle her çay demlayişinde beni mutlaka çağı rtması na, hatta hatta yüzüne karşı • Refi kai-hayatım • dediği, ama Allahtan korkar gibi korktuğu karısının ölümüne kanaat geti­ rince önümde göbek atmaktan çekinm€mesine rağ­ men, toruniyle komşu komşu oynayışları n ı nedense benden bile gizlerd i . Ama ben bulmuştum gözetle­ menin kolayın ı . i lle öğleden sonraları : .. Haydi Besta­ ml efendi amca eyval lah. Çarşıdan bir emrin var mı?� diye ön kapıdan çıkar, arka kapıdan usulcacık girer, ona görünmeden bizim kata çıkardım. Sofada budak deliklerı vard ı . Başladılar mı oyuna, gözümü uydurur, rahat rahat seyrederdim. Çok geçmezdi aradan . . . Beyaz başörtüsü, önlü­ ğü, oyuncak süpürges l , kulağının arkasında bir sap karanfi l , yahut nargi lesiyle Bestami efendi, han ı m hanımcık, odalardan birinden çı kar, seslenird i : - Nursen hanım huuu l l l 316


Altı yaşında Nursen hanım, komşusunu fazla bek­ letmez, o da tıpkı dedesi gibi, başörtüsü, önlüğO, sO­ pürgesi , küreğiyle kapıda görünürdü: - Efendim canı m ? - Ne yapıyorsun? - Ortalığı süpürüyorum. - Allah kol aylık versin kardeş. Biraz biraz hafifledin m l ? - Nerde kardeş . . . Sen ? - Ben de öyle. Ne plşi riyorsun? - Oturtma. Haberin var mı aktarın küçük ôşlftesinden? - Hayır. Ne olmuş? - Dün bizimki bir bahriyel iyle görmüş! - Alaaaasen . . . - Valiahi kardeş. Herkes sen, ben m l k i bir taneyle ömrünü tüketsin? Bazan da misafi rler sökün etmiş olurdu. Besta­ mi efendin i n kulaklarında tahta parçalarından uydur­ ma küpeler, başında saç yerine kıvrım kıvrım yonga­ l ar, m isafirini karşı lard ı : - Buyurun efendim, buyurun. Hangi rüzgar attı · böyle? Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Şöyle buyu­ run efem . . . Küçükler nas ı l ? Sözde i kram edilen yere geçip kurulan misafir, yarım yarım cevaplard ı : - Ellerinizden öperler teyzesi . Sizinki ler d e iyi­ ler m i ? - Ellerinizden öperler ama, sağ olsunlar, çok yaramazlar! - H ep öyle efeeem . . . ......? Oğlu, gel ini, ölüp gittiği halde Hürmüz hanım, üst kattaki kiracılar -yani biz-, şoförün karısı, sokak­ tan geçen eskici, ebe Süheyla . . . Herkesin takl idini yapar, aşağıda torununu, yukarda da beni gülrnekten kırar geçirirdi . 317


PAZARTESi

Kitabevinin asık yüzlü iri yarı sahibi dükkandan içeri gi rince muhasebecide şafak attı. Çoğu Pazar­ tesilerde olduğu gibi, adam gene öfkeliyd i . Öfkeli zamanlarda onun ne mendebur olduğunu bil ird i . Yü­ zünden düşen kırk parça olur, ıvıra zıvıra söylenir, ba�ırıp çağı rmak Için bahane arar, yaratırd ı da. Yere dOşmüş bir kfığıt parçası, ağzı açık kalmış mürekkep hokkası , uçları s i l i nmeye unutulmuş kalemler, şu, bu , adamı küplere bindirmeye yeterd i . i l l e Anadoludan gelmesi geciken havaleler! Adamı n en öfkel i günü, Pazartesilerd i . Muhase­ beci, Pazartesi lerde patronun güldüğünü hiç hatırla­ maz. Ama bu gün ? Yani bu Pazartesi? Bu Pazartesi her Pazartesiden çok daha yorgun, çok daha uykulu, çok daha bitik. Çünkü, Pazarı sabahtan, akşama kadar çıl­ gınca eğlenerek geçi rd i . Ü ç arkadaştı lar. Ü çünün de körpecik, cıvıl cıvı l sevgi l i leri yanları ndaydı . Surgaz­ daki gazinciardan birinde yedi ler, içtil er, denize gir­ d iler, tekrar yed i ler, tekrar içtiler, tekrar denize gir­ diler. Akşam çok geç döndüler, en son vapurla. Evle­ rine gece yarısından epey sonra vard ı lar. Yorgunluk, bozulan sinirlerl, şu, bu, uyuyamadı lar. Hele muhase­ bec i l 318


Şimdi masasının başında, zonklıyan şakakları , zorla açı lan gözleriyle pelte gibi, oturuyor, canı iş gör­ mek istmiyor. Patron olmasa kol larını masaya da­ yayıp hemen kesti ri rd i . · Al lah vere de gene lüzumsuz bir iş ç ı karmasa! diye akl ı ndan geçird i . Sonra öğleye kaç saat olduğu­ nu hesapladı. Dört, dört koca saat vardı daha. Ah şu dört saat geçiverse de, bir saatlik öğle paydosunda yorgun bedenini depodaki kağıt stokların ı n üzerine atsa. Hele patron akşam üstü erken , dörtte, pek pek beşte gitsel Patronun ses i . Yorgunluğunun içi nden sıyrı lıp çıktı. Koştu. Ka­ pıda durdu. - Efendim beyim ? Adamı n yüzünden düşen kırk parça oluyordu gene. - Postayı aldırttı n m ı ? - Aldırttım beyim. - Yeni havale var m ı ? - Yok. Muhasebecisini geniş kulaklariyle birdenbire eşeğe benzetti . - N iye yok? · Göndermedikleri ıçın. Koca budala. Bu da laf m ı ? n deyip kıs kıs gülünecek b i r soru ama . . . Gözle­ rini parmakianna ind i rip sustu. Adam masasından kalktı , elleri arkasında, büro­ nun içinde köşeden köşeye gitti, geldi, gitti. Dönüşte: - Pis herifler, -diye söylendi-. Alacaklarına aralan, borçlarına kuzgun . . . - Çok doğru efendi m . . . Adam sertçe döndü: - Doğru olan ne? - Alacaklarına arslan, borçlarına . . . - Gevezeliği bırak da, bütün bayilere birer mektup yazı Muhasebeci sars ı ldı : •

319


- Ü ç gün ewel yazmıştık beyefen d i . . . - Bil iyorum. Sen beni m emirl erimi yerine getirmekl e mükellefsin, beyanı mütalaayla değ i l . Mek­ tuplar hemen şimdi yazı lmıya başlanacak, en geç akşam sekizde bana i mzalatı lmış olacak. Haydi , marş! - Başüstüne efendim. Masası na döndü. Fakat kabi l değildi. Uykusuz· luktan yanan gözleri , gevşemiş sinirleri , lapa halin­ deki bedeni . . . Kabil değ i l , kabi l değ i l , yapamıyacak. Bununla beraber, yazı makinesinin başına geçt i . Kapağı ç ı kardı, kağıt taktı . . . Ne yazacaktı? Ne yazma­ lıyd ı ? Durmamacası na, öğleyin bir saatl i k paydosunu da feda ederek çalışsa, sekize kadar kabi l değ i l ye­ tiştiremezd i . Geçen seferkileri bir buçuk günde zor­ la yazmıştı, zarf üstleri hariç. Peki ama ne diye tek kağıt takm ıştı ? Beşer, al­ tışar, sekizer, kabi lse . . . Kopyal ı yazmazsa Imkan yok­ tu . O kadar mektup! Esned l . Kt\öıdı çıkard ı . Kopya kağıtları da neredcyd i ? Ya peiOrler? Tekrar esned i. Sekiz pelürün arasına kopya kağ ıtlarını koyarken patronuna müthiş bir küfOr kaçırdı içinden. Zul ümdü bu. Ü ç gün ewel yazılmıştı. Bu zaman zarfında mek­ tuplar ancak gitmişti . Cevap için hiç olmazsa Oç gOn daha geçmesi IAzımdı - Pis herif, zalim, fena i nsan! Diye patronunun kapısına bakarak m ı rı ldandı. Patron da pazarı boş geçi rmemiştl. Çoluğu çocuğuyla Büyükadaya gitmiştl. Sabah ve öğle iyi geç­ miş, parazitler üşüşmemişti. Fakat akşam ? Bir alay yüz hayalled i : Uzun, sivri, yuvarlak, yas­ sı, gözlüklü, gözlüksüz yüzler . . . Kirndi bunlar? Kim­ lerd i ? Kendisini nerden tanıyorlardı da masası na üşüşmüşlerd i ? Hele Içlerinde • Hakkıaliniz var, i sabet buyurdunuz . • üslübiyle konuşan, hacıyatmazı ha.

. .

320


tırlatan b i risi vardı ki, ahtapota benzeyen koliariyle masayı silip süpürüvermişti. Kirndi bu? Sokakta görse tanı r mıydı? Sanmı­ yordu. Hiç birini tanıyamazdı . H em tanısa ne olacak­ tı? Selamiaşmaya değer miydi ? Bundan sonra biliyordu yapacağ ını . . . Masrafları adamak ı l l ı kısacak, dün sarfettiklerini bu hafta için­ de telafi edecekti . Yapacaktı bunu! Telefon çaldı . - Alooo . . . Yakın, fakat yanında pald ı r küldür konuşulma­ ması gereken yüze gü lücü meslekdaşlarından birisi . Raklpti ler de. Birbirlerini vurmak, birbirlerin i n işini bozmak için en küçük fırsatları kaçırmazlard ı . Am�ı yüz yüze geldi ler m i , canciğer, kuzu sarması ! Adam, kalp sekteslnden vakitsiz ölüveren yük­ sek makamdan birinden bahsetmişti. Başlarının bağ l ı olduğu, kağıt v e saire tahsislerinde sözü geçen bir makam, bir devlet memuru. Her ikisi de kendilerini adamı n ölüsüne bile saygı gösterrneğe mecbur far­ zediyorlard ı . Teessürde arkadaşından aşağı kalacak değ i l d i ya. - Vah, vah, vah . . . -dedi-. Daha ell isinde yoktu. - Yoktu zaval l ı . - Tahsi lini Ingi lterade yapmıştı değ i l m i ? - Evet. Ihtisasını d a Amerikada. Cenazesinde bul unacaksı n değil m i ? - Elbette, el bette . . . Sen? - Ben de. Memleket için çok büyük bir kayıp . - Muhakkak. - Yeri kolay kolay dolduru lamaz . - Ona ne şüphe. - Halim, sel i m , namuslu adamdı. - Zekas ı ? Zeklls ı ya? - Ya kültürü? . . . . . . . . .? 321


- .........? Kulakl ı ğ ı yerin e bıraktı. işte yine fuzul i bir mas­ raf kapısı açı lmıştı ! En azdan bir çelenk yaptırmak zorundaydı . B i r çelenk, otuz, kırk l lral Guya fuzul i masrafları kısacaktı . . . Yoktu, b u dünyada rahatlı k yoktu vesselam. O h ı rt ne diye ölmüştü sank i ? Za­ ten münasebetsizin biriyd i . Her işi böyle. Peki beriki ne diye telefon etmişti ? Ne diye edecek, çelenk mas­ rafından çıkarmak için. Vay namussuz vay! Köşeden köşeye gidip gelmesine devam etti . G itmese? Boş verse? Ö ldüyse öldü, geberdiyse geberd i . . . Fakat ol mazd ı . G itmesi lazımd ı , gitmeliyd l . Yeri ne geleceğe yetiştirirler, yüze gülücülüğünden bahsedebilirlerd i . Buysa teh l i keliydi. Hele telefon eden sersem, ölenin yerine geçecek olana kimbi l i r nasıl ş işirir, kağıt tahsislerinden fiian mahrum bı ra­ kıp, gözden düşürmek için . . . Seslendi . Muhasebeci pörsümüş, yarı baygın, kapıda görOndO: - Efendim beylm? - Ne kadar paramız var? - Elli kilsur. - Pekala. Gönder odacıyı, otuz kırk l i ra l ı k bir çelenk yaptırsın. - Çelenk m i ? Ne için? - Ne için olacak, şu h ı rt gebermlş. Gitmesam olmaz. Sonra . . . Çok da yorgunum. Gidip ısti rahat edeceğim. Sevinç, uğultu halinde muhasebeciyi dolaştı : - Mektuplar, mektupların i mzası ya beyefend i ? - Kalsın. - Demek bugün teşrif etmiyecekslniz bir daha? - Yorgunum, ısti rahat edeceğim dedim ya! Şapkasını alıp çıktı . Muhasebeci artık kendini tutamad ı , masanı n önOnde raspa yapmıya başladı . Odacı : - Hayrola beyim? 322


- Al şu elli papeli. Atla Beyoğluna. Otuz, kırk l i ralık bir çelenk yaptır, götür Şişli camiine. Ondan sonra da cehennemin dibine kadar yolun var, gez, eğlen, ne halt edersen eti Odacı da gittikten sonra, yazı makinesi nin ka­ pağı n ı aldı. Pırıl pırlı tuşları kapatırken: - Fakat, -dedi-, şu bizim patron . . . Namussuzum Iyi I nsan be! Uykudan filan eser kal mamıştı . Her şeyi olduğu gibi bırakıp, şapkasını kaptı . Dudağı nda bir ıslık, merdivenl koşarak indi. Dışarısı günlük güneşlikti. Aksi gibi uykudan da eser kalmamıştı. Yatsa bile uyuyamıyacağını bil iyordu. En iyisi . . . - Adaaaam sende, -dedi-. Gece uyurum. Sevgil isini bulmak üzere hızlı adımlarla bastı gitti.

323


AKŞAMCI

Onu görür görmez akl ıma geldiğince, gerçekten akşamcı mıyd ı ? Bilmiyorum ama, daha çok da salta­ nat devi rlerinden kalma birini hatıriatıyordu : Ağız kıyı larından aşağı lara yol almış kaba, kırçıl bıyığı, akları patlak gözleri, uçları muska gibi kıvrık kolal ı yakas ı , l rlce bağ lanmış kravatı , yeleği , akşamcıl ığı­ n ı n en güçlü tanığı yumruk gibi, mosmor burnu, gü­ müş çerçeve l i oval gözl üğü . . . Önündeki tahta masaya açı l ı kocaman bir defte­ rin başındaydı . Alabildiğine rahat bir vurdumduymaz­ l ı kla cigarasını içerek düşünüyordu. Sanki önünde ço­ cukları nın kayd ını bir an önce yaptı nverip işlerinin başına dönmek için sabı rsızianan Insanların upuzun . sinirli, hatta zaman zaman hamurtulu kuyruğu yoktu . Oysa, elini çabuk tutsa öğrenci adayların ı n kayıtları· nı hemen tamamlayıp, .önündeki sinirli kuyruğu eriti­ verlrdi . Hayır, iki cigara içip bir iş görüyor, daha çok da düşünüyordu. Sanki yıl larca öncenin şimdi çok ge­ rilerde kalmış anı larıyle dopdoluydu. Düşünüyor, bo­ yuna düşünüyor, düşünürken de hafifçe gül ümsüyor­ du. Küçücük bir memur, bir lisenin öğrenci kayıt iş­ lerine bakan küçücük bir memuru değildi sanki . San­ ki onun da çevresini • Evlad-ü ıyfıl • almamış, ekmek, 324


ayakkabı, elbise, kira b i r takım taksitler d p rdiyle dert­ li değildi. Giyinişi, saçlarını tarayışı, bıyığı , gözleri­ nin dalışı her şeyi, her şeyiyle • Ü sküdara g ideriken yağmura tutulup, eteğine çamur bulaşmış katip ..ti . Uzun bir düşünü 'den sonra içini deri i i i n derin çekip, önündeki çocuk velisinin elinden sarı zarfı ald ı : - Ver bakalım . . Sesi kal ı nd ı , toktu. B u ağırdan alış karşısında ondan başkası olsa sinirli kuyruk çoktaaan bayrağı açar, çoktaaan tartışmağa başlardı. Ama bu herhangi bir katip olduğu halde « Herhangi» biri değilmiş gibi geliyordu, sinirl i kuyruğa. Bir ağ ırlık vardı adamda, bir büyük adaml ı k, bir h ı rlanamazl ı k .. Avurdu avurduna geçmiş yaşlı adamı n çekinerek uzattığı zarfta torununun okula kayıt evrakları vard ı . O, yani kayıt memuru , hiç telftşlanmadan, telaşlan­ maktan geçtim, bir parçacık çabuklaşmadan zarfı ağı r a ğ ı r açtı, evrakları ağ ı r a ğ ı r çıkardı, masasında açı l ı defterin üzerine ağır ağı r yaydı , teker teker, a m a ağ ı r ağı r gözden geçirdi belgeleri . K ı l ı kırk yarareasma in­ celediği halde hiçbir eksiklik bulamad ı . Kalemini eli­ n e aldı. Kaydedivermesi gerekirken, çocuğun kimlik cüzdanı n ı kimbi l i r niye, açtı , baktı baktı, neden sonra mırı ldand ı : - Pirlepe . . . Dudaklarındaki gülümseme arttı. Acı bir gül üm­ semeydi . Gözleri daldı. Belliydi ki çok geri lerde kal­ mış « Pirlepe »yi düşünüyordu. Sonra bakışları nı karşısındaki adama kaldırd ı : - Soy adınız Pirlepe m i ? Uzun boylu, kupkuru adam başı n ı salladı : - Evet beyim. « Bey» i n bakışlarındaki tatlı yumuşak l ı k daha bir tatl ı laştı . Yıllar ardındaki b i r ahbapl ığı yaşar gibiydi . Gene de: - Soy adınız niçin Pirlepe? - Aslen Pirlepe'liyiz de .. 325


- Yaa. Demek Pirlepe'llsiniz? - Evet beyim. - Tahmin etmlştlm. Demek Pirlepe'lislniz? Se n i n nüfusunu ver bakayım ! Sinirli kuyrukta duyulur duyulmaz homurtular. Tınmadı bile. Adamdan kimlik cüzdanını aldı, ağır ağır açtı yaprakları : - Tevell üdün üçyüz yirmi m i ? Benden küçük müsün yani ? Nasıl olur? Sen benden çok yaşlı gözü­ küyorsun be! El inde adam ın kiml ik cüzdan ı , uzun uzun süzdü. Sonra sordu : - Pirlepe'nin neresinden ol ursun? - Ben m i ? Bilmem ben Pirlepe'yi . Ben burada doğmuşum beyim .. Adamın sihri bozul muştu sanki . u Akşamcıunın yüzündeki tatlı yumuşak l ı k sillniverdi, hatta çizgiler sertleşti, kırçıl, kal ı n kaşları çatı l d ı . Sertçe sordu: - Bu çocuk seni n m i ? - Evet beylm. - YAni torunum demek' Istedim .. - Olıımazl - Oğlunun oğ lu mu, kızının oğlu mu? - Rahmetl i oğlumun. - Neden rahmetl i ? - Sizlere ömür. - Ne iş tutardı ? - Şofördü beyim. � Ne şoförü? - Taks i . - Kaza mı yaptı ? - Kaza yaptı. - Bundan başka çocuğu var m ı ? - Ü ç tane daha var beyl m. - Kız? Oğ lan? - Ü çü de kız. - Bundan büyük mü, küçük mü? - Küçük beyim. 326


- Taksi kendisinin m iydi? - Kendisinindi. Daha doğrusu benim. Tabi oğlum olduğu Için farketmiyordu. Ha benim, ha onun. Ama asıl mal sahibi ben gözüküyorum. Hala da öyle· d i r. Vergisini falan ben veririm . . . Kuyrukta oflamalar, puflamalar . . . O , kalemi e l i nden bıraktı , sanki kuyruktaki ofla· ma, putlamanı n i nadına, iskemiesinin arkal ığına yas­ landı, bacakların ı gere gere uzattı masanı n altında: - Taksi el e l i nde tabi? - Ne olacak beyim ? Bu yaştan sonra kend im kullanamam ki ! - Kazancı nas ı l kontrol ediyorsun? - Yaptığı kilometreyle. Düşündü, uzun uzun düşündü. Sonra: - Sakat, -dedi-. Arabanı n üç tekeri şoföre çal ış ı r bil i rsin elbette? Yaşlı adam kupkuru gerdanını kırarak güldü : - Bilmez olur muyum beyim? - Evin kira m ı ? - Kira. - Niçin? Adam şaşırm ıştı . Çevresine bakındı, güldü, sonra ciddi leşti : - Mülküm yok da ondan. - Tarlan falan ? - Var. Beş yüz dönüm bir tarlam var! · Akşamcı nnın yüzündeki sert çizgiler gene yu­ muşadı : - Beş yüz dönüm. Epeyce. Taksin d e var. Peki niçin tarlayı falan satıp nakide tahvi l etmiyorsun? Sinirli kuyruktan bir • Ohooooo . . . " yükseldi. - . . . . . . nakide tahvil etsen, en azından elli bin, belki d e yüz bin. Ne yüzbini ? Yarım m i lyon ! Yeri nde kalktı oturdu : - Varım m i lyonla insan . . . ben senin yeri nde o l­ sam evler yapar yapar satardım. i nşaatta çok kar var. 327


I nsan ı n yarım mi lyonu olacak, sonra da kirada otu­ racak. Deli misin sen be? Az önceki ağırl ı kta iz kalmamıştı . Şikarının üstüne atılacak bir kaplanı hatı rlatıyordu. - Ha? Deli misin? - Değilim şükür beyim . - Yarım mi lyonu yerde bırakıyorsun, akıl l ı ! - Tarlam kıraç yerde beyim, etmez o kadar. - Yüz bin etsin! - Etmez. - Elli bin? - Etmez beyim, vermiyorlar. - On bin de etmez mi be Allahın kulu? - Eder, o kadar eder. - On bin tarla. Sat taksiyi de. O ne marka? - Şevrole beyim. - Hangi yılın? - Altmış. - O da etsin otuz bin. Ha? - Peşin para otuz beş bin verdiler vermedimdi.. Kızd ı : - Niçin vermedi n ? - Yarısı bono altmış bin verdilerdi iki sene evvel .. - Ver gitsin ver. El elinde hayır gelmez. Ara­ banın üç tekeri şoföre ödenecek, sana ne kalacak? H i iç. Sat otuz bine. On bine de tarla: Kırk bin. Şeh­ rin dışı nda bir arsacağ ız a l . . . Gözleri tatlı tatlı dald ı . Adama da, başkası n a da bakmıyor. Sinirli kuyruktan yükselen öfkel i homurtu· ları duymuyordu: bak, Pirlepe'l iymişsin, hemşeriyiz. Be­ n i m de sülalem oral ı . Sat tariayla taksiyi. Şehrin dı­ şında bir arsacağız satı n al. Kum, kireç, tuğla, klre­ m lt, demir, keresteyi falan bir Hacı Baba var, benim ahbabım. Ondan alırız taksitle. Ü stü yanyana i k i daire bir ev yaptı rırsın. Dairelerden her biri iki oda bir 328


mutfakl ı k olur. TuvaJetleri falan. Birinde kendin otu­ rursun, öbürünü ki raya verirsin. Aitın ı da kahve ya­ parsın. Atarsın b i r ocakçıyla bir garson, geçers i n kahvenin başı na, toplars ı n arkadaşlarını, ooooh. Gel­ sin muhabbetin koyusu, yarenliğin daniskas ı l Göz kı rptı : - Arada atar mısın? - Eh işte. Akşamdaaaaaan akşama! Gözlerinde sevinç şimşekleri : - Yaşa! Şişeceğinizi de hazı rlar, salatasıyla, köftesiyle, maden suyu sodasıyla . . . Sinirl i kuyruktan gene bir ·-Ohoooooooo» yük­ seldi. Ona döndü bu sefer: - Acele işin mi var evlat? Aldırma. iş bitmez . . Cennetmekan ecdadımızın da görülecek çok işi var­ dı. Kalemi yeniden aldı. . .

329


S A L A T A

Ben bu a Salata o yı, çeşitl i magazinlerde çıkan • Röportaj .. lardan derleyip, birazcık hayal karıştı rn­ rak yaptım. Bakın nas ı l : Kapı açı l ı nca, uzun namlulu küçücük b i r kovboy tabancaslyle burun buruna geldik: - Kameonl Şapkası , daracık pantoloniyle minnacık bir kov­ boy. - Eller yukarı ! Cücelere eyvallah zorunda kalan Gül iver gibi, emre uyduk. Bizi içeri aldı. C ı l ız sesiyle kumandaya başladı : - Sağa! Durun! Soldaki kapıyı açı n ! G i ri n ! G i rdik. Fevkaladenin enfesi eşya. H e r şey pırıl p ı rı l . Arkadaşla birer kenara il işti k. M innacık kovboy ortalardan s i l i nmişti. Arkadaş göz kı rptı : - Nası l ? Senin evde var mı bu möble? - On bin eder mi? - Sanatçı geçinirsin bir de. Fikrin yok mu? ............? - Bak heritin kızına! Kristal kadehlerle l i kör geldi. - Hanfendi nerde kızım? 330


- TuvaJetlerini tazeliyorlar efendim. Tekrar yalnız kal ıyoruz. - Bunların tuvaJet masrafı senin, benim altı ayl ı k kazancımızdır. - Sahi m i ? - Gelsin, b i r punduna getirip soralım d a bak. Kalkıyor. Pırı l pırıl büfenln üzerinde duran l i kör sürahisinden kadehini h ı rsızlama doldurup dikiyor, sona tekrar doldurup, di kiyor. - Bedavadan kafayı bulalım bari . Ver kadehini. - i stemem. - Niçin? - Likörü sevmem. - Doğru . Afyon katı lmış açık şaraptan başkası katanı tutmaz değil m i ? - Rakıdan şaşmam . - Mangırın var mı akşam rakı Içelim? - Yok. Sende? - Olsa sana sorar mıydım? - Magazincilerden filan tırtı klamak kaabi l değil m i ? - Olsa b i l e , yarın elektrik parası için ası laca­ ğım. - Benim de kira gel ip çattı, ne halt etmeli bil­ mem. n Hanfendi • i ki d i rhem bir çekirdek, geld i . Kırım kırım kırıtıyor. - Hoş geldiniz efendim. - Hoş bulduk. El sıkışıyoruz. - Nası lsınız efendim? Teşekkür ettik. Arkadaş sordu: - Siz nas ı lsınız? - Ben mi? Hiç sormayın. Günlerdenberi üzüm üzüm üzülüyorum. - Hayrola? - A .. Haberiniz yok mu? Cim hasta ayol ! - Yaa . . Geçmiş olsun. Nesi var? 331


- Eczahaneleri altüst ettim, Avrupa maması bu­ lamadım. Yerli almak " zorunda kald ı m . Bağırsakları bozuldu. - Vah vah .. Möbleleri yeni lemişsiniz. - Evet ama, gözümden düştüler. - Sebep? - Ki m görse gözü kal ıyor, kopya ediveriyorlar. Orijinaf itesini kaybetti . Değiştireceğl m . - O n beş b i n var m ı ? Darı ldı. - Aşk olsun. Ben fi lan mıyım? Hiç onun gibi bana! eşya kullan ı r mıyım? Yalnız yatak odası takı­ mım sekiz bin l l ra l - Rujunuz da çok tatl ı . - Son Avrupa seyahatimde, Paris'ten almıştı m . Herkes beğeniyor. Hususiden inmeğe gelmiyor. Her­ kesi n gözü üzeri mde ! - Geçenlerde b i r yerde sizden söz açı l mıştı da . . . Ciddileşti : -Benden m l ? Nerede? - Mazur görün, söyllyemiyeceğ im. - Anladım. Fi landa değil m i ? i stediğiniz kadar saklayın siz. Aleyhimde neler söylediğini işitiyorum. Ben onun gibi adi değ i l i m . Benim yalnız ayl ı k tuva­ fet masrafım onun üç ayl ı k kazancı ndan fazladır! - Bunları ona söylemekte mezun muyum? - Bi lhassa rica ederim. Sordum : - Onun üç ayl ı k kazancı ne kadar? Dudak büktü : - Ü ç bin l i racık .. Sinirli sinirli anlatıyor, i stanbulun bi lmem kaçın­ cı tepesi nde yaptırmakta olduğu muhteşem viiianın tayansiarını getirtmek için gittiği Avrupa şehrindeki süksesinden, iç çamaşı rlarından, mantolarından , tay­ yörlerinden, iskarplnlerinden bahsediyordu. Okumayı sevip sevmediğini sordum. 332


- Çok, -dedi-. Gözlerim bozulacak diye korkuyorum. - Roman okur musunuz? - Okumadığım roman kalmadı hemen hemen. - Mesela, Çemberlayni n son yazdığı Anna Karanina'yı beğendiniz m i ? - Hem d e nası l ! - Müzik? Resim? - Asla ihmal etmem, bayılırım. - Tol stoy'un sonatiarını beğenirsiniz herhalde? - Bayı l ı rı m . - Ya Mendelson'un tabloları ? - Son Avrupa seyahatimde doya doya seyretmek fırsatını buldum efendim. Arkadaşım ona çaktı rmadan, dürtüyor. Oysa hala fayanslarından, iskarpinlerinden, mantolarından, sük­ sesinden konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor.

333


MARILYN

Beli kocaman fiyonklu, bebe yakalı, karpuz kol lu pembe el bisesi Içinde dehşetli mağrurdu. Ağı r ceza mahkemesinin kapı kenarına sırtiyle dayanmış, alnına dökü len bir tutarn saçı , arada başının sinirli bir ha­ reketiyle orkayo atıverlyordu. Göğsü vakti nden evvel gel lşse bile, boyu, omuz­ ları , ufacık ayaklariyle, çocuktu. Yalnız gözleri . . . Yanı başında iki gözü çeşme annesin i kayıtsızlıkla dinlerken, tatlı ela gözleri arada yanındaki arkadaş­ larına dönüyor, gururlu gururlu gülümsüyordu. Ü ç arkadaşı n ı n üçü de hemen hemen onun gibi giyin­ mişti . Ona gıptayla bakıyorlardı. Oysa, kahramanlığını müdrikti hani . Bir ara annesine sertçe döndü : - Kati ! Nasihata ihtiyacım yok. O güzel fi ki rle­ rini kendine sakla! Otuzuna ya varmış, ya varmak üzere genç anne, siyah başörtüsünün çerçevelediği boyasız yüzü, yaş yaş gözleriyle suspus, asi kızına bakakald ı . Ne söy l i­ yeceğini şaşırmıştı. Genç kızsa, annesine sırtını çe­ virip arkadaşiyle kafa kafaya vermişti bile. Kadınca­ ğız başörtüsünü sinirl i sinirli çözüp, çenesinin al­ tında bağlarken, yüzüme hazin hazin baktı , karşısın334 .


dakinin belki de fena niyetli biri olacağını düşünme­ di . Derdini dinleyecek, ona hak verecek bir i nsan arıyordu besbelli. - Bu devirde, -dedi-, kız eviadı mı . . . Genç kız şimşek gibi döndü : - Düşman başına değil m i ? Ben de ayni ka­ naattayım. Bu devirdeki anlayışsız, cahil anneler sa­ h iden düşman başınal Gözleri ateş saçıyordu. Arkadaşlarına dönmüştü b i le Kadına sordum : - Kızı nız okuyer mu? Bu sefer bana döndü. Ateş saçan ela gözelerl , i nceltilmiş kumral kaşları, rujlu dudaktan . . . Beni Marfon Brando.. yahut ötekilerden birine benzeterne­ miş olacak ki, üzerimde durmağa lüzum görmedi . Sadece dudak büktü, arkadaşlarına döndü. Annesi kızı ndan çekinerek beni cevapladı : - Beşi bitird i . - Burada I ş i ne? Kız gene hırsla döndü: - Kocayil kaçtım. Öğrenmek Istediğiniz başka bir şey var m ı ? - Teşekkür ederim. Yaşınız? Kızlar kahkahalarla güldüler. Berikl kıpkırmızı kesi ldi. - Ben sizin oyuncağınız değilim, anladınız m ı ? - Rica ederi m . . . Beni yanlış anladınız galiba. Ben . . . . . . Mübaşirin sesi . Genç kız annesinin önü sıra mahkemeye g i rdi. Az sonra, bi lekleri kelepçell, on sekiz yaşlarında, tüysüz bir del i kanlı, is karası dalga dalga saçiariyle jandarmaların arasında göründü. Mahkemeye g iren genç kızın arkadaşlarında heyecan. Birbirlerine soku­ larak delikaniıyı gözleriyle takip ettiler. Ettiler ya, o da bunun farkında, adamakıllı rol kesti. Mahkeme gizli görülecek. Kapı kapandı. Kızlar .

335


küçücük mendilleriyle ağızların ı kapaya, terlerini sile hararetli hararetli başladı lar. Ne konuştukların ı işı­ tebi lir miyim diye, az daha sokuldum. Kaabi l m i ? istediğim kadar, yanlarındaki duvarda ası l ı l i steyle meşgul görüneyim. Yutmuyorlar. Gözleri üzerimde savuşmamı bekl iyorlar. Derken, kafamda şimşek çak­ tı : G Ôzl eri sahiden gazel biriyle bakışlarımızın karşı­ laştığı bir an, içeriye giren arkadaşları n ı kasdederek: - Fevkalade gözleri vardı . . . Dedim, mahsustan. Çünkü, asıl fevkalade yeşil gözler beri kindeyd i . N itekim isyan etti : - Hiç te bile. Asıl göğsü! - Sah i . Göğsü Jean Russel 'e benziyor deği l m i ? - Ne münasebet? - Ya? - Marilyn'e. Mahal lede M arilyn Melahat deriz. Marılyn'in hiçbir fi lmini kaçırmaz! - Siz? - Biz de tabii. . . Dördümüz sacayağız. Sinema· ya beraber, Gülhane parkına beraber, her yere bera· ber gideriz. - Pla]a? - Plaja da. Annesi öyle içerliyor ki bize. Patl ıcan moru , japone elbiselileri: - Çok anlayışsız kad ın sahiden de, -dedi-. De­ ğ i l mi Neşe? Neşe'nin beyaz tafta biCızu pek yakı şmıştı . Kulaklarında iri, siyah halkalar. - A . . . Tabi . Öyle annem olsa . . . - N e yaparsın? - Boğarım ı Kahkahalar. Gözleri güzel olan : - Halbuki , -dedi-, Doğan gibi sükseli çocuk . . . - Doğan kim? - Görmedi niz mi? - Demin kelepçeyle gi ren m l ? - Evet. 336


- Lise dokuzda. Doğan 'ın onunla konuşması , Melahat için büyük şans. Doğan'a bütün kızlar ba­ y ı l ı r be . . . Nas ı l tanıştı lar biliyor musunuz? Lisede basketbol maçından dönüyorlarmış Doğan'lar. Yanak­ ları al aldı. Evladım. Melahat dedi ki, G regori Pek'e benziyor, ded i . Duymuş. Durdu. Güldü. Siz de Ma­ rilyn 'e, ded i . Malahata Mari lyn'e benzediğini söyle­ sinler, canını verir! - Sonra? Göz kırptı : - Sonra, ateş bacayı sard ı ! Mari lyn'in ü ç arkadaşı içinde e n çirkini, ciddi le­ şerek: - işi buraya vard ı rmamasını çok söyledim ama, dinleternedim -dedi. - Nasıl yan i ? - Nası l olacak, on üçünde daha. Çocuğun başın ı derde soktu. Az sonra mahkeme kapısı açı ldı. Peşin, jandar­ malarla bi lekleri kelepçel i Doğan, arkası ndan, anne­ sinin zorla zaptettiği Malahat göründüler. Melahat z i ncirinden boşanmış g ibiyd i . Barbar bağırıyordu: - Benim evim bundan sonra kocamın evidi�. babamın evin i istemiyorum. i stemiyorum efendim . Valiahi öldürürüm kend i m i , billah i öldürürüm ! ! Koridor lahzada tı klım tı klım oluverdi. Genç kızı n feryatları merdivenlere doğru sürük­ lend l .

337


Ö T E K 1

Koyu yeşil üzerine pembe kahkaha çiçekleri i ş l i zarif elbisesi içi nde geniş omuzları, i ncecik beliyle bel ki de lst.:ımiyerek V olmuş. Sırtı , göğsü, kol ları pUIJ yanı�ı tatlı esmerd l . Belki de Karmen M i randa ·­ yı hatırlatarak, gülüyor, söylüyor, gülüp söylerken arada tatlı espriler şimşek gibi çakıveriyordu. Sesi sıcak, tahrik ediciyd i . • Ay ne fenasınız ! " yahut • No­ lursunuz yapmayı n ! " yahut da buna benzer b i r şey­ leri öyle tatl ı , öyle ahenk li söylüyordu k i . . . Kulaklarında Havay tipi küpeler, boynunda gene Havay tipi renkl i boncuklar, yahut kabuklardan uzun bir gerdanlık. Laf arasında kendini iki kelimeyle çiziverd i : • Şen dul • . Henüz yirmi birl ndeymiş. Dört yıldır evl i . Ama artık bıçak kemiğe dayanmış. Peşin kocasını, sonra avukatını b i r güzel çekiştird i . Boşanma işinde avuka­ tın çok daha makul olmasını lstermiş. Sordum: - Yaşl ı m ı ? - Ki m ? - Avukatınız. Güldü : 338


- Maalesef. Öyle tatlı güldü ki, dünyanı n en makul avukatı olmıya can atardınız. Koca istanbul 'da çok daha makul avukatlar bul­ mak kaabilken niçin azını tercih ettiğini sormama vakit kalmad ı : Telefonun Zili . . . Şaşılacak b i r önseziy­ le, teletonun öbür ucundakinin kocası olduğunu , şa­ yet kendisini sorarsa lütfen atiatmasını telefon başın­ daki bayan arkadaşından rica etti . Buraya kadar, yani koyu yeş i l üzerine pembe kah­ kaha çiçekleri işli zarif elbisesi içinde geniş omuz­ lar, inceci k bel i , plaj yanığı sırtı, göğsü, kol ları , ih­ tiraslı sesi, hatta hatta Karmen Miranda'yı hatı rlatı ş ı , tatl ı espri leri filan yazıl maya değmiyeb i l i rd i . Asıl bundan sonrası beni llgilendirmişti . Sanırım sizi d e ilgilendirecek. Çünkü, telefonun öbür ucundaki ger­ çekten de u Kocası oyd ı . B i r an geldi. • Şen du l » un sabrı tükend i , arkadaşının elinden kulaklığı ald ı , ba!i­ lad ı : - Alooo . . . Sen misin? N e var gene? Efendim? Son bir defa buluşmak m ı ? Allah yazdıysa bozsun. Evet yazdıysa. Seni nle konuşacak hiçbir şeyim yo� Avukatımla konuşursun. Yakında eelbin gel ir, mahke­ mede karşı laşı rız. Tabii. Boşuna şekerim. Sevmiyo­ rum sen i , sevemiyorum. His meselesi . Değil m i ? Sana karşı içimde zerre kadar sevgi yok. Kime? Bii­ lende m i ? Ne demişim? Seviyorum mu demişim? Ağlamış mıyım? Yalan ! Hem canı m Bülent'e fi lan ne hacet? Seni sevmediğiml, akl ı mdan bile geçirmediği­ mi, sana tahammül edemediğimi anla artık. Anla şe­ kerim. Tabii. Hala mı Bülent? Ayol seni sevmiyorum, senden nefret ediyorum, anlamıyor musun? içimde sana karşı küçük, küçücük bir istek olsa . . . Yok. Kah­ rolayı m ki yok. Pişman mı olacağım? Olmam , üzü lme. Ü zülme şekerim. Zorla güzellik olur mu? Başkası n ı m ı ? Henüz hayır. Ama i l k fı rsatta, yani münasi p bi(i· ni bulursam, evet. Yıllar yılı seni n yasını tutacak de· ğ i l i m ya. Amaan saçmalama. Katarnı kızdı msan gü· 339


zel çirkin demem . . . Keyif benim. Can ı m sağ olsun. Hala mı benimle bulaşmak? Çıldırtırsın insanı. Ayol sana tahammül üm yok diyorum, sen hala . . . Farzet seviyorum, farzet yattım. Farzı da atıyorum, yattım . Hala beni kabul edebilecek misin? N e ? Edeceksin ha? Şu ana kadar nazarımda ne de olsa bir şeyler ifade edebi liyordun, şu andan sonra büsbütün yıkıl­ dın. Ayıp ayıp. Erkekler adına utanıyorum . Çok hay­ siyetsizmişsi n . Fena mı olur? i ftira mı edersin? Le­ keler misin? Tehditle yola getirmek mi yani? Böyle şeylere tenezzül etmemeliydln. Erkekler duyması n . Erkekl iği herbad ediyorsun. Taktıracağımı söylediğim halde m i ? Telefonu şırak diye kapadı . u Şen dul • luktan eser kalmamış, sinir buhranına tutul muştu. Kolları­ nın üzerine kapanarak hüngür hüngür ağlamıya baş­ lad ı . Neden sonra doğruldu. Uzun siyah kirpiklerinde titreşen damlalarla yüzü büsbütün güzel leşmişti . Güzel leşmişti ama ben şimdi ondan çok • Öteki » rıi düşünüyordum : Bu geceyi herhalde kuytu bir meyhanenin · ruha kasvet veren musikisl içinde, masaya dayalı dirsekle­ ri, avuçlarına aldığı zonklıyan baş ı , yaşl ı gözleriyle önündeki rakı kadehinde hayal lediği Karısı .. nı dü­ şünerek geçirecekti r. • Şen dul » doğru ldu. Hala sinirli, sordu: - Siz erkekler hepiniz böyle misiniz kuzum? Derhal cevaplad ı m : - Hayır! a

340


Ü M i T

Yüzü hafif çiçek bozuğu ufak tefek bir adamca­ ğızd ı . Kendi n i bildi bileli, yani yirmi beş senedi r, iri yarı, yakışıklı , arkadaşlarının aşk maceraları nı dinle­ yip şaşmağa, sevilmedeği için de sevmemeğe alış· mıştı . Bir köşeye çekil ir, bu kadar ufak tefek ve çirkin yaratı ldığı için Allaha şekvalarda bulunur, bazan d:1 küserd i . B i r kadın, herhangi bir kadı n - sağır, kör, d i lsiz. hatta kötürüm - önüne çıksa da, • Canım, şekerim . Seni seviyoru m ! • dese, vermiyeceği şey, gi rişemiye­ ceği fedakarl ı k yoktu. Fakat nerde? Her gün yüzlerce kadı n sağ ından, solundan ge­ çer, vapurda, tramvayda, otobüste sürtünürlerdi hat­ ta. Fakat hiç biri, en ufak bir ümit verecek tarzda bakmazd ı . Şöyle bir bakarlar, ondan sonra gözlerini başka tarafa çevirirlerd i . Onun için, o da onlarla meş­ gul olmaz, gözlerini onlardan kaçırrrd ı . Bununla be­ raber, herhalde günün bi rinde bir kad ı n çı kacak, ca­ nım, şekeri m . . . Seni seviyorum ! diyecekti. Ü mit, pırıl pırıl bir ümitti bu. ..

Günlerden b i r gün, yüreği nde hep o kadı n hasre341


ti, Gü l hane Parkından içeri girdi. Vakit öğleye yakın· dı. Büyük ağaçların koyu gölgeleri yerlere seri lmişti , boş tahta sıralar uyuklamakta idiler. Ufak tefek adam Saraybumuna uzanan geniş yolun kenarında ağır ağı r yürüyordu. Sona kadar g idecek, denizi seyredecektl . B i rden bir kadı n ses i . i rki ldi, gerçekten de b i r kadınd ı , b i r çingene karısı. Çıplak ayaklariyie bağdaş kurmuş, sırtını arkasındaki ağaca dayamıştı. - Gel, -diyordu-, gel bakayım falcağızına arslan bey i m ! Adam etrafı na bakınd ı . Kimseler yoktu. Tuhaf bir ü rperti dolaştı içini . Kadının ayakları kirli, nasırlıydı ama gözleri fevkalade güzeldi. Otuzia otuz beş ara­ s ı , fazlaca esmer . . . - Gel, -diyordu-, gel arslan beyim! Sesi nde ürpertici bir sıcakl ı k vardı. Görünürler­ de kimselerin olmaması, içi ndeki arzuyu kamçıl ıyor­ du. Yüzüne sıcak b i r kan hücum etti . - Durma benden geri, aniarım bakışlarındaıı. Istersi n sülomek çok şeyler, lakin açı lamazsını Kork­ ma benden arslan beyim, süle yüreciğindeki ni, gel­ mez fenalı k benden ! Adam usulcacık sokuldu. Kad ı n : - istersen gidel im arkalaral -ded i . - Gidel im. Kadı n sepetini koluna taktı , ızgara, maşalarını topltıdı, uzun peyikli donunu savura savura öne düş­ tü. Parkın arkalarında, s ı k yaprakl ı ağaçlardan biri· sinin altına karş ı l ı kl ı oturdular. Adamı n arzusu da­ marlarında sıcak sıcak atıyordu. Kadın baklal arını saçtı. Sonra açık ela gözlerini ufacı k adamı n gözlerine dikerek başlad ı : - Yatar yüreciğ i nde arslan lar, lakin gelmez el­ ceğizlnden bir şey, yanar tutuşursun. Var bir esmer, yaşatır yüreciğinde seni , lakin g i rer araya münafık­ lar, i stemezler kavuşmanızı, çıksın gözleri ! Şimdi 342


arslan beyim yapacağım bir güzel efsun, çıkacak göz­ l eri münafıkların , açı l acak bahtın ! Şalvarın ı n cebinden ağaç kabuğuna benzer bir şeyler çı kard ı . Küçük bir parçayı adama uzattı : - . . . al bunu arslan bey im, koy d i l i n i n altına, çıksın gözleri münafıkları n . . . Haydi ş indi at gönlürı­ den kopanı. . . Adam bir yirm i beşlik çı karıp attı. Kadı n : - At, yi rm i beş daha arslan beyim, -dedi-. Olsun gözleri kör düşmanların . Açan yaptım bir büyü sana, olacak gözleri kör, eriyip akacak ciğerleri ağızların . dan! Adam bir y i rmi beş l i k daha attı . Kadının gözleri fı ldır fı ldırd ı . - S ü l e beyim, -dedi-, çekinme benden. Kulak ver sözüme, yaşatır bir esmer seni yüreciğl nde. Istersin sülemek bu esmere bir şeyler, lilkln edemezsi n ce­ saret! Adam ürperd l . Sahiden de cesaret edemiyordu. Süle, korkma esmerden. Var bir takım a:­ zular yüreciğinde. Yok kimsecikler şükür . . . Tut eli­ mi, bak dikkatle gözl erime, Iyi bak, olsun gözleri kör düşmanların . . . Kadının bi leğini sımsıkı tutan adam titriyordu. çıks ı n gözleri düşmanların . Biliri m neler geçer zihninden. Uikin utanırs ı n sül emeğe. Utanm.:ı arslan beyim. Süle de çatlasın düşman lar . . . Adam nihayet: - Demek zihnimden geçenleri biliyorsun? -ded i . - Helbet, aniarım bakışlarından . . . O halde. . . Etrafa bakınd ı . Kimsecikler yoktu. Titreyen elle­ riyle ceketinin iç cebinden çıkardığı I ki buçuk l i ra­ l ığı kadının önüne attı : - Yerin var mı? - Var şükür, ama iki buçuk l i ra . . . Az mı? -

-

343


- Helbet arslan beyim . . . Adam b i r Iki buçukluk daha çı karıp uzattı : - A l , haydi, kal k l Kadın, iki nci iki buçukluğu d a aldı, koynuna so­ karken : - O l hayı rl ı ! -dedi . Ben evli bir kadınım, yapa­ mam öyle şey, ama tuttu gözüm seni pek, görmesi n kimsecikler. . . - Peki? - Ver daha Iki buçuk . . . Adam tiril tl ril titriyordu: - Kalk, -dedi-, iki buçuk değ i l , beş, on, on beş veririm, yeter ki kalk! Bir şevhet kası rgasına tutulmuştu. Kadını kolundan sımsıkı tuttu : - Kal k haydi , kalk! Kadının esmer elini avuçları içine almış öpü­ yor, öpüyordu. - Kalk, Al lahaşkına kalk ! - O l hayı rlı. B e n şimdi gideceğ im hamama, yapacağım banyo, değlştlreceğ im urbalarım ı , tanıyamı­ yacaks ın ben i , olacağ ım hanımefend i ! Adamın bacakları d a titriyordu. Yen i bir iki buçukluk daha çıkarıp uzattı, fakat vermedi . - Bunu da vereceğim, -ded i . - Ver. - Vereceğim. - A be ver. - Vereceğim. Va gelmezsen? Kadı n küskünlükla baktı : - Ben? -dedi-, ben gelmem ha? Yok bizde öyle kalleş l i k başkaları gibi . Değ i l iz kahbe karı biz, söz bir Allah bir. Valamayız tükürdüğümüz tükürüğü . . . Adamın gözlerinden kızı l l ıklar uçuşuyordu. Son iki buçukluğu da uzattı : - Al bakalım. Kal k artık, g idelim . . . 344


Kadın ızgara, maşalarını sepetine doldurup ağır ağır kalktı, sepetin i tekrardan koluna taktı : - Geleceksi n peşimden ! -dedi-. Ama olacaksın çok d i kkatli. Gideceğiz Sultanahmet'e, bekleyeceksin beni parkta beş dakika, on değ i l . B ı rakacağım sepeti­ mi eve, emzi receği m Memetimi , geleceğim sonra. Kadı n önde, adam arkada parktan çıktılar. - lzgara var, maşa vaaar. . . Sultanahmet Parkına gel ince kad ı n : - Otur beş dakikacık, -dedi-, o n değ i l . Şalvarını savura savura yürüdü gitt i . Akşam ın dokuzuna kadar bekleyen adam, tahta sıradan usulcacık kalktı. Öfkeli, fakat pişman değ i ld i . Aklı nda, hayı r avuçları nda çingene karısının esmer elleri, parktan çıktı . Fakat bir türlü g idemiyor, kadı­ n ı n belki de gece yarısı ndan sonra geleceğ ini tasar­ lıyarak, geri dönüyor, tekrar parka girip tahta sı raya i l işiyor, kadının gittiği yöne gözlerini dikiyordu. Uzun uzun bekled i . Kadının kendisini aldatmadı­ ğ ı na, tekrar geleceğine i nanan yanı ağı r basıyordu. Herhalde çok fena bir tesadüf yüzünden gelernemiş­ tL Büyük, çok büyük bir mazeret. Belki de çocuğu­ nun başından bir kaza geçmişti. B i r yerden düşüp kolu kırı lmış, yahut otomobil altı nda kalmış olabi l i r­ di. Birden bir arkadaşı : - N e bekliyorsun ? -diye sordu. Suç üstünde yakalanmış gibi i rkilen adam : - Hiç . . . -dedi . - Yoksa b i r dalgan mı var? Adam sadece gülümsedi . Beri k i : - Seni sen i . . . -dedi-, güzel m i bari ? - Eh, fena değ i l . - Nasıl tavlad ı n ? - Bir düşeş oldu. - Daha çok bakliyecek misi n? 345


Adam şöyle bir düşündü: - Şimdiye kadar çoktan gelirdi ama, çocuğu aynarken duvardan düşmüş, kolu kırı lmış, -dedi-. Her zaman böyl e bekletmezdl . . . - Haydi hayırlısı . . . Arkadaşı çekildi gitti. Tel l erde şimşekler çaktırarak tramvaylar gelip geçiyor, koca otobüslerin homurtusu geceyi dolduru­ yordu.

346


HEMŞERiM

Doğduğum memleketteki işim el imden alınmış, çaresiz, büyük şehre iti lmiştim . Büyük şehrin beton, asfalt i htişamını gözlerim görmüyor, taban ları delik pabuçlarımla her gün ki lometreler tepiyordum. Ama ne dünyadan, ne de insanlardan ümidimi kesmemiş­ tim, kesemiyordum. B i r gün bütün kötü şartların dü­ zeleceğine, hiç olmazsa şartlarımı kendim düzenle­ menin yolunu bulacağıma i nanıyordum. Böyle günlerden bir gün, u Paris kahvesi • nirı masalarından birinde dirsek keyfi yapar, yapı işçi le­ rinin yarenl iklerini dinlerken, parmakları altın yüzük· lerle dolu, kı l l ı , kal ın, saygısız b i r el teklifsizce uzan­ dı. Döndüm, o: H emşeri m. Maşallahı vard ı . Göbek, kel le, kulak . . . Buyur edemedi m . Kendi kahve paramdan başka mete l i k yoktu cebimde. Ama o beklemedi buyur et­ memi . lskemleyi çekti, oturdu. Gerçekten de maşal lahı vard ı . Nerede o yirmi yıl önceki uyuşuk Hasan, nerde bu. Futbol peşinde deli gibi koştuğumuz, sabahlardan akşamiara kadar bitmez tükenmez haftayımlar tarnarnladığımız yıl lar, kı rk yamal ı e lbisesi içi nde kara kuru, yarım pabuçlu sipsivri b i r ağland ı . O da bizim gibi futbol hastasıydı . 347


Hatta bizden daha hasta. Çünkü biz hiç olmazsa birin­ ci takımda oynard ık, kulüpte iyi kötü sözümüz geçer­ d i . Oysa ne takımda oynar, ne de hesaba katı l ı rd ı . Futbol toplarının meşinlerini diktirir, top ayakkabı la­ rını tamir etti rir, formaları yı kar, ekzersizlerde de kale arkasına kaçan topları beklerdi. Kulübün iç pol itika meselelerinde taraf tutmaz, karşı tarafın sözünü bu tarafa, bu tarafınkini de kar­ şı tarafa yetişti rir, bu işi ustalıkla yaptığ ını, enayile­ ri birbirine düşürdüğünü sanır, sonunda ise gene o zararl ı çıkar, azar işitird i . Kimd i ? Neyd i ? Neciyd i ? Anası, babası v a r mıy­ d ı ? Varsa, ne iş tutuyorlard ı ? Yalnız, ortaokula g i t­ tiğini biliyorduk. G ider gelirdi ama, ne defter, ne ka­ lem, hatta ne de kitap. Sınıfta en geri lerde oturur­ muş. Öğretmenfn derse kaldırıp kaldı rmadığını, bilip bi lmediğini kimse hatırlamazdı. Bir gölgeydi o. Ka­ ra, kuru, sipsivri , zararsız bir gölge. Kendi nden bü­ yük birisiyle yüz be yüz gelip konuşmak zorunda kal­ sa kulaklarına kadar kızarır, başiardı kekelemeğe. Yıl lar yılı tamı.ımiyle unutmuştum onu. Peki ama, o kı.ıra kuru, sipsivri gölgel ikten nas ı l kurtu lmuştu ? Bu kadar ki loyu nas ı l almıştı ? Ya parmaklarındaki yü­ zükler? Sordu: - E . . Ne var n e yok baka l ı m ? Ondan bu tarzda sorulara da a l ı ş k ı n değildik. a Hasani Gel şu işi şöyle yap ! • dendi mi, koşar, is­ tenilen işi, istenildiği gibi yapard ı . isterse o i ş , yapıl­ maması icabeden, yahut da, yapı lmasında hiçbir fay­ da elde edilemiyecek, mantıksız bir iş olsun. Aldığı emri harfi harfine yerine geti rird i . Şimd i , kendinden emin insanların yukarıdan ba­ kışiyle soruyordu: •E . . Ne var ne yok bakal ı m ? • . Anlatmıya değer bir şeyler yoktu. Altları delik pabuçlarımla ki lometreler tepip duruyordum. Tekrar sordu: .

.

348


- Baban ölmüş ha? - Sen sağol. içini çekti , gözlerini karşılara dikti . Babamı ya­ kından tanırmış, ahbapmışlar, hatıraları varmış gibi başı nı ağır ağı r salladı. - Değerli adamdı, -dedi-. Çok değerl i adamdı ! Otomobi l i de vardı değ i l m i ? Ben unutmuştum bile. - Vard ı , -dedim. - Yakışıklı adamdı . Hem de gösteriş l i . Yüz ki lo vardı değ il mi? - Zannederim. lskemlede doğru ldu, göğsünü şişird i . - Ben nas ı l ı m ? - Maşallahın var. - Tabii yahu . . . Sabahları bir kilo süt, sekiz yumurtayı gövdeye indirmezsem rahat edemem . Reçel , tereyağ, peynir. Akşamları da süt içmeden yatmam. Öğlenleri de pirzola. Can boğazdan gelir derler, ma­ lüm ya . . . Benden sana nasihat, sen sen ol, sabahlan sütünü, yumurtanı, öğlenleri de pirzolanı ihmal etme. Neden? Çünkü, i nsan bedenine iyi bakma l ı ! Beden ne kadar sağlam olursa, insan o kadar çok yaşar! ...? bana ne e l i n keçisi i l e koyunu? Ben kendi dalgama bakarı m. Hele, parti i ş lerine girdim, girme­ dim değ i l , lakin kendi çıkarım için. Beni bil mez mi­ sin? Yaralı parmağa işer miyim? - işemezsin. - Sen ne iş tutuyorsun? - Hiç, -dedim-. Vızırtı. Acıyarak bakt ı : - Baban değerli adamdı ama, s e n . . . - Ben, bakma bana. - Adam olamadın. - Olamadık. - işi haylazlığa vurup mektebi bırakmıyayd ı n . - S e n ne alemdesin? 349


- Ben m i ? • Pöh. S e n benim durumumu soracak adam m ı s ı n '? Görmüyor musun ? » demek istercesine beni gözden geçirdi. Sonra: - Ben, -dedi-, bildiğin g i bi değilim, çok derinleş­ tim ! - Ya? Ne gibi? - Ne gibi m i ? Vaziyatimden bel l i değ i l mi? Sabah ları ·bir kilo süt, sekiz yumurta, öğl ende de pir­ zola. Görmüyor musun ensemi? Ensesini uzattı : - Tut ta bak. Nası l ? Eskiden böyle miyd i ? Şu pazuma bir bak hele! Kahveeiye seslend i : - Oğlum, garson ! ( Bana) ne içecen? - Içmiştim ben . . . -dedim. - Zarar yok. Bize iki tane orta şekeri i . . . Cıgdran var mıyd ı ? Otuzluğu uzattı m, aldı, yaktı. - Mahiyetimda sekiz dene yüksek mühendis çalışırdı ! Lakin bu parti dalgaları . . . Kahveler gelip, içi l i neeye kadar uzun uzun an­ lattı : Taahhüt işleri a l ı rdım demişti amma, sözün ge­ lişinden, taahhüt işleri alan birinin maiyetinde çal ı ş­ tığ ı n ı anlamıştım. Efendisi parti işleri yüzünden za­ rar edip işini tasfiye edince, buna da yol görünmüştü. - Ben bilirsin, -dedi-. Kasaba mi nnet eder miyim? Farkında değ i ldim. Tekrarladı : - Eder miyim? - Valiahi farkı nda değ i l im, -demiş bulundum. Kızd ı : - S e n h e p böyle konuşursun zate n ! - Nası l ? - Ters ters, solak solak . . . Sigarasından üstüste duman aldı, sert, siyah kıl· 350


lar fırlamış, kemerl i burnunun karanl ı k deli klerinden öfkeyle çıkardı. - Adam belledik seni, geldik masana oturduk. - Hoş geldin amma, sahiden bilmiyorum kasaba minnet edip etmediğini! Alıp alıp veriyordu. - Baban, nur içinde yatsın, iyi i nsand ı ! - Doğru. - Doğru tabii. Sen? - Ben, işte gördüğün gibi! Yüzüme d ikkatle baktı : - Sen bennen dalga geçiyorsun ha arkadaş. Anam avradım olsun dalga geçiyorsun. Amma ben senin bi ldiği n , yirm i sene ewelki uyuşuk Hasan dP.­ ğ i l i m ha! Farkında değil misin? - Voo . . . Masadan h ı rsla kalktı : - Kulüpteki uyuşuk Hasan mıyım yan i ? - Bilmem? - Nasıl bilmezs i n yahu? (Ellerini masanın üstüne koydu) . O zaman bu yüzükletim var mıyd ı ? - Yoktu. - Süt, yumurta, pirzola? ...? - Şu boynuma bak ! Doksan altı kilo gel iyo­ rum be! - O zaman? - O zaman e l l i iki ki loydum . Sen beni hala eski Hasan bell iyorsun i Nefretle kahve kapısına doğru giderken, döndü, masaya tekrardan geld i : - B u sı rtımdaki elbise var ya, ing i l i z kuponu. Böyle dört dene daha var evde! lsmarladığı kahvenin olsun parası n ı vermeden, çıktı gitti .

351


AMIR · MEMUR

Dernek başkanı resmi bir ciddilik içindeyd i . Zile bastı. içeri gi ren odacıya: - Bana Haydar efendiyi çağ ı rın! -ded i . Odacı çıktı . Can sıkıntı l ı pırıltılariyle telefon, siyah hakka t:ı­ kımı, yanyana Iki stl lo, vantllatör fi lan safi kulak ke­ sllmlşlerd i . Duvardaki takvimin 25 rakkamı, Ağustos'­ un A sına göz kırptı ve bir karasi nek, durgun hava­ yı yı rtarak geldi. Başkanı n kolalı yakasına kondu. Başkanın kolalı yakayı geren bes i l i boynu kıpkı rmızıyd ı . Kapı vuruldu, dernek katibi gird i . - Bendenizi emretmişsiniz, efendi m . Başkan, katibe hemen bakmad ı . Kolalı yaka kati­ bi süzüyor, telefon, sti lolar, vantilatör filan, Başkanın ağzından çı kacak şeyleri göz kırpmadan bekl iyordu. Ni hayet: - Belediye'ye kadar gidin, -dedi-, selam ve saygı­ larımı i blağ ve Derneğimiz Başkanlığına hitaben d i k­ te edi l ecek mektubu lutfen dikte edip göndermelerini teratımdan rica edin ! Katip kupkuru bi ri . - Belediye'ye kadar gideceği m efendim . . . 352


- Selam ve saygı larımı unutmayın . . . - Selam ve sayg ılarınızı iblağ ettikten sonra efend im, Derneği m ize hitaben yazı lacak . . . - Selam ve sayg ı larımı iblağ ve Demeğimize hi­ taban değ i l , Dernek Başkanl ı ğımıza hitaben . . . Yazıla­ cak değ i l , dikte edi lecek . . . - Evet efendim, Dernek Başkanl ığım ıza hitabe:ı yaz ı lacak . . . - D i kte edi lecek . . . - D i kte edi l ecek efendim, mektubu yol lamalarını . . . - Göndermelerini . . . - Göndermelerini efendim . . . Başkanın burundan sıkma gözlüğünün camındcı c ıva kadar aynak pırıtı lar . . . Katip çıktı. Oda tekrar sükOna gömüldü. Belediye muhasebecisinin çiçek bozuğu. kuru yüzü asıktı , ufak tefek bir zattı. Işi başından aşkınla­ rın bunaltı l ı , sinirli haliyle odanı n içinde dört dönü­ yordu. Küçücük masa üzerindeki yıpranmış defter yığınına koşuyor, defterleri çabuk çabuk altüst edi­ yor, ofluyor, teri ni avucuyla siliyor, etajere, etaj er­ den camekanl ı büyük dolaba, dolaptan yazı makinesi üzerinde yığı lı evraklara seğ irtiyor, tekrar ofluyor­ du. B i r an gözüne Dernek katibi il işti . Kati bin niç!n beklediği umurunda değ i l , esasta onun farkında da değil, sadece bir karaltı, i nsana benzeyen bir karaltı . dikil iyor, o kadar. müfettişler, -diyor-, ben ne yapayı m, nerden bulayı m? Allah kahretsi n bu tahsi ldarları . . . Müfet· tişler hesap i ster bir yandan, bllançolar hazır deği 1 henüz, mezbahanı n hesapları biri kti , i ki tahsildar mey­ danl arda yok, Emniyete müzekkere yazılacak . . . Tekrar, sandalye üzerinde yığı lı evraklara g i d i ­ yor, defterleri çabuk çabuk altüst ediyor, sonra e b jere, ondan sonra dalaba v e yazı makinesi üzerindek; evrak kalabalığına . Ter, kuru yüzünden çizgiler hal inde akıyor. Ofl u353


yor, pufluyor, homurdanıyor. . . Gözüne gene Dernek katibi i l i şiyor. yok efend im, yok işte . . . Kellemi kesecek değ i l ler ya ! Yok işte . . . Kadı n evde hasta yatar, kız mektepte voleybol aynarken parmağını i ncitmiş, par­ mak kütük gibi şi ş, oğlansa . . . Odacı gird i : - Vakkas efend i , müfettiş beyler . . . Muhasebeci odacıya Dernek katibini gösterd i : - Sor buna ! Oynamıyorum, arıyorum işte . . . Odacı, Dernek kati bine göz kı rptı : - Oynamıyormuş, arıyormuş deyim m i ? Muhasebeci odacıya Dernek katibini gösterdi : Odacı tekrar Dernek kati bine göz kı rptı : - Öyle mi Vakkas fendi, oynamıyormuş deyim mi? - G i t ne dersen d e . . . (Odacı çıkarken) yahu t, dur, şey, Recai, oğlum, Allahaşkına gevezelik etme. Burada muhasebeci olacağına . . . - Aşa�ı mahal leye . . . -dedi Odacı . Dışarda z i l sesi . Odaemın gitmesiyle dönmes i b i r oldu. - Yahu çağ ı rıyorlar be amca! - Kim be yahu ? - M üfettişi er . . . - Şey . . . Geliyor, de, gel iyor, de . . . Arıyormuş , de, yahut dur, hişt, Recai, Recai oğlum. Odacı fırlamıştı . Muhasebeci Dernek kati bine döndü: - Buyrun, buyrun beyim, siz olun beyim, siz olun benim yeri md e de . . . Dernek katibi, niçin geldiğini açmayı sırasız bul­ du, usullacı k çıktı . Dernek Başkanı, gözlük, kolalı yaka ve kıpkırm:­ zı bir boyundan ibaretti. - Evet, sizi dinl iyerumi - Gittim efendim, muhasebeci beyi gördüm. Müfettiş beyler gelmişler, kendi leri pek telaşlıydı354


lar, bir defter arıyorlardı efendim, defteri bir tü rlü bulamıyorlard ı , fazla telaşlıydılar efendi m . . . O telaşe arasında efendim, sormay ı . . . Demi ndenberi Başkanın kolalı yakasından göz kı rpmakta olan karasi nek, Başkanın ağzına baktı . Te­ lefon, duvardaki takvim, yanyana iki stilo da kulak kesilmişi erd i . Başkan, elindeki kurşun kalemini masasının kri!>­ taline hafif hafif vurmağa başlad ı . Ak saçları nın d ip­ lerinden ta kulak memelerine kadar kıpkırmızı kes i l­ di. hayatta, -dedi-, muvaffakiyetin bi.rinci şar­ tı . . . Makine i ntizamiyle. . . otomatikman . . . vazife . . . her memur. . . düşünmekle mükellefti r! Muhasebecinin işi başı ndan aşkın olabi l i r . . . Cıva kadar oynak pırı ltı larlyle iki yuvarlak canı , katibi uzun uzun süzdü, sözlerinin yaptığı tcsire d;;­ i r, katibin yüzünde birşeyler arad ı . - Efendi m? - Hakkıaliniz var efendim . . . - O halde, şimdi tekrar gidin ve herşeye rağmen, emirlerimi yerine getiri n ! Katip çıktı . Belediye muhasebecisl odasında yoktu. Oda ve salonun acı acı mazot koktuğunun yeni farkına varan katip, sotadaki soluk mantolu, yahut yal ı nayak kadııı, erkek, çocuk kalabal ığına da yeni di kkat etm işti. Belediyeni n salonundaki saat ağı r ağır on biri vurdu. Sonra on biri çeyrek, on bir buçuk. Muhasebeci hala yok. Dernek katibi on i kiye beş kalaya kadar bekled l . Sonra Derneğe döndü. Başkanın odası v e cevap bek­ leyen gözlük. - Şimdiye kadar bekledim efendim, odalarında yoklar . . . - Nereye gitmişler? - Bilmlyorum efendim . . . 355


- Sormadınız m ı ? Katip b i r noksanlığın farkına vararak yutkundu. Başkan eli ndeki kurşun kalemini masanın kristal ine tekrar vurmağa başlad ı . Bu sı rada telefonun ahizesinden havalanan karasi nek, masa kristaline vurulan kalemden çıkan ses dalgaları n ı n karıştı rd ı­ ğı havayı zorla geçerek kati bin burnuna kondu. Kati p, sineği eliyle kovmanın şu sıra saygıs ız­ l ı k olacağını hesap ederek, esas vaziyatin i bozmad ı , yalnız, burnunu sağa sola oynattı . Katibin i r i , kır­ mızı burnunun tuhaf oynayışı sinirlerine dokunan sti lolarla ahlze, duvardaki takvim filan kahkahalarıııı basmamak için kendi lerini zor tuttular. Münasebetsiz sineğe katibin burnuna, sti lolarla ahizeye ve duvardaki takvime müthiş içerleyen Baş­ kanın kolalı yakası , sert pırı ltılarla ters ters baktı . Sti lolardan biri, kolalı yakaya dilini çıkard ı . Katip karasineğin ayakları altında fena halde ka­ şınıp duran burnuyla meşgulken, gözü Başkanı n m'l­ sasındaki saate Jl iştl : 1 2 ye tam üç dakika var. Başkan hala kalemini vurmakta . . . Bir dakika daha geçti . Ni hayet: - Sormadınız! -dedi . Katibe baktı. Katip burnunu unuttu . Çünkü hatırı mza gelmedi, çünkü vazifeniz· den başka şeyler düşünüyorsunuz, çünkü otomatil<­ leşmemişsiniz . . . Katibin gözleri saatin saniyelerinde. Saniyeler gittikçe ağırlaşıyor, bir ara sanki durdular, saati n tP<· takları kesi ldi sanki. . . Burnu da öyle kaşınıyor, öyle kaşınıyor ki . . . Oğleden sonra gideceksinizi 1 2 ye tam beş saniye var, saat 1 2 . Demindenbe­ ri can sıkı ntısından patlayan saat öyle bir boşanış boşandı ki . .. Zilin sesi havanı n ö l ü durgunluğunu par­ ça parça etti . Karasinek aklını kaçırarak, katibin bur­ nundan uçtu, telefonun ahizesl yarım metre havaya 356


sıçradı , takvimin 25 rakamı el leriyle kulakları nı ka­ padı ve sti lolar zıngır zıngır titredi ler. Dernek katibi öğleden sonra tekrar gitti . Muhasebeci, masasında, boşalmış bir rahatlık içinde, sırtını sandalyesinin arkal ığına dayamış, kü­ çücük yüzü, ehemmiyetle çatık kaşları . . . içeri giren katibe sertçe: - Ne istiyorsunuz? -diye sordu. Katip şaşkın. Dernek Başkanının saygı ve selam­ larını sunduktan sonra, Dernek Başkanlığına hita­ ben, yazılacak değ i l , dikte edilecek mektup mesele­ sini karmakarışık bir şekilde an lattı. Beriki bütün bu söz kalabalığının farkında deği ldi. - N için kapıyı vurmadan girdin? -diye çıkıştı ! Katip iki yanına bakınd ı , çıkacak oldu. - Burası resmi daire efendi , dingonun ahırı değil! - Estağfurullah efendim, resmi daire efend i m . - Çık, kapıyı vurduktan sonra gir! Katip çıktı , kapıyı vurdu, « G ir• cevabını aldık­ tan sonra girdi , muhasebeciyi selamiayıp bekled i . Beri k i : - Ha şöyle, -dedi-, resmi bir daireye böyle giri­ lir . . . Şimdi çabuk söyle, ne istiyorsun? Katip ne istediğini tekrar anlattı . Muhasebeci : - Vaa . . . -dedi-, demek Dernekte memursunuz? Bay değ i l mi Başkanınız? Niçin söylemi­ yorsun oğlum? Demek memursunuz? Vah va h . . . Ku­ sura bakma evladı m . . . I nsan söylemez mi memur ol­ duğunu? Gücenmedln ya? - Estağfurullah efendim . . . - Sizin Başkan çok muhterem zattı r, g ıyabi hürmetim vardır kendi lerine. I nsan memur olduğunu söylemez m i ? - Zarar yok, efendim, n e beis var? - Eshabı mesal ih'den baş alamıyoruz . . . Demin iki müfettiş geldi, zıp çıktılar, derken öğrendim ki iki tahsi ldar piyasada yok, tüymüşler, velhas ı l başım 357


karmakarış oldu . . . Demek mektup meselesi için Peki eviadı m, olur, yazarım . . . - D i kte edecekmişsiniz efendim . . . - Ha? - D i kte edecekmişsiniz . . . - Ne demek o? - Bilmiyorum efendi m , Başkan öyle söylemişti, dikte edecekmişsin iz . . . M uhasebec i , " Di kte »yi bir kenara not etti . Katip büyük bir yükten kurtulmuştu, selam verip çıktı .

358


FON M ÜZiGi

lsti klal caddesine paralel Ikinci plandaki arka sokaklardan birinde, sigara, ki brit. soğuk bira, Tekı: l şarabı satan o ufac ık dükkanın önü nden çok ge•;­ miştim ama, gün lerden bir gün b i r arkadaş alıp gö­ türmeseydi, dükkanın arkasında kocaman bir mağu­ za olduğunu, yarımşar ki loluk kal ı n şişelerle açık şa­ rap satıldığını, sıra sıra tezgah başları nda da sa­ kal l ı sakalsız, bıyıklı bıyıksız, uzun favori l i si nema figüranları , üçüncü sınıf rejisör, reji sör yamağı , ya­ hut da bütün sinema adamları nı küçümseyen, .. Ka l i ­ teli sanat filimleri .. üzerine nutuklar çeken a Meçhuı dahiler» i n varlığını nereden bilecekti m ? Tuzlu, ufacık ampulün sarı ışığında mağaza uğul­ duyor, bu uğultu içi nde usta bir ıslık .. ufeyma .. yı tut­ turmuş, yaklaşıp uzaklaşıyordu. Az il eride, cc Senaryonun önemi ve estetiğ i • üw­ ri nde tartışan iki rej isör yamağı , yahut adayına dal­ m ı ştım . . . - Pudovkin n e der bilir misin? - Ne der? - Bi lsene had i ! 359


- Sen bi l . Beni m Pudovklne mudovkine ihtiyacım yok! - Tabi oğlum, sinema nerde, sen nerde .. - Anlamadım? - Kulaklarını yıkat! l s l ı k yanıma gelmişti, kulağ ırnın dibine adeta. Döndüm : Kupkuru, upuzun, ama i nadına uzun, sırık gibi, tüysüz bir oğlan. Esmer, yahut eroin kullanan­ larda olduğu üzere, duru beyaz b i r yüzü vardı . Bil­ mem hangi tarihi !talyan tilmindeki soytarıyı hatır­ latıyordu. Herhangi bir Dejenere •, belki de bir Ho­ mo-Sexuel • d i . Ne olursa olsun, Bu hale düşürül­ müş bir insan • d ı . Eski fötrünü çı kararak beni selamlad ı . Selamını almamazl ık edemedim. Kulağıma eği ldi : - Asaletiniz hakkında fikir versenize l Hiç böyle arzum olmadığı halde: - Nas ı l ? -demiş bulundum. Az daha sokuldu: - B i r şövalye gibi hareket edin ! - Mesela? - Mesela bana bir şarap ısmarlayabi l i rsiniz! Güldüm. Razı olduğumu çıkararak, seslendi : - Garson! Sağa sola h izmet eden garson döndü, baktı, ald ı rmad ı . Daha sert: - Gelsene buraya garson! Garson öfkeyl e geldi: - Ne o, ne bağırıyorsun? Beni gösterdi : - Beyefendi asaleti hakkında fikir vermek i stiyor! Garson bana döndü: - Öyle m i ? - Asaleti filan geç de, dellkanl ıya şarap ver ! - Değmez. •

360


- Niçin? - Kedi gibi nankördür. Bilmiyor musunuz? - Yoo. . . - Buraya i l k defa m ı gel iyorsunuz? - Gibi bir şey. Garsonu işitmemiş olamazdı. Şarabı geld i . Hep o harikulade kibar hali, bilhassa uzun parmaklı zarif el iyle şişeyi aldı, şarap bardağına döktü, şerefe kal­ dırıp içti . Ne iş yaptığını sordum. Omuzlarını kaldı rarak: - Hiç, -dedi. - Nası l hiç? Siniri endi. - Basbayağı hiç beyefend i l Cebinden çıkardığı bir tebeşir parçasiyle du­ varın mavi badanas ına büyük harflerle bir HiÇ yaz­ dı. - işte böyle! Ben de aynı şeyi zatı asilanelerine sorabi l i r miyim ? Söyledim. i lgisi birdenbire arttı : - Demek yazarsınız? Dergiler, gazete ler. . . iyi şans. Anlıyorum. Benim sahamsa, mesleğimin parazit­ leriyle dolu. Yani sanattan anlamıyan yığınla insan, sanatımızın s ı rtına yapışmış. Sülük gibi. Dünyanın en hari kulade mesleği n i her gün bir parça daha de­ jenere etmekle meşgul lerı .........? - Neden söz açtığımı hala anlamadınız m ı ? - Anladım. Şarabı kahı rl ı kah ı r l ı yudumladı . - imkanlar sanatın emrinde olma l ı , sanat i m­ kan ların emrinde değ i l . Yıl larca Roma, Paris, Berl in, hatta Hol ivut'ta dolaştım. Cine Citta'da uzun zaman rej i asistanlığı yaptım. Ama kendi memleketimde . . . Işte görüyorsunuz. Karnımı doyurabiirnek için, asale­ tinize sığınmak zorunda kalıyor, daha doğrusu size numara yapıyorum. Içelim! 361


Içti k. - Peki, fi lm şi rketlerine baş vurup . . . Acı acı güldü : - Yeşilçam sokağının dahilerle dolu olduğunu bilmiyorsunuz galiba? - Ayağı nıza yer yapana kadar . . . Köpürdü: - Ayıya dayı mı diyeyim? idarei-masiahat m ı 1 Hayı r. Mesleğimin namusu karş ı l ı ğı nda ekmek i ste­ miyorum. Ama diyeceksiniz ki , bu hal daha mı iyi? Evet, daha iyi ! Pıskırmağa hazı rlanan bir kediyi hatırlatıyordu . - Çünkü böyle yaşamanın zararı yalnız kend i­ medir. Öyle yaşamanı nsa . . . Son şarabını bardağa döküp aceleyle içti. B i r ta­ ne daha içmek isteyip istemediğini sordum. Red­ detti ve şaraphaneden aceleyle çıktı. Garson hayretler içinde geldi. Bu kadar kolayl ı k­ la başımdan, hatta şaraphaneden nasıl defedebi ldi ğlml sordu. - Fransızca, l talyanca, Ingil izce . . . Ana d i l i gibi b i l i r. Ama çal ışmaz. Bizim şaraphanen in fon müziği­ d i r! Az i l erimdeki rej isör yamağı , yahut F�dayları (ital­ yan Neo-Real isme'inin Türk sinemasına tatbiki) üze· rinde yeni bi r tartışmaya dalmışlardı . Ama, kafam­ da o i nce uzun parmak! ı elleri eski fötrü, sözleri . .

­

,

362

.


YALANCI

Çarşıkapı 'da, otobüs durağına tam gelmişti k i , bir kadın! Şaşılacak kadar iri v e simsiyah gözl eri vard ı . iri ve simsiyah gözleriyle baktı , bir defa, l a f olsun diye. Ama bu laf olsun diye bakış, i r i , simsiyah gözl erin tek bir bakışı adamı fena çarpm ıştı . Kad ı­ n ı n arkasına geçi p, durdu. Geçip durma da deği l , kadın çekmişti adeta . l ncecik, mavi muşarnbasını geren eti nin sımsıkı olduğunu hissediyordu. Kadını kucaklamak geçiyordu içinden. Kucaklamak, yahut hiç olmazsa elini uzatıp, dokunmak! Titredi . Dokunmak, evet. Uzandı . Dokunamadı . Cesare�­ sizliğine kızd ı . Tekrar uzandı . Gene olmad ı . Kad ı n dönüp azarlar gibi geliyordu. H i ç tal ihi yoktu zaten bu işlerde. Ne zaman, nerde bir kadın, yahut kıza laf atmışsa terslenmişti . Kadı nların beğenemiyeceği biri sanıyordu kendini . Buna i nanmıştı , şüphesi yoktu. Halbuki arkadaşları ! ille şoför Hakkı . . . Sarı Hakkı . . . Ne maceralar anlatmazdı ! . Kal ı n bir ses: - Beyazıt, Unkapanı , Fener, Balat, Eyüp ! . Otobüs. Genç kadı n bindi, o da peşinden. Tı klım tıkl ı m . Böyle olduğu daha iyi . . . Kadı n tam önün­ de. Sımsıkı. Etin i n sıcakl ığını etinde duyuyor. Par363


mağını bile dokunduramamıştı. Umurunda değ i l . Gö7.­ lerl nde kızı l , s ıcak alev, dalgalar. Ü rkek gölgeler uçu­ şuyor otobüsün ağır havası nda. Bu yolculuk, ağı r ha­ s ı nda fam esansı uçan saltanatl ı , çalkantı l ı yolcu luk hiç bitmese l Kadı n m ı , kız m ı acaba? . . . N e olursa olsun. Köhne otobüs duraklarda dur­ dukça daha da sı kışıyorlar. Daha sıkıştıkça, gözle­ ri ndeki alevler artıyor, ürkek gölge i er çoğalıyor. Ba­ cakları nda titreme ler. . . Burnu, kadının l imon kolon­ yası ve hafifçe ten kokan saçiarına gömülü. Gözleri ni yumuyor. B i r yatak odasında onunla birl ikte tasarlıyor kendini . Yumuşacık yatak, sarı demirl eri pırıl pırıl karyola, tül perdeleri , isterlariyie geniş pencere, turuncu ışık. ikisi. Dışardan az evvel gelmişler. Yaklaşıyor. Muşarnbasının kuşağını çö­ züyor peşin, sonra çı karıyor. Kadı n ürkek, hep ür­ kek: Ya birisi gel iverirse? Buraya gi rerken görül­ düysa ya? n der gibi. Aldırmıyor. Titreyen, geç kalmış el leriyle yün l ü el blseyl çıkarıyor. Kombl nezon, kombinezonu da. Sütyen, sütyeni de . . . Titriyor. Genç kadın yarı çıplak. • Ü şüyorumn diyor. Gaz sobasına bir kibrit. Oda ısı nıyor. Kendi de baş lıyl)r soyunmaya. Kısa ki lotu, atlet fani lasiyle hazır. Genç kadı n üşümüyor artık. Birisinin gelivermesinden, ya­ hut görülmüş olmaktan korktuğu yok. Yanakları al a l . Uzanıyor. Narin bileklerden birini tam tutarken, ka · l ı n ses: - Eyüp ! . Adamı n hayal leri tuzla buz olmuştu. O yol lar, o upuzun yollar ne çabuk bitmişti ? .. indi ler. Genç kadı n ağır, uslu, edep l i . Dönüp bak­ madı bile. Halbuki otobüste kızıp duruyordu . .. Lüt­ fen geri çeki l in ! • demek geçmişti içinden. Ama, a O kadar rahatsız oldunuzsa, taksiyle gideydiniz! ce­ vabını almaktan korkmuştu. •

364


Adamın Eyüp'te hiçbir işi yoktu . Ayvansarayda otururdu. Peşinden sürüklenmiye başladı kadının. Cadde kalabalık. Elektrikler yanmış. Solda yeşil, kır­ mızı, mavi desti ler, küçük küçük, Eyüp desti leri , renk renk oyuncaklar . . . Gördüğü yok. Hayal inin kopan şe­ ridini bağlamak istiyor, olmuyor. Narin bileğini ya­ kalam ıştı kadının. Sonra? Sonra ötekin i . Fakat olmu­ yor. Kadınla aralarına b i r u Dangal ak• gird i . Adımları­ nı açıp, adamı itti . Aralarında yarım metre. Tam ca­ m i i n orda, pırıl pırıl saçları iti nayla taralı biriyle karşı laşıyor kadın. Vanyana yürüyorlar. Kocası m ı ? Sevgi lisi m i ? Belki d e kardeşi . Kardeşi olma l ı . Az ge­ riliyor. Sokaklar sokakların peşisıra, köşeler. Ufacık bir kapının önünde duruyor öndeki ler. Arkadaki tam hi­ zaları ndan geçerken, kapı açı lıyor, biri erkek, ikisi kız üç çocuk: - A . . . Annem geldi! - Anneciğim geldi ! ! - Bize ne geti rdin anneciğim? Arkadaki adam sokağın bitimine kadar gidip, dô· nüyor. Ev, ufacık kapısiyle, önündeki leri yutmuştur. Ele benzeyen tokmak pas l ı pas l ı bakıyor.

* Ertesi gün kahvede maceralar an latı l ı rken, o da başl ıyor: Dün Çarşıkapıdaki otobüs durağı nda iri simsi· yah gözlü, şaheser bir kadına rastlamıştı . Bir bakış­ ta çakmıştı kadının yol lu olduğunu. Birlikte bi nmişler­ di otobüse. Lakin ne kadı ndı ya! Anası avradı olsun ki, görmemişti böyle kadı n istanbul'da! . . . Bonkör mü bonkör. Sımsıkı sardığı, kendine çektiği halde, değ i l kızmak, geri geri vermişti kendini. Sonra ahbap o ! · muştu. Ayvansarayda ineceğlne, taa Eyübe gitmişti . işi filan yoktu halbuki Eyüp'te. Ama karı . . . Vanyana yürümüşl erdi . Kocasından yeni ayrı lmıştı . Mahke365


melik. « Mahkemen bitsin, evlenellm ! • diye tavla­ mıştı . Eyüpte ahbaplardan birinin evi ne atmıştı karıyı . Ü ç çocuğu vardı ahbabın: Biri oğlan, i kisi kız. Gecey i onlarda geçirmişti . Uikin ne karıydı ! . . . Ablak yüzüyle kabağa benzeyen şoför Hakkı dayanamad ı : - Hangi g ü n oldu bu? - Dün akşam. - Geceyi birlikte geçird iniz ha? . . . - Şerefslzlm ki . . . - Ulan dün akşam beraber değ i l miydik Balat'ta , Karadenizli 'nin meyhanesl nde? .. Öyle ya, beraberdi ler. Yed ide buluşup gitmişle.-­ d i , şoför Hakkı , kunduracı Sel i m , kolacı Nevzat, ta­ m i rci Niko filan. Kulaklarına kadar kızardı . Evvelisi, yahut daha evvel isi gece diyemezd i . iş işten geçmişti. Fırlad ı : - Sizinle konuşuımaz zatl Arkasında pathyan kahkahalar . . . Kapıyı bulmuş­ tu bile. Şoför Hakkı bağırd ı : - Aynayle dargınsın galiba! . . Kahvenin elektrlğl yandı. . . .

366


ÇIFT KÖSELE

Şu aniatacağı m olay yaz ortasında, hem de yaz ı n en sıcak, insanı en bunaltan, durduğu yerde kırmızı bir yayla destisi gibi, ı l ı k ı l ı k en çok sızdırd ı ğ ı , bir günde, tekm i l koltukları işgal edilmiş bir HARBiYE FATIH tramvayı nda geçti : « Çift Kösele .. en öndeki sol koltukta oturuyordu. Yanıbaş ı nda orta yaş l ı , şişman bir kad ın dikilmel<tey· d i . Kadının kucağında çocuğu, el inde de, içi tıkabasa sebze dolu bir file. Tramvay zaman zaman bir kavsi hızla döner, ya· hut ani frenlerle yavaşlayıp hızlandıkça , kadın, düş­ mernek Için zorluk çekiyordu. Gözlerim ona, yani •Ç ift Kösele• ye takılmıştı . I ri gövdesi , kocaman baş ı , kil ise direği gibi sağlam boy­ nu, kıpkı rmızı ensesiyle korkunç bir vurdumduymaz­ l ı k içinde, yanı ndaki kadıncağıza bakmıyordu bile. Halbuki büyük bir şehi rde yaşıyordu. Kı ravat takma· s ı n ı , saçlarını briyantin leyip taraması n ı , I ngi l iz ku­ pon takl idi kostüm giymesini pek ala bil iyordu. Uzun zamandır insanlarla ayakkabılar arasında kuwetli bir yakı n l ı k keşfettiğimi sanıyor, yolda rast­ ladıklarımı · Mokassen » , ·Tek Kösele • , « Çift Köse l e • diye kal ı p kıyafetlerine göre sınıfiara ayırıyordum. 367


istemesam de oluyordu bu iş. Onun için, bu kal ı p kıyafet yerinde vurdumduymazı d a aÇift Kösel e • l ere sokmuştum. Çift Köseleler yalnız kalı p kıyafet, kel­ le kulak yerinde oluşlariyle değ i l , yaşayışlariyle de ötekilerden ayrı l ı yorlard ı . Bir defa, görünüşleri itiba­ riyle çift kösele pabuçlar gibi kaba, çokluk saygısız, zaman zaman da küstah olurlar. Kend i lerini beğeıı­ miştirler. Başkasını düşünmezler. Sıraya girip kuyruk olm ıya filan tahammül leri yoktu r. Her zaman, her yerde, her şeyin iyisini kullanmak isterler. Sanki dlin­ ya böylelerinin nefsi netisieri için kurulmuştur. Ben bunları düşünürken, yan ı başımda, kelebeK gözlüklü, mokassen bir yal ı nkat pabucu hatı rlatan ufak tefek biri : - Şn ön koltukta oturan yarmaya bak! -dedi-. De­ mindenberi di kkat ediyorum, yanıbaşında diki len za­ val l ı kad ına kalkıp ta yerin i vermedi ! Doğru söylüyordu. - Kelle kulak ta yerinde, -dedim. - Ense, ense ya ? - Ya boynundaki kravat hayvanın? - I kiz etsek m l dersiniz? - Evet amma, hakaret sayarsa ya? - Sayabi l l r. - Iğrenç gözlerini ayıra ayıra, bizden adabı nıuaşeret dersi alm ıya ihtiyacı olmadığını söyler. - Belki de söğer sayar? - Bundan her şey beklenir. Fakat kadına bakı n . Nası l terl iyor zaval l ı ! . . . . . . . . . . . . . . .? . . . . . .. . .......? Az sonra, mokassen, tramvaydan atl adı . Kad ın öyle yalpal ıyordu ki, n e olursa olsun, heykel hareket­ sizliği içindeki Çift Kösele'yi nezakete davet geçti içimden. Kal ıbı, kıyafeti öyle sinirime dokunmuştu ki, ondan başkası n ı n kalkıp yer vermesini istemiyor­ dum. I l l e o kalkmal ıyd ı . i nsanlardan pek çoğunun kilo 368


kaybettiği şu devirde, hayasızca samirrneğe ne hak­ kı vard ı ? Ka lkıp gitmedim amma, kafamda şunlar geçti : - Yerinizi l ütfen şu kadıncağıza verin ! Başını çevi rip bakıyor: - Sana ne? - insan l ı k namınal - Sen kendi i nsanlığına bak. Ben buraya paramla oturuyorum! Baygın bal ı k gözleri, belki simsiyah, kaba bıyığı, çatı k püskül kaşları . . . El imde olm ayarak: - Çift Köse l e ! Diyorum. Hakaret sayarak, yerinden öfkeyle fır­ layıp, baş lıyor basbas bağ ırmaya. Derken tramvay duruyor, iş pol ise aksediyor. Karakolluk oluyoruz. Orı:ı­ da da bir hayli i l eri geriden sonra, komser belki de beni özür di lerneğe davet ediyor. Beyazıt'ta i nmem lazımken inmedim. Adama i l­ let ol muştum. Bakalım nereye gid iyordu? Nerede i necekti ? Kaş ı , gözü, bıyığ ı , kaşları, yüz çizg i l eri na­ sıldı ? Fatih . Son durak. Herkes indi. O hala oturuyor. Peki ama, niçin? B i r ara vatmanla biletçi yanı na geldiler. Kol ia­ rına girip kald ı rdı lar. Belden aşağısı pek tutmuyor­ du. Yanına gittim: Gözleri de körd ü l Yüreğim cızz etti ve katarndaki • Çift Kösele• pa­ buç, müthiş bir hızla geri l erde, çok geri lerde kay­ boldu.

369


® BILGI BASlMEVI - AN� ARA

20

LI RA


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.