ÖNSÖZ İbrahim İpek efendinin vefatından önce vermiş olduğu emir ve ricalarıyla 66 senelik birikimini yansıtan 80 adet divanın basımı ve kitap haline getirilmesi Hicri 1422 Berat gecesi akabinde kararlaştırıldı, tevfiki ilahiye ve nusreti ilahiyeyi talep ederek bu eserin yazımına başlanmıştır. Malum olduğu üzere daha önceden Hüsnü Gülzari Hz. ve Mehmedi Fehmi Hz. ve İbrahim İpek Efendi Hz. divanları birlikte bir eserde tab ettirilmiş ve adedi tükenmişti. Biz bu eseri yakın zamanda vefat eden İbrahim İpek efendinin hayatını, hizmetlerini, kemalatını izhar ederek, mevcut ihvan ve sonradan gelecek bu yolun müntesipleri ve siz saygı değer okurlar tarafından tanınması, ruhaniyetinden müstefit olunması için divanları ile birleştirip tab edilmesine karar verdik. Hüsnü Gülzari, Mehmedi Fehmi ve diğer Uşşaki piranın divanları ve tarihçeyi hayatlarının diğer eserlerde ele alınması, ayrıca İpek efendinin emri ile âcizane bu kitabın derleyicisi olarak yazmış olduğumuz bir kısım divanlarında bu eserin içinde yer almasını lüzumlu görmekteyiz. Muradımızın muradı ilahiyeye muvafık ve mütabık olmasını temenni, nusreti ilahiyeyi talep ederek bu eseri okuyanların müstefit olması ve tariki hakta müstakim olması, dilek ve temennisi ile siz sayın okurlarımızın ve dostlarımızın görüşlerine arz ederim.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM GİRİŞ Âlemlerin Rabbi olan Allah cc, hamd ve sena, Efendimiz SAV. Sala tu Selam ve onun âli ve esbabına Selam ederek ve kıyamete kadar ona biat etmiş ve edecek tüm ehli imanı da bu Selat ve Selamın içine katarak mevzuya girmek istiyorum. Mana ufkundan doğan ve gönülleri aydınlatan ve yine mana ufuklarında gurub eden bu zatları bilmek ve bildirmek cüzün külünü tanıması, cüzi aklın külli aklı ihatası kadar zor bir iş olsa gerektir, diye düşünmekteyim. Allah cc., Benim velilerim gök kubbemin altında gizlidir, onları ancak ben bilirim, buyurmaktadır. Bizler ise onları yaptıkları hizmetlerden, eserlerinden, bıraktıkları izlerden tanıyabilmekteyiz. Bu mealde İbrahim İpek Efendi şöyle demiştir: Altının değerini sarraftan sorun Arifin değerini Allah'tan sorun Lâmekân şehrine giden var, sen nasıl durun Mücahit ihsan olur canın verene Bir ustanın ustalığı onun eserlerinden ve geriye bıraktığı izlerden anlaşılır. Mevla- na Hz.leri gül mevsimi geçtikten sonra, gülün kokusu gülsuyundan alınır, dediği gibi biz de bu eserle mana ufuklarında gurub eden bu zatın kokusunu gülsuyu misali sizlere duyurup hissettirebilirsek, bir nebze de olsa bizleri yetiştiren bu zata karşı görevimizi yerine getirebilmenin kıvanç ve mutluluğunu duyabileceğiz. Aslında bu eserin tasnifine ve hayatını konu aldığımız bu zatın daha iyi tanınabilmesine yardımcı olabilmek için Âdemi tanımak Hz. İnsana mülaki olmak ve İnsani Kamil kavramını tanımak ve bu ölçüler içinde konuya yaklaşmak durumundayız. *İnsanı Kamile erişmek gibi bir nimet ve devlet onun gibi saadet ve inayet olmaz. Âdem olmak için behemehâl İnsanı Kamile yetişmek ona mülazemet ve tebiyet lazımdır. Nasıl ki bir katre bir denize ve o deniz içinde bir sedefe düşmeyince dürri yetim (inci) olmaz. İnsanı Kamil de sedef gibidir, ona varmayınca insanın insan olması, yaradılış gayesi olan marifetullaha ermesi düşünülemez. Efendimiz SAV.; İlim her mümin kadın ve erkeğe farzdır, buyurmuştur. Marifetullah ilminin, ilmi billahın tahsili farzdır. Aslı farz olan şeyin füruu da farzdır. Örneğin namaz farz olunca abdest de farz olur. İlmi billahın şart ise bir İnsanı Kâmili bulmak ve tabi
olmaktır. O halde İnsanı Kâmili bulmak ona tabi olmak da farzdır. Efendimiz SAV.; İlim Çin'de dahi olsa onu alınız, buyurmaktadır. Ulema ve urefa, bu hadisi şerifi, ahir zamanda çıkacak olan "İnsanı Kâmilin Çin Türkistanından zuhur edeceği," hakikat taliplerinin (ilmi billahi talep edenlerin) güçleri yeterse gidip bu ilmi ondan kesbetmelerine dair, emri nebevi olduğunu söylemişlerdir. "İlmi billahi" bir İnsanı Kâmilin ağzından alınız, hükmünce tasavvuf konuşan bir kitaptan kendi vücut kitabını okumakla öğrenilir. Hakka ulaşmak için kabiliyet şart değildir. Kabiliyeti insanda doğuracak şey İnsanı Kâmilin sohbetinin tesiri ve nazarlarının feyzidir, inşam Kamile eren bu istidadı kazanır ve her kemali elde edebilir. Elverir ki onların emirlerini tutalım, zahiren ve batınen tabi olabilelim renklerine boyanalım. Bu manada Mısrı Niyazi Hz. Yaka, yaka kül eder Her dikeni gül eder Haktan yana yol eder Erenlerin halveti, demiştir. İnşanı Kamil meselesinin mütalaasını başka bir bahse bırakarak, Halifetül Arz, olan Rahmanın yeryüzündeki zilli (gölgesi), Allah cc. en yakın halaka, alemin kendisinden tefeyyüz ettiği, her asırda bir tane olmak kaydıyla, (ismi herhangi bir isim olabilir) hakikatte Hakikati Muhammediye mazhar olmuş, aklı kül olan hakkın esma sıfat ve zati tecellilerine mazhar olmuş zatı tanımak. Ruhu Muhammedi ruh, nuru muhammedi nur olmuş kâinatın ruhu mesabesindeki İnsanı Kâmili, bulmak bu zattan müstefit olmak ve bu zattan alman nisbet ve neseple İnsan olmak, kâmil olmak ve yaradılış gayesine ermek, "İbrahim İpek efendiyi tanımak."
İBRAHİM İPEK EFENDİNİ MANEVİ SİLSİLESİ Malum olduğu özere, Allah c.c' hün evliya ve enbiyasına tahsis etmiş olduğu nur ve feyiz, onların mematlarında da devam etmekte, kendisiyle irtibatlanmak isteyen kişiler oldukça, bu zatların tasarrufları devam etmektedir. Hasseten, evliyaullah Hz, mematında, kınından çıkmış kılıç mesabesindedir ve ruhaniyette daha mutasarrıf olacağı, bu eseri okuyan ve ruhaniyetinden feyizlenmek isteyen ihvanına ve siz okurlarımıza himmeti aliyelerinin ulaşacağı muhakkaktır. Kaldı ki Gavsı Geylani, Ahmederrufai, Hüsammeddin Uşşaki gibi tarikat pirlerinin ve (büyük) kummeliyn evliyaların, ruhaniyyette mutasarrıf olduğu bilinen bir vakıadır. Bu eseri yazmaya başladığımız günlerde kendisiyle maneviyatta görüştüğümüz İbrahim İpek efendi içinde Ricalullah, Ricalulgayb tabiri kullanıldı. Ruhaniyette Cenabı Hak tarafından vazifelendirilen ve mutasarrıf olan bu zatlardan, ehlisünnet akaidi doğrultusunda şefi tutularak yapılacak istianelerin, indi ilahide kabule şayan olacağı ve samimi niyetlerin Cenabı Hak tarafından halk olunacağı muhakkaktır. Hemen bu noktada bu zatı tanımayan ve kemalatına vakıf olmayan okuyucuların merakını gidermek ve haklı eleştirilerinin izale edilmesi noktasında* hakikatleri izhar ve "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz", dendiği gibi gerek kendi yazdığı ve okuyacağınız divanlardan, gerekse hizmetlerinden, gerekse ihvanlarıyla olan irtibat ve maneviyatlarından, sohbetlerinden yola çıkarak siz saygı değer okuyucularımızla bu hakikatleri paylaşmak istiyoruz. İnanıyoruz ki bu eseri okuyup bu hakikatleri paylaştığımız zaman, asrın feridi olan İnsanı Kamil İbrahim Rüşdü İpek - Şemsi
Herkes kendi şeyhini kutap gavs bilir. Bu eseri yazanın ve omı sevenlerin yakıştırmasıdır veya bu zatı büyütmekle varisi oldukları zatın kemalini izhar ile aslında kendi kemallerini ve tariklerinin şerefini yüceltmek ve müntesiplerini çoğaltmak istiyorlar gibi düşünceler.
Tuba Tabanı Veli efendimin ruhaniyetinden daha ziyade müstefit olmaklığınız ve şefaati Peygamberi ile İbrahim İpek efendinin şefeati ve himmeti aliyesine ermekliğiniz ve dolayısı ile dünya ve ahiret saadetini kazanmanız İnşaallah mümkün olur.
Bir zatın tanıtılması noktasında o zatın tariki, manevi silsilesi ve birinci derecede kendisine icazet yazan zatların kısaca tanınmasında fayda mülahaza etmekteyiz. Ayrıca anlatılacak kemalat ve kerametlerin her ne kadar üçüncü şahıslardan da rivayetlere yer vermemiz söz konusu olsa da, bizim baktığımız pencereden saygı değer okurların bakacağı bu kısmiliğinde bir nakısa olabileceği noktasında bir takım tereddütlerimizi ifade etmek durumundayız. Gönül ister ki bu pencereler çoğalsın daha geniş açılardan bu zatın tanınması ve tanıtabilmesine muvaffak olunabilsin. Bu günkü şartlarda bu işi daha ileri bir zamana tehir ederek ulaşabildiğimiz mevcut kaynak ve rivayetlerle iktifa etmek durumundayız. Ayrıca bu zatın bizlere üçüncü şahıslardan ulaşan nice kerametleri, ihvanıyla arasında otuz iki senelik irşat hizmeti esnasında sır kalan sayısız hal ve esrarın olacağı muhakkaktır. Bunların tamamına ulaşıp sizlere aktarsak bile okurlarımız tarafından abartma duygusunun oluşmasından çekinerek ve bu zatların kerametleriyle yad edilmesinin bir nakısa olarak algılanacağı sebebi ile tariki hakka hizmetleri, bu uğurda yaptığı fedakarlıklar ilmi kemalatı ve tasavvufi görüşleri ehli sünnet itikadına olan bağlılığı, vatanına milletine olan sevgi ve saygı bağlarını ön plana çıkararak, ağırlıklı bu konular üzerinde durmayı uygun gördük. İbrahim İpek efendinin tanıtılmasına manevi nesep ve silsilesinden başlamayı uygun gördük ve yine bu zatın ifadeleriyle bu çerçeveyi çizmek istiyoruz.
Hüsameddin pire koşdum Deniz derya gibi taşdım Hemen bayılıp ben düştüm Rabbim Allah deyu deyu. Geylaniden feyiz aldım Bahri ummanlara daldım. Ben hızırı mürşit bildim Rabbim Allah deyu deyu Yukarıda dendiği gibi tariki hakka intisabı 1945 senesinde Hüsnü Gülzari Hz.lerine biat ile başlamış ve Tariki Uşşakiye bu zatın delaletiyle girip seyri sülük yoluna kadem basmış, Hasan Hüsameddin Uşşaki Hz.lerinin tarikiyle buluşmuş.* Hüsnü Gülzari İbrahim İpek efendiyi dualadığı zaman Hüsnü Gülzari Hz.leri 75 yaşlarında, İbrahim İpek efendi ise 14 yaşlarındaymış. Hüsnü Gülzari Hz.leri Yerli köye uğrayıp İbrahim İpek efendiyi dualadıktan sonra yola koyulmuş. Emirhalil köyüne geldiğinde yanındakilere şimdi gidip icazetini yazmak içimden geliyor, demiş.
Hasan Hüsameddin Uşşaki Hz.leri hicri 880 yılında Buhara'da doğmuştur. 54 yaşında aldığı bir manevi emirle Anadoluya gelmiş, Uşak şehrinde İzzeddin Karamani Hz.lerinin halifesi Ahmet Semerkandi Hz.lerine biat etmiş, 100 yaşındayken Üçüncü Murad'ın davetiyle İstanbul'a gelmiş, İzzettin Karamani'nin kamil halifesi Ümmi Sinan Hz.lerinden nefsi himmet almış ve tariki Uşşaki'nin usul ve erkanını içtihat ederek 120 yaşına kadar irşat postunda oturmuş, hatemen pir olmuştur. KUTBUL AFAK GAVSUL UŞŞAK HATEMEN PİR EVLADI NEBİ HASAN HÜSAMEDDİN UŞŞAKİ KSA. Hicri 1001 yılında Hakkın vasi rahmetine kavuşmuştur. Kabri şerifi İstanbul Kasımpaşa'da bulunmaktadır.
Altmışlı yaşlar, ölümü hatırlatan yaşlar olduğundan Hüsnü Gülzari Hz.leri kâmil ihvanlar tarafından, yerine kimi bırakacağı noktasında suallerle muhatap olurmuş. O da İpek Efendiyi kasıtla, iki sene sonra ana rahmine düşecek, bir defasında ana rahminde, başka bir kere ihvanla sohbetteyken şimdi doğdu gibi keşfen tebşiratlarda bulunmuş. Doğduktan sonraki dönemlerde Yerliköy' e dönerek buradan bir koçyiğidim çıkacak, yerimi ona teslim edeceğim, diyerek ihvanlara tebşir edermiş. Bu rivayetleri sonradan duyan İbrahim İpek Efendi, annesinin ismini "efendi" koyduğu bir ihvanımıza takılarak: "Sen ve ben anadan doğma efendiyiz" dermiş. Hazır doğum bahsindeyken halen hayatta olan ebesi ve doğuma şahit olan annesi ve diğer Yerli köylü hanımların rivayetiyle doğum anında, loş odanın içinde florasan ışığı gibi bir ışığın lemean ettiği, bunu gören ravi ebenin korkudan dudağı yarıldığı bildirilmiştir.
Doğmadan rahimde tebrişi geldi Doğduğu oda nurlarla doldu
Hafızı Kur’andı ummana daldı İlmi Ledün bahrinde dalgıçtır İpek Silsilemizi tanıyan, bilen ihvanca malumdur ki Tariki Uşşaki yi Anadolu'ya Seyit Hasan Neceati efendi getirmiştir. Kendisi askerliğini Osmanlı zamanında Seyyit olduğu için asker derviş olarak Talibi İrşadi Hz’lerinin kâmil halilesi Kanber Efendinin Edirne'deki dergâhında yapmış ve sülukunu orda tamamlamıştır. Ala rivayet Hasan Neceati dede, askerliğinin hitamı yaklaştığında Kanber Efendiyi bir telaşe almış, hilafet vermek istediği evladı resul Hasan Neceati dedeyi erbaine sokmuş, birinci erbainde maksat hasıl olmamış, ikinci erbainin ortasında Kanber efendi celallenmiş ve Seyyit Neceati dedeye bir tokat aşk etmiş, bu tokatla birlikte basireti açılınca hem sevinmiş hem de tedirgin olarak, evladım bu işin tokatla olacağını bilseydim seni bu kadar bekletmez bu işi daha evvel yapardım, diye latifeyle gönlünü almış. Edirne'den Kanber Efendiden nisbeti alan Seyit Neceati Dede, Hüsnü Gülzari ve Zühtü Efendi ve icazet yazmış, Zühtü efendi kısa süre sonra Şeyhi ve Hüsnü Gülzari Hz'leri tarafından Hakkın vasi rahmetine tevdi edilmiş. İrşat postuna Hüsnü Gülzari Hz'leri oturmuş ve 90 küsur yaşına kadar bu hizmeti devam ettirmiş; Mehmedi Fehmi, İdris efendi, Hayrullah efendi ve İbrahim İpek efendiye icazet yazmıştır. İbrahim İpek efendi cem esmalarına kadar, hilafetli kamil halife Fehmi Dedenin rehberliğinde yürümüş daha sonra 24 yaşında Hüsnü Gülzari Hz'lerinden icazeti almış, Fehmi dedeye de imzalatarak meşihet postuna oturmuştur. Hüsnü Gülzari Hz'leri Seyit Neceati dededen icazeti aldıktan sonra irşada başlamış. Bulunduğu beldeyi ve memleketimizi nuru ziyasıyla aydınlatmıştır. Zamanındaki bir Nakşi meşayihine, durumdan haberdar olan bir zat demiş ki: "Siz yatıp durun bakalım Müdüden (Çorum-Sungurlu'dan) Hüsnü Gülzari diye bir şeyh çıkmış, önüne kattığını dualıyor, yakında dersliyecek ihvan bulamayacaksınız dediğinde: "Basiretli olan o zat: "sen ne diyorsun? O bahsettiğin kişi zaman kutbu oldu. Dört senedir hepimiz ondan feyizleniyoruz. Biz onun atının önüne at mı sürebiliriz!" diye söylemiştir. İbrahim İpek Efendi İstanbul'a gelmeden bir gün önce, rüyamda büyük bir uçak görmekteyim, bulutlara sığmıyor, tarif edilemeyecek büyüklükte. Efendi dergaha geldi, sedire oturdu. Biz bu maneviyatı arz etmeden "Fatih efendi biz de büyük bir uçak görmüştük. Kanadının biri Bediiizaman Said Nuri Hz'leri oluyor, bir diğeri Süleyman Hilmi Tuna han Hz'leri oluyor. Şeyhim Hüsnü Gülzari Hz'leri ise Kutup motor oluyor, uçağı o itiyor diyerek hem rüyayı tabir etti; hem de Hüsnü Gülzari Hz'lerinin ve kendisinin kemalatını ve kutbiyetini izhar etti.
Güruhu Naciye gelip geçiyor Nura gark olmuş ceyiş gidiyor. Cihanın kutbu cevlan ediyor Şeyhim Hüsnü kutbu cihan değil mi? Devamını divan bölümünde okuyabileceğiniz bu beyitlerde Hüsnü Gülzari Hz'lerinin kutbiyetini, İbrahim İpek efendi izhar etmektedir. Hüsnü Gülzari Hz'lerinin kemalat ve kerametlerini ayrı bir bahse bırakarak halen yaşayan Süleyman Dedenin ağzından, Hüsnü Gülzari Hz’lerinin lisanından: "İbrahim İpek zamanın kutbu olur fakat biz göremeyiz" ifadesini bizzat bu fakir kulağıyla duymuştur.
Yine hulefasından abisi Esat efendinin, Fehmi dedenin ziyaretinde İpek efendi ile bulunduğu bir sırada: "Efendim kardeşimi Kutbul Aktab olarak görmekteyim" buyurduğunda, Fehmi Dede sinirlenerek, bastonuyla Esat efendiyi dürtüp "Elimizde bir o var. Onu da yüzüne överek zay mı edeceksin." Diye azarladığı, ihvanca malumdur. Yine Esat Efendi ihvana maneviyatımda 124000 evliyanın sırrı ve dosyaları tüm enbiya ve evliya huzurunda Efendimiz SAV. Tarafından Kardeşim İbrahim İpek'e teslim edildi, diye onun kemalatını övmüştür. Yine hulefasından Hasan Mansur Efendi yazdığı divanda;
Hafız kutub buhtan etmez ' Okur kuran gıybet etmez,
Kimseye kötüdür demez İstiğfara gel kardaşım. diyerek onun kutbiyetini izhar etmiştir. Bu fakir kardeşiniz de İbrahim İpek efendiye derviş olmadan, Elazığ'da şeyh Halit efendi isminde, Osman Bedreddin Erzurumi'nin hulefasından bir zat ile görüştük. Bu zat hulaseten şöyle buyurdu: "Biz duyduk ki Mahmut efendiye mürşidi kamillik verilmiş, Fetullah hoca efendiye ilmi leddün verilmiş, fakat yeryüzünde mürşidi kamil birden fazla olabilir, insanı kamil ise bir tanedir onun da kim olduğunu bilmiyoruz, dedi. Bu görüşmenin akabinde 15 gün sonra bu fakir, alemi menamda, ortada şeyh Halit efendiyi, sağında Mahmut efendiyi solunda Fetullah hoca efendiyi görmekteyim, işaret ettiği gibi kendisi de mürşidi kamilmiş. Bu arada Halit efendi iki üç adım öne atarak eliyle bir yöne işaret etti, işte İnsanı Kamil de budur, deyip bir zatı gösterdi; baktım İbrahim İpek efendiyi göstermekte.
Çok geç olmadan tamdım anı İnsanı kâmil değil mi İpek Peşinden giden kurtarır imanı Miratı Muhammedin nurudur İpek. İbrahim İpek efendi'ye intisab etmeden önce boşlukta olduğum bir dönemde alem-i menamda bir oda içinde Çeçen bir mücahit elbisesi içinde kendisini görüyorum. Yaranda zikirlerimizden Süleyman kardeşimiz de var. İbrahim İpek Efendi yanıma geldi ve bana sarıldı. "Evladım biz seni aldık, kabul ettik." Buyurdu. Daha sonra kendisini anlatmaya başladı. Ben halvette idim." İhlâs-ı şerif çekerken 13. günde Efendimiz SAV geldi ve beni ridasının içine, aldı, Ondan sonra bütün şeyhler bize muhtaç oldu" dedi. Ben bu maneviyatı kendisine açtığımda "Evladım sahih görmüşsün. Efendimiz SAV bizi ridasının üstüne oturtturdu, 12 tarikatın adamı sana rabıta edebilir, dedi. İlerisini açmıyorum deyip bizi dervişliğe kabul etti. Ya Allah - Ya Hak - Ya Nur - Ya Mübin esmalarını fakire talim etti. Bize de dörtlü esma verileceği işaret olunmuştu ve böylece kendisine biat ettim. Kendisi ile beraber hac, umre ve Pakistan yolculuklarımız oldu. Bu yolculuklar esnasında sayısız keramet ve kemalatlarına şahit olduk. Kendisinden gördüğümüz ve ihvanından duyduğumuz keramet ve kemalatlarını anlatsak elbette bu kitabın konusunu aşar ve okuyucular nezdinde abartma şüphesi oluşabilip, hüsnü zanlarının kırılacağı endişesiyle, daha çok kendi ağzından nakledilen, birinci ağızdan ve yakınlarından duyduğumuz ender olaylara yer vererek maksadı aşmadan ve sizleri usandırmadan sözü bağlamak istiyorum.
Yiğit belli mezesinden Rahmet yağar çizesinden. Çıkar doğru gözesinden Akar Ebu Zülâl eğri. Bir insanın içinde ne varsa elbette dışında o zahir olur. Sirke olan bir kaptan elbette bal sızmaz. Bal kavanozundan, dışına bal sızar. Zatın birisi ile sohbet ederken bize şöyle bir ölçü getirdi: "Bir meşayihe biat etmek isteyen, direkt onunla konuşup karar vermesin. O zatın etrafındaki insanlarla, kendisinden feyizlenen müntesiplerine bakarak karar versin. Eğer bu insanlarda şeriatı garrayı Muhammedi'den zerre bir inhiraf sapma varsa, o kişiden uzak dursun. Aksi durum varsa, o insanlar yaşantıları, halleri ile şeriatın hududunu koruyor ve tarikatın usul ve erkânına riayet ediyorlar ise o şeyhin kemaline karar verip, istihareyi de işe katıp o şeyhe biat etsinler buyurdu" Elhamdülillah Anadolu’nun bağrında sayısız müntesibi bulunan şeriatın zahirinin muhafızı, tarikatın usul ve füruuna dikkatli güzel bir cemeat oluşturmakla aslında en büyük keramet ve kemalatını ifşa ve kutbiyetini izhar eden bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine diğer bir kerameti ise:
Seher vakti menamımda Kemalim var kelamımda Çarı yarlar hey yanında Fahri alem geldi geçti
diyerek okuyacağınız divanda ve 32 senelik irşad meclislerinde yapmış olduğu sohbetlerle, gönülleri feth ve ruhtarı irşad ile meşgul olmuş, keramet ve kemalatlarını bu noktada da izhar etmişlerdir. İnşaallah ihvan sohbetlerinden alınmış ses kasetlerine ulaştıkça bunları çoğaltıp, ihvanına ve siz saygı değer okuyucularımıza ulaştırmayı bir borç biliyoruz. Meclisine hâkim, kalbden geçenlere vakıf, ihvanına hadim bir zat idi. Münkirlere ve müfsitlere celal ile gösterdiği kerametler, dillerin bağlanması, ilimlerinin ketmolunması gibi şeyler kerameti adiyeden sayılmakta idi. Ziyarete gelenlerin önceden bilinmesi, yemek vs. hazırlıklarının evvelden yapılması ve müşküllerin halledilmesi yine bu cümleden sayılabilir. Çocuk yaşta hıfz ettiği Kuran-ı Kerim ve onun manasına aşinalığı. Kur' an ahlakı ve ahlak-ı nebevi tahalluku, bütün keramet ve kemalatta, hal, tavır ve durumlarında yokluğa düşmesi. Varlıktan sıyrılması, her hal ve tavrıyla Rab c.c. izhar etmeyi, O'nun zikredilmesini ve birlenmesini sağlayarak hadimi Rabbilalemin olması, ihvanlarınca çok yakından bilinen hakikatlerdendir. Rab c.c. gidecek yolda şakirdlerin yolunu açması, gönüllere mutasarrıf olması, görülen rüyaları önceden bilmesi, sülükun inceliklerine vukufiyeti, değişik tariklerin seyr-i sulukuna aşinalığı ve 12 tarikin pirinden icazet, inayet ve himmet alması, bütün bu tariklerden mustahlef şeyh olması onun kemalinin görülen cüz-i parçalarındandır. Ailesine, yakın çevresine olan müşfikliği ihvana ve tarik-i hakka olan hizmetleri, ahde vefası kayda değer özelliklerindendir. Erkek evladının sonradan doğması ve ihvanın maddi fakir olması, ailesinin maişet ve geçim dertleri, meşakkati dünya, irşad hizmetlerinin kısmi aksamasına yol açsa da bütün bu olumsuz şart ve durumlarda bu hizmeti can siper'ane götürebilmesi onun ayrı bir kemal yönüdür. Bütün bu telaşede 40 küsür hac ve umre yapmaya fırsat bulması, onun ne kadar gayretli, meczup ve mergup bir zat olduğunun işaretlerinden olsa gerektir. Kısmi kesitler sunacağımız sohbetleri ve yazılı divanları müteala edildiğinde bu kemalatın izharını daha iyi idrak söz konusu olabilecektir.
Muhabbet kanadın açtım Muhammed şehrine düştüm. Üç milyondan seni seçtim. Kıymetini bilirsen gel. Mücahit Medine'ye vardı. Ravzasında seçim oldu. Yirmisekiz kişi gördü. Eğer yine görürsen gel. diyerek Allah Rasulu SAV tarafından Ravzayı-Mutahhara'da yapılan seçimden bahisle, zamanında yaşayan üç milyon kamilin içinden seçildiğini beyan buyurmaktadır.
Kalbi penceremden yarimi gördüm. Lisanı hal ile bana gel dedi. Zikr-i vecd ile mutmain oldum. Asele, Baseli katamam gayri diyerek bab-ı müşahadede oturduğunu izhar etmekte,
Bildirdi kendini bizi yaradan Görmeden cemalini çıkmam aradan Çok şükür seçtirdi akı karadan Didemden, Didara bak dedi bana diyerek bu makamını teyid etmektedir.
Günahlardan hazar eyle
Kalp evine nazar eyle. Haktan alıp halka söyle Böyle olur divan dedi. diyerek yazmış olduğu divanın ilhamen kalbe südur eden kelamlar olduğunu bildirmiştir.
Şifa bulucu sözler söyledi Diller durdu, özler söyledi Hak ilham etti Mücahit söyledi İlhamsız sözü söylemem gayri Diyerek hem sohbetlerinde hem de divanlarında ilhamen Haktan aldığı kelamları bizlere naklettiğini beyan buyurmaktadır. Sohbet meclislerinde daha çok vuslat divanları, hakikat divanları okunduğunda “Biz söylenecek hakikatları divanlarda taliplilere bildirmiş bulunmaktayız" diye buyururdu. Divanlarını okuyan ve fehimli olan ihvanların bunlardan feyizlenerek, seyri süluka yardımcı, yol gösterici kelamlardan istifade ettikleri ve edecekleri muhakkaktır.
Mücahit kâmil isen divanın hani Bir divan yazmak bin şehit kanı Görmeden cemali çıkmaz aşığın canı Bu sözleri bize Mevlana dedi. Diyerek aşikana yol gösterici ve insanları Hakka yaklaştırıcı, hakikat divanlarının bin şehit kanından indallahta daha kıymetli olduğunu beyan etmektedir.
Mücahit severse bizi Demiş yazsın bir divan diyerek bu divanın yazım emrinin Allah c.c. tarafından kendisine bir emir olarak verildiğini anlamaktayız. Malum olduğu üzere bu tür divanlar seyr-i sülük yolunda ikra makamına çıkan Efendimiz SAV'e Kur'an-ı Hakim verildiği gibi, evliyaullaha da halen ve istidaden ikra makamında bu türden divanlar verilmiş. Bu da onların ikrası olmuştur. Mevlana Hz'leri-nin mesnevisi, Yunus Emre'nin ve Mısr-ı Niyazi'nin divanları onların ikrası olmuştur. İbrahim İpek Efendi son kutuplardan olan İrşadi Baba'nın divanını kasıtla: "İrşadi Baba ve diğer zevat bütün söylenecekleri söylemişler zannediyorduk. Ama bize de bu kadarcık söz hakkı bırakılmış" diyerek bu duruma işaret etmiştir. Bir keresinde "Fatih efendi şimdikiler divan yerine ihvanlarına şarkı, türkü dinletiyorlar. Hakikatten bihaberler" dediğine şahit olmuştum. Malum olduğu üzere bu zatlar insanların hidayetine vesile oldukları için Mehdi'yi sugradırlar. Kendisine anlattığım bir maneviyat üzerine şöyle ki: "Maneviyatta yüksek bir divan üzerine oturmuşum, at üstünde sakallı bir zat zuhur etti ve Mehdi AS. vasfetmeye ondaki özelikleri bildirmeye başladı ve daha sonra fakiri işaret etti ve bu hal üzere ben kendimden geçerek uyanmışım" bu keyfiyyeti beyan ettiğimde: "Fatih efendi sakın Mehdiyim diye ortaya çıkmayasın, bana da bu tür seslenmeler oluyor, sen Mehdisin diyorlar, fakat bu insanların hidayetine vesile olmaklığımızdandır" diye beyan etmişti. Yukarıda ruhu Muhammedi ruh, nuru Muhammedi nur olmuş zat diye bir bahis açmıştık. İbrahim İpek efendi, Kutbul İrşad Muhammet Mustafa Kamil efendiye yazmış olduğu bir mektupta: "Ravzayı mutahharada murakabede otururken ruhunun ruhu muhammediye munkalip olduğunu ve sema kapılarının açıldığını bahisle, şöyle devam etmektedir: Şahsiyetine güvendiğim bazı zatlar bir takım sualer soruyor, cevapladıktan sonra Kutup diye seslenmeler oluyor, bu erenlerin tavlaması mıdır, yoksa hakikat mıdır, zatı alinizin görüşlerini beklerim" diye buna benzer birkaç bahsi bu mektuba taşımıştır Buratla İpek efendinin temkini ihvana örnek olacak tarzdadır. Şöyleki vazifeyi aldıktan sonra Anadoluyu gezdiğimizde zikir halakası olan muhitlere uğradığımızda hemen hemen her cemaatte birden fazla şeyh adayına rastlayışımız İpek Efendinin yukarıda bahsettiği türden tavlamalardan olsa gerektir. Bu tür tavlamalara muhatap olan ihvanların bu
görülen maneviyatları anlattıktan sonra; bu görüntülere takılmamaları, bu işin yorumunu efendilere bırakıp. Dava sahihi olmaktan kaçınmaları, nefsin ve şeytanın maskarası olmamaları tavsiyemdir.
Canın Muhammed olmasa Gözün nuru görmese Mağrur olma ey sofi Dinim Muhammet deyu Can bedenden çekildi Gökten kapı açıldı Bir ses duydum orada Burda Muhammet deyu. Bu beyitleri teyit eden bir olay şöyle cereyan etmiş, Uşşaki meşayihinden Naci Eren efendi ihvanıyla İbrahim İpek efendinin Altınoluğun karşısında oturduğu yere gelerek: "Efendim dün gece maneviyatımda Efendimiz SAV. Altınoluğun karşısında yıkanmaktadır, diyorlar. O yöne baktığımda zatı alinizin yıkanmakta olduğunu görüyorum" diye beyan buyurmuş, bu keyfiyeti şahit olan ihvanlar bize nakletmişlerdir. Hasan Kıratlı ismindeki Kadiri şeyhi, yaptığımız bir sohbette: "Türkiye'de ben şeyhim diyen çok kimse mevcut, fakat ben şeyh diye İbrahim İpek'e derim" dediğine bizzat şahit oldum. Çok âlim, fadıl bir zat olan Abdullah Arığ efendi (Allah'ı Niçin Anıyoruz, Hac ve Sırları adlı eserleri yazan; el-İbriz kitabının mütercimi) şeyhleri vefat ettikten sonra İbrahim İpek efendiye mülaki olmuş ve onâ biat etmiştir. Bu keyfiyeti bize İbrahim İpek efendinin yakın ihvanı nakletmiştir. Benim ilk şeyhim olan Nakşî meşayihinden Amasyalı Şerif Âtalay efendiyi vefatından sonra maneviyâtımda gördüm. Daha önceleri kendisine vefatından sonra naz yapardım: "Efendim bizim gülümüzü açtırdın ortaya saldın şimdi de kapı kapı dolaştırıyorsun" derdim, o da bize tecelli edip şöyle dedi: "Evladım bizim sana icazet yazmaya yetkimiz yoktu, senin icazetini zaman kutpu yazacak, sen gönlünü ferah tut dedi. Aynen dediği gibi İbrahim İpek efendiye yaptığımız 7 senelik hizmet sonunda fakirin icazetini yazıp göreve tayin etmiştir. 2000 yılı haccını yapıp İbrahim İpek efendiyi ziyarete Çorum'a gittiğimde Zilhicce-19 saat 8'de yeğeni Cevdet'i çağırarak ondaki icazetleri istedi ve icazeti imzaladı. Bu mecliste iki nenem, oğlu Nurullah, yeğeni Cevdet ve ihvandan bazıları hazır bulunmakta idi. İbrahim İpek efendi: "Evladım biz bu tarikatta zikir meclisleri oluşturmaya, kapamaya, icazet yazmaya, halife ve zakir tayin etmeye, velhasıl her türlü vazifeyi sana teslim ettik" diye buyurdu. Daha sonra hilafet şartlarını sıraladı: "1-Evladım cemali ba kemali müşahade edemeyene icazet yazılmaz. 2- Cimriye, ahlakı kabih, çirkin olana ve tarikatı, ihvanı suistimal edecek adama, ümmiye icazet yazılmaz" diyerek şartları belirledi ve "İsmimizin kötülendiği yerde durmayacaksınız" diye bize vasiyet etti. Bilahare odada bulunanlara vazifemizi tebrik etmelerini emir buyurarak onları dışarı çıkardı. Esmaların sırları, icra ve müsemmaları ile ilgili uzun mütealalarda bulunduk. Daha sonra elini öperek dışarı çıktım. Bilahare okuduğum bir eserde İmam Ali Keremallahu veçheye de imamet Zilhiccenin19'unda tevdi buyurulmuştur. Okuyucularımızın affına sığınarak bu meseleyi biraz daha sarahaten izah ihtiyacı duymaktayım. Hem okuyucuların kafalarındaki soru işaretlerini kaldırmak hem de ihvan içinde konuya vakıf olmayan kardeşlerimizin irşadı babında, bir iki meseleye temas etmek istiyorum. Malum olduğu üzere İpek Divanı efendimin vefatından 2 sene önce yazılmıştır. Bu süre içinde maneviyatımda Hüsnü Gülzari Hz'leri ve Fehmi Dede dergâhımıza gelip: "Evladım dünya işlerin ziyade fakat seni posta oturtmamız lâzım" diyerek ağzının balını ağzıma vererek vazifeye tayin etmişti. İbrahim İpek Efendi de o dönemde erkek ihvanın sorumluluğunu bize, hanım ihvanları ise Esat efendiye teslim etti. "Benim önüme geçmeyeceksiniz" diye maneviyatta bizi tembihlemişti.
Bir gün de ayrı maneviyatta İbrahim İpek efendiyi bir traş koltuğuna oturtmuşlar ve sakalını tıraş etmekteydiler. Ben ise üzerine dökülen kılları ceketinden temizlemekteydim. O ara efendim kalktı ceketini akardı ve silkeledi, sonra fakirin sırtına giydirdi, ben cezbeyle dönmeye haşladım. Pirinin yolunda oldum Giydirdin hırkayı bende oldum pir Şahidim Allah'tır ki nispetimsindir Nurullah yoluna kurbandır İpek. Yine icazeti yazmadan Önce maneviyatta Efendimiz SAV.'i ziyarete gidiyorum. Kapının önünde bir melek içeri giremezsin, şu an istirahat ediyor, dedi. Ben o meleğe yüzünü de göremez miyim, dedim. O ise görürsün dedi. Beni içeri aldı ve sandukasından bir kapak açtı. Baktım ki Efendimiz SAV sünneti üzere sağ tarafına uzanmış, sağ eli başının altında istirahat etmekte idi. O anda göz göze geldik. Uç defa "Fatih, Fatih, Fatih" dedi ve oturdu. “Bunun elbiselerini verin." dedi ve kendisine nurdan kaftanlar verildi. Bana dönerek "Al, giy evladım" dedi ve elbiseleri bana verdi. Ben ise "Ya Resulallah! Sizin önünüzde soyunup giyinmek edebe aykırı olur. Müsaade ederseniz şöyle kenara geçeyim" dedim. Elbiseleri giydikten sonra bu vazifeye tayin edilmiş oldum. Geldim kastı ziyaret, istirahat anında Yüzünü görsem dedim hiç olmazsa bir defa Verdin libaslarımı giydirin Nurullaha Ey lütuf kanı Ahmet, enisim Muhammed Mustafa. İcazeti aldıktan sonra evden çıktım. İçime şöyle doğdu. Ben şimdiye kadar hep şeyhlerimi ziyarete giderdim. Bu yolculuklar bitti mi? Bir daha ziyaret etmeyecek miyim? diye düşünürken İbrahim İpek efendim kısa bir süre sonra vefat etti. Şu satırları yazmaya başladığım Mekke-i Mükerreme'ye gelene kadar 1.5 sene içinde 150000 km. yol yaparak ihvana hizmet etmeye çalıştım. Yolculuğa ve hizmete yeni başladığımı anlamış oldum. Efendimiz SAV. El ilmi ilmanun, ilmi bizzahir, ilmi biccinan, buyurmuştur. Bu birinci ilmi cami hocalarının hadis, fıkıh alimlerinin talim ettiği ilim, ikinci ilim ise ledünni ilimlerdir. Cami hocaları da cemaatlerine zikir telkini yaparlar, şu kadar salatu selam getir, şu kadar tevhit oku diye, fakat bir ahirini irşad edemezler.* Has tevhit, vasıtasız olarak mukaddes bir dilden telkin ile alınandır. Allah c.c. Peygamber SAV.'e ilk önce ve bizzat kendisi telkin etti. Nur suresinde sıfatları itibariyle Allahu Teala nurunu şöyle misal vermektedir; "Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur cam içindedir. O billur camda sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya ve batıya nisbet edilmeyen mübarek bir ağaçtan, o ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. O öyle bir ağaçtır ki yağı nerdeyse kendisine ateş değmese de nur verir. Bu nur üstüne nurdur. Allah insanlara böyle misal veriyor, Allah her şeyi bilir." * Beyan'ül Esrar li# t-Talibin, Ali bin Yahya es-Semerkandi
Tasavvuf âlimleri ayeti kerimede geçen "kandili" müminin kalbidir, "lamba" ise gönlün sırrıdır ki o da Sultani ruhtur demişler. "billur cam" ise gönüldür demişler. Allahu Tealanın nurunu da çok aydınlatıcı olduğu için inci'dir demişler "mübarek ağaçtan tutuşturulur" bu ağaç İnsanı Kamil ağacı ve bu ağaçtan alınan zikir telkinidir, demişler Has tevhit vasıtasız olarak mukaddes bir dilden, inşanı Kamil ağacından telkin yoluyla alınır. Hakkın bu tecellisi Adem AS.' dan Efendimiz SAV.' e gelene kadar enbiyalarda, bilahare "Ulemayı ümmeti ke enbiyayı beni İsrail" ümmetimin uleması beni İsrail peygamberleri gibidir diyen efendimiz SAV. Lisanından tasdikle (Hakkın bu tecellisi aslı hakikati muhammedi olan bu ağaç) kamil be kamil kab değiştirerek, isim değiştirerek günümüze kadar gelmiş, kıyamete kadar da devam edecektir. Rabıtanın hayattaki zattan, hayattakine olmasındaki keyfiyette burdan ileri gelmektedir. Rabıta edilen kişi hakikati muhammediye tahmil olan insanı kâmil ise aliyyülaladır. Bu kişi cihanı aydınlatan şems mesabesindedir. Habibullah mertebesini bulan bu kişi yüzü suyu hürmetine kâinat devam etmekte bütün
mahlûkat onun yüzü suyu hürmetine, rızıklandırılmaktadır. Eğer rabıta edilen kimse, yönünü insanı kâmile dönmüş bir mürşidi kâmil ise İnşam Kâmilden aldığı aksi feyzi ihvanlarına dağıtır, her halükarda rabıta hayattaki veliden hayattaki ihvanadır. Geçmiş evliyaullahın ruhaniyetinden istifade ancak ruh makamına çıkmış ihvanı veya üveysi meşreb kişiler tarafından söz konusu olabilmektedir. İnşam Kamil ağacı doğuya da batıya da nisbet edilmeyen, yani ne doğuda ne de batıda ne kuzeyde ne güneyde benzerine rastlanmayan evveli olmayan şey diye vasıflandı. Bilakis onun evveli yoktur ve onun sonu da yoktur. Öyleyse Allahu Tealanın sıfatlarının da onun tecellilerinin de sonu yoktur. Ayrıca onurlar ve tecelliler Allahu Tealanın zatına nisbet edilen bir keyfiyyettir. Kul insanı kâmilden, telkin ağacından has tevhidi telkin yoluyla alarak Rabbi cc.'he ibadet etmeli, Allah cc.' hü zikretmeli. Böylece kalbi bu nisbetle dirilir ve ruh bu lambadan Allah cc.'ün nurlarını görür. Zerreyi asla az görme sakın Cananın sana canından yakın, Mürşitler aynadır sizler de bakırı Gösterdi cemali aynada bana. Zaten âlemlerin yaratılmasındaki asıl gaye bir kenz hazine olan Allah cc'hü bilmek, tanımak, O'nun nuru cemalini müşahede etmek olsa gerektir. İşte İbrahim Rüşdü İpek, Şemsi Tuba Tabani veli, yukarda bahsettiğimiz İnsanı Kamil ağacı manevi isminden de anlaşılacağı üzere Tuba ağacı gibi kökleri kabı kavseyn ev ednada, dalları ve yaprakları ile insanların içinde olan asrımızın İnsanı Kamillerinden birisiydi. Yanına gelenler bu telkin ağacından aldıkları zikir telkiniyle Allah cc'hü zikrederek kalblerini diriltmişler ve basiretle cemalullahı müşahedeye yol bulabilmişler ve yaradılış gayelerine erebilmişlerdir. Ancak İnsanı Kâmilin, Mürşidi kâmilin dergâhına binlerce on binlerce insan girer çıkar. Mürşidi kâmil onlardan ya birine ya ikisine nazar eder. Fakire icazet yazmadan önce âlemi menamda murakabede iken bulunduğumuz yere girdi, elinde kepçe ve kazan vardı. Kepçe ile bir kâseyi doldurup bize içirdi, o anda bir hal geçirmeye başladı ve alnını alnıma göğsünü göğsüme, dizini dizime dayayıp, esmaları talim etti. Bu sırada vücudundan sırrı hilafeti fakirin içine atladı ve bilahare senden gayrıya vermedim, deyip bize nasihatlarda bulundu. Dizini dizime dayadı saki Alnındaki nursa güneş misali Esmaları talim etti oldum visali Atladı sırrı da oldum ben taban. Senden gayrıya vermedim dedi Çokça nasihatle icazet verdi Hikmet pınarlarını bağrımda derdi Pınar benden çıktı sulandı ihvan. İbrahim İpek Efendi bir gün bir mecliste tuluattan divan söyleyen bir aşıka şöyle dedi: "Âşık siz duyduklarınızı hissettiklerinizi söylersiniz biz de âlemi menamda gördüklerimizi divan diye yazar resmederiz" buyurdu. Hakikaten eserde okuyacağınız divanlar gerek İbrahim İpek efendimin olsun, gerek fakirin yazdığı divanlar olsun, aynen görülen hakikatlerin ifade edilmesi ve resmedilmesidir. Bu şekilde bu divanları okuyanların ve müteala edenlerin, bu divanları yazanların hakikatlerine aşina olacakları, onların hallerindi ve tecrübelerinden istifade ederek tevhidi hakikiye erecekleri umulur. Şunu da siz sayın okurlara itiraf etmek durumundayım. Eğer İbrahim İpek efendimin emri olmasa kendi yazdığımız divanlara kesinlikle bu eserde yer vermeyi düşünmemekteydik. Zaten o kâmilin kelamlarıyla fakirin ikrasının denk gelmeyeceği ve aradaki farkın okurlarımız tarafından mazur görüleceği kanaatindeyim. Tabii ki bir efendi, hele İbrahim İpek efendim gibi kâmil bir zat, ahirete irtihal edince cemaatte ve ihvan arasında acabalar oluşabilir. Bu eserde bazı konulara temas etmemiz, bu divan içine kendi divanlarımızı katmaktaki emrin hikmeti bu acabaların giderilmesi ve ihvan ile rabıtanın pekiştirilmesi, aradaki bağların
zarar görmeden kuvvetlendirilmesi olsa gerektir. Süt emen bir bebeğin yemeğe alışması nasıl zorsa, değişik yemek mutfak adetleri olan bölgelerdeki insanların, yeni geldikleri yörelere, oranın yemeklerine uyum sağlamaları ne kadar zorsa, bu geçiş sürecinin de bir takım sıkıntılara gebe olabileceği muhakkaktır. Bu endişelerin giderilmesi babında bazı kamil ihvanın söylediği bir iki sözü nakletmeden geçemeyeceğim: "Efendim merak etmeyin Tariki Uşşaki ihvanının basireti açıktır, diğer meşreblere benzemez, bizde heyelan olmaz. Bugün görmezse bile bilahare hakikat ihvana bildirilir" veya bir başka ihvanın: "Efendilik sizin bu yola tayin edildiğinizden hakiki hu dervişinin bile haberi olur" Hakikaten Anadolunun her yerinde bütün ihvanda bu kemal ve itidali gözledik ve hiçbir iftirak ve bölünme olmadan bütün ihvanla kucaklaşmaya muvaffak olabildik. Elhamdülillah sümme Elhamdülillah. Rabbi cc. İnşaallah bundan sonra da her türlü iftiraktan ve bölünmüşlükten ihvanımızı hıfz ve muhafaza eylesin Âmin ya Muin. İbrahim İpek efendimi en son ziyaretimizi de hikâye edip bu mevzulara nihayet vermek ve bazı hususi sohbetlerinde dinlediğimiz tasavvuf, vuslat ve hakikat mevzularına kısa bahislerle değinip, ledünni bahislerin tafsillerini daha sonraki eserlere tevdi ederek, divanları görüşlerinize sunmak istiyorum, Vefatından bir gün önce İbrahim İpek efendiyi ziyarete gittik, kendisi köyde olduğunu oraya gelmemizi istediğini bildirdi. Biz de Yerliköy'e gittik. Kalabalık olduğumuz için efendiye yük olmamayı murat ettiğimizden, arkadaşların yaptığı buhara pilavını birlikte yedik. Sohbet ve zikirden sonra yeni yazılan silsile okundu kendisi tarafından çok beğenildi ve bundan sonra zikirlerden önce okunmasını emir buyurdular "Fatih efendi çok iyi düşünmüşsünüz böylece ismimiz kıyamete kadar piranın ismi ile anılır olur, diye buyurdular. Hatta biz (Ol nur geldi şimdi Mücahit yanar) dedikte burayı İbrahim İpek yanar diye değiştirmemizi istedi" biz de bu şekliyle okumaktayız. Bilahare: "Fatih Efendi başım çok ağrıyor elini başıma» koy da oku" dedi. Ben de elimi koydum onun sıkıntısının bende yarattığı üzüntüyle rabbime niyaz ederek: "Efendim inşaallah burada yapılan zikrullah yüzü suyu İm hürmetine bir şeyiniz kalmaz" dedik ve bilahare kendisinden destur istedik. Bu kendisini ile sön görüşmemiz oldu. Daha önceki ziyaretlerimiz hep kısa süreli olduğu halde bu seferki ziyaretimiz, sanki bir veda niteliğinde ve oldukça uzun bir ziyaret oldu. Burada az da olsa ziyaret adabından ve fakirin efendimle olan irtibatıma değinmeden geçemeyeceğim. İbrahim İpek efendimi ayda bir kere görmeyi adet edinmiştim. Bu süreyi kısaltmak ve efendimi daha ziyade görmek ve bu Allah dostundan daha ziyade istifade edebilmek en büyük arzumdu. Lâkin mesafenin uzunluğu, dünya telaşesi arzu ettiğim sıklıkta görmemi engellemekteydi. Ziyaret süresi uzadığında tarif edilmez bir mahcubiyet içine düşmekte, unutmuş gibi, veya unutulmuş gibi olmanın sıkıntısını yaşamaktaydım. Bu arada efendime âdetim olmadığı halde hem sesini duyup hasret gidermek, hem de ne zaman ziyaretine gidebileceğimi bildirmek müsait olup olmadığını öğrenmek için telefon açmakta ve hasret gidermekteydim. Telefonda bazı çekincelerden dolayı hiçbir mesele sormaz, sadece hal hatır sormak ve ziyaret tarihini belirlemek için görüşürdüm. Bunu da kendi emri öldüğü için yapardım. Telefon açılıp görüşmeden uzaktan gelen misafirlerine, kızar, ziyaret esnasında orda olamayacağı ihtimaline binaen telefon açılmasını isterdi. Ziyaretlerim kısa ve istifadeli olurdu. Huzuruna girdikte tarif edilmez duygular içine girerdim, ziyaret bitiminde destur aldıkta manevi bir rahatlık vazifeyi İfa etmenin verdiği huzur ile memlekete dönerdim. Meclisine girdiğimde parmak uçlarımda girer, dikkatli rikkatli edepli olmaya özen gösterirdim. Bilirdim ki Allah dostlarının yanında insanın haline, tavırlarına, kalbine sahip olması gerekmektedir, ufak bir edepsizlik kalben veya halen oluşacak bir nakısa, kişinin gözden düşmesine himmetten uzaklaşmasına sebep olur. Ziyaret bittiğinde üzerimden Uhud dağı kadar bir yük kaIkar, bin beş yüz km.lik yolun bütün_meşakkati ve sıkıntısı üzerimden alınır, aküsü şarj olmuş veya değişmiş bir araç gibi vücut mekanizmalarımın çalıştığını hissederdim. Rabbi cc.'he sayısız hamd ederdim ki ziyaret esnasında uygunsuz bir durum olmazdı, zira bilirdim ki şeyhler ihvanlarını hususen halifelerini çok ağır imtihanlardan geçirir, bunun nihayetinde sadakat ve samimiyetinden emin olduktan sonra gereken teveccühte bulunurlar. Hep şunu düşünürdüm: "Efendimin meclisine girdikte ya nefsime zor gelecek kaldıramayacağım bir şeyi emreder de ben de onu yerine getiremezsem halim ne olur, efendimle olan gönül bağım irtibatım zarar görür diye sıkıntı içine düşerdim." Meclisinden çıktığımda hem böyle bir durumun olmamasına sevinerek hem de yukarda anlattığım kazanmalarla ayrılırdım. İşte bu son ziyaretten sonra İstanbul'a döndük, vardığımızda ertesi gün vefat haberi geldi ve hemen tekrar yola koyulduk. İbrahim İpek efendi cenazesini bizim yıkamamızı ve cenaze namazını bizim kıldırmamızı vasiyet etmiş. Biz de bu emri yerine getirerek asrın feridi olan Kutbul Aktab, İnsanı Kamil Şemsi Tuba Tabani veli Eşşeyh Esseyit İbrahim İpek Elmücahit KSA. efendiyi sayısız ihvanıyla birlikte Yerliköy'deki
istirahatgahına tevdi eyledik. Allah cc.'ün fazlı keremi rahmeti onun üzerine, onu sevenlere ve kıyamete kadar tarikinde yürüyenlere ihsan eylesin amin ya Erhamerrahimin. Bu son ziyaretimizde ihvanımızdan biri abisini dualatmak üzere getirmiş. Abisi gelirken sormuş bu zatın bir kerameti var mıdır diye, o da bir cevap vermemiş. İstanbul'a döndüğümüzde vefat haberini alınca abisine: "İşte kerametini gördün mü, halifesini ve ihvanını çağırdı (şeb-i aruz) düğününü yaptı, zikir ibadet ve muhabbetle Rabbisine rücu etti, bundan daha büyük bir keramet olur mu" buyurmuş. Yine ihvanımızdan Osman hafız: "Efendim İbrahim İpek efendim de Hüsnü Gülzari Hz'lerinin vefatından bir gün önce efendiyi ziyaret etmiş. Sizin de aynı şekilde ziyaret etmiş olmanız bize manevi bir işaret yerine geçti, buyurmuştur. "Biz bir ayeti nesh ettiğimiz zaman onun mislini veya ondan daha hayırlısını göndeririz" ila ahiril ayet. Gülzari Saminide bu ayet, İnşanı Kamile teşbih olunmuş, her ne kadar giden velinin yeri doldurulamazsa da Cenabı Hak cc.'hu onun yerine başka bir kâmili irsal eder ve irşad vazifesinin devamını sağlar, denilmiştir. Birçok meşayih vefatından sonra yerine halife gösterememiş ve o cemaatler çok sıkıntılar çekip ınkıtaya uğramıştır. Allah cc'he ihvanın ve fakirin ziyadesiyle hamd etmemiz lazımdır ki bu neşeyi, bu muhabbeti ınkıtaya uğratmadı, âcizane bu fakiri yolun hizmetiyle görevlendirdi. Bu manada mürşitler resulü resulullahtır. Hakiki mürşitler nuru Muhammediye tahmil oldukları için Efendimizin nurunu ümmeti ile buluşturmak görevini İcra etmekte, onurla ümmeti muhammedi sulama ve suvarmakta manevi mutemetlik vazifesi yapmaktadır. Evladım demektesin eyebanurişefi Kıtmirinem kapında bundan geri eynebi Emretki vereyim yolun seri, Ey emirkanı Ahmet amirim Muhammed Mustafa. Ümmeti irşad eden bildimki yine sensin Sen olmasan bu ümmi ne desin ne söylesin Ey irşat kanı Ahmet Mürşidim Muhammet Mustafa.
İBRAHIM İPEK EFENDİNİN ÇOCUKLUĞU 20 Eylül 1934 Yerliköy'de doğdu. Doğum anındaki bazı halerini yukarda bilgilerinize arz etmiştik. Çevresindeki insanlardan aldığımız bilgilerde çocukluğunu sükûnet içinde geçirdiğini anlıyoruz. Hiç kimse ile konuşmaz, hiçbir arkadaşıyla münakaşa ve münazara yapmazmış. Bazen arkadaşlarıyla aralarında bir tatsızlık olsa, hırsını yenmek için eline bir keser alıp toprağı kazarmış. Ne yapıyorsun, diyenlere türbe yapıyorum, dermiş. Çocukluktan belki de ilerde alacağı irşat vazifesinin etkisiyle aklında tekke, türbe, zikir ilahi programına nakşedilmiş. Daha küçükken annesinin yanında zikre gider, hanımlara zakirlik yaparmış. Hazır annesinden bahsetmişken başından geçen bir olayı nakletmek istiyorum. Daha ipek efendi doğmadan önce beyiyle tarlada çalışırken önlerine bir piri fani çıkmış, karı koca ilişkisi içinde muhtemel bir takım kırgınlıkların önüne geçmek. İbrahim ipek efendinin babasının bu tür davranışlardan zarar görmesini önlemek için ona şu tavsiyede bulunmuş: "Hanımının üst tarafına geçme, saygıda kusur etme, zira o Seyyide'dir" demiş bilahare kaybolmuş. Hüsnü Gülzari Hz.'leri de icazetini yazarken bu Sırra vakıf olduğu halde bunu ifşa etmediğini kendisi bize bildirmişti.
Birçok maneviyatında seyyitliğine işaret eden hakikatlere rastladığını bizlere bildirmişti. Yukarda bahsettiğimiz gibi Hızır as., Kıbrıs ziyareti esnasında kendisine seyyit olduğunu bildirmiş ve fuhşiyatın ziyade olduğunu orada fazla kalmaması gerektiğini ikaz etmiş. Bunun üzerine hemen dönmüş olduğunu bize bildirmişti. İbrahim ipek efendinin babaannesi Kafkasya göçmeni imiş, dedesi ise Türkmenmiş. Annesi ise; Arabistan göçmeni imiş. İbrahim ipek efendi bizlere Abdülhamit han döneminde Arabistan'da huzursuzluk çıkaran annesinin sülalesinin Çorum'a sürgün edildiğini ve iskilip civarlarına iskân olunduğunu, İskilipli Atıf Hocanın da aynı sülaleden olduğunu bildirmişti.
Hüsnü Gülzari Hz'leri kendisini 14 yaşında dualamış. Yerliköy'e gelip rüyalarını dinlermiş, rüyalarını kimseye anlatmamasını tavsiye edermiş. İbrahim ipek efendi son dönemlerinde bile o günkü maneviyatlarını unutmadığını söylermiş. Genç yaşlarında gecesini üçe bölmeye başlamış. Birinci bölümü. Uyku saati, ikinci bölümü Kur'an-ı Kerim okumak, üçüncü bölümünü tesbih çekmek için ayırmış, say ve gayretli bir insan olarak yoluna devam etmiştir. Bu düzene kendisini alıştırabilmek için yastık yerine bir kütüğü oymuş, rahat edemeyip gece uyanmasını bu şekilde temin etmiştir. Hüsnü Gülzari Hz.'leri bazı meclislerde müstakbel halifesini işaret edip onu övdüğü için köye ziyaretçileri gelirmiş. Bir keresinde iki derviş ziyaretine gelip harman yerinde çelik çomak oynayan İbrahim ipek efendiye bilmeden küçük İbrahim'i görmek istediklerini bildirmişler ve küçük İbrahim de onların önüne düşmüş ve köyün dergâhına götürmüş ve kendisi en yüksek köşesine oturmuş, gelen kişiler bu hale şaşırmış. İbrahim ipek efendi sohbete başlamadan: "Efendiler! Orası benim çocukluk hakkımdı, burası ise manevi yerimdir" demiş. Misafirler bu küçük çocuğun kemalini, ahlaki seciyesini anlayıp elini öpmüş ve geri dönmüşler. Çocukluğunda hafızlığa çalışırken okuduğu Kur'an ayetlerinin bazen yeşilimsi, bazen mor, bazen kızıl olduğunu, değiştiğini gördüğünü ve herkesin de aynı şekilde gördüğünü zannettiğini söyledi. Yani daha irşat postuna oturmadan önce nuru cemali müşahede ettiğini, böylece bu istidadının Cenabı Hak tarafından verildiğini anlıyoruz.
Aç gözünü doğruca bak Oku Hüdayiden sebak Kamil doğarmış ehli hak Doğmazdan evvel annesi Çocukluğunda babası ile köyde giderken babasına: "Baba bu kuşlar niçin hep bir evin önünde inip kalkıyorlar" diye sorduğunda "Oğlum orası ağanın evi ağanın ambarları buğdayla dolu. Ambarları açıp kendilerini yemlemesini bekliyorlar" demiş. Mürşidi kâmilin, ağa mesabesinde olduğu ambarlarındaki manevi rızıklarla, kursağı boş ihvanların doymasını sağladıkları için o kapılarda beklendiğini anlatmak istemişlerdi.
İBRAHIM İPEK EFENDİNİN GENÇLİĞİ 17 yaşında ilk evliliğini yapmış, anne ve babasıyla bir sene beraber oturmuşlar, sonra Lale nenemizle İskilip’e yerleşmişler, İskilip’te Mekkeli Ömer hocadan Arapça, tefsir. Kur'an dersleri almış. Askere gidene kadar böyle devam etmiş. Askere gitmeden önce Fettah esmasında imiş. Tarikata girdiğinde kendisinden ileri olan Esat efendiyi, esmaları hızlı atlayarak geçmiş, asker dönüşü kısa zamanda sülukünü tamamlamış, icazete hak kazanmıştır.
İbrahim ipek efendinin Hüsnü Gülzari Hz’lerine karşı muhabbeti çok ziyade imiş. On beş günde bir şeyhini ziyaret etmeye özen gösterirmiş. Abisi ile yarış yaptıkları, İbrahim ipek efendiden daha erken kalkmaya özen gösteren Esat efendiye annesi: "Oğlum sen onunla yarışamazsın, o uyurken bile başında onun tesbihini çekenler var, ben seslerini duyuyorum, dediği vakidir. Lale nenem o dönemde İbrahim ipek efendinin avurtları riyazetten çökmüş bir resmini bizlere vermişti ve bize; sofradan birkaç lokmayla kalktığını, bu halde oruç ve riyazete devam ettiğini, canlı şahit olarak bildirmişti.
Yaşım on yediye bastı gidiyor Melekler semada uçtu gidiyor Rüştü peşlerine düştü gidiyor Küntü kenz babını görmedin mi asık
Bu divan okuduğunda Efendi tebessüm ederek, "Biz onu çocukluğumuzda yazmıştık" diye burun kıvırırdı.
İBRAHIM İPEK EFENDİNİN HİLAFETTEN VEFATINA KADARKİ DÖNEM
Hüsnü GÜLZARI Hz'leri kendisine icazet verdiğinde 22-23 yaşlarında imiş. Bir keresinde kendisi ile bir sohbetimizde fakire şöyle demişti: "Fatih efendi, 14 yaşımda el tuttum, 17 yaşımda bir zuhurat çıkardım. Şeyhim, oğlum istersen icazetini yazayım, dedi. Ben, hayır efendim yaşım daha küçük dedim, imtina ettim. Bilahare 23 yaşında icazetim yazıldı. Şeyhim vefat edene kadar rabıta vermedim, her dualadığım dervişi onunla tanıştırıyordum. Hüsnü Gülzari Hz.leri: "Oğlum rabıta da ver, ben seni öyle yetiştirdim ki 1.000.000 kişi seni rabıta etse, kılına zarar gelmez" dermiş. Yine de ben edeben vefatından sonra rabıta vermeye, irşada başladım, demişti.
- Şeyhliğin kendisine yeni verildiği dönemde kendisine münkir bir köylü: "Ben senin Şeyh olduğunu, düvenin üzerine ayağını bas, eğer traktör yerinden oynatamazsa o zaman anlarım" demiş. Böyle bir iddia üzerine İbrahim ipek efendi ayağını düvenin demirine basmış, traktörün tekerleri döndüğü halde düveni bir milim oynatamayan o kişi, acizlenip efendiyi tasdik zorunda kalmış.
Efendim bu olayı naklettikten sonra, bu hal acemi şeyhliğimizde oldu. Şimdi olsaydı güler geçerdim, demiş.
- Bir âlim kişiyi dualatmak isteyen arkadaşı Tariki Uşşakinin diğer meşayihlerini ona kabul ettirememiş, en son olarak İbrahim ipek efendiyi görmeye karar kılmışlar. O âlim ise benim 10 adet sorum var, bu soruları cevaplarsa ben ikna olurum, demiş. İkna olsa da tarikata girmeyi düşünmüyormuş. Çorum'dan İskilib'e gelen dervişler, dergâha götürmek üzere çay şeker ekmek almışlar Hoca efendi: "ne o efendiye rüşvet mi götürüyorsunuz" diye takılmış. Onlar da biz senden bir şey istemiyoruz, sen karışma deyip Yerliköy'e gelmişler. Efendinin bulunduğu mecliste 30-40 kişi kadar olmuşlar. Efendi o âlimin arkadaşlarına bile söylemediği soruları sırayla cevaplamış, her cevabın sonunda öyle değil mi hoca efendi, deyip onun da tasdikini alıyormuş. Bilahare rüşvet nedir, diye sormuş. "Rüşvet bir kişinin hakkı olmayan bir şeyi üçüncü bir şahıstan başkalarının hakkını gasp ederek, menfaat karşılığı almaya çalışmasıdır. Hoca efendi bak bunlar getirdi siz yiyorsunuz, sizin getirdiklerinizi başkaları yiyecek, bunun adı hediyedir. Peygamberimiz hediyeyi kabul etmiş, rüşveti yasaklamıştır." demiş. Bu olayın üzerine o hoca efendi dualanmış, derviş olmuştur.
- İhvandan birisi (Hacı müdürün amcası) İbrahim ipek efendinin halifesi Hüseyin efendinin yanına gelmiş, bir maneviyat anlatmak istediğini bildirmiş, izin aldıktan sonra: "Efendim Kızılırmak'taki evimizde gündüz sedirde otururken gönlüm geçmiş. Yakaza halindeyken bir dervişin bizim nahiyeye geldiğini ve alacaklısı olan kişinin kapısını çaldığını, kapı açılmadığı için geri döndüğünü gördüm. Dönüşte cadde üzerinde Azrail AS. Önüne çıktı elindeki aletle o dervişe vurdu, derviş yere yıkıldı. Karşısına Şeytan aleyhilane geçti, elindeki cam kavanozdaki suyu kendisine teklif edip imanını ondan istedi aralarında çekişme başladı, derviş sağa dönüyor, o sağına; sola dönüyor, soluna geçip aynı talepte bulunuyordu. Bu arada beyaz bir bulut peyda oldu ve içinden İbrahim ipek efendi çıktı ve Azrail AS'a: "Niçin acele ediyorsun, bunun bizim dervişimiz olduğunu bilmiyor musun?" diye sordu, o da bilmez olur muyum, onun için son darbeyi vurmadım sizin gelmenizi bekledim, buyurdu. İbrahim ipek efendi geldi. Şeytan aleyhilaneye bir tepik vurdu, elindeki cam kavanoz parçalandı. Kızılırmağa doğru döküldü ve Şeytan aleyhilane kaçıp kayboldu. İbrahim ipek efendi dervişin başına geldi, hangi esmayı çektiğini sordu.
O da Hu esması, dedi. İbrahim ipek efendim de; Hu de bakiyim, dedi. Derviş Hu demeye başladı; Hu, Hu, Hu, derken bütün cihan onunla Hu demeye başladı ve Derviş bu şekilde ruh teslim etti. İbrahim ipek efendim de geldiği gibi buluta binip kayboldu. Kendime geldiğimde Yakaza olduğunu anladım ve çok etkilendiğimden yerimden kalkamadım. Biraz sonra kapı çaldı ve yeğenim içeri girdi heyecanla: "Amca köye bir derviş gelmiş alacaklısının kapısını çalmış, evde bulamayınca cadde üzerinde vefat etmiş" deyince az önce teferruatlı görmüş olduğum olayı anlattığını anladım, hemen taze bir abdest alarak caddeye indim. Herkes az evvel ölen dervişin başında toplanmıştı. Bense az evvel gördüğüm olayı teyit için kırılan cam parçalarını aramaktaydım.
Dervişin biri efendinin yanındayken yaptığı hatalardan dolayı, efendinin kendisine kızdığını bildiğinde ona: "Efendim sen onun bunun lafıyla benim hakkımda fikir yürütüyorsun, onların dedikleri şeyler bende yok" dedikte İbrahim ipek efendim celallenip:. "Derviş, derviş kendine gel posta oturduğum zaman bütün cihanı bir masa gibi önüme toplamıyor isem, postumun kılları gözüme dursun, sen falanca gün falanca yerde şöyle, şöyle yapmadın mı? Falanca gün şöyle, şöyle yapmadın mı? Diye hatalarını beyan edince, o kişi boynunu bükmüş, söyleyecek şey olmadığı için çıkıp gitmiş.
Dervişin biri bir bayram ziyaretinde İbrahim ipek efendinin elini öper. Efendi de Ona ismini sorar. Derviş te: "Efendim ben senin 25 senelik dervişinim, sen benim ismimi bilmiyor musun" diye serzenir. Efendim de: "Benim bir adamı tanımam için ya bana bir yemek yedirecek, ya soframa oturup yemeğimi yiyecek, ya da almış olduğu dersi çekip çalışacak ki, ben onun çalıştığını hakikatte görüp ismine aşina olayım" der. Derviş ise dizini döğerek: "Ben ders çekmiyorum ki efendi benim ismimi nerden hatırlasın" deyip dizini dövmeye başlar ve ayrılır.
Çorum ve Çankırı havalisi kırsal kesim olduğundan çiftçi olan ihvan rahmete ihtiyaç oldukta İbrahim ipek efendimi rahmet duasına çağırırlar, yaptığı dualara mintarafillah icabet olunurdu. Rabbim benim yüzümü hiç kara çıkarmadı, elimi hiç boş döndürmedi, derdi. Fakir de bu tür dualarda onu da şefi tuttuğumuzdan olsa gerek, dualarımıza icabet olunmakta ve bu irşat müessesesine olan hüsnü zannı kırdırılmamaktadır.
Bir hac, seferinde bulunduğu kafilede başka bir meşrebden şeyh efendi bulunmaktaymış. Kafilede ihvanları fazla olduğu için kendisine ziyadesiyle hürmet gösterilmekteymiş. Bu arada bir hacı anne kafileden kaybolmuş. Delili bir telaş sarmış, uzun aramalardan sonra bulunamayınca İbrahim ipek efendiyi ve diğer şeyh efendiyi yanına çağırmış ve yardımlarını talep etmiş. Öbür şeyh efendi acizlenince İbrahim ipek efendime müracaat etmiş o da murakabeye dalmış. Bilahare kendisine gösterilen hacı annenin yerini Beytullahta falanca yerde merdivenlerde oturuyor gidin alın, demiş. Hakikaten o yerden hacı anneyi almışlar, delil çok sevinmiş ve öbür şeyh efendiye: "Ente ma şeyh. Haza şeyhül ekber" deyip İbrahim Efendiye çok iltifatlarda bulunmuş.
Hızır As’la ve Ricalulgayb ile görüştüklerini hizmetinde olan yakın ihvana nakletmiş. Bu halde şikâyet eden dervişi: "Efendim bu tür zatlarla görüştüğünüzde bize niçin haber vermiyorsunuz" dedikte "Derviş o an benim de haberim olmuyor, bilahare murakabeme gelip kendilerini tanıtıyorlar ben o zaman size gerekirse söylüyorum" demiş.
Evinde çocukları ve hanımları bir şey kaybolduğunda ona sorarlar, ilgisiz davrandığında sen şeyh değil misin kayıplarımızı bul, dedikte; ben yitikçi şeyhi miyim arayıp bulun, dermiş. Daha da sıkıştırılınca kaybolan şeylerin yerlerini söyler: "Bu son olsun bir daha söylemem ha" diye ikaz edermiş.
Hıdırlık kabristanından geçerken Çerkeş Şeyhinin kabir taşının öne doğru 'Selam verir gibi müteaddit defalar eğildiğini gören Cemal nur nene korkmuş. İbrahim ipek efendim: "Korkma bize selam veriyor diye" buyurmuş. Benzer bir olay Ümmi Sinan Hz'lerinin başında gerçekleşmiş. Yasin suresi okunurken sandukanın başındaki sarık sallanmaya başlamış, ziyaretten sonra meraklı bir ihvan acaba sarık boşta mı, diye oynatmaya çalıştıysa da oynatmaya muaffak olamamış.
İstanbul'a gelen İbrahim ipek efendi, Ümmi Sinan Hz.lerini ziyaret ettiğinde, ihvanlar yasin-i şerif okurken, sandukanın arkasına uzanmış ve bilahare ziyaret bittiğinde, kaynağa baktığından, kan oturmuş ağrıyan gözlerinde, kan izi ve ağrı SIZI kalmamış. Efendi de: "Hz. Pir'e iltica ettiğini, kabirden bir el çıkıp, gözünü mesh ettiğini, bilahare hiç bir şey kalmadığını beyan etmiş." (Bu olayı Hüsnü Hafız, şahit olarak nakletti.)
Kendisinin sık, sık tayyi mekân yaptığını gören ihvanlar kasemli ifadelerle efendiye bu maneviyatlarını anlatırlardı. Kendisi de hacda olduğu sıralar evi kontrol için sık, sık geldiğini, Çorum'dayken sık sık haremeyni ve gitmesi gereken yerlere ziyarete gittiğini anlatırdı. Müteaddit defalar yatağında Kur'an kıraat ederek uyandığında nenemlere Cami'i Emevide, sair mescitlerde imamet yaptığını beyan ederdi. Bir keresinde Fatih Efendi her gece bir münadi arşı alaya yolculuk var, gelen yok mu, diye seslenmekte ya 3 kişi ya 5 kişinin bu davete icabet ettiğini söylemişti. Tayyı mekân cemaatinden olduğunu söylediği Hindistanlı Şeyh Efendiyi kinaye ile: "Biliyim ki kâmil Hindistan'da olsa ziyaret ederim. Biliyim ki nakıs duvarın öbür tarafında olsalar ziyaret etmem" derdi.
Başka bir sohbetlerinde; Fatih efendi imam Rabbani, Gavsı Geylani, diğer bazı büyükler beşer vücutları ile bana gözüküp benimle sohbet ediyorlar. Bu hal beni hayretlere düşürmekte, demişti. Bir keresinde imam Rabbani KSA'in kendisine bir kitap verdiğini, okuduktan sonra kitabın kaybolduğunu beyan etmişti.
- İbrahim ipek efendi hanım dervişinin evinde otururken beyine tarikata girmesini teklif etmiş, o da: "Efendi şu camdan bir kuş girer başına konarsa ben senden dualanırım, demiş. Efendi sükût etmiş, üç beş dakika sonra bir kuş camdan hızla içeri girmiş, duvarları tırmaladıktan sonra efendinin başına konmuş, bilahare uçup gitmiş. Bunun üzerine efendi: "Meramın oldu tamam mı" dedikte "hayır olmadı bu yaban kuşu şaşırdı duvarları tırmalayıp kondu. Ben ötücü bir kuşun yekten konmasını istiyorum, dedikte bir sessizlikten sonra güzel ötücü bir kuş camdan içeri girip, yekten efendinin başına konmuş. Dırıtmak (vazgeçmek) isteyen adama hanımı müdahale ederek: "Daha utanmıyor musun, yeter artık önüne otur da dualan diye kızmış. Bu olayı bizzat efendinin ağzından bu fakir kardeşiniz işitti ve olayın şahidi olanları da gördü.
- İbrahim ipek efendim bir sohbetinde Abdulkadir Geylani Hz.leri hulefasına hilafeti makamı İbrahim de verir, bizi de makamı İbrahim'e oturtturdu. Kadiri tacını giydirdi ve "nasrun minallah ve fethunkarip" ayetini ismi azam olarak talim etti. Ahmet Rufai Hz'leri "Allahümme Entesselam ve Minkesselam Tebarekteyyazel celalivelikram" ayetini ismi azam olarak talim etti. Bahauddin Buhari Hz'leri de neyse o da kalsın, dedi ve sohbette başka bir bahse geçti. Yaptığımız bir umre yolculuğunda Nakşibend Hz'lerinin talimi neydi, diye sorduğumda "Ya Feaal" ismi şerifini ismi azam olarak talim etti, buyurdu. Böylece kendisinin cehri ve hafi devam eden tüm tariklerin pirleri ile irtibatlı olduğunu anlıyoruz. Fakire icazet yazarken de cehri ve hafi tariklerden icazet verdiğini ihvana tebliğ etti.
- Bir sefer pirin dergâhına ziyarete geldiğinde halakaya oturdu, o zaman idareci Osman efendi idi. Halakadaki dervişleri süzdü ve bir dervişe sen Muzaffer Ozak'ın dervişi değil misin? Burada ne işin var,
diye sordu. O dervişse "Efendim Cerrahi idim ama şimdi uşşaki oldum" deyip durumu geçiştirdi. Bilahare Osman Efendi "Fatih, bak efendi kerametini izhar etti" dedi.
Bazı tarikatlarda Kayyum ve Kahhar esmasında Radiye ve Mardiyye'de hilafet verilir ve İrşat olduklarını sanırlar. Bu tip adamlar tarikatı fitne ile doldururlar. Leyleklerin birbirlerinin önünden yuva yapmak için dal kaptıkları gibi birbirlerinin dervişlerini kaparlar, dedi.
Şimdiki şeyhler, Allah cc'he yapılması gereken tazimin kendisine yapılmasını arzu etmekteler. Bu da onlar için ve ihvan için iyi olmaz, derdi. Bir şeyh kendisinden ilk defa dualanmak isteyen kişiden kendisini daha edna görmezse onun şeyhliği ona mübarek olsun, derdi.
Bazı tarikatın dervişleri ile yaptığı görüşmelerden sonra: "Evladım bunlar şeyhsiz tarikat buralarda yol almak zordur. Derviş ne makamda olduğunu ne yapmak gerektiğini bilmeden yolda yürüdüğünü zanneder. Hâlbuki askerlikte yerinde say diye bir komut vardır. Hareket eder fakat bir adım ileri gidemez, buyurdu. Bu tip dervişler, zuhuratla hakiki şeyhleri bulup onların tariklerine girseler, yol aldıklarını, istikamet tutturduklarını görürler, derdi.
Kendisinin arkasından konuşan diğer ümmi halifeler için: "Eğer hakikatte taltif edilmesek, bunların ezasını çekmeye bile güç yetiremeyiz" derdi. Bir gün hepsinin toplu bulunduğu bir meclise girmiş, bütün halifeler ayağa kalkıp saygı göstermişler. Efendi de: "Mevlana Hz’lerinin arkasından konuşan meşayih, onun bulunduğu mecliste dil saklarlar, ona hürmet ederlermiş, o ayrıldıkta biz onun ilmine hürmet ediyoruz, yoksa onun hakikatı yok deyip aczlerini ifade edip nakısalarını bilmeden ortaya koyarlarmış" demiş.
Bir gün bizim de bulunduğumuz böyle bir mecliste bir kıssa anlattı. "Bir köye teravih kıldırmak için Trabzon'dan çok âlim bir zat gelmiş. Namazın nihayetinde mihrabiye okumaya başlamış. Besmeleyi okudukta ön saftan sarıklı cübbeli birinin öksürdüğünü duymuş, hata ettiğini sanıp yeniden başlamış. Birazdan bir öksürük sesi daha işitmiş, tekrar baştan başlamış, bir öksürük sesi daha işitince kıraati kesip: "Hoca efendi ben dört terkip ve aşere imama göre Kur'an talimi aldım. Yanlışım nerdeyse söyle yoksa buyur sen oku" demiş. Durumu anlayan cemaat "Hocam sen okumana devam et, o ümmidir bir şey bildiğinden değil boğazında gıcık var onun için öksürmektedir" diyerek meclisteki ümmi hulefaya gönderme yapmıştı.
İstanbul'da zakir kardeşimiz eniştesi dualatmak için ısrar ettiğinde eniştesi ona: “Benim içimde bir sorun var onu efendiye sorarım ikna olursam dualarım" demiş. İbrahim ipek efendinin olduğu meclise gelmişler efendi sohbete başlamış: "Bizim evin önüne bir meyve ağacı diktik, aşıladık, meyve vermedi. Biz de bir ağaç daha diktik, aşıladık meyve verdi. Birincisinin gölgesinde oturduk, istifade ettik, İkincisinin meyvelerinden istifade ettik" dedikte, o kişi kalkıp dizine dualanmak İçin oturmuş, bilahare Süleyman’a efendi benim müşkülümü halletti, aklımda niçin iki hanımı var? Sorusu vardı. Cevabini aldım, demiş.
İbrahim İpek efendim hanım dervişlerle olan irşat vazifesine önem verir, bu esnada Şeriat'ın ölçülerine ziyadesi ile uyardı. Kesinlikle el öptürmez, yalnız halvet olmazdı. Hanımlara el öptürmeyi, eli kızgın sobanın içine sokmak veya onluk çivi ile duvara çakmaktan farkı olmayacağını bildirmişti. Fatih efendi hanımların bulunduğu mecliste (dokuz dakika) on dakika değil, derdi. Bir keresinde, Tirkeş köyünde, hanımlara sohbet ederken, 80'lik kulağı az duyan Asiye nine kendisini işitmek için ağzına
yaklaşmış, o da bilahare ihvana 80 yaşındaki kadının nefesi hakikatime zarar verdi, demiş. Biz de bu görevi yaparken sohbeti kısa tuttuğumuz ve gözümüz kapalı olarak girip çıktığımız ihvanın malumudur. Bir gün İbrahim ipek efendiyi daha kendisinin dervişi olmadan rüyada gördüm.“Bana bir kelimeyi, bu ne demektedir? Diye sordu. Ben de son çizgi, dedim, o da evladım son çizgiye gelmişsin, bizden de 7 adet asır suresi oku, dedi. Daha önceleri müteaddit defalar zahir meclislerine girmediğim halde, âlemi menamda gördüğüm bu zatı görmek, bu keyfiyyeti sormak için, kendisiyle görüşeceğim günü beklemeye başladım. O sıralar pirin dergâhına ziyarete geldiği halde kendisi ile görüşemedik. Bilahare umre yolculuğu esnasında, Medineyi Münevvere'de, otel odasında ihvanlarıyla beraber sohbet imkânı buldum. Gördüğüm manayı kendisine anlattığımda kendi elyazması defterini istedi. Biraz karıştırdıktan sonra: "Fatih efendi 7 değil 17 adet eksik duymuşsun" dedi. "Evladım bu sure Ayetel kürsilerle beraber sıkıntılı olanlara verilir senin ne derdin var, diye sordu. Bense o aralar manevi bir vartaya düşmüştüm. Bulunduğum meşrebin içinde bazı nakıs olaylar beni ziyadesi ile rahatsız etmekteydi. "Efendim maddi hiçbir sıkıntım yok, fakat manevi bazı sıkıntılarımın olduğunu beyan ile kendisinden dua istedim, elini öpüp yanından ayrıldım. Aynı gece teheccüd vakti Ravzayı Mutahharada kendisini gördüm ve yanına diz üstü oturdum. Kalbim anlatılmaz bir biçimde sıkıntılı idi. Sanki içi oyuluyordu. Bu halde iken Hazrete müracaat ettim. Kalben: "Efendim ben senin pirinin kapısında bir köpeğim, lakin çok fena bir durumdayım. Bana himmet et diye ağlamaya başladım. Sessiz ve derinden bir ahu efgan koptu, gözyaşlarına her yanımı ıslattı. Tarif edilmez bir alışveriş başladı ve efendinin vücudundan bir akım, elektrik çıktı ve kalbime yapıştı, sanki onu avuçlarının arasına almış gibi yoğurmaya başladı. Bu arada sabah namazı kılındı. Selamdan sonra Efendim: "Fatih sen miydin, akşama dergâha geliyor musun?" diye sordu, ben de; evet efendim, deyip elini öptüm.
Yanımdan ayrıldığında sıkıntım geçmiş, üzerimden ağırlık kalkmış, ilk günkü gibi bir rikkate, huzura kavuşmuştum, ilk tanışmamız bu şekilde oldu. Böylece bu görüşmemizden kısa bir süre sonra yine maneviyattan aldığımız bir emirle kendisine derviş olduk Elhamdülillah.
- İbrahim ipek efendim bir gün Hazreti pirin dergâhına ihvanları ile geldi, o sıralar Hazreti pir, dergâhın manevi hizmetini bu fakir kardeşinize tevdi etmişti, manevi kolluğu bize giydirmişti. İbrahim ipek efendim destur alıp meydan açtı. Zikir esnasında fakire bir tecelli oldu ve halakanın ortasına nurlar tecelli edip dönmeye başladı. Bir müddet zikir böyle devam etti. Efendimle beraber hem nurları seyrediyoruz hem de zikir yapıyorduk. Zikri kısa kesti ve sohbete başladı.
Dört türlü zikir vardır, dedi. Birincisi dilin zikridir kul Allah der, lailahe illallah der bunun dille söylenmesi fazla faide temin etmez. İkincisi kalbin zikridir. Zikir dilden kalbe indi mi kişi kendisini ilim meclislerinde görür, zikir meclislerinde görür, evliyaullahla görüşmeye başlar. Bunlar zikrin dilden kalbe indiğinin işaretidir, üçüncüsü ruhun zikridir. Zikir dilden kalbe, kalbden ruha sirayet etti mi kişide aşk ve muhabbet başlar. İbrahim ipek efendim: "Kişinin dili neyi zikrederse gözü onu görmeyi arz eder, gönlü de ona meyleder" buyurdu. Zikrin ruha sirayet ettiğinin işareti ise o kişinin zahirde veya âlemi menamda gözyaşı dökmesidir, buyurdu. Dördüncü zikir ise mükaşefe zikridir. Kalp aynasını temizleyip orayı nuru Muhammedi ile sırlayan kişinin kalbine zikir esnasında Cenabı Hak tecelli eder o kişi de bu nurları seyreder. Bu da her şeyhin işi değildir buyurdu. Mücahit bugün abad oldu Nuru Muhammet mirat oldu Nurdan nura seyreyledim Cümle cihan sübhan bana.
- Hazreti piri ziyarete geldiği bir gün Pirin ayakucuna geldi ve şöyle dedi:
"Bu zatları ziyaret etmek hayatta ziyaret etmek gibidir" buyurdu. "Bu zatları ziyarete gelmeden önce, yolculuk esnasında veya ziyaretten sonra, bazı, güzel hallere rastlanır. Bu kişinin kendi hali değil de, ziyaret ettiği zatın himmetidir. Ben Ravzayı Mutahharada otururken aklıma geldi ki Ramazandan bir- buçuk ay önceden geldim, daha hacca iki yüz gün var, bu kadar süre nasıl bitecek, dedim. Bir ara gönlüm geçmiş dalmışım, bir de baktım ki Zatın biri kürsüye çıkmış vaaz ediyor: "Her canlı, ölümü tadacaktır her belli gün de bitecektir, ibadetle açılmayan gönül gözü ziyaretle açılır" dedi. "Ben bu zat kimdir? Diye sorduğumda "Ahmederrufai" Hz'leri dediler" buyurdu. Böylelikle Ehlullahı, ziyaretin kıymetini bildirdi.
- Bir sohbetlerinde "Şimdiki dergâhlar gov gıybet dedikodu dergahı olmuş, mürşidi kamilin ruhaniyetinin tasarruf etmiş olduğu yerde gov gıybet dedikodu olmaz, buyurdu. Bir derviş bu tip yerlerde uzun süre kalırsa örümcek ağına kısılmış kalmış böcek gibi telef olur gider, buyurdu. Biz o dönemde bu laftan şunu anlıyorduk. Mürşidi kâmilin ihvanının ahlaki zemimesi varsa ya bunu düzeltecek ya da ayağı kayıp yoldan çıkacak bir üçüncü ihtimalin olmayacağım biliyorduk.
İbrahim ipek efendi en çok ihvanlarınla kayt olmasından bizardı. Bir keresinde bizim ihvanlarımız zikirden zikire derviş olur, demişti. Kendisinin İstanbul'a gelmesi taleb edilince istihare yapmış, istiharede bal yapamayan birçok eşşek arısını çamlık bir yerde görmüş ve bunlarla yola çıkılamayacağına hükmetmiş ve Çorum'da irşad vazifesine devam etmiştir. Biz de dervişleri zikirden zikire değil, hayatının her safhasında bu mesleği yaşayan insan haline gelmelerini sağlamak için çalışıyoruz. Rabbim bütün kardeşlere böyle olmayı nasip etsin. Bir sohbetlerinde ehlullahı ziyaretin, kişiye haccul ekber sevabı getireceğini beyan etmişti. Kalpleri nazargahı ilahi olmuş, insanları ziyaret etmek onlara yakınlık kişiyi Cenabı Hakka yakınlaştırır ve salihlerin içine dâhil eder, buyurmuştu. Cezbenin Allah cc'ten olduğunu beyanla cezbe ile yapılan zikrin kişiye ins ve cinnin sevaplarının fevkinde sevap kazandıracağını, zikrin faziletlerini ve erdiriciliğini ayet ve hadislerle beyan ederek bildirir, insanların Allah cc'hü zikretmeye ibadet ve taate sevk ederdi. Ceddi, Allah Resulu SAV'me olan sevgisi çok ziyade idi. Peygamber efendimize benzemenin faziletlerini beyanla, insanları sünneti seniyyeye ittibaya davet ederdi. Bir keresinde: "Ben tarikat piri olsaydım, salâvatı şerifeden başka ders vermezdim" buyurarak salâvatı şerifenin fazileti ve erdiriciliğinden bahsetmişti. Abdestsiz namazın kabul olmayacağı gibi, sünnetsiz salâvatın da kabul olmayacağını bildirmiş ve Peygamber SAV'e benzemenin kıymet ve değerini ifade etmişti. Çorumlu Mustafa Efendi hali hayatında İbrahim ipek efendiye kulaktan duyma bilgilerle münkirmiş. O'nun şeriate aykırı halleri var, diyerek yerermiş. Vefatından sonra âlemi menamda, İbrahim ipek efendiye görünmüş. İbrahim Efendi hali hayatta iken senin maneviyatına vakıf olsaydım İhvanımı sana teslim eder öyle giderdim, buyurmuş. Bu maneviyat üzerine İbrahim ipek efendi bazı dervişlerini çağırarak: "Gelin Mustafa efendinin kabrini ziyaret edip Yasini şerif okuyalım. Hayattayken bizi tanıyamadı ama ölünce halimize vakıf olmuş" buyurmuş. Yusuf Efendi isminde Ayvatlı köyünde bir derviş bir gün maneviyatında semanın kızardığını görmüş ve Cemalullahın müşahede edileceği kendisine bildirilmiş. Daha sonra o kızıllığın içinden İbrahim ipek efendi tecelli edip "Evladım Cemalullahı bize bakıp bizden seyredeceksiniz" buyurmuş. Mürşitler aynadır sizler de bakın Gösterdi cemali aynada hana. - İbrahim ipek efendi, maneviyatta ölen bir ihvanıyla görüştüğünü sohbette ifade etmişti. Kabirden kalkan dervişe sormuş: "derviş halin nasıl?" O da: "Efendim şu gördüğün kabristanda 5 kişiyiz, eğer biz de tarikata girip Allah cc'hun ismini anmasaymışız sopayı yiyecekmişiz" demiş. Daha, daha nasılsın dedikte: "Efendim siz tarikata girin. Allah dostlarını sevin, kişi sevdiği ile beraberdir, demiştiniz. Bu dediğinizi
yaptık, çok faidesini gördük. Ama nefeslerinizi boşa vermeyin, her nefeste Allah'ı zikredin demiştiniz, bunu başaramadık. Buradan baktığımızda ahiretteki yüce makamları görüp gıpta etmekteyiz. Keşke nefeslerimizi boşa vermeseydik, efendinin sözünü tutsaydık diye hayıflanmaktayız" buyurmuş. İbrahim ipek efendi de "Allah takva sahipleri ile beraberdir" ayetini açıklarken kişinin, Allah'a yakınlığı nefeslerini boşa vermemesi ve takvalığıyla ölçülür, buyurmuştur. "Ben beni zikreden kulumun dudakları arasında onunla beraberim" hadisi kutsusini zikreder," Allah cc'hu zikretmenin, O'nunla beraber olmuş, O'nunla konuşmuş gibi olduğunu zikrederdi. Mürşidi kâmilden ihvanları keramet istemişler, o da "Evladım sizin dilinizi nastan kestim, Allah ile konuşturuyorum, daha ne kerameti istiyorsunuz" dermiş. Evet, İbrahim ipek efendinin en büyük kerameti ihvanlarının zikre olan düşkünlüğü, her türlü zor şartlarda, cehri ve hafi zikrin usul ve erkânının devam ettirmeleri olsa gerektir. Anadolu’yu gezdikçe, ziyaret ettikçe bu keyfiyyeti daha iyi gördük Elhamdülillah. -Kendisi Hüsnü Gülzari Hz’lerinin âdeti üzere, bir evde bir günden fazla kalmamayı prensip edinmişti. Soğuk bir kış günü Ankara'da bir ihvanın evinde gecelemiş, hasta olduğu halde izin istemiş, ev sahibi ihvan ısrar ettiyse de "Derviş, Pirim bana öyle büyük bir harita çizdi ki hepsini dolaşmam lazım, kusura bakma beni yolcu et," buyurmuş. Bu da kendisinin gayret ve vazifeşinaslığının bir örneği olsa gerektir. Bir keresinde, âlemi menamda, bir çeltik tarlası ekmiş olduğunu, tarlanın bir kısmının kurumuş, büyük bir kısmının yeşil olduğunu görüp, bunun hikmetini sormuş. Kuruyan yerler, gezip dolaşmadığın yerlerdir denmiş. Bize: "Fatih Efendi. Hüsnü Gülzari’nin at ile yaptığını, biz araba ile yapamıyoruz" demişti. İhvandan birisi bir maneviyat görmüş ve İbrahim ipek efendinin ailesine anlatmış. Bir mecliste, İbrahim ipek efendi kürsüde otururken. Hacı Bayram Veliyullahın gelip İbrahim ipek efendinin elini öptüğünü görüp taaccüp etmiş. Hazrete sormuş: "Efendimiz niçin elini öptünüz" dedikte: "O iki şey de bize tekaddüm etti. Birincisi namazlarını vaktinde ve cemaatle kılmaya gayret ederdi, İkincisi ise ihvanına, evladü iyaline çok müşfik ve ehli hizmet ve canına cömert biriydi" diyerek onun faziletini bildirmiş. Gerek kendisi ile olan irtibatlarımızdan gerek ihvanlarının ve ailesinin izlenimlerinden onun örnek ve kâmil bir insan olduğunu biliyoruz. Düzenli bir ibadet hayatı olduğunu ailesinin anlatımından anlıyoruz. Daha dervişliğe yeni başladığında, geceyi üçe bölermiş, ilk bölümünü istirahata ayırır, ikinci bölümünü Kur'an okumaya, son bölümünü ise zikrullaha ve salatu selama ayırırmış. Gece uyanabilmek için, gençliğinde oyuk bir kütüğü yastık yapmış ki gece ibadetine kalkabilsin. İşrak vaktini beklemek, bu arada delali hayrat ve Kur'an okumak âdetindendi. Yemeğini yer sofrasında yerdi. Misafirleri hiç eksik olmazdı. Gece ziyaretine gelip beraber tesbih çekip dönenler, sofrasına oturanlar, eksik olmazdı. Gelen her misafire ikram etmek âdetiydi. Misafiri olmadığı zaman, işraktan sonra ve öğleden sonra kayule uykusuna yatardı, "bu vakitlerde benim uyumam uyanık durmamdan hayırlıdır" derdi. Abdestsiz yere basmazdı. Namaz vakitlerinde ayrıca namaz abdesti alırdı. Nur üstüne nur, derdi. Ezanı dinler bittiğinde duasını ederdi. Bizlere erdirici olarak önce namaz, sonra salâvat derdi. İbrahim ipek elendi uzun boylu geniş omuzlu, iri yapılı ve heybetliydi. Yolda yürürken ve mecliste otururken herkesten yüksekte görünürdü. Parmağına yüzük takardı, temizliğine çok dikkat eder, şalvar, gömlek ve üzerine yelek giyerdi. Camiye ve sohbete giderken pardösü giyinirdi. Sokakta cübbe sarık giyen ihvanına kızar: "Siz benim yolda böyle giyinip sokakta dolaştığımı gördünüz mü" derdi. Sohbetlerde evinde genelde sarık sarınır, ihvana bu şekilde rabıta verirdi Her gün dişlerini fırçalar, misvak kullanırdı. Sakallarını kokulu sabunla yıkar, misk kokusu kullanırdı. Kendisi dünya ahiret dengesini kurmuş nadir zatlardandı. Bir keresinde yeni aldığı biçeri kastederek: "Efendi ehlullaha bu şekilde dünyayı talep etmek yakışır mı" dediklerinde: "Dünya işinde Koç'tan ileri olmak isterim, ahiret işinde de Mevlana'dan ileri olmak isterim" demişti. Hülasa, ahlakı Peygamberi ile muttasıf, bu asırda Peygamberimizin kâmil halifesi, varisi olan örnek bir insandı. Rabbim şefaatine himmetine siz saygı değer okurlarımızı ve sevenlerini erdirsin.
İBRAHİM İPEK EFENDİNİN VEFATI VE DEFNİ
İbrahim ipek efendi 1996 senesinde umre yolculuğu esnasında Azrail AS. ile görüşmüş, dört yıl daha şefaati peygamberi ile kendisine izin verilmiş. Bu keyfiyeti ailesine ve o sene umrede olan Doktor Çağlar Bey ve oğluna bildirmiş. Vefatından sonra Doktor Çağlar Bey, oğlunun kendisine bu olayı hatırlatarak: "Bak baba dediği gibi tam dört sene oldu" dediğini bize nakletmişti. Kendisi yakınlarına beni ahiretten isteyenler, dünyadan isteyenlerden daha ziyade dermiş. Yürümekte zorlandığı anlarda bir gün: "düşer ölürüm" dermiş. Aynen vefatı öyle olmuştur.
Bir keresinde kendisine: "Seni bir sevdiğin çağırsa davetine icabet eder misin demişler. İbrahim ipek Efendim: elbette, demiş, O halde Allah cc. seni seviyor ve çağırıyor gel artık, denmiş.
Ve 6 Haziran 2000 günü İbrahim ipek efendim, fani olan şu dünya hayatim ırcıii emrine uyarak sonlandırdı, sevdiğine kavuştu.
Yukarda da belirttiğimiz gibi vefatından bir gün önce Yerliköy'de kendisini ziyaret etmiştik. Bu bize bir nebze olsun bir teselli olmuştur. Kendisi vefatından önce cenazesinin bizim tarafımızdan yıkanmasını ve cenaze namazını bizim kıldırmamızı vasiyet etmiş. Cenaze yıkama işini ihvanlar aceleye getirerek yerine getirmişlerdi. Bilahare efendimi maneviyatta su ve sabunla gaslettiğimi de belirtmeden geçemeyeceğim. Yerliköy'deki cenaze namazını da fakir kıldırarak bilahare defnettik. Rabbim rahmetini onun ve bizim üzerimizden eksik etmesin âmin.
Efendimin vefatına dair maneviyatlara rastlasam da kendisinin sanki başımızdan hiç ayrılmayacağı hissi üzerimizde hâkimdi. Ne yazık ki her fani gibi 0 da sayılı nefeslerini tüketip öbür âleme göç etti.
Tariki uşşaki teslimdir size Her gece Fatiha gönderin bize Uzanıp yatmayın güneye kuzeye Tariki uşşakiyi bıraktım gidiyorum
Nice bin mücahit göçtü dünyadan Kesmedi ümidini kimse mevladan Nefsime kalırsa gitmez dünyadan Azrail almasa lakin
Aile efradının şahsında, ihvanına nasihat olarak algıladığımız bir mektubunu görüşlerinize sunarak bu risaleyi nihayetlendiriyorum.
İBRAHİM İPEK EFENDİNİN DOSTLARINA VASİYET NİTELİĞİNDEKİ MEKTUBU
EVLATLARIM, önce selam eder gözlerinizden öperim. Huzuru Peygamberide dünyada ve ahirette mutlu ve bahtiyar olmanızı Cenabı Allah'tan dilerim. Bu beldeyi Tayyibede, duası makbul olanlar hürmetine, istikametli yaşayıp, ihsanlı ibadet etmenizi, sizin ve sulbünüzden geleceklerin sapıklık ve adavet yolunu tutanların peşine düşmemenizi yüce Allah'tan niyaz ederim. EVLATLARIM. Sizler sorumluluk sahibi olduğunuz zaman kimliğinizi bilin. Sizi, Müslüman olmanızdan dolayı, hor hakir gören nasipsiz alçak kişilerle dost olmayın. Allah'ın emrini tutmayan, ahir zaman peygamberi Muhammed Mustafa SAV'İ sevmeyen, islamın hududu dışına çıkmış gafillerin elinden ab-ı hayat suyu da olsa içmeyin. EVLATLARIM. Bizim yaşantımız bundan ibarettir, diyenlere inanmayın. Zakirlerin ölüsü diri, gafillerin dirisi ölü gibidir. Günahkârların yaşantıları sizi imrendirmesin. Yaşamın hepsini dünyada sananların peşine düşüp gitmeyin. Allah’ın ihsanı bol lakin azabı şedittir. EVLATLARIM. Annenizi, akrabalarınızı, büyüklerinizi beni sevip saydığınız gibi sayıp sevin. Akılsız ahmaklarla dostluk bağlarınız varsa çözün. İffet ve namusunuza zarar geleceğini sandıklarınızdan, koyunun canavardan kaçtığı gibi kaçın. Kibirli ve küsen taraf olmayın. EVLATLARIM. Nikâhında bulunduğunuz kişiyi tahtınız altına almayın. Fakirlere ikramda bulunun. Kibirlilere kibirli davranın. Zira Peygamberimiz SAV. "Kibirliye kibirli davranmak sadakadır" buyurmuştur. Her halimize razı olun, dünyanın fakirliği sizi üzmesin. Zira Peygamberimiz SAV. "Benim iki sanatım var. Biri fakirliğe sabr etmek, biriyse düşmanlarla harb etmektir" demiştir. EVLATLARIM. Dünya varlığı sizi şaşırtmasın. Zikir ve şükür ehli olun. Bu gün bulduğunuzu bu gün yeyip tüketip, müsriflerden olmayın. Zira Peygamberimiz SAV. "idare ve iktisat geçimin yarısıdır," buyur muştur. Eğer müsriflerden olursanız, nikâhında bulunduğunuz kişinin ölene kadar iki yakası bir araya gelmez. Dünyada kanaatte ve ibadette rekabet edin. EVLATLARIM. Hükümet ve devleti hafife almayın. Dünya ve ahiret kanunlarının zıddına hareketlerde bulunmayın. En az farz emirleri yapacak kadar dini emirleri öğrenin, çocuklarınıza da öğretin. EVLATLARIM. Ben bu mektubu size peygamber şehrinden hatıra olarak yazıyorum. Eğer aklınız varsa yeter. Yoksa Kuran’ın manasını, hadislerin ibarelerinin tümünü duysanız yetmez. EVLATLARIM. Allah bu mübarek belde hürmetine sizi, bizi eba ve ecdatlarımızı bütün ümmeti Muhammedi affedip son nefeste de iman selameti ihsan eylesin. Allah'a emanet olun. Bu kadarcık kâfi gelsin. Biz size dua ediyoruz. Siz de bize dua edin.
Esselamu aleyküm menittebeal hüda.
İBRAHİM İPEK 1983 - MEDİNEYİ MÜNEVVERE
1. DİVAN Nefsi hayvan olana bir yular lazım Ruhu insan olana bir hüner lazım Hak aşığı olana bir cemal lazım İstemez dünyayı verir alana
Kâmil bir mürşide bağlanmak lazım Allah'ın ismiyle eylenmek lazım Cemal aşığının neyine ne lazım İstemez ukbayı verir alana
Sevenler serden geçmesi lazım Karadan akı seçmesi lazım Kanatlanıp dosta uçması lazım Yazıklar olsun yerde kalana
Tepeden tepeye uçan kargadır Yeryüzünde gezen derviş hurdadır Ruhu lâhut elinde ceset burdadır Aferin ceberrutta cemal görene
Altını alanlar sarraftan sorun Arifin halini Allah'tan sorun La mekân şehrine uçan var sen nasıl durun Mücahit ihsan olur canın verene
2. DİVAN Hidayet eylese mevlam kuluna Vuslat rüzgârları eser her sabah Tevhidi derviş alsa diline Üns kokuları kokar her sabah
Dil bağında şevk bülbülü ötmeye başlar Secde eder mevlaya cümle ağaçlar Muhammed denizinde yüzüyor üçler Zikreder mevlayı beşler her sabah
Yanan yüreğe su olur barut Allah'ın ismiyle dimağın kurut Denizde gemini aşk ile yürüt Âşıklar seherde yanar her sabah
Ervahlar gelirse kulak dayanmaz Kopsa kıyamet gafil uyanmaz Visal susuzu denize kanmaz Mühürlü şerbetten içer her sabah
Hakkın Rahmet denizi bir toz ile bulanmaz Şemsi Muhammed şarktan garba dolanmaz Mücahid senin sözüne münkir ağyar inanmaz Sanarlar dünyada doğar güneş her sabah
3. DİVAN Saadet sarayına varabilseydim Sohbeti Resulu bulabilseydim Dostum cemalini görebilseydim Sinemi pare, pare kılardım elbet
Gayb âlemini görebilseydim Gördüğümü aklımda derebilseydim Mana denizine dalabilseydim Lülü mercanı bulurdum elbet
Hidayeti Rabbani halıktan olsun Âşık maşukunu manada görsün Bir kadeh doldurup kendisi versin İçseydim bayılıp düşerdim elbet
Aşığın aşkı perdedir göze Allah'ı sevenler geldiler bize Aşkı olmayan benzer kanatsız kuşa Aşkım olsa bende uçardım elbet
Susuz yerlerde balık yaşar mı ? Sel suları ile deniz taşar mı ? Mücahit aşkı olmayan derviş pişer mi ? Aşkım olsa bende pişerdim elbet
4. DİVAN
Bugün dillerde destanım gelmiş Mürşidi Kâmilim üstadım gelmiş Cenanı candan sevenim gelmiş Can gözüyle Cemâli görenim gelmiş
Gamlıdır gönlüm gayet yastayım Kırgındır vücudum hem de hastayım Varıp ta derdime derman isteyim Yareler sarıcı lokmanım gelmiş
Var mı ben gibi pek çok yaralı Azdırdım yaremi ciğer pareli Hep kâmiller gelmiş bilmem nereli Baktım içlerinde Sultanım gelmiş
Ey Mücahid bir gün pişman olursun Dostun ile niçin düşman olursun Zikredersen Hakkı sende görürsün Can evine bu gün Cenanım gelmiş
5. DİVAN
Gayet güzeldi bizim yolumuz Vardı dayandı çöle önümüz Ne olacak yarab bizim halimiz Herkes şeyhini tanımaz oldu Bir ulu deryaya çekildi gemi Dediler geminin kaptanı hani Her kaptan bu deryada bilemez yolu Acemi kaptandan çok neler oldu Fehmi bu işler iyi olur sandı Denize doymayan göllere kandı Haşre dek peşimden gelirler sandı Ayrıldı dervişler bu neden oldu Yoldaki dervişler oraya varmış Kıli kal dervişi yollarda kalmış Şikâyetin sonu pire dayanmış Her derviş yine pirinin oldu Hakikat deryasının görünmez ucu Hüsnü kaptandır, Fehmi gemici Dolmuş dervişler, yaşlısı genci İndirmeye yolcuyu kim mani oldu Bu geminin gayet muavini yoktur Gemiyi sürecek kaptanı yoktur Kaptanımız Hüsnü, Necati doktor Onlarda gideli çok zaman oldu Bir kaptan geliyor kısa boylu Tebessüm ediyor pek güzel huylu Kaptanımız Mücahit var mı bir kaygu Dervişler yine şaduman oldu
6. DİVAN Söyleyin hafıza çok çalışsın gayri Erenler içinde mahcup etmesin beni Allah'ını sevensen feda kıl canı Muhammed aşkına çalış hafızım Çalış hafızım eylerim rica İnayet eylesin ol gani hüda Allah cümlemizi etmesin cüda Allah'ın aşkına çalış hafızım Bu kadar rica ederim sana Böyle üstadlık mı olur ihvana Görünce cemali kıymalı cana Allah'ın aşkına çalış hafızım Çalışmadığın taak etti canıma Yapmadan dersini gelme yanıma Müttakiler daim kıyalar cana Allah'ın aşkına çalış hafızım Senin derdin hasta ediyor Cümle ihvana üstad eyledin seni Kıyarsan canına görürsün cemali Muhammed aşkına çalış hafızım Senin için gözlerimi eyledim ırmak Ben bu halde iken layık mı durmak Senin için gayet ederim merak Allah'ın aşkına çalış hafızım Son zamanda beni sen ettin deli Sen beni sevmeden de severim seni Himmetle gönlünde açtırdım gülü Allah'ı seversen çalış hafızım Mücahid bu rica yetmez mi sana Versene gönlünü ol ulu şaha Pirin Peygamberin darılır sana Muhammed aşkına çalış hafızım
7. DİVAN
Manada mahşere uğradı yolum Bilmedim orada ağ ile solum Halk eden âlemi demezse kulum İsterse bu dünya hep senin olsun Ameli salihler kurtulur orda Günahın çok ise düşersin derde Dokunmaz yardımı ferdin bir ferde Velev ki dünya hep senin olsun Dünyada malınla seveler seni Ahirette amelinle överler seni Emmare sıfatında isen döverler seni İsterse Muhammed'in ümmetti olsun Salebe dünyanın malına taptı Hâlbuki Muhammed'in yüzüne baktı Şaşırdı Allah'ın yolundan çıktı Dünyanın koyunu hep onun olsun Nebiden asiye bir fayda olmaz Kötüler tarikatta bir ayda durmaz Bin nasihat etsen birini duymaz İsterse dünyada padişah olsun Kavuşur maksuda doğru gidenler Münafıktır yolunda hüd-a edenler Her şeyin içinde vardır nedenler Demeyin dünya hep benim olsun Zühdü takvaya çalışın gayet Vasf eder onları hadisle ayet Mücahid ihlâs ile yap sen ibadet Melanın lütfu sana da olsun
8. DİVAN
Gaybden kulağıma bir ses geliyor Asiler günahın affını diliyor Maksadım rızadır Rabbim biliyor Sevdiğime sevilmek maksadım benim Taibin tövbesi makbulum diyor Sıdk ile zikreden has kulum diyor Nedir söylesene maksadın diyor Sevdiğime sevilmek maksadım benim Ehli tevhid bağında bülbülüm diyor Bülbülün maksadı bir gülüm diyor Beni seven kulum sevdiğim diyor Sevdiğime sevilmek maksadım benim Derdi olan divane böyle mi inler Tevhid dilde, gözü nurda kalbini dinler Hak aşığı olan senden seni diler Senden seni dilemek maksadım benim Dostlarım dost için hor görsün beni Sevgili sultanım hoş görsün beni Sofiler hakikatte zar görsün beni Kullarını irşad etmek maksadım benim İyi tut kulağını yanlış anlama Doğru sözümü eğri dinleme "Mute kable entemutu" sırrına erilmez deme Ölmeden ölüm sırrına ermek maksadım benim Ölmeden ölümün sırrına erilmez demem Basiretle Cemalullah görülmez demem Açtıkça dünya yumdukça ukbayı görem Mücahidim bilmem mekânım nerdedir benim
9. DİVAN Manada bugün bir saki gördüm Bu sudan herkese içirmem dedi Sakinin suyu cihanı tutmuş Civardan kimseyi geçirmem diyor Cümle susuzlar geldik yanına Pazarlık yokmuş dünya malına Canını verirsen canan yoluna O zaman bu sudan içersin diyor Yanıyor yüreğim buz mu satıyor İçenler su arıyor tuz mu satıyor Doldurup kadehi naz mı satıyor Sabreyle sadık içersin diyor Erenler ervahı hep arı oldu İçenlerin benzi sarardı soldu İçince içimde on deniz oldu Tevhittir bade içersem diyor Her taraf şilepli bir çimen oldu Islandı arılar şaşırıp kaldı Sakimiz sultanmış nura boyandı Hak kapusudur kalbini açarsan diyor Mücahidim damlamı deryaya saldım İçince badeyi bayıldım kaldım Çok şükür Mevla'ya maksudum aldım Oynadı perdeler bakarsan diyor
10. DİVAN Gönülde yarem var benzim sararır İyiler, kötüler bir gün aranır Dostlarım ağlar, düşmanım hoşlanır Cifeyi kalpten attım giderim
Cifeden maksat dünyadır bilin İhlâsla dünyada ibadet kılın Doğrudur sözlerim hakikat bilin Pirimin izine bastım giderim
Uzak sandım eceli yakında tattım Masivayı dilden ta dünden attım Aşkın şarabını rüyada tattım Vuslat rayihasını kokladım giderim
Tariki uşşaki teslimdir size Her gece Fatiha gönderin bize Uzanıp yatmayın güneye kuzeye Tariki uşşakiyi bıraktım giderim
Gafletle dünyada bin yıllar yaşa Marifet kuşu konmaz akılsız başa Görmeden cemâlini gitmezem hâşâ Mücahidim manada gördüm giderim
11. DİVAN
Manada refikim Ahmedi gördüm Görünce gayet şaduman oldum Nasılsınız diye halini sordum Dedi ki nur Muhammed'i gördüm Dedim kardeş dünyada ağlardın gayet Haber ver bize nasıl ahiret Dedi ihlâs ile yapın ibadet Tevhidin karını ukbada gördüm Dedim Hüsnü, Fehmi’yi görebildin mi? Hal ve hatırlarını sorabildin mi? Makamı mahmuda varabildin mi? Dedi ben onları orada gördüm Dedim kardeş sizin oraya vardım Nasılsınız diye haliniz sordum Dedi ki efendim çok memnun oldum Gediğinizi duydum da sevinip geldim Dedi meyl etmeyin dünya malına Sizi görünce döndüm pelte haline Herkes sevdiğini almış yanına Çok şükür Mevlanın lütfunu gördüm Dedim böyle gülenini görmedim Açıktan sır verenini duymadım Dedim dünyada niçin durmadın Dedi ki öldüğüme çok memnun oldum Dediler arkadaşın sevindirik olmuş Dünyada ağlamış ukbada gülmüş Âşıktır kınamayın dostunu bulmuş Mücahidim kardeşim Ahmedi gördüm
12. DİVAN Aşkın kazanı oldum durmaz kaynarım Nûriyle nur oldum cevlân eylerim Hak’dan aldığımı, halka söylerim Arada vasıta ilham değil mi? Hakkın şemine her gün yanarım Pervaneler gibi sema dönerim Her nereye baksam hakkı görürüm Can gözüne görünen cenan değil mi? Gûruhu naciye erkân ediyor Nura gark olmuş ceyş gidiyor Cihanıın kutbu cevlan ediyor Şeyhim Hüsnü kutbu cihan değil mi? Erenler ervahı ile divana durduk Muhammed ruhuna imama uyduk Elestü Bezmindeki Namazı kıldık Buda âşıklara bir kâr değil mi? İlmi hikmetten alır veririz İstersek Cemâli her gün görürüz Muhammed ruhuna cemaat oluruz Erenler ervahına imam değil mi? Ey Mücahid teni nidersin Gördün Dostu canı nidersin Gördükçe cemali artıyor hırsın Bir kere gördüğün bin kar değil mi?
13. DİVAN Can içinde canan vardır Basiretle gören vardır Gidip ordan gelen vardır Dost ilini soran gelsin
Nefis dili hiç mi? Durmaz Ruh diline fırsat vermez Kimi görür, kimi görmez Gördüm diyen haber versin
Kimi yanar, kimi tüter Kimi derviş olur yatar Altın diye bakır satar Cevahiri alan gelsin
Şeyh dervişten hal istiyor Derviş Hak’tan mal istiyor Hak dervişten can istiyor Canını Hak’ka veren gelsin
Görmeyenler gördüm diyor Ol makama, vardım diyor Hilafettir derdim diyor Fehmi buna sen ne dersin Mücahit buna etme keder Tarikatı hurda eder Böyle olmaz hey birader Cemalini gören
14. DİVAN
Seher vakti meramımda Kemalim var kelamımda Çâriyalar hep yanında Fahri âlem geldi geçti Görmeyenden kaçındılar Görenlere açıldılar Uşşakiler seçildiler Hüsamettin başa geçti ALLAH deyip ağlıyorlar Bulgur gibi kaynıyorlar Hiç yerinde durmuyorlar Hep görenler raksa geçti Şarktan garba gidenler var Sizi teftiş edenler var Post üstünde ne erler var Tevhid ile kalbin açtı Gelirlerse ürpertirler Tende canı titretirler Görmeyenler ne bilirler Ancak derler benzi kaçtı Gürül, gürül geliyorlar Çok zahmetler çekiyorlar Layık isen alıyorlar Yoksa derler geldi geçti Hiç bakmazlar feryadına Şeyhin gelir imdadına Yalvarsana piranına Mücahit eller dosta uçtu
15. DİVAN Bugün vardım bir Lokmana Derdin sana derman dedi Mihnet etme ten ve cana Canındadır canan dedi
Zikir eyle ey divane Bulur Hakkı kıyan cana Niçin geldin sen Lokmana Zikir derde derman dedi
Günahlardan hazar eyle Kalb evine nazar eyle Haktan alıp halka söyle Böyle olur divan dedi
Şeyhim Hüsnü Gülzari Seyrederdi Ol didarı Fehmi de gördüğüm nuru Bu nur Hakkın nuru dedi
Mücahid zikri az eyleme Yalvar Hakka naz eyleme Münkir ise hiç söyleme Sükût duran Sultan dedi
16. DİVAN
Muhammed’in mim noktası Ümmetimin nun noktası Medine’den gelir sesi Mücahit bizi seversen gel Ravzasından elini açar Etrafına nurlar saçar Bizi gören candan geçer Eğer bizi görürsen gel Kıymetlimi bizden malın İstemez mi bizi canın Ravzamızı gelin görün Mücahit bizi seversen gel Âşıkların malı olmaz Emekleri zayi olmaz Her gelenler bizi görmez Eğer bizi görürsen gel Medine’mi gelin görün Mihrabımda namaz kılın Çağrılınca nasıl durun Kıymetini bilirsen gel Muhabbet kanadın açtım Muhammed şehrine düştüm Üç milyondan seni seçtim Kıymetini bilirsen gel Mücahid Medine’ye vardı Ravzasından seçim oldu Yirmi sekiz kişi gördü Eğer sende görürsen gel
17. DİVAN Vasf olunmaz saz ile iraz ile Vasf edilmez nazm ile avaz ile Seherde kokun gelir poyraz ile Bildim ala Muhammed'dir Muhammed
Binde bir vasfını kimse edemez Âşıkların halini hiç kimse bilmez Kokusu gelir kendisi gelmez Bildim ala Muhammed'dir Muhammed
Kara giyinmiş araptır sandım El ettim burada yanına vardım Nurdandı, elini elime aldım Bildim ala Muhammed'dir Muhammed
Nurdan kolunu taktı koluma Esmalardan hay esması verdi dilime Haktan ilham olundu kalbime Bildim ala Muhammed'dir Muhammed
Hay, hay dedi beni yerlere vurdu Rabbim arzı, semada muallâk kıldı Mücahid gözlerin neler gördü Bildim ala Muhammed'dir Muhammed
18. DİVAN Giderken yolumuz sahraya döndü Değişti dünya ukbaya döndü Damlalar çoğaldı deryaya döndü Denizler yüzünde meviç başladı
Bahar gitti mevsimimiz güz oldu Dağlar oynadı da dünya düz oldu Koptu kıyamet insanlar met oldu Dirildi mahlûkat mahşer başladı
Ömür sermayesini yele verenler Amel ticaretini sele verenler Hakkı zikredene gülü verenler Eyvah sevdasıyla figan başladı
Ameli salihler gelip geçiyor Kimisi yürüyüp kimi uçuyor Baktım herkes birbirinden kaçıyor Dediler eyvah mizan başladı
Bir deva yok mu bin türlü derde Cümle nas diyor Muhammed nerde Mücahidi sorarsan ahile zarda Ne yapsın âlemde figan başladı
19. DİVAN Bildirdi kendini bizi Yaradan Görmeden Cemâlini çıkmam aradan Çok şükür seçtirdi ağı karadan Didemden didara bak dedi bana
Zerreyi asla az görme sakın Cenanın sana canından yakın Mürşitler aynadır sizlerde bakın Gösterdi Cemâli aynada bana
Virana gönlüm imar istiyor İmarı görmeye mimar istiyor Canım Cenanımdan didar istiyor Bu gün cenanım can oldu bana
Taş olmuş gönlüm şaküle gelmez Uçurdum dilberi av ile gelmez Darılmış cenanım evime gelmez Bu gün cenanım ev oldu bana
Mücahid bugün abad oldu Nuru Muhammed mirat oldu Nurdan nûra seyreyledim Cümle cihan sübhan oldu
20. DİVAN Mühlet vermem kesbi kâra Ondan elim ermez yâre Âşık oldum ol didâre Şeyhim Fehmi efendim yetiş
Duymaz mısın ahu zarım Emmareler oldu yârim Sermayeden çok zararım Şeyhim Hüsnü efendim yetiş
Çevirdi nefsin çerileri Çoğalıyor gerileri Varılmıyor gel ileri Şeyhim Zühdü efendim yetiş
Çeriler gönül mülkünü aldı Nefesim orada tıkandı kaldı Seyidi Necati imdada geldi Üstadım Kamber efendim yetiş
Erenler ervahı imdada geldi Ruhlar esma ile feryada geldi Mücahid piranın galeyana geldi Mürşidim Muhammed efendim yetiş
21. DİVAN Hak severse bir âdemi Kaplar onu ALLAH kamu Pir elinden içen demi, Hiç tevhide kanıkmaz ki
Zikredenler ne hoş olur ALLAH diyen bir hoş olur Derviş feyzi hüda bulur Haktan halka yanıkmaz ki
Hak’da sema sedalanır Hay’da derviş gıdalanır Cana kıyan cemal görür Cemal gören ayılmaz ki
Birbirine bitişirse Kayyum kalbe yetişirse Kahhar ismi okunursa Fettah da hiç dırıtmaz ki
Mücahid Fettah safi durak Dediler ki cemi vurak Vahit deyip cemal görek Cemal gören ayıkmaz ki
22. DİVAN Hemen tezce pişirdiniz Yüce dağlar aşırdınız Dost aklıma düşürdünüz Sizde kaldı hemen imdat Benim işim daim günah Gece gündüz ederim ah Şu halime eyvah, eyvah Sizde kaldı hemen imdat Dost ardından kaçamadım Afi tâbı açamadım Dost eline uçamadım Sizde kaldı hemen imdat
Günden güne kötü halim Bazı taştan katı kalbim Kusurumu ben bilirim Sizde kaldı hemen imdat
Bu nefsim şad olamadı Ruhum hak'ka varamadı Tende canım gülemedi Sizde kaldı hemen imdat Mücahid said sende aş Demeyin bana git yavaş Kesiliyor günde bin baş Sizde kaldı hemen imdat
23. DİVAN Müezzinler selâ verdi Canlarıma cilâ verdi Bu milletin nedir derdi Muhammed Mustafa (SAV) geldi
Hemen ben oraya vardım Hani nerde diye sordum İşte geldi diye duydum Ehlen, sehlen sefa geldi
Gelen sorar hani nerde Dilde tevhid devam virde Görüşelim orda burda Sizi görmek sefa geldi
Herkes sizi görmek diler Gören âşık ölmek diler Görenler ne ağlar, ne güler Bu hal bana safa geldi
Dedim yârim nerdedir Tenden içre canımdadır Seyreyledim aynadadır Mücahid dost sefa geldi
24. DİVAN
Şeytan lâin kovaladım Başı hakka yuvarladım Şeyhim size pek bağlandım Korkutmaktan maksat nedir Gökten yere neler attı Bütün dünya nûra battı Hasretliği canım tattı Ağlatmaktan maksat nedir Acayipler görüyorum Birliğin Hak biliyorum İkrarımda duruyorum Korkutmaktan maksat nedir Acaibler haktan gelir Hemen gönlüm bir hoş olur Kuş yavrusunu dilin bilir Söyletmekten maksat nedir Bakmam dünya teşvişine Bakın hüdanın işine Demir yular taktı başa Çekmemekten maksat nedir Bağlardaki yaprak gibi Soldu benzim toprak gibi Duruyorum ahmak gibi Gizlenmekten maksat nedir Sözüm muhabbetten gelir Garip gönlüm deli olur Şeyh dervişin halini bilir Söyletmekten maksat nedir Mücahid bunda hata yoktur Mürşidim Hüsnü Lokman doktor Gaibleri bilen haktır Bize haktan ilham gelir
25. DİVAN
Cümle âlem dalmış benlik bahrine Dil vururlar yalan gıybet zehrine Müslüman hayran kâfirin küfrüne Hannas şeytan kalbe yol bulsa gerek Kâfirden Müslüman örnek alıyor Sevine, sevine küfre dalıyor Lüzumu yok herkes kendini biliyor Galiba şeytana kul olsa gerek Günah işlemek şimdi serbese bindi Koğulmuş şeytan bizlere güldü İsmi Ahmed Mehmed nefsine uydu İsimden de fayda olmasa gerek Kârını bilmeyen tüccar olamaz Yahudiden âdi deccal olamaz Müslümanım diyor kılmıyor namaz Dininin direği olmasa gerek Mukallit imanı kurtarmaz serii Kâfirler ileri Müslüman geri Böyle müslümanlık olmaz serseri Deccalin askeri sen olsan gerek Kâfirler şimdi semâya uçtu Münafığın küfrü kâfiri geçti Arifim diyenler postundan düştü Sahtekâr sofiler çok olsa gerek Şeytan şerrimizden korkuyor bizim Yalan değil Mücahid doğrudur sözüm Amelim isyandır cennettir arzum Asilerin yeri nar olsa gerek
26. DİVAN
Reçber olanlar ekin ekmez mi? Derviş olanlar teşbih çekmez mi? Mevsimler geçip ömrün bitmez mi? Elbette gelirsin bir gün harmana Sevabın azsa, çoksa isyanın Fayda vermez sana bin türlü şanın İstersin ölümü çıkmaz ki canın Dönemezsin gayri fâni cihana Bozulur bir gün bağın, bostanın Hep yalan olur güvencin, şanın İstersin ölümü çıkmaz ki canın Dersin haber verin aman imama Anladın mı şimdi ölüm halini Verseler de alamazsın dünya malını Ver Yarabbi din imanımı Ölürken sanki geldi imana İyi, iyi derler, aklı başında Tövbe etmemiş altmış yaşında Elli sene gezmiş nefsin peşinde Uymak lazım derdi asra; zamana Nefis ve şeytanın olmuş esiri Suçlu tutardı gün ve asrı Düşünmedin bir kez kendi aslını Şahlanıp sığmazdın fani cihana Cahillikte olmuş sanki bir dehri Bilemedin lâkin bal ile zehri Mücahid şedittir Allah'ın kahrı İhsanı boldur ehli imana
27. DİVAN Kimseler bilmiyor kimliğimiz bizim Suredde değil siretde şanımız bizim Kalbimde nurunu görmesem eğer Kurulsun meydana darımız bizim
Mana âlemine aklımız şaştı Batının ışığı zahiri geçti Minada ruhlar semaya uçtu Kimseler bilmiyor halimiz bizim
Gafillerin kalbi cilalanmıyor Muhabbetsiz gönülse nurlanmıyor Açıktadır nuru herkes görmüyor Kapandı galiba gözümüz bizim
Nefsine kıyıp eylesen niza Zannına göre görürsün ceza Affın ile iman isterim rıza Her daim budur arzumuz bizim
Âşıkların ahi semaya vardı Yakınlık mihneti canıma değdi Cemaldir mücahidin her an muradı Gerçi günahkârım istiyor özüm
28. DİVAN
İstemezem evlat malı Yeter bana aşkı hüda Günahıma tövbe ettim Salâvattan aldım gıda Salâvatla erdim selât sırrına Tevhid ile çıktım Musa turuna Allah ile erdim Allah nuruna Hû, hu diye her taraftan geldi nida Hak ismini okuyanlar görür hakkın kemalini Ruhum feryat eder bilmez kendi ahvalini Hay ismini okuyanlar görür hakkın hayalini Hayda hayat cümle nebat eder nida Musa gibi gelen yok mu? Gönlüm oldu turu sina Yüzbin Musa tura çıkmış Kayyum ismi etti ifna Kahhar ismi okuyanlar Görür hakkın celâlini Celalinde azap vardır İbadetten olman cüda Fettah ismi fethe müyesser eyledi Küntü kenz babını bize izhar eyledi Vahid ismi okununca arzu didar eyledi Ehad deyince kamadı hiç arzı sema Mücahid ruhun çıktı ceberrutun turuna Orda nail oldu samed nuruna Allah ile erdim Allah nuruna Fani, fani nuru baki kaldı hüda
29. DİVAN Her gün dersi hareke Derecesi dereke Edindiği meleke Bir üstün, bir esre
Emmareyi övdüler Pirlerini dövdüler Bin gıybetle bin hüner Bir üstün, bir esre
Böyle gitmez tarikat Nerde kaldı hakikat Dilindeki marifet Bir üstün, bir esre
İtikad erdi fesada Meşgul oldu ifsada Söz mü geçer hasede Bir üstün, bir esre
Sözlerimin manası Sükût etmek âlâsı Mücahidi bilir mevlası Kim üstün, kim esre
30. DİVAN
Ruh nefis ve şeytanla harbe tutuştu Emmare ve levvame karma karıştı Hüsameddin Uşşaki geldi yetişti Ruhu sultan bu hale etti çok şükür
Şeytanın askeri yılan ordusu Köpekle domuz talan ordusu Kırdı onları Kur'an ordusu Tevhidin askeri geldi çok şükür
Hakikatde bir damla şarab içirdi Tevhid emmareyi kırdı geçirdi Emmareyi Asma dağına kaçırdı Ruh deryayı teslim aldı çok şükür
Hakikat güllerini herkes deremez Bu manaları bilen var amma diyemez Sanma Mücahid emmare geri gelmez Ruhu sultan tahtı aldı çok şükür
31. DİVAN
Terk edemem ezkârımı Dağıtmadım efkârımı İki cihan sultanını Acep bir gün göremem mi?
Kul kusurun bilir ise Halik hoşnut olur ise Ruhum dostu bulur ise Acep kıymet bilemem mi?
Harap etti dost hasreti Gayet zormuş yar mihneti Çok tatlıdır sır sohbeti Acep bir gün giremem mi?
Kalbe düşen aşk ateşi Yakar marifet güneşi Seyreyleyen arif kişi Acep bir gün sevilmez mi?
Mücahid sarıl sünnetine Şefaat var ümmetine Ruhum girse cennetine Acep cemâl göremem mi?
32. DİVAN Alnında tevhid bismillah yazılı Yeşil hadlerle esma düzülü Tarikat sultanı imamı Ali Şeyhim Gavsül âzam Uşşaki kolu
İki kaşın arasında yazılı Allah Hilâfım yoktur göründü billâh Böyle yaratmış yaradan Allah Şeyhim Gasvül âzam Uşşaki kolu
Sağ yanında Muhammed ismi yazılır Sol yanında çariyarlar düzülür Görünce onları bağrım ezilir Şeyhim Gasvül âzam Uşşaki kolu Gücenme gönül nadan zemetsin Nefs ile şeytan en büyük hasım Cümle kullarını mevlam affetsin Şeyhim Gasvül âzam Uşşaki kolu
Habîbî kibriya bizi çağırdı Gel Mücahid gel diye bağırdı Gördüm cemalini aklım dağıldı Şeyhim Gasvül âzam Uşşaki kolu
33. DİVAN
Şu dünya fanidir nidem Hak aşkıyla doldu didem Aşkı rûha rehber edem Dost eline giden var mı?
Burak geldi dikildi Yerden göğe açıldı Lâhud eline geçildi Beytül mâmur gören var mı? Ruha Tevhid oldu gıda Yok, onda savtı sedâ İlham ile olur nidâ Meşud ilini bilen var mı? Veli nebi mirac eder Ruhu tenden çıkıp gider Arşı kürsü seyir eder Bunu inkâr eden var mı? Böyle Veli hani nerde Günah göze olmuş perde Gâhı orda gâhı burada Mücahid sende bu hal var mı?
34. DİVAN Gece gündüz oku Kur'an Perde gözden kalkar bir an Oku tevhid nur dolsun cihan Nefs ile şeytan olmasa lâkin
Kalbin miftahı besmeleyi Rahman Rahman ve rahiymi Allah ile an Gafil olmaz ârif halıktan bir an Meşşakati dünya olmasa lâkin
Zatının aşkı ile soldur beni Celalin kudretiyle öldür beni Ağlar iken derdinle güldür beni Ağlayıp cihanda gülmedim lâkin
Bir pencere açsan bana Seyreylesem Rabbim sana Görsem nurun kalsam tâğa Esmaya meşgul olmadım lâkin
Terk eyleme sen erenlerin izini Dünyadan ukbâdan çevir yüzünü Gece gündüz o noktadan alma gözünü Kesretle gaflet olmasa lâkin Nice bin Mücahid göçtü dünyadan Kesmedi ümidi kimse mevladan Nefsime kalırsa gitmez dünyadan Azrail canımı almasa lâkin
35. DİVAN
Gelip bize düş olan Gözüm üstü kaş olan Yanımda yoldaş olan Muhammed Mustafa'ydı (S.A.V.) Gelen benim yanıma Yetişendir canıma Dinime imanıma Muhammed Mustafa'ydı (S.A.V.) Gözüm yumsam yanımda Vücud içre canımda Sağ ve solda önümde Muhammed Mustafa (S.A.V) idi Ameliyata varmadan Allah dedim durmadan Gelen bize uyumadan Muhammed Mustafa'ydı (S.A.V.) Ameliyathaneye varmadan Yanımdakiler görmeden Korkma diyen bana sen Muhammed Mustafa (S.A.V.) idi Uyuyamadım telaştan Fayda yokmuş ilaçtan Kapıdan giren yavaştan Muhammed Mustafa'ydı (S.A.V.) Mücahid mahsun olma sen Allah de hiç durmadan Ameliyata geldim diyen Muhammed Mustafa'ydı (S.A.V.)
36. DİVAN
Bir ulu makamda divan kuruldu Erenler ervahı orda derildi Sorulan suale cevap verildi Hüsameddin Uşşaki piran göründü
Meşgul oldum tevhide nice bir zaman Emmareye çaldım seyfi vermedim aman Yanıyor yüreğim çıkmıyor duman Tevhidin nurunda iman göründü
Hûda yolcusu cihanı tuttu Kimisi eylendi kimisi gitti Cenanı gören canı terk etti Canı terk edene cenan göründü Kafesini terk etmiş canlar gidiyor Hak ile hak olmuş onlar gidiyor Cenânım canımla tırampa ediyor Canını verenlere cenan göründü
Sonbahar bitti kışlar gidiyor Süzüldü semadan üçler gidiyor Yatma mücahid yatma beşler gidiyor Hûdanın nuru arştan göründü
37. DİVAN Eder tevbe karar etmez Kararında üç gün gitmez Yatar yerinden kalkmaz Nefis bir hayvana benzer
Nefse küçük sabi derler Hakikatte adûv derler Büyür göze olur filler Hakikat ejderhaya benzer
Gönül inci yâkut gibi Sabırkâr ol Eyüb gibi Ömrün olsada Nuh gibi Bir saat bir dakkaya benzer
Şu dünya bir muallâktır Bizi söylettiren Haktır Ganidir fazlı mutlaktır Sonsuz bir deryaya benzer Deniz gibi derya gibi Bende günah dünya gibi Âşık oldum Leyla gibi Yok, cihanda ona benzer Mücahid tecelli etti sana Gördüm nuru kaldım tağa Doğru sözüm inan bana Yok, cihanda ona benzer
38. DİVAN
Gül aşığı bülbül hardan incinmez Nur aşığı pervane nardan incinmez Âşıklar sever Mevlâyı zardan incinmez Zikreder Mevlâyı sevilmek için
Hakiki ârifler dövsen darılmaz Ehli hal olanı övsen sevinmez Vasfa layık olmayan cebren övülmez Bülbül sevmeli harı gülünden için
Bülbül zikreder Mevlâyı kendi özünden Bu kadar zara düşmüş gülün yüzünden Arifin kemali anlaşılır kendi sözünden Derviş olmalı tarikte yol almak için
Kimse incinmez arifin tozundan Derviş zikreder kendi özünden Bin istiğfar etmeli sofi azından Onbin tevhid okumalı hal almak için
Dili teşbih eder elinde günah Masiyet işlerde olmak ister şah Mücahid son nefeste deme sen vah Tevbe et günahına rızası için
39. DİVAN Hakkı göreyim dersen ağyarı görme Zikreyle hüdayı fasıla verme Şeyhin veçhinden gözünü ırma Böyle göründü görenlere Hak yolcusu böyle gafil olur mu? Gece yatıp gündüz sefil durur mu? Kalbi karalar hakkı görür mü? İnanmaz münkirler dost görenlere Matlub rüzgârı her an esiyor Tenler canından ümit kesiyor Âşıklar bize gelsinler diyor Feth ettik bab-ı biz dervişlere Erenler ervahı geldi gidiyor Bazı ruhlar aldı gidiyor Uşşakiler cemâli gördü gidiyor Gösterdi cemâli görenlere Bizi sevenler gelsinler diyor Sıdk ile tevhidi vursunlar diyor Uşşakiler cemâli görsünler diyor Gösterdi cemâli görenlere Canan iline canlar uçuyor Cananı görenler candan geçiyor Uşşakiler cemale cemde uçuyor Gösterdi cemâli cemde onlara Pirim dedi ben böyle gördüm Zikirde gönlümü hüdaya verdim Ararken hüdayı gönlümde buldum Mücahid böyle göründü görenlere
40. DİVAN
Halkı gayet sever idim Benim meylim hakka imiş. Halkta beni seyrederdi Anladım ki dalga imiş.
Hakikatde seven beni Seyrederdi bende anı Seyreyledim cananımı Dost gönülde nihan imiş
Ruhum tenden etti firar Hiç kalmadı sabrı karar Yok, oldu cümle ne var Gördüm dostu anda imiş.
Hakkı seven halkı övmez Hakkı seven halkı sevmez Mürşidinden ayırt olmaz Hakkın nuru anda imiş
Mücahid söyle sen sözünü Daim hakka ver özünü Şeyhde gördüm hak yüzünü Şeyhim hakka ayna imiş.
41. DİVAN
Her nefeste tövbe etmek lazımdır kula Allah'tan korkmak kişinin ilmine göre Faydasız ilimden sığınırım Rabbim sana İlmimle amel etmek müyesser kıl bana Günah ile yara alan tevhid ile tedavi kıla Allah için yapılmayan amel makbul mü ola İhlâssız amelden sığınırım Rabbim sana İhlâs ile amel etmek müyesser kıl bana Nefis şeytan kılıçla vurdular bana Bir vuruşta açtılar bin türlü yara Hekimi hâzık yok mu yaremi sara Doktorlar da yara almış Ya Rabbena Çok sofiler bu yaradan öldüler Çokları da devayı tevhid de buldular Çokları da emmareyi tevhid ile kırdılar Ruhu sultan tahta geçti etti nida Atın yükü hafif olsa elbet yolu tez alır Teşbihi az çeken derviş mutlaka yolda kalır Maksadı dünya olan ahirette bunalır Ruhu hayvan tahta geçer eder nida Evlat iyal mal ile Yarab meşgul eyleme Firavun nefsinden benim nefsim iyidir deme Arif isen ilhamsız kelamları söyleme Sahibi irfan ilhamını ihsan kıl Rabbim bana Âdem gibi ağla mücahid her zaman Musa gibi hakka yalvar durmadan Süleyman gibi sükût eyle sen heman Muhammed (SAV) gibi ihlâs tam kıl bana
42. DİVAN Ruhum teni terk eyledi Aşkı rehber eyledi Derd ile hun eyledi Her halde Lokmana gitti Ben bir yâre mail oldum Kaderime kail oldum Âlim iken cahil oldum Galiba aklım dosta gitti Arif bilir arif olanın sözünü Tevhid ile sil aynanın tozunu Kıl rabıta ırma sakın gözünü Rabıtayı terk eden helâke gitti Günah tozu aynamızı pas etti Bir aynaya nazar ettim sırrımı ifşa etti Âşıklar seherde âh ile efgan etti Her halde ahımız asumana gitti Bir cenana âşık oldum Kâhı ağladım Kâhı güldüm Ben lâl iken bülbül oldum Her halde ruhum gülistana gitti Ruhum geldi gayrete Aklım daldı hayrete Seyreyledim cennete Âşıklar cennetten cemale gitti Mecnun muyum, Leyla mıyım? Yoksa kara sevda mıyım? Acep ben de İsa mıyım? Ruhum Muhammed'le miraca gitti Sen seversen dostunu Tut bir mürşid destini Vuslat yeli esti mi? Âşıklar ulu divana gitti Mücahid divan söylemiş Terki diyar eylemiş Arzu didar eylemiş Görenler mesti hayrana gitti
43. DİVAN Aşkınla Rızanı isterim ALLAH Lütfunla cemalin dilerim ALLAH Koymadın bende namusu, arı Arz eder gönlüm daim didarı Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Seni zikretmek için geldim cihana Münkirler diyorlar bize divane Eridi vücudum dayandı cana Fenadır bu canım niderim ALLAH Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Başladı vücutta gizli bir yanış Acep nasip midir dost ile barış Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Hakikat âlemini sor karış, karış Makamı Mahmud’ a giderim ALLAH Şu nefsim beni çok kötü etti Çok şükür Hüsnü’ya elimden tuttu Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Günahkârım amma bin bir umuttu Yoklukla birlik eyledi ALLAH Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH Sai gayret ile çıktım bu Kaşa Bu hali görenlerin hep hali şaşa Layık mıydım Mevlam ben bu işe Mücahidi ummana daldıran ALLAH Bugün hakikatte kurdular darı Gönüllü sehpaya giderim ALLAH
44. DİVAN Ben dostumu ararım Gece gündüz yanarım Ölüden diriden sorarım Kaldım bir zar içinde Şahid olur yolları Çok sevimli çölleri Ruhum olsa bir arı Bulsam güller içinde Masivadan arınsam Kalem gibi yarılsam Her an bana görünsen Kalsam hayret içinde Çok ağlasam gülmesem Ben kendimi bilmesem Muhammed'i görmesem Kalırım zar içinde Masivadan arındım Yine nefse darıldım Âşıklara göründüm Kaldım ben zâr içinde Çok ağladım gülmedim Ben kendimi bilmedim Muhammed'i (SAV) görmedim Kaldım gümân içinde Tüylerimiz ters döner Ortalıkta ses döner Ay ve güneş hep döner Dön asuman içinde Ruhlar tenden fırlasa Nuru Muhammed parlasa Ne gam kalır ne gussa Kalsak nurlar içinde Görsem seni ne surûr Nurun olur âlâ nur Kalbimizde et zuhur Kalak hayret içinde İraz eder cehalet Allah etsin hidayet Eyle bize şefaat Mahşer günü içinde Âşık olan arlanır Arşı âlâ sallanır Mücahid gine dillenir Uşşakiler içinde
45. DİVAN
Davet eyle yaradan Gitmez yolu karadan Kıl tecelli bana sen Biz de çıkak aradan
Birdir Allah bilelim Candan tevhid vuralım Göster akı görelim Alak gözü karadan
Ciğerini yakanlar Cemâline bakanlar O makama çıkanlar Haber versin oradan
Kalpte yandır çırayı Sildin mi o karayı Görmedinse orayı Ne söyleyim sana ben
Nefsin seni aldatır Daha ruhun yoldadır Mücahit canan candadır Demedim mi sana ben
46. DİVAN
Girdim Uşşaki koluna Düştüm Allah yoluna Erdim vuslat eline Şükür elhamdülillah Cenanıma yakîn vardım Aklım başıma derdim Canda cenânım gördüm Şükür elhamdülillah Dedim gani sultana Tâ ki görem ben ânı Arz eylerdim didârı Gördüm elhamdülillah Haktan esen rüzgârlar Koymaz bizde namus ar Arz ederdik biz didar Gördük elhamdülillah Gine bana hal oldu Gönlüm nûr ile doldu Mevlam muradımı verdi Şükür elhamdülillah Mücahid girdi bir raha Râhı vardı Fettah'a Hakkı gördüm bir daha Şükür elhamdülillah
47. DİVAN Kapına geldi bir asin Çal kalbimin cilasın İsm-i Azam duasın Bildir bilelim Allah Günah ile girdim yola Yalpa yaptım sağa sola Affedersen yüzüm güle Güldür gülelim Allah Benim halim sana mâlum Ne cahilim ne de âlim Tevhid yolu senin Rahim Girdir girelim Allah Öyle olur sen ne dersen Lâtifinle lutf edersen Canımızı cezb edersen Cemâlini görelim Allah Dilimizi rabt edelim Nefesimizi haps edelim Kalbimizle zikr edelim İsmi celâlini Allah Ayıktır ki ayılalım Görün bir kez bayılalım Al vereyim bir tek canım Seninle bir olalım Allah Yakar bizi nefsin odu Yolda koyar dedi kodu Unutursan dostu yâdı Zatınla zat olalım Allah Tak kalbime mirâtı Gör zâtında zatını Budur sözüm hâtemi Fenâda fâni olalım Allah Mücahid zikret Allah'ı Elde et seyri fillah'ı Tefekkür eyle Allah'ı Bakide baki kalalım Allah
48. DİVAN
Azan derviş bakmaz şeyhin yüzüne Uyar nefse düşer şeytan izine Şeyh ne yapsın takdirdeki yazına Nefsin atına bindi derviş dönemez
Ebu talip dedi dinin doğru biliyorum Hak Rasulsün ama inkârımda duruyorum Resûl dedi inat etme emmi artık ölüyorsun Ucbu kibri tuttu ânı iman ile ölemez
Karun iftira etti Musa kelime Gör ne yaptı Allah firavunla kâruna Dediler ki Musa talep kıldı malına Malda battı gider geri gelemez
At çeneni göğüs üstüne mücahid başını kaldırma Kalp evinde ne görsen nâdanlara bildirme Münkirlerin sözlerine kızsanda asla aldırma Dil mülkünde doğdu güneş münkir âmâ göremez
49. DİVAN Ruhum tenden firar eder Gördüğünü irat eder Ruh bülbülü feryat eder Muhammed'e varsam deyu Âşık isen sen cenana Niçin kıyman tende cana Bülbül gibi ol divane Muhammed'e varsam deyu Ben bir yâre âşık oldum Âşıklara maşuk oldum Ben cenanı canda buldum Çağırırım cenan deyu Ben bülbülüm zar ederim Her seher feryad ederim Dem imiş gamım kederim Ağlıyorum gülsem deyu Bülbül halin söyler ise Aşkı tarif eyler ise Karga onu dinler ise Arz eder mi görsem deyu Be hey gafil uyma bana Ne zararım vardır sana Allah aşkı yeter bana Rica etmem sevsen deyu Yal ve iğde sizin olsun Gül ve bahçe bizim olsun İsterse bir yudum olsun Mücahid diler içsem deyu
50. DİVAN
Sorarsan hakka nasıl gideyim Dinle sözümü tarif edeyim Zikreyle hakkı daim mûdaim Erenler içinde bir tane çık Avamdan ayrıl nefsine uyma Çekirdek birden verir mi meyve Zikreyle Allah'ı adedini sayma Zikirle huzuru sübhana çık Herkes yar olur yârin yar ise Cihan dar olur kalbin dar ise Zikreyle hakkı akim var ise Zikirle seyri sultana çık Görünce hemen bir kez bayılın Mest isen hemen birden ayılın Bakır iken değerin altın sayılın Piyaseye lülü mercana çık Lülü mercana fiyat biçilmez Gıybetten gafletten gözün açılmaz Zorlanan şerinen mürşit seçilmez Seyreyle fillahı, kulları irşada çık Abd iken melik malikim sanma Nefs ile seytanın sözüne kanma Zikreyle Allah'ı sakın usanma Ey canım imimden cenana çık Sevgin muhabbetin gayretin nerde Âşıkları seherde ah ile zarda Dilin zikir eder kalbin ağyarda Tecrit ol sivadan semâya çık Kapladı cihânı masiyet bahri Kabul ettir nefsine acz ile fakri Nefisten mi gidiyorsun yoksa afak mı? Söylemeye mananı ehli irfana çık Ey mücahid işler olur mu böyle Aşık isen aşkın bahrini boyla Eyler isen Hakkın vasfını eyle Mert isen meydana merdane çık
51. DİVAN
Etmeyin israr haber verilmez Bu gözle cemâl asla görülmez Asla bir şeye teşbih olunmaz Cenanım can içinde gizlidir
Can âleminden haber verilmez Ne kadar âlim olsan batın bilinmez Gafletle cihanda cenan görülmez Hâlbuki canlarda cenan gizlidir
Hubbu dünyadan şimdi geçilmez Dervişlerin halini hiç kimse bilmez Amalar güneşi asla göremez Zanneder dünyada güneş gizlidir
Açma sırrını ifşa olunmaz İnkâra düşene inayet olmaz Emmare sıfatında kendini bilmez Zanneder dünyada sübhan gizlidir
Ey mücahid senin sırın bilinmez Gösterme cevheri alan bulunmaz İnkâra düşene inayet olmaz Hâlbuki mürşidde sübhan gizlidir
52. DİVAN
Biziz gafil bir insan Mevla’m eder bir ihsan Feda olsun ten ve can Böyle halim perişan
Uşşak ide bir gülüm Âşık oldum bülbülüm Yıl geçiyor her günüm Böyle halim perişan
Tarikata girelim Hakikate erelim Sahibi irfan olalım Bizde olan bir insan
Rahi Hakk’a gidelim Tedbirimiz edelim Takdirine ne derim Bizi etti perişan
53. DİVAN
Bab'u hayrette olur mu böyle dem Bab'u vuslata varmamak ne elem Yaz deyince yazmam der mi kalem Muhammed'in vasfını yazacak kalem kalmadı
Yârin visali önümden gitti Hasreti canımı yaktı eritti Bülbülün ahi gülü kuruttu Taze gül açtı amma bülbül kalmadı
Gül kurudu sanma behey serseri Arif isen Hakdan gayriye verme seri Ruhumun gülü iki cihan serveri Gül kıymetini bilecek bülbül kalmadı
Hüsnü şemsi gurub etti Sofilerde feyz ziya kalmadı Emmareye düştü herkes ne olduğunu bilmedi Nur kıymetini bilecek bir kul kalmadı
Gül geçti gülşen harap oldu Nice veliler yerde tûrab oldu Nicelerine arşı âlâ durak oldu Mücahidin gülünü koklayacak kalmadı
54. DİVAN Fehmi zikir eyledi Derviş divan söyledi Ne müftü bilir ne kadı Dervişlerin derdini Evliyalar titredi Tüylerimiz ürperdi Dağlar taşlar hu dedi Kaybettim ben kendimi Gamlar döndü sürura Zulmet döndü hep nura Bayıldık vura, vura Kimse bilmez kendini Kalbe diktim gözümü Hakk'a verdim özümü Allah bizden razı mı? Bilir kulun kalbini Bırakmam ismini dilden İrade gitti elimden Razı olursa kulundan Gösterir kendi kendini İlim kalbin hayatı Cehil kalbin memâtı Gönül hakkın miratı Görür kendi kendini Haydan hayâ rabıta Seyreylersin lâhuta... Hali sakin suğuta Bırak kendi kendini Bu gece miraç gecesi İlham mürşid hecesi Herkes bilmez bu sesi Mürşid bilir kendi kendini Ruhum Muhammed gülü Karga sevmez bülbülü Mücahid aciz bir kulu Bilir kendi kendini
55. DİVAN Taş atmayın nâdan bize Âdem gelmez köyünüze Muhtaç değil malınıza Söz söyleyin insan gibi Dininizi tahkir etmen Doğru yola eğri gitmen Allah diyoruz bize atman Siz de olun insan gibi Tuttuğunuz dava nedir Sözünüzde mana nedir Gece yatmak âlâmıdır Ahırdaki hayvan gibi Yaralarsın öldüremen Bu çıngıyı söndüremen İçinizde yok mu iman Söylüyorsun düşman gibi Mürşid gelmez köyünüze Muhtaç değil malınıza Gerilmeyin yolumuza Secde etmez şeytan gibi Biz diyoruz gece kalkın Daim hakkın ismini okun İnsan isen vakar takın Baş göstermeyin sırtlan gibi Nüfusunda adı İslam Meğer haktan ol ihsan Her sözleri dine düşman Siz de olun insan gibi Münkir bize taşlar atar Hakkın nehyin kâmil tutar Seherlerde gafil yatar Hakikatte hayvan gibi İnsan bilmem neden azar Mücahid kâmil divan yazar Gizli dersek yine kızar Açık diyek piran gibi
56. DİVAN Girdim ALLAH yoluna Minnetim yok canıma Âşık oldum nuruna Nuru Muhammed deyu Can bedenden çekildi Gökten kapı açıldı Bir ses duydum oradan Burda Muhammed deyu Canım Muhammed olmasa Gözüm nuru görmese Mağrur olma sen kişi Dinim Muhammed deyu Elif harfi bin kalem Görsem onu yok elem Seyreyledim aynada onu Bu nur Muhammed deyu Her bir Esma bir ayna Bülbüle olmuş gül ayna Eder bülbül figanı Gülüm Muhammed deyu Elif harfi dört köşe Akıl ermez bu işe Bir tecelli eylesen Canım Muhammed deyu Vahit ismi dört kapı Ondan içre yok yapı Samet dede gör hakkı Aynam Muhammed deyu Mücahid Esma az gelir Aynadaki tozuna Cümle ervah çağrışır Burda Muhammed deyu
57. DİVAN Bizi mestan eyledi Sırrı hastan söyledi Münkir inkârın neydi Bizi bize koymaz aşk
Koyun beni yanayım Pervaneyim döneyim Ummanı aşka dalayım Buldurdu bize mercanı aşk
Aşkın şarabı Kur’an Tevhidin nuru iman Böyle olsak her zaman Buldurur bize Mevlayı aşk
Münkir etme inkârı Kabul eyle ikrarı Gördük yâri ruhani Gösterdi bize didarı aşk
Mücahid niçin yanarsın Pervane gibi dönersin Görsen doyup kanarsın Gösterdi bize didarı aşk
58. DİVAN Bir ses duydum ravzandan Sakın kalkma buradan Çok yakınım sana ben Gine bana çağrıyon Ravzasında gül ağcı Sensin dertler ilacı Görmez seni her hacı Ciğerimi dağlıyon Pek küçücük yaşında Aşk var imiş başında Görün beni düşünde Gine bana çağrıyon Pek tez aram bozulur Her an içim ezilir Görmeyenler ne bilir Derler niye ağlıyon Çok veliler ağladı Hakka gönül bağladı Yâ Muhammed Yâ hâdi Görsem deyu ağlıyom Parmak calık perdedir Batmaz güneş nerdedir Mücahid cenan candadır Âdetin mi ağlıyon
59. DİVAN
Bilemedim ben bu işi Eğilmesin sakın kaşı Olamadım çene taşı Söyleyin de ipi gersin
Aşk şarabın ben de tattım Masivayı dilden attım İpi başa kendim taktım Söyleyin de çekiversin
Abdi aciz bir kuluyum Uşşâkinin tek gülüyüm Dost bağının bülbülüyüm Müsaade edin ötüversin
Mücahid gayen ara bulmak Dertlilere derman olmak Arz ederdim cemâl görmek Bir tecelli kılıversin
60. DİVAN Şeyhler seyahat eder Arşı kürsü seyr eder Her hal Medine'ye gider Muhammed'i gör de gel
Çocuk çene başında Yedi sekiz yaşında Hacerül esved taşına Yüzlerini sür de gel
Bir ip ile oynuyor Bu divanı söylüyor Bazı, bazı hû diyor Tavaflara gir de gel
Kulak verdim dinledim Kimsin diye söyledim Hızır imiş anladım Dedi Muhammed'i gör de gel
Bal akıyor ağzından Nur balkıyor yüzünden Anlaşıldı sözünden Mücahid vakfa dur da gel
61. DİVAN Bugün hakikatde meydan kuruldu Erenler ervahı orda derildi Çalgı yerine esma vuruldu Dediler aferin, aferin
Meydana çıktı bir âli atlı Meydanda geziyor gayet süratli Yağlanmış vücudu kayış kisbetli Dediler aferin, aferin
Yanıma geldi çıktı irisi Meydandaki seni istiyor dedi birisi Zayıflamış vücudun kalmış derisi Dediler aferin, aferin
Getirdi birisi giydim kisbeti Yetişti bana pirin himmeti Yiğit etti beni esmâ kuvveti Dediler aferin, aferin
Mücahid gene ne oldun Nefsini yendin şâduman oldun Ararken hakkı kalbinde buldun Dediler aferin, aferin
62. DİVAN
Halk içinde muteber Hakikatten bir haber Ne kar bilir, ne zarar Gezer Pazar içinde Sanki olmuş düsteri Kalmamış hiç isteri Ne ileri, ne geri Dikilir yolun içinde Cahil bilmez, âlimi Nakıs bilmez, kâmili İnsanların salimi Sükûnettin içinde Nuru taamme delildir Nefse uyan zelildir Cahil hali ne bilir Karı, zarar içinde Sevmediyse birbirini Bilmez o, onun sırrını Çakal aldı, asla yerini Emare nefsin içinde İster isen hidayet Halka etme şikâyet Ne hadis bilir, ne ayet Gov gıybet içinde Dağ dağa darılmaz Sel suları durulmaz Mücahid arif görülmez Erenlerin içinde
63. DİVAN Bu gün yollar karanlık Görmez, gözün dumanlık Ya şeyh Caferi Sadık Bana cenânım gerek
Nefsim etme inadı Hay'da buldum bu tadı Ya Cüneydi Bağdadi Bana cenânım gerek
Teşbih derviş atıdır Hak hay Allah adıdır Kayyum kahhar tatlıdır Bana cenânım gerek
Fettahta aştım cismi Vahid Ahet zat ismi Samet Allahtır cemi Bana cenânım gerek
Mücahid severse beni Demiş yazsın divanı Ben severim cenanı Bana cenanım gerek
64. DİVAN Ben, ben diyenler yola gidemez Gafiller dünyada zikir edemez Münkirler mümine acep ne demez Kâfirler Muhammed'e divâne dedi Abdullah ibni selâm dedi varıp görelim Acaip garaibi sual soralım Eğer peygamber ise İslam olalım Görünce geldik imana dedi Hakikat sözünde yalan olur mu? Ehli zikrin rûhu yılan olur mu? Kevkep semâda kamer olur mu ? Muhammed şemsdir cihana dedi Alayım dersen pirinden himmet Eylesene sen tarike hizmet Lazımdır salike şayi ve gayret Yetişmek istersen kervana dedi Sual sorulmaz yolda kalana Mert mi denilir geri dönene Aferin katere gelip girene Zikreyle âşıksan cemale dedi Bazı ihvanlar yolundan azdı Kalbim söyledi kalemim yazdı Âşıklar ağladı nakıslar kızdı Sende söylesene divâne dedi Güneşle arkadaş kavga edilmez Dedi kodu ile yola gidilmez Yalanla gıybetle dervişlik olmaz Mürşidi kâmilin sana ne dedi Uçuptan cahil benliğe düştü Hasetten karnı dağ gibi şişti Zannetti hâvadan gök yere düştü Sığmıyorum fani cihana dedi Kamil isen mücahid divanın hani Bir divan yazmak bin şehid kanı Görmeden cemali çıkmaz aşığın canı Bu sözleri bize Mevlana dedi
65. DİVAN
Ben marizam ben dertliyem Derman almaya geldim Allah dedim candan geçtim Lokman olmaya geldim Künhü zâta hayran oldum Hayyı zatta hayat buldum Tecellide tecrit oldum İfna olmaya geldim Nuru zatın zuhur etsin Kalbimizi pür nur etsin Rasül bizi kabul etsin Nuru zât görmeye geldim Gaybi mutlak hüviyeti Muhammed'in nübüvveti Ayni zatta kudsiyyeti Taktis kılmaya geldim Samadiyeti zatında Saltanatı sıfatında Muhammed'in miratında Nurunu görmeye geldim Arif zâtın vücudunda Tecelliyatı şühudunda Nuru hakkın zûhurunda Bayılıp kalmaya geldim Uşşakidir bil kolumuz Allah dedi çün dilimiz Arşa varmıştır ruhumuz Mücahidim cemal görmeye geldim
66. DİVAN
Geldi gönül evine Ruhum gayet sevine Nuru oldu bir ayna Yâ Muhammed Mustafa Dikkat edin sözüme Hem can oldu özüme Bakamadım yüzüne Nur Muhammed Mustafa Pirim bana dur dedi Vahid ismi vur dedi Nurdan nuru gör dedi Nuru Allah Mustafa Acep bana ne oldu Tende canım o oldu Yerler gökler yok oldu Kaldı Muhammed Mustafa Çıksam Musa turuna Canım versem uruna Bakamadım nuruna Yâ Muhammed Mustafa Nuru beni mest eder Bazı, bazı hasta eder Mücahid seni vasf eder Yâ Muhammed Mustafa Mücahid yine ayıldı Kaderine kayıldı Görünce seni bayıldı Yâ Muhammed Mustafa (S.A.V.)
67. DİVAN Benzim sarardı Önümüz karardı Canımız pek dardı Dû cihana esselâ Başta bir kılıç Kalmadı sevinç Ayrılık ne güç Nura esselâ Geleni yazdım Eceli sezdim Canımdan bezdim Zi-rûha esselâ Sözümüz has kaldı Sonumuz miş kaldı Yerimiz boş kaldı Erenlere esselâ Bırakma bizi zâra Kavuşturuver yâre Söyle yâre ağyare Size olsun esselâ Ne yapacağımı şaştım Kuş gibi olup uçtum Dağları taşları aştım Bize olsun esselâ Yâre ıraktım Teni bıraktım Dönmek ne haddim Cümle can esselâ Alalım tekbir Beraber hep bir Sözümüz yektir Meleklere esselâ Aldığımız haberde Görüşeceğiz kabirde Mücahid düştü bir derde İhvanlara esselâ
68. DİVAN Tecelli kıl zâtına Nazar kıl mirâtma Zatına sıfatına Nazar kılmaya geldim Aşkın suyundan içtim Hemen bayıldım piştim Bahri ummana düştüm Umman olmaya geldim İçimde yanar hârım Çıkmıyor ahu zarım Gelsin yarim ağyarım Aşkına yakmaya geldim Zamansız zaman oldum Zahir iken nihan oldum Beytullah'a tavaf oldum Tecelli kılmaya geldim Bir mürşide salik oldum Dil mülküne malik oldum Cenanı canda buldum Cemâl görmeye geldim Artıyor efkar zârım Gizlidir sır esrârım İçimde nur envarım İzhar kılmaya geldim Elimde şeriatım var Dilimde hakikatim var Kalbimde miratım var Mücahidim bakmaya geldim
69. DİVAN
Döğme benim gölgemi Yenemesin öfkeni Bilemedin sen beni Vücudunda ten benim Anlamadın umurdan Vaz geçmedin gururdan Alma gözün o nurdan Feyz aldığın nur benim Gel değerini düşürme Zalim nefsi şişirme Gözlerini hiç ırma Rabıta ettiğin Pir benim Türlü isyan eyledin Zaruretsiz söyledin Mürşid delildir dedin Rahi kıble bağ benim Düşük altın ayarı El vurursan kararı Kâr sanma gel zararı Sakladığın sır benim Yok ki gücüm kuvvetim Müminlere nimetim Müritlere miratım Aynadaki nur benim Mücahid nefsin pak eyle Hem kendini Hâk eyle Ne öyledir ne böyle Kabirinde Hayy benim
70. DİVAN
Eyleme bizi zâtından iraz Ruhumuzu eyle Ya Rab serfiraz Karargâhımızı arş eyle Ya Rab Müşahede edek nurunu biraz
Cehri zikr’i tartı gaflet dediler Ehli gaflet zehiri asel gibi yediler Ehli zikir beşerin gayesine erdiler Huzur mahısta bizde kalak biraz
Bizde hak'tan ahzifeyiz alalım Ehvali mâniadan mahfuz olalım Sırrı insan sırrına bizde erelim Tecelliyatı şuhudiyeyi bize de eyle arz
Satarım aşk ve muhabbet alana Nüfuz ederiz hayatı müstait olana Azap yoktur tevhid ile ölene Aynayı kalbi en vardan bizi de etme iraz
Maslahat tamam oldukta ederiz asla rucu Olmasın aramızda şu veya bu "Ellezine fisalatihim daimun" Mücahid müminin miracı değil mi namaz
71. DİVAN
Tıka basa sen nefsini doyurma Hakkın esrarını nâdana duyurma Gece gündüz Allah de nefsin kayırma Aman Allah huzurundan ayırma
Zikri hakla çekil gayri halvete Selavatla kavuşursun devlete Kardeş etme Ya Râb bizi gaflete Aman Allah huzurundan ayırma
Düşürüp şöhrete bizi berdar eyleme Düşürüp zillete bizi mundar eyleme Dostu dost kıl yâri ağyar eyleme Aman Allah huzurundan ayırma
Meyledip bizi salma sivaya Zikri Hak'la kavuştur sen likaya Hak ile hak edip zatında fenaya Aman Allah huzurundan ayırma
Mücahid kalbini zikre kab eyle Senden evvel eylemişler hep böyle Ya sûkûd et ya da hakkı Zikreyle Aman Allah huzurundan ayırma
72. DİVAN Vuslat rüzgârı esse yemende Titretir rumda derviş olanı Ehli zikir derler deli divane Dermandır zikir derdi olana
Dostun bağında nameler vurur Çırpına, çırpına kanadı durur Dostun şem'ini gülde mi görür Onun için düşer bülbül avına
Bülbül gül için kafese düştü Zikri kesir ile ciğeri pişti Bülbülün zarından güllerde açtı Niçin meyil verdi fani cihana
Manada şiddetli bir rüzgâr esti Tenden canımı çıkartmak kastı Meğer gül imiş bülbülün dostu Yapraklar içinde daldı figana
Fazilet bulutları üstüme indi Havalar güreyip aklımı aldı Tecelli şimşeği sinemi deldi Mücahid seni de boyadı Nur ile mana
73. DİVAN
Zikri kesir dervişi mestan eder Tilaveti Kur'an hafızı hastan eder Ehli tevhidi Allah dillere destan eder Ruhu hayvan iken insan olur
Adet ele seherde Yarabbi bari Allah dedikçe günahtan olursun arî Aşkına düşen unutur ağyari, yâri Avam iken kişi hasul hastan olur
Efdaldir tefekkürden tezekkür zikri Berbat eder insanı şeytanın mekri Allah'ın isimleri tatlıdan tatlı İsmi Celal bütün esmaya müzaf olur
Hidayet eylese koymaz sende senliği Aklın varsa korsun sende benliği Umman sanar kendini bilmez göllüğü Bir damla düşse deryaya umman olur
Mücahid senin sözüne taş da dayanmaz Enaniyete düşen kişi gafletten uyanmaz Allah'ı sevenler nefsini kayırmaz Hakkı seven seherde hakka kurban olur
74. DİVAN Sana derim be hey sofi Kıl nazarı bana bak Nuru Hakkı görem dersen Can içinde canana bak Seni senden iyi bilir Yaradan Zikret Hakkı çık sen aradan Alma gözün kalbindeki karadan Belki zuhur eder oradan nuru Hakk Enbiyalar, Evliyalar saf, saf olup durdular Hepsi birden Allah ismi vurdular Aksa'da iki rekât namaz kıldılar Namazda zahir oldu nuru Hakk Yok oldu herkeste ten ve can Gitti aklım gelmedi bir zaman Nuru Muhammedle doldu cihan Nuru Muhmmedden zahir oldu nuru Hakk Açtım gözümü nuru Muhammedle dolmuş cihan Nuru gören ben isem de Muhammed bana can Nuru gören Muhammeddir hem de görünen Hakkı görem dersen nuru Muhammede bak Âşık isen gir meydana yek vücud Zikret hakkı koyma kalpte hiçbir put "Fetakim kema umirte" dedi sure-i hud Muhammede ne söyledi mücahid Şeyh-i barsise bak
75. DİVAN
Hak âşıkları hiç mi gülmüyor Muhammed’den münafığa fayda olmuyor Cemalsiz cennet içe sinmiyor Cemalin yoluna canını vermedin aşık
Cemal aşığı olan canını nider Pirimle ruhum bir oldu gider Cemalullah aşığı can ve teni nider Cemalin yoluna canını vermedin âşık
Şaşırdı ervahlar eder feryadı Şaşkın kuluna Allah eder imdadı Ferhat Şirin yoluna koydu bu can Ferhat gibi kayaları kırmadın âşık
"Men arefe nefuhu" da etme laf "Fekad arefe rabbehu" da etme hilaf Evliyalar ervahı olmuş yetmiş bin saf Ol ulu divana durmadın mı âşık
Yaşım onyediye bastı gidiyor Melekler semada uçtu gidiyor Mücahid peşlerine düştü gidiyor Küntü kenzin babını görmedin mi âşık
76. DİVAN
Tavuk turna ile uçuş yapamaz Karga bülbül ile ötüş yapamaz Derviş kimse ile çekiş yapamaz Dervişin sükûtu olur ibadet
Gıybet sahte ariflerin meyvesi Tenha kaldıkça yemezse olmaz Arifler aynadır fani cihanda İhvana gördüğünü demese olmaz
Fazilet ehli olmak olan niyeti Gece gündüz yediği ölünün eti Ya ehli tevhidim deme, ya terk et gıybeti Edersin mahşerde büyük nedamet
Ey mücahid üstünlük sevdasına kapılma Ucbu kibri sakın kalbe takınma Fazilet ehli olma sevdasına kapılma Olusun içi boş ağaçtan ibaret
77. DİVAN
Kalk abdestin tazele Tesbihi çekmem deme Çekemezsen bana ne Var git Rasule söyle
Esmaların sırrına Erem dersen nuruna Deme sırrın birine Var git Rasule Söyle
Enbiyalar serveri Evliyalar rehberi Küntü Kenzin gevheri Var git Rasule söyle
Sofi yatmaz sekizde Kaldırırız dokuzda Bahane yoktur bizde Var git Rasule söyle
Mücahid gene neyledin Hataları eyledin Sırrı nadana dedin Var git Rasule söyle
78. DİVAN Aşıkı Sadık olanlara eyleriz biz nida Bir tabibi ilahi bulmalıdır mutlaka Riyazete devam edip tevhidden almalı gıda Ruhu hakka teslim edip kılmasa sen iltica
Nefsine muhabbetin olmasın sakın, sakın ha Emmareye düşerin âleme edersin iftira İşleme günahı zehirden alınmaz gıda Oku tevhidi olmak istersen merdani hüda
Tevhidi sıdk ile okursa bir kul Kalpten gayb âlemine açılır bir yol Ruh gözüne görünür koca bir sahra Hak tecelli eyleyince olursun sen ifna
İşi ihmal etme ey birader derbeder Nefse uyan doğru yolunu kaybeder ""Ud-üni istecu leküm" dedi eyleme keder Bir canım olsa vallahi ederim Hakka feda
Gece gündüz ah ederim duymazlar sesim Candan naşidir kıymetli bu ten kafesim Mücahid Allah de zayi olmaz hiçbir nefesin Allah diyenlerin muradını vermez mi hüda
79. DİVAN Kalbi penceremde yârimi gördüm Lisanî haliyle bana gel dedi Zikri vecd ile mutmain oldum Asele baseli katamam gayri
İlim ile amel sırrı sefamdır Zikir ile kalbim mün’akis oldu Erbabı Tevhid ehli olana Bundan geri adım atamam gayri
Bundan geri zehep Taçsın başımda Kahi ten kahi cansın düşünde Vakti istirahat bütün işimde Senden bait olamam gayri
Bütün muhabbetler fenaya erdi O zaman kalbim gınaya erdi Zakirler le Mevlaya erdi Kaybettim aklımı bilemem gayri
Şifa bulucu sözler söyledi Diller durdu özler söyledi Hak ilham etti mücahit söyledi İlhamsız sözü söylemem gayri
80. DİVAN
Hüsamettin Pire koştum Deniz derya gibi taştım Hemen bayıla ben düştüm Rabbim ALLAH deyu, deyu Geylani’den feyiz aldım Bahri ummanlara daldım Ben Hızırı Mürşid bildim Rabbim ALLAH deyu, deyu Tabarani’nin gözü yaşdır Yiyeceği acı aşdır Ruh bedende sanki kuştur Uçtu ALLAH deyu, deyu Nazına bırak niyaz eyle Masiyetten iraz eyle Gıybet etme yüze söyle Rabbim ALLAH deyu, deyu Gayet sizi özler idim Gece gündüz gözler idim Hayalimde gizler idim Rabbim ALLAH deyu, deyu Aşkın ile yanarım Sema gibi dönerim Ya Vehhabu Ya Kerim Rabbim ALLAH deyu, deyu Mücahit melul olma sen ALLAH de hiç durmadan Harab olsun bu beden Rabbim ALLAH deyu, deyu
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ALLAH (CC) AMME NEVALUHU VELA iLAHE GAYRUH, NEBİYEL MUSTAFA, ALİ YEL MÜRTEZA, EBU BEKİR SIDDIK HEM ALi ABA, HASAN'ÜL BASRİ HABİBİ ACEMİ, DAVUDU TAGIYLE KALPLER PÜR SEFA, MARUFUL KERHİ, SIRRI SAKATİ; CAMİÜT'TARİK CÜNEYDİ BAĞDADİ, MİMŞAD, MUHAMMED ZİNNUR, MUHAMMED BEKRİ ; VECİ HEDDİNİ KADİ’İ, SÜHREVERDİ KUTBEDDİN, RÜKNEDDİN, MUHAMMED ŞİRAZ; ZAHİD MUHAMMED GEYLANİ, CEMALETTİN BAZ, ÖMER EL HALVETİ PİRİ EVVEL YAZ, MUHAMMED, ZZEDDİN, SADRETTİN HİYAMİ; SEYYİD YAHYA ŞİRVANİYLE ETTİLER KIYAM, MUHAMMED, TACETTİN, ALEADDİN UŞŞAK; YİĞİTBAŞI KARAMANİ SİNANDA KUŞAK KUTBUL AFAK GAVSUL UŞŞAK HATEMEN PİR NESLİ PAK SEYYİD HASAN HÜSAMETTİN UŞŞAKİ KOLUDUR HAK, MİMCANİ, GARİBİ, ÂLİM SİNAN; KEŞANİ, HALİL ABDULKERİM HAN, OSMAN, HAMDİ, CEMAL, SELAHADDİN, ZÜHTÜ, SÜLEYMAN, VASFİ GALİP, ŞEMSEDDİN, TALİBİ İRŞADİ, HÜSEYİN, KAMBER; NECATİ, GÜLZARİ, FEHMİYE ÖNDER, OL NUR ŞİMDİ GELDİ MÜCAHİD (İBRAHİM İPEK) YANAR; SIRRI NURULLAHTA EYLEMİŞ KARAR, İSTEYEN ÂŞIKLARA EYLESİN VEFA, YARAB SENİN AŞKINLA BULSUNLAR SEFA ÂMİN, ÂMİN, ÂMİN, YA ERHAMERRAHİMİN, VELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN
BESMELEYİ ŞERİFE
Euzu yu önce söyle, Çek besmeleyi şerifi Sığın şeytan'dan Rahmana Sıkı bağla o şeriri. Başla daim besmeleyle Karışmasın işe hile Hak'tan gafil olsan bile Çek besmeleyi şerifi. Rahmanla Rahimi cemet Halık'ından iste medet Hak'tan olur hep inayet Söyler isen besmele'yi Allah zattır Rahman sıfat Rahim ile bul sende şefkat İsmi Azamdır bu fakat Aşkla söyle besmele'yi Âlemlere rahmet Habib Kalplere o oldu tabib Ümmetine merhem edip Sürün dedi besmele'yi Besmelenin ba'sı hikmet İlmin Şehri’dir MUHAMMMED Kapısı Ali’dir elbet Hepsi çekti besmeleyi Nuri sende gayret eyle Besmeleyi refref eyle Rüyet olmaz başka şeyle Daim zikret besmele'yi
İBRAHİM İPEK
Çok geç olmadan tanıdım anı İnsanı kâmil değil mi İpek Peşinden giden kurtarır imanı Miratı Muhammed'in nurudur İpek Fethetmiş ol babı olmuş bil Ali Şehri Muhammed'in en latif gülü Kolunu sorarsan Uşşaki kolu Muhammed'i kervanının başıdır İpek Gizlemiş kendini sanki bir derviş Kamilim diyenler halin bilmemiş Zamanın sahibi kutlu bir ermiş Muhammed şehrinin gülüdür İpek Hüsnü Gülzari'nin açtırdığı gül Cem'ül Cemde Hak'kın sevdiği bülbül Âlemleri seyreder altında düldül Ehli Beyt'tir bilmek istersen İpek Erbaa Kutuplar hep tasdik etti Hepsini hakiki evlatlık yaptı On iki tarikten Kutbul irşad'dı Muhammed'e götüren rehberdir İpek Doğmadan rahimde tebşiri geldi Doğduğu oda nurlarla doldu Hafız-ı Kuran'dı ummana daldı İlm-ü Ledün bahrinde dalgıçtır İpek Haremeyne kırk küsür seferi oldu Hac'cül Haremeyn'in kırbası doldu Canına cömertti hastaydı soldu Sonunda kese bir yol buldu İpek Pirinin yolunda oldum bir kıtmir Giydirdin hırkanı bende oldum Pir Şahidim Allah'dır ki nispetimsindir Nurullah yoluna kurbandır İpek
MÜRŞİD Ararım gönülden hakka talibim Nefis şeytan hannas oldu rakibim Mürşidim bu yolda daim rehberim Yol ashabın yolu Kukan mürşidim Cümle ashab tabi oldu Resule Hakka varmak için gerek vesile' Böylece erdiler hepsi visale Hak yolunda oldu Resul mürşidim Ashabım yıldızlar gibidir dedi Onları sevenler kemale erdi Resul bu müjdeyi ümmete verdi Ebubekir, Ömer, Osman, Ali mürşidim Miraçta son demde haktan ses gelir Gel habibim gel sana aşıkım denir Seda haktan gelir ses Ebabekir Üçün İkincisi oldu mürşidim Dini İslam Ömer ile güçlendi Enbiyalık gelse Ömer denildi Adaleti ile kemale erdi Tariki hakta o oldu mürşidim Hayâ sahibiydi hazreti Osman Melekler de hayâ ederdi ondan Ayrılmazdı daim Kuhan yolundan Osman ı zinnureyn oldu mürşidim Kerem tecellisi vechinde anın Kapısıdır Ali ilmi Hüdanın Olmuştur sultanı tüm evliyanın Şahı Merdan Ali oldu mürşidim
Peygamberin sülbü geldi Ali'den Hüseyin Ali'den Hasan'sa benden Ali bizden dedi biz de Ali'den Resulün gülleri oldu mürşidim Evliyalar piri Veysel Karani Ol habibullahın dostu yareni Onu gören gözü ziyaret eti Rahmanın nefesi oldu mürşidim Zeynel Abidinle, Muhammed Bakır Caferi Sadıkla, Musa Kazımdır Musa, Rıza, Tâki, Ali Nakidir Hasan Askeri, Mehdi oldu mürşidim On iki imamdan geldi feyizler Birleşti bir kapta cevlan ettiler Ondan önce doğan battı güneşler Gavsulazam Geylani oldu mürşidim Kıyamete kadar daim tariki Darda kalanlara eder himmeti Bu fakir kemtere sıddıktır dedi Hüsamettin Uşşaki oldu mürşidim Bu güne dek gelmiş bütün mürşidler Hem bundan sonra da tüm gelecekler Said-i Nursiyle Mehdi resuller İbrahim İpek oldu benim mürşidim
EFENDİ Efendimle efendi oldum bende efendi Meğer vücut şehrinde ben değil O Efendi Anlayınca bu sırrı tüm takatim tükendi Sizde anlayın canlar yapın onu Efendi Akla gelir bir soru nedir ki bunun yolu? Kur'anda Hak bildirmiş arama sağı solu Tabi ol sen Resule onun gibi ol kulu Eder senide bir gün onun gibi Efendi
Onda vardır has örnek, hadislerde, iz sürmek Kolay değil doğrusu kâmil varisi görmek Ondan alıp tarifi, Pir elinden giy gömlek Fani olup resulde onunla ol Efendi
Daim zikrullah ile mücella kıl miratı Aşk kazanma düşüp çok getir salâvatı Ölmeden önce ölüp geçiverde sıratı İnsanların içinde sende ol bir Efendi
Şerefül mekân bil mekin birazcık zahmet çekin Nuru Muhammed ile beytini mağmur edin Habibine âşıktır gelir davet etmeyin Eğer bir kez gelirse sende oldun Efendi Anladı ki Nurullah nurudur Resulullah Miratta parlayan nur, iman nurudur billâh Nurun ala nur olup görürsün Cemalullah Eğer görürsen Cemali olursun bil Efendi.
DİVAN Hakikat erkânında kuruldu Divan Cem dervişleri göründü ayan Murakabede idik billahi inan Şeyhim Rüşdü göründü elinde kazan Elindeki kepçe kazana daldı Doldurunca saki nura boyandı İçirince birden aklım dolandı Perdem açıldı da gördüm hep ayan Dizini dizime dayadı saki Alnındaki nursa güneş misali Esmaları talim etti oldum visali Atladı sırı da odum ben taban Senden gayriye vermedim dedi Çokça nasihatle icazet verdi Hikmet pınarlarını bağrımda derdi Pınar benden çıktı da sulandı ihvan Hüsnü gülzari de yanıma geldi Ağzının balını ağzıma verdi Seni üstad yaptık ihvana dedi Fehmi efendim di yanımda duran Rabbim murad etmiş göndermiş ayet Allah Resulü izin vermese şayet İmam Ali Pir Hüsami demezse evet Nasıl olur hilafet ey gafil uyan Nurullah aldırma lafa güzafa Bu gemi sana teslim oldu bir defa Allah ve Resulü senden umarlar vefa Tut rotanı da ihvanla mevlana dayan
DÖNERİM
Değirmenim dönerim döndükçe dönderirim Haşre dek bu dibeği pirlerle çeviririm Dönmeye başlayınca aşk sefasın sürerim Değirmenim duy sesim dinle nasıl inlerim Gâh çağlayan sularla gâh esen rüzgârlarla Gahı döner dibeğim sel olan gözyaşlarla Böyle dilemiş mevla dönerim gardaşlarla Değirmenim bil halim aşktır benim hünerim Hakka doğru dönerim, ihvanlar tutun elim Aşktır döndüren beni gafiller bilmez halim Saladır âşıklara hakka götüren erim Değirmenim tut elim hakka birlik gidelim Sanmayın sabitim ben içimde vardır bir ben Ben diyeni hiç sevmez ondan başka yoktur ten Döndükçe pervaz eder olur katar bir tren Değirmenim hu deyip ben rabbime giderim Döndükçe pervaneler nurdan yanar haleler Seyreylerim aynada akseder tüm şuleler Yâre kavuştuğumda verir bana buseler Değirmenim gör halim hakka pervaz ederim Sahibin kim değirmen senin bu dönmen neden Seni döndüren kimdir sanır mısın kendinden Öyle dilemiş mevla takdir etmiş ezelden Değirmenim bil halim onun sözün dinlerim Ay felek hem gün döner, döner çarkı felekler Beytil mamur katında döner cümle melekler Döndükçe cezbelenir ateşte pervaneler Değirmenim dönerim dönmektir bil kaderim Ustam çattı çatımı yedi kat gök katımı Arşı kürsü kurdurdu pak etti miratımı Şemsi tuba tabanı veli koydu adımı Değirmenim bil ismim Nurullahım dönerim
ARZUHAL Ey Habibi Kibriya arzuhalim var sana Düştü aşkın içime oldum nura aşina Gün be gün artmaktadır gönlümdeki vaveyla Ey Keremkani Ahmet nurum Muhammed Mustafa Dünya bana gerekmez sinek kanadı etmez Olmasan sen benimle buna hayat denilmez Etmeden ümmetine hizmet visaline erilmez Ey Rahmetkanı Ahmet önderim Muhammed Mustafa Kâinatın sebebi levlakenin has eri Seninle oldu izhar küntü kenzin cevheri Marifet ağacının miratı hem maderi Ey Şefaatkanı Ahmet ruhum Muhammed Mustafa Narım dönünce nura eriştirdin huzura Şerefül mekân bil mekin seninle erdim tura Miratında akseden Cemali Hak mutlaka Ey Cemalkanı Ahmet canım Muhammed Muştala Geldim kastı ziyaret istirahat anında Yüzünü görsem dedim hiç olmazsa bir defa Verdin libaslarımı giydirdin Nurullaha Ey Lütufkanı Ahmet enisim Muhammed Mustafa Nisbetim mürşidimsim hüccetim enisimsin Ümmeti irşad eden bildim ki yine sensin Sen olmasan bu ümmi ne desin ne söylesin Ey irşad kanı Ahmet mürşidim Muhammed Mustafa Evladım demektesin ey Ebanuri şefi Kıtmirinim kapında bundan geri ey Nebi Emret ki vereyim senin için edna seri Ey Emirkanı Ahmet amirim Muhammed Mustafa.
GAYE Yaradılış gayem seni birlemek Bu uğurda gerek canımı vermek Böylece nur cemalini seyretmek Varımdır başka gaye bilmem ki Bir nutfeden Halk eyleyen Hudamı Nasıl birlemeyim Hak'ka revamı Gece gündüz bulan zikri müdamı Görmez mi cemalini söyle bilmem ki Raybım yoktur daim Hak'kı birleyen Hakikat güllerin görüp derleyen Gece gündüz Hak rahında terleyen Bulmaz mı zatını acep bilmem ki Mürşidin tezgâhında tivini döken Fena fil Resulde kalmaz hiç diken Vuslat için Hak'kın hasretin çeken Bekada nasibi var mı bilmem ki Çıkaran gönülden gayrı sivayı Terkeyler dünyayı atar hevayı Nefsinde halleden cevrü cefayı Sefa ikliminde neyler bilmem ki Şeriat yolunda eyle gayreti Tarikata gir et safi hizmeti Hakikatte bulursun Pir'den himmeti Marifette halin ne olur bilmem ki Ey Nurullah geda, Hak'ka et nida Leylü, nehar can evinde dinmesin seda Cümle varlığını eylesen feda Kabul eder mi kulluğuna bilmem ki...
YAR İLLERİ
Gezdimde dolaştım yar illerini Nakkaşın ördüğü dantellerini Seyrettim kudretin cilvelerini Anladım ki dünya içi boş huni, gelip geçenler nerdeler hani? Ta âdemden beri dolup boşalır Gafil olanlarla oynar hoş alır Çiğnemeden yutar posası kalır Ne sanırsın sen yar illerini, Gelip geçenler nerdeler hani? İbret ile bakar isen cihana Cümle halk olunanlar esmaya ayna Faili mutlaktır budur bil mana Nerde âdemin sülbü maderi, Gelip geçenler nerdeler hani? Fena imiş gaye Hak ile beka Fani olan dünya değmez bir pula Böyle yapmaz isen şaşar pusula İbret almayan gözün cehennem yeri, İbret almayanlar nerdeler hani Ruhum bülbül olmuş Hakka zar eder Mücahide tutunmuş hep firar eder Pirim Hüsamettin ile kar eder Muhammede giden kervan geldi mi? Dost iline gidenler nerdeler hani? Nurunu görüpte kaldın mı tağa Hakka firar edip girdin mi bağa Tecelli ediyor Tur denen dağa Ruhun Muhammed oldu mu Nuri, Kabı kavseyn denilen yer nerdedir hani?
GANİ MEVLA
Vasf eyleyemem ki nimetlerini bir gani Mevlanın kemter kuluyum Aciz günahkârım cürmüm çok ama Gaffarı zunübden çok umutluyum
Yarar işim yoktur gani hüdaya ikram atâsı Bol yüce mevlaya Ermek istiyorum zatı Bâlaya Sikke ve' Turalı akçe puluyum. Katre idim daldım bahri ummana gel dedi Gani mevla edna kuluna Musa gibi erdim tecelli turuna. Dünyayı Bir pula satmış deni kuluyum Ruhumun seyrini bilmem ki ezel nasıl Takdir etmiş onu lemyezel Bildiğim şey O ki güzel mi güzel bir gani Mevlanın kemter kuluyum Seyreyledim ahir aynada seni içince Manada aşkın demini Çektim şeytan ile nefsin gemini fedayı can Etmiş merdan kuluyum Nurullahı saldın halkın içine anlamazlar Halden nasıl geçine Girdim evliyanın ahir göçüne affı atası bol Rabbin kuluyum.
EFENDİM
Efendim, Efendim diyorlar amma Kimse diyemiyor candan efendim Efendi sahibine kul olmuş amma Kimse kul olmuyor hakka efendim
Cümle alem düşmüş benlik bahrine Sana arzuhalim budur efendim Düşman olmuş dervişler yarenine Kimse yar olmuyor hakka efendim
Herkesin nefsi olmuş efendi Emrediyor ona sanki menendi Birde diyor bu zat bizim efendi Kimse anlamıyor yolu efendim
Nasihat kar etmiyor azgın nefisler İlim irfan edep yok ki söz dinlesinler Efendiler bu hale ne eylesinler Duanı beklerim canım efendim
Efendi bakıyor malzemem nedir Kalabalık çok amma derviş nenledir Bu haller inanın size perdedir Hakka giden derviş yok ki efendim
Kulis yapıyor derviş sanki siyaset Baş olma sevgisi hubbu riyaset Kalmamış ibadet nerde riyazet Dervişlik kâğıtta kalmış efendim
Mostrası çıktı dervişin şimdi Mücahit ne desin bırakıp gitti Dervişim diyenler halin yitirdi Bu hale neyleyim bilmem efendim
Söz dinleyen derviş bilmem nerede İki arada kaldık bir de derede Kavga ediyorlar kal bizim yerde Kalınacak yer mi kaldı efendim
Yüzüne güldü mü efendi tamam Hediye verdik mi mihneti enam Sözümüzü dinler olur has adam Efendiye efendi oldular efendim
Nurullah bu söz gider derine Tez adam yetiştiriver yerine Peygamber şehrine nebi evine Kabul ediversin beni efendim
BİAT Şeytan etmedi ki Âdeme secde Gurur kibir haset olunca serde Sahibini düşürür nefs ile derde Hak ile aramızda budur bil perde
Yarattı Âdemi salsal topraktan Eşrefi mahlûk olarak çıkardı nurdan Nefh eyledi bir cüz kendi ruhundan Hak ile aramızda budur bil mebde Küntü kenzin mahfiyen dedi halıkım Bilinmek istedim budur muradım Âdemi halk eyledim onda kemalim Yaradılış gayemiz budur bil sende Şeytan gibi olma et âdeme biat Âdem olmayandan kaç sana nasihat Pirinin gösterdiği noktaya gözat Sonra düşer başın şeyhinle derde Ey ahi verme kendine süsü Alan bilir veren bilir sülüsü Haberiniz yoksa kesin bu küsü İman kalmaz küfre düşersin dede Nurullah senden kelam, arife selam Yek işaret kâmile yekfidir hocam ALLAH ve Resulünde biter her meram Teslimat işi onlara seyreyle sende
HOCAM Kibirlimi, bir adam ondan uzak dur ağam Hali geçerse sana halin harapdır balam. Nefsine aşıkdır o mesleği gıybetle gov Ona çırak olursan ona benzersin hocam
Beğenmez kutbu bile tezgâhı mekir hile Cehalet şiarıdır cesurca atlar göle Zanneder ki yüzüyor bahri Muhammedide Şeytanın şer gölünde yüzüyor ahvali ham
Pirler ne yapsın buna dervişken hal doğruca Şeyh olunca sapıtmış şeytana olmuş hoca Halini kaybedip de nurdan uzaklaşınca Kalmış nefsiyle yek himmetsiz sanki avam Suistimal diz boyu dervişiken yok suyu Getirince dervişler atmış dipsiz bir kuyu Gıybet eti yemekten mizacı avam huyu Düşmüş emmareye de ıslah olmaz bu gadam İlmi yok ki ayıra, Mücahidi kayıra Demiş göreyim bir kez vurduk atı bayıra Girince dergâhına sanki girdik ahıra Zem etti evliyayı kaçtık oradan Hocam Nurullah gam çekersin ihvanımız ne dersin Onun yükü de sana verilmiştir neylersin Seladır âşıklara gelip de biniversin Gemi yolcusu ile yoluna etsin devam.
İCAZET
Görev aldım ben nefsimden İcazetim tam yerinden Kurdum tezgâh gün be gün ben Dostlar açıldı dergâhım Buldum meydanı ben bomboş Gelsin canlar tezgâhım hoş Koş ey âdem gel sende koş Herkese yeter bu balım Canlar gelince dergâha Açtık sohbeti kabala Giremedik bir kıbala Ne yapalım a dostlarım Değil miyiz ya ehli hal Atsakta bol, bol martaval Dinleyen bulunur her hal Var mı bunda bir nabalım Bu çark neylen döner dostlar Dem parası ve masraflar Bolca çocuk yengeniz var Boş geçmeyin ey canlarım Merak etmeyin bugünden ahiri Sevin benide bulun cevahiri Günahınız doldursa göğü yeri Ben ne güne dururum ya ihvanım Dersin ama be hey bedbaht Ruhun vermiş ezelden aht Nasıl olursun sen rahat Sorgusundan Halıkının Nedamet et dön tez Hakka Nuri çıkma nefse arka Yokluğa düş sırt dön halka Kulluk olsun tüm meramın
HİLYE-İ ŞERİF
Yusufeli oldu unun vatanı Amasya'da doldu kırbası kabı İstanbul'da durdu giden kervanı Adı Şerif ehli beyt'tir bil anı Çilelerle geçen bir ömür soldu Celalinden Cemaline yol buldu Kırbaları sika sık hep nurla doldu Adı Şerif kendi herif bil anı Buhara'dan aldı nispeti Feridun babanın himmeti birden Yetişip selamını götürdü elden Adı Şerif Samini'dir bil anı İcazeti aldı Bedri imamdan Nura tahmil oldu ezel ervah'dan Gitmek isteyenler şimdi bu rahdan Adı Şerif oğlu Fatih bul anı Kurban bayramında kesti kurbanı Feda etti Hakk'a verdiği canı Yeri dolmaz evliyalar sultanı Adı Şerif Karacaahmet'te bul anı Sohbeti çok tatlı hali çok zarif Hakk'ın sevgilisi, Hak yola arif İsteyen taliplere ederdi tarif Adı Şerif hali latif bil anı Hali kale gelmezdi O velinin Kerameti zahir idi şüphesiz bilin Ehli beytin gülü şefaat edin Adı Şerif şefkatli'dir bil anı Fatih seni sevdi şaduman oldu Hakk'a giden yolu seninle buldu İnsan-ı Kamil'den tastikin aldı Adı Şerif Ebu Nurullah bil anı.
UŞŞAKİ DERVİŞLERİ
Buharalı pirleri var İşleri daim ahu zar Eylemişler gönle nazar Uşşakinin dervişleri
Zakirleri hep uyanık Kalpleri ipeğe yanık Hakikate olmuş tanık Uşşakinin dervişleri
Peygamber aşkıyla kaynar Allah deyince de ağlar Yarasın od ile dağlar Uşşakinin dervişleri
Makamları kabı kavseyn Meşrebleri Hasan Hüseyn Maksatları olmuş Dareyn Uşşakinin dervişleri
On iki esma dilinde Elleri Nuri elinde Gönülleri dost ilinde Uşşakinin dervişleri
SUNGURLU Sungurlu ne menem yer Anladım ki birader Her karışı sanki nurdur Nazar eylemiş büyükler
Uşşaki sancağı çekmiş Cehri zikre kucak açmış Pir himmetine ulaşmış Medine gibi bir yer
Müdü de Hüsnü gülzarı Tirkeşde de Ali Fehmi Etrafında dervişleri Daim hakkı zikrederler Hanım dervişleri erdir Erleri sultana yardır Zikirleri dilde kardır Sungurludaki dervişler Meşayihten himmet bekler İkramıda çok severler Yolumuz düşmese bile Sevgi ile cezbederler Nuri çekme elin burdan Tecelli oluyor turdan Hüsnü, Fehmi ile nurdan Kanmış, Sungurlulu erler.
TAŞLAMA Sen ben deme gel gir sinem At benliği öl dem de dem Derviş isen hak yoluna Kes nefsini görek madem
Kaide kaldın halin nice? Gaflettesin gündüz gece Gitmesin bu lafım güce Hiç durmadan gülen âdem
Aldığın dersi çekmezsin Bu yolda adap bilmezsin Ehlullaha tan edersin Bir bildiğin var mı bilmem
Kardeş lafı güce gitmez Yara bakılmadan geçmez Aynı sızı bende dinmez Dua etki geçsin nedem Hakikat'te hastalık bir Hastalığın adı kibir Şifası dost'la sohbettir Rabbim bize etsin kerem Nuri sende yapma gafı Gel uzatma fazla lafı Kibir denen bu sıfatı Tevazu'ya çevir madem
SORGULAMA
Boşuna bekleme sen Hak'tan ata Değiş halini ki bulasın safa Gayret et sakın ha aldanma put'a Yolunu şaşıran fasık değil mi? Ne için ibadet yaparsın Hak'ka? Dünyamı, ukbamı gayrımı yoksa? Şaşarım bu haline emekler boşa Gayrıya kulluk eden fasık değil mi? Perçinle imanını olma münafık Yap amellerini Hak'ka muaffık İkilikten kurtul ki olma fasık Bu hal senin için utanç değil mi? Hesaba çekince seni Zülcelâl Konuşamaz ağzın, dilin olur lal Hayvan gibi olmak bu halden efdal Bu halin en büyük hüsran değil mi? Ey zelil olma asi O yüce zata İbret ile nazar et şu kâinata Onsekiz bin âlem Hak derde hâşâ Senin bu inkârın zulüm değil mi? Enbiyalar Evliyalar hep onu birler Âşıklar sadıklar Hak deyip inler Hak'ka ha demeden hayran gönüller Senin için yeter hüccet değil mi? Nurullah gel eyleme fazlaca inat Peygamber yolunda çırpalım kanat Gönderip üstüne bol, bol salâvat Çıkalım miraca yol bu değil mi?
HAYÂ
Derviş olmuş güya biri Nefsi içinde dip diri Hayâsızca çiğner yeri Böyle olmaz ey serseri Hayvanlar şaşar haline Belhum edal oldun yine Tevhid kılıcını al eline Dağılsın nefs askerleri Emmareye verdin eman Pirlerine ettin tuğyan Dervişliği yaptın harban Senmisin yoksa düsteri Adab erkân mafi sende Böyle olunmaz ki bende Bulundukça bu nefs tende Sana denilmez gel beri Hayâ oldu min el iman Hayâsızlıktan el aman Edeb ile bulun her an Böylece giy sen miğferi Sanma sen bu yolu zahir Eylemezsen nefsi hakir Edeb'len gel dergâha gir Böyle bulursun gevheri Nuri sende eyle gayret Hayâsıza etme himmet Emmare şifada kahret Bulsun ihvan hikmetleri
İSYAN İçimde hüzün var gelen derinden Rabbime sözüm ta ezelinden Umarım inşaallah dönmem sözümdem Ummakla olur mu? Değip ağlarım
Günahlar çevirmiş dört bir yanımı Meyletsem emecek zahir kanımı Söndürme sen şu iman nurumu Diye yakararak yanar ağlarım
Ağlamak çaremidir? Desen ki bana Yap vazifeni de kul ol Rabbına Bakma sen ağyara çekil kabına Diye avunarak yaram dağlarım Gelecek dediler bir sahip başa Haberin sorarım kurt ile kuşa Çıkmaz İnşaallah ümitler boşa Bütün ümidim buna bağlarım Müşrikler içinde kaldım ne çare Münafıklar etrafta hep çepeçevre Nefisler en önde İSLAM biçare Sahiptir dinine deyip susarım Nurullah bu sözü uzatma başka Sev Peygamberini, düş onla aşka Sarılıp sünnete, kul olsan keşke Deyip nefsime hesap sorarım.
İSTİKAMET
Verdim hiç durmadan nefsin yemini Şeytana mı verdik bilmem gemini Elüstüde verdiğimiz yemini Unuttuk mu yoksa a derviş emmi? Halim gaflet olmuş yok istikamet Sünneti terk etmek olmuş keramet Tutacak yerim yok halim rezalet Sende mi öylesin a derviş emmi? Terki amel olmuş şimdi düsturum Günah işlemekte gayet cesurum Böyle değil idi Pir'den desturum Duana muhtacım a derviş emmi Kurtuluş Hak Resule ittihada Hak'kın rızasıda ol müçtebada Şimdi tek çıkar yol kabul duada Onuda sen eyle a derviş emmi Yokluk amellerin efdalidir bil Öyle dedi bize baştaki delil Sen yok olki gelsin beytine celil Kaldır kesreti bir olak a derviş emmi Sermayem muhabbet, yolumsa yokluk Bilki hiç etmedim gayrıya kulluk Terk ettim gayriyi üstüne üstlük Onuda terk edek a derviş emmi Nurullah at gafleti bulasın devlet En büyük devlettir bil istikamet Yeter artık sıyrıl nedir bu gaflet İstikamet bulak a derviş emmi
RUYET
Akıl vezir kalp padişah Bu şahını ol sen salah Yalvar iste akşam sabah Açar bir gün nikâhını
Terk et benliği aradan Kes bağını masivadan Sevsin seni ol yaradan Gelsin bulsun mekânını
Verdi canını canından Üstün tuttu cümle Hulk'tan Emanete layık olan Gördü Onun cemalini
Eyle iki cihanı bir Ölmeden ölmek hüner'dir Rabbi bilmek ne güzel'dir Nefsini bil bul sen anı
Yol sünnet'ten geçer daim Nurullah ol yolda kaim Gece kaim, gündüz saim Bulunanlar buldu anı
İSTEK Geldiler sohbete erenler bize Dostun cemalini görenler size Sorarım haberin söylesenize Hak zahir olur mu şu fani göze?
Cennette cemalin görmek hak imiş İki cihanı bir etmek hünermiş Beklemek ahiri doğru değilmiş Erenler doğruyu söylesenize
Yol Resullullah'ın yoludur bilin Aşkla yakıp ateşi pasları silin Engeldir bu yolda takkeyle nalin Rabbimiz bildirdi Kukan da bize
Çıkardı nalini açtı başını Kastetti Rabbini göre Şahını Terketti benliği Enbiyalığım Musa görmedi mi söylesenize? Görmediyse eğer kelim oldu ol Çokça sev Habibi Ona ümmet ol Bulamazsın Hakk'a giden gayrı yol Yanlış mı söylerim söylesenize? Nurullah at gafleti sev çok Habibi Kalbin hasta ise bul sen tabibi Mürşidin önünde ezki nefsini İnayet eyleye Rabbimiz bize
SIDDIK NACİ
Muhammed'i yolda sadakat eri Âşıklar içinde yüksektir kadri Uşşak'i meşrebi ve hem Kadir’i Bir zamanlar şeyhimdi Sıddık Naci
Muhammed'i yolda sadakat eri Âşıklar içinde yüksektir kadri Uşşak'i meşrebi ve hem Kadir’i Bir zamanlar şeyhimdi Sıddık Naci
Ahir zaman fitneleri arzı kavurmuş Edeb erkân denen ilmi savurmuş Dervişim diyenler yolu tozutmuş Buna ne yapsın ki Sıddık Naci
Visali Bekir'den almış nispeti Mehmet Ruhi dede varmış kısmeti Seyit Kazım'dan giyip kispeti Başpehlivan olmuş Sıddık Naci
Kabı geniş imiş bunla kalmamış Abdulkadir Geylani'ye ulaşmış Hüseyin Feyzi Paşa'dan icazet almış Defteri Resulde'dir Sıddık Naci
Geçince Bedri imamın nuru fakire Samini Mahmut'tan evvel kadiride Şeyh imiş Osman var imiş kaderde Cezbetti yoluna bizi Sıddık Naci
Noksan tamamlayıp usul öğrendik Pirin dergâhında vuslata erdik Uşşaki Kadiri Nakşî sırrını derdik Verdi anahtarı bize Sıddık Naci
Yusuf gibi olduk kardeşler gadri Attılar kuyuya çaresiz Naci Mısırın padişahı görev verdi Kenan ilinde bekler Sıddık Naci
Şimdi kenarı ilinde kıtlık oldu Mısırın ambarları buğdayla doldu Gelin gadri kardeşler Hak bizle oldu Gömleği sürsün gözüne Sıddık Naci
Belki açılır gözü görür gerçeği Böylece açar oğluna kucağı Yusuf kıssasının baba ocağı Şenlenir Nurullah'.la bil Sıddık Naci
MEDİNE Aşkın düştü içime geliyorum Medine Bana "da aç kucağı âşık oldum künhüne Hicret edip manada vuslat edip Resule Bu acizi kabul et boş çevirme Medine.
Uhud dağı şahittir ol Hazreti Resule Tevhid etti üstünde cümle ashab birlikte Sallandı Uhud dağı cezbeye geldiğinde Sakin ol dedi Resul bunu duydu Medine.
İçimde var bir istek vakit geldi ki dönme İstiyorum ama bu emre itaat etme Yoksa cismile canım Medine'ye kurbandır Değil buradan gitmek son dileğim Medine. Emri vermiş Halikım iş güç vardır çare ne Çoluk çocuk büyümüş tedarikin üstüme Lâkin değil sevgimiz dünyanın zinetine Gidipte aşk ocağın kaynatalım Medine. Bu yol çile yoludur girdik biz bile, bile Allahümme Lebbey'ki çokça getirdik dile Hakkın rızasın'dan hiç vermedik bir an fire Bu ahvale şahittir bilir nurlu Medine. İmamı olmuş Nurullah ravzayı pak Resule Mevsimi hacda gelir daveti bu gönüle Ümmiyim, lâkin arifim nuru Muhammedi'ye Ayrılırken ücretimi verir benim Medine.
YOL RESULULLAHIN DEĞİL Mİ?
Tevhid nuru kalbe indi Bütün ağrı sızı dindi Meclise bil gelen kimdi Allah Resulu değil mi?
Tevhid pazarı açıldı Can verip candan geçildi Uşşakiler hep seçildi Pirim Hüsami değil mi?
Tevhidden gelen nurları Kırdı emmare surları Yolumuz uşşaki kulvarı Şeyhim Mücahit değil mi?
Nakşibendî, hem Kadiri Rufaiyiz hem Mevlevi Hepsinin tevhid miğferi Cümle tarik bir değil mi?
NURULLAH ayırma birin Cümle pirandır rehberin Ayrı gayrı yoktur hemin Yol Resulullahın değil mi?