YASEMİN YAMAN – BENİM KÜÇÜK GELİNİM BLOG TURU ÖN OKUMA Büyük konaktan yükselen ağıtların hepsi onun içindi; zamansız göçüp giden, geriye dört öksüz bırakan iyi kalpli hanımları için. Büyük oğlan konağın bahçesinden koşarak dışarıya çıkmıştı. İçine çektiği nefesi ciğerine dar geliyordu. Koşmasını yarıda kesen ise histerik öksürüğü olmuştu. Artık nefes alamayan göğsünden dolayı boğulacak gibi öksürmeye başlamıştı. Ellerini iki dizine koyarak eğilen genç adam, öksürüğünün geçmesini bekliyordu. Yanağından akan yaşı elinin tersi ile silerken az öncekine koşuşuna inat adımları yavaşlamıştı. Tüm dünyası bir anda kararmıştı. Annesi onun için özeldi. Babasına duyamadığı yakınlığı annesine duyuyordu. Zaten annesi de onu bir başka severdi. En azından genç adamın hissettiği buydu. Annesinin göz bebeği, ilk göz ağrısı… Kulaklarında yankılanan şefkatli sesle ellerini kaldırarak kulaklarına bastırmış sesin gelmesini engellemişi. Annesinin sesi kulaklarında yankılanıyordu. Cemal Bey kalabalığın arasından yürürken konağın içinden yükselen ağlama sesleri kanını donduruyordu. O koca köyün beyiydi, ağlayamazdı, en azından herkesin ortasında ağlayamazdı. Kafasını çevirerek az ileride yan yana duran iki oğlunun yaşlı gözlerine bakmıştı. Suat daha on beş, Yağız ise on üç yaşındaydı. Üç oğlunun büyüğü etrafta gözükmüyordu. Başını iki yana sallayarak içinden, ben şimdi bu çocukları
nasıl büyüteceğim, diye geçirmişti. Bey olmasına rağmen çocuklarını yanlış büyütmekten korkuyordu. Ama asıl büyütmekten korktuğu şu anda odadan yükselen sesin sahibiydi. Küçük bebeğinin ağlayan sesini duyunca kalbine keskin bir bıçak saplanmıştı. Erkek olarak üç oğlunu belki büyütebilirdi ama kız çocuğunu nasıl büyütecekti! Başına müthiş bir ağrı girerken cenaze işleriyle ilgilenmesi oldukça güç olmuştu. Sanki bedeni bir anda çökmüştü. Hayat arkadaşını kaybetmek onun için bir darbe olurken küçük bebeğin ağlamasının kesilmesi için sesini yükselterek “Biri şu çocuğu sustursun, ağlamaktan çatlamasını mı bekliyorsunuz?” diye gürledi. Cemal Bey’in sesi konağı inletirken cenazeye gelenler adamın bu hâlinden korkmuştu. Çalışanlardan biri odaya koşarak bebeği kucağına almıştı. Ağlamaktan moraran küçük kız çocuğu kucağa alınınca sesini azaltmış ama hâlâ içli içli nefes alıyordu. Orta yaşlı çalışan kadın onun içli bir şekilde nefes alması karşısında gözyaşlarının daha da hızlı akmasına engel olamamıştı. Hanımının en küçük emaneti kucağında bulunsa da kimse ona nasıl bakacağını tam olarak kestiremiyordu. Sanki koca konakta çocuk bakımından kimse anlamıyormuş gibi herkes köşesine çekilmiş, Cemal Bey’in çocukları hakkında ne karar vereceğini bekliyordu. Konak iyice kalabalıklaşmaya başladığı sırada diğer çocuklar da ortadan yok olmuştu. Bey, oğullarının gelmesini beklerken ilk olarak Sedat kapıda görünmüştü. Cemal Bey onun mahzun hâli karşısında dili tutulmuş
bir şekilde donup kalmış, on altı yaşındaki oğlunun şakaklarına düşen saçlarındaki akları görmüştü. Onun annesine olan ilgisi diğer çocuklardan daha farklıydı. Sadece annesinin yanında ciddiyetini bozarak gülümserdi. Elini kalbine götürerek yutkunan Cemal Bey kendisine doğru ilerleyen Sedat’ın yanına ağır adımlarla gelmesini beklemişti. “Yardım edebileceğim bir şey var mı baba?” Sadece basit bir soru ne kadar da anlam yüklüyordu onun duygularına. Sanki normal bir işmiş gibi konuşan oğlunun sesi oldukça soğukkanlı çıkmıştı. Omuzlarındaki yükün arttığını hissettiğine emin olan Cemal Bey zorlukla ayakta duruyordu. Başını iki yana sallayarak oğluna “Kardeşlerini bul Sedat! Birazdan cenaze namazı için camiye gidilecek.” Sedat bir anlık gelen titreme ile ürperirken babasının dediğini yapmak için oradan ayrılmıştı. Genç adam iki kardeşinin de yapışık ikiz gibi gezdiğini biliyordu, birini bulması demek diğerini de bulması demekti. Önüne gelene önce Suat’ı sonra da Yağız’ı soruyordu. Son olarak aklına gelen yere bakarken iki kardeşini de çatı katında duvara yaslanmış ağlarken buldu. “Hadi gidiyoruz!” Soğuk birkaç kelime… Suat ayağa kalkarak abisine yaklaşmıştı. Aralarında fazla yaş farkı yoktu, Sedat’ın karşısında daha büyük duruyordu. İki kardeş abisini izlemeye başlamışken büyük avluda duran
tabutun kapağının kapatılmasından önce çocuklarına son kez annelerinin yüzü gösterilmişti. Üçü de bunun annelerini son görüşleri olduğunun farkındaydı. Sedat dişlerini sıkarken iki kardeşinin elini fazla sıktığının farkında bile değildi. O sırada evden yükselen bebek sesi Sedat’ın kanının çekilmesine neden olmuştu. Kardeşlerinin elini bırakarak hızla eve koşan genç adam odaya girerek çalışan kadının susturmaya çalıştığı kız kardeşini kucağına alarak aşağıya indi. Küçük kız sanki tanımış gibi Sedat’ın kucağında bir anda susuvermişti. Orta yaşlı kadın Sedat’a acı dolu gözleri ile bakarken bir şey söyleyememişti. Son görevlerini yaptıktan sonra cenaze namazı için herkes köy meydanı camisine gitmişti. Oldukça kalabalık bir törenden sonra annesine veda eden kardeşler babalarının kanatları arasında hiç istemeseler de büyük konağın yolunu tutmuştu. Bu bir çocuk için olabilecek en büyük imtihandı belki de. O soğuk topraklara canının bir parçasını bırakmak! Bir hafta nasıl geçti hiçbiri anlamamıştı. Bu geçen bir hafta boyunca konağın geleni gideni oldukça fazlaydı. Sedat o günden sonra kardeşini kucağından düşürmüyordu. Kardeşinin kokusunu duydukça annesi yanındaymış gibi hissediyordu. Bu durum Cemal Bey’in gözünden kaçmamış olsa da bir şey dememeye çalışmış ve hep susmuştu. Aklında birçok düşünce vardı. Okulların açılmasına fazla kalmamıştı. Suat lisede okurken Yağız bu yıl liseye başlayacaktı. O da abisi gibi yaşına göre oldukça zeki bir çocuktu. Genelde sınıf birincisi olarak mezun olan küçük oğlan babasının karşısına dikilmişti. Cemal Bey
şaşkın bir şekilde en küçük oğluna bakarken onun bir şey isteyeceğinden emin bir şekilde tek kaşını havaya kaldırarak sormuştu. “Söyle bakalım yine ne isteyeceksin?” Yağız dudağının içini ısırarak babasına bakıyordu. Onun diğer kardeşlerden tek farkı küçük yaşına rağmen babası ile açık konuşmaya cüret edebilecek kadar cesaretli olmasıydı. Asla pes etmeyen yanı, dik başlı oluşu Yağız’ın her zamanki özelliğiydi. Başını dikleştirerek babasının gözlerinin içine dikmişti bakışlarını. Cemal Bey o an içinden, işte geliyor yine bomba, diye geçirirken Yağız son derecek kararlı bir ses tonu ile “Ben yatılı okula gitmek istiyorum.” demişti. Onun isteği karşısında şaşıran adam ne diyeceğini bilemiyordu. Oğlu gitmek için izin istemiyor, izin istemiş gibi görünse de bakışlarından, sen göndersen de göndermesen de buradan gideceğim, sözleri okunabiliyordu. Yutkunan adam “Yatılı mı, neden?” diye sorunca Yağız hiç beklemeden “Bu ev çok kasvetli baba. Annem öldü ve bana acıyan gözlerle bakan insanlar sinirime dokunuyor. Annem ölmüş olabilir ama hâlâ bir ailem var. Onları kırmak istemiyorum, bana bu şekilde bakmaya devam edecekleri de belli. Kimsenin bana acıyarak bakmasına dayanamam!” Cemal Bey dilinin tutulduğunu hissetti bir an. En küçük oğlu kendisinin bile akıl edip düşünemeyeceği bir kelime oyunu oynuyordu karşısında. Onun yaşına rağmen gururunu tabii ki biliyordu ama bu kadarı kendisini de aşmıştı. “Demek sana acıyarak bakıyorlar?” Babasının sorusu ile başını dikleştiren küçük çocuk “Ben gitmek istiyorum, eğer göndermezsen kaçarım yine de bu konaktan giderim.” Cemal Bey tek kaşını kaldırarak oğlunun cesaretini hayranlıkla izlemişti.
En azından biri için fazla endişelenmesine gerek yoktu. Yağız her şekilde başının çaresine bakabilecek bir çocuktu. O sırada diğer iki oğlu da yanlarına gelmişti. Sedat kucağında Songül’ü taşıyordu. Suat ise babasının karşısına oturmuştu. Cemal Bey bu kez onlara bakarak “Siz ne istiyorsunuz?” diye sormuştu. Sedat kucağında uyuklayan bebeğe bakarak “Ben gelecek hafta iş yerinde tam gün çalışmaya başlayacağım.” dedi. Onun da izin isteyen bir yanı yoktu. Suat da abisinin hemen ardından “Ben de okulu bitirdikten sonra konak işçileri ile ilgilenmeyi düşünüyorum baba.” dediğinde Cemal Bey ikinci hatta üçüncü şokunu yaşıyordu. Suat kitap okumaya bayılırdı. Okulu bitirmek… “Demek okulu bitirince? Peki, sonra ne olacak?” Suat bakışlarını kaçırarak babasına cevap vermişti. “Çiftçiliği seviyorum baba, bunu biliyorsun ve ben işçilerle çalışmayı da seviyorum. Liseden sonra okumayı düşünmemiştim zaten.” dedi. Sedat ve Yağız aynı anda Suat’a bakmıştı. “Düşünmedin mi? Söylesene senin kadar kitap okuyan var mı bu evde? Her hafta kasabadaki kitapçıyı boşaltıyorsun!” “Evet, kitap okumayı seviyorum ama okul okumayı sevmiyorum.” Yağız dişlerini sıkmaya başlamıştı. “Ben okullar açılır açılmaz gidiyorum.” Cemal Bey’in başı dönmeye başlamıştı. Üçoğlu da farklı farklı konuşuyor, kimin kalacağı, kimin gitmekistediğini karıştırmaya başlıyordu. Sedat nedense Yağız’ın sözlerine şaşırmamıştı. O köy hayatını pek sevmezdi zaten. Küçük kız kıpırdanmaya başlayınca Cemal Bey, Songül’e odaklanmıştı. Onun için bir dadı bulması gerekiyordu. Köyde
yeni doğum yapmış olan bir kadın onu emzirmek için geliyordu ama geceleri onunla sadece Sedat ilgileniyordu. Annesi öldükten sonra kimseye Songül’ü vermemişti. Derin bir iç çeken Cemal Bey bakışlarını Sedat’a çevirmişti. “Demek artık iş hayatına atılıyorsun?” Sedat başını sallayınca derin bir soluk daha alan Cemal Bey “Peki o zaman, çalışmaya karar verdiğine göre artık yaşın geldi.” Sedat anlamayan bakışları ile babasına bakarken Cemal Bey’in “Hazırlan birkaç ay sonra evleniyorsun!” demesi ile âdeta kanı çekilmişti. Sanki tüm sesler kesilmiş ve kulakları sağır olmuş gibi sesleri algılayamamıştı. Aynı anda Suat ve Yağız’ın “Abim evlenecek mi?” sözleri ile Sedat neredeyse kucağındaki kardeşini yere düşürecekti. “Hayır!” Sedat babasının karşısına dikilerek ilk kez sesini yükseltmişti. “Hayır baba! Benim evlenmem söz konusu olamaz, hem de bir iki ay içinde. Bu kesinlikle olmaz. Annemin toprağı henüz kurumadı bile!” Cemal Bey bağıran oğluna sert bir şekilde bakmıştı. “Okumak istemeyen sensin, işlerin başına geçmek isteyen de sensin. İki kardeşin de yapmak istediğini söyledi, tıpkı senin gibi. Peki, o kucağında ki ne olacak? Hepiniz erkeksiniz. Ben kız büyütmesinden anlamam. Songül, kardeşiniz benim tek kızım ve onu bir çalışanın elinde büyütemem, buna izin vermem. Babam da beni evlendirmek istediğinde senin yaşlarındaydım!” “Ama benim yaşımda değildin baba. Henüz evlenmek için çok erken!” “Hayır değil. Bu konu bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Ben de bu köyün beyi, senin babansam bu evlilik olacak diyorum o kadar. Hem çoktan eşin olacak kızı seçtik bile!”
Sedat babasının son sözü ile donup kalmıştı. Araya Suat girerek “Seçtiniz mi, kiminle baba?” diye sorduğunda Cemal Bey üzgün bir şekilde konuşmaya başlamıştı. “Bana bak Sedat… Annen ölmeden önce seni evlendirmeye karar vermiştik. Zaten eşini annen seçti. Dediğine göre çok iyi bir kızmış!” “Nereden biliyorsun? Kim bilir kimin havari kızını seçtiniz. Evleneceğim kıza bile siz karar veriyorsunuz!” “Babanla doğru konuş Sedat. Oğlum olman benimle saygısız bir şekilde konuşmanı haklı çıkarmaz. Cemal Bey’in gelini öyle dediğin gibi bir kız olabilir mi? Buna asla izin vermem. Annen beğendiyse o kız sana alınacak. Kendini hazırlasan iyi edersin. Bir iki ay içinde evin en büyük oğlu olarak evleniyorsun. Madem sorumluluk almak için bu kadar heveslisin, bir erkek için en büyük sorumluluk eşine bakabilmektir.” Sedat babasının kararı karşısında hiçbir şey yapamıyordu. Arkasını dönerek büyük adımlarla konağa doğru ilerleyen genç çocuk, odasına gittiğinde kükreyen sesi ile çalışan kızlardan birini çağırmıştı. “Songül’ün altını değiştirip yedirin, sonra da benim odama geri getirin!” Sedat küçük kızda annesinin kokusunu hissedebiliyordu. Bu gece o kokuya oldukça ihtiyacı olacaktı. Asude, annesinin seslenmesi ile koşarak büyük odaya gelmişti. Babası her zamanki gibi sedirin üzerine kurulmuş tek ayağını karnına doğru çekerek oturmuştu. Genç kız babasının yanında pek fazla konuşmazdı. Adam da kızının fazla konuşmaması karşısında sesini çıkarmazdı. Belki çok üzerine düşmüyordu kızının ama asla sıkboğaz da etmiyordu. Asude yapısı gereği zaten evden pek ayrılmazdı. Çok fazla arkadaşı
olmamasına rağmen asla toplanan kadınların yanında kalmazdı. Dedikodudan nefret ederdi. Evde kendinden küçük iki kardeşi vardı. Annesi tarlaya giderken Asude de onlara bakar ve ev işleri ile ilgilenirdi. “Beni çağırmışsın anne?” Genç kız tedirgin bir şekilde babasına bakmıştı. İçinden bir his hep çok fazla konuşursa onu rahatsız edecekmiş gibi geliyordu. Annesi yanını göstererek kızını çağırmıştı. “Gel kızım buraya.” Asude annesinin yanına ağır adımlarla ilerlerken babası gayet sakin bir ses ile “Yemek hazır değil mi?” diye sormuştu. O anda annesi Asude’ye bakarak “Kızım yemek hazır mı?” diye sormuştu. Genç kız hafif gülümseyerek “Hazır anne, ben hemen sofrayı kurarım.” dedi. O büyük odadan çıkarken babası arkasından homurdanarak bakıyordu. Köyün meydanında kendi kızından bahsedilmesi hoşuna gitmiyordu. Artık iyice büyümüş ve serpilmeye başlamıştı. Her anne babaya göre kızları köyün en güzel kızıdır elbette ama Asude gerçekten de öyleydi. Bunun farkında olmasa bile. Genç kız mutfakta hazırladığı yemekleri sac tepsiye koyarken kardeşlerinden biri etekliğini çekiştirmeye başlamıştı. Yarım yamalak bir şekilde “Bu bu!” diye söylenirken Asude gülümseyerek kardeşinin yanağını öpmüştü. “Sen su mu istiyorsun? Çok mu susadı benim güzelim?” Küçük çocuk ellerini çırparak ablasının elindeki su bardağına uzanmaya çalışıyordu. Asude bardağı ona vermeden birkaç yudum içirdikten sonra afacan paytak bir şekilde koşarak mutfaktan kaçmıştı. Kıkırdayan genç kız aklına gelen şeyi sormak için annesinin yanına gidecekti ki babasının sözleri ile kapı ağzında duraksamıştı.
“Hanım! Söyle kızına hazırlıklarını yapsın. Birkaç aya Cemal Bey’in büyük oğlu ile evlenecek!” Kapı ağzında duran genç kızın yüreği o an korkudan çırpınmaya başlamıştı. Henüz erkendi! Evlendirileceğini elbette ki biliyordu ama o hep kendi köyünden biri ile evleneceğini düşünmüştü. Şu anda ise babası hiç tanımadığı bir adam ile evleneceğini söylüyordu. Elini kalbinin üzerine koyup koşarak odasına çıkmıştı. Annesi onu görse de tek yapabildiği arkasından üzgün bir şekilde bakmak oldu. Kızına oldukça düşkündü. İyi kalpli meleği büyümüş de gelin olacaktı, hem de bir beyin oğluna! Asude odasının kapısını kapatarak arkasına yaslanmış bir şekilde sakinleşmeye çalışıyordu. Bu kadar erken evlenmek istemiyordu. Bu olamazdı. İçine büyük bir korku yerleşirken hiç tanımadığı bir adamın karısı olmak… Genç kızı düşüncelerinden babasının “Yemek hâlâ hazır değil mi?” diye seslenişi çıkarmıştı. Koşarak mutfağa inen Asude önceden hazırladığı tepsiyi alarak büyük salona yer sofrasının üzerine bırakmıştı. Babası bağdaş kurarak başköşeye kurulurken Asude dalgın bir şekilde yemekleri dağıtıyordu. Sessiz bir şekilde yemek yendikten sonra genç kız hemen sofrayı toparlayarak ortadan kaybolmak istiyordu. Göz pınarları akmaya hazır derya gibi dolarken annesi onun ağlamak istediğinin farkındaydı. “Sen bırak kızım ben hallederim, bugün çok iş yaptın.” Annesine minnetle bakarken hızla odasına doğru koşmuştu. Babasının arkasından bakışlarını hissedebiliyordu. Ama bu şu anda umurunda bile değildi. Yatağının üzerine sırtüstü yatarak yüzünü yastığına gömmüştü. Ağlamasını bastırmaya çalışırken sırtına dokunan el ile ürken genç
kız yaşlı gözlerini ellerin sahibine çevirmişti. “Ağla kızım açılırsın.” Annesi sevgi ile sırtını ovalarken genç kız ağlamasına devam ediyordu. “Anne, babama söyle lütfen. Ben daha çok küçüğüm!” Annesi iç çekerek “Ben de senin yaşında evlendim kızım!” dedi. Asude burnunu çekerek tekrar annesine bakmıştı. “Ama sen babamı önceden tanıyordun. Ben daha kiminle evleneceğimi bile bilmiyorum!” dediğinde annesi ona “Cemal Bey’in büyük oğluna istiyorlar seni kızım!” diye cevap vermişti. “Ce… Cemal Bey mi? Hani karşı köyün sahibi… Ama anne o adam çok acımasız diyorlardı!” Annesi de kızının sözlerini başkalarından duymuştu. Cemal Bey’in köylüsünün beyden ne kadar korktuğunu bilmeyen yoktu. Ama karısının ne denli iyi kalpli olduğunu da söylemişlerdi. “Bugün bir haber geldi kızım. Cemal Bey’in eşi vefat etmiş. Evlenirsen koca konakta tek söz sahibi kadın sen olacaksın!”