ACITAN PERİ MASALLARI HATIRALAR SERİSİ II
POSTİGA YAYINLARI: Roman Kitabın adı: Acıtan Peri Masalları Yazar: Ece Altınkaya Genel Yayın Yönetmeni: Gökay Türkyılmaz Editör: Güven Akgün Sayfa Tasarımı: Ceyda Çakıcı Baş Kapak Tasarım: Murat Gündoğan ISBN: Birinci Baskı: Ekim 2015 Sertifika No: 32393 Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık san. Tic. Ltd şti Merkezefendi mah. Fazılpaşa cad. no 8/2 Zeytinburnu/ İstanbul Tel: 212 576 01 36 POSTİGA YAYINLARI Postiga Basın Yayın Tanıtım Hiz. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. TİM 2 İş Mrk. No 8/505-506 Topkapı-Zeytinburnu İSTANBUL Tel: 212 501 58 27 www.postigayayinlari.com postigayayinevi@gmail.com © Ece Altınkaya/ Postiga Yayınları (2015) Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
ACITAN PERİ MASALLARI HATIRALAR SERİSİ II ECE ALTINKAYA
İncecikti Gül dalıydı Dokunsam kırılacaktı Dokunmadım Kurudu Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını Neden akşam oluyorum tren kalkınca Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki Az önceki çiçekler nasıl da diken diken Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı Nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç / Hasan Hüseyin KORKMAZGİL
5
Bölüm 1 Anlatacaklarımı senin sayfalarına aktarıp aktarmamakta çok kararsızdım. Ama tüm bunların benim çok da mühim olmayan hayatıma tesiri çok fazla ve ben, artık bu fazla olan kısmı yüreğimde saklamaktan yoruldum. Zaten o da barınmak istemiyor zannedersem. Birisine anlatmamı ve böylelikle yaşamayı arzu ediyor. Senin sayfalarında yaşam bulacak; ama benim hayatımda son bulmuş bir aşkın hatıralarını anlatacağım sana. Senin tertemiz sayfaların benim bu hatıralarımın izleri ile yaşam bulacak. Benim günlüğümden öte sırdaşım olacaksın; çünkü bana ağır geliyor bu anıların gözyaşları. Sende kalırsa yaşlarım, ben yeniden gülüşümü bulabilirim belki de. Sayfalarına bırakacağım her bir hatıra, benim yaşamıma mühürlenen bir aşkın yangınıdır. Hiçbir zaman küle dönmeyen ve dönmeyecek bir Gençlik Hatırası... En yakın arkadaşım Buket’in kuzeninin bir gün okul çıkışına gelmesiyle hayatımın önlenemez ve iflah olmaz şekilde değişeceğini bilmiyordum o zamanlar. Ve tabii âşık olacağımı... O ana kadar habersiz olduğum; aşk... Önlenemez bir kaza gibi beni bulan, tahmin edilemez bir yazgı gibi kendine katan, kabul olan bir dua gibi ruhumu saran, cennetten kopup gelmiş o efsunlu aşk... Bu aklıma gelen en son şeydi. Ama aklıma en gelmeyen, güm diye kalbime düşmüştü hem de bir güneş patlaması etkisiyle. Yangın gözler yaz güneşi gibi beni kavururken sonradan öğrenmiştim; meğer güneş değil Ateş’miş aklımı başımdan alarak gönlüme düşen, bir yaz gecesi gibi kanıma giren. Sanki sıcak bir çöl günü susuz kalmışım da o çölde serap görmüş gibiydim onun kara gözleri ile karşılaştığımda. Asi, tehlikeli, tekinsizdi. Ve çok güzel... Dünyevi olamayacak 7
Ece Altınkaya
kadar güzel bir seraptı. Hummalı bir ateş etkisiydi yaşadığım; çünkü ben bir daha o belalı kara gözlerin tesirinden çıkamadım. Ve onun karanlık melek görüntüsünün sakladığı baştan çıkaran gamzeleri ile gülümsediğinde felaketim olacağını hiç anlayamadım. Nereden bilebilirdim, ne yapabilirdim ki? Olan olmuş, zaman akmış, aşk bedenimle yüreğimi doldurmuş, beyin hücrelerimi durdurmuştu. İşin akla durgunluk veren yanı; Ateş de bana âşık olmuştu. Bunu on yedi yaşındaki Gülperi hiçbir zaman idrak edemese de kabul edemese de bu böyleydi. Ateş ona âşıktı. Hem de adı gibi yakan, kasırga gibi esen, deli bir âşık... Ateş benim ayaklarımı aşkla yerden kesmiş ve bana delice âşık olduğunu hep söylemişti. Ama ben o zamanlar buna bir türlü inanamamıştım. Benim buna inanmamı zorlaştıran sebepler de çoktu gerçi. Toy, güvensiz ve aptaldım. Sebepler yerine ben Ateş’e güvenseydim belki de her şey farklı olacaktı, kim bilir? Sonra şartlar, olanlar veya kader... Hâlâ sorgularım. İnsan kaderini kendi belirlemek için mi kararlar alırdı, yoksa aldığın tüm kararlara rağmen ne yaparsan yap sana çizilen o kaderi yaşamak mı düşerdi payına? Buna kimse cevap veremez. Çünkü mutlak doğruyu kimse kanıtlayamaz. Sadece inandığımızı yaşarız. Hepsi bu. Ben korkmuştum. Ve hep korkularımı yaşadım. Cesur olsaydım ve gözü pek, ne yaşardım bunu bilebilir miydim? Ateş “Hadi gel, evlen benimle Peri Kızı, gelinim ol,” dediğinde korkusuzca “Her zaman, her şekilde hep yanında olurum.” deseydim... Ama diyemedim. Ben, ilk önce Ateş’in annesinin dediklerine inandım, sonra Selda’ya... Bir yılana inanmak, aşkıma inanmaktan nasıl daha kolay olabilirdi? Beynimin dediğine inandım da bu aşk boyunca, ne kalbime ne de Ateş’in kalbinin dediklerine inandım. Hele aşkımıza hiç şans vermedim. Görünüştekine inandım da, asıl var olana inanamadım. Ateş, babası tarafından Amerika’ya gitmeye zorlandığında onunla gidemedim. İstemedim mi? Bundan daha keskin, derin, yoğun hiçbir şeyi istemedim. 8
Acıtan Peri Masalları
Gidebildim mi? Bazen en derin istekler bile bazı şartlar altında solmaya yüz tutardı. Ama Ateş’ten de bir an olsun vazgeçmedim. Onu hep bekledim ben. Gelecek diye hep bekledim. Küçük bir tohumdu sevda. Kalbimize yerleşmişti. Filizlenmeye yüz tuttuğu anda tam tomurcukları açacakken kırağı çalmıştı, buz kesmiş... Sonra Ahmet çıkagelmişti buz kırağı hayatıma. Hayatım buz iken buzuldan bir mevsime taşınmıştı, sanki bir sonsuzluğa uzayıp giden. Mevsimin ne zaman geçeceğini bilmeyen ben, o mevsimde donarak sıkışıp kalmıştım. Hep yaz ateşimi özleyerek, yaz gecelerinde dolaşarak, ışığıyla yönümü gösteren Ateş Böceği’mi bekleyerek o ölüm ıssızlığında donuk, tundra toprakları gibi çoraklaşmıştım. Yaprak dökümü gibi birer birer arkadaşlarımı, dost bildiklerimi, aşkımı kaybetmiştim. Yerleri dolmamıştı. Ben beklemiştim; ama gidenler sözünü tutup geri dönmemişti. Bir boşlukta köksüz bağsız, sessiz sedasız, evsiz barksız ama bağımlıydım. Ahmet’in gölgesinde ve Ahmet esaretinde...
Mart 2003 Okulun uzayan son senesinde, her şeyin yönünü değiştiren olayların saklı olduğunu hiç bilmiyordum. Ama bu olayların ortaya çıkmasında etkili olanlar, zaten hayatıma damgasını vurmuştu. Babam kalbinden rahatsızlanmıştı. Ben Hande’yle birlikte bankada stajyer olarak çalışmaya başlamıştım. Hande’nin annesine de meme kanseri teşhisi konmuş ve kemoterapi tedavisine başlanmıştı. O sabah Hande, annesini hastaneye götürmüş, hastanede annesine ilaç verilmişti. Ben okul çıkışı aldığım notları Hande’ye vermek için onlara gitmiştim. Hande kapıyı açtığında, oldukça sarsılmış görünmüştü gözüme. İçeri girerken Türkan teyzenin nasıl olduğunu sormuştum. Hande “Her artan seansla birlikte, vücuduna giren ilaç onu daha da beter yapıyor,” demişti. “Korkuyorum artık. 9
Ece Altınkaya
Sanki iyileştireceğine, o kanına giren zehir gibi ilaçlar onu daha kötü yapıyormuş gibi hissediyorum… Geldiğinden beri kustu. Şimdi daha iyice gibi, uyukluyor.” Gözlerinin feri sönmüş Hande’nin, her şeye rağmen dirayetli, dirençli ve olumlu düşünmeye yönelik duruşunun, suda yol almaya çalışan kâğıttan bir gemi gibi dağıldığına şahit olmuştum. Bunu görmeye tahammül edememiştim. “Hayır!” demiştim, kendimden ummadığım bir cesaret gösterisiyle… “Korkmak yok. İyi olacak, bunu sen de benim bildiğim kadar iyi biliyorsun. O ilaçların yan etkisi bu, her ilaçta olduğu gibi… Sadece iyileştirme özelliği çok kuvvetli olan böyle ilaçların yan etkilerinin de en az iyileştirme gücü kadar etkili olmasının doğallığını kabul et… Hem inancımızın kuvvetinin oluşturduğu etki kadar güçlü olacağımızı, bana sen söylemiyor muydun? Öyle çok inanıyorum ki her şeyin düzeleceğine. Bu benim içimden çıkıp, evrenin kontrolüne girmiş bir enerji gibi etrafımızı kuşatıyor. Sen de inancından vazgeçme. Beni yalnız bırakma...” Hande tekrardan gülen gözleriyle bana bakarken benden tekrardan destek almak ister gibi “Vazgeçmek; ölmek demek, öyle değil mi Gülcüğüm?” demişti. “Beni elimden sıkı sıkı tutup düşmeme engel olduğun için teşekkür ederim.” Birbirimize sarılırken çevremizdeki enerjinin bizi okşadığını duyumsamıştım. Okuldaki notlarla birlikte hocanın anlattıklarının kısa bir özetini Hande’ye geçerken, iç taraftan bir kapı sesi gelmiş, ben Türkan teyzenin yeniden kusmasından endişe ederek kulak kabartmıştım. O esnada Hande’nin aralık kapısını tıklatıp içeriye Hande’yi andıran tipiyle bir erkek girmişti. Hande gibi çok uzun boylu değildi. En fazla bir yetmiş yedi olabilirdi. Ama etrafına yaydığı enerji ve karizma, bir yetmiş yedilik bir adam için oldukça kuvvetliydi. Aynı bankadaki yetkili amirlerimiz gibi ciddi bir duruşu vardı; ancak etrafında onlardan çok daha otoriter bir hava estiriyordu. 10
Acıtan Peri Masalları
Hande dudaklarında samimi bir tebessümle adama bakıp “Abiciğim…” demişti. Sonra dudaklarındaki tebessüm titreyerek solmuştu. “Uyudu mu?” Hande’nin abisi burun kemerini sıkarak gözlerini kapatmış, alnını ovuşturarak elini boynuna atmıştı. Bileğindeki, daha sonra Rolex marka olduğunu öğreneceğim altın renkli saati parlamıştı. “Evet, en sonunda uyudu. O hâline bakmadan benimle konuşabilmek için kendini yordu ve sonunda tükenip uykuya yenik düştü. Neyse ki şimdi daldığı uyku huzurlu bir uyku…” demişti abisi. Şahane etkileyicilikte bir ses tonu ve o sesi çok iyi kullanabilme becerisi vardı. Hande, aklına birden benimde orada olduğum gelmiş gibi “Ah, abi bak tanıştırayım. Bu benim okuldan arkadaşım Gülperi,” demişti. Hande’nin abisi de benim orada olduğumu yeni fark ederek, bakışlarını bana yönlendirmişti. Gözleri Hande’nin gözleri gibi kahve değildi. Daha açık, koyu sarıya çalan bir elaydı. Bakışları da Hande’nin anlayışlı, bilge bakışları gibi değil, daha çok inceleyen, analiz eden bir tarzdaydı. Karşıdan bakıldığında daha genç gösteriyordu. Ama Hande’yle aralarında yaş farkı vardı. Hande bana abisinden bahsederken sanırım, “Aramızda yedi yaş var,” demişti. Benimle Hande’nin arasında da bir yaş olduğuna göre, benden de sekiz yaş büyük olmalıydı. Bana doğru yürüyüp, sanki bir iş yemeğindeymişiz gibi havalı bir hareketle elini uzatmış, elimi bankacılara has bir profesyonellikle sıkıp “Ben de Ahmet Sarıhanlı,” demişti. Neredeyse ağzımdan bir kıkırdama nidası kaçacakken son anda kendimi tutmuş ve “Tanıştığımıza memnun oldum,” demiştim. Ancak dudağımın seğirmesini engelleyememiştim ve bu minik dudak hareketim Hande’nin abisinin atmaca kadar keskin, analiz edici gözlerinden kaçmamıştı. Beni, anlayamadığım kadar acayip, dikkatli bir bakışla kestikten sonra dudaklarındaki belli belirsiz, gizemli bir 11
Ece Altınkaya
tebessümle “Ben de çok memnun oldum küçük hanım,” demişti. Akşam olduğunda Hande’yle ders çalışmamız sona ermişti. Ben eve gitmek için hazırlanırken, Hande’nin abisiyle sokak kapısının önünde karşılaşmıştık. Hande merakla abisine “Hayrola abiciğim, sen nereye? Sofrayı hazırlayacaktım,” diye sormuştu. Hande’nin abisi, hep soru soranın kendisi olmasına alışkın kişilerin ifadesiyle Hande’ye baktıktan sonra “Ufak bir işim var onu halledip dönerim. Sen sofrayı kur, ben geç kalmam,” demişti. Hande sonra bana dönmüştü. “Sen de yemeğe kalmadın Gülcüğüm…” Ben bir yandan kabanımı giyerken, diğer yandan da Hande’ye gülümsemiştim. “Olsun canım, başka zaman kalırım. Bugün annem yemeğe bekler beni, biliyorsun babam da hastaneden yeni geldi.” Hande’yi yanaklarından öpmüş, asansörün kapsının önünde bekleyen Hande’nin abisinin yanına gelmiştim. Asansör kata gelip durunca, Hande’nin abisi asansörün kapısını açmış ve benim geçmem için tutarken zarifçe bana yol vermişti. “Hoşça kal Gül,” diyen Hande’ye el sallamış ve iyi akşamlar dilemiştim. Asansörün kapısı kapandıktan sonra, Hande’nin abisine ürkek bir bakış atmış ardından küçük bir tebessüm etmiş, arkasından bakışlarımı ayakkabılarımın ucuna çevirmiştim. Onunla aynı asansörün kabini içindeyken nedense kendimi tuhaf hissetmiştim. Sanki kabin olduğundan daha darmış veya asansörün hızı her zamankinden daha yavaşmış gibi gelmişti. Daha da tuhaf olanı, sanki onun bakışlarının her santimetrekaremde dolaştığını hissediyormuşum gibi gelmesiydi. Kendi hüsnükuruntum olup olmadığını merak ederek başımı kaldırıp ona baktığımda, bakışlarıyla karşılaşmıştım. O anda ilk tanıştığımızdaki gibi, tebessüm edip etmediği anlaşılmayan gizemli bir ifadeyle dudakları 12
Acıtan Peri Masalları
hafifçe oynamıştı. Ben kaşlarımın altından bakıp yine tebessüm etmiştim. O, tok sesiyle “Evet Gülperi, eve nasıl gideceksin bakalım?” diye sorarken, asansör zemin kata inmişti. Hande’nin abisi yine asansörün kapısını açmış ve bana geçmem için yol vermişti. Ben teşekkür ederken, ilerideki otobüs durağına yürüyüp oradan otobüse bineceğimi söylemiştim. O bana, “ Hava epey karardı. İstersen seni evine ben bırakayım,” diye bir teklifte bulunurken, ben “Ah, ben size zahmet vermek istemem. Saat gerçekten o kadar geç değil, hem zaten karanlıktan da korkmam,” diye, neden söylediğimi bile bilmediğim bir yalan uydurmuştum. Belki de öyle kendinden emin bir kişinin karşısında küçük, masum ve korkularını belli eden biri gibi görünmek istemediğim içindi. O, kaşının altından bana keskin bir bakış atmış “Evet, karanlıktan korkmak için epey büyümüş olduğunu görebiliyorum. Ama yine de senin gibi sevimli bir küçük hanımın bu saatte sokaklarda yalnız dolaşmasına müsaade edersem, ben nasıl bir adam olurum? Bunu benim açımdan bir düşün…” demiş ve bu sefer tebessüm olduğuna emin olduğum bir şekilde dudakları kıvrılmıştı. Hande’nin abisi yine aynı kibar hareketiyle bu sefer de apartmanın kapısını bana tutmuştu. Tam önünden geçerken dışarıdan esen sert rüzgârın etkisiyle, ferah ve canlı parfüm kokusu burnuma gelmişti. Görüntüsüyle özdeş, hırslı, dinamik, modern şehir erkeği gibi kokuyordu. Oyunu her şekilde ve kurallarına göre oynayan, gerektiğinde ezber bozan... Biraz olgun ve agresif, ama fazlasıyla oyuncu… O anda parfüm kokusundan başka bir koku daha burnuma çalınmıştı. O da yağan yağmur kokusuydu. “İnanmıyorum… Yağmur başlamış!” Sesim o denli sitemkâr çıkmıştı ki, ben bile şaşırmıştım. Arkamdaki ancak film yıldızlarına özgü olabilecek o ses, birden kulağımın dibinden gelmiş ve yerimde zıplamama neden olmuştu. 13
Ece Altınkaya
“Karanlıktan değil; ama yağmurdan korkuyorsun anlaşılan Gülperi.” Aniden arkamı dönmemle birlikte bana çok yakın, fakat yine de bu yakınlığına rağmen mesafeli durduğunu fark etmiştim. Ela gözleri o kadar belirgindi ki, menevişlenen sarılarını görebiliyordum. Kaşlarını kaldırmış, benden cevap bekler gibi bir hâli vardı. Ne yapacağımı bilmeden bocalamıştım. Onunsa yüzünü, benim bu hâlimden zevk alan, tembel bir gülümseme kaplamıştı. Gözleriyse yabani kedilerin parlaklığındaydı. “Bu sevimli küçük hanım, onu yağmurdan koruyarak evine bırakmayı istemek gibi bir kahramanlığı bana çok görmez sanırım.” Bir adım geri çekilerek kendi kişisel alanımda rahat nefes alabilmek için boşluk yaratmış ve sonra onun vahşi kediler gibi keskin parlaklıktaki gözlerine bakarak, kendine güvenli bir kız gibi gülümsemiştim. Ancak kendimi fazlasıyla savunmasız hissediyordum. “Tabi Ahmet abi, siz nasıl isterseniz!” Ama onun adının sonuna eklediğim abi kelimesi o kadar eğreti durmuştu ki, onu bey kelimesiyle değiştirmemek için dudağımı ısırıp, kendimi zor tutmuştum. O yine bana o tuhaf, alaycı ve parlak bakışlarıyla baktıktan sonra “Hande’nin abisi olduğum için bana abi diye hitap etmen gerekmez Gülperi, sen bana sadece ‘Ahmet’ diyebilirsin. Bence daha çok yakışır,” demiş ve trençkotunun yakalarını kaldırarak yağmurun içine dalmıştı. Beni de onu izlemem için zorunlu bir hissiyat içinde bırakmıştı. O gün hayatımda gördüğüm en lüks BMW içinde yaptığım, diken üstünde bir yolculukla evime bırakılmıştım.
Aralık 2003 Düğünüm gelmiş, çatmıştı. Herkes heyecanlıydı. Çılgınlar gibi etrafımda dolaşıyorlardı. Ve eminim herkes benden bin kat daha mutluydu. Etrafımdaki bu kakofoni, ben 14
Acıtan Peri Masalları
yataktan kalktıktan hemen sonra başlamıştı. Ve ben engel olamadığım bir girdabın içine çekilirken, kendimi serbest bırakmıştım. Suyun önlenemez güçlü akışına kapılmış bir böcek gibi... Şimdi, annem duvağımı düzeltip, Hande hayatımda gördüğüm en şık zümrüt yeşili gece elbisesiyle karşımda bir masal prensesi gibi dolanıp dururken, son dakika eksikliklerini tamamlamaya çalışıyordu. Bu koşuşturma içinde benim çalkantılı duygularımı tahmin edebilen tek kişiyse Hazan’dı. Tanyeri rengindeki kıpkızıl saçlarını yarım toplayarak omuzlarından aşağı bırakmış ve giydiği sarı renkteki elbisesinin içinde gerçek bir gün doğumu gibi beni izliyordu. Bal rengi gözlerinin içinde tutuşan lacivert benekler gibi, sakladığı onlarca sırla hep benim yanımda durup sessizce beni seyrediyordu. O da biraz evvel, Hande ve diğer bekâr genç kızlarla birlikte gelinlik ayakkabımın altına ismini yazmıştı. Ama Hazan bunu sadece adet yerini bulsun diye yaparken, sanırım Hande bu arzusuna yakın zamanda kavuşacaktı. Gerçekten de giderken şakalaştığımız gibi olmuş ve Hande sahiden, New York’ta Seymen Ağa’sını bulmuştu. Okulumuz bittikten sonra, Ahmet annelerinin hastalığından dolayı çok bunaldığını düşündüğü kardeşini Amerika’da bir MBA yüksek lisans programına katılması için ikna etmişti. Hande her ne kadar Türkan teyzeyi bırakıp gidemeyeceğini söylese de, Ahmet hem verdiği kararlara karşı çıkılmasını sevmediğinden, hem de kardeşinin hep çok istediği bu programa katılmasının ne kadar süreceği belli olmayan bir hastalık yüzünden ertelenmesini istemediğinden, Hande’yi itirazsız Amerika’ya göndermişti. Ahmet’in ikna metotları kesin ve metazori emirlere dayanıyorsa da, sonuçta Hande’ye düşüncesinin mantığını yine de kabul ettirmişti. Çünkü Hande Amerika’ya okulla ilgili işlemleri halletmek için giderken huzursuz değil, aksine çok mutluydu. İçinin burukluğunun nedeni, sadece annesini burada bırakıp gidecek olmasıydı. Ahmet, Hande’nin üzüntüsünü giderebilmek içinse şunları söylemişti. “Sen 15
Ece Altınkaya
gidince annemin yalnız kalacağını mı düşünüyorsun? Biz neciyiz Hande? Bostan korkuluğu mu? Neden bankadaki görevimin alanını değiştirdiğimi sanıyorsun ki? Artık sizlerden uzak olmamak için.” Hande, Amerika’ya orada halledilmesi gereken okul işleri için gittikten çok az bir süre sonra, Ahmet, bir gün beni iş çıkışımdan almaya gelerek şaşırtmış ve o akşam yemeğinde, bana evlenme teklifinde bulunarak beni şoka sokmuştu. Kulaklarıma inanamamıştım; çünkü Ahmet’le birlikte dışarıya çıkışlarımız, sevgili olma durumunun hiçbir zaman kıyısından dahi geçmemişti. Ahmet ve Hande, ne zaman abi kardeş bir şey yapmak için karar verirlerse, Hande bu programlarını bana da söylemiş ve biz, Ahmet’le hep bu şekilde birbirimizi görür olmuştuk ki, zaten bu buluşmalar toplasan bir elin parmaklarını geçmezdi. Ben o akşam ne diyeceğimi bilemeyip ağzım beş karış açık şok yaşadığım için, Ahmet soğukkanlı, analitik kişiliğiyle olaya müdahale edip bana yaklaşarak, benden biraz düşünmemi ve kararımı o şekilde kendisine bildirmemi istemişti. Ancak bu tekliften Hande’ye bahsetmememi özellikle rica etmişti. Çünkü eğer teklifini kabul edecek olursam, kardeşinin bunu benden değil, kendisinden duymasını yeğlerdi. Bana bunu söylediği için, ben de Hande’ye konuyla ilgili bir şeyden bahsetmemiştim. Zaten Hande de Amerika’daydı. Yani bu konu hakkında onunla yüz yüze konuşma fırsatını yakalayamayacaktım. Akşam eve geldiğimde annem bende tuhaf, hatta hastalıklı bir hâlin olduğunu anlamıştı. Ne kadar neyin var diye sıkıştırsa da, konuyu geçiştirmeyi başarmıştım. Ahmet’in bana evlenme teklif etmesi, herhalde hayatımda başıma gelebileceğini düşündüğüm ihtimaller arasında aklıma gelen en son ihtimal olurdu. Ve aklımın ucundan geçmeyen başıma gelmişti. Ahmet’in bana düşünmemi salık verdiği bir haftalık zaman tükenirken, ben arpacı kumrusu gibi ona hayır cevabını nasıl vermem gerektiğini düşünüyordum. Ancak bu işin hafifletilmiş bir hâli yoktu. Hayır ha 16
Acıtan Peri Masalları
yırdı. Ve ben tabii ki de hayır diyecektim. Bir hafta sona erdiğinde, Ahmet’i aramam ve teklifine olumsuz yanıt vermem gerektiğinin oldukça farkındaydım. Ama sanki ona cevap vermeyip olabileceğim kadar hızlı şekilde aksi yöne kaçarsam, ona hayır demeden cevabımın hayır olduğunu anlatabilecekmişim gibi bir izlenime kapılmıştım. Ve böylece aptalca bir çözüm üreterek onu aramamaya karar vermiştim. Bir hafta dolmuştu; ancak Ahmet tarafından aranılmamıştım. Onun da yaptığı hatanın farkına vardığını düşünmeye başlayarak sevinçten kabıma sığamamıştım. Bu olay böylece kapanacak diye oldukça memnundum. Bir haftadan beri midemde taşıdığım kurşun külçeler, kuş gibi havalanarak yok olup gitmişti. İkinci haftanın bitimindeki bir akşam, mesai çıkışında bankanın önüne park eden Ahmet’in son model BMW’sinin ksenon farlarının ışıklarını görmüştüm. Avcı bir gece yaratığının avı olmamak için, can havliyle ve son sürat kaçan zavallı bir ceylanın çaresizliğiyle kalbim ağzımdan fırlayacakmış gibi atarken, daha Ahmet benim farkıma varmadan bankanın yanındaki sokağa dönmüştüm bile… Daha sokağın sonuna varmadan yaptığımın çok nafile ve anlamsız bir hareket olduğunun bilincindeydim; ama damarlarıma pompalanan korku, bilincinde olduğum bu anlamsız hareketi düzeltmeme sebep olamamıştı. Eve geldiğimde kendimi hâlâ bayılacakmış gibi hissediyordum ve yüzüme yansıyan bu durum, annemin beni hasta zannetmesine yol açmıştı. Akşam yemekte hiçbir şey yemediğim annemin gözünden tabii ki kaçmamıştı. Gece erkenden annem ve babama iyi geceler dileyip kendimi odama atmış ve yastığım derdime çare olacakmış gibi ona sıkıca sarılıp, ondan medet ummuştum. Hâlâ o korku anının dehşetli hissi yüzünden kendimi kapandaymış gibi duyumsarken, gözümden yavaşça akan yaşları silmiştim. Bu hissettiğim dehşete anlam veremiyordum, aynen Ahmet’e hayır demem gerekirken kaçıp saklanmak istememi anlayamadığım gibi… O sırada annem yumuşak bir tüy hafifliğiyle odama süzülmüştü. 17
Ece Altınkaya
“Çiçeğim, uyudun mu?” Hafifçe burnumu çekmiş, yatakta doğrulurken gözyaşlarımı elimin tersiyle kurulamıştım. Saçlarımı kulaklarımın arkasına atarken anneme bakıp “Gel anneciğim… Ben… Uyuyamıyorum,” demiştim. “Neyin var Gülperi? Hasta mısın kızım?” derken elini alnıma dayamış ve ateşimin olup olmadığına bakmıştı. Elini çekmeden yakalamış ve dehşetten yanan yüzümü avucuna dayamıştım. “Hiçbir şeyim yok… Sana ihtiyacım var…” derken yeniden gözlerimden yaşlar boşalmaya başlamış ve konuyu anneme anlatmaktan başka bir çare bulamayıp, onun şifalı kollarının beni koruyup kollaması için, kendimi o kolların arasına atmıştım. Annem de anlattıklarımdan sonra en az benim girdiğim kadar bir şok yaşamış gibi yüzüme bakarken, elleri şefkatle saçlarımı okşamıştı. Sonra peygamber çiçekleri kadar duru mavi gözlerindeki bakış şoktan çıkıp anlayışlı bir ifadeye dönüşmüştü ve “Ne yapmak istiyorsun Gülperi?” demişti. İsyankâr bir sesle “Ben evlenmek istemiyorum!” demiştim. “Peki, bunu söylemen gerektiğinin farkındasın, değil mi? Kaçmak hiçbir şeyi halletmez.” Başımı bir suçlu gibi önüme eğmiştim. “Farkındayım anne. Ama onda, beni anlamadığım şekilde korkutan bir şeyler var. Sanki… Sanki ‘hayır’ı bir cevap olarak kabul etmeyecekmiş gibi garip bir hissiyat.” Beni bağrına daha çok bastıran annem, küçük bir kızmışım gibi saçlarımı okşamaya devam etmişti. “Öyle bir şey olur mu Çiçeğim? İstemediğin takdirde kim seni zorlayabilir ki? Ben senin hep yanındayım.” Ertesi sabah daha mesai başlamadan bu işi bitirme cesaretindeydim. Annem bana öyle bir kuvvet vermişti ki, dünya yerinden oynasa beni kimse yerimden sarsamazdı. Ben kendimi çok yenilmez hissetmiştim; ama bu his, Ahmet’in telefonunu arayasıya kadar buhar olup uçmuştu. 18
Acıtan Peri Masalları
Ahmet’in cep telefonu çalarken avuç içlerim terden sırılsıklam olmuştu ve heyecanımı kontrol altına alabilmek için arka arkaya derin nefesler alıp vermiştim. Ancak kalbimin delibozuk, vahşi atışında hiçbir düzelme yoktu. Ahmet’in telefondan karizmatik sesi duyulurken benimde kulaklarımda sirenler çığlık atmaya başlamıştı. “Günaydın Gülperi… “ “G—gü—günaydın…” Kendime lanetler okuyarak yine teklememek için derin bir nefes daha almıştım ve devam etmeye çalışmıştım. “Şey… Siz yani seni rahatsız ettim sabah sabah; ama… Bana yaptığın teklif için… Yani biraz geç döndüm sana; ama…” Ahmet otoriter ve karizması ağır basan, sanki altın külçelerin birbirine çarpmasıyla zenginleşen ses tonuyla bana yardım eder gibi lafımı tamamlamıştı. Ama ben nedense amirinden azar işiten bir çalışan gibi kendimi ezik hissetmiştim. “Önemli değil Gülperi. Tabii ki düşüneceksin. Bu senin en doğal hakkın. Bu akşam iş çıkışına gelip seni alayım, bu işi etraflıca konuşalım. Telefonda konuşulamayacak kadar planlanması gereken çok konu var. Ve bizim vaktimiz dar,” demişti bana. Ahmet’in söyledikleri tekrardan paniğe kapılmama neden olmuştu. Vakit dar?!! “Yoo, hayır… Çok konu yok… Yani konu yok…” Konuşulacak konu yok demek istemiştim. Bizim evlilikle ilgili konuşacağımız hiçbir konumuz olamazdı. Benim ona, evlilik teklifiyle alakalı olarak hayır dememden başka. Ahmet’in otoriter sesi biraz yumuşamış, hatta sanki tebessüm eder gibi çıkmıştı. “Daha evvel, kaç kere evlendin ufaklık?” Sonra da bir şey dememe fırsat vermeden devam etmişti. “Akşam seni almaya gelirim ve konuşuruz. Kısa bir sürede neler yapılabilirse, onların hepsinin detaylı bir planını çıkarmak lazım. Neyse... Şimdi işe dönmem gerekiyor. Akşama görüşürüz. Hoşça kal Gülperi.” Telefonun ucunda taş kesilmiş bir hâlde kalakalmıştım. Ve Ahmet telefonu kapatmıştı. 19
Ece Altınkaya
Akşam iş çıkışı, Ahmet beni almaya geldiğinde ve arabasını gördüğüm anda tekrar o sokakta koşup kaybolma histerisiyle dolup, son saniye bunu yenmede başarılı olmuştum. Yanımda iş arkadaşım Hazan’ın olması, belki de yapacağım bu kaçış planını engelleyen bir unsurdu. Ahmet’le istemeye istemeye Hazan’ı tanıştırdıktan sonra, Hazan yanımızdan ayrılmış, Ahmet’se arabasının kapısını bana kibarca tutup beni arabaya oturtmuştu. Aslında arabaya binmeden ayaküstü bu işi halletmek istemiştim; ancak Ahmet’in bana olan incelikli davranışları, konuyu onu incitmeden anlatmam gerektiği düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Beni getirdiği yer lüks bir restorandı ve bu benim midemin daha da kasılmasına neden olmuştu. Yerlerimize geçip bir süre havadan sudan bahsetmiştik ve sipariş olarak sadece bir bardak su istediğimi söyleyince, Ahmet’in eleştiren ela bakışlarının yüzümü incelediğini fark etmiştim. Kendimi bu kez müdürün odasına çekilmiş, hatasından ötürü azarlanmak üzere olan bir öğrenci gibi hissetmiştim. İstediğim su ve Ahmet’in aperatif olarak sipariş verdiği vermut geldikten sonra, ben konuya girebilmek için yerimde huzursuz bir şekilde kıvranmıştım. Elimi dalgın bir şekilde bardağın etrafında gezdirirken, Ahmet’in kelimelerin hakkını veren sesiyle bakışlarımı ona doğru kaldırmıştım. “Evet, Gülperi… Sanırım düşünüp kararını verdin.” Aceleyle yutkunup sözcükleri bir araya toplamaya çalışırken dudağımı dişlemiştim. “Evet… Sanırım verdim. Yani verdim tabii. Ben… Ben bu evlilik olayına henüz hazır değilim.” “Merak etme Gülperi, senin hazırlanman ve olaya adaptasyon sürecinin gerçekleşmesi için yeterli süren olacak. Bunun için kaygılanma…” Kaygılanmak? Nasıl kaygılanmazdım? Şu anda bir erkeğin bir kıza yaptığı ‘evlilik teklifini’ reddetmek üzereydim. Bu ciddi bir şeydi. Tabii ki kaygılanıyordum. “Bunun 20
Acıtan Peri Masalları
için kaygılanmıyorum. Kaygılandığım şey… Demek istediğim… Yani…” O kadar telaşlanmıştım ki söyleyeceğim tüm sözler birbirine girmişti. Ahmet tek kaşını kaldırmış, oldukça ciddi bir şekilde beni dinliyordu; ancak o bana bu şekilde baktıkça, ben onun karşısında daha çok kem küm ediyordum. Ahmet benim toparlayamadığım durumu yine hâkimiyeti altına alıp, sakinleşmem adına su bardağını kavramış olan elimi tutmuş ve avuçlarının arasına almıştı. “Gülperi derin bir nefes al ve bana düşündüğün şeyi söyle…” Onun dediğini yapıp sakinleşmek için derin bir nefes almıştım; ancak avuçları arasındaki elimin terden sırılsıklam olduğunun oldukça farkındaydım ve buz gibi… “Ben şu an için evlenemem. Gerçekten, bu çok ani oldu ve ben… Ben evliliğin düşüncesini bile aklıma getirmemiştim şimdiye kadar. Yani, evlenme düşüncesi bana çok yabancı bir olgu şu an için. Ben size teşekkür ederim; ancak–” Ahmet sözümü kesip araya girmişti. “Hayır, hayır siz değil… Sen… Bana, sadece Ahmet olarak hitap etmen için seninle anlaşmıştık diye hatırlıyorum Gülperi, öyle değil mi? Bu evlilik teklifinin sana çok ani geldiğinin farkındayım.” Bana belli belirsiz bir tebessüm etmişti. “Korkma, seninle hemen şimdi evlenecek değilim. Sana evlenme teklif ederkenki düşüncem, birbirimizi daha yakından tanımaya çalışırken evlilik düşüncesiyle hareket ettiğimi ve niyetimin çok ciddi olduğunu göstermekti. Bu sırada sen de evlilik düşüncesine alışacağın zamana sahip olacaksın. Bu yaştan sonra bizim için, ergenlerin yaşadıkları cinste bir flörtle birlikte olma düşüncesinin komikliğini elbette sen de fark etmişsindir. Ve bu tip bir birliktelik, sana da mantıksız gelecektir. Belli bir yaşa gelmiş yetişkin insanların duygusal ilişkiden beklentileri, çocukların beklentilerinden daha farklı olmak durumunda. Beni anlıyorsun değil mi? Ben kendime eğleneceğim değil, evleneceğim bir kız arıyordum. Ve onu bulduğuma inanıyorum.” 21
Ece Altınkaya
Dediklerini çok iyi anlıyordum ve anlamadığımı ifade edersem, düşeceğim durumu da öyle… Ama bu Türkçe kelimelerin anlattığı şeyleri anlamak, Ahmet’in dediklerini anladığım anlamına gelmiyordu. Ne anlattığındansa, kendimi karşısında oldukça toy ve beceriksiz hissettiğimi daha iyi anlıyordum. Elimi yavaşça avucundan kurtarmış, masanın altına götürdükten sonra terle kaplı avuç içimi bacağıma sürtmüştüm. “Şey, ben sizi...” Kafa karışıklığımı geçirebilecekmiş gibi diğer elimle şakaklarımı ovmuştum. “Yani seni, anlıyorum elbette. Ve beni söylediğin sözlerle onurlandırdığın için teşekkür ederim; fakat evlilikle ilgili düşüncemin, buna alışıp alışmamakla ya da bu zamana sahip olmakla veya seninle flört etmenin sonucunun nereye gideceğini hesap etmekle alakası yok. Bu düşündüğün kadar komplike bir şey değil… Bu… Bu… Bu yalnızca benim evlenmek istemememle alakalı bir şey. Seninle ilgisi yok,” dedikten sonra kendimi ona ifade edip edemediğimi anlayabilmek için endişeyle surat ifadesini incelemiştim; ancak Ahmet’in yüzü bir poker suratından farksızdı. Sonra Ahmet karşımda hareket edip vermutunu yavaşça yudumlamış ve eliyle çenesini sıvazlamıştı. “Neden korkuyorsun Gülperi? Merak etme seni sadece tanıyacağım… Ve tanırken de ailenin iznini almak istedim. Hepsi bu. Tabii bu izni alabilmek için de sana ilk önce evlenme teklif etmeliydim ki, benim ciddi olduğumu ailen anlayabilsin. Yoksa kızlarının her önlerine gelenle görüşmesine müsaade etmeyeceklerini tahmin ediyorum. Yanılıyor muyum?” demişti. Babamın şu anda benim bir erkekle birlikte yemekte olduğumu bilmesi düşüncesi aklıma dolarken hafifçe titremiştim. “Tabii ki, her önüme gelenle görüşmeme karşı çıkarlar… Ancak evlilik düşüncesiyle olsun ya da olmasın, birileriyle onu tanımak için görüşmeye başlamamdan sonra, eğer ki bu aşamanın sonucunda anlaşamadığımızı anlayarak o kişiyle bundan caysak bile, babamın bu evlilik fikrinden cayacağını sanmıyorum. O yüzden evlilik 22
Acıtan Peri Masalları
düşüncesini babamla paylaşma fikri, pek parlak bir fikir değil. Ben gerçekten seni kırmak istemiyorum; ama bence, biz bu birbirimizi tanıma bahsini kapatmalıyız.” “Ama ben seni tanımayı çok istiyorum ve tanışıklığın sonucundaki niyetim ciddi…” Bir an durmuş ve ela gözlerinde tehlikeli sarı şimşekler çakmıştı. Sonra dudakları belli belirsiz kıvrılmıştı. “Ben sanıyordum ki kızlar bir ilişkinin sonucunda kendisini kullanıp atacak erkelerden korkar ve her ilişkiye evlenme niyetiyle girerler. Bense sana baştan niyetimin zaten evlenmek olduğunu ve eğer anlaşırsak evlenmek istediğim kişinin sen olduğunu söylüyorum. Şimdi bana neden gerçeği söylemiyorsun Gülperi? Beni tanımak istememendeki gerçeği…” Dedikleri karşısında dudaklarımı kemirirken bocalamış ve istediği gerçeği ona verip vermeme sıkıntısıyla iç çekmiştim. İçimdeki çatışmanın sesleri dudaklarımdan dökülürken, kulağıma gelen sesim gergindi. “Gerçek şu ki… Seni tanımayı kabul etmem demek, bu tanışıklığın getirdiği teklifi de baştan kabul etmem demek… Fakat ben bu teklifi kabul edemem. Buna hazır değilim. Çünkü ben âşık olmadığım biriyle evlenemem. Bu hiç iyi olmaz… Bu mümkün değil.” Ben başka birine âşıkken kimseyle evlenemem. “Aşk mı? Aşkın iyi bir şey olduğunu kim söyledi sana ufaklık? Ya da evlilik için gerekli olduğunu… Günümüzde en çok aşkla yapılmış evlikler boşanmayla son buluyor, biliyor musun? Evlilikte uyuşmak önemli olabilir ve tabii ki anlaşmak… Ama aşk… Aşk, evlilikte en son düşünülecek kısımdır, belki de en önemsiz detay. Saygı önemlidir ve hatta sevgi bile sonradan yerleşebilir bir evliliğe; ancak aşk… Gelip geçici ve evlendikten sonra yok olan bir duygu üzerine böyle ciddi bir müessesenin temellerinin atılması düşünülemez. Günümüz evliliklerinde aşk, aranılacak en son kriterdir Gülperi… Mutlu olmak için aşk değil, anlaşmak gerekir ve sosyal statü, eğitim seviyesi ve bunlar gibi bazı konularda birbirine denklik… Anlaşmak ise birbirini 23
Ece Altınkaya
tanımaktan geçer. Bence bu mümkün Gülperi. Bunu yapabiliriz. Zamana bırakırsan her şeyin yoluna girdiğini sen de anlayacaksın. “ Hayır, hayır aşk gelip geçici bir duygu değildi. Öyle olsa neden acı çekip, sevmeye devam ediyordum Ateş’i? Çoktan unutup hayatıma devam etmem gerekmez miydi o hâlde? Sonra birden annem gelmişti aklıma, deli gibi âşık olduğu adam için her şeyden vazgeçen kadın… Vazgeçtikleri, aşkını kazanmak içindi. Peki, şimdi hayatında aşk denilen lanet illet neredeydi? Yani gelip geçmiş miydi? Yine de o an, zayıf bile olsa en azından kendimce ne hissettiğimi söyleyebilmiştim. “Şey… Ama Ahmet yine de ben, aşksız bir evliliğin tam bir evlilik olduğunu düşünmüyorum... Belki hayatımdan gelip geçecek ya da hayatıma hiç gelmeyecek aşk… Ancak şu anda ben böyle hissediyorum. Bunun için hazır olduğumu düşünmüyorum. Seni üzmek de istemiyorum; ancak nazik evlilik teklifine hayır demek zorundayım.” “Bu cevap benim için geçerli değil Gülperi. Şu anda hazır hissetmemen ileride hazır olmayacağın anlamına gelmez. Ön yargıların sana bir şey kazandırmaz. Yaşamadan bilemezsin. Çünkü benim anladığım kadarıyla sen, aşk ve sevgiyi birbirine karıştırmışsın. Aşk yıkar, sevgi yapar Gülperi. Senin tahrip gücü yüksek bir şeyi istemediğini ben buradan görebilirken, sen nasıl olur da göremiyorsun? Sen mutlu olmak istiyorsun, âşık olmak değil. Aşk kalbe aittir. Mutluluksa beyinde başlar. Ve mutlu olmak çok kolay. Ben senin fikrini değiştireceğimi biliyorum ve seni istediğimi de… Bunu düşün Gülperi, mutluluğun sana çok yakın olduğunu düşün. Ben olumlu cevabını bekleyeceğim.” Dehşete kapılmıştım. Korkudan tir tir titriyordum. Düşüncelerim allak bullak olmuştu. Hatta hiçbir şey düşünemiyordum. Kalbim çılgınca atıyor, beynimse düşünmeyi reddediyordu. Nefes nefese kaldığım sandalyeden aceleyle fırlamıştım. “Senin açından ister geçerli olsun, ister geçersiz… Benden başka bir cevap bekleme. Ü—üzgünüm… 24
Acıtan Peri Masalları
Üzgünüm; ama bu soruya benim verebileceğim başka bir cevabım olamaz. Hem ben ne istediğimi biliyorum…” “Ne istediğini bildiğinden emin misin ufaklık?” Çantamı alırken sorusu üzerine tekrardan ona bakmıştım. Sarıya çalan bakışlarında göze ilk önce alaycılık çarpıyordu; ama derinlerde tehlikeli bir şeyin yalazları parlıyordu. O gördüğüm ışıktan ödüm kopmuştu; ama onu istemediğimi açıklığa kavuşturmam lazımdı. Yoksa… Düşünmeksizin konuşmuştum. “Ta—tabii ki biliyorum… Ben kalben ait olduğum kişiyle evlenmek istiyorum. Hem senin de sadece mutlu olmak için, kalben sana ait olamayacak biriyle evlenmek isteyeceğini sanmıyorum… Hoşça kal.” Yanından geçerken bileğimi yakalamış ve beni durdurmuştu. Bileğimdeki baskısı, canımı acıtmayacak kadar yumuşakken, aynı zamanda ondan izinsiz gidebilmemi imkânsızlaştıran bir sertlikteydi. Bu kez ona baktığımda, dudakları belirgin bir şekilde kıvrılmıştı. Ama bu gülümseyişte zerre kadar anlayış yoktu. Daha çok karanlık, öfkeli bir keskinlik vardı. “Neyi bildiğini sandığını, gerçekten ne istediğini, sana ispatlayım Gülperi. Tabii benim ne istediğimi de… Sen sadece masallarda olan bir şey için kalbini, aslında olmayan bir masal kahramanına vermek istiyorsun. Bu beyhude bir istek ve bunun çokça farkındasın… Masallardaki prensler, küçükken okuduğun kitaplarda kaldı. Eğer büyükler gibi mutlu olmak istiyorsan, gerçek hayatın sana verdiklerini yaşayacaksın... Ve benimle ilgili bildiğini sandığın şeye gelirsek; şu an seni ne kadar çok istediğimi de bilseydin, bu isteğin şiddetinden korkardın. Ama ben senin korkmanı istemiyorum. Sadece bilmeni istiyorum. Seni bu derece isterken, kaybedebileceğimi sakın düşünme… Çünkü ben hayatımda istediğim hiçbir şeyi kaybetmedim. Hayatımda olmayanlardan da kendim vazgeçtim.” Sonra bana özgürlüğümü bahşederek bileğimi salmıştı. O anda, o istediği için gidebilmiştim ve ondan kaçışım yoktu. 25