MART 2011
17.sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
sâmiha ayverdi ve kadýn
editörden Ýnsanlarý seveceksin. Senin içinde tükenmez af, merhamet ve müsâmaha hazineleri var. Onun için yalnýz insaný deðil, bütün mahlûkatý ayný yorulmaz hýz ve ayný tükenmez iþtiyakla seveceksin. Sende mevcut cevherleri cömertçe harcamalýsýn. Ýnsanlarý, insanlara iþtirak ederek, hatâlarýnda ve sevaplarýnda onlarla bir olarak seveceksin. Doðumlarý ile çoðalýp ölümleri ile eksilecek kadar onlardan olacaksýn. Bu sayýmýza Hatice Cenan Hanýmefendinin sevgiye dâir öðüdü ile baþlamak istedim.Bu ay konumuz müteffekkir-yazar-öðretmen Sâmiha AYVERDÝ Bu özel insaný düþündüðümüzde öyle bir âlemle karþýlaþýrýz ki ona yalnýzca mütefekkir demek yetmez, yazar demek yetmez, anne demek yetmez, kadýn demek yetmez, ilâhî aþk demek yetmez Kadýn ve Tasavvuf desek? Kadýn ve Ýslâm desek? Sanýrým ona gerçek insan , gerçek kul demek, diðer saydýklarýmýzýn hepsi ve daha fazlasý demek gerek. Velhâsýl onu ve onun gibi sultanlarý anlatmada kelimeler yetersiz kalýyor, hele benim kelimelerim hiç yetmiyor Sanýrým Sâmiha AYVERDÝ hakkýnda, kendi adýma tek söyleyebileceðim, yukarýda yazmaya çalýþtýðým Hatice Cenan Sultanýmýn sevgiye ve gerçek insan olmaya dâir öðüdünün yaþayan bir hâli olduðudur. Ýnþallah O nun nurlu cemâli ve kemâli dâima bizimle birlikte olsun. Sene-i devriyesini idrak ettiðimiz bu ayda, aramýzdan cismen ayrýlsalar da onlarýn deyimi ile bir odadan bir odaya geçen dâima diri ve bizimle olan bir büyük sultaný, bir mütefekkiri, bir yazarý, bir anneyi, bir güzeli rahmetle ve minnetle anýyoruz. Sâmiha AYVERDÝ Sultanýmýzýn himmetine nâil olmak dileðiyle .. Rûy-i siyâhým ile dergâhe, Huzûr-i þeyhe niyâze geldim. Cürm ü günâhým ile dergâhe, Huzûr-i þeyhe niyâze geldim.
Durmuþ kapýnda bunca mürîdan, Serbende, âciz, baþ açýk, üryan Birlikte bu muhtâr-ý periþan, Huzûr-i þeyhe niyâze geldim El meded, meded, meded Rifâî, Ene dâhilek Sultan Rifâî
HER NEFES DERGÝ ekibinden Her Nefes bizimle olan Dostlarýmýza... Öncelikle dergimize gösterdiðiniz ilgiye ve desteðe çok teþekkür ediyoruz. Dergimiz yayýna baþladýðý günden bugüne birinci yaþýný henüz doldurdu. Siz gönül dostlarýmýzýn desteði ile daha nice yýllarý beraber geçirmeyi istiyoruz. Dergimizi internetten okumak için týklayan siz deðerli okuyucularýmýzýn sayýsý 6000'leri geçmiþ durumda. Bu bizim size mahcup olmadan daha iyi bir HER NEFES'e ulaþmamýz için desteðimiz ve üretici gücümüz oluyor. Bizler, sizlere daha iyi bir dergi sunmak sizden gelen önerileri daha iyi takip edip deðerlendirmek için yenilenmeye ve daha iyiye ulaþmaya çalýþýyoruz. Elbette sahip olduðumuz imkanlar ölçüsünde... Genel olarak sizden bize gelen güzel mesajlarýnýzda geçen "Bu dergi yanýmýzda olabilse, istediðimiz zaman okuyabilsek" gibi istekleri karþýlamak için bazý yenilenmeleri ve düzenlemeleri uygulamaya baþladýk. Bunlardan ilki dergimizin linkine týkladýðýnýzda artýk dergimizi YAZDIRABÝLÝR veya PDF formatýnda BÝLGÝSAYARINIZA ÝNDÝREBÝLÝRSÝNÝZ. Diðer bir yeniliðimiz ise dergimizin elektronik irtibat adresinin deðiþtiði... Artýk siz kýymetli gönül dostlarýmýzla hernefesdergisi@gmail.com adresinden haberleþeceðiz. Her sayýmýz ve genel olarak dergimizle ilgili tüm yorumlarýnýzý bekliyoruz. HER NEFES'te hep birlikte olmak dileðiyle.... HER NEFES DERGÝ EKÝBÝ
söyleþi:tasavvufta kadýn Müge D:oðan Hocam bu ay konumuz Tasavvufta Kadýn Öncelikle Peygamber Efendimizin kadýna bakýþýndan biraz bahsedebilir misiniz? CS: Peygamber Efendimiz kadýna hak ettiði yeri vermiþ, onu yüceltmiþ ve erkekle eþit haklari hâiz bir konuma getirmiþtir. Cemalnur Sargut: Resûlullah ýn þahsýnda somutlaþan Ýslâmî mücâdele, ilk olarak, toplumda düþürülmüþ olan kadýný erkekle eþit bir seviyeye getirmeyi, böylece toplumdaki eþitsizliði, adâletsizliði, haksýzlýðý gidermeyi amaçlamýþtýr. Ýslâm, kadýnýn bir insan olarak kabûl edilmediði toplumda, ilk önce kadýn ve erkeðin eþit olarak yaratýldýðýný ve cinsler arasýnda hiçbir eþitsizliðin veyâ üstünlüðün olamayacaðýný ortaya koymuþtur. Ýslâm ýn kadýna bakýþ açýsýný öðrenmek için tek kaynak, Kur ân-ý Kerim ve Resûlullah ýn hadisleridir. Bu açýdan bakýldýðý zaman kadýn-erkek ayný rûha sahiptirler; insânî mâhiyet ve cevher, her ikisinde de aynýdýr. Ýslâm dininin kadýnlara verdiði ehemmiyet, Kur âný Kerim in þahâdetiyle sâbittir. Kur âný Kerim de müslümanlara hitaplar hemen her fýrsatta mü minûnmü minat , sâlihûn-sâlihât gibi erkeklere ve kadýnlara ayný deðeri veren söyleyiþlerdir. Kur ân-ý Kerim, inanmýþ kadýnlarý, inanmýþ
erkeklerden ayrý düþünmemiþ ve ayrý yâd etmemiþtir. Ey insanlar; sizi gerçekten bir erkek ile bir diþiden yarattýk. Birbirinizle tanýþasýnýz diye sizi milletlere ve kabilelere ayýrdýk. Elbette Allah nezdinde en þerefli olanýnýz, ondan en çok korkanýnýzdýr. (Hucurat, 13). Yine Resûlullah, insanlar ve cinsler arasýndaki eþitliði kastederek Hepiniz Âdemoðullarýsýnýz, Âdem ise topraktandýr hadis-i þerifi ile herkesin ayný kökten yaratýldýðýný ve aralarýnda hiçbir eþitsizliðin olamayacaðýný açýkça belirtmiþtir. Allah ýn kadýna verdiði deðer, kadýnýn, kendi yaratýcý kudretinden vasýflar taþýmasý, hayâtýn devamlýlýðýnda büyük vazife görmesi gibi, ilâhî mukadderatýn aziz bir rüknü olmasýndandýr. Hz. Peygamber ve 12 imamla devam eden tasavvuf anlayýþý, kadýna son derece deðer vermiþtir çünkü ilk müslüman kadýn Hz. Hatice yi görmüþ ve kadýn anlayýþýna onun çerçevesinden bakmýþtýr. Hz. Hatice kim ne derse desin demiþ, arý nâmusu terk ederek âþýk olduðu Peygamber Efendimiz le evlenmiþtir. Ýnsaný demir prangalarla baðlayan Arap geleneklerini bir kenara atmýþtýr. Hz. Peygamber e Neden Hatice yi bu kadar çok seviyorsun? diye sorduklarýnda; Ýnsanýn gönlündeki hüznü vakum gibi çeker demiþtir.
cemâlnur sargut Hz. Âdem in Peygamber Efendimize mîraçta söylediði bir söz vardýr: Ya Muhammed Sen mânâ îtibâriyle müstesnâ bir mevkîyi temsil ediyorsun. Ben onunla yarýþamam ama kulluk nokta-i nazarýnda iki þey var ki benden üstün; ben onu yakalayamam. Bunlardan biri, ben þeytan tarafýndan aldatýldým, sen þeytaný müslüman kýldýn. Bundan dolayý beþerî üstünlüðün ortadadýr. Ama bir þey var ki onu senden baþka hiç kimse yakalayamaz. O da Hz. Hatice dir. Hz. Hatice öyle bir nimet ki, Allah ýn sana olan sevgisi dolayýsýyla verilmiþ ve bütün insanlara ýþýk tutuyor. Sevgiyi öðretiyor, sevgilinin nasýl olacaðýný öðretiyor. Mürþitlik, yani mânânýn anlaþýlýp yaþanmasý Hz. Hatice ve Hz. Fatma ile baþlamýþtýr. Hz. Fatma, Kur ân-ý Kerim in ilk mânâ yorumcusudur. Ýslâm hukuku ise Hz. Ayþe ile açýklanmýþtýr. MD: Hocam mâlûmunuz þeriat, devrin hukuk kurallarý demektir O dönemde kadýnýnýn þeriatteki yeri nasýldý? CS:. Ýslâmiyetin ilk zamanlarýnda kadýn hayatýn her safhasýnda erkekle beraber yer almakta, hattâ gazâlara bile fiîlen iþtirak etmekte idi. Hz. Peygamber kadýnýn hukuki ve ekonomik haklarýný garanti altýna almanýn kadýnýn varlýk ve oluþtaki yerine
uygun bir sevgi ve saygý için yeterli olduðuna inanmamýþtýr. Kadýn yaratýcýdýr ve cennet onun ayaklarý altýndadýr. Bugün batýnýn yarattýðý kadýn anlayýþý ile muzdarip olan kadýn, Kur an ýn ve Hz. Peygamber in ona verdiði haklarý anlayacak noktada deðildir. Kadýn konusundaki yanlýþ anlayýþlar kesinlikle geleneklerle alâkalýdýr. Kur an da, Nisâ Sûresi 3. âyette Eðer öksüz kýzlarla evlendiðinizde onlara karþý adâletli davranamamaktan korkarsanýz, hoþunuza giden diðer kadýnlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eðer adâleti gözetmemekten korkarsanýz, o zaman bir tane ile veyâ elinizin altýndakiyle yetinin. Doðruluktan ayrýlmamak için bu daha elveriþlidir ve Nisâ Sûresi 129. âyette Kadýnlarýnýz arasýnda her yönden adâletli davranmaya ne kadar uðraþsanýz buna güç yetiremezsiniz. Bâri birisine tamâmen kapýlýp da diðerini askýya alýnmýþ gibi býrakmayýn. Eðer arayý düzeltir ve haksýzlýktan korunursanýz, þüphesiz Allah çok baðýþlayýcý ve esirgeyicidir buyruluyor. Batýlýlar birden fazla kadýnla yaþamayý deðil, böyle bir kadýnla yaþamanýn ahlâkî, hukukî ve rûhî yükümlülüðünü üstlenmekten kaçýnýyorlar.Kur an da, insanýn bu yapýsýný bildiðinden bu ikiyüzlülüðe onay vermiyor. Kur an ý çok iyi anlarsak onun, ne, çok kadýnla yaþamayý hayvansal bir serbestlik hâline getiren yaklaþýmý, ne de, Kur an ýn müsaadesini metres kurumu gibi kullanan gelenekçi yobaz yaklaþýmý tasvip ettiðini görürüz. Bir ikinci konu da mîras konusudur. Fakat
söyleþi:tasavvufta kadýn burada erkeðin yarýsý kadar pay alan kadýna, Kur an da verilen diðer maddî haklar düþünülürse, kadýnýn çok daha iltimaslý durumda olduðu anlaþýlýr. Kur ân-ý Kerim, Nur Sûresi 30. âyette erkekleri harama bakmaktan men ediyor yani kadýna kötü gözle bakýp onu seks unsuru olarak görmeyi yasaklýyor. Fakat erkeðin yapýsýnda buna meyil olduðu için Nur Sûresi nin 31. âyetinde de ziynetlerinizi örtünüz diye kýyafet bildirmesi erkeklere karþý bu cinselliði uyandýracak tavýrlardan kadýnýn uzak durmasýný saðlamak içindir. Burada örtülmesi gereken ziynetler þeriata göre cinsel mahaller, ama hakikate göre baþkasýnýn eksikliðini ortaya çýkaracak bütün fazlalýklardýr. Kadýnýn erkeði yumuþatan, temizleyen, onu þefkat, sevgi ve merhamet gibi güzel duygularla dolduran bir husûsiyeti vardýr. Çok eskiden beri varolagelen bir kanaata göre erkek, ilâhî aþka kadýn sâyesinde ulaþýr. Evvelâ, kadýna âþýk olan erkeðin rûhu hassaslaþýr, kalbi yumuþar, zihni saflaþýr, daha evvel idrak edemediði yüksek ve kutsal gerçekleri kavrar hâle gelir. Böylece kadýn aþkýnýn mecâzî olduðunu, bunun bir de hakîkîsinin bulunduðunu, onun da Allah aþkýndan ibâret olduðunu anlar. O hâlde mecâzî aþk denen kadýn aþký
erkekler için bir ufuk, mânevî bir basamak olabilir. Ýnsan ilâhî aþka böyle alýþýr ve onunla tanýþýr. Sûfiler buna ebced aþký derler. Küçük çocuk nasýl önce Kur an alfabesini okur, sonra Kur an a geçerse insanlar da önce mecâzî aþký yaþar, sonra ilâhî aþka geçerler. Bir kimse, Ýran destanýnýn büyük pehlivaný Zaloðlu Rüstem olsa, hatta kahramanlýkta Hazreti Muhammed in (s.a.s) amcasý Hamza nýn kudretinde bulunsa yine de sevdiði kadýnýn zebûnudur. Bunun içindir ki Hazreti Muhammed (s.a.s.), kadýnlar akýl ve gönül sahibi erkeklere hükmederler buyurmuþtur. Hakîkat de budur. Akýllý ve ince ruhlu bir erkek kadýnlara karþý dâimâ anlayýþlý ve þefkatli olur, onlara sertlikle muâmeleden çekinir, onlarý kýrmak ve incitmek istemez. Buna mukabil câhil ve akýlsýz erkeklerdir ki kadýnlarý ezerler, onlara karþý sert ve kaba olurlar. Çünkü onlarýn tabiatýnda hayvanlýk üstün gelir. Bir erkeðin kadýna zebûn olmasý onun kemâlinin ve irfânýnýn ölçüsüdür. Kadýna hürmet, onun mantosunu tutmak, arkasýndan yürümek demek deðildir. Kadýna hürmet, ona her zaman için incelikle muâmeledir. Resûlullah Efendimiz e bir gün
cemâlnur sargut zevcelerinden birinin caný sýkýlarak mübârek göðüslerinden itmiþ. Vâlidesi de orada imiþ. Kýzýna caný sýkýlarak azarlayýnca, Efendimiz Býrak, býrak.. Onlar bundan fazlasýný yaparlar da ben yine hoþ görürüm. Sizin içinizde hayýrlý olanýnýz, ehline hayýrlý olandýr, buyurmuþlar. MD: Hocam bazý mübâreklerin mürþidlerinin kadýn olduðunu biliyoruz Meselâ Ýbn-i Arabî Hazretleri nin mürþidi Fatýma Bint Müsennâ isimli nur yüzlü bir kadýndý. Ýbn-i Arabî'nin kadýna bakýþýndan biraz bahsedebilir misiniz? CS: Ýbn-i Arabî, Hz. Peygamber e sevdirilen üç þeyden birinin kadýn olmasý hasebiyle kadýnýn bu yolda köstek deðil destek olacaðýný kavrýyor. Hz. Peygamber kadýnlarý cismânî ve hissî sebeplerle deðil, mânevî ve rûhânî sebeplerle seviyordu. Çünkü kadýn insaný Allah a yaklaþtýrýr ve erdirir diyor Ýbn-i Arabî. Gene Muhiddîn Arabî Hazretleri, O kimse ki sevgilinin hakîkatine ve nurlarýna âþinâlýðý, bilgisi ve mârifeti olarak kadýna muhabbet eylese o kimse Allah a muhabbet eylemiþtir. Fakat o kimse kadýna tabiî þehveti yüzünden muhabbet etse, o kadýn bu muhabbete kuru ve ruhsuz bir sûret olur. O sûrette hakîkî ruh, gözle görülmez ve bilinmez. Ýbn-i Arabî þunu demek istiyor ki;
kadýnýn mânâsýna, ondaki Allah ýn güzelliðinin görünüþüne âþýk olan erkek, kadýný kendine köle yapmaktan vazgeçip ondaki bu zuhurdan dolayý baþýna taç yapar ama þekline, sûretine âþýksa, bu þeklin en ufak bir deðiþimi erkeðin sevgisini yok edeceði gibi bu sûreti baþkasýnýn görmesinden endiþe eden erkek, kýskançlýðý ile kadýný yerden yere vurur. Erkeðin bu görüþü onun erliðine deðil, hayvânîliðine delâlettir. Ýbn-i Arabî Fusûsu l Hikem de kadýn konusunu þöyle ele alýr: Allah, Âdem i kendi sûretinde yarattý. Parça ile bütün arasýnda birbirini sevme ve özleme iliþkisi vardýr. Allah önce Âdem i, sonra ondan karýsý Havva yý yaratmýþtýr. Bu yaratma iþinde Allah a nazaran pasif olan erkek, kadýna nazaran aktiftir. Hakk ýn tecellileri, madde sâyesinde görülür. Fakat en mükemmel biçimde insan sûretinde temâþâ edilir. Hak ya aktif veyâ pasif veyâhut her iki þekilde insanda seyr edilir. Erkek, Hakk ýn mahlûku olarak O nu kendisinde pasif olarak, ama kadýn kendisinden vücûda gelmesi dolayýsýyla da onu kendinde aktif olarak temâþâ eder. Kadýn da Hakk ý hem pasif, hem aktif olarak temâþâ eder. Âdem den yaratýlmýþ olmasý îtibâriyle kadýnda pasif olarak görünen Allah, doðurgan olmasý îtibâriyle onda aktif olarak görülür. Þu hâlde Hak en iyi biçimde kadýnda tecellî eder, en mükemmel biçimde onda temâþâ edilir. Ýbn-i Arabî insan olmalarý bakýmýndan erkek ve kadýn arasýnda üstünlük söz konusu olamaz der. Erkeklerin kadýnlardan üstün olmalarý bazý peygamberlerin diðerlerinden üstün olmalarýna
söyleþi:tasavvufta kadýn benzer ki öbürlerinin þerefine halel getirmez. Bu tür görüþlere dayanan Ýbn-i Arabî kadýnlarýn imam olup erkeklere namaz kýldýrmalarýný câiz görür. Ýbn-i Arabî erenlerden söz ederken uyarýda bulunur: Bizim erler diye zikr ettiðimiz zevattan bazýlarý kadýndýr. Erler sözü kadýnlarý da kapsar. Erlerin çoðu erkek olduðu için bu ifâdeyi kullanýyoruz der. MD: Peki Hocam Hz. Mevlânâ'nýn kadýna bakýþý nasýl?
kaynayan suyu buharlaþtýrýp tüketir. Ruh da su gibi þeffaftýr, nefis de ateþ gibi yakýcý ve kaynatýcýdýr. Nefis ateþi, ruh suyunu kaynatýp ondaki rûhânî letâfeti vücûdun kesâfeti içine daðýtýp rûhu nefse tâbî hâle koyar. Yine bu yüzdendir ki, erkek görünüþte kadýna hâkim ama hakîkatte kadýnýna ve nefsine maðlûptur. Bu vasýflar hayvanda yoktur. Diþisine maðlûp olmayan hayvandýr. Aklý yoktur ve aþký da eksiktir.
CS: Hazreti Mevlânâ Mesnevî de kadýndan, O mahlûk deðildir, sanki Hâliktir diye söz ediyor. Bunun sebebi kadýnýn, hayatýn ve âlemlerin mânâsý olan yaratýcý kudreti bizzat þahsýnda temsil etmesinden dolayýdýr.
Bu hakîkate vardýktan sonradýr ki kadýn erkeðin yarýsýdýr, diyen Hazreti Muhammed in (s.a.s.) hadisi daha açýk anlaþýlýr. En kuvvetli erkeklerin dahî kadýnlar karþýsýnda za fa düþmelerindeki sýr meydana çýkar.
Gök erkek, yer diþidir , diyen Mevlânâ her þeyin çift yaratýldýðýna iþâret ederek Mýknatýsýn demiri çekmesi gibi çift olan þeyler birbirini çeker der.
O kadar ki kadýna maðlûp olmanýn erkekte bir seviye ve irfan mes elesi olduðu anlaþýlýr. Bir erkeðin kadýna zebûn olmasý onun kemâlinin ve irfânýnýn ölçüsü olur.
Mesnevî de der ki: Kadýn, dünyanýn en güçlü erkeðini bile celbedebilir. Sevdiði kadýnla erkeðin hikâyesi su ile ateþin hâline benzer. Görünüþte su gibi olan erkek ateþe hâkim gibi görünse de iþ böyle deðildir. Kadýnýn sevgi ve câzibesi, akýl tenceresi içinde
Söylediðimiz gibi, Kadýna muhabbet, onlarýn vücutlarý aynasýnda Cenâb-ý Hakk ý müþâhede edebilmektendir.
cemâlnur sargut
Ýbn-i Arabî erenlerden söz ederken uyarýda bulunur: Bizim erler diye zikr ettiðimiz zevattan bazýlarý kadýndýr. Erler sözü kadýnlarý da kapsar. Erlerin çoðu erkek olduðu için bu ifâdeyi kullanýyoruz der.
Kenan Rifâî Sohbetler inden... Râbia Adeviye Hazretleri, sahâbe-i kiramdan Süfyâný Sevrî ile dâima görüþürlerdi. Bir gün Süfyân-ý Sevrî, Râbia Adeviye Hazretleri'ne gelerek Yâ Rabbî bana selâmet ihsan eyle... diye duâ etti. Bu duâ üzerine Hazret-i Adeviye aðladý. Süfyân-ý Sevrî Hazretleri Niçin aðlýyorsun yâ Adeviye? diye sorunca, Beni sen aðlattýn. Dünyâ için selâmet talep ediyorsun da... Dünya için selâmet onu terketmektir. Ýþte bunun için aðladým buyurmuþtur. Yine bir gün Süfyân-ý Sevrî Hazretleri Ah ne mahzunum, ne gamdayým! demiþ. Râbia Hazretleri de Yalan söylüyorsun, doðru söylemiyorsun. Çünkü hüzün ve gamda olsan, dünyâdan zevk almazdýn. Dünyâdan zevk alman, mahzun ve gamlý olmamana iþarettir. Benim gamým ise kederli olduðumdan dolayý deðil, kedersiz olduðumdan dolayýdýr, buyurmuþtur. (s.344) * Kadýnlýk, çok büyük mertebedir ve çok büyük mevkii hâizdir. Fakat iþ, gerçekten o kadýnlýk mertebesini bulabilmededir. Yoksa bu sözümüz, hayvanlýk derecesinden yükselememiþ kadýnlar hakkýnda deðildir. Meþhur meseldir: Kadýnýn fendi erkeði yendi, derler. Biz sözü burada, erkeðe galiptir, diye tefsir ediyoruz.
Amma þeytânatta da galip imiþ, onu da erbabýna býrakalým. Kadýnlýðýn vazifesi pek büyüktür. Allah ona yaratýcýlýk sýfatýna mazhar olmak gibi büyük bir meziyet ihsan etmiþ. Bâzý kimseler ise kadýný bir makine yerine koyar, ev eþyasý gibi addeder, adamdan saymazlar. Halbuki Kur'ân-ý Kerîm'de Cenâb-ý Hak kadýný erkekten hiç ayýrmamýþ. Ayetlerde: Zâkirûne ve'z-zâkirât; hâfizûne ve'I-hâfizât; müslimûne ve'1-müslimât diye hep beraber zikrediyor. Bütün Kur'ân'ý içine almýþ olan Fâtiha-i Þerife bile müennestir. Güneþ de müennestir ve tera'þ-þemse izâ tala'at buyuruluyor. Cenâb-ý Hak, Kur'ân-ý Kerîm'de emir buyuruyor: Yâ Resûl'üm, yâ Habîb'im! Mü'minât olan kadýnlar sana mubayaa için geldiklerinde onlar ile, Allah'a þirk koþmayacaklarýna, hýrsýzlýk eylemeyeceklerine, zina etmeyeceklerine, çocuklarým öldürmeyeceklerine, elleriyle ayaklarý arasýnda bir iftira düzüp getirmeyeceklerine ve emr-i mârufta sana âsî olmayacaklarýna mubayaa et!" Þeyh Osman Efendi: -Ekseriya kadýnlarda istidat daha ziyâde olur. -"Evet kadýnlar arasýnda neler var. Ne ehlullah yetiþmiþ ve ne büyük sözler söylemiþlerdir."
hat:efdalüddin kýlýç
insân-ý kâmil Rahman Dinden çok yoruldum artýk, daha fazla dayanamýyorum dedi. Rahman, kýrk beþ yaþlarýnda bir Ýranlý, bir parmaðý bilmediðim bir kazâda kopmuþ. Buna raðmen hârika bendir çalýyor, Farsça bir gazel okuduðunda insaný kendisinden geçiriyor. Hiç bilmediðiniz bu lîsan sanki tam anlamýyla beyninize nakþoluyor hece hece. Rahman mânâya gazelle o kadar güzel vücut giydirebilen bir âþýk. Bendirine çenesini yaslayýp bunu söylemiþti bir keresinde... Onun dinden yoruldum dediði de hâþâ Ýslâm deðil. Baþka bir þeyi kastediyor. Ama kastettiði þey, maalesef, çoklarý tarafýndan Ýslâm adýyla anýlýyor. Hani þu Araplar bir ara kantarýn topuzunu kaçýrýp çok azmýþlar, kýz çocuklarýný gömüp, içki içip birbirlerini katleder olmuþlar, buna içerleyen Tanrý onlarý uyarmak ve bu azmýþ toplumu düzene sokmak için bir din yollamýþ kendilerine. Ama sonralarý insanlar akýllanýp uslandýklarý için bu asýrlar öncesinin dinine de ihtiyaç kalmamýþ. Nasýl olsa artýk çaðdaþ ve medenî olma hususunda bir problemi kalmayan insanlar bu dini bir an ane olarak tutmuþlar geleneklerinde. Kimileri de sadece o azgýn Araplarý hizâya sokan kurallara tamâmen bel baðlamýþlar. Öldükten sonra cehennemde yanmaktan öyle korkmuþlar ki, o Arap kavminin yaptýðý
her þeyi harfi harfine tekrar etmek istemiþler. Baþörtüsünün nasýl örtüleceðinden sakal boyunun kaç milimetre olmasý gerektiðine, hangi namazý okurken nelerin söyleneceðine ve ya Kur an mushaflarýnýn hangi yükseklikte saklanmasý gerektiðini öyle çok araþtýrmýþlar ki, bu konuda görüþ ayrýlýklarýnda olduklarý kiþilerle ayný câmiye dahî gitmez olmuþlar. Biraz lâtife ettim ama eminim ne demek istediðimi anladýnýz. Rahman ý yoran dinden sizler de yoruldunuz. Yorulmakta da haklýsýnýz. Apaçýk din olan, Allah katýnda din kesinlikle Ýslâm dýr ifâdesiyle mühürlenen din, bu anlattýklarýmdan þüphesiz çok farklý. Ýslâm ýn ne olduðunu size ben anlatamam. Ýslâm ýn ne olduðunu size bir kitap da öðretemez. Onu ancak baþtan ayaða Kur an ahlâkýyla ahlâklanmýþ, her hâliyle, her ânýyla onu yaþayan ve âdetâ dile gelmiþ Kur an olan insân-ý kâmillerden baþkasý da anlatamaz. Onlar kimi zaman bir bakýþlarýyla, kimi zaman bakmayýþlarýyla, bazen gülerek, bazen aðlayarak, bazen ilâhilerle, kimi zaman tek bir Allah! nidâlarýyla Ýslâm ý yaþar ve bizlere de kabiliyetimiz seviyesinde yaþatýrlar. Ben Sâmiha Anne yi hiç görmedim. Çok þükür, onu âyan beyan göreni gördüm. Belki kabiliyetimin azlýðýndan, çok fazla þey öðrendiðimi söyleyemeyeceðim. Ama hamdolsun þunu öðrendim: Ýnsân-ý Kâmil siz olmaz arkadaþlar. Nitekim içinizde size âyetlerimizi okuyan, sizi tertemiz yapan, size kitap ve hikmet öðreten ve size bilmediðiniz þeyleri öðreten, sizden bir elçi gönderdik. (Bakara, 151) Gökhan Çalýþkan
o benim de annem... meral hasýrcý
Bir arkadaþýmýn Sâmiha Anne ile ilgili, taa çocukluðundan baþlayan anýlarýný ve bu anýlarýn onda karakter olmuþ muhteþem izlerini büyük bir zevkle okudum. Ona imrenmediðimi hayretle fark ettim. Çünkü deðil görmek, adýný bile cemâle yürümesinden ancak birkaç ay evvel duyduðum Sâmiha Anne yi tanýyordum. Evet, muhakkak ki kendimce; ama yine de tanýyordum. Keyifle arkama yaslandým ve O, benim de annem dedim. Sonra kendi kendimle konuþmaya baþladým: -Mâdem ki tanýyorum, dedin, söyle bakalým, Sâmiha Anne senin için ne ifâde ediyor? -AÞK Akýl Disiplin Azamet Tevâzu ANNE -Bunlarý herkes biliyor, bildin mi? Yoksa gördün mü? -Gördüm! Ben de hayretler içindeyim ama gördüm! -Nasýl yani?!! -Nasýl olduðu bana kalsýn, ama gördüm, sesini duydum hattâ onun tarafýndan îkaz edildim, sarmalandým, koklandým. -Tamam gördün, sesini duydun ama aþkýndan, aklýndan, disiplininden, tevâzuundan bahsediyor ve Annem diyorsun; bunlarý nasýl gördün ?
-Biliyorsun insan, zâhir gözüyle gördüklerini bile kelimelerle resmetmekten âciz Ýçinde bir yerlerde gördüklerini, duyduklarýný anlatabilmesi nasýl mümkün olur? Ama deneyeyim yine de Önce AÞK dedim, çünkü bir ateþ aðacýndan O nun sesini duydum, AHH ýný iþittim. Anladým mý? Hayýr, kesinlikle hayýr! Ama benim içimde de ne olduðunu anlayamadýðým Ahh lar uyanmaya baþladý. Canýmý çok yakýyor ama bir o kadar da zevk veriyordu. Kelimelerle ifâde etmek istesem sýla hasreti diyebilirim belki. Belki de unutulan bir aþkýn uyanýþýyla beliren bir hasret duygusu Akan her damla gözyaþýnda þimdiye kadar hiçbir gülüþün tattýramadýðý târifsiz bir zevk Aþký kim târif edebilmiþ ki ben edeyim? Ama aþk olduðunu biliyorum. Çünkü O, Ben AÞK ým dedi. Akýl, dedim, çünkü aklým, kendi sýnýrlarýnýn çok ötesinde, tanýmlayamadýðý sonsuz bir akla, Sâmiha Anne nin aklýna âþýk olmuþtu. O nasýl bir akýldý ki bütün akýllar, ancak O nun kapýsýna geldiklerinde akýl olabildiklerini, ondan öncesinin cehâlet olduðunu idrak edebiliyorlardý?
Bu þaþkýnlýk içindeyken Sâmiha Anne imdâdýma yetiþti ve Hayran olduðun akýl, AÞK IN AKLI dýr dedi ve ilâve etti: Aþk, þuuru istilâ ettiði zaman, hakîkat perdesi yüzünü açar. Hakîkatin yüzünü açmasýyla kendisi de hakîkatin ta kendisi olan Sâmiha Anne, bunun için azametliydi. Onun için ilâhî adâletin disiplinini taþýyordu. Onun için kulluðun zirvesine ulaþmýþtý ve tevâzu sahibiydi. Anne dedim Bunu nasýl açýklayabileceðimi bilmiyorum Ancak þunu söyleyebilirim, ben onda anne kokusunu kokladým. Ve ben bu kokuyu tanýyordum. Bana O nu tanýtan Meþkûre Annem in kokusuydu bu -Çok güzel!!! Anlaþýlan birtakým mûcizeler olmuþ! Görülmeyeni görmeler, duyulmayaný duymalar falan! - Evet! Bir mûcize gerçekleþti. Ama görülmeyeni görmek, iþitilmeyeni iþitmek deðil. Her dâim var olaný, HAYY olaný göremeyen, iþitemeyen beni, kendisini görür ve iþitir hâle getirmek mûcizesi yine o HAYY olanýn eliyle, lûtfuyla gerçekleþti.
kadýnýn yaradýlýþtaki rolü ve su Kadýn elindeki berrak suya bakarak gülümsedi. Kendisini evvelâ çocukluða, sonra bu âvâre, baþýboþ senelerin ardýndan, gençlik çaðýna çekip götüren yýllar içinde kimbilir kaç kere susamýþ ve kaç kere de bardaðýný dudaklarýna götürmüþtür. Her çeþniden çabuk býkan, çabuk usanan bu dudaklar, acabâ niçin þu renksiz, kokusuz içkiden hiç býkmamýþtý? Acabâ îtibardan düþmemek, her zamanýn, her devrin, her ânýn dudaðýnda hasretle aranmak için, bir çeþnisizliðe, þekilsiz, renksiz, kokusuz bir safâya mý yetmek lâzýmdý? Bardaktaki su, onun bu müþkülüne evet derken, kadýn da renkten, taddan, kokudan sýyrýlýp sâfî olmanýn halâvetini için için tasdik ediyordu. Ama o, bir taraftan bu dâvâyý böyle hükümlendirirken, bir taraftan da elindeki bardaða sitemkâr bir tebessümle bakýyor ve gene gülümsüyor, gene düþünüyordu. Evet düþünüyordu ki, bu derece safâya yetmiþ, bu derece billûrlaþmýþ bir varlýðý zaptetmek, muhâfaza etmek, faydalanmak için de, onu bir zarfýn hapsine baðlamak, âþikâr bir zarûretti. Testisini, kovasýný evinde býrakan kýz su taþýmak için çeþme baþýna ne diye gider? O çeþme ki, durmadan usanmadan akar; ama elinde kabý olmayan kimse, onun bir bedmest
(sarhoþ) cömertliðiyle bol, tükenmez vericiliðine ne diye yanaþýr? Acaba ele avuca sýðmayan bu sâfiyi kesif bir cismin hapsine mukayyed etmekten baþka çare yok mudur? Acabâ her damlasýndan bir iksir akan mânâ suyu da, onun için mi kendini bize bir vücuttan içirmek sünnetini kurmuþtur. (Sâmiha Ayverdi, Yusufcuk, s. 154-
155)
Ne mânâsýz þekil, ne de þekilsiz mânâ bir kemâl âbidesi olabilir. Þüphe yok ki þekli meydana getiren mânâdýr. Gerçi aradýðýn mânâ bir sûretten görünmektedir. Ancak gördüðün sûret bir bakýma mânâya çok yakýndýr, bir bakýma uzaktýr. Mânâ ve sûret, diyelim ki, su ile aðaca benzer. Su ve aðaç hakîkatte birbirinden ayrý þeylerdir, aralarýnda bir benzerlik de yoktur. Fakat ne susuz aðaç olur, ne de su bir aðaca hulûl etmedikçe meyve haline gelir. Demek ki aðaç sûretse su da mânâdýr. Mânâ hangi aðaca nüfuz ve hulûl ederse o aðaçta yeþermeler görülür ve meyveler belirir. Suyun aðaçta zuhûru meyve olduðu gibi, mânânýn vücutta zuhûru da hayat olur, kudret olur, ilim ve irfan olur ve kiþi büyük hakîkate bu irfan yoluyla varýr. (Ken an Rifâî, Mesnevî-i Þerîf, s. 384) Bir fikri bilinmez hangi yollardan geçirip dilimizin ucuna getiren ve oradan söz dalgalarý halinde dünyaya salan kimdir? Gözbebeklerimizin kaptýðý bir güzelliði,
neþe taþ gene görülüp keþfedilmez yollardan geçirip hislerimize, aklýmýza daðýtan, ulaþtýran kimdir? Dudaklarýmýza, parmak uçlarýmýza, dilimize, kulaðýmýza, birbirine benzemeyen hassasiyeti kim, nasýl taksim etti? Medholunduðumuz zaman gülümsemeyi, çekiþtirildiðimiz zaman acý duymayý kimden öðrendik? Neden ruh denen varlýðýn bir kesiti yok? Niçin onu yarýp içindeki akýl almaz sýrlarý araþtýramýyor, ortaya dökemiyoruz? Ýman onun neresinde gizli? Ýnkâr onun hangi köþesinde yer tutmuþ? Zevk, sürur, hüzün ve gam ona kimden gelmiþ, nerede saklanýyor? Keder baþ kaldýrýnca, ferah nereye siniyor? Þevk ve tebessüm uyanýnca, elem hangi köþeye saklanýyor? Acaba insanoðlu, eline bir külünk geçirdiði zaman, niçin onunla daðlarý yarmaya gidiyor da, kendi varlýðý yolunu týkayan meçhûlü söküp atmayý hatýrýndan bile geçirmiyor? (Sâmiha Ayverdi, Yusufcuk, s. 91)
Ýnsanlarý kafile kafile çaðýrýp, kafile kafile uðurlayan bu dünyâda, çoðumuz, kýrdýðý ceviz boþ çýkan bir çocuk gibi, tad ve hoþluk yerine, hayâl sukutlarýnýn, hüsran ve azaplarýn acýlarýyla cevaplanýrýz. Aðaç, sararan yapraklarýný kaybederken aðlar mý bilmem. Bu dünyâda, kahkaha gibi, gözyaþý da o kadar bol ve nâfile akar ki, sýrasýnda
biz, bir yapraktan daha deðersiz kýymetler için bile elem duyar, feryad ederiz. Ama ne gariptir, öðrenemediðimiz, bilemediðimiz, öðrenmek ve bilmek için yanýp yakýlmadýðýmýz o büyük sýr, o büyük muammâ için gözyaþý dökmek hatýrýmýzdan bile geçmez. (Sâmiha Ayverdi,Yusufcuk,
s. 101)
Cenâb-ý Hak, hadîs-i kudsîsinde, Ben gizli bir define idim, sevilmek ve bilinmek istedim buyurmuþtur. Bu gizli definenin en yüce vasýflarýndan biri güzelliktir ve bu kadar ulu bir güzelliðin bir define gibi gizli kalmasý olmaz, olamazdý. Kâinatýn yaradýlýþýndaki sýr da budur. Ýlâhî varlýk ve güzellik o kadar üstün vasýflarla dolu ve öyle taþacak kadar doluydu ki bu taþma ihtiyâcýyla varlýðýný kuþatan gayb perdelerini yýrttý, muhteþem nûru bu âleme ve bu topraða aksetti. Böylelikle topraðý göklerden daha aydýn yarattý. Çünkü Allah ýn yarattýðý mahlûkatýn en þereflisi insandý. Ve ilk insan, yâni Hz. Âdem topraktan yaratýlmýþtý. Ýnsanda bizzat Allah ýn tecellî etmesiyledir ki yeryüzü, mânâ bakýmýndan gökten aydýnlýk oldu. Bununla beraber, Hakk ýn gizli hazinesinden taþýp coþarak atlas elbiseler giydirdiði bu topraktan murat, yalnýz ve alabildiðine engin kýrlar, yeþil vâdiler, ulu sahrâlar ve daðlar deðildir. Topraðýn ve bütün yaratýlmýþlarýn özü olan insandýr. (Ken an Rifâî, Mesnevî-i Þerîf, s. 42122)
Hakk ýn tecellîleri madde sayesinde görülür. Fakat en mükemmel biçimde insan sûretinde temaþâ edilir. Hak ya aktif veyâ pasif veyâhut
kadýnýn yaradýlýþtaki rolü ve su her iki þekilde insanda seyredilir. Erkek, Hakk ýn mahlûku olarak onu kendisinde pasif, ama kadýn kendisinden vücûda gelmesi dolayýsýyla da onu kendinden aktif olarak temaþâ eder. Kadýnda da Hakk ý hem pasif, hem aktif olarak temaþâ eder. Âdem den yaratýlmýþ olmasý îtibariyle kadýnda pasif olarak görünen Allah, doðurgan olmasý îtibariyle onda aktif olarak görülür. Þu hâlde Hak, en iyi biçimde kadýnda tecellî eder, en mükemmel biçimde onda temâþâ edilir. Allah ýn rahim sýfatý kadýn vücûdundan tecellî etmiþtir. Yaratýlýþ, kadýn ile devam eder. Kadýnlýðýn vazîfesi pek büyüktür. Allah ona yaratýcýlýk sýfatýna mazhar olmak gibi büyük bir meziyet ihsan etmiþtir. (Ken an Rifâî, Sohbetler, Cilt 2, s. 355)
Ýbn Arabî, kadýnýn gücüyle ilgili þöyle der: Yaradýlmýþ evrende kadýndan daha güçlüsü yoktur . Hz. Mevlânâ da bu konuda âdetâ mahlûk deðil de Hâlýktýr diyerek kadýna verdiði kýymeti belirtir. Sâmiha Ayverdi ise Kadýn hayattan bir sýrdýr; yaþar ve yaþatýr. Sihirli ve rakipsiz bir hayat tesellisidir. O, Hâlýk ile mahlûk arasýnda gizli bir köprüdür der. (Sâmiha Ayverdi, Ýnsan ve Þeytan, s. 27-28)
Ýkbal de der ki, Kadýn hayat ateþini muhâfaza eder. Onun fýtratý, hayatýn esrârýnýn levhasýdýr.
Allah ýn kadýna verdiði deðer, kadýnýn, kendi yaratýcý kudretinden vasýflar taþýmasý, hayâtýn devamlýlýðýnda büyük vazîfe görmesi gibi, ilâhî mukadderatýn aziz bir rüknü olmasýndandýr. Kadýn annelik vasfýnda insanüstü bir mânâya ulaþýr. Allah ýn yaratýcý ve terbiye edici tecellîsine direkt ayna olur. Anne, baðlýlýðýn, fedakârlýðýn, cömertliðin, karþýlýksýz sevmenin sembolüdür. Bu yönüyle anne, ilâhî rahmete benzer; hep verir, baðýþta bulunur; fakat hiçbir þey beklemez. Týpký suyun tabiata can vermesi gibi kadýn da doðurduðu çocuðuna veya eþine kendisinde bulunan kadýnlýk ve dostluk hazinelerini, þirksiz, garazsýz bir sevginin kanalý ile boþaltýr. Baþkalarý için yaþamak bahtiyarlýðýný elde etmiþtir. Durmadan akan ve geçtiði mecrâlarý sulayan bir nehir gibi, etrâfýna öðrenme ve öðretme, sevme ve sevilme, faydalanma ve faydalandýrma azmi ve coþkusu içinde bir ömrü nihâyetlendirir. Çocuklarýnýn vücutlarý tarlasýnda þuur altýnda uyuklayan ve gün ýþýðýna çýkmak için fýrsat bekleyen samimiyet, ferâgât, fedâkârlýk, þefkat ve merhamet gibi insanlýk tohumlarýný onun can suyu uyandýrarak onlara hayat ve geliþme imkâný saðlar. Ve bunu yaparken bir öðretmen, bir kâþif, bir yol gösterici becerisiyle hareket ederek, onu dünyanýn herhangi bir köþesine geliþigüzel atýlývermiþ bir fânî, bir deðersiz varlýk olmaktan kurtarýp
zaman içinde akan hayatýn mânâlý, þuurlu bir parçasý haline getirir. Fikir, his ve iman alýþ-veriþinde kadýn, erkekten daha müsâit, daha verimli bir zemindir. Bu yaratýlýþtan gelen yapýcý, þekil verici yapýsý, doðurduðu, can verdiði çocuðunun þahsiyetini þekillendirir. Bir seramik ustasýnýn toprakla suyu karýþtýrmasý gibi yoðurduðu hamura bir þekil ve intizam vererek yaþadýðý topluma faydalý bir hâle koyar. Bu çetin ve zorlu hayat þartlarýnda âilesine karþý gösterdiði derin hoþgörü ve muhabbet ile onlara hem sýðýnýlacak bir liman vazîfesi görür hem de ihtiyaçlarý olan mânevî erzaklarla onlarý donatýr. Bütün varlýklara hayat veren su gibi, vücutta iyiliðe, güzelliðe, saðlýða ve imâna kaynak olur. Hayat, canbazýn üstünde gezdiði ip gibidir, iman da bu ipin üstünde yürüyenin elindeki muvâzene deðneði gibidir. Emin ve tehlikesiz adým atmak isteyenler, mutlaka bu deðneðe sahip olmalýdýrlar. Ýnsanýn baþý sýkýþtýðýnda, bunaldýðýnda Seninle beraberim, sana inanýyorum, yalnýz deðilsin diyen dost bir sese ne kadar ihtiyacý vardýr. Yeisli anlarýmýzda beliren ümit ýþýðý, onun þefkatli nazarlarýdýr. Hastalandýðýmýzda alnýmýzda dolaþan el, onun þifâkâr elidir. Bir suç iþlesek bizden önce kendisi yapmýþ gibi o utanýr. Biz hatâ ederiz; o
unutur, biz tekrar ederiz o yine affeder. Bu sürekli kullandýðýmýz suyu kirletmemize fakat onun yeniden temizlenerek yine temizlemeye ve kullanmaya hazýr olmak için uzun, sabýrlý, meþakkatli yolculuðunun hikâyesidir. Hatâlarýmýzdan onun rahmeti deryâsýnda yýkanýrýz. Ýnkârda da olsak, ikrarda da olsak, piþmanlýklarla da aðlasak, ilâhlar gibi gurur da duysak, yaptýklarýmýzdan kibirlensek ve zaman deðiþse, mekân deðiþse, insan her hâl ü kârýn içinde onu kendi yanýnda, yaný baþýnda bulacaktýr. O her hâl ve þartta, týpký tabiatta bulunan su gibi rahmeti, þefkati ve sabrý ile derdimize derman olacaktýr. Kadýn ayný zamanda erkeðin haþin, hoyrat, taþkýn yaratýlýþýna îtidal, muvâzene, sükûn ve taze kuvvet getiren tamamlayýcý bir kuvvettir. Müstakil, âmir ve ele avuca sýðmayan erkek ruhûnun kendini bulduðu mânevî uzletgâh gibidir.(Sâmiha Ayverdi, Ateþ Aðacý, s. 46)
gönül annenin veled-i kalbi Hýristiyan sanatýnýn en aydýnlýk yüzleri Meryem Ana ve Çocuk Ýsâ tasvirlerinde görünür. Her ne kadar Peygamber kavramýný bilmeseler de böylesi bir rûhu dünyâya getiren annenin sâfiyeti ve letâfeti her devir bu toplumu etkilemiþ, adýna katedraller yaptýrmýþ, ismini þehirlere verdirmiþtir. Gelelim bizim yakýnlarýmýzda bu analýk kavramýnýn zuhûruna.. Allah ýn en zarif perdeden erlik ve analýk vasýflarýyla göründüðü Sâmiha Ayverdi, kitaplarýnda bu makamý pek çok misâlle anlatýr. Cemâlnur Hoca baþlýklý yazýsýnda hocalýk makamýnýn týpký kendisi gibi bir anne-hoca dan nasýl yansýdýðýnýn târifini vermiþtir:
Meryem gibi, inci tâneleri nin doðduðu sedef ruhlardan bahsedildiðinde, içimizden ben bu sultâný tanýyorum! diye haykýrmak geliyordu? Yýllar önce yeni doðan güzel kýzýný kaybeden ve bu hâdiseyi secde ederek karþýlayan Cemâlnur Hoca hakkýnda Sâmiha Ayverdi Evlât Acýsý adýyla bir yazý kaleme almýþ ve bu hocanýn insanlar üzerindeki etkisinin sebebini de burada þu sözlerle ifþâ etmiþti:
Kimyâ hocasý genç ve güzel bir haným tanýrým. Anadan, babadan yana da dost evlâdýdýr. Keþki onu benim gibi herkes tanýyabilse Zîrâ bu genç haným, cemiyetin yüzünü aðartan örnek bir öðretmendir. Öyle ki, deðil yalnýz insanlara, kurda, kuþa Amma ne çâre ki, bu ince ve zarif ve cansýz zannettiðimiz bütün olan genç kadýn, nasýl bir derûnî yaradýlmýþlara, hattâ taþa, topraða tasarrufun ýþýðý ile talebelerine dahî vefâsýndan, þefkat, muhabbet yaklaþarak onlarý teshir etmiþti. ve sýcak alâkasýndan cömertçe Peki bu güzeller güzeli anneler, biz âsî ikramda kusur eylemez. ve câhil çocuklarý nasýl büyülemekteydiler? Nasýl oluyor da Bu cömertlik, evlâdýna tapan bu analarýn Rahim sýfatlý kucaklarýnda annelerin marazî ilgisi ve yersiz huzur buluyor ve ayný anda Allah ýn vericiliðine benzemez. Bu cömertliðin içinde yeri geldiðinde, yavrusunun, haþyetini müþâhade ederek nefsi tuzaðýna düþmekten alakoymak titriyorduk? Nasýl oluyordu da Hz. için acý çekmesine de izin vermek Âmine, Hz. Hatice, Hz. Fâtýma, Hz.
Nazende Yýlmaz vardýr. Bu cömertlikte, ayýrým yapmak, çocuðundan vazgeçmek, ya da verdiðinin karþýlýðýný beklemek yoktur. Bu, Peygamberin þefaatini, Hz. Fâtýma nýn elini bize bildiren bir cömertliktir. Bahsi geçen Anne yi târif eden onlarca âyet bulunabilir. Peygamber Efendimizin, mürþid-i kâmillerin hayatlarýnda, hattâ dünyaca tanýnmýþ yazar Paulo Coelho nun Iþýðýn Savaþçýsýnýn Elkitabý adlý eserinde O nun vasýflarýný okuyabiliriz. Meryem Ana ve çocuk Ýsâ tasvirlerine bakýnca,
bu iki ismin de tek vücutta birleþtiðini düþünmemek elde deðil. Nur Sûresi nin 35. âyetinde bahsi geçen kandil içinde göðü ve yeri aydýnlatan nûrun âlâ nûr da böyle olsa gerektir. Mürþidlik makamý, dünyâ planýnda ister kadýn ister erkek bedeninden zuhûr etsin, hep analýk vasfýyla beslememiþ mi evlâdýný? O hem kendi ifâdesiyle, Gönül Annesi nin Nûr u, hem de yeryüzündeki yüzlerce mânâ yolu çocuðunun anasý .. On sekiz bin âlemde kalbin çocuðu sâfiyetinde seyreden bir ruh, bekaya geçtiði bu âlemde analýk vasfýný giyinmiþ bir sultan..
端mmet sevgisi
Hz. Peygamber'in bizi sevmesi ne demektir diye düþününce aklýma mîraç düþtü. Mîraç hâdisesinde Hz. Peygamber Allah' a öyle bir yükseliyor ve Allah, peygamberine öyle bir tenezzül ediyor ki, Kur'an bu âný Sonra (ona) yaklaþtý; derken sarkýp daha da yakýn oldu. (Peygamber e olan mesâfesi) iki yay aralýðý kadar, yâhut daha az oldu (Necm Sûresi, 8-9) âyetiyle anlatýyor. Bu hâdisede beni hayrete düþüren, muazzam buluþma ânýndan ziyâde, Peygamber in böyle bir anda ümmetim demesi. Zirâ zâten maksad hâsýl olmuþ iken tekrar ayrýlmayý istemek nedendir? Ve en sevgiliye kavuþmuþken zikredilen -ümmetim- O'ndan daha mý sevgili olacaktýr? Hz. Peygamber'in Ya Rab! Bana eþyânýn hakîkatini göster niyâzý mîraçtan öncedir. Mîraç herþeyin açýldýðý ve tâbir-i câizse herþeyin bir noktadan ibâret olduðu bir an olduðuna göre, bu an hakîkatlerin de zuhûr ettiði andýr. Bunun yanýsýra mîrâcýn sebebini Allah Kendisine âyetlerimizden bir kýsmýný gösterelim diye... (Ýsrâ, 1) anlatýyor. Yani Peygamber' in bu yolculuðu bilmeye deðil görmeye dayalý bir yolculuktur. Dolayýsýyla Peygamber' in niyâzý mîraçta gerçekleþti. Eþyânýn hakîkatini mîraçta gördü. Peki neydi eþyâ ve Peygamber neyi gördü? Allah'ýn bütün kâinatý yaratmadan önce var ettiði þey hakîkat-i Muhammediyye idi. Yani Hz. Peygamber'in hakîkati... Geri kalan herþey O ndan yaratýldý. O, Allah' ýn bilinmeyi istedim deyip âlemi yaratmasýyla kendisini aþikâr ettiði kadarýydý. Ve Hz. Peygamber mîraçta, Allah' ýn kendisini âþikâr ettiði kadarý olan hakîkat-i Muhammediyye ile, yani kendi hakîkati ile karþýlaþtý. Bu karþýlaþma/buluþma/kavuþma âný hakkýnda Kur'an'da buyruluyor ki: O zaman Sidre yi kaplayan kaplamýþtý. Göz (gördüðünden) þaþmadý ve (onu) aþmadý (Necm Sûresi 16-17). Orada tüm istekler son buldu, sevgiliye odaklanýldý ve göz þaþmadý ise ümmetim den kasýt nedir? Bütün kâinat hakîkat-i Muhammediyye' den yaratýldý ise, hakîkat-i Muhammediyye Hz. Peygamber' in hakîkati/özü ise, mîraç O'nun kendi hakîkatiyle olan buluþmasý ise ve bu buluþma ânýnda gözü aþmadý ve þaþmadý ise; ümmetim demek, Allah' tan baþka varlýklar olarak addettiðimiz bizler için Peygamber in niyâz etmesi, izin istemesi demek deðildir. Ümmet, Peygamber in hakîkatini görmek istediði eþyanýn bütünüdür, yaradýlmýþ cümle mahlûkattýr ve hakîkati Hz. Peygamber' in bizzat kendisi olmasý hasebiyle; O'nun görmek istediði, gördüðü ve zikrettiði kendisinden, yani kendisinde tecelli eden Allah' tan ibârettir. O kendisine doðru yaptýðý yolculukta, kendisini tüm çýplaklýðýyla idrak ederek, tekrar kendisine geri dönmüþtür. Þu halde Peygamber sevgisi, önce kendimizden ve en yakýnýmýzdakilerden baþlayarak tüm kâinatý sevmekle eþdeðerdir. Ümmeti sevmek, deðil inanç ayrýmý gözetmek, âlemdeki en zararlý gördüðümüz kiþi ile en iyi gördüðümüz kiþinin dahi, hakîkatte Peygamber'le ilintili olduðunu bilerek hareket etmekle mümkündür. Yavuz Çelep
kadýn ve tasavvuf Konumuz kadýn ve tasavvuf. Bir kadýn olarak biraz tereddütle yazýyorum, zirâ kavramlarý anlamýþ gibi gözüküp mânânýn altýnda ezilip kalmak da var... Sürç-ü lisan edersem affola... Geçen haftalarýn birinde bir akþam iþten eve geldim. Saat yediyi geçmiþ, evde bir tas yemek kalmamýþtý. Yoðun bir çalýþma temposunun içindeyiz þirkette bu aralar; gündüzler gecelere, geceler de gündüzlere çabuk baðlanmakta. Açým, yorgunum; aynaya bakýyorum, saçlarým darmadaðýn, yüzüm bembeyaz. Üstelik biraz sonra kapýdan eþim girecek ve mutlaka o da aç ve yorgun. Ne yapsam diye düþünürken gayriihtiyârî buzdolabýný açýyorum. Gözüme yumurtalar iliþiyor; haydi bu akþam da böyle olsun diye düþünüp kahvaltýlýklarý masaya koyuyorum. O akþam yemeðimizi yedikten sonra tuhaf birþey oluyor. Eþim bana -sað olsun- hep sofradan kalkmadan teþekkür eder, ama bu sefer onun deyimi ile yoktan var ettiðim için teþekkür ediyor. Oysa ben kendimi herþeye yetiþemediðim için, sofraya sýcak bir kap aþ koyamadýðým için, kocamý eli yüzü düzgün karþýlayamadýðým için, fevkalâde kötü hissediyorum. Fark edemiyorum, o an bir tebessüm
dünyalara bedel. Ve ben tebessüm ile kapýyý kendisine açmýþým. Sonrasýnda düþünüyorum, kadýn olmak zor vesselâm. Bir yandan kendine bak, bir yandan çoluk çocuða. Bir yandan eþine bak, bir yandan komþuna yetiþ. Büyükler kapris yapar, küçükler naz. Ýþe koþ, baþarýlý olmaya çalýþ. Eve gel, yemek yap, çamaþýr yýka. Hafta sonu ütü yap. Saçýný boya; ee tabii ya, güzel de gorünmek lâzým. Az uyu, duâný et. Sevap iþle. Düþünüyorum, kadýn olmak zor zaanat diye geçiriyorum içimden. Ben bunlarý düþünedurayým, çok sevdiðimiz, aslýnda çok da uzun zamandýr tanýmadýðýmýz bir arkadaþýmýz arayýp annesinin vefât ettiðini söylüyor ayný hafta içinde. O hafta sonunu mâlûm cenâze evinde geçiriyoruz. Ýþler bitip misâfirler gittikten sonra toparlanýp destur alýyoruz. Eve dönerken yine düþünüyorum. Bizler Hakk a kavuþan teyzemizi hiç tanýmadýk. Oysa kendisini Hakk a yolcu ederken saatlerce onun adýna görev tuttuk. Neden? Çünkü evlâtlarý bize dost eli uzatmýþ insanlardý. Çünkü evlâtlarý bizlere insanlýklarýný sunmuþlardý aylardýr. Gönüllerimizde taht kurmuþlardý. Kendilerine gönül borcumuz vardý. Fark ediyorum ki kadýn olmak, evet belki zor, ama çok kýymetli bir mertebe ayný zamanda.
sesil çetindað Öyle ki kadýn, topluma, topluluklara insan yetiþtiriyor. Kadýn yetiþtirdiði evlâtlarý ile nice gönüllere, hiç bilmediði kiþilerin gönüllerine bile dokunabiliyor. Sonra kadýn aklý ile olduðu kadar, þefkati ile de zuhûr ediyor. Aþ piþirip aç doyuruyor meselâ. Ýlâç saatini kollayýp hastaya merhem oluyor. Çiçekleri suluyor, nizâmý o korumaya çalýþýyor. Gündüz baþka bir hâl alýyor, gece baþka. Kadýn iþ tutan eliyle nice bedenlere hayat oluyor ayný zamanda. En mühimi de kadýn Aþk ý temsil ediyor. Üstelik Aþk ý vücutta deðil, ruhta temsil ediyor. Hikâyelerde delikanlýlar bile bir kadýnda edebi bulmuyorlar mý? Ýþte kadýn nefs sýfatý ile biliniyor çünkü. Öðretmenim der ki ...nefs insan vücudunda en âniyeti yani kendi varlýðýný temsil eder. Dolayýsýyla sadece tekâmül ettiði zaman üst mevkilere yükselebilir ve Hak yolunun göstergesi, yaþayan ispâtý olur. Bu ne demek oluyor? Âcizâne anlayýþým, kavminin idrâkine ermiþ kadýn, edep yolunun, birliðin, Aþk ýn göstergesi oluyor. Bir nevi ilim kaynaðý oluyor. Samiha Ayverdi Hanýmefendi nin bir kitabýnda okuduðum sözleri geliyor hemen aklýma; yeniden açýp bakýyorum kitabý, þöyle buyurmuþlar: Ne tuhaf, bu gökkubbenin altýnda herkes bir þeyler duyup bir þeyler söylüyor;
fakat her duyuþ, her söyleyiþ ve her görüþ, nihâyet, mukabil olduðu eþyâyý aksettiren bir ayna parçacýðýna benziyor. Fakat nerede o kâmil ve mükemmel duyuþ ve duyuruþ ki, içine bütün cihânýn aksettiði muazzam bir ayna olsun... Hayatýmda örnek aldýðým kadýnlarý düþünüyorum. Fakirliklerine karþý hep küfürden uzak duruþlarýný. Hep birilerinin dertlerine devâ olmak için çýrpýnýþlarýný. Allah a sýðýnmanýn sonucu her cefâdan korkusuz oluþlarýný. Hep bir suç iþlemiþ gibi boynu bükük ama asâleti yüksek duruþlarýný... O zaman bize uygun görülen kubbe altýnda o Aþk ý yansýtan ayna görevinde olabilmek lazým diye düþünüyorum. Kadýn olmak hakîkaten zor iþ. Fakat ne mutlu ki bütün bu mücâdelenin içerisinde bir de bu iþe lâyýk görülmüþüz. Dileðim odur ki, Rabbim, bütün kadýn ehli olanlara tevâzûyu, sevmeyi, yaratýlan herþeyi Yaradan dan ötürü sevmeyi, ve herþeye, herkese edep ve hoþgörü ile yaklaþabilenlerden olmayý nasip etsin inþaallah.
selamiçeþmeli YÂKUBÝ BABA dan
nefes alan tarifler
Pesto Karidesli Izgara Sebze Salatasý 250 gr. temizlenmiþ kabuklu karides 50 gr. taze kuþkonmaz, 1 adet halka halka doðranmýþ kuru soðan, 2 adet büyük parça olarak doðranmýþ kýrmýzý biber, 1 adet yuvarlak dilimlenmiþ kabak 1 demet ince kýyýlmýþ taze fesleðen 2 diþ ince dilimlenmiþ sarýmsak 4-5 yaprak yeþil marul 1 demet taze roka Sýzma zeytinyaðý Nar ekþisi sosu Lor peyniri Tuz-Karabiber Piþirme spreyi
Hazýrlanýþý:
Büyük cam kapaklý, derin ve mümkünse döküm olan bir tencereyi harlý ateþte iyice kýzdýrýn. Ýçine piþirme spreyinizi sýktýktan sonra marul ve roka hâriç tüm malzemeyi koyun. Cam kapaðý kapatarak tencerenin saplarýndan tutarak tencerenizi saða-sola, öne- arkaya sallayarak malzemelerin harlý ateþ üzerinde piþmesini saðlayýn. Daha sonra hafif yanýk kývamýndaki malzemelerinizi önceden hazýrlamýþ olduðunuz taze roka ve marullarý koyduðunuz salata tabaðýnýzýn üzerine serpiþtirin. En son olarak, salatanýzýn üzerine dilediðiniz kadar lor peyniri, sýzma zeytinyaðý ve nar ekþisi sosunuzu koyarak servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun.
görüþmek üzere...
yorum ve önerileriniz için h e r n e f e s d e r g i s i @ g m a i l . c o m