Kenan keskin metafizik mucizeleri yada yanilgilari

Page 1

METAFİZİK MUCİZELER YA DA YANILGILAR

Kenan KESKİN


İçindekiler Sunu İlham ya da bilgi yollu olarak birimlerde oluşan yanılgılar İblis kadar Allah’ı tanıyamamak! İblis’in Velileri Şeytan Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır! İbadet’ten çok yüksek ilmin değerlendirilmesine İnsanların çoğu şeriatta takıldı ?! Nur bilinç boyutuna adım atabilenler Birimin Cinini Müslüman etmesi Ölmeden önce ölmek! Normal ötesi fenomenler Hristiyanların Cinn’i algıla(yama)ması

Mezarlık Fenomenleri ( Kanser tedavisi-Levitasyon(havada yükselme)-Bedene işkence-Ateşte yaşam ) Bir medyum: Daniel Dungles Home Levitasyon ( Havaya yükselme ) Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin fenomenleri Zihin kontrolüyle yaşamını sonlandıran Dalaylama Velilerin Azizler ile karıştırılması ( Keramet, Mucize ve İstidraç(sihir) ) Uçan Azize: Teresa İki defa bedenlenen ve üçüncüsü beklenen Hintli Sai Baba Canlanan Ceset


Tayyı Mekan ve Astral Seyahat Hz.İsa (as)‘ya atfedilen tüm fenomenler tekrarlanıyor Satya Sai Baba Üniversitesi Tüm dinlerin birleştirilmesi ya da DECCAL Ufolar, Uzaylılar ya da Cinn !? Dip Notlar Kaynaklar Yayın Listemiz

Sunu_______________________ Değerli Okur, “Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir boyut olarak var olması dolayısıyla, bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden en karmaşık ve zor olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden olmaktaydı.” Yukarıdaki sözlerin kaynağı Kenan KESKİN (Fizik Mühendisi) ayet ve hadisleri,günümüz bilimi açısından değerlendirip, savlarını bu hadislerle destekleyerek, yukarıda sözünü ettiği normal ötesi fenomenleri bilimsel süzgeçten geçirmiştir. Bunu gerçekleştirirken; hiçbir aşamada manevi platformdan ayrı düşmemiş ve okuyacağınız değerli açıklamaları bize armağan etmiştir. _______________________ Dileğimiz size yararlı olabilmek... Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten ve farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün bu arzumuzu yerine getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz; “Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...” Metafizik Mucizeler ya da Yanılgılar www.yorumsuz.netteyim.nettarafından derlenmiş ve size e-kitapçık olarak sunulmuştur. Mayıs2004 Bize kaynak olansufizmveinsan.com ’a teşekkür ederiz. _______________________


Yorumsuz Bildiri İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız düşünürlerin, yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerini sizlerle paylaşmaktan başka bir arzumuz yoktur. Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız. Bizim yapabileceğimiz tek şey değişim-dönüşümün meydana gelebileceği, hoşgörü ve sevginin girebileceği bir alan, bir boşluk yaratmaktır. _______________________

İlham ya da bilgi yollu olarak birimlerde oluşan yanılgılar Bir boyut, bir alt boyutu kapsamasına karşın, her boyutun kuralı kendi içinde geçerlidir. Tıpkı bir bedendeki moleküllerin, atomların, parçacıkların sahip olduğu yasaların birbirlerinden farklı oluşları gibi. Yani, bedenin dünyası ayrı, atomların, fotonların dünyası ayrıdır. Ancak bu farklılıklar, boyutların birbirlerinden bağımsız, kopuk olması anlamında değildir. Çünkü, bir boyuttaki değişiklik aynı zamanda diğer alt boyutlara yansıyarak onları da etkiler. Buna karşın; bir boyutun varlığı, diğer boyutların varlığını ortadan kaldırmaz. Fakat bunun tam tersi doğru değildir. Benzer deyişle; her bir boyut üst boyut ya da boyutlar açısından bir hayal hükmünde olsa da kendi boyutu içerisinde somut bir biçimde gerçektir. Bu nedenle, ölüm ötesi boyuttaki mikrodalga bedenlerimizin, şu anki bakış açımıza göre latif olmasına karşın, o boyutun algılanmasıyla birlikte ışınsal bedenler birbirlerini şeffaf değil, somut olarak algılayacaklardır. Yani, o boyutlarda hiç kimse bir diğerinin bedenini latif, şeffaf bir beden olarak görmeyecektir. Tıpkı rüyalarımızda gördüğümüz bedenlerin (nesnelerin) gerçekte somut bir yapıya sahip olmamasına karşın, bizim bunun soyut olduğunu fark edemeyişimiz gibi. Genelde bu konular hakkında sıkça sorulan bir soruda “madem her şey bir hayalden, imgeden ibaret, o zaman neden kabir, cehennem boyutunda azap görelim ki?” ya da “tüm varlık ve insanın özü Hak’tır; Hakk da zarar, ıstırap,...vb kavramlardan beri bir varlık olduğuna göre, bu insanlar için de azap olunamayacağı anlamına gelir, o halde Cehennem diye bir ortamın varlığından söz edilemez. Edilemeyeceği için de neden ve niye azap, acı ...vb şeyler söz konusu olsun ki?” şeklindedir. Bu yüzden; yine bu düşünce sahiplerine göre, cehennem sadece avam insanlarını korkutmak amacıyla ortaya konmuş bir sistem ve düzendir.


Oysa, hem yukarıda değindiğimiz hem de daha önceki yazılarımızda açıkladığımız üzere, bulunduğumuz boyutun ışınsal bir boyut olmasına karşın, nasıl ki madde olarak algılayıp bu boyut içerisinde var olan varlıklardan ve olaylardan etkilenerek belli azaplar duyuyorsak, o boyutun da somut olarak algılanması ve kendine özgü sistemleri ve birtakım varlıkları olması dolayısıyla, onlarla etkileşimlere girilmesi yanı sıra da sistemin işleyiş çarkları içerisinde bize zarar verecek şeylere karşı alternatif oluşturamadığımız takdirde o ortamlarda da maddi ve manevi azaplar söz konusu olacaktır. Tıpkı gördüğümüz kâbuslarda fiziksel bir etkiyle karşılaşmamamıza ve oradaki her şeyin birer hayalden ibaret olmasına rağmen bizlerin bunu azap olarak algılayışımız gibi. Oysa bedenimizin hiçbir yerine kimse bir etkide bulunmamaktadır. Bununla birlikte; azabı doğuran sınırlı bilincimizin şartlanmaları dolayısıyla da bugün kendimizi bir beden yığını olarak kabul edip Ruh boyutunu ancak iman yollu ya da yanılgılı algılama dolayısıyla kabul veya bu tür şeylere inanmadığımız için tamamen reddederken, yarın o boyutlarda hepimiz, kendimizi, Evrensel Bilinç yerine, Ruh boyutu ve ona dayalı tek bir bilinçten, ki Evrensel Bilinci Mutlak anlamda değil, ruh boyutuna göre değerlendirerek, sadece ondan ibaret olduğumuzuzannedeceğiz.Bu durum, dünyada yaşarken kendileriniruh boyutundatanıyan birimler için de geçerlidir. Bununla birlikte; her şeyin bir hayalden, imgeden ibaret olmasına karşın, örtülmüş bilincin aslı olan boyutuna dönmesi için saflaşması, torna tesviye olması için geçeceği aşamalarda (boyutlarda) arınma işleminin yine kendinde açığa çıkması ve bu durumunazap olarak algılanması,bilincin holografik gerçekler şeklinde ortaya koyduğu diğer tüm şeyler gibi, gerçektir, Hak’tır. Çünkü evrende her şey, sırasıyla salt enerji-bilinç boyutundan, mikrodalga boyutuna iner, oradan da parçacıklar, atom, molekül ve madde boyutunda açığa çıkar. Daha sonra da, bulunduğu noktadan tekrar molekül, atom... mikrodalga boyutuna dönüşerek aslı olana rücu etmektedir. Tıpkı Mevlana ‘nın “kaynağından kopan her şey, kaynağıyla birleşmeyi arzular” dediği gibi.Madde boyutu içindeki geçişlerde, madenden nebata, nebattan da hayvana geçişler şeklinde tekrar aynı safhaya yani mikrodalga boyutuna dönüşüm olurken, hayvandan bir sonraki aşama olan insana geçenler ise, 120. günde oluşan mikrodalga yapılı bedenle birlikte aslı olan boyutlarına geçiş yaparlar.(Bu birimlerden bir kısmının bilinç dönüşümü ise, çok daha yüksek frekanslı olan Nur boyutuna doğru olmaktadır.) İnsanların içinde de en büyük açıyı ya da daireyi çizen ise Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’dir. Işınsal varlıklar da kendi bulundukları noktadan asılları olan boyutlara doğru yolculuğa çıkarlar.(Bkz. Evrensel Sırlar / Dini Yanlış Algılamak -Ahmed Hulusi - Her şey Bir Plasebo mu? II -http://sufizmveinsan.com /fizik) Daha geniş bir perspektiften sisteme bakarsak, evrenin sonsuz boyutsallığındaki yaşamın, bir düzeyin diğer farklı düzeylere boyutsal dönüşümü şeklinde sonsuza dek devam edegelen bir biçimde olduğunu fark ederiz. Tıpkı, ünlü kimyacı Lovaziyer’in dediği gibi “yoktan hiçbir şey var olmaz, var olan şey de yok olmaz.”(I) Ancak, insan ve cinlerin bu bilinç dönüşümleri sırasında azap görmeyecekleri fikri yanlıştır.Oysa, Mutlak Evrensel sistemi anlatan dinsel verileri şartlanmalarımıza (ya da terkipsel imgelerimize) göre değerlendirip mecazları hakikât sandığımız ve cehennem ile azap kavramlarını, her şeyin bir bütün halinde, hayal ve imgeden ibaret boyutsal dönüşümler olduğu fikriyle bağdaştıramadığımız için, bu kavramları reddetmekteyiz. Ya da bunun tam tersine, yine aynı nedenlerden ötürü, sistemin bu şekildeki işleyiş mekanizmasını kabul etmeyerek sembollere takılıp kalmaktayız. Halbuki her iki


görüşün de doğru yönleri bulunmaktadır. Yani; hem varlık, bir imgenin başka bir imgeye dönüşmesi sonucu oluşmakta, hem de yine bu imgelerin neden oldukları kabir, cehennem boyutlarındaki azaplar, holografik esasa göre bizden açığa çıkmaktadır.Bu azap ve cehennemden çıkışın tek yolu da tabanda, mevcudatın özü olan imgeler boyutunu varlığa göre algılamak değil, salt imgeler boyutunda kendimizi tanımaktır ki, arada kıyasa gelmez fark vardır. Çünkü bu salt boyutta varlık yok ki, ona göre bir imgeler boyutu olsun. Zaten bu farkın anlaşılamaması bu yanılgıların temel sebebini doğurmaktadır.Dolayısıyla, yakılacak şeylerin insanlar ve taşlar olduğu şeklinde sembolize edilen ve insanın maddi ve manevi (şuursal) azaplarına işaret eden cehennem boyutundaki çukurların da, o konuyla ilgili azabın sona ermesiyle ateşinin sönmesi ve bir başka çukura geçişi, yanışı ya da atılması da hep azabı doğuran şeye bağışıklık kazanmak, yani o olaydan, o şeyden etkilenmemeyi sağlayan idrakin, o birimin Ruhunun bilincinde açığa çıkmasıdır. Böylece, cehennem tabakaları denen şey de, idrak düzeyleri, seviyeleridir. Bu, cennet boyutunda farklı isimlerle anlatılan cennetler için de geçerli olup Tek bir boyutun farklı şuur seviyelerinin yaşam şekillerine verilen isimlerdir. Eğer boyutsallığı anladıysak, öncelikle şunu fark ederiz ki, tüm varlığın çıkış noktası olan boyutta her şeyin parçalanamaz bir Bütün, Tek olarak bir imgeden ibaret olması ayrı bir şey, bu boyutun var gösterdiği boyutlarda kayıtlı yaşayıp, her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu bilmek, düşünmek, var kabul edip hissetmek ya da yaşamak apayrı şeylerdir. Tıpkı O.B.E ve Ö.Y.D durumlarındaki deneyimlerde sistemin çok küçük bir gerçeğinin algıda genelleştirilmesi sonucu oluşan yanılgılar gibi. Çünkü; bu her ne kadar düşüncede böyle olsa da, tam anlamıyla yaşantıya geçirilemediği için, yine bilinç örtülü bir biçimde maddesel boyutun kurallarına bağlı olarak yaşamına devam eder. Zaten, tüm azapların kökeninde de, bilincin Örtük Düzen boyutunda kendini tanıması yerine, kendisini çokluk boyutunda kayıtlı, sınırlı olarak bulması yatmaktadır. Ayrıca önemli bir nokta da, çokluk boyutunda, madde veya varlıkla kayıt altında olmayan her birimin, bu hallerine bakarak bunların salt örtük düzen boyutunda kendilerini tanıdıkları, bildikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Yani,bazı birimlerin her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu, bilincinin çeşitli düzeylerinde algılayıp (ki beş duyu ya da beş duyu ötesindeki çeşitli algı seviyelerinde olabilmektedir) bu hayaller üzerinde tasarrufta bulunmaları ya da bunlardan etkilenmemeleri, ölüm ötesi boyutlarda azap görmeyecekleri anlamına gelmemelidir. Kaldı ki; tüm bu ve buna benzer olağanüstü şeylere çok iyi vakıf olan ışınsal varlıklar bile, her şeye rağmen çeşitli azaplara uğrayacak iken. İlham ya da bilgiyollu olarak birimlerde oluşan yanılgıların başlıca temel sebeplerini şöyle ifade edebiliriz: Tüm bilinç seviyelerinin toplu bir halde bulunması ve bu mertebeler arasındaki farklılıklar dolayısıyla, (en) alt boyutta yaşanılmasına karşın, üst boyutun bilgilerinin, bulunduğu boyutta yaşantıya sokulması yani, hem bu bilinç düzeylerinin hem de birimin kendisinin sistemdeki yeri, boyutlar arası bağlantıları, ilişkileri tam olarak oturtulmadan, anlaşılmadan, arınılmadan, birimin kendini gerçek boyutlarında tanıyamadan, bulunduğu boyutta bu bilgilerin monte edilmesidir ki, bu da çok büyük yanlışlıkların doğmasına neden olmaktadır. Böylece,Tekliği Mutlak anlamda değil, Mutlak boyutun bir izdüşümü, gölgesi konumunda bulunan boyuttaki, varsayımına göre kabul ettiği, benliğine (ya da bilincine) dayalı olarak yaşar. Bu, beş duyuda algıladığı bedeni de olabilir, beş duyu algı ötesindeki kabul ettiği, var saydığı sınırsız bedeni de olabilir.


Yani; sistemde bir Tanrı’ya yer olmaması, sistemin bir bütün olarak imajdan, hayalden ibaret olması dolayısıyla, kendi bilincinin bu evrensel bilinçten ikincil bir yapı şeklinde ayrı olmadığı ve bu bütünsellik içinde tıpkı elektromanyetik dalgalarının erkeği ve dişisinin olmayıp çeşitli frekanslardan müteşekkil tek bir yapıda bulunması gibi, tüm artı ve eksi kavramlarının geçersiz olduğu, bu nedenle de azap, mutluluk ya da mutsuzluk...vb kavramların bir algı yanılgısından veya hayalimizden kaynaklandığının bilinememesi ya da bu farkındalığın fark edilememesi sonucu oluştuğunun düşünülmesidir. Ya da benzer ve paralel ifadelerle, belli bir idrak noktasına gelen bu birimler şöyle düşünmektedirler: “ Evrende madde ve zihin gibi iki ayrı kavram yoktur. Madde dediğimiz şey, şuurun bir görünümü olarak bir hayaldir. Yani; benim şuurumun oluşturduğu bir serap. Ve insanlar hem bu dünyada hem de ölüm ötesinde hep bir hayalden bir başka hayale geçer durur. Her şeyin bir imgeden meydana gelmesi dolayısıyla da beden (madde) kavramına ait olan tabiat ve buna dayalı maddi zevklere, yani bedenin istek ve arzularına karşı çıkma söz konusu olamaz. Eğer tabiatımla mücadeleye girersem (veya ibadet adı altındaki çalışmaları yaparsam...vb) o zaman bu bedeni (maddeyi) kabul etmiş ve dilediğimi yapmama sınır getirmiş olurum. Artı ve eksi kavramları olmadığına göre bu bedenimin tabii davranışları da benim için asla önemli değil ve yaptıklarımla asla sorumlu, mesul değilim. Çünkü ben Hakk’ım ve bundan dolayı o nasıl yaptıklarıyla kayıtlı değilse ben de kayıtlı olmadığım için dilediğimi yaparım”Böylece, bedeninin tabii istek ve arzularına ait olan halleri, O olması dolayısıyla kendi özellikleri olarak görme yanılgısına düşer. Oysa her boyutun kuralları farklı idi. Ancak; bu tür algı ve hissedişlere sahip birimler, bu düşünceyle fiiller ortaya koymaya başladığı zaman, eylem ve davranışlarının hep eksi yöne doğru kaydığı ve zamanla da bunun kaydı altına girdiği, bu durumun kendileri tarafından da fark edilmediği görülecektir. Çünkü, düşünce ve eylemler beyinde belli hücre grubunun çalışması sonucudur. Bu nedenle bu durumun devamına olan ısrar da bu hücresel faaliyetin yönlendiği konu istikametinde gelişerek yayılım gösterecektir. Böylece, ortaya konan yanlışlık günden güne artarak bilincin örtülmesine neden olur ve İlahi bir zorlama olmaksızın eski durumuna dönmesi de kolay kolay mümkün olmayacaktır. Böylece Teklik bilincinden yavaş yavaş uzaklaşılır. Ya da; buna paralel bir bakış açısına göre, holografik olarak ortaya konan gerçeklik, beynin faaliyetlerinden kaynaklandığından, beyin hangi şeyle meşgul olursa,beynin bilincinde,o şekilde oluşacak ve o yönde gelişim gösterecektir. Oysa; beynin bilincinin hiçbir şeyle kayıtlı olmaması ya da benzer ifadeyle beynin bilinci yerine öz bilincin kabul ettiği beyin ve otomatikman meydana gelen bilinç açısındansistemi değerlendirmek için, bu şuurun sahip olduğu boyutların ayrı ayrı hakkının verilmesi yani, tabanda Nur Bilinç boyutunda kendini tanıması gerekmektedir. İşte hakikâti yakalamaya ramak kala bu bilinç boyutundan düşmesinin önde gelen sebebi, yukarıda anlattığımız dualite, yani boyutsal ikilem ve doğurduğu bu sonuçlardır. Kendisine Tek’lik boyutundan ilham geldiğinde ise, birim, Dünyayı, Dünya değerlerini ve bedenini sanki yokmuş gibi kendini (gene kendisi vardır ama) O olarak hissetmeye başlar ve doğal olarak “Ben O’yum” der.Tıpkı, Amerikalı bir nörolog olan Dr. James Austin’in bir tren istasyonunda Zen-Budizmi ile ilgili derin düşüncelere dalarken kendisinde oluşan algı durumunun değişmesiyle“zaman yoktu, sonsuzluğu hissediyordum. Eskiden var olan arzularım, nefretlerim, ölüm korkum dolaylı olarak benliğimden kaynaklanan belirtiler kaybolmuştu. Maddenin esas doğasının ne olduğunu anlamak suretiyle yüceltildim”şeklinde hissedişlere girmesi, ya da bir mistiğin “Bedenim ve uzuvlarımla olan bağlantım ortadan kalkmıştır artık. Duyu organlarım devre dışıdır. Böylece maddesel biçimimi terk etmiş ve bilgime de elveda etmiş olurum. Artık “büyük yayılıcı” haline dönüşürüm. Bu ise, bana göre, oturup her şeyi unutmak anlamını taşımaktadır.” dediği gibi.


İblis kadar Allah’ı tanıyamamak! Ancak, bu durumda olduğu gibi gelen ilhamların, hem mutlak anlamdaki bilince hem de bu Mutlak bilincin maddeye dönük yansıması olan boyuttaki bilince dayalı olarak iki şekilde (ki bunlarında ayrı ayrı çeşitli dereceleri bulunmaktadır) açığa çıkmaktadır. Mistik dille Melek’i ya da Cin’ni.(2) Eğer, gelen ilham ikincisindeki gibiyse, bu birim(ler) Teklik algısını Mutlak Bilinç yönüyle değil, birimsel bilincleriyle ya da çokluk boyutuna dönük olarak (her ne kadar bize göre büyük mertebe olsa da) sahip olduğu bilinciyle, tüm var oluşu değerlendirerek, o Evrensel Bilinçte yaşıyormuş sanısıyla, birimsel nefsine (benliğine) Tanrılık atfederler. Böylece bu bilgiler, o kişinin bedeninin istek, arzu yani, tabiatı istikametinde açığa çıkarak birçok yanlış yola, yöne sapma ve o an için elde ettiği güçlerle de çevrelerine hükmetmek suretiyle, onları da saptırmaya neden olurlar. Ya da benzer deyişle“Ben O’yum” sözünü genel anlamda ne kadar doğru söylese de, çokluk boyutunda var olan her şeyi kendi bilinci olarak görmek suretiyle, tüm varlığın kendi özünden ibaret olduğunu zannederek bulunduğu boyutla kayıtlanır. Böylece; Resullerin bildirdiği Mutlak Bilinç yönüyle değil (birinci anlattığım ilham bununla ilgilidir), bu boyutun maddeye dönük yansıması olan, varsaydığı sonsuz bilinç (benlik) yönüyle, çokluk boyutunda, dilediğini yapmaya, hayal olarak algıladığı madde üzerinde tasarruf etmeye başlar.Mistik alanda bu nefs mertebesine “Mülhime” (3) denir. Yedi mertebeden üçüncü sırada olandır ki, Teklik algısı bu bilinç düzeyde başlamaktadır. Birinci mertebe, insanların büyük çoğunluğunun bulunduğu bilinç düzeyidir ki, buna da “Emmare” denir.(4) Cinler hem bir varlık hem de bir boyut olarak bu mertebeye (bilinç düzeyine) kadar olan tüm birimlere oynadıkları oyunların en büyüğünü bu bilince ( mülhime) sahip birimler üzerine oynarlar. Çünkü bu ışınsal varlıklar da, o mertebede olup bu bilinç boyutunun bilgisiyle kendilerindeki ilim ve gücün “evrensel bilinçten” ayrı birer yapısı olmadığının farkında olarak, en alt bilinç seviyesinde (nefs düzeyinde) fiiller ortaya koydukları için, kendilerini birer Tanrı olarak görmekte, çeşitli suret ve şekillerde irtibatta olduğu insanlara Tanrısal ruh, evrensel ruh, Tanrılar olduklarını hem algı, düşünce fikir, hem de fiziksel temaslar şeklinde bildirmektedirler. Evrendebir Tanrı’nın var olmadığını çok iyi bilen şeytaniyet vasıflı cinlerin kendilerindeki ilim ve gücün Allah’a ait olduğunu bilmeleri, onların Allah’a sığınmaları şeklinde ifade edilmektedir. Mistik alanda buyaşantı halinin ifadesi olarakbazı şeytanların “Euzu Besmele” çektikleri bazılarınınsa “la havle vela kuvvete...” zikrini yaptıkları anlatılmaktadır. Ancak iblis(ler)in bulundukları (ya da bu boyutta kendini tanıyan birimlerin)bilinç düzeylerinin Tek’lik boyutu olmasına karşın, yine de mekânsal bir, öte, ötelik anlamı değil, boyutsal bir ikilem söz konusudur.Ayette bu “ Benim yolumu şaşırtmana karşılık ben de onların yolları.....” şeklinde ifade edilmektedir. Tüm bunları göz önüne aldığımızda bir gerçek karşımıza çıkmaktadır. O da, insanların ekseriyetinin hakir, hor, kötü ve kolayca alt edilebilir olduğunu zannederek Tanrımızın bizi bunlara karşı hep koruduğunu ve bize en ufak bir şey yapamadıklarını, bu nedenle de bize uyguladıkları veya uygulayacakları etkileri çok hafife alarak göz ardı ettiğimiz bu varlıklar kadar dahi Allah’ı tanıyamamış, bilememiş ve hatta O’na iman edememiş olmamızdır. Oysa bu ve ölüm ötesi boyutlarda onlara karşı korunmanın da belli bir sistemi ve yolu vardır ki, bunun da en başta geleni (imanın da gereği olan) onların ne olup ne olmadıklarını bilmek, tanımak ve idrak etmektir. Yoksa yaptıklarımıza bakarak bin bir surette görünen bu varlıklara karşı öteden biri(leri)nin bizleri koruduğunu düşünmemiz, ham hayalden başka bir şey değildir. Bu Tanrısal ruhlar, uzaylı kisvesi adı altında da, temasta bulundukları insanlara, bu ilişkilerinin


devam etmeleri halinde “evrensel sırları” vermek bahanesiyle onlarıevrenin ve tanrısal bilgeliğin, gücün saklı olduğu boyut olan Nirvana ya da Omega boyutuna ulaştırmak veyabenzer deyişle;Tanrı ile birleşmelerini, bütünleşmelerini sağlayacaklarını (ki bunda da başarılı oldukları, böyle birimlerin varlığından anlaşılmaktadır)ifade etmektedirler.Bazen de bunu fiziksel temaslarla bildirmektedirler. Bu ışınsal varlıklar; şamanizm ve diğer tüm benzerleri olan kabile dinlerine sahip olan rahiplere, bilge ya da aralarından seçtikleri insanlara da fiziksel temasla, içlerine girmek (yani beyinlerini etkilemek)le (5) onları direkt trans haline sokarak, güya Tanrıyla birleştirmekte ve onların birer Tanrı olmalarını sağlamaktadırlar. Bu durumun devam etmesi halinde de, bu Tanrısal ruhların, bir üstte anlattığım gibi, hayatın evrenin sırlarını onlara vereceğini de söylemektedirler. Bu insanlardan bazıları da misyonerler tarafından Hıristiyanlaştırılmış ya da Müslüman olmuş kimselerdir ki, o zaman da bu ruhlar onları, Kutsal Ruh’la, Hz. İsa’nın Ruhuyla ya da Müslümanların Tanrısıyla birleştirmektedirler. Çünkü her ne kadar bunlar Hıristiyan ya da Müslüman olmuş iseler de, kendi kabile dinlerini de buna ek olarak hem devam ettirmekte hem de bu dinleri inançlarına göre harmanlayarak kabul etmektedirler. Tıpkı Türk Müslümanlığı, Arap, Endonezya, Amerikan zenci Müslümanlığı... ve Tanrısı gibi. İblis’in Velileri Uzay ve zamana göre, zaman ve mekânın olmaması ya da bunun bir illüzyondan ibaret olması ayrı bir şeydir, uzay-zamanın hiçbir zaman var olmadığını ve bu nedenle her şeyin bir hayal olduğunu söylemek ayrı bir şeydir.Bu durum mistik alanda şöyle ifade edilmektedir:“Gerçekte tüm olup bitenler; esma mertebesinde olup bitmektedir. Gerçekte efal boyutu yoktur; esma mertebesinde yaşayana göre”(bkz. Mesajlar-Ahmed Hulusi).Benzer deyişle, her şey salt imgesel boyutta başlayıp bitmektedir. Bununla birlikte bu boyuta kadar olan ve ayrı ayrı görülen mertebeler, birimi bir üst bilinç boyut(ların)a taşıyacak basamak olması için var iken, pratikte böyle olmamakta, bunun yerine kişi bulunduğu mertebeyi en üst sanarak o boyutta bloke olmaktadır. Böylece, üst boyutun bilgilerini kendi bulunduğu bilinç mertebesine göre değerlendirerek bu üst boyutları hakkıyla idrak edememektedir. Bu yüzden, kendini madde kaydından kurtarmış bilinçler, Resul ya da Nebilerin getirdiklerine iman etmemelerine karşın onları, kendileri gibi görmeleri ve o açıdan değerlendirdikleri içinbu Evrensel Kimliğe sahip birimleri red de edememektedirler. Böylece Evrensel Bilince ait bilgileri, kendi bulunduğu bilinç mertebesine göre değerlendirerek bu üst boyutları Hakkıyla idrak edememektedirler. Hiyerarşinin her boyutta kendini göstermesi dolayısıyla Evrensel Bilinç içinde de bir boyutun bir üst boyut ya da boyutlara göre bloke olma (kayıtlanma) durumu her ne kadar söz konusu olsa da bu hal, bildiğimiz anlamda anlaşılmamalıdır. Yani, üzerinde önemle durduğumuz boyutlardaki durumlar gibi düşünmemeliyiz. Çünkü, bu birimlerde herhangi bir azab, sıkıntı...vb. haller kesinlikle söz konusu değildir. Oysa buna karşın, evrensel bilince doğru özsel yolculuğa çıkmış birimler ise, evrensel bilinci taban seviyesinde yakalayamadan (tabanına gelmeden) içine düştükleri yanılgılar dolayısıyla bulundukları noktadan gerisin geriye en alt bilinç boyutuna düşmekte, sonucunda da cehennem boyutundaki azabı tatmaktadırlar. Şimdi bu durum nasıl oluşmakta onu görmeye çalışalım. Çeşitli arınma çalışmalardan yeterince geçmemiş birimler belli bir süre sonrabilgi veya ilham


yolluolarak, şartlanmaları, değer yargıları ve duygularını attıklarında, her şeyin Hak olması gibi bedenlerini ve sergilediği davranışlarını da Hak olarak görmeleri sebebiyle, bedene (maddeye) dönük fiiller ortaya koymaya başlarlar. Etraflarına topladıkları insanlardan yararlanmaya çalışarak helal ve haramı gözetmeksizin diledikleri biçimde yer, içer, sigara, alkol kullanıp kumar oynar, kadınlara meylederek bunu zina yollu yapmaktan da kaçınmaz, kendi kafasına göre nikahlar, boşar...vs. Dünya malına meylederek mal mülk edinmeye, rahatına düşkün olmaya (dikkat çekecek şekilde) süslü, gösterişli şatafatlı giysiler kullanmaya, bedene dönük nam, şan, şöhret...vb bedeni zevkler peşinde (tatmin olmaya) koşmaya ve tüm bunların sonucunda da manevi tüm değerlere boş vermeye başlar.Kendilerini Mehdi, İsa, Allah’ın yeryüzündeki halifesi, sureti olarak kabul ederek de Allah adına konuşur, Allah adına yargılar, menfaatine dönük yaptığı eylemleri Allah için yapar, kendilerine karşı çıkanları da Allah’a karşı gelmekle, cehennemle korkuturlar. Böylece Resulullah’ın getirdiklerine ters düşen eylemleri yine saptırdıkları Dinsel kılıfları içerisinde gizlerler.Zaten, Cinni etkilerle hareket edenler de onlar gibi çok zeki olmaktadırlar. Şefaat insanların değerlendirmesi ve gereğinin yapılması için onlara ulaştırılan ilim iken, kendi yaptıklarını hokus-pokusla kapatacak, günahlarını affedip, cenneti hediye edecek olan Mehdi, İsa, Evliya ile üç kuruşluk dünya menfaatlerine isteklerine karşı gelecek Deccal beklentisiyle, hiç çekinmeden malını, karısını, kızını, çocuğunu, yakınlarını (gerçekte bu kişileri ve dünya malını şuurunda kayıtlamaması gerekirken) her şekilde onlara (bu basit ve masumane de olabilmekte) pazarlamakta, peşkeş çekmekten çekinmeden sunmaktadırlar. Cehaletlerinin bedeli olarak Allah’a kavuşayım derken şeytanın kucağına düşmektedirler. Oysa; nasıl ki Allah’ın velileri Nur Bilinç boyutuna ait özellikleri ortaya koyuyorsa,İblisin de velileriolup, bunlar da ötedeki bir şeytanın değil kendilerinde (ve istisnasız her insanda) bir boyut olarak mevcut olan şeytani vasıfları çeşitli boyutlarında ortaya koymaktadırlar. Benzeri olaylar, ülkemiz dışındaki diğer tüm din ve felsefe ekollerinde de, tarikat adı altında görülmektedir ki, basında bunların çok küçük bir kısmını duymakta ya da okumaktayız. Ancak, her ne kadar bunlar birbirlerine tıpa tıp benzeseler de, bir farkla Tanrıları değişik olabilmektedir. Şeytan Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır! Hem ışınsal varlıkların hem de telkinde bulundukları aynı bilinç boyutunda yer alan insanların sahip olduklarıTanrısal bilgi ya da gücün neden olduğu çok önemli bir yanılgı da, ölüm ötesi boyuttaki kabir, cehennem...vb) azapların onları etkilemeyeceği algısıdır. Boyutsal olarak algı durumundaki bu yanılgı, Kur’an’da “şeytan sizi Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır” şeklinde ifade edilerek İblis’in insanı Allah nasılsa Gafurdur, Avuf’tur, beni affeder ya da “Allah nasıl olsa Rahim’dir, merhamet eder” diyerek boş hayallere, umutlara düşürmek suretiyle kandırmakta ve aldatmakta olduğu bildirilmiştir.Tıpkı bizlere de yaptığı gibi. İbadet’ten çok yüksek ilmin değerlendirilmesine... Böylece, bu birimler her şeyin Hak olması yani Teklik (Hakikât) bilgisinin kendilerinde oluşturduğu sarhoşluk sonucu, ibadet adı altındaki çalışmaları terk ederler. Oysa, çokluk boyutu ve içerdiği kurallar kendi boyutları içerisinde sonsuza dek devam eder. Bu nedenle;boyutsallık kavramınıçok iyi bilen ve uygulayan (yaşayan) geçmiş (ve günümüz) mistikleri, bulundukları yüksek bilinç seviyelerine rağmenibadet adı altındaki çalışmaları terk etmemiş, dolayısıylaölüm ötesi boyutlarda da geçerli (gerekli) olan enerjiden mahrum kalmamışlardır. Çünkü,ibadet adı altındaki çalışmalar, şuursal plandaki çalışmaları da güçlendirerekbeyin kapasitesini artırıpçok yüksek ilmin değerlendirilmesini ve sonucu olarak da bu ilmin gereğinin yapılması için deRuh


enerjisinin, gücünün artmasını sağlar. Bu nedenledir ki bize asgari düzey olarak önerilen çalışmaların çok çok üstünde bir performans sergilemişlerdir. Belli sistemle yapılan zikirler, oruç, nafile (yararlı) namazlar ( gece, tesbih, ihlas, ...vb) ötedeki birini memnun etmek, onun gönlünü hoş etmek değil (çünkü böyle bir varlık yok), Özsel Bilgi ve Gücü bilincimizde fark edilir hale getirmek için gerekli ve bir o kadar da zorunlu çalışmalardır. Yoksa; “ benim kalbim temiz” “Allah benim iyi bir insan olduğumu biliyor”...vb klişeleşmiş, ezberi bilgilerle, durumumuza bakarak bizi ve davranışlarımızı değerlendiren, imtihan eden ve bunun sonucunda da havadan bir şeyler veren bir Üstün Varlık söz konusu değildir. Fiilen yapmadığımız bir şeyin karşılığını hiç kimse bize veremeyeceği gibi, böyle bir şeyin bizim için oluşması da mümkün değildir. Hayalimizde kurduğumuz sistemle, evrensel sistemin kuralları tamamen farklı olduğu için bize evrensel sistem ve kuralları Resul ve Nebilerce bildirilmiştir (Mantığımıza ters gelse de). Aksi taktirde, hayalimizin bir ürünü olan Tanrı ve ona dayalı olarak kurduğumuz sistemin,bilincin bir başka holografik gerçekliği olan ölüm ötesi boyutungerçekleriyle bütünleşmediğini o boyutta fark ettiğimiz zaman, en büyük şoku ve azabı yaşamış olacağız. Bu nedenle, hem bu dünyada hem de ölüm ötesi boyutlarda insanın tek kurtuluşu ve saadeti, görünenden yola çıkarak salt akıl gücüyle suretlere bağlı olarak madde ötesine ait gerçekleri ortaya koyanFelsefe ekollerineuymakla değil, Mutlak Öze dönük olarak sistemi anlatan Resul ve Nebilere önce iman, sonra da Aklı, bu imana dayalı gerçeklere göre kullanarakgörünmeyeni görür hale gelmek suretiyleHakikâte ermekle mümkündür (ki bu yaşantının adına da Sufizmde iman değil, ikan hali denmektedir.) Ayrıca, her boyut kendi kuralları içerisinde geçerli olup biri diğerini etkilememektedir (Ancak boyutsal bağlılık dolayısıyla da bir boyutu diğer bir boyuttan çekip alamayız).Bu nedenle; vücudumuz aynı anda aslı olan foton, parçacık, atom ...boyutlarında, düzeylerine göre Teklik boyutlarında yer almasına ve yaşanmasına karşılık, hücresel boyut itibariyle, moleküler dönüşümlerin geçerli olduğu maddesel boyutun kurallarına tabidir. Dolayısıyla, bilinç açısından, her şey her ne kadar hayal hükmünde olmuş olsa da beden boyutu itibariyle insanın yemeden içmeden ...vb gerekli önlemleri almaksızın hayatiyetine devam etmesi mümkün değildir. Böylece; şuur, foton, parçacık, atom, beden boyutlarının bir Bütün olarak toplu halde mevcut olması dolayısıyla Hakikât bilgisini şuur boyutunda akılda tutup (koruyup) beden boyutunda da; hem bu bilgilerin bilinç boyutunda tamamen oturması (hazmedilmesi) hem de, beynin oluşturduğu ruh bedenin ölüm ötesi boyutlardaki bağlı bulunacağı kurallar gereği azap duymaması için bedensel olarak yapılması gereken ibadet adı altındaki çalışmaların da hakkının verilmesi gerekmektedir. Böylece bunlar meleke haline gelsin ve girdapların varlığı dolayısıyla bilincin örtülmesine neden olmasın.Makrokozmosta nasıl ki kaosa yer yoksa, onun bir minyatürü (yansıması) olan Mikrokozmos insan boyutlarında da, kaosa yer yoktur ve olmamalıdır.Çünkü, her boyut kendi kuralları içerisinde Hak ve gerçek olduğu gibi, birimin bilincinde açığa çıkan bu boyutlardaki şeyler de benzer şekilde Hak ve gerçektir. Bu yüzden, Öz boyutların hakkını vermemekle, alt boyutlarda kısıtlanmak her ne kadar yanlışsa, üst boyut bilgileri algılayıp alt boyutun kurallarına uymamak da bir o kadar yanlıştır. İnsanların çoğu şeriatta takıldı?! Genelde yanlış anlaşılan bir konu da; mistik alanda boyutsal anlamda ifade edilen Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikât kavramlarıdır. Burada genelde anlaşılan, şeriat ve Hakikât, iki ayrı şey değil, biri diğerinin alt boyuttaki görünümünden ibarettir. Yani, şeriat denilen şey, Hakikâtin bulunduğumuz boyuttaki aldığı isimdir. Dolayısıyla, birini inkâr etmek, aynı zamanda diğerinin reddi anlamına gelmektedir. Böylece Hakikâti reddedip, şeriatı kabul etmek, bir Tanrı ve onun


postacısı...vb kavramını meydana getirirken, Hakikâti kabul edip, şeriattan uzaklaşmak ise, tam olarak bilincine oturtamadığı Hakikâtten uzaklaşmasına ve sonucunda da küfre gitmesine yol açmaktadır. Sufizmde bu, şöyle ifade edilmektedir: “Çokluğu inkâr Hakk’ı inkar, Tekliği inkar da aynı şekilde yine Hakk’ı inkâr etmek demektir”. İnsanların çoğunluğu şeriatta kaldığı için, Hakikâte ait bilgileri ve o boyutla ilgili söylenmiş sözleri, bilgileri,boyutsallık kavramıve konunun bütünü göz önüne alınmadığından dolayı, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Şeyhi Nakşibendi, M. Arabi...vb erenleri sapıklıkla suçlayıp, küfre düşmüş olarak lanse etmekte ve bunu da Tanrıları ve çıkarları adınaher yerde açıkça dile getirmektedirler. Bunlardan anlamış görünenler de;Hakikâti kendi anlayışlarınca düşündükleri şeriata göre değerlendirmeleri sonucu, yanlış ve genelde de eksik tanımlamalarla konuya yaklaşmaları yüzünden Hakikât bilgilerini gereğince anlayamamaktadırlar. Kimileri de,İslam düşüncesiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan ve kendi hayallerince bilhassa Panteizm ve Ateizm düşüncesinin Hakikât bilgisi olduğu yanılgısıyla ve sonucunda da sırra erenleri bu gözle değerlendirip (kimi de kendi ideolojisine taban aramak için) onların da kendileri gibi olduklarını düşünmek suretiyle en büyük yanılgıya düşmektedirler. Nur bilinç boyutuna adım atabilenler Bunların dışında; belli bir tabiat mücadelesinden geçmiş, şartlanmalarından kurtulmuş ancak bu çalışmaları bırakmamış birimlerde ise, yukarıda belirttiğimiz haller görülmese de onlarda da bu hallerin boyutsal karşılığı olan maddeye, çokluk boyutuna dönük bir biçimde algılama, sonucunda da şova, kendini ispata dönük birtakım olağanüstü hallerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu da keramet değil istidraçtır. Bunlar da, Resul ve Nebilerin tabanda anlattıkları Nur Bilinç boyutuna ait bilgilere kulak vermedikleri ya da anlatılan sözleri kendi açılarından değerlendirip, kendi Öz boyutlarına ait Bilinç boyutunun özellikleri olduğunu fark edememelerinden dolayı, Bilinçleri, Nar boyutundan Nur boyutuna dönüşememektedir. Oysa, insanlar tarafından Veli, Aziz gibi görülen, nitelendirilen kişilerin binde dokuz yüz doksan dokuzu bu düzeyde ya da bu düzeyin bir altında tarikat çalışmaları safhasındaki taklidi iman düzeyindedirler (ki Hakikâte ait bilgi ve hissedişler bunlarda henüz yeterince açığa çıkmamıştır.) Oysa velayetin tabanı “mülhime” olarak isimlendirilen bilincinbir üst şuur boyutundanbaşlamaktadır. Dolayısıyla, Nar boyutunda girdaplara saplanarak alt boyutlara düşme söz konusu iken,Nur bilinç boyutuna adım atmış ve bu boyutun derinliklerindeki bakış açısıyla varlığı değerlendiren şuurlarda kesinlikle düşme olmamaktadır.Bununla birlikte de;Nur bilinç boyutuna tabanda adım atmış birimler, Nar boyutunda yaratılmış ışınsal varlıkları kapsamaları dolayısıyla onların etkilerine de tamamen karşı koyabilmektedirler. Yani, etkilenmezler. Bununla birlikte; Nur bilinç boyutunda olunmamasına karşın bu varlıklara karşı korunmanın bir diğer yolu da bir birimin çok güçlü bir imana sahip olmasıdır.(6) Birimin Cinini Müslüman etmesi Boyutsal anlamda, bir birimin bilincinin Nur boyutuna dönüşmesinin mistik alanda bir başka ifade şekli, “birimin Cinini Müslüman etmesi” şeklindedir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v)’in “hiçbiriniz istisna değildir ki, ona dünyada bir cin ile melek verilmemiş olsun. Cin onu sufliyete, madde dünyasına çekerken, melek de ulviyete (mutlak anlamda Özüne) çeker” sözüne karşılık, kendisine sorulan “senin de var mı Ya Rasulullah?” sorusuna “evet benim de var, ama benimki


Müslüman oldu. Bu yüzden bana vesvese yerine, doğru ve iyi yönde şeyler ilka eder” diyerek ontolojik varlığı yanında boyutsal olarak da var olan bu boyutun, birimin bilincinin Nar boyutundan Nur boyutuna dönüşümünü açıklamaktadır. Ayrıca (Nar ve Nur boyutu arasındaki ) bu sınır “Lanetim üzerinedir. Din Gününe kadar” (38-78), “...Dedi ki; hiç olmazsa Ba’s Gününe kadar bana mühlet ver” ifadesindeki din Günü, Baas Günü(7) de yine boyutsal olaraktabanda bu sınıraişaret etmektedir. Buna karşın “ Mülhime” bilinç düzeyine gelmiş birimlere ise, ışınsal varlıklar, o birimleri birer Veli, Aziz, Seçilmiş özel insan, Mehdi, Mesih, kurtarıcı olduklarına inandırıp çeşitli akıl oyunlarıyla girdaplara girmelerine neden olarak bulunduğu mertebeden en aşağıya doğru bilinçlerinin örtülmesine neden olurlar. Böylece, o kişilerden, yaşarken bu durumun farkında olmadan ölüm ötesine geçenler olduğu gibi, sonunda işin farkına varsalar da gururlarından bunu kabullenmeyip, çevrelerine topladıkları insanlara küçük düşme korkusundan bu durumlarını fark ettirmeyenler de bulunmaktadır.Böylece; Cinler, insanların özündeki Allah’ı keşfetmelerini engelleyerek onların birer maddesel yapılı hayvan türü bir varlık ya da Çokluk, maddi suretler boyutuna dönük, dolayısıyla parça-bütün ilişkisine dayalı Tek bir bilinç ve benlik olduklarını düşünmelerini sağlayarak Özsel bilgilere ait gerçeklerden perdelerler.Bunun sonucu olarak ışınsal varlıklar bu birimleri, bulundukları mertebenin üst ya da üstlerine çıkmalarını engelleyerek ya bu düzeyin aşağısına düşürmek ya da en kötü haliyle o boyutta bloke etmek için çeşitli algı, vizyon ve buna bağlı güç desteğiyle etkilemektedirler. Mistik alanda,İnsan olmanın (ki bunun dışındakiler insansıdırlar), Rüştün ispatının, “Erkek”lik kavramının, Gerçek özgürlüğün ve Hürriyetin Nur Bilinç boyutunun taban seviyesinden itibaren başladığını söylemektedir. Bu Bilinç seviyesinde kendini tanımayıp zan ettiği benliğiyle yaşayan birimler ise, Günahkâr olarak nitelendirilirler. Yine boyutsallık kavramını göz önüne alırsak, zahirde Hz. Muhammed (s.a.v)’ in Mekke’ den Medine’ye olan Hicreti ve Mekke’yi Fethetmesini de her ne kadar mekânsal olarak gelişmiş olayların birer ifadeleri olsalar da gerçekte (evrensel) boyutsal anlamda kendi Hakikâti olan Öz boyutları arası olan Hicreti ile Fethetmesidir. Çünkü; dinsel anlatımlardaki mekânsal yerler (şehirler, kasabalar) ve oradaki nesneler, yapılar ve özellikleri tıpkı kavimler, ırklar...vb. de olduğu gibi, birimin bilincindeki, Evrensel boyutundaki özelliklere karşılık gelen ifadelerdir. Aynı şekilde; vatan, cihat, şehitlik kavramları da mutlak olarak Boyutsal anlamlıdır. Yani, bilincin gerçek vatanı olan Evrensel Bilince (Ahiret Boyutuna) doğru Cihada çıkarak (yönelerek) şehit (şahit, sisteme ve Hakikâti olan Allah’a ait olan özelliklere şahit) olma (o boyutlarını algılama...)dır. Yoksa, ölüm ötesi boyutlara göre 8,6 sn. sürecek bir boyutta üç kuruşluk toprak parçası için ölen insanlar hakkında söylenmiş bir söz değildir.(8) Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v) her şeyin tamamlandığını, bittiğini zanneden sahabiye“artık küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” dediği ve en büyük cihadın da nefs mücadelesi olduğunu dile getirmiştir. Ölmeden önce ölmek! Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, boyutların kendi aralarında, mistik anlatımla İlmel Yakin, Aynel Yakin, Hakkel Yakin ismiyle anlatılan hissedişler, yaşantılar olduğu gibi, tek bir boyut içinde de bu üç bakış açısı bulunmaktadır. Yani bir boyutun bakış açısı, önce ilim yollu sonra hissedilir şekilde, daha sonra da bunların yaşanılır hale gelmesiyle birlikte bilinçte açığa çıkar. Dolayısıyla “Mülhime” denilen Teklik boyutunun (idrakinin, şuurunun) da bir taban seviyesi ile


bir tavan düzeyi bulunmaktadır ki, gerçekte “Nirvana” olarak isimlendirilen bu boyut, bu mertebenin tavanıdır. Ancak tavanı olmasına karşın, bu düzeyde kendini tanıyan bilinç Nar boyutundan Nur boyutuna dönüşmemiştir. Zen Budizminde ifade edilen“Ölmeden önce ölürsen, ölünce ölmezsin”sözünün emaresi her ne kadar bu Nar boyutunda görünse de, gerçek ve Mutlak anlamda bu sözün yaşantısı, Nur bilinç boyutunda olmaktadır ki, bu konuyu Hz Muhammed (s.a.v) Efendimiz“ölmeden önce ölünüz” “insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”sözleriyle ifade etmiştir.Ayrıca bu sınır, kıldan ince kılıçtan keskin olan sırat köprüsüdür ki, bu anlatım da diğer sembolik ifadelerde olduğu gibiBoyutsaldır. Bu bilinç düzeyinde, sistemin özüne dönük olarak Nur boyutuna geçecek olanlarla (gerçekte Nar boyutu, Nur boyutuna bir basamak olması için mevcuttur) şaki yani, cehennem boyutundan kurtulup, kaçıp cennete girilmesi, gidilmesini yani, bilincin boyutsal dönüşümünü sağlayan anti-çekim dalgalarının beyinleri tarafından anne karnındaki 120. günde üretilmemesi sonucu çeşitli tabiat mücadelesi ile şartlanmalarını kaldırmış (atmış), ancak Mutlak Benliğine ait Bilinç Örtülerini kaldıramadığı için bu boyutun bir üst boyut(ları)na geçemeyen birimlerde, bu bilinç seviyesinde oturmuş olarak bulunmaktadırlar. Yani ilk söylediğim birim(ler) sonunda Nar boyutundan Nur boyutuna geçerken, ikinci ifade ettiğim birimler alt boyutlara dönmeksizin Nar boyutunda bulunurlar. Ancak bunlar da oldukça çok çok az sayıdadır. Tüm bunların yanında bir de, (hatta bir ara moda olan) hipilerin ya da o karakterdeki insanların gitarlarla şarkı söyleyerek, uyuşturucu, alkol ve sigara kullanıp seks partileriyleNirvana’yaulaştıklarını zannetmeleri gibi, elinden içkisini ya da purosunu düşürmeyipMistik eserleriokuyarak varlığın Tekliği hakkında sohbetler yapanentellektüeller de bulunmaktadır ki, bunların yorumunu da size bırakıyorum... Buraya kadar, değindiğimiz ve değineceğimiz konuların herhangi bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemesi için, bu kavramların ya da fenomenlerin genel olarak hangi boyuttan kaynaklandığını ve bu boyutlar arası ilişkiler ile yine sınırlı anlayışımız dolayısıyla bir türlü evrensellik açısından şuurumuza oturtamadığımız, cevaplayamadığımız ya da hiç düşünmediğimiz konulara açıklık getirmeye çalıştık ki, bundan sonraki yazılarımızda da buna devam edeceğiz. Şimdi yayın akışımıza tekrar geri dönersek... Normal ötesi fenomenler Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir boyut olarak var olması dolayısıyla, bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden en karmaşık ve zor olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden olmaktaydı. İşte bu olaylardan biride; 18. yy Avrupa’sında en çok konuşulan ve Azizlik mertebesine ulaşmış bir Jansenist (9) diyokozu François de Paris’in 1 mayıs 1727 yılında ölümün ardından, cenazesinin Paris’teki Saint-Medard mezarlığına gömülmesiyle meydana gelen olağanüstü fenomenlerdir. Bu mucizevi olaylar, Azizin ölümünü takip eden yıllar boyunca bile devam etmiş ve mezarlık her gün kalabalıklar tarafından 24 saat ziyaret edilmiştir. Hatta bu durum, daha sonraları festivallere, uluslararası kutlamalara, şölenlere de dönüşmüştür.


Ancak bu fenomenlere bire bir tanıklık etmelerine karşın, Roma Katolik kilisesi, Fransız sarayı ve yandaşları, bu olayları ve kendilerinin atadıkları araştırmacıların raporlarını örtbas etmeye çalışmış ve birçoğunun da hapse gitmelerini sağlamışlardır. Fakat daha sonra kilise,tanıkların çokluğu ve olayların gerçekliğinin meydana getirdiği baskılar nedeniylebu mucizevi fenomenleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu sefer de, bu tür şeylerin mucize değil, kendi düşünce sistemlerine karşı gelen Jansenistlerin, şeytanlarla yapmış oldukları antlaşmalarının sonucu olarak oluştuğunu kabul (itiraf) etmiş ve bu yönde de fetvalarvermişlerdir. Zaten kilise mensupları tarihin her döneminde inançları ve çıkarları dışında hareket eden tüm insanları, yapıları, vasıfları ve özellikleri hakkında en ufak bir bilgileri ol(a)madığı halde, kendi tahayyüllerine, hayallerine, zanlarına göre düşündükleri şeytanlarla iş birliği yapmakla suçlamışlardır. Çünkü; boyutsal bir kavram olmasını bir kenara bıraksak dahi, (ruhlara inanmalarına karşın) Hıristiyanlıkta Cin konusunun olmaması nedeniyle Batı dünyası onlar hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildir. Hristiyanların Cinn’i algıla(yama)ması Dolayısıyla,bu varlıkların çeşitli suretlerde gerçekleştirdiği fenomenlere, etkilere vakıf olamadıkları için de birçok şeyi ayırt edememekte ve onların (mezhep, tarikat, cemaat, kuruluş...vb. kuruluş adı altında gerçekleştirdikleri) birçok varyasyonlarını Meleki etkiler, Ulvi nitelikli değerler olarak algılamaktadırlar.(Hıristiyanlığın ya da Yahudiliğin şeytani bir din olduğu anlamında değil) Kaldı ki; onların yapıları, tüm özellikleri ve insanlarla olan etkileşimleri hakkında birçok bilgi verilmesine karşın, etiketi, vasfı ne olursa olsun Müslüman inanalar dahi, çeşitli sebeplerden ötürü onlarla ilgili bilgi sahibi olamamakta, bildiğini zannedenler de, eldeki bu verileriboyutsalanlamlarda değerlendirmedikleri için batı dünyasından pek aşağı kalmamaktadırlar. Bu durum; Ruh hakkında kendisine gelerek soru soran Yahudilere “Sana soruyorlar, Ruh nedir?..De ki (o Yahudilere) Ruh Rabb’imin Emrindedir!.. Ve bunun ilminden size Kalil bir ölçü verilmiştir.” şeklinde ayetle cevap veren Hz.Muhammed (sav) Efendimizin, Yahudilere bu konuda az bir bilgi, Müslümanlara ise tam bilgi verildiğini belirtmesine karşın, bizim Ruh hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmayışımıza benzemektedir. Yani; ister bilgi boyutunda isterse de bilincin boyutsal katmanlarında Ruha ait ilim ve gücün algılanıp kullanabilme yeteneklerinin yeterli olmadığını, bu yüzden de bilinenlerin ve ortaya konan güçlerin yanıltıcı olarak Mutlak Benlik yönüyle değil, var saydıkları benliğe ait olduğunu (ki mistik alanda, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Mutlak Benlik açısından Boyutsal olarak ele alındığında bile, bu Bilinç düzeyine sahip birimlerin Evrensel Sistemi algılamadaki Kemalatlarının (kapasitelerinin) tam olamadığı şeklinde ifade edilmektedir.


Buna karşın, (aynı zamanda bir boyut olan)Muhammedi Boyutasahip olanlarca ise, bunun en kapsamlı biçimde bilinebileceğini belirtilmektedir. Böylece; bu verileri evrensel içerikli Boyutsal anlamlar açısından değerlendiremediğimiz için, her ne kadar kendimizi Müslüman olarak görmüş olsak da, aslındadiğer birçok ( ki Allah, Peygamber, kitap, kader, ölüm, berzah, cennet, cehennem,...vb) konularında olduğu gibi Yahudi ve Hıristiyan anlayışından pek bir farkımız olamamaktadır. Bu nedenle; bu kavramlara veya bu ve benzeri diğer fenomenlere baktığımızda önemli olan bu Keramettir, bu da İstidraçtır ya da bu olay Cinnidir, bu da Melekidir... demek değil, bu adlarla ifade edilmek istenilen şeyin, bu hallerin, görünen fenomenlerinne olduklarını, hangi boyuttan kaynaklandıklarını ve boyutlar arası ilişkileri ile ortaya çıkış sistemlerini (dolayısıyla günümüz bilimiyle ifade edilişlerini), bunların Cinni ya da Meleki kavramlarla, boyutlarla olan bağlantıları ve yine tüm bunların hem bu dünyada hem de ölüm ötesi açısından ne anlama geldiğini, bizlere neler kazandırıp neler kaybettirdiklerini bilmemiz, algılamamız gerekmektedir. Oysa biz, tüm bu isimlerle işaret edilen kavramları somut bir obje olarak öteye atmakta ve bunların nelere, hangi gerçeklere işaret ettiklerini, neler olduklarını, ne anlama geldiklerini algılamaksızın, sadece isimlerini, hayalimizde oluşan şekillerini kabullenmekte, dolayısıyla da anladığımızı zannetmekteyiz. Böylece, keramet ve istidraçları da ya (inanca sahip olunmasına rağmen) başta reddetmekte, ya ayırt etmeksizin kabullenmekte ya da Mevlana, Arabi...gibi Evliya’nın bu konudaki (bilhassa keramet hakkındaki) belli başlı sözlerine dayanarak,bu iki kavramı küçümsemekte, hafife almaktayız. Halbuki; bu sözler,belli bir Bilinç düzeyinin, Evrensel gerçeklerin algılanışı sonucu ortaya konmuş ifadelerdir. Bu yüzden,Sonsuz Duyulara sahip birimlerinsadece sözlerine bakarak beş duyumuza göre bunlar hakkında bilgi, fikir sahibi olup değerlendirmede bulunmak kesinlikle doğru değildir.(Aslında bu durum, şu aralar popüler olan Kur’an’ın şifresi, ebced hesabı... başta olmak üzere dinsel anlamdaki her konu için de geçerlidir.) Yoksa,aynı kaynaktan gelmesine karşın ayrı ayrı düzeylerden açığa çıkan bu kavramlarıbirbirinden ayırt edemeyerek, her ikisini karıştırmak suretiyle çeşitli yanılgılara düşeriz, sonucunda da bu konulara bakış açımız, anlayışımız gerçekte hiçbir anlam taşımayan, ezberci düşüncelerden, ifadelerden bir adım dahi öteye gidemez.

Mezarlık Fenomenleri(Kanser tedavisi-Levitasyon(havada yükselme)-Bedene işkence-Ateşte yaşam ) Fazla dağıtmadan konumuza dönersek; mezarlık ve çevresinde oluşan olayların tanıkları o kadar çoktu ki, bunlar arasında ünlü matematikçi Pascal’ ın yeğeni başta olmak üzere (ki gözündeki ciddi bir yaradan Jansenist mucizesiyle iki saat içinde tamamen kurtulmuştu) parlamento üyeleri yanı sıra da filozoflar, bilim adamları, her eğitim seviyesinden ve dinden bürokratlar, din adamları, eğitmenler, hükümet kuruluşlarında çalışan saygın üst düzey yetkililer ile saygınlıkları


tartışılmayan binlerce insan bulunmaktaydı. Hatta, hazırlanan sayısız özel ve resmi tutanaklardan biri olan 1733 tarihli belgelere göre, üç bin civarındaki gönüllünün sadece trans halindeki kadınların yanında bulunmak suretiyle bunların farkında olmaksızın sergiledikleri davranışları sonucu çıplak ya da uygunsuz hallerini o anda müdahaleyle önlemek için onlara eşlik ettiğini yazmaktaydı. Hatta ünlü filozof Voltaire de bu Hıristiyan ekolünün ortaya koyduğu mucizeleri bir ara durdurmak için Kral 15. Louis’ in mezarlığı kapatmasına karşılık“Tanrı’nın burada mucize göstermesi Kralın emri ile yasaklanmıştır”şeklinde görüşlerini ifade etmiştir. Ancak Kral bu hareketinde başarısız olmuş, daha sonra baskılar karşısında tekrar mezarlığı açmak zorunda kalmıştı. İskoçlu bir filozof olanDavid Hume de düşüncelerini,Felsefe Makalelerinde“....Bu mucizelerden çoğu, bu bilim çağında ve artık sahnesi dünya olan en önemli tiyatroda, yargılarının saygınlığı su götürmeyecek kişilerin tanıklığı önünde, hemen bulundukları yerde kanıtlanmıştır.” sözleriyle dile getirir. 15. Louis de bir taraftan, Monarşi ve Kiliseye açık cephe alması ve halk tarafından da çok sevilmesi dolayısıyla taraftar toplayan bu tarikatı tamamen ortadan kaldırmak için birtakım çalışmalar yaparken bir taraftan da bu mucize olaylarını incelemek için araştırmacılar görevlendiriyordu ki, bunlardan biri de Louis Basile Carre de Montgeron’dur. Montgeron bire bir tanık olduğu bu mucizeleri önce rapor haline getirmiş sonra da 1737 yılında dört ciltlik kalın kitap olarak “La Varite des Miracles” ismiyle yayımlamıştır. Mezar ve civarında gerçekleşen bu olağanüstü fenomenleri ise, iki kategoride inceleyebiliriz. Bunlardan birinci grupta olanlar, çeşitli hastalıklara karşı şifa olayları yani,iyileşmesi imkânsız ya da zor ve o günlerde çaresi olmayan hastalıkların mucizevi iyileşmeleriile orada bulunan birçok insanda meydana gelen çeşitli medyumik yeteneklerdir. İkinci gruptakiler de, çeşitli acılara, ıstıraplara bazı nesnelerle uygulanan darbelere ve ateşe karşı bağışıklık...vb hallerdir. Şimdi bunları biraz daha açalım. Birinci gruptakilerin başında şifalar gelmekteydi ki,aslında her bir Jensanist (rahibi) önderi, şifa verme başta olmak üzere birçok istidraça sahip çok yetenekli özel kişiliğe sahiptiler. Bu yolla iyileştirilen hastalıklar kabaca,kanserli tümörler, felçler, sağırlık, körlük,artritler, romatizmalar,ülserler,damar çatlamasından kaynaklanan bol kanamalı bir hastalık olan Hemoroloji, sürekli ateşli hastalıklar...vb. Trans halindeki bu insanların bazıları da, durugörü yeteneklerinin ortaya çıkmasıyla, bilinmeyen, gizli kalmış, saklanmış nesneleri ve birtakım olayları görebilmekte, ölü ya da diri kişiler arasında telepati kurarak onlar hakkında bilgi verebilmekte, kiminin de başları, gözleri tamamen sıkıca örtülü, kapalı olmasına karşın, bu durumdan etkilenmeksizin net olarak görebilmekteydiler. Kimi de, levitörlerden (ki bunun anlamı hiçbir fiziksel alet ve insandan yardım almaksızın havaya yükselen kişi demektir) biri olan Colin Evens, Hintli yogi Subbayah Pullavar, 16.yy’dan Rahibe Azize Teresa, 17.yy’dan Rahip Aziz Joseph, Medyum D.D.Home...vb’nin gerçekleştirdiklerine


benzer bir güçte havalanabilmekte vebelli bir süre öylece kalabilmekteydiler.Bunlardan bir Jansenist Rahibi de olan Montpellier li Bescherand kendinden geçmiş vaziyette iken havaya doğru öyle güçlü yükseliyordu ki, onu tutmaya çalışanlar bile bu durumu engelliyemiyorlardı. İkinci grupta ise; bazı insanlar tıpkı Cinni etkilere maruz kalmış kişilerde olduğu gibi iç ve dış organlarında istem dışı bükülmeler,kasılmalar, titremeler, sarsılmalar, kendilerini sağa sola atarak çırpınmalar görülmekteydi. Çırpınanlar olarak adlandırılan bu insanlarınkolları bacakları alışılmışın dışında eğilmekte, bükülmekteve bu da yetmiyormuş gibi topaç gibi dönüyorlardı. Trans halinde kendinden geçmiş bu insanlar, buna neden olan şeylerin oluşturduğu dayanılmaz acıları hafifletmek, azaltmak amacıyla kendilerine sert, keskin, sivri, ağır ve kalın nesnelerle (metallerle) vurulmasını çeşitli işkenceler yapılmasını istiyorlardı. Montgeron böyle bir durumdaki Jeanne Maulet adlı bir kadını incelemiş ve bu kişinin gönüllüler arasından çok güçlü bir erkeği seçerek 13,5 kg.’lık bir çekiçle, duvara dayalı bir vaziyetteki vücuduna durmaksızın vurmasını istiyordu. Adam kadının midesine bütün gücüyle yüz kez vurmasına karşın trans halinde çırpınan kadında en ufak bir şey meydana gelmemişti. Montgeron daha sonra kadının sırtını dayadığı duvara direkt vurmak suretiyle bu gücü ölçmek istediğinde 21. vuruşta, taş duvar otuz metre genişliğinde bir delik bırakarak yıkılır. Bir kemer üzerinde sırt üstü yatarak çırpınan bir kız da, vücudunun yan kısmına sivri bir kazık batar bir vaziyette iken halata bağlanmış 22,5 kg.’ lık bir taşın çok yüksek bir mesafeden midesinin üzerine bırakılmasına ve bu işlemin birçok defa peş peşe tekrarlanmasına karşın, kız bu işlemin durmasını istememiş ve “ daha da hızlı vurun, daha da...” diye bağırarak yapılan şeye devam edilmesini söylemişti. Fakat işin ilginç yanı, bu olay sırasında kadında en ufak bir acı, ıstırap çektiğine dair bir belirti olmaması ayrıca, olay bittiğinde kadının hiçbir şey yokmuş gibi davranması, sırtında ya da vücudunun herhangi bir yerinde hiçbir yara izi, leke, çizgi dahi bulunmaması idi. Montgeron’un incelediği bir başka olayda da; çırpınma nöbeti sırasındaki bir kişi vecd duygusu içinde taş, beton, ...vb çok sert nesneleri kırmakta kullanılan sivri uçlu delgi kalemini midesine dayamak suretiyle büyük bir çekiçle güçlü bir insan tarafından karnına vurulmasını istemişti. Bu işlem sırasında tanıklar normalde adamın karnının ve vücudunun delinerek organlarının parçalanacağını ve bel kemiğinin dağılacağını beklerlerken diğer benzerlerinde olduğu üzere bu güçlü darbeler o kişide en ufak bir çürük izi dahi meydana getirmemişti. Üstelik, adam her darbede bir sonrakinin daha güçlü olması için bağırarak ona vuran kişiye cesaret vermeye çalışıyordu. Büyülenmiş bu insanların, hiç etkilenmedikleri bir şey de ateş idi. Ve alevler, kızgın nesneler hiçbir şekilde onlara tesir edemiyordu. İki rahibe ile sarayda çalışan sekiz kişi, Montgeron’a, böyle bir özelliğe sahip olan iki kişiden bahsederek bunların Marie Sonet ve Gabriella Moler olduklarını söylemişlerdi. Marie Sonet, birçok tanığın ve Montgeron’un gözleri önünde trans haline girerek kaskatı kesilen bedeniyle yanmış vaziyetteki bir ateşin üzerine tutturulmuş iki sandalyeye uzanarak tam otuz beş dakika kalmıştı. Alevlerin her yanını sarıp içinde kalmasına karşın, ne kendisine ne de üzerindeki incecik elbisesine en ufak bir şey olmuştu. Bir başka seansta da, yine aynı şartlarda, fakat bu kez ayakları yanar korların üzerinde olacak şekilde


sandalyeye oturmuştu. Belli bir süre böyle bekledikten sonra bir öncekinin aksine, ayakkabıları ve çorapları büyük oranda yanmasına karşın ayak derisinde en ufak bir yara olmadığı görülmüştür. Moler’in sergilediği fenomen ise, Sonet’in ortaya koyduklarından çok daha dikkat çekiciydi. Çünkü Moler’de araştırmacı Montgeron ve tanıklar huzurunda tamamen alev almış ocağın içine sadece başını sokmakla kalmamış, belli bir süre de böylece bekletmiştir. Bilinen klasik yasalarca başının yüzde yüz olasılıkla tamamen yanması gerekirken, başını ocaktan çıkardığında elbisesine aşırı ısınmasından dolayı kimse el süremezken direkt alevlerin içinde kalan Moler’in derisinde hiçbir iz olmadığı gibi, kirpik, kaş ve saçlarında da en ufak bir yanık izi bile bulunamamıştır. Moler’in gösterisi bunlarla sınırlı da değildi. Üzerine fiziksel temas eder vaziyette kılıçlarla saldırmalarına ve aynı zamanda bir kürekle şiddetle vurulmasına, dövülmesine rağmen, üzerinde en küçük bir incinme belirtisi dahi oluşturulamamıştı. Ancak, Montgeron’un akıl almaz bu vakaları ayrıntılarıyla inceleyerek rapor haline getirmesi, hem sarayı hem de kilise yetkilileri tarafından rahatsızlıkla karşılanınca onu hemen Bastille hapishanesine kapatırlar. Elbette fenomenler bu olay ve kişilerce sınırlı olmayıp yüzlerce, binlerce örnek bulunmaktadır. Eğer genel olarak bu vakaları ele alırsak, bu olayların daha önceki yazılarımızda değindiğimiz festivallerdeki fenomenlerden çok daha da büyük olduğunu görürüz.Çünkü, isteri nöbeti geçiren bu insanlar bedenlerini her duruma karşın açık bırakmış yani; herhangi bir fiziksel işkence (ağır darbeler, büyük dayaklar) karşısında engel çıkartmayarak, gizlenmeyerek, saklanmayarak ve bu vaziyetteyken de seçtikleri güçlü kuvvetli gönüllüler yardımıyla şiş, kılıç, balta, bıçak...vb başta olmak üzere kalın kütük, kalas, demir (metal) zincir ve sopalarla, büyük balyozlarla kendilerine saldırtarak tüm alışılmış bilimsel yasalara meydan okumuşlardır. Tüm bunları izleyen ve inceleyen kişiler ise, maruz kaldıkları şiddetli etkiler nedeniyle bu insanların, parça-parça, delik deşik olmaları, kesilip biçilmeleri, yanıp kül olmaları, kemiklerinin kırılmaları, boğazlarına saldırmaları yüzünden boğulmaları, çarmıha gerildikleri için ölmeleri gerekirken bunların hiçbiri olmamış, ayrıca en ufak bir çürük, yara...vb izine belirtisine dahi rastlayamamışlardır. İlginç olan bir yön de; bırakılan ağır nesnelerin, bu kişilerin bedenlerini yerden belli bir yüksekliğe sıçratması ya da ağır nesnelerle şiddetlice vurulmasının o kişilerin ayaklarını yerden kesmesi gerekirken, bu olaylarda böyle bir şeyin gerçekleşmemesidir. Bu da klasik fizik yasalarına aykırı bir durumdur. Çünkü, bir cisim diğer bir cisme çarptığı taktirde enerjisinin bir kısmını ya da tamamını aktararak (o nesnenin yapısına ve çarpışma durumuna göre) nesnenin titremesine, eğilip bükülmesine, hareket etmesine... neden olur.Oysa bu olayda aktarılan enerji, vücuda hiç değmemecesine bir yöne doğru aktarılmış durumdadır ki, bu ateşin yakmaması hali için de geçerlidir. Kilise öğretisine ters düşen Jansenist Rahibin mezarlığında meydana gelen bu olağanüstü fenomenler, aslında dünyanın çeşitli yerlerinde,malum nedenlerden ötürü,hembelli süreler içinde geçici olarak böyle yeteneklere sahip insanlar hem de farkında olarak Budist rahipleri, Hint fakirleri, Yahudi ve Hıristiyan Azizleri ve Medyumlar tarafından istenilen her tür yer, zaman ve şartlarda ortaya konmuştur ve de konmaktadır.


Bununla birlikte;bilincin saflaşmasıyerine, kendilerini kanıtlama, bedene, maddeye hakim olma gösterileri ve “show”lar, Müslüman din mensuplarınca da kişisel ya da cemaat, tarikat adı altında da sergilenmektedir ki, bunlar, mistisizmdeki gerçek Tarikat kavramı, sistemiyle ismen (şeklen) aynı olarak görünse de gerçekte hiçbir alakası, ilişkisi yoktur. İster Azizler isterse de medyum olarak adlandırılan insanlar olsun, olağanüstü fenomenlerden sadece birine sahip değillerdir. Belki öncelikle bir tanesi ile başlayabilirler, ama bu zamanla artarak çoğalmaktadır. Bunlardan bir kısmı da, birçok fenomen sergileyebilme yeteneğine sahip olmalarına karşın, aralarından birkaçı ağırlıklı olmak üzere bu güçlerini ortaya koymaktadırlar. Bu yeteneklerinin açığa çıkması veya fark edilir hale gelmesi ise, genelde çocukluk ve ergenlik dönemlerinde daha sık görülmekle birlikte, hayatın her döneminde, başlarına gelen üzücü ve şok edici bir olay sonrasında oluşmaktadır. Mesela, sevilen bir kişinin kaybı, geçirilen ya da tanık olunan bir kaza...vs. Kimilerinde de, potansiyel olarak var olan bu İstidraç yeteneği, Hüddam ilmine (cinlerle direkt iletişim kurarak onların irtibatlarına) dayalı çeşitli şekillerdeki çalışmalar ( ki büyük çoğunluğu bunun farkında değillerdir) ya da çeşitli zikir, oruç, riyazat, inziva, derin tefekkür...vb ibadet adı altındaki çalışmalar sonucunda açığa çıkmaktadır. Bir medyum: Daniel Dungles Home Bu tür insanlardan biri de, İskoçyalı medyum Daniel Dungles Home’ dur. D.D. Home, on üç yaşında iken çok sevdiği arkadaşını rüyasında ölmüş olarak görür. Bundan çok etkilendiği için, annesi halasına bir mektup yazarak, yaz tatilinde Home’un onu ziyareti sırasında tanıştığı arkadaşının durumunu sorar. Cevap ilginçtir. Çünkü Home, rüyasında gördüğü gün, arkadaşı ölmüştür. Daha sonra Home, ruh çağırma seanslarına katılmak başta olmak üzere, bu tür konulara eğildikçe yeteneklerinin zamanla yavaş yavaş artmakta olduğunu fark etmeye başlar. Her gittiği yerde, olağanüstü olaylar meydana gelmeye başlar. Örneğin, herhangi bir evde bulunurken, bir anda çeşitli sesler duyulmakta,(kapalı bulunan) kapılar, pencereler açılıp kapanmakta, eşyalar hareket etmekte, bir kısmı olduğu yerde kırılmakta ya da yere düşmekte,aniden havada çeşitli nesneler materyalize olarak oraya buraya savrulmakta,ki bunların içinde çiçekler de belirmekte olup insanların kucaklarına düşmekte,anlatılamayacak derecede güzel kokular duyulmakta, evin içinde birden bire ateş topları ortaya çıkıp etrafta dolaşmakta...vb idi. Bir defasında da; Home, 1868 yılında savaş muhabiri ve aynı zamanda da bir subay olan Lord Adare ile avukat H.D. Jencke’nin gözleri önünde, ocakta yanmakta olan ateşi iyice karıştırarak kafasını bu kömürlerin içine sokar ve yüzünü iyice bastırıp kafasını korların içine gömdükten sonra, sıcaklığı 600-700 santigratın üzerinde olan bu közleri avuçlayarak orada bulunan insanların bunlara dokunmasını ister.Bu ateşe dokunan insanlar ise, tıpkı ateş üzerinde yürüyen Hint fakirlerinin elinden tuttuğu bir şüpheciye ateşe karşı bağışıklığı aktarması gibi, Home’ un aktardığı bu özellik sayesinde ateşten hiç etkilenmezler(bkz. Metafiziksel Yanılgılar 19). Kendisi gibi çeşitli medyumik yeteneklere sahip olan arkadaşı S.C.Hall ile yaptığı bir gösterisinde de Home, iyice alevlenmiş ve iki eliyle ancak kaldırabileceği büyüklükteki bir közü ateşten alarak Hall’ın başının üstüne koyar. Belli bir süre böylece kalan Hall’ın tek hissettiği şey çok sıcak olan bu nesnenin, kendisi tarafından ılık olarak algılanması idi. Levitasyon(Havaya yükselme )


Home, Colin Evens, Hintli Yogi Subbayah Pullavar gibi levitasyon gücüne de sahipti. Colin Evens, birçok yerdeki halka açık gösterilerinde 3-5 metre yükselebildiği gibi (ki bu da araştırmacılar tarafından incelenerek fotoğraflanmıştır) Pullavar da yine yerden 2-3 metre havada, ancak yere paralel, yatay vaziyette (yatar pozisyonda) dakikalarca kalabiliyordu. Bu esnada, sadece havada dengesini sağlayabilmesi için, kolunu gererek uzandığı bir sopaya dokunuyordu ki, bundan güç alması da fiziko-matematik kurallarınca imkânsızdı. Pullavar’ın inişi bile beş dakikada, yavaş yavaş olmaktaydı. İngiliz araştırmacı P.Y. Plunket ve arkadaşı, Pullavar’ın bu inanılmaz gösterilerini, ayrıntılarıyla inceleyerek tüm açılardan çektikleri fotoğraflarla birlikte araştırma sonuçlarını 6 haziran 1936 yılında (İllustrated London News-resimli Londra Haberleri) dergisinde yayımlarlar. ( Elbette Plunket’in dışında, farklı zamanlarda bu Hintli yogiyi seyreden inceleyenler arasında Bilim adamları, muhabirler,... da bulunmaktaydı.) Yetenekleri, zamanının önde gelen bilim adamlarınca da incelenen ve yaptıkları onaylanan D.D. Home da, çeşitli cisimleri havaya kaldırabildiği ve hareket ettirebildiği gibi, kendini de havaya yükseltebiliyordu. Örnek teşkil etmesi açısından bir keresinde Home, Ağustos 1852 yılında Connecticut’ta bulunan Ward Cheney adındaki bir ipek fabrikatörünün evinde ruh çağırma seansı başta olmak üzere, diğer olağanüstü fenomenlerini sergilemek için onun yanına gider. Buradaki saygın ve seçkin konuklar arasında bu tür fenomenleri bir tür hilekârlık olduğunu düşünen ve yazılarında da sık sık bu duruma işaret etmesinden dolayı herkes tarafından inatçı bir şüpheci olarak tanınan Hartfort Times’ın yazı işleri müdürü F.L.Burr da bulunmaktaydı. Ancak Burr, Home’un gösterileri karşısında şok geçirir ve levitasyon ile ilgili görüşlerini de gazetesinde şöyle dile getirir:“Home’ un aniden yükselişini ben de yaşadım...O sırada Home’ un tam yanındaydım. Önce ayakları yerden otuz cm. yükseldi. Baştan aşağı sapır sapır titriyordu. Birkaç kere ayakları yerden kesildi. Son yükselişinde odanın tavanına kadar çıktı. Yere indiğinde hepimiz donakalmıştık. Uzun zaman hiçbir şey konuşmadık.” Home ise,levitasyonolayının nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatır:“Havaya her yükseldiğimde görünmeyen bir kuvvet tarafından yukarıya çekiliyormuşum gibi bir his yaşarım. Bu kuvvet, ruhlardan geliyor. Ben bu kuvvetin varlığına daima inandım ve ona güvendim. Bu yüzden ne kadar yükseğe çıkartılırsam çıkartılayım hiçbir zaman korkmam...” Home’un ilginç gösterilerinden biri de; 1868 yılının 16 Aralığında, Londra’daki Adare Kontunun malikanesinde, kontun kuzeni kaptan Wynne ve Lindsay Lordu ile birlikte iken gerçekleşti. Bahçeye bakan yüksek tavanlı odada dört kişi bir arada sohbet ederken,Home birden kendinden geçerek titremeye başlar. Titremesiyle birlikte de yavaş yavaş havaya doğru yükselir. Tavana değdiğinde, cama yönelerek pencereyi açıp dışarı çıkar. Bu mesafe, yerden yaklaşık 24 metre idi. Daha sonra Home aralarındaki mesafe 2,5 metre olan diğer pencereye uçarak hiçbir çıkıntısı ve tutunacağı herhangi bir şeyin olmadığı bu ortamda bir süre havada kaldıktan sonra, ayakları önden girecek şekilde bu pencereden girip tekrar yere doğru yavaş yavaş iner. (Not: Levitasyon olaylarının gerçekleştiği ortamlar daha önceden bilinmeyen yerlerde gerçekleştirilebildiği gibi, bir ağacın, direğin...vs dahi bulunmayan boş, geniş, kapalı olmayan açık arazilerde de isteğe bağlı olarak her zaman oluşturulabilmiştir. Hipnoz ihtimali, şüphesi ise, havaya yükselme fenomenlerinin çekilen film ve fotoğraflarda da aynen görünmesi nedeniyle, ortadan kalkmaktadır.) Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin fenomenleri


Aslında tarih, birçok yazar, gazeteci, bilim adamı...vb. saygın kişilerin, kulaktan dolma bilgilerle bu tür şeyleri ilkin önyargılı bir biçimde reddetmelerine karşın, uzak doğuya yaptıkları seyahatler sonucunda Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin gerçekleştirdikleri bu ve benzeri fenomenlere bire bir tanık olup, bunları çeşitli düzeylerde gözlemleyip inceledikten sonra da bunlara inanır hale gelmelerinin örnekleriyle doludur. Burada ön plana çıkan bir özellik de; hem nesnelere, ateşe karşı hem de levitasyon fenomeninde, vücudun gerginleşerek çok katı bir hal almasıdır. Buna karşın kişi kendini hafif hissetmektedir. Bazı fenomenlerde ise, katılaşma yerine şeffaflaşma görülmektedir. Örneğin, Levitör Pulluvar’ın transtan çıkıp gergin halden normal durumuna dönmesi, kendine gelmesi için beş dakika boyunca vücudu soğuk su ile ovalanıp yıkanmaktaydı. Öyle ki; Pulluvar’ın elleriyle kollarını güçlü kuvvetli beş kişi bile bükemiyordu.Gerçi normale dönmek için bu şart değil fakat, fenomenlerin sergilenme durumunun kişilere göre de farklılıklar arz etmekte olduğunu göstermesi açısından değinmekte yarar var. Kimi fenomenlerde de, bazı Hint fakirleri, ellerindeki bir kavalı (ya da nefesli bir çalgıyı) çalar çalmaz önlerinde bulunan hasır sepetin içinde bulunan bir ip (halat), kavalın ritmiylehiçbir fiziksel etki altında kalmaksızın kendiliğindenyılan gibi kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkar. Yaklaşık 4-5 m. uzunluğunda olan ip, yükseldiği son noktada sanki görünmez bir kancaya sımsıkı bağlanmışçasına havada öylece durur. Daha sonra fakir, bu ipe tırmanmaya ve ipin sonuna geldiğinde de yavaş yavaş kaybolmaya, görünmez olmaya başlar. Bununla da kalmaz, ipi de yukarı (kendine) doğru çekerek iple beraber tamamen yok olur. Belli bir süre geçtikten sonra da ip tekrar sarkıtılarak yavaş yavaş havada belirmeye başlar. Havada dümdüz gergin duran ip yardımıyla aşağıya inmeye çalışan fakir de, önce ayaklarından başlamak üzere görünerek aşağıya doğru inmeye koyulur. İner inmez de tekrar kavalını çıkartıp çalmasıyla sanki görünmez bir yere bağlıymış gibi görünen ip, bir anda oradan ayrılarak yine kavalın ritmi ile ağır ağır sepetin içine girer ve gösteri tamamlanır. Fenomenler sadece bunlarla sınırlı değildir.Zihin güçlerine göre İstidraç yeteneklerini sergileyen (ne isimle anılırsa anılsın) birimler, kan akışı gibi vücudun tüm istem dışı faaliyetlerini kontrol altına alarak,ateş üstünde yürümekle kalmaz, belli bir sürede mesela, sıcaklığı sekiz yüz santigrad derecenin üstündeki o korların içinde hareketsiz kalabilir, kimi Hint fakirlerinin yaptığı gibi bir halatla bağlı olan ayaklarından asılı bir vaziyette ateş içinde dakikalarca öylece yanmadan durabilir, hiçbir zarar görmeksizin çivili tahtalar ya da kırık cam parçaları üzerine yatarak bir de tek bir kişinin taşıyamayacağı taşları üzerine koydurup çekiçlerle kırdırtabilir,cam, jilet...vb kesici aletleri kıtır kıtır yiyip kezzap gibi çok asitli içeceklerle kor halindeki eriyik maddeleri çiğneyip yutabilir, su üstünde yürüyebilirler. Kimileri de, geçmişe ait olaylar ve kişilerin tüm mazisi hakkında bilgi sahibi olabilir, gelecek hakkında da belli şeyleri bilerek kehanetlerde bulunabilir, duvarlardan ve her türlü engellerden geçebildikleri gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilir, telepati ve uzaktaki kişi ve olayları yanı başında seyredip seslerini duyarak onlar hakkında haber sahibi olabilir, hayvanlarla konuşabilir (yani onları algılayabilirler)...vb...vb...(ayrıca bkz. Metafiziksel Yanılgılar/8 http://sufizmveinsan.com/fizik) Zihin kontrolüyle yaşamını sonlandıran Dalaylama


Kimi Kutsal kişilikli insanlar da,herhangi bir nesne, ilaç, zehir ya da bir başkası tarafından değil, tamamen kendi isteği doğrultusunda zihin kontrolüyle yaşamlarını sonlandırarak, daha hayatta iken hakkında birçok haber verdiği Enkarnesi ile tekrar dünyaya gelebilmektedirler.(Bu fenomenlerin açıklamasına daha sonra değineceğiz) Örneğin; bir önceki Dalaylama da kehanet gereği Tibet'in işgal edileceği ve zarar göreceği zaman, genç yaşta halkının başında olup onlara karşı gelebilmek, gereken mücadeleyi yapabilmek için kendi isteğiyle hayatına son vermek suretiyle (ki intihar şeklinde değil) ölür. Ancak, kısa bir süre sonra (aslında tek bir ruhun çeşitli birçok enkarnesi olan ) son Dalaylama olarak Tenzin Gyatso isim ve suretiyle tekrar dünyaya geri döner. Keşişler, ruhani ve dünyevi liderlerini bulmak amacıyla yola çıkıp kasaba kasaba aramaya başladıklarında onu bir dağ köyünde bulurlar. Dalaylama 4-5 yaşlarında olmasına karşın keşişleri isimleriyle çağırdığı gibi, kendisine uzatılan hem yaşayan hem de ölmüş rahiplerin eşyalarının tek tek isimleriyle kime ait olduğunu bilir. Keşişler, kırkıncı Dalaylama’yı bulmalarının sevinciyle onu Tibet’e götürürler. Çin işgalinin halen devam etmesi dolayısıyla 1959’ dan beri Hindistan’da sürgünde bulunan Dalaylama, şiddete dayanmayan sessiz direnişi nedeniyle 1989’ da Nobel barış ödülüne layık görülür. Bununla birlikte; keşişler de kiliseye bağlılıklarını göstermek için Budist, Hint ve Müslüman fakirleri gibi çeşitli türden (levitasyon, materyalizasyon, şifa, astral seyahat, tayyı mekan, telepati, duru görü...vb) maddeye hakim olma gösterileri sergilemekteydiler ki, bunların arasında ateşe karşı bağışıklıkları da olanlar da bulunmaktadır. Zaten bir insanın Azizlik mertebesine ulaşabilmesi için insan toplulukları ya da güvenilir kişiler önünde en az birkaç istidraç göstermesi gerekmektedir. Zaten,Azizlik; kilise tarafından dini görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye edip dinsel yaşamda her türlü fedakarlığı yapan ve katlanan ve çeşitli olağan üstü yeteneklere sahip olarak bu halleri sergileyen, gösteren kişilere verilen unvandır.Önceleri bir kişinin Azizliği, mahalle kiliseleri tarafından belirlenirken, 1234’ ten itibaren bu hak, sadece Papalara tanınmış, verilme şekilleri ve kuralları da 1588’ de Papa V. Sixte, 1634’ te Papa VIII. Urban tarafından konmuş 17.yy sonlarına doğru da Papa XIV. Benoit tarafından bunlara yeni hükümler getirilmiştir.Kısaca Azizlik unvanı bir kişiye kolay kolay verilmemektedir. Velilerin Azizler ile karıştırılması(Keramet, Mucize ve İstidraç(sihir) ) Hep yanlış algılanan bir nokta da; Hıristiyanlıktaki Azizlerin, Yahudilikteki (ğadoşların), Hindu, Budist...vs uzak doğu dinlerindeki fakirlerin, kutsal insanların, İslamiyet’teki “Allah dostu”, “Velisi Allah olan kişiler” yani Velilerle (çoğulu Evliyadır) karıştırılmasıdır.Yani bu kelimelerle işaret edilen mertebeler, “Veli” adı ile işaret edilmek istenen Boyutların karşılığı değillerdir.Ayrıca Azizlik (ki aynı zamanda tüm dinlerdeki kutsal kişilere verilen ortak isimdir) unvanı, dışta görünen birtakım hallere bakılarak ve hatta o özelliklere bile hiç sahip olmayan Papalar tarafından verilirken, İslamiyet’ teki Velilik unvanını zahiren verecek bir kurum, kuruluş yoktur. Çünkü Azizler gibi onların dışarıda kendilerini gösterecekleri bir işaretleri, izleri yoktur. Fakat buBatınen, Batıni anlamda yoktur anlamında değillerdir.Bu konuda bir Kudsi Hadis“Onlar benim örtümün altındadır. Hiç kimse onları tanı(ya)maz”diyerek kısaca olayı bize özetlemektedir. Yani,Veli ismiyle işaret edilen İnsan, sonsuz ve sınırsız Nur Bilinç boyutunu kapasitelerince (hiyerarşik bir şekilde) yansıtan ve varlığı da bulundukları boyut açısından algılayan, değerlendiren ve varlıkta çeşitli oluşumlar meydana getiren birimlerdir. Bu yüzden bir Azizi, bir Budist Rahibi, bir Medyumu... herkes tanımasına karşın, bir Veli’yi ancak


bir Veli tanır. Böylece, İnsanların imanlarını artırmak ve Öz Bilince ait birtakım nitelik ve niceliklere işaret etmek amacıyla tamamen gayri ihtiyari, kendi istek ve arzuları dışında, Mutlak Benlik noktasından kaynaklanan fenomenlere “Mucize”, aynı şeyler Evliya’dan meydana geliyorsa “keramet” adı verilmektedir. Eğer bu olağanüstü fenomenler, çokluk boyutuna göre varsaydıkları benlik açısından meydana getiriliyorsa, o zamanda buna istidraç denmektedir. Özetlersek;Velayet, birtakım normal üstü yeteneklere sahip olmalarından ötürü bu birimlere üst bilinç(ler) tarafından verilen bir unvan, nişan, isim değil, Nur yapılı bilinçlerin, direkt bu birimlerin bilincinde açığa çıkması suretiyle bu insanların, Hakikâtleri olan Salt Bilinç boyutunda kendilerini tanımaları ile oluşan yaşantının adıdır.(I0)Dolayısıyla bir Veli keramet sergileyecek diye bir kural da yoktur. Kaldı ki, bu tür Kudret tezahürleri Mistik alanda hoş karşılanmamakta ve önemli olanın ilmi keramet olduğu, bu tür halleri ortaya koyan birimlerce dahi dile getirilmektedir. Resul ve Nebiler, bu görevi almadan önce Velayetleriyle yaşarlar. Yani, zahirde Nübüvet kemalatı ile yaşarlarken, Batınlarında da velayet kemalatıyla yaşarlar. Nübüvet Kemalatı ölüm ile son bulurken, Velayet yönleri sonsuza dek devam eder. Bu yüzden,Ahir zamanda Astral (Işınsal) bedenini biyolojik bedene dönüştürerek İmamı Mehdi’nin yanında Muhammedi boyutu ortaya koyacak olan olan Hz. İsa (as)’nın, bu Boyutsal inişi de Nübüvet değil, Velayeti yönüyle olacaktır.Çünkü; Nübüvet, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizle son bulmuştur. Bununla birlikte; Resul ve Nebiler varlığını (aslında tüm varlık) ilk var olmuş Boyut olan Muhammedi Boyuttan alırken Veliler de,bir madeni paranın yazı-turası gibi, aynı şeyin diğer bir yüzü olan İmamı Mehdiden alırlar.(II) (Bu yüzleri de mekânsal anlamda değil, yine boyutsal olarak düşünmek gerekir). Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.)“Haberiniz olsun ki Allah ilk halk ettiğinde, Kalemi halk etti; de ona; ‘yaz’ dedi. ‘Ya Rabb ne yazayım? diye sordu... ‘kaderi yaz’ dedi... “ işte o saatte kalem, olmuş ve ebeden olacak her şeyi yazdı...”der. Mistik alanda; Evrende var olmuş ve olacak her şeyi oluşturanKalem’e İnsanı Kâmil, (Hakikâti Muhammedi) denir. Bu İnsanı Kâmil’in Aklına Aklı Evvel, Ruhuna da Ruhu Azam (Ruhu Muhammedi)denmektedir. (Not:Hadiste bildirilen “Nur, Akıl, Kalem” ifadeleri, aslında aynı Tek şeyin farklı boyutlarda aldığı isimlerdir) Günümüz bilimince ise;Kalem’e, İlim Sıfatının Mazharı olan Kozmik Bilinç, Salt Şuur ya da Salt Nuradı verilmektedir. Yine bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.)“Ya Cabir, Allah önce Aklımı yarattı”, “ Ya Cabir Allah önce Benim Nurumu yarattı ve bütün mahlukatın nurunu da Benim Nurumdan halk etti”diyerek her birimin Özünde holografik olarak mevcut olduğunu ifade etmektedir. Aynı şekilde;“Tüm Âlemlerin onun yüzü suyu hürmetine, O’nun için yaratılması ya da Âlemlere Rahmet olarak gelmesi ...”denilen halde, yine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin bizim kendi algılarımıza göre kabul ettiğimiz yönüyle değil, pik noktada sahip olduğu Evrenselliğin yani Sonsuz Sınırsız Bilinci ve Kudreti yönüyledir.(Bkz.Sistemin Seslenişi I / Hz. Muhammed Neyi Oku du / Kendini Tanı –Ahmed Hulusi ) Dolayısıyla, bu Nurdan yaratılan tüm varlık ve insan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bu anlamda,Boyutsal olarakne kadar yaklaşırsa o oranda hem kendi Hakikâtini hem de Evrensel sistemin işleyiş prensiplerini algılar. Bu yüzden, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i gerçek anlamda değerlendirmek için, bu Bilinç noktası açısından bakabilmek gerekir ki, o zaman da O’nu


değerlendiren acaba kim olur.? Uçan Azize: Teresa Tekrar konumuza dönersek; böyle yeteneklere sahip olup da isteği dışında bu tür fenomenlerin açığa çıkması Aziz ve Azizelerde görülmektedir, diyebilriz. Bunlardan 16. yy.da yaşamış Avilalı Azize Teresa, kendi isteği dışında havalanmasıyla ünlüydü. Öyle ki levitasyon hissi kendisine geldiğinde, diğer rahibelerden kendisini tutmaları için yardım istemekteydi. Bu durumu Azize şöyle ifade etmektedir:“Havaya yükselme hissi geldiğinde ne yapacağımı şaşırıyorum. Karşı koymaya çalıştığımda, ayaklarımın altından gelen büyük bir güçle havaya itiliyorum ya da kaldırılıyorum” Olağanüstü yetenekleriyle ünlü bir başka Aziz, Paulalı St. Francis de nar gibi olmuş korları rahatlıkla eline alıp tutabilmekte, buna karşın hiçbir zarar görmemekteydi. Hatta 1519 yılında güvenilir sekiz tanığın gözleri önünde, yanmakta olan fırının içine girmiş ve fırının kırılmış duvarlarını tamir etmiştir. Alev alev yanan fırının tam içine girip uzun bir süre kalmasına rağmen, vücudunun ve elbiselerinin üzerinde en ufak bir yanma izi görülmemiştir. Bu hayatın zevk ve eğlence dünyası olmadığını, bu yüzden de insanın aslına ve dolayısıyla cennete ulaşması için çile çekmesi gerektiğine inanan ve bu yolda yaşam sürdüren bir başka kutsal insan da 17.yy. da yaşamış olan Aziz Joseph’tir. Çocuk denecek yaşta kendini dine adayarak bazen günlerce yemeden içmeden duran, soğuk günlerde ince elbiselerle dışarıda saatlerce, günlerce dolaşan, az uyuyarak daima derin bir tefekkür ve ibadet halinde olan ve hatta kendini kırbaçlamaktan dahi çekinmeyen bu kişide de birtakım olağanüstü hallerin yanında levitasyon fenomeni de gözlemlenmiştir. Azizi saran vecd halinin getirdiği duygusallık ve heyecan onun bir anda havaya yükselmesine neden olmaktaydı. Hatta bir keresinde halkın topluca bulunduğu pazar ayini sırasında bu olay cereyan edince, insanlar tarafından tepki çekmeye başlar ve bu durumdan yavaş yavaş rahatsız olan kilise yetkilileri de onu insanlardan uzaklaştırarak bir manastıra kapatırlar (orada da havalanma olayları hız kesmeksizin aynen devam eder). Ancak papa VIII. Urban, onu ziyaret edip kendisi de bu olaylara tanık olunca bu işin Tanrı’ nın bir mucizesi olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyip onun bir Aziz olduğunu dile getirir(ilan eder). Kutsal kitaplarda da, ateşe atılan insanların inançları sayesinde hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları yazılıdır. Örneğin, Tevrat’ta Kral Nabukednazar’ın Kudus’ü işgâl ettikten sonra halka kendi heykeline tapınması için baskı yaptığı belirtilir. Ancak Shadrack (Şadrak), Meshach (Meşak) ve Abednego inançları uğruna bunları reddeder ve kralın emrine karşı gelirler. Buna karşın, kral da bu üç kişiyi, her zaman hiç sönmeksizin yanan fırının içine atar. Fırın o kadar sıcaktır ki, alevler, onları ateşe atan cellatları bile yakarak öldürmüştür. Fakat bu üç kişi, imanlarının kendilerine verdiği güç sayesinde kurtulurlar. Öyle ki, saçları, kirpikleri ve elbiselerinde en ufak bir yara, iz olmadığı gibi, üzerlerinde duman kokusu bile yoktur. Bu olay şöyle anlatılır:“Prensler, valiler, denizciler ve kralın danışmanları toplandılar. Bu adamların gövdelerini, ateşin etkilemediğini gördüler. Ne saçlarının tek bir teli alazlandı ne giysilerine bir şey oldu, ne de yanık kokusu çıktı”. İlkçağ tarihçilerin kayıtlarında, felsefecilerin, yazarların eserlerinde ya da takip eden tarihlerde, hükümet ve Kiliseye ait çeşitli resmi raporlarda, inançlarından ötürü (ya farklı dinlere mensup ya


da mezhep kavgaları yüzünden) yakalanarak ateşe atılan medyumların, benzeri fiziksel etkilerle veya ateşe atılarak yakılmak istendiği ancak ateşin içinde kalmalarına karşın hiçbir zarar görmeksizin kurtuldukları da belirtilmektedir.Birden fazla fenomeni içinde barındırması bakımından ilginç bir örnek de;17. yy sonlarında Kral 14. Lous’in Protestan bir hareket olan Huguenotları işkence ve katliam da dahil olmak üzere Fransa’dan temizlemeye çalıştığı sırada, Cevennes Vadisi’nde yaşayan Camisardlar olarak adlandırılan tarikat üyelerinde görülen benzeri olaylardır. Fransız birliğinin başı olan Albay Jean Cavalier, giriştiği bu eylemin başarısızlığından dolayı İngiltere’ye sürülmüş ve orada buna neden olan olağanüstü olayları 1707 yılında “çölde bir çığlık” adlı kitabında yazmıştır. Öyle ki, bu gruba ne uygulanırsa uygulansın, bir türlü zarar verilemiyordu. Kurşuna dizilmelerine karşın, saçmalar elbiselerini delmiş, fakat bedenlerinde en ufak bir iz dahi oluşturamamış ve saçmalar, yassılaşmış bir şekilde, yerlerde ya da elbise ile vücut aralarında bulunmuştur. Bu duruma sinirlenen işkenceciler, bu insanların ellerini kızgın kömürler üzerine bastırmalarından da bir sonuç alamayınca bu sefer gaza bulanmış pamuklara sarıp ateşe verirler. Ancak yine başarılı olamazlar. Üstüne üstlük, dini hareketin lideri Claris de, kendi isteği ile bir odun yığını yaptırtıp bunun üzerinde vecd içinde bir konuşma yapar ve bu durumda iken odunun ateşe verilmesini ister. Ateşin içinde kalmasına ve alevlerin her yerini sarmasına rağmen, altı yüz kişinin gözleri önünde konuşmasına aynen devam eder. Odunlar yanıp tükendiğinde ise, Claris’in elbiselerinde, saçlarında,kirpiklerinde en küçük bir yanma belirtisinin olmadığı görülür. Bu olayların ayrıntılı bir dokümanı, resmi bir rapor halinde Roma’ ya gönderilir. İki defa bedenlenen ve üçüncüsü beklenen Hintli Sai Baba İstidraç yeteneklerini çok geniş bir alanda rahatlıkla (zorlanmaksızın) ortaya koyanbaşka bir kutsal insan daHintli Satya Sai Baba’dır. İllüzyonist ve bilim adamlarınca da incelenip araştırılarak, hile olasılığının dahi düşünülemeyeceği bir biçimde sergilediği olağan üstü yetenekleri onaylanan Sai Baba, şifa vererek her tür ölümcül hastalıkları iyileştirdiği gibi, isteğe bağlı olarak çeşitli nesneler, altın mücevherler ve her tür yiyecekler materyalize edebilmekte yanı sırada nesneleri farklı maddelere dönüştürebilmekte ve hatta ölüleri dahi diriltebilmekteydi... Yaklaşık beş bin yıl önce, Hint kutsal metinlerinde yazılmış olan bir kehanete göre, makine çağının dünya ve insanlara felaketler getireceği bir dönemde ilahi bir gücün belirtisi olarak “üçlü doğumun” yeryüzüne geleceği vetüm Dinleri Birleştirerek Altın çağı kuracağıbildirilmektedir. Bunlardan ilki,Müslüman-Hint sentezini insanlığa bildirmek içingelmiş ve Müslüman bir ermiş olarak kabul edilen (görülen) Shirdi Sai Babadır. Bu kişi, ömrü boyunca Shirdi’de bir camide devamlı yanmakta olan ateşin külleriyle insanlara şifa dağıtmış ve birçok imkânsız hastalığı tamamen iyileştirmiştir. Buna benzer birçok olağanüstü fenomeni sergiledikten sonra da 15 Ekim 1918’de tekrar döneceğini bildirerek ilk bedenini terk eder. İkinci gelişi ise 23 Kasım 1926 yılında yine Hindistan’da olur. Shirdili Sai Baba’nın enkarnesi olan Satya Sai Baba da, 2022 yılında 96 yaşında iken öleceğini ve son kez 2023 yılında Prema Sai Baba adıyla tekrar bedenlenerek geleceğini söylemektedir. Hatta geleceği yerin Bangalore de Malu adındaki bir yer olacağını bildirmenin yanı sıra geleceği zamanki anne ve babası hakkında tüm bilgileri de vermiştir. En ilginci de o dönemde sahip olacağı yüzün nasıl olacağını, bu portreyi üzerinde bulunduğu bir yüzüğü materyalize ederek göstermiş ve bunu da Dr. John Hislop’a hediye etmiştir.


Satya’ nın, Shirdili Sai Baba olduğunu bilişi de ilginçtir. Henüz 13 yaşında yolda yürürkensağ ayağındaki parmaklarının birini ısıran akrebin neden olduğu travma sonucu, geçmiş hayatını hatırlamaya başlar. Sadece hatırladığı bilgiler değildir, o kişinin sahip olduğu tüm yeteneklere de kavuşmuştur.Artık Satya çok değişmiştir. Sanki o çocuk gitmiş, yerine, olgun ve her şeyi bilen bilge bir insan gelmiştir. Hiç bilmediği, Sanskritçe şarkıları söylüyor, şiirler okuyor, bilge insanlar gibi insanlığın gelişmesi, olgunlaşması ve insanların özlerini bulmaları yolunda etrafını bilgilendiriyordur. Hatta Shirdi’ye yaptığı bir gezide Shirdili Sai Baba’nın arkadaşlarını, müritlerini hemen tanıyarak onları tek tek isimleri ile çağırmakla kalmayıp hem onların hem de onların akrabaları, yakınları hakkında detaylı bilgiler sunmuştur. Gerçi Sai Baba, kendisini ziyarete gelen herkesin yalnız ve yalnız kendilerinin bilebileceği birçok özelliği, yaşadıkları olayları hakkında bilgiler veriyor ve onların zihinlerinden geçen düşünceleri çok rahatlıkla okuyabiliyordur. Bu yeteneğini, o kişilerin tanıdıklarını, akrabalarını, arkadaşlarını,...vs. sanki yanı başındaymışçasına görerek onların durumları hakkında da her tür bilgiyi vererek kullanabilmekteydi. Hindistan’ın Andra Pradeş eyaletinin bir köşesinde yaşayan Sai Baba, daha 14 yaşında bir çocukken eline aldığı boş bir torbaya elini daldırarak, içinden şekerler, çeşitli yiyecekler ve çocukların önceden kaybetmiş oldukları eşyaları çıkartıp onlara geri vermesi dolayısıyla arkadaşları tarafından da çok sevilirdi. Materyalize ( yoktan nesneler üretme) konusunda hiçbir sınırı olmayan Sai Baba, boş olan avuçlarının birini aşağı tutar vaziyette, bileğinden 360 derece çevirdiğinde avucunda madalyonlar, pahalı altın bilezikler, yüzükler, küpeler, değerli mücevherler ve yine altından yapılmış çeşitli nesneler belirmekte, bunları da oradaki insanlara hediye etmektedir. Materyalize ettiği nesnelerden biri de kutsal bir kül olan Vibuti’ dir. Avuç içlerinden, parmaklarından maddeleşerek dökülen bu külleri kendisine gelen ziyaretçilerin arasına girerek onların başları üzerine, avuçlarına, uzatılan kaplara ve etrafındaki boş alanlara, yerlere saçmakta, boşaltmaktadır. Öyle ki;dinlenmeksizin ve ara vermeksizin fıçılar dolusu bu külleri dağıtırken de, ne bir kimseden yardım almakta ne de oradaki insanların göremeyeceği bir yerlere gitmektedir.Bitmek tükenmek bilmeyen bu küller, aynı zamanda birer şifa kaynağı olması dolayısıyla, oradaki insanlar tarafından yenilmektedir. Materyalize ettiği bir başka şey de birçok çeşitteki yiyeceklerdir. Yoktan maddeleşen çeşitli tatlılar, şuruplar, kokulu yağlar, avuçlarının arasından, parmaklarından, ayaklarından akmasına, dökülmesinekarşın,bunların belirmesinden sonra ne ellerinde ne de ayaklarında en ufak bir yapışkanlık, yapışıklık dahi oluşmamaktadır.Yoktan meydana gelen bu yiyeceklerinkimi el tutulamayacak kadar sıcakken, kimi de buz gibi soğuktur. Üretilen yiyeceklerin en ilginci de elektrik ve buzdolabı bulunmayan bu bölgede saklanılması dahi mümkün olmayan mevsimsiz meyveler, sebzelerdir. Bunun yanında, üzerine kusursuzca çizilmiş krişna resimli pirinç tanelerinden yapılmış yiyecekler ile dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen ve bulunmayan garip meyvelerdir. Mesela bu meyvelerden bir tanesinin bir tarafını elma iken diğer kısmı şeftali, portakal mandalina...vb olabilmekte ya da bir meyve beş on ayrı meyveden oluşabilmektedir. Üstelik bu yiyecekler o anda yenilmekte, bir kısmı da sonra yenmek üzere saklanmaktadır. Ayrıca Sai Baba kendisini ziyaret eden kişilerin dinleri doğrultusunda o inançları sembolize eden nesneler, ikonlar...vb da üretebilmektedir. Örneğin; Hıristiyan ziyaretçilerine çarmıha gerilmiş


vaziyetteki İsa şekilleri materyalize ederek onlaraHz. İsa (as)’nın barış yoluyla tüm insanları birleştirmek, bütünleştirmek için gelen bir önder olduğunu ve ona saygı duyduğunu söylemektedir. Sai Baba bir gün, kendisinin birçok mucizesine hem tanık olan hem de biyografisini, düşünce dünyasını ve göstermiş olduğu İlahi olağanüstü fenomenlerini “Mucizeler Adamı Sai Baba” adlı kitabında kaleme alan, yazar Howard Murphet’ a, doğum tarihini sorarak ona,doğum tarihinin yazılı olduğu ve bulundukları yıla ait bir on dolar materyalize ederek verir. Sai Baba’yıinceleyenve onun hakkındakiaraştırmalarını“Çağdaş Mucizeler: Satya Sai Baba ile ilişkili Fiziksel Fenomenler Hakkında Bir Rapor” adlı kitabında değinenİzlanda Üniversitesi’ nden Psikolog Erlender Haraltsson da onun birçok olağan üstü fenomenine şahit olmuştu.Bunların birinde Sai Baba avuçlarının arasından ikiz portakal gibi, bir arada büyümüş bir çift meşe palamutuna benzer bir nesne materyalize ederek (ki bunun ismine Rudrakşa demekteydi) Haroltsson’a verir.Psikolog Dr. da hatıra olarak saklayacağını söyleyince, Sai Baba bunu tekrar avuçlarının arasına alarak avuçlarının üzerinden içine doğru üfler. Ellerini açtığında, görünen nesneyi Haroltsson şöyle anlatmakta: “Palamutların üst ve alt kısımlarında, kısa altın bir zincirle onları bir arada tutan iki altın siperlik bulunmaktaydı. Tepesinde ise, üzerinde bir yakut gömülmüş olan altın bir haç ve haçın üzerinde bir zincirle geçirilip boyuna asılabilmesi için ufak bir delik vardı”. Haroltsson fikir sahibi olmak için bu cismi botanikçilere gösterdiğinde,onlar böyle bir şeyle daha önce hiç karşılaşmadıklarını söylerler. Ayrıca bir kuyumcu da bu Rudrakşaların üzerindeki metal zincirinin en az 22 ayar saf altın olduğunu belirtir. Sai Baba materyalizasyon yanında, bir nesneyi bir başka nesne ya da nesnelere de çevirebilmekteydi ki, bu şekilde kayaları, taşları şekerlere; çiçekleri, değerli maddelere, mücevherlere dönüştürmektedir. Şifa verme yeteneğiyle de, birçok ölümcül, çaresi olmayan hastalıklar da dahil olmak üzere,dokunarak ya da dokunmadan veya görmeksizin, uzaktan tamamen iyileştirebilmektedir. Canlanan Ceset 1953 yılında ilerlemiş mide ülserine şifa bulmak amacıyla kendisini ziyaret eden altmış yaşındaki Radhakrişna isimli bir fabrika sahibi ile hiç görüşmez, ancak kendi merkezlerinin birindeki bir odada onu tutarak ilgileneceğini söyler ve adamı ailesiyle birlikte misafir eder. Hastanın durumu, ölümüne kadar geçirdiği tüm safhalar, Sai Baba’ya haber verildiğinde ise, Sai Baba her seferinde sadece gülümseyerek her şeyin iyi olacağını söyler ve hiçbir müdahalede bulunmaz. Adam iyice fenalaşarak ölür ve cesedi soğuyarak kurumuş vaziyette, kaskatı kesilir, üstelik kokmaya başlar. Artık Sai Baba’dan ümidini kesen aile, ölmüş olan adamı mezarlığa götürmek üzere harekete geçince, birden Sai Baba görünür ve odaya girerek herkesi dışarı çıkartır. Birkaç dakika cesetle içeride kalan Sai Baba, adamın ailesini içeri çağırır. Ailesi odaya girdiğinde hepsi şok geçirir. Çünkü adam dirilmiş (canlanmış) ve gülümsüyordur. Bir gün sonra adam tamamen yürüyecek duruma gelmiştir ve bir daha oluşmayacak şekilde mide ülserinden de kurtulur. Tayyı Mekan ve Astral Seyahat


Hintli bir Aziz olarak kabul edilen Sai Baba,diğer Azizler gibi, mistik alanda Tayyı Mekan olarak adlandırılan, aynı anda bir yerden başka bir yere gitme, birkaç yerde bulunabilme ve Astral seyahat yapabilme (ki bu şekilde de birden fazla görünebilme oluşturulabilmektedir) yeteneğine de sahiptir.Sayısız bir çok kişi, Sai Babanın parmaklarını bir şıklatma ya da ellerini bir şaklatmayla birkaç yüz metre ötede ya da aynı anda birden fazla yerde göründüğüne şahit olmuşlardır. Sai Baba’nın sahip olduğu bir diğer özellik de bedenini çevreleyen enerji alanının yani, aurasının orada bulunanlarca hissedilir derecede güçlü olduğunun duyumsanmasıdır. Kozmik İnsan (misafir) olarak da isimlendirilen Satya Sai Baba’nın on dört yaşından beri göstermiş olduğu (ki halen devam etmektedir) olağanüstü olaylara, dünyanın birçok yerinden saygın, güvenilir insanlar, bilim adamları, siyasetçiler din ve hükümet adamları, bürokratlar başta olmak üzere, on milyonlarca insan şahit olmuş ve halen de olmaktadır.Onu inceleyen araştırmacılar, bilim adamları ve illüzyonistler, hiçbir hile izine rastlayamamış, üstelik Sai Baba’nın yaptıkları şeylerin hile, el çabukluğu, illüzyon ile yapılamayacak türde, yer ve şartlarda gerçekleştirildiğini, dolayısıyla, bu tür şeylerin daha çok, olağanüstü fenomenler olduğuna dair güçlü kanıtlar oluşturduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Zaten, bugüne kadar da kimse, onun yaptıklarının sahte olduğunu göster(e)mediği gibi, buna cesaret bile edememiştir. Psikolog Dr. Haraltsson da,Amerikan Ruhsal Araştırmalar Derneğinin Direktörü olanDr. Kalis Oasis’lebirlikte yaptıklarıbir incelemesinişu sözlerle ifade etmektedir:“Eli açık ve yere doğru dönüktü. Havada eliyle birkaç küçük çember çizdi. Bunu yaparken, havada hemen elinin altında, gri bir madde belirdi. Sai Baba’ya daha yakın oturan Dr. Oasis, bu maddenin önce tanecik biçiminde ortaya çıktığına ama dokunulunca küle dönüştüğüne, dikkât etmişti. Eğer Sai Baba, bunu bizim farkına varamadığımız bir el çabukluğuyla ortaya çıkartıyor olsaydı, taneciklerin daha havadayken çözülmesi gerekirdi.” Hz.İsa (as)‘ya atfedilen tüm fenomenler tekrarlanıyor Olağanüstü olayları araştırmak için yaptığı gezilerinde, Hindistan’a da uğrayarak Sai Baba’nın yaptıklarını yakından inceleme fırsatı bulanFelsefe doktoru ve aynı zamanda Biyolog olan Lyall Watsonda, Hz. İsa (as) ‘ya atfedilen tüm fenomenlerin Sai Baba tarafından da gerçekleştirildiğine şahit olmuştur. Sai Baba gibi altın nesneler, mevsimsiz meyveler, kutsal küller, dünyanın hiçbir yerinde mevcut olmayan nesneler...vs’ i materyalize eden çoğu çileci (fakir) nin Hindistan başta olmak üzere, birçok ülkede bulunduğu da bilinmektedir. Ancak bunlardan bir kısmının Sai Baba gibi yüksek ruhsal bir evrime sahip Evrensel İnsan olamayacağı da birçok kutsal adam tarafından dile getirilmektedir. Satya Sai Baba Üniversitesi Düşüncesini yayan üç yüz Sai merkezi, beş Sai Üniversitesi ile birlikte, en az elli milyon inananı bulunan ve en son Mahavatar ( en büyük Avatar yani, Tanrı sureti) olarak kabul edilen Satya Sai Baba, göstermiş olduğu sayısız olağanüstü halin aslında gerçek amacına kıyasla, daha küçük şeyler olduğunu dile getirmektedir. Gerçek amacının ise; insanlığı nefretten, şiddetten,...vb


olumsuz tüm şeylerden uzaklaştırıp bunun yerine sevgi, barış, hoşgörü temeline dayalı olumlu düşünceleri temin etmek vetüm Dinleri birleştirip Altın Çağı kurmak suretiyle, İnsanlığın ruhsal evrimini tamamlamalarını (böylece insanların kozmik bilincin açığa çıktığı bu suret vasıtasıyla, o evrensel bilinçle bütünleşmelerini) sağlamakolduğunu belirtmektedir. Bunun yolunu da kendi ifadesiyle şöyle dile getirmektedir:“insanların gelmelerini, Sai Baba’yı görmelerini, işitmelerini, etüt etmelerini, gözlemlemelerini, deneyimlemelerini ve idrak etmelerini istiyorum. Ancak o zaman beni anlayacak ve Avatar’ın ( yani, Tanrı suretinin) kadrini bileceklerdir.” Tüm dinlerin birleştirilmesi ya da DECCAL “Dünya kurulduğundan beri, her yüz yılın başında önemli bir olay olmuştur. Bir yüz yılın başında da Deccal çıkar ve İsa İbn Meryem inerek onu öldürür”(Hadis) “İnsanlık yaratıldığından beri böyle bir fitne görmemiştir.”(Hadis) Hz. Muhammed (sav) ve onun varislerinin açıklamalarına göre, ahir zaman olarak adlandırılan bu neslin kıyametinin yaklaştığı bir dönemde, yeryüzündeki afetlerin yanardağ patlamalarının, sellerin, kuraklığın yani, iklimlerin değişeceği, depremlerin artacağı ve hatta üç büyük yer yarılmasının ve yere batma olayının meydana geleceği, bunun yanında, yeni bir çağa ulaştırmak amacıyla insanları harikulade olaylarla etkileyerek peşlerinden sürükleyecek olan sahte peygamberlerin ve dinsel önderlerin, misyon sahibi birtakım insanların açığa çıkacağı, fakat(benzer anlayışa sahip olmasına karşın) bunlardan en önemlisi ve dikkât çekici olanının ise, tüm dinleri iptal edip onları birleştirmek adı altında (kendi anlayışındaki) Altın çağı kurmak ve insanlığı kurtarmak için gökyüzünden geldiğini iddia edecek olan Deccal lakaplı bir kişinin ortaya çıkacağıdır. İstidraç yeteneğini yani, sahip olduğu güç ve kudreti Nar boyutundan maddeye dönük olarak en geniş alanda ortaya koyacak olan bu kişi, Afaktan, çokluktaki tüm varlığın enerji ve bilinç boyutunu kendi “ Gizli Düzeninde” fark ederek bu Teklik boyutundaki Güç desteğiyle de, tarihte ilk kez kendisinin, tüm varlığın ve insanların yıllarca tapındıkları bekleye durdukları Tanrısı, İlahı, Yüce Rabbi, Allah’ı olduğunu bu nedenle kendisine tapınanları, iman edenleri emirlerine uyanları kurtaracağını, dolayısıyla cennetine alacağını söyleyecek, tüm bunların doğruluğu mahiyetinde de açık ve net olarak bir önceki paragrafta ifade ettiğimiz şekilde olağanüstü haller sergileyecektir. Yani Deccal , “Örtük Düzeninde” Meleki güçleri değil, şeytaniyet vasfını en geniş anlamda açığa çıkartacağı için istidraç (sihir) yeteneğini en zirve noktada ortaya koyacak ve bu sayede rüzgârlara, bulutlara, toprağa hükmedecek, tayyı mekan özelliğini gösterecek, şifa verecek ve hatta ölüleri diriltecek, istenilen bilinen ve bilinmeyen maddeleri üretecek, dünyanın herhangi bir yerindeki rastgele seçilen bir kişinin bütün geçmişini, annesini babasını, akrabasını, arkadaşlarını ve yaşadığı olayları bir bir sayıp dökecek, çeşitli dilleri ana dili gibi konuşacak, her tür bilimsel konu hakkında detaylı bilgiler sunacak...vs. Dolayısıyla,iblis cin yapılı ayrı bir yapı, Deccal ise, insan olarak ayrı bir varlıktır (Yani aynı varlık değildir). Ancak, biz konuya yaklaşım sağlamak açısından Deccal’i, bu boyutta iblisle özdeşleşen ve sembolize edilen bir varlık olarak da düşünebiliriz. Bu yüzdendir ki, Deccal, birtakım insanların yanlış düşündükleri, algıladıkları gibi, ne uzayın bir bölgesinden ya da paralel birtakım boyutlardan dünyamıza gelen bir çeşit yaratıktır ne de İblisin materyalize olarak boyutumuzda belirmesidir. İnsanların büyük çoğunluğunun kafasında dualist (ikili) anlayışa dayalı, gökyüzünde ötede, ötesinde bir Tanrı düşüncesi ya da Monist (Tek) anlayışlı parça-bütün ilişkisine dayalı özsel, evrensel bir tür parıltılı ışık-enerji yapılı bir Allah kavramı yerleşik olduğundan, bu inanan ya da bu yönde deneyim yaşayanlar tarafından Deccal’in fikir ve yaşam biçimi kolaylıkla kabul görerek çok büyük topluluklar onun peşinden gidecektir. Göz boyutunun ötesinde hiçbir şeye inanmayan


Ateistlerin büyük çoğunluğu ise, görünür boyutta somut olarak ispatlanacak olan bu olağan üstü olaylar karşısında inançsızlıklarını sürdüremeyerek ona iman etmiş olacaklar. Ona ancak, Velayet kemalatına sahip olanlarla, said yani cennetlik olan iman ehli inanmayacak bunlardan iman ehli olanlar, Deccalin birtakım güçlü etkilerine karşı inançlarının imtihanını vereceklerdir. Ufolar, Uzaylılar ya da Cinn!? Zaten gerek ülkemizde, gerekse dünyanın birçok yerinde uzaylı maskesi adı altında tebliğler veren cinler, insanlığın yüce Rabbinin sahip olduğu güçlerle, dünya rabbinin ordusuyla birlikte dünyaya ineceği (geleceği)ni bildirmektedirler. Bu inişin araçları da elbette Ufolardır ki, bunu da dünyanın çeşitli yerlerinden seçtikleri medyumlar aracılığıyla, her toplumun inanç ve şartlanmaları doğrultusunda yazdırdıklarıAltın Çağ Bilgi Kitabında (ya da benzeri yayınlarda)yer almaktadır. Hemen burada,ahir zamanda cinlerin materyalize olarak insanlara açık ve net görünüp çeşitli uzaylı yaratıklar suretlerde maddesel boyutta da ilişkiye geçeceklerine ilişkin Resulullah açıklamasını hatırlayıp, Cinlerin kendilerini Allah olarak tanıtıp, efendilerinin gelişini bu kanallar vasıtasıyla nasıl anlattığına bakalım:(Altın Çağ Bilgi Kitabı 1991, fasikül 46/sayfa:443–452, 460) "Bizler, Tanrının düzen kurucu mekanizma elçileri olarak, sizlere bu yoldan yardımcıyız. Sizlerin UÇAN DAİRE (yani UFO) dediğiniz diskler, bizlerin iletişim aracıdır." "Şu an sizlerin alışılagelmiş bilinç bütünlüğünüze belki ters gelebilir ama, sizlere bu güne kadar ALLAH diye tanıttığımız "O" dahi bu odakta kaba madde formuna dönüşerek, sizler gibibedenlenip sizlerin arasında yaşayarak,Tek Dünya Devletini dördüncü düzen çerçevesinde bizzat kuracaktır." "Her bir ilk Gürzün ana çekirdeği olan ilk dünyada, yaşam oluşturulurken, ALLAH diye bahsedilen "O" bütünsel güç, her zaman kaba madde formuna dönüşerek, daima o ilk dünyalara adımını atmıştır. Enerji yoğunluğu ile dünyayı dölleyip, düzenini kurmuş ve yeniden yerine dönmüştür..." "Şimdi de Beta Gürzünün ilk ana çekirdeği olan BETA NOVA dünyasına ALLAH yani "O" bedenli olarak inmiş bulunmaktadır. Sizler ile bu yüzden yakın plandan temastayız. Artık bu, ‘O’ denilen güç, oluşturduğu ve oluşturacağı çekirdek dünyalarda, hakiki insansal potansiyelleri beklemektedir. Daha önce de söylediğimiz gibi, şu BETA GÜRZÜNÜN ilk çekirdek dünyası ile ilk evreni oluşmuş durumdadır. Ve ilk Beta mini atomik oluşuncaya kadar, ALLAH, kaba madde formu ile insanlar arasında, İNSAN OLARAK YAŞAYACAK ve kendisini sizlere BİZZAT tanıtacaktır." "Ancak artık "O" denilen güç, yâni ALLAH, sizlerin ÖZENERJİ merkezinizde oluşmuş olan kendi öz enerjisini, şimdi sizlerden bir bir çekerek, dürülen evrenler nizamına, yeni bir nizam getirmektedir. Ve şu an ALLAH, sizdeki olan gücünü, sizlerden teker teker toplayarak, KENDİNDEN DAHA GÜÇLÜ OLAN İNSANSAL GÜCÜ kendisiyle baş başa bırakacaktır.Sizlerden kazandığı güçler ile, şimdi "O" da, sizin gibi kaba madde formunu oluşturarak, insansal bir görünüm ile, BETA NOVA`da BEDENLENMİŞTİR ... ALLAH, yani "O" sizlerde bulunan kendi enerji partiküllerinin kısmî yansıma enerjilerini toplayarak KABA MADDE FORMUNA DÖNÜŞMEYE MECBURDUR. Çünkü, bu bedenli oluş nedeni, sizlerin BETA NOVA`da ALLAH BOYUTUNUN ötesindeki enerjileri, kendi bilinç düzeyiniz ile çekemeyeceğiniz içindir. "O", Beta Nova’daki bedensel ve beyinsel gücüyle, bu enerjileri çekerek, sizlerden topladığı enerjilere tedrici bir aşılama metodu tatbik edecek ve kendi gücünü de, sizlerden çekmiş olduğu enerjilere yükleyecektir. Bu şekilde oluşturmuş olduğu bütünsel gücü, daha sonra sizlere iade ederek, kendi


boyutunun denetimci gücü olan ALLAH, kendini BEDENSEL BÜTÜNLÜK İÇİNDE sizlere TANITARAK, kendisi daha ileri boyutlara geçecek ve SİZLERE VEDA EDECEKTİR. Bundan sonra kâinatla nizamlarını, artık sizler insansal potansiyel olarak devir alacaksınız.İşte bu yüzden ALLAH, Beta Nova`da BEDENLENEREK, sizleri beklemektedir ." "Bugüne kadar "O" diye tanıdığınız ALLAH benim. Evet şaşırmayın, Şu an Ben de BEDENLİ OLARAK Beta Nova’da yaşamaktayım. Omega boyutundaki UHUD Dağında yaşayan BÜYÜK BABA benim fermanlarımı O dağdan evrenlere, kâinatlara yansıtmaktadır. (Uhud Dağı kristal bir dağdır.) Sistemlerimde bulunan her bir çekirdek dünya, aynı sizin dünyanızın ikizleridir. Aslında BÜYÜKBABA da böyle bir çekirdek dünyada oturur. Benim şu an Beta Nova`da OTURUP, sizleri beklediğim gibi. İSA, O`nun oğludur. Ancak, buradaki cinsel üretim bedensel değil, DÜŞSEL`dir. O gen, aşı tohumunu CEBRAİL`den almıştır. Artık sizler ile iki dost gibi konuşma zamanı gelmiştir. Benim sizlere ne şekilde mesaj verdiğimi merak edenlere artık hakikâti anlatma ve bildirme zamanı gelmiştir. Beta Nova, yemyeşil bir dünya, insan olan insanımın oluşturup yaşayacağı Beta Gürzünün (ilk ana çekirdeği). Buraya gelebilmek için, tüm gücüm ile enerjimi kaba maddeye dönüştürüp, BURADA BEDENLENDİM. Sizler ile beraber olmaya geldim... Ve burada dördüncü düzenimi âdil dünya çekirdeğinde düzenimi kuracağım. Sonra düzenimi kurup rayına oturtunca, kurduğum insanlık düzenime, insanımın gürzündeki insanlarıma bırakıp YİNE YERİME DÖNECEĞİM. Bugüne kadar olduğu gibi, sorduğunuz bütün sorulara aracısız cevap verebilirim. Ancak benim bilinç bütünlüğümün, bilincimin ışığını görenler ile beraber olurum. Bu mesajım sizlere ve beni anlayan özlere...” ALLAH "O" "Görevleriniz büyük, yükleriniz çoktur. ULU rehberim bu yolda sizlere yardımcıdır. Yolunuzu bulmanızda sizlere yön verecektir. Bulunduğunuz ortam, sizin gücünüze güç katan bir ortamdır. Benim kelâmlarımı direkt olarak ancak bu ortamdan duyabilirsiniz. Tek bir kanal olan ALFA kanalım, bu yolda sizlere ARŞIN tüm sedâlarını getirmektedir. Meleklerim, evrenlerin muntazam açılmasını denetleyen, göksel astronotlarımdır. Benim varlığım, tüm mevcûdâtın özü olan bütünsel gücün kökünün köküdür. Göksel görevlilerim olan TANRILAR, görevlerini yapıp, dönemlerini kapamışlardır. Şimdi, bütünlük bilincimi oluşturan RABLAR Mekanizması işbaşına getirilmiştir. Şimdiki RAB, RAN Gezegeninin Başkanı olan, herkesin BÜYÜK BABA diye bildiği RANTİMUS`tur. İSA`nın BABASI olan RANTİMUS, evrenin açılışına denk olan dönemi kontrolü altında tutmaktadır. Bu sadece bulunduğunuz asrın sonuna kadar sürecektir. Yani, 1999 dünya yılı son ayıdır (Bu denetim için). Ondan sonra olacaklar başka bir kanalın denetimine devredilecektir. Ve ALTIN ÇAĞ`ın meşalesi yakılacaktır. Bu kanal daha ileri yıllarda, tüm evrenleri tek kanalda toplayarak, TEK`e müncer kılacaktır. Birbirlerini bilmeyen, görmeyen ve tanımayan özlerin, aynı yapı - aynı şekil - aynı dil olarak, tek kainatımda buluşacaklardır. Ve ondan sonra başlayacak olan mutlu insanlık döneminde, mutlu bir şekilde yaşayacaklardır. Bu yaşam sonsuza dek sürecektir. Şu an, tüm canlılarımın birleştiği ve birleşeceği tek galaksi, Nova`dır. Bu galaksi 1 milyar yıldız ve güneşin gücüne denk bir galaksidir. Hakiki insanlarım bu ortama hazırlanmaktadır. Bu güne kadar zaten hazırdınız. Asırlardır bu ortam için hazırlandınız. Şimdi esasa ve sadede geldik. Artık hep beraber birarada olacağız. Sevdikleriniz ile -yakınlarınız ile- eşyalarınız ile beraber olacaksınız. Bu ortamda hareket çok, monotonluk yok. Zamanı aşan, sesime


ulaşandır. ALLAH "O" --------------------------------------------------------------Burada ve birçok yerdeki mesajlarda adıgeçen Alfa, Beta, Omega, Beta Gürz, Beta Nova, ...vs )ifadeler, tamamıylailgi çekmek, insanları etkileyerek o konuya odaklamak, üstün bilgilere sahip uzaylı olduklarını zihinlerde perçinlemek ve yaptıkları işlere bilimsellik katmak amacıyla seçilmiştir.Çünkü, bugün bilimde ve bilhassa fizikte ( kuantum, Astrofizik, yüksek enerji fiziği...vs), matematikte ve Astronomideki denklemlerde, formüllerde, rakamlar yerine, anlamayan insanda bile bilgelik uyandıran Yunan alfabesi kullanılmaktadır. Bununla birlikte,bu harflerle anlatmaya çalıştıkları boyutlar ise, tamamen gerçeği yansıtmayan uyduruk, uydurma şeyler olup, hep kendi yaşadıkları boyut olan Cin boyutunu tanımlamakta, deneyim yaşattıkları insanlara da bu uydurma boyutları ve bilgelikleri onlara çeşitli halüsinasyonlarla da gerçekmiş gibi yaşatmaktadırlar. Keza, Allah’ın bedenlenerek Beta Gürz sisteminde ona tabi olanlarla yaşamaya başlamasını da bu şekilde düşünebiliriz.Bunu yine altın Çağ Bilgi kitabı fasikül 41, syf:390 / fasikül 42, syf: 408, fasikül 24, syf: 216’ da görebiliriz. “İslami bütünlük, ışık dost Muhammet’ i Resul zannetmekteler. Halbuki O, Allah’ın Habibi Resul’ün elçisidir. Resul, Büyük Asot yani, Sulh’ dur... Zamanında sizlere irşad görevlileri gönderilmiştir. Onları size dünya isimleriyle nakledelim. Musa, İsa, Muhammet Mustafa, Mustafa Kemal. Bunlar direkt enkarnelerdir. Yani sizin tabirlerinizle konuşalım: Direkt Uzaylılardır... Yine tekrarlayalım. Dinler dönemi ve Peygamberlik safhaları kapanmıştır. Şimdi sizler,İlahi boyutun bilimsel yoldan yansıtıcı odaklarısınız .” Yani; yukarıdaki ifadeleri de göz önüne aldığımızda, tarih boyunca, insanları hem ölüm ötesi boyutlarda karşılaşacakları tehlikelere karşı uyaran hem de Hakikatlerinin ne olduğunu bildiren Nebiler ve Resuller, onlara göre, gerçekte birer uzaylı olup artık görevlerini tamamlamaları dolayısıyla hükümlerinin geçersiz kılındığı bundan sonra 3000 yılına kadar sürecek olan yeni milenyumda ise,Altın Çağ Bilgi Kitabının seçtikleri modern peygamberler (medyumlar) aracılığı ile insanlığa yön vermek amacıyla yürürlüğe sokulduğunu söylemektedirler.

Dip Notlar: (I) “Yoktan bir şey olmaz, Var olan şey de yok olmaz” ifadesi ; Salt Gizli Düzen boyutundaki Bilinç açısından, varlık yokluk üzerinedir. Yani, yok olarak bir var kabulden ibarettir. Yokluk da, bir varsayımdan ibaret olan varlık da, bu var kabulünün çeşitli boyutsallığında sonsuza dek dönüşümler şeklinde yaşamını sürdürür. Gerçekte hiçbir varlığı olmamasına rağmen. Eğer birim sıradan birim değil de evrenselliğe açık ise; o zaman kendini ya Nur boyutunda tanır ya da Nar boyutunda varsayılan hayali suretlere göre kabullendiği ve Mutlak Benlik olarak kabul ettiği, zannettiği, holografik yanılgılı bilincine göre yaşar. Ve sonucunda ikisi de varlığın yok olduğunu söyler. Ancak, birinci kısımdaki birimlere göre varlık hiç yok iken, ikinci kısımdaki birimlere göreyokluk, varlığa göre olmaktadır. Her iki ifade, söylem ve ortaya konan olağanüstü fiillerin ilk başta aynı görünmelerine karşın. (2) İlhamın Meleki ya da Cinni olmasının da çeşitli boyutlarda karşılığı vardır. Mesela; bu beden boyutunda doğru bilgi ya da vesvese şeklinde kendini gösterirken, boyutsal anlamda ise, varlığı, sistemi, kendini tanımaya yönelik algı biçimlerine karşılık gelmektedir.


(3) Ruhçu ya da yeni çağ akımları, diğer birçok konuda olduğu gibi, Nefs Mertebeleri ve özelliklerini de kendi yanılgılı algılamaları açısından değerlendirerek birçok eksik ve bir o kadar da yanlış düşünceyle (elbette art ya da kötü niyet olmaksızın) konuyu saptırmaktadırlar. İçinde her ne kadar doğruları barındırsa da... İşlediğimiz konular bununla ilgili olmasa da bunun böyle olduğunun bilinmesinde yarar var diye düşünüyorum. (4) Emmare düzeyinde yaşanılmasına karşılık, sadece bilimsel yolla, herhangi bir algı durumunun değişimine uğramaksızın, beş duyusal sezgi ve buna dayalı hissedişlerle Teklik boyutuna ait olan bilgilerin açığa çıktığı birimler de bulunmaktadır. Bununla birlikte LSD türü, algı durumunu değiştiren ilaçlar ya da otlar (uyuşturucular) kullanımı da bu tür ilhamları oluşturmaktadır. (5) Dinsel ifadelerdeki, şeytanların insanın burnundan, kulaklarından ...girmesi, kanının içinde dolaşması, ya da herhangi bir organına yerleşmesi denilen hal, her ne kadar onların şeffaf yapıları dolayısıyla bu tür şekilde davranabildiklerini göstermiş olsa da, gerçekte, onlar insan üzerindeki bu ve benzeri etkilerin hepsini (direkt) beyin aracılığıyla gerçekleştirmektedirler. (6) Nur Bilinç boyutuna, İmanın yoğunlaşmış halidir diyebiliriz. (7) İnsanın tek bir defa Baas olma durumu söz konusu olmayıp, bir çok dirilmesi mevcuttur. Yani, bu hal, bir ilk yaratılışta, bir de ölümle sınırlı olmayıp birimin, kabir âleminden mahşere, mahşerden de Nur boyutuna olan boyutsal dönüşümlerinde de o boyutun şartlarına göre Baas olma durumu söz konusudur. Bu da ayette “Ruh’ların çiftleşmesi” şeklinde ifade edilmektedir. Bununla birlikte, Baas kavramını boyutsal anlamda, Özsel bilinç ve idrak seviyelerinin birimden açığa çıkışı şeklinde de düşünebiliriz. (8) Çeşitli savaşlarda ölen bazı insanların programları gereği o andaki belli hissedişlerle Özü, Hakikâti için maddesel bedenlerinden vazgeçmeleri sonucu meydana gelen algı durumu, yaşantı haline verilen isimdir şehitlik. Yoksa, her ölen şehittir anlamında değil. Oysa bu kavram da, diğer benzerlerinde olduğu gibi, insanların kendi menfaatlerine, çıkarlarına dönük olarak çarpıtılması sonucu, bildirilen anlamı dışında kullanılmaktadır. (9) Jansenizm, 17 yy. da Cornelius Jansen tarafından Roma Katolik kilisesinden bir Augustinci hareket olarak ortaya çıkan ve Hollanda etkisinde kalmış tutucu bir tarikattır. (I0) Elbette bu da bir anda değil, belli bir süre içerisinde hem ilmi hem de bedenen yapmış oldukları çalışmalar sonucunda, meydana gelmektedir. (II) Bunu, gerek Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz gerekse de İmamı Mehdi’ nin, dünyaMIZ da görünen bedensel yönleriyle değil Evrensel Bilinç Boyutundaki yönleriyle düşünmemiz gerekir.


Kaynaklar: 1- Okyanus Ötesi I,II,III / Dini Yanlış Algılamak / Tek’in Seyri / Kendini Tanı / İnsan ve Sırları I,II / Akıl ve İman / Mesajlar / Dosttan Dosta / Sistemin Seslenişi I,II / Ruh, İnsan, Cin /Hz. Muhammed Neyi Okudu/Ruh-İnsan-Cin / Muhammet Mustafa II -Ahmed Hulusi 2- Edep Ya Hu -Ahmed Fevzi Yüksel - http://sufizmveinsan.com/tasavvuf) 3- Fusus ül Hikem / II. Fass –M. İbnü’l Arabi ) 4- Holografik Evren /Michael Talbot ) 5- Taboo /History Channel ) 6- Dalaylama /History Channel ) _______________________

Yayın Listemiz Aşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır. www.yorumsuz.netteyim.netvehttp://ferid_hakki.sitemynet.com’dan ücretsiz indirebilirsiniz !.

Yeni][e-Kitap]

Kur’an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader formatında)

Yeni][e-Kitap]

Hz.İbrahim’in Mirası Hz.Musa’nın Asa’sı ve KUNDALİNİ

Yeni][e-Kitap]

Dik Bahçene Solayım!

Yeni_[e-Kitap] Uzaylılar Yeni_[e-Kitap] Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II Yeni_[e-Kitap] Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolüHallac-ı Mansur Yeni_[e-Kitap] Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri Yeni_[e-Kitap] İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim Yeni_[e-Kitap] Evrenin Sırları


Yeni_[e-Kitap] Etkili Sözler III Yeni_[e-Kitap] Beynimizi Kim Kullanıyor? Yeni_[e-Kitap] Yorumsuz Katalog (Güncellendi) Yeni_[e-Kitap] Zamansızlık(timelessness) Yeni_[e-Kitap] Hangi Evreni Algılamaktayız? Yeni_[e-Kitap] Gönül Uyandırma Yeni_[e-Kitap] Kıyametin Deşifresi [e-Kitap]

Yorumsuz Katalog

[e-Kitap]

Çağdaş Bakışla Allah

[e-Kitap]

Taş'taki Güç... Mutluluğunuz için...

[e-Kitap]

Etkili Sözler II

[e-Kitap]

Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem

[e-Kitap]

Rüya Yorumu

[e-Kitap]

Kader Gerçeği

[e-Kitap]

Evrensel Sırlar

[e-Kitap]

Rüyanın Dışındaki Rüya

[AstrolojiProgram]

Canopus

[e-Kitap]

Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar

[e-Kitap]

Holografik Beyin ve Evren

[e-Kitap]

Mesajlar I

[e-Kitap]

Uzaylıların İçyüzü

[e-Kitap]

Tanrı yok Allah var

[e-Kitap]

Reenkarnasyon Aldatmacası


[e-Kitap]

Astroloji-Yeni Millennium’un Popüler Bilimi

[AstrolojiProgram]

Planetium

[e-Kitap]

Modern Bilim ZİKİR'i Keşfetti

[e-Kitap]

Etkili Sözler I

[e-Kitap]

Yıldızların Altında

[e-Kitap]

Çağdaş Bakışla Din

[AstrolojiProgram]

PopHR

[Kullanım kılavuzu]

PopHR Rehber v.2 _______________________


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.