Dr.

Page 1





Dr. Latif GÜLPINAR

EDİTÖR’DEN Sevgili Meslektaşlarım; DR dergimizin ilk sayısında bu dergide emeği geçen tüm arkadaşlarım adına sizlere “Merhaba” demekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Öncelikle sizlere dergimizin içeriğinden bahsetmek istiyorum. Bu dergide mesleğimizle ilgili olarak aradığınız her şeyi bulabileceksiniz. Hepimiz yoğun bir tempoda çalıştığımız için tıp alanında takip edemediğimiz güncel gelişmeleri, mesleğimizin eğlenceli yanlarını, yaşadığımız sıkıntıları, bu sıkıntıların çözümü, yani kısacası siz değerli hekim arkadaşlarımın her konuda sesi olmaya çalışacağız. Kaynaşmaya ve kenetlenmeye çok ihtiyacı olan bir meslek gurubuyuz. Bizim bu dergiyi çıkartma amacımız bu kenetlenmeye birazda olsa katkı sağlamaktır. Biz bu dergiyi ailemiz olarak gördüğümüz sizlerle birlikte devam ettirmek istiyoruz. Bu derginin yalnızca okuyucuları değil yazarları da sizlersiniz. Bizlere her zaman ulaşabilir değerli yazılarınızı paylaşabilirsiniz. Doktorluk mesleğinin layık olduğu yere yücelmesi dileğiyle…

1


Dr. Dergisi

Yıl:1 Sayı: 1

Yayın Türü

2 Aylık Ücretsiz Ulusal Yayın

Sahibi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editör Dizgi Tasarım Baskı&Renk Ayrımı Reklam Pazarlama İletişim

04

Röportaj: Sağlık Bakanı Dr. Recep AKDAĞ

09

İçinamaniçin: Dr. Tayfun BEKTAŞ

10

Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü: Dr. Kadir ÇETİNKARA

13

Down Sendromlu Çocuklar: Prof. Dr. Munis Dündar

16

1975’ten Bugüne Erciyes Tıp Fakültesi Hastanesi: Prof. Dr. Kudret Doğru

20

Aile Hekimliğinde Anemilere Yaklaşım: Prof. Dr. Hasan Basri ÜSTÜNBAŞ Dr. Fatma Zeynep ORAL

İks Medya Reklam Tanıtım Hizmetleri Adına İdris İNANDI Mehmet Oğuz Dr. Latif Gülpınar Ahmed Talha KARAARSLAN - İdris İnandı Candan Ofset Mehmet Kelginli 0.530 291 44 52 - drdergisi@gmail.com Sahabiye Mah. Boylar Sok. Akdamar Apt. No: 6/3 38010 Kocasinan / KAYSERİ Tel: 0.352 222 58 72 -82 Faks: 0.352 222 58 92 www.drnokta.com iksmedya@gmail.com

YAYIN KURULU: Prof. Dr. Mehmet Akif Özdemir

Uz. Dr. İbrahim Kahraman

Prof. Dr. Abdullah Talaslıoğlu

Uz. Dr. Nurettin Vurgun

Prof. Dr. Hasan Basri Üstünbaş

Uz. Dr. Mehmet Medikoğlu

Prof. Dr. Özcan Aşçıoğlu

Uz. Dr. Mehmet Göğebakan

Prof. Dr. Nazmi Narin

Uz. Dr. M. Zafer Aydın

Prof. Dr. Abdulhakim Coşkun

Uz. Dr. Ali Evlice

Prof. Dr. Muhammed Güven

Dr. Akın Südemen

Prof. Dr. Ali Ergin

Dr. Erol Bedir

Prof. Dr. Munis Dündar

Dr. Latif Gülpınar

Doç. Dr. Ergün Seyfeli

Dr. Yavuz Korkmaz

Yrd. Doç. Dr. Ali Korkmaz

Dr. Tayfun Bektaş

Op. Dr. İbrahim Demir

Dr. Şaban Karayağız

Op. Dr. Özhan İnce

Dt. Umut Kural

Op. Dr. İsmail Tamer

Dt. Yakup Üstün

Uz. Dr. Nihat Tekden

Ecz. Bülent Ünsal

Dergimiz basın yayın ahlak kurallarına uymayı taahhüt eder.

42

24

Gastroösefagial Reflü Hastalığı: Uzm. Dr. İbrahim KAHRAMAN

27

Lazer Epilasyonda “DOĞRU”lar: Uzm. Dr. Deniz AKYOL

Yazıların içeriğinden yazarların kendisi sorumludur. Yayımcının izni olmadıkça kısa alıntılar ve kaynak göstermek dışında çoğaltılamaz.

2


04 Tüp Bebek Merkezi 6. Yılını Doldurdu: Dr. Bihter Senem FEYZİOĞLU

30

Tıbbi İllüstrasyon: Tuna Ferit HİDAYETOĞLU

32

16

27 Ülkemizde Genel Çay Tarımı: Ekrem YÜCE Meme Kanseri Nedenleri, Korunma Yöntemleri ve Tedavisi: Uzm. Dr. Özhan İNCE Kayseri’nin Beyaz Melekleri: Fırat ALTAN Sessiz Tehlike Hipertansiyon: Doç. Dr. Ergün SEYFELİ

36 38

20

42 44 36

Hasta-Doktor İlişkisinde İletişimin Önemi: Yrd. Doç. Dr. Ali KORKMAZ

46

Kanser Önlenebilir: Gamze Şule İNANDI

52

Bir Katarakt Ameliyatı Kazası: 7 (Yedi) Kör!!!: Op. Dr. Sait Nafiz MUTLU

54

56

Sülük Tedavisi: Dr. Mustafa Mücahit YILMAZ

58

NOVART=Kişeye Özel Tasarım: Özgür EROĞLU

62

Meme Büyütme Ameliyatı (PROTEZ): Op. Dr. Okan Özgür ÖZTURAN

63

Saç Ekimi: Op. Dr. Okan Özgür ÖZTURAN

64

Dünya’da Sendikacılık Tarihi: Ayfer DOĞAN

67

Hasta ve Hekim Hakları: Av. Murat ALIMCI

68

Yenilenen Toyota Avensis İle Şıklık ve Konfor Bir Arada: Mehmet OĞUZ

09

10 3


“2011’DE İKİ ÖNEMLİ PROJEMİZ VAR” Ülkemizde sağlık alanında yapılan yeniliklerin, düzenlemelerin ardı arkası kesilmiyor. Tüm bu girişimler şüphesiz, sektörü iyilieştirip daha düzenli kılarak ve kaynakları daha verimli daha sistematik bir şekilde kullanarak hem vatandaşa daha verimli hizmet verebilmek hem de hekimlerimize daha iyi çalışma koşulları sağlayabilmek için yapılıyor. Sağlık Bakanımız Recep Akdağ’a tüm bu yenilikleri sorduk; son derece samimi yanıtlar aldık. Evde Sağlık Bakımı Hizmeti ile ilgili bilgi verebilir misiniz?

biraz da. ACİL’e giden herkes kapıdan döndürülmeden bakılıyor mu?

Tabi. Biliyorsunuz uzun zamandan beri Hükümetimiz özürlülere evde bakım için para ödüyor. Biz de Sağlık Bakanlığı olarak evde sağlık bakımı hizmetini başlattık. Ağır özürlülüğü olanlar ya da ağır hastalığı olup artık son dönem kanserler vesaire gibi hastalığı olanlara evlerinde sağlık bakım hizmeti vermeye başladık 2010 yılında. Toplamda 10 bin kişiye bu hizmeti vermeye başladık.

Biz hastanelerimize şu talimatı veriyoruz: Diyoruz ki, mümkün olduğu kadar vatandaşı çevirmeyelim, döndürmeyelim. Birçok hastane şunu yapmaya başladı fiziksel mekânları uygunsa, gerçek acilleri acil tarafına alıyor arkadaşlarımız triyaj diyoruz buna. Normalde acile giden bir vaka kırmızı, sarı, yeşil diye tasnif edilir; böyle uluslararası kodlama var. Kırmızı ve sarı kod almışsa zaten acil vakadır, derhal ona müdahaleler yapılır. Yeşil kod alınmışsa poliklinik tarafına doğru götürülerek orada bir sekreteryayla adeta gece polikliniği gibi bakmış oluyoruz.

Evde Sağlık Bakımı Hizmetinde doktorlar hastaları ne kadar süre aralıkla ziyaret ediyor? Doktorun her gün gitmesi gerekmiyor; ihtiyaç bazı kişi için haftada birdir, bazı kişi için ayda birdir. Hem pratisyen hekimlerimiz, aile hekimleri, hem onların hemşireleri, hem gerekirse uzmanlar evlerinde bu hizmeti vermeye başladık. Evlerine gerekli cihazları ve gerekli sarf malzemelerini, harcama malzemelerini de götürüyoruz. Yani, bu yatalak hastalar ve ağır özürlü olanlar için yalnız. Kendisi kalkıp da hastaneye gidebileceklere bu hizmeti vermiyoruz, bu gereksiz olurdu. Yatalak olup hastaneye gitmekte güçlük çeken kişilere, eğer hastaneye veyahut doktora gitmekte güçlük çeken kişiler, eğer hastanede yatması gerekmiyorsa ya da ne bileyim mesela MR çekimi yapacaksınız, onu eve götüremezsiniz. Böyle hastanede yapılacak bir işlem zarureti yoksa doğrudan evinde bakmaya başladık. 2011 yılı içerisinde peyderpey artırarak yaklaşık 100 bin vatandaşımıza bu hizmeti vermeyi planlıyoruz. Hastane acilleri ile ilgili konuşalım

4

112 ambulans konusunda ne kadar iddialısınız? Son zamanda belli bir süre veriyordunuz şu kadar zamanda olay yerine ulaşıyor bir aksilik olmazsa yolda diye, burada aksama var mı? Burada uluslararası kurallar var. İlk 10 dakikada ulaşma sürelerinize bakılır. Türkiye’de ilk 10 dakikada ulaşma süremiz yüzde 90’nın üzerinde. Bu uluslararası standartları tutturmuş durumdayız. Ancak, kırsalda biz bunu yarım saatte ulaşma süresi olarak ele alıyoruz. Yani 20 kişinin, 30 kişinin, 50 kişinin yaşadığı köyler var, çok ücra yerlerde. Oralarda biraz uzayabiliyor. Ama buralarda da kışın kar üstü araçlarla, helikopterlerle, biliyorsunuz şimdi sistem çok değişti, geçmişe hiç benzemeyen bir sistemimiz var. Vatandaşımızın imdadına koşuyoruz. Yani şunu söyleyebilirim: Türkiye’de 112 ambulans sistemi, gerek kara , gerek deniz , gerek motosikletlerimiz var biliyorsunuz şimdi biraz böyle dar sokaklara falan girmek için.


Gerek kar üstü araçlar, helikopterler, uçaklarla artık zengin ve çağa yakışır özelliklere sahip bir ülkede ne veriliyorsa bu veriliyor, belki bazı ülkelerdekinden de daha iyisini veriyor. Ve tamamen ücretsiz biliyorsunuz, geçmişte ambulansa hastanızı bindirirken bir de mazot parası isterlerdi. Merkezi bir randevu sistemi, hastane randevu sistemi var. Bu ne kadar sağlıklı çalışıyor? Aksamalar oluyor mu ya da çok ciddi sıkıntıları var mı? Evet, o da önemli bir projemiz bizim: 2011’de iki önemli projemiz var, birçok projemiz var ama vatandaşlarımızın yakından hissedecekleri, kendi hayatlarından hissedecekleri projeler bunlar. Birisi biraz önce konuştuğumuz evde bakım hizmetleridir. İkincisi de; bu merkezi randevu sistemi. Muhtemelen Mayıs ayında ülkenin yarısından fazlasına bu hizmeti sunmuş olacağız. Şu anda 10 şehirde bu hizmeti sunuyoruz. Şöyle bir şey: 182 numaralı telefonu arıyorsunuz, arayacaksınız, şimdi dediğim gibi 10 şehirde var yalnızca. Arayacaksınız hangi doktora gitmek istiyorsanız, hangi hastaneye gitmek istiyorsanız, isim olarak isteyebileceksiniz veya branş olarak isteyeceksiniz, yetiştirilmiş operatörler size yardımcı oluyor, bilgilerinizi alıyorlar. Aşağı yukarı 5 dakikalık bir görüşme yapmış oluyorsunuz. Ama randevunuz alınıyor, size yol gösterilmiş oluyor, hastaneye gittiniz zaman da doktorunuz sizi bekliyor. Onun da bilgisayarında kayıtlı. Bu bir taraftan hastaneleri çok daha disiplinize etti başladığımız illerde; vatandaşımızın işini de kolaylaştırdı. Sistem şöyle çalışıyor: Aylık listeler yapılıyor, çalışma listeleri. Sizde randevu istediğiniz zaman şu anda başladığımız illerde genellikle birinci hafta içerisinde randevunuzu kolayca alıyorsunuz. Belli başlı branşlar var doktor sayısının eksik olduğu, oralarda belki sıkıntı çekiyoruz. Bu sistemin bir özelliği şu: Hani şu anda da bazı hastanelerimiz randevuyla çalışıyorlar ama her hastane kendi randevu sistemiyle çalışıyor. Örnek verelim isterseniz. Ankara’dasınız, Ankara Numune Hastanesi’nde nöroloji muayenesi olmak istiyorsunuz.

Açtınız telefonu, hatta belki doktorun ismini bile söylediniz. Size dediler ki, burada ciddi bir bekleme süresi olabilir, ama isterseniz Yenimahalle’deki hastanede şu anda nörolojimiz daha müsait görünüyor sizi oraya yönlendirelim, böylece işiniz kolaylaşmış oluyor. Bütün hastaneler için ortak bir sisteme başlıyoruz yani. Tam Gün uygulamasıyla ilgili. Son durum nedir, ne olacak ya da sizin aldığınız bir karar vardı daha önce, bu yürürlükte mi hala? (Şubat ayı itibari ile üniversite hastanelerinde özel muayene ücretinin alınmaması konusu…) Önce şunu söyleyeyim: Türkiye’de Sağlık Bakanlığı hastanelerinde Tam Gün aşağı yukarı fiiliyat haline geldi. Şöyle ki: Biz kanunu yaptıktan sonra Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi bazı maddeleri iptal etti. Ancak o zaman tam gün çalışma oranı % 88’di, bugün % 94’e çıktı Sağlık Bakanlığı hastanelerinde. Yani fiilen yürüyor. Şimdi biz tabi itiraz ettik, Danıştay’da Genel Kurul’a itirazımızı götürdük. O itirazı haklı gördüler. Ama gerekçeleriyle bize henüz kararı iletmiş değiller. Ulaşınca biz bu kararı uygulayacağız, gereğini yerine getireceğiz. Tabi. Bu maddelerle alakalı olarak 1 Şubat’tan itibaren üniversite hastanelerinde artık özel muayene ve özel ameliyat yok. Yani kanunu geçen yıl bu zamanlar yapmış ve uyum için 1

sene süre vermiştik. Bu 1 sene bitti. 1 Şubat itibariyle vatandaşlarımız bir üniversite hastanesine, devletin büniversite hastanelerine gittiklerinde, örneğin Ankara’da Hacettepe’ye, Ankara Tıp’a, Gazi’ye; İstanbul’da Çapa’ya, Cerrahpaşa’ya, efendim başka bütün şehirlerde, İzmir’de Ege’ye, Dokuz Eylül’e, bunlar çok büyük hizmet veren hastaneler olduğu için söylüyorum, artık hoca farkı diye vatandaş arasında bilinen o yanlış uygulamaya maruz kalmayacaklar. Yani burada önemli bir ameliyatını olabilmek için, ne bileyim işte önemli bir cihazla, bir tetkik ihtiyacınız varsa ondan istifade etmek için ayrıca hocaya para verirsiniz, bu zulmü kaldırıyoruz yani, bu yasaldı ama yanlış bir yasaydı. Şunda kararlıyız; biz vatandaşımızı, bu milleti, bu halkı, bunu hak eden halkımızı muayenehanelerin merdivenlerinden yukarı dedesini, nenesini sırtına alıp çıkarttırmayacağız. Ama mahkemeler bir karar veriyor, başka karar veriyor, biz onları elbette uyguluyoruz. Ama sonuç itibariyle biz vatandaşımızı bu şekilde bir mecburiyete mahkûm etmeyeceğiz, buna kararlıyız. Doktorlar da büyük zararlara uğruyorlar mı peki? Mesleklerinin gerektirdiği statüde para kazanıyorlar mı? Şöyle söyleyeyim: Tabi doktorluk mesleği zor bir meslektir. Yani bunun eğitimini düşünün, uzman olmak için 10 sene, 12 sene eğitim alıyorsunuz.

5


Hele bir de hocalıksa, hayatınız zaten sürekli olarak öğrenmekle geçer, sadece öğretmekle değil. Bu meslek böyle bir meslek. Devamlı takip edeceksiniz, öğreneceksiniz. Zor, meşakkatli bir meslektir. Dolayısıyla, hani şu kadar para verdik de karşılığını verdik demek gerçekten zor. Hekimlerimizin bu husustaki hakkını ödeyemeyiz yani, ne versek ödeyemeyiz. Ama tabi birtakım tedbirler almış durumdayız. Yani Sağlık Bakanlığı’ndaki hastanelerde şu anda eğer hekimlerin % 94’ü gönüllü olarak muayenehanelerini kapatmışlarsa bir şeyler yapmışız demektir. Ama tekrar ifade edeyim; haklarının karşılığını tamamen ödüyoruz diyemem ben. Bir Sağlık Bakanı olarak benim çabam, gayretim; bu ülkede halkımıza hizmet veren değerli doktorlara daha fazla kazanma imkânı, daha rahat çalışma ortamları sağlamaktır. Bunu sağlamaya da devam edeceğiz. Türkiye büyüyor, gelişen bir ülkeyiz, bütçemiz büyüyor. Bu ölçüde sağlık çalışanları bundan mutlaka istifade edecekler… Aile Hekimliği uygulamasında hem sağlık çalışanları hem de vatandaşlar açısından gelinen nokta nedir? Aile hekimliği gelişmiş ülkelerin hemen tamamında tercih edilip uygulanan birinci basamak sağlık hizmet şeklidir. Ülkemizde birinci basamak sağlık hizmetlerinin çağdaş bir yaklaşımla yeniden düzenlenmesi ve tüm toplum bireyleri tarafından tercih edilebilir şekilde sunulması için bu çağdaş hizmetin özgün bir modeli oluşturulmuş ve uygulamaya konmuştur. Çağdaş aile hekimliği uygulamasında aile hekimi; anne karnındaki bebekten, ailenin en yaşlı bireyine kadar bütün aile fertlerinin sağlığından sorumludur. Kişinin her türlü sağlık sorununu ele alır, doğrudan kendisinin çözemediği sorunlar için yapacağı danışmanlık hizmetleriyle diğer uzman hekimlere veya diş hekimine hastayı yönlendirerek, koordinatör görevi üstlenir. Dolayısıyla kendisine kayıtlı kişilerin aynı zamanda sağlık danışmanı, bu konuda onlara yol gösteren ve onların haklarını savunan kişi konumundadır. Kaynakların verimli şekilde kullanılması, herkesin sağlık hizmetine ihtiyacı ölçüsünde kolay bir şekilde ulaşabilmesi Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın temel amaçları arasında yer almaktadır. Herkesin kendi seçebileceği, kolayca erişebileceği, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın danışabileceği, başvurabileceği bir aile hekiminin olması insan odaklı yaklaşımın sonucudur. Aile Hekimliği ile ilgili kanun 2004 yılında çıkarılmış, hazırlıklar tamamlan-

6

dıktan sonra 15 Eylül 2005 tarihinde ilk olarak Düzce’de uygulamaya başlanmıştır. Yaygınlaştırma çalışmaları ile 2006 yılında 7, 2007 yılında 14, 2008 yılında 31, 2009 yılında 35 ile ulaşılmıştır. 13 Aralık 2010 tarihinde tüm ülkede aile hekimliğine geçiş işlemi tamamlanmıştır. Uygulama ile 6.367 aile sağlığı merkezinde 20.185 aile hekimi görev yapmaktadır. Ayrıca 961 toplum sağlığı merkezi kurulmuştur. Bir yandan aile hekimliği uygulamalarının ülke genelinde yaygınlaştırma çalışmalarına devam edilirken bir yandan da mevzuat düzenlemeleri ve hizmet kalitesinin arttırılmasına yönelik çalışmalar dinamik olarak sürdürülmektedir. Aile hekimliği yaygınlaştırılırken sonuçlar yakından izlenerek üç ana yaklaşımla değerlendirmeler yapılmaktadır: 1. Vatandaş memnuniyeti: Sağlıkta Dönüşüm Programı insan odaklı olup vatandaşlarımızın verilen sağlık hizmetinden memnuniyeti oldukça önemlidir. Aile hekimliği uygulaması ile aile hekimlerinin çalışma ortamları ve vatandaşlarımızın hizmet aldığı fiziki ve teknik şartlar oldukça iyileşmiş durumdadır. Aile sağlığı merkezlerine başvuran vatandaşlarımız, güler yüzle ve daha iyi eğitim almış personelle karşılaşmakta, sağlık hizmetini daha kaliteli bir şekilde almaktadırlar. Başlangıç ilimiz Düzce’den itibaren Avrupa Birliği EUROPEP standart ölçeğiyle vatandaş memnuniyetinin seyri takip edilmektedir. Aile hekimliğine geçişle birlikte memnuniyetlerde belirgin artış olmaktadır. 2009 yılı sonu itibariyle % 85’lik bir memnuniyet oranına ulaşılması dikkat çekicidir. Bunun yansıması olarak da aile hekimliği uygulamasına geçilen illerde, vatandaşlarımızın birinci basamak tercihi % 37’den % 51’e çıkmıştır. Öte yandan hastane yığılmaları da azalmaktadır. 2. Uygulamanın temel sağlık göstergelerine olan etkisi: Bu önemli gösterge uygulamaların sağlık istatistiklerine yansımasını ve özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin kalitesi ve yaygınlığını göstermede oldukça önemlidir. Uygulama ile bebek ve gebe izlemlerinde artış olmuş, aşılama oranları % 96’lara çıkmıştır. 3. Uygulamanın finansal açıdan sürdürülebilirliği: Uygulama ile hekimler ve aile sağlığı elemanlarına önceki durumlarına göre daha iyi mali haklar sağlanmıştır. Motive edici ve verimliliği arttırıcı olan bu uygulama, ikinci basamak sağlık hizmeti ihtiyacının azalmasına, yatırımların daha verimli ve gerekli

alanlara yönlendirilmesine imkân tanımıştır. Finansal sürdürülebilirliğin olduğu görüldüğünden tüm ülkeye yaygınlaştırılmasına karar verilmiştir. Ülkemizde 3.500 vatandaşımıza bir aile hekimi düşecek şekilde planlama yapılmıştır. Aile hekimliği uygulamalarında, 2023 yılı hedefi 2.000 vatandaşımıza bir aile hekimliği uzmanı düşmesidir. Vatandaşlar Açısından Aile Hekimliği Bölge tabanlı sistemden nüfus tabanlı birinci basamak sağlık hizmetine geçildi. Artık sağlık hizmetlerinin sunumunda kişiler, toplumun herhangi bir elemanı olmak yerine doğrudan birey olarak kabul edilmektedir. Vatandaşın yaşadığı yere yakın, kolay ulaşılabilir sağlık kuruluşları oluşturuldu. Aile hekimliği öncesinde yaklaşık 5.000 sağlık ocağı hizmet vermekteyken uygulamadan sonra birinci basamak sağlık kuruluşu sayısı 7.328’e ulaştırdık (6.367 ASM, 961 TSM). Bireysel tercihler dikkate alınarak vatandaşların hekim seçme ve değiştirebilme hakkına kavuşmaları sağlandı. Kişiler, daha kolay iletişim sağlayabildikleri, güvendikleri ve kolay erişebildikleri hekimi tercih edebilmektedirler. Sağlık kayıtlarının bütünlüğü ve dinamik bir şekilde güncellenebilmesi sağlandı. Vatandaşlarımızın doğumdan itibaren sağlık kayıtlarının güncel şekilde tutulabilmesi ve ihtiyaçları doğrultusunda sağlık hizmeti alabilmelerine imkân tanındı. Sağlık hizmeti alırken zaman ve iş kaybı asgariye indirildi. Vatandaşlar aile hekimlerinden randevuyla hizmet alabilmekte, aile hekiminin yönlendirmesiyle ihtiyaç duydukları 2. basamak sağlık hizmetine en kısa yoldan ulaşabilmektedirler. Sağlık hizmetlerine erişim ücretsiz hale getirildi. Vatandaşların aile hekiminden hizmet alırken herhangi bir belge sunmaları gerekmemekte, katılım payı ödememektedirler. Hekim hasta iletişimi güven, saygı ve güler yüz temelinde şekillendi. Hekim seçme hakkı ve hekimlerin hastalarına sahip çıkma arzusu bu sürece önemli katkı sağladı. Hekimler artık kendilerine kayıtlı kişilerin düğün ve cenaze gibi merasimlerine katılmaya ve aile fotoğraflarında yer almaya başladılar. Koruyucu sağlık hizmetinin kapsamı genişletildi. Aşılama, gebe ve bebek takipleri, sağlık taramaları gibi koruyucu sağlık hizmetine sağlıklı hayatın


teşviki programları; D vitamini ve demir desteği, belli yaş gruplarına yönelik periyodik sağlık kontrolleri, ulusal hastalık kontrol programları gibi birçok koruyucu sağlık hizmeti eklendi. Aile hekimliği uygulamasında bu görevi iyi yapmayan hekimlerin ücretlerinde kesinti yapılması ve uyarılara rağmen bu tutumu sürdürmeleri halinde sözleşmelerinin feshedilmesi söz konusudur. Tütünle mücadele, obezitenin önlenmesi, diyabet, kalp ve damar hastalığı başta olmak üzere kronik hastalıkların önlenmesi ve erken tespiti uygulamaları gibi programlar koruyucu sağlık hizmeti kapsamına alındı. Artık aile hekimleri bu alanlarda farkındalık oluşturulması, tutum ve davranış değişikliği geliştirilmesi için çalışmalara katılmaktadırlar. İşe giriş, evlilik, okul, sürücü belgesi vb. için gerekli raporlar aile hekimleri tarafından verilmektedir. Bu hizmetler için performans esaslı kontrol yapılarak performansı düşük olan aile hekimlerinin ücretlerinde % 20’ye kadar kesinti yapılmaktadır. Gerekli durumlarda ev ziyaretleri yapılmaktadır. Aile hekimleri yılda en az bir defa hizmet verdikleri kişilere ulaşarak sağlık kayıtlarını güncellemektedirler. Aile hekimine ulaşma zorluğu olan gruplara (cezaevi, huzurevi, çocuk bakımevleri vb.) periyodik aralıklarla yerinde sağlık hizmeti verilmektedir. Hekime ulaşmakta sıkıntı çekilen kırsal bölgelere periyodik aralıklarla gezici sağlık hizmeti verilmektedir. Yatalak olup evde bakım alması gereken kişilere verilecek sağlık hizmeti aile hekimleri tarafından koordine edilmektedir. Sağlık ocaklarına göre daha sevimli ve fonksiyonel aile sağlığı merkezleri oluşturulmakta, asgari standartları belirlenen bu merkezlerin üst standartlara ulaşmaları teşvik edilmektedir. Uygulama ile birinci basamakta daha fazla hasta bakılması ve hastane yığılmalarının önlenmesi hedeflenmektedir. Sağlık Çalışanları dan Aile Hekimliği

Açısın-

Çağdaş birinci basamak sağlık hizmeti (Bölge tabanlı sistemden nüfus tabanlı birinci basamak sağlık hizmetine geçiş), Mesleki doyum, Prestij artışı, İş ve ofis yönetiminde inisiyatif kullanabilme-özerklik, Motive edici ücretlendirme, Daha iyi çalışma şartları, Kalitede rekabet, Sürekli tıp eğitimi, Görev tanımlarının netleşmesi, Kendisine kayıtlı kişileri tanıması ile işinin kolaylaşması,

Hekim-hasta ilişkisinde paranın yer almaması, Geçici görevlendirmeleri ortadan kaldırması, Birinci basamak sağlık hizmetinin bir uzmanlık alanı haline gelmesi, Uygulamaya gönüllü katılım , Gönüllülük esaslı ekip çalışması. Ülkemizde ağız ve diş sağlığı konusunda vatandaş yeterli hizmet alabiliyor mu? Bakanlık olarak bu konuda ne gibi girişimleriniz var ya da olacak? Sağlıkta Dönüşüm Programı ile ağız ve diş sağlığı hizmetlerinde de yol katettik. 2002’de göreve geldiğimizde 2.438 olan diş hekimi sayısını 6.530’a, 1.465 olan diş ünite sayısını ise 6. 530’a çıkardık. Bu gelişmeler çerçevesinde yıllık 2 milyon 885 bin olan işlem sayısı da 25 milyonu geçti. Serbest diş hekimlerinden hizmet alınmasıyla ilgili SGK’nın görüşmeleri sürüyor, gelecekte bu konuda bir gelişme olabilir. Biz Kamu kuruluşlarından hizmet alınmasının önünü açtık. Çok uzun zamandan beri tartışılan sigara yasağı galiba artık iyice yaygınlaştı. Dumansız hava sahası uygulaması genişletilerek devam ediyor. Alo 171 sigara danışma hattı tahsis edildi. Bu uygulamaya neden ihtiyaç duydunuz? Vatandaş yararlanmaya başladı mı, durum nedir? Bu bahsettiğimiz numara, aslında sigara bırakmak isteyenler için bir fırsat. Türkiye’de sigarayla ilgili mücadelemizi iki ana eksen üzerine oturtuyoruz. Birincisi; sigara içmeyenlerin başkalarının sigara dumanından etkilenmesini ortadan kaldırdık. Yani ticari taksilerden tutun da kapalı bütün kamuya açık mekânlar, devlet daireleri, okullar, her yer, kapalı bir mekânda sigara içen bir kişi başkalarını da kendi sigara dumanına maruz bırakamaz; yaptığımız işin özeti bu. İkincisi de; özellikle genç nesilleri sigaraya başlamaktan korumaya çalışıyoruz. Gençler için sigara içmek bir statü göstergesiydi, biz bunu ortadan kaldırdık. Şu anda Türkiye’de sigara içmek bir statü göstergesi değil. Ve bu arada da, belki üçüncüsü demek lazım; sigara içenlerin de sigarayı bırakmalarını teşvik ediyoruz. Belki en zoru bu üçüncüsü. Çünkü sigara inanılmaz bir bağımlılıktır. Bir kere sigara dumanını akciğerlerine çekmenin bile sigara bağımlılığını büyük ölçüde başlatabildiğini biliyoruz. Bakın bu iş için Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi Sağlık Bakanlığı adına bana bir ödül verdi dünyaya örnek oldunuz diye. Dünya Sağlık Örgütü’nün ana teşkilatı da Sayın Başbakanımıza

bu sene bir ödül verdi. Bunlarla iftihar ediyoruz tabi ülke olarak, vatandaşımızı korumuş oluyoruz. İnsanımızı, çocuklarımızı, geleceğimizi koruyoruz. Bugün bütün Avrupa’da akciğer kanserinin en sık görüldüğü ülkelerden birisi Türkiye’dir. Türkiye’de her yıl 150 bin kişi kansere yakalanıyor. Bunların önemli bir bölümü sigarayla ilişkili. İşte mesela biraz önce söyledim, akciğer kanserlerinin hemen hemen hepsi sigarayla ilişkili. ALO 171 Telefon hattımıza çok yoğun ilgi var; arayan vatandaşların hepsinin sigarayı bırakmaya istekli olması ve tedavi yollarını sorması dikkat çekiyor. Uzman ekiplerimiz gelen başvurular üzerine sigara bağımlılarını uygun merkezlere yönlendiriyor. Ayrıca başvuran kişilerin iletişim bilgileri kişiye en yakın sigara bırakma polikliniklerine veriliyor. Gerekli ilaçları da buralarda ücretsiz vereceğiz. Hatta 24 saat hizmet veren 15 kişiden oluşan hemşire ve sağlık personeline de yoğunluktan dolayı önümüzdeki günlerde ek takviye yapacağız. Türkiye’de, 15 yaş ve üzerindeki yetişkinlerin % 31,2’si yani yaklaşık 16 milyon kişi halen sigara içiyor. Sigara kullanımı erkeklerde yaklaşık % 50, kadınlarda ise % 15 oranında bulunuyor.

7


8


İÇİNAMANİÇİN Dr. Tayfun BEKTAŞ

Beşiktaş Feriye Lokantası’nda mükellef bir akşam yemeği yediniz. O muhteşem manzarayı görebilmek için dışarı çıktınız. Boğaz köprüsü, Ortaköy Camii, ayağınızın dibine kadar teşrif etmiş deniz, gökyüzü, o yaşadığınız ana fon oluşturmuş. Cebinizden sarı başlı, beyaz bir kağıda sarılmış zevk aracını çıkardınız. Aracın marşına basmak için cebinizden bir buji çıkardınız. Ateşlediniz. İşte bu andan sonra o patinaj çekerek kalkan araç, rota olarak ölüm istikametine ilerlemek üzere güdümlendi. 2010 yılı rakamlarına göre, 93.5 milyar araçtan bir tanesine binmiş oldunuz nihayet. Milyarlarca araç, çok farklı yönlerden aynı istikamete ilerliyor. Bazısı çok hızlı, çoğu sarsarak, bazısı mola vererek, bazısı yanındaki ya da arkasındakine çamur sıçratma suretiyle kaza yapmasına neden olarak.. Sigara hakkında söylenenlerin çoğu söylendi. Zararı tartışılmıyor artık. Ama son sigara çöpü de çöpe atılana kadar konuşmalı bu mevzuyu. Sokakta bir sürü vatandaşın ağzında gördüğümüz bu dumanlı emziklerin kolay ve çabuk bulunabilir olması, sağlık açısından eğitimin yeterli düzeylerde olmaması, zaten kendisine saygısı olmayan insanların diğer insanlara da saygısının hiç olmaması, aile veya okul sıralarındaki eğitimin ve denetimin yeterli olmaması gibi şeyler, bu canavarın beslenme menüsünü oluşturuyor. Bağımlılıkların en muktedir olanlarından biridir bu sigara. Öyle ki; hayatta kalma içgüdüsü en kuvvetli içgüdülerdendir, fakat bunu dahi alt eder. Karşısında sigaradan dolayı kalp krizinden ölmüş, bacağı gangrenden dolayı kesilmiş, pnomoni nedeniyle yoğun bakımlarda yatmış insanlar görmesine rağmen. Egemenliği altına aldığı insanları köleye dönüştürür. Hem de parasını veren kölelere. Bir kaç kat merdiven çıkan orta yaşlardaki bir insanın, sırtında bu canavarın yüküyle çıktığı için çabuk yorulma görülmesi de ayağına pranga takılmış bir köleyi anımsatır. Fertlerinin çoğunun ayağına pranga takılmış bir millet koşamaz, ilerleyemez. Sık sık hastanelerde mola vermiş bir insan hayatı, amacına hızlıca ulaşamaz. Öyle bir bağımlılık ki; şu cümleyi bir yaşlıdan duymama neden olur. “Bu lanet kendini düşmanından istetir” Gururunuzu ayağının altına alıp, sizin onu söndürdüğünüz gibi söndürüp çiğner. Yazılacak çok şey var ama en azından yediğiniz akşam yemeğinin gerçek tadını alarak ve o güzel manzarayı daha çok sefer görebilmek için; o manzaraya karşı fırlatın cebinizdeki ölüm araçlarının dizili olduğu galeriyi, o sizin küllerinizi denize savurmadan..

Fotoğraf: Dr. Gülsüm KARAGÜL

9


“KAYSERİ SAĞLIKTA EN İYİ HİZMET VERENLER ARASINDA” Bölgenin en büyük sağlık merkezi konumunda olan Kayseri, sağlığa ulaşım, teknik ve mesleki gelişmeler ışığında vatandaşlara sunduğu modern ve çağdaş imkânlarla Türkiye’nin en önemli sağlık merkezlerinden bir haline geldi. Dr. Kadir ÇETİNKARA Kayseri İl Sağlık Müdürü

Sağlık hizmetlerinin sunulması noktasında önemli gelişmelerin yaşandığı Kayseri’de sağlık hizmetine ulaşma sıkıntısının geride bırakılması ve bilinçlenen vatandaşların hizmette kaliteyi ön plana çıkarması Kayseri’de sağlık alanında yapılan önemli atılımların sonucu olarak göze çarpıyor. Kayseri İl Sağlık Müdürü Dr. Kadir Çetinkara ile Kayseri’de sağlık alanında gelinen nokta ve bu alanda Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü bünyesinde yapılan çalışmalar hakkında konuştuk. Sizi tanıyabilir miyiz? 1971 Kayseri doğumluyum. İlk, orta ve lise tahsilimi Kayseri’de; üniversite eğitimimi de Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladım. Daha sonra mecburi hizmette; doğu, güneydoğu bölgelerinde ve ülkemizin değişik yerlerinde çalıştıktan sonra 1996 yılında Kayseri’ye geldim. 2003-2005 yılları arasında Sağlık Müdür Yardımcılığı görevini yürüttüm. 2005 yılından itibaren son 6 yıldır İl Sağlık Müdürlüğü görevini yürütmekteyim. Kayseri’de Aile Hekimliğinde gelinen son nokta nedir? İlimiz, 15.12.2008 tarihinde 5.258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun gereği Aile Hekimliği Uygulaması’na geçmiştir. 357 aile hekimi, 2 tane emniyet ve belediyede yetkilendirilmiş aile hekimi olmak üzere toplam 359 aile hekimi; 65 tane Aile Sağlığı Merkezi’miz ve 16 Toplum Sağlığı Merkezi’nde hizmet vermektedir. Aile Sağlığı Merkezlerimizde hafta sonu enjeksiyon ve pansuman hizmetleri devam etmektedir. Günlük ortalama aile hekimlerimizin poliklinik sayısı 12.415’tir. Bir aile hekimine ortalama 4.000 civarında kayıt yapılmaktadır. Entegre hastanelere bağlı olarak çalışan

10

aile hekimlerine ise 2.400 kayıt esastır. Dışardan gelen vatandaşlar konakladığı evin aile hekiminden misafir kayıt olarak hizmet alabilmektedir. Vatandaşlarımız istediği aile hekimine geçiş yapabilmektedir. İstediği aile hekimine başvurarak aile hekimi tercih formu doldurup ilgili aile hekimine vermektedir. Aile hekimi bu formu bilgisayar ortamına kaydettikten sonra ilgili grup başkanlığına göndermekte ve vatandaşın kaydı aile hekimine yapılmaktadır. Aile hekimi değişikliği süresi 3 aydır. 3 aydan önce değişiklik başvurusunda bulunamaz. Aile hekimlerimiz Bakanlığımızın yayınladığı Aile Hekimliği Uygulama ve Ücret Yönetmeliği’ne göre hizmet kalite ve standartlarını yükseltmişlerdir. Aile hekimleri sağladıkları kriterlere göre A, B, C, D diye gruplandırılmıştır. Aile hekimleri yerinde ve mobil olarak hizmet vermektedir. Aile hekimlerinin gezici sağlık hizmeti sunacakları bölgelerdeki yerleşim birimlerine bir plan dâhilinde periyodik aralıklarla ulaşmaları ve hizmet vermeleri esastır. Gezici sağlık hizmetine ilişkin planlama; coğrafi durum, iklim ve ulaşım şartları ile kendisine bağlı yerleşim birimlerinin sayısı dikkate alınarak ve her 100 kişi için ayda üç saatten az olmamak üzere aile hekimi tarafından yapılır. 750 kayıtlı kişiye kadar haftada en az bir kez, 750 ve üzeri kayıtlı kişiye ise haftada en az iki kez gezici sağlık hizmeti verilir. Bu anlamda 151.326 kişiye her ay mobil olarak hizmet götürülmektedir. Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nde Madde 20’de belirtilen şartlar yerine getirilmelidir. Eksik olan aile hekimlerine ihtarlar verilmektedir. Bir sözleşme döneminde (2 yıl) 100 ihtar puanı alan aile hekiminin sözleşmesi feshedilir.


Aile Hekimliği hizmeti ilimizde başarı ile sürdürülmektedir.Kayseri halkı Aile Hekimliği hizmetini sevdi ve bu da istatistiklere yansıdı. Aile hekimliğine geçmeden önceki yıllarda birinci ve ikinci basamak hasta poliklinik oranımız % 35-65 iken, Aile Hekimliği’ne geçtikten sonra 2010 yılı itibariyle bu oran % 49-51 olarak değişmiştir. Bu da Kayserili vatandaşlarımızın Aile Hekimleriyle daha iyi uyum içerisinde sağlık hizmetini aldıklarının göstergesidir. Kayseri hastaların ihtiyaçlarını karşılama konusunda yeterli midir? İl genelinde bulunan ambulans ve acil yardım birimleri ve acil yardımlar konusunda yapılan son çalışmalarla ile ilgili olarak bilgilendirir misiniz? Kayseri 2010 yılı itibariyle yaklaşık 10 milyon Poliklinik başvurusu ile bölgenin en büyük sağlık sunucusu konumundadır. Yaptığımız istatistikî çalışmalara göre bu hastaların yaklaşık 2 milyon civarındaki hasta sayısının çevre illerden Kayseri’ye geldiği şeklindedir. İlimizde sağlık hizmeti alan vatandaşların bugün için memnuniyetleri geçmişle kıyaslandığı zaman 2 kat daha iyi olduğu görülmektedir. İlimizde 60 kara, 1 hava, 3 paletli ambulans bulunmakta Acil ve Afetlerde Sağlık Hizmet-

leri şubemizde toplam 200 personel ile hizmet verilmektedir. İlimizin ihtiyaçları yeniden planlanarak 112 Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonu sayısı 23 olarak arttırılmıştır. 10 dakikanın altında vakalara ulaşımı en iyi seviyelere yükseltme adına yeni istasyonlarla birlikte 2010 yılında ilimizin yerel imkânlarıyla 15 adet tam donanımlı ambulans alınmıştır. Ayrıca bir hayırseverimize 9 şiddetindeki depreme dayanıklı Afet Koordinasyon Merkezi yaptırılmış;112 Komuta Merkezi, UMKE Ekipmanları bu binamızda konuşlandırılmıştır. Kayseri’de verilen sağlık hizmetleri kapsamında ne gibi çalışmalar yürütülmektedir? Son dönemde yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Projesi kapsamında Kayseri’de ne gibi değişiklikler yaşanmıştır? Tüm Türkiye’de olduğu gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı ile Kayseri’nin sağlığa bakış açısı değişti. Sağlığa ulaşım neredeyse yüzde yüzlere ulaştı. Artık insanlarımız hastalandığı zaman sağlık hizmetini alabilecek mi kaygısı tamamen ortadan kalktı. Bu kaygı yerini en kaliteli hizmeti nasıl alabilirim çabasına dönüştü. Tüm sağlık çalışanlarımız hizmet içi eğitimlerle bilgi, beceri kabiliyet ve insan ilişkileri yönünden yeniden değerlendirilerek daha donanımlı bir hale getirildi. Hizmeti parası olanın değil, hatırı olanın değil, ihtiyacı olanın alması yönünde büyük adımlar atıldı. Hizmet sektöründe çıtanın her gün yükseltilerek hasta memnuniyeti, çalışan sağlık personeli memnuniyeti temel ilke olarak değerlendirildi. Bugün için Kayseri tüm nüfusun birer Aile Hekiminin olduğu; sosyal güvence çatısı gözetilmeden herkesin rahatça sağlık hizmetini alıp en kolay ve ulaşılabilir yerden ilaçlarını temin edebildiği; 10 dakikanın altında tüm vakalara nerede

ise müdahale edebilen 60 kara, 1 hava, 2’de paletli ambulansı olan; 5 ayrı ilçesinde hemodiyaliz hizmeti sunabilen, Eğitim Araştırma Hastanesi ile birçok akademik personeli bünyesinde barındıran, modern ve çağdaş imkânlarıyla Türkiye’de sağlık turizminin merkezi konumundadır. Son olarak eklemek istedikleriniz veya okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı? Sonuç olarak Kayseri’de Kamu, Özel Sektör, Üniversite gibi sağlık hizmeti sunucularının iyi koordinasyonu ile daha güzel hizmetler sunabileceğimizi gördük ve devamı için elimizden geleni yapacağımızı söylemek istiyorum. Sağlık yaşamın temel şartıdır. Bu alanda hizmet vermek Sağlık Çalışanlarının görevidir. Sağlık sektöründeki sıkıntıları halkımız ve Sağlık Çalışanları birlikte çekmekteyiz. Bununla birlikte sağlıkta dönüşüm ve değişim projesiyle, her birimize büyük görev ve yük düşmektedir. Bir yandan koruyucu sağlık hizmetlerini en üst düzeye çıkarma çalışmalarımız devam ederken, diğer yandan birinci basamak sağlık kuruluşlarımızda verilen tanı ve tedaviye dönük hizmetlerimizin de gelişmesi için, bu kuruluşlarımızın fizik mekan, tıbbi donanım ve personel açısından geliştirilmesi çalışmalarımız hızla devam etmektedir. Büyük özveriyle halkımıza hizmet vermekte olan sağlık çalışanlarının, her türlü sıkıntıya rağmen; hizmet kalitesini daha üst seviyelere çıkaracağına ve güler yüzlü hizmet anlayışı içerisinde vatandaşlarımızın memnuniyetlerini en üst seviyede tutmak için ellerinden geleni yapacağına yürekten inanıyorum. Tüm Kayserili Hemşerilerimize sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler temenni ediyorum, saygılarımı sunuyorum.

11


12


HAYATIN SEMPATİK YÜZLERİ DOWN SENDROMLU ÇOCUKLAR

Prof. Dr. Munis DÜNDAR

İnsan vücudunu oluşturan hücreler, hücre çekirdeği dediğimiz bölgesinde bulunan kromozomları içerirler. Kromozomlarımızın ifade ettiği gen bölgeleri hepimizin dış görüntümüzden tutun da karakter özelliklerimiz, hastalıklara yatkınlığımız, zekamız gibi pek çok özelliğimizi kodlar. Normal bir insan vücudunda tüm hücrelerde 2 tanesi cinsiyeti ifade eden (erkeklerde XY, kadınlarda XX) 46 tane kromozom bulunmaktadır. Kromozom anomalilerinin çoğunda embriyo gelişemez. Down Sendromu embriyonun gelişimini tamamlayabildiği bir durumdur. En basit tanımıyla Down Sendromu çocuğunuzun vücudundaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Bu fazla kromozom 23 numaralı kromozomdur. Yani bu kromozomun iki tane olması gerekirken, Down sendromlu kişilerde üç tanedir. Toplam kromozom sayısı 47 olur. Down sendromlu çocuklarda farklılık olmasının sebebi budur. Fakat bu farklılığa neden olan faktörün henüz ne olduğu bilinmemektedir. Dolayısı ile Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılıktır. Normal şartlarda kromozomlarda yapısal veya sayısal bir değişime sahip olan anne karnındaki bebekler genellikle gelişemez ve bu tür gebelikler henüz doğmadan anne karnında iken kaybedilebilir. Eğer gelişebilir ve 3 tane 21 numaralı kromozoma sahip bebek doğmayı başarırsa down sendromlu olarak doğmuş olur. Kromozomlarda meydana gelen farklılık sonucu ortaya çıkan hastalıklar arasında en sık görülendir. Bebek doğduktan sonra muayene sırasında bu sendrom çeşitli muayene bulguları nedeniyle fark edilir.

DOWN SENDROMLU BEBEKLERİN DIŞ GÖRÜNÜMLERİ NASILDIR? Down sendromlu çocukların çok tipik bir yüz görüntüsü vardır. Bebeğin kafası normalden küçük, boynu kısa, kafatasının arka kısmı yassıdır. Ense boğum boğum bir görünüm almıştır. Boyları normalden daha kısadır. Gözler arasındaki mesafe daha geniştir ve gözler çekiktir. Burnun kökü basıktır. Dilleri normalden daha büyük ve geniştir ve özellikle bebeklik döneminde dil dışarıdadır. Bu yüzden konuşmayı engeller. Kulaklar, olması gereken yerden daha aşağıdadır. Bu bebeklerin avuç içlerinde simian çizgisi denilen tek ve bütün avuç içini yatay olarak ikiye ayıran bir çizgi vardır. Parmaklar içe doğru bükük durur ve şiştir. Normal boyutlarından daha kısadır. Fakat eller daha geniştir. Down sendromlu çocukların zeka seviyeleri normalden düşüktür ve gelişimleri daha yavaştır. Bu çocuklarda kalp problemleri, solunum yolu hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları oldukça fazla görülür. Down Sendromunun görülme sıklığı ne kadardır? Down sendromunun sıklığı, canlı doğumlar arasında 500-700 doğumda 1’dir. Fakat bu oran ortaya çıkan belirtilere göre verilmektedir. Down Sendromu ile ilgili olarak en net bilinen bilgilerden biri annenin yaşı ile hastalığın görülme sıklığı arasında korelasyondur. Yani annenin yaşı arttıkça, hastalığın görülme ihtimali de artar. Örneğin anne 30 yaşında iken hastalığın görülme sıklığı 10.000 doğumda 6

13


iken, anne yaşının 45’in üzerinde olması halinde bu miktar 10.000’de 200’dür.

çocuklar bir çok aktiviteyi belli düzeyde becerip ögrenebilir.

Down Senromu’nun kromozomlardaki oluş şekline göre iki tipi vardır.

TEDAVİDE EN ÖNEMLİ NOKTA: DESTEK

Klasik Down Sendromu (yani 21. Kromozomdan üç tane olması) görülen çocukların doğumu sırasında anne yaşı ortalama 35’dir. Bu, en çok görülen Down sendromu tipidir. Down sendromluların % 95’i bu tiptir. Fakat Translokasyon tipi Down Sendromunda (kromozomlar arasında parça değişimi veya kromozomların birleşmesi ile oluşan tip) anne yaşı önemli değildir. Yani anne yaşı ne olursa olsun bu tip Down sendromu görülebilir. Görülme sıklığı Down sendromlular içinde % 3’tür.

Vücutta bulunan milyarlarca hücrenin her birinden fazla bulunan 21. kromozomu çıkaramayacağımıza göre tedavide birincil kural; bu çocukların desteklenmesidir. Bu destek ailenin çocuğa vereceği sevgi, ilgi, takip eden doktor tarafından yapılacak düzenli kontroller, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, kalp hastalığı varsa ona yönelik uygulanacak tedaviler ve en önemlisi bu çocukların eğitimiyle özel olarak ilgilenen rehabilitasyon merkezlerinde fizyoterapist eşliğinde verilen eğitim ile düzenlenebilir. Rehabilitasyon merkezlerinde uygulanan çeşitli programlar sırasında çocuğa şefkat ve sevgiyle yaklaşmak en önemli kuraldır. Bu durum, onların gelişimini pozitif yönde etkileyecektir.

Klasik tip Down Sendromunda ailenin daha sonraki bebeklerinde görülme ihtimali değişmez. Ancak Translokasyon tipi Down sendromunun tekrar etme olasılığı Klasik tip Down Sendromuna göre daha yüksektir. Çünkü bu tipte anne veya babada bu tipin oluşumuna zemin hazırlayan bir kromozomal değişim söz konusudur. BU ÇOCUKLARIN GELİŞİMİ YAŞITLARININ GERİSİNDEDİR

Down Sendromu ile ilgili olarak en net bilinen bilgilerden biri annenin yaşı ile hastalığın görülme sıklığı arasında korelasyondur. Yani annenin yaşı arttıkça, hastalığın görülme ihtimali de artar.

14

Aslında Down sendromlu bebekler, normal bebeklere göre daha sevecen, neşeli, gülen bebeklerdir. Ama şunu göz ardı etmemek gerekir ki, bu bebeklerin en önemli özelliği gelişimin geri ve zekanın düşük olmasıdır. Emekleme, yürüme, konuşma gibi yetileri yaşıtlarından daha sonra kazanacaktır. Bu noktada öncelikle aileye ve bebeği takip eden doktora önemli görevler düşmektedir. Çevresel faktörler, sosyal yaşantı, ailenin bilgisi ve doğru yönlendirme ile bu çocuklar kendi işlerini kendileri yapacak düzeyde öğretilebilirler. Doğru dönemde doğru eğitimin verildiği ve sosyal açıdan zenginleştirilen

Eğitim sırasında çocukların oyun oynamaları önceliklidir. Oyuncakların, çocukların hareketini geliştirecek oyuncaklardan oluşmasına dikkat edilmelidir. Diğer çocuklarla birlikte oynaması oyunun daha eğlenceli hale gelmesini sağlar. Oynadığı arkadaşları down sendromlu olmak zorunda değildir. Bu yüzden çocuğu, diğer normal çocuklardan uzak tutmak yanlış bir tutumdur. Ayrıca çocuğun, sosyal bir ortamda, konuşarak, çevre ile irtibat halinde büyümesi, gelişimine büyük katkıda bulunur ve onlara tecrübe kazandırır. Fakat down sendromlu çocukların karakterleri, yapıları birbirinden farklıdır. Sadece dış görünüşleri birbirine benzer. Bu yüzden, her ne kadar bu çocuklara uygulanan eğitim aynı olsa da küçük farklılıklar, eğitim ve öğrenme programında oluşturulabilir.


15


1975’TEN BUGÜNE

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ “1975 yılında Gevher Nesibe Hastanesi ile kurulan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanemiz, bugün Hematoloji-Onkoloji, Kalp, Organ Nakli ve Diyaliz, Çocuk, Kemik İliği Nakil ve Kök Hücre Tedavi Merkezi, Laboratuarlar binası ile hastaneler zincirine ulaşmıştır. Her geçen gün büyüyen ve tıptaki en yeni teknolojilerden azami derecede faydalanılmaya gayret edilen ERÜ Hastanelerinde atılımlar ve hizmet yenilikleri bundan sonra da artarak devam edecek.” Hızla gelişmesi, büyümesi sonucu Kayseri ve çevresinde aranan, tercih edilen bir hastaneler zinciri, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi. Sağladığı sağlık hizmetlerini, tıbben ve fiziken devam eden gelişmeleri detaylarıyla hastane başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru ile görüştük. Öncelikle sizi tanıyabilirmiyiz, Prof. Dr. Kudret Doğru kimdir ?

Prof. Dr. Kudret DOĞRU Erciyes Üni. Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi

1967 Ankara doğumluyum. 1990 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirip; 1997’de Erciyes Üniversitesi’nde Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda uzmanlığımı aldım. 2004 yılında yine Erciyes Üniversitesi’nde doçentliğe; 2009’da da profesörlüğe yükseldim. Ardından 2010 yılında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Başhekimliğine başladım. Evliyim ve 3 çocuk babasıyım. Biraz da, sadece Kayseri’ye değil bölgeye de ciddi anlamda sağlık hizmeti veren Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’ni tanımak ve tanıtmak isteriz. Bünyenizde bulunan hastaneleriniz hakkında bilgi verirmisiniz? Gevher Nesibe Hastanesi: Genel idare, merkezi ameliyathaneler ve yoğun bakımlar, yanık ünitesi, tüp bebek ünitesi, ortopedi, dermatoloji, göz, KBB, plastik cerrahi, kadın hastalıkları

16

ve doğum, genel cerrahi, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitason, dahiliye, göğüs cerrahisi, göğüs hastalıkları, üroloji, spor hekimliği, aile hekimliği, çocuk cerrahisi, nükleer tıp, radyoloji ve ACİL Servisimiz Gevher Nesibe Tıp Fakültesi Hastanemiz bünyesinde hizmet vermektedir. Öte yandan, Kalp Hastanesi: Kardioloji ve kalp damar cerrahi ve ameliyathaneleri, Hematoloji-Onkoloji Hastanesi ve KİT Ünitesi, Organ Nakli ve Diyaliz: Erişkin ve Çocuk Nefroloji ve Çocuk Hastanesi tam kapasite hizmet vermektedir. Yenilenen bir çok üniteniz var, bunlara yakın zamanda ilaveler olacak mı? 2010 yılı Ocak ayında; Fevzi Mercan - Mustafa Eraslan Çocuk Hastanesi Girişleri; Yine aynı yıl Av. Mehmet Hasçalık Çocuk, Ergen ve Ruh Sağlığı Polikliniği ve Av. Mehmet Hasçalık Plastik-Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Polikliniği; Mayıs ayında- Çocuk Hastanesi Mustafa Eraslan Bloğu 4. kat Yenidoğan Ünitesi; Temmuz ayında Endokrinoloji, Gastroentoroloji ve Genel Dahiliye Polikliniği; Ağustos’ta Anestezi, Ağrı Polikliniği ve Çocuk Sedasyon Ünitesi ve Yanık Ünitesi; Eylül ayında Enfeksiyon Hastalıkları Polikliniği; yine 2010 yılı Aralık ayında Nöroloji Anabilim Dalı EEG-EMG Ünitesi yenilendi. 2009 ve 2010 yıllarında


da bir çok birimimizde fiziki onarımlar yapılarak daha sağlıklı koşullarda sağlık hizmeti verimesi sağlandı. Hizmet kalitesini yükseltmeye yönelik olarak gerçekleştirdiğiniz ve gerçekleştirmeyi planladığınız çalışmalar nelerdir? Elektronik hasta dosyalama sisteminin kurulmuş olması’nı çok önemsiyoruz. Diğer yandan otomasyonla entegre SMS çağrı sisteminin kurularak acil konsültasyon ve hekime hızlı ulaşım hizmetlerinin kurulması de bir diğer önemli çalışmamız. Böylece acilde konsültasyon için bekleme süreleri kısaltılmış oluyor. Polikliniklerimiz yenilendi. Ortopedi ve Travmatoloji Polikliniği ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği inşaatları devam ediyor. Fiziksel koşullarımızı iyileştirme çalışmalarımız kapsamında, Gevher Nesibe Hastanesi girişi ve danışma noktası ile kat merdivenlerini yeniden düzenledik. REVERSE OZMOS SİSTEMİ (Sterilizasyon amacıyla sterilazatörler için şartlandırılmış su verilmesi) kurduk.

gibi faaliyetlerimiz oldu. Göreve geldiğiniz zaman zarfında henüz hayata geçmemiş olan ama zamana yaydığınız projeleriniz nelerdir? Gevher Nesibe hastanemizin 30 yıldır yenilenmemiş alanlarının modernizasyonu kapsamında öz kaynaklarımızla; •

Hasta odalarına ve kliniklerin diğer alanlarına ısıtma-soğutma klima sistemlerinin kurulması;

Hasta odalarının 4 ve 6 kişilik koğuş sistemlerinin iptal edilerek, 1 veya 2 kişilik odalara dönüştürülmesi ve daha modern hale getirilmesi;

Ful elektrikli yatakların tüm hastane geneline yaygınlaştırılması;

Teknolojisi eskimiş MR, CT gibi ileri teknoloji makine cihazların yenilenmesi konularında önümüzdeki dönemlerde girişimlerimiz olacaktır.

Bunların yanısıra, Acil Tıp Anabilim Dalı’nın gerekli bakım ve onarımı yapıldı. Son zamanlarda hep hastaların haklarından ve hizmet kalitesinin yükseltilmesinden bahsediliyor. Peki, doktorlarımızın hakları ve daha rahat çalışmaları adına kurumunuzda yapılan değişiklikler ve yenilikler nelerdir? •

Hekimlik mesleğini uygularken sağlık risklerini en aza indirecek çalışma koşulları,

Hekimlik hizmeti sunulurken bilişim teknolojilerinden daha fazla faydalanma imkanı,

Hasta-hekim ilişkisinin temelinde yer alan güveni sağlamak amacıyla tedbirler almak,

Hekim hakları ile ilgili bilgilendirici toplantılar düzenlenmesi

17


18


19


AİLE HEKİMLİĞİNDE

ANEMİLERE YAKLAŞIM Dr. Fatma Zeynep ORAL - Prof. Dr. Hasan Basri ÜSTÜNBAŞ

Anemi (Kansızlık), hemoglobin (kana kırmızı rengini de veren madde) miktarının hastanın yaş ve cinsiyetine göre normal kabul edilen değerlerin altında olmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre erişkin erkeklerde 13 g/ dL’nin, kadınlarda 12 g/dL’nin altı anemi olarak kabul edilir. 6 ay ile 6 yaş arası çocuklarda 11 g/dL’nin, 6-14 yaşlarında ise 12 g/dL’nin altı anemidir. Anemi asla bir hastalık değil, genelde başka bir hastalığın neden olduğu durumdur. Bu nedenle sadece anemi ifadesinden ziyade demir eksikliği anemisi, akdeniz anemisi gibi altta yatan hastalığı da belirtecek terimler kullanılır. Dünyada erkeklerin ortalama yüzde 20’si kadınların yüzde 35’i, gebe kadınların %50’si çocukların ise yüzde 40’ı anemiktir. Gelişmiş ülkelerde 0-5 yaş arası çocuklarda anemi yüzde 4-20 iken az gelişmiş ülkelerde aynı yaş grubunda kansızlık oranı yüzde 80’lere kadar çıkmakta, ülkemizde ise bu oran %50 civarındadır. Anemi nedenleri arasında % 90 ile demir eksikliği anemisi ilk sırayı almaktadır. Demir, altının parıltısına, gümüşün parlaklığına sahip değildir ama biyolojik değer olarak onlardan çok daha üstündür ve hemoglobinin temel yapısına girer. Akciğerlerde alınan oksijenin hemoglobine bağlanarak dokulara aktarılmasında büyük önem taşır. Kanda bulunan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) dokulara ve hücrelere oksijen taşırlar. Bunu içlerinde bulunan hemoglobin maddesi sayesinde yaparlar. Kırmızı kan hücrelerinin ömürleri 4 ay kadardır. Eritrositler için demir, folik asit ve B12 vitamini çok önemlidir. Demir eksikliğinde demir eksikliği anemisi olu-

20

şabilir. Bu durumda kırmızı hücreler normalden daha küçük olurlar ve görevlerini tam ve başarıyla yerine getiremezler. Folik asit ve B12 vitamini eksikliğinde ise eritrositler normalden daha büyük olur ve görevlerini yerine getiremezler, bu durum megaloblastik anemi olarak adlandırılır. Folik asit ve vit.B12 eksikliklerinde eritrosit boyutları daha büyük olur. Anemide Kişide Neler Görülür? •

Halsizlik, yorgunluk

Baş dönmesi, baş ağrısı

Uyuma güçlüğü

İştahsızlık

Kilo kaybı

Adet kanamalarının düzensizliği veya fazlalığı, adet görmeme

Kulak çınlaması

PICA(toprak, nişasta, buz, kireç gibi yenmesi olağan olmayan şeylerin yenmesi)

Solukluk (ağız ve göz kapağı içindeki deride ilk olarak fark edilebilen soluktuk, aneminin

ilerlemesi ile avuç içinde, tırnak yataklarında ve deride belirginleşir)

Ağızda aft oluşumu

İlerlemiş anemilerde oksijen taşınmasındaki yetersizliğe bağlı çarpıntı ve nefes darlığı,

uykuya meyil


Dünyada erkeklerin ortalama yüzde 20’si kadınların yüzde 35’i, gebe kadınların %50’si çocukların ise yüzde 40’ı anemiktir. Gelişmiş ülkelerde 0-5 yaş arası çocuklarda anemi yüzde 4-20 iken az gelişmiş ülkelerde aynı yaş grubunda kansızlık oranı yüzde 80’lere kadar çıkmakta, ülkemizde ise bu oran %50 civarındadır.

Dengenin bozulması

Hafıza kaybı, depresyon ve bunama dahil olmak üzere zihinsel değişiklikler

Elde ve ayaklarda duyu azlığı

1. Yetersiz demir alımı: Gıdalarla dışarıdan alınan demirin yetersizliği halinde oluşur. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük toplumlarda, beslenme alışkanlıkları yanlış olan toplumlarda sık görülmektedir. Ek besinlere geç başlama, aşırı inek sütü kullanımı bebeklerde Anemiye sebep olabilir. Vejeteryan beslenme, yanlış uygulanan zayıflama rejimleri, yeme bozuklukları da anemiye neden olan sebeplerdendir. 2. Doğumla ilgili nedenler: Erken doğum, çoğul gebelikler anemiye neden olabilir. 3. Demir gereksiniminin arttığı durumlar: Ülser kanamaları, kadınlarda adet kanamaları gibi akut veya kronik kan kaybı, paraziter enfeksiyonlar, özellikle yaşamın ilk yılı ve ergenlik dönemi gibi hızlı büyüme dönemlerinde demir gereksinimi artmakta ve anemiler görülebilmektedir. 4. Demirin Emilim bozuklukları: Kronik ishaller, kronik enfeksiyonlar, nıalabsorbsiyon (emilim bozukluğu) sendromu gibi demir emiliminin bozulduğu durumlarda anemi görülebilir. 5. Kurşun zehirlenmesi: Özellikle sanayileşmiş toplumlarda özellikle akaryakıtta ki kurşunun havaya karışması ile oluşan kurşun zehirlenmelerinde demir eksikliği anemileri görülebilmektedir. Önlem olarak yiyeceklerin bol su ile yıkanması ve üzeri örtülü kaplarda saklanması önerilmektedir.

21


mi

Günlük Besinsel Demir GereksiniErkek 1 mg Adölesan 2-3 mg Üretken yaştaki kadın 2-3 mg Gebeler 3-4 mg

B12 ihtiva eden yiyecekler, et ve süt ürünleridir. Bu yiyeceklerin yeteri kadar alınmaması ve / veya sindirim yolunun B12 vitaminini emmeyi başaramamasından kaynaklanır. Et (karaciğer böbrek), pekmez, yumurta, soya fasulyesi, kuru meyveler, kuru fasulye, ıspanak ve maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzeleri demir içeren gıdalar arasında sayabiliriz.

22

Demir emilimi ince barsaktan olup karaciğer ve dalakta depolanır. Asitli ortam demir emilimini artırır. Günde yaklaşık 1 mg demir idrar, dışkı, ter, cilt ve mide-barsak sisteminden dökülen hücrelerle kaybedilir. Menstrüel kayıp ve gebelikte artmış gereksinim doğurganlık dönemindeki kadınlarda demir eksikliği gelişimini kolaylaştırır. Beslenme şekli ise bir erişkinde özellikle erkeklerde nadiren tek başına eksiklik nedenidir. Anemi tedavisi Altta yatan nedene göre tedavi edilir. Örneğin demir eksikliği anemisinde demir preparatları verilir, kanamaya bağlı olanlarda kanama odağı tedavi edilir. Tedavi de en etkili ilaç demir sülfattır. 2 yaşından küçük çocuklarda kahvaltıdan yarım saat önce günde bir kez; 2 yaşından büyüklerde ise yemeklerden yarım saat önce günlük dozun 3’e bölünmesi önerilmektedir. Tedaviye ortalama 3 ay devam edilmelidir. Aşırı demir yüklenmesine neden olmamak için beş aydan daha fazla demir kullanılmamalıdır. Anemi çok ciddiyse daha kısa sürede demir takviyesi yapmak için ağızdan demir yerine damar içi demir preparatları uygulanabilir.

Beslenme B12 ihtiva eden yiyecekler, et ve süt ürünleridir. Bu yiyeceklerin yeteri kadar alınmaması ve / veya sindirim yolunun B12 vitaminini emmeyi başaramamasından kaynaklanır. Et (karaciğer böbrek), pekmez, yumurta, soya fasulyesi, kuru meyveler, kuru fasulye, ıspanak ve maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzeleri demir içeren gıdalar arasında sayabiliriz. Aneminin sık görülen bulgularından çarpıntı, anemi yüzünden dokularda oluşan oksijen açlığını gidermek amacıyla, kalbin atım hızını ve her atımda pompaladığı kan miktarını artırması nedeniyle ortaya çıkar. Buna rağmen dokularda yeterli oksijen sağlanamıyorsa, solunum sayısının artması ve nefes darlığı ortaya çıkar. Uzayan anemilerde ve yaşlı kişilerde veya kalp hastalığı olanlarda kalp yetmezliğine ait bulgular gelişebilir. Hekim muayenesinde deri ve mukozalarda solukluk, dilde kızarma, kabarcık ve küçük çatlaklar görür. Ağır olgularda ağız köşelerinde çatlaklar ve dalak büyümesi görülebilmektedir. Tanı: Hekim muayenesi ile birlikte yapılacak kan tahlilleri tanı koydurur. Anemi nedenleri •

Kan kayıpları,

Kırmızı kan hücrelerinin aşırı yıkımı,

Kurşun ve diğer toksik maddelerle olan zehirlenmesi,

Bazı enfeksiyonlar (örneğin bazı viral enfeksiyonlar kırmızı hücreleri yıkarak anemiye sebep olabilir)


Dalağın fazla çalışması,

Bazı ilaçlar (antiasitler, kolşisin, metotreksat, trimetoprim sulfometoksozol...)

Yetersiz kırmızı kan hücresi üretimi

Temel yapım maddelerin eksikliği (demir, folik asit, vitamin B12, protein, niasin, bakır vs)

Kronik hastalıklar (Kronik böbrek hastalığı, kollajen doku hastalıkları, siroz)

Kırmızı hücre yapım eksikliği (aplastik anemi, kimyasal ajanlar, antikorlar)

Kemik iliğinin diğer hücreler tarafından işgali (lösemi, lenfoma, multipl myeloma)

Endokrin hastalıklar (Troid yetmezliği, lıipofiz yetmezliği, adrenal yetmezlik)

Anemi Türleri o Mikrositer anemiler •

Demir eksikliği anemisi

Talassemiler

Kronik hastalık anemisi

Sideroblastik anemi

gıdaların çay veya süt gibi içecekler yerine, portakal suyu ve/veya limon gibi C vitamininden zengin asitli besinlerle birlikte tüketilmesi önerilir. Bebeklerde ise durum biraz farklıdır. Anne sütünde demirin %49’u, inek sütünde ise %10’u emilir Bebeklerde demir eksikliğini önlemek için; 1.

İlk bir yıl bebeğinizi anne sütü ile besleyin

2.

Eğer anne sütü yetersiz ise bebeğinize demirle güçlendirilmiş mamalar verin

o Normositer anemi •

Kronik hastalık anemisi

Hemolitik anemiler

Kemik iliğinin infiltratif hastalıkları

3.

İlk 2-3 aydan sonra ek demir verin

Kronik böbrek hastalıkları

4.

Kronik karaciğer hastalıkları

Malign hastalıklar

1-2 yaşındaki çocuğunuzun içtiği inek sütünü günlük 500 ml (2 su bardağı) ile sınırlayın

5.

Kurşun zehirlenmesi olan bebeklerde demir eksikliği de oluşur, önlem alın

6.

Bebeğinizi haftanın birçok günü demir içeriği zengin et, tavuk, balık, yumurta, fasulye ve kuru hububatlarla besleyin

7.

Bebeğinize bol bol C vitaminince zengin gıdalar verin

8.

Anemisi olduğunu düşünüyorsanız mutlaka aile hekiminize başvurun

o Makrositer anemi •

Kronik karaciğer hastalıkları

Hipotroidi

Postsplenektomi

Vitamin B12 eksikliği

Folik asit eksikliği

İlaçlar (kemoterapi)

Demir eksikliği anemisinin nedenleri: Çay ve süt demirin emilimini azaltır. Vitamin C katkıları ise demirin emilimini artırır. Kanda demir eksikliği yavaş veya tedavide uzun süre olmasında mahsur yoksa ağızdan bu gıdalarla takviye söz konusu olabilir. Erişkinlerde ve çocuklarda demir eksikliğini önlemek için diyette demirden zengin gıdalarla beslenme ve bu

23


GASTROÖSEFAGİAL

REFLÜ HASTALIĞI Önemi giderek artan gastroösefagial reflü (GÖRH ) mide içeriğinin ösefagusa patolojik derecede kaçması sonucunda meydana gelen klinik belirtileri ve ösefagusta oluşan histolojik değişiklikleri ifade etmektedir,

Etyoloji ve Fizyopatoloji Reflü varlığı, alt ösefagus sfinkter yetmezliği olduğunu gösterir, bu yetmezlik sfikterin intrinsik tonusunda genel kayba bağlı olabilir veya tekrarlayan geçici gevşemelerden kaynaklanabilir. Reflüye bağlı ösefagus mukozasında değişikliklerin meydana gelmesi başlıca reflü sayısına, reflü olan mide asidinin miktarına ve ösefagus mukozasının bu madde ile temas süresine bağlıdır. Asit ve pepsin dışında safra ve pankreas sıvısı da GÖRH gelişmesine neden olabilir. Öte yandan gastroösefagial reflüye engel olan ve reflü olmuş aside karşı ösefagusu koruyan etkenler vardır. Bu defansif faktörlerle ösefajit yapıcı agresif faktörler arasında defansif faktörler lehine bir denge vardır. Bu dengenin bozulması reflü ösefajite neden olur.

Sık rastlanan bir hastalıktır. Erişkinlerin %3040’ında görülür. Küçük çocuklarda da sıklıkla görülür ve tipik olarak doğuştan itibaren başlar. Uzm. Dr. İbrahim KAHRAMAN Dahiliye Uzmanı

Gastroösefagial birleşkenin yeterliliğine katkıda bulunan etkenler; kardioösefagial birleşkenin açısı, diafragmanın aktivitesi ve yer çekimidir (örneğin dik pozisyonda). Reflüye katkıda bulunan faktörler; kilo alımı, yağlı yiyecekler, kafeinli ve karbonlu içecekler, alkol, tütün içimi ve ilaçlardır. Alt ösefagial sfinkter basıncını azaltan ilaçlar, antikolinerjikler, antihistamiikler, trisiklik antideprasanlar, kalsiyum kanal blokörleri, progesteron ve nitratlardır. Gastroösefagial reflü fizyolojik olabilir. Ösefagusta herhangi bir lezyona neden olmaz veya patolojik olabilir ve ösefagusta erezyon, eksuda, ülserasyon, barret ösefagusu ve darlığa neden olabilir. Reflü semptomları ile ösefagus mukozasındaki değişiklikler arasında beklenenin aksine paralellik yoktur. Kronik reflü semptomları olan hastaların ancak yarısında ösefagusta lezyon vardır. Reflü ösefajit ve barret ösefagusu olan hastaların 1/3’ünde semptom vardır. Şiddetli reflü semptomları olan hastalarda ösefagus mukozası normal olabileceği gibi reflü semptomu olmayan hastalarda şiddetli reflü ösefajit olabilir.

24


Klinik belirtiler GÖRH’nın klinik belirtileri 2 gruba ayrılır. Klasik belirtiler: GÖRH’nın klasik belirtileri çok tipiktir. Bu nedenle iyi bir anemnez çoğu kez tanı koymaya yeter. Pirozis (yanma) en önemli belirtidir. Retrosternal bölgede hissedilir. Epigastriumda, boyunda ve boğazda hissedilebilir. Alkol, çikolata, ekşi yakınmayı şiddetlendirir. Tok karnına daha çok hissedilir.Regürjitasyon ekşi sıvının ağza gelmesidir. Bulantı olmaksızın ve efor harcamadan gelişmesi özelliği ile kusmadan ayırtedilir. Pozisyonla ilişkilidir. Ağızda sulanma; ağızda ani olarak tuzlu suyun belirmesidir. Bir koruyucu mekanizma olarak tükrük bezlerinin refleks yolla salgıladıkları tükürüktür. Yutma güçlüğünün en önemli nedeni devam eden ösefajitin sonunda gelişen peptik stiktürdür. Darlık olmaksızın şiddetli ösefajit ve buna eşlik eden şiddetli peristaltik bozukluk ve Barret ösefagusu sonucunda gelişen ösefagus kanserine bağlı olabilir. Ağrılı yutma şiddetli ösefajitte, enfeksiyöz ve korozif ösefajitte görülür.

Atipik belirtiler: Kronik GÖRH Bronşial astıma ve başka akciğer hastalıklarına neden olabilir. Reflü olan materyal ösefagustaki kemoreseptörleri uyarır ve akciğerlerde bronkokonstrüksiyona neden olur. Öte yandan astım tedavisinde kullanılan ilaçlar da reflüye neden olabilir. Bronşial astımlılarda reflüyü de araştırmak gerekir. KBB uzmanları inatçı öksürük, boğaz ağrısı, ses kısıklığı, disfoni, afoni ve boğazını sık sık temizleme ihtiyacı duyan, muayenelerinde larenjit bulguları olan hastalarla sıklıkla karşılaşırlar. Tüm araştırmalara karşın herhangi bir etiyolojik faktör saptanamayabilir ve klasik tedavilerden cevap alınamayabilir. Hipofarinks ve proksimal ösefagus ile nöroanatomik yakınlığı nedeniyle larinksin bu bölgenin hastalıklarına yatkınlığının olması doğaldır. Bu nedenle GÖRH larenjiti semptom ve bulgularının gelişmesine neden olabilir. Nitekim başka hiçbir neden saptanamayan olgularda sebep GÖRH olabilir. Diş lezyonları: GÖRH’nın diş lezyonlarına neden olduğuna dair bulgular vardır. Diş lezyonları ile GÖRH’nın şiddet ve süresi arasında bağlantı vardır. Muhtemelen asidik mide suyu sebeptir. Tükürüğün miktarı, salgılanma hızı ve tamponlayıcı yeteneği de diş lezyonlarının oluşumunda önleyici rolü vardır. Tanı Ayrıntılı hikaye ile tanı konulabilir. GÖRH’nın tipik semptomları olan hastalara tedavi denenebilir. Cevap vermeyen hastalar veya uzun süreli semptomu olanlar veya komplikasyon semptomu olan hastalara tetkik yapılmalıdır. Endoskopi ve biyopsi tercih edilen yöntemdir. Endoskopik biyopsi Baret ösefagusu tesbit eden tek yöntemdir. Barret ösefagusta kanser gelişme riski % 10’dur. Belirsiz endoskopik bulguları olan ve uzun süreli proton pompa inhibitörü tedavisine rağmen semptomu olan hastalara pH

testi yapılmalıdır. Ösefagial manometri pH probunun yerleştirilmesine yol göstermek ve cerrahi öncesi ösefagial peristalsismi değerlendirmek için kullanılabilir. Tedavi Komplike olmayan GÖRH’nın tedavisi yatağın başını 15 cm yükseltmek; yatmadan 3 saat öncesinde yemek yemekten, asit salgısını kuvvetle uyaranlardan ( kahve, alkol gibi ) bazı ilaçlardan(antikolinerjikler), bazı yiyeceklerden (yağ, çikolata gibi) ve sigaradan kaçınmak şeklinde olur. İlaç tedavisi proton pompa inhibitörleridir. Bu ilaçlar uzun süreli verilebilir ancak semptomu engelleyecek minumum doz ayarlanmalıdır. H2 blokerler veya promotilite ajanlar (metoklopramid 10 mg yemek öncesi ve yatarken) daha az etkilidir. Antireflü cerrahi ciddi ösefajiti, kanaması, darlığı, ülser veya başa çıkılamayan semptomları olan hastalarda uygulanır. Ösefagial darlıklar tekrarlayan balon dilatasyonu ile tedavi edilir. Barret ösefagusu medikal veya cerrahi tedavi ile gerileyebilir. Barret ösefagusu adenokarsinom için öncü olduğundan habis dönüşüm açısından 1-2 yılda bir endoskopik tarama önerilmelmektedir. Düşük dereceli displazisi olanlarda taramanın maliyet etkinliği belirsiz olmakla birlikte, yüksek derecede displazisi olanlarda önemlidir. Alternatif olarak, Barret ösefagusu cerrahi rezeksiyon veya lazer ablasyon ile tedavi edilebilir.

25


26


LAZER EPİLASYONDA

“DOĞRU”LAR

EPİLASYONDA HANGİ LAZER? Fonksiyonel anlamda ilk lazer 1960’da Theodor Maiman tarafından oluşturulan Ruby lazerlerdir. Daha sonra 1961’de Javan tarafından Nd:YAG lazer, 1962’de Benet tarafından Argon lazer geliştirilmiştir. Lazer teknolojisi son 40 yıldır tıbbın her alanında kullanılmasına karşın çalışmaların sonuçlanması ile 1996 yılında FDA tarafından lazer epilasyonun etkinliği ve güvenirliliği onaylanmıştır. Epilasyon amacıyla kullanılan lazerler Ruby (694 nm), Alexandrite (755 nm), Nd:YAG(1064), Diod (800-810) lazerlerdir. Ayrıca yoğunlaştırılmış ışık kaynakları da (IPL) lazer olmamalarına rağmen epilasyon amacıyla kullanılmaktadır. ALEXANDRİTE LAZER: 755 nm dalga boyunda ruby kadar mükemmel melanin absorbsiyonu olup, daha derine penetre olur, diğerlerine göre daha az ağrılıdır. Açık tenli kişilerde, siyah ve kalın kıllarda % 95’e varan kıl kaybı sağlar. İnce kıllar ve esmerlerde kullanımı kısıtlıdır. Türkiye ve dünyada en sık kullanılan epilasyon lazerleridir. DİOD LAZER: 800-810 nm dalga boyunda melanin emilimi daha azdır. Esmerlerde ve ince tüylerde tercih edilmekle beraber ağrılı olması dezavantajlarıdır. Nd: YAG LAZER: 1064 nm dalga boyunda, melanin emilimi çok daha azdır bu nedenle esmer ve bronz cillte daha güvenlidir. Etki mekanizması

Uzm. Dr. Deniz AKYOL Dermatoloji Uzmanı

Epilasyonun tıbbi ve kozmetik nedenlerle hemen hemen her kültürde her yaş ve her iki cinsde de gereksinim olması nedeniyle lazer epilasyon diğer yöntemlerle kıyaslandığında giderek daha çok tercih edilmiş ve yıllar içerisinde popularitesini korumuştur. Lazer epilasyonun avantajı daha ağrısız, daha güvenilir, daha hızlı ve daha etkili kalıcı bir epilasyon sağlamasıdır. Yapılmış çalışmalarda %50-95 oranında kıl yok edilebildiği bildirilmiştir.

27


28


damarlar üzerinedir ve indirek kıl kaybı sağlar. Daha derine indiği için ağrılıdır. İnce kıllar ve sırt gibi derin yerleşimli kıllarda tercih edilmektedir. Bu nedenle epilasyonda tek lazer olarak yeterli sonuçları veremez. Nd YAĞ lazerler epilasyon dışında kılcal damarların yok edilmesi, cilt yenileme ve sıkılaştırma işlemlerinde de kullanılmaktadır. IPL ve Mavi Işık gibi yüksek yoğunlukta polikromatik ışık kaynakları lazer olmamakla beraber epilasyon amaçlı kullanılabilmektedir. Fakat sonuçları lazerlerle kıyaslanamaz. Bazı merkezlerde lazer gibi tanıtılarak hastalar yanıltılmaktadır. Lazer kıllara nasıl etki eder? Epilasyon sırasında lazer ışığı cilde zarar vermeden geçerek kıl gövdesi ve özellikle kökdeki melanin pigmenti tarafından absorbe edilir. Emilen bu enerji, ısıya dönüşerek kıl kökünü tekrar büyüyemeyecek şekilde tahrip eder. Tüm epilasyon lazerleri kıl gelişimini geciktirip kılların daha zayıf ve azalarak çıkmasını sağlarlar. Kalıcı epilasyon için kıl kökünün papilla denilen kısmının yok edilmesi amaçlanır. Koyu renkli ve kalın tüyler lazeriı daha çok absorbe ettikleri için tedavileri daha başarılıdır. Yine de bir seansta tüylerden kurtulmak mümkün değildir. Bunun nedeni anagen evredeki kılların daha kalın ve koyu yanı sıra kökle bağlantılarının daha sağlam olması nedeniyle lazeri daha iyi absorbe etmeleri sonucunda daha iyi yanmalarına karşın dinlenme (katogen) ve gerileme (telogen) fazındaki kılların daha az etkilenmeleridir. Bu nedenle etkilenmeyen kıllar için anagen evrenin beklenmesi gerekir aksi takdirde sonuç alınamaz. ‘’ EN İYİ LAZER HANGİSİ ?’’ TEK TİP LAZERLE İSTENİLEN SONUÇ ALINABİLİR Mİ? Her bir lazerin kendine göre avantaj ve dezavantajları mevcut olup, uzman ellerde kombine kullanımlarla dezavantajlar avantaja çevrilerek mükemmel sonuçlar elde edilebilir. Bu anlamda tek bir lazer sistemi ile bir çok hastalığı tedavi etmek mümkün olmadığından, birbirlerinin etkilerini bozmayacak şekilde birkaç lazeri bir arada bulunduran klinikler her zaman daha iyi sonuçlar elde edeceklerdir. Daha uzun dalga boyuna sahip olan lazer daha iyi demek değildir. Kısa dalga boylu olanlar kıl tarafından daha iyi emilir, kalın ve koyu renk kıllarda en etkin lazerlerdir. Uzun dalga boyuna sahip olanlarsa özellikle esmer tene sahip bireylerde daha güvenli, ince kıllarda daha avantajlı lazerlerdir. Ayrıca aynı tip lazerler aynı güce

sahip değildir, her elektronik cihazda olduğu gibi markalar arasında da ciddi teknolojik farklılıklar vardır. Markalara göre lazerin gücü ve etkinliği de değişmektedir. Yani her Alexandrite tip lazer veya her NdYAG lazer aynı etkinlikte değildir. Bunu teknolojik olarak anlayabilmek mümkün olmadığı için en azından hangi ülkenin teknolojisi olduğu sorgulanabilir. Herkesin kafasında aynı soru var; ‘’en iyi lazer hangisi?’’ . Herkes kendi lazerinin en iyisi olduğunu söylüyor, bu da kafaları karıştırıyor. Ne yazık ki herkese, her tip kıla ya da tüm bölgelere etkin tek bir lazer bulunmamaktadır. En iyi sonucu alabilmek için kılı, ten rengini ve bölgeyi iyi analiz ederek, en etkin lazeri kişiye göre seçmek ve uygulamak gerekir. Tek bir lazerle her türlü tedaviyi yapabileceğini iddia eden pek çok merkez bulunmaktadır. Bu noktada yapılması gereken en önemli şey, bilgi alınan ve uygulayan kişinin doktor olup olamadığına dikkat etmektir. Sadece iyi bir lazer kullanmak da yeterli değildir. Lazerlerin dalga boyunun yanı sıra atış süresi, enerji yoğunluğu, spot çapının da kişiye, bölgeye, kılın rengine özel ayarlanarak kullanılması gerekir. Yoksa en iyi aletler bile doğru kullanılmadığında hem etkili olmaz hem de komplikasyon riski artar. Uygulamalar sırasında kıl özelliği değiştiği için kullanılan parametrelerde de değişiklikler gerekir. Bu nedenle uygulamaların deneyimli, konusunda uzman hekimler tarafından ya da kontrolünde yapılması gereklidir. GÖRÜŞMELERDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR » Öncelikle hastanın görülüp değerlendirilmesi, tüylenmenin nedeninin araştırılması gereklidir. Hormonal problem varsa tedavi ile bu problemin çözümlenmesi şarttır. Aksi taktirde yanıt alınması ihtimali çok azdır. Yanısıra tedaviye başlamadan önce tüyler sarartılmamış, cımbız veya iple alınmamış olmalıdır. » Her yaşda uygulama yapılabilir, sadece kılın siyah ve kalın olması yeterlidir. Vücut tüyleri için uygulanacaksa 12 yaşından sonra önerilebilir, ergenlikle beraber kılların kalınlaşması beklenirse sonuç daha iyi olacaktır. » Hamilelerde yeterli çalışma olmadığı için uygulama yapılması tartışmalıdır. Teorik olarak zararlı olmadığı kabul edilmektedir.

olacağı için herkeste farklıdır. Bu nedenle kesin sayı verilmesi mümkün değildir. Özellikle yüz kıllarında yıllarca sürebilir. » Seans aralıkları vücudun her bölgesinde farklıdır. Kılların lazer sonrası anagen evrelerinin beklenmesi gerekir. Bu süre her bölgede farklıdır. Yüzde 4-6 haftadan, kol ve koltukaltında 8-10 haftadan, diğer vücut bölgelerinde 12-14 haftadan daha sık yapılan uygulamalar gereksizdir ve etkinliği azaltıp maliyeti artırır. Özellikle fiyatlandırmada ucuz çalışan kliniklerde düşük dozlarda sık seans aralıkları ile yanıltıcı uygulamalar yapılmaktadır. » Rötüş uygulamalarının etkinlik üzerine bir katkısı yoktur. Sadece kalan kılların yok edilmesi amacıyla yapılabilir. Titiz çalışıldığında gerek yokdur. » Uygulamalarda enerjinin tümünün kıl köküne gitmesi için kılların mutlaka kısaltılması gerekir. Kısaltılmazsa kıllar sadece tütsülenmiş olur ama kökler yanmaz ve tedavi süresi uzar. » Lazer uygulamaları tamamen ağrısız olmamalıdır. Kişinin derisini yakmayacak en yüksek doz en iyi sonuçları vereceği için dayanılabilecek türden bir ağrıya katlanmanız önerilir. Hiç ağrı yoksa ya o bölgede kıl yoktur ya da kılı yakmayacak kadar düşük dozda uygulama yapılmıştır. » Hormonal bir probleme veya genetiğe bağlı kıllanmalarda sadece yüz, göbek ve göğüste problem devam ettiği sürece tekrarlama olabilir. Fakat vücut kıllarına yapılan uygulamalar kesin sonuç verir, tekrarlamaz ve kalıcıdır. Lazer epilasyonda başarılı sonuçlar için teknoloji, uygulayıcının bilgi ve tecrübesi, en önemlisi iyi niyet gerekir. Bu da bu işin doktorlar tarafından yapılmasının önemini göstermektedir. Ne yazık ki son yıllarda kuaför salonlarında kanunen yetkileri olmadığı halde IPL kullanımı yaygınlaşmaya devam etmektedir. Oysa Danıştay 10. ve 13. Dairelerinden oluşan Müşterek Kurul tarafından E.2009/5600 sayılı ve 07.10.2009 günlü kararla; SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN GÜZELLİK SALONLARINDA IPL CİHAZLARIN KULLANILMASI YASAKLANMIŞTIR. Kanunen lazer epilasyon hastane, tıp merkezi ve polikliniklerde yapılabilir. 01.01.2010 tarihinden itibaren bunun dışındaki kuruluşlarda lazer epilasyon yapılması yasal değildir.

» Lazer epilasyon tedavisinin kaç seans süreceği, bölgeye, kılın rengine, kalınlığına, derinliğine ayrıca kişinin deri rengine ve ağrı eşiğine de bağlı

29


KAYSERİ ÖZEL SEVGİ HASTANESİ

TÜP BEBEK MERKEZİ 6. YILINI DOLDURDU Bebek sahibi olabilmek evli çiftlerin çoğunun en büyük hayallerinden biri. Ancak ne yazık ki bazen her türlü çabaya karşın bu gerçekleşemiyor ve çiftlerin yardım alması zorunlu oluyor. Modern tıbbın ve teknolojini çabaları da bu noktada başlıyor.

Dr. Bihter Senem FEYZİOĞLU

Gebelikten korunmaksızın, bir yıl süreyle düzenli bir cinsel yaşama rağmen gebe kalamama durumuna infertilite denir. Ortalama her altı aileden biri infertiliteden etkilenmektedir. Gebelik birçok faktörün bir arada olması ile gerçekleşir. Sorunu olmayan çiftin, aylık gebe kalabilme oranı % 20-25 olup bu oran bir yılsonunda yaklaşık % 85’e ulaşmakta, 2 yılın sonunda ise % 90’ı geçmektedir. Gebelik oluşumu için; yumurtalıktan atılan sağlıklı bir yumurtanın, erkeğin sağlıklı döl hücresi olan sperm ile birleşmesi gereklidir. Normalde bu olay kadının yumurtalık kanalında (fallop kanalında) meydana gelir ve döllenme (fertilizasyon) adı verilir. Yumurta ve spermin karşılaşması ve döllenen yumurtanın rahime ulaşabilmesi için fallop kanallarının açık ve sağlıklı olması gerekir. Bu nedenle 1 yıl sonunda istenilmesine rağmen gebelik gerçekleşmezse doktora başvurmakta yarar vardır. Sağlıklı bir çiftin, bir ayda gebe kalabilme şansı % 20’ dir. Bu şans yardımcı üreme tekniklerinin her uygulanması için % 50’lere kadar çıkabilmektedir. Ancak cesaret verici bu sonuçlara rağmen başarılı bir gebelik ve çocuk doğurma konusunda hiçbir IVF programı, çoklu uygulamalarda dahi garanti veremez. Başarıyı birçok faktör etkiler. Yalnızca hasta yaşı, infertilite nedeni ve IVF ekibinin tecrübe ve yeteneği ile sınırlı değildir. IVF sonucunda doğan bebeklerin, doğumsal anormallikler, genetik anormallikler, zekâ problemleri vb. açısın-

30

dan doğal yollarla olan bebeklerden farklılık göstermedikleri düşünülmektedir. Ancak çoğul gebelikler prematüre doğum ile sonlanabilir. Buna bağlı olarak oluşacak sorunlar IVF gebeliklerinde daha sık gözlenebilir. IVF gebelikleri genelde sağlıklı doğum ile sonuçlanırken, doğal yollar ile oluşan gebeliklerle aynı oranlarda düşük ya da ölü doğum ile de sonuçlanabilir. Dış gebelik riski IVF gebelikleri için de söz konusudur 25 Temmuz 1978 tarihinde Tüp bebek yöntemi ile ilk bebeğin doğumundan günümüze 33 yıl geçti. Tüp bebek yöntemiyle tüm çiftlerin gebe kalması mümkün olmasa da, bilgi birikiminin ve ekip deneyiminin artması, gelişen teknoloji, kullanılan malzemelerde ki gelişmeler ile günümüzde birçok çocuksuz çift için hayaller artık gerçeğe dönüştü. Ancak hızla gelişen tüp bebek uygulamaları birçok tıp alanında olduğu gibi kendi sorunlarınıda beraberinde getirdi. Olayın sadece tıbbi yanı bulunmayıp toplumsal, sosyal, ekonomik, psikolojik ve etik boyutları da mevcut. Doğru hasta ve uygun tedavi planının seçilmesi, hastaya zarar verilmemesi, elde edilen sperm ve yumurta hücrelerinin çiftler dışında kullanılmaması, elde edilen embriyonun birey olarak hakları, tedavi konusunda doğru bilgilendirme, tüp bebeğin medyatik yanı, olayın ticari boyutu, tedavi sonucu oluşan sonuçlar, çoğul gebeliklerde ki artış ve bunun yarattığı sorunlar vb. gibi bir çok olayın tedavide göz önün-


de bulundurulması gerekiyor. Birçok ülkede ve bu arada ülkemizde de bu sorunların kontrol altında tutulabilmesi için çeşitli yasal düzenlemeler mevcuttur. Ancak yasal düzenlemeler ne yazık ki her zaman etik sorunların oluşmasını önleyememektedir. Bu nedenle gerek tüp bebek işlemini yaptıran çiftlerin ve gerekse uygulamayı yapan merkezlerin yazılı olmayan detayları da bilmesi ve bunlara uyması gerekir. Tüp bebek uygulamarında başarı sadece hastanın gebe kalması olmayıp, eve sağlıklı bir bebek götürmektir. Bu nedenle bu başarı hedefini yakalayabilmek için tedavinin mutlaka ruhsatlı bir merkezde ve bu konuda yeterli eğitimi

ve deneyimi olan kişilerce yapılması gerekir. Her hangi bir tedavi yönteminde olduğu gibi tüp bebek tedavisinde de başarılı olmak bir süreç gerektirir. Dolayısıyla başarıyı artırdığı söylenilen birçok uygulama aslında tamamen bilimsellikten uzaktır ve duygu sömürüsüne dayanmaktadır. Her gün gazete ve televizyonlarda izlediğimiz yeni olduğu iddia edilen uygulamaların çoğu aslında hasta çekmek için başvurulan pazarlama stratejileridir. Sperm mıknatısı, embriyo tutkalı, lazer, ilaçsız tüp bebek, immünolojik aşı, hipnoz ve vb. başarıyı çok artırdığı söylenilen birçok mesajın çoğu ne yazık ki bilimsel desteği olmayan iddialardır. Ticari olan

her olayda olduğu gibi bu konuda da haksız rekabeti pompalayan, hastalara aracılık eden, çeşitli paravan derneklere ve şahıslara itibar etmeden detaylı bir araştırmadan sonra tedavi olunacak merkeze karart vermek son derece önemlidir. Son çıkan yasa ile tek embriyo transferi ile ciddi sorunlar yaratabilen çoğul gebeliklerden kaçınmak, embriyo dondurma işlemine özendirmek zaten pahalı ve zorlu bir süreç olan tüp bebek tedavisinde hastaların lehine olan uygulamalardır. Hayallerinizin gerçek olması dileğiyle.

31


TIP BİLİMİ İLE SANATIN BİRLEŞTİĞİ NOKTA

TIBBİ İLLÜSTRASYON

Tuna Ferit HİDAYETOĞLU E.Ü. G.S.F. Öğretim Elemanı

Resimlemenin ifade ve iletişim aracı olarak dilden çok daha önce ortaya çıktığı bilinmektedir. İnsanoğlu korkularını isteklerini ve duygularını anlatmak için çizgiyi ve rengi kullanmıştır. Resim, eski çağlardan günümüze dek önemini korumuş ve bir iletişim dili olarak gelişmiştir. Çizmek, resimlemek duyguları düşünceleri somutlaştırmaktır. İllüstrasyonun amacı yazılı metinleri açıklamak, bir fikri daha etkili ve verimli anlatmak ve aydınlatmaktır. Açık şekilde bir şeyi gizlemeden, bir harita ya da diyagram gibi, illüstrasyon bilgilenme ihtiyacını giderir. Daha girift olarak illüstrasyon, eşlik ettiği materyal hakkında yorumlama ya da açıklamalar yapar. Bir ürünü sattırmak ya da bir hikâyeyi canlandırmak, garip tuhaf şeyleri canlandırmak ya da bir mesajın vurgusunu arttırmak için kullanılır. Bir illüstrasyonun başarısı ve başarısızlığı daha çok, onun bildiriyi iletmesine bağlıdır. Tek bir resim ile sayfalarca yazıyı doğru ve sağlam bir biçimde okuyucuya anlatmak mümkündür. Bu da illüstrasyonun önemini daha da arttırmaktadır. İllüstrasyonu çizim ve fotoğraftan ayıran en önemli özelliği, yazılı bir metni anlatmak veya açıklamak maksadıyla yapılmış olmasıdır. İllüstrasyon, kitapları resimlemenin ve süslemenin yanı sıra, yazılı metnin anlatım gücünü arttırarak anlaşılmasını ve akılda kalmasını da sağlar. Ayrıca yazıya faklı bir yorum da getiren illüstrasyon, slogan ve başlıkları görsel olarak ayrıntı bir şekilde anlatan ya da yorumlayan bir unsurdur. İllüstrasyon, bilgisayar teknolojisinin de gelişmesiyle birlikte farklı tekniklerle farklı alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Fırça ve farklı materyaller ile uzun süren çabalar sonucu renklendirilen illüstrasyonlar, artık bilgisayar ortamında hızlı bir şekilde renklendirilmekte ve çoğaltılmaktadır. Günümüzde değişik alanlarda illüstratörlere ihtiyaç

32

duyulmaktadır. Örneğin Türkiye’de artık adliyelerde fotoğraf çekimi yasaklanmış ve adli illüstratörlere gereksinim duyulmuştur. Aynı şekilde tıp alanında da illüstratörlere ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’de bir çok doktor, tıbbi illüstratör bulamadığı için çizimlerini yurtdışında yüksek fiyatlara yaptırmaktadır. Adli ve tıbbi illüstrasyon kendi çapında uzmanlık gerektirir ve ülkemizde de bu alanda yetişmiş eleman bulmak oldukça zordur. Tıp fakültesinde sanat eğitimi almamış bir doktorunun yapacağı illüstrasyonun ne kadar sağlıklı olabileceği de göz önüne alınmalıdır. Amerika’da bir çok üniversitede tıbbi illüstrasyon bölümü bulunmasına karşın şu an güzel sanatlar fakültelerimizde genel illüstrasyon bölümü dahi bulunmamaktadır. Tıbbi İllüstrasyon Sağlık ve tıp ile ilgili konularda, canlıların dış görünümlerini ve organlarını detaylandırmak amacı ile yapılan çizimlere tıbbi illüstrasyon denir. Tıp illüstrasyonu iyi bir tasarım ve sanat bilgisi ister. Ayrıca illüstrasyonu, tıpla ilgili bir uzmanın denetiminde yapmak gerekmektedir. Tıbbi illüstrasyon çizebilmek için sanat bilgisi ve yeteneğin yanında canlı anatomisi ve biyoloji bilgisine de sahip olmak gerekir. İllüstrasyon, tıp bilimi içersinde etkin şekilde yer almakta olan bir sanat dalıdır. Başta eğitim ve bilimsel amaçlar olmak üzere birçok alanda illüstrasyonu etkin olarak kullanmak, günümüz tıp biliminde artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Tıp eğitiminin görsel materyallerden faydalanmadığı hiçbir safhasının olmadığı göz önüne alınırsa, kaliteli bir eğitimin parçası da yeterli bilimsel düzeye sahip tıbbi illüstrasyondur. Modern cerrahi vücudumuzda geniş bir alanla ilgilenmekte, kompleks cerrahi teknikler uygulamakta ve ileri


Sağlık ve tıp ile ilgili konularda, canlıların dış görünümlerini ve organlarını detaylandırmak amacı ile yapılan çizimlere tıbbi illüstrasyon denir. Tıp illüstrasyonu iyi bir tasarım ve sanat bilgisi ister. Ayrıca illüstrasyonu, tıpla ilgili bir uzmanın denetiminde yapmak gerekmektedir. Tıbbi illüstrasyon çizebilmek için sanat bilgisi ve yeteneğin yanında canlı anatomisi ve biyoloji bilgisine de sahip olmak gerekir.

görüntüleme teknolojilerini etkin bir şekilde kullanmaktadır. Tıbbi illüstrasyonun etkili şekilde kullanımı her türlü yazılı ve görsel faaliyetlere güçlü ve kalıcı bir etki kazandırmaktadır. Tarih boyunca tıp bilimine ait yazılı

kaynaklar resimlenerek açıklanmıştır. Günümüzde de tıp, görselliğin vazgeçilmez olduğu bir alan durumuna gelmiştir. İlk tıbbi resim örneklerinin eski Mısır’da papirüs kâğıtları üzerine çizilmiş olan tıbbi müdahale illüstrasyonları olduğu kabul edilmektedir.

Tıbbi konuların resmedilmesi antik döneme kadar gitmektedir. Ancak hakiki bilimsel araştırma ile ilintili asıl tıbbi illüstrasyonların yapımı, onbeşinci yüzyılda Leonardo Da Vinci ile başlamıştır. Kadavra üzerinde araştırma yapmanın yasadışı olduğu bir zamanda kendi gizli diseksiyonlarını hazırlayan Leonardo, muhteşem anatomik çizimlerini temellendirmiştir. Leonardo, birçok başka yeteneğini de bir arada kullandığı için kendine özgüydü. Leonardo’nun çizimlerini takip eden tıbbi illüstrasyonlar, bilim adamı ile sanatçı arasındaki ortaklık temelinde gelişmiştir. Bu ortaklığa bir örnek olarak, onaltıncı yüzyılda Flaman sanatçı Calcar tarafından anatomist Vesalius için yapılan muhteşem çizimler verilebilir. Günümüz teknolojisi, hemen hemen tüm vücut boşluğundaki görüntülerin, vücut dokularının anatomik yapılarını, vücut kesitlerini ve organların muhteşem resimlerini bilgisayar ortamında görmemize ve kaydetmemize imkân vermektedir. Bu bağlamda bir sanatçının tıp alanında çalışmasının hâlâ talep edilmesi ve tıbbi illüstrasyonun zenginleşmekte ve gelişmekte olması garip gibi görünebilir. Mekanik kayıt teknikleri geliştiği halde tıbbi illüstratör, hala bilimsel bilginin yorumcusu ve iletişimcisi rolünü üstlenmektedir. Artık tıp ve bilimde, mevcut bilginin miktarı inanılmaz boyutlara ulaşmıştır ve giderek artan bir hızla büyümektedir. Bu yüzden geleceğin doktorunun, temel gerçekleri öğrenme ve uzmanlaştığı alanda bilgilerini güncel tutma görevi çok zordur. Modern tıp eğitimi yeni iletişim teknolojilerinden oldukça fazla faydalanır. Yaratıcı ve iyi bir illüstrasyonun gerçekleri açıklamada önemli bir rolü bulunmaktadır. İllüstrasyon, bilgiyi heyecan verici, kolay anlaşılır ve zevkli bir biçimde sunarak,

33


iletişimi kolaylaştırmalıdır. Tıp illüstrasyonu için, grafik sanatının ve bilimin birleşerek tıpta uygulama alanı bulmasıdır diyebiliriz. Aynı zamanda tıbbi illüstrasyon, yüksek düzeyde sanat eğitimi almış kişilerin, tıp alanında çalışmayı tercih etmeleri olarak da tanımlanabilir. Tıbbi illüstrasyon, eğitimle ilgili konular başta olmak üzere bütün tıp branşlarında etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bir tıbbi illüstrasyon, bize anatomik yapıları, patolojik durumları ve prosedürleri açıkça anlatırken, gereksiz detaylardan uzak olmalıdır. İllüstratör, çiziminde anlatmak istediği noktalara sağlıklı bir biçimde odaklanmamızı sağlayıp, dikkatimizi dağıtan ögeleri çizimden çıkarmalıdır. İyi bir tıp illüstratörü, çizmesi gereken olaya hem bir sanatçı, hem de bir tıp doktoru gözüyle bakarak doğrudan ve sade bir anlatım yoluyla bunu hedef kitleye aktarmalıdır. Tıbbi illüstratörün bu işi doğru bir biçimde yapabilmesi için hem sanat hem de tıp eğitimi almış olması gereklidir. Sanatçının alacağı tıbbi eğitim, başta anatomi, histoloji ve embriyoloji gibi temel tıp bilimleri olmak üzere anatomopatoloji eğitimini de kapsamalıdır. Tıbbi illüstrasyonda resim sanatı hakkında edinilen bilgiler ve alınan eğitim, ancak tıp bilimi ve özellikle canlı anatomisinin yeterince öğrenilmesiyle anlamlı hale gelebilir. Bir tıbbi illüstratörün mesleki yeterliliğini hayatı boyunca devam ettirebilmesi için, daima çizim konusu ile ilgili yeteneklerini, geleneksel teknikler ve bilgisayar destekli teknikleri birlikte kullanarak geliştirmelidir. Bunun yanında illüstratör, tıptaki bilimsel ve teknik gelişmeleri de takip etmelidir. Tıbbi illüstratör, tıp alanında eğitim, tanıtım veya reklam amaçlı çizimler üreten bir sanatçıdır. Tıbbi illüstratör,

doktorlar ve diğer sağlık çalışanları ile kurduğu iletişiminde tıbbi bilgisini etkin bir biçimde kullanır. Tıbbi illüstratör, farklı teknikler kullanarak çizim yapabilme yeteneğine sahip bir sanatçıdır. Bu teknikler arasında karakalem, mürekkep, sulu boya, pastel ve bilgisayar tekniği de yer almaktadır. Bilgisayar tekniği ile çalışan bir illüstratörün, 3d Max, Freehand, Adobe Illustrator, Adobe Photoshop, Corel Draw, InDesign ve Quark express gibi programları ustalıkla kullanabilmesi gerekmektedir. Ayrıca illüstratör, kitap, bilimsel makale, dergi, multimedya programları, poster, prezentasyon ya da farklı formatlar için uygun çizim yapabilme yeteneğine ve kapasitesine sahip olmalı, elde edilen tıbbi verilerin basımı aşamasında da tasarım yapabilmelidir. Tıbbi illüstratör, cerrahi belgeleme

sırasında operasyonun yapıldığı yerde hazır bulunmalıdır. Burada illüstratör, cerrahi süreç içerisinde önemli adımların eskizlerini hızlı bir şekilde yapmalıdır. Tıbbi sanatçının, dokunun anatomik ve karakteristik özelliklerini anlayabilme dikkati, tıbbi illüstrasyon açısından çok önemlidir. Tıbbi illüstratör, tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciye birkaç çizim aşaması ile herhangi bir cerrahi gelişimi anlatabilir. İndiana Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bulunan Tıbbi İllüstrasyon Bölümü, öğrencilerine sanat eğitimi ile birlikte anatomi dersi başta olmak üzere patoloji ve fizyoloji gibi diğer tıbbi dersleri de vermektedir. Bu tür bölümlerde öğrencilere verilen sanat eğitimi içerisinde, bilinen tüm klasik çizim ve boyama teknikleri ile beraber bilgisayar ortamında kullanılan değişik tasarım programları da tanıtılarak öğretilmektedir. Tıbbi illüstrasyonların, fotoğraflama yolu ile elde edilen bilimsel kayıtlara göre daha çok tercih edilmesinin iki sebebi vardır. Birincisi, insan organları içerisinde bulunan kan ve sıvıların fotoğraflama sırasında parlayarak net ve anlaşılır olmayan çekimlere neden olması, ikinci sebep ise çekilen fotoğrafların gereksiz ve kafa karıştıran detaylarla dolu olmasıdır. Tıbbi illüstratör, insan ve hayvanların kas yapıları ile ilgili çalışmalarında kendi metot ve tarzını kullanarak abartılı çizimler yapabilir. Ayrıca illüstratör, gereksiz görüntü ve detayları çizmeden yalnızca anlatılacak olan kısmı ön plana çıkarabilir. Tıbbi kitap ve dergilerde genellikle illüstrasyonların kullanılmasının sebebi de budur.

34


35


ÜLKEMİZDE

GENEL ÇAY TARIMI Ekrem YÜCE Yönetim Kurulu Başkanı ÇAYKUR Genel Müdürü

Dünya üzerinde çay bitkisi, Kuzey Yarım Küre’de yaklaşık 420 enlem derecesinde yalnızca ülkemizde yetiştirilmektedir.

Türkiye’de çay tarımı, kuzey doğusu soğuğu kesen Kafkas sıradağları, güneyi ve doğusu birden bire yükselen, yükseklikleri 3500m.’ye ulaşan ve denizden gelen nemli rüzgârların yağış bırakmalarına neden olan Kaçkar sıradağları ile çevrili, denize açık, kuytu bir mikro klimada yapılmaktadır. Çay; Gürcistan sınırından Ordu’nun Fatsa ilçesine kadar uzanan alan içerisinde yetiştirilmekte olup, ekim alanları yer yer 30 km içeriye girmekte ve 1000 m yüksekliğe kadar da çıkabilmektedir. Çay tarımı; Doğu Karadeniz Bölgesi’nde 758 bin dekar alan üzerinde yaklaşık 201 bin üretici aile tarafından yapılmaktadır. Yıllık yaş çay ürünü rekoltesi ise ekolojik şartlara bağlı olarak 1 milyon ile 1 milyon 200 bin ton arasında değişebilmektedir. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yetişen çaylar, ekolojik şartlar nedeniyle kış aylarında kar altında kalmaktadır. Coğrafi ve ekolojik şartlar gereği Doğu Karadeniz’deki topraklarımızda ve de çay bitkisi üzerinde hiçbir suretle kimyasal ilaçla mücadele yapmaya gerek duyulmamaktadır. Kimyasal zirai mücadele ilacı kullanılmadığından bölgemizde üretilen siyah ve yeşil çaylarda pestisid kalıntısına da rastlanmamıştır. Bu durum ise ülkemizi sağlıklı siyah, yeşil ve organik çay üretimi için ideal ülke durumuna getirmektedir.

36

cıyla 12 Aralık 2004 tarih ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” çıkarılmış ve buna paralel olarak “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10 Haziran 2005 tarih ve 25841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Dünya çay piyasasındaki gelişmelere paralel olarak ülkemiz çay tarımını ve sanayisini geliştirmek amacıyla son yıllarda gittikçe önem kazanmaya başlayan organik çay üretiminin ülkemizde de gerçekleştirilmesi için ÇAYKUR tarafından projeler geliştirilmiştir. Bu doğrultuda Yönetim Kurulumuzca Artvin İli Borçka İlçesi Muratlı Çay Fabrikası Hinterlandı ile Rize İli Çamlıhemşin ve Hemşin İlçeleri Organik Çay Hinterlandı olarak belirlenmiştir. Organik çay tarımını bölgemize yerleştirmek amacıyla yapılacak çalışmaların organizasyonu için 04.07.2006 tarihinde bir komisyon kurulmuştur. Oluşturulan bu komisyon, öncelikle üreticilerimizin organik çay üretebilmesi için yapılması gereken işlemleri tespit etmiştir. Bu amaçla Komisyon tarafından; Organik Tarımda Kontrol ve Sertifikasyon Süreci Şeması, Organik Tarımsal Üretim İçin Üretici Sözleşmesi, Organik Üretici Tanıtım Kartı ve

ÜLKEMİZDE ORGANİK ÇAY ÜRETİM PROJESİ VE ORGANİK ÇAY FABRİKASI YAPIMI

Organik Üretici Arazi Envanterleri örnek formları oluşturulmuştur.

Ülkemizde organik tarımın gelişmesiyle birlikte, organik tarımı ve ticaretinin hukuki altyapısını oluşturmak ama-

Rize İli Çamlıhemşin ve Hemşin ilçelerinde, üreticilerin organik çay tarımı hakkında bilgilendirilmeleri için top-


lantılar düzenlenmiştir. Bu toplantılar sonucunda organik çay tarımı yapmak isteyen gönüllü üreticiler tespit edilmiş ve daha sonra bu üreticilerden çay bahçeleri uygun olanlar sertifikalandırılıp, sözleşme çalışmalarına ise 01 Ocak 2007 tarihinden itibaren başlanılmış; organik çay üretimine geçiş için müracaat etmiş ve bu üreticilerimiz organik gübre kullanımına başlamışlardır. Uluslararası sertifikasyon firması tarafından da sertifikalandırma çalışmaları halen devam etmektedir. ÇAYKUR olarak esas hedefimiz ve hayalimiz, Rize Bölgesi Çay Hinterlandı’nın tamamını tarımsal dönüşümler neticesinde organik çay tarım havzası olarak görmektir. Konvansiyonel çay tarımında olduğu gibi organik çay tarımını da ülkemize yerleştirmek ve sanayisini geliştirmek amacıyla Rize Hemşin Bölgesi’nde 25 ton/günü organik çay ve 75 ton/ günü konvansiyonel çay olmak üzere toplam 100 ton/gün kapasiteli bir çay işleme fabrikasının kurulum çalışması 2008 yılı sonunda tamamlanmış ve 2009 yılından itibaren de organik çay üretimi yapılmaya başlanmıştır. Organik çay üretimi uzun vadeli ve

geleceğe yönelik bir yatırımdır. Geleneksel bahçelerin organik çay bahçelerine dönüşümünde verimde ilk yıllarda azalma gerçekleşmektedir. Ancak bu dönüştürülen bahçenin dönüşüm öncesindeki durumuna da büyük ölçüde bağlıdır. Tarımsal anlamda organik dönüşüm çalışmalarında belirli bir ilerlemeden sonra da; üretim-pazar zincirinin en önemli halkası olan tüketicilerimizi, yürütülen organik çay üretim çalışmalarından haberdar etmek istedik ve tüketicilerimize dönük bir ön tanıtım, bilgilendirme ve organik çaya geçiş ürünü hazırlama çalışması başlattık. Bunun için de organik üretime geçme çalışmalarına başlanılan ilk yıllarda; belirlediğimiz alanın proje öncesinden de mevcut organik tarım potansiyelini iyi değerlendirmek istedik. Organik tarıma geçiş süreci içerisinde elde edilen neticeler ve yapılan incelemelere dayanarak Hemşin Bölgemizin mevcut tabii coğrafyası ve mikro klimal şartlarında tarımı yapılan yarı organik diyebileceğimiz yaş çaylarından hazırlanan geçiş ürünü için yapılan çalışmaları sonlandırdık. Neticede organik tarıma geçiş ürünü olan “ÇAYKUR Zümrüt Yeşil Çay”ımızı 2009 yılında tüketicilerimizin beğenisine sunduk.

uygun ziraatı yapılan çay bahçelerinden hasat edilen ve son derece modern, hijyen imkanlara haiz fabrikamızda mamule dönüştürülen ürünlerimiz ÇAYKUR’un yaygın dağıtım imkanlarıyla tüketicilerimize ulaştırılmıştır. Son olarak; Çay, bölge insanının olmazsa olmazı ve ana geçim kaynağını teşkil eden ve ülkemiz ekonomisine sadece ÇAYKUR olarak yaklaşık 1 Milyar TL’nin üzerinde bir kaynak oluşturan önemli bir üründür. Teşekkülümüz ise; 47 Yaş Çay İşleme ve 1 Paketleme Fabrikası, 7 Pazarlama Bölge Müdürlüğü, 2 Pazarlama ve Üretim Bölge Müdürlüğü ve bunlara bağlı 180’in üzerinde bayii, Anatamir Fabrikası ve Çay Araştırma Enstitüsü’nden müteşekkildir. ÇAYKUR günlük 6.700 ton yaş çay işleme kapasitesi ile çay sektörünün lokomotifi olduğu gibi iktisadi anlamda da sektörünün en büyüğü ve lider kuruluşudur.

2010 yılından itibaren de; üretimi tamamlanan organik çaylar, titizlikle yapılıp tamamlanan tasnif ve ambalaj tasarım çalışmaları sonrasında Organik Hemşin Çayı, Organik Rize Çayı ve Organik Yeşil Çay (naneli-sade) isimleriyle piyasaya arz olunmuştur. Organik tarım havzasında normlara

37


MEME KANSERİ

NEDENLERİ, KORUNMA YÖNTEMLERİ VE TEDAVİSİ

Meme kanserine karşı önlem almak, risk faktörlerini tanıyıp tedavide geç kalmamak kadınların en büyük görevi olmalıdır. Çünkü meme kanserinin tedavisinde erken tanı hem hayatı hem de memeyi kurtarıyor.

Türkiye’de her yıl 30 bin kadın meme kanserine yakalanıyor. Hastalığın diğer bir özelliği de, görülme sıklığının hızla artıyor olmasıdır. Meme kanseri nasıl oluşuyor, hangi risk faktörleri hastalığı tetikliyor, önceden nasıl önlem almak gerekiyor? Meme kanseri nedir? Meme, süt bezleri ve burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşuyor. Bu süt bezleri ve kanalları döşeyen hücrelerin, kontrol dışı olarak çoğalmaları ve vücudun çeşitli yerlerine giderek çoğalmaya devam etmelerine meme kanseri deniyor. Meme kanserine yol açan risk faktörleri nelerdir? Yaş: İleri yaş önemli bir risk faktörü. Op. Dr. Özhan İNCE Genel Cerrah

Genetik miras: Aile yakınları arasında meme kanserine yakalanmış kadınların olması riski arttırıyor. Örneğin, kız kardeşi veya annesi meme kanserine yakalanan bir kadının, meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlardan 2-5 kat daha fazla oluyor. Fértil çağ süresi: Âdet görmeye erken başlanması, menopoza geç girilmesi, fértil çağı uzatıyor. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonu etkisi altında kalıyor, meme kanseri gelişme riski artıyor. Doğurganlık hikâyesi: İlk çocuğu doğurma yaşı önem taşıyor, ilk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre iki kat fazla oluyor. Hiç çocuk doğurmayan kadınlarda risk hafif derecede yükseliyor. Östrojen hormonu tedavisi görmek: Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi (10 yıldan fazla) gören

38

kadınlarda, meme kanseri oranı artıyor. Doğum kontrol hapı kullanılması: Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülüyor. 10 yıl önce doğum kontrol hapını bırakmış olan kadınlarda ise, bu risk tamamen ortadan kalkıyor. Sigara içilmesi. Alkol alınması: Fazla alkol alan kadınlarda, almayan kadınlara göre risk artıyor. Sağlıksız beslenme: Bazı çalışmalarda şişmanlığın, özellikle 50 yaş üzerindeki kadınlarda meme kanserine yakalanma riskini artırdığı gözlendi. Özellikle, doymuş yağların fazla bulunduğu yağlı, et gibi yemeklerin bu riski artırdığı ileri sürülüyor. 20 yaş üstü kadınlar meme muayenelerini öncelikle kendileri yapmalıdırlar. Kendi kendine muayene sırasında memedeki hangi değişikliklere dikkat edilmeli? •

Memede ele gelen sertlik veya kitle,

Meme derisinde kalınlaşma, şişme, renk değişikliği,

Meme başında kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması,

Memede veya meme başında içeri doğru çekinti olması,

Memede şekil bozukluğu oluşması,

Kanlı meme başı akıntısı.

Meme kanseri azaltılabilir?

riski

nasıl


Egzersiz: Bol egzersiz yapan kadınlarda meme kanseri riskinin azaldığı gözleniyor. Güçlü, fit bir fizik, tüm hücrelerinizin hastalıklarla mücadele gücünü artırır. Yapılan araştırmalar, aktif bir yaşam biçimi benimseyen, düzenli egzersiz yapan kadınların, meme kanserine yakalanma risklerinin daha düşük olduğunu gösteriyor. Hemen her türlü egzersiz bu noktada işe yarayabiliyor. Tüm kaslarınızı içten dışa sıkı bir şekilde çalıştıran pilates de bunlardan biri. Beslenme: Sebze ve meyveden zengin beslenme, yağlı yiyeceklerden uzak durulması öneriliyor. Vitaminlerin özellikle doğal yollardan, besinlerle alınması gerekiyor. Erken tanı: Erken teşhis, kanserin henüz elinize gelmeden tespit edilmesi ile konuyor. Bu nedenle düzenli kontrol ve mamografi çekilmesi erken teşhis için en önemli yöntem olarak kabul ediliyor. Organda kitle varsa ve hızla büyüyorsa, meme ucu içeri doğru gidiyorsa, hastanın hızlıca doktoruna başvurması gerekiyor. 20 yaş üzerindeki kadınlar, her ayın belirli bir döneminde kendi kendilerini muayene etmeliler (adet döneminden

2 hafta sonra). Bu muayene sırasında meme dokusunda farklılık olup olmadığına bakılmalıdır. Eğer bir farklılık tespit ederlerse derhal bir hekime başvurmalıdır. 40 yaşına gelen kadınların, kendi yaptıkları periyodik muayeneye ek olarak her yıl bir kez hekim tarafından muayene edilmeleri gerekiyor. Ayrıca her yıl veya iki yıl ara ile mamografi çektirmeliler. 50 yaşından sonra, kadınlar kendilerinin periyodik muayenelerine ve her yıl bir defa hekim muayenesine devam etmeli ve mamografi çektirmeliler. Mamografi ne zaman çekilmeli? Âdet bitimini takip eden hafta, memelerin hassasiyetinin en az olduğu zamandır. Ayrıca âdet bitimini takip eden hafta, hormonsal nedenlerle memelerin şişliği en alt düzeydedir ve bu sırada daha iyi sonuçlar alınabiliyor. Bu sebeplerden dolayı herhangi özel bir durum olmadıkça, mamografi çekiminin, âdetin bitimini takip eden haftada yapılması öneriliyor. Meme kanseri nasıl tedavi ediliyor? Meme kanseri tedavisi hastalığın saptandığı safhaya göre değişiyor. Has-

talık ne kadar erken safhada saptanırsa tedavi olanağı ve seçeneği o kadar fazla oluyor. Meme kanseri tedavisi, günümüzde; cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, patolog, psikolog, plastik cerrah, fizyoterapist gibi tıbbın değişik dallarından bir araya gelmiş ve özellikle çalışma alanları meme kanseri üzerinde yoğunlaşmış hekimlerin ortak çalışmalarıyla yapılıyor. Cerrahi yöntemler Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması var. Bu uygulamalarda esas amaç meme kanserini ortadan kaldırmaktır. Hastada öncelikle sağkalım ardından da konfor düşünülmelidir. Son zamanlarda meme koruyucu cerrahi yöntemler (tümörün büyüklüğü ve koltuk altına yayılım gibi faktörlere bakarak) uygulanması düşünülür. Ancak ilerlemiş olgularda mastektomi denilen memenin tamamı ve koltuk altı lenf nodları çıkarılarak hastalıktan korunma sağlanır. Hormon tedavisi Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabiliyor. Yani, öst-

39


rojen hormonu bu kanser hücrelerinin bölünmelerine ve artmalarına yol açabiliyor. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisini ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesi oluyor. Radyoterapi Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılıyor. Kemoterapi Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavi şeklidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılıyor. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde veriliyor. Kemoterapi belirli bir süre yapılıyor, sonra tedaviye ara veriliyor. Bu aralarda hastanın kendini toparlaması sağlanıyor. Hasta kendini toparladıktan sonra tedavi yeniden başlıyor. Bazı hastalara lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklenebiliyor. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabiliyor. Bu tedaviye adjuvan kemoterapi deniyor. Memeyi koruyucu uygulamalar Meme kanseri tanısı konulan her hastada memenin alınması gerekmiyor. Memeyi korumak için bazı kriterler bulunuyor. Bu kriterlerden en önemlisi tümörün çapı. Bu nedenle meme kanserinde erken tanı büyük önem taşıyor. Erken tanı hem hayatı hem de memeyi kurtarıyor. Eğer tümörün çapı uygunsa ve tümör yaygın değilse meme koruyucu cerrahi ile memeyi korumak mümkün oluyor. Bunun yanında kemoterapinin yarattığı imkânlarla, tümör çapını küçültüp, meme koruyucu cerrahiyi uygulayıp, kozmetik müdahale de yapılabiliyor. Ancak, memede çok fazla tümör varsa meme koruyucu cerrahi çok doğru bir uygulama olmuyor. Çünkü bu, memenin çok fazla odaktan tümör çıkarabilen bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.

40


41


KAYSERİ’NİN BEYAZ MELEKLERİ Liderliğini Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ve Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin proje ortağı olduğu, Avrupa Birliği ve İş-Kur desteğiyle gerçekleştirilen “Beyaz Melekler” projesi ile Kayserili kadınlar istihdam edilecek.

42

Kayseri Büyükşehir Belediyesi, AB desteğiyle kadınların nitelikli işgücü içerisinde aktif ve etkin bir rol almalarını sağlamak üzere Beyaz Melekler yaşlı ve hasta bakımı programı projesini hayata geçirdi. Yaşlı ve hasta bakımı gibi yoğun emek, hassasiyet ve titizlik isteyen bir işin eğitim ve organizasyonunda Kayseri Büyükşehir Belediyesinin proje ortağı olarak Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi yer aldı. 12 ay sürecek kurslarda, 20-40 yaş aralığında olan,150 bayan kursiyere yaşlı ve hasta bakımı konusunda mesleki eğitimin yanı sıra kariyer ve eğitim danışmanlığı hizmeti de verilecek. Eğitimlerin turlar halinde, 6 ayrı dönemde verilmesi planlanan proje süresince 6 grup eğitimden geçecek. 25’er kişilik gruplar halinde verilecek eğitimler 6 hafta sürecek. Her bir grup150 ders saati kurs merkezinde eğitim alacaklar, ardından 60 saat proje ekibince belirlenmiş staj yerlerinde staj yapacaklar-


dır. Stajları bitiminde aldıkları staj raporları ve kurs sonunda yapılan sınav sonuçlarına göre sertifika verilecektir. Proje süresince toplam 210 ders saati eğitim verilecektir. Proje kapsamında toplam 1260 ders saati eğitim verilmiş olacaktır. Beyaz Melekler projesi yaşlı ve hasta bakımı programını başarıyla tamamlayan ve sertifika almaya hak kazanan bayan kursiyerlerin huzurevleri, geriatri merkezleri, bu hizmeti talep eden aileler ve özel bakım şirketlerinin de ihtiyaçları dikkate alınarak istihdam edilmeleri hedeflenmektedir.

4. dönem eğitimleri devam eden kursun 1. Döneminde 29 kursiyer, 2. dönemde 28 kursiyer, 3.dönemde de 30 kursiyer eğitim almış ve proje merkezince belirlenmiş olan bakım evlerinde stajlarını tamamlayarak geldikleri her eğitim günü için 8 avro tutarındaki yol ve yemek yardımı ücretleri ile katılım belgelerini almaya hak kazanmışlardır.

Proje süresi boyunca her türlü proje faaliyetinin yürütüleceği, proje ekibinin görev yapacağı ve eğitimler sonrasında istihdam çalışmalarının yürütüleceği bir proje merkezi başvuru sahibi Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından tahsis edilmiştir. Tavukçu mahallesinde restore edilen eski Kayseri evleri diye de anılan konaklarda bulunan ofislerde proje ekibi görev almaktadır. Projenin idaresi Kuyumcuoğlu Konağı’nda yürütülmekte olup eğitimler ise Gürbaz Evi’nde gerçekleştirilmektedir. 1 Eylül 2010 tarihinde faaliyetlerine başlayan Beyaz Melekler Projesinin; Proje Koordinatörlüğünü Kayseri Büyükşehir Belediyesi İşletmeler ve İştirakler Dairesi Başkanı İbrahim Yapar yürütmektedir. Projenin Teknik Uzmanlığını Ender Ekinci, Kariyer Danışmanlığını Ahmet Soylu, Eğitim Koordinatörlüğünü Hikmet Ruhi Taştan, Proje Asistanlığını Çağatay Aycan ve Muhasebe görevini Betül Danacı yapmaktadır. Proje ekibinde görev alan ekip çalışanlarının her biri kendi alanlarında lisans eğitimlerini tamamlamış uzman kişilerdir. Yine proje kapsamında eğitim veren eğitmenlerin her biri alanlarında uzman isimler olup 4 eğitmen de Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev almakta ve toplamda 4 kişilik eğitim kadrosu projede yer almaktadır. Web sitesinden ön kaydını gerçekleştiren her kursiyer ile yapılan mülakat sonucunda adayların kesin kayıtları yapılmakta ve Kursiyerlerin kayıtları gerçekleştirirken eğitim, sosyal, yaş ve medeni durumları gibi kriterler göz önünde bulundurulmaktadır.

43


SESSİZ TEHLİKE

HİPERTANSİYON Hipertansiyonun (HT) dünyadaki sıklığı yaklaşık %26 civarında ve yılda 7.1 milyon insanın ölümüne neden olmaktadır. Ülkemizde erişkin HT sıklığı ise yaklaşık %30 olup bu da 12 milyon erişkin insan demektir. Artan yaş ile birlikte sıklığı da artmaktadır.

Kan basıncı kanın damar duvarına yaptığı basınç olarak tanımlanmakta ve bu değer 140/90 mmHg’nın üstü hipertansiyon olarak kabul edilmektedir. Fakat normal kan basıncından hipertansiyona geçiş için sayısal bir değer vermek çok doğru olmasa da bunu doku perfüzyonunu sağlayacak kadar yüksek, ama zarar vermeyecek kadar düşük olarak tanımlamak daha doğru gibi gözükmekte. Bir diğer ifade ile bu sınır değerini kan basıncının vücuda zarar vermeye başladığı sayısal rakam olarak kabul etmek gerekmektedir. Bu sınır değer ilk zamanlarda daha yüksek iken günümüzde 140/90 mmHg olarak kabul edilmekte. Hatta son yıllarda artık 120-139/80-89 mmHg arası prehipertansiyon olarak kabul edilmekte ve normal kan basıncı değerlerine göre kardiyovasküler risk artmaktadır. Doç. Dr. Ergün SEYFELİ Kardiyoloji Uzmanı

(Tablo-1)

Hipertansiyon Hastaları Dikkat Etmelidir?

Nelere

Pre-hipertansiyon

120-139

80-89

Evre 1 HT

140-159

90-99

Hipertansiyon hastalarının öncelikle kendilerine doktorları tarafından verilen ilaçları mutlaka zamanında ve sürekli almaları gerekmektedir. Çünkü hipertansiyon kronik bir hastalıktır ve ömür boyu ilaç kullanımını gerektirir. Hedef değer olan 140/90 mmHg‘nın altına indirmek için ikili, üçlü hatta dörtlü veya beşli ilaç kombinasyonları gerekebilir. Dünyada son dönemlerde yapılan araştırmalara göz attığımızda kan basıncı hedeflerine ulaşmak için uygulanan antihipertansif ilaç sayısının 4’lere ulaştığı çalışmalar olduğunu ve hiçbir çalışmada bu sayının ikinin altında kalmadığını görmekteyiz. Bu durum bize kan basıncı kontrolünde çoklu ilaç kullanımının önemini vurgulaması açısından önemlidir. Dolayısıyla kan basıncı kontrolü kötü olduğu zaman “acaba yetersiz sayıda ilaç mı kullanıyorum” sorusu akla gelmesi gereken sorulardan bir tanesi olmalıdır.

Evre 2 HT

≥160

≥110

Bir diğer önemli nokta ise diyet ve

Hipertansiyonun Bulguları Nelerdir? Hipertansiyonun kendine has bulguları yoktur veya birçok normal tansiyonlunun yüksek tansiyona ait belirtileri farklı nedenlerle hissedebilmeleri nedeniyle hipertansiyondaki belirtiler gözden kaçabilmektedir. Bundan dolayı hipertansiyonlu hastaların yaklaşık yarısı hastalığının farkında değildir. Yine önemli bir kısmı tedavi almamakta, tedavi edilenlerin yarıdan fazlasında ise hedef değerlere ulaşılamamaktadır

Tablo-1 : Kan basıncı sınıflaması (JNC-7)

44

Kendine özgü semptom ve bulguları olmamasına rağmen bu hastalar en sık burun kanaması, kulaklarda çınlama, baş dönmesi, nefes darlığı, çarpıntı, bayılma hissi, sabah baş ağrıları, depresyon, görme bozuklukları, gece idrarı, gerginlik, yüzün kızarması ve sıcaklık hissi gibi şikayetler tarif edebilir. Bu yakınmalar sıklıkla yüksek tansiyonun erken dönemlerinde vardır; geç dönemlerde hipertansiyonun etkilediği organlara ait semptom ve bulgular görülmektedir. En fazla etkilenen organlar beyin, kalp, böbrek, göz ve vasküler yapılardır. Örneğin bu hastalar inme, kalp krizi, kalp yetmezliği, körlük, böbrek yetmezliği ile damarlarda genişleme ve yırtılmalar ile hastaneye başvurmaktadırlar.

KB sınıfı

Sistolik KB

Diyastolik KB

Normal

<120

<80


Tablo 2: Hipertansiyonu önlemek veya kontrol altına almak için:

Fazla kilolardan kaçının

Tuzu kısıtlayın

Fiziki aktiviteleri artırın

Stresten uzak durun

Hayvansal besinlerden kaçının

Bitkisel besinleri daha fazla tüketin

Vitamin ve minerali yeterli alın

egzersizdir. Diyet içinde ise en önemlisi günlük alınan tuz miktarıdır. Günlük tuz tüketimi 6 gr – yani bir çay kaşığı kadar- geçmemelidir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada insanımızın ortalama günlük tuz tüketimi 18 gr civarında oldukça yüksek düzeydedir. Bu nedenle ne yemeklere tuz katılmalı ne de yemek masasında tuz bulundurulmalıdır. Zaten ihtiyacımız olan tuzu yediğimiz besinlerden veya ekmekten fazlasıyla almaktayız. Ayrıca tuz miktarı yüksek besinlerden örneğin turşu, salamura gıdalar, sucuk ve sosis gibi gıdalardan da kaçınmak gerekiyor. Magnezyum, potasyum ve posadan zengin besinler daha çok tüketilmeli, sigara alkol ve kilo alımında kaçınılmalıdır. (Tablo 2 ve 3)

Tablo- 3: Diyet ve egzersizin kan basıncı üzerine etkileri

Yaklaşık SKB Azalması Kilo verme

5-20 mmHg/10 KG

Yeme alışkanlığı

8-14 mmHg

Tuz kısıtlaması

2-8 mmHg

Fizik aktivite

4-9 mmHg

Alkol bırakılması

2-4 mmHg SKB: Sistolik kan basıncı

gün veya haftanın 3-4 günü 30-45 dk kadar tempolu ya da ter atacak kadar yürüyüşler mutlaka yapılmalı. Bu tür aktivite ve beslenme şekilleri hem hastanın kan basıncının düşmesine yardımcı olur hem de hastanın fazla ilaç kullanım sayısını azaltır. Dolayısıyla hipertansif hastalar mutlaka yakın kontrol altında tutulmalı ve yılda en az bir kez kardiyoloji uzmanına başvurmalıdır.

Egzersiz kalp damar hastalıklarında olduğu gibi hipertansiyon hastalarında da oldukça önemlidir. Mümkünse her

45


HASTA-DOKTOR İLİŞKİSİNDE

İLETİŞİMİN ÖNEMİ

İnsan ilişkilerinde iletişimin önemi İletişimin pek çok tanımı olmakla birlikte, üretilen bilgi ve sembollerin, duygu ve düşüncelerin, yani mesajın, kaynaktan alıcıya aktarılması ve aktarılan bu mesajın doğru anlaşılıp yorumlanmasıyla tamamlanan bir süreçtir. İnsanlararası iletişim; kişilerin birbirlerine bilinçli veya bilinçsiz olarak iletmek istedikleri duygu ve düşüncelerini aktardıkları bir süreçtir. Bu sürecin başarısı, bireyin yaşamındaki mutluluğun temelini oluşturur.

Yrd. Doç. Dr. Ali KORKMAZ Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi

1.

Karşımızdaki kişilere saygı duymak, onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduklarını hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşır.

2.

Gerçekçi ve doğal davranmak, abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır.

3.

İletişimin belki de en önemli öğesi empatidir. Empati, bir anlamda dış dünyayı karşımızdaki kişinin penceresinden görmeye çalışmaktır. Kurulan bu duygu ortaklığı iletişimi güçlü kılar.

İletişim aynı zamanda;

46

Ne söyleyeceğimizi bilmek,

Bunu ne zaman söylemenin daha uygun olacağına,

Nerede söylemenin doğru olduğuna karar vermek,

En iyi nasıl söyleneceği hususunda fikir yürütmek,

Olayları basite indirgeyerek sunabilmek,

Akıcı bir dille ve karşınızdaki kişiyle göz kontağı kurarak konu-


şabilmek, •

Dikkati yoğunlaştırabilmek ve karşınızdaki kişinin verilen mesajı anlayıp anlamadığını kontrol edebilmektir.

İletişimdeki temel ilke kabul etmedir. Başkalarını olduğu gibi kabul etmek, ilişkileri kuvvetlendirmede önemli bir etkendir. Birey karşısındaki kişiye gerekli anlayışı gösterip kabulkar, hoşgörülü bir ortam sağlarsa, onun kendini güven içinde hissedip, kendi özüne uygun davranışlar içine girmesine fırsat verir. Böylece bir ilişkide diğer kişi olumlu yönde değişebilir, sorunları çözmeyi öğrenebilir, daha üretici, daha yaratıcı olabilir. İletişimde kişiyi etkili kılan, insanlarla yapıcı olarak konuşmasını öğrenmesidir. Usta danışmanlar başarılarının temel nedenini, kişiyi ko-

nuşmaya başlatmak ve onu dinleyerek “yolundan çekilmek’’ olduğunu söylerler. İletişim gereksinimi, yaşamın tamamında bireyin vazgeçilmezleri arasındadır. Sosyal yaşam içerisinde sağlıklı iletişim ortamlarının oluşturulması ise sağlıklı bir toplumun yaratılması ile doğrudan ilintilidir. Bu açıdan doktor ve hasta arasında kurulacak ilişkilerin iletişimsel niteliği, türü, boyutu ve etkinliği önem arz etmektedir. Ancak özellikle sağlık sektöründe iletişim kanallarının kapalı bir görüntü yansıtması toplumsal ve sosyal bir sorun olarak görülmektedir. Sağlık personelinin kendi aralarında kullandıkları dili, hastalar ile kurulan iletişime taşımaları iletişimsel sürecin en önemli sorunlarından biri olduğu söylenebilir. Özellikle doktorların hastalarıyla olan ilişkilerinde mes-

leki terminolojiyi sıkça tercih etmeleri ve sözsel işletişimde bu faklı jargonu kullanmaları sağlık hizmeti alan-veren ilişkisinde olumsuzlukların yaşanmasına neden olabilmektedir. Hasta- Doktor iletişimin önemi

ilişkisinde

Etkili iletişim ve etkili hasta hekim görüşmesi, bireyin esas probleminin iyi kavranmasını, hasta memnuniyetini ve hekimin mesleki tatminini sağlayacaktır. Çoğu kez hastalar tam kapıdan çıkarken esas problemlerini söylerler, buna “kapı kolundaki el sendromu” denir. Kapı kolundaki el sendromunu yaşamamak için problem merkezli, tanımlayıcı, esnek, kolaylaştırıcı olunmalı, anlaşılmaz terminoloji kullanılmamalıdır. Hastaya tıbbi terminoloji kullanmış olsak bile bunun Türkçe anlamını açık-

47


lamak başarılı bir sözlü iletişimde etkili olacaktır. İletişim için ideal görüşme pozisyonu, hasta ve hekimin 90 derecelik açıyla oturduğu görüşme pozisyonu olarak önerilmektedir ve hastayla hekim arasında etkili iletişim için kişisel alanın korunması önemlidir. Kişisel alan kültürden kültüre değişmekle birlikte ortalama bir kol mesafesi olarak adlandırılmaktadır. Hastayla aramızdaki mesafe bir kol mesafesinin altına düştüğünde o kişinin mahrem alanına girmiş oluruz ve o kişi de bundan duyduğu rahatsızlığı bir şekilde beden diliyle ifade edecektir. Sözsüz iletişimde bizi başarıya götürecek öneriler SOFTEN akronimi ile özetlenmiştir, Gülümseme (smile), Açık ileri duruş (Open posture-forward lean), dokunma(touch), Göz teması (eye contact), başını sallayarak dinlediğini belli etme (nodding) başarılı sözsüz iletişimin öğeleridir. Dokunmanın ölçüsü bireyden bireye değişebilir ancak burada kastedilen güven verici bir tokalaşmadır. Hastaların elini ölü balık eli gibi sıkmayalım. Yani ne çok gevşek, ne de güç gösterisi yapar gibi kemiklerini kırarcasına değil, ikisinin ortası, güven verici bir tokalaşma arzu edilmektedir. Hastalarımızdan göz teması ve gülümsemeyi esirgemezsek başarılı iletişim için görüşmeye %50 avantajlı başlamış oluruz (Ersoy, ailehekimligi. com). İletişimin ilk kuralı dinlemektir. Dinlemek derken de, önemli iki kriterimiz vardır: Etkin dinlemek ve problem odaklı, yani asıl sorunu ortaya çıkarmaya yönelik dinlemek. Etkin dinleme, içten ve samimi bir ilgiyle dinleme ve empati kurma öğelerinden oluşur. Empati kurmak, hastamızı kan bağımız olan biri yerine koyup, onunla ağlayıp, onunla gülmek değildir, biz hastanın yerinde olsaydık neler hissederdik, hasta bizden ne bekliyor, ne istiyor, bunları anlamaya çalışmaktır. Eğer birinci şekilde davranırsak, vereceğimiz objektif karar da olumsuz etkilenebilir. Sağlık hizmeti sunan birimler farklı yönetim teknikleri kullanan karmaşık yapıya sahip kuruluşlardır ve sağlık çalışanları, hizmet sundukları kişilerden etkilenmekte ve kendileri de bu kişileri etkileyebilmektedirler. Kendilerinden hasta gereksinimlerini karşılamaları, korku ve streslerini aza indirgemeleri beklenmektedir. Bu ilişkiler yumağında genellikle açık ve etkili bir iletişimin gerçekleşmediği ve bazı iletişimsel sorunların yaşandığı bilinmektedir. İletişim eylemi her zaman doktorun istediği biçimde olmayabilir. Ancak hasta ile doktor arasında az da olsa anlaşma, uzlaşma ve iletişimin sağlanması zorunludur. Sağlık sorunlarından nasıl

48

etkilenecekleri hakkında farklı düşüncelere sahip hastaların, doktorları ile kuracakları iletişiminden beklenti veya düşünceleri de değişkenlik arz edebilir (Yağbasan.-Çakar, 2005). Doktor ve hastaların farklı kültürel dünyada yaşadıkları ve farklı gerçekliklerle karşı karşıya oldukları bilinmektedir. Hasta belli rahatsızlıkla (illness), hekim ise hastalıkla (disease) uğraşmak durumdadır. Bunun için aralarındaki ilişki basit bir şekilde kendi rollerini yerine getirme ilişkisinden çok, derin yapısal özellikler taşımaktadır. Bu doğrultuda yapılan araştırmalarda aslında doktor-hasta ilişkisinin daha karmaşık bir zeminde gerçekleştiği saptanmıştır. Örneğin; Cartwright and O’Brein hastaların geldikleri sınıfın, doktorlarla olan ilişkilerinde önemli rol oynadığını ileri sürmüşlerdir. İngiltere’de yapılan bir araştırma, hastanın doktor karşısındaki davranışlarında birçok faktörün rol oynadığını göstermiştir. Örneğin; hastanın eğitim düzeyinin, cinsiyetinin ve daha önemlisi geldiği etnik kökenin bunda rolünün olduğu saptanmıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına göre; hastaların doktor karşısında dile getiremedikleri sorularının olduğu, sorularını uygun olmayacağı düşüncesi ile soramadıkları, aceleye geldiği, kendilerine iyi bakmayacakları endişesi taşıdıkları ve doktordan gelecek tepkiden çekindikleri ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra hastaların bilgi taleplerinden çoğu Sağlıklı bir iletişimin gerçekleşmesi ve doğru kararların alınabilmesi için, doktor-hasta ilişkisinin bir arkadaş ilişkisi formatında olması gerekir. Hastanın sağlığıyla ilgili olarak, kaygılarını ve şikâyetlerini doktoruna açık ve net bir şekilde aktarması, doktorun da sağlık konusundaki bilgilerini hastaya açık ve anlaşılabilir olarak iletmesi gerekmektedir. Örneğin yapılan bir araştırma; göğüs kanseri tedavisi gören kadınların yarısının, kendilerine hastalıkları konusunda verilen bilgiyi anlamadıklarını ortaya koymuştur. Münih Kanser Araştırmaları’ndan Dr. Kerr, doktor-hasta iletişimindeki kopuklukların hastanın hayat kalitesinde kalıcı etkiler yarattığına dikkati çekerek, “daha iyi bir iletişim, göğüs kanseri tedavisini daha etkili duruma getirmenin en ucuz ve en kolay yöntemidir” Doktor-hasta arasındaki diyalog o kadar önemlidir ki, bazen hasta, hekimine daha ilk gidişte pozitif iletişim kurabilmişse, psikolojik olarak rahatlayıp tedavideki iyileşme süresinde ilk adımı atmış olur. Doktor-hasta ilişkisindeki iletişimin nesnel döngüsü, hastanın sağlığını doğrudan etkileyebileceği gibi, doktorların mesleki anlamda bulundukları konumun ifade edilmesinde kullanılabilecek bir kriter olarak de-

ğerlendirilebilir. Bu değerler, doktorlara bireysel ve mesleki gelişimlerinde kullanabilecekleri veriler sunabilmektedir. Objektif ve kalıcı geri bildirime gereksinim duyan doktorların, etkili bir iletişimle bunu başardıkları söylenebilir. Sağlıklı bir toplum yaratılması ya da mevcut sağlıklı ortamın devamının sağlanması hasta ile doktor arasında kurulabilecek ilişkilerin nitelikleriyle yakından ilişkilidir. Tanı koyma ve tedavi etmede başarılı olma, hastalarla kurulabilecek olumlu ilişkilere bağlıdır. İyileşmek ve hastalığının gerçek nedenlerini ve tedavi yollarını öğrenmek isteyen her hasta, doğal olarak doktorlarıyla iyi ilişkiler içerisinde olmak zorunda ve amacındadır. Ancak doktor merkezli olan ve tamamen doktor tarafından yönlendirilen doktor-hasta ilişkisinde, hastalar genellikle doktor karşısında kendi gerçeklerini veya akıllarındaki soru işaretlerini tam olarak soramamakta ve bu karmaşa hastaları farklı iletişim arayışlarına itebilmektedir (Yağbasan.-Çakar. 2005). Genel tıpta da, psikiyatride de muayenenin olmazsa olmaz beş temel unsuru vardır. Bunlar 1) çok iyi bir gözlemci olmak, 2) çok iyi dinlemek, 3) hastayla empati (eşduyum) kurabilmek, 4) tarafsız kalabilmek, 5) sorumluluklarının, yükümlülüklerinin, yapabileceklerinin ve yapılabileceklerin sınırlarını iyi bilmektir. Teknik kolaylıkların müthiş geliştiği çağımızda, özellikle bazı genç doktorlar hemen filmlere, tomografilere, MR’lere ve tahlillere sarılıp hastayı âdeta ikinci plâna ittiklerini müşahede ediyoruz. Hâlbuki hasta hekim ilişkisi hem beşerî (human: insan insana) hem de insanî (humane: insanca) vasıfları iç içe barındırdığından dolayı son derecede özel bir süreçtir. Acil ve özel durumlar dışında, kendine bakım ve ihtimamı yerinde ama abartısız, kılığı kıyafeti en azından düzgün ve hekimlik ciddiyetine yakışır dozda tutulmuş, kendinden emin ama gülümseyen bir çehreyle, aldırmazlık duygusunu asla doğurmayan bir sükûnet içerisinde hastasına “merhaba” diyen bir hekim, bu ilişkiyi en baştan kazançlı kurmuş demektir (Doksat, genetikbilimi.com). Hekim-hasta ilişkilerinde başlıca dört modelden bahsedilebilir: 1) Otoriter, Aktif-Pasif Model: Her şey hekime bırakılmıştır. Bilinci bozuk veya kapalı olan, hareketsiz veya hezeyanlı hastalarda idealdir. Hekimin mutlak yönetici olduğu ilişki tarzıdır; bu modelde hasta tam bir baş eğme, sorgusuz itaat etme durumundadır. Psikotik, işbir­liği kurulamayan -meselâ küçük çocuklarda, bilinci bozuk veya


komadaki hastalarda- işe yarar. Kom­ pliyans kavramı daha ziyade bu model için geçerlidir. 2) Öğretmen-Öğrenci Modeli: Hekimin başatlığı belirgindir; babacan ve kontrol edicidir; hastanınki ise resesif, kabullenici ve baş eğicidir. Ameliyat sonrası bakım için idealdir. 3) İşbirliği ve Sorumlulukları Karşı­ lıklı Paylaşma Modeli: Sorumluluk ve yükümlülükler uygun bir şekilde paylaşılmıştır. Kronik böbrek yetmezliği, hipertansiyon, diyabet, -bazen de- pnömoni (zaatürre) gibi hastalıklarda, eğer hasta ve hastanın hastalığı elveriyorsa, ideal modeldir. Psikoedükasyon (hastanın ve çevresinin durum hakkında yete­rince bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi) yeterince yapılırsa, içgörüsü yerinde olan psiki­ yatri hastalarında, meselâ depresyonluların ekserisinde bu model işlevsel olacaktır. Tedaviye bağlılık ve işbirliği kavramları daha ziyade bu model için geçerlidir. 4) Dostluk Modeli (Sınır­ ların ve Rollerin Karıştığı Model): Amerikan standartlarında genellikle işlevsellikten uzak, bazen de meslek ahlâkına aykırı telâkki ediliyor ve “genellikle hekimde psikolojik sorunların olduğunu düşündürür” deniyor. Empatiyle sempati, dostane yak­laşımla dostluk etme, sevecenlikle sevme birbirine karışmıştır. Roller­deki bu belirsiz­lik tedavinin düzgün uygulanmasını da bozar. Sonuç Sosyal bir varlık olarak insanın en temel gereksiniminden biri de iletişimdir ve sosyalleşmenin temel koşuludur. Doktorlar, etkili iletişim kurma metotlarını tam anlamı ile uygulayarak, hastalarıyla etkili bir iletişime girebildiklerinde, kişilerin sağlık inancı modelinin de pozitif yönde gelişimine katkıda bulunabilmektedirler. İletişimsel başarı; doktorların, hastanın sahip olduğu düşünceleri anlamasına, hastaların ise doktorların ne anlattıklarını anlamalarına bağlıdır. Doktorlar hastaların sırdaşıdır ve çoğu zaman hastalar ailelerinden sakladıkları problemleri onlarla paylaşmaktadırlar. Bu açıdan gereksinim duyulduğunda arayabileceği doktora rahatlıkla ulaşabilmek, hastayı psikolojik açıdan rahatlatmakta ve hastaya güven verebilmektedir. Bazı hastalıklardan

veya tıbbi süreçlerden sonuç alınmasının uzun zaman gerektirdiği durumlarda konu daha da önem kazanmaktadır. Örneğin; kanser hastaları, medikal tedavinin yanı sıra psikolojik destek ve güvene de ihtiyaç duyabilmektedirler. Aynı şekilde kısırlık tedavisi gören has-

taların da uzun bir tıbbi sürece ihtiyaçları vardır. Zaman alan, bazen üst üste tekrarlanan tıbbi müdahaleler sırasında doktor-hasta iletişimi ve hastanın doktoruna güvenmesi bu anlamda son derece önemlidir (Yağbasan.-Çakar. 2005).

Kaynakça

Cirhinlioğlu, Z. (2001) Sağlık Sosyolojisi, Nobel Yayınları. Ankara,

Doksat, M. K., Hekim hasta ilişkileri www.genetikbilimi.com/gen/hekimhasta.htm

Ersoy, F., Aile hekimliğinde doktor hasta iletişimi ve önemi, www.ailehekimligi.com.tr/? Ctrl... Doktor. iletisimi.

Yağbasan. M.-Çakar, F., Doktor-hasta ilişkisinde dile ve davranışa dayalı iletişimsel sorunları belirlemeye yönelik bir alan araştırması,(2005), Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Ens., Konya

49


50


51


KANSER ÖNLENEBİLİR

TÜRK KANSER ARAŞTIRMA VE SAVAŞ KURUMU DERNEĞİ

Dünya Kanser Günü 2011: Kanser her yıl 7.6 milyon insanı öldürmekte ve bu ölümlerin üçte ikisi orta ve düşük gelir düzeyli ülkelerde gözlenmektedir. Tüm Dünya’da milyonlarca insan, ispatlanmış önleme, erken tanı ve tedavi yöntemleri ile kanserden kurtarılabilir.

52

Her yıl kanser küresel düzeyde AIDS, Sıtma ve Tüberküloz’un toplamından daha çok sayıda insanın ölümüne yol açmaktadır. Araştırmalar tüm kanser ölümlerinin 1/3’ünün önlenebilir olduğunu, bir diğer 1/3’ünün de erken tanı ve tedavi ile önlenebilir olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, hemen harekete geçilmediği takdirde, kanser yükü artmaya devam edecek ve özellikle imkanları sınırlı ülkelerde 2015 yılına kadar büyük artışlar gözlenecektir. Bunun için acilen harekete geçmek gerekmektedir. 2005 yılında, Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü (the Union for International Cancer Control, UICC) giderek büyüyen kanser krizini halkın, hükümetlerin, sağlıkta politika yapıcıların dikkatine getirmek için “Dünya Kanser Günü” aktivitelerini başlatmıştır. 4 Şubat 2011 Dünya Kanser Günü’nde, “Dünya Kanser Bildirgesi” konu olarak alınmıştır ve “Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü, UICC” herkesin 2020 yılına kadar küresel kanser yükünün azaltılması için bir plan olan, Dünya Kanser Bildirgesini imzalamasını istemektedir. Dünya’da her yıl 12.7 milyon insan kansere yakalanmakta ve maalesef 7.6 milyonu ölmektedir. Dünya’da her yıl kansere yakalanan insan sayısı İstanbul’un nüfusu kadardır, her yıl Londra’nın nüfusu kadar insan ise kanserden ölmektedir. Dünya Sağlık Örgütü hemen harekete geçilmez ise, 2030 yılına kadar küresel düzeyde kanser ölümlerinin % 80’e kadar artacağını tahmin etmektedir. Kansere karşı, kanserin önlenmesi, erken tanısı ve tedavisi gibi ispatlanmış yöntemler olmasına karşın, bu tedaviler, teknolojiler, ilaçlar ve hizmetlere özellikle orta ve düşük gelir düzeyli ülkelerde herkes erişememektedir ve her yıl çok sayıda ölüm gerçekleşmektedir.

Kanserden korunma, kanser riskinizi azaltmak için çok önemlidir. Başta gelen kanserlerin üçte birinden şu yöntemlerle korunulabilindiği bildirilmektedir: •

Sağlıklı beslenme alışkanlıkları,

İdeal vücut ağırlığının korunması,

Düzenli fiziksel aktivite,

Alkol alımının sınırlandırılması.

Kanser riskinizi azaltmakta aşağıdaki tedbirlerin yararı kanıtlanmıştır: •

Tütün kullanmamak ve başkalarının kullandığı tütünün dumanından (pasif içicilik) korunmak,

Aşırı güneşe maruz kalmamak,

Kansere yol açan enfeksiyonlardan korunmak.

Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı ve aynı zamanda Dünya Kanser Kontrol Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tezer Kutluk, “Türkiye’de her yıl 200.000 kadar insanın kansere yakalandığını, eğilim böyle gittiği sürece tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de kanserin artacağını, bu açıdan sağlıklı yaşam tarzının kanserden korunmada en önde gelen unsur olduğunu söylemektedir” Sağlıklı yaşam tarzı hem yüksek hem de düşük gelirli ülkelerde kanser gelişme riskini azaltmaktadır. Hastalarımın çoğu ‘keşke yaşantımda daha önceden kanserden korunmaya yönelik önlemleri alsaydım’ demektedir. Bütün hastalarım adına sizlere yaşam tarzınıza dikkat ederek kanser riskinizi azaltabileceğinizi söylüyorum. Hemen harekete geçin sadece kendinizi değil,


Sağlıklı yaşam tarzı hem yüksek hem de düşük gelirli ülkelerde kanser gelişme riskini azaltmaktadır. Hastalarımın çoğu ‘keşke yaşantımda daha önceden kanserden korunmaya yönelik önlemleri alsaydım’ demektedir. Bütün hastalarım adına sizlere yaşam tarzınıza dikkat ederek kanser riskinizi azaltabileceğinizi söylüyorum. Hemen harekete geçin sadece kendinizi değil, sevdikelerinizi de koruyun.” Dr. Eduardo Cazap, Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü Başkanı.

sevdikelerinizi de koruyun.” Dr. Eduardo Cazap, Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü Başkanı. 2011 yılı içinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu yapacağı çok özel ve üst düzey bir oturumda “Bulaşıcı olmayan hastalıkları” konu alacak ve gelecek kuşaklara kansersiz bir dünya bırakmak için önemli bir adım atacaktır.

büyüyen kanser krizine devlet liderlerinin ve sağlık politikası planlayıcılarının dikkatini çekmeye yönelik bir araçtır. Dünyada gelecek kuşaklar için kanseri bir tehdit olmaktan çıkarmayı vizyon edinmiş olan, tüm kıtalardan kanser savunucuları, resmi ve sivil kuruluşlar arasındaki bir uzlaşıyı ifade etmektedir.

Bildirge, 2020’ye kadar ulaşılması beklenen 11 hedef içermektedir. Bildirgeyi hazırlayan ve izleyicisi olan UICC, ulusal ve uluslararası düzeyde bu hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik öncelikli eylemleri desteklemektedir ve küresel düzeyde kapsamlı planları teşvik etmektedir.

Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Hakkında 1947’de kurulmuş olup, ülkenin ilk sivil kanser örgütüdür. 1969’da Uluslararası Kanser Savaş Örgütü’ne üye olmuştur; o zamandan beri bu örgütle yakın işbirliği içinde çalışmaktadır. Ulusal ve uluslararası düzeyde kanserin önlenmesi, kanser kontrolü, kanser araştırmaları konusunda çalışan bu sivil toplum örgütü, 2008 yılında Dünya Kanser Kontrol Örgütü’nün “Yılın En Başarılı Kanser Örgütü” ödülünü almıştır. Dünya Kanser Kontrol Örgütü Hakkında Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü (The Union for International Cancer Control, UICC) kendini küresel düzeyde kanserin önlenmesine ve kontrolüne adamış, Dünyanın en önde gelen kanser örgütüdür. UICC’nin misyonu, kanserin gelecek kuşaklar için hayatı tehdit eden bir hastalık olmaktan çıkartılmasıdır. Dünya genelinde 120’den fazla ülkede 400’den fazla kanser cemiyetinin üye olduğu UICC, 1933 yılında kurulmuştur. Genel Merkezi Cenevre’dedir. Dünya Kanser Kanser Deklarasyonu Hakkında Dünya Kanser Bildirgesi, Küresel düzeyde kanser yükünü 2020 yılına kadar önemli düzeyde azaltmak için,

53


BİR KATARAKT AMELİYATI KAZASI:

7 (YEDİ) KÖR!!!

NEDEN: Bu aslında bir cerrahi kaza haberi. Çünkü her işte olduğu gibi ameliyatta da her şey, en iyi sonucu almak için uygun olmalıdır. Bir trafik kazası birçok sebeple ortaya çıkar. Yol, araba ve tabi ki bir insan olan şoför. Katarakt ameliyatı göz içinde ki orijinal merceğin kapsülünün, içinin boşaltılması ve bir kapsül içine yapay mercek konulması ile sonuçlanır. Her aşaması çok özenle yapılmalıdır. Ameliyatın başarısını sağlayan üç etmen; Ortam, malzeme ve insandır. ORTAM: Yani ameliyathane oldukça özel ortamlardır. Her ameliyat öncesinde uygun solüsyonlarla temizlenmelidir. Ameliyat masası steril örtüyle örtülmelidir. Her malzemeyi açmadan önce iyi şekilde steril olduğu kontrol edilmesi gerekir. Op. Dr. Sait Nafiz MUTLU Kayseri Maya Göz Hastanesi

Her ameliyatta yaklaşık 20 çeşit alet ve 3-4 çeşit solüsyon kullanılır. Bu aletler ve solüsyonlar en iyi marka ve özellikte olmalıdır. Çünkü, her ameliyatta bu aletler ve solüsyonlar defalarca göz içine girecektir. Göz içine her girişte malzemeler kirliyse göz içine enfeksiyon taşırlar. Bu nedenle her hastada ayrı alet ve solüsyon kullanılmalıdır. Çünkü hangisi kirlidir göremezsiniz. Bir katarakt ameliyatında her şey yolunda ise enfeksiyon ihtimali on binde birdir. Ama neden aynı günde yedi kişi birden enfeksiyon sonucu gözlerini kaybetti. Burada söylenmesi gereken çok şey var. Böyle bir durumda en önemli sebep “İHMAL veya HATA”dır. Bu olayda ya bir malzemenin steril olmadığı fark edilmedi, veya ekipten biri sterilizasyonu bozduğunun farkına varmamıştır. Bir kez oluşan kirlenme yedi hastanın hepsinin gözüne enfeksiyonu bulaştırmış olurlar. Eğer her hastada farklı malzeme kullanılmış olsaydı, en-

54

feksiyon belki de sadece birkaç hastada sınırlanacaktı. Bu seri ameliyat yapmanın en önemli detayı, bir günde birden çok hasta ameliyat yapacaksanız; her hasta için ayrı malzemeler kullanılmalıdır. Böylece her hasta, diğer hastalardan tamamen bağımsızlaşacaktır. Peki doktor bu konuda cerrahi bir hata yapmış olabilir mi? HAYIR, çünkü enfeksiyon bir cerrahi hata sonucu oluşmaz. Bir bulaşma sonucu oluşur. Doktor her şeyi mükemmel yapsa dahi, bir yerden bulaşmış enfeksiyon gözü mahvedebilir. Her şeye karşın göz içine ameliyat sonrasında verilen antibiyotikler bu bulaşmayı önleyebilir. Enfeksiyon oluştuğunda göz içinde ki tüm dokuları sarar. Bir kaç gün içinde nerdeyse geri dönüşümsüz hale gelir. Bu nedenle ameliyat sonrası iyi bir takip yapılmalıdır. Hastanın ertesi gün görülmesi ve en küçük bir enfeksiyon emaresi doğru değerlendirilmelidir. Eğer erken tespit edilirse tedavisi mümkün olabilmektedir. Yani ameliyat beş dakikalık bir olay değildir. Ta en başından en sonuna kadar çok ince bir iştir. Çünkü başarısızlık bir göze mal olabilir. İyi bir göz ameliyatı için iyi bir ameliyathane, malzeme ve en önemlisi bütün bunları en iyi şekilde yapmak isteyen bir ekip gereklidir.


55


SÜLÜK TEDAVİSİ

Dr. Mustafa Mücahit YILMAZ Özel Sağlık Hizmetleri

Hirudoterapi;’sülüklerle tedavi’ anlamına gelen bir doğal tıp tedavi metodudur. Aslında bu yöntem için doğal tıbbın cerrahi tedavisidir şeklinde de bir ifade kullanabiliriz.

olarak yaşar. Bazı sülükler denizlerde olduğu halde, çoğu tatlı sularda yaşarlar. Yüzeysel bitki bulunan havuz, göl ve hafif akan çayların kenarını tercih ederler.

Öncelikle sülük yapısı ve tedavinin tarihçesinden bahsedeyim. Sülükler eski çağlardan beri gerek insanları tedavi edici ve gerekse omurgalı ve omurgasız canlılarda parazit olarak tanınmaktadır. Çok eski zamanlardan beri tıbbi sülük( Hirudo medicinalis) kan basıncını düşürmek için insanlar tarafından kullanılmakta idi. Sülüklerin Osmanlılar tarafından kullanıldığı ve bu konu ile ilgili yazılı eserler hazırladıkları bilinmektedir. Osmanlılarla beraber Fransızlar da sülüklerden yararlanmışlardır. Tıbbi amaçla 1830 yılında Paris hastanelerinde beş milyon sülük kullanıldığı bildirilmiştir.

Sülüklerin bilinen 500 den fazla çeşidi mevcuttur. Ancak hirudo medicinalis tipi(ki bununda 10 alt tipi vardır)tıpta kullanılabilinir ve bu tipte, yeryüzünde en fazla ülkemizde bulunmaktadır ve tüm dünya ya en fazla ülkemizden ihraç edilmektedir.

Sülük,1cm ile 30 cm uzunlukta olabilen, ağız ve anüs yapısı olup, ortasında salgılarını biriktirdiği bir kesecik olan basit yapıda bir hayvancıktır. Çenesinde 60-100 arasında dişleri mevcuttur. Ve ısırdıkları yerde Mercedes arması şeklinde iz bırakırlar. İnsan ve hayvan sağlığını ilgilendiren sülüklerden Hirudo medicinalis 20 cm, Haementeria ghilianii ise 30 cm büyüklükte olabilmektedir. Sülüklerin anatomisi dikkat çekecek derecede tek örnektir. Vücut tipik olarak dorso-ventral yassılaşmıştır. Vücutları daima sabit sayıda 34 segmentten oluşur. Bütün sülükler kan emici değildir. Kan emenler balık, kurbağa, kaplumbağa, salyangoz ve kabuklu su canlıları ile omurgalı hayvanlarda dış parazit

56

Peki, gözü ve işitme organı bile olmayan bu hayvancığı bu kadar önemli kılan nedir. Elbette “Pis kanı emmesi” değildir. İçerisinde 100 den fazla etken madde bulanan, salgılarıdır bu canlıları önemli kılan. Bu maddelerden bir kısmı kanın pıhtılaşmasını engellerken, bir kısmı da oluşmuş pıhtıları eritirler. Birkaç etken madde de ağrı kesici özellikte olup,kan basıncını dengeleme özelliğine sahiptir.Ayrıca,sülük tedavisinin antibakteriyel,anti depresan,antioksidan etkinliği yapılan çalışmalarla ortaya koyulmuştur.Nitekim,Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi(FDA)sülük tedavisini akredite etmiş ve Avrupa’daki gibi eczanelerde satılmasına izin vermiştir. Tıptaki ve bizimde sülükleri kullandığımız rahatsızları şöyle özetleyebiliriz: Hiper tansiyon, kalp damarlarındaki tıkanıklıklar ve diğer bazı kardiyovasküler hastalıklarda, bacaklardaki derin toplardamar tıkanıklıklarında (varislerde)ve diğer bazı atardamar ve toplardamar hastalıklarında, sülük tedavisi uygulanmaktadır. Ayrıca; kornea


iltihabı, retina tabakası iltihabı, gözde oluşan hematom, retina altında oluşan kanamalarda glokom gibi göz hastalıklarında da kullanılmaktadır. Kulak çınlaması, kronik kulak iltihabı, sinüzit, deri iltihabı, hemoroid, ülserler, ekzema ve dolama gibi rahatsızlıklarda kullanılmaktadır. Eklem yangısında ve eklemlerin aşınmasında ortaya çıkan ağrıların azaltılmasında, parçalanmış dokuların tekrar eski haline getirilmesinde, kazalarda kopan el, kol, ayak ve parmak gibi kısımların yerine dikilmesinden sonra kan dolaşımının sağlanması için bugün birçok ülkede ve ülkemizde Sülükler kullanılmaktadır. Şeker hastalığına bağlı derin yaralarda, yeni kapillar damarların oluşumunda ve kan

sirkülasyonunun sağlanmasında sülüklerden çok ciddi istifade edilir. Çeşitli travmalar sonucunda gelişen şişlik, yangı ve hematom gibi ağrılı olayların tedavisinde sülükler kullanılarak çok başarılı sonuçlar alınmaktadır. Sülüğün tükürük salgısı tedavi edici kimyasal salgılar yönünden de zengindir. Bunlarda birisi Hirudindir. Hirudin antikuagulan özellikte olup heparin yerine kullanılabilmektedir. Tıkanmış damarların açılmasında kullanılmaktadır. Özetle; Sülük tedavisi kan dolaşım düzensizliği düşünülen tüm vakalarda, yara tedavilerinde, bölgesel enfeksiyonlarda, bölgesel ve derin ağrılarda, bel-boyun fıtıklarında(bölgesel ödemi çözmek için),kronik yorgunluk sendromlarında, kan pıhtılaşma düzensiz-

liklerinde, nörolojik hastalıklarda(felç gibi),cilt hastalıklarında, bazı kanserlerde… Tedaviye destek olarak rahatlıkla kullanılabilinir. Ve bizde bu endikasyonlarda yoğun bir şekilde sülük tedavisinden destek almaktayız. Sülüklerin tedavide kullanılması mümkün ve çok yararlı olmakla beraber doğadan direk toplanarak insanlar üzerinde doğrudan uygulanmasının da sakıncaları bulunmaktadır. Sülükler insan tedavisinde kullanılacaksa mutlaka sülük üretim ve yetiştiriciliği yapan bir işletmeden sağlanması gerekir. Aksi halde doğadan toplanarak kullanılan sülüklerle insanlara özellikle kanla bulaşan Hepatit, AIDS ve protozoon enfeksiyonlarını bulaştırılabilir. ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerde sülükle tedavi merkezleri kurulmuştur. Bu merkezler insanlara uyguladıkları sülükleri yine aynı ülkelerde faaliyet gösteren sülük üretim ve yetiştiricilik işletmelerinden sağlamaktadırlar. Bu tedavi merkezleri doğadan toplanan sülüklerin doğrudan insanlara uygulanmasının etik olmadığını da her platformda dile getirmektedirler. Uluslararası Natural Tıp Kongresinde (2003) yapılan Hirudoterapi oturumunda tüm bilim adamları doğadan toplanan sülüklerin insanlara uygulanmasının sakıncaları üzerinde durmuşlar ve bunun etik olmadığı konusunda hemfikir olmuşlardı. Tedavi merkezlerinin kültür edilmiş sülükleri kullanmaları gerektiğini ortaya koymuşlardır. Ve bizde kendi merkezimizde, bu merkezlerden aldığımız sülükleri hastalarımıza uyguluyoruz. Son olarak şunu söylemeliyim: tüm doğal tıp metotları ve sülük tedavisi, konusunda uzman ve eğitimli hekimlerce uygulanmalıdır. Sağlıkla kalınız…

57


NOVART KİŞEYE ÖZEL TASARIM

58

Kişiye özel tasarımaları ve profesyonel ekibiyle adından giderek daha çok söz ettiren bir dekorasyon firmasını konuk ettik, Dr.’nin bu sayısında. ‘Daha yapacak çok işimiz var’ diyen Özgür Bey, Novart olarak şimdiden çok sayıda projeye imza attıklarını ifade etti. Kendisiyle yaptığımız söyleşide Novart’a dair şunları söyledi:


Erim Mimarlık; dekorasyon, mühendislik, inşaat sektöründe NOVART markası ile geçmişten aldığı tecrübe ve en önemli sermayesi kalifiye çalışanlarından aldığı güçle, her zaman tercih edilen olmak ve müşterilerine en iyisini verebilmek için, farklılıkları bularak, üreterek profesyonel çözümler sunuyor.

Merhaba Özgür Bey öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? 1976 Tomarza doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Kayseri’de tamamladıktan sonra Niğde Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldum. Kısa bir dönem şantiye şefliği ve projecilik yaptım. 2001 yılından itibaren mobilya ve iç dekorasyon alanlarında çalışıyorum. Diş Hekimi Ülkü Eroğlu ile evliyim , Beste ve Efe adında iki harika evlat sahibiyim. Novart’ı ne zaman kurdunuz; ortaklarınız ya da yol arkadaşlarınız kimler? Bize Novart’I biraz anlatır mısınız?

ürettiği çözümlerdir. Siz de kabul edersiniz ki arz ve talep ticaretin sürekliliği için lazımdır. Siz hedeflerinize ulaştığınıza inanıyor musunuz? Biz her zaman kendimize ulaşılması zor hedefler koyduk. Bu gün hedefimize ulaştık dersek misyonumuz bitmiş demektir. Kayseri’de, Çay bağlarında Aden Evleri, Kaya Park, 3’En Villası gibi Villa dekorasyon ve Lavantes Bistro Restoran , Soep Güzellik Merkezi, Kaya Park İş merkezi , muayenehane dekorasyonu gibi daha adını sayamadığımız birçok elit projeye imza attık. Elbet-

2001 yılından itibaren mobilya sektöründe, toplu konutlara mutfak ve banyo mobilyaları imalatı yaptım, Pierre Cardin mobilyada Genel Müdürlük görevlerinde bulundum. 2009 yılında sektörde edindiğimiz bilgi ve deneyimlerimizle NOVART markası adı altında makine mühendisi kardeşim Sinan Eroğlu ve endüstri ürünleri tasarımcısı İsa Candemir ile birlikte mekana özel mobilya çözümleri sunma misyonu ile kendi işyerimizi kurduk. Görmekte olduğumuz tasarımlar Novart’a özgü tasarımlar mıdır? Tabiki, görmüş olduğunuz tasarımlar Novart markasına özgü tasarımlardır. NOVART markasının en büyük özelliği, sektördeki geçmişinden gelen bilgi ve deneyimleri ile kişiye özel yaptığı tasarımlar ve mekanlara özel

59


te bu projeler bizim için yeterli değil, daha yapacağımız çok iş var diye düşünüyoruz. Günümüzde sağlık ve hijyen konusunda büyük bir titizliğin olduğu gerçeğinden yola çıkarsak; tasarımlarınızda kullandığınız malzemenin özellikleri sağlık ve hijyen açısından hangi özelliklere sahiptir? Mobilya imalatında kullandığımız metal aksesuarların birçoğu Avrupa’dan ithal malzemeler olup Avrupa’da bir çok güvenlik ve sağlık testlerinden onaylıdır. Kullandığımız ahşap malzemeler formaldehit içermeyen E1 kalite standardındadır. Ahşap kaplamalar ve masif malzemelerimiz doğal olup birçoğu egzotik Afrika ağalarından elde edilmiştir. Mobilyalarımızda kullanılan boyalar solmayan, çizilme direnci fazla olan malzemelerdir. Tezgahlarda, barlarda, bankolarda kullandığımız LG HI-macs markalı akrilik malzememiz ,anti bakteriyel özelliğe sahip olup 15 yıl garantili, sağlıklı ve hijyenik bir malzemedir. Kişiye özgü tasarım modeliyle Kayseri’de bir ilk olarak faaliyet vermekte olan Novart’ın bunun dışında müşterilerine sunduğu hizmet ve yenilikler hakkında bilgi verir misiniz? Novart müşterilerinin ihtiyaçlarını yerinde tespit ederek alternatif ta-

60

sarımları ve çözümleri görsel olarak gerçeğine yakın 3 boyutlu çizimlerle sunar. Tasarımdan, sunuma, imalattan uygulamaya kadar birçok safhada işini titizlikle yapar. Sektördeki trendleri ve yenilikleri yakından takip eder,yeni teknolojilere öncülük eder. Mesela banyolarda buğu yapmayan, led aydınlatmalı ayna bunlardan birisidir. Ayrıca NOVART kendi bünyesinde kaplama masif, akrilik ve lake boyayı kombine çalışabilen tek mobilya dekorasyon firmasıdır. Bu projelerin gerek tasarım gerekse de uygulamasında farklı kombinasyonlar sunarak,esneklik sağlar. Size ve ekip arkadaşlarınıza Dr. olarak teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Bize kendimizi ifade etme olanağı veren Dr.‘a ve böyle güzide bir derginin çıkmasında emeği geçen herkese teşekkür eder yayın hayatınızda başarılar dileriz.


61


MEME BÜYÜTME AMELİYATI

(PROTEZ) Meme kadınlar için fiziksel, psikolojik ve fizyolojik öneme sahiptir. Memeleri normalden küçük olan veya istediği ölçüde olmayan kadınlar kendilerini daha mutsuz hisseder. Ancak bu sorun çözümsüz değildir. Günümüzde meme içine yerleştirilen özel protezlerle istenilen boy ve ölçüde meme boyutuna sahip olmak mümkündür. Bu ameliyat her yaştaki kadına güvenle uygulanabilmektedir. Meme büyütme ameliyatı sonrası hamile kalabilir ve ham,lelik sonrası bebeğinize süt verebilirsiniz. AMELİYAT ÖNCESİ

Op. Dr. Okan Özgür ÖZTURAN Erciyes Hastanesi Estetik Cerrahı

Meme ameliyatı düşünen her kişinin atması gereken ilk adım bir plastik cerraha danışmaktır. Doktorunuz, muayene ettikten sonra, göğüs kafesini kaplayan deri ve göğüslerin durumu gibi ameliyatla ilgili kararları etkileyecek diğer değişkenleri tartışacaktır. Doktorunuz sizinle nasıl bir meme istediğinizi görüşecek, ameliyatın tipine ve kullanılacak proteze karar verecektir. Aynı seansta ameliyat sonrası bakım ve takibinizle ilgili bilgileri de alacaksınız. Memenin bariz olarak sarkık olduğu vakalar için, cerrah meme büyütme ameliyatına ek olarak meme derisini azaltacak, yeniden şekillendiren bir yöntem önerebilir. AMELİYAT Meme büyütme ameliyatı hastane ortamında, ameliyathane şartlarında yapılmaktadır. Ameliyat için genel anestezi tercih edilmekte, bu sayede tüm ameliyat esnasında uyumaktasınız. Bu durum hem hasta, hem de doktorunuz için ciddi bir rahatlık sağlamaktadır. Ameliyat memenin durumuna ve kullanılan proteze göre değişmekle beraber 2 saat kadar sürebilmektedir. Ameliyat sonrası ince bir pansumanın üstüne bandaj yapılmış şekilde uyanacaksınız. Ameliyat sonrası hafif bir ağrı kesiciyle ağrı duymanız engellenecektir. Ameliyat sonrası ertesi gün taburcu olmanız mümkündür.

62

AMELİYAT SONRASI BAKIM İÇİN BİLGİLER: Ameliyat sonrası bandajlarınız 3. günde açılacak ve pansumanınız yapılacaktır. Bundan sonra duş almanız mümkündür. Ameliyattan sonra morluk ve şişlikler oluşabilir, bunlar geçicidir ve tamamen kaybolacaktır. Ameliyat sonrasındaki ilk iki hafta yatarken sırtüstü yatmalısınız. Bu dönemde memelerinize darbe almaktan sakınmalısınız. Mümkünse evde dinlenmek, hem iyileşme sürecini hızlandıracak hem de sizi rahat ettirecektir. Ameliyat sonrası ilk iki gün kollarınızın hareketini mümkün olduğu kadar azaltın. İlk hafta içinde ise az miktarda kol hareketleri yapmalısınız. Ağır kaldırmamalısınız. Bu süre içinde araba kullanmayın. 3 hafta boyunca spordan uzak kalmalısınız. Daha sonra hafif yürüyüşlerle başlayabilirsiniz. Artık, gündelik yaşama aktif şekilde katılabilirsiniz. İstediğinizi giyebilir, kendinize güvenin tadını sonuna kadar yaşayabilirsiniz.


SAÇ EKİMİ Op. Dr. Okan Özgür ÖZTURAN

Saç dökülmesi genellikle ense ve şakakların dışında kalan “taç bölge” olarak adlandırılan başın üst bölgelerinde görülmektedir. Genç ve aktif insanlarda saç dökülmesi ciddi psikolojik ve sosyal sorunlar oluşturabilir. Saç dökülmesinin genetik bir yanı olduğu gibi; stres, çevre kirliliği, kullanılan kimyasallar vb.. gibi yanları da vardır. Günümüzde saç dökülmesinin kesin bir tedavisi yoktur. Dökülmüş saçlarda folikül kaybı oluştuğunda hiçbir ilaç yeniden saçın çıkmasını sağlayamaz. Saçlarda yaşanan dökülmenin sebebine bağlı olarak yapılması gereken en doğru işlemin; doku transplantasyonu olduğunu söyleyebiliriz. Saç ekimi için alınacak doku ise başın arka tarafı iki kulak arası ense üstündeki genetik olarak dökülmeyen saçlı bölgeden tıbbı sınırlar dahilinde belirlenmiş miktarda, lokal anestezi ile küçük cerrahi işlemle çıkartılan doku parçası, daha sonra tek tek saç köklerine (greft) ayrılarak tamamen dökülmüş veya seyrelmiş alana transfer edilir. Kafa bölgesindeki saçlı kısımlar kanlanma açısından vücudumuzdaki diğer birçok alandan daha aktiftir. Mikro cerrahi yöntemle saç ekim süresi transfer edilen doku miktarına bağlı olarak yaklaşık 3,5 ila 4 saat arasında bir operasyonla tamamlanabilmektedir. Nakil yapılan saçlı dokular ortalama 48 saat içinde bulunduğu ortama adapte olmaktadır. 3. haftadan itibaren ekilen saçlar dökülür. Ancak saç köklerinden 10-12 haftadan sonra saçlar, sakal gibi yeniden çıkmaya başlar. Yeniden çıkan saçlar 20-25 hafta sonra taranacak seviyeye gelir ve 1 yıllık sürecin sonunda hacimsel dolgunluğunu yakalamış olur. Transfer edilen saçlar insanın ömrü ile doğru orantılıdır. Pratikte uygulamalara bakarak rahatça ekilen saçlarda yeniden dökülme riski olmadığını söylemekteyiz. Mikrogreft tekniğinde amaç doğal

görüntüyü yakalayabilmektir. Saç nakli yapılan bölge dışardan bakanlar tarafından belirgin olmamalıdır. Kliniğimizde yapılan saç ekim işlemi sonucunda doğal görüntünüzü geri kazanabilmektesiniz.

görebilmek için özel bir gözlük kullanmaktadır. FUE yavaş ve hassas çalışma gerektirdiğinden, mikro cerrahi işlemden daha uzun sürebilir.

Nakil yapılacak greft sayısı hakkında farklı rakamlar verilse de bu sayı sonuçta insan kafa yapısı büyüklüğü ile doğru orantılı olmaktadır. Kafa yapısı ve esnek cilt yapısı nakil yapılacak miktarı belirlememizde en önemli referans teşkil etmektedir. Mikrocerrahi yöntemle genelde 1000 kökün üzerine rahatlıkla çıkılabilmektedir. FUE (FOLLICULAR UNIT EXRACTION) FUE yöntemi ile saç nakli işlemini tanımlarken foliküler üniteye değinmek gerekirse etrafında dermal bir kılıf bulunan içerisinde ise 1-4 (çok nadiren 5’li) adet kıl folikülü bulunan küçük sinir ve damar ağları ile çevrili olan anatomik ve fizyolojik bir görünüm oluşturan küçük yapı taşlarıdır. FUE yöntemi ile nakil yapma dünyada 1997 yılında başlamış ve günümüzde uygulanmasına devam edilmektedir. Bu işlemin uygulanması aşamasında mutlaka tecrübeli bir ekip tarafından yapılması ve foliküller yapıların özenle korunması ve yapının bozulmaması gerekmektedir. Aksi halde saç ekimi yapılan bölgelerde saçların sağlıklı olarak çıkmadığı gözlemlenmektedir. Follicular unit extraction yöntemi ile kıl folikülleri içleri boş çok küçük ve 1 mm den daha ince yapıya sahip özel iğneler vasıtası ile kıl kökleri çıkartılır ve saçsız alana yerleştirilir.işlem esnasında cerrahınız saç köklerini daha iyi

Mikrogreft tekniğinde amaç doğal görüntüyü yakalayabilmektir. Saç nakli yapılan bölge dışardan bakanlar tarafından belirgin olmamalıdır. Kliniğimizde yapılan saç ekim işlemi sonucunda doğal görüntünüzü geri kazanabilmektesiniz.

63


DÜNYA’DA SENDİKACILIK TARİHİ

Ayfer DOĞAN Tüm Sağlık-Sen Kayseri Şube Başkanı

Dünyada sendikalaşmanın ilk temelleri 1971 yılında İngiltere’de atıldı. Daha sonraki süreçte; 1930’da sanayi devrimi sonrası oluşan kriz, işsizliği tetikledi. Sanayinin gelişmesiyle makineleşme arttı ve çalışma alanında insanın yerini makinalar aldı. Makineler maliyeti düşürdüğü için, işverenler daha çok makineleşmeye gitmiş, birçok çalışan işten çıkarılmıştır. Bunun yanında ağar çalışma koşulları ve sosyal hakların yetersizliği nedeniyle işçiler haklarını koruma yoluna gitmiş ve sendikalar bünyesinde örgütlenerek hak arayışına girişmişlerdir. Sanayi devrimi ile birlikte batıda ağırlık kazanan liberal -kapitalist ekonomik sistemin toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ve toplumsal çatışmaları bitirerek sermaye sahipleri ile çalışanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemek ve adil bir gelir dağılımı sağlamak için demokratik-sosyal devlet ilkesi benimsenmiştir. Aynı zamanda işçi ve işverenlerin taleplerini karşılıklı olarak birbirine iletmeleri; çalışanların üretimden daha fazla pay almaları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verilen mücadeleler sonunda sendikalar gelişmiş ve toplum içindeki güç dengesi sağlanmıştır. Her ne kadar 1919 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) kurulmuş ise de gerekli çalışmaları yapma ve düzenlemeleri yerine getirmede yetersiz ve etkisizdi. Endüstri devrimiyle birlikte batıda ağırlık kazanan liberal-kapitalist ekonomik sistemin toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini yok etmek ve toplumsal çatışmaları bitirerek sermaye sahipleri ile çalışanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemek ve adil bir gelir dağılımı sağlamak için demokratik-sosyal devlet ilkesi benimsenmiştir. Aynı zamanda işçi ve işverenlerin taleplerini karşılıklı olarak birbirine iletmeleri, çalışanların

64

üretimden daha fazla pay almaları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verilen mücadeleler sonunda sendikalar gelişmiş ve toplumun içindeki güç dengesi sağlanmıştır. Sermayenin yükselişi karşısında oluşan denge, sermaye-sosyal refah devleti-sendika (sivil toplum örgütü) üçlü sacayağını oluşturmuştur. Modern toplumsal yapı, bu üç farklı gücün demokratik kurallar çerçevesinde birbiriyle çatışması ve durumu kendi lehine çevirme mücadelesi olarak kendi dengesini kurmuştur. Bu güç unsurlarının herhangi birinde oluşacak yıpranma ve zafiyet de büyük ve zorlu bir dönüşüm süreci geçirmiş olan modern toplumun, yeniden bir kaosa girmesine neden olabilir. Batıda, doğal tarihi mücadele sonunda ortaya çıkan sendikalar, demokrasinin tamamlayıcı ve destekleyici argümanı olarak, her türlü pazarlık hakkını ve gücünü de bünyesinde barındırmaktadır. Gelirin paylaşımı, karar alma sürecine etki ve yönetime katılma konusunda demokrasi sınırları içinde birçok yaptırım gücünü donanmış olan batı sendikaları, muhataplarıyla pazarlık yapabilme ve taleplerini kabul ettirebilme gücüne sahiptir. Çünkü sistem, sendikalara ihtiyaç duydukları gücü elinde bulundurabilmesi için gerekli araçları vermiştir. Batıda ortaya çıkan demokrasi de varlığını, sivil topluma verdiği bu güce dayandırmaktadır. Ne yazık ki son yıllarda görülmekte olan bazı gelişmeler, büyük mücadeleler sonucunda kurulan demokratik dengenin bozulmaya çalışıldığını göstermektedir. Son dönemde ‘etkinliğini giderek artıran sermaye, geniş pazar potansiyeli ve yüksek kar marjı nedeniyle faaliyet alanını devletin yüklenmiş olduğu sosyal hizmetler sektörünü de kapsayacak şekilde genişletmek istemektedir’ ilkesi gereği sosyal olan devlet yapısı içinde, sermayenin


talep ettiği bu hizmetler, aslında devlet tarafından ücretsiz olarak verilmektedir. Bu nedenle sermayenin öncelikli hedefi kendisine engel olarak gördüğü sosyal devleti ortadan kaldırarak, ticari değeri olan her hizmeti bir bedel karşılığında topluma pazarlamaktır. Sermaye, bir taraftan sosyal devletleri yok etmeye çalışırken, diğer taraftan da güç dengesinin asli üyesi olan sendikaları yıpratarak; toplu pazarlık, grev, yönetime katılma hakkı gibi demokratik güç unsurlarını da çalışanların elinden almak istemektedir. Bu süreç; en basit sosyal gereksinimlerin bile para karşılığında temin edildiği, devletlerin sosyal ve ekonomik hayattan tamamen el çektirîldiği, sendikaların gücünün ve etkinliğinin yok edilmesi sonucunda, gelirin büyük kısmının sermaye sahiplerince elde edildiği bir sona doğru gitmektedir. Organizasyon ve denetim dışında hiçbir etkinliği kalmayan bir kurum haline gelen devlet ve her türlü güçle donanmış, gelir dağılımında en büyük pastayı alan sermaye sahiplerinin hakim olduğu bir ortamda; hak ettiğini alamayan, yönetimde söz sahibi olamayan ve yoksulluk içinde kıvranan bir toplum ve anti-demokratik bir yapı ortaya çıkacaktır. Avrupa, tam demokrasinin ve toplumsal barışın öncelikle

gelir dağılımındaki adaletin sağlanması ve yoksulluğun azaltılmasıyla yakalanacağı gerçeğinden yola çıkarak, 18 Ekim 1961’de Avrupa Sosyal Şartı’nı oluşturmuştur. Daha sonra birlik ülkelerinin imzaladığı ve uymayı taahhüt ettiği anlaşmalar ve kurduğu kurumlarla Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Poiitikası’nı belirlemiştir. Batının oluşturduğu bu politikalar ve kurumlar, batı demokrasisinin garanti altına alınmasını sağlamıştır. TÜRKİYE’DE SENDİKACILIK Türkiye’de nüfusun az, toprağın çok olduğu cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan büyük ekonomik gelişme ve sanayileşmenin ağırlıklı olarak devlet eliyle gerçekleştirilmesi, devlet kadrolarında nitelikli işgücü ihtiyacını doğurmuştur. Devlet, işgücü açığını kapatabilmek için bünyesinde çalıştırdığı memurları geniş sosyal ve ekonomik haklarla donatmıştır. İlk yıllarda, özel sektöre göre çok daha iyi şartlara sahip olan memurların sendikal talepleri bir gereklilik olarak ortaya çıkmamıştır. Ayrıca kuruluş yıllarında devletin varlığına karşı görülen bazı isyanların etkisiyle de dernek ve sendikal örgütlenmeler mümkün olduğunca engellenmiştir. Ancak; demokratik açılımların bir gereği olarak ve özel sektörde çalışan işçilerin ekono-

mik durumlarının memurlarla dengelenmesi için, ilerleyen yıllarda özel sektörde sendikacılık kısmen örgütlenir ve gelişirken, memur sendikacılığı sürekli yasaklanmıştır. Özellikle iş piyasasında devletin oluşturduğu rekabet, özel sektörün gelişmesi ve sendikaların olumlu etkileri sonucunda son yıllarda, özel sektör çalışanları ile memurlar arasındaki fark, çalışanlar lehine gelişirken; memurlar, demokrasinin gereği olarak ortaya çıkan yönetime katılma hakkı, taleplerini yönetime iletme hakkı gibi en basit haklardan bile mahrum olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Daha sonra yaşanan tüm olaylar, memurların aleyhine gelişmiş ve artık sendikal hareket de memurlar için bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. ILO oturum gündeminin 5. maddesini oluşturan “Kamu hizmetinde örgütlenme özgürlüğüne ve kamu kesiminde istihdam koşullarını belirleme usulüne ilişkin” çeşitli önerilerin kabulüne karar verdikten sonra, bu önerilerin uluslararası bir sözleşme biçimini almasına karar vererek 1978 tarihli “Kamu Kesiminde Çalışma İlişkileri Sözleşmesi” adını alan 151 No.lu sözleşmeyi 27 Haziran 1978 tarihinde kabul etmiştir. Bu sözleşme ile kamuda, sendikal örgütlenme ve toplu görüşmeler yoluyla pazarlık yapabilme imkanı doğmuştur. Sözleşme hükümlerine göre kamu gö-

65


revlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır, ILO’nun 151 No.lu sözleşmesinin ve Avrupa Birliği normlarının kabulü ile birlikte ülkemizde memur sendikacılığı, demokrasinin gereği olarak tüm modern sendikacılık donanımıyla birlikte var olmak zorundadır. Tüm bu gelişmeler ışığında ülkemizde birçok memur sendikası kurulmuştur. DEMOKRATİK SENDİKALAR KONFEDERASYONU’NA BAĞLI KAYSERİ’DE TÜM SAĞLIK-SEN Demokratik toplumun temel unsurlarından biri olan sendikalar tarihsel süreç içerisinde çalışanların yaşam standartlarının korunması ve geliştirilmesinde, çalışma hayatında adalet ve eşitliğin sağlanmasında, çalışma koşularının iyileştirilmesinde ve piyasa ekonomisinin işleyişi içerisinde ekonomik ve sosyal hakların unutulmasında önemli rol oynamıştır. Ancak yüzyılı aşan dönemde vazgeçilmez bir sosyal taraf olarak kedisini kabul ettiren sendikal hareket günümüzde, iç ve dış dinamiklerin yarattığı köklü değişim sürecinde önemli derecede etkilenmiş ve etkilenmeye de devam etmesi kaçınılmazdır. Son yirmi yılı aşan zaman diliminde sendikacılık krize girmiş ve sendikal harekette değişim ve yenileşme ihtiyacı önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Sendikalar uzun yıllar toplumsal hayatın ve iş yerlerinin demokrasileştirilmesinden yaşam kalitesinin yükseltilmesine kadar geniş bir alanda fonksiyonlarını yerine getirerek 20. yüzyılın en önemli STK’ları olma başarısını göstermiş. Ancak, tarihin hiçbir döne-

66

minde olmadığı kadar hızlı değişimin yaşandığı günümüzde eski yapılar, fonksiyonlar ve söylemelerle sendikal hareketi devam ettirme imkanı artık kalmamıştır. Sendikal harekete yerleşik söylemeleri ve yapıları değiştirerek çalışanların küresel düzeyde örtüldüğünü gündeme getirmek hiç bu kadar önemli olmamıştı. Biz çalışanların hakları için değişim Bilgi toplumun temellerinin atıldığı son yılarda Türk ve Dünya sendikal hareketinde değişimin farkında olan Tüm Sağlık-Sen, bu değişime adapte olmak için gerekli mücadeleyi çalışanlar adına başlatmış bulunmaktadır. 21. yüzyıla girerken çalışma hayatında tekrar çalışanların tarafı olarak insiyatifi ele almak gerektiğini gören Tüm Sağlık-Sen, klasik politikalarla toplu görüşme sendikacılığını reddederek, hizmet sendikacılığını savunmaktadır. Çalışanların haklarını almak için sonuna kadar mücadeleyi görev kabul eden Tüm SağlıkSen, toplu görüşme sendikacılığını aşarak, mücadeleci ve çalışana hizmet götürmeyi esas alan bir sendikacılık anlayışını benimsemiştir. Artık tüm sağlık çalışanlarının ‘Türkiye’de Tüm SağlıkSen’i vardır. Türkiye’de kurulan bütün memur sendikaları zamanla asli görev ve sorumluluklarından uzaklaşarak, işveren ve sermayedarlarla işbirliği içine girmiş ve siyasallaşmalardır. Üyelerinin hak ve özgürlük talepleri ile ilgilenmez bir tutum içerisine girmişlerdir. Sendika yöneticileri kendi dünya görüşündeki siyasal iktidarlarda kişinin ehil olup olmadığına bakılmaksızın bizden-sizden ötekileştirilmesi içerisinde kendi mensuplarını devlet mekanizmalarına yerleştirme ve onun çalışanlara baskısı sonucunda üye artırmaya yönelik hareket etmişlerdir. Bu durum; devlet memuru tanımıyla çatışmakta ve devlete zarar verebilecek bir hal alırken, aynı zamanda ehil olmayan kadroların yükselmeleri; yetenekli, becerikli, ehil ve dürüst memurların devlete küskün, bezgin hale gelmesine yol açmaktadır. Sağlık hizmetlerinde çalışan kamu personelinin % 53’ü halen bir sendikaya üye olmamıştır. Türkiye’de sendikacılar bunun sebeplerini sorgulayacak hiçbir çalışma da yapmamıştır. Sendikalar, temel hak ve özgürlüklerden çok siyasal kaygılar taşımaktadırlar. Sendikaların, çalıştığı hizmet kolunu geliştirmek gibi bir kaygısı bulunmamaktadır. Bu sebeple bizim geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize karşı sorumluluklarımız vardır. Uzaktan bakmak, eleştirmek ve hayıflanmak sorunları çözmedi. Birilerinin kalması, elini taşın altına koyması gerekiyordu. Bütün bu gerçekleri gören Tüm Sağlık-Sen’in bu onurlu hak arama mücadelesinde gö-

rev alması artık kaçınılmazdı. NEDEN TÜM SAĞLIK-SEN? Yönetim organlarında ve kurucular arasında 657,4/b, 4/c ve sözleşmeli tüm sağlık çalışanlarını kucaklayan bir sendika. Üye ve yakınlarının sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçları için çalışmalar yürüten bir sendika. Uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızı yasalar önünde arama cesaretien sahip bir sendika. Sendikaya göre üye uygulamalarının aksine, üye ihtiyaçları önceliğinde kurulmuş bir sendika. Kendine ve üyelerine dönül özeleştiri yapabilme, yapılan eleştirileri dikkate alma olgunluğunda bir sendika. Meslek ahlakını, statüsünü ve yasal sorumluluğunu dikkate alarak ses getirmeyi değil hak getirmeyi amaçlayan bir sendika. Toplumsal yada bireysel felaketler karşısında zamanında organize olan, elinde olanı ve ulaşan dostane yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilen bir sendika. MİSYONUMUZ Tüm Sağlık-Sen, Anayasa, yasalar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf ve üye devlet olarak bağlı olduğu uluslararası sözleşme ve şartlardan doğan hak ve yetkilerine dayanarak, üyelerinin ortak ekonomik, sosyal, kültürel ve demokratik hak ve menfaatlerini adalet ve eşitlik ilkesine göre korumak ve geliştirmek için gerekli çalışmaları yapar.


HASTA VE HEKİM HAKLARI Av.Murat ALIMCI

I. HUKUKİ SORUMLULUK Genel Olarak Hasta ile hekim arasında bir sözleşme olsun veya olmasın, hekim hastaya bedeni veya ruhi müdahalelerinde kasten ya da kast olmadan meydana getirdiği sonuçlardan dolayı borçlar kanunundaki haksız fiil esaslarına göre sorumlu tutulacaktır. Borçlar Kanununun 41. maddesine göre “hukuka aykırı kusurlu bir fiile başkasına zarar veren kimse bu zararı tazmine mecburdur” haksız fiil sorumluluğu açıklanmıştır. Haksız Fiil Sorumluluğu 1. Genel Olarak Hasta uğrayacağı haksız fiilden dolayı hekimi sorumlu tutacaktır. Aralarında bir akit mevcut olsun veya olmasın hekim hastasına yapacağı operasyonlarda tam ve eksiksiz davranmalıdır. 2. Hekimin Hastaya Karşı Sorumlu Olmasının Dayandığı Esaslar Kusur Esası Bir hekimin hastasına yaptığı operasyonda kusurlu davranması onu yaptığı işten dolayı mesul tutacaktır. Adil bir davranış için hekim kusuru dâhilinde sorumlu tutulacaktır. Hasta hekimin kusuru olmadan bir zarar altında kalırsa bunu nasıl açıklayacağız. Hekimin ağır ihmalimi yoksa tedbirsizlik mi? Kanaatimizce bir hekimin kusuru olmasa bile hastasına verdiği zarardan dolayı mesuliyeti vardır. Hekim hastasının vücut bütünlüğünün korunmasından sorumludur. Yapacağı müdahalelerde ihmal gibi mazeretlere yer vermemelidir. Sebebiyet Verme Esası Hekimin hastasına yaptığı müdahalede kusurlu olmamasına binaen

sorumlu tutmazsak hasta mağdur durumda kalacaktır ki böyle bir davranış adalete uygun değildir. Tehlike Esası Mağdur durumda olan hasta ortada bir kusur olmasa bile meydana gelmiş bir tehlikeden dolayı bile hekimi sorumlu tutabilir. Hakkaniyet Esası Burada hasta uğradığı zarardan dolayı hekimin kusurlu ve kusursuz sorumluluğundan dolayı hakimin takdir yetkisini kullanarak, hastanın hekim tarafından kendi üzerinde oluşturduğu zarardan dolayı adalet ilkesi çerçevesinde hakimin inisiyatifine kalabilir. 3. Hekimin Hastaya Karşı Sorumluluğunun Sigorta Ettirilmesi Hekimler meslekleri ile ilgili faaliyetlerde hastalara karşı meydana getirebilecekleri zarar, hata, ihmal veya kusurdan dolayı mağdur kalan hastanın uğrayacağı zararların tazmininde hekim kendini güvence altına almak için ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde “malpractise insurence” faaliyette olan sigorta sistemi ülkemizde “Hekim Bireysel Mesleki Sorumluluk Sigortası” olarak hekimlerin sorumluluklarını sigorta ile hasta karşısında azaltmayı öngören bir güvencedir. Bu sigortanın amacı davacı olan hastanın uğrayacağı zararların maddi ödenekte sigorta tarafından karşılanmasıdır. Kusura Dayanan Sorumluluk 1. Genel Olarak Borçlar Kanunu m.41 de “ Gerek kasden gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur”

2. Hekimin Hukuka Aykırı Bir Fiil Gerçekleştirmiş Olması a. Genel Olarak Hekimin kusura dayanan bir sorumluluğundan söz edebilmek için hastaya karşı gerçekleştirmiş olduğu bir hukuka aykırı bir fiil olmalı. b. Hekimin Meydana Getirdiği Fiil Hekim hastasına karşı yaptığı tıbbi operasyonlarda, yapma veya yapmama tarzında gerçekleştirdiği hareketlere Borçlar Hukuku çerçevesinde fiil diyoruz. Fiil sorumluluğu için önce bir fiil ardından bu fiille ortaya çıkan sorumluluk vardır 3. Hekimin Hukuka Aykırı Bir Fiili Hastaya Karşı Gerçekleştirmiş Olması Hekim hataya yaptığı müdahalede ortada bir zararın olması gerekir. Bu zarar yapılan haksız fiil neticesinde gerçekleşmiş olmalı. 4. Hekimin Hastaya Yaptığı Müdahalede Kusurlu Olması 5. Hekimin Hukuka Aykırı Fiilini Önleyen Sebepler a- Medeni Kanun madde 24/f.2 de “ Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır b. Hastanın Rızası Hastanın rıza gösterdiği tıbbi müdahalelerde hekimin davranışı hukuka aykırı sayılmayacaktır. Gerekli olan bir tıbbi müdahalede hekimin hastanın bacağını kesmesi, fiilin hukuka aykırılığını önler.

67


YENİLENEN TOYOTA AVENSİS İLE

ŞIKLIK VE KONFOR BİR ARADA

Avensis’in önceki nesle göre çok daha şık ve aynı zamanda dinamik tasarım çizgisi ile sürücüleri cezbeden Avensis 2.0 Premium, eşsiz bir sürüş duygusu yaratan ve sürücüsünü gerçekten anlayan bir otomobil. Test sürüşümüzü Toyota Plaza Aksoy Kayseri de gerçekleştirdik kendilerine yeni yerlerinin hayırlı olmasını dileriz , özellikle bizleri güleryüzle karşılayan ve bu haberin hazırlanması süresi boyunca ilgilerini esirgemeyen bu personele ve firma yöneticilerine teşekkür ediyoruz.Özellikle servis alanlarını çok beğendik gerçi toyota gibi çok az arıza veren bir marka için büyük göründü servis gözümüze. Evet Avensis için neler söyleye biliriz . İç mekanı, içsel bir kalite duygusundan doğan ve sessiz bir güven hissi veren Yeni Avensis’in lüks konforu, sizi büyüleyici ortamına çekerek sarmalar. Yeni Avensis, daha yüksek performans, daha düşük yakıt tüketimi ve daha az CO2 salımı gibi pek çok özelliği bir arada sunan Toyota Optimal Drive teknolojisiyle güçlü bir karakterin sembolü! Öne doğru uzanan tampon, büyük ön ızgara, geriye doğru uzanan farlar ile ön yüzünde çok dinamik bir görünüm sunan Avensis’in bu dinamik çizgisi profilde de devam ediyor. Özellikle

68

yüksek cam çizgisi ve kapıların altlarına yakın kısımlardaki katlı çizgi bir çok otomobilden farklı olarak Avensis’in profilden de şık görünmesini sağlıyor. Üstelik kapı kollarının üzerinden başalayıp devam eden omuz çizgisi olmasa aracın profilden bir sedan olduğunu anlamak bile güçleşiyor. Avenis’in arka tarafı nispeten daha sakin çizgilere sahip. Ön tasarımla bağlantı kuracak şekilde çıkıntı yapmış tampon ve çamurluklar, yanlara doğru uzanan şık arka lamba grubu ve eğimli arka cam Avensis’in arka tarafında dikkat çekici öğeler olarak sıralanabilir. Kaliteli iç mekan dikkat çekiyor Toyota Avensis’in iç mekanına girildiğinde kaliteli malzeme hemen dikkat çekiyor. Bej renkli malzemenin bolca kullandığı iç mekanı metalik kaplamalar hareketlendirebilmiş. Otomobilin orta konsolunun en üstüne yol bilgisayarının bilgilerine ulaşılan bir ekran yerleştirilmiş. Hava-


landırma ızgaraları ise hemen bu bölümün altında bulunuyor. Daha altta ise müzik sistemi ve dijital klima bölümü konumlandırılmış. Müzik sisteminin direksiyon üzerinden kontrol edilebiliyor olması sürüş güvenliğini yükseltiyor. Toyota’nın Corolla ile başlattığı ‘optitron’ gösterge tablosu Avensis’te de kullanılmış. Araçtaki eşya gözleri de oldukça yeterli, özellikle ortada kol dayama yerinin altındaki büyük göz çok büyük iş görüyor. Toyota Avensis’in içi kalite duygusunun yarattığı bir özgüven yayar. Lüks

ve konfor her yerdedir. Teknoloji destekli yol tutuş Avensis yeni çehresi ve yüksek donanımıyla Avrupalı rakiplerini terletecek bir otomobil. Elektronik denge kontrol sistemi sayesinde yere iyi basan otomobil, çok zorlansa dahi çizgisinden çıkmıyor. Direksiyon sistemi hassasiyeti ve tepkilerdeki hızıyla sürücüsüne her an güven veriyor. Avensis’in fren sistemi de testimiz sonucunda övgüyü hak eden sonuçlara imza attı. 100km/s hızla giderken yaptığımız ani frende otomobili 37 metrede güvenli olarak

durdurabildik. Bu sonuç Avensis’in pek çok rakibinden neredeyse bir otomobil ölçüsünde daha kısa mesafede durduğunu gösteriyor. Avensis bir çok zorlu virajdan kolayca çıkıyor ama hafif ve tepkileri zayıf direksiyon sistemi araca alışma sürecinde sürücüsünü oldukça zorluyor. Avensis oldukça sessiz bir otomobil, motor sesini duymak neredeyse imkansız. Donanım Özellikleri Sürüş kolaylığı ve görsel tasarımıyla dikkatleri çeken Avensis 2.0 Premium

69


Sahip olduğu donanım özellikleri ile de sürücülerinin ilgisini çekiyor. Güvenlik: EBD ile desteklenmiş ABS fren sistemi, Fren destek sistemi (Brake assist), Direksiyon destekli araç denge kontrol sistemi (VSC+), Elektronik çekiş kontrol sistemi (Traction control), Sürücü ve yolcu ön hava yastıkları, Sürücü ve yolcu yan hava yastıkları, Sürücü diz hava yastığı, Ön ve arka yolcular için perde hava yastıkları, Ön ve arka emniyet kemeri uyarı sistemi, Yükseklik ayarlı, aktif gergili, kuvvet kontrollü ön emniyet kemerleri, Tüm koltuklarda 3 noktadan bağlantılı emniyet kemerleri, Aktif ön koltuk başlıkları, Arka koltuk başlıkları (3 adet), Çocuk koltuğu sabitleme mekanizması (ISOFIX), Kaza anında katlanabilen direksiyon kolonu ve pedallar, Otomatik kapı kilitleme sistemi. İç Donanım: Otomatik klima (çift bölgeli), Kabin içi temiz hava filtresi, Elektrikli ön ve arka camlar, Deri direk-

siyon simidi ve vites topuzu, Elektrik kontrollü direksiyon sistemi (EPS), Yükseklik ve derinlik ayarlı direksiyon simidi, Elektrik ayarlı iki hafızalı direksiyon, Direksiyondan kumandalı vites değiştirme (7ileri), Vites değişim göstergesi, Eco-sürüş göstergesi, Optitron gösterge paneli, Yol bilgisayarı, Kendiliğinden kararan iç dikiz aynası, Direksiyondan kumandalı müzik sistemi, Radyo-CDMP3-WMA-6 hoparlör, Radyo-6 lı CD değiştirici-MP3-WMA-11hoparlör, Bluetooth kablosuz cep telefonu bağlantısı, Ön kol dayama içinde Aux-in girişi ve Güç kaynağı (12Volt), Otomatik hız sabitleme sistemi (Cruise control), Elektrikli park freni (Manuel viteslerde otomatik serbest bırakma), Sürücü koltuğu elektrikli bel desteği , Elektrik ayarlı, 8 yönlü ön koltuklar (sürücü koltuğu iki hafızalı), Deri koltuk döşemesi, Isıtmalı ön koltuklar, 60:40 katlanabilir arka koltuk, Arka koltuk bagaj geçişi, Uzaktan kumandalı merkezi kilit, Akıllı giriş ve çalıştırma sistemi (anahtarsız

‘’Yenilenen Toyota Avensis’ in test sürüşünde emeği geçen güleryüzlü tüm Toyota Plaza Aksoy – Kayseri ailesine teşekkür eder , başarılarının devamını dileriz.’’

70

sistem), Ön kol dayama kapaklı konsol kutusu, Arka kol dayama yeri (iki adet bardak tutuculu), Arka cam perdesi, Navigasyon sistemi ve arka görüş kamerası, Arka yan cam perdesi, Sürücü ve yolcu ışıklı makyaj aynası, Gözlük muhafaza bölümü, Koltuk arkası cepler, Ön ve arka kapı içi cepleri, Motor kilitleme sistemi (immobilizer), Otomatik yanan farlar. Dış Donanım: Alüminyum alaşımlı 17” jantlar, Arka park sensörü, Bi-xenon farlar ve otomatik far yükseklik ayarı, Sürüşe duyarlı ön farlar, Krom çerçeveli yan camlar ve ön ızgara, Yağmur sensörü, Far yıkama, Ön sis farları, Yan aynalarda sinyaller, Elektrikli, katlanabilir ve ısıtmalı yan aynalar.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.