2
Kayseri Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Adına Doç. Dr. Zafer GÖNÜLALAN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yrd. Doç. Dr. Savaş SARIÖZKAN Editör Yrd. Doç. Dr. Yeliz YILDIRIM Yayın Kurulu Prof. Dr. Abdullah İNCİ Doç. Dr. Murat KİBAR Yrd. Doç. Dr. Yeliz YILDIRIM Yrd. Doç. Dr. Savaş SARIÖZKAN Öğr. Gör. Dr. Davut BAYRAM Yönetim Yeri Sahabiye Mah. Ahmet Paşa Cd. İştuğ İş Merkezi 71/7 Kocasinan/KAYSERİ Reklam Rezervasyon Mehmet KELGİNLİ 0530 291 44 52
İÇİNDEKİLER
Sahibi 03
BAŞKANDAN
05
BAŞYAZI
06
KIRMIZI ET
10
RÖPORTAJ
12
KIRMIZI ET VE SORUNLARI
14
AÇLIĞA KARŞI BİRLEŞMEK
15
NEDEN HAYVAN HAKLARI
16
UZMAN GÖRÜŞÜ: KENELER
17
HABERLER - YENİ ÜYELER
18
PET HAYVANLARI YETİŞTİRİCİLİĞİ
24
IŞIK VETERİNERLİK
26
KIRMIZI ETİN BESLENMEDEKİ YERİ
28
KÖPEK BAKIMI
32
KAPUZBAŞI ŞELALELERİ
34
ÖYKÜ - HEYBETLİ DUT AĞACI
35
PEDALDAKİ ÖZGÜRLÜK
36
AVRASYA SİRKİ
veterinerciyes@gmail.com Grafik Tasarım - Dizgi İKS Medya Reklam Tanıtım Hizmetleri www.iksmedya.com iksmedya@gmail.com Basım Yeri Candan Matbaacılık - KAYSERİ Dergimiz 5187 sayılı Basın Kanunu’na uygun olarak basılmıştır. Dergide yer alan yazıların hukuki sorumluluğu yazarına aittir.
3
Başlarken, Değerli Veterinerciyes okuru, Kayseri Bölgesi Veteriner Hekimleri Odası 1955 yılında kurulmuş köklü geçmişe sahip bir meslek odasıdır. Yönetim Kurulu olarak meslektaşlarımızın bize tevdi ettikleri görevi en iyi şekilde yapmanın üzerimizdeki ağırlığını her zaman hissettik. Bu bilinç ile mesleki olarak sorumlu olduğumuz bölge ve ülkemizdeki bizleri ilgilendiren sorunların tespiti ve çözümü hakkında elimizden gelen her şeyi yapma gayreti içinde olduk. Bu vesile ile geçmişten günümüze değin meslek odamız yönetiminde görev yapmış olan herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Meslektaşlarımızın yaşadığı sorunlar ve karşılaştıkları olaylar hakkında seslerini duyurmak ve kendilerini ifade etmek için kullanacakları bir araç olarak sizlere ilk sayısı ulaşan Veterinerciyes Dergimizin yayın hayatına girdiğini büyük bir mutluluk ile duyuruyoruz. İlk sayımızın sizlerin huzuruna çıkmasında hiç bir karşılık beklemeden, büyük bir özveri ve fedakarlık ile çalışan başta dergi yayın kurulumuz olmak üzere İKS MEDYA görevlilerine ve emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum. Dergimiz sizlerden gelen destek ve eleştiriler doğrultusunda yayın hayatını devam ettirecektir. Bu nedenle her konudaki görüşlerinizi dergimizin iletişim adresleri vasıtası ile bizimle paylaşmanız bizler için son derece önem taşımaktadır. Daha nice sayılarda bir arada olmak umudu ile mesleğimizin ve ülke hayvancılığımızın dar bir boğazdan geçtiği bu dönemde, 16 Ekim Dünya Gıda Gününü ve Hayvancılığımızı ilgilendiren konulara değindiğim dolayısı ile AB Veteriner Hekim Platformu için hazırlamış olduğum yazımı da sizlerin dikkatine sunuyorum. Saygı ve sevgilerimle... Oda Yönetim Kurulu adına Doç.Dr. Zafer GÖNÜLALAN
4
5
VETERİNERSİYES SİZİ BİZİMLE, BİZİ DE SİZİNLE BULUŞTURACAK NE MUTLU SİZE, NE MUTLU BİZE VETERİNERCİYES (Kayseri Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Dergisi), bilimsel, güncel, kültürel, ekonomik ve diğer birçok alanda gerek akademisyenlerin gerekse sahada ve kamuda hizmet veren veteriner hekimler ile alanında uzman kişilerin bilgi ve deneyimlerini diğer meslektaşları ve üreticilerle paylaşmasına olanak sağlayacak olan bir dergi olacaktır. VETERİNERCİYES ilk aşamada yılda 2 kez (6 ayda bir) yayınlanacak olup, ileriki yıllarda gösterilen ilgi ve talebe bağlı olarak yayın sayısında artışa gidilebilecektir. Bu tür dergilerin asıl amacı, meslek mensuplarının kendi aralarında ve üreticiler ile devamlı iletişim kurmalarına aracılık (elçilik) etmek, ilişkileri daha sıcak tutmak ve bilgi akışı sağlamaktır. Günümüzde her ne kadar iletişim araçlarının sayı ve miktarı (bilgisayar, cep telefonu vs) ile iletişim hızları (mektup yerine e-mail) artsa da, iletişimin eski kalitesi, eski samimiyeti hep aranır oldu. Bilgi akışı da özellikle internetin geniş kitlelere ulaşmasının ardından daha kolay hale geldi. Ancak bu sefer de, bilgi kirliliği ve edinilen bilginin yanlış olma riski oluşmaya başladı. İşte o özlem duyulan kalite ve samimiyette, doğru, tarafsız ve rafine bilgilerin sunulduğu dergi olma hedefi ile yola çıkıyor ve sizleri de bu hedef etrafında toplanmaya davet ediyoruz. Bu davete, gerek dergimize bilgi ve tecrübelerinizi paylaştığınız yazılar göndererek, gerekse başkalarının bilgi ve tecrübelerini okumak suretiyle icabet edebilirsiniz. Aslında yazı göndermek işini herkesin gönlüne göre serbest bırakmak istemiyoruz. Bu işi imece usulü ile hep birlikte yürüteceğimize inanıyoruz. O nedenle her sayıda en az bir-iki serbest veteriner hekimden herhangi bir konuda bilgi (yazı) almak veya röportaj yapmak niyetindeyiz. Bunu da bir önceki sayıda “Gelecek sayıda Veteriner Hekim …………..…..’dan yazı/ röportaj istiyoruz” şeklinde açıkça ilan ederek, o kişi/kişilere 6 aylık süre de tanımış olacağız. Yani, taşın altına hep birlikte elimizi koyacak ve dergiyi hep birlikte yaşatacağız. Şimdilik VETERİNERCİYES’in herkese hayırlı olmasını dileriz. NE MUTLU size, NE MUTLU bize… Yayın Kurulu Adına, Yrd. Doç. Dr. Savaş SARIÖZKAN
6
TÜRKİYE’DE GENELDE HAYVANCILIK SEKTÖRÜNDE ÖZELDE SON DÖNEMDE KIRMIZI ET FİYATLARINDA YAŞANAN SORUNLARIN NEDENLERİ
Özellikle 24 Ocak 1980 tarihinde uygulamaya konulan ekonomik istikrar tedbirleri ile başlayan dönem, hayvancılık sektörü için son derece sancılı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Çünkü bu tarihten itibaren alınan ekonomik kararlar, sektörde çok belirgin bir gerileme dönemini başlatmıştır.
Bir konu hakkında durum tespiti yaparken ve geleceğe yönelik kestirimlerde bulunurken, bazen geçmişin verilerinden faydalanmak gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’de hayvancılık sektörünün yaşadığı sorunları daha iyi anlayabilmek için de geçmişten günümüze sektörün geçirdiği süreci kısaca özetlemek yerinde olacaktır. Türkiye’de 1980 öncesi dönemde hayvancılık sektöründe yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de devletin öncülüğünde kurularak hizmete giren hayvancılığa dayalı sanayi işletmeleridir. Bunlar; 1953 yılında faaliyete geçen Et ve Balık Kurumu, 1955 yılında kurulan Yapağı Tiftik Anonim Şirketi, 1956 yılında kurulan Yem Sanayi Türk Anonim Şirketi ve 1965 yılında faaliyete geçen Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu’dur. Bu işletmelerin kuruluş amaçları; hayvan, hayvansal ürün (et, süt, yapağı), yem ve yem maddeleri üretimini teşvik etmek, üretici çıkarlarını korumak, sektörde ve piyasalarda istikrar sağlamak şeklinde özetlenebilir. Diğer taraftan, 1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurularak, Türkiye 1963 yılından itibaren planlı kalkınma dönemine girmiştir. DPT tarafından hazırlanan ve 5’er yıllık dönemleri kapsayan planlar çerçevesinde kalkınmanın istikrar içerisinde yürütülmesi hedeflenmiştir. Ancak, özellikle 24 Ocak 1980 tarihinde
uygulamaya konulan ekonomik istikrar tedbirleri ile başlayan dönem, hayvancılık sektörü için son derece sancılı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Çünkü bu tarihten itibaren alınan ekonomik kararlar, sektörde çok belirgin bir gerileme dönemini başlatmıştır. Başta kasaplık hayvan ve et olmak üzere hayvansal ürünlerin destekleme kapsamından çıkarılması, üretim, arz ve talebin piyasa ekonomisi koşullarında teşekkül edecek fiyatlara göre belirlenmesi kararı, zaten ihmal görmüş, büyük ölçüde desteğe ve korunmaya muhtaç olan hayvancılık sektörünü tükenme noktasına getirmiştir. Türkiye’de 1980 sonrası dönemde yapılan bir diğer yanlış uygulama ise, kamu hizmetlerinin organizasyonunda yaşanmıştır. 19371983 arasında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından uygulanan, tarım ve hayvancılık hizmetlerini “sektörel” bir anlayışla düzenleyen Vazife ve Teşkilat Kanunu yürürlükten kaldırılarak kırsal alana yönelik hizmetler “fonksiyonel” bir kamu örgüt anlayışıyla yeniden düzenlenmiştir. Yapılan bu yeni düzenleme, işletme ve sektör farklılıklarını dikkate almadığı için ilerleyen dönemlerde ve günümüzde ortaya koyduğu başarısızlıkları nedeniyle, Bakanlıkta yeniden yapılanma ihtiyacını gündeme getirmiştir. Bu gelişmelerin yanında, Dünya’da hızla yayılan küreselleşme dalgası, Türkiye’yi de
7
Yrd. Doç. Dr. Savaş SARIÖZKAN
etkisi altına almıştır. Bu dönemde devletin üretimden çekilerek üretimin özel sektöre devredilmesi anlayışı neticesinde 1990 yılında başlatılan özelleştirme çalışmaları en fazla hayvancılık sektörünü etkilemiştir. Bu uygulamalar çerçevesinde üretim sektörünün birer lokomotifi ve aynı zamanda çok önemli sosyo-ekonomik denge ve istikrar unsurları olan EBK, SEK ve Yem Sanayi A.Ş. gibi KİT’ler özelleştirme kapsamına alınmıştır. Daha sonra SEK ve Yem Sanayi tamamen, EBK ise kısmen özelleştirilmiştir. Sektörü düzene oturtmadan ve istikrarlı bir piyasa yapısı şekillendirmeden yapılan bu erken özelleştirmeler neticesinde, devletin elinde hayvancılık sektörüne müdahale edecek bir kurumu kalmamış ve üretici serbest piyasanın acımasız işleyişine terk edilmiştir. Kısacası geçmişe dönüp bakıldığında doğru ve zamanında kararlarla kurulan bu kuruluşların amaçlarını gerçekleştiremeden özelleştirildikleri anlaşılmaktadır. Türkiye’de 1960-2008 arası dönemde 12,4 milyon baş olan toplam sığır varlığı % 11,2 oranında azalarak 11 milyon başa, 1,1 milyon baş olan manda varlığı % 92,6 oranında azalarak 84.705 başa, 34,4 milyon baş olan koyun varlığı % 30,4 oranında azalarak
24 milyon başa, 24,6 milyon baş olan keçi varlığı % 77,3 oranında azalarak 5,5 milyon başa düşmüştür. Bu dönemde sadece kanatlı varlığında önemli oranda artışlar görülmüştür. Türkiye’de sığır, manda, koyun ve keçi varlığında yaşanan en
önemli azalmalar, hayvancılığın destekleme kapsamından çıkarıldığı 1980 sonrasına denk gelmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’de 1960 yılında 27,7 milyon olan nüfus 2008 yılında % 154 oranında artarak 70,5 milyona çıkmış, hatta adrese dayalı son nüfus sayım sonuçlarına göre de 72,5 milyon olmuştur. Aynı dönemde toplam kırmızı et üretimi % 70; süt üretimi
ise % 88 oranında artarak nüfus artış hızının dahi altında kalmıştır. Dolayısıyla, 1960 yılında kişi başına düşen kırmızı et üretimi 14,6 kg, süt üretimi de 234 kg iken, 2008 yılında aynı rakamlar sırasıyla 9,8 kg ve 173 kilograma gerilemiştir. Yani kişi başına düşen kırmızı et ve süt yönünden 1960’lı yıllarda yaşayan nüfusun daha şanslı olduğunu ve sağlıklı beslendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. İncelenen dönemde sadece beyaz et ve yumurta üretiminde ve kişi başına düşen miktarlarında önemli artışlar gerçekleştirilmiştir. Ülkeler arası gelişmişlik karşılaştırmalarında günlük tüketilen hayvansal protein miktarı da önemli bir kriter olarak değerlendirilmektedir. Sağlıklı ve dengeli beslenmeden bahsedebilmek için dışarıdan alınması zorunlu olan ve esansiyel aminoasit içeren hayvansal ürün tüketimine ihtiyaç vardır. Bunun miktarının da günlük en az 30-35 gr. olması gerekmektedir. Türkiye’de hayvansal protein tüketimi 25 gr/gün ile dünya ortalaması civarındadır. Ancak ABD ve Avrupa Birliği’nde bu rakamlar sırasıyla 75gr/gün ve 60 gr/gün’dür. O halde Türkiye’nin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmesi için mevcut tüketimi en az 2 katına çıkarmak zorunluluğu vardır.
8
TÜRKİYE’DE SON DÖNEMDE ET FİYATLARINDA YAŞANAN KRİZİN NEDENLERİ Devletin özelleştirmeler sonrasında piyasalara müdahale edecek bir kurumunun kalmamasıyla birlikte, üreticiler, alıcıların belirlediği fiyata razı olmak zorunda kaldılar. Belirlenen bu fiyatlar dönem dönem üreticiyi zararına satış yapmak zorunda bırakmıştır. Bu durumun uzun sürmesi, üreticilerin bir kısmının damızlık dâhil tüm hayvanlarını satarak üretimden çekilmesine neden olmuştur.
Türkiye’de hayvancılıkta üretim planlamasının olmayışı Bu durum geçmişten günümüze hayvan sayılarından ve hayvansal üretimdeki değişimden daha kolay anlaşılabilir. Nitekim çoğu türde hayvan sayısı azalmış, hayvansal ürün üretimindeki artışlar ise sınırlı kalmış ve nüfus artış hızının altında seyretmiştir. Hayvancılık politikalarının uzun vadeli olmayışı ve düzenli verim artışı sağlanamaması Her hükümetin hayvancılığa bakış açısı farklı olmuş ve kaynakların büyük bir kısmı bu farklı bakış açılarının doğruluğunu test etmek için harcanmıştır. Ancak bugün gelinen noktada, hayvancılıkta sağlanan ilerlemenin gelişmiş ülkelerle karşılaştırılmayacak kadar yavaş olduğu ortadadır. Örneğin AB’de sığır karkas randımanı ortalama 280 kg/baş iken, Türkiye’de 180 kg/baş’tır. AB’de inek başına elde edilen süt verimi 6.100 kg/baş iken, Türkiye’de 2.750 kg/baş’tır. Hayvansal ürün fiyatlarının özellikle özelleştirmeler sonrası sanayici ve toptancılar tarafından üretim maliyetleri dikkate alınmadan tek taraflı olarak belirlenmesi Devletin özelleştirmeler sonrasında pi-
yasalara müdahale edecek bir kurumunun kalmamasıyla birlikte, üreticiler sanayici ve toptancılarla karşı karşıya kalmıştır. Fiyat belirleme şansı olmayan üreticiler, alıcıların belirlediği fiyata razı olmak zorunda kaldılar. Belirlenen bu fiyatlar dönem dönem maliyetin de altında kalarak üreticiyi zararına satış yapmak zorunda bırakmıştır. Bu durumun uzun sürmesi, üreticilerin bir kısmının damızlık dâhil tüm hayvanlarını satarak üretimden çekilmesine neden olmuştur. Hayvancılığın lokomotifi olan süt sığırcılığı gerekli ilgiyi göremedi Süt sığırcılığında esas faaliyet geliri olarak süt elde edilirken, tali gelir olarak da gerek süt sığırcılığının devamını sağlayan gerekse besicilik için hayvan materyali sağlayan buzağı geliri elde edilmektedir. Süt sığırcılığı bu yapısı nedeniyle, hayvansal üretimin devamlılığı ve gelişimi için vazgeçilebilecek son üretim dalıdır. Ancak, 2003-2009 yılları arasında süt fiyatları 0,5-0,7 TL, et fiyatları ise 7-9 TL bandında hareket ederken, yem fiyatları ikiye katlamıştır. Buna bir de yıllık ortalama % 10’luk enflasyon artışı da eklenince üreticinin belinin çift taraflı olarak büküldüğünü ve üretimi neden devam ettiremediğini anlamak hiç de zor değildir. Kurban Bayramında kesilen hayvanlar ve değişken et fiyatları Kurban bayramlarında kesilen hayvanların kahır ekseriyetinin kurban yaşının altında olduğu ve daha dramatik olanının ise dişi hayvanların kesiliyor olmasıdır. Bu durum hayvancılığın geleceğini olumsuz yönde etkilemekte ve hayvancılığın sonunu hazırlamaktadır. Günümüzde 1 kg et üretim maliyeti 12-14 TL civarındadır. Bu rakam bilinmesine rağmen, 1 yıl önceye kadar üreticiye 8-9 TL’ye et sattırılmasına göz yuman Et ve Balık Kurumunun, o zaman piyasalara müdahale etmeyip üreticinin hakkını savunmazken, şu anda artan et fiyatları nedeniyle üreticiye ithalat restini çekmesini anlamak oldukça zordur. Türkiye’de nüfusun % 25’i geçimini kırsal alandan sağlamaktadır. Son olarak 2001 yılında yapılan Tarım Sayımı sonuçlarına göre de kırsal alanda 3 milyon civarında işletme bulunmaktadır. Bu işletmelerin % 2,4’ü ise sadece hayvancılık yaparken, % 67,4’ü bitkisel ve hayvansal üretimi birlikte (polikültür üretim)
Küçükbaş hayvancılığın ihmal edilmiş olması Türkiye’de koyun ve keçi varlığında yaşanan azalmanın Dünya’da başka bir örneği bulunmamaktadır. 1980 yılında 46 milyon baş olan koyun sayısı 2008’de 23 milyon baş olmuş; keçi varlığı ise aynı dönemde 19 milyon baştan 5,5 milyon başa gerilemiştir. Koyunkeçi varlığındaki azalmaların yanında ucuz kaba yem kaynağı olan çayır-mera alanları da yıllar boyu bitkisel üretime tahsis edilmiş ve ucuz maliyetli üretim yapma şansı yitirilmiştir. Kalite-fiyat ilişkisinin yeterince kurulamaması Şeker pancarı posası ile beslenen yağ oranı yüksek et ile kaliteli yemle beslenen daha az yağlı et arasında kaliteyi teşvik edecek ölçüde fiyat farkı bulunmamaktadır. Bunun yanında karkastan elde edilen et parçaları arasında da yeterince fiyat farkı yoktur. Örneğin düşük kaliteli etlerden elde edilen kıyma ve kuşbaşının kg fiyatı 20 TL iken, bonfilenin kg’ı 30 TL. Oysa kıyma-kuşbaşı 10-15 TL’ye bonfile-kontrfile 50-60 TL’ye satılsa, düşük gelirli kesimin daha fazla et tüketmesinin yolu açılmış olacaktır. Gelişmiş ülkelerde en düşük kalitedeki et ile en iyi kalitedeki et fiyatı arasında 1/3 hatta ¼ oranında fark bulunmaktadır. Aracı hizmetlerinin pahalı olması Gelişmiş ülkelerde tüketicinin ödediği fiyatın % 75’i üreticiye giderken, Türkiye’de ancak % 50’si gitmektedir. Bu yapı, üreticilerin düşük kar marjı ile çalışmasına neden olmakta, üretimin sürdürülebilirliğini ve yeni yatırım yapılmasını zorlaştırmaktadır. İstikrarsız piyasa yapısı ve işleyişi: AB’de ortak piyasa düzenleri çerçevesinde ürün bazında oturmuş ve düzenli işleyen bir piyasa yapısı vardır. Çok özel durumlar dışında üretici ürünü satacağı minimum fiyatı (müdahale fiyatı) bilmekte, tüketici de alacağı maksimum fiyatı (eşik fiyat) bilmektedir. Türkiye’de ise üreticiler serbest piyasa koşullarıyla baş başa bırakılmış ve devletin elinde müdahale kurumu sadece birkaç ilde Et ve Balık Kurumu’na ait kombinalarla sınırlı kalmıştır.
Kredi ve finansman yetersizliği Dünyanın her yerinde tarım ve hayvancılık farklı şekillerde desteklenmektedir. Stratejik bir ürün olan gıdayı üretenler korunup desteklenmezse üretim devamlılığı sağlanamayacaktır. Bölgeler arası gelişmişlik farklılıkları arttıkça ve üreticiler emeğinin karşılığını alamadıkça göç sorunu ile karşı karşıya kalınması kaçınılmazdır. Bu da sosyal sorunlara yol açar. O nedenle düşük faizli, geri ödemesi uzun yıllara yayılmış kredi temini sağlanmalıdır. Bunu yaparken de yığın halinde ve piyasaya dönük üretimde bulunanlara öncelik verilmelidir. İşletmelerin küçük ölçekli ve dağınık olması ve kooperatifleşmenin yetersizliği İşletme ölçekleri çok küçük ve aile tipi üretim ağırlıktadır. Türkiye’de hayvancılık işletmelerinin yarıdan fazlası 5 başın altında hayvana sahip iken, AB’de besi işletmeleri ortalama 30 baş, süt sığırcılığı işletmeleri de ortalama 50 baş hayvana sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’de bu işletme yapısı ölçeğin artan veriminden faydalanmaya imkân tanımamaktadır. İşletmelerin üretim yapısına göre (besi, süt) ürün bazında ihtisaslaşmış hayvancılık kooperatiflerine ve organize hayvancılık bölgelerine ihtiyaç vardır. Bu sayede girdi temini (yem, aşı, ilaç, damızlık) kolaylaşacak, yığın halinde ve kaliteli üretimin yolu açılmış olacaktır. Kaliteli kaba ve konsantre yem eksikliği Türkiye’de 1935 yılında 44 milyon hektar olan çayır-mera alanı günümüzde 13 milyon hektara gerilemiştir. Hayvancılık için ucuz kaba yem kaynağı olan bu alanlar bitkisel
üretime tahsis edilerek üreticilerin düşük maliyetli üretim yapma imkânları azalmıştır. Diğer taraftan, yem bitkisi ekimi özendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Hayvancılıkta toplam maliyetin % 70’ini oluşturan yemin ekimi desteklenmezse ucuz maliyetli üretimden söz etmek imkânsız hale gelir. Hayvan hastalıkları Türkiye’de hayvan hastalıkları önemli ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Yapılan çalışmalarda Türkiye’de cystic echinococcosis’e bağlı kayıplar 150 milyon, fasciolosis’e bağlı kayıplar da 50 milyon civarında hesaplanmıştır. Süt sığırcılığı işletmelerinde mastitis ve fertilite bozuklukları insidensi % 30 seviyelerindedir. Bu hastalıklar hayvanlarda önemli oranlarda verim kayıplarına neden olmaktadır. Hayvanlardan elde edilen verimin artırılmasının bir yolu da ıslah çalışmalarının yanı sıra hastalık oranlarının azaltılmasından geçmektedir. Son dönemde besi hayvanlarının spekülasyon amaçlı elde tutulduğundan bahsedilmektedir. Ekonomide azalan verimler kanunu vardır. Hayvan belirli bir besi olgunluğuna ulaştıktan sonra (optimum besi süresi) hayvanı elde tutmanın maliyeti satmaktan daha fazla olabilir. Optimum besi süresi tamamlandıktan sonra ya da diğer bir ifadeyle kar maksimizasyonu sağlandıktan sonra, toplam maliyet ile toplam gelir arasındaki fark kapanmaya başlayacak ve hayvanı elde tutmak ekonomik olmaktan çıkacaktır. O nedenle, hayvanların spekülasyon amaçlı elde tutulması işletmeye ekstra gelir sağlamayacak aksine kardan zarar edilmiş olacaktır.
9
gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla, irili ufaklı hayvancılıkla uğraşan 2 milyonun üzerinde işletme bulunmaktadır. Hükümet tarafından alınan ithalat kararı, bazı kesimleri memnun etse de başta bu kesimi olmak üzere, tüm tüketiciyi endişeye sürüklemiştir.
10
Düşmeyen Kırmızı Et Fiyatları… Mustafa DEMİRPALTA Şahin Sucukları Genel Müdürü
Ülkemizde geçtiğimiz yıldan bu yana hızlı bir artış gösteren kırmızı et fiyatları, fiyatların düşürülmesi, ithalat konuları uzun zamandır gündemimizi meşgul ediyor. Ve geçen onca zamana rağmen Türk halkı olarak aklımız hayli karışık, bu konuda. Nitekim tüm girişimlere ve yapılan tüm haberlere rağmen kırmızı et henüz sofralarımızda tam anlamıyla yerini almış değil. Biz de Veterinerciyes Dergisi olarak bu konuya değinmek istedik. Sucuğu ve pastırmasıyla meşhur Kayseri’den yayınlanan bir dergi olunca, sucuk tüketimine yönelik de bilgi almak üzere yıllardır tüketicisinin güvenini koruyan Şahin Sucukları’nın şu anki Genel Müdürü Mustafa Demirpalta ile görüşmeyi uygun bulduk:
11 Kırmızı et fiyatlarının artması ile birlikte, piyasada sucuk adı altında birçok ürüne ulaşılabilmekte. Piyasanın bu noktadaki durumunu nasıl görüyorsunuz? Piyasada şu anda iki, hatta üç tür sucuk var. Bunlardan bir tanesi % 100 dana eti dediğimiz hepimizin geleneksel olarak bildiği hakiki sucuklar. İkincisi tamamen tavuk etinden mamul sucuklar var. Üçüncüsü ise karışım ürün dediğimiz, belirli oranda tavuk, belirli oranda dana etinden üretilen, her firmanın kendine has oranlarla ürettiği sucuklar var. Marketlerde, et reyonlarında kıymanın kilosu, kuşbaşının kilosu 18-20 liralarda iken, tutup da 10 liraya dana eti sucuk yiyorum diyorsa insanlar, kendisinden başkasını kandırmıyor. Hadi bu bir kilogramın içerisine belirli oranda malzeme girecek, ambalaj girecek. Ne kadar yaparsanız yapın sucuğun kilosunu 23-24 liradan aşağıya kimse yiyemez. Vatandaşlara bu konudaki tavsiyeniz nedir peki? Tavsiyem, beğendikleri, damak tadına güvendikleri, her zaman tükettikleri yerden alışveriş yapmaları yönündedir. Peki, tüm sucuk ambalajlarında et oranı belirtilmekte midir? Bu bir yasal zorunluluk mu? Tarım Bakanlığı’nın vermiş olduğu ruhsatlarda ve aynı zamanda Türk Gıda Kodeksi’nin belirlemiş olduğu standartlarda tüm mamullerin üzerinde et oranları belirtilmek zorundadır. Zaten orada % 100 dana eti yazan mamul tamamen etten ibaret değil biliyorsunuz. Ama hammadde olarak % 100 dana etidir ve başka tür et içermez. Tüketicinin bu konulara dikkat etmesi gerekiyor. Tabi ki % 100 dana eti demekle de iş bitmiyor. Kafa eti de dananın etidir. Bu sebeple biz kesimlerimizin tamamını kendimiz yapıyoruz. Dışarıdan et alıp
kullanmıyoruz. Ayriyeten dışarıdan sakatat türü et alımını kesinlikle yapmıyoruz. Peki, bünyenizde ne gibi sağlık personelleri var? Veteriner hekimlerimiz, gıda mühendislerimiz var. Ayrıca Tarım Müdürlüğü’nün kesim esnasında tahsis etmiş olduğu Tarım İl Müdürlüğü’ne bağlı veteriner hekimlerimiz var, son iki aydır. Peki, et fiyatlarındaki artışı siz neye bağlıyorsunuz? Et fiyatlarındaki artış bir defa geçen yıl Ramazan sonrasında başladı. Bu artış Kurban Bayramı’na kadar devam etti, Nisan aynın ortalarına kadar devam etti. Bakanlık bu konuda pek de bir önlem almadı. Önlem derken illa fiyatların düşmesi olarak değil. Ülkedeki hayvan varlığının artırılması, azalma varsa onun tedbirlerinin alınması gibi. Bakanlığın et ithalatı yapacağını duyurmasından sonra nereden baksanız % 35’lere yakın bir düşüş gerçekleşti fiyatlarda. Daha sonra ithal etin gelmesi ile beraber tekrar yükselmeye başladı. Et Balık Kurumu’na 8 bin ton et alımı verildi. Et balık kurumu bu 8 bin ton eti parçalar halinde ihalelere açtı. Birinci ihaleyi iptal etti, katkının azalmasından dolayı. İkinci ihalede alınan malların bir kısmı geldi, bir kısmı gelmedi. Gelip de kesilen mallar da doğrudan doğruya halkın kolayca ulaşabileceği marketlere, kasaplara verilmesi yönünde bakanlığın da verdiği talimatla dağıtımın yapılacağı söylendi. Et Balık Kurumu daha etleri getirmeden fiyatlardaki düşüş piyasaya yansıdı, ancak geldikten sonra fiyatlar artışa geçti. Kısacası ithalat kalıcı çözüm olmadı. Fiyatların artışa geçtiği görülünce Bakanlar Kurulu önceki ihalede 8 bin ton et izni vermişken, bu kez 100 bin ton ithal et izni verdi. Et Balık Kurumu da bunun 50 bin tonunu ihaleye açtı. Tezada bakınız, Et Balık Kurumu kendisine verilen ilk 8
bin ton izni parçalar halinde ihale açıp getirmeye kalkarken, ikinci izinde kendisine verilen 100 bin tonun 50 bin tonunu bir kalemde ihaleye açtı. Aslında 100 bin ton çok büyük bir rakam değil. Ülkenin bir aylık et ihtiyacıdır. Siz bunu getirmekle belli bir süre talebi karşılar, fiyatı geriye çekebilirsiniz ama ilerisini de düşünmeniz gerekir. Daha sonra hatanın farkına varmış olsalar gerek ki, daha önce özel sektöre verilmeyen kasaplık hayvan ithalatı izni özel sektöre de verildi daha sonrasında. Şu anda hem kesimlik hem de damızlık havyan olarak özel sektörün de getirme izni var. Siz şu anda hayvan ithalatı yapıyor musunuz? Hayır, biz şu anda özellikle canlı hayvan ithalatını düşünmüyoruz. Biz yerli besicilerimizden zaten ihtiyacımızı karşılayabiliyoruz. İthalatın fiyatlar konusunda bir çözüm olacağına inanıyor musunuz? İthalat damızlık yönünde çözüm olur, kasaplık yönünde ise fiyatlara etkisi olur. Ama asıl mesele ülkedeki hayvan varlığının artırılmasıdır. Sürekli ithalat yaparak ihtiyacı karşılamanız mümkün değil. Et fiyatları genel olarak ürün kalitesini etkiliyor mu Mustafa Bey? Fiyatları etkilediği aşikâr ancak bizim kalitemizde herhangi bir etkisi olmuyor. Zam yapmayacağım diye kaliteyi bozmamız mümkün değil. Bu konuda bozulmaz kırmızı çizgilerimiz var. Mustafa bey, zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
12
Şaban ÜNLÜ Kayseri Ticaret Borsası Başkanı
KIRMIZI ET VE SORUNLARI Türkiye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısının azalması bu yıl net olarak etkisini göstermektedir. Son 7-8 yılın birikimi ile oluşan bu sorun ne yazık ki yıllardır Tarım Bakanlığı’nca kabul edilmiyordu. Bu yıl hayvan sayısındaki azalmanın gösterdiği etkinin net olarak hissedilmesi ile birlikte Tarım Bakanlığı bu durumu kabullendi.
Hayvan sayısındaki azalmanın başlıca sebepleri şunlardır: 1. Dişi hayvan kesimlerinin zamansız yapılması. (İneğin ömrü ortalaman 15-17 yıldır. 10-12 yavru verir. Koyunun ömrü 10-12 yıldır ve 10-12 yavru verir.) Dişi hayvan kesiminin düzensiz ve erken yapılıyor olmasının getirdiği yavru sayısındaki azalma.
süt fiyatının yaklaşık 2 kg yeme yakın olması gerekiyor. Fakat son 8-10 yıldır 1 kilogram sütün değeri yaklaşık 1 kg yem kadardı. Ancak günümüzde yeni süt hayvanlarının azalması sebebiyle 1 kilogram sütün değeri 1,5 kilogram yem kadar.
2. Bazı bölgelerde (İç Anadolu, Doğu Anadolu, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu) yeterli entegre süt tesislerinin bulunmuyor olması.
6. Hayvancılığın daha iyi duruma gelebilmesi için Tarım Bakanlığı, Tarım ve Hayvancılık Konseyi kurup, bu konseylerden, işi iyi bilen ticaret borsalarından ve ziraat odalarından destek sağlanmalıdır.
3. Köylünün tarımdan ve hayvancılıktan kazanç elde edememesinden dolayı köyden kente göç etmesi. 4. Sütün değersiz kalması neticesinde üreticilerin hayvanlarını erken kestirme yoluna gitmesi ve bu durumun yavru sayısında çok büyük düşüşe sebep olması. 5. Süt hayvancılığının ilerleyebilmesi için
Bu tedbirler alınmazsa ülkemiz tarım ve hayvancılık ülkesi olmaktan çıkar ve devamlı et ithalatına boyun bükmek zorunda kalır. Bir an önce gerekli tedbirleri alarak hayvancılığı ülkemizde geliştirmeliyiz. Ancak azalan hayvan sayısının artması için ithal besilik hayvan ve gebe düve ithalatının önü tam manasıyla açılmalıdır.
13
14
Dünya Gıda Günü: Açlığa Karşı Birleşmek Doç.Dr. Zafer GÖNÜLALAN
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) tarafından 13-17 Kasım 1996 yılında İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlenen 185 devletin üst düzeyde temsili ile gerçekleşen, Dünya Gıda Zirvesi’nden sonra yayınlanan Roma Deklarasyonu’nda, eğer yapılması gerekenler zamanında hayata geçirilmezse 2010 yılı itibarı ile dünyadaki kronik açlık çeken insan sayısının 250 milyonu Afrika kıtasında olmak üzere 680 milyonu bulacağı öngörüsü yapılmıştır. FAO’nun başında bulunan Dr. Jacques Diouf zirvenin ardından kronik açlıkla savaşmak için yeterince bilgi birikiminin, imkanın, kaynağın olduğunu, Roma Deklarasyonu ve Eylem Planı ile bunu gerçekleştirilebileceğinin ispat edileceğini açıklamıştır. Yine Birleşmiş Milletler tarafından 20-22 Eylül 2010 tarihlerinde New York’ ta düzenlenen Dünya Liderlerinin katıldığı, Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’nde (UN Millennium Development Goal Summit), FAO yetkilileri dünya genelinde kronik açlık çeken insan sayısının yaklaşık bir milyar kişi civarında olduğunu belirtmiş, 2015 yılı itibarı ile Dünya
genelinde kronik açlık çeken insan sayısını yarı yarıya azaltmasının hedeflendiği ifade edilmiştir.
zi başta kırmızı et olmak üzere bir çok gıda maddesi bakımından dışa bağımlı, ithalatçı ülke haline getirmiştir.
Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması Açlığa Karşı Birleşmek ‘tir (United Against Hunger). Açlıkla etkili bir şekilde mücadele edilebilmesi için devletlerin, sivil toplum örgütleri ve özel sektörle bir araya gelmesinin önemli olduğu bu yılki tema ile vurgulanmaktadır.
Ülkemizde, tarım ve hayvancılığa uluslar arası rekabet gücü kazandırabilecek düzeyde destek verilmezken, ortak bütçesinin neredeyse yarıya yakınını destek olarak üreticisine dağıtan Avrupa Birliği ülkelerindeki kırmızı et fiyatları ile Türkiye’nin et fiyatları karşılaştırılmakta ve yerli üretici haksızca eleştirilmektedir. Bu yanlış da sistemli olarak sürdürülmektedir.
Dünya hepimizindir. Dünya üzerinde iyi şeylerin olması için sadece devlet başkanlarının bir araya geldikleri politik söylemlerin hakim olduğu zirvelerin, toplantıların yeterli olmadığı 2010 yılı itibarı ile açlık çeken insan sayısının 680 milyon kişi beklenirken bir milyarın üzerine çıkmasından açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bir politikanın etkin olabilmesi için toplumu meydana getiren bir çok katmanın da görüşlerinin alınmasının ve katkısının sağlanmasının önemine net vurgu yapılırken, Türkiye’de Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı sürdürdüğü idare tarzı ve üslubu ile ülkemi-
Dünya Gıda Günü dolayısı ile üretim konuları ile ilgili olarak strateji hazırlayan yetkili kurumların daha etkin ve sürdürülebilir tedbirlerin alınmasını sağlamak için meslek odaları başta olmak üzere sivil toplum örgütlerinin de fikir ve birikimlerinden de istifade edebileceği bir yapılanmaya gitmesini arzu ettiğimizi bu vesile ile kamu oyuna saygı ile duyuruyoruz.
Av. Murat ALIMCI
İnsanlar yaşadığı çevreyi tarih boyunca hayvanlarla paylaşmışlardır. Başlangıçta bu paylaşım zorunluluktan doğmuştur. Bir hayvanın en öncelikli hakkı sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürme hakkıdır. Hayvan sağlığı ve hayvan refahı birbirinden ayrılamaz. Hayvan refahının korunması ve teşviki bir Veteriner Hekimin temel görev ve yetkilerinden birisidir. Tüm Veteriner Hekimlerin birinci önceliği bakımları altındaki hayvanların refahını korumaktır. Teknolojinin ulaştığı boyutlar ne olursa olsun yaşamın devamı için doğal denge vazgeçilmezdir. Doğal dengenin sürdürülebilir kılınması için insanlar, hayvanlar ve bitkilerin bir bütün olarak düşünülmesi şarttır. Hayvan Hakları, doğal dengenin varlığından kaynaklanan bir zorunluluktur. Günümüzdeki anlamda hayvan korunması başta yaşam hakkı kavramı 1800’lü yıllarda ortaya çıkmıştır. İngiltere’de 1822 yılında hayvanları korumak, insanların hayvanlara iyi davranmalarını sağlamak ve hayvanların daha iyi koşullarda beslenme ve korunmalarını sağlamak amacıyla Hayvanları Koruma Birliği kurulmuştur. Bu hareket daha sonra tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Benzeri örgütlenmelerin Türkiye’deki ilk yansıması 20. yüzyılın hemen başındadır. Dünyada hayvanları koruma amaçlı kurulan dernekler Hollanda’da bir araya gelerek Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu’nu oluşturmuşlar ve 1931 yılında toplanan bu kuruluş 4 Ekim’i Hayvanları Koruma Günü ilan etmiştir. Uluslararası platformda Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi ise Hayvan Hakları Birliği ve ona bağlı ulusal birlikler tarafından 21-23 Eylül 1977 tarihinde Londra’da kabul edilmiştir. Kabul edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki UNESCO Merkezi’nde ilan edilmiştir. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek, 1990 yılında
UNESCO Genel Direktörü’ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır. Türklerin eskiden beri hayvanlara büyük değer verdiği bilinir. Kartal, geyik ve kurt gibi hayvanlar Türk Boylarının simgesi olmuştur. Atalarımız, ölen atlar için mezar taşları ve kitabeler yaptırmışlardır. Kaya resimleri ve kilimlerde hayvan figürleri çoğunluktadır. Edebiyatta, türkülerde vb., hayvan sevgisi hissedilir derecede vurgulanmıştır. Geçmişte gerek Selçuklu, gerek Osmanlı döneminde hayvanlara büyük bir sevgi gösterilmiş. Hayvanlar yararına bir çok vakıflar kurulmuş, yaşlı hayvanların ömürlerini tamamlayabilmeleri için büyük otlaklar vakfedilmiş, cami, medrese ve konakların cephelerine sanat eseri niteliğinde kuş evleri eklenmiştir. Osmanlı Ülkesini gezen yabancıların seyahatnamelerinde, Türklerin “hayvansever üstün insanlık vasfından” büyük bir hayranlıkla söz edildiği görülmektedir. Hayvan sevmek dinin de bir gereğidir. İslam dininde bütün mahlukata şefkatle muamele yapılması emir olunur. Hayvanlara zulmün cezası ağırdır. Çünkü, hayvanların Allah’tan başka koruyucusu yoktur. Hayvanlar riayet edilmesi gereken haklara sahiptir. Ancak, köpekler temiz olarak düşünülmediği için, Kuran-ı Kerim’de yasaklayıcı bir hüküm olmamasına rağmen, ev hayvanı olarak kabul görmemiştir.
15
NEDEN HAYVAN HAKLARI?
16
UZMAN GÖRÜŞÜ: KENELERİ AZALTALIM DERKEN ÇOĞALTIYORLAR! Keneler ile mücadele çok önemlidir ve asla göz ardı edilmemelidir. Keneleri insanlardan uzaklaştırmak için öncelikle mera hayvancılığına özellikle de koyun, keçi ve sığır yetiştiriciliğine önem verilmesi gerekmektedir. Keneler merada otlayan koyun, keçi ya da sığıra yapıştığında bunları periyodik olarak banyolukları da ilaçlamalıyız. Dolayısıyla bu sırada kan emmiş olan dişi keneler ölecek ve bir dişinin ölmesiyle de 10-20 bin kenenin gelişmesi ve çoğalması engellenmiş olacaktır.
Prof. Dr. Abdullah İNCİ Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Ana Bilim Dalı Başkanı
Keklik, bıldırcın gibi yerden beslenen kanatlıların, mera kenelerine karşı biyolojik mücadele aracı olarak kullanılması doğru değildir. Türkiye’de Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsünü nakleden kene türü Hyalomma Marginatum’dur. Bu tür bıldırcın, keklik, sülün, gibi yerden beslenen kuşlardan da kan emerek beslenebilir. Bu nedenle doğaya keklik, bıldırcın, sülün gibi yerden beslenen kuş
türlerini salmak, keneleri azaltmaz aksine çoğaltır. Bunlar bilimsellikten uzak yaklaşımlardır. Ancak, bu konuda Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na danışmanlık yapan çok değerli arkadaşlarımız var. Olağanüstü enerji sarf ederek bilgilendirme çalışması yapıyorlar. Fakat bu kadar özveri ile yapılan gayretli çalışmalara rağmen, nereden çıktığı belli olmayan, dedikodu boyutunda bilgiler kapsamında birilerinin bir şeyler yaptığını duyuyoruz ve çok üzülüyoruz. Bu kene mücadelesi, bilimsel ve son derece de hassas bir problemdir ve çözümü de bilimsel olmak zorundadır. Biz sadece bilimsel yaklaşımın arkasına politik irade istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. Periyodik olarak ilaçlama yapılacaksa nerede yapılacağını söylüyoruz. Kışın kene mücadelesinin ayrı, yazın ayrı yapılacağını söylüyoruz. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Protozooloji ve Entomoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Karaer, kendisi benim de hocamdır, bu konuda sesini duyurmak için adeta çığlık atıyor.
KENELER SIĞIRI BULAMAYINCA İNSANA YAPIŞIYORLAR KKKA hastalığı ile ilişkilendirilen Hyalomma Marginatum kenesi genellikle sığırlarda görülen bir türdür. Bu türün insanlara da zarar vermesinin sığır sayısındaki azalmanın yan etkilerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Mera hayvancılığını bıraktığımız için meralarda konaklarını bulamayan bu hayvanlar, insanlara yapışıyor. Merada sığırı bulsa, biz de onu ilaçlasak bir dişi kenenin öldürülmesiyle 20 bin kene neslini birden öldürmüş olacağız. Eskiden bunu yapıyorduk. Şimdi yapamıyoruz. İnsanlar hayvanların otlatıldığı yerlere pikniğe gittiğinde, bağına bahçesine
gittiğinde kene tehlikesi ile karşı karşıya geliyorlar ve buna da kader diyorlar. En acı olanı da bu. Böyle kader olmaz, buna kader diyemeyiz. Bizim insanımızın kaderi bu olamaz. Bu tehlike kırsalı, şehri her tarafı sardı. Kenelere karşı bireysel korunma tedbirlerinin de mutlaka alınması gerekmektedir. Ama bu tedbirleri herkes yerine getiremeyebilir. Bunun için Türk hayvancılığına genel yaklaşım içinde kene problemi ülkenin gündeminden çıkarılabilir. Bu durum, ayrıca bütün hastalıklarla mücadele için de çok önemlidir.
Odamızın her Ramazan ayında düzenlediği iftar yemeği bu yıl da üyelerimizin katılımıyla gerçekleşti. Beraberce yenilen iftar yemeğinin ardından meslekte 10. yılını geçmiş olan 28 üyeye plaket takdim edildi. Üyeler plaketlerini Odamız Başkanı Doç. Dr. Zafer Gönülalan’ın elinden aldılar. Gecede plaket alan üyelerimiz ise şöyle; Mustafa Çalışkan, Ahmet Hamdi Ekinci, Latif Büber, Hüseyin Özcan, Mustafa Ortadağ, Ayhan Ceran, B. Niyazi Kılıçkaya, Mustafa Güler, Mustafa Önder, Ali Uluyol, Duran Şeker, Harun Görkem, Rasim Coruk, N. Kemal Kalfa, Abdullah Arık, Bekir Tümüklü, İsmail Tekinsiz, Yavuz Torunoğlu, Ayhan Ünlü, Gürsel Arslan, Yasin Ateş, Baki Kuraç, Mustafa Özdemir, Erkan Karabulut, Kürşat Kaliber, Bülent Ertuğrul, Bülent Coruk, Özgür Tahir Özden.
2010 YILINDA ARAMIZA KATILAN YENİ ÜYELERİMİZ •
ÇAĞLAR AKKGÜNGÖR
•
CEMİL GÜNER
•
EYMEN KIYILI
•
ABDULLAH DEMİRHAN
•
MUSTAFA BACAK
•
GÖKHAN BİNİCİ
•
MURAT BEKDİK
•
EMİNE MERVE KUZUM
•
MUSTAFA HULUSİ ÖZKAN
•
YUSUF ÜLKER
•
SEYRANİ BAYAR
•
MEHMET KULAKOĞLU
•
İBRAHİM ALPER ARIK
•
ERAY BAKICI
•
CEMAL DAYANIKLI
•
MUHAMMED KARAHAN
•
YAŞAR ÇITAK
•
HÜSEYİN YARIMKULAK
•
ÖZGÜR AKIN
•
GÜNDÜZ BUDAKLI
•
FATİH ÖZTÜRK
•
MURAT AKGÜL
•
FUAT AYDIN
•
OKAN KAYAALP
•
LATİFE ÇAKIR
•
GÜLTEKİN ATALAN
•
VEHBİ GÜNEŞ
•
ADEM TUFAN
•
ELİF ULUDAĞ TUFAN
17
Kayseri Bölgesi Veteriner Hekimleri Odası olarak hekimlerimizi bir kez daha iftar soframızda bir araya getirdik.
18
Bir pet hayvanına sahip olmak ilk bakışta oldukça kolay bir iş olarak gözükse de, arka planında birçok ince detayı ve sorumluluğu beraberinde getiriyor. Pet hayvanlarının yaşadıkları ortamların sterilizasyonu, petlerin rutin bakım ve temizlikleri dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan birkaçı. Bu önemli noktalara dikkat edilerek pet hayvanı yetiştiriciliğinden neden çok daha fazla keyif alınmasın?
Pet Hayvanları Yetiştiriciliğinde Dikkat Edilecek Noktalar
19
Yrd. Doç. Dr. Yeliz YILDIRIM Pet hayvanlarını sağlıklı ve mutlu bir şekilde barındırabilmek için pek çok şeye özen gösterilmesi gereklidir. Fakat bunlar arasında en önemlisi özellikle kafes hayvanları için etkin hijyen uygulamalarıdır. Basit hijyen uygulamalarıyla hem aile bireylerinin hem de kafes kuşlarının hastalıklardan korunması sağlanabilir. *Ellerin yıkanması: Kafes kuşlarından insanlara geçebilecek ciddi zoonoz hastalıklar bulunduğu bir gerçektir. Benzer şekilde kuşların sahiplerinden alabileceği enfeksiyonlar da söz konusudur. Kafes kuşlarına temas etmeden önce ve sonra ellerin yıkanması ile herkesin sağlıklı kalması mümkün olur. *Kafeslerin temiz tutulması: Kuşların yaşam alanı olan kafesler bakterilerin üreyebilmeleri ve uzun süre canlılıklarını korumaları için oldukça uygun yerlerdir. Dolayısıyla kafeslerin etkin bir şekilde temizlenmesine özen gösterilmesi gerekir. Bu şekilde hem kuşların hem de onlarla temas halinde olan herkesin hastalık riski azaltılmış olur.
*Kendi yemeklerinizi onlarla paylaşırken dikkatli olunuz: Kendi yemek yediğiniz tabak veya bardaklardan yemek yiyip içmelerine izin verirseniz, siz ve kuşlar arasında bakteri taşınması söz konusu olacağından oldukça riskli ve uygun olmayan bir davranış olur. Tedbirli davranmayı asla elden bırakmamak adına özellikle sadece kuş için sabit küçük bir tabak bulundurulmasında fayda vardır. Kuş sadece kendisine ait olan bir tabağa sahip olmaktan memnun olacaktır. Bu uygulamalar her zaman hatırlanarak uygulanırsa, hem kuşunuza sizden hem de minik arkadaşınızdan size herhangi bir etken geçmiş olma olasılığı azaltılmış olur. Her za-
man güvenlik ön planda olmalıdır. Hayvanlardan insanlara ve insanlardan hayvanlara geçebilme yeteneğinde olan hastalıklar zoonoz hastalıklar olarak adlandırılmaktadır. Genellikle kafes kuşu sahipleri bu tüylü dostlarından herhangi bir hastalık kapıp kapmayacakları konusunda endişe taşırlar. Gerçek şu ki, sahip olunan pet hayvan türüne bağlı olarak çeşitli zoonoz hastalıklar açısından risk bulunmaktadır. Söz konusu riskler, uygun hijyen kurallarının uygulanması, hastalık semptomlarının tanınması ve hastalık geçiş yollarının iyi bilinmesi ile sınırlandırılabilir ve önlenebilir.
Kafes kuşlarından kaynaklanan bazı zoonotik hastalıklar: *Allerjik alveolitus: Tam olarak zoonotik olarak nitelendirilmese de bu hastalık kafes kuşunu değil, kuşun tüyleri, tüy tozu ve diğer havaya karışan unsurlarını inhale eden kuş sahiplerinde ortaya çıkan bir hastalıktır. *Avian Influenza: H5N1 Avian Influen-
za virusu oldukça iyi bilinen ve ölümle sonuçlanabilen bir hastalıktır. Enfekte kuşların dışkılarıyla temas eden bireylerde sıklıkla görülmektedir. Her ne kadar bu etken kapalı kafeslerde yetiştirilen kafes kuşları için bir tehdit unsuru olarak görülmese de, her kuş için bu hastalığa yakalanma ve etkeni diğer
kuşlara ve insanlara taşıma riski vardır. *Avian Tuberculosis: Bu hastalık da hasta kuşların dışkılarından saçılan mikroskopik organizmaların inhalasyonu ile yayılmakta ve hem insanlarda hem de kuşlarda önemli hastalık semptomlarına ve hatta ölümlere yol
20
açmaktadır.
oluşmaktadır.
*Campylobacteriozis: Etken genellikle gastro intestinal sisteme yönelik problemlere neden olmaktadır. Genellikle gıdaların ya da suyun dışkı ile kirlenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. İnsanlarda ishal, kilo kaybı ve genel halsizlik durumuyla ortaya çıkmasına rağmen kuşlarda herhangi bir semptom meydana getirmeden bulunabilmektedir.
*Giardia: Kontamine gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkan diğer bir bağırsak parazitidir. Giardia enfeksiyonuna ait beldekler oldukça şiddetli ishal, ağırlık kaybı ve dehidrasyon dediğimiz ileri derecede su kaybı şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
*Klamidiozis: Psittakozis veya papağan gribi olarak da bilinen hastalık göz enfeksiyonları, diyare ve solunum sistemine ilişkin beldeklerle kendini göstermektedir. Bulaşma yüzdesi oldukça yüksek olan bu enfeksiyonda oldukça etkili doz ve sürelerde antibiyotik tedavisi ve hastalığın yayılmasına engel olmak için kuşların karantina altına alınması gerekmektedir. *Kriptosporidiozis: Kriptosporidiozis, konağın bağırsaklarında yaşayan ve kriptosporidium adı verilen mikroskobik parazitler tarafından meydana getirilen bir hastalıktır. Hasta hayvanların dışkılarıyla kirlenmiş suların veya gıdanın tüketilmesi sonucu hastalık
*New Castle Hastalığı: Bu hastalık genellikle vahşi hayvanlarda görülmesine karşın, pet olarak evlerde yetiştirilen papağan ve diğer kuş türlerinde de sıklıkla görülebilmektedir. Bu hastalık etkeni nörolojik fonksiyon kaybına, felçlere ve solunum yolu problemlerine neden olan bir virüstür. *Salmonellozis: Diyare, aşırı su kaybı ve şiddetli bağırsak bozukluğuna neden olan ve söz konusu bakterinin genellikle gıda veya kontamine su ile alınmasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu hastalık antibiyotik tedavisiyle tam olarak iyileşebilmektedir. *Sarkosistis: Kafes kuşlarında yoğun strese ve şiddetli solunum güçlüğüne neden olan parazitik bir enfeksiyondur. Sarı renkli akıntılar, kuyruk düşmesi, solunum güçlüğü ve hal-
sizlik en önemli semptomlardır ve kuşlarda ölümcül olabilmektedir. Pet hayvanlarının yine MRSA olarak adlandırılan “Metisilin dirençli Staphylococcus aureus” örneğinde olduğu gibi antibiyotiğe direnç kazanmış birçok etkeni de içeren en az 30 farklı patojeni (hastalık oluşturma yeteneğindeki etkenler) insanlara taşımak gibi riskleri beraberinde getirdikleri belirtilmektedir. Zoonoz hastalıklar açısından risk altında olan bireyler: •
Yeni doğanlar, küçük çocuklar, immun sistemi yetersiz olan bireyler,
•
Hamile kadınlar (Hamilelerde immun sistem daha duyarlıdır ve fetüsa ilişkin tehlikeler de söz konusudur).
•
Yaşlılar
•
Kanser tedavisi görenler, HIV/AIDS hastaları gibi immun sistemi yetersiz bireyler
•
Veteriner Hekimler ve vahşi hayvan ve diğer hayvanların bakımından sorumlu olarak çalışanlar
Kafeslerin Temizlenmesi: Kafeslerin temizlenmesi özellikle ilk defa kuş sahibi olanlar için biraz karışık gelebilir. Dolayısıyla kuş sahipleri kendilerine kolaylıkla uygulayabilecekleri bir iş haline getirmek amacıyla bir temizlik düzeni sağlamak durumundadırlar. Temizlik işlemi; günlük, haftalık ve aylık yapılacak kolay işlemler şeklinde düzenlenirse hem zamandan hem enerjiden kazanılmış olunacak hem de kuşunuz her zaman temiz ve rahat bir yaşama alanı edinmiş olacaktır. 1- Günlük temizlik: Kirli kafesler kuşunuzun ciddi sağlık problemleriyle karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Aşağıda belirtilen kolay uygulanabilir tavsiyeler yerine getirilirse kafeste iyi koşullar her zaman muhafaza edilebilir. Kafes içi yürüyüş çubuklarının değiştirilmesi: Sadece hayvanın rahat yürümesi açısından değil, yemek artıklarının ve diğer atıkların arasında yürümek oldukça sağlıksızdır. Yine kafes tabanındaki kâğıtların değiştirilmesi kötü kokuların da önüne geçecektir. Temiz gıda verilmesi ve su kaplarının temizliği: Her gün hayvanın önceden kalan yemleri ve suyu alınarak yenisiyle değiştirilmesi ve kapların bulaşık deterjanlarıyla iyice
yıkanması gerekmektedir. Bu uygulama kaplarda bakteri üremesini engelleyecektir. Kaplar çok iyi durulanmalı ve yerleştirilmeden önce iyice kurulanmalıdır. Kafes yüzeylerinin silinmesi: Islak bir bez veya duvar havlusu yardımıyla tüm yüzeylerin, parmaklıkların, tüneme yerlerinin ve oyuncakların iyice silinmesi gerekmektedir. 2- Haftalık Temizlik: Haftalık temizlik işlerini yürütmek üzere haftanın bir günü belirlenmeli ve bu iş rutin olarak sürdürülmelidir. Kafes tabanının sökülerek yıkanması: Bu kafes tabanının haftada bir sökülmesi, ıslak bir bezle ve kafes temizleyici ajanlarla ovalanarak silinmesi ve yerleştirilmeden önce iyice kurulanması gerekmektedir. Parmaklıkların sökülerek yıkanması: Parmaklıklar hayvanın dışkısıyla yemek artıklarıyla kirlenmiş durumdadır. En kolay temizleme yolu su banyosuna yatırarak fırça ile temizlenmesidir. Yine diğer bütün kafes parçaları gibi parmaklıkların da takılmadan önce iyice kurumuş olmasına özen gösterilmelidir. Tüneme yerlerinin temizliği ve değiştirilmesi: Tüneme yerlerinde atık ve dışkı birikimi
son derece fazladır. Özellikle tahtadan yapılmış tüneme yerleri temizlendikten sonra kurumak için belirli bir süre gerektirir. Dolaysı ile elde birkaç tane yedek tüneme yeri bulundurulması uygun olur. Oyuncakların temizliği ve değiştirilmesi: Bebekler gibi kuşlar da oyuncaklarla oynamayı severler. Haftada bir kere bunların sökülerek temizlenmesi gerekir. 3- Aylık temizlik: Ayda bir kez tüm kafesin etkin bir şekilde temizliği gerekmektedir. Bunun da en güzel yolu içindeki bütün parçaları çıkararak su banyosuna yatırmaktır. Kafes çok büyük ise sprey tarzında yıkama yapılabilir. Yıkama esnasında aşağıdaki temel esaslar uygulanmalıdır. Güçlü bir fırça kullanılmalıdır; Sadece bu iş için kullanılacak ve inatçı kirlerin sökülmesine faydalı olacak bir fırça olmalıdır. Kafes içerisindeki tüm yarık ve çatlakların iyi bir şekilde temizlenmiş olmasından emin olunmalı; tüm kafes parçalarının deterjan ve temizlik ajanlarından tamamen arınmış olmasına özen gösterilmelidir. Pet hayvanlarının temiz bir ortamda yaşa-
ması için günde birkaç dakikalık bir temizlik işlemi hayvanın hayatına yıllar ekleyebilir. Özellikle kuşlar kimyasal ajanlara çok duyarlı olduklarından hayvanlara zarar vermeyecek
ajanların seçilmesine özen gösterilmelidir. Bu amaçla sıcak su, soda, boş ve temiz bir sprey şişesi ve saf limon suyu kullanılabilir. Özellikle limon suyu doğal enzimler içermekte ve or-
ganik materyalin çabuk çözünmesine katkıda bulunmaktadır.
uzaklaştırılması gerekir. Bu işlemi rahatça yapabilmek için yumuşak, nemli ve temiz bir bez kullanılabilir. Bazı ırklar göz problemlerine karşı diğerlerinden daha duyarlıdır. Hangi ırktan olursa olsun gözlerde görülen sarı veya yeşil akıntılar mutlaka veteriner hekime bildirilmelidir. Göz için herhangi bir kimyasal ürün kullanılmadan önce veteriner hekime danışılmalıdır.
Köpeğinizin ağzı, tüyleri ve patileri gördüğünüz ya da düşündüğünüz kadar temiz olmayabilir. Gerçek şu ki köpekler sizi ve ailenizi hasta edebilecek hastalıkları taşıyor olabilir. Özellikle köpekler kirli alanlarda, çimenlerde, hastalık etkenlerinin yoğun olarak bulunduğu yerlerde gezmeyi severler. Köpeklerin taşıyabileceği önemli hastalık ajanlarına örnek vermek gerekirse;
Dişler: Kedilerden farklı olarak köpekler sağlıklı ve temiz bir diş için yardıma ihtiyaç duyarlar. Özellikle bazı ırklarda ciddi diş problemleri daha fazla görülür ve cerrahi işlemlere gerek duyulabilir. Dolaysıyla birkaç haftada bir köpek dişlerinin temizlenmesi gerekmektedir. Bu işlem için köpek diş fırçaları veya normal yumuşaklıkta insan diş fırçaları kullanılabilir. Fakat diş macunu kullanılmamalıdır. En iyisi düzenli aralıklarla diş temizliğine tabi tutulmasıdır.
Parazit yumurtaları: Köpekler pati ve tüylerinde bulunan kontamine bahçe toprağı veya kumlardan aldıkları parazit yumurtalarını, siz onlarla temas ettiğinizde size geçirebilirler.
Kedi ve köpeklerin sağlıklı olmasını sağlamak hayvan sahipleri için oldukça zahmetli bir iştir. Kedi ve köpeklerin düzenli aralıklarla veteriner hekim kontrollerinden geçmesi gerekir. Gerekli özen gösterilmediği takdirde önemli sağlık problemleri şeklinde geri dönüşü olacaktır. Kulaklar: Haftada bir kez köpek kulaklarının kontrol edilmesi gerekir. Özellikle uzun ve tüylü kulaklarda kötü koku, kırmızılık veya yangı belirtileri takip edilmelidir. Bunlardan herhangi birine rastlanıldığında veteriner hekime başvurulması gerekir. Kulak temizliği için alkole ya da bebek yağına batırılmış kulak çöpleri kullanılabilir. Fakat çok derinlere inilerek kulak yolunun zarar görmesi önlenmelidir. Gözler: Genelde sağlıklı köpeklerde gözler canlı, temiz ve tam olarak açıktır. Düzenli aralıklarla gözlerin silinmesi ve pisliklerin
Kuş pislikleri: Kurumuş kuş pisliklerinin tozlarını alarak özellikle psittacosis denilen bakteriyel hastalığa yakalanabilir. Tüyleri ve patileri yoluyla sizi de enfekte edebilir. Köpek idrarı: Köpek idrarı ile herhangi bir şekilde temas ettiğinizde leptospiroz gibi bir
21
Kedi ve Köpek
hastalıkla karşı karşıya kalabilirsiniz.
22
Ringworm: Bu hastalık, bulaşıcılığı oldukça yüksek bir hastalıktır ve temas yoluyla insanlara geçebilir. Bu durumda köpeğinizi, ailenizi ve kendinizi korumak için etkili hijyen önlemlerini uygulamak gerekir. Bunlar; Pet hayvanınızla oynadıktan veya ona dokunduktan sonra özellikle yemekten önce ellerin iyi bir şekilde yıkanması. Pet hayvanınızı düzenli aralıklarla vete-
riner hekim kontrollerinden geçirilmesi (Bu işlem aşıların takibi, parazitlerle mücadele, iyi besleme ve bakım tavsiyelerinin alınması ve şüpheli durumların danışılması açısından önem taşır). Kedi ve köpek yaralanmasının önlenmesi (Bu yaralar önemli hastalıkların taşıyıcısı olabilir). Kedi ve köpek yaşama alanlarında hijyen uygulamalarına dikkat edilmesi (kedi köpek dışkılarının ortamdan uzaklaştırılması, özel-
likle küçük çocukların dışkıyla temasının engellenmesi; kedi kumlarının günlük olarak değiştirilmesi. Özellikle hamile bayanların kedi dışkılarından geçebilecek toxoplasmozisten dolayı dışkılardan uzak tutulması gerekmektedir). Vahşi hayattan uzak durulması. Özellikle çocukların pet hayvanları konusunda bilgilendirilmesi (ellerin yıkanması ve 5 yaşın altındaki çocukların pet hayvanlarıyla temasının bizzat denetlenmesi).
Pet Hijyeni Pet hayvanları düzenli bir şekilde yıkanarak tımarlanması sadece güzel görünmeleri için değil sağlıklı ve temiz olmaları için de gereklidir. Tırnak kesimi, tüylerin tıraşlanması ve diş temizliği birkaç haftada bir düzenli olarak gerçekleştirildiğinde oldukça faydalı olacaktır. Temiz pet hayvanları ev ortamında alerjenlere daha az maruz kalmamızı sağlayacaktır. Pet hayvanları için kendi şampuan ve temizlik malzemelerinizi değil, onlar için özel şampuanları kullanmanız gerekmektedir. Özellikle ev ortamında bakılan ev hayvanları için tırnak bakımı ve kesimi ayrıca önem taşımaktadır. Tırnak kesim aralıkları uzadıkça
bölgede daha fazla sinir ve kan damarı oluşacağından daha fazla açıya neden olacaktır. Dolayısıyla kısa aralıklarla küçük kesimler daha uygun olacaktır. Bu işlemler (yıkama, tımarlama, tıraş ve tırnak kesimi) zor geliyorsa bu işi yapabilecek veteriner kliniklerine başvurulabilir. Köpekler belirli aralıklarla tımarlanmaya ve yıkanmaya ihtiyaç duysa da kediler kendi başlarına bu işlemi yapabilmektedir. Hamster ve kertenkelelerin de bu işleme ihtiyaç duymadığı bildirilmektedir. Kalıcı hijyen önlemleri pet hayvanlarının hepsi için gereklidir. Bu önlemler onların kaliteli bir hayat sürmesi ve hayvan sahiplerinin sağlığı
için gereklidir. Pet hijyeni için 5 genel madde sayılabilir. 1. Tüylerin kirlerden arındırılması ve fırçalanması 2. Dişlerin temizlenmesi 3. Düzenli aralıklarla gerekli görüldüğü durumlarda yıkanması 4. Egzersiz yaptırılması 5.
Sağlıklı bir deri ve tüy için yüksek kalitede diyet uygulanması
•
Fazla balık, daha fazla yem ve daha fazla kirlilik demektir.
•
Fazla balık, hastalık riskinin daha fazla yaşanması demektir.
Balık Balık gelişimi her zaman istendiği gibi olmaz. Bazı hayvan sahiplerinin balıkları çok hızlı ve sağlıklı bir gelişim gösterirlerken, kimi akvaristlerin balıkları ne yaparlarsa yapsınlar sağlıklı ve hızlı bir gelişim göstermezler. Balıkların gelişimini etkileyen belli başlı faktörler şunlardır; Tank boyutu: Tank büyüklüğü, balıkların sağlıklı gelişimi için önemle üzerinde durulması gereken konulardan birisidir. Genel kanının aksine, tankın büyük olması, “daha fazla uğraş” demek değildir. Tam tersi, küçük boyutlu tanklarda çok daha fazla uğraş vermeniz gerekir. Çünkü büyük tanklarda istenen su değerlerini oluşturmak ve korumak daha kolay olurken, küçük boyutlu tanklarda su değerlerinde sürekli değişiklikler yaşanabilmektedir. Aynı zamanda tankın büyüklüğü, balıkların erişkin boylarına gelmelerinde de önemli bir rol oynar. Gerekenden daha küçük akvaryumlarda beslenen balıklar erişkin boylarına ulaşamazken, daha büyük boyutlardaki tanklarda yetişen balıklar hem daha büyük olurlar, hem de daha sağlıklı gelişirler. Aynı zamanda, küçük akvaryumlarda beslenen
büyük boyutlu balıklar arasında kavgalar yaşanması sık görülen bir olaydır. Bu özellikteki tanklarda bakılan balıklar, çoğunlukla strese girip sağlıklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Tank büyüklüğü, beslenilen balıkların türlerine göre belirlenmelidir. Akvaryum alırken ya da yaptırırken, balıkların erişkin hallerindeki büyüklükleri düşünerek boyutları belirlenmelidir. Kimi balıklar yüksekliği fazla olan akvaryumlarda rahat ederlerken (örneğin; melekler, leptosomalar, discuslar, vb.), kimi balıklar da genişliği ve uzunluğu fazla akvaryumlarda en iyi şekilde bakılabilirler (örneğin; tropheus, frontosa, furcifer vb.). Tank içindeki balık ve tür sayısı: Tanktaki balık sayısı, akvaryumun boyutlarına uygun sayıda tutulmalıdır. Tank boyutu ve balıkların büyüklükleri göz önüne alınarak yapılacak bir hesaplama ile beslenebilecek balık sayısı belirlenebilir. Kapasitesinden fazla balık beslenen tanklarda, her zaman için çok sorun yaşanır. •
Fazla balık, gereksiz yere yaşanacak kavgalar demektir.
Kalabalık akvaryumlarda beslenen balıklar, daha zayıf, hastalıklara daha yatkındır. Dolayısıyla büyümeleri daha yavaş olur. Balıklarda gelişme geriliği gözlenir. Aynı zamanda, karma akvaryumlarda tür seçimleri de dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Birbiri ile bir arada yaşaması mümkün olmayacak balıkları bir arada beslemeye kalkmak, balıkların birbirlerine zarar vermesine yol açabilir. Karma bir akvaryum oluşturulacaksa, beslenmesi düşünülen balıkların aynı su değerlerine, beslenme ve davranış özelliklerine sahip türler olmasına dikkat edilmelidir. Doğal yaşamında pH’sı yüksek sularda yaşayan bir balık ile pH’sı düşük sularda yaşayan balıklar aynı tankta beslenemez. Örneğin; calvus ile ramirezi bir arada beslenemez. Aynı zamanda, bitkisel beslenen bir tür ile etçil beslenen bir balık türünü aynı tankta beslemek yanlış olacaktır. Örneğin; frontosa ile tropheus farklı beslenme özelliklerine sahip olduklarından
Filtrasyon: Birçok balık türü güçlü bir filtrasyon ister. Bunu sağlamak için de tankın büyüklüğüne uygun bir filtre seçilmelidir. Biyolojik filtrasyon, sağlıklı akvaryumlar kurabilmek için oldukça önemlidir. Akvaryum filtresi, tanktaki suyu saatte en az iki-üç defa çevirecek özelliklere sahip olmalıdır. Biyolojik ve mekanik filtrasyon ile balıkların sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği bir ortam sağlanabilir. Düzenli akvaryum temizliği: Akvaryumlarda yapılacak su değişimi ve dip temizliği hiç bir zaman ihmal edilmemelidir. Su içinde fazla miktarda birikecek “nitrat” ve diğer zararlı maddeler, yavru gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir. Nitrat testi alıp, haftalık olarak ölçüm yapılmalı, nitrat düzeyleri kontrol altında tutulmalıdır. Temiz ve oksijeni bol su, balıkların sağlıklı bir şekilde gelişip üremelerini sağlar. Türe uygun kaliteli ve çeşitli yemlerle beslemek: Balıklar, beslenme özelliklerine göre 3 türe ayrılırlar; herbivor(bitkisel), carnivor(etçil) ve omnivor(hem bitkisel, hem etçil). Protein ağırlıklı beslenmesi gereken bir türe bitkisel ağırlıklı beslenme uygulanırsa yeterince gelişemezler. Frontosa gibi, doğasında etçil olan bir balığa daima protein ağırlıklı yemleme yapmalısınız. Balıklara özelliklerine uygun kuru ve canlı yemler verilmelidir. Aynı zamanda, tek bir çeşit yem değil, onlara uygun birkaç tür yem kullanarak ihtiyaçları olan her tür besini almaları sağlanmalıdır. *Ph: Her ne kadar örnek bir balık için 7.0 değeri optimal bir değer olsa da aynı balık 6.6 ile 7.4 değerleri arasında yaşamayı başarabilir, hatta 6.2 ile 7.8 arasında bile hayatını idame ettirebilir. Bir hobici olarak pH değerindeki sapmaları önlemek için çaba sarf edilmelidir. Örneğin pH 7.0’de yaşayabilen bir balığı 6.6 ile 7.0 arasında değişen aralıklarda yaşatmaktansa sabit bir 6.6 değerinde yaşatmak daha uygundur. *Yosun sorunu: Su altı peyzajının en fazla karşılaşılan problemi hiç şüphesiz ki alg patlamasıdır. Birçok kişi bu sorunun üstesinden gelemediği için hobiyi bırakmıştır. İşin kötü tarafı çeşidi ne olursa olsun çoğu alg probleminin aynı nedene dayanmasıdır. Bu neden amonyak ve organik nitrit fazlalığıdır. Su değişimi uzun süre yapılmazsa sudaki fosfor artar. Yenmeyen yemler de alglerin çoğalmasına yardımcı olacaktır. Çoğu durumda algler yeşil, mavi, kahverengi veya hatta siyah renkte
görünürler. Rengin koyulaşması tankın daha kirli olduğunun göstergesidir. •
Düzenli bakım yapılan bir filtreleme sistemi kurulmalıdır. Haftada bir suyun 1/3’ünün değiştirilmesi gerekmektedir.
•
Bir UV filtresi eklenmelidir ve aydınlatma zamanı bitkilerin yoğun olarak gelişebilecekleri şekilde ayarlanmalıdır.
•
İlk iki ya da üç hafta boyunca oturmamış filtrasyon düzeneği yüzünden fazla balık eklenmemelidir.
killerde ısıtılmış su dökülmemelidir. Bu balıklarınızın şok etkisi dediğimiz ölümleriyle son bulacak kötü durumlara yol açabilir. Oda sıcaklığında dinlendirilmiş su en idealidir. Temizlik esnasında kullanılması gereken malzemeler: Plastik kova, plastik maşrapa, dipçek hortumu ve akvaryum süngeridir. Önce akvaryum içerisindeki dekorların ve ekipmanların çıkarılması gerekmektedir. •
İlk olarak filtrenin her parçası tek tek sökülerek sıcak su ile temizlenmeli, ısıtıcı da bu temizliğe dâhil edilmelidir.
•
Bir litre suya birden fazla balık konmamalıdır.
•
Fazla yem verilmemelidir. Yenmemiş yem yosunların en sevdiği iki besin olan nitrit ve fosfor içerir.
•
Akvaryum süngeri kullanılarak camların iç kısmına yapışmış olan yosun birikintileri temizlenmelidir.
•
Zemine yakın yaşlı yapraklar, üzerlerinde yosun oluşmasını engellemek amacıyla budanmalıdır. Tanktaki yosunları kontrol altında tutmak için Oto’lar, SAE’ler, salyangozlar ve yosun yiyen karidesler (60 cm’lik bir tank için 40 adet) eklenebilir.
•
Dipçek hortumu yardımıyla dipte birikmiş olan tortul tabaka çekilmelidir.
•
Akvaryumdaki dekorlar mutlaka sıcak su ile yıkanmalıdır.
•
Akvaryum temizliği esnasında yapılacak su değişim oranı % 25 olarak bilinir. Ancak bu oran % 50 hatta havaların sıcak olduğu dönemlerde % 60’lara çıkabilir. Boşaltımı yaptıktan sonra dinlendirilen su veya damacana su akvaryuma ilave edilebilir.
•
Su ilavesinden sonra akvaryum tabanına bir miktar kaya tuzu serpilebilir. Eğer akvaryumun su seviyesinin olduğu alanda kireç tabakası oluşmuş ise tuz ve sirke dökülmüş temiz bir bez yardımıyla silinebilir.
•
Su ilavesinden sonra sudaki ağır metallerin etkisini azaltmak için pet shop ve eczanelerden temin edilebilecek klor kırıcı ilaçlar kullanılabilir.
Öncelikle akvaryumun temizliği mutlaka periyodik olmalıdır. Yani haftada bir gün belirlemeli ve hiç aksatmadan haftada bir kez mutlaka aşağıda bahsedilen hususlara dikkat edilerek temizlik işlemi gerçekleştirilmelidir. Temizlik esnasında yapılması gerekenler: •
Akvaryum temizliği sırasında hiçbir şekilde kimyasal ürün (sabun, ozon, kireç çözücü vs.)
•
kullanılmamalıdır.
•
Balıklar kesinlikle poşete kovaya vs. başka bir ortama ayrılmamalıdır. Temizlik boyunca akvaryumun içerisinde kalmaları daha iyi olacaktır.
•
Temizlik esnasında kullanılan malzemeler sadece akvaryum temizliğine ait olmalıdır. Kullanılan kova, maşrapa veya diğer malzemeler başka hiç bir yerde kullanılmamalıdır (özellikle deterjanlı temizliklerde). Bu konu çok önemlidir çünkü kimyasallar balıklara geri dönülmeyecek zararlar verebilir.
•
Su değişimi esnasında mutlaka dinlendirilmiş su (en az bir hafta) kullanılmalıdır.
•
Akvaryuma ocakta veya başka şe-
Unutulmamalıdır ki, periyodik bakım akvaryum hayvanları için hayati önem taşımaktadır.
23
aynı tankta beslenmemelidirler.
24
25
Geçtiğimiz aylarda Kayseri’de Veteriner Hekim Özgür Tahir ÖZDEN’in girişimleri ile açılan Işık Veteriner Tıp Merkezi kısa sürede bölgedeki hayvan severlerin uğrak yeri haline geldi.
Petlerinizin istenilen her zamanda sorunlarını gidermek amacıyla 7 gün 24 saat açık olan klinikte 5 veteriner hekim görev yapıyor. Böylece acil durumlarda petinize anında müdahale edilebiliyor. Ultrason ve röntgen gibi görüntüleme sistemlerine sahip olan klinikte minik dostlarınıza en kısa zamanda teşhis konularak, müdahaleye başlanılması sağlanıyor. Eğer gerekiyorsa koruyucu hekim olarak da petinizin bakım ve tedavisi tamamlanana dek orada kalması sağlanabiliyor. Hayvanlarınıza yapılan acil müdahaleler her zaman hayati önem taşır. Yoğun Bakım Ünitesi ile acil müdahale edilmiş hayvanlarınızın sürekli gözetim altında tutulması ve gerekli kontrollerin yapılması için oluşturulmuş. Böylece acil müdahale edilen hayvanlarınızın gerekli tüm takiplerinin yapılması sağlanmış. Birçok evcil hayvan besleyen kişi için tatil gibi durumlarda petini emanet edebileceği birini bulmak içinden çıkılmaz bir sorundur. Klinikte bulunan pansiyon alanı ile dostlarınızı güvenle bırakabileceğiniz bir ortam hazırlanmış. Her hayvanın ayrı ortamlarda tutulduğu pansiyona sık sık veteriner hekimler kontrole geliyor ve belirlenmiş zamanlarda da dostlarınız dışarı çıkartılıp, gezdiriliyor. Böylelikle oluşan arada pansiyon bölümünün
rutin temizlik ve dezenfektasyonu yapılıyor. Klinikte tüm yaş grubundaki hayvanlar için aşı programları, hayvanınız gerekli kontrollerden geçirildikten sonra uygulanıp, aşı kartı işlemleri yapılıyor. Pansiyonda kalacak hayvanların da diğer hayvanlar açısından herhangi bir sorun oluşturmaması amacıyla aşı kartlarının kontrolü sağlanıp pansiyonda kalması sağlanıyor. Aynı zamanda klinikte bulunan kuaförde petinizin türü ne olursa olsun tüy bakımını, kesimini ve diğer tüm bakımları yetkili ve bilgili kişilere yaptırabiliyorsunuz. Işık Veteriner kliniği petinizin tüm ihtiyaçlarını tek seferde karşılayabilmeniz için incelikle düşünülmüş bir yer. Zemin katında bulunan Pet Shop ile pet mamalarından, tasmalara kadar birçok ürünü bulmak mümkün.
26
Neşe KAYA Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Görevlisi
KIRMIZI ETİN BESLENMEDEKİ YERİ İnsan vücudunun yapı taşlarını oluşturan amino asitlerin bir kısmının vücut dışından alınması zorunludur. Bu ihtiyacın karşılanacağı besinlerin başında et ve et ürünleri gelmektedir. Etler, beslenmemizde önemli yeri olan, günlük alınması gereken dört temel besin grubundan birisi olan et-yumurta-kurubaklagil grubu içerisine yer alan besinlerdir. Bileşiminde, protein, yağ, mineraller ve vitaminler bulunur. Etler, demir, çinko, fosfor, magnezyum mineralleri ile B1,B6, B12 vitaminlerini açısından zengindir. İyi kalite protein içerdiği ve protein oranı yüksek olduğu için en önemli protein kaynaklarımızdan biridir. Özellikle protein gereksiniminin arttığı, hızlı büyümenin olduğu bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde diyette mutlaka yer alması gerekmektedir.
27 Yaş grubuna göre değişmekle birlikte çocuklar ve gençler için ortalama günlük 90120 g (3-4 köfte büyüklüğü), sağlıklı yetişkin bireyler için 90 gr. et (kırmızı et, tavuk veya balık) tüketimi gerekli hayvansal proteini sağlamaktadır. Yeterli ve dengeli bir beslenme için bu miktarda kırmızı et özelikle çocuklar tarafından haftada 2-3 kez tüketilmelidir. Çocukluk ve ergenlik dönemi için tüketimi gerekli olmakla birlikte kırmızı et, önerilen miktarlarda tüketildiği sürece tüm yaş gruplarının tüketilebileceği bir besindir. Vücutta oldukça önemli işlevlere sahiptir. Büyüme ve gelişme, hücre yenilenmesi, doku onarımı ve görme işlevinde görev alan besin öğelerini sağlarlar. Ette bulunan çinko zeka gelişimi, yeni doku yapımı için oldukça önemli bir mineraldir. Kan yapımında görevli en önemli besin öğelerini içerir. İçeriğindeki B 12 vitaminini, sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm hücrelerin tamirinde, DNA sentezinde, protein oluşumunda, aminoasitlerin işlevinde önemli rol oynar. Et, bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve hastalıklara karşı direnç kazanılmasında rolü olan en önemli besinlerdendir. Kırmızı etin demir içeriği tavuk ve balık etlerine oranla daha yüksektir. Ayrıca, kırmızı etin içerdiği demirin beslenme açısından önemi ette bulunan demirin hem-demir olması ve biyoyararlılığının yani vücutta kullanılabilirliğinin oldukça yüksek olmasıdır. Böylece demir eksikliği anemisini önlemede önemli yer tutar. Demir eksikliğinin, bağışıklık sistemini zayıflatarak enfeksiyon hastalıklarına davetiye çıkardığı, solunum sıkıntılarına yol açtığı, çocukların zeka gelişimini, motor ve bilişsel gelişimlerini olumsuz etkilediği düşünüldüğünde demir eksikliği probleminin ülkemiz çocuklarında ve gebe kadınlarda %50’ler düzeyinde olan yüksek oranının dü-
şürülmesi için beslenme önerilerine dikkat edilmesi gerektiği görülmektedir. Kırmızı etin yeterli tüketilmesinin yanı sıra tüketilen etten en etkin şekilde yararlanabilmek için eti C vitamini içeren bir besinle birlikte tüketmek gereklidir. Çünkü bu durumda demirin emilimi artırmaktadır. Etli yemeklerin yanına tüketilebilecek bol limonlu salata (özellikle maydonoz, yeşil biber içeren) veya taze sıkılmış meyve suyu etteki demirden maksimum yararlanmayı sağlayacaktır. Tüketilen etin yağlı veya yağsız oluşu bizim için oldukça önemlidir. Aynı miktar et için protein oranı yağlı ve yağsız oluşuna göre değişir. Ayrıca yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksektir. Yüksek kolesterol ve doymuş yağ içeren diyet, total kolesterol ve LDL kolesterol (kötü kolesterol) düzeylerini önemli derecede yükseltir. Bu etki birçok çalışma ile ortaya konmuş olup en geniş kapsamlılarından biri olan Amerika’da 5115 bireyle yapılan Genç Yetişkinlerde Koroner Arter Hastalığı Gelişim Riski (CARDIA) çalışmasında yüksek miktarda kırmızı et tüketiminin, kolesterol düzeyleri ve vücut ağırlığı üzerinde olumsuz etki yaptığı gösterilmiştir. Özellikle kan lipit düzeyleri yüksek olan, kalp ve damar hastalıkları, diyabet, hipertansiyon gibi kronik hastalıkları olan bireylerin kırmızı et tüketirken dikkatli olması gerekmektedir. Bu bireylerin kırmızı eti doktorunun ve diyet uzmanının önerdiği şekilde sınırlı miktarda ve mutlaka görünür yağlarını ayıklayarak tüketmesi gerekir. Et tüketiminde oldukça önemli bir nokta da pişirme şeklidir. Sağlıklı pişirme yöntemleri uygulanmadığında etler sağlık için yararlı olmaktan çıkıp zarlı hale dönüşebilmektedir. Kızartma veya ızgara yaparken yanlış uygulamalar yapılırsa ette kanserojen maddeler oluşabilir. Izgarada et ile ateş arasındaki me-
safe en az 10-15 olmalıdır. Ayrıca yüksek ısıda pişirme ile folik asit, B1 veB12 vitaminlerinde kayıplar olmaktadır. Özellikle az su ile pişirilip suyu döküldüğünde vitamin kayıpları %70’e varabilmektedir. Etli sebze ve kurubaklagil yemekleri, haşlama veya uygun şekilde yapılan ızgara en sağlıklı tüketim şekilleridir. Etler güvenilir yerlerden satın alınmalı, veteriner hekim kontrolünden geçmiş olduğundan emin olunmalıdır. Hemen tüketilmeyecekse buz dolabında ve dondurucuda saklanmalıdır. Çiğ et kıyma ve küçük parça olarak 1-2 gün, büyük parça et olarak buzdolabında 3-5 günden fazla saklanmamalıdır. Derin dondurucuda ise kıyma ve küçük parça olarak 3 ay, büyük parça olarak 5-6 ay kadar saklanabilir. Dondurucudaki etin eğer hepsini kullanılmayacaksa tamamını çıkarıp buzunu çözdürülmemelidir. Bir bıçakla kullanılacağı kadar keserek alınmalı, kalan kısmı yine donmuş olarak dondurucuya konulmalıdır. Eğer donmuş eti çözüp yeniden dondurulursa içinde bakteriler ve zararlı mikroplar daha kolaylıkla ürer ve ölmeden donmuş olarak etin içinde kalır. Donmuş etler, buzdolabında çözdürülmelidir. Çabuk çözünmesi amacıyla kalorifer ve soba üzerinde yada oda sıcaklığında bekletme sakıncalı yöntemlerdir. Çapraz bulaşmayı önlemek için çiğ et tutulduktan sonra başka bir yere veya besine dokunulmadan ellerin yıkanması gerekmektedir. Ayrıca etler için mutlaka ayrı bıçak ve kesme tahtası kullanılmalı, meyve ve sebzeler aynı bıçakla kesilmelidir. Pişmiş etler, oda sıcaklığında 2 saatten fazla kalmamalıdır. Kırmızı et tüketiminin sağlıklı büyüme ve gelişme için ne kadar önemli olduğu, yeterli ve dengeli bir beslenme için diyette yer alması gerektiği bilinmektedir. Ancak, besine ulaşabilme de sağlıklı beslenme önerilerinin uygulanabilesi için gereklidir. Ülkemizde kırmızı et tüketiminin istenen düzeylerin altında olduğu bilinmektedir. Et tüketimini arttırılması arzu edilmekle birlikte, beslenme önerilerine dikkat edilmesi, etteki besin ögesi kayıplarını azaltılması ve etli yemeklerin C vitamini kaynağı besinlerle birlikte tüketilmesi, etin besin değerinden en iyi şekilde yararlanmayı sağlayacaktır.
28
a) Köpek barınağının bakım ve temizliği b) Köpeğin vücut bakımı, temizliği ve egzersizleri olmak üzere iki ana bölümde ele alınabilir.
KÖPEK BARINAĞININ BAKIM VE TEMİZLİĞİ Köpek barınağının yalnızca sağlık koşullarına uygun oluşu yeterli değildir. Kullanılan her konut gibi köpek kulübesi de zaman içinde kirlenir, aşınır. Bakım ve temizlik gerektirir. Daha önce de değindik, kullanma ve bakım açısından köpek kulübelerinin yeri büyük önem taşır. Kulübe, köpeğin döküntü ve artıklarının ev halkını, eve gidip geleni rahatsız etmeyeceği kadar eve uzak, bakımının kolay-
rektikçe değiştirilmelidir.
lıkla yapılabileceği kadar yakın olmalıdır. •
Köpeğin kulübesi her gün temizlenmelidir.
•
Köpeğin minderi her gün dışarı alınmalı, silkelenmeli ve havalandırmalıdır.
•
Kulübenin içi, tüy artıklarından, döküntülerden süpürülerek temizlenmeli, parazit bulunup bulunmadığı denetlenmelidir.
•
On-on beş günde bir parazitlere karşı ilaçlama yapmak yerinde bir önlemdir.
•
Kirlenen, ıslanan minderlerin temizliğine, kuru ve rutubetsiz olmasına özen gösterilmelidir. Minderler ge-
•
Kulübe çevresinin temizliğine en az barınağın temizliği kadar özen gösterilmeli, yiyecek, döküntü, tüy gibi artıklar özenle toplanılarak bahçenin uzak bir köşesinde açılan çukura gömülmelidir. Böylece, insan sağlığına da zarar verebilecek olan parazitlerin neden olabileceği tehlikelerden korununmuş olur.
•
Kulübede zamanla oluşabilecek çürüme, kırılma, çatlama, boyaların dökülmesi gibi arızalar savsaklanmadan giderilmelidir. Akan bir dam, rutubet, su geçiren bir taban, yağmurların süzüldüğü, asalakların barındığı çatlak duvarlar büyük sorunlara yol açar.
KÖPEĞİN VÜCUT BAKIMI, TEMİZLİĞİ VE EGZERSİZLERİ Bakım, köpeğin sağlığını ve iş verimini olduğu kadar, görünümünü ve güzelliğini d e etkiler. Bakımı gereğince yapılan köpek, kendini daha ilk bakışta belli eder. Tüylerinin parlaklığı ve düzeninden, hareketlerinin canlılığına, bakışlarındaki dikkat ve zekadan, davranışlarındaki güven ve uyuma değin her şey bunu yansıtır. Hepsinden önemlisi, bakılan köpek sevilen köpek demektir, değer verilen köpek demektir. Bu ise, bir köpeğin yetiştirilmesinde besin kadar önemli bir öğedir. Köpek bakımı belirli başlıklar altında toplanabilir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Tüylerin ve Derinin Bakımı Köpek postlu bir hayvandır. Bu post, onun
dış etkilere karşı korunmasını sağladığı gibi görünümünü güzelleştiren bir değer de taşır. Köpeklerin bir bölümünün tüyleri kısa, bir bölümünün orta uzunlukta, bir bölümünün ise oldukça uzundur. Doğal olarak uzun tüylü türler, daha büyük ve özenli bir bakım gerektirir. Özellikle tüy değiştirme zamanı olan ilkbahar, ve sonbahar süresince, bu iş daha büyük bir önem kazanır. Gerekli bakım yapılmadığı takdirde, köpeğin yaşadığı tüm çevre tüy döküntüleriyle dolar. Bu ise insanların sağlığı açısından büyük sakıncalar içerir. Köpek için ise başka açıdan önem taşır. Fırçalanmayan ve bakılmayan tüyler, köpeği rahatsız eder, kaşındırır. Onları kendi çabasıyla düşürmeye çalışır. Bu ise yaralanmasına, cildinin çizilmesine ve mikrop kapmasına yol açabilir. Bazı deri hastalıkları ortaya çıkabilir. Bütün
29
Her canlı varlık gibi köpekler de, yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmek için, belirli ortam ve koşullara gereksinme duyar. Barındıkları yerin sağlıklı yaşamalarına elverişli olup olmadığından tutun, gereksindikleri besin türü ve oranının karşılanıp karşılanmaması, temizlik ve bakımlarının yapılıp yapılmaması, hareket etme ve dolaşma olanağı bulup bulmamalarına değin pek çok etken, sağlıkları üzerinde etkiler yaratır. Her ne kadar dış koşullardan etkilenmeyen kişiler için “it gibidir, ona bir şey olmaz!” derlerse de, köpekler, özenli bakım isteyen nazik varlıklardır. Barındırılmaları, beslenmeleri, bakım ve temizlikleriyle diğer gereksinimlerinin karşılanmasında titiz davranılmalıdır. Küçük ihmaller, önemsiz gibi görünen savsaklamalar, bilgisizlikten doğan yanlış uygulamalar, köpek sahibinin büyük çaba ve emekle bile gideremeyeceği sakıncaların kaynağı olabilir. Bu nedenle, köpek bakımında ve onların sağlıkla yaşamalarında büyük önem taşıyan temel konulardan “barınma ve beslenme” üzerinde ayrıntılarıyla durmaya çalıştık. Şimdi de, büyük önem taşıyan diğer bir konuya, köpeğin bakımına değineceğiz. Köpeğin bakımı:
30
bu sakıncaları önlemek, köpeğin sağlıklı bir cilde ve tüylere sahip olmasını sağlamak için, normal zamanlarda günaşırı, tüy dökümü süresince günde bir kez fırçalamak yararlı ve gereklidir. Ancak, derinin bu devre içinde son derece hassaslaştığı unutulmamalı, sert kıllı fırçalar kullanmaktan kaçınılmalıdır. Köpeğin özel bakım gerektiren bir tür olmadığı durumlarda, genel olarak şöyle bir yol izlenebilir. Tüylerin fırçalanmasına baş üstünden başlanılır ve orta sertlikteki kıl fırça ile hayvanın gerisine doğru sıkıca sıvazlanarak taranır. Sırt bölgesinin taranması bitince, göğüs yöresi ve köpeğin yanları aşağıya doğru ayaklara varıncaya değin düzenli sıralar halinde fırçalanır. Bundan sonra kıllar çıkış yönünün tersine, bir kez daha fırçalanır. Bu tarayış, kıl diplerini güçlendirdiği, deriye masaj yerine geçtiği gibi, kıl diplerine yerleşmiş bulunan toz ve zararlı maddeleri de kabartır. Bundan sonra, yeniden düzgün yönde bir fırçalama ile tüy bakımının birinci aşaması bitirilir. Islatıldıktan sonra sıkılarak suyu iyice alınan pamuklu bir bez parçası, eski bir fanila ile köpeğin tüyleri çıkış yönünde bastırılarak silinir. Göğüs, karın, bacak ve bacak araları iyice temizlenir. Bu arada deri iyice araştırılarak, kene, pire gibi zararlıların bulunup bulunmadığına bakılır. Eğer görülürse önlemleri alınır. Kısa Tüylü Köpeklerin Taranması: Kısa tüylü köpeklerin taranmasında kısa ve yumuşak kıllı fırçalardan yararlanılır. Sert ve uzun kıllı fırçalar kullanım bakımından elverişsiz olduğu gibi, köpeğin derisini de çizebilir. Bundan sonra tüylerin çıkış yönüne doğru yapılan fırçalanmayla bütün toz ve pislikler atılır. Köpeğin tüyleri düzenli, parlak ve sağlıklı bir görünüm kazanır. Uzun Tüylü Köpeklerin Taranması: Uzun tüylü köpeklerin taranmasında, uzun ve sert kıllı fırçalardan yararlanılır. Böylece sık ve uzun tüylerin arasına girip onları temizlemek ve havalandırmak, düzen vermek mümkün olur. Bu amaçla, dişleri aralıklı taraklardan, tel fırçalardan da yararlanılabilir. Özellikle Kaniş gibi tüyleri kıvırcık ve sert olan türlerin tüy bakımında böyle taraklar ve tel fırçalar gereklidir.
2. Dişlerin Bakımı Genç ve sağlıklı köpeklerin dişleri beyaz, parlak ve diş taşlarından arınmıştır. Diş sağlığının, yaşla olduğu kadar beslenme ve bakımla da büyük ilişkisi vardır. Gelişme çağlarında kalsiyum gereksinimi yeterince karşılanan köpeklerin dişleri güçlü ve sağlam olur. Erişkin olduğunda, gevrek, iri sığır kemiği verilen köpeklerin dişlerinde diş taşları oluşamaz ve dişler aşınmalara karşı direnç kazanır. Dişler-
deki renk sararması, kötü ağız kokuları her zaman diş taşlarından ileri gelmez. Kimi kere bunların nedeni sindirim bozukluklarıdır. Dişlerde görülen önemli arızalar ve diş taşları için mutlaka bir veteriner doktora gitmek gerekir. Ancak, kirli ve sararmış dişler, sertçe bir bezi limon suyuna batırarak silmek veya hidrojen perokside batırılmış bezle oymak suretiyle temizlenip beyazlatılabilir. Dişleri temizlemek amacıyla, kullandığımız türde diş fırçalarından da yararlanmak mümkündür.
3. Göz ve Kulak Temizliği Sağlıklı bir köpeğin gözü temiz, parlak ve canlıdır. Çapaklı, donuk ve kanlı gözler sağlıksızlık belirtisidir. Köpeklerde göz temizliğine özen göstermek, çapaklanma ve kanlanma olduğunda, asit borikli suya batırılmış bir pamukla gözleri silip temizlemek gerekir. Çoğunlukla üşütmeden ileri gelen çapaklanmalarda Camomile ve Borasit solüsyonlarının kullanılması yarar Sağlar. Aşırı ve inatçı olaylarda veteriner doktora başvurulmalıdır. Kulaklar, köpeklerin önemli olduğu kadar duyarlı ve hastalıklara açık bir organıdır. Köpeğin tüylerinin fırçalanması sırasında kulaklar bilhassa incelenmeli kulağın içine doğru giden kıllar dışa doğru taranmalıdır. Köpeklerin kulaklarında, havadaki tozların kulak içlerine girmesini önleyen bir nemlilik vardır. Bunu, kulakta bulunan salgı bezleri sağlar. Böylece kulak kepçesinde tutulan kirler, duyarlı bölgelere girme olanağı bulamazlar. Ancak bunların kulak kepçesinde de fazla oranda birikmesi hastalıklara yol açar, sakıncalar doğurur. Bunların, asit borikli Suyla hafifçe ıslatılmış
veya zeytinyağı ile nemlendirilmiş bir pamuk parçasıyla gerektikçe temizlenmesi zorunludur. Ancak bu temizleme sırasında büyük özen gösterilmeli kulak iç Kulak kepçelerinde biriken kirlerin temizlenmesi, kulak sağlığı konusunda ilerde doğabilecek sorunların önüne geçer. Kulakta görülebilecek akıntılarda dikkatli olunmalı, böyle durumla karşılaşıldığında zaman yitirilmeksizin veterinere başvurulmalıdır. Çünkü bu belirti, önemli bazı hastalıkların habercisi olarak görülebilmektedir.
4. Ayak ve Tırnakların Bakımı Özellikle ev dışında yaşayan, av gibi yürüyüş gerektiren görevler yüklenmiş bulunan köpeklerin ayaklarında aşınmalar, yaralanmalar, çizilmeler, tırnak kırılmaları görülebilmektedir. Bu nedenle, yapılan bakım sırasında ayaklar da gözden geçinilmeli, hayvana rahatsızlık veren bir durum olup olmadığı araştırılmalıdır. Ayak ve tırnaklar bu iş için kullanıma elverişli bir fırça ile fırçalanmalı, eğer varsa, tırnak arasına sıkışmış olan kurumuş çamur parçaları, toz ve kinler temizlenmelidir. Dolaşılan yerlerde bulunan keskin kenarlı kayalar veya kırık cam parçaları, köpeğin taban yastıklarında derin kesiklere neden Tırnaklarda kırılmalar olabilir, taban yastıklarına kıymık, diken batabilir. Bu gibi durumların bakım ve tedavisi anında yapılmalı, kesik, çizik ve tırnak yaralarının ihmal edildiğinde bazen büyük sorunlar çıkartabileceği unutulmamalıdır. Kırılan tırnaklar gibi aşırı uzayan tırnaklar da bakım gerektirir. Normalden fazla uzayan tırnaklar kimi kere kıvrılarak köpeğin etme batar ve iltihaplanmalara yol açar. Kimi
5. Yıkama ve Temizleme Köpeklerin cilt dokusu, insanlarınkine oranla çok değişiktir. Köpeklerin ter bezleri yoktur. Yani terlemezler. Köpeğin derisi insanınki gibi hava almaya elverişli yapıda da değildir. Buna karşın köpek zengin sayılabilecek yağ dokusuna sahiptir. Bu yağ bezleri deriyi yumuşak ve dirençli kılan. Köpekleri, koktukları gerekçesiyle sık ve aşırı yıkayanlar, onların sağlığıyla oynar. Köpek, zorunluluk olmadıkça yıkanmamalıdır. Yıkanması gerektiğinde, bu sıcak yaz aylarına rastlatılmalıdır ya da çok iyi kurulanmasına özen gösterilmelidir. Aşırı yıkama derideki yağların yitirilmesine, derinin kuruyarak çatlamasına, tüylerin canlılığını kaybetmesine yol açar. Soğuk havalarda, özellikle ev dışında barındırılan köpeklerin yıkanması şiddetli soğuk algınlıklarına neden olabilmektedir. Köpek, sağlığı açısından gerekli olduğunda veya sıcak yaz aylarında sı olmamak koşuluyla yıkanabilir. Köpeğin yıkanmasında bazı noktalara dikkat edilmelidir. Köpeğin yıkama suyu veya soğuk olmamalı, 35 C0 dolaylarında bulun malıdır. Köpeğin yıkanmasında kullanılacak şampuan, içinde yağ ihtiva etmelidir. Kulaklara su kaçmaması için, birer parça pamukla kulakların kapatılması yerinde bir önlemdir. Çünkü, kulağa kaçan su büyük sakıncalar doğurur. Yıkanacak köpek, bir banyo küvetine, genişçe bir lava-
boya veya leğene yerleştirilir. Baş kısmı hariç tüm gövde güzelce ıslatıldıktan sonra şampuan dökülerek köpürtülür ve bu köpükler, başın dışında bütün vücuda yayılır. Parmaklarla köpeğin vücuduna masaj yapılarak kirler kabartılır. Daha sonra, bu köpükler tümüyle temizleninceye, tüyler arasında sabun zerrelerinin kalmadığına emin olununcaya değin, uygun sıcaklıktaki suyla yıkanır. Bu arada, bir sünger ıslatılıp iyice sıkıldıktan sonra, köpeğin başı, yüzü, ağzının çevresi, gözlerin etrafı iyice silinip temizlenir. Bundan sonra köpek, yıkanılan yerden bir havluyla alınır. ılık, rüzgarsız, hava cereyanı olmayan bir yerde, eğer varsa elektrikli kurutma makinesi ile, yoksa havlu ile mümkün olduğunca kurulanır. Tüyler çıkış yönünde taranıp fırçalanır. Eğer hava soğuksa, vücuttaki rutubet tamamıyla gidinceye kadar ev içinde tutulur. Hava güneşli ve sıcaksa, serbest bırakılarak, hareket hainde iken tüylenin kuruması ve güneşlenmesi için olanak tanınır. Ağız çevresinde uzun tüylere sahip olan köpekler, yemek sırasında bunarı kirletir. Böyle özellik taşıyan köpeklerin ağız yöresindeki tüyler, suyu sıkılmış ıslak bez veya süngerle temizlenebil i r. Köpeklerin sık sık yıkanması, yukarda belirttiğimiz gibi, türlü sakıncalar doğurur. Bu nedenle, köpeğin temizliğinde başka yöntemler de uygulanır. Bu amaçla testere talaşı denilen çok ince tahta talaşından yararlanılır. Toz halindeki bu talaş, köpeğin kıllarının arasına avuç avuç dökülerek tüylerle birlikte iyice ovuşturulur. Daha sonra, bunları dökmek için köpeğin tüyleri fırçalanır. Küçük yapılı, uzun ve seyrek tüylü, beyaz renkli bazı köpekler, be-
yaz tebeşir pudrası ile temizlenmekte iseler de, bu işlem tebeşir tozlarının çevreye dağılması nedeniyle pek pratik değildir.
6. Köpeğin Gezdirilmesi ve Egzersizleri Bütün köpekler, türden türe süresi ve niteliği değişmekle birlikte, hareket etme ve egzersiz yapma gereksinimi duyar. Sürekli olarak evde yaşayan, narin yapılı bir süs köpeği, bile, bu gereksinimi yeterince sağlanmazsa, normal halini, hareketliliğini, neşesini ve bazen de sağlığını yitirir. Bu tür köpeklerin zaman zaman bahçeye çıkartılarak gezdirilmesi gerekir. Onların sağı solu dolaşmaları, öteyi beriyi koklamaları içgüdülerini canlı tutmaya, türlerine özgü koklama ve işitme duyularını doğal ortam içinde sınayarak özgüvenlerini kazanmalarına yarar. Bununla birlikte, böyle narin türlerin, fazla alışık olmadıkları dış ortamda uzun süre bırakılmaları, elverişsiz havalarda çıkartılmaları sağlıkları üzerinde iyi etki bırakmaz. İri yapılı köpeklerin, bilhassa özel amaçlarla eğitilip çalıştırılan görev köpeklerinin bu gereksinimi çok daha fazladır. Bunlar, açık havada koşma, serbest kalma, eğitildikleri alanda egzersiz yapma gereksinimi duyarlar. Yarış köpekleri, av köpekleri, koruma ve bekçi köpekleri, çoban köpekleri uzun süre etkinlikten uzak ve hareketsiz bırakılmamalıdır. içgüdüsel tepkilerini doyurmak, eğitildikleri alandaki beceri ve yeteneklerini körleştirmemek için, sık sık uygun yörelere götürülerek serbest bırakılmalı. egzersiz ve antrenman yaptırılmalıdır.
31
kere ise, sağa sola takılarak köpeği rahatsız eder ve sonunda kötü bir biçimde kırılır. Bütün bu nedenlerle zaman zaman köpeğin tırnağını kesmek gerekir. Köpeğin tırnağı, ya bu iş için özel olarak yapılmış bulunan Papağan Gagası adıyla anılan özel bir makasla, ya da manikür takımlarında bulunan herhangi bir tırnak pensi ile kesilebilir. Tırnak kesilmesi,düşünüldüğü kadar basit bir iş değildir. Yanlış ve hatalı kesim büyük sorunlar yaratabilir. Tırnağın kesim sırasında fazla derin alınması kanamalara ve iltihaplanmalara yol açar. Resimdeki kesime dikkat ediniz. Tırnak, fazla derine gitmeden ve tırnak ucu kütleştirilmeden kesilmektedir. Pürüzlü ve kırık tırnakları törpülemek gerekir. Bu amaçla bildiğimiz tırnak törpüleri kullanılır. Törpülemenin, tırnağın çıkış yönünde olması gerekir. Ters yöne doğru yapılan törpüleme tırnak köklerini zedeler ve iltihaplandırır. Bakımlı ve sağlıklı bir köpeğin ayaklarında, tırnaklar arasında yabancı herhangi bir madde bulunmaz. Tırnaklar bakımlı ve düzgündür. Uzamış, çatlamış, kırılmış tırnak yoktur. Taban yastıkları bakımlıdır, kesikler, yaralar ve kabuklanmalar görülmez.
32
33
Kayseri’nin Yahyalı ilçesine 65 kilometre uzaklıkta, Aladağlar Milli parkı içerisinde bulunan Kapuzbaşı şelaleleri Kayseri-Adana doğrultusunda görülmesi gereken en güzel yerlerden birisi elbette. 500 metrelik bir hat boyunca uzanan şelaleler Kapuzbaşı köyü yakınlarındaki 1050 metre rakımdaki Ensenin Tepe’den buz gibi sularını olanca gücüyle akıtıyor. Şelale suları Zamantı Nehri’ne oradan da kıvrımlarla Seyhan Nehri’ne dökülüyor. Takım şelalelerinin yanı sıra Elif Şelalesi ile de seyrine doyulmaz bir manzaraya sahip olan şelalelere yaz aylarında ilgi oldukça büyük. Geçmişte yolların bozuk olması sebebi ile yeterince ilgi göremeyen Kapuzbaşı Şelaleleri Kayseri ve Adana’nın yanı sıra ülkenin birçok yerinden turistleri ağırlıyor. Kapuzbaşı şelalelerine ulaşım Kayseri İl Merkezi’nden iki şekilde sağlanabiliyor. Her iki yoldan da Yahyalı ilçesine ulaşıp oradan dağ yolları ile Kapuzbaşı Şelalesi’ne ulaşıyorsunuz. Birincisi Kayseri-Yeşilhisar üzerinden Yahyalı ilçesine ulaşılıyor, ikincisi ise KayseriDeveli üzerinden Yahyalı ilçesine ulaşılıyor. Yeşilhisar üzerinden gidilen yol nispeten düz ve 105 kilometre kadar, Develi üzerinden gittiğinizde ise Erciyes Manzarası eşliğinde 70 kilometre uzunluğunda. Yahyalı ilçesine ulaştığınızda Kapuzbaşı’na giden yol ise 65 kilometre kadar ve oldukça zorlu dağ yollarından geçiyor. Ancak Kapuzbaşı Şelalelerine daha ilk ulaştığınız anda seyrettiğiniz manzaranın, aldığınız 170 kilometrelik yola fazlasıyla değdiğini düşünüyorsunuz. Toroslar’dan gelen buz gibi suyun çağlamasını izlerken doğanın gücünü ve güzelliğini bir kez daha görme imkanı yakalıyorsunuz. 70 metreden dökülüp
yüz binlerce parçaya ayrılan şelale sularının zerrecikleri içinizi üşütmeye fazlasıyla yetiyor. Özellikle sıcak yaz aylarında, öğle saatlerine doğru bölge piknikçi ailelerle dolup taşıyor. Her adımda gördüğünüz ve bölgenin güzel dokusunu etkileyen mangal dumanı akşam saatlerinde yerini doğanın sessizliğine ve yıldızların hükmüne bırakıyor. Kapuzbaşı Şelaleleri’nde konaklama imkânlarınız çeşitli olsa da burada en iyi konaklama imkanı; şelaleye yakın bir noktada kamp kurarak şehrin tüm gürültüsünden ve kaosundan uzaklaşıp gece boyu şelalenin sesiyle yıldızları izlemek en iyi tercih. Eğer kamp imkanınız yoksa bölgede kalabileceğiniz pansiyonlar da mevcut. Şelale derin ve dar bir vadide bulunduğu için güneşin sizin bulunduğunuz noktaya ulaşması oldukça uzun zaman alıyor. Gün doğarken tulumunuzdan çıktığınızda o buz gibi havayı hissetmek, su ve kuş sesleri arasında uyanmak tadabileceğiniz en güzel duygulardan olsa gerek… Gürül gürül akan suları, bozulmamış doğası, sessizliği ve şehirden uzaklığı ile Kapuzbaşı Şelaleleri tüm doğaseverlerin mutlaka uğraması gereken noktalardan birisi…
Yeliz YILDIRIM
34
ÖYKÜ
HEYBETLİ DUT AĞACI Ağaçların konuşamadığını herkes bilir. Fakat bu onların cansız olduğu anlamına gelmez. Onların da canı yanabilir ve onların da dostları, akrabaları vardır. Çok eski zamanlarda uçsuz bucaksız üzüm bağlarından birinin tam köşesinde kocaman bir dut ağacı yaşarmış. Bütün gün kollarını güneşe doğru açarak yapraklarının hepsinin güneşten faydalanabilmesi için elinden geleni yaparmış. O kadar uzun ve heybetliymiş ki etrafındaki diğer ağaç arkadaşları ona “heybetli dut ağacı” adını takmışlar. Günlerden bir gün dut ağacı yine keyifle güneşlenirken birden ilerde kalabalık bir tırtıl sürüsünün üzerine doğru geldiğini görmüş. Ayakları olmadığından kaçamaz, dili olmadığından bağırıp yardım isteyemezmiş. Tırtıl sürüsü heybetli dut ağacının lezzetli sulu yapraklarını bir an önce yiyebilmek için koşa koşa ona yaklaşmaya devam etmişler. Heybetli dut ağacı daha ne yapacağına karar veremeden tırtıllar bir anda bütün yaprakları istila etmişler. Sulu ve lezzetli yaprakları kıtır kıtır yemeye başlamışlar. Zavallı dut ağacının canı çok yanıyormuş ama yapabileceği bir şey yokmuş. O kadar telaşlanmış, o kadar endişelenmiş ki, sırılsıklam terlemeye başlamış.
Dut ağacı sevgili dostu rüzgârın durumu görüp kendisine yardımcı olması için dua etmiş. Bu arada dut ağacının en üst dallarından birinde yuva yapmış olan anne ağaçkakan, ev sahibi dut ağacının yardıma ihtiyacı olduğunu görmüş. Yuvada bulunan yavrularına hemen geleceğini söyleyerek rüzgâra haber vermek üzere uçmuş gitmiş. Üzüm bağlarını, derin vadileri öterek ve rüzgârı arayarak geçen ağaçkakan sonunda rüzgârı bulmuş ve olanları anlatmış. Rüzgâr öylesine sert esmiş ki dut ağacının yapraklarındaki tırtılları bir bir yerlerinden söküp kovalamış. Sevgili dostu dut ağacını kurtaran rüzgâr yorgun düşmüş ve biraz dinlenmek için esmeyi bırakmış. Rüzgâr esintisine kapılan tırtıllar bu sefer de bağların diğer ucundaki dut ağacına doğru koşmaya başlamışlar. Fakat heybetli dut ağacının kardeşi olan küçük dut ağacı, heybetli dut ağacının ter kokusundan onun çok acı çektiğini ve muhtemelen tırtıllar tarafından rahatsız edildiğini anlamış. Zaten ağaçkakan gelirken diğer dut ağaçlarını da çoktan uyarmış. Tırtılların kendisine de gelebileceklerini düşünen dut ağacı hemen köklerini toprağın en derinliklerine göndererek tırtılları kaçıracak acı bir tat ara-
mış. Bulduğu acı tatları köklerinden dallarına, oradan da bütün yapraklarına dağıtmış. Tırtıllar koşarak yeni dut ağacına çıkmışlar. İştahla kocaman açtıkları ağızlarıyla dut ağacının yapraklarını daha ilk ısırdıklarında ağızları o kadar acılanmış ki, hemen tükürmek zorunda kalmışlar. Küçük dut ağacının da yapraklarını yiyemeyeceklerini anlayan tırtıllar toplu halde ağacı terk ederek yeni dut ağaçları bulmak üzere yola koyulmuşlar. Küçük dut ağacı kendisini uyardığı için abisi heybetli dut ağacına sevgi dolu bir bakış fırlatmış. O da büyüyünce abisi kadar heybetli ve onun kadar yardımsever olmayı umut etmiş. Heybetli dut ağacına gelince, yere yakın alt adalarındaki yenmiş yaprakları için fazla üzülmemiş. Ne de olsa kış gelince dökülecekler ve bahar aylarında yeniden çıkacaklar diye düşünmüş. Bizler de nerde yardıma muhtaç bir ağaç görsek ona yardım etmeli, onları sulamalı, onları asla incitmemeliyiz. Onların dal ve yapraklarını koparmamalı, onları sevmeliyiz. Çünkü onlar havayı temizler, ormanları süsler, kuş ve böceklere yuva olurlar.
Kimi bir ulaşım aracı olduğu için biner bisiklete kimi de ruhunu genişlettiği, özgürlük hissini sonuna kadar yaşattığı için… Ancak ortak olunan nokta şudur ki, bisikletin üzerinde şehrin kaosundan ve olanca gürültüsünden uzaklaşıldığıdır. Hatta ıssız bir dağ yolunda, hafif rüzgarın teninizi okşadığı bir saatte bisiklet sürmek size inanılmaz bir ruh hali yaşatabilir.
Mustafa ÖZKARA
Ülkemizde yüzlerce gezgin bisikletlerine atlayıp yüzlerce, hatta binlerce kilometreyi bisikletleri ile gitmekteler. İlk bakışta bu yolların bisikletle kat edileceği biraz uçuk bir fikir olarak zihnimize yansısa da, gezginlere bunu söylediğimizde yüzlerinde gururla karışık sizi ikna eden bir bakışı görmeniz kaçınılmaz. Ernest Hemingway By Line adlı eserinde bu durumu çok güzel özetliyor aslında; “Bir ülkenin hatlarını, tepeleri tırmanırken ter döktüğünüz ve buralardan yokuş aşağı indiğiniz için, en iyi bisiklet sürerek öğrenebilirsiniz. Böylece onları gerçekte oldukları gibi hatırlarsınız, ama motorlu taşıtların içindeyken sadece yüksek tepeler sizi etkiler, ve arabayla geçtiğiniz ülke ile ilgili anımsayışlar bisiklet sürüşü ile kazandıklarınız kadar kalıcı olamaz.” Yolda olmanın ve keşfetmenin verdiği hazzı bir yana koyacak olursak coğrafyanın müthişliğini ve doğanın gücünü bir kez daha görebilmek için de bisiklet mükemmel bir araçtır. Yolda karşılaştığınız ülke insanlarının sıcaklığı, yardımseverliği sizi bir kez daha yaşama bağlarken güneşin batışı sizi büyüler ve çadırınızı kurmanızın zamanının geldiğini söyler. Çadırın içine girdiğinizde günün muhasebesini yaparsınız. Gördükleriniz, işittikleriniz, yaşadıklarınız… Her biri ayrı birer hatıraya dönüşür zihninizde. Gece çöker tüm lacivertliği ile, yıldızlar şehirlerdekinden daha güzel gözükür gözünüze, gökyüzü tepenizde daha geniştir artık. Dilinizde bir şarkı “Gurbete kaçacağım, o lacivert ülkeye…” diye. Yıldızlar çadırınızın o küçük penceresinde dahi size mükemmel bir şölen sunarken vücudunuzun yavaşça uykuya hazırlandığını hissedersiniz. Sabah gözleriniz usulca açılır, ve gün doğmaktadır. İçiniz anlaşılmaz bir yol alma isteğiyle dolar. Küçük bir çocuk nasıl keşfetmeyle doluysa dünyayı, işte öyle tüm coğrafyayı inanılmaz bir enerjiyle keşfe adamışsınızdır kendinizi. Hazırlıklarınızı yaparken “Özgürlük, budur” diye düşüneceksiniz ve daha ilk pedalı basarken dudaklarınızdan dökülecek ıssız topraklara; “Özgürlük, ne güzelsin…”
35
Birçoğumuzun zihninde bisikletin unutulmaz çağrışımları vardır. İlk pedala bastığınızda hissettiğiniz korkuyla karışık garip his, bisikletten ilk düşüşünüz, annenizin haberi olmadan ilk kez evden bu kadar uzaklaşmanız… Ve daha onlarcası.
36
Türkiye’nin ilk uluslararası sirki olan Avrasya Sirki; İpek Saray Alışveriş Merkezi yanında kurulan dev çadırda 16 gün boyunca Ramazan gecelerini renklendirdi. Yediden yetmişe birçok insanın beğenisini toplayabilecek gösterinin olduğu sirkte Mısırlı Hamada Kouta’nın yaptığı gösteri gecenin en heyecanlı anlarıydı. Rusya’dan Tamara’nın ip üzerinde yaptığı gösteri ile başlayan gece, Ukrayna ve Gürcistan’dan sahne sanatçılarının gösterileri ile devam etti. Gecenin ilgi çeken sevimli yüzlerinden olan 8 yaşındaki Karina’nın yaptığı jimnastik gösterisi izleyenleri büyüledi. Gecede sahne alan tek Türk olan Mandrake Kemal lakaplı sahne sanatçısının gösterileri izleyenleri hayretler içerisinde bıraktı. Gürcistan’dan Vova ve Ukrayna’dan Alex’in iki izleyici çocuk ile birlikte yaptıkları gösteri izleyicilerden bolca alkış topladı. Gösterinin sonunda Türk bayrağı açılması ise oldukça manalı idi. Gecede ilgi çeken diğer gösterileri ise cam üzerinde yürüme, boğazında demir bir çubuğu eğme, çivili yatağa yatma gibi gösterilerin yanı sıra yaklaşık 2,5 metre boyundaki bir yılanla yapılan gösteri idi. Ancak geceye damgasını vuran gösteri
ise Dünya’nın en genç Aslan ve Kaplan Terbiyecisi olarak Guinness Rekorlar Kitabı’nda bulunan Mısırla Hamada Kouta’nın Aslanlar ve Kaplanlar ile yaptığı gösteriydi. Güvenlik önlemleri alındıktan sonra gösteriye başlayan Hamada Kouta izleyenlere unutulmaz dakikalar sundu. Daha önce de değindiğimiz gibi Türkiye’nin ilk uluslar arası sirki yetkilisi ile sizler için kısa bir söyleşi yaptık. Barbaros Bey şehrimize hoş geldiniz öncelikli olarak sizi tanıyabilir miyiz? Ve Avrasya Sirki hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? -Avrasya Sirki’nin yetkilisiyim. Avrasya Sirki 2004 yılında yine bu adla sirk gösterilerine başladı. Türkiye’nin dört bir yanında gösterilerimize devam ediyoruz. Bundan önce Çankırı İli’ndeydik. Kayseri’den sonra Karadeniz’e doğru çıkacağız. Bir turne gibi Türkiye’yi do-
laşıyoruz. Yaz-kış demeden bu turne devam ediyor. Peki, Barbaros Bey, insanlarda şöyle bir kanaat var. Sirklerde eğitimin şiddet ve dayakla verildiği düşünülüyor. Bu konuda ne söylersiniz? -Dünyanın birçok yerinde bulunan sirklerde şiddet ve dayakla eğitilen hayvanların olduğu bir gerçek. Ancak biz hayvanları ödüllendirerek, onlara sürprizler yaparak eğitiyoruz. Kayseri’ye tekrar gelmeyi düşünüyor musunuz? -Umarım, turnemiz devam edecek. Kayseri’de yeni gösteriler yapmak isteriz. Ramazan’da Kayseri’yi şenlendirdiniz, teşekkür ediyoruz.