İlkadım Dergisi Sayı: 294

Page 1

OCAK 2013 • SAYI 294 • 7 TL (KDVD)

• Rabbimizle İrtibat - Nureddin Soyak • Yanlışlarımızın Düzeltilmesinde İletişim Atilla Değirmenci • Çocuklarımız Neden Yalnız, Neler Yapabiliriz? Rauf Denizler • İletişimde Uslûp ve Hitap Biçimleri Ahmet Belada

HİZMET ADABI • Kur’anla Nasihat/Nureddin Soyak • İletişim, Dil ve Beden Diliyle İletişim Unsurları İbrahim Çiftçi • Öğretmen Öğrenci İletişimi Menderes Güzelce



ilkadım

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

OCAK 2013

Kıymetli Okuyucu,

YIL 21 SAYI 294

Rabbimiz, meleklere: “Kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağını ve onu yeryüzünde halife yapacağını” söylediğinde “Adem”in serüveni başladı.

Fiyatı: 7 TL KDV D

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yard.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Ahmet Belada Erkan Özdemir İbrahim Çiftçi İsmail Varır Metin Başbuğ Rauf Denizler Süleyman Konak

OCAK 2013 • SAYI 294 • 7 TL (KDVD)

• Rabbimizle İrtibat - Nureddin Soyak • Yanlışlarımızın Düzeltilmesinde İletişim Atilla Değirmenci • Çocuklarımız Neden Yalnız, Neler Yapabiliriz? Rauf Denizler • İletişimde Uslûp ve Hitap Biçimleri Ahmet Belada

HİZMET ADABI • Kur’anla Nasihat/Nureddin Soyak • İletişim, Dil ve Beden Diliyle İletişim Unsurları İbrahim Çiftçi • Öğretmen Öğrenci İletişimi Menderes Güzelce

Adem, yaratılıştan “nisyan” ile malüldü: “Gerçekten bundan evvel Âdeme ahid verdik de unuttu ve biz onda bir azim bulmadık.” İnsana bundan dolayı yaratıcısı tarafından ahdinin sık sık hatırlatılması, uyarıcı, hatırlatıcı ve müjdeleyicilerin gönderilmesi gerekiyordu. “Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Kim de beni hatırlamaktan(zikir) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak.” Rahman olan Rabbimiz, kullarıyla iletişimi ve irtibatı hiç kesmedi. Elçiler ve habercilerle mesajlar gönderdi: “And olsun ki, Biz Sen’den önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler…”

Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik

O elçiler: “Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.” dediler.

Reklam ve Abone Sorumlusu Cep: 0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net

Rabbimiz, sonsuz merhametinden dolayı “unutkan” kullarına aynı amaçla elçileri aracılığı ile yazılı mesajlar da (kitap) gönderdi:

Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00

“Rasulüm! İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Zikri/hatırlatmayı indirdik!”

Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel :0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 PK. 75 Nevşehir İrtibat Kayseri:0352 221 38 35 • 0535 251 41 07 Konya :0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 80 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:TEBUTRIS170 TR720003200017000000045693 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.

Gönderilen son elçi “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir, hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, en müttakî olanınızdır.” diye başladığı Vedâ Hutbesini: “Tebliğ ettim mi?”diye bitirmiş, insanları buna şahit tutmuş, risâletini böylece tamamlamıştır. Yine Veda Haccında Kur’an ve sünnet emanetini tüm ümmete bırakmış, “Benim sözlerimi işitip belleyenin, sonra işittiği şekilde başkalarına ulaştıranın Allah yüzünü ak etsin; zira nice kimseler vardır ki, belledikleri ilmi kendilerinden daha bilgili birine ulaştırmış olurlar” buyurarak kendisine uyanlara “iletme” sorumluluğu yüklemiştir. İletişim vasıtalarının baş döndürücü bir hızla geliştiği, fakat insanların aynı hızla yalnızlaştığı, birbirleri ile hatta Rableri ile olan irtibatları azalttıkları bir dönemde yaşıyoruz. İlkadım Dergisi yayın kurulu, ortak sorumluluğumuzun bir gereği olarak Ocak sayımızın kapak konusunu “İLETİŞİM” olarak belirledi. Aile içi iletişim, Müslümanların kendi aralarındaki ve diğer insanlarla kurmaları gereken iletişimleri gündemimize taşımaya gayret ettik. İstifade edilmesi temennisi ile sizleri ve kendimizi Rabbimize emanet ediyoruz. Selam ve dua ile.


6 Yanlışlarımızın Düzeltilmesinde İletişim

İçindekiler İLKADIM’DAN /1 BAŞYAZI Rabbimizle İrtibat/3 Nureddin Soyak KAPAK Yanlışlarımızın Düzeltilmesinde İletişim/6 Atilla Değirmenci Çocuklarımız Neden Yalnız, Neler Yapabiliriz?/8

8

Rauf Denizler

Çocuklarımız Neden Yalnız, Neler Yapabiliriz?

İletişim, Dil ve Beden Diliyle İletişim Unsurları/15

İletişimde Uslûp ve Hitap Biçimleri/12 Ahmet Belada İbrahim Çiftçi Öğretmen Öğrenci İletişimi/19 Menderes Güzelce HAxreti Peygamberden Gençlere Tavsiyeler/22 HİZMET ADABI Kur’anla Nasihat/24 Nureddin Soyak

12 İletişimde Uslûp ve Hitap Biçimleri

KUR’AN İKLİMİ Ailede İletişimin Engelleri/26 Selim Armağan HADİS İKLİMİ Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den İletişim Örnekleri/28 Ahmet Ağmanvermez FIKIH Sigara İçmenin Hükmü/30 Mehmet Şentürk TASAVVUF Rabbinin An, Gafillerden Olma!/32

15 İletişim, Dil ve Beden Diliyle İletişim Unsurları

Cemil Usta TARİHE YÖN VERENLER II. Abdülhamit, İstibdat (Despotluk) Meselesi/33 Ahmet Belada EĞİTİM Derûnî İletişim/36 Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu LA HAVLE Bir Dost… Bir Kitap.../38 Abdullah Gülcemal SÖZ MEYDANI Dağlar Dağlar/40

38

İbrahim Çiftçi

Bir Dost… Bir Kitap...

M.Seçuk Özdoğan

KİTAPLIK Sen Ben ve Çocuklarımız & Nevzat TARHAN/43 GENÇ BAKIŞ Kanun Namına Yok Edilmek İstenen Kardeşlerimizden Mektup Var /44 Mehmet Erturan İMBİK Uzun Yaşamanın Sırları Neleri İfşa Ediyor/46 Nuri Ercan BULMACA Hümeyra Kellahlı/48

2

DERGiSi


Başyazı nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

RABBİMİZLE İRTİBAT

İ

letişimin baş döndürücü bir şekilde ilerlediği günümüzde, iletişim kargaşasının farkında mıyız? Taa uzaktakilerle iletişim kuralım derken yanımızdakileri unuttuk. Taa uzaktakilerle görüntülü görüşelim derken, yanımızdakilerle görüşemez olduk. Tanımadıklarımızla tanışalım derken, tanıdıkları tanımaz olduk. Tanıdıklarımız çoğalırken yalnızlığımız arttı. Aile içinde yalnızlaştık. İş yerinde yalnızlaştık. Cadde ve sokaklarda, toplu taşıma araçlarında yalnızlaştık. Toplum içerisinde yalnızlaştık. Sanalla uğraşırken gerçeği unuttuk, geleceği unuttuk. Dünya nimetleri ile iletişim artınca, Rabbimizi mi unuttuk? Rabbimiz kullarından, kendisine gönülden samimiyetle

iman etmelerini, ihlâsla ibadet etmelerini, gafillerden olmayıp gece gündüz kedisini anmalarını, kendisine ve kullarına karşı dürüst olmalarını, emir ve yasaklarına gönül hoşluğu ile itaat etmelerini, hata ve kusurlarından dolayı tövbe etmelerini, nimetlere şükretmelerini, bela ve musibetlere de sabredip samimi bir kul olmalarını istemektedir. Bu, Rabbimizin kulları üzerindeki hakkı, kulların da Rablerine karşı vazifeleridir.

ebedi kalırlar.” (Hud, 23) buyurmaktadır.

Rabbimiz:

Rabbimiz bizimle beraber de, af ve mağfireti, lütuf ve ihsanları ile bizimle beraber olması için bizim de her an onunla beraber olmaya gayret etmemiz lazım.

“De ki:...Biz ona gönülden bağlananlardanız.” (Bakara, 139) “İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada

Rabbimiz devamlı kullarıyla beraberdir. Kullarının da kendisiyle beraber olmalarını, kendinden gafil olmamalarını istemektedir. Rabbimiz: “Nerede olursanız o sizinle beraberdir.” (Hadid, 4) “Korkmayın ben sizinle beraberim.” (Taha, 46) buyurmaktadır.

İlk önce Rabbimizi zikretmeli, seven sevgisinde samimi ise OCAK 2013 / 294

3


edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac, 77)

sevdiğini ne dilinden ne de kalbinde düşürür. O’nu sever: “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” (Maide, 54) “İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır.” (Bakara, 165) O’nu zikreder: “… Babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın.” (Bakara, 200) “… Yüksek olmayan bir sesle, sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.” (Araf, 205) “Kim Rabbinin zikrinden gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (Rum, 7) O’na yalvarır: “El açıp yalvarmaya layık olan ancak O’dur…” (R’ad, 14) “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin.’’ (A’raf, 55) “Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere vücutları yataklarından uzak kalır.” (Secde, 16) O’na ibadet eder: “Ey iman edenler! Rükû 4

DERGiSi

Rabbimiz kullarından, kendisine gönülden samimiyetle iman etmelerini, ihlâsla ibadet etmelerini, gafillerden olmayıp gece gündüz kedisini anmalarını, kendisine ve kullarına karşı dürüst olmalarını, emir ve yasaklarına gönül hoşluğu ile itaat etmelerini, hata ve kusurlarından dolayı tövbe etmelerini, nimetlere şükretmelerini, bela ve musibetlere de sabredip samimi bir kul olmalarını istemektedir. Bu, Rabbimizin kulları üzerindeki hakkı, kulların da Rablerine karşı vazifeleridir.

“… O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.” (Yusuf ,40) “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hicr, 99) O’na itaat eder: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat edin, İşittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin.” (Enfal 20) “Allah’a ve Rasul’üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Al-i İmran 132) “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 33) O’ndan gelene sabreder: “O’na kulluk etmek için sabırlı ve metanetli ol.” (Meryem, 65) “Sabırlı ol, çünkü Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez.’’ (Hud, 25) “Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; Başlarına gelene sabrederler.’’ (Hac, 35) O’na şükreder: “Şükreden ancak kendisi için


“Allah adil davrananları sever.” (Maide, 42) “Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” (Tevbe, 4) “Allah kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff, 4) Rabbimiz de bir kulunu sevince, onunla beraber olur, onun dostu, yar ve yardımcısı olur. Rabbimiz:

şükretmiş olur.” (Neml, 40)

eder.” (Şura, 26)

“Eğer siz iman eder ve şük- Rabbimiz; kendisine iman rederseniz, Allah size neden edeni, ibadet edeni, itaat edeazab etsin!” (Nisa, 147) ni, kendisini seveni, zikredeni, şükredeni, sabredeni, tevbe “Eğer şükrederseniz, elbette edeni sevdiğini, onlarla beraber size artıracağım ve eğer nanolduğunu ve onlara yardımını körlük ederseniz hiç şüphesiz vaat etmektedir: azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7) “Allah dürüstleri sever.” (Bakara, 195) O’na tevbe eder: “Allah çok tevbe edenleri “Allah tevbeleri kabul eden sever, çok temizlenenleri seve merhameti bol olandır.” ver.” (Bakara, 222) (Bakara, 37) “Allah iyilik edenleri sever.” “Allah’ın kabul edeceği tev(Al-i İmran, 134) be, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe “Allah sabredenleri sever” edenlerin tevbesidir; işte Al- (Al-i İmran 146) lah bunların tevbesini kabul “Allah güzel davrananları eder.” (Nisa, 17) sever.” (Al’i İmran, 148) “Allah, iman edip iyi işler “Allah tevekkül edenleri seyapanların tevbesini kabul ver.” (Al-i İmran, 159)

“Allah mü’minlerin dostudur.” (Al-i İmran, 68) buyurmaktadır. Müslüman bütün gayreti ile mü’min olmaya çalışmalıdır: “Allah mü’minlerle beraberdir.” (Enfal, 19) “Allah müttakilerle beraberdir.” (Bakara, 194) “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur.” (Al-i İmran, 160) “Eğer peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır.” (Tahrim, 4) Ömürler kısa fakat işler o kadar çok ve yoğun ki! Akıllar o kadar meşgul ve uyuşuk ki! İbadetlerde bile Allah Teala ile irtibat kurulamıyor. İrtibatın kiminle? Bir bak! OCAK 2013 / 294

5


Kapak

Atilla Değirmenci

YANLIŞLARIMIZIN DÜZELTİLMESİNDE

.

Iletişim R

abbimiz olan Allah Teala, insanları yaratırken kendi zatına kulluk ile sorumlu tutmuştur. Bu sorumluluğu da insanlara bizzat tasdik ettirmiştir. Kulluk, hayatın her bir aşamasında Allah Teala’yı Rab olarak bilmek ve kurallarını benimsemektir. Yaratılan bütün varlıklara olduğu gibi insana da belirli bir süre için hayat hakkı tanıyan Rabbimiz, bu olayı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade etmiştir: “O, hanginizin daha güzel amel/ davranış /iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” Bu ayet-i kerime’yi hayatının odak noktasına koyan her bir insanın en güzel davranışa ulaşabilmek için ciddi bir gayret/cehd göstermesi gerekecektir. Göstermesi gereken gayret/cehd içerisinde önemli bir bölüm olarak öğrenme çabası gelmektedir. Öğrenme konusunda bu 6

DERGiSi

gayret/cehd ile hayatında birçok değişimler meydana gelecektir. Değişimlerin tabii sonucu olarak hayat, din, dünya ve ahiret gibi kavramlara dair hassasiyetler kazanacak ve bu hassasiyetleri kendi hayatına yansıtacaktır. İfade etmeye çalıştığımız bu süreç bütün insanlar için az veya çok yaşanmış bir “vakıa”dır. İnsanın yaşamış olduğu bu “vakıa”dan daha önemli olan bir olay vardır ki bu okuduğu-öğrendiği-içselleştirdiği bilgileri kendisinden sonra gelecek nesillere aktarmasıdır. Bilgilerin veya düşüncelerin kıymeti -bir nebze de olsa- bir alt kuşağa doğru ve uygulanabilir olarak aktarılmasıdır. İnsan, en güzel davranışı gösterebilmek için geldiği bu hayatta sürekli bir şeyler öğrenecektir. O halde öğrendiği bilgilerle daha sağlam, daha kaliteli ve daha ahlaklı bir yaşantının içerisine girecektir. Bunun sonucunda etrafında

bulunan insanlarla birlikte yaşama anlayışı kazanmış olacaktır. Elinden geldiğince güzel davranışlar sergilemeye çalışacak ve yanlışlarından da uzaklaşmak için azami derecede mücadele edecektir. Hayat bu mecrada ilerlerken sorumluluğunun farkına varmış olan her bir insan etrafında gelişen olaylar karşısında elbette kaygılar duymaya başlayacaktır. Gelişen olayların doğal sonucu olarak insan, kendi birikimlerini etrafındaki insanlara anlatmaya-uygulatmaya başlayacaktır. İşte sürecin bu aşamasında sorumlu olduğunu kabul eden insanın çok hassas davranması gerekmektedir. Çünkü bir şeyler anlatmaya çalışırken gerek sözlü gerekse de davranış kabilinden oluşturacağı her bir iletişim ağı insanları etkileyerek yaklaştıracak veya uzaklaştıracaktır. Kulluk sorumluluğuyla geldiği bu dünyada insanın göstermesi gereken gayretlerden biri de etrafındaki


insanları Allah Teala’ya yaklaştırma çabasıdır. Çok farklı olumsuzlukların bulunduğu günümüz dünyasında insanları Allah Teala’ya yaklaştırma mücadelesi gerçekten meşakkatlidir. Özellikle doğruları anlatırken yapılacak yanlışlar insanları, doğruya/güzele davet edeceğine olumsuzluklara yönlendirecektir. Hayatı ve kulluğu nasıl güzelleştireceğimizi öğrenmemiz için Rabbimiz tarafından gönderilen Kur’an-ı Kerim’de iletişimin temel unsuru olan sözlerin nasıl kullanılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bu ifadeleri kısaca açıklayacak olursak: Kavlen Ma’rufa: İnsanlar tarafından olumlu görülen, gönül incitmekten uzak, doğru ve iyiyi emreden sözlerdir. Kur’an’da himayeye muhtaç yetimlere, yoksullara ve kalbinde hastalık bulunan kimselere de böyle sözlerin söylenmesi emredilmiştir. (Ahzab 32) Kavlen Kerima: İkram edici, saygılı ve iltifatkar sözlerdir. Ayet-i kerimede anne- baba için kullanılmakla birlikte büyüklerimize hitaplarımızda kullanılacak sözlerdir. (İsra 23) Kavlen Meysura: Gönül alıcı, teselli edici ve işleri kolaylaştırıcı sözlerdir. “Zorlaştırmayınız!” emrine muhatap olan bizlerin belki de en fazla kullanması gereken sözlerdir. (İsra 28) Kavlen Beliğa: Açık, net ve tesirli sözlerdir. Tebliğde, eğitim öğretimde veya bilgi paylaşımlarında kullanılması gereken sözlerdir. (Nisa 63) Kavlen Leyyina: Konuşma üslubumuzu belirleyen sözlerdir.

Mü’min’in izzetini artıracak bir tarzda tatlı dil ve güler yüzle yapılan konuşmalardır. Zalim ve mazlum için de kullanılabilir. Sert veya yanlış sözlerin ortaya çıkaracağı menfilikleri izale etmek için bu tür konuşmalara başvurulur. (Ta-Ha 44) Kavlen Sedida: Tam, doğru, samimi ve “Hakk”ı ortaya çıkarıcı sözlerdir. Üzerinde sorumluluk bulunan insanların temel düsturu bu tür sözler olmalıdır. Devletin çeşitli kademelerinde görevli olan kimselerin bu tür sözlere çok fazla ihtiyaçları olmaktadır. (Nisa 9, Ahzab 70) İnsanlarla iletişime geçtiğimizde kullanmamız gereken sözler, işte bu sözlerdir. Konuşmalarımızda böyle sözler sadır olmaya başladığında etrafımızda oluşacak olumlu değişimleri gözlemlemeye başlayacağız, inşallah. Bu aşamaya kadar İnsanın yaratılış gayesi, Kültürel aktarımda kuracağımız iletişimin önemi ve Kur’an’da sözlü iletişim konularında açıklama yapmaya çalıştık. İletişimin ne kadar hassas bir konu olduğu ortaya konmuşken kurduğumuz veya kuracağımız etkileşimlerde bir şekilde yanlış davranışlar ortaya çıkmaktadır. Yanlış iletişim denilince aklımıza ilk olarak gelenler gençler olmaktadır. Dönemin hassasiyetleri gereği anlatılanların yanlış anlaşılması veya büyükler tarafından yapılan yanlış anlatımlar, gençlerimizin hayatında çok farklı sorunlar oluşturmaktadır. İnsanın en önemli kararlarını aldığı ve hayatının kalan kısmını şekillendirdiği dönemdir, gençlik. Hepimizin en çok da anne- baba-

nın dikkat etmesi gereken bir süreçtir. Gençlerin yaşadığı sorunları belirterek bu sorunlara ait çözümlerimizde yardımcı olacak iletişim araçlarını ifade etmeye çalışalım. Gençlik döneminin en önemli sorunları; karşı cinsle ilişkiler, bireyselleşme, özenti, kimlik bunalımı, ahlaki değerlerin zayıflığı, fanatizm, güvensizlik, bencillik, işsizlik-gelecek kaygısı, zararlı alışkanlıklar, arkadaş ve getirdiği problemler gibi durumlardır. Bu durumlarla baş başa kalan bir genç çözüm için aile, arkadaş çevresi veya kitle iletişim araçlarına sığınarak sorunlarına çözüm aramaya başlamaktadır. Olumlu veya olumsuz etkileneceği bu sosyal gruplarla olan düzensiz iletişimleri gencin sorunlarını hafifletmek yerine artıracaktır. Böylece farklı alanlara ait çok başlı sorunlar tablosu karşısına çıkacaktır. Sosyal çevresi tarafından yanlış bilgilendirilen ve yönlendirilen gençler, sorunlarını çözmek için yukarıda ifade etmeye çalıştığımız olumsuz durumları artıracak ve toplum için sorun oluşturan bir tip olacaktır. Hâlbuki gençlerimizin sorunlarını çözmek için öncelikle büyüdüğünün ve olayları kavrayabildiğinin üzerinde durmalıyız. Sadece sorunlar üzerinde değil ama hayatın değişik aşamalarına dair gençle birlikte mütalaalar yapmalıyız. Ayrıca Allah Teala’ya ve Ahirete iman anlayışını geliştirecek her bir ortam genci yanlış hareket ve saplantılardan kurtaracaktır. Bütün bunlara dualarımızı da ekleyerek Rabbimizden yardım istemeliyiz. Sonuç Allah Teala’dandır. Çünkü bizler, imtihan için gönderildik.

OCAK 2013 / 294

7


Kapak

Rauf Denizler

Öfkelendiğimiz bir an; “şimdi vereceğim tepki doğru ise her zaman doğrudur yanlış ise belki tamiri zor olan bir harekette bulunacağım, kırmak yerine doğru tepkiyi geciktirmek daha evladır” diyebilmeyi başarmaya çalışmalıyız.

ÇOCUKLARIMIZ

NEDEN YALNIZ, NELER YAPABİLİRİZ?

İ

letişim insanoğlundan daha eski bir kavram. Allah(c.c) daha maddi âlemi yaratmadan, yaratacağı insanoğlunun ruhları ile iletişim kurarak Rabliğinin insanlar tarafından kabul edilmesini teklif etmiş ve bütün ruhlarda ‘’Bela’’( kabul ettik) ile cevap vermişlerdi. İçerisinde bulunulan ortamla 8

DERGiSi

iletişim ve etkileşim içerisinde bulunmak bütün canlıların ortak özelliklerindendir. Hayvanlar, haberlerini ses çıkararak ya da vücut hareketleri ile ortaya koyarlarken bitkiler koku veya renkleri ile dış dünya ile iletişim içine girerler. Ahsen-i takvim olarak yaratılan insan iletişim kurmak için farklı yöntemler kullanır.

İletişim, canlılığın olmazsa olmazlarındandır. İletişim boşluğu ise insanı bu ihtiyacını karşılamak için farklı arayışlara iter. Yaşlı-genç, kadın-erkek, evli-bekâr fark etmeden insanlar teknolojiyi de kullanarak ev içerisinde dolduramadığı iletişim boşluğunu dış dünyaya açılarak karşılamaya çalışır. Bu durum özellikle gençleri içine doğru


kapanmaya sürükler. Gençler ve ebeveynleri arasında anlama/anlamama şikâyetleşmeleri yaşanmasına neden olur.

ne karşı olan sorumluluklarını ihmal eden bir baba, çocuğun içine kapanmasına neden olabilir.

Gençler genel olarak annebabalarının kendilerini ve kendilerinin yaşadığı çağı anlayamadıklarından şikâyet ediyorlar. Sürekli kendilerinin dağınıklıklarından bilgisayar ve telefon ile fazla meşgul olduklarından şikayetlenildiğini anlatıyorlar.

- Parçalanmış aileler: Ayrı annebaba çocuğun yalnız anne veya yalnız baba ile yaşaması. Çocuğun üvey bir anne, üvey bir babanın yanında yaşaması.

Anne-babalar ise çocuklarının kendilerini hiç dinlemediğini, hep yalnız kalmayı tercih ettiklerini, onları ikna etmenin çok zor olduğunu söylüyor ve kendi gençliklerinde babalarının bir bakışının kendilerine yettiğini ancak kendi çocuklarının bundan çok uzak olduğunu ifade ediyorlar.

1- Sevgimizde cömert olacağız.

Neden: - Anne baskısı: Son dönemde çocukları büyük çoğunlukla anneler büyütüyor. Babaların genellikle sorumluluk almaktan kaçınması iste istemez anne ile çocuğu karşı karşıya getiriyor. - Sosyapat baba: Alkol bağımlısı olan, tolum dışı davranışlar sergileyen, sık sık evden uzaklaşan bir baba çocuğun kendisini dış dünyaya kapatması sonucunu doğurur. - İşkolik baba: Bütün hayatını işine adamış bu sebeple de en yakınından başlayarak çevresi-

NELER YAPILABİLİR?

Bütün madde ve mana âlemleri sevgi, şefkat ve merhamet üzerine kuruludur. Allah(c.c) bütün âlemleri Rahmeti ile yaratmış merhameti ile de sürekliliğini sağlamaktadır. Allah’ın insanlara olan merhameti dolayısıyla insanı nefis ve şeytan karşısında yalnız bırakmamak için binlerce peygamber ve kitap göndermiştir. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz ona pek ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, mü’minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” olarak vasıflandırılan Hz Muhammed(s.a.v) Allah(c.c)’ın insana olan merhametinin kesin delilidir. Hz Peygamber(s.a.v) sevdiği insanlara olan sevgisini hem açıkça ilan eder hem de ilan edilmesini emrederlerdi.

Bir gün Habeş Kralı Necaşi’nin kendisine hediye olarak gönderdiği bilezik için “bu bileziği ev halkımdan en çok sevdiğime vereceğim” demiş ve ertesi günü kızı Hz Zeynep’ten olma torunu Ümame(r.anha)’ya hediye etmiştir. 2- Asla tepkisel davranmayacağız. Öfke kontrolü şart. Allah Rasulü kızmakta tamamen haklı olacağı Uhut Gazvesinde yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen ashabına karşı şefkat ve merhametle davranarak onların kendisine olan sevgi ve bağlılıklarını bir kat daha artırarak olumsuz bir durumu fırsata çevirmeyi başarmıştır. Bu davranışı Kur’an’da övülerek; “Sen (o zaman), sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.” buyrulmuştur. Ashabı ile birlikte otururlarken yanlarına gelen genç bir sahabi Allah Rasulünden kendisine “zina etmesi için’’ izin vermesini istemişti. Sahabeyi kiram gence bu davranışından dolayı çok kızmış hatta darp etmek istemişlerdi. Ancak Allah Rasulü önce sahabeyi yatıştırmış sonra da gencin aklına hitap ederek yapmak istediği fiilin çirkinliğinin farkına varmasını sağlaOCAK 2013 / 294

9


yarak vazgeçirmişti. “Gerçek pehlivanın öfkesini yenen kişi” olduğunu vurgulayan Allah Rasulü(s.a.v) bir başka hadislerinde “Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.” Buyurarak öfkelenen kişinin tepki vermeden önce kendisine bir zaman kazandırması gerektiğini hatırlatır. O halde öfkelendiğimiz bir an; “şimdi vereceğim tepki doğru ise her zaman doğrudur yanlış ise belki tamiri zor olan bir harekette bulunacağım, kırmak yerine doğru tepkiyi geciktirmek daha evladır” diyebilmeyi başarmaya çalışmalıyız. 3- İlişkilerimizde hep tutarlı, kararlı ve fakat esneklik payı bırakacağız. Allah Rasulü bir konu üzerinde ashabı ile konuşurken torunlarından Hz Hüseyin’in dağıtılmak üzere getirilen sadaka hurmalarından birini alıp yemeğe çalıştığını fark eder ve hemen onun ağzından hurmayı çıkararak peygamber ailesine sadaka mallarından yemenin yasak olduğunu hatırlatır. Çocuktur ona sakınca olmaz gibi meşru olmayan bir mazeretin arkasına sığınmamıştır. Gençlerin bazen yapılması imkânsız olan isteklerine karşı kararlı ve tutarlı 10

DERGiSi

İ

nsan hata yapma ile maluldür. Özellikle büyüklük küçüklük arasında kalmış bazen şaşılacak kadar büyükçe bazen de şaşırtacak kadar çocukça davranışlar sergileyen gençler ise hata yapmaya en yakın kesimlerdir. Daha konuşmanın başında “çocuk gibi davranıyorsun” ya da “saçmalama”, “ne yaptığını sanıyorsun”, “hiç kafan çalışmıyor gibi cümlelerle konuşmaya başlamak konuşmayı başlamadan bitirmek demektir.

olmak onların anne babalarına karşı güvenini artırır.

4- Konuşmak için en iyi zamanı seçmeliyiz.

Bir gün kendisine hurma ağaçlarını taşlayarak ağaçlara zarar veren bir çocuğun şikayet edilmesi üzerine yanına çağırttığı çocuğa yere düşmüş olan hurmaları toplamasını tavsiye eden Allah Rasulü yapılması zor olan istekleri karşısında gençlere karşı ‘’olmaz’’lar yerine alternatifler geliştirebilmenin örneğini sunmaktadır.

Büyük küçük bütün insanlarla anlaşmanın en iyi yolu onlar ile konuşmaktır. Bu gün yapılan araştırmalarda ebeveynlerin çocukları ile günlük konuşma sürelerinin birkaç dakikaya indiğini gösteriyor. Hâlbuki Allah Rasulü her gün bütün aile fertlerini düzenli olarak ikindi namazından sonra bir araya getirerek onlarla konuşur hatta şakalaşır-


lardı. Herkesin müsait olduğu; yorgunluğun, uykusuzluğun, açlığın ve diğer ihtiyaçların giderildiği bir zaman diliminde konuşmak anlamayı ve anlaşılmayı kolaylaştıracaktır. 5- Darul Erkam veya Suffe’lere yönlendirmeliyiz. İnsan et ve kemikten daha çok kalp, akıl ve duygulardan oluşur. Duyguların ve düşüncenin doğru yönlendirilmesi ancak eğitim ile mümkündür. Hz peygamber(s.a.v.) kendi değerler toplumunu yetiştirebilmek için hem Mekke, hem de Medine’de Erkam ve Suffe’yi kurmuş, birliktelik içerisinde İslam toplumunu inşa etmişti. Bu gün çocuklarımızın günlük temel ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığımız planlama ve fedakârlık kadar onların kalp ve akıl sağlığını inşa etmek için de planlama ve fedakârlık yapmalıyız. Çocuğumuzu ‘’bizim’’ gibi düşünen ve hisseden insanlar içerisine göndermek bunun en güzel ve belki de en kestirme yoludur. Böylece hem sosyalliği hem de insani değerleri gelişir. 6- Sözlerimize eleştirerek, küçümseyerek, onu sigaya çeker bir edayla başlamamalıyız. “Kıyamet günü, Allah Teâla Hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalı-

ğından korkarak halkın kendini terk ettiği kimsedir.” buyuran Allah Rasulü çocuklarımızla konuşurken nezakete özen göstermemizi işaret etmektedir. İnsan hata yapma ile maluldür. Özellikle büyüklük küçüklük arasında kalmış bazen şaşılacak kadar büyükçe bazen de şaşırtacak kadar çocukça davranışlar sergileyen gençler ise hata yapmaya en yakın kesimlerdir. Daha konuşmanın başında “çocuk gibi davranıyorsun” ya da “saçmalama”, “ne yaptığını sanıyorsun”, “hiç kafan çalışmıyor gibi cümlelerle konuşmaya başlamak konuşmayı başlamadan bitirmek demektir. Belki konuşmaya selamlaşarak başlamak böylece karşılıklı olarak sevgi ilanında bulunmak konuşmayı sağlıklı kılacaktır. 7- Konuşma aralarına, çocuklarımızın olumlu özelliklerini serpiştirerek, iltifatlarda bulunarak eleştiri ve beklenti listemizi açıklamalıyız. Peygamberlikle görevlendirilen Hz Muhammed(s.a.v) ürperti ve korku içerisinde Hz Hatice’nin yanına geldiği zaman Hz Hatice, kendisinin güzel hasletlerini kendisine sayarak onun endişe ve korkularını gidermiş ve önünü açmıştır. Çocuklarımızı tanımak özellikle olumlu yönlerini belirleyerek onları öne çıkarmak böylece on-

larla olan iletişim kanalını daima açık tutarak kendilerinden beklentilerimizi belirtmeliyiz. Omuzlarında Hz. Hüseyin’i taşırken karşılaştıkları sahabeyi kiramdan bir zat Hz Peygambere iltifatta bulunmak için “ne güzel binitin var” demişti. Omuzlarında ki çocuğun gönlünü hoş tutmak, ona da iltifatta bulunmak için Allah Rasulü de cevaben, “o da ne güzel binici” demişti. 8- Çocuklarımız konuşurken başka işlerle asla meşgul olmayıp, onlarla göz teması kurarak ve “canı gönülden” dinlemeliyiz. 9- Gençleri anlamaya yönelik dinlediğimizi göstererek onlara model olmalıyız. 10- Haklı oldukları konuları, kompleks yapmadan dinlemeli, gerekiyorsa özür dilemeliyiz. 11- Her ay rutin “aile meclisi toplantıları” tertiplemeliyiz. Her aile bireyinin düşüncelerini serbestçe söyleyebileceği, söylediğinde alaya alınmayacağı bir ortam oluşturmak onların duygu ve düşüncelerini anlamak için fırsatlar oluşturur. 12- Okullarına gitmeli, öğretmenleriyle temas kurmalıyız. Okul aile işbirliğinin gençlerin kişiliğini, başarılarını artırdığını unutmamalıyız. OCAK 2013 / 294

11


Kapak

Ahmet Belada

İletişimde Uslûp ve Hitap Biçimleri

T

arz, yol, biçim, metot, usul anlamına gelen üslûp, insanın insana karşı nezaket ve nezafet biçiminde davranmasıdır. Hitap ise, söz-mektup anlamına gelmektedir. Bu manada ilk hitap ve muhataplık Allah ile Âdem arasında vuku bulmuştur. Bir diğer muhataplık ise; ruhlar âleminde, gene Allah ile ruhlar arasında olmuştur. 12

DERGiSi

Cenabı Hakkın; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine, ruhların da; “Evet, sen bizim Rabbimizsin” demesiyle gerçekleşmiştir. Üslûp ve hitap, ziyade ihtimam gösterilmesi gereken iki önemli özelliktir. Mü’minlerin sahip olması gereken ağzın seçkin olması gerekir. Çünkü o kendini ilahî mesajın ihata ettiği bir öğretiye sahiptir. Onun genel karakter ve vasıfları

İslamî özellik taşımalıdır. “Mü’minlerin Sözü” değişik inanç gruplarının konuşma üslûplarından farklı olmalıdır. Müslümanlara has bir ağız ve söz disiplininin, bir üslûbun bulunması şarttır. Çünkü Mü’minler, “sözün en güzeline ve çok övülen Allah’ın yoluna iletilmiş” olma meziyetine sahiptirler. Din; gönül, vicdan ve eylem meselesi olduğundan, üslûba dikkat edilmelidir. Mü’min ağzı,


Mü’minin üslûbu, Mü’minin karakteriyle uyum içinde olmalıdır. Hatibin iletişim ve yaklaşımı yapmacık değil, tabii olmalıdır. Her yerde ‘Mü’min mehabetine’ uygun davranmalıdır. Çünkü Mü’min; “ya hayır söyler, ya da sükût eder.” Cenab-ı Hakk’ın, itiraf edilmemiş günahı affedebileceğini düşünecek olursak, bu dünya hayatında çirkinliği ve karışıklığı, Cennette Allah’ın ihsan ettiği tarif edilemez, saadetle mukayese edersek, tebliğin ve iletişimin önemi bir kat daha artmaktadır. Ölüm acısı çeken kederlileri teselliye çalışmak ve can alıcı söz söylemek de, din öğütçüsünün aslî vazifesidir. O bilir ki konuşursa gümüş, susarsa altın mükâfatına nail olacaktır. Bu yönüyle Mümin ağzı; a) Kur’anî ve İslamî’dir. Bu ağzın sahipleri kınayanın kınamasından korkmadan, vazifesini ifa edenlerdir. Bunun yani, Mümin Ağzının zıddı; b) Bedevî ağzıdır. Bu ağız da, amiyane, argo, bed (kötü) lafızlıdır. Bunlar hayır hak öğütten ziyade, sürekli yanlış içinde debelenir. Beraberinde olduğu kimseleri de durmadan yanlışa sevk eder. İnsan bu iki ağızdan birini tercih etmelidir. Hiçbir beşerin kâmil olamayacağı muhakkaktır. Peygamberlerin zelleye, varislerinin de zaman zaman günaha düştükleri, gazaplandıkları olmuştur.

H

iç şüphesiz tebliğden maksat, nefret ettirmeden sevdirmeye, korkutmadan müjdelemeye çalışmaktır. Tebliğci, muhatabının durumunu iyi anlayarak konuşmalıdır. Sabırlı, tahammüllü ve mütebessim olmalıdır. Mütebessim olacağım diye de sırıtkan olunmamalıdır.

Tebliğ vazifesiyle görevli her Mü’min bilmelidir ki, iletişim ve hitap esnasında muhatabını dinden uzaklaştırma veya nefret ettirmeye hakkı yoktur. Tebliğci meseleye bu zaviyeden bakmalıdır. Bu dinî bir hassasiyetin yanı sıra, aynı zamanda zorunluluktur. Hal böyle olunca Mü’min, değil üslûbuna hemen her şeyine azamî derecede dikkat etmelidir.

kimsedir.” diye cevap vermiştir. Anlaşılan o ki, tebliğ görevini yerine getirmeyen kimse canlı cenaze hükmündedir.

HATİPTE ARANAN VASIFLAR VE TEBLİĞ

*Mübalağa yapmamalı,

Müslüman’ın kendine özgü bir ağzının, konuşma üslûbunun, tebliğ ve irşat dilinin bulunması kadar zarurî ne olabilir ki? Zira“uslûb-ı beyan aynıyla insandır” Peygamberlerin sıfatlarından ve imanın alametlerinden kabul edilen tebliğ, mü’minin aslî vazifelerindendir. Terki düşünülemez. Sahabenin önde gelenlerinden Huzeyfe (r.a)’a; “canlı cenaze nedir?” diye sorulduğunda: “bir kötülüğü, kötü görüp eliyle veya diliyle veya kalbiyle düzeltmeye çalışmayan

Allah, Ekber /Kuran, Rehber / Peygamber, Önder /İslam, ‘Mükemmel’ olunca, bunun tebliğcisi düzgün Müslüman olmalıdır. Tebliğci: *Manası anlaşılmayan garip kelimeler kullanmamalı,

*Konuşurken insanların gözüne bakmalı, *Konunun dışına çıkmamalı, *Sözü getiremediği zaman, ‘e, ö’ gibi garip deyimler çıkarmamalı, *Konuşmanın sonunda, “anladınız mı?” yerine “anlatabildim mi?” diye sorulmalıdır. Diğer taraftan hatip: *Cesaretli olmalı, *Söylediği ile amil olmalı, *İknacı ve ispat edici olmalı, *Temiz ve nezih görünümlü olmalı, OCAK 2013 / 294

13


*Ses tonunu iyi ayarlamalı,

kuramayız.

*Kime hitap ettiğini bilmeli, seviyeyi iyi ayarlamalı,

Diğer taraftan konuşurken, sanat kaygısı gütmeden, iddiasız, dürüst, az-öz ve edebî konuşmalıyız. Sözler dikkatlice seçilip, tane tane konuşulmalıdır. Hep de kâğıda bağlı kalınmamalı, mümkünse irticalen konuşmalıyız. Ağzımıza geldiği gibi değil, ne vermek istiyorsak onu anlatmalıyız.

*Ayrıca zaman ve zemini dikkate alarak ayakta konuşmalıdır. *Mümkün mertebe dinleyicilerin gözlerine bakmalıdır. KUR’AN’DA HİTAP ŞEKİLLERİ Kur’an’ı Kerim’de; ‘maruf’* (iyilik) teşvik edilirken, ‘münker’* (kötülük) men edilmiştir. Kulluk kitabımız Kur’an’da kime nasıl hitap etmemiz gerektiği de açık şekilde beyan edilmiştir. Şöyle ki; mü’minlere ‘sedid’*, münafıklara ‘beliğ’*, inanmayanlara ‘leyyin’*, anne babaya ‘kerim’* ve ‘ meysûr’* gibi hitap biçimlerinden bahsedilir. Ayrıca Cenabı Hak; Babaya “ya ebetî” ( Ey! Babacığım), evlada “ya büneyye” (Yavrucuğum) diyerek, iletişimde hitabın önemine işaret etmektedir. Dikkat edecek olursak, Mevla’mız nasıl da gönüllere, duygulara seslenmektedir. Bu durum biz kullarına iyi bir örnektir. Hatibin askerî, siyasî, hukukî, dinî vs çeşit çeşit muhatabı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Herkese akılları ve konumlarına göre hitap edilmesi gerekir. Yüksek sesle konuşulması gereken yerde sessiz, sessiz konuşulacak yerde sesli konuşacak olursak dinleyiciyi rahatsız ettiğimiz gibi sağlıklı iletişim de 14

DERGiSi

En güzel kıssayı Allah anlattığına göre biz de, anlatımlarımızda konuyla alakalı hikâyeler vermeliyiz. Hitap ederken muhatabımızın anlamadığı kelimeler kullanmamalıyız. Yeteri kadar konuşmalıyız. Gereğinden fazla konuşarak muhatabımızı bezdirmemeliyiz. Yukarda zikrettiğim gibi, herkese aynı şeyleri aynı şekilde verip söylemekten ziyade, konum ve durumlarına göre hitap etmeliyiz. Rehberimiz Hz. Muhammed s.a. de; ‘insanlara akılları nispetince hitap edin.’ buyurmaktadır. Bilinmelidir ki, düzgün bir lisan, görevin benimsenmesi, samimiyetle yerine getirilmesi, gönülden gelen ve yapmacıklıktan uzak bir söz; kulaktan izinsiz, doğrudan kalbe gider. Samimiyetten uzak hitap ise, sadece güzel bir konuşma olarak akıllarda kalır. Tıpkı konuşmacıyı dinleyenlerden bazılarının; ‘ne güzel konuştu’ deyip de, neden bahsettiğini anlamadığı gibi olmamalıdır.

Hiç şüphesiz tebliğden maksat, nefret ettirmeden sevdirmeye, korkutmadan müjdelemeye çalışmaktır. Tebliğci, muhatabının durumunu iyi anlayarak konuşmalıdır. Sabırlı, tahammüllü ve mütebessim olmalıdır. Mütebessim olacağım diye de sırıtkan olunmamalıdır. Celal Hoca’nın; “Dindar gözükeceğiz diye mutaassıp olmaya, aydın-entel desinler diye dinden taviz vermeye kimsenin hakkı yoktur.” dediği gibi, biz de İslam’ı kendi literatürüne uygun anlatmalıyız. Halkın hatırı için Hakkın hatırını çiğnenmeden bu görevi yerine getirmeliyiz. Peygamberimizin s.a.v: “…Bugün amel var hesap yok, yarın hesap var amel yok” sözünden hareketle, hesabını verebileceğimiz hayırlı iş yapmaya çalışmalıyız. KAYNAK: Hakkı Tavsiye Metot ve Vasıtaları, Prof. Dr. Lütfü Çakan, Büşra Yayın Dağıtım, İst. 1992 İslam’da İrşat, Süleyman Uludağ, Marifet Yay. İst. 1981 Peygamber Efendimizin Hitabeti, Ahmet Lütfi Kazancı, Marifet Yay. İst. 1980 Hz. Peygamber ve Kuran Dışı Vahiy, Prof. Dr. M.Sayit Hatipoğlu, s.79 *Maruf : 2.235/4.5/33/32/4.8/4 7.21/2.263 *Sedid : 33.71 *Beliğ : 4.63/2.204 - 63.4 *Leyyin : 42.44 *Kerim / *Meysûr : “ : 17.23


Kapak

İbrahim Çiftçi

İLETİŞİM, DİL VE BEDEN DİLİYLE İLETİŞİM UNSURLARI

İ

letişim: İletişim, insanlar arasındaki duygu, düşünce, bilgi, tecrübe ve hayâllerindeğişik kanallarla başkalarına bildirilmesidir. Birey ile birey ve bireyle toplum arasındaki bağı oluşturmada iletişimin ne kadar önemli olduğu malumdur. İletişim ne kadar kuvvetli ve sağlam olursa toplum ve birey arasındaki çatışma da o denli az olacaktır. İnsanoğ-

lu var olduğu günden bu zamana kadar tek başına yaşamamış, toplum olarak varlığını sürdürmüştür. İnsan, birey olarak bir grubun üyesi olmuş ve kültürü oluşturmuştur. Gerek kültürü oluşturmasında gerek de kendisinden sonra gelen kuşaklara bu kültürü aktarmasında elbette en önemli rolü iletişim oynamıştır. İletişim, her şeyden önce bir insan etkinliğidir. Çünkü hayvan-

lar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Bildiğimiz ilk iletişim Allah(celle celâlüh) ile melekler arasındaki diyalogdur. Sonra Allah(celle celâlüh) ile Hz.Adem(aleyhisselam), Hz Âdem’le şeytan, Allah(celle celâlüh) ile diğer peygamberler arasında olmuştur. Bunun dışında bireyler arasında konuşmayarak iletişime, Hz. OCAK 2013 / 294

15


Zekeriyya(aleyhisselam) ve Meryem’in durumları, konuşarak iletişime Hz. İsa’nın kundaktayken bile konuşması, işaret dili ve benzetmelerle iletişime, Hz. Peygamberin anlatımlarındaki el parmak işaretleri, mimikleri tabiattan alıntıları, soru yoluyla anlatımları yaşanmış örneklerdir. İletişimin temel ögeleri: İnsanların konuşmaları, yazışmaları sanatsal faaliyetleri(çizgi, müzik gibi) tartışma ve bağrışmaları, tebessüm ve öfkeleri, tokalaşma ve kucaklaşmaları iletişimdir. İletişimin esası başka biriyledir. İletişimde en az iki kişi vardır. Gönderici ve alıcı tarafı. Gönderilen ileti(mesaj), iletinin ulaştırma yolu ya da şekli, kanal( söz, yazı, resim, hareket…) iletişimin olduğu ortam, mekân bağlam, iletinin karşılığı dönüt iletişimin temel ögeleridir. Allah gönderici, insan alıcı, mesaj “Elestü bi Rabbikum?” dönüt “belâ”, bağlam “âlem-i ervah.” Kişiler arası iletişim: Karşılıklı iletişim içinde bulunan insanlar, bilgi, sembol üreterek, bunları birbirine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Kişiler arası iletişimde gönderici ve alıcı arasında zaman ve mekân birliği vardır. Bir iletişimin kişiler arası iletişim sayılabilmesi için bazı kıstasların gerekli olduğunu belirtmeliyiz. 16

DERGiSi

İletişimde, kişiler arasında belli bir yakınlık veya ortak payda ve olmalıdır. Kişiler arasında tek yönlü değil karşılıklı mesaj alışverişi olmalıdır. Çünkü şahısların kurmuş olduğu iletişimde kaynak ve alıcı olarak birbiri hakkında olumsuz duygular gütmeleri mesajın doğru anlaşılmasını önler. Bir de alıcı, kaynak durumundaki ferdin mesleği, cinsiyeti, dış görünüşü gibi özelliklerini değerlendirmeye sokarak kendince olumsuz bir izlenim oluşturabilir. Bu da kaynak ve alıcı arasındaki iletişimde kopukluklara sebebiyet verebilir. Ayrıca alıcı ve kaynak arasında mevcut bulunan kültürel farklılıklar da mesajın değerlendiriliş aşamasında önemli sorunlar teşkil eder. Söz konusu mesajlar sözlü ve sözsüz olabilir. Bunlardan sözlü iletişim dil ve dil ötesi olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır. İnsanların karşılıklı konuşmaları ve hatta mektuplaşmaları (Rasulullah’ın krallara gönderdiği mektuplar tam bir iletişimdir.) “dille iletişim” olarak kabul edilmektedir. Dille iletişimde kişiler, ürettikleri bilgileri birbirlerine ileterek anlamlandırırlar. Düşünce ve zekânın bir göstergesi olan dil, en gelişmiş ve en etkili bir iletişim aracıdır. İnsanlar konuşarak anlaşırlar. Tebliğin en önemli kısmı dil ile yapılan olmuştur. Musab bin

Umeyr’in (Allah ondan razı olsun) Medine’de hurma bahçelerinde İslam’ı anlatması ve kendisini öldürmeye gelen Sa’d’e “Gel dinle” demesi. Onun da “Hayır seni öldürmeye geldim” sözüne karşılık Musab’ın “Önce dinle, öldüreceksen yine öldür, dinlemekten niçin korkuyorsun?” ifadesi. Onu dinleyen Sa’d’in (Allah ondan razı olsun) hidayeti dil ile iletişimin mükemmel bir misalidir. Dil ötesi iletişim sesin niteliği ile ilgilidir; ses tonu, sesin hızı, sesin şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler, dil ötesi iletişim sayılır. Dille iletişimde kişilerin ne söyledikleri, dil ötesi iletişimde ise nasıl söyledikleri önemlidir. Sözsüz İletişim: İletişim denilince kimilerinin aklına sadece sözlü iletişim, yani konuşulan dil aracılığıyla kurulan iletişim gelmesine karşın, iletişim sözsüz olarak da kurulabilir. Aynı ortamda birbirlerini algılayan kişiler hiç konuşmasalar bile bakışlarıyla, vücutlarının duruşuyla, aralarında bıraktıkları mesafeyle birbirlerine mesaj yollar ve sözsüz bir iletişim kurarlar. Buna “kalpten kalbe bir yol gider gizli gizli .” söyleyişiyle “kalp gözü”de diyebiliriz. İletişime giren kişilerin birbirlerini doğru olarak anlayabilmeleri için, hem gönderilen sözlü me-


sajların içeriğine, hem de sözlü mesaja eşlik eden beden diline, yani kişinin yüz ifadesi, jest ve mimikleri gibi görsel ipuçlarına dikkat etmeleri gerekmektedir. Allah Rasulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) yere çizgi çizerek, tabiattan misaller vererek, benzetmeler yaparak konuşması, yüz hatlarındaki değişikler-ki sahabe sorunca bu değişiklikleri açıklıyor- dil ötesi iletişime örneklerdir. Beden Dili: İnsanlarjest, mimik, oturuş, duruş gibi çeşitli tavırlarla da kendini ortaya koyar. Bu aracılara sözsüz mesaj, sözsüz mesajla yapılan bu anlatım biçimine de sözsüz iletişim denir. Şu halde bizler iletişim kurarken jestlerimizi, mimiklerimizi, sesimizin tonunu vb. sözel olmayan elemanların iletişimdeki yeri ortalama % 10 olan konuşmayı güçlendirmek, daha anlamlı kılmak için kullanmaktayız. Bu yolla gönderdiğimiz mesajlar söylediklerimizden çok daha etkili olabilmektedir. Yüz İfadeleri (mimik): İnsan bedeninin en dikkat çeken yeri yüz, yüzde ise en çok dikkat çeken, gözlerdir. Bireyler arasındaki gerçek iletişim göz göze gelmekle başladığından gözlerin ve bakışın büyük bir anlam ve önemi vardır. Bir kimse gözünüze bakıyorsa size ilgi duyuyor demektir. Karşısındaki insan ya da nesneye ilgi duyan insanın

İ

letişim denilince kimilerinin aklına sadece sözlü iletişim, yani konuşulan dil aracılığıyla kurulan iletişim gelmesine karşın, iletişim sözsüz olarak da kurulabilir. Aynı ortamda birbirlerini algılayan kişiler hiç konuşmasalar bile bakışlarıyla, vücutlarının duruşuyla, aralarında bıraktıkları mesafeyle birbirlerine mesaj yollar ve sözsüz bir iletişim kurarlar. Buna “kalpten kalbe bir yol gider gizli gizli .” söyleyişiyle “kalp gözü”de diyebiliriz.

göz bebekleri açılır. Öte yandan bir kimse gözünü gözünüzden kaçırmakla, sizden bir şey saklamak durumunda olduğunu ifade edebilir. Bu nedenle karşısındakini etkilemek isteyen insanlar gözlerinin içine bakarak konuşurlar. ”Gözler yalan söylemez” sözü de bunu açıklar zannımca.

Esas jest ve mimikler, düşünce ve duygularımızı destekleyen, onları somutlaştıran hareketlerimizdir. Örneğin sohbet sırasında göz kırpma, başı sallama, kolları açma, elleri kullanma gibi işaret ve hareketler iletmek istediğimiz ve programladığımız bir mesajı içeren jestlerdir.

Jest ve Mimikler: Yüz kaslarının anlatım amaçlı kullanımı mimikleri; baş, el, kol, bacak ve bedenin kullanımı da jestleri oluşturur. Jest ve mimikler esas ve ikincil olarak ikiye ayrılır.

Ya da gelenek ve göreneklere göre olması gereken davranışların oluşturduğu toplumsal jest ve mimiklerdir. Mesela, başın yukarı, aşağı yönlere ve yanlara olan hareketleri… Karşıdakine yaklaşma veya uzaklaşmadır. OCAK 2013 / 294

17


K

arşılıklı iletişim içinde bulunan insanlar, bilgi, sembol üreterek, bunları birbirine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Kişiler arası iletişimde gönderici ve alıcı arasında zaman ve mekân birliği vardır. Bir iletişimin kişiler arası iletişim sayılabilmesi için bazı kıstasların gerekli olduğunu belirtmeliyiz.

Bu küçücük hareket insanın gerçek duygularını ortaya koyması açısından büyük önem taşır. İletişimdeki Engeller a) Ön yargı: Bir kişi veya topluluk hakkında önceden öğrenilmiş ve bir kalıp olarak yerleşmiş algılardır. Yapılan son araştırmalara göre 4–5 saniye içerisinde oluşan ilk izlenim kişilerin algılanması ve akılda bir yere yerleşmesi, iletişimde oldukça önemlidir. Örneğin ilk karşılaştığında mutsuz olan bir 18

DERGiSi

kişiyi diğerlerine “çok soğuk” diye tanımlamak bundan sonraki davranışların da bu yargıya göre şekillenmesin sebep olur.

yet Allah’tandır.” buyruğunun çok tekrarı bunu vurgulamak için olsa gerek. Ya biz niçin sonuçla çok meşgul oluyoruz?

b) Tektipleştirme: Bireyler arasındaki iletişimin engellerinden biri olan tektipleştirme (streotip) genelde olumsuz duyguları yansıttığından kişilerin olumlu yönlerini görmeyi engeller. Aynı zamanda ötekileştirmeye sebep olduğu için birliktelik ve yakınlık duygusunun gelişimini önler. Genelde ötekileştirme sonucunda bireyler diğerlerine karşı düşmanca tavırlar beslemekte bu da kişilerin iletişiminde engel oluşturmakta ve insanları birbirinden uzaklaştırmaktadır.

Örtülü anlamlar: Kişiler arası iletişimin engellerinden biri örtülü anlamlardır. Örtülü anlam, iletişimde kaynak ve alıcı arasında doğru kelimelerin kullanılmaması sonucu, alıcının mesajı kaynağın aktardığı şekilde anlayamamasına ve farklı değerlendirmelere sebep olur.. Buna yasaklar ve korkulardan dolayı “kuşdiliyle” ya da imalı konuşma diyebiliriz. “Yanlış anlaşıldı” düzeltmeleri de örtülü anlamdandır.

Kehanet: İletişimi zedeleyen hususlardan biri de kehanettir. Kişiler arası iletişim sürecinde kehanet teorisi iki biçimde ortaya çıkar. Birincisi kişi gerçekte var olmayan özellikleri var kabul ederek iletişimi olumsuzlaştırır. İkincisi birey kendi tahminleri doğrultusunda çevresindekileri etkileyebilir onları tahminlerine inandırabilir. Değiştirme çabası: Bireyler arasındaki iletişimde engel oluşturan bir başka şey karşısındaki bireyi değiştirme çabasına girmektir. “Kendi kişiliğini hemen terkle benim dediğim gibi olsun” anlayışı diğerlerini sen yapmaktır ki iletişimi koparır. “Senin görevin tebliğdir hida-

İç İletişim ( Kişinin kendisiyle konuşması, barışması) Bir insanın düşünmesini, duygulanmasını, kişisel ihtiyaçlarının farkına varmasını, iç gözlem yapmasını, rüya görerek kendi içinden mesaj almasını ya da kendine sorular sorarak bunlara cevaplar üretmesini bir iç iletişim sayabiliriz. Karşı karşıya gelen iki insan arasında gerçekleşen iletişimin benzeri, tek bir insanın içinde de gerçekleşmektedir. İnsanlar kendi içlerinde bir takım mesajlar üreterek ve bunları yorumlayarak kişi içi iletişimde bulunurlar. Nefis muhasebesi “Bu gün Allah için ne yaptın?” sorusu ve cevabı da yapılması gerekli bir iç iletişimdir.


Kapak

Menderes Güzelce

Öğretmen Öğrenci

İLETİŞİMİ

Ö

ğretmen, insanı topluma ve geleceğe hazırlayan en önemli mürebbidir. Bilgiyi, öğrenmeyi elde etmeyi ve onu kullanmayı öğreten odur. Siyasetçiler, idareciler. fikir ve düşünce adamları, bilim adamları, hukukçular ilk defa onun elinde yoğrulur. Toplum hamurunun yoğrulmasında mutlaka onun eli vardır. O, her türlü erdemin taşı-

yıcısı ve aşılayıcısıdır. Eğitimciler geleceğe yön verecek, milletini en üst düzeyde temsil edecek nesilleri yetiştirmenin sancısını çekmelidir. Milletinin istikbaliyle alakalı sahih projeleri olan her eğitimcinin bu mukaddes sancısı yeni çağları açan Fatihleri doğuracaktır. Gerçek öğretmen bir cevherci gibi, bir bahçıvan gibi olmalıdır.

Nasıl bir bahçıvan ağacın meyveye durması için önce tohumun toprağını hazırlar sonra tohumunu eker. Ondan sora tohumun çimlenmesini bekler, çimlenen tohum fidan olur. Fidanın bakımı, sulanması, gübrelenmesi gibi daha nice işler yapılıp yıllar sonra ağacın meyve vermesi beklenir. Bir ağaçtan meyve almak için bu gayretler gösterilirken geleceğimizi inşa etmelerini OCAK 2013 / 294

19


istediğimiz yavrularımızı, öğrencilerimizi yetiştirirken daha gayretli ve hassas olmamız gerekmez mi? Bu hassasiyeti ve gayreti öncelikle onlarla kuracağımız iletişimde göstermeliyiz. Öğretmen öğrenci iletişiminde doğru iletişimi kuramayan öğretmenler bir fidanı ihtiyacından fazla sulayarak çürüten bir bahçıvan gibidir.

20

Öğretmenin davranışlarındaki hassasiyet; sözlerinin tesiri ve istediklerine ulaşma adına fevkalade önemlidir. Çocuk, iyi ahlakı iyilik telkinleriyle değil, iyi örnekle kazanır. Öğrencisine iyi örnek olan bir öğretmen, ahlak kitaplarından daha tesirlidir”

Öğretmenler çocukları anlamada, eğitme ve problemlerini çözmede aceleci olmamalı ve büyük sabır göstermelidirler. Çocuklar kişilik gücü ve ikna becerisi yüksek öğretmenlerle daha iyi iletişim kurmakta iyi anlaşmaktadırlar. Bunun yanı sıra hızla değişen toplumumuzda öğretmenlerin kendilerini hızla yenilemeleri ve dönüştürmeleri gerekmektedir. Eskimiş bakış açılarıyla ve becerilerle yeni kuşak çocuklara yardımcı olmak ve iletişim kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Öğretmenler kendilerini sürekli güncellemelidirler. Bunu ancak, başkalarını değil kendilerini değiştirmeye çalışarak sağlayabilirler. Bu güncelleme belki de en önce iletişim alanında olmalıdır.

içi ve aile içi iletişim içinde geçerlidir. Sözel olmayan iletişim; ses(tonlama,vurgu,telaffuz)%30, beden dili(mimikler, bakış, mesafe) % 55 olarak ifade edebiliriz. Eğitim öğretimin yuvası olan okullarımızda öğretmenlerin sınıf içerisindeki iletişim performansı, öğrenci başarısını üst düzeyde etkilemektedir. Sınıf içerisinde sorun çıkmaması, verimli bir sınıf iklimi oluşturmak için öğretmen-öğrenci iletişimi çok önemlidir.

Öğretmen-öğrenci iletişimini sözel ve sözel olmayan iletişim olarak iki gruba ayırarak değerlendirme yapabiliriz. Öğretmenöğrenci iletişiminde sözel iletişimin (konuşulan cümleler) payı, genel iletişimin içinde yaklaşık %15 civarındadır. Bu durum sınıf

Öğretmenlerin sınıfta ortaya çıkan küçük bir disiplin sorunu karşısında sözel olarak ilgili öğrenciyi uyarması, sorunun o an için çözümü olacaktır. Ancak bu çözüm yolu sorunun tekrarlanma olasılığını arttırmaktadır. Çünkü yapılan uyarı bir sonraki isten-

DERGiSi

meyen davranışın pekiştireci olmaktadır. Bu nedenle istenmeyen davranış kısa bir süre sonra yeniden ortaya çıkmaktadır. İstenmeyen davranışın ortadan kaldırılabilmesi için davranışın amacına göre, görmezlikten gelme yada sözel olmayan ipuçları kullanılmalıdır. Sınıfta istenmeyen bir davranış ortaya çıktığında öğretmenler genellikle derslerini kesmekte ve o öğrenciye “yapma” anlamında bir şeyler söylemektedirler. Düşük düzeydeki disiplin sorunları için dersin kesilip sözel olarak uyarı yapılması o dersin sıklıkla kesilmesine davetiye çıkarmaktır. Öğretmenler sorunların önemli bir kısmını sadece sözel olmayan (bir bakış, tonlama, öğrencinin yanına yaklaşma) ipuçlarıyla önleyebilirler.


Sınıfta gürültü olduğunda öğretmenler daha yüksek sesle sınıftaki gürültüyü bastırmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda öğrenciler daha yüksek sesle konuşacak birbirlerini duymaya çalışacaklardır. Öğretmen sesini daha yükselterek duruma hakim olmaya çalışacaktır. Oysa öğrenciler sesini yükseltince öğretmenin sesini alçaltması, öğrenciler alçalttığında yükseltmesi gerekir. Sınıf kontrolü sağlamak içinse aktif göz taraması yapılabilir. Aktif göz taramasıyla bir anlamda fiziksel yakınlaşma etkisi sağlanmış olacaktır. Derste çok konuşan ve kendini denetlemekte zorlanan bir öğrenciyle özel olarak görüşüp adeta kendi aralarında bir parola belirlemelidirler diyebiliriz. Bu parola çok konuşan ve kendini denetlemekte zorlanan öğrenci için kendisine özel bir işaret olduğundan, öğretmen tarafından bu mesajı alan öğrenci mesajın etkisiyle dikkatini öğretmene yöneltmesi gerektiğini anlar. Sınıf içindeki sözel iletişim de disiplin sorunlarının çıkması yada çıkmamasında oldukça önemlidir. Örneğin sınıfta arkası dönük olarak talimat veren bir öğretmenin talimata uyulmaması için başka bir şey yapmasına gerek yoktur. İletişimde yüz yüze ve göz göze olmak çok önemlidir. Sınıf içerisindeki sözel iletişim

öğrencinin cesaretini ve saygınlığını artırmalıdır. Sorduğu soruyu cevaplayan bir öğrencisini masasında bir şeyler karıştırarak dinliyormuş gibi yapan bir öğretmen diğer öğrencilerinden arkadaşlarını dinlemesini beklememelidir. Öğrencilerimizden yapmamalarını istediğimiz şeyleri öncelikle kendimiz yapmayarak, yapmasını istediklerimizi de yaparak örnek olmalıyız. Bir çok öğrenci kasıtlı olarak istenmeyen davranışlarda bulunmaz,hatta önemli bir kısmı yaptığının farkında değildir. Problem davranış gösteren öğrenciler sürekli eleştirilmemeli, “yapma” türü olumsuz cümleler kullanılarak hatalı davranış düzeltilmeye çalışılmamalıdır. Bu davranış türü yapılan işi pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Böyle bir durumda yapılması gereken, zamana ve ortama göre değişebilir. Bazen görmezlikten gelirken bazen de davranışı niçin yapmaması gerektiği bire bir görüşülerek gerekçeleriyle birlikte anlatılmalıdır. Öğretmenleri tarafından küçük görüldüklerini, her hal ve hareketlerinin tenkit edildiğini, yaptıklarının pek azının beğenildiğini gören öğrenciler; öğretmenleriyle yakınlaşmak yerine uzaklaşmayı tercih etmektedirler. Sadece dersten derse birbirlerini görebilen öğretmen ve öğrencilerin birbirlerini tanıma konusunda ne kadar başarılı ola-

caklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Birbirini tanımayan ve birbirinden uzaklaşan bireylerin sağlıklı bir iletişim kurması mümkün mü? Öğretmenin yapması gereken, öğrencinin kalbini kazanması, onları kendine bağlaması, sevmesi ve onlar tarafından sevilen bir şahsiyet olmasıdır. Bundan sonrası kolaydır. Çünkü öğretmenini seven öğrenci aynı sevgiyi dersine ve okuluna da gösterecektir. Sevgi bütün kapıların kilitlerini açan bir anahtardır. Sevgi anahtarıyla açılan kalp kapılarından içeri girip gönüller feth edilince, aşılmayacak güçlükler aşılır, çekilmeyecek meşakkatler çekilir. Her çocuk sevilmek ve anlaşılmak ister. Öğretmeni tarafından sevilmeyen veya sevildiğini hissetmeyen çocuk, öğretmenden gelenleri kabullenmez. Seni seven, senin sevdiklerini de sever. “Öğretmenin davranışlarındaki hassasiyet; sözlerinin tesiri ve istediklerine ulaşma adına fevkalade önemlidir. Çocuk, iyi ahlakı iyilik telkinleriyle değil, iyi örnekle kazanır. Öğrencisine iyi örnek olan bir öğretmen, ahlak kitaplarından daha tesirlidir” Kaynak: Çocuklarımız İçin Eğitim Sohbetleri Prof. Aytaç Açıkalın Prof. Haluk Yavuzer Prof. Nurgül Yavuzer Prof. Ziya Selçuk OCAK 2013 / 294

21


Hazreti Peygamberden -sallallahu aleyhi ve sellem-

GENÇLERE TAVSİYELER

R

asulullah sallallahu aleyhi ve sellem, şahsiyetlerini inşa sadedinde Hazreti Enes, Hazreti Hasan, Abdullah bin Abbas ve bunların şahsında bütün ümmetin çocuklarına ve gençlerine şu tavsiyelerde bulunuyor:

destli ol, çünkü kim abdestli olur da ölürse ona şehitlik sevabı verilir. Enes! Namaz kılarken rükûya gidince ellerinle dizlerini sıkıca tut. Parmaklarını birbirinden ayır. Dirseklerini yanlarına yapıştırma.

Oğulcuğum, rükûdan kalkınca her uzvun tam olarak yerine gel“Sana sır olarak verdiğim şeyleri sin. Çünkü Allah, rüku ile secde kimseye söyleme. Sır sakla. Gü- arasında belini doğrultmayana merhamet etmeyecektir. venilir bir kişi ol. Enes’e:

Oğulcuğum abdestini tam ve güzel al Oğulcuğum, secde edince de alki, ömrün uzun olsun. Koruyucu me- nını ve ellerini yere tam olarak koy. Horozun yeri gagalaması gibi sen de lekler de seni sevsin ve korusun. secdeden çabuk kalkma. Secdede Enes, Gusül abdestini alırken güzelkollarını yere serme. ce yıkan. Saç diplerini iyice ıslat ve tenini de güzelce temizleyerek yı- Namazda sağa sola bakmaktan sakın. kan. Şayet böyle yaparsan yıkandığın Yavrucuğum, namazını devamlı olarak yerden ayrılırken günah ve hatalarınkılmaya özen göster. Eğer namaza dan da arınmış olarak çıkarsın. özen gösterirsen melekler de senin Oğulcuğum, elinden geldikçe ab- için rahmet dileğinde bulunurlar.


Müslümanların büyüklerine hürmet, Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde şüphe uyandırmayan şeye yöküçüklerine de sevgi göster. nel. Çünkü doğruluk insanın gönlüne Oğulcuğum, evinden dışarı çıktığın huzur verir. Yalan ise huzursuzluk vezaman bütün Müslümanlara selam ver. rir.” Böylece affedilmiş olarak eve döAbdullah bin Abbas’a ise tavsiyesi nersin. şöyledir: Kendi evine girdiğin zaman da ailene “Abdullah! Öncelikle sana şunları öğselam vererek eve gir. retmek isterim: Yavrucuğum, Kur’an okumaktan geri durma. Zira Kur’an okumak ölü kal- Genişlik zamanında kendini Allah’a be hayat verir. Kötü ve çirkin şey- sevdir ki O da seni sıkıntılı zamalerden ve haddi aşmaktan insanı nında seni sevsin. korur. Allah’ın emir ve yasaklarına önem Yavrucuğum, kimseye karşı kal- ver ki, Allah da sana önem versin, binde kötülük tutmadan sabahla- seni gözetsin. Allah’ın hakkını gömaya ve akşamlamaya çalış. Eğer zet ki O’nu yanı başında bulasın. bunda başarılı olursan kıyamet Bir şey istediğin zaman Allah’tan gününde hesabını çok kolay veiste, yardım dilediğin zaman Allah’tan rirsin. dile. İşte bunlar benim sünnetimdir. Kim Şunu bil ki bütün varlıklar elbirliğiyle benim sünnetimi yaşar ve yaşatırsa sana zarar vermek isteseler Allah’ın beni sevindirmiş olur Beni sevinditakdir ettiğinden başkasını yapamazren ise cennette benimle olur.” lar. Kaderi yazan kalemin işi bitmiş Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel- yazılanlar ise kurumuştur. lemin Hazreti Hasan’a tavsiyesi ise Bil ki Allah’ın yardımı ancak sabreşöyledir: denler içindir ve her zorlukla be“Hasan! Beş vakit namazını aksatma- raber bir kolaylık vardır.” (Tirmizi, Kıyamet 60) dan kıl.


KAPAK

Hizmet Adabı

Nureddin SOYAK

Kur’an’la Nasihat

R

abbimiz:

“Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.” (Taha, 2-3) buyurmaktadır. Allah’tan korkan mü’minin nasihatçisi, Rabbidir, O’nun Rasulüdür, Onların öğütleri ile nasihat edenlerdir. İlahi ve nebevi nasihatler güçlük için değil kolaylık içindir. Öğüdünü nefsinden, ins ve cin şeytanlarından alanlara ilahi öğütler zor gelir. Güç yetmez nasihatler gibi gelir. Herkes kime kulak verdiğine baksın yolunu istikametini tayin etsin. Rabbimiz: “Şimdi vahyedilene kulak ver.” (Taha, 13) buyurmaktadır. İhlâs ve samimiyetle Allah’ın dinine hizmet etmek isteyen Allah erleri, ciddi bir vahiy eğitiminden geçmek zorundadır. Ashabı ashab yapan bu eğitimden

24

DERGiSi

geçmeleri, samimiyetle teslim olmaları idi. Mü’minin tevhidi tedrisatı vahiydir. Vahye tabi olan tevhid olur, tefrik olmaz. Vahiy eğitiminden geçenlerin; imanları birdir, ibadetleri birdir, ahlakları birdir, doğruları birdir, yanlışları birdir, niyetleri birdir, gayeleri birdir, davaları birdir. Bu birliği sağlayamayanların ya eğitimi bozuktur, ya da niyeti. Günümüz dünyasında gayri Müslimler; siyasi, ticari, askeri birlikler oluştururken, Müslümanlar büyük birlikler kurmaları gerekirken, küçücük birliklerine bile sahip olamıyorlarsa, bunun hesabını Rablerine versinler. Hizmet eri mü’min, ibadetleriyle ahlakıyla kâmil mü’min olma yolunda, kaim olmalıdır. Rabbimiz: “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (Taha, 14) buyurmaktadır. İbadetleri ile hizmetleri ile gayesi Rabbinin rızasını tahsil ol-

malı. Rabbinden başkasına kul olmamalı. Namazını hakkıyla ifa etmeye gayret etmeli. İmanın ve ibadetlerin tadını almayan, hizmetlerin tadını alamaz. Hizmetleri nefsine alet eder. Rabbimiz: “… Nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan alıkoymasın; sonra mahvolursun!” (Taha, 16) buyurmaktadır. İnsanın kendi nefsi ile imtihanı en zorlu imtihanlardandır. Onula imtihanı kaybeden, ya küfre, ya şirke, ya nifaka, ya da büyük günahlara düşer. İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Nefisler konusundaki ilahi ve nebevi uyarılara çok dikkat etmek lazım. Rabbimiz bu gurupların hepsisine nasihat etmekte, onlara nasihat edilmesini de emretmektedir. “Firavun’a git. Çünkü o iyice azdı.” (Taha, 24) Tebliğe giden mümin Rabbin-


Firavunun ölüm tehditlerine de boyun eğmediler:

den yardım istemeli; “Musa: Rabbim! dedi, yüreğime genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır.” (Taha, 25-26) Allah eri mü’minler, hizmet yolunda korkmadan yılmadan bıkmadan gayret etmelidir. “Dediler ki: Rabbimiz! Doğrusu biz, Onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.” (Taha, 45) “Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” (Taha, 46) Allah eri mü’minler, Rabbinin yolunda olduğu müddetçe Rabbine güvenip dayanmalı. Ondan başka kimseden korkup çekinmemelidir. Allah eri mü’min hizmet esnasında karşılaşacağı, maddi ve manevi bele ve musibetlerden de asla korkup çekinmemelidir. “Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.” (Taha, 68) Musa (as) ile firavunun tevhid mücadelesinde firavun hakikati göremedi, ama onun sihirbazları hakikati görüp hidayete erdiler. “Andolsun biz ona (Firavun’a) bütün delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.” (Taha, 56)

Rabbimiz; “… Nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan alıkoymasın; sonra mahvolursun!” (Taha, 16) buyurmaktadır. İnsanın kendi nefsi ile imtihanı en zorlu imtihanlardandır. Onula imtihanı kaybeden, ya küfre, ya şirke, ya nifaka, ya da büyük günahlara düşer. İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Nefisler konusundaki ilahi ve nebevi uyarılara çok dikkat etmek lazım. Rabbimiz bu gurupların hepsisine nasihat etmekte, onlara nasihat edilmesini de emretmektedir. “Sağ elindekileri at da, onların yaptıklarını yutsun…” (Taha, 69) “Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; ‘Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik’ dediler.” (Taha, 70)

“Dediler ki: Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyleyse yapacağını yap! Sen ancak bu dünya hayatına hükmünü geçirebilirsin.’’ (Taha, 72) Aman ya Rabbi ne müthiş bir iman, anında kemale yükselen, ölümü göze aldıracak bir iman. Ya Rabbi bizlere de sihirbazların imanından nasib et. Firavun da sihirbazların gördüğü hakikati gördü ama gecikti. Denizde boğulurken: “(Firavun:) ‘Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Allh’dan başka ilah olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!’ dedi.” (Yunus, 90) Ya mucizeleri gördükten sonra buzağıya tapan israiloğullarına ne demeli? Rabbimiz: “Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete düçar olmaması için Kur’an ile nasihat et. O nefis için Allah’tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı.” (Enam, 70) buyurmaktadır. OCAK 2013 / 294

25


Selim Armağan

Kur’an İklimi

selim.armagan@ilkadimdergisi.net

“Onlara de ki: “İstediğiniz gibi davranınız, yaptığınız işleri hem Allah, hem Peygamber, hem de mü’minler göreceklerdir. Sonra görünürgörünmez her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız da, O size neler yaptığınızı haber verecektir.” (Tevbe:105)

Ailede İletişimin Engelleri

B

u ayetlerin, Tebük Seferine katılmayan, Medine’de kalmayı tercih eden bir grup hakkında indiği rivayet edilir. Onlar, işledikleri günahın ağırlığını hissetmiş, suçlarını itiraf etmiş, tövbelerinin kabul olunmasını dilemişlerdi. Bugünler bizim de her şeyimizin sesli ve görüntülü olarak herkese gösterileceği güne hazırlanma zamanımızdır. Yapmamız gereken görevlerimizi ihmal ederek ya da terk ederek işlediğimiz suçları, günah ve isyanları vicdanımızda hatırlama ve muhasebe günlerimizdir.

Hayatın çok çeşitli alanında hata yapmış olabiliriz ancak ailemizle ilgili hatalarımız sosyal hayatımızın her alanına etki eder. Kur’ânî bir gözlükle aile içinde yapılan yanlışların temeline bakarsak yoğun bir kibir ve merhametsizlik olduğunu diğer

24

DERGiSi

kötü söz ve davranışların bu ikisinin türevi olduğunu görürüz. Yüce Rabbimiz, emrine uygun bir aile kurmak, aynı mesken içerisinde huzuru bulmak isteyenlere iki şey hediye etmiştir. “…birbirinize karşı sevgi ve merhamet var etti…”(Rum:21) Bu iki hediyenin kıymetini bilen ve karşılıklı olarak eşine karşı mütevazı ve merhametli davranan onu anlamaya çalışan eşler, çocukları ile birlikte hem ahiretlerini hem de dünyalarını kazanırlar. Gizli kibirlilerin, riyakârlar ve mürailerin bir zaman sonra gerçek niyetleri ve gerçek davranışları ortaya çıkar. Mesela; Çocuklar ellerinde maddi yahut manevi imkânı yokken, anne ve babasına bağlı, gayet saygılı ve merhametli davranırlar ama anne ve baba zayıflayıp çocuk büyüyüp güçlenince gerçek kimliklerine kavuşurlar. Onlar beni küçük-

ten terbiye edip yetiştirdiler ben de kendilerine merhamet etmeliyim diyecek mi? İşte gerçek imtihan da o zaman başlar. “Allah kibirlenenleri sevmez.” Allah’ın sevmediği kişilerde hayatın hiçbir alanında başarılı olamazlar. Allah’ın sevmediği kibirlilerin de gerçek anlamda sevenleri olmaz. Evlenirken Allah’ın göğsümüze ve gönlümüze taktığı düğün hediyemiz olan “sevgi ve merhamet” her türlü hastalığın şifası her türlü iletişimin anahtarıdır. Sevgi ile yaklaşılan kediler, köpekler hatta kuşlarla bile birer dost olunur, muhabbet edilir insanın dert ortağı olur. Eşi ile konuşamayan, konuşmaya zamanı olmayan! Çocukları ile konuşamayan, onlara zaman ayıramayacak kadar çalışkan(!) olan, hiç ölmeyeceğini, malının ebedi kalacağını, ailesinin ve çocuklarının hep aynı pozisyonda


yani aşağıda ve muhtaç, kendisinin hep yukarıda, güçlü ve haklı kalacağını zannedenler ne evini nede dünyayı anlamıştır. Bu günlerde evindeki çığlığı duyamayan duysa da anlayamayan, gözü, gönlü ve kulağı tıkalı basireti bağlılar o kadar çoğaldı ki; Bunlar çok meşguller ama arabalarına ve okey arkadaşlarına zaman ayırıyorlar, borsadaki hangi kâğıt nasıl olacak hatta dünyadaki gelişmeler bu kâğıtların değerini nasıl etkileyecek anlayabiliyorlar. Oyun kâğıtlarından, okey taşlarından bir anlam çıkartabiliyorlar. Hangi kâğıt yahut hangi taştan sonra hangisinin geleceğini tahmin edebiliyorlar. Oyun kurabiliyorlar ama ne yazık ki aile oyununu kuramıyor ya da devam ettiremiyorlar. Aile hayatı da dünya hayatı gibi bir oyundur, geçicidir ama en verimli en faydalı en ümit ve emel beslemeye değer bir oyundur. Tıpkı boş gezen işsiz bir kişinin önce küçük bir dükkân açması sonra itina ile onu geliştirmesi parmakla gösterilen bir kazanç kapısı yapması gibi. Aile dükkânın kazançları eş, evlat ve torunlardır. Devredilemeyen gerçek bir kazanç ve gerçek geçer akçe. Akçe geçer ama Allah muhafaza cehennemde mi cennette mi? En kötü iletişim karşımızdaki muhatabı yok saymak ve monolog hitaptır. Gördüğünü görmez-

den gelmektir. Evine giren anne yahut babanın gözlerine bakan eş ve çocuklarını selamlamaması onlarla konuşmaması onlar için bir yıkımdır. Ayrıca ev halkına selam vermek onlarla konuşmak Allah’ın bir emridir. “Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin… ” (Nur:61) Bir çiçek bir bitki bile yanına yaklaşılıp ilgilenilince daha da güzelleşir. “…Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın…” (Hucurat:11) ayeti gereği eşler birbirlerine alaylı takılmalar ve soğuk şakalar yapmak yerine, övgü ve nezakette cömert davranmalılar. İçten ve samimi olmalılar. Hakaret edilen ve aşağılanılanlardan yüce karakterler beklenmez. Anne ve baba çocuklarına evin içinde nasıl davranacaklarını anlatmaktan ziyade örnek olmalıdır. En güzel iletişim uygulamadır. Sözünde durmayan, akraba ziyareti yapmayan, haksızlık eden, adaletli davranmayan, haksız da olsa arkadaş ve akrabasını kayıran eşine şiddet uygulayanların sözlerinden çok davranışları konuşur. Peygamberimiz s.a.v. bir gün kadınlardan ve aile ilişkilerinden bahsederken: “Sizden biriniz karısını köle döver gibi dayakla dövmek ister. Ama o günün sonunda akşam o adam,

karısının yatak eşidir” buyurarak böyle kişileri ayıplar. Evinde şiddet uygulayan kadın ya da erkek kim olursa olsun bu durumu düzeltmek istiyorsa İsra Suresi’nin 24. ayet ve devamındaki ayetlere iyi baksın. Yüce Rabbimizin müminlere başka tercih hakkı bırakmayan ve mahkeme kararı niteliğindeki “Rabbin hükmetti” diye başlayan ayetleri hiç unutmasın. Orada anne-baba hakkından, israftan, cinayetten, akraba, yoksul, yetim haklarından, kibirden, ölçü ve tartıdaki adaletsizlikten, sevgi ve merhametten… Nasıl itina ile bahsediliyor. İşte ailede ve toplumda tanışmayı konuşmayı ve kaynaşmayı sağlayacak temel kurallar bu ayetlerde özetlenmiştir. Bu ayetleri bilmek bir tahsildir. İslam tahsilden çok terbiyeyi esas alır. Bu bilgiler davranışa dökülüp terbiye olmadıkça eğitimsiz ağızlardan çıkan hitaplar nazikçe de olsa hep kırıcı ve itici olacaktır. İletişim hep çift yönlüdür. Dünyada söylediklerimizin de âhiretten mutlaka bir aksi sedası bir yankısı olacaktır. Kuran’ın en son inen ayeti “Öyle bir günden korkunuz ki, o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra da herkese kazancı tamamıyla ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.” (Bakara:281) OCAK 2013 / 294

25


Hadis İklimi Ahmet Ağmanvermez a.agmanvermez@ilkadimdergisi.net

“Annelerinize ve babalarımıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsin.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 70)

Hazreti Muhammed

-sallallahu aleyhi ve sellem-ʼden

İLETİŞİM ÖRNEKLERİ

İ

letişim olayını hayatın bir parçası haline getiren Allah Rasulü Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisiyle barışıktı. Aklıyla, ruhuyla iradesiyle her an iletişim halinde idi. Rabbiyle ve ailesi içerisinde eşleriyle, çocuklarıyla, torunlarıyla, eş, dost ve akrabalarıyla, ashabıyla, ashabın eş ve çocuklarıyla da sürekli iletişim halinde idi. Çocuklarla çocuk, büyüklerle büyük olurdu. Dünya insanlarını da ihmal etmez, onlara elçiler ve mektuplar göndererek İslam’a davet ederdi. Tüm dünya, tüm insanlar hidayete ersin, kurtulsun, cennetlik olsunlar, Rabbimizin dışında kimseye kulluk yapılmasın isterdi. Sadece insanları değil, Allah’ın yarattığı canlı-cansız, görünengörünmeyen tüm varlıkları sever, iletişimini sürdürürdü. Şu halde nedir iletişim? İnsanların birbiri ile kurduğu her türlü etkileşime, iletişim denir. İletişim olmasaydı insanlık da olmazdı. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Doğumdan ölüme kadar bütün varlık alanlarında; bilinçli ya da bilinçsiz olarak, çevresiyle her an iletişim halindedir. Adına iletişim dediğimiz bu etkileşim; insan varlığının mutlak bir parçasıdır. Şöyle ki; iletişim kabiliyeti olmasa insan; sosyalleşemez, üreyemez, yiyip içemez, öğrenemez, öğretemez, korunamaz, gelişemez. Yani varlığını devam ettiremezdi.

28

DERGiSi

Yunuslar, Mevlanalar, Hacıbektaşlar ve pek çok Allah dostları yaratılanı yaratanda ötürü sevmiş, hoşgörü, sevgi, merhamet ve tevazuu, O’nun ve Sahabelerinin güzel örneklerini günümüze taşımışlardır. Günümüz insanı, Rabbi ve Rasulü ile bu iletişimi kopardığı için önce kendini unuttu. Ailesi, çocukları, akrabaları, eş, dost, arkadaş ve çevresi ile iletişimi kopardı. Herkesle, her şeyle kavgalı hale geldi. Muhabbet (sevgi), merhamet(acıma) ,muavenet(yardımlaşma), üçgeninde meseleler çözülemeyince, ailede kavgalar başladı. Ailede kaybedilen huzur ve mutluluk dışarıda aranmaya başlandı. Bu da zaten mümkün değildi. Hoşgörü ve sevgi, saygı, merhamet yerine, sertlik ve kavga kültürü gelişti. Bu ortamda çocuklarımızı kendi elimizle dünyada da ahirette de felaket ve hüsrana ittik. Suçumuzu da kabullenmedik. Bizim olamayan çocuklarımız başkalarının oldu. Oysa ana-baba sevgisinin hâkim olduğu bir ailede, çocuklara güven duyulur, ilgi gösterilir. Özellikle çocukların geleceğe ümitle bakmaları ve başarılı olmaları sağlanır. Ayrıca, ana-baba sevgisinin hâkim olduğu bir ailede çocuk, ana-babasına saygı ve sevgi gösterdikçe, çocuklarının da kendisine saygı ve sevgi göstereceğinin bilinci içerisinde olur. Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Annelerinize ve babalarımıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsin “ buyurmuştur.

(Hâkim, Müstedrek, IV, 70) Allah Rasulü Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem), Müslümanlar için en birinci örnektir. Bununla ilgili Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasulünde en güzel bir örnek vardır.” [Ahzab suresi, 21] Allah Rasulü, bir hadislerinde, cennete giden yollardan birini şöyle tarif eder: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”(Müslim, İman, 93) Veciz bir şekilde belirtildiği üzere selam, taşıdığı ilahi muhteva sayesinde sevginin, muhabbetin, kardeşliğin, kısacası iletişime hazır oluşun beyanıdır. İnsanlar arasındaki sevginin önemini belirten Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve selem),”Mü’minler birbirini sevmekte ve birbirine şefkat göstermekte ve korumakta bir vücut azaları gibidirler…” (Buhari, Edeb, 27) buyurur. Peygamberimiz, çocuklarıyla da yakında ilgilenir, onlara olan sevgisini her fırsatta gösterirdi. Oğlu İbrahim, Medine’nin kenar semtinde oturan bir sütannenin yanında kalırdı. Peygamberimiz onun yanına gider, onu kucaklar, öper, koklar ve geri dönerdi. Yaşayan en küçük çocuğu


Fatma’ydı. Fatma’yı gördüğü zaman onu sevgiyle karşılar ve alnından öperdi. Sonra da ellerinden tutup yanına oturturdu. Evlendikten sonra dahi, sabah namazlarına kalkmaları konusunda uyarmış, teşvik etmiştir. Torunları Hasan ve Hüseyin’i de çok severdi. Torunları, onun sırtına biner, oyun oynarlardı. Peygamberimiz, onları omuzlarına alarak gezdirirdi. Bir gün Sevgili Peygamberimiz secdede iken, torunlarından biri gelip sırtına binmişti. Torunu sırtından kalkana kadar peygamberimiz secdeden kalkmamıştı. Bu örnekler, bize peygamberimizin, aile bireylerine sonsuz sevgi, ilgi ve şefkat gösterdiğini açıklamaktadır. Bir aile içerisinde, bireyler birbirlerine yardımcı olurlar. Örnek bir insan olarak Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de ev işlerine yardımcı olurdu. Hz. Peygamber, ailede çocuklar arasında ayrım yapmayı kesinlikle uygun görmemiştir. O, şöyle buyurur: “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adaletli davranın.” Bu konu üzerinde o kadar durmuştur ki, bir defasında: “Şüphesiz ki Allah, çocuklarınız arasında öpücüklerinizde de eşit davranmanızı sever.“ buyurmuştur. [Diyanet İslâm İlmihâli, Ankara 1998, s.554] Anne babanın çocukları arasında ayrım yapması, aile mutluluğunu azaltır. Peygamberimiz de bir baba olarak, aile bireylerine eşit davranır, aralarında ayrım yapmazdı. O, herkese hak ettiği değeri verirdi. Aile içinde de, arkadaşları arasında da, kimseyi ayıplamaz, küçük düşürmezdi. Yanlış davranışları bile, güzellikle uyarırdı. Peygamberimiz, aile bireylerinin eğitimine önem vermiştir. Kız erkek demeden tüm çocuklara iyi eğitim vermenin önemi üzerinde durmuştur. Peygamberimiz, evinde barındırdığı, Zeyd’i de kendi çocuklarından hiç ayrı tutmamıştır. Zeyd’e kendi yediklerinden yedirmiş, giydiğinden giydirmiştir. Peygamberimizin, yetim ve öksüzlere karşı davranışının en gü-

zel örneğini, ünlü sahabe Enes bin Malik’e karşı davranışlarında görüyoruz. Küçük Enes, on yaşındayken peygamberimizin yanında kalmaya başladı. Vefatına kadar da ona hizmet etti. Peygamberimiz, Enes’e her zaman çok iyi davranır, aynı şekilde diğer aile bireylerinin de ona iyi davranmalarını isterdi. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) , ailesi içerisindeki davranışlarıyla, tüm aile bireylerine örnek olmuştur. Onun ailesine karşı davranışları, bize de aile hayatımızda nasıl davranacağımız konusunda örnek oluşturmaktadır. Peygamberimiz, aile bireylerini çok severdi. Aile, sevgi üzerine kurulur. Sevgi olmadan, mutluluk olmaz. Peygamberimiz, aile bireyleriyle kavga etmemiş veya onlarla tartışmamıştır. O, çok iyi bir aile reisi, şefkatli ve hoşgörülü bir babaydı. Hz. Peygamber, aile bireyleri ile her zaman uyumlu olmuş, onların düşüncelerine önem vermiştir. Sık sık hanımlara ve çocuklara nazik davranmak gerektiğini söylemiştir. Peygamberimiz, çocuklarıyla da yakından ilgilenir, onlara olan sevgisini her fırsatta gösterirdi. Ana-baba ailede saygı, sevgi ve huzuru temin etmek için birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmelidirler ve böylece çocuklara da iyi örnek olmalıdırlar. Ayrıca çocuklarına güzel bir isim vermek, helal rızık yedirmek, ahlaklı, edepli ve dindar yetiştirmek, çocuklarını eşit tutarak onların tahsillerini yapmalarını ve meslek sahibi olmalarını sağlamak, zamanı geldiğinde kendisi gibi ahlaklı birisiyle evlendirmek, mukaddes kavramlara saygılı yetiştirmek, sorumluluk ve çevre bilinci vermek suretiyle topluma yararlı birer insan haline getirmelidirler. Ana-babalar çocukların bu bilinç içerisinde yetiştirirken, çocuklar da ana-babalarına karşı itaatkâr olmalı, onlara karşı birtakım görev ve sorumluluklarını da yerine getirmelidirler. Ana-baba çocuk sevgisinin toplumda meydana getirdiği huzur ve güven ortamı, toplumsal patlamalara engel olduğu gibi, toplumların maddi ve manevi yönden yükselişini de sağlar.

İnsan da, tabiat da boşluk kabul etmez. Bizim hayırla dolduramadığımız boşluğu şer doldurur. Çocuklarımızla kuramadığımız iletişimi bir başkası kurar. Çocuklarımız sokağın, kötü arkadaş ve çevrenin, Tv ve internetin, içki, kumar ve uyuşturucunun kurbanı olurlar. Bizim olmaktan çıkarlar. Dünyadaki en önemli sermayemiz, arkamızda bırakacağımız evlatlarımızdır. İşimiz bekleyebilir. Para, pul daha az kazanılabilir. Ancak ailede eş ve çocuklar kaybedilirse ne işimizin ne de paramızın hayrını görürüz. Çocuklarımızın internet çocukları olması, sigara, alkol, uyuşturucu, vb kötü alışkanlıkların kurbanı olmaları, kötü arkadaş ve çevrenin kucağına düşüp aileden uzaklaşmasının birinci derecede sorumlusu anne ve babadır. Ev ortamının Islama göre düzenlenmemesi, Kuran ve sünnete göre bir iletişim ortamı oluşturulamamasıdır. Problemli ailelerde, ya aşırı hoşgörü, ya da aşırı disiplin hâkimdir. Bu ortamda sağlıklı bir eğitim olmaz. Davranış bozuklukları görülür. Çocuklar çevresinde bulamadığı olumlu rol model yerine, popçu, topçu, artist, ateist, ahlaksız kimi bulursa onun peşine takılır. Çocuklarımıza, başta Hz. Peygamber olmak üzere, İslam tarihinden ve günümüzde yaşayan Müslümanlardan rol modeller göstermeliyiz. Bu arada biz de samimi bir şekilde, çocuklarımıza Kur’an ve sünneti ailede yaşayarak canlı örnekler göstermeliyiz. Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in, bu iletişim örneklerini, bu sünnetleri hangimiz ailemizde uyguladık da, evlatlarımız bize saygı göstermedi. Ne oldu da evlatlarımıza hâkim olamadık, onları içki, sigara, uyuşturucu, internete ve başkalarına kurban verdik? Günlük hayatımızda Allah Rasulü yaptı diye yaptığımız veya yapmazdı terk ettiğimiz neler var? Biz, biz olursak her şey düzelecek. Rabbim, eşlerimiz, çocuklarımızla beraber mutlu yuvalar kurmayı, cennette de hep beraber olmayı nasip etsin. Âmin. OCAK 2013 / 294

29


Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

FIKIH

Sigara İçmenin Hükmü

B

u konuyu aklî, sıhhî, kamusal, malî ve asıl önemlisi dinî olmak üzere çok yönlü ele almakta fayda vardır. Aklî yönden: Bir insan düşünün, her gün sabah cebinden on lira çıkarıp sobaya atıyor ve yakıyor. Bu kişi hakkında ne düşünülür? Sigara içen kişi de aynı parayı yakıyor ama kendisine ve etrafındakilere zarar vererek. Hangisi daha akıllıca hareket ediyor? Düşünelim. Oksijenle temizlenmesi gereken akciğerimizdeki kana karbon monoksit gazı göndermek akıl karı bir iş olabilir mi? Temiz havadan rahatsız olmak anlamına gelmekte değil midir? Sigara içen insanımız bir gün sigara içmeyip sigaraya verdikleri para bir fonda toplansa, toplanan trilyonlarca liraya devasa fabrikalar yaptırılıp, istihdam ve ülke üretimine sağladığı katkıyı düşünebiliyor muyuz? Ayda bir gün bu işlem tekrar edilse hem insanımız daha sağlıklı yaşar hem de ülkemizin en önemli sorunu işsizliğe katkı sağladığı görülür. Sıhhî yönden: “İnsanların çoğunun aldandığı (ve kıymetini takdiredemediği) iki nimet var-

30

DERGiSi

dır. Vücut sıhhati ve boş vakit”. (Buhari, Tirmizi) “İman müstesna, hiç bir kimseye sıhhatten daha hayırlı bir nimet verilmemiştir”. (Tirmizi, Hadis No: 3553) Bu gün sigaranın 2000 civarında zehir içerdiğini, pek çok hastalığın sebebi olduğunu, içenlerin sadece kendilerine değil, içmeyenlere dahi zarar verdiklerini bilim kesin olarak ortaya koymuştur. Sağlık Bakanlığı’nın çocuklar üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre 13-15 yaş grubundaki çocukların yüzde 35’i alkol kullanırken, yüzde 50’si sigara içiyor. Gençlerin yüzde 29,3ü en az bir kere sigara içmeyi denediğini söylüyor. Araştırmada, sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımının özellikle çocuklar arasında yaygınlaştığı ve önemli bir toplumsal soruna dönüştüğü vurgulanıyor. Sigara, akciğer, mide ve prostat kanserleriyle kalp damar hastalıklarının en önemli sebebi. Akciğer ve gırtlak kanserlerinin yüzde 90’ı, tüm kanserlerin yüzde 30’u, bronşit ölümlerinin yüzde 75’i ve kalp krizlerinin yüzde 25’i sigaradan kaynaklanıyor. Bu da beyin, kalp ve damarların

tahribine sebep oluyor. Sigara içenler, içmeyenlerden daha hızlı yaşlanırken, sigara erkek ve kadınlarda kısırlık ihtimalini 10 kat artırıyor. Doktorların tespitlerine göre, sigara içen bir kişi ile bir evde 4 saat kalan sigara içmeyen bir kişi, 10 adet sigara içmiş gibi zehirlenecektir. Kamusal yönden:Araştırmalara göre her yıl 100 bin kişi sigaradan hayatını kaybediyor. Çocukların yüzde 75i ise pasif içici konumunda. Türkiye’de geçen yıl sigaraya 9 milyar dolar harcandı. Parasını tütüne yatıran 25 milyon tiryaki, karşılığında ölüm ve hastalık aldı. Sigara şirketleri kârına kâr katarken, her yıl 100 binden fazla insan sigaranın yol açtığı hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetti. Yüz binlercesi de astım, kronik bronşit ve kalp damar rahatsızlıklarına yakalandı. Sigaranın dumanı atmosferi kirletme özelliğine sahip olduğundan onu içen kişi en başta eşi ve çocukları olmak üzere, çevresinde bulunanlara, içinde yaşadığı topluma ve nihayet bütün dünyaya zarar vermektedir. Yaklaşık 30 milyon kişi ülkemiz-


de sigara kullanmakta. Bütün sigaraya verilen paralar muhtaç insanlarımıza verilse hem bu sigara içen insanlar sağlıklı yaşar, hem hayır yaptıkları için cennete giden yolda mesafe alırlar hem de fakir diye bir halk kalmaz. Suç işleme oranları daha aşağıya çekilmiş olur. Ayrıca, bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Müslüman elinden ve dilinden, Müslümanların incinmediği insandır” diye buyurmaktadır. Umumî bir toplantıda sigara içen bir şahıs, diğer sigara içmeyenleri de belli bir nispette zehirlemektedir. Bu sigara içmeyen diğer mü’min kardeşlerine eziyet etmek değil de nedir? Sigara içen şahıs, farkında olmadan başkalarının kul hakkını almış olmaktadır. Kul hakkının ‘’ahirette hesabını vermenin en zor bir hak olduğu hepimizce malumdur. Malî yönden:Yıllık ilaç harcaması 8 milyar dolar olarak gerçekleşen Türkiye’de sigaraya 9 milyar dolar ödeniyor. Günlük sigaraya 10 tl veren bir insan ayda 300 tl, yılda 3600 tl veriyor. 30 yıl sigara içen bir insan (eşi içmiyorsa) yaklaşık 100 000 tl ödüyor. Bu parayla insana hem dünyada hem de ahiret’te fayda sağlayacak neler yapılmaz ki? Dinî yönden: Yukarda işaret edilen hususlar elbette önemli ama bir mü’min için belki de en önemli olan bu konunun dinî yönüdür. İsraf yönü, sağlık emanetine ihanet yönü, başkalarına zarar verme ve kötü örnek olma konusu bunların tamamı sigarayla beraber gündeme gelmektedir.

Kur’an ve sünnette adı geçmeyen bir şeyin hükmünü anlamak için İslam’ın bazı genel kuralları vardır. Bunlardan birisi şudur: “Eşyada aslolan, ibahadır”. Yani, her şey insanlar için yaratılmıştır. Bazı şeylerin ise haram olduğu açıklanmış, böylece hükmü bildirilmeyen şeyler de helal olarak kalmıştır demektir. Bir diğeri de şudur: “…işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar…(Araf, 7/157) Yani pis ve zararlı olan şeylerin haram oluşu. Bu iki genel kural, beraberce düşünüldüğü zaman sigara için karşımıza şöyle bir sonuç çıkar: Sigara hakkında kaynaklarda bir şey söylenmediğine göre onun hakkında hüküm verebilmemiz için onun pis ve zararlı olup olmadığına bakmalıyız: Eğer onun pis ve zararlı olduğunu söyleyebileceğimiz özellikleri varsa haram olduğuna, yoksa helal olduğuna hükmetmeliyiz. Sigaranın pis ve zararlı olduğu konusunda bugün ihtilaf yoktur. Sigaranın çok zararlı olduğunu ve ölümcül olduğunu bütün tıp otoriteleri beyan etmektedir. Bununla birlikte Hanefî gelenekte şöyle bir anlama metodu vardır: “Kıyasa/kurallara göre haram olan, ancak Kuran-ı Kerim’de ve sünnette adı ve hükmü açıkça zikredilmeyen şeylere haram yerine, tahrîmen mekruh demek daha uygundur. Gerçi bununla kastedilen de haramlıktır, ancak bir şeye haram ya da helal hükmü vermek sadece Allah’a (cc) ait bir hak olduğu için, haram

olduğu kesinkes anlaşılsa bile, Kur’an’da haram denmeyen şeylere nezaketen, tahrimen mekruh demek daha güzeldir.” Bu sebeple son dönem Hanefîler sigara için “tahrimen mekruh” hükmünü tercih etmişlerdir. “Tahrîmen mekruh”, kanun hükmünde kararname gibi, haram hükmünde mekruh demektir. Allah Teâla şöyle demiştir: “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”. (İsra, 17/26-27) Sigara içmek malı saçıp savurma ve israf kapsamında bir eylemdir. “Zarar görme de yoktur. Zarar verme de yoktur”. (Ahmed b. Hanbel, 1/313) Sigara içen kişinin kendisi başta olmak üzere etrafında bulunanlara zararlı olduğu aşikârdır. Allah’ın elçisi şöyle demiştir: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa çevresine eziyet vermesin.” (Buhari, Rikak, 23, Nikâh, 80, Edeb, 31, 85; İbnMace, Edeb, 4; Ahmed b. Hanbel, 2/267) Sigara içen kişinin sigara dumanı ile eşine, çocuklarına ve etrafında bulunanlara, namaz kılarken yanında duran cemaate eziyet vereceği açıktır. Bu aynı zamanda bir kul hakkı ihlalidir. O halde kıymetli okuyucu; insan hangi gerekçeyle sigara içebilir....? Rabbim bu illetten sigara içen kardeşleri kurtarsın. Âmin yâ Muîn... OCAK 2013 / 294

31


TASAVVUF

Cemil Usta

cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Rabbini An, Gafillerden Olma!

(Ey Muhammed!) Rabbini an.”

Ayetteki emrin bütün mahlukata olması caizdir. Zikir, gafleti dağıtmak, uzaklaştırmak demektir. Bu sebeple cennette zikir yoktur. Çünkü orası daimi huzur makamıdır. Ayet-i celilede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an, gafillerden olma.” (Araf, 205) Hafif sesle zikirden maksat gizli sözle zikretmektir. Çünkü zikri gizli yapmak ihlasa daha muvafık ve icabete daha layıktır. Bu zikir, Kur’an okumak, dua etmek gibi bütün zikirleri içine alır. Zikrin fazileti sadece tehlil, tesbih, tekbir ve duaya mahsus değildir. Bilakis yaptığı işte Allah’a itaat halinde olan herkes zâkirdir, zikrediyor demektir. Ruh-ul Beyan tefsirinde “zâkirin zikrederken kalbinin zikredilene vakıf olmasıdır.” diye tarif edilir. “Rabbim beni her an görüyor, her an benimle beraberdir, O her şeyden haberdardır.” şuuruyla, ihsan derecesinde Mevla zikre32

DERGiSi

dilmelidir. Zâkir zikir esnasında kalbine hakim ve sahip olmalıdır. Kalbinde Allah’tan gayrisine bir muhabbet veya başka bir şey bulunmamalıdır. Kalbini, dilini her an kontrol etmeli, zikirle meşgul etmeli, gaflete açık bir kapı, bir delik bırakmamalıdır. Kuldan istenen zikir diliyle Allah’ı anması, kalbinin, ruhunun ve bütün kuvvetlerinin (letaif) de hazır ve uyanık olmasıdır. Böylece bütün varlığı ile Rabbine yönelir. Gönlünden havatır silinir ve lüzumsuz düşünceler de kendisini terk eder. İnsanların pek çoğunda gönül sıkıntısı, vesvese, huzursuzluk ve öfke gibi gereksiz düşünceler mevcuttur. Bir mü’min için bunlardan kurtulmanın yolu beş vakit namazını kılmak, Kur’an’ı çokça okumak, Efendimiz aleyhisselama salavatı şerifelere devam etmek, dilinden ve kalbinden Allah’ın zikrini eksik etmemektir. Zikrullah, kalp ve lisan ile yapılabilir. Efdal olan kalbin ve lisanın beraber zikir halinde olması-

dır. Kalp ile zikir sadece dil ile olandan daha efdaldir. Zikrin orta hali Allah’ın ahlakıyla ahlaklanıp, tarikatın adabıyla edeplenmek suretiyle gizli (hafi) ve içten (batınen) olur. Mü’minler için zikir gerekli midir? Allah Teala Kur’an-ı Kerim’inde “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey 0’nu tespih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlayamazsınız.” (İsra, 44) buyurmaktadır. Madem ki her şey; toprak, ay güneş, nebatat, hayvanat vs Rabbini tesbih etmektedir; eşref-i mahluk olan, en mükerrem varlık olan insanın “benim de zikir halinde olmam gerekli midir?” diye düşünmesi abestir, hatta gaflettir. “İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle lalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Hadid, 16) Allah’ım, gaflete düşmekten sana sığınırız. Bizleri razı olduğun ve sevdiğin bahtiyar kullarından eyle. Amin.


Ahmet Belada

ahmet.belada@ilkadimdergisi.net

tarihe yön verenler

II. Abdülhamit

İSTİBDAT (DESPOTLUK) MESELESİ

İ

stibdat, (despotluk): Hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, mutlak hâkimiyet; anlamına gelir.

Tarihte; Meşrutiyet yönetimini tahta geçebilmek için kabul eden II. Abdülhamit, Sadrazam’ın gölgesinde kalmayı hazmedemeyerek, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek parlamentoyu, (Meşrutiyeti) lağvetti. II. Meşrutiyet ilan edilene kadar geçen döneme Abdülhamit’in İstibdat (baskı) dönemi denir. Bu dönemde anayasal haklar kısıtlanmış ve baskılar artmıştır. Yapılan baskı çoğunlukla “meşrutiyet yanlıları” üzerine olmuştur. Hafiye teşkilatı kurulmuş, jurnalciler teşekkül etmiştir. Bu dönemde, Osmanlı idaresine, Padişaha/Padişahlığa karşı çıkanlar sıkıntı yaşadılar. Pay-ı tahtta istediğini yapamayan muhalifler, ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Gittikleri ülkelerde boş durmadılar. Yazılı ve sözlü, Abdülhamit ve yönetimi aleyhiOCAK 2013 / 294

33


ne çalışmalarını sürdürdüler.

BASKIYA NİYE İHTİYAÇ DUYDU? Çoktandır Batıyla ilişki içinde olan birtakım insanlar maalesef Hanedanı, özellikle Cihan Devletini, bilerek veya bilmeyerek yıpratmaya çalışıyorlardı. Bu durumu fark eden Abdülhamit, önlem almayı gerekli gördü. Uygulamaya koyduğu önlemin adına istibdat dediler. Uygulamaya koyduğu anlayışın altında yatan gerçeklerden biri, belki de birincisi budur. Yapanı belli olan, ama Fail-i Meçhul cinayete kurban gittiği söylenen Abdülaziz’den sonra iktidara getirilen, 5. Murat rahatsızdı. Yani hastaydı. Onun bu yönünden faydalanarak, cinayeti örtbas edip, istediklerini bu Padişah vasıtasıyla yaptırmak istiyorlardı. 5. Murat’ın doksan üç gün (93) gibi kısa süreli iktidarı onların niyetlerini boşa çıkardı. Mithat Paşa ve avanesi şaşkına döndü.

larının bütün planları suya düştü. Son derce faris, basiretli ve uyanıklığının yanı sıra, oldukça zeki olan Abdülhamit, İktidara geldiğinde yaklaşık bir buçuk yılı aşkın bir süre hemen hiçbir şeye karışmadı. Ancak bu süreden sonra bir takım düzenlemeleri yapmaya çalıştı. Önce ‘Hafiye Teşkilat’ını kurdu. Hafiye Teşkilatı nasıl çalıştı/çalıştırıldı yeterince bilmiyoruz. Bilinen bir gerçek varsa oda şudur; o dönemde Abdülhamit ve uygulamaları yeterince anlaşılamamıştır. Çünkü dönemin Batı yanlısı ‘aydın!’ diye bilinenlerle, ‘İslamcı’ diye tanınanların bir kısmı, uygulanan sisteme karşı çıktılar. Hatta M. Akif Ersoy bile “İstibdat” şiirini yazacak kadar ileri gitti. Sonra gene bunlardan bir kısmının, “Ulu Hakan”ı anlayamadıklarını itiraf edip, mezarı başında ‘ağıt’ yaktıkları dahi olmuştur.* Ama nafile!

Mustafa Armağan’ın: ‘Bu kısıtlayıcı (İstibdat) tutumun elbette eleştirilecek yanları vardır ama “güvenlik mi öncelikli, Cülûs merasimi tertiplenmeyen, yoksa özgürlük mü?” sarmahalkın huzuruna ve Cuma selamlına takılan bir aklın ikinci uca lığına dahi çıkamayan 5. Murat, yani özgürlüğe meylettiği göböylece ‘hal’ edilmiş oldu. Parülmemiştir.’ derken bir hususa dişah aynı zamanda Meşrutiyet dikkat çekmektedir o da güvenyanlısıydı. liğin tehlikede olduğu bir yerde, özgürlükten bahsedilemeyeceğidir. Ermeni komitacılarının II. ABDÜLHAMİT TAHTA hazırladıkları bomba suikastını ÇIKIYOR düşünecek olursak, sıkı tedbir Prosedür gereği Abdülhamit Pa- almanın gerekliliği daha iyi andişah olunca Meşrutiyet yanlı- laşılacaktır. 34

DERGiSi

BATIYA GELİNCE O dönemde Batı’da demokrasi vardır denemez. Avrupa ülkeleri birkaç istisnasıyla, otoriter bir yapıya sahiptir. Biz bugün için buradan baktığımızda Abdülhamit’in idaresinde belki istibdat benzeri bir görüntü bulabiliriz. Oysa 19. Yıla baktığımızda Osmanlı Devleti, Rusya’dan İngiltere’ye, İtalya’dan Almanya’ya kadar pek çok devletin siyasi ve diplomatik kıskacında bulunuyordu. Her Allah’ın günü topraklarından bir parçasını daha kaybediyordu. Dış ülkelerden gelen bu tehlikelerin yanı sıra, içerde de içten içe kaynamaların, hile ve desiselerin kendini hissettirdiği bir dönemdi. Abdülhamit böyle bir atmosferde iktidara geldi. 33 yıl ülkeyi bu şartlar altında idare etti. 1925 yılında çıkartılan “Takrir-i Sükûn” kanununu düşünelim; o zaman bu kanunla, ülkedeki muhalefeti en ağır şekilde susturmak hedefleniyordu. Bu kanun ki, her şeye muktedir olan Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından çıkartılmıştı. Dolayısıyla, yukarıda zikrettiğim ortamdan dolayı, Abdülhamit’in ‘Hafiye Teşkilatı’nı kurması ve jurnalci (İstihbaratçı) bir ekibi oluşturması, sıkıyönetim ve ciddi bir denetim uygulanmasını son derce makul görüyorum.


KENDİ DİLİNDEN O DÖNEM: (İstibdat) Dinî ve sosyal, ciddi bilgi birikimine sahip olan Abdülhamit, neden katı tedbir aldığını şöyle ifade ediyor: ‘Tahta çıktığım sıralarda, hükümetin çevresinde hüküm süren bozuk hali düşündükçe tüylerim ürperiyor. Hele, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) olan Redif, ne karanlık adamdı! Rus harbi başladığı vakit hiçbir hazırlığı yoktu. Mithat ise, gizlice benim aleyhimde çalışmaktaydı. Gayesi beni adamlarına öldürtmekti. (Abdülaziz’i öldürttüğü gibi) Hayatımı, bana sadık olanların uyanıklığına borçluyum. Başımdan geçenler, asabi en kuvvetli insanı dahi sarsmaya kâfidir. Bütün bu tecrübelerden sonra, ihtiyatlı olmama şaşmamak lazımdır. Birçok insanın bu sinirli halimden faydalanmağa çalıştıklarını, hafiyelerin, jurnalcilerin alçak, namussuz insanlar olduklarını, dinimizin de müzevirleri tel’in ettiğini gayet iyi biliyorum. Fakat geniş bir haber alma teşkilatı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olamazdı. Kaldı ki diğer devlet Başkanları da benzeri tedbirleri almıyorlar mı?’ Bu tespitin ardından Batıda tahsil görmüş, farmasonlar (Franka - Mason) ilgili de şunları söylüyor:‘… Bunlar büyük bir gayretkeşlikle, halkın hiçte anlamadığı yenilik fikirlerini yay-

maya çalışıyorlar. Hâlbuki bizde büyük kütle, hürriyet fikirlerine karşı tamamıyla bigânedir. Bunlarla beraber hareket etmek isteyenler, memleket haricinde uzun zaman kaldıkları için köklerinden kopan ve cila gibi sathi bir Avrupa tahsili görmüş olan bir avuç insandan ibarettir. Avrupa’da tahsil görmüş bu insanlar, memlekete döndüklerinde, halkın kendilerinden ne beklediğini bilemezler. Osmanlıyı “medenî bir memleket haline getirebilmek için garp (Batı) fikirlerini yaymaya çalışırlar.” Bu ne feci bir basiretsizliktir! Muhakkak olan bir şey varsa, memlekette ve ordu içinde ayrılık ve itaatsizlik tohumlarını ektikleridir. Güç ve kudretimizi zayıflatabilmek için, İmparatorluğumuzun dâhilinde, sözde hürriyet fikirlerini yaymak isteyen İngiltere’nin hesabına çalıştıklarının farkında bile değillerdir. İfsat edilen bu Türklerin, “müstebit”i, yani beni devirebilmek gayesiyle, Yunanlılarla, Bulgarlarla iş birliği yaptıklarını görmek, bana pek elim gelmektedir. Yarabbi! Bu zavallı akılsızlar beni ne kadar tanımamışlar ve Osmanlı İmparatorluğunun lehinde olan şeylerden ne kadar bihaberler!’(Siyasi Hatıratım, II. Abdülhamit, s.96-98) Görüldüğü gibi, eğer Abdülhamit 33 yıl gibi uzun bir süre, Devlet-i Aliye’yi yönetebilmişse, bunda aldığı tedbirlerin ciddi rolü olmuştur. Bizimkiler her ne kadar anlama-

salar da, modern Almanya’nın kurucusu Bismark: “Avrupa’da Sultan Abdülhamit, hasta bir adam telakki ediliyor. Bence Haliç sahillerinde yaşayan pek çok diplomattan daha üstündür. Kendisine haksızlık edildiği kanaatindeyim.” Demek suretiyle hakkı teslim etmektedir. Kendi değerimizi anlamak ümidiyle…

KAYNAKLAR: 1Büyük Türkiye Tarihi, C.7, Yılmaz Öztuna, Ötüken Yay. İst. 1978 2Kısa Türkiye Tarihi 18002012, Prof. Dr. Kemal Karpat, Timaş Yay. İst. 2012.S.68.82 3Çadırdan Saraya, Saraydan Sürgüne; OSMANLI, Nazım Tektaş, Yeni Şafak Kültür Armağanı 4Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Samiha Ayverdi, C.3 *Abdurrahman Şeref, Saltanat günlerinde, Baki’nin: (Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur) mısraını okuyanlardan birçoğunun cenaze namazında; Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bâki Durup el bağlayalar karşında yârân saf saf “Kaç zamandır gelmemişken yâda biz, İşte geldik senden istimdada biz, Padişahım hasret olduk eski istibdada” Süleyman Nazif **** “Tarihler adını andığı zaman Sana hak verecek ey koca Sultan, Bizdik utanmadan iftira atan Asrın en siyasî Padişahına” Rıza Tevfik OCAK 2013 / 294

35


Yrd.Doç.Dr.

İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net

eğitim

Derûnî İletişim

Gitse dünya, gitse ukba yok keder! Kalp giderse cevher-i iman gider.”

K

alp denilince, bütün vücudumuza kan pompalayan organımız aklımıza gelir. Bu konuda tıp, kalp nakline varıncaya kadar hayli ilerleme kaydetmiştir. Ancak hakkında %2-3 kadar bilgiye sahip olduğumuz beynimiz gibi kalbimiz hakkında da ulaşılabilen yanlar oldukça azdır. Kalp, manevî âlemlere açık gönül ve ameliyatını başardığımız biyolojik yapının da merkezi görevini yüklenen yürek anlamında ele alınır. Bu, ikinci yanından çok söz edilmesine, yapılan kalp nakli ameliyatının dillerden dil36

DERGiSi

lere dolaştırılmasına rağmen; birinci yanı yani manevi yanı üzerinde çok az durulur. Günümüzde maddi sistem anlayışlarının önem kazanmasıyla birinci yanının göz ardı edilmesinden söz edilebilir. Bu yazımızda birinci yanına, gönül penceresinden bakmaya gayret edeceğiz. Sadece kendisi tek olan Rabb’ımız her şeyi çift yarattığı gibi yüreğin içine iki kalbi birlikte yerleştirmiştir. Maddi ve manevi olmak üzere… Manevi kalp ruhanî bir latife olup; Rabbımızın üflediği (nefha-i ulâ)yani maddi

kalbimizin esasını ve batınını oluşturur. Odacıklarıyla atar ve toplardamarları ile biyolojik yanının yani manevi yanının bineğidir. Kalp iki yönlü öze sahiptir. Bir yönüyle devamlı ruhlar âlemine, diğer yanıyla da cisimler âlemine bakar. Onun bu iki yanıyla ele alınması gerekir. Modern tıp ikinci yanıyla yani, organlarımızın, vücudumuzun beslenmesinde başarı sağlamış, açık kalp ameliyatı ve bypass rahatlıkla yapılmaktadır. Bu yanıyla kalp hala kan pompalayan mekanik bir sistem olarak ele alınsa ve beyninde bütün vücudu


yöneten bir sinir sistemi olduğu kabul edilse de; Kalbin içinde beyindekine benzer bir sinir sisteminin yer aldığı artık bilinmektedir. Bu sinir sistemi ile en az beyin kadar kalbinde beyin üzerinde bedeni kontrol etkisine sahip olduğu görülmektedir. Bu tespitlerle birlikte, artık vücud sistemindeki ahenkli işleyişte etkin olduğu kabul edilmektedir. Beyin mücerret (soyut) ve analitik, mantıki zekasının yanında, kalbin de hissi ve iletişim zekasıyla donatıldığı, duygulara ilişkin iletişimin kalpte, kalpte üretilen duygu taşıyan sinyallerin beynin limbik sistemine çok hızlı bir şekilde taşındığı ve bu suretle beyin üzerinden hissi cevabın vücuda ve çevresindekilere tesir ettiği bilimsel olarak ortaya koyulmuştur. Nörokardiyoloji dalının kalp-beyin bağlantısı bağlamında ulaştığı sonuçlar, beyin merkezli kabullerimizi kökten değiştirecek düzeydedir. Kalp ve beyin arasındaki iki yönlü iletişim ağları dünyanın en kompleks iletişim ağıdır. Dünya üzerindeki telefon iletişim ağlarından daha çok iletişim ağlarına sahip beyin ve beyinden ayrı 40.000 sinir hücresine sahip kalp birlikte alındığı zaman konunun karmaşıklığı daha da ortaya çıkar. Kalbin beynimiz üzerindeki etkisi ve ilişkisi bu kadarla da kalmaz. Çevresindekilerle etkileşime ve girer. Kalpten çıkan elektrik sinyallerinin kalitesi ve içeriği, çevresindeki insana olumlu ya da olumsuz yönde etki eder. Kalpte üretilen elektromanyetik

sinyallerden 50-70 cm mesafede bulunan diğer insanlarında duygu ve düşüncelerine tesir ettiği tespit edilmiştir. Eğitimcilerin ve annelerin hissi durumlarının, doğrudan doğruya çocukların gelişmelerine tesir ettikleri rahatlıkla söylenebilir. Bütün insanlarda ve özellikle çocuklarda kalp ve beyinin sağlıklı gelişmesinde, bulundukları ortamın hayati önemi vardır. Merhamet, şefkat, muhabbet gibi… Pozitif elektromanyetik dalgalar insanları müspet yönde etkiler bunun için peygamberimiz “Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O kalptir.” buyurmaktadır. Belirlenen konu bireysel bir belirlemeyi ifade etse de; pozitif yüklü elektromanyetik sinyallerle dolu insanların oluşturduğu toplum, bir millet içten bir iletişimin içerisine girerler. Bu insan ve insanlık için maddi varlığının da ötesinde bir çerçeve çizer. Zira Rabbimiz, “O gün selim bir kalp dışında; ne malın, ne evladın, ne eşin, ne de dostun fayda vermediği bir gündür.” buyurmakla bizleri üzerinde yaşadığımız dünyadan alıp; öteler ötesi bir âleme götürür. Allah, Mukallibel Gulûb’dur. Yani kalpleri dilediği gibi hallerden hallere çevirir. Kalp bu çevirmenin yeridir, mekânıdır. Bu nedenle bir hak aşığı der ki: “Gitse dünya, gitse ukba yok keder! Kalp giderse cevher-i iman gi-

der.” Selim kalp; öfke, kibir, inat, haset kin ve nefret gibi her türlü manevi hastalıklardan arınmış; iman ile doyuma ulaşmış; hikmet, ihlâs ve irfan ile bezenmiş; merhamet, aşk ve şefkat gibi yüce değerlerle ilmek ilmek örülmüş bir yürektir. Buna ulaşmak için kul: Tekbir alır, elinin tersi ile O’ndan gayrı her şeyi arkasına atar. O’nun azameti karşısında rükuya varır. Yücelerin yücesi olduğunu tasdik için secdeye kapanır. Hep tekrar eder. Oturur, tahiyyat ve salâvat-ı şerifelerle Rabb’ı ile buluşturan Peygamberini anar. Her iki yanına selamlarıyla melekleri de şahit kılar. İhlâs suresi ile azamet ve celali, eşsiz ve emsalsiz sıfatlarıyla bir tek Rabb’dır kulun kalbindeki… “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir” (Hadid, 4) çağrısıdır. O, Rabbını göremez ama her an O’nu yüreğimde yaşatır. Onun “Biz şah damarından daha yakınız” (Kaf, 16) beyanı ile gönlünün derinliklerinde O’nu hisseder, duyar ve yaşatır. Yüreği hep O’nunla doludur. Gönlünde meydana gelen bu elektromanyetik akımlar beynine ulaşır. O’nun için yaşar, O’nun için yürür, koşar, O’nun için sever… Artık hayat O’nunla şekillenir. Kalbi ve beyni arasındaki derûnî iletişimi kurar. O’nun rızasına uygun davranışlarla taçlandırır. Sonunda “Rabb’ı onu sever, onlar da O’nu severler” (Maide, 54) OCAK 2013 / 294

37


la havle

Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

Bir Dost... Bir Kitap...

İ

lkadım dergimizin, daha önceki iki sayısında; “Bir Güzel İnsan-Ali İhsan Tola” diye iki yazı yazmıştım…

Bu güzel insan; Isparta’nın Senirkent ilçesinden!. Bedîüzzaman Said-i Nursî’nin, maddi ve manevî ilimlerle mücehhez, nev-i şahsına münhasır sâdık bir talebesi… 82 yıllık çileli, fakat bir o kadar da bereketli bir ömür!.. Her tarafına uhrevîlik sinmiş, mütevazı küçücük odasında, karyolasını bir kürsü gibi kullanarak yaptığı huzur sohbetleriyle, her gün yüzlerce insanın derdini dinleyerek, onlara nebatat, madeniyat ve ledünniyat ilimlerinin sırlarına vakıf olarak maddi ve mânevî şifalar dağıtmıştır!.. 13 Mayıs 2009 Yılında vefat eden bu güzel insanın hayatı, Muhterem İhsan Atasoy Beyefendi’nin kaleminden; “Bediüzzaman’ın Lokman Hekim Ruhlu TalebesiAli İhsan Tola” diye kitap olarak

38

DERGiSi

çıktı!.. Sağ olsunlar, imzalayarak gönderme nezaketinde bulunmuşlar…Teşekkür ediyor, daha böyle nice güzel eserler vermesini Mevlâ’dan niyaz ediyorum!.. Büyük bir zevkle okudum.. Şunu itiraf etmek durumundayım ki; Allah Dostları, hayattayken yeterince anlaşılamıyor…Hatta en yakınları tarafından bile!. “Okumaya ihtiyacım var” diyen kardeşlerin bu eseri de okumalarını arzularım. Okuduklarına pişman olmayacaklar!. İşte bu güzel eserde; O güzel insanın, sizlerle paylaşmak istediğim, maddî ve mânevî dertlerimize şifa olacak reçetesinden söz ilaçları:

EUZÜ-BESMELE *Besmele ve yedi Fatiha-i Şerife,bütün hastalıklar için şifa-

ya vesiledir. *Besmele, cifrî hesabı miktarı (786) çekildiğinde her ne istenirse yerine getirileceğine kefil olabilirim. *Bismillahirrahmanirrahim, ilâhî bir şifredir. Allah ,“acz”, Rahman “fakr”, Rahim “şefkat”in anahtarıdır. *19 euzü çekilirse kayıp bulunur.

KADER *Kader programına tabi olan başka program yapmaz. *Rüya-yı sadıka, kaderin gözle görülmesidir. *Programa müdahalenin en büyük zararı insanın kendinedir.


*Allah insanı nice cihazlarla donatarak bu dünyaya gönderiyor. Fakat insanların büyük çoğunluğu, bu cihazların kapağını bile açmadan ölüyor ve iade ediyorlar..

AHLÂK *Kul, hakkını helâl edince daha çok mağfiret olunur. Affeden affa uğrar. *Biri yanınızda gıybet ediyorsa, “Ben oruçluyum” deyin. “Kendisi burada yok, ben onu müdafaaya mecburum. Bunu kendisine söylesen daha iyi olur, anlaşırsınız” deyin. Biri sana gelip “Ona söyleme, o şöyle böyle biri” dese, siz “Hemen ona söylemeye gidiyorum” deyip gıybeti önleyin. *İkramda israf olmaz. Bir taama uzanan el ne kadar çok olursa, onun bereketi o kadar fazla olur.

hafızayı yok eder..

ilaç vermedim.

İLİM

*Kuyruk yağı romatizma, bel ve boyun ağrılarına iyi gelir.

*İlim cennet sofralarından bir sofradır. Herkes kabiliyetine göre o sofradan istifade eder. *Allah kendi ilminden sana bir mesele öğretmişse onu faş etme. Faş edersen sana bir daha göstermez. Sana bir hazinenin anahtarını vermişse, başkasına söylemeden muhafaza et. Bereket olabilir, kimseye söyleme. *Mürekkep cahillerini kendi haline bırakmak gerekir. Onlarla uğraşmamak lazımdır. İnsan onlarla uğraşmadığından dolayı sorumlu olmaz. Onların hesabı bizi ilgilendirmez. Zamanı gelince hesaplarını soran bulunur.

MANEVÎ ŞİFA

*Feraset kâfirde bile olsa Müslim sıfatıdır.

*Dışarıdan gelen vesveselere 11 Felâk okunmalı, nefisten gelen vesveselere 11 Nas okunmalı.

*Dünya hırsına sahip âlimle, ilimden yoksun sofinin çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz.

*Cimriliğe karşı 11 defa Maun Suresi okunmalı.

*Canınız sıkıldığı, içiniz bunaldığı zaman en sevmediğiniz akrabanıza gidin. *Bir insanda yeis olursa, rahmeti görmüyor demektir. *Eğer insanda kibir var ise, Allah’ın verdiği istidatları kendinden kabul ediyor demektir. *Bize verilen letaiflerin ambalajını açmadan gidiyoruz. Letaifler açılmalıdır. *Harama bakmak gözü kör eder,

*Şirke karşı 11 defa Kâfirun Suresi oknmalı. *11 sayısı esma-i ilahiyeye merdivendir. *Fatiha’da “Hayy” sırrı var. Okunduğunda akım değişiyor.

MADDİ ŞİFA *Hadis’e dayanmayan hiçbir şey tavsiye etmedim. Allah indinde mesûl değilim. Resulullah’la istişaresiz hiçbir

*Kemik erimesine karşı kuyruk haşlanıp aç karnına yenmeli, belden alt kısmına tırnaklara kadar sürülmeli. *Suyun bulunduğu yerde hangi maden varsa, o maden suya geçer ve insan o suyu içtiğinde ona tesir eder. *Kâinatta ne kadar alet varsa insanda nümunesi vardır. İnsan kâinat kadar frekansa, anahtara sahiptir. *Bitkilerin şeklinden aldığı şifreyi çözmek hikmetü’l eşyadır. *Yaylada otlamış koyunun kuyruk kısmı haşlanıp yılda bir defa aç karnına yenmeli. O noksanlaştı mı kireçlenme başlar. *Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve dış kanamaları önler. Hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron yağı, kanser ağrısını yok eder. *İnsan öldükten sonra cesedinden “acbüzzeneb” kalır. Ateşte yanmaz, asitte erimez. Bahse konu kitabı okuyanlar, benim burada zikretmeye fırsat bulamadığım bir insan-ı kamil’in çileli hayatında nice fazilet tabloları görecek, nice sır ve güzelliklere vakıf olacaklardır.. İnsanlık için, ümmet için, ömrünü hizmete adayıp ahirete göç etmiş bütün sâlihler ve sâdıkların ruhlarına bir kez daha rahmet dileklerimizle… OCAK 2013 / 294

39


İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

....

soz meydanı

Dağlar Dağlar

D

ağlar her yerde var. Kur’an’da yeryüzünün çivileri; pamuk gibi atılacak savrulacak olan yükseltilerdir. Peygamber Efendimizin ve diğer peygamberlerin hayatında da dağın büyük yeri vardır. Nur(Hira) Dağı’nın ifade ettiği Allah’la baş başa olmanın devamını, Sevr’de “korkma Allah bizimledir.” şeklinde yaşarız. Uhut Dağı için “Uhut bizi sever, biz de Uhut’u” derken insanlaştırılan bir taş kümesinden bahsedilir. Uhut’un meyvelerinin yenmesi tavsiyesi dağa verilen yeri; gözü doymayan insanı anlatırken Uhut Dağı kadar altın olsa benzetmesi de dağın büyüklüğünü ifade eder.

gibi dağlar aşar, Ferhat Şirin için dağlar deler, Hurşit, kendisine verilmeyen ve Karadağ’a götürülen sevgilisi için dağlar, beller aşar, Sürmeli Bey Telli Senem’in peşinden Çukurova’ya inmek için geçit vermeyen dağları geçer.

Tur Dağı’nda tecelli eden ve Hz. Musa’nın baktığı yeri perişan edip parçalayan Rabbin, Hira Dağı’nda nasıl tecelli ettiğini bilemeyiz. Ama Cebrail Aleyhisselamla baş başa kaldığı anın dehşetini, Hz. Hatice ile paylaşmasından anlıyoruz. Sahi o anı bizden biri yaşasa ne olurdu. Anlaşılıyor ki dağlar baş başa kalmanın mekânlarıdır.

Güller soldu hazan bozdu baharı Aşan bilir karlı dağın ardını Bağıma bahçeme bakamaz oldum Çeken bilir ayrılığın derdini

Dağlardan odun taşıyan dervişler, şeyhler. Efendisinin dergâhından odunun bile eğrisinin girmesine razı olmayan ve dağlarda doğru odun arayan “dosdoğru” derviş kadar, odunu aslana yükleyerek dağdan indiren şeyhin huysuz hanımına sabrettiği için emrine verilen hizmetçi dağ aslanı da dikkat çeker. Menkîbede, Hacı Bektaşi Veli’yi ziyarete giden Yunus Emre, hediye olarak dağlardan yabani alıç meyvesini sunar. Ben de “alıç” gibiyim yabaniyim eğitime muhtacım der gibi. Hünkâr da anlar ve sorar. “Himmet mi buğday mı” sorusuna üç kere “buğday” diyen ham Yunus’u yalnız başına Sarıköy’e giderken “himmet ne ola ki?” diye tefekkür ettiren de dağ yollarıdır. Hacı Bektaş erenin şahitliğe çağırdığı taşlar da dağlardır. Dağlar vuslatın engelidir. Halk hikâyelerinde aşk için sevgililer, âşıklar Emrah’ın Selvi için yaptığı 40

DERGiSi

Dağlar ayrılıktır. Karlı dağların ardında kalan sevgiliye özlem yanık türkülerle dile gelirken; Kırcı boran duman tuttu dağları A dağlar ah ulu dağlar Kapıdan dışarı çıkamaz oldum Eşinden ayrılan ağlar

Dağlar yol kesendir. Kimi zaman da Anadolu coğrafyası kendi üstünde yaşayan insanlarına çok sert davrandığından, Karda kışta Anadolu insanının çevresiyle bağlarını kopardığından, kendi kaderiyle başbaşa kalan insanın duygularını Yunus Emre’de olduğu gibi: Ben toprak oldum yoluna Sen aşırı gözetirsin Şu karşıma göğüs geren Taş bağırlı dağlar mısın? biçiminde dile getirir.

Dağlar dağlar yol ver geçem/Sevdiğimi son kez olsun görem Şeklinde zamanımız şarkısında da dile gelir dağın engelliği. Karacaoğlan da şikâyetçidir ve Mevla’dan ister: Lâleli Dağı’ndan yolun azdırdım, Çağırırım, Kadir Mevlâ’m, aman hey! Bir yandan da yağar yağmur, kar serper; Bir yandan da yolum bağlar, duman, hey!


NOT: Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “ Kültür ve Sanat Sayfası” olan “ SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. Bekliyorum. ibrahim.ciftci@hotmail.com

Dağları başı dumanlı olunca ya aşılmazdır, ya uludur, ya da başı karlı olup yol vermeyen görünümdedir. Dağın başı dumanlıysa hava bozuktur öte görünmez. Dağ ile hisleri arasında ilişki kuran insanın da başı dumanlıysa işler karışıktır. Hiç bir şey net değildir. Kurt da dumanlı havayı sever ya. Köroğlu, dağlara meydan okuyor:

Yunus’un, Cemalini gördüm düşte Çok aradım yazda kışta Bulamadım dağda taşta Denizleri süzer oldum

Seyranî,

Dağlar yalnızlığın sembolüdür. Sıradağların zirveleri ve tek tek dağlar yalnızdırlar. Başlarının dik olmasından mı, yüce olmalarından mıdır bilinmez pek etrafla haşır neşir değillerdir. Akşam olup herkes evine çekilince onlar doğada tek başına kalırlar. Gurbetteki garipler de öyle değil mi? Onlar dağlara bakar bakar ve silayı; silayı sila yapan değerleri anmaz mı?

Kim gülü dikenden ayırıp seçer Herkes amelinin mahsulün biçer Gam yeme Seyranî bu gün de geçer Yüce dağın başı olmaz dumansız

Bağrıma basarım taşlar Akıttım gözümden yaşlar Yavrusun yitiren kuşlar Yuvasına döner gelir

Yol verin dumanlı dağlar Aşmaya Ayvaz geliyor Çağlasın soğuk pınarlar İçmeye Ayvaz geliyor

Karacaoğlan, Karacaoğlan der ki amanın aman Bürüdü dağları bir bölük duman Canım sağdır demek dünyada yalan Tenim teneşirde salım eldedir.

Dağlar tefekkürdür Köroğlu’ndan: Mürveti çok Hakk’ın nazargâhısın Bizim iller karlı dağlar aşkolsun Gerçek erenlerin seyrangâhısın Bizim iller çamlıbeller aşkolsun

Âşıkların dilinde ve telinde Yunus Emre’nin bir şiirinde: Dağlar ile taşlar ile Çağırayım Mevlam seni Seherlerde kuşlar ile Çağırayım Mevlam seni Gökyüzünde İsa ile Tur Dağı’nda Musa ile Elindeki âsa ile Çağırayım Mevlam seni

Mevla’yı çağırmak için vesiledir. Hatayî’nin şiirinde aramaktadır: Karşı dağlar kardadır İşim ah ü zardadır İsmail der ya ata Arafat dağı nerdedir

Yolcuyum bir kuru yaprak misali “Gönlümü çekse de yârin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali (dağları) Rüzgârın önüne katılmışım ben”

Dağlar merhametlidir de. Kimi âşıkların dilinde dağ ve sevgilinin özellikleri birlikte kullanılır. Dağ sevgiliyi akla getirir. Dağın sevgiliyi akla getirmesi gurbet kültürünün bir sonucudur. Hangi nedenle olursa olsun düzene, yönetime baş kaldıranların kalesidir dağ onları korur. Dağı iyi tanıyan, girdisiniçıktısını, geçitlerini, mağaralarını iyi bilen, iyi tanıyan biri çıktı mı dağa bir kez, kolay kolay ele geçmez olur. ”Dağî” (dağlı) sıfatı bir kişi için kullanılırsa o insanın “düz, sert, eğilmez…” bir şahsiyete sahip olduğu anlaşılmıştır. Şehirleşmeyen insanlar için de bu deyim kullanılır. Dağlar eşkıyanın sığınağı…. Köroğlu der durman edek cengimiz Bunda belli olsun yiğit hangimiz Üç saat sürmeli burada hengimiz Tarih yazın şu dağlara nişane

* Belimizde kılıcımız kirmani Taşı deler mızrağımızın temreni Hakkımızda devlet etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir

diyen Köroğlu’nda dağ bir savaş alanıdır. HaksızlıkOCAK 2013 / 294

41


lar karşısında direnen; devlet zulmü, sosyal baskı vb. unsurlar altında boyun eğmeyen Köroğlu-Dadaloğlu gibi âşıklar için dağ aynı zamanda bir sığınak ve meskendir. Köroğlu’nun: Hemen Mevlâ ile sana dayandım Arkam sensin kalam sensin dağlar hey Yoktur senden gayrı kolum kanadım Arkam sensin kalam sensin dağlar hey

Diğer aşığın, Çıktım Kozan’ın dağına Remil attım dost bağına Aşiretten imdat gelmez Kaç kurtul Gevur Dağı’na

deyişi bu sığınmanın güzel ifadelerinden biridir. Deyişinde belirttiği gibi dağı sığınak olarak görür. Necip Fazıl’ın “Bekleyen” şiirinde de dağı hedefin peşinde kararlı koşarken buluruz: Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım!/ İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünya da, bir de ben varım!

Atasözlerimizde de dağın hikmet dolu anlamlarıyla yeri büyüktür. Okursanız fark edersiniz bizi ve doğruları anlattığını: “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. Dağdan gelir, bağdakini kovar. Allah dağına göre kış verir. Dağ ardında olsun, yeraltında olmasın. Dağ doğura doğura bir fare doğurmuş. Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma öğütürsün sel için. Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar. Dağda gez, belde gez insafı elden bırakma. Dağda bağın var, yüreğinde dağın var. Dağdaki kuşun kırkı bir akçeye. Dağlar merhametlidir de. Kimi âşıkların dilinde dağ ve sevgilinin özellikleri birlikte kullanılır. Dağ sevgiliyi akla getirir. Dağın sevgiliyi akla getirmesi gurbet kültürünün bir sonucudur. Hangi nedenle olursa olsun düzene, yönetime baş kaldıranların kalesidir dağ onları korur. Dağı iyi tanıyan, girdisiniçıktısını, geçitlerini, mağaralarını iyi bilen, iyi tanıyan biri çıktı mı dağa bir kez, kolay kolay ele geçmez olur. ”Dağî” (dağlı) sıfatı bir kişi için kullanılırsa o insanın “düz, sert, eğilmez…” bir şahsiyete sahip olduğu anlaşılmıştır. Şehirleşmeyen insanlar 42

DERGiSi

için de bu deyim kullanılır. Dağlar eşkıyanın sığınağı…. Köroğlu der durman edek cengimiz Belimizde kılıcımız kirmani Bunda belli olsun yiğit hangimiz Taşı deler mızrağımızın temreni Üç saat sürmeli burada hengimiz Hakkımızda devlet etmiş fermanı Tarih yazın şu dağlara nişane Ferman padişahın dağlar bizimdir

diyen Köroğlu’nda dağ bir savaş alanıdır. Haksızlıklar karşısında direnen; devlet zulmü, sosyal baskı vb. unsurlar altında boyun eğmeyen KöroğluDadaloğlu gibi âşıklar için dağ aynı zamanda bir sığınak ve meskendir. Köroğlu’nun: Hemen Mevlâ ile sana dayandım Arkam sensin kalam sensin dağlar hey Yoktur senden gayrı kolum kanadım Arkam sensin kalam sensin dağlar hey

Diğer aşığın, Çıktım Kozan’ın dağına Remil attım dost bağına Aşiretten imdat gelmez Kaç kurtul Gevur Dağı’na

deyişi bu sığınmanın güzel ifadelerinden biridir. Deyişinde belirttiği gibi dağı sığınak olarak görür. Necip Fazıl’ın “Bekleyen” şiirinde de dağı hedefin peşinde kararlı koşarken buluruz: Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım!/ İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünya da, bir de ben varım!

Atasözlerimizde de dağın hikmet dolu anlamlarıyla yeri büyüktür. Okursanız fark edersiniz bizi ve doğruları anlattığını: “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. Dağdan gelir, bağdakini kovar. Allah dağına göre kış verir. Dağ ardında olsun, yeraltında olmasın. Dağ doğura doğura bir fare doğurmuş. Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma öğütürsün sel için. Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar. Dağda gez, belde gez insafı elden bırakma. Dağda bağın var, yüreğinde dağın var. Dağdaki kuşun kırkı bir akçeye.


ilkadım kitaplığı

M.Selçuk Özdoğan

selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

Sen Ben ve Çocuklarımız Nevzat TARHAN

K

ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız. Bu ayki sayımızda Prof. Dr. Nevzat TARHAN’ın Sen, Ben ve Çocuklarımız isimli kitabı inceleyeceğiz. Bizlere dünyanın en güzel, en değerli aynı zamanda yükümlülüğü en fazla olan bir emanet verilmiş. Bizler bu emaneti en güzel şekilde muhafaza edip, bizlerin cenneti kazanmamıza vesile olacak evlatlar yetiştirme gayreti içerisinde olmalıyız. Dolayısıyla bu tür kitaplar bizlere yol gösterici olması açısından önemli buluyorum. Kendimize alacağımız en küçük eşyayı dahi ayrıntılarıyla inceliyoruz. Evlatlarımızın yetişmesi hususunda işi şansa veya deneme yanılmaya bırakamayız kanaatindeyim. Sen, Ben ve Çocuklarımız isimli kitap, çocuk eğitimi üzerine yazılan diğer kitaplardan farklı olarak çocuk eğitimiyle ilgili bizlere özet bilgiler sunuyor. Günümüz insanının hangi kaygılarla çocuk yapmaya karar verdiği veya vermediği, çocuk dünyaya geldikten sonraki süreçte yaşanan bazı sıkıntılar ve çözüm yolları bizlere gayet güzel bir şekilde açıklanıyor. Her sıkıntılı durumla ilgili

bazı küçük yol gösterici ipuçlarının verilmesi çok güzel olmuş. Belki bu ipuçlarının çoğaltılması okuyucu açısından daha faydalı olabilirdi. “Bugün oyuncağı için yalan söyleyen çocuk yetişkinliğinde, örneğin bir yönetici olduğunda, menfaati gerektiği sürece yalan söyleyebilir.” Cümleye dikkat edelim. Görmezden geleceğimiz ufacık ihmaller zamanla ne tür sonuçlar doğurabilir. “Anne babalar çocuklarına iki sermaye bırakırlar; maddi sermaye ve psikososyal sermaye. Psikososyal sermaye, insani, ahlaki değerlerdir; çocuğun zenginleşmiş ruh dünyasıdır. Böyle bir mirasa sahip çocuk ileride kendisini rahatlıkla geliştirebilir, başarılı ve mutlu bir hayat sürebilir. İyi bir eğitim aldıysa maddi sermaye de kavuşabilir.” Kitabımızda ayrıca günümüz ebeveynlerinin muzdarip olduğu bilgisayar, internet kullanımı ile ilgili bizlere önemli bilgiler sunuluyor. Bilgisayar ve internet bağımlılığını tıpkı madde bağımlılığı gibi ciddiyetle ele alınıp gerekirse yatılı olarak tedavi edilmesi gereken bir durum olarak değerlendiriyor yazarımız. Bizler bu konuda ne

yapmamız gerektiğiyle ilgili ayrıntılı bilgi sahibi olmalıyız. Burada yazarımız yasaklamanın çözüm olmadığı, çocuklarımıza sınırlamalar getirmemizi, nasihatçi değil yol gösterici olmamızı, çocuğumuza seçenekler sunarak onları ikna etmemizi tavsiye ediyor. Özetle, nasıl bir çocuğun şehrin ortasında tek başına bırakılması bir hataysa, sanal ortamda da tek başına bırakılması hatadır. Bizler de evlatlarımızla nerelere emanet ettiğimize dikkat etmeliyiz. Bu kitapta bizleri daha neler bekliyor diyorsanız: çocuklarımıza özgüven kazandırırken nelere dikkat etmemiz gerektiği, yemek yedirmede zorlandığımız çocuklarımıza nasıl davranmamız gerektiği ile ilgili bilgiler, kardeş kıskançlığıyla mücadele, uykusundan korkuyla uyanan çocuklarımız ile ilgili bilgiler, harçlık eğitimi, mahremiyet eğitimi, çalışan anneler ve çocuklarının durumu vb… Çocuklarımıza eğitirken karşılaştığımız sorunlara çözüm olabilmesi umuduyla…. Timaş Yayınları OCAK 2013 / 294

43


Mehmet Erturan

erturanmehmet@hotmail.com

genç bakış

Kanun Namına Yok Edilmek İstenen

Kardeşlerimizden

44

DERGiSi

MEKTUP VAR


B

en Doğu Türkistanlı Müslüman bir genç kızım. Bölgemdeki her Müslüman gibi çok zor günler yaşı-yorum. Gazete veya dergilerde okuyabileceğiniz, televizyonlarda izleyebile-ceğiniz ama idrak etmekte zorlanabileceğiniz sıkıntılı ahir zaman günleri… Bir zamanlar, ümmetin bütün ümidini bağladığı Anadolu coğrafyasına biz de gönül verdik. Cennetmekân Abdülhamid Han’a elçi gönderdik, biat ettik. Osmanlı adına hutbe okuttuk, para bastırdık. Osmanlı; Moskof ve Çin karşısında bizim can simi-dimizdi. Tespihin imamesi kopartılınca taneleriyle birlikte biz de dağıldık. Ama yılmadık, direndik. Lakin Batı yanımızı Moskof, Doğu yanımızı da Çin kâfiri işgal edince tüfek tutan, gök bayrağı sallayan ellerimiz bağlandı. Yaşları 15 ile 25 arasında değişen biz Uygurlu kızlar fabrikalarda ağır şartlarda çalıştırılmak üzere Çin’in çeşitli bölgelerine zorla götürüldük. Götürülenlerin sayısı 100 bini buldu. Çin bu zorbalığı bize yasayla yani kanun namına yaptı. Bu uygulamaya itiraz edenler yasaya karşı gelmekle yargılandı, para cezası aldı, bölücülükle suçlandı.

laları gibi zorla Çin’e götürüldü. Bu okullarda komünist eğitim veriliyordu. Doğu Türkistan için birer vatan haini olarak yetiştirilmek istenen bu çocuklarımızın sayısı 500 bine ulaştı… Ailelerimizin ikiden fazla çocuk sahibi olmasının yasaklandığı bir ortamda annelerimiz soykırımın mo-derncesi olan kürtaj ve kısır-laştırmaya tabi tutuldu. Bizim topraklarımızda yaşamayı kabul eden Çinlilere üç çocuk sahibi olma hakkı tanındı. Çin’de 100 dolar kazanan bir işçi Doğu Türkistan’a yerleştiğinde 300 ile 500 dolar arasında değişen maaşlar aldı. Kızlarımızın çalıştırılmak, çocuklarımızın ise dinsiz bir müfredatla eğitilmek üzere zorla götürüldüğü bir atmos-ferde yaşanan gerginliklerle birlikte Çinli polis ve asker-lerin yaptığı saldırılarda şehid düşenlerimizin ardın-dan 18 ile 40 yaş arasındaki erkek nüfusumuz neredeyse yok oldu. Anlayacağınız baba ve ağabeylerimizi de ‘kanun namına’ kaybettik.

1 milyar 300 milyonu aşkın çekik gözlünün yaşadığı Çin’de 40 milyon kadarız ve özellikle 11 Eylül’den sonra Müslümanlar olarak terörist görüldüğümüz için daha da zor durumdayız. Çocukları-mız, kızlarımız, ağabey-lerimiz ve babalarımız Kız ve erkek çocuklarımız ise yani ailelerimiz sistemli bir şe‘özel okullarda okuya-caklar’ kilde yok ediliyor… bahanesiyle bizden alınarak ab-

BM’nin 5 daimî üyesinden biri olan Kızıl Çin, bizim on bin tonluk uranyumumuzun, ciddi miktardaki petrol yataklarımızın, önemli kömür rezervlerimizin ve en önemlisi de olmazsa olmaz imanımızın peşinde! Bağımsızlık için verdiğimiz mücadelede bizim için ilk ve en büyük ihtiyaç olan ilham, heyecan ve cesaretin imanı-mızdan kaynaklandığını iyi biliyorlar. Bu yüzden ‘Şincan’ dedikleri toprakla-rımızda İslâm’ı yani Allah’ın nurunu orak çekiçle söndürmek istiyorlar. Türkiye’de memur olmak için bazı sınavlardan gerekli puanı almak yetiyormuş. Burada memur olmak isteyen Müslüman Uygurlar-ın ödemesi gereken bedel tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır: memurluk için Komünist Parti’ye üye olmanız gerekiyor. Parti’ye üye olmanın bedeli ise dinsiz olmak! Hükümet kurumlarında çalışanların namaz kılması, oruç tutması, hacca gitmesi ise yasa dışı faaliyet olarak sayılıyor. Siz Misak-ı Milli sınırlarına hapsolmuş ‘bir başkadır benim memleketim’ diye keyifle şarkılar söylerken bizim dilimiz son altmış yılda dört defa değiştiriliyor. Biz ‘selamün aleykum’ demenin dahi yasak olduğu bir dünyada yaşarken size ne oluyor? Türkiye bize niye vize vermiyor? Barat Hacı’yı kim tanıyor? OCAK 2013 / 294

45


imbik

Nuri Ercan

nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Uzun Yaşamanın Sırları Neleri İfşa Ediyor

E

fsaneye göre Lokman Hekim ölümsüzlük iksirini bulur. İksiri yöneticilerin bilgisine sunmak için götürürken öyle heyecanlanır ki, ölümsüzlük iksiri, üzerinden geçmekte olduğu köprüden düşerek azgın sulara karışıp yok olur. Aynı formülü bir daha bir araya getiremez. Anlatılan bu efsane aslında ölümsüzlüğün ve takdir edilenin dışında uzun yaşama diye bir şeyin olamayacağına kuvvetli bir karinedir. Efsaneye muttali olan her akıl sahibi de böyle şeylerle uğraşmanın abes olduğuna bir defa daha kanaat getirir. Uzun yaşama isteği, fiziki boyutunu ebediyen devam ettirmek hevesine kapılan nefsin, zihin jimnastiğinden başka bir şey değildir. Ne var ki ilahi ikazları bilmesine rağmen insanlık uzun yaşama isteğinden kendini bir türlü azad edemez. Binaen aleyh, ebedilik düşüncesinin ahirete has olduğunu bile bile, bu hakikati dünyada yaşamak için çırpınır durur. Vahiyden nasiplenmiş toplumlar, nasipten öte yol gitmeyeceğini bilirler ve ecel diye bir vakıa ile her an karşı karşıya kalacaklarına yakinen inanırlar. Mü’minlerin hayatlarının uzun yaşama iksiri budur. Belki yarın belki yarından da yakın bir ölüm anlayışı. Bu sebeple, gelecek için plan yapmak inanan toplumlar indinde pek makbul sayılmamıştır. Hiç ölmeyecekmiş gibi rahatta durup; yarın ölecekmiş gibi hazır olda beklemek. İşte uzun yaşamanın sırrı

46

DERGiSi

burada saklıdır. Başka bir deyişle uzun yaşamak, anlık olmaktan öteye gidemez. Zenginlik mi uzun yaşama isteğini tetikler, yoksulluk mu? Tabi ki zenginlik. Esasen öbür dünyadan birer nişane olarak bizlere takdim edilen nimetleri tattıkça insanın bu âlemden ayrılmak istemesi zorlaşır. Ayrılacağına kıt kanat inansa da ayrılırken birilerinin arkasından su dökmesine bel bağlar! Gözü arkada kalır. Dünya hayatının az bir süre gölgelenme yeri olduğunu unutup, gölgelenme yerini zevk yerine çeviren her nefis, zevkin sona ermesine şiddetle karşı çıkacaktır. Hele hele kendisine işaret edilen gelip geçici üç beş dünyalığın sayısını yüzlere, binlere çıkartan nefisler sahipleri hiçbir zaman ölümü kanıksayamayacaktır. Dahası dünyada ki bütün zevklerinin basit ve tadımlık olduğunu bir türlü kavrayamayanlar tabi ki uzun yaşama isteğinin zebunu olacaklardır. Yaratılışında iyilik ve kötülüğü potansiyel olarak taşıyan ruh sahipleri Yaratıcı’sına bağlılığını devam ettirdiği sürece hakikatlere teslim olmaktan geri durmaz. Kimi zaman düşüncelerini sarıp sarmalayan ebedilik isteğinin ürettiği uzun yaşama taleplerini Mutlak Bilgi ışığında geri çevirebilir. Ya Yaratıcı’sı ile ipleri koparmış kişiliklere ne demeli?.. Mutlak Doğru’dan habersiz, yüz yıllardır uzun yaşamanın sırları hakkında teoriler geliştiren Batılı

kimi bilim adamları, atalarının bir türlü emellerine ulaşamamalarının doğurduğu bocalama denizinde çırpındıklarının farkında olmadan, hala insanların kafalarını karıştırmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde ortaya attıkları, sadece bu dünyanın ebediliğini savunan kavramların tutmayışı onları hedeflerinden vaz geçiremedi. Belki de birçok şeyin farkında idiler... Yüz yıllardır fakirlik ve yoksulluk içerisinde Allah’a tevekkül etmeyi terk etmeyen Doğu Toplumları, nasıl olur da ebedi hayat anlayışını bu dünyaya hasredebilirlerdi? Onlar sanki biliyorlardı, nimetler tadılmadıkça uzun yaşama isteği ortaya çıkmayacak. Belki de içlerinden “men lem yazık, bilmez yazık (tatmayan bilmez)”deyip duruyorlardı. Tarihte, kötüden iyiye geçişleri gerçekleştirebilen toplumlar bunu zulüm, fakirlik, yoksulluk ve mağduriyetler nedeniyle yapabilmişlerdir. Mazlum olmayan, mağdur olmayan, çile çekmeyen insanlar, değişim isteği taşımazlar. Ruhun kötüye İsyanı da ancak ve ancak daralmışlıkların, kısıtlamaların, engellemelerin ve baskıların neticesinde gelişebilir. Diğer taraftan İnanan insanların kötüye doğru değişimi nimetler sebebiyle olacaktır diyebiliriz. Değişim, başlangıcında topyekûn toplumsal bir hareketlenme biçiminde gerçekleşmez. Kötüye değişimlerin en önemli veçhesi mütrafların (Şımarık zenginler) kendi hayat tarzları ile toplumu münkere doğru sürükleme-


leri şeklinde olanıdır. Bu ise, başlı başına nimetlerin çokluğundan kaynaklanmaktadır. Hele hele nimetler topluma yayıldığında, nimeti taşıyabilecek donanımlara sahip olmayan insanların mütraflaşması sonucu, dünyaya bağlılık ve kötüye doğru gidiş hız kazanır. Bu sonucun en önemli ve dinamik fikri uzun yaşama isteğinin ideal halini almasıdır. Son dönemlerde konuşulan en önemli mevzu beslenme değil “iyi beslenme”dir. Nasıl yaşarsak ebedi hayatta Rıza-ı Bari’yi elde ederiz konuşmuyoruz. Bunun yerine hangi besinleri yersek “uzun yaşarız” ı daha sık konuşmaktayız. Demek ki nimetler arasında yüzüyoruz. Üstelik gıda maddelerinin yedi sülalesinin şeceresini biliyoruz. Spor yapmak için evlerin salonları yürüme bantları ile dolup taşıyor. Aklımız fikrimiz, daha yumurtanın faydasını zararını bile tam olarak açıklayamamış tıpçılardan gelecek son açıklamalarda kalıyor. Uzun yaşamaya kimin gücü yetebilir? Yaşatmak kimin elinde, kimin yetkisinde? Bunları düşünmeden hala uzun yaşamaya yatırım yapmak bir direnme değil mi? Uzun yaşamanın sırlarını öğrenmeye çabalamak aslında bir direnmenin ifşası değil mi?Ama, kime direndiğinin farkında olmak çok çok önemli.

HİKMET DAMLALARI

İ

nce sözler keskin kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur. (Mevlana)

KÛŞE-İ TEBESSÜM ÖBÜR TARAFI DA TERS air Eşref’le Hoca Hayret bir gün Boğaziçi’ne gidiyorlardı. Hayret’in koltuğunda yazma bir kitap vardı.Gemide paşalardan biri kitabı çekip aldı.Mütalââya başladı.Fakat kitabı baş aşağı tutmuştu.Bunun üzerine paşanın yanında oturan bendesi paşaya: -Aman efendi, kitabı ters tutuyorsunuz, dedi. Hayret derhal paşanın bendesine çıkıştı: -Utanmaz herif!Sen ne karışıyorsun?Paşa Hazretleri için kitabın öbür tarafı da terstir!...

Ş

Maziye Bir Bakıver:Dursun Gürlek,S,80. ANTI DEPRESAN

Y

alnızlıktan, ilgisizlikten, takdir edilmemekten şikâyet edenlere:

Mescid-i Nebevi önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Hicretin dokuzuncu yılında Temim heyeti ile birlikte Medine’ye gelen ve yanında birkaç kandil ile fitil ve yağ getiren Temim ed-Darî, bir Cuma gecesi hizmetçisine Mescid’de kandilleri direklere astırarak yaktırır. Hz.Peygamber Mescid’e gelince bunları kimin yaktığını sorar. Temim ed-Darî’nin yaptığını öğrenince ona şunları söyler: -“Sen İslâm’ı nurlandırdın. İslâm’ın mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın.” Bu olay Efendimizi o derece etkiler ki, Temim ed-Darî’ye kandilleri asan hizmetçisinin adını sorar. Fetih olduğunu öğrenince onun adını Sirac (kandil) olarak değiştirir. Sonuç: Takdir edilmek isteyen takdir etmeyi bilmelidir.

BİR ZAMANLAR

ir zamanlar, arabalarımız yoktu; uzak mesafeleri aşıp, birbirimize daha sık gider gelirdik. Sohbet ederdik. Dostlarla hem hal olurduk, dertleşirdik. Hasbıhalin tadına doyum olmazdı. Toplumun iyiye gidişi noktasında ortak niyetlerimizi karşılaştırıp müzakere ederdik Konuşacağımız çok mühim mevzularımız olurdu. Konuştuğumuz konular birkaç gün zihin dünyamız meşgul ederdi. Şimdi arabalarımız var; yakıt bulamıyoruz! Üstelik plazmalarımız evden çıkmamıza bir türlü izin vermiyor! Biraz okuyanlar kariyer basamaklarından bir türlü inemediler. Okumayanlar müteahhit oldular;

B

gökdelenlerin en son katlarından dünyaya bakışlarını anlatmakla meşguller. Bürokrasiye ayrılanlar ise “Güç körlüğü”ne yakalındılar. Onları ancak resmi yazılar bir araya getirir oldu. Evlerimizde şimdiki akıllı telefonların görevini deli (!) telefonlar yapardı. Sık sık aradığımız için dostlarımızın telefon numaralarını ezberden bilirdik. Şimdi akıllı telefonların belleklerine lütfen atığımız dost bağlantılarını ifade eden rakamlar bayramdan bayrama ekrana çıkar oldu. Nerede dağları yol eden teknoloji, nerede dünyayı küçük bir köye sıkıştıran iletişim! OCAK 2013 / 294

47


Hümeyra KELLAHLI SOLDAN SAĞA 1-Filistin’in bağımsızlığı için mücadele veren Hamas’ın kurucusu, 2004 yılında israil’in düzenlediği bir helikopter saldırısında hayatını yitiren lider. 2-Davranış, tavır. -Nane. - Bir şeyin fiyatını artırma, bindirim. 3-Çabucak. - Dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus. 4-Saçma. - İ.Ö. VI. yy’ da yaşadığı varsayılan eski yunan masalcı. - Karışık renkli, çok renkli. 5-Zamanı kullanmada çok dikkatli olan, her şeyi zamanında yapmaya özen gösteren. Arıların yumurtalarını bırakmak ve bal depo etmek için yaptığı, düzgün altıgen ağızlı bal mumu yuvacıklar topluluğu. - İlaç, merhem. 6-Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan kısımı. - Maskesi olan. - Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir. 7-Kur’an-ı Kerim deki 95. sure.- İng. Görmek.- İşaret, alamet. 8-İçinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk.- Mat. Bir niceliğin kaç katı alındığını gösteren sayı. 9-Kas.- Birbirinin aynı olan.- Güneydoğu Asya’da esas olarak Myanmar’da yaşayan, mülteci olarak da Bangladeş ve Malezya’da da görülen ve dilleri Hint-Avrupa dil ailesine giren Sünni Müslüman bir halk. 10-Satranç oyununda taraflardan birinin yenilgisi.- Asıl konu, temel motif, ana konu. - Dervişler arasında kullanılan bir seslenme sözü.- İng. Lagrange multiplier kısaltması. 11-Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan kısımı. - Göğüs kafesini oluşturan, arkadan omurgaya, önden de göğüs kemiğine eklenen uzun, yassı ve eğri kemiklerden her biri, kaburga. - İrade zayıflığı. 12-Sığırlara yedirilmek için un ve kepekle hazırlanan yiyecek.- Bir kimsenin, başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti.- “Allah kabul etsin” anlamında, duaların arasında ve sonunda kullanılan bir söz. 13-İçinde yabancı bir öge bulunmayan, mutlak- Türk alfabesinin on yedinci harfinin adı, okunuşu.- Çoğunlukla yüzde oluşan kahverengi küçük benekler .- Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş ve kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük. 14-Güçlü bir biçimde patlama.- Boy, uzunluk karşıtı.- Bilgisayarda kullanılacak herhangi bir programı simgeleyen küçük resim. 15-Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşı durdurması.- Türk alfabesinin on beşinci harfinin adı, okunuşu. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1- Diploma, sertifika. - Odun, ağaç yarmakta kullanılan demir, ağaç kama. 2- Osman Gazi’nin kayınbabası ve hocası, Orhan Gazi’nin dedesi, Şeyh…..- Deniz, göl ve ırmakların kıyılarına yakın yerlerinde ağ ve kazıklarla oluşturulan balık avlama yeri. 3- Bir yana doğru eğik olan.- Hz. Muhammed

48

DERGiSi

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 (sas)’in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kaside. - Yunan alfabesinin birinci harfi. 4- Ekme işi.- Lübnan’ın uluslararası plaka işareti.- Kardeş eşlerinden her birinin ötekine göre adı. 5- Genellikle erkeklerin giydiği, önü siperli başlık.- Lantan elementinin simgesi. 6- Hahniyum elementinin simgesi.- Selenyum elementinin simgesi. - Bir konuda direnme, ayak direme, diretme, direnim. 7- Milimetre (kısaltma).- Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak birdenbire söyleyen ve keserek konuşan, keke, kekeç.Büyük, yetişkin, yaşlı, kart. 8- Avrupa (İngilizce).- Bir şeyin alt bölümü, zir, yukarı karşıtı. 9- Dakika (Kısaltma). -Meşe ağacının meyvesi, palamut.- Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Van Gölü’nün doğusunda lavların yığılmasıyla oluşmuş bir set gölüdür. 10- Sürüngenlerden, sıcak bölgelerin akarsularında yaşayan, kalın derili, uzun kuyruklu, iri bir hayvan. - Yaramaz, şımarık çocuk. 11- Ermiş kadın.- Hecelerin uzunluk ve kısalık değerlerine göre çeşitli ses kalıplarından oluşan bir koşuk ölçüsü. 12- Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı. - Hint Okyanusu’na kıyısı olan bir doğu Afrika ülkesidir. -Anadolu Ajansı (Kısaltma)

13- Yazım. - Yük altında güçlükle solumak. 14- Taneli veya un gibi toz durumunda olan şeyleri yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak için kullanılan, tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb.nden oluşan araç. - Kayaç yapıcı mineral grubu. 15- Pamuk, keten veya ipekten, seyrek dokunmuş delikli bir tür kumaş. - Ballıbabagillerden, yaprakları sapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, güzel kokulu, yaprakları baharat olarak kullanılan, çok yıllık ve otsu bir kültür bitkisi. ÖNCEKİ BULMACANIN CEVABI 1

2

3

4

5

6

7

8

9

10 11 12 13 14 15

1

H

A

S

A

N

E

L

B

E

N

2

A

Ğ

I

R

N

A

A

T

3

S

A

R

M

A

L

İ

M

A

D

E

N

A

D

E

M

İ

A

L

4

T

5

A

K

6

L

A

7

I

S

I

8

K

A

Ş

E

P

I

R

A

İ

L

9 10

A

11

R

A

K

12

A

L

B

13 K

A

M

14

A

C

15 N

A

E

K

Z

L

Ş

K

T

A İ

M

L

A

M

A

A

Z

T A

A

T

R

O R

A

S

U

N

A

K

E

N

İ

N

R N

A

A

S

A

M

A

A

U

M E

S

N

A

G

E

N

A

L

İ

N D S

E

E

İ

M

N

T

E

L

M

A

L O

K

R

A

L

I

M

U

M

Y

E R

O

V

A

E

İ

Y

S

U

A

M

N

M

A

L

S

Ü A

U

Z

C T

I

A

T

E

D

A

R

A

Y




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.