bıraktığın yerde bekler mi aşk - ön okuma

Page 1


Ophelia London Bıraktığın Yerde Bekler mi Aşk? Kitabın Özgün Adı: Playing at Love Nemesis Kitap / Roman Yayın No: 278 Yazan: Ophelia London Çeviren: Merve Altıparmak Yayına Hazırlayan: Hasret Parlak Düzelti: Pınar Şentürk Kapak Tasarım ve Uygulama: Başak Yaman Eroğlu ISBN: 978-605-9809-14-6 © Ophelia London © Nemesis Kitap Bu kitabın yayın hakları Nurcihan KesimTelif Hakları Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Sertifika No: 26707 1. Baskı / Ağustos 2015 Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Davutpaşa Cad. No: 123 Kat:1 Topkapı / İstanbul Tel: 0212 482 99 10 (pbx) Sertifika No: 16053 Yayımlayan: NEMESİS KİTAP Gürsel Mah. Alaybey Sk. No:10/2 Kağıthane / İstanbul Tel: 0212 222 10 66 - Faks: 0212 222 46 16 info@nemesiskitap.com / www.nemesiskitap.com


Ophelia London

Çeviren: Merve Altıparmak



Annem i癟in. Sen olmasan bu kitap da olmazd覺.



1. BÖLÜM



Bir eliyle kapı kolunu, diğer eliyle de yabanmersinli muffinini tutan Tess Johansson, öğretmenler odasının dışında bekliyordu. On dakika içinde öğretmenler toplantısı, iki saatten daha kısa bir süre içinde ise dersler başlayacaktı. Güneşli, huzurlu ve neredeyse mükemmel geçmiş olan yazın ardından okulun ilk günüydü. Psikoloji öğretmeni Alan Ball, yanından geçip odaya girerken, “Selam, Tess,” dedi. “Yaz nasıl geçti bakalım?” Adam çoktan içeri girmiş olmasına rağmen Tess, “Neredeyse mükemmel!” diye arkasından seslendi. Elindeki muffini ikiye böldü, küçük olan parçayı çöpe attı ve büyük parçayı ağzına tıkıştırırken kendi kendine, yarın normalden daha uzun bir koşuya çıkacağına dair söz verdi. “Harekete geç ya da kaybet, canım.” Tess birisinin sırtını dürttüğünü hissetti. Ağzındaki muffinle öksürmeye çalışırken arkasını döndü ve en yakın arkadaşı Mackenzie’yi gördü. Kısa boylu ve sevimli arkadaşı öğretmenden çok öğrencilerinden biri gibi duruyor, giymiş olduğu şık, siyah etekli resmî kıyafeti bile bunu değiştiremiyordu. “Yılın ilk resmî öğretmenler toplantısına hazır mısın?” diye sordu Mac. Bir yandan sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışırken, diğer yandan kapıyı işaret ediyordu. “Kesinlikle,” diyen Tess gülümsedi. “Sadece biraz daha

9


Ophelia London

fazla uyuyabilmiş olmayı dilerdim. Belki de akşam biraz daha erken uyurum. Tüm akşam üstü planlarım silinecek gibi duruyor.” “Tek başına yiyeceğin akşam yemeğinin ardından çiçeklerine iyi geceler öpücüğü vermek üzerine kurulu olan planlarından mı bahsediyorsun?” “Ha-ha.” Tess gözlerini devirdi. “Bunu hâlâ yalnız olan bir feministin söylüyor olması çok komik.” Mac’e kurnaz bir bakış attı. Tess arkadaşının söylediklerini saptırmak konusunda başarılı hale gelmişti; Mac’in yorumları genelde tam isabetle sonuçlanırdı. “Yalnız olmak kendi seçimim.” Mac daha sofistike ve on sekiz yaşından daha büyük görünmek için kullandığı siyah çerçeveli gözlüklerini taktı. “Erkekler iyi, hoş ama aralarından birinin beni mutlu etmesine ihtiyacım yok.” “Ben de öyle duydum.” Tess dudağını ısırdı ve başını çevirip çöp kutusuna bakarak muffinin diğer yarısını düşündü. Onda daha mı fazla limon kreması vardı sanki? “Ve?” Mac çenesini kaldırdı. “Bu ‘neredeyse mükemmel’ zırvalığı da nedir? Sen tüm yazı burada benimle geçirdin.” Mac yüzüne, Tess’in kahkaha atmasına neden olan masum bir yavru köpek bakışı kondurdu. “Neden tamamen mükemmel demiyorsun ki?” “Sözde yazın mükemmel geçmesi için beni sosyalleştirecektin. Sözünü tuttun mu?” “Sana tam olarak altı randevu ayarladım–” “Hepsi de ayrı birer felaketle sonuçlandı.” “Lafı gelmişken,” dedi Mac, diğerlerinin duymaması için arkadaşının kolundan tutup onu kenara çekerken. “Cumartesi günkü randevun nasıldı?”

10


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? En yakın arkadaşına bakan Tess gözlerini kıstı. Mac daha önce arasını yaptığı iki arkadaşı nişanlandı diye, Tess’in de onun aracılığıyla bir ilişkiye başlaması gerektiğini düşünüyordu. Tess elini uzun ve koyu renkli saçlarında gezdirdikten sonra alışkanlıkla saçlarının uçlarını kıvırdı. “Artık ciddi ciddi bu kasabada erkek kalmadığını düşünmeye başlayacağım.” “Ve sen de tam bir fıstıksın,” dedi Mac kalçasını hafifçe Tess’in kalçasına vurarak. “Ne yazık. Ama endişelenme. Önümüzdeki hafta otelde toplu tanışma günü var.” Sırıttı. “Seni de yazdırıyorum.” “Asla olmaz.” Tess elini kaldırdı. “Daha fazla ayarlanmış buluşma istemiyorum. Cumartesi günü olanlardan sonra asla.” “O kadar mı kötüydü?” Mac’in yüzündeki gülücük solmuştu. Tess acıklı bir şekilde güldü ve Mac’in omzunun üzerinden müdüriyet binasına ve ilerleyen kamyonete baktı. Fazladan uyumak ve yol üzerinde pastaneye uğramak yerine her zamanki günlük sporunu yapmış olsaydı güne daha hazırlıklı olurdu diye düşünüyordu. Tess hemen cevap vermeyince Mac kaşını kaldırdı. Tess binanın duvarına yaslandı ve yemeğe çıktığı kişinin o akşam nasıl sürekli kendinden bahsettiğini, Tess’e kendisiyle ilgili tek bir soru sormadığını ve restoranın vestiyer odasında onu taciz etme cüretinde bulunduğunu anlatmayı düşündü. “Daha sonra anlatırım,” dedi çantasının fermuarını düzelterek. “İkimiz de biraz daha kafein aldıktan sonra.” Saat altı buçuktu ve normalde Tess için erken bir saat ol-

11


Ophelia London

mamasına karşın, o gün çok erken olduğunu hissediyordu. Hava hâlâ sıcaktı ve bir gece önce biten yaz tatilini hatırlatarak onunla alay ediyor gibiydi. Mac öne doğru bir adım attı ve sabah güneşinin altında gözlerini kısarak Tess’in ardından ilerledi. “Randevun Jeff’leydi, değil mi?” diye sordu. “Ne yaptı?” Tess cevabını geciktirmek için dudaklarını büktü. Sorun tam olarak ne yaptığı değildi aslında. Tüm erkekler kendileri hakkında konuşurdu. Sorun daha çok Tess’in ne hissettiğiydi. Ya da hissetmediği. Adam yakışıklıydı ama ceketlerin arkasında oldukça samimi anlar yaşadıkları zaman bile arada hiçbir çekim, hiçbir kıvılcım yoktu. Arada bir kıvılcım olsaydı bile, Tess aralarında duygusal olarak hiçbir ilerleme kaydedilemeyeceğinden emindi. Ne kadar denerse denesin, romantik ilişkiler onun için hiçbir zaman yolunda gitmemişti. Her şey ilk kez on beş yaşında terk edilmesiyle başlamış ve sonra da henüz hoşlanmaya başladığı Sam’in daha iki hafta önce durup dururken onu ortada bırakmasıyla devam etmişti. Güven. Tess bu duyguyu kaybettiğinde, kendini tekrar ortaya atıp başka bir kalp kırıklığı riskini almaya olan cesaretini kaybetmişti. “Hiç. Hiçbir şey,” dedi nihayet. Kendi içinde kendi kendisine acıma partisi vermemeye kararlıydı. “Sadece... biliyorsun işte.” “En azından Mike’dan iyiydi,” dedi Mac sırıtarak. Tess de ona gülerek karşılık verdi. “O tam bir hayal kırıklığıydı.” Erkenci bir grup öğrenci yanlarından geçip giderken Tess sesini alçalttı. “Kendisi için aldığı yeni kolyeyi tekrar tekrar anlatıp durduğuna inanamıyorum.”

12


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? “Evet. Muhtemelen dünyanın en erkeksi şeyi değil,” diyen Mac lafı daha fazla uzatmadı. Tess, Mac’i tanıyordu ve arkadaşının daha fazla konuşmamasının bir nedeni olduğunun farkındaydı. “Ne?” diye sordu. Mac bilekliğiyle oynamaya başladı. “Sadece düşünüyordum da... Belki de sen, şey, biraz fazla seçicisindir.” Tess ağzını bir karış açtı. Şaşkınlıkla, “Seçici mi?” diye tekrar etti. “Bir erkeğin kolye takmasını dert edecek değilim ama Tanrı aşkına, bari şuna zincir deseydi.” “Mükemmel erkeği bekleyip duruyorsun,” dedi Mac onun koluna dokunarak. “Ama öyle bir erkek yok, tatlım.” Tess arkadaşını tatmin etmek için sadece başını sallamakla yetindi, çünkü buna pek katılmıyordu. Mükemmel erkeği değil, kendisi için mükemmel olan erkeği arıyordu. Tüm kalbiyle sevip güvenebileceği birisini. Ve onun dışarıda bir yerde olduğunu biliyordu. Bir defasında onu görmüştü bile. Ama bu milyonlarca yıl önceydi. O zamanlar kimse ona ilk sevdiği erkeğin aynı zamanda kalbini paramparça eden ilk erkek de olacağını söylememişti. “Affedersin,” dedi Mackenzie, Tess’i o ana geri döndürerek. “Sorun değil.” Tess gülümsedi ve kendi kendisine dışarıdaki her erkeğin ilk seferki gibi onu incitmek için beklemediğini hatırlattı. “Sen denedin.” “Daha fazla deneyeceğim. Alabama’daki kuzenim beni ziyarete geliyor.” “Dişleri olmayan mı?” Mac dalgın bir şekilde dudağını ısırdı. “Saçları güzeldir ama.”

13


Ophelia London

İkisi de güldü. “Almayayım, teşekkürler,” dedi Tess. “Erkeklere ayıracak vaktim yok zaten. Çok meşgul bir yıl olacak. Koroyu British Columbia’daki Fiestaval’e götüreceğim. Çok büyük olay olacak.” Etkilenmiş görünen Mac kaşlarını kaldırdı. “Walker öylesine büyük bir seyahat için tüm koroya finansman sağlamaya onay verdi mi?” “Henüz değil,” dedi Tess müdürün bu kararı vereceğini düşünüp heyecanlanarak. “Ama verecek. Bu yıl için büyük planlarım var ve ülkede çok iyi sıralamalara girdiğimize göre bize hayır demeyecektir. Şansımız açık.” “Senin koron bu okulun sanat programının bel kemiği,” dedi Mac sandaletinin şeritlerini düzeltmek için eğilirken. “Sınırsız harcama yetkisini alacağından eminim. Git yakala onları, dişi aslanım!” Zihni müziğe dair süslü püslü birçok fikirle dolarken Tess gülümsedi. “Öyle yapacağım.” “Şuraya bak.” Mac öğretmenler odasının önünde durmuş onlara gelmelerini işaret eden Müdür Walker’ı gösterdi. “Hadi gidelim de şeytani gençlik üzerimize gelmeden odaya girelim.” Tess kocaman sırıttı ve, “Tatlılarım onlar benim,” dedi. Eğitim verdikleri sevimli canavarlar konusunda sık sık şakalaşırlardı. Tess işini seviyordu. Yedi yıldır Franklin Lisesi’nin koro öğretmeni, üç yıldır müzik bölümünün başkanıydı ve öğrencilerini gerçekten çok seviyor, her başarılarında onlar kadar mutlu oluyordu. Başka bir kariyer seçmiş olmayı düşünemiyordu bile. Ayrıca müziğin iyileştirici bir etkisi olduğuna, çocukların öğrenmesine ve uyum sağlamasına yardımcı olduğuna inanıyordu. Ken-

14


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? di benzersiz yöntemiyle dünyayı daha iyi bir hale getiren önemli bir iş yaptığının farkındaydı. Müzik de öğretmek de kanında olan şeylerdi. Annesi kasabanın operasında çalışmış, babası da Franklin Lisesi’nde yirmi beş sene boyunca fen bilgisi öğretmenliği yapmıştı. Artık ikisi de emekliydi fakat Tess her konuda onların tavsiyelerine sarılırdı... tabii aşk hayatı hariç. Ebeveynleri ve abisi Charlie onu erkek arkadaşlarının önünde rezil etmekte oldukça uzmanlardı. Tess ikinci sıranın sonunda, Mac’in yanındaki sandalyeye oturdu ve “Breaking Up Is Hard To Do” parçasının yazılı olduğu kâğıtlarla dolu olan ağır çantasını yere bıraktı. Öğrencilerine bu dönem öğretmek istediği şarkı buydu. Değişik ama ekim ayındaki davetli turnuvada ve ondan sonraki ay da bölgesel turnuvada bulunacak jürilere göre güvenli bir şarkıydı. Ondan sonra da Fiestaval geliyordu. Oturduğu zaman bacak bacak üstüne attı ve bu da yeni gri eteğinin yırtmacının açılmasına ve çok fazla bacak dekoltesi vermesine neden oldu. Tess eteğini hızlıca topladı ve bunun işe gelirken giyilecek en iyi kıyafet olmadığını zihnine not etti. Dersini almıştı. Joe Walker odanın karşısında durmuş, kürsünün üzerindeki kâğıtları karıştırıp konuşurken Tess onu dikkatle dinlemiyordu. Saatinin kemeriyle oynayıp duruyordu ki kilidi bir anda açılarak yere düştü. Çıkan ses, herkesin dönüp Tess’e bakmasına neden oldu. Tess yalnızca ağzını oynatarak, “Affedersiniz,” dedi. Saati almak için öne eğildiğinde bir kişinin hâlâ ona bakmakta olduğunu fark etti. Yeni öğretmenlerden biri olma-

15


Ophelia London

lı, diye düşündü. Vay canına, adam resmen göz kamaştırıyordu. Koyu renk dalgalı saçları, güzel bir çene yapısı vardı ve bir Amerikan futbolu oyuncusu gibi yapılıydı. En azından arada on sandalyelik mesafe varken bile öyle görünüyordu. Tess saatini aldıktan sonra tekrar o tarafa baktı. Adam hâlâ ona bakıyordu ve bakışları buluştuğunda da çekici bir şekilde hafifçe sırıttı. Tess kendisine rağmen onun gülücüğüne karşılık verdiğinde ise midesinin takla attığını hissetti. Kıvılcım mı diyordum ben... O gece vestiyer odasında yanımda bu olsaydı keşke. Bir anda ondan etkilenmiş olmasına rağmen bu durumdan hoşnuttu ama bir yandan da bunu garip buluyordu. Bir dakika. Onu tanıyor muydu? Tanışmışlar mıydı? Ah kahretsin, yaz başlarında birlikte dışarı çıktığı adamlardan birisi değildi, değil mi? Adamların yüzleri bir anda birbirine girmeye başladı. Bu adamın yüzünü net olarak çıkaramasa da onunla daha önce tanışmış olduğunu biliyordu. Bir yerlerde tanışmış olmalıydı. Tess ona bir daha baktı ve adam elini hafifçe kaldırarak ciddi ciddi ancak zarif bir şekilde el salladı. Tess sandalyesine yaslanırken yanaklarının birazcık kızaracağını biliyordu ve o an hafifçe gerildiğini de hissetti. Belki de adam gerçekten yazın görüştüklerinden biriydi. Gerçekten bu kadar unutkan birisi mi olmuştu? Ve dün gece e-posta adresine gelen öğretmen nöbet listesine bakma zahmetine neden katlanmamıştı acaba? Böylece adamın adını hatırlayabilirdi. Tess gülümsedi ve adamın yeni cinsellik eğitimi öğretmeni olduğunu hayal ederek kucağına baktı. Eğer böylesine yakışıklı bir adam hor-

16


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? monları zirveye çıkmış olan bir grup kız öğrenciye ders verecek olursa, işi zor olacak demekti. Herkes müdürü dinlerken, Tess bir eliyle saçıyla oynuyor ve ilgisiz bir şekilde sıranın sonuna bakıyordu. Artık adamın yalnızca sağ bacağını görebiliyordu. Haki bir pantolon giyiyordu ki bu, okulun ilk günü için oldukça spor bir kıyafetti. Çoğu öğretmen yılın başında iyi bir izlenim bırakmaya çalışırdı. Tess adamın pantolonun üstüne ne giydiğine sinsice bakmak için eğilecek oldu ki tam o anda adam ayağa kalktı. Tess onun neden bunu yaptığını merak ederek nefesini tuttu. Tess’in ona baktığını fark etmiş ve daha iyi bakabilsin diye ayağa mı kalkmıştı? Tess o anda Walker’ın o adamla konuştuğunu ya da onunla ilgili bir şeyler söylemekte olduğunu fark etti. Onu fakülte üyelerine tanıtıyordu. Walker katı sesiyle, “Okulumuzun yeni futbol koçuyla tanışın,” dedi. A-ha! Haklıydım işte. Tess içten içe kendini tebrik etti. Büyük ihtimalle bir zamanlar oyun kurucuydu. Ama nerede? Neden bu kadar tanıdık geliyordu? “Üyelerimiz arasına son anda eklenen birisi olarak aramızda bulunmasından mutluluk duyuyoruz,” dedi Walker. “Son çalıştığı okulda yardımcı koçtu ve takım eyalet turnuvalarına kadar yükseldi.” Diğer öğretmenler mırıldanarak takdirlerini dile getiriyordu. Tess, temmuz ortasında, antrenmanların başlamasından hemen önce ortaya atılan futbol koçuyla ilgili hayal meyal bir şeyler hatırladı ama spor programını o kadar sıkı takip etmiyordu. Yine de o anda gözlerini odanın kar-

17


Ophelia London

şısındaki adamdan alamadığını göz önünde bulundurarak, artık koro çalışmaları bittikten sonra salondan ayrılmayıp futbol maçlarına katılabileceğini düşündü. “Lütfen,” dedi Walker, “benimle birlikte Jack Marshall’a aramıza hoş geldin deyin.” Herkes koçu alkışlarken, onun ismini duyan Tess’in yüzünün rengi atmıştı. “Sence de çok yakışıklı değil mi?” dedi Mac dirseğiyle Tess’i dürterken. “Ellerine bir baksana, kocamanlar. Tess, neden bluzunun eteklerini çekiştiriyorsun?” “Ben...” Tess cümlesini nasıl bitireceğini bilmiyordu. On beş yaşındayken yaz tatilinde tanışmış olduğu çocuğa, Jack Marshall’a bakmakla meşguldü. Ona ilk gerçek öpücüğünü veren çocuğa. Ağustos’un son gecesi onunla buluşacağına söz veren ama buluşmaya gelmeyip ortadan kaybolan çocuğa. Jack Marshall’a: Tess’in kalbini kıran ilk erkeğe…

Yüzünde karışık bir ifade vardı. Ona gerçekten de öfkeli gibi görünüyordu. Ama neden? Daha iki dakika önce Walker onu ayağa kaldırana kadar aralarında bir kıvılcım parıldamamış mıydı? Onun bakışlarını yakalayıp ona gülümsemişti, bu her zaman işine yarardı ki onun üstünde de işe yaramış gibi görünüyordu; ne de olsa gülümsemesine karşılık vermişti. Ardından kadına el sallamıştı. Hem de tam bir ahmak gibi. Jack onu odaya girer girmez fark etmişti. Minyatür bir Barbie bebek gibi duran kısa boylu diğer öğretmenin ya-

18


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? nında oturuyordu. Jack hiçbir zaman Barbie bebek tiplilere ilgi duymamıştı. Kadınının gerçek ve kıvrımlı olmasını isterdi. Barbie’nin yanında oturan koyu renk saçlı kadın her kimse, o küçük düğme burnuna kadar tam olarak Jack’in tipiydi. Kadın Jack’den birkaç sandalye öteye oturunca, Jack daha o anda kalkıp oraya gidecek olmuştu fakat müdür de tam o anda içeri girmişti. Jack bir süre onu izlemiş ve kadının da ona doğru bakmasını beklemişti. Kadın bacak bacak üstüne atınca eteğinin ön kısmı açılmış ve bariz bacak dekoltesi ortaya çıkmıştı. Walker tanıştırma faslını bitirmiş ve program hakkında konuşmaya başlamıştı ama Jack’in konsantre olabildiği tek şey odada koyu saçlı kadının oturmakta olduğu noktaydı. Gidip onunla konuşmak istiyordu ama burası bir bar olmadığı gibi Jack de tam olarak gidip kendisine bir kadın seçecek pozisyonda değildi. Yumruklarını sıkarken yüksek sesle küfretmek istediğini fark etti ama küfürlü konuşmayı azaltmak konusunda kendisine verdiği sözü hatırlayarak durdu. Özellikle de sahadayken küfür etmemesi gerekiyordu. Bugünün gençleri kelime haznelerini geliştirmeye çalışırken koçlarının her cümlesinde küfür bulunması onlar için çok da güzel bir örnek oluşturmayacaktı. Jack tüm çabalarına rağmen kendini yeniden o kadına bakmaktan alamadı. Fakat kadın sanki tam o anda başını çevirmiş gibiydi. Jack onun yüzünü tekrar tam olarak görebilmek için can atıyordu. Yine bacak bacak üstüne atmış olan kadın üstte kalan ayağını bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Jack ona dik dik bakmakta olduğunun farkın-

19


Ophelia London

daydı ama kendine engel olamıyordu. Kadının bacakları onu hipnotize ediyordu. Jack etrafındaki diğer öğretmenlerin meraklı bir şekilde mırıldandığını fark etti ve onlara baktı. Ne kaçırdığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Joe Walker hiçbir şey söylemiyordu. Orada durmuş ve gergin bir tavırla saçını düzeltiyordu. Jack, Walker’ın yüzünde de gergin bir ifade olduğunu fark etti. “Dün akşam bir oylama yapıldı,” dedi Walker uzun bir sessizliğin ardından. “Garcia artık başmüfettişimiz olmayacak.” “Geç bile kalındı,” dedi Jack’in yanındaki adam onu dirseğiyle dürterken. Jack onunla toplantıdan hemen önce tanışmıştı. Adamın adı Delgado’ydu ve tarih öğretmeniydi. “Herkes adamın yıllardır fazladan para harcadığının farkındaydı,” diye devam etti çenesini kaldırarak. Jack yeni okulundaki görevliler hakkında pek bir şey bilmiyordu ve bu yüzden hiçbir fikri yoktu. Walker konuşmasına devam etti. “Kurul bütçede çok büyük sorunlara rastladı.” Jack gözlerini, “Ben size demiştim, adamım,” dercesine bir yüz ifadesi takınan Delgado’ya çevirdi. “Bunun haksızlık olduğunu biliyorum,” dedi Walker elini tekrar saçına götürerek, “ama kurul hızlıca toparlanmak istiyor. Ve ekonominin günümüzdeki durumuna bakacak olursak, bazı kısıtlamalar ve fedakârlıklar yapmamız gerekecek.” Jack bir anda Walker’a döndü. Kısıtlamalar mı? Ne fedakârlığı? Jack altı hafta önce işe alındığında ona kimse bu kısıtlamalardan bahsetmemişti.

20


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? Etraftaki mırıldanmalar daha sesli ve daha telaşlı bir hal almaya başlamıştı. Jack gözlerini Walker’dan ayırmadı. “Rakamlara baktık,” diye ekledi Walker, “ve önümüzdeki yıl birçok çalışanımızı işten çıkarmamak için başvurabileceğimiz tek yolun bütçe kısıtlamaları olduğunu gördük. Ne yazık ki yakın zamanda zor bir karar vermemiz gerekecek.” Walker gözlüklerini düzeltti ama gerekenden çok daha uzun bir süre sessiz kaldı ve bu da Jack’in koltuğunda öne doğru eğilmesine neden oldu. “Sonuç olarak,” dedi Walker, “müfredat dışı olan programlardan bir tanesini kısıtlamaya karar verdik. Dün gece seçeneklerimizi ikiye kadar indirmeyi başardık.” Jack, daha Walker konuşmadan kafasının içinde onun sesin duydu. “Futbol...” Öfkesinin alevlendiğini hissetti. Elinde beş iş teklifi vardı ve okulların diğer hiçbiri bütçe sıkıntısı yaşamıyordu. Etik duruşu ve atletik gelenekleri nedeniyle aralarından bu okulu seçmişti. Futbol takımının son yıllarda çöküşte olduğu doğruydu fakat Jack’in işe alınma nedeni de zaten buydu. Başarılı bir koç olarak görülmüştü ve sağlam bir takım kuracağına dair söz vermişti. Bunun yanında, Jack’in bu işe ihtiyacı vardı. Hem de çok. Chicago’daki evi henüz satılmamıştı ve iki evin birden borcunu ödemesi gerekiyordu. Bir lise öğretmeninin maaşını düşününce bu oldukça zor bir durumdu. Bir de Jenna’nın buraya yakın bir yerde yaşaması gibi çok büyük bir etken vardı. Bu okulu seçmesinin gerçek nedeni kızıydı. Ve birkaç ay içindeki velayet davası göz önüne

21


Ophelia London

alındığında, işsiz kalmak gibi bir seçeneği yoktu. Olamazdı. Ve şimdi de futbol takımı kısıtlanacak mıydı yani? Lanet olsun. Jack bir anda ayağa kalkmıştı. “Futbol takımını kaybedebileceğimizi mi söylüyorsunuz yani? Tüm koç grubum bir anda öylece sokakta kalabilir yani, öyle mi?” “Bunu henüz bilmiyoruz, Koç Marshall,” dedi Walker. Jack patronunun ilk kez dimdik durduğunu gördü. Muhtemelen işler iyice çığırından çıkmadan odayı kontrol altına almak istiyordu. “Adil olmak istiyoruz,” diye ekledi Walker. “Adil mi?” Jack kendini bunu tekrarlamaktan alıkoyamamıştı. Öfkesini kontrol altına almaya çalışıyordu. Fakültenin en yeni üyesiydi ve herkesi kışkırtan kişi konumuna düşmek istemiyordu. Ama bahsettikleri şey geçimini sağladığı işti. Geleceğiydi. Delgado ayağa kalktı. “Evet. Adil mi?” diye tekrarladı. Jack adamın aynı zamanda izcilik grubunu ya da voleybol takımını çalıştırıp çalıştırmadığını merak etti. Yanında ona destek çıkacak birileri olduğu sürece bu pek de umurunda değildi. “Evet, adil,” dedi Walker kâğıt yığınını masaya bırakıp kollarını göğsünde birleştirerek. “Yönetim kurulu kararını verdi ve ben de onları destekliyorum. Büyük programlardan biri giderse diğerlerinin düzeleceğini biliyoruz.” Jack bu mantığı kabullenerek başını salladı. Kendisi ne de olsa bir muhasebeci değil, bir koçtu. “Tamam,” diyerek teslim oldu. “Peki, futbol dışında başka hangi program kapatılabilir?”

22


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? “Koro.” Jack odadaki mırıldanmaların daha yüksek bir sesle geri döndüğünü fark etti. Fakat tek yapabildiği şey, başını iki yana sallamaktı. Buna inanamıyordu. Koro mu? Şaka gibiydi. “Fakat kurul hangi programın kesileceğine karar vermedi,” dedi Walker kalabalığı susturmak için. “Bu bize kalmış.” Jack kahkahasına engel olamadı. “Burası Ortabatı.” Etrafındaki diğer öğretmenlerin de ona katılmasına istercesine onlara baktı. “Futbol burada her zaman başta gelir.” “Evet, doğru söylüyorsun, Koç,” dedi Delgado. Ardından bu cümle birkaç defa daha tekrar edildi. Etraftakilerin onayını da alınca cesareti yerine gelen Jack konuşmasına devam etti. “Bu okulun futbol sahasında sahip olduğu mirası bir şarkı kulübüyle ciddi ciddi kıyaslıyor musunuz?” “Şarkı kulübü mü?” Jack yeni sesi duyduğunda, başını sıranın sonunda bulunan kadına, daha dakikalar önce dik dik baktığı kadına doğru çevirdi. Kadın ayağa kalkmıştı. “Bu okulun korosu yıllar boyunca ülke çapında festivallere katıldı,” dedi. “Ve kazandı. Miras olan biziz.” Jack, ellerini kıvrımlı kalçalarına yerleştirmiş olan kadının, odanın karşısından ona öfkeyle bakan gözlerine bakarken ne diyeceğini bilemedi. İlk konuşmalarının bu şekilde gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti. “Ve eğer sanat bölümü olarak öylece oturup birkaç tane spor meraklısının fonumuza el koymasına izin vere-

23


Ophelia London

ceğimizi düşünüyorsanız,” dedi parmağını Jack’e doğrultarak, “bir daha düşünün.” “Konuş be, Tess.” Jack sarışın öğretmenin dediğini duymuştu. Walker ellerini kaldırdı. “Düşüncelerinizi belirttiğiniz için teşekkürler, Bayan Johansson.” Jack bir anda başını çevirdi. Bir hayalete bakar gibi bakıyordu. Geçen yaz aldıkları şampiyonluğun ardından Franklin Lisesi onunla iletişime geçtiğinde kasabanın ismi ona direkt bazı çağrışımlar yapmıştı. Beyninin içinde alarmlar duymasını sağlayacak kadar güçlü çağrışımlar. İkinci sınıfın yazını beraber geçirdiği esmer, neşeli ve mükemmel kız Tess Johansson’ın bir zamanlar bu kasabada yaşadığını biliyordu. Ardından, beraber geçirdikleri o mükemmel zamandan sonra, her iki ailenin de evine geri dönmesinden önceki gece, korkunç bir hata yapmıştı. Bunca yıl sonra bile hâlâ suçlu hissetmesine neden olan bir hata. Milyon yıl geçse Tess’in hâlâ burada yaşıyor olacağını ve bir zamanlar öğrencisi olduğu okulda çalışacağını tahmin edemezdi. İki saniyesini ayırıp dün gece eline geçen öğretmen listesine bir bakmadığı için kendi kendine küfür etti. O zaman en azından hazırlanmış olurdu, en azından ona ne söyleyeceğini bilirdi. Fakat daha Jack bir şey söyleyemeden, neredeyse on öğretmen daha ayağa kalkmış sesini duyurmaya çalışıyordu. Onar onar ayağa kalkıyorlardı. Kısa bir süre sonra tüm odayı bir gürültü kaplamıştı. Herkesin bir taraf tuttuğunu görmek çok uzun sürmedi. “Bir dakika. Bir dakika!” Walker gürültüye galip gel-

24


Bıraktığın Yerde Bekler mi ASK? meye çalışıyordu. “Bugün hiçbir şey kararlaştırılmıyor. Oturun.” Kontrolü eline alan Walker herkes susana kadar konuşmadı. Hâlâ şokta olan Jack başını Walker’a çevirdi. “Hangi programın kaldırılıp hangisinin devam edeceğine karar vermemiz için bize bir dönemlik zaman vereceklerine dair yönetim kurulundan söz aldım,” dedi Walker. “Onlar da bunun, değerinizi ispatlamanız için yeterli bir zaman olduğunu düşündüler.” Walker gözlüklerini çıkardı. “O zamana kadar ne yapmanız gerekiyorsa yapın.” Walker kürsüden uzaklaştığında odaya tekrar gürültü hakim oldu. Jack içgüdüsel olarak başını Tess’e çevirdi ve onun da kendisine baktığını gördü. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu ve o büyük, mavi gözlerinde kınayıcı bakışlar vardı. Onu ergenlik yıllarından beri görmemişti ama biraz daha dikkatli bakmış olsaydı onu tanıyabilirdi. Şimdi daha güzel görünüyordu tabii. Ne de olsa artık bir kadındı. Uzun boylu, stil sahibi ve kıvrımlı bir kadın. Ama uçları kıvırcık olan o uzun, kahverengi saçları ve dudakları hâlâ aynıydı. On beş yıl önce vurulduğu o dudaklar bugün ahududu rengine bürünmüştü. “Koç,” dedi Walker, Jack’in yanından geçerken. “Ofisime gel.” Ardından Tess’e işaret etti. “Siz de. Şimdi.”

25


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.