Yıl: 4 Sayı: 40 Mayıs - Haziran 2018
Ölümünün 32. Yılında Haldun TANER ve
Edebiyatımızda
İÇİNDEKİLER Editörden Havadis
1
DOSYA: HALDUN TANER VE EDEBİYATIMIZDA TİYATRO Tuğçe Erkol – “Bütün Dünya Bir Sahnedir”
5
Ayşe Bengisu Akdağ – Realist Bir İsyanın Romantik Tiyatrosu: Şair Evlenmesi
9
Beyza Özkan – Dünya Sahnesinde İki Haldun: Haldun Taner ve Haldun Dormen
11
Işık Selin Orhuntaş – Eşeğin Gölgesi Üzerine
15
Mehmet Altınova – Zaman İnsanı Çıldırtır: Haldun Taner’in “On İkiye Bir Var” Adlı Öyküsü Üzerine
17
Ayşe Bengisu Akdağ – Tiyatroya Tanpınar’ca Bir Bakış
19
Sultan Demir – “Benim İçin Tiyatro”: Güngör Dilmen
21
Bunu da Oku
23
Tuğçe Erkol – Tiyatrodan Sinemaya
25
Mehmet Altınova – Reşat Nuri’nin “Balıkesir Muhasebecisi”, Necip Fazıl’ın “Para”sı Sevcan Özbek – Oyun: Mahallenin Medar-ı İftiharı
27 31
Eda Yaman – Şiir / Güvercin
35
Önder Öztürk – Şiir / Yitik Türkü
36
Mehmet Altınova – İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi II. Öğrenci Kongresi Üzerine
37
Sevcan Özbek – Şiir / Sarıl
40
ARKA KAPAK
41
Sırdem Kemiksiz – Sosyal Sorumluluk: “Bir Patililer Hikayesi”
43
Önder Öztürk – Şiir / İlk Şiir
45
Mehmet Akın – Şiir / Dostlar
46
Yahya Kemal’den Şiir
47
Aybige Akdağ – Fotoğraf
48
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İçindekiler
incir çekirdeği
Genel Yayın Yönetmeni
Sırdem KEMİKSİZ
Ayşe Bengisu Akdağ
Yazı İşleri Müdürü
Yazı İşleri Ekibi Sırdem Kemiksiz Sultan Demir Kübra Tarakçı
Editör Ekibi Mehmet Altınova Işık Selin Orhuntaş Tuğçe Erkol
Yazarlar Beyza Özkan Busenur Aslan Cengiz Güler Hasan Sayyaf Khan Hilal Akarslan Muhammed Münzevî Muharrem Kaplan Önder Öztürk Pınar Çaylak Sema Keser Sevcan Özbek Süleyman Erkut Uğur Kaya
Tasarım Ayşe Bengisu Akdağ
İletişim incircekirdegidergisi.weebly.com incircekirdegidergisi@gmail.com facebook.com/incircekirdegidergisi twitter.com/IncirCekirdegiD instagram.com/incircekirdegi_dergisi/
Merhaba sevgili okur, Tiyatronun tüm samimiyetini ve nostaljisini hissedeceğiniz güzel bir sayı ile karşınızda olmaktan mutluluk duyarız. Gerek milletimizin kendi canından kopmuş tuluatlara dayalı Geleneksel Türk Tiyatrosu olsun gerek Batı’nın soylu klasisizminden doğmuş Modern Türk Tiyatrosu olsun muhteşem bir emeğin ve aşkın ürünü olarak yıllardır karşımızda durmaktadır. Kuşkusuz Namık Kemal “Tiyatro eğlencedir fakat eğlencelerin en faydalısıdır.” derken onun toplumlar üzerindeki eğitici etkisine değinmek istemiştir. Bizler hem mesleğimiz hem de dünya görüşümüz gereği tiyatroya oldukça değer veren sadık izleyiciler olarak bu sayımızda ona yer vermek istedik. Bu sanat dalına dair ilginizi çekecek en ufak nokta bizi sonsuz derecede mutlu edecektir. Şimdi dilerseniz sizleri neler bekliyor bir göz atalım: Hepinizin aşina olduğu iki dev isim Haldun Taner ve Haldun Dormen’in tiyatroculuğunu Beyza Özkan kaleme aldı. Yine Modern Türk Tiyatrosunun duayeni Haldun Taner’i Işık Selin Orhuntaş ve Mehmet Altınova farklı bakış açılarıyla değerlendirdiler. Absürt tiyatronun öncüsü Güngör Dilmen’i ise Sultan Demir biyografik açıdan ele aldı. Ve tabi ki edebiyatımızın mihenk taşı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da her türde olduğu gibi tiyatro hakkındaki görüşleri vardı. Onun bu yönünü Ayşe Bengisu Akdağ kaleme aldı. Tiyatro ile sinema arasındaki yer yer hoş bir rekabete de dönüşen ilişkiyi de Tuğçe Erkol bizlere anlattı. Edebiyat ve tiyatro ilişkisi bu başlıklarla sınırlı kalamaz elbette. Şunu da belirtmek isterim ki, Necip Fazıl ve Reis Bey, Shakespeare gibi tiyatroyla ilgili önemli konular daha önceden dergimizde yazıldığı için bu isimlere tekrar yer vermedik. Dosyamızın yanında pek çok şiir, deneme hikayelerimiz ve bendenizin sosyal sorumluluk olarak yürüttüğü “Bir Patililer Hikayesi” okunmak için heyecanla sizleri bekliyor. Sevgiyle kalın…
havâdis Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürü Mustafa Kurt, Refik Ahmet Sevengil Tiyatro Kütüphanesi'ndeki ödül töreninde yaptığı konuşmada, Türk tiyatrosunun ancak kendi yazarlarıyla gelişebileceğini, büyüyebileceğini söyledi. Türkiye'de 2013-2014 sezonunda yüzde 68 olan yerli yazar oranının, bu sezon yüzde 48 civarında olduğunu belirten Kurt, bu oranın, her yıl en az yüzde 70 olması gerektiğini vurguladı. Türk tiyatrosunun repertuarına bakıldığında çeviri oyunları sayısının oldukça fazla olduğunu aktaran Kurt, "Dünyanın kabul ettiği klasikleri oynayalım ama en önemli şey yerli yazarlarımızın gelişmesi. Türk tiyatrosu öz evlatlarımızla gelişmeli. Repertuarımızda dünyanın her türlü yazarının eserleri var ama bizim yazarlarımızın eserleri dünya tiyatrosunda oynamıyor. Türk tiyatrosunun yazarları da Türkiye'yi dünyada temsil edebilsin istiyoruz." diye konuştu.
EN ÜNLÜ İLYADA PAPİRÜSÜ ARTIK DİJİTAL ORTAMDA Troya savaşını anlatan ve Batı kanonunun kurucu metinlerinden olan İlyada destanının şimdiye dek en iyi muhafaza edilen papirüslerinden biri British Library’de yer alıyor. 24 papirüs halinde yazılan İlyada’nın son kitabı olarak kabul edilen bu muazzam yapıt yaklaşık 2,3 metre uzunluğa sahip. Antik Mısır kültürü uzmanı ve kâşif William John Bankes tarafından 1821 yılında satın alınan eser, o günden bu yana “Bankes Homer” adıyla anılıyor. İyi muhafaza edilen bu boyuttaki bir papirüse nadiren rastlanması, Bankes Homer’ı daha da önemli kılıyor.
SULTANBEYLİ'DE "EDEBİYAT KIRAATHANESİ" AÇILDI Sultanbeyli'deki Aydos Edebiyat Kıraathanesi, törenle hizmete açıldı. İstanbul Valisi Vasip Şahin, eğitimin bir süreç olduğunu, doğumdan başladığını ve ölüme kadar devam ettiğini belirterek, "İşte o eğitimin en önemli parçalarından birisinin kitap okuma evleri, edebiyat kıraathaneleri olduğunu bildirdi.
DEVLET TİYATROLARI YERLİ YAZARLARI ÖDÜLLENDİRDİ Devlet Tiyatroları sahnelerinde, 2014-2015 sezonundan itibaren ilk defa oyunu oynanmış yerli yazarlara, sahnelenmiş ilk özgün eserleri için ödeme yapıldı.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Havâdis
1
YAZAR FATMA AYDEMİR'E EDEBİYAT ÖDÜLÜ Türkiye kökenli Alman yazar Fatma Aydemir'e Fransız-Alman ortak edebiyat ödülü verildi. Aydemir ödülü Fransız yazar Michel Jullin ile paylaştı. Franz-Hessel ödülü komşu ülkede tanınmayan ve eserleri yabancı dillere çevrilmemiş olan yazarlara veriliyor. Almanya Hükümeti bu ödülün aynı zamanda Fransa ile Almanya arasındaki edebi ve entelektüel diyaloğu canlandırmak ve derinleştirmek amacıyla verildiğini duyurdu. Geçen yıl Aydemir "Ellbogen" (dirsek) adlı ilk romanını, Jullien ise "Denise au Ventoux" adlı eserini yayımlamıştı.
kendi ‘ol’ yolculuğunu anlatıyor. Ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu açıklamıyor; ancak kitapta anlattıkları kendi hayatından ve yazarlık serüveninden izler taşıyor. Hikâyenin İstanbul durağı ise merak uyandırıcı.
İNCİ ARAL’A YENİ ÖDÜL Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden İnci Aral Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen 7.Sarıyer Edebiyat Günleri kapsamında verilen Beyaz Martı Onur Ödülü’nün sahibi oldu. Aral ödülünü, Kireçburnu Haydar Aliyev Parkı’nda gerçekleştirilen törenle Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç’in elinden aldı. Eserlerinde genellikle kadın-erkek ilişkileri, sevgi, kadının kimliği, bağlılık ve özgürlük gibi insanlık hallerine ve sorunlarına odaklanan İnci Aral, Sarıyer Edebiyat Günleri ile özdeşleşen “Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü”nün bu yılki sahibi oldu.
‘TOMBİ’ KİTAP KAHRAMANI OLDU İzmir’in Bayraklı ilçesindeki Ticaret Borsası İlkokulu 3-C sınıfı öğrencileri tarafından sınıfta bakılan, bir velinin endişesi üzerine geçen şubatta okuldan uzaklaştırılan ve sosyal medyadaki paylaşımların ardından, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün devreye girmesiyle yeniden okula dönen kedi Tombi, öğretmen Özlem Pınar İvaşçu'nun hazırladığı kitap serisinde sınıf arkadaşlarıyla maceradan maceraya koşuyor. Çocukları hem eğlendirmeyi hem de onlara yeni bilgiler edindirmeyi amaçlayan seride, Tombi ve sınıf arkadaşları, Türkiye'nin çeşitli yörelerini geziyor.
PAULO COELHO’DAN YENİ KİTAP: HİPPİ Paulo Coelho'nun kendi yaşamöyküsüne belki de en yakın eseri Hippi beş ayrı kapakla okuyucularla buluşuyor. Hippi, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan barışçıl bir neslin arayış ve dönüşüm öyküsü. Paulo Coelho yeni kitabı ‘Hippi’de
2
Haldun TANER ve
Edebiyatımızda
3
Tiyatro
4
“Bütün Dünya Bir Sahnedir” Tuğçe ERKOL Tiyatronun kökeninde Tanrılar için düzenlenen ritüeller yani ilkel insanların mitolojik yaratıklarla iletişim kurmaya çalışması yatar. Bu ritüellerin gelenekselleşmesiyle birlikte tiyatro kavramının en ilkel haline ulaşırız.
şudur hatta: Bir bulut kümesinin üzerinde oturan on iki kişi. Bunlar çok güzeller ve de çok yakışıklılar. Kadınlar seksi, erkekler kaslı vücutlarını beyaz çarşaflarla örtüyorlar ya da örtmüyorlar. Kadınlar için tek omuzlu elbiseleri erkekler için de etekleri bu dönemde bulmuş olabilirler. Diğer tarafta altından bir tahtın üzerinde oturan sakallı bir adam elindeki kocaman üzüm salkımını ağzına götürüyor. Diğerleri şaraplarını yudumluyor. Ellerini bir şaklatıyorlar ne isterlerse oluyor... İşte Antik Yunan ya da Yunan Mitolojisi'nin temeli! (Belki de sadece benim için böyledir. Çocukken severek izlediğim Herkül çizgi filminin de bunda bir etkisi olabilir tabii ki. Sonuçta Herkül ya da Herakles, o da Antik Yunanlı.)
En genel tabiriyle tiyatro Antik Yunan'da doğmuştur diyoruz. O meşhur Zeus'un, Posseidon'un, Aphrodithe'nin Athena'nın ve daha nicelerinin yaşadığı Antik Yunan. Birçoğumuzun gözünün önünde canlanan da
İnsanların en temel duygusal ihtiyaçlarından biridir inanmak. Neye inanırsak
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
5
inanalım varlığımızın bir ihtiyacıdır bu. Kimi Allah'a, Tanrı'ya, kimi göklere, kimi puta, ineğe, toteme… Ama illa ki bir şeylere inanmak istiyoruz. Bu inanmak ihtiyacı bizi birtakım hareketlere itiyor. Biz buna günümüzde ibadet etmek, tapınmak gibi anlamlar yüklüyoruz. Tiyatroya da bu aşamada merhaba diyoruz. Tiyatronun kökeninde Tanrılar için düzenlenen ritüeller yani ilkel insanların mitolojik yaratıklarla iletişim kurmaya çalışması yatar. Bu ritüellerin gelenekselleşmesiyle birlikte tiyatro kavramının en ilkel haline ulaşırız. Şimşeğin gökte çakması, yağmurun gökten yere düşmesi, karın da aynı şekilde, ilkel insanın yukarıyı merak etmesine, zaman içinde yukarıyı kendi çapında anlamlandırmasına, daha sonraları orada çok güçlü insanların yaşadığına inanmasına ve en sonunda da onları ilahlaştırmasına yol açar. Bu aşamanın ardından da tapınma gelir. Kışın daha fazla kar yağmasın diye Tanrılara adak adarlar, yazın ekinlerin susuzluktan ölmemeleri için yağmur duasına çıkarlar, bağbozumunda toplananlar için onlara şükranlarını belirtip kurbanlar verirler.
Okan Bayülgen'in bir programının jenerik müziğinde şöyle diyordu: "Asma ağacı gibi ölür dirilir yeniden, acıyla hazzın arasında gider gelir durmadan, hep eğlence peşinde. Doktor Mani teşhisi koymuş buna, sağaltıyor binlerce yıldır.
Doğanın doğal seleksiyonunu Tanrıların birer ikramı sayan ilkel insanlar bunları sıklaştırmaya ve daha özen göstermeye başladılar. Adak adama, dua etme, kurban verme gibi törenleri birer şölene dönüştürecek yiyecekler hazırladılar. Buna müzik ve dans gösterilerini eklediler. Ahenkli sözlerle okunan dualar bir süre sonra yeni bir sanatı daha doğurdu: şiiri. Bu sefer Tanrılar için şiirler de yazılmaya başlandı. Ardından müziğin üzerine sözler eklendi. Hatta daha sonraları bu müziğe dansı ve oyunu da eklediler.
Sonrası kuraklık. Ne musakkanın tadı ne ilkbaharın türküsü, şarkılar, oyunlar, kahkaha bitmiş. Ne yapsın Dionyssos, çok gürültülü şehre inmiş." Eğlence sektörünün tanrısı ancak bu kadar iyi anlatılırdı işte! Dionyssos eğlencenin ve şarabın tanrısı, Zeus ve Semele'nin oğlu, 12 Olimposlu tanrıdan biri...
Verdikleri her şeye bir cevap alan ilkel insanlar hayatın maddi ve manevi her yanını bu Tanrılara bağladılar. Hava olayları, bereket, aşk, deniz, akıl, yer altı dünyası ve hatta eğlence için bile birer Tanrı yarattılar. Her medeniyet yaratmış olduğu bu Tanrılara farklı isimler verdiler. Oysa ki bunların yaptığı iş aynıydı. Örneğin Antik Yunan'da Dionyssos diyorken Roma'da Bacchus dendi aynı Tanrıya.
Çocukluğunda Titanlar tarafından kaçırılıp küçük parçalara bölünmüştür Dionyssos. Küçük parçalara bölünmekle kalmayıp kocaman bir kazanda başka bitkilerle ve üzüm suyuyla birlikte pişirilmek üzereyken Zeus'un annesi Rhea torununa kıyamayıp onu kurtarıp parçalarını birleştirmiştir. Adının da Dionyssos olma sebebi budur: İki kere doğan!
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
6
Doğal olarak asma ağacı, asmanın meyvesi olan üzüm ve üzümün suyundan yapılan şarap Dionyssos'un simgesi haline geldi.
Ne diyordu Shakespeare: "Bütün dünya bir sahnedir.
Öncelikli olarak, onun yeniden doğuşuna sevinen Tanrılar birçok kutlama yapıp insanları ödüllendirdi. Aynı ödülü isteyen insanlar Tanrılara başka adaklar hazırlamaya başladılar.
Ve bütün erkekler ve kadınlar
Yavaş yavaş modern hayatın gailesine düşen insanlar Tanrılar için yapacaklarını başkalarına yaptırmaya başladılar. Bu işi yapan insanlar için ilk oyuncular dememiz mümkün. İlk başta doğaçlamayla ortaya çıkan bu ritüeller özgün oyunlar haline gelmeden önce taklit yoluyla yayılmaya devam ettiler ki bu ritüellere de ilk tiyatro demek mümkündür. Bu ritüelleri izleyen ve onlara katılan insanlar da ilk seyirciler oluyor haliyle ve tabii ki ritüelin gerçekleştiği alan da ilk tiyatro sahnesi.
Bir kişi birçok rolü birden oynar,
Sadece birer oyuncu Girerler ve çıkarlar...
Bu oyun insanın yedi çağıdır..."
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
7
“Bir milletin kuvve-i nâtıkası edebiyat ise timsâl-i edebin nâtıka-i zî-hayatı da tiyatrodur. Tiyatro fikrin hayalâtına vicdan, vicdanın ulviyetine cân, cânın hissiyatına lisan verir. (…) Tiyatro, cihânın aynıdır. (…) Tiyatro eğlencedir, fakat eğlencelerin en fâidelisidir. (…) Sair edebiyata nispet tiyatro, tasvire nispet zî-ruh gibidir.” Namık KEMAL
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya
8
Realist Bir İsyanın Romantik Tiyatrosu: Şair Evlenmesi Ayşe Bengisu AKDAĞ “Şair Evlenmesi’nin ehemmiyeti, sade ilk tecrübe oluşunda kalmaz. Bu küçük piyeste bugün bile alınacak dersler vardır.”
inandırıcı bir sahne dili kullanmış ve özgün bir tiyatro terminolojisi geliştirmiştir. İçinde bulunulan dönem bağlamında bakıldığında ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle “o zamana kadar semtine uğramadığı yeni bir realizmin kapısını açan” Şair Evlenmesi’nde hem, ilk Türkçe romanlarda olduğu gibi görücü usullü evlilik kurumu eleştirilir, hem de, Osmanlı edebiyatına, daha sonra çok işlenecek, yeni bir tip kazandırılır: halka yabancılaşmış Batılılaşmış züppe.
(Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi) Lise yıllarımızdan bu yana biliriz, zihnimize kazımışızdır şu satırları: “İbrahim Şinasi’nin (1826-1871) 1859 yılında yazdığı, 1860 yılında Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde yayımladığı Şair Evlenmesi edebiyatımızda Batılı anlamda ilk tiyatrodur.” Şair Evlenmesi, bir ilk olmanın çok ötesinde önemli bir sosyolojik de malzeme biz edebiyat-toplum araştırmacıları için. Hem geçmişi, geleneği hem de bulunulan dönemi, sosyal ortamı geleceğe aktaran önemli bir tanık Şair Evlenmesi.
Klişe bir olay kurgusuna oturan tiyatronun günümüzde olsa absürt komedi olarak ifade edilebilecek konusu kısaca şöyle: Müştak Bey duygusal bir evlilik yapmak, yani sevdiği kız olan Kumru Hanım ile evlenmek istemektedir. Kumru Hanım'ın evde kalmış, çirkin bir de ablası vardır: Sakine Hanım. Fakat kız tarafı, hile yoluyla Müştak Bey'e sevdiği küçük kızı değil, evin büyük kızını vermek ister. Zaten daha önce Müştak Bey'in arkadaşı Hikmet Bey de geleneklere uyularak evde büyük kız dururken küçük kızın verilemeyeceğini, bu yüzden bir kandırmaya gidebileceklerini anımsatmıştır. Mahalle imamı da eski geleneğe göre, bu nikahı yapmak ve büyük kızı Müştak Bey'e zorla nikahlamak niyetindedir. Habbe Kadın gelini getirir. Ancak
Geleneksel açıdan, Cevdet Kudret, bu töre ve karakter komedisinin modern Türk tiyatrosunun inşasına doğru önemli ve başarılı bir adım olduğunun altını çizer. Ona göre, Şinasi bu oyunda ortaoyunu ve Karagöz gibi yerli oyun geleneklerini Fransız tiyatrosunun etkileriyle başarılı bir biçimde birleştirmiş, canlı ve
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
9
korkulan olur; getirilen Kumru değil ablasıdır. Anlaşmazlık çıkması üzerine kahvede oturan imam çağırılır. Mahalle halkıyla beraber gelen imam yanındakilerle beraber Müştak Bey'i, Sakine Hanım'ı alması için sıkıştırmaktadır. Ancak Müştak Bey'in arkadaşı Hikmet Bey işe çözüm buluyor ve imama bir kese akçe vererek küçük kızı ister. Parayı alan imam:"Yahu ben bu işte bir başka türlü hakkaniyet görmeğe başladım" diyerek Müştak Bey'e nikahladığı kızın yaşça değil, boyca büyük olanı olduğunu söyler. Bunun üzerine mahalle halkı imamın sözlerine inanır. Böylece Müştak Bey'le Kumru Hanım evlenirler. :)
engel, gelenek ve ona dayanan göreneklerdir. Müştak Bey'in santimantal, yani o dönem için entelektüel bir tutum ve yenilik sayılan karşılıklı sevgiye dayanan bir evlilik yapmak istemesi, kendi içinde çok orijinal bir düşünce olmasa bile, Müştak Bey aracılığıyla Şinasi'nin görmeden evlenmeye ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçlara yönelik bir eleştirisidir. Bir karakter olmayan, daha çok belli bir insan tipini temsil eden Müştak daha çok Tanzimat edebiyatının önemli tiplerinden alafrangacı züppenin bir prototipi olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, Cevdet Kudret onu “alafrangalık meraklısı genç bir şair” diye tanımlamaktadır. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Müştak’ın hem toplumsal hayatta hem de Türk tiyatro tarihi bağlamında yabancılığına dikkat çekmektedir:
Müştak Bey… Adının anlamıyla “özleyen”. Bir devrin isyankâr aşığı değil sadece o. Toplumsal bir başkaldırının da sembolü. Oyun, görücü usulü evlilik kurumunu yermeyi amaçlamakta ve böylece birey-toplum ilişkisini sorgulamakta. Âşıkların çeşitli baskılar yüzünden birbirlerine kavuşamamaları ve zorunlu evlilik sadece Osmanlı halk edebiyatından, tasavvuf edebiyatından ve de geleneksel tiyatrodan alınan motifler değildir. Romantizm etkisindeki on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı edebiyatında bu motifler edebiyatta ve düşünce hayatında yavaş yavaş ortaya çıkan bireyin dine, geleneğe ve toplumsal baskıya meydan okumasının, başka bir deyişle bireyin var olma mücadelesinin bir ifadesi olarak yorumlanmalı.
“Müştak Bey’in neşeli bohemi bizdekine hiç benzemez. O, taşkınlıkları, konuşma tarzı, zevcesine yüz görümlüğü olarak şarkı hediyesi, yaşlı baldızını sokak ortasında arkadaşına âdeta zorla ve büyük bir kayıtsızlıkla ikram ediş tarzıyla, hatta piyesi bitiren sahnedeki acelesiyle daha ziyade Quartier Latin veya Boulevard tiyatrosudur.” İnci Enginün’ün de belirttiği üzere Şinasi'nin bu oyununda tenkit ettiği evlenme usulü, evlenme meselesini çeşitli açılardan gören (gençlerin birbirlerini görmeden evlendirilmeleri, evlenmede gençlerin değil ailelerinin söz sahibi olması, maddi kaygılarla yapılan uygunsuz evlilikler, eşler arasındaki yaş farkı) yazarlar tarafından Tanzimat'tan sonra yoğun olarak işlenmiştir. Bu bağlamda Şinasi’nin yazdığı “Şair Evlenmesi”, türünün ilk örneği olması bakımından olduğu kadar, bu türü ülkeye taşıması bakımından da kayda değerdir.
“Müştak Bey’in ve Kumru Hanım’ın geleneklerin neden olduğu emrivakii reddetmelerini alegorik bir şekilde okursak, aşkları geleneksel toplumsal yapılanmaya karşı “ben de varım” diye haykıran bireyin isyanı olarak ve başka, daha özgürlükçü, bir toplumun hayali olarak yorumlayabiliriz. Bu da Tanzimat sonrası dönemde aşk anlatılarının ne kadar siyasi olduğunu göstermektedir. ”1 Bu oyunda Müştak Bey’in ve Kumru Hanım’ın birbirlerine kavuşmalarına ve böylece bireysel arzularını gerçekleştirmelerine temel 1
Laurent Mignon, Bir Rasyonalistin Romantik İsyanı: Şair Evlenmesi, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 29:2010/1 • ISSN: 1300-1523
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
10
DÜNYA SAHNESİNDE İKİ HALDUN: HALDUN TANER ve
HALDUN DORMEN Beyza ÖZKAN
“Dünya bir oyun sahnesidir.” sözüne anlam katan, tiyatro yazarı Haldun Taner ve 90 yaşına giren ancak enerjisiyle her daim kendi adından söz ettiren üstat Haldun Dormen’e”... Tiyatro denilince aklımıza Shakespeare ve onun söylemiş olduğu ‘’Dünya bir oyun sahnesidir’’ aklımıza gelir. Bu söz, özelde tiyatro sanatı için söylenmiştir ancak genelde tiyatronun hayatımızla sıkı bir ilişkisi olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Dünya, bir oyun sahnesidir çünkü dünya üzerinde yaşayanlar bu sahnede hem oyuncudur hem de yönetmendir. Yönetmenlik ve oyunculuğun yanında bu sahnede oynanan oyunların senaryosunu bile yazmışlardır. Diyebiliriz ki insanlar, dünya denen sahnede aktif bir rol oynamış ve bu sahne, insanların çeşitli senaryolarını sahnelemiştir.
özellikle ‘’Keşanlı Ali Destanı’’, ‘’Zilli Zarife’’ ve Ahmet Vefik Paşa tiyatrosunda sahnelenen eseri ‘’Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’’ ile tanıdığımız Haldun Taner ve Dormen Tiyatrosu ile adından söz ettiren ve enerjisiyle tiyatronun ruhunu yaşatan oyuncu Haldun Dormen’i konuşacağız. Haldun Taner ve Haldun Dormen’i dünya sahnesinde önemli yerde tutan nedir, diye sorulacak olursa Türk tiyatro sanatı adına yaptıkları hizmetler denilebilir. Yazımızda, Haldun Taner ve Haldun Dormen’i tiyatro sanatı adına yaptıkları hizmetlerle birlikte anacağız.
Edebiyatımızda da ‘’dünya bir oyun sahnesidir’’ sözünü kendine rehber edinerek dünya denen sahnede oyuncular ve oyun yazarları yetiştirmiştir. Güllü Agop ile başlayan bu yolculukta Şinasi, Namık Kemal gibi oyun yazarları yanında hem oyun yazarı hem de oyuncu olan İbnürrefik Ahmet Nuri ile Musahipzade Celal bu noktada hatırlanmalıdır. Günümüze gelindiğinde ise tiyatro yazarlığı ve oyunculuk, artık ciddi bir iş olarak görülmeye başlamıştır. Edebiyatımızda tiyatro eserleriyle,
Haldun Taner, tiyatro yazarı olarak Türk tiyatro tarihinde yerini almıştır. Haldun Dormen ise kurduğu tiyatro ve bunun etrafında
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
11
yaptığı oyunculuk faaliyetleri ile tanınmaktadır. Doğdukları yıla bakacak olursak Haldun Taner, 1915’te; Haldun Dormen ise 1928’de dünya denen sahneye adımlarını atmışlardır. Bu tarihler önemlidir çünkü bu zaman dilimleri, sözünü ettiğimiz tiyatro üstatlarının kişiliklerini şekillendirmiştir. 1915, yeni bir devletin doğuş sancılarını yaşadığı bir yıl olarak görülürken, 1928 yılı yeni Türk devletinin kuruluşunun ilk yılları, kendi ayakları üzerinde duran Türkiye’nin olduğu bir yıldır.
1954’ten sonraki dönemde Taner ve Dormen, tiyatro açısından kendilerini eğitirler. Dormen, Muhsin Ertuğrul’dan bir buçuk yıl ders almıştır ve eğitiminden sonra önce 1955 yılında Cep Tiyatrosu’nu ve ardından 1957’de kendi adını verdiği Dormen Tiyatrosu’nu kurmuştur. Haldun Dormen, Amerika’da başladığı sahne hayatını İstanbul’da sürdürürken Haldun Taner ne yapmıştır? Viyana’da aldığı eğitimden sonra tiyatrodaki birikimlerini akademik ortamda paylaşmıştır. 1957’den itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tiyatro derslerini vermesi bunun en sağlam kanıtıdır. Üniversitelerde tiyatro dersi verirken ‘’Dışarıdakiler’’ adıyla bir tiyatro eseri yazmıştır.
1915 yılı, Türk tiyatrosu için önemli adımların atılmaya başlandığı, Muhsin Ertuğrul gibi önemli bir tiyatro adamının ortaya çıktığı bir yıldır. Öyle ki Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatro tarihi içinde önemli bir dönüm noktasıdır. Haldun Taner’i ve Haldun Dormen’i bizzat beslemiş bir tiyatro üstadıdır. 1928’e gittiğimiz zaman ayakları üzerinde duran bir devlet ve yükselen bir tiyatro sanatı görürüz. Haldun Taner de bu zaman dilimleri içerisinde edebiyatımıza tiyatro eserlerini kazandırmadan önce hikâye ve denemeleri ile kalem etkinliklerini yürütüyordu. Haldun Taner’in tiyatro eserleri ile kendini göstermesi, 1949 yılından itibaren gerçekleşecektir.
1957’den sonrasındaki zaman dilimi, sözünü ettiğimiz sanatçılar için aktif bir dönemdir, demek yerinde olacaktır. Çünkü her iki sanatçı, aldıkları eğitimle birlikte yaratma sancılarını taşıyarak tiyatro sanatı adına nitelikli, yetkin ürünler vermeye çabalamışlardır. Haldun Taner Ve Değirmen Dönerdi(1958), Fazilet Eczahanesi(1960), Lütfen Dokunmayın(1961) ve Huzur Çıkmazı(1962) isimli eserleriyle kendini ispatlar. Bu dönem içinde Haldun Dormen de kurduğu tiyatro topluluğu ile eserler yazıp
1949 yılları ve sonrasındaki zaman dilimi, Haldun Taner ve Haldun Dormen’in tiyatro alanında beslendikleri bir dönemdir. Zira Haldun Taner, Viyana’da tiyatro eğitimi almış ve eğitimini tamamladıktan sonra ‘’Dışarıdakiler’’ isimli tiyatro eseriyle adından söz ettirmiştir. Haldun Dormen, tiyatro eğitimini Amerika’daki Yale Üniversitesi’nde almış ve Amerika’da sahneye çıkmış bir tiyatro üstadıdır. Haldun Dormen, 1954 yılında İstanbul’a dönmüştür. Dönüşünün ardından Türk tiyatrosunun duayenlerinden Muhsin Ertuğrul ile yolu kesişmiş ve Ertuğrul’un yönetimindeki ‘’Cinayet Var’’ adlı oyunda dedektif rolü ile seyirci karşısına çıktı. Muhsin Ertuğrul ile yolu kesişen Haldun Dormen için 1954 yılı ne kadar önemliyse Haldun Taner için de o denli bir öneme sahip olmuştur. Dormen’in sahneye çıktığı 1954 yılı, Taner’in Viyana’da eğitim aldığı bir yıldır.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
12
sahnelere çıkar. Haldun Taner’in Lütfen Dokunmayın isimli eseri yayımlandığı sırada Dormen de Sokak Kızı İrma’yı yazıp sahneye koymuştur. Sokak Kızı İrma, bu yönüyle sahnelenen ilk müzikal olarak tiyatro tarihi içinde yerini almıştır. Bunun yanında Dormen’in Lüküs Hayat ve Kral ve Ben müzikalleri, Sokak Kızı İrma’dan sonra Haldun Dormen’in adını duyuracak önemli yapıtlar arasına girmeyi başarmıştır.
Haldun Taner ile aynı noktada kavuşturmak mümkündür. Sözünü ettiğimiz sanatçıları yaptıkları hizmetlerle anmak mümkündür ancak Haldun Taner, tiyatromuza sağladığı katkılarla dünya sahnesinde başarılı bir oyuncu sergiledikten sonra sahneden çekilmiş ve hayata gözlerini yummuştur. Dünya sahnesinden çekilen Haldun Taner’in yanında bir de Haldun Dormen’e baktığımızda Dormen’i sahnedeki sağlam duruşuyla sanatını icra etmeye devam ettiğini görüyoruz. Tiyatroda doğmuş, sinema ile yoluna devam etmiş ve daha sonra da çeşitli dizilerde yer almıştır. Dizilerde boy gösteren Dormen, şu an kendi topluluğu ile sanat hayatına devam etmektedir. Şu anda ‘’Bir Zamanlar Gazinoda’’ isimli oyunuyla turnede sahnelere çıkmaktadır. Haldun Taner’e geldiğimizde ise onun eserleri ve kendi sanatçı kişiliği, yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Yazmış olduğu ‘’Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’’ isimli oyunu Bursa’daki Ahmet Vefik Paşa isimli oyununda sahnelenmiş; yazmış olduğu oyunla kendi adından güçlü bir şekilde söz ettiren ‘’Keşanlı Ali Destanı’’ da tiyatro sahnelerinde oynandığı gibi televizyon ekranlarında yer almıştır.
Dormen ve Taner’i tiyatro adına hizmet ederken gördüğümüz esnada Dormen’den bir hareket görürüz. Tiyatro grubuyla müzikaller sahneye koyarken, sanatçının sinemaya yöneldiğini ve film yönettiğini Dormen’in hayatından okuruz. 1966’da sinemaya adım atan Dormen, Ekrem Bora ve Belgin Doruk’un rol aldığı Bozuk Düzen’i ve Müşfik Kenter, Nedret Güvenç ve Belgin Doruk’un rol alığı Güzel Bir Gün İçin adlı filmleri yönetti. Dormen’in yönettiği bu filmler, ödüller almış ancak alınan ödüllere rağmen gişede tutunamamıştır. Bu başarısızlığın farkına varan Dormen, sinemayı bırakarak tiyatroya dönmüştür. Taner ise Dormen’in sinema içinde faaliyet gösterdiği yıllarda Bu Şehr-i Stanbul Ki(1962) adlı eseri yazarak ilk kabare tiyatrosu denemesini yapar ve bu denemeden sonra kendi adından söz ettirecek olan Keşanlı Ali Destanı(1964)’nı tiyatromuza kazandırır. Tiyatro eserleri ile tiyatro sanatına katkıda bulunan Haldun Taner de tıpkı Haldun Dormen gibi bir topluluk kurmuştur. 1967’de kurduğu Devekuşu Kabare Tiyatrosu ile ülkemizde ilk kabare tiyatrosunun da öncülüğünü yapmıştır.
Haldun Taner ve Haldun Dormen’i andığımız ve dünya sahnesinde sergiledikleri performansları ile konuştuğumuz bu yazıyı şu cümlelerle noktalamak mümkündür: Dünya sahnesinde yer alan Haldun Taner ve Haldun Dormen, bu sahnede önemli rol oynamışlardır. Tiyatro topluluklarına öncülük etmişler, tiyatro eserleri yazarak onların sahnelenmesini sağlamışlardır. Oynadıkları böyle önemli roller, bugün sözünü ettiğimiz sanatçıların isimlerinin hala anılmasını sağlamıştır. Haldun Taner, eserleriyle ve sahnelenen oyunlarıyla yaşıyorken Haldun Dormen, 90. yaşında ve tiyatro sahnesine çıktığı ilk günkü enerjisiyle bugün sanat dünyasında kendinden emin bir şekilde yolunda yürümeye devam etmektedir. Haldun Taner’in aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, üstat Haldun Dormen’e dünya sahnesinde uzun, sağlıklı ve sanat dolu bir ömür diliyorum.
Kurdukları topluluklarla, yazdıkları eserlerle gördüğümüz Dormen ve Taner ikilisine baktığımızda Dormen’in kurmuş olduğu topluluğun ekonomik nedenler yüzünden kapandığını ve kapanan topluluğun 1984’te perdelerini yeniden açtığını görüyoruz. Ancak 17 Ağustos depremi yüzünden tiyatro topluluğu tekrar kapanır. Haldun Dormen, topluluğu kapandıktan sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde tiyatro dersleri vermiştir. Bu yönüyle Haldun Dormen’i
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
13
“Tiyatro elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.” Haldun TANER
14
“Eşeğin Gölgesi” Üzerine Işık Selin ORHUNTAŞ Haldun Taner öykücü kimliğinin yanında tiyatrocu kimliği ile de bilinir. “Keşanlı Ali Destanı” en bilinen, en çok oynanan oyunları arasındadır. Taner’i ve tiyatrosunu özel kılan bir şey vardır: Brecth etkisinde olması. Bertolt Brecht’in geliştirdiği Epik – diyalektik tiyatroyu Türk tiyatrosuna kazandıranlardan /uygulayanlardan biri. Epik –diyalektik tiyatro en basit şekilde, burjuva tiyatrosu olarak da anılan geleneksel tiyatronun karşısında durur. Tiyatroyu ideolojik bir araç olarak gören Brecth, burjuva tiyatrosunun izleyiciyi ‘büyülediğini’ – Aristoteles’in Poetikası’nda Katharsis olarak geçer- söyler. İzleyici, kendini kahramanın yerine koyar ve olaylar kendi başına geliyormuş duygusuna kapılır. Akıntıya kapılan seyirci düşünemez ve eleştiremez. Bu, seyirci için tehlikelidir. Epik –diyalektik tiyatroda katharsis’i engellemek için yabancılaştırma ögeleri mevcuttur. Yabancılaştırma ögeleri kostüm, sahne, dekor veya şarkıyla sağlanabilir. Eşeğin Gölgesi, Haldun Taner’in toplumsal, ekonomik ve politik eleştirilere yer verdiği oyunudur. Oyun konusunu M.S. 2. yüzyılda yaşamış olan Lucianus’un bir masalında anlattığı hikayeden alır. Aptalların ülkesinde (Abdalya’da) kendilerinin olmayan bir eşeğin gölgesi yüzünden mahkemelik olan berber çırağı Şaban ile eşekçi çırağı Mestan arasında başlayan çatışma, aşama aşama büyütülerek, içinden çıkılmaz bir ülke sorunu durumuna getirilir. Eşek ve gölge davası yüzünden kavgaya tutuşan iki kişi vardır. Sermayeyi simgeleyen efendileri Abid ve Zahid ağalara öykünen Mestan ve Şaban adlı çıraklar. Eşek ve gölge kavgası dava konusu olur. Bu davayı, adalet, basın, meclis, siyasi partiler düzleminde kullanarak, yapay gündemler yaratılmasına meydan veren ve bu durumdan kazanç sağlayan tek güç de sermayedir. Yani Abid ve Zahid ağalar. (1)
Bunların yanında oyunun bir başka boyutunu da Ozan’dan öğreniyoruz. “Üretim araçları kimindir?” Marksizm’in tartıştığı, Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi oyununda da seyircilere bu soruyu bebek ve anne üzerinden sorgulatır. Haldun Taner de eşek ve gölgesi üzerinden. Taner tiyatrosu eleştireldir. Bu eleştirel olma da batı düşüncesinden beslenmesiyle açıklanabilir. Ancak yazarın tiyatrosu sadece Batı ile beslenmez. Geleneksel Türk tiyatrosu ile Batı tiyatrosunun sentezi gibidir. Eşeğin Gölgesi oyununda da diyaloglar Hacivat – Karagöz gibi çatışma şeklinde ilerler. Abid Ağa ve çırağı Şaban, Zahid Ağa ve çırağı Mestan arasındaki ilişki ve söyleşiler, Karagöz-Hacivat, KavukluPişekar, İbiş-Efendi arasındaki ilişkiyi çağrıştırır. Gelenekseldeki taklit motifini anımsatan bir yer
Adalet sistemi, Türkiye’nin demokrasiye geçme aşamasında yaşadığı bunalımlar, politik çatışmaları başarılı şekilde karikatürize eder. İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
15
değiştirmeyle, Şaban patronu Abid Ağa’yı, Mestan, patronu Zahid Ağa’yı taklit ederek, birbirlerine kendilerini dükkan sahibiymiş gibi tanıtır ve pazarlığa girişirler. Şaban panayıra gitmek için Mestan’dan eşek kiralamak ister ve asıl öykü başlar. (2)
Adalet, din, kapitalizm, politika, halkın sömürülmesi gibi birçok evrensel ve güncel konunun olması oyunu çok katmanlı yapmıştır. ayrıca oyun 1965’ten bugüne Türkiye panaroması da çizmiştir.
Epik tiyatronun en belirgin özelliği yabancılaştırma ögeleridir. Bu yabancılaştırma dekor, kostüm, müzik ve sahne düzeni gibi birçok şekilde sağlanabilir. Eşeğin Gölgesi metininde yabancılaştırma ögesi olarak müzik kullanılmıştır. Her sahnenin müzikle kapatılır. Oyunda bütün bu tartışmalar sürerken ozan mantığın sesi olarak araya girer ve bu tartışmaların ne kadar gereksiz olduğunu hatırlatır. “Ustalık taslayım Derken Bakıyorum Usta sandınız Kendinizi Gerçekten” (3) Ve Marksizm’in temel sorusu olan ‘emek, değer ve sahiplik’ meselesini sorgular ve seyirciye sorgulatır. “İşte asıl mesele. Bir şey, Ona hazırdan konanın mı, Yoksa onun için Ter dökenin, Hayatını verenin, Çalışıp yorulanın mı?” (4) (1) Aybike Turan, “Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” ve “Eşeğin Gölgesi” oyunlarının Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera” ve “Sezuan’ın İyi İnsanı” Oyunları İle Karakter Ögesi Bakımından Karşılaştırılması.
Oyunda devlet erkanı, din büyükleri ve çeşitli karakterler ağdalı dil ile konuşur. Her ne kadar oyun 1965 yılında oynansa da eski denilebilecek kelimeler çoğunluktadır. Bu da Taner’in eleştirisidir.
(2) Batı Tiyatrosuyla Geleneksel Tiyatromuzu Bireştirme Çabalarından İki Örnek: Eşeğin Gölgesi ve Şahları da Vururlar, Nurhan Tekerek *
Eşeğin Gölgesi, Türk tiyatrosunda ilk epik tiyatro oyunlarından biridir. Keşanlı Ali Destanı da bir diğer epik tiyatro örneğidir. Hapishaneden yeni çıkmış eski hükümlünün halka ve yaşama adapte olması ve bunun halk tarafından yadırganmaması Brecthyen özellik taşır.
(3) Haldun Taner – Eşeğin Gölgesi, YKY (4) Haldun Taner - Eşeğin Gölgesi, YKY
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
16
Zaman İnsanı Çıldırtır:
Haldun Taner’in “On İkiye Bir Var” Adlı Öyküsü Üzerine Mehmet ALTINOVA “Nasıl başladı, ne vakit başladı, bilemiyorum. Ama ilk belirtiler, dokuz yaşımda iken patlak verdi. Misafirlerle bahçede oturuyorduk. Yaşlı bir zat saati sordu. Aksi gibi, kimsede saat yoktu. Eniştem içeri, saate bakmaya koştu. Ben o aralık:
öykü bulunmakla birlikte en dikkat çekici öykü esere ismini de veren yazarın On İkiye Bir Var adlı öyküsü. 23 Ekim 1953 tarihli bu öykü on sayfa. Öykünün kahramanın adı belirtilmemesine karşın okuyucuya erkek bir karakter olduğu izlenimi verilmektedir. İlk belirtilerinin dokuz yaşındayken hisseden karakter, zamanı saate bakmadan bilebilme hastalığına sahiptir. Bu ilk başta kuşkusuz doğaüstü ve etkileyici bir yetenek olarak addedilmekte ve çocukluğun da vermiş olduğu bir şeyle “hava” olarak kullanarak hiç şikâyet edici bir durum olarak görülmemektedir. Ama yaş ilerleyip, sosyal ortamın değişmesiyle birlikte karakterimizin bu özelliği büyük bir sorun teşkil etmekte ve bütün sosyal çevresini bozmaya doğru ilerlemektedir.
“Üçü yirmi geçiyor” diyivermişim. Bu tutturuşa, önce kimse şaşmadı. Boğazda, geçen vapurlara bakıp zamanı bazen dakikası dakikasına kestirmek mümkündür. Görünürde vapur filan olmadığı anlaşılınca gözler faltaşı gibi açıldı: “Peki ama nasıl bildin?” (…) Haldun Taner’in On İkiye Bir Var adlı öyküsü Yapı Kredi yayınları tarafından “Haldun Taner 100 Yaşında” etkinlikleri münasebetiyle yeniden basıldı. Kitabı alıp bir çırpıda okudum. Öykü türünde yazılan bu eserin içerisinde yedi
Zaman ilerledikçe karakterimizin melekesi daha da ilerlemiştir. Olayın kahramanı
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
17
artık sadece akreple yelkovanın zamanını değil saniyenin hatta salisenin hangi süreyi gösterdiğini dahi biliyordur. İlk başta tesadüfe dayandırılan bu durum zaman ilerledikçe araştırılmaya muhtaç bir konu hâline dönüşmüş, zamanın ruh doktorları sualler sormasının ardından bu konu hakkında tebliğler yayımlamaya başlamıştır. O, artık bu özelliği ile tamamen medyatik ve herkesçe bilinen bir şahsiyete sahiptir.
“Zemberek saatin değil, hayatın da özü, temeli. Bir bakıma, hepimiz kurulu birer saat değil miyiz?” Görüldüğü üzere hayatı saate benzetmektedir yazar. Bu cümlelerin ardından bu benzetmeyi git gide detaylandırmaktadır. Bununla birlikte nedense bu hikâye bana saatle ilgisi olması münasebetiyle Orhan Pamuk’un senaryosunu yazdığı Gizli Yüz adlı filmi hatırlatmaktadır. Orada da karakter bilindiği gibi bir saatçinin peşinden gitmiştir.
Saatin kaç olduğunu bilen öykü kahramanı, kendine bilerek saat almıştır. Artık hiçbir şekilde saate bakmadan saati söyleyecek ve bu melekeden kendini kurtaracaktır. Çalıştığı sırada saati soran kişilere kimi zaman saatine bakmadan saatin kaç olduğunu söylemesi sebebiyle bunun boşuna bir uğraş olduğunu anlar. Bu sefer başka bir şeye karar verir: Artık bir defa da olsa yanlış bir saat söylemek ister. Ama ne mümkün… Söylediği saatler de hep doğru çıkar.
Okuduğunuzda bir saati tahmin etmenin insanı ne gibi felaketler getirdiğini göreceksiniz. Yazımı hikâyenin son cümlesiyle bitirmek istiyorum:
“Hem kim bilir, belki de en doğru saati asıl şimdi gösteriyorum.”
Artık bu iş çığırından çıkmıştır. Bu konu gitgide ona bir yarardan çok zarar getirmektedir. Bu özelliği onu delirtecek kerteye ulaşmıştır. Hayatı bu yeteneği yüzünden alt üst olmuş ve tüm sosyal yaşantısı bozulmuştur. Metin içinde saat, hayatı temsil eden bir öge. Öyle ki metinden alıntıladığı şu söz bu minvalde:
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
18
Tiyatroya Tanpınar’ca Bir Bakış Ayşe Bengisu AKDAĞ “Tiyatro nedir? Tiyatro, roman-hikâyedir; konuşma haline indirilmiş bir vak’adır ve söz sanatıdır. Bu tarif kâfi değildir. Tiyatro hikâye etmez, hâli canlandırır. Hâl keyfiyeti var. Roman ve hikâye ise bizi kendi zamanına atar. Tiyatro vak’a hâlinde geçtiği için bizi hâle atar.” Modern Türk Edebiyatı ve etrafındaki meseleler düşünüldüğünde şüphesiz akla ilk gelen isimlerden biri Ahmet Hamdi Tanpınar. Tanpınar öncelikle bir şair, romancı, hikâyeci olarak sanatkâr kimliğiyle ve sonrasında ilim insanı olarak karşımıza çıkar. Bu saydığım özellikleri arasında “tiyatrocu” kimliği, tiyatro yazarlığı bulunmuyor evet ama Tanpınar az da olsa öz olarak tiyatro üzerine de düşüncelerini ifade etmiş bir eleştirmen. “Meyve bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum” diyen Tanpınar, şairliğinin sustuğu yerde hikâyeci ve romancı, onun sustuğu yerde bir deneme yazarı veya makale yazarı olarak karşımıza çıkar. İşte bu deneme ve makalelerinde tiyatro üzerine düşüncelerini dile getirir. Esasında Tanpınar, tiyatro üzerine fazla yazı kaleme almamış, sadece edebî şahsiyet ve meselelerden bahsederken bu sanatla ilgili görüş bildirmiştir. Yazar, bir iki denemesi dışında özellikle derslerinde tiyatroya çok geniş yer vermiştir. Tanpınar’ın tiyatro üzerine görüşlerine bu bağlamda özellikle yayınlanmış ders notlarından, çeşitli röportajlarından ulaşabilmek mümkün. Edebiyatın diğer türlerine nazaran kendisine has teknikleri, kabiliyetleri, görsel etkisi ile kuvvetli bir etkileme alanına sahip olan tiyatro, Tanpınar’da hem bir sanat, bir tür; hem de yenileşme veya batılılaşma sürecindeki Türkiye’nin millî inkişafındaki etkileri boyutunda
bir güzel sanat ve kültürel mesele olarak ele alınır. Tiyatro Tanpınar’a göre söz sanatları arasında şiirin nizamını benimseyenleri en fazla çeken sanattır. Tiyatronun binlerce yıl evvelki başlangıcı düşünüldüğünde bu düşüncenin dayanağı anlaşılmaktadır. Tanpınar da derslerinden birisinde tiyatroyu başlatanın ilk âyinler olduğunu söylemiştir: “Tiyatro nereden gelir?.. Tiyatro âyindir (représentation). Bizdeki Nevruz, Hıdrellez ve Muharrem ayı âyinleri gibi. Demek représentation, insan hayatında da var. Tiyatronun başlangıcı budur.” Tiyatronun bir söz sanatı olduğu da unutulmamalıdır. Her ne kadar sonraki dönemlerde tiyatro şiirden ayrılsa da şairler için tiyatro, şiirde reddettikleri bir yığın şeyi kabul ettikleri saha olmuştur.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
19
“Tiyatroda söz, hayatın dışında, hayattaki rolüne benzer bir rol oynar. Hareket, bir rüyanın giyindiği şekil olur. İdare edilen bir ışığın altında gündelik vak’aların o gayesiz ve beyhude zinciri, kendiliğinden ve o devamlı oluş manzarasını kaybetmeden, adeta mukadder ve mantıkî bir yolda yürür.”
ölçüde zamanla ilgili bir durumdur. Roman ve hikâyedeki zaman, okuyucuyu kendisine çeker, böylece okuyucu o zamanı yaşar. Bu da çoğunlukla geçmiş bir zamandır. Halbuki tiyatro, belki de olayları gözümüzün önünde canlandırması sebebiyle bize hâli, şimdiki zamanı yaşatır. Bu canlandırmanın da en büyük öğesi vak’a, yani olaydır. Bu açıdan da Tanpınar, tiyatronun romandan ve belki diğer sanatlardan da daha çok hayatla münasebetli olduğunu belirtir. Çünkü malzemesi insandır.
Tanpınar tiyatroda meydana gelen olayların, durumların “aşikar neticeleri” olduğunu ifade eder. Fikir, yaşanan bin bir türlü oyunla değişerek, hızla beklenmedik sonuçlarla şekillenir. Bu yönüyle tiyatro hayata “kendi nizamını” verir. Şiirde hissedilemeyen fikrin hareket sahasına hakim olması durumu tiyatroda “tadılır”. Yenilgilerin acısını çıkarmayı, acıların intikamını, kaderin güler yüzünü görme imkanı tiyatroya mahsustur. Ancak bu açıdan Tanpınar tiyatronun “imkansızların imkansızını” yaparak gerçek dışına çıktığı gibi, rüya alemine de fırsat vermediğini ifade eder. Muhatabının kendi hayal dünyasıyla ilerlemesine izin vermez ve bizler de bize sunulan bu muayyen sona doğru yazarın yönlendirmesiyle gitmeye razı oluruz. Tabii ki bu kurgu ve düzen içindeki ilerleyiş de sanatkârın bir rüyasıdır. Hayatın acılarını ve mutluluklarını yansıtan tiyatronun tamamen gerçekçi bir düşüncede olduğu söylenemez. Bütün tiyatrolarda bu gerçekçiliği aramak yanlıştır. Tanpınar bu duruma Shakespear’i örnek gösterir: “Her hareketin, hatta her çıtırtının, bir nefes alışının, bir göz yumuş ve açışının karşılığı olduğu bir hayat tasavvur edin. Bir hayat ki bilmeden, bir rüya çiçeğinin açılışı gibi yaptığımız beyhude işler bile, arkasından idare edilmiş olsun, bizi muayyen bir hedefe götürsün! Hayır. Hamlet’in hayatı ancak o dört saatte geçebilirdi. Bu da romantiklerin tiyatroya hayatı sokmak iddiasının hakiki mânasını göstermeye yeter.” Tanpınar, diğer meselelerde de yaptığı gibi tiyatroyu da başka sanatlarla birlikte düşünmüş, bu sanatın diğer güzel sanatlara olan yakınlığını ve onlardan ayrılan yönlerini söz konusu ederek tiyatro üzerine dikkatlerini yoğunlaştırmıştır. Yazarımız tiyatronun roman ve hikâyeden farklı olduğunu, bunun da temsil edilme, okuyucunun yerine seyirciyi getirme özelliğinden kaynaklandığını söyler. Bu, büyük
Tiyatro da roman gibi insanı hemen bütün boyutlarıyla anlamaya çalışan, onu kendi talihiyle baş başa bırakan insan merkezli bir türdür. Fakat tiyatronun komedi, dram ve trajedi gibi alt türlerle kendi içinde ayrılışı söz konusudur ve bu alt türlerin her biri insanı başka bir cihetinden yakalama gayreti güder. Tanpınar’a göre trajedi, insanın içinde kendisini ve kaderini gördüğü, dinî bir hava bulunduran bir tür iken, komedi bizi insanın gülünç tarafıyla karşı karşıya getirir: “Trajedi insanın kendi üzerine dönüşü, üzerinde katlanması, kendisiyle karşılaşmasıdır. İnsanın ölümü şart değildir. Trajedide insanın, kaderi ve ihtiraslarıyla karşılaşması vardır.” Tanpınar komediyi ise “insanoğlunun gülünç tarafıyla bizi karşılaştıran bir eser” olarak tanımlar. Kendisine has sanatlı söyleyişiyle tiyatronun insana ve hayata bakan tarafı üzerinde yoğunlaşan Tanpınar; insanın, tiyatronun hem malzemesi, hem sembolü, hem de gerçeği olduğunu vurgulamıştır. Her sanatın bir sembolü olduğu gibi tiyatronun sembolü de insandır. İnsan ve onun düzenli, yaratıcı hareketleri, düşünüşleri, eylemleri… “O, boşluğa bereketli bir tohum gibi dökülen sözleri ve kader ağlarında çırpınan gölgesidir. Sembol veya en yüksek manasında realite!” İnsan gerçeğini anlamaya çalışmamak ve ona yüzeysel yaklaşmak bir tiyatro yazarı için eksikliktir fakat yazara bu derin bakış açısını ve insanı işleme kabiliyetini verecek olan da yine onu yetiştiren medeniyettir.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
20
“BENİM İÇİN TİYATRO” Sultan DEMİR
“Benim için tiyatro, insan yaşamına bütünlük verme çabası.” i
üniversite eğitimini tamamladıktan sonra 1961’de Fulbright bursu alarak ABD'ye gitti. Amerika’da Yale Tiyatro Okulu’na kaydolarak rejisörlük, sahne ışığı, dekor gibi dallarla ilgilendi. Yine 1961 yılında Tel Aviv'deki Habima Tiyatrosu’na misafir oldu. Ardından Atina’ya giderek bir müddet orada kaldı ve Kraliyet Tiyatrosu'nda (bugün Ulusal Tiyatro) araştırmalar yaptı. Amerika’da bulunduğu süre zarfında yazdığı oyunu Canlı Maymun Lokantası, Halkevleri Genel Merkezi’nin Şinasi Efendi Tiyatro Ödülü’nü kazandı.
Güngör Dilmen şüphesiz ki Türk tiyatrosu için oldukça büyük bir isim. 2012 yılında kaybettiğimiz yazarın önümüzdeki ay ölüm yıldönümü. 1930 yılında Tekirdağ’da dünyaya gelen yazar 8 Temmuz 2012 yılında İzmir’de yaşamını kaybetti. Nihayetinde bu süre zarfına oldukça başarılı işler ile adını yazdırdı. İlk oyununu 1959 yılında kaleme aldı ve Midas’ın Kulakları Sinema-Tiyatro Dergisi’nin açtığı yarışmada birincilik ödülüne layık görüldü. Oyun arka arkaya çeşitli tiyatrolarda sahnelenmeye başladı. Böylece kısa zamanda adından söz ettirmeye başlayan Dilmen Türkiye’de
Türkiye’ye döndükten sonra oyun yazmaya devam eden Güngör Dilmen bir tek bununla sınırlı kalmayıp 1964-1966 arasında İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu'nun ışıklandırma bölümünde çalıştı. 1966'da İstanbul Radyosu'nda dramaturgluğa başladı. Tiyatroyu adeta bir sevda haline getirdi. İlerleyen yıllarda Midas üçlemesi olarak bilinen Midas’ın Altınları ve Midas’ın Kördüğümü
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
21
oyunlarını yazdı ve bu oyunlar da sahneye koyuldu. Bir dönem sonra sevdasını mesleği haline getirerek 1971’de İngiltere'de Durham Üniversitesi'nde ders verdi. 1976-1980 arasında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda Dramaturgluk ve Araştırma İnceleme Bölümü başkanlığı yaptı. 1982-83'te Anadolu Üniversitesi'nde ders verdi. Sonrasını Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Konservatuarı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde verdiği dersler izledi. Bu yıllarını şu şekilde özetliyor: “Öğretmenlik ek bir uğraşım oldu. Bu işimi çok seviyorum. Gençlerle bir şeyleri paylaşmak beni yazarlığın yalnızlığından da kurtarıyor.” Oyun yazmaya devam eden yazar 1984 yılında Yıldız Kenter'in önerisiyle Ben Anadolu adlı tek kişilik oyunu kaleme aldı. Oyun İngilizce, Fransızca, Almanca ve İtalyancaya da çevrilerek, yurtdışında ve yurtiçinde çeşitli topluluklar tarafından sahnelendi.
Bunun yanında ülkemizde tiyatroya gitme alışkanlığının da olmadığını görüyoruz. Güngör Dilmen gibi nice başarılı oyun yazarlarımız, sahnelenen başarılı oyunlar adeta haksızlığa uğramış oluyor. Emeklerin boşa gitmesi de cabası. Tiyatro insan yaşamına bütünlük verebiliyorsa neden hâlâ duruyoruz ki?
Güngör Dilmen bir tiyatro yazarı olarak, bu türün okunmak için mi yoksa oynanmak için mi olduğunu şu cümleleriyle anlatıyor:
“Tiyatro oyununun iki yaşamı var. Sahne üstünde seyredildiği gibi kitap olarak da okunabilmeli. Tiyatro edebiyat değildir diyenler çıkıyor. Ben tiyatronun saygın bir edebiyat türü olduğu inancındayım. Ülkemizde oyun okuma alışkanlığı yok.’’
“Tiyatro oyununun iki yaşamı var. Sahne üstünde seyredildiği gibi kitap olarak da okunabilmeli.” Güngör DİLMEN
i
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 – Güngör Dilmen’le Söyleşi
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
22
Bunu da oku! TİYATRO ÜZERİNE - VSEVOLOD MEYERHOLD / AGORA KİTAPLIĞI Bu kitap, Rus tiyatrosunun büyük isimlerinden Vsevolod Meyerhold'un tiyatro üzerine görüşlerini, basilica tiyatro oyunlarıyla ilgili eleştirilerini, prova ve temsil anlayışını, o dönemin tiyatrosu ile sessiz sinema arasındaki ilişkiye bakışını ve genel olarak Rus ve Avrupa tiyatrosunun gelişimine dair düşüncelerini ortaya koyuyor. “Tiyatro karmaşık bir sanattır ve yapıtlarımızda fazla ayrık duran unsurları melezleştirmeden yaptığımızın adı sanat olmaz. Asıl mesele, melezlemeye değecek doğru nesneler seçmeyi bilmektir. Onun içindir ki tiyatro sanatının tarihi, birbiriyle uyuşmayan türleri bağdaştırma çabasından kaynaklanan fiyaskolarla doludur.” TİYATRO VE TESİRİ - NECİP FAZIL KISAKÜREK / BÜYÜK DOĞU YAYINLARI Tiyatro eserleriyle Türk Tiyatrosunun kurucu müelliflerinden olan Üstad’ın, Tiyatro nedir? sualini, kuruluşundan günümüze tarihi bir perspektif içinde izaha kavuşturduğu eser, ilk olarak, 1964 yılında Aydınlar Ocağı salonunda konferans olarak verildi. “Sanat, tiyatronun da baş sermayesi olan kelâmın muhtelif formlarında, hikâye, roman, şiir vesâirede dâima bir, iki buudludur; üçe varmaz. Ve hayal ki, Allahın yarattığı muazzam sahnenin ismidir, orada kendisini hakikatteki, realitedeki katılığıyla tecessüm etmiş bulamaz. Tiyatro, sanatın üç buud kazandığı yerdir. Bütün bir realite katılığı içinde zamanı ve mekanı kaldıran hâdise; istikbâli seyretmek, mâziyi seyretmek... Ve seyrettiğimiz yerdeki zaman-mekân vahdeti, bizimle kendi arasında ayrıdır.”
TİYATRO KAVRAMLARI SÖZLÜĞÜ - AZİZ ÇALIŞLAR / MİTOS BOYUT YAYINLARI "Tiyatro Kavramları Sözlüğü", MitosBoyut Tiyatro/Kültür Dizisi içinde bundan sonra yer alacak olan "Tiyatro Adamları Sözlüğü", "Tiyatro Yapıtları Sözlüğü", "Tiyatro Kuruluşları Sözlüğü", vb. gibi sözlüklerle, tiyatro alanına giren tüm genel bilgileri kuşatmayı amaçlayan bir yapıttır. "Tiyatro Kavramları Sözlüğü", yalnızca drama ve tiyatro sanatıyla ilgili evrensel, teknik ve kuramsal kavramlara özgü bir yapıt olup, tiyatro tarihini, kişileri, dönemleri ve ülke tiyatro tarihini, kişileri, dönemleri ve ülke tiyatrolarını göndermeler halinde içermektedir. "Tiyatro Kavramları Sözlüğü", Tiyatro ile ilgili herkesin tiyatro/kültür kitaplığını bütünleyecek temel bir başvuru kitabıdır.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya
23
EPİK TİYATRO - BERTOLT BRECHT / AGORA KİTAPLIĞI 20. yüzyıl, dünyada yaşanan ideolojik hareketlenmelerin yanında gelen sanatsal devrimlere de şahitlik etti. Bu sanatsal devrimlerden biri şüphesiz ki Bertolt Brecht'in döneminin Almanya'sının içinden çıkıp gelen Karl Valentin'le birlikte köşebaşı tiyatrolarında yeniden yapılandırdığı epik tiyatronun yeniden tanımlanması idi. Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında yaygın olan bu tiyatro anlayışının tarihsel kökeni, Brecht'in epik tiyatro tanımı ve epik tiyatroya dair görüşleri Kamuran Şipal'ın çevirisiyle Brecht'in Epik Tiyatro eserinde toplanıyor.
OYNAMAK VARKEN TİYATRO YAZILARI - AHMET CEMAL / CAN YAYINLARI "Günümüzde tiyatro, önündeki zamana ayaklarını sağlam basabilmek için, acaba neyin hesabını çıkartmak durumdadır? Bu sorunun yanıtını tam verebilmek için, tiyatronun onu bütün öteki sanatlardan ayıran özelliğini, insandan insana doğrudan seslenme özelliğini bir kez daha anımsamak gerekir. Tiyatronun dışında hiçbir sanat, insana insandan -oyuncudangeçerek aracısız ulaşmaz. Tiyatroyla en yakın bağlantılı sanat dallarından müzik bile kulaklara çalgılar aracılığıyla yansırken, tiyatro, temelini yalnızca insandan insana ilişkide bulabilir. Belli bir kesimi, kitleyi vb. temsilen sahnede bulunanlar, yine belli kesimleri, kitleleri vb. temsil eden izleyicilere mesajlarını doğrudan iletirler. Kısaca söylemek gerekirse, tiyatro, insana varmak, ona bir ses götürebilmek için doğrudan doğruya ve yalnızca insanı kullanan tek sanat dalıdır." - Ahmet Cemal
ULUSAL KİMLİĞİ TİYATRO İLE KURMAK TÜRK TİYATROSUNUN KİMLİK İNŞASINDAKİ İŞLEVİ - ELİF ÇONGUR / İMGE KİTABEVİ YAYINLARI Elif Çongur'un kitabı, ulusal kimliğin inşasında yalnızca tiyatronun değil genel olarak kültür ve sanatın oynadığı başat rolü konu ediniyor. Bununla da kalmıyor, bizi verimli bir tarih ve kültür tartışmasının içine sokuyor. Bütün tarih okumalarında olduğu gibi, geçmişi okuyor ama bugüne bakıyoruz. “Elinizdeki bu kitap” diye başlayan giriş cümlelerine bayılırım ben. Bitirilmiş bir işi bundan daha iyi anlatan cümle azdır herhalde. Öyleyse şöyle, elinizdeki bu kitap, 2011 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde yazığım doktora tezinin sonucudur. O doktora tezi ve nihayetinde bu kitap hocalarımın emeğinin kitabıdır. Öğrencileri, asistanları ve sonra meslektaşları oldum. Daha da bir şey istemez insan.”
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya
24
Tiyatrodan Sinemaya Tuğçe ERKOL 2) Who's Afraid Virginia Woolf?
Bu ayki dosya konumuz olan Tiyatro ve Haldun Taner'e paralel olarak film köşemizde tiyatrodan sinemaya aktarılan filmleri derledik. Öncelikle keyifli okumalar; ardından da keyifli seyirler dileriz...
Ünlü oyun yazarı Edward Franklin Albee tarafından yazılan oyun Mike Nichols tarafından sinemaya aktarılmıştır. 12 dalda Oscar'a aday gösterilmiştir ki bu bir rekordur. 12 dalın 5'indeyse Oscar'ı almıştır. Film Türkçeye Kim Korkar Hain Kurttan diye çevirilmiş olup bu adlandırma Virginia Woolf'un soyadına ironik bir yaklaştırma için yapılmıştır.
3) Romeo And Juliette Romeo ve Juliet'in destansı aşk hikayesi çağdaş dünyada vuku bulsaydı nasıl bir trajediye yol açardı? Yine aynı, ancak bu defa kılıçların yerini "kılıç adları" taşıyan modern silahlar alacaktır. Başarılı yönetmen Baz Luhrman, bu defa William Shakespeare’ın trajik aşk öyküsü Romeo ve Juliet’i beyazperde'ye aktardı.
1) Hamlet Ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’in Hamlet isimli meşhur oyunundan sinemaya uyarlanan film, anlatıcının 'Bu kendi aklıyla barış sağlayamayan bir adamın trajedisidir' cümlesiyle açılır. Laurence Olivier filmi hem yazıp yönetmiş hem de Hamlet rolünde oynamıştır. Akademi Ödülleri’nde dört dalda ödül kazanan Hamlet, sinema tarihinin en başarılı Shakespeare uyarlamalarından biri olarak kabul görmüştür.
4) The Crucible Arthur Miller'ın 1952'de yazdığı bir oyundur. 17. yüzyılda ABD'nin Massachusetts eyaletindeki Salem kasabasında cadılıkla suçlanan bir grup insanın cadı mahkemelerinde yargılanıp idam edilmesi olayını ele alır. Oyunun çok konuşulduğu gibi 4 ödüllü ve 2 Oscarlı
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
25
Nicholas Hytner'in filmi de dönemine damgasını vurmuştur.
dönemde özellikle Nejat İşlerli dizi versiyonunun yanı sıra geçmiş yıllarda sinemaya da aktarılmıştır. Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğini üstlendiği 1964 yapımı Türk filmi, 2. Antalya Film Şenliği'nde "En İyi Yönetmen", "En İyi Erkek Oyuncu" ve "En İyi Kadın Oyuncu" dallarında ödüle layık görülmüştür. Filmin başrolüniyse Fikret Hakan ve Fatma Girik paylaşıyor.
5) Quills Doug Wright'ın ödüllü tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanan Quills, hayatının son 10 yılını hapis benzeri bir akıl hastanesinde geçiren Marquis De Sade'nin hikayesini anlatmakta. Sadizmin filozofu olan De Sade hastaneye kapatıldıktan sonra da her biri büyük tepki toplayacak yazılarını yazmayı sürdürür. De Sade'ın çekimine kapılan hastanenin çamaşırcısı genç Madeleine, De Sade'ın yazdığı metinleri gizlice hastane dışına dağıtmaktadır. Bu metinlerden biri olan Justine'I Napolyon okuyunca sinirlenir ve çok koyu bir muhafazakar olan Dr. Royer Collar'ı, de Sade'yi tedavi etmesi için hastaneye gönderir.
9) Reis Bey Reis Bey, bir ağır ceza reisidir. Ömrü otel odalarında geçmiş, yapyalnız ve tuhaf bir adam. Taş kalpli bir kanun tatbikçisi… Onun nazarında merhamet, idamlık bir suçtur ve cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye idam gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır. Günün birinde, annesini öldürdüğü iddiasıyla huzuruna çıkarılan bir gencin idamına karar verir. Artık olaylar çok farklı gelişecek ve Reis Bey'in buz gibi iç dünyası müthiş bir sarsıntiyle yerle bir olacaktır.
6) Zengin Mutfağı Zengin Mutfağı, Başar Sabuncu'nun Vasıf Öngören'in aynı adlı tiyatro oyunundan beyaz perdeye aktardığı 1988 yapımı filmdir. Başrolde Şener Şen'in yer aldığı film, varlıklı bir evde çalışanların hayatlarını anlatırken siyasi mesajlar da vermektedir. Film, dönemin toplumsal hareketlenmelerinin Lütfü Usta’nın mutfağında yarattığı dönüşümü anlatır.
Necip Fazıl Kısakürek'in 1960 İhtilali sırasında hapisteyken yazdığı 3 oyundan biri olan Reis Bey 1988'de Mesut Uçakan tarafından sinemaya aktarılmıştır.
10) Yedi Kocalı Hürmüz Sadık Şendil'in aynı adlı oyunundan birçok kez uyarlanan tiyatronun son versiyonu 2009 yılında Nurgül Yeşilçay'ın başrolünde olduğu bir komedi halinde seyircisiyle buluşur.1800’lü yılların sonlarında Osmanlı topraklarında geçen eğlencelik bir yerli oyun örneğidir. İstanbul Taşkasap'ta yaşayan Hürmüz, değişik mesleklerden altı kişiyle hiçbir yasal yanı olmadan evlenmiştir. Her kocasını haftanın bir günü ağırlamakta, gönüllerini hoş etmekte, onlardan hediyeler almakta ve ekonomik sorunlarını çözmektedir. Ancak, onun gönlü berber eşinin dükkânında gördüğü doktordadır. Bir hastalık uyduran Hürmüz doktoru da evine getirtir. Doktor da ona âşık olur. Bu andan sonra doktor ve Hürmüz, kendilerini karmaşık olduğu kadar, gülünç gelişmeler karşısında bulurlar.
7) Asiye Nasıl Kurtulur? Vasıf Öngören'in tiyatrosundan yola çıkarak 2 defa sinemaya aktarılan filmde Bertol Brecht'in epik tiyatro etkileri öne çıkar. Sömüren sömürülen ilişkisine kadın penceresinden bakılır. Fuhuşla Mücadele Derneği Başkanı Seniye Gümüşçü bir gün genelevi ziyarete gelir ve Asiye'nin üzerinden buradan kurtuluşun nasıl olacağı üzerinde çareler sunar. Ancak sunduğu çareler genelev işleticisi Selahattin nam-ı diğer Selo tarafından çürütülür. Türkiye toplumunda kadına ve fuhuşa bakışın yanı sıra sınıf ayrımına da Vasıf Öngören bu filmle dikkat çeker.
8) Keşanlı Ali Destanı Türk tiyatro tarihinin ilk epik tiyatrosu olma özelliğine sahip olan Keşanlı Ali Destanı Haldun Taner tarafından yazılmış bir oyundur. Son
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
26
Reşat Nuri’in Balıkesir Muhasebecisi
Necip Fazıl’ın Para’sı
Mehmet ALTINOVA “Reşat Nuri Güntekin’in edebiyat dünyasına girişi tiyatro metinlerini tenkit etmesiyle gerçekleşir. Bu yüzden yazar bu türün tüm inceliklerini bilmektedir. Bu da kuşkusuz onun yeni tekniklerle daha az kusurlu yapıtlar vermesine olanak sağlar.”
benimsenmiştir. Bugünün dünyasında da bu kanı geçerlidir. Tiyatro ile ilgili tanımlamaları ilk yapan Aristotales’tir. Onun Poetika’sı aynı zamanda dünya edebiyatının ilk kuramsal kitabı olma özelliği taşır. Aristotales, tiyatroyu iki türe ayırır. Bunlardan ilki komedidir. Aristotales, tiyatronun bu türünü “Komedi, ortalamadan daha aşağı olan karakterlerin taklididir.”2 şeklinde tanımlar. Komedi türünde temel amaç, öğretilmesi gereken bazı davranışları güldürerek öğretmektir. İkinci bir tür olan tragedyanın amacını da şu şekilde açıklamaktadır, “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.”3 Görüldüğü üzere burada güldürü unsurunun yerini korku almıştır. Bu temel ayrımın neticesinde farklı uygulamalar sahneye konmuştur. Batı ile doğunun ruhu temizleme, korkudan arınma veya ruhu besleme anlayışı farklıdır. Öyle ki doğu medeniyetinde daha çok nesirle, merkezinde Kur’an olan bir temizleme
Toplumu aydınlatmanın en etkili yolu, topluma onların yaşamını aksettirmek yahut olması gereken davranışı onlara göstererek anlatmaktır. Bunun yolu da şüphesiz tiyatro yahut sinemadır. Namık Kemal de “Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara” adlı makalesinde “Eğlencelerin en edebîsi, binaenaleyh en faydalası” diyerek bu türü tarif etmektedir. Batı dünyasında tiyatronun pek çok işlevi vardır. Onlar, tiyatroyu öncelikli olarak bir eğitim şekli olarak görmektedir. Halk, epistemolojik1 olarak yetkin bir seviyeye ulaştıktan sonra artık tiyatro, eğitimden ziyade bir eğlence aracı olarak görülmüş ve
1
temel, edebiyatta genel olarak İNCİREpistemolojik ÇEKİRDEĞİ | İnceleme ulaşılmak istenen davranışın ön bilgisini ifade eder. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jale Parla, Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri, İletişim
Yay.; Mahmut Ay, “Sufi Teolojinin Peygamberlik Algısı”, A.Ü.İ.F.D.XLIX(2008), say.1, s.17-47. 2 Aristotales, Poetika, Çev. İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 2012, s.20. 3 Aristotales, a.g.e., s.22.
27
modeli vardır. Müzekki’n Nüfus (Nefislerin Tezkiyesi/Arındırılması) eserine bakıldığı zaman, arındırma arasındaki farklar belirgin olarak görünür.
toplumun eksikliğini, aksamalarını temel alarak topluma göstermeyi amaçlar. Bu kusurları gören toplum da kendini düzeltecektir. “Tiyatrolarında romanlarında ele aldığı konuları işleyen yazar Yaprak Dökümü’nü (1971) ve Eski Hastalık’ı [Eski Şarkı (1971) adıyla] oyunlaştırdığı5 gibi Hançer (1920), Eski Rüya (1922), Ümidin Güneşi(1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri (üç oyun, 1925), Taş Parçası (1926), Bir Köy Hocası (1928), Babür Şah’ın Seccadesi (1931), Bir Kır Eğlencesi (1931), Ümit Mektebinde (1931), Felâket Karşısında, Gözdağı, Eski Borç (üç oyun, 1931) İstiklâl (1933), Vergi Hırsızı (1933), Hülleci (1933), Bir Yağmur Gecesi (1943), Balıkesir Muhasebecisi (1971) ve Tanrı Dağı Ziyafeti (1971) adlı oyunlarını yazmıştır. Bunların hepsi toplumdaki ikiyüzlülüklerin, soyguncuların, çıkarcıların teşhirini hedefler.”6
Tiyatronun çeşitli türleri kültürümüzde bulunsa da batılı anlamda tiyatro, Tanzimat ile birlikte gelmiştir. Elbette ki tiyatroyu Tanzimat’ın birinci dönemine mensup şahsiyetler, bir eğlence aracından ziyade toplumu eğitmek için bir vesile görmüşlerdir. Dolayısıyla bu dönemde yazılan tiyatro metinleri, bir bakıma en az Nabi’nin Hayriye’si, Sümbülzade Vehbi’nin Lütfiyyesi kadar didaktiktir. Tercüman-ı Ahval’de yayımlanan Şair Evlenmesi’nde bir toplum eleştirisi yapılması, Vatan Yahut Silistre’de vatanın bütünlüğü konusunda tek bir toprak parçasının bütün vatana eş değer olması söz konusu edilir.4
Necip Fazıl Kısakürek ise daha çok şair yönüyle ve fikir yazılarıyla ön plana çıkmış bir mütefekkirdir. O da tıpkı Reşat Nuri Güntekin gibi edebiyatın farklı alanlarında ürün vermiş, tiyatroda ise toplumun aksayan yönünü ele almıştır. 1935’te ilk eseri Tohum’dan sonra üst üste kendisine şöhret getiren bir Adam Yaratmak (1938), Künye(1940), Sabır Taşı(1940), Para (1942), Nâmı Diğer Parmaksız Salıh (1949)’i yazmış ve 1964’te Reis Bey’i7 yazana kadar tiyatrodan uzak durmuştur. Bundan sonra Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Yunus Emre(1969), Bir Adam Yaratmak (1938), Abdülhamit Han (1969), Kanlı Sarık (1970), Mukaddes Emanet (1970)’i yayımlamıştır.8 “Para” ilk defa Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konmuş ve 1941-42 kışında İstanbul Şehir Tiyatrolarında temsil edilmiştir.”9
Hususiyetle Tanzimat’ın ikinci dönemine mensup edebiyatçıların, yönetim baskısından dolayı daha çok okunmak için piyesler yazması aslında görselliğin toplumu nasıl galeyana getirebildiğini göstermektedir. Bu yazıda sizlere toplumu eğitmek için edebiyatın pek çok türünde eser veren Reşat Nuri Güntekin’in tiyatro metinleri hakkında bilgi verip onun “Balıkesir Muhasebecisi” tiyatro metniyle Necip Fazıl Kısakürek’in “Para” adlı piyesini mukayese etmeye çalışacağım. Reşat Nuri Güntekin’in edebiyat dünyasına girişi tiyatro metinlerini tenkit etmesiyle gerçekleşir. Bu yüzden yazar bu türün tüm inceliklerini bilmektedir. Bu da kuşkusuz onun yeni tekniklerle daha az kusurlu yapıtlar vermesine olanak sağlar. Yazar başta tiyatro eseri olarak tasarladığı pek çok eserinde, 4
Ayrıntılı bilgi için, bkz. Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre, Akçağ yay., 2012., ayrıca bkz. Alev Sınar Çılgın, “Vatan Yahut Silistre’de Vatan Kavramı”, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.6, say.9, s.135145. 5 Romanı tiyatrolaştırma tekniği yeni bir oluşum değildir. Örneğin, Recaizade Mahmud Ekrem’in Atala piyesi Francois – Rene de Chateaubriand’ın aynı adla yayımlanan romanından tiyatral hâle
getirilmiştir. Hatta kendisi bu işi yalnızca birkaç saatte yaptığını ifade eder. 6 Enginün, İnci, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh yay., 2015, s.180 7 “Reis Bey” tiyatrosu ile ilgili yazı için bkz. Sultan Demir, “Reis Bey’i İzlemek”, İncir Çekirdeği Dergisi Sayı 24, Mart 2016 8 Enginün, a.g.e., s.186-187. İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme 9 Kısakürek, Necip Fazıl, Para, Büyük Doğu yay., 2.bs., 1987, s.6
28
Reşat Nuri, yukarıda da belirttiğim üzere eserlerinde daha çok ahlaki düşüklüğü konu alır. İnci Enginün, mezkur metnin telhisini şu şekilde yapar; “Özellikle Balıkesir Muhasebecisi ferdin, toplum ve aile etkisiyle ahlak anlayışından fedakârlık etmesi sonucu içine düştüğü durumda, ailesini de kendisini desteklemek zorunda bırakmasını çok etkili şekilde anlatmıştır. Kendi hâlinde, dürüst ve iyi bir insan olan muhasebeci Tahir Bey, İstanbul’daki büyük bir firmanın teklifini, yoksulluktan bıkan karısını susturmak için kabul eder. Bir müddet sonra zenginleşirler, artık Tahir Bey toplumda vurguncu diye anılmaktadır ve bundan sonra aile fertleri de memnun değildirler. Özellikle oğlu hem paranın sağladığı rahatlıktan yararlanmakta hem de durmadan namus hakkında nutuklar çekmektedir. Bir gece Tahir Bey’in tevkif edilmesi herkesi yeniden düşündürür. Tahir Bey evine döndükten sonra, bütün aileyi toplar ve neleri var neleri yoksa elden çıkararak yeniden Balıkesir’e döneceklerini bildirir. Az önce söylediklerini unutan aile fertleri, uzak yakın hısımlar telâşlanır. Yazar ahlak ve zenginlik ikilemi arasında kalan insanların ne kadar ikiyüzlü olabileceklerini teşhir ettiği bu sahnede, sözde ahlaklı görünenlerin, iş kendilerine dokunduğu zaman parayı tercih edeceklerini açıkça ortata koyar.”10
nişanlanan kızı ve nişanlısı durumu “O”nun hususi katibinden öğrenmiş ve ona göre hareket etmiştir. “O” da durumu fark etmiş ve kızının itirafıyla gerçeği tasdiklemiştir. Daha sonra “O” şu şekilde herkese haykırmış, âdeta bir ders vermiştir; O- (Herkese birden.) Bugün hepinize birden, (Hususi Katibini gösterir.) en yakın adamımdan (Öbürlerini gösterir.) etimin, kanımın mahsulü yakınlarıma kadar, herkesin iç yüzünü belirten bir oyun oynadım. Hayır işleri, mayır işleri hepsi lâf… Noterimize imzaladığım şey, belki bana on mislisini getirecek olan, sadece yüz binlik bir teberru… Malımın, mülkümün hepsini birden, gûya bir hamiyet sar’asile hayır teşekküllerine bağışlıyormuşum gibi, kendime ve Noterime sahte bir surat takındırdım. Hakkınızda tam bir karar vermeye ihtiyacım vardı. (Hususi Katibine bakar.) Attığım ağın içinden, beklenmedik balıklar da çıktı. (Karısına ve Oğluna döner.)
Necip Fazıl Kısakürek de merkeze parayı koyup insanların para için neler yapabileceğini gözler önüne sermiştir. Kısakürek, bütün parasını hayır işlerine yatıracağını söyleyince aile efradının tepkisi şöyle olur; Oğlu- Fakat baba, iyice düşündünüz mü? O- Toy ve aceleci delikanlı!. Nerede kaldı deminki heyecanın?. Nerede kaldı mahut edebiyat, ulvi menfaat kutuplarının hakları?
Necip Fazıl, “O” karakteriyle “O”nun ailesine blöf yapar. Kızı ve babasından izinsiz
Karımla oğlum, ağızlarında binbir vicdan yalanı, paramdan başka hiçbir şeye kıymet vermediklerini belli ederken, (Kızına ve kızının nişanlısına döner.) Kızımla nişanlısı, bana hakkın suratinden görülmeğe kadar vardılar. (Hususi Katibine karşı) Bak; ileride kim bilir nasıl bir lütuf bekleyerek sırrımı lûtfettiğim insanların becereksizliğini gör! Hiç sana böyle aptallık
10
11
Oğlu- Baba! O- Ne babası var, ne abası; kararım karar…11
Enginün, a.g.e., s.181 İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
29
Kısakürek, a.g.e., s.47
yakaşır mı? (Çoluğuna çocuğuna karşı) Ahlak masalından vazgeçtim ve onu hiçbir zaman size tavsiye etmedim; fakat gerçekten böyle aptallıklar size yakışır mı? Korkmayın hepinizi affediyorum! Elverir ki beni tanıyın, hâkimiyetimi görün ve mahkûmiyetinizi kavrayın! Ahlak yok akıl var. Üstün menfaat hesabı var. İşte bütün felsefem ve usulum! Enselenmeyecek hırsız, çalsın! Enselenecek olan da dürüst kalsın! Hırsızlık, namussuzluk olduğu için değil enselenmek namussuzluk olduğu için… Size tavsiye ettiğim hayat seciyesiyle, bana karşı seciyeniz arasındaki tezadları barıştırdınız mı, külahlarınızı havaya atabilirsiniz; ahlak yok, masal yok, mefkure yok; akıl var, hâdise var, üstün menfaat hesabı var!”12
da para gelsin de nasıl gelirse gelsin anlayışı vardır; “Demek işe devam… O hâlde kabul… Fakat bir şartım var… (Yine bir sükût) Benim şahsım için o kadar mesele yok. (Acı bir sırıtma ile) Allah insanı doğru yoldan çıkarmaya görsün… Bir kere ar damarı çatladı mı tamamdır mesele… yani ben yine yürürüm… Bir gün yine hapishaneye yolum düşerse ona da eyvallah. (Yine bir sükût) Şartıma gelince; idealist oğlum Necdet başta olarak sizin hepinizin oy birliğiyle yeniden bu yola girdiğimi unutmayacaksınız… Hepiniz artık müttefiklerim, ortaklarımsınız… (Birdenbire korkunç ve komik bir öfke ile bağırarak) Bir kere daha birbirinizin ağzından ideal mideal diye bir lâkırdı işitirsem kemiklerinizi kırdığımın resmidir… Hem vurguncu hem evliya öyle yağma yok. Ya o ya bu.”13
Burada da görüldüğü üzere Necip Fazıl, metin içerisine “para”yı ortaya koyarak onun çevresinde bir ailenin yaşantısını bununla birlikte aile içerisindeki ahlaksızlık, babadan habersiz iş çevirmek, sırları ifşa etmek gibi toplum içerisinde menfi durum olarak bilinen olguları anlatmıştır. Aynı şekil, Güntekin’in Balıkesir Muhasebecisi’nde de geçerlidir. Orada
12 13
Sonuç olarak öğretmenler romancısı Reşat Nuri Güntekin14, halkı aydınlatmak, ideal toplum düzenini sağlamak için tiyatroyu bir araç olarak kullanmıştır. Yazdığı pek çok oyunda menfi meseleleri ön planda tutarak insanları bilinçlendirmeyi amaçlamıştır. Oyunlarının bazılarını romandan uyarlamış bazılarını da doğrudan oyun şekilde yazmıştır. Necip Fazıl Kısakürek de “para”yı bir meta olarak ele almış ve oyununun içerisinde yerleştirmiştir. O da tıpkı Güntekin gibi tiyatroyu insanların gerçek yüzünü göstermek için bir araç olarak görmüştür. Her iki eserde de “para/servet” mefhumu ana karakter hüviyetindedir. Yıllar önce yazılan bu iki oyun, yine de bugünümüze maalesef hitap etmektedir.
14
Kısakürek, a.g.e., s.56-57 Enginün, a.g.e., s.181
Emil, Birol, “Öğretmenler Romancısı Reşat Nuri Güntekin”, M.Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Say.2, 1990. İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
30
Mahallenin Medar-ı İftiharı İş Görüşmesinde Sevcan ÖZBEK İKİ PERDELİK OYUN İki Perdelik Oyun KARAKTERLER
Ali: İstanbul Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu. 25 yaşında İstanbul'da yaşıyor. İşsiz. İş arıyor. Hülya: Açıköğretim Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi. 22 yaşında. Ünlü bir moda evinde çalışıyor. Ali ile evlilik hayalleri kuruyor. Hayri: Ali'nin yaşadığı mahalle kahvehanesinde çıraklık yapıyor. 19 yaşında. Ortaokul terk. Mahallede ondan habersiz kuş uçmaz. Patron: Ali'nin iş görüşmesi yapacağı ONYAPI şirketinin sahibi. Şirket personellerinin hepsini kendisi seçmiştir. Ethem: BİNYAPI Holding’in sahibi. (Ali yoluna devam eder. Hayri arkasından seslenir.)
I.PERDE
Hayri: Sana da şaka yapmaya gelmiyor be. Ne halin varsa gör.
İŞ (Ali takım elbisesini giymiş, sabah erkenden iş görüşmesine gitmek için kahvenin önünden geçerken Hayri önüne atlar.)
(Ali görüşme yapacağı şirkete gelir.)
Hayri: Günaydın Ali Abi. Nereye böyle karga bokunu yemeden?
Sekreter: İsminiz?
Ali: Çekil önümden Hayri, geç kalacağım iş görüşmem var.
Sekreter: Buyrun.
Hayri: Mahallemizin medar-ı iftiharı. Yürü be abi kim tutar seni.
Ali: Merhaba. Ben Ali. İş görüşmesi için gelmiştim.
Ali: Kes şamatayı Hayri sabah sabah.
Patron: Hoşgeldin. Gel otur.
Ali: Merhaba, patronla görüşecektim.
Ali: Ali. İş görüşmem var kendisiyle.
Ali: Hoşbuldum. İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Tiyatro
31
Patron: Hiç deneyimin yokmuş.
Patron: Maaş mı? Ha şu mesele hallederiz hallederiz. Sen hele şu projeye bi bak.
Ali: Evet, ama staj yaptığım şirketler var.
(Ali işe başlayalı 6 ay olur. Ve sadece iki kez maaş alır.)
Patron: Tamam neyse işte. Aldım seni işe. Yarın gel başla. Sabah 8'de iş başı yaparsın. Ali: Yarın mı? Bu kadar çabuk mu yani? Teşekkür ederim. İyi günler efendim.
2. PERDE DÜĞÜN
Patron: Güle güle. Yarın geç kalma.
(Mahalleden geçerken Ali'nin önüne çıkar Hayri)
Ali: Tamam.
Hayri: Günaydın Ali Abi.
(Ali odadan çıkar, mahalleye gider.)
Ali: Günaydın Hayri naber?
Hayri: Ee abi nasıl geçti görüşmen?
Hayri: Ne olsun ben abi sürünüyoruz. Senden naber? Alabildin mi cimriden paranı?
Ali: İşe alındım oğlum. Yarın başlıyorum.
Ali: Alamadım.
Hayri: Hayırlı olsun abi. Nerde? Ne kadar mangır verecekler e anlatsana be abi?
Hayri: Aman be abi üzülme. Alırsın. Verecek elbet birgün.
Ali: Lan oğlun ben şartları konuşmadım ya. Yarın gel başla deyince heyecandan dilim tutuldu. Öylece çıktım geldim.
(Hülya koşarak Ali’nin yanına gelir.) Hülya: Ali Alii!
Hayri: Haydaa! Abi sen de en önemli mevzuyu konuşmamışsın be. İyice uçmuşsun sen. Hahaha
Ali: Noldu? Ne bu telaşın?
Ali: Hadi be zevzek sen de.
Hülya: Hayatım bugün erken gelmeyi unutma ev bakacağız birlikte.
(ertesi sabah 8 ofis)
Ali: Tamam tamam.
Patron: Gel bakalım Ali. Şimdi şunlar devam eden projelerin çizimleri. Bunlara bi göz at bugün sonrasına bakarız.
(Ali ofise gelir.) Patron: Ali oğlum. Şu Esenler'deki konutların projelerini yarına yetiştirmemiz lazım. Adamlar ödeme yapmıyorlar projeyi görmeden. Ne yap ne et bugün onu bitiriver.
Ali: Biz şartları konuşmadık ama patron. Onları da bi netleştirsek. Patron: Hallederiz hallederiz. Sen hele bi alış buraya. Hadi bakalım işinin başına.
Ali: Ben bugün erken çıkmak için izin isteyecektim sizden.
Ali: Tamam efendim.
Patron: Neden?
(Ali kendisine verilen masaya geçer ve etrafına bakınırken bir ay geçer ve maaşlar ödenmez. Bir sabah masasının başındayken.)
Ali: Nişanlımla ev bakacağız Patron: Bu iş bitmeden bir yere gitmek yok
Patron: Ali şu bizim en son aldığımız projemize bir bak bakalım. Çizimler olmamış dediler. Eksik ne var.
Ali: Tamam (Bir ay sonra) (iş çıkışı Ali Hülya'yı moda evinden alır)
Ali: Tabi efendim. Ama önce ben sizinle maaşımızı konuşmak istiyorum.
Hülya: Patron verdi mi maaşını? Ali: Yarın vereceğini söyledi.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Tiyatro
32
Hülya: Ayrıl şu işten Ali. Adam cimrinin teki. Belli ki maaşını ödemeyecek. Seni de kul köle yapıyor kendisine.
Patron: Senin düğünün yarın mıydı? Unutmuşum. Neyse geçerken bi bakarsın yolunun üstü nasılsa.
Ali: Öyle kolay mı Hülya hemen iş bulmak? Bu iş için bile kaç ay iş aradım ben.
Ali: Kusura bakmayın patron bakamam. Başka birini yollayın en iyisi.
Hülya: İyi de hayatım bu hep böyle mi gidecek? Daha geçen ay izin vermedi adam sana ev bakmak için. Yarın öbür gün düğünümüz içinde izin vermezse ya. Yapar mı desin hı Ali?
Patron: İyi düğün iznini üç gün yapar dönersin o zaman işe. Ali: Bundan sonra hiç gelmiyorum işe. İstifa ediyorum. Yeter artık.
Ali: Ne bileyim hiçbir şeye şaşırmıyorum artık patronla ilgili.
(kapıyı çarpıp çıkar odadan)
(Mahalleye gelirler)
Patron: Ali oğlum dur yapma. Hay Allah bu defa ki blöfümü yemedi. Ben ne yapacağım şimdi.
Hayri: Ali abi bugün seni iki adam sordu.
(Ali perişan halde mahalleye gelir)
Ali: Kimmiş sordun mu?
(Hülya marketten çıkarken Ali'yi görür)
Hayri: Sordum ama kimsek kimiz sanane be adam deyip gittiler
Hülya: Ali ne işin var senin bu saatte mahalle de? Ali: Sorma canım. İstifa ettim.
Ali: Allah Allah kimdi acaba? Dost mu düşman mı görünüyorlardı? Tarif etsene oğlum biraz.
Hülya: Paranı alsaydın bari çıkarken.
Hayri: Temiz giyimli temiz yüzlü adamlardı. Mafyaya benzer yanları yoktu pek.
Ali: İstemeye bile fırsatım olmadı ki. Kapıyı çarpıp çıktım ofisten.
Hülya: Senin patronun adamları olabilir mi?
Hülya: Ah be Alim kaç zamandır diyorum sana çık çık diye dinlemedin beni. Al bak düğün üstü işsiz kaldın. Ne yapacağız şimdi?
Ali: Neden sorsunlar ki beni? Yok değildir onlar. Tamam Hayri sağol. Hadi iyi akşamlar
Ali: Allah Allah ne bileyim ben Hülya. Az önce iyi yapmışsın diyen sensin, şimdi de söyleniyorsun. Gelme üstüme daha fazla.
( sabah olur Ali ofise gider patronla kapıda karşılaşırlar) Patron: Ali dün akşam iki adam seni sormuşlar bizim çocuklara. Kim olduklarını biliyor musun?
Hülya: Tamam tamam bağırma reklam olduk mahalleye.
Ali: Hayır bilmiyorum. Dün mahalleye de gelmişler. Tanımıyorum. Benim kimseyle bir husumetim yok ki…
(Ertesi akşam düğün salonu) (Hülya ve Ali dans ederler)
Patron: Neyse ne. Boşver çıkar yakında kokusu. Biz işimize bakalım.
Ali: Keşke düğün yapmasaydık. Şu hale bak nasıl ödeyeceğiz şimdi bu masrafı
(Bir ay sonra öğleden sonra)
Hülya: Düşünme şimdi sen bunları buluruz bir çaresini.
Patron: Ali oğlum. Şantiyeye gidilecek bugün. Malzeme eksikmiş bi bakıver. Ali: Bugünkü işlerimi toparladım. çıkacaktım. Malum yarın düğünüm var.
(Ali'yi soran iki adam ve patron aynı anda girerler salona)
Erken
Patron: Ali evladım, dünkü söylediklerimi unut işe geri dön.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Tiyatro
33
Ali: Siz de kimsiniz?
beri. E hayırdır hangi rüzgara borçluyuz bu kucaklaşmayı.
Adam: Bizi Ethem Bey gönderdi. Seni ona götürmemiz için.
Ethem: Kötü bi niyetim yok be oğlum. Ben Binyapı Holding’i kurdum. Bana senin gibi cevval bi mimar lazım. Ondan yani bu şamata.
Ali: Ethem diye birini tanımıyorum kardeşim. Hadi şimdi yol alın.
Ali: Lan oğlum hiç değişmemişsin yine hep bi gösteriş halleri. Ama bak şartları baştan konuşmadan hayatta kabul etmem işi ona göre ha.
Adam: İyi ya işte tanışırsınız. Yürü gidiyoruz. Ali: Manyak gelmiyorum.
mısınız
Adam: Geleceksin Patronun emri. Yürü
be?
Hiç
dediysek
bir
yere
Ethem: Seni bulmuşum bi de hayır mı dicem? Tamam be oğlum ne istersen tamam.
geleceksin.
Ali: İyi o zaman hadi önce bitirmemiz gereken bir düğün var. Şimdi doğru halaya.
Ali: Gelmiyorum lan. (Aralarında kavga çıkar o sırada salona Ethem girer.) Ethem: (bağırır) Noluyor burada?
SON
Adam: Şey… patron. Ali Bey bizimle gelmek istemeyince, aramızda ufak bir tartışma çıktı. Ali: (şaşkın) Etheeeemm??? Ethem: Gelmek istemeyeceğini bildiğimden kendim geldim. (kucaklaşırlar) Ali: Oğlum böyle zorla adam mı davet edilir? Hem de düğün günümde pes yani. Gerçi sen hep böyleydin. Hep biz gizemli havalar falan liseden
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Tiyatro
34
Güvercin Derin bir uykudaymış göğüs kafesimde Saklı bir güvercin İlk seninle duydum sesini İlk seninle hissettim kanat çırpışını. Şimdiyse durduramıyorum özgürlüğe Uçmak isteyen haykırışlarını. Avareyim, divaneyim, biçareyim Sahibinden buyruk bekleyen bir Köleyim. Sahi Ben mi onun sahibiyim Yoksa o mu benim? Eda YAMAN
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
35
YİTİK TÜRKÜ Yaz gelmeden atmalı üstümüzden hüznü ceketli külhanbeyini bakmamalı elimize tabular ve putlar pahalıya patlamış alın terleri gibi anmak olur mu zemheriye, ayaza mayın sıcağı birbirimizi? Bu muhabbet çok uzun bu muhabbet çok eski bir kitap arasından dilime saplanmıştır. Gamzelerinde tohum ummamış nice çocuk annenin ehramında saklambaç çiçekleri büyürken közü kalmış sobaya koymak için demir maşada bağdaş kurdurmuş yüreğinde yitik türküler secde edermiş meleklere. Yitik türküler: mayın, kavuştakları; sıcak Ellerine türküler kadar yitik kavuşmak. Saçları gün ışırken kayıplara karışmış Aşığın görmek için gözleri de mi varmış! Ne demek şimdi bunlar Nerede geyikli halı Dağılsın şaibeli dizeleriyle dünya Ağlasın babaannemin ağarmamış saçları Ne şiirler neşretmiş duvaksız onca gelin Gölgesine kınalar yaktığı duvarında.
Önder ÖZTÜRK
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
36
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi II. Öğrenci Kongresi Üzerine Mehmet ALTINOVA Bu yazımda 24-25 Nisan 2018 günü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kurul odasında gerçekleşen “Toplumsal Bellek” serlevhalı kongre hakkındaki izlenimlerimi paylaşacağım. Kökü 1453 yılına dayanan ve Türkiye’nin en kadîm üniversitesi olma özelliğini taşıyan üniversitede bu yıl ikincisi düzenlenen öğrenci kongrelerinde ben de “Klasikleşen Türk Şiirinin Gölgesinde Kudüs’ün Toplumsal Hafızamızdaki Yeri” başlıklı bir tebliğ ile katılım gösterdim. Kongre öncesinde yoğun emek ve çaba gösteren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrenci temsilcileri her daim bizim sorularımızı cevaplandırarak gerek heyecanımızı gerekse de bu süreç içerisinde meydana gelen sorunlarımıza çare buldular. Farklı üniversitelerden farklı disiplinleri buluşturan bu kongrede benim de içerisinde bulunduğum on dokuz katılımcı ana konunun çevresinde ilgili/uzmanı oldukları konular hakkında 20-25 dakikalık konuşma gerçekleştirdiler. Üç dört kişiden oluşan oturumlarda toplam 6 oturum yapıldı. Oturumlarda yer alan konuşmacılar birbirini tamamlayan konularda konuşmalarını gerçekleştirerek konu bütünlüğünü sağladılar. Oturum başkanları İstanbul Üniversitesi’nde bulunan öğretim elemanları tarafından gerçekleştirilerek hem hoca öğrenci arasındaki diyaloğun güçlenmesinde etkili oldu hem de hocalarının öğrencilerinin arkasında olduklarına dair izlenim bıraktı. Bu sayede çoğu üniversitelerde artık göremediğimiz hoca öğrenci ilişkisine dair örnek bir tavır sergilenmiş oldu.
Birinci günün ilk oturumunda her ne kadar dinlemek amacıyla katılım gösteremesem de şu başlıklara yer verildi: Prof. Dr. Cengiz Çakmak’ın oturum başkanlığında İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü öğrencilerinden “Toplumsal Bellek” Kavramının Mimari Üzerindeki Etkileri; İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencilerinden Hacer Selçuk tarafından Postmodern Anlatılarda Toplumsal Belleğin Deformasyonu; yine İstanbul Üniversitesi felsefe bölümü öğrencilerinden Suat Kutay Küçükler tarafından Distopyalarda Toplumsal Belleğin Kontrolü başlı tebliğler sunuldu.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
37
Birinci günün ikinci oturumunda ise İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencilerinden Savaştan Arta Kalan: Kayıp Bir Neslin Hafızası başlıklı bildirisiyle Tubanur İşcen; ikinci olarak İstanbul Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı bölümünden Mahir Erden Say tarafından Toplumsal Bellek Açısından Kaysın Kuliev Şiirleri; Bursa Teknik Üniversitesi sosyoloji bölümünden Yaşayan Bursa Belleği: Eşrefoğullarından M. Safiyüddin Erhan ile Sözlü Tarih görüşmesi bildirileri sunuldu. Birinci günün son oturumu ise şu tebliğler sunulmuştur: İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Toplumsal Bellek ve Şehir Efsaneleri Bağlamında Sabahattin Ali’nin “Hasan Boğuldu” Hikayesi ile ev sahibi üniversitesi Dilbilimi bölümü öğrencilerinden Gressa İ. Balcı tarafından Mitlerden Masallara; Anlatıların Toplumsal Bellek Oluşumuna Etkileri başlıklı sunumlarını gerçekleştirdiler. Ahi Evran Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Seher Şen, Masalların Toplumsal Belleğimizdeki Yeri ve İsmail Fenni Ertuğrul’un Gülzâr-ı Emsâl Adlı Eseri başlıklı sunumunun ardından ev sahibi İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencilerinden Zeynep Aras, Süper Kahramanların Toplumsal Bellekteki Yeri ve İşlevi üzerine konuşmasını yaparak birinci günün oturumu tamama erdi.
birkaç kelimenin etimolojisini vererek konuyu aydınlattı. İkinci olarak Medeniyet Üniversitesi’nden doktora öğrencisi Meliha Özhan, Asaf Halet Çelebi’nin “Kadıncığım” ve “Radyo” Şiirlerinde Toplumsal Bellek başlıklı bildirisini sundu. Birinci oturumun son konuşmacısı Boğaziçi Üniversitesi Mihri İlke Çeperli oldu. Görme Engelli Toplumunun Toplumsal ve Kültürel Belleğin Oluşumunda Sesli Betimlemenin Şekillendirici ve Belirleyici Rolü başlıklı bildirisinde görme engelli kişilerin film veyahut dizilerdeki ortak özelliklerine vurgu yaparak konuyu aydınlattı. İkinci günün ilk konuşmacısı bendim. Klasikleşen Türk Şiirinin Gölgesinde Kudüs’ün Toplumsal Hafızamızdaki Yeri başlıklı tebliğim ile kongreye katıldım. Edebiyat tarihimizin XII. ile XIX. yüzyıla kadarki süre içerisinde Kudüs ve onunla birlikte ifade edebileceğimiz Kubetü’sSahra ile Mescid-i Aksa mekanlarının bu dönemde yaşayan şairler için ne anlam ifade ettiğini beyitler eşliğinde açıkladım. Ardından benim konumun devamı niteliğinde İstanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi Fatıma Tüfekçi, Toplumsal Bellek Bağlamında Nizar Kabbani ve Sezai Karakoç Şiirlerinde Filistin Meselesi başlıklı konuşmasını yaptı. Bu bildiriden anladım ki bu iki şairin sözü edilen coğrafyaya bakışı aynıdır. Üçüncü konuşmacı ise ev sahibi aynı zaman da kongrenin yönetim ekibinden olan Serhat Uran’dı. Araştırmacı, Geçmişin Mirası, Geleceğin
Toplantının ikinci günü 25 Nisan’daydı. Bir gün öncesinden hazırlıklarımı yapıp kongrede sunacağım tebliğim hakkında bilgi sahibi olmaya devam ettim. İkinci günün birinci oturumu Dumlupınar Üniversitesi’nde Yabancılara Türkçe Öğretimi Sertifika Programından hocam Prof. Dr. Mustafa Balcı başkanlık etti. Bu oturumun birinci konuşmacısı ev sahibi üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencilerinden Rabia Saral, Gâlât-ı Meşhur Lügat-ı Fasihten Evlâ mı? başlıklı bildirisini sundu. Dinleme imkânı bulduğum bu bildiride genç araştırmacı başlıkta geçen kelimelerin gerçek ve terim anlamlarını ifade edip tarihsel süreçte kullanılagelen çok bilindik
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
38
Mimarı Kütüphaneler/Arşivler başlıklı bildirisini sundu. Anlattıkları çok dişe dokunur şeylerdi. Sunumunun hem görsele dayanması hem alanında yüksek lisans yaptığından dolayı donanımlı olması hem de bizzat kendisinin de kütüphaneci olmasından dolayı dinleyiciler açısından oldukça verimli bir konuşma oldu. Ardından oturum başkanı Doç. Dr. Mehmet Samsakçı, biz konuşmacılara sorular yöneltti. Bana “Gölgesinde yerine aynası demek uygun olmaz mıydı, bu tip sunumlarda genellikle ayna kullanılır.” sorusu üzerine eleştirinin haklı olduğunu belirtip düzelteceğimi ifade ettim. Uzun bir aranın ardından üçüncü oturum başladı. Doç. Dr. Necdet Eydim’in oturum başkanlığı yaptığı panelde İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencilerinden Dilara Akgün, Kültürler Arası Anlaşmazlık ve Ortaklık Arasında Dil, Müzik ve Mekân başlıklı bildirisini sundu. Ardından Yeni Yüzyıl Üniversitesi Mütercim Tercümanlık bölümü öğrencilerinden Kemal Akyüz, Toplumsal Belleğin Taşıyıcısı ve Farklı Kültürlerin Kesişim Noktası Olarak Folk Müzik başlıklı bildirisini sundu. Doğu ve kendi yöremizdeki müziklerin benzerliklerini ortaya koyan araştırmacı eğlenceli bir konuyu bilimsel verilerle ortaya koydu. İki günlük kongrenin son konuşması Kerim Karayel tarafından yapıldı. Ahmet Caferoğlu tarafından başlatılan ağız araştırmaları doğrultusunda devam eden araştırmacı Seyhan Erözçelik’in Bartın Ağzı ile Yazılmış Şiirleri başlıklı konuşma yaptı. Türkiye’de ağız çalışmalarını başlatan kişinin Ahmet Caferoğlu olduğunu belirten araştırmacı, ağız çalışmaları sırasında yaşanan zorlukları ve öneminden bahsetti. Daha sonra değerlendirme konuşmalarının ardından kongre son buldu. Fakat sonunda oturum başkanının arkadaşının diliçi çeviriyle çevirdiği Fuzulî’ye ve Ahmet Muhip Dıranas’a ait şiirlerinin Ödemiş ağzıyla okuması kongreye damgasını vurdu. Çok güzel uyarlanan bu şiirler kongreye renk kattı.
NOT: Dergimizin editörlerinden Kübra Tarakçı’nın zahmet edip kongreye teşrif buyurması nedeniyle kendisine teşekkürlerimi sunarım…
Sonuç olarak bu toplantı gayet başarılı, faydalı bir şekilde nihayete erdi. İkincisi düzenlenen toplantının sürekli olması temennisiyle… İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme
39
Sarıl Hayatında birkez olsun En saçma bulduğun anıya sarıl Hayata sarıl Sımsıkı bağladığın kollarını Sımsıkı sarılmak için aç Bak gökyüzünde bulut yok Yeryüzünde umudu bitenlerin Yüzünü çevirdiği ilk mevsim bahar Sakladığımız tüm sırlar Hayata tutunanların gülen gözlerinde Ellerin elime değdiğinde Yüreğimdeki serçeler uçtu Hayatında birkez olsun Gözlerine ilk defa baktığın birine Merhaba de. Yüreğimizde ki buzların eridiği mevsimdeyiz. Sımsıkı kapattığın dudaklarını Sımsıcak gülümsemek için aç Hayatında birkez olsun Hiç sevmeyeceğim diyenlere inat Dans et Sokaklar senin ve sessiz Aç kapılarını kapatma Yürüdüğün onca yol boşuna değil Hayatına dokunanlara hoşgeldin de.
SEVCAN ÖZBEK
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
40
arkapak IŞIK SELİN ORHUNTAŞ
YANIK SARAYLAR / SEVİM BURAK – YKY "bir yaz günüydü fakat her yer karanlıktı." Türk öykücülüğünde ‘yeni’ bir dönemin işaret fişeği altı öyküden oluşur Yanık Saraylar. İlk bakışta bize Leyla Erbil’den tanıdık gelen bilinç akışı tekniği ile karşılaşıyoruz. Biraz metnin içine girmeye başlayınca kullanılan üslubun, anlatılanların, dizilen cümlelerin hepsinin Sevim Burak ve hayatından izler olduğunu görüyoruz. Manik –depresif ruh halinin sayıklamaları öyküye dönüşüyor.
KARANLIĞIN SOL ELİ / URSULA K. LEGUİN - AYRINTI YAYINLARI “Kehanetleri peygamberler (bedavaya); falcılar (bun lar genellikle belli bir ücret isterler, bu yüzden de pey gamberlerden daha çok saygı görürler) ve fütürologlar (bu işten maaş alırlar) yaparlar. Kehanet peygamberlerin, falcıların ve fütürologların işidir. Romancıların işi değildir. Bir romancının işi yalan söylemektir.” Yakın zamanda kaybettiğimiz bilim-kurgunun kraliçesinden bir başyapıt. Hainli Döngüsü serisi içinde de okunabilen Karanlığın Sol Eli, , savaş kelimesi sözlüklerinde olmayan, teknolojik gelişmeleri çok uzaktan takip eden, cinsiyetsiz toplumun olduğu sürekli kış içindeki bir gezegende geçer. Kış’a uzaydan gelen erkek elçi, onların da içinde bulunmasını istediği gezegenler birliğinden söz eder. Bu elçi ile birlikte gezegende işler değişmeye başlar. Çeşitli zıtlıklar – benzerlikler birbirini bulmaya başlar. LeGuin’den akıl sınırlarını zorlayacak kehanetler(!)
İNSAN AÇISINDAN EDEBİYAT / MERMİ UYGUR - YKY "İnsana özgü bir duygu dünyasının kurulup gelişmesinde büyük payı vardır edebiyat ürünlerinin. ... edebiyatla kendisini bulabilir insan, çünkü en çok kendisinin olan yönüyle, duygu biricikliğiyle edebiyatta rastlar kendisine." Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli felsefe insanlarından biri olan Mermi Uygur, edebiyatın hayatımızdaki yeri, önemi, işlevi gibi konulara değiniyor. Okuma zevki vermesinin yanında estetik ihtiyaçları da karşılıyor. Edebiyat ve felsefeyi birleştiren denemeler her okuyucunun anlayacağı bir üslupla yazılmış. Sanat üzerine düşünen herkesin okuması gereken bir deneme kitabı.
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Arka Kapak
41
arkapak AYŞE BENGİSU AKDAĞ
TÜRK NESİR ANTOLOJİSİ / VARLIK YAYINLARI Bu küçük kitap Türk edebiyatının kilometre taşlarını bir arada bulmak, hepsinden biraz da olsa okumuş olmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Halid Ziya'dan Ahmet Haşim'e, Yakup Kadri'den Peyami Safa'ya, Ahmet Hamdi Tanpınar 'dan Sabahattin Eyüboğlu'na pek çok ismin denemelerinden, öykülerinden oluşuyor antoloji. Türk edebiyatının bugününü hazırlayan bu önemli isimlerinden çıkmış yazıları bir arada bulmak ve okumak çok güzel. Bu anlamda antolojileri yararlı buluyorum. Evet bir yazarın sadece bir yazısını okumakla onu "okumuş" sayılmaz insan belki ama en azından bir fikir oluşur yazarın kalemine, diline dair. Antolojiler ayrıca önemli yazarların uzun, ağır romanlarını okuyacak vakit bulamayan ama istekli olan okurlara da yardımcı oluyor.
FRANZ KAFKA / AFORİZMALAR - YAPI KREDİ YAYINLARI Kafka'nın 1917-18 yıllarında kaleme aldığı düşünceleri derlemiş Ferit Edgü. Kafka; yalın, süssüz, doğal anlatımıyla inanca, varlığa, ilahi güce, ruha dair hislerini düşüncelerini dile getiriyor bu kitapta. Romanlarında ve öykülerinde kurtuluşun mücadelesini veren ama kurtulamayan insanın kurtuluşunu Tanrı'ya bağlıyor buradaki cümlelerinde. Çok da inançlı biri olarak belirtilemeyecek olan Kafka'nın bu davranışını Ferit Edgü "Kafka kendini aldatmadan inanacağı bir Tanrı arayışı içindeydi" şeklinde izah ediyor. Bu bir özlü sözler kitabı olarak algılanmamalı. “Bir çırpıda okudum bitti." denmemeli. Kafka'nın manevi değerler ve umut taşıyan bu önemli cümleleri, üzerinde saatlerce düşünmeyi gerektiriyor aslında.
SEZAİ KARAKOÇ / GÜNLÜK YAZILAR 3 – SÛR - DRİLİŞ YAYINLARI Sezai Karakoç, “ancak birkaç yüzyılda bir yetişen” önemli bir entelektüel, bir mütefekkir. Karakoç, fikir ve sanatta “Diriliş Akımı”nın kurucusu olarak tanınıyor. Kendi ifadesiyle “Diriliş, aslında bir edebiyat akımından çok, bir hakikat akımıdır. (…) Yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır." Üstadın 1974'te yayımladığı bu eseri ise adından anlaşılacağı üzere günlük yazılarından oluşuyor. 'kader saati', 'ateş ve perde', 'alınyazısı gülümserse', 'ruhun köprüleri' gibi birçok başlıktan oluşan yazılarda din, felsefe, mistik düşünce gibi kavramlar edebi bir dille aktarılıyor. Kitaba adını veren Sûr yazısının ilk birkaç cümlesi ise şöyle: “Büyük Sûr üflenmeden önce herkes kendi sûrunu üflesin. Ölüm gelmeden önce herkes kendi ölümünü kutlasın. işte İslamın insana, işiten insanın duyan kulaklarına sürekli sûru bu.”
42
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Arka Kapak
SO
SYAL RUMLULUK
Sırdem KEMİKSİZ
BİR PATİLİLER HİKÂYESİ – 2Tüm hayvan severler baktığı sokak canlarının yaşam hakları için çırpınırken bir de çevresindeki insanlara karşı mücadele ederler. Bu mücadele yer, zaman, gelişmişlik fark etmeksizin aslında herkesin hep bir ağızdan anlattıkları ortak hikayelerdir. Bir apartmanın ya da dükkanın önüne koyduğunuz ufacık bir mama-su kabı maalesef vicdanı olmayan birçok kişi tarafından kocaman meseleler haline getirilmeye devam edilmektedir. Ben bu konuyla ilgili başımdan geçen bir olayı ve akabinde “Her şerde bir hayır vardır.” dediğimiz güzel bir oluşumu paylaşmak istiyorum sizlerle.
durum tespit ettirilecek ve hukuk yolun gidilecektir. Gereğini bilgilerinize arz ederiz.” Lütfen bu satırları tekrar tekrar okuyunuz ve “biz de hayvanları çok seviyoruz” sözüne asla itimat etmeyiniz. Yaklaşık sekiz yıldır oturmuş olduğumuz apartmanın bahçesinde (kedim Jelibon hayatımıza girdiğinden beri) nice canları doyurduk. Onların barınma tedavi ihtiyaçlarını karşıladık. Sadece benim odamda aşağıdan getirdiğimiz 17 yavru can verdi. Bunları marifet olarak anlatmıyorum. Bizim mücadelemizin katı ve katını veren nice yoldaşımız var. Ancak biz bu mücadeleyi verirken sırf onlar ses çıkarmasın diye apartmanın bahçesini temizler komşularımızın aklınıza gelecek ahlaki-gayri ahlaki tüm “kişisel” eşyalarını toplar temizlerdik. Tebligatta bahsedilen hijyen dışı bir durum söz konusu olamazdı bu yüzden. Defalarca komşularımızın baktığımız canlara vurduğunu kovaladığını görür çoğu zaman ses çıkaramazdık. Bize kin tutup onlara daha büyük zarar vermesinler diye. Defalarca biz aşağıya yemek su vermeye gittiğimizde üzerimize tükürülür kapılar “Allah belanızı versin!” denerek daha kim olduğunu anlamadan kapılar çarpılırdı. Bu tebligat bardağı taşıran son damla olmuştu. Üzülerek de olsa artık “savaş” başlamıştı. Bahsettiğim bu senaryoyu yaşan pek çok insan var ve onlar da aynı şeylerden korktukları için ses çıkarmama yolunu seçtiler. Bu hikaye sizler için. Lütfen haklarınızı biliniz. Peki nelerdi
Ankara’nın ayazını bilen bilir. Burada sokak canlarına bakmak istiyorsanız yapacağınız ilk şey az önce evinizin önünüze koymuş olduğunuz kaynamış suyun hemen donmasının ardından o suyu yeninde değiştirmektir. (Bu arada aklınızda bulunsun diye söylüyorum içine damlatacağınız bir miktar zeytinyağı bu süreyi biraz daha uzatmakta faydalı olacaktır.) Böylesine soğuk bir günde çalan kapıyı annem açtı ve postaneden gelen bir zarfla karşılaştı. Zarfı açtığında çalakalem bir müsvedde kağıdının önüne yazılmış ilginç bir tebligatla karşılaştı: “İlçenin … Mahallesi …Caddesi …. Numaralı dairede kiracı olarak oturmaktasınız. Sayın Nedim Bey, eşiniz yemek artığı gibi maddeleri sitemiz bahçesine ve diğer müşterek alanlarda mahalle kedilerine vererek hayvanları toplamaktadır. Bu kediler çeşitli ortamlarda kendilerine verilen bu yiyecekleri ortalığa saçmakta hem görüntü kirliliğine hem hijyene aykırı durumlar oluşmaktadır. Toplanan bu hayvanlar bölgeyi mekan edinip barınmaktadırlar. Sayın Selda Hanım hepimiz hayvanları çok seviyoruz. Ama site sakinlerimiz bu durumdan oldukça rahatsızlar. Sitemiz genel kurul toplantısında bu konu hakkında uzun uzun konuşulmuş komşularımız bu duruma bir çare bulunmasını isteyip bir tutanakla durumu tespit etmişlerdir. Komşumuz olarak lütfen toplu yaşam kurallarına riayet ediniz. Diğer komşularımıza zararı dokunacak faaliyetler yapmayınız. Site yönetimi olarak bir netice alınmazsa resmi kurumlara müracaatla bu İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Sosyal Sorumluluk
43
yapılanmaları, personel yönetiminde, genel kurul toplantılarında, bazı alım satımlarda, ortak kullanım alanlarındaki yönetim kullanımında olan yerlerde yönetimden ve sakinlerden kaynaklanan sorunlareksiklikler -yanlış kullanımlar varsa" onları tespit ederek yasal şikayetlerde bulunarak, belediyeden ve ilgili kurumlardan, İMAR PLANINA ve İDARİ İŞLERE aykırı hususların ve MALİ gelir-gider durumunun araştırılması isteminde bulunulacağının da bilinmesini isteriz.” Yukarıda bahsedilen maddeler bu durumda size yardım edecek maddelerden sadece birkaçı.Ayrıca baroların hayvan hakları komisyonları var ve komisyona üye avukatların (kurucuları dahil) internette numaraları var ve gerçekten sizlere yardımcı oluyorlar. Ayrıca yukarıdaki üst yazıyı http://www.dohayko.org sitesinde solda “yasal bilgilendirme” kutucuğundan bulabilirsiniz.
haklarımız, biz neler yaptık ve yapmaya devam ediyoruz? Buyurun 5199 sayılı kanunun maddelerine:
Biz Haykonfed ekibinden sevgili Türkiye Temsilcisi Haydar Özkan, Ankara temsilcisi Tülay Danacıoğlu ve tabi ki Konfederasyon Başkanı Nesrin Çıtırık’ın destekleriyle (ayrıca Bursa Hayvanlarla Yaşam Derneği Başkanı sevgili meslektaşım Sibel Akıncı’nın yönlendirmeleriyle) öncelikle haklarımızdan haberdar olduk. Daha sonra bu tebligat apartman yönetimince gerekli yerlere henüz ulaştırılmadan kaymakam ve belediye başkanını ziyaret ederek durumu anlattık, gerekli desteği aldık. Ardından ilk işimiz 5199 sayılı kanunun maddelerini apartmana asmak oldu. Canımızdan çok sevdiğimiz komşularımız bu maddeleri yırttıkça yerine yenisi asmak benim için bir eğlenceye dönüşmüştü. Şu an o maddelere yasal uyarı afişleri ve görselleri de ekledik. Mütemadiyen yırtılan afişlere her gün yenisini eklemeyi bir borç bilerek ortak yaşam alanımız olan bahçede şu an yaklaşık 15 kediciğe ve yavrulara 2 de belediye tarafından küpeli ve aşılı iki köpekçiğe bakmaktayız. Bu yazımda sizleri karşılaşabileceğiniz bu veya benzeri duruma karşı bilgilendirmek istedim. Bir sonraki yazımda bu can sıkıcı olayın ne kadar güzel bir birliği oluşturduğunu , fitile ateş veren bir şeye vesile olduğunu göreceksiniz.
“===Hayvanları Koruma Kanunu 3. MADDESİNE GÖRE, "Hayvanların kendi doğal güdü ve yetenekleri ile girebildikleri özel veya kamuya ait ayırımı olmadan ağaçlı alanlar, bahçeler ve tüm açık alanlar dahil olmak üzere her HER YER", kedi ve köpeklerin "doğal olarak yaşadıkları" yerler yani "yaşama ortamları" dır. Yani kanun yaşama ortamını tarif ederken, özel alan veya kamu alanı diye bir ayırım yapmamış, hayvanın yaşayacağı her yeri YAŞAM ORTAMI olarak tanımlamıştır. Hayvanın yaşamak için seçtiği her yer onun doğal yaşam ortamıdır. === Bu hükümden yola çıkarak, apartman veya sitenizde veya kurum bahçe alanlarında başta kediler olmak üzere hayvanların istenmemesi durumunda, aşağıda yasa maddeleriin ihtiva eden yazıyı Orman Su İşleri Müdürlüğüne yollayıp müdahale etmelerini, şahıslara yasal uyarıda bulunmalarını, tekrarı halinde idari para cezası kesileceğini bildirilmesini talep ediniz. === Ayrıca, Orman Su İşleri Müdürlüğünden, bahse konu bölgeye YASAL UYARI AFİŞLERİ ve TABELALARININ üzerinde Orman Su İşleri Müdürlüğü adı ve logosu da konarak "Sokaklar Sahipsiz Hayvanların Yaşam Alanlarıdır. Hayvanlara Zarar Vermek, Beslenmelerine Engel Olmak, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu gereğince CEZAYA Tabidir’’ yasal mesajını ve ayrıca ‘’Hayvanlara İşkence Yapan Kişileri Yüce Allah Rahmetinden Uzak Kılsın. Hz.Muhammed (S.A.V)" hadisini içermesini talep ediniz. Bu YASAL UYARI AFİŞLERİ ve TABELALARININ konulacağı yerlerin gönüllülerle birlikte tespit edilmesini ve asılmasının sağlanmasını TALEP EDİNİZ. ==== Yönetime veya kişilere, "komşuluk hakkı ve hukuku çerçevesinde sorunlar çözülemezse, hayvan hakları derneklerinin devreye girerek, "evlerde, ortak alanlarda, imar planına AYKIRI olarak yapılmış olan tadilatlar veya
44
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Sosyal Sorumluluk
İlk Şiir Soğuk sularda boğuyor aklını Âdem Güğüslenmiş gidiyor bir yavru geyik Yarayla kundaklanmış Havva’ya mı gidiyor? Kırağılar düşüyor arasına saçların Zırhını diyor Havva ne zaman gözlerinden Göğsümde inip kalkan geyiğe vuracaksın? Önder ÖZTÜRK
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
45
Dostlar Geçmiş ve gelecek yokluğunun Ortasında duran an, bir perde Arkası dopdolu, önü bomboş; Hani eski dostlar, şimdi nerede? Hepsi geçmişim ile beraber O, sessiz ve unutulmuş yerde. Ücra bir köşesinde kalbimin Yapyalnız saldılar beni derde. Unutulmak; işte bu hakikat, Bir gün uğrayacak her ferde. Mehmet AKIN Misafir yazar
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
46
Atik-Valde'den İnen Sokakta Nihad Sami Banarlı'ya İftardan önce gittim Atik-Valde semtine, Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti; Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler, Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer; Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı. Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün; Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün. Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri, Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri. Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz! Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz. Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı. Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime; Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime: "Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür; Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür." YAHYA KEMAL BEYATLI
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir
47
FOTOĞRAF Aybige AKDAĞ
Bursa, Ulucami
İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Fotoğraf
48
İncir Çekirdeği Dergisi 49