İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:37

Page 1

Y覺l: 3 Say覺: 37 Kas覺m-Aral覺k 2017


incir çekirdeği

Genel Yayın Yönetmeni Ayşe Bengisu Akdağ

Yazı İşleri Ekibi Sırdem Kemiksiz Sultan Demir Kübra Tarakçı

Editör Ekibi Mehmet Altınova Işık Selin Orhuntaş Tuğçe Erkol

Yazarlar Beyza Özkan Busenur Aslan Cengiz Güler Hasan Sayyaf Khan Hilal Akarslan Muhammed Münzevî Muharrem Kaplan Önder Öztürk Pınar Çaylak Sema Keser Sevcan Özbek Süleyman Erkut Uğur Kaya

Tasarım Ayşe Bengisu Akdağ

İletişim incircekirdegidergisi.weebly.com incircekirdegidergisi@gmail.com facebook.com/incircekirdegidergisi twitter.com/IncirCekirdegiD instagram.com/incircekirdegi_dergisi/

"Uluslar büyük evlatlarıyla soluk alırlar." Ayşe Bengisu AKDAĞ Genel Yayın Yönetmeni Aytmatov, bozkırın bilgesi… Manas’ın 21. Yüzyıldaki kahramanı… “Çingiz Aga”… Kırgız güneşinden aldığı ışığı, kartalından aldığı özgürlüğü kalemiyle tüm dünyaya yayan bir üstad. Aytmatov, derin bir manevî bağ ile bağlandığı ve romanının başkahramanı yaptığı toprağına kavuşalı dokuz yıl oldu. Fikirleri gübre olduğu bu topraklara. Onun eserleriyle dört bir yana saçtığı tohumlar boy verdi, dallandı. Dergimizin 37. sayısını üniversitemizde gerçekleştirilen Cengiz Aytmatov sempozyumundan yola çıkarak usta yazara ayırdık. Yazarın hayatı ve eserleri kadar Kırgız kültürünü de sayfalarımıza taşımaya çalıştık. Aytmatov elbette ki romanlarıyla, hikayeleriyle, düşünce dünyası ve duruşuyla bir sayıya sığamayacak bir isim. Hatta birçok yönüne bu sayımızda değinemediğimizi de belirtmemiz gerekir. Amacımız Aytmatov’un hatırasını yaşatabilmek, onun saçtığı tohumlara bir damla su olabilmek. Dosya konumuzdan başka her zamanki gibi şiirlerimiz, hikayelerimiz, kitap tanıtımlarımız, söyleşilerimiz, denemelerimiz ve çeşitli inceleme yazılarımız da sizlerle. Cengiz Aytmatov konulu 37. sayımız aynı zamanda bu senenin son sayısı olmuş oldu. 2017 çok değerli yazarlara ayırdığımız sayılarımızla geride kaldı. Arşivimiz giderek büyüdü. Yeni okurlar, yeni kalemler kazandık. Biz de büyüdük. Yeni yılda sevgiyle, huzurla, sanatla kalın… “Bir yıl daha bitiyor İşte bu kadar duru, bu kadar yalın Bu kadar el değmemiş Sıradan bir gerçeği daha kolları bağlı hayatımızın” Murathan Mungan


İÇİNDEKİLER Havadis Hoca Dehhânî Divanı Hakkında / Mehmet ALTINOVA Nemi Danem – Şiir / Hasan Sayyaf KHAN Yağmurdu – Şiir / Önder ÖZTÜRK DOSYA: CENGİZ AYTMATOV Kırgız Güneşi / Ayşe Bengisu AKDAĞ Efsane, Mit ve Masallar Zinciriyle Örülmüş Cengiz Aytmatov / Busenur ASLAN Küsen Bulutların Yazarı / Pınar ÇAYLAK Kurt Motifi Karşısında İki Yazar: Halide Edip & Cengiz Aytmatov / Beyza ÖZKAN Sinema Dili ve Edebiyatı: Aytmatov Sineması / Tuğçe ERKOL Mankurt / Alper ÖZERSOY Toprak Ana Üzerine / Ayşe Bengisu AKDAĞ Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri IV / Beyza ÖZKAN “Cengiz Aytmatov ile Röportaj – Mehmet Nuri Yardım” Cirit’in Atası: Kök Börü / Tarık LEVENT Bunu da Okuyun Kiril Alfabesinin Tarihi / Cengiz GÜLER Bir Fransız Akşamı – Şiir / Ogün PEÇENEK Ehl-i Dil – Şiir / Süleyman ERKUT Vilniusnâme / Kübra TARAKÇI Bazen – Şiir / Sevcan ÖZBEK Genç Yazarlarla Sohbet: Ahmet Burak Köroğlu / Mehmet ALTINOVA ARKA KAPAK / Işık Selin ORHUNTAŞ – Ayşe Bengisu AKDAĞ Ruh u Revan – Şiir / Süleyman ERKUT Fotoğraf / Aybige AKDAĞ

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İçindekiler


havâdis Üniversite yerleşkesinde oluşturulan 11 bin 600 metrekare alana sahip 3 katlı ve aynı anda bin kişinin kitap okuyabildiği kütüphanede 100 binden fazla kitap bulunuyor. Kütüphanede 64 bilgisayar, projeksiyon destekli 8 toplantı odası, iki seminer odası, çalışma kabinleri, çok amaçlı sınıfları ile müze ve sergi salonu bulunuyor.

7/24 ÜCRETSİZ KİTAP ERİŞİMİ

Mardin Artuklu Üniversitesindeki tüm öğrenciler Kütüphaneye üye olarak kaydedilirken aynı zamanda dileyen herkes kütüphaneden yararlanabilecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kitapseverlerin binlerce kitaba bir tıkla erişebilmesini sağlayan ve dünyada da hızla yayılan "e-kitap" uygulaması için önemli bir adım attı. Kasım ayı itibarıyla pilot uygulama olarak başlatılan proje kapsamında, 81 il halk ve 19 ilçe halk kütüphanesinde okuyuculara "e-kitap" hizmeti verilmeye başlandı. Kütüphanelerde halen kullanılan "Koha Kütüphane Otomasyon Sistemi" ile entegre çalışan e-kitap uygulamasıyla okuyucular, zaman ve mekandan bağımsız, 28 temel konu başlığında 17 binden fazla e-kitaba 7 gün 24 saat herhangi bir ücret ödemeden erişebiliyor. Söz konusu pilot uygulamadan Türkiye genelindeki 100 halk kütüphanesine kayıtlı üyeler faydalanabiliyor.

GÜNEYDOĞU’NUN EN BÜYÜK KÜTÜPHANESİ MARDİN’DE Mardin Artuklu Üniversitesinde (MAÜ) oluşturulan bölgenin en büyük kütüphanesi hizmete açıldı. İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Havâdis

ÜNLÜ RESSAM GENCAY KASAPÇI YAŞAMINI YİTİRDİ Türkiye’yi dünyanın birçok ülkesinde temsil eden ve uluslararası koleksiyonlarda eserleri bulunan Gencay Kasapçı, yaşlılığa bağlı geçirdiği hastalık sonucunda Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’e kaldırıldı. Burada vücudu tedaviye cevap vermeyen Kasapçı, yaşamını yitirdi. 9 Mart 1933 tarihinde Ankara’da doğan Kasapçı, pek çok önemli ödülün sahibiydi.


eserler kazandıracak, yazarlara ve gençlere cesaret verecek bir yarışmaya imza attı. Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu ile Mitos Boyut Tiyatro Yayınları'nın, oyun yazarlığı konusunda gençleri teşvik etmek ve sanat dünyasına nitelikli eserler kazandırmak amacıyla düzenlediği "Sahne Eseri Yazma Yarışması" ödülleri sahiplerini buldu. Yarışmada Ata Tuncer'in yazdığı "Kraliçe Gece" birinciliğe değer görüldü. Fatma Onat'ın yazdığı "İsli Yaprak Sarması" ikinci seçilirken, Fatih Köse'nin yazdığı "Savaşın Son Günü" isimli eser de üçüncü oldu.

9. İSTANBUL EDEBİYAT FESTİVALİ BAŞLADI Bu yıl 9’uncusu düzenlenen ve gelenekselleşen İstanbul Edebiyat Festivali’nin, Sinema ve Edebiyat teması üzerine düzenlenen oturumları ilk günden büyük ilgiyle karşılandı. 27 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen etkinlikte İhsan Kabil, Ali Ural ve Samed Karagöz’ün katıldığı ve TYB İstanbul Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı tarafından yönetilen açılış oturumun genel hatlarıyla sinema ve edebiyat ilişkisi konuşuldu.

MİLLİYET SANAT KİTAP GÜNLERİ BAŞLADI Milliyet Sanat Kitap Günleri, Social İstanbul İstiklal’de başladı. Etkinler 10 Aralık’a kadar sürecek. On binlerce kitap Beyoğlu'nda Demirören İstiklal'in B2 katında okurları bekliyor.

BURSA NİLÜFER'DE SAHNE ESERLERİ ÖDÜLLENDİRİLDİ Bursa'da sanatseverleri iyi oyunlarla buluşturan Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu, bu defa edebiyat, sanat ve tiyatro ortamına nitelikli

KARAGÖZ KUKLA VE OYUNLARI FESTİVALİ

GÖLGE

Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfının iş birliğiyle düzenlenen "17. Uluslararası Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali" gerçekleşti. Açılış konuşmalarının ardından festival, Kazım Akşar'ın "Kız Kulesi Efsanesi" oyunuyla başladı. Etkinlik kapsamında 28 ekip, kent genelindeki kültür merkezlerinde 25 Kasım'a kadar sahne aldı.


Hoca Dehhânî Divanı Hakkında Mehmet ALTINOVA

“Anadolu’da Acem edebiyatından alınmış ve yüksek sınıfa mahsus bir lâdinî şiir tarzının doğmuştur. Tamamıyla sanat gâyesini hedef alan bu yeni tarz şiirin de temsilcisi Hoca Dehhânî ‘dir.” Fuad Köprülü Bu yazımdaki amacım siz okuyuculara yakın zamanda uzun bir çalışmanın ürünü olarak yayımlanan Hoca Dehhanî Divan’ını1 tanıtmak. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü lisans dördüncü sınıftayken bir sınav öncesinde Hoca Dehhâni divanının bulunduğunu bir arkadaşım vasıtasıyla öğrenmiş ve divan hakkında birkaç ay sonra yayımlanacak olan Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi’nin 15. sayısında yayımlanacağı bilgisini edinmiştim.2 Divanın Marmara Üniversitesi’nde görevli iki asistan tarafından bulunduğunu ve kısa zamanda

Ersoy, Ersen, Ay, Ümran, Hoca Dehhânî Divanı, Türkiye Bilimler Akademisi yayınları (TÜBA), 2017. 2 Ersoy, Ersen, Ay, Ümran, “Hoca Dehhânî Hakkında Yeni Bilgiler”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 15, 2015, ss.1-26. 1

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

tanıtımı yapılıp yayımlanacağı da öğrendiğim bilgiler arasındaydı.3 Birkaç ay sonra sözü edilen makale yayımlandı. Makalenin içerisinde Hoca Dehhânî’nin Hayatına Dair Bilinenler, Hoca Dehhânî’nin Edebî Kişiliğine Dair Bilinenler, Eserlerine Dair Elimizdeki Bilgiler başlıklarıyla mezkûr şair hakkında Köprülü’den beri elimizde olan bilgiler verilmiştir. Ardından makalede Medine’de bulunan Arif Hikmet Bey kütüphanesinde bir mecmua içinde bulunan divandan yola çıkarak yeni bulgular sıralanmış ve sözü edilen mecmuanın tavsifi yapılmıştır. Bu mecmua içinde 2 kaside ve 97 yeni gazel daha bulunmuştur. Yazarlar makalenin sonunda bir kaside iki gazel örneği vererek makaleyi nihayete erdirmişlerdi. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra ben lisans eğitimimi tamamlayıp Dumlupınar Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı yüksek lisans eğitimine girmeye hak kazandım. Hoca Dehhânî divanının yayınlayanlardan birinin danışman hocam olmasını bilmeyerek bir sohbet esnasında neşreden hocama “Hoca Dehhânî divanı neşr oluyormuş hocam.” Daha sonradan öğrendiğime göre sözü edilen divan Marmara Üniversitesi’nde görevli iki asistan tarafından değil, biri Marmara Üniversitesi’nde görevli öğretim üyesi ve diğeri Dumlupınar Üniversitesi’nde öğretim görevlisi tarafından bulunmuş ve yayımlanmıştır. 3


dedikten sonra “Onu neşreden iki kişiden biri benim.” cevabını alınca hem utandım hem de bu kişinin benim hocam olmasından dolayı büyük bir mutluluk yaşadım. Uzun bir sürecin ardından divan, okuyucuların karşısına kaliteli bir baskıyla çıktı. Ciltli, birinci hamur, tıpkıbasımı (faksimile) renkli olan divan, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından basıldı. Türkİslam Bilim Kültür Mirası Dizisi-7 serisiyle çıkan kitap 303 sayfadır. Takdim kısmında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bilim Sanayi Teknoloji Bakanı Dr. Faruk Özlü ve Türkiye Bilimler Akademisi başkanı Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar’ın yazıları yer almaktadır. Ardından divanı hazırlayan hocam Doç. Dr. Ersen Ersoy ve Yrd. Doç. Dr. Ümran Ay’ın birlikte kaleme aldığı önsöz kısmı bulunmakta ve bu iki sayfalık yazının ardından daha önce yayımladıkları makale yer almaktadır. Bu makalenin ardından yaklaşık 35 sayfa divandan hareketle şekil ve içerik incelemesi yapılmış, dili incelenmiştir. Bu incelemenin ardından metnin transkripsiyon alfabesiyle yazılmış metin verilmiştir. Metinden sonra divan içerisinde geçen kelimelerden hareketle seçme sözlük hazırlanmış, matlalar ve ardından dizin verilmiştir. Son olarak divanın tıpkıbasımı verilmiştir. Divan Türkiye Bilimler Akademisi’nin satış sitesinden kargo ücretsiz biçimde alabilirsiniz.4 Hazırlanan bu divanının bilim dünyasına hayırlı olmasını temenni ederim…

Kasîde Sun ey sâkî güle güle bize ol rûh-ı reyhânı Ki gül yine bezemişdür bugün sahn-ı gülistânı Cemâl-i sûretin Leylî güle mi virdi Mecnûndur Ki bülbül göge irürdi bu dem derdinden efgânı Aceb degül eger bülbül kılursa nagme-i Dâvûd Ki gül üstine dutmışdur sögüt çetr-i Süleymânî Çü Yûsuf Mısr şehrinde azîz oldı gül ü bülbül Uş ider gece vü gündüz figân çün pîr-i Ken’ânî Eger ok urmadısa gül yine bülbül yüregine Niçün kana bulaşupdur serâser cümle peykânı Gül-i sûrî gül-i sûsen gül-i nesrîn gül-i ra’nâ Bu dördiyle bezenmişdür cihânun çâr erkânı Bu dürlü güller istersen bekâ bâgında var iste Dirîgâ kim vefâ itmez bize bu âlem-i fânî Bu gül devrinde ömrüni geçürme zâyi’ ey gâfil Ki gül devri bigi tizcek geçer bu ömr devrânı Müdâm iç bir yanagı gül nigâr ile gülistânda Ki karşuna kıla her dem yanaklarla gül-efşânî Bu mevsümde gül ü meyle kişi beslenmese cânın San anı bir kuru gövde ki yokdur aklı vü cânı Cihân cennet olup durur serâser ger inanmazsan Gözün nergis gibi aç gör ki güldür hûr u gılmânı (…)

4

Satın almak için bkz. https://satis.tuba.gov.tr/hoca-dehhani-divani İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme


NEMİ DANEM o yâr-i men hayatım o, cihân-i men fakat danem ve lâkin şehr-i yâr-i men, nemi danem nemi danem

o çehra râz şeker avâz, leb-i lerzid surh ruhsar ve lâkin dâr-i yâr-i men, nemi danem nemi danem

çeşm-i bazeş tulu-i subh, çeşm-i besteş gurub-i şam huda bu macera nedir, nemi danem nemi danem

der sine-i men dil gâib, gam vâsil sukun gâib ve merhem zahm-i cigr-i men, nemi danem nemi danem

o yek didar-i husn-i bi-penah, aya kafi midir ey Hasan! Cevab-i ez suval-i in, nemi danem nemi danem

Hasan Sayyaf KHAN

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir


Yağmurdu Önder ÖZTÜRK Tutuştur elime geceleri halliceyim idare fitilinden savaşlardan ayak bileklerimde zincirli duman her yan yanık fotoğraf galerisi vazgeçilsin anılmaktan şiirlerde çocuklar bağlanır boğaz çölünde bağlanırsa yara vadisi. Dikiş izi, mavi kefen, turuncu tabut yarım cümle boyu hüzün geziyor toprakta ‘‘Belki bir gün seninle’’ desem balık sırtı örüyor saçını kızlar başlıyor dirilmeye elinden tutan elinden Yağmur bağnazca seviyorum bilye çalan çocukları.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | dosya konusu




KIRGIZ GÜNEŞİ Ayşe Bengisu AKDAĞ

“Kırgız bayrağındaki güneşin aydınlattığı otağda, kulağımda Manas, burnumda bozkırın kokusu tüterken sanki bizleri uzun süredir izliyor gibi çerçevesinden sessizce bakan Cengiz Aytmatov’la göz göze geldim. Aytmatov… Bozkırın bilgesi. Manas’ın 21. Yüzyıldaki kahramanı… “Çingiz Aga”…” Büyük bir heyecan ve merakla o günü bekliyordum. 3 Mayıs 2013. Üniversitemizde (Uludağ Üniversitesi) gerçekleşecek olan I. Uluslararası Geçmişten Günümüze Kırgız- Türk İlişkileri Sempozyumu’nun tarihiydi. Günler öncesinden kongrenin gerçekleşeceği kültür merkezinin önüne “Kırgız Çadırı” kurulmuştu. Nihayet 3 Mayıs günü Türkiye’den ve Kırgızistan’dan gelen akademisyenlerin, konukların katılımıyla çok büyük ve güzel bir tören gerçekleşmişti. Açılış konuşmaları ve sergilerin ardından kültür merkezinin önüne kurulu Kırgız çadırına doğru gitmiştim. Otağdan dışarılara kadar yayılan bir ses geliyordu. Büyük çadırdan içeri girdiğimde anladım ki bu ses ünlü Manasçılardan Risbay Sıdıkov’un dilinden dökülen Manas’ın dizeleriydi. Bir Türk’ün içinde

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

heyecan uyandıran, gurur veren destan okunurken; bir yandan da etrafı inceliyordum. İçeri girdiğim anda her köşesine kırmızının hâkim olduğu el dokuması halıları, kurt postu, yay-ok asılı duvarları ve geleneksel kıyafetleriyle başında kalpaklarıyla bizleri karşılayan Kırgızlarla Atayurt’a, Orta Asya’ya götürmüştü çadır beni. Kırgız bayrağındaki güneşin aydınlattığı otağda, kulağımda Manas, burnumda bozkırın kokusu tüterken sanki bizleri uzun süredir izliyor gibi çerçevesinden sessizce bakan Cengiz Aytmatov’la göz göze geldim. Aytmatov… Bozkırın bilgesi… Manas’ın 21. Yüzyıldaki kahramanı… “Çingiz Aga”… Kırgız güneşinden aldığı ışığı, kartalından aldığı özgürlüğü kalemiyle tüm dünyaya yayan Aytmatov da o anda bizimle otağdaydı,


Manas’ın dizelerindeydi, Orta Asya’nın acı dolu topraklarındaydı. Yıllardır sürüp gelen azaplar, sürgünler, soykırımlar, mücadeleler okunuyordu gözlerinden. Sanki bakışlarının ardında “Gün Olur Asra Bedel” romanının Nayman Ana’sı mankurtlaştırılan oğluna, bizlere, tüm Türklere sesleniyordu: “Adını hatırla! Kim olduğunu, nereden geldiğini hatırla…”. Beynimde yankılanmaya devam etti bu satırlar, “Hatırla… Kim olduğunu…” Ölümünün üzerinden dokuz yıl geçti Aytmatov’un. Bana bu duyguları yaşatan sempozyumdan da dört yıl. Şimdi yine yeni bir sempozyum vesilesiyle anıyoruz Aytmatov’u. Üniversitemizde düzenlenen “Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri”nin bu yılki ismi oldu usta yazar. Anmaktan öteye geçiyor muyuz, anlıyor muyuz onu gerçekten? Okuyor muyuz, tanıyor muyuz? İşte bu sempozyumlar yazarları şairleri anmaktan çıkıp anlamamızı sağlıyor. Neydi Aytmatov’a bu ölümsüz eserleri yazdıran? Neydi onu diğerlerinden ayıran, acıları neydi? II. Dünya Savaşıydı, Sovyet rejimiydi… Henüz dokuz yaşındayken babası Törekul Aytmatov tutuklanmıştı ve 1937 yılında kurşuna dizilerek katledilen 137 kişinin arasında ismi yer alıyordu. Babasından gelen son mektupta söylenenlere uyarak ailesiyle Talas’a giden Aytmatov’u orada daha acı günler bekliyordu. Okulda her gün kalkıp şunu söylemek zorunda bırakılıyordu:

konuşmalısın, bir insansın sen. Onlara sen anlat!” cevabını verdirten. O sürülüp götürenler, o işkence edilenler, onları yok etmek Türk milletini yoksun bırakmak demekti. Onlar sadece bir can değil, bir MİLLET demekti. Baktım gökyüzüne, Güneşe… Aytmatov babasıyla ve bütün kahramanlarıyla kavuşalı dokuz yıl oldu. “Beyaz Gemi”ye binerek ayrıldı aramızdan. Artık o Kırgız bozkırlarında yankılanan yankısı tüm Türk ellerinde ve dünyada duyulan bir kahraman. Tıpkı romanlarında yer verdiği diğer kahramanlar gibi… Sonsuza kadar yaşayacak olan bir kahraman.

“Benim babam devrim düşmanıydı, cezası verildi, ondan nefret ediyorum!” Eve gelip ağladığında Karakız Apası (Annesi) ona “Evladım senin baban hain değildi. Tarih elbet bir gün bizi aklayacaktır…” diyordu. Babasının mezarını bile bulamayan Aytmatov, yıllar sonra 1991’de 137 kişinin toprak altından çıkarılan kemiklerinin tespitlerinin ardından Törekul Aytmatov’un kemiklerinin toplandığı sandığın başında “Baba! 53 yıldır seni arıyordum, neredeydin!” diyerek hıçkırarak ağlayacaktı. Bu acılardı Nayman Ana’ya “Kim olduğunu, nereden geldiğini hatırla” dedirten. Bu azimdi Toprak Ana’ya “Hayır, ben değil, onlarla sen

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Efsane, Mit ve Masallar Zinciriyle Örülmüş Cengiz Aytmatov Busenur ASLAN

Güzel eserler veren güzel insanlar geçti bu topraklardan. Çorak arazilerde açan birer çiçekti onlar. Belki de dikenleriyle acıtan kaktüsün, üzerinde açan rengârenk çiçeklerdir. İşte bu çiçeklerden biriydi Kırgız edebiyatının ölümsüz kahramanı Cengiz AYTMATOV. Döneminde yaşadıkları zulme, baskıya ve benliklerinin yok edilmesi tehlikesine karşı açan bir çiçekti o.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

Çiçekler rengini ve kokusunu çeşit çeşit etkenin birleşmesinden alır. Cengiz Aytmatov’un eserleri de tıpkı böyledir. Geçmişin, dilin ve hayal gücünün harmanından alırlar güzelliklerini. O, teknoloji, günün getirdikleri ve zihninin derinliklerinde canlandırdığı mitleri harmanlar. Böylece ıssız çöllerde açan Aytmatov’un eşsiz kokusunu da eserlerinden alıyoruz. Bazen bir yaradılış mitini veriyor eserinde bazen de türeyiş. Ya da dünyanın ötesinde, kendine uzak bir milletin efsanesini. Bazen de bir türküde geçen hikâyeyi aktarıyor bize içinde Türk mitolojisinin izlerini taşıyan. Böyle böyle bir çiçekten farklı farklı kokular almış oluyoruz. Her biri diğerinden daha güzel, daha özel, çeşit çeşit kokular yayılıyor gönlümüze. Yazmak bir nevi işlemektir satırları ilmek ilmek. Kömürden elmas yapmaktır. Zaman alır, bilgi birikim ister. En önemlisi sabır ister. Küçük dokunuşlarla parıltılara ulaşmak ister. Aytmatov’un eserlerinde de böyledir mitler. İnce ince işlenmiştir satırların arasına. Kömürden elmas yapmak için bilmek gerekir nasıl oluştuğunu evrenin. Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek adlı eserinin bir köşesinde vermiş bunu bize, kendi tahayyülünde


oluşturduklarıyla Cengiz Aytmatov. Başlangıçta her yer sudur. Her şey sudur. Lura isimli bir kaz ve sudan başka bir şey yoktur. Lura’nın yumurtasını bırakmak için bir kara bulması gerekir ama ne kadar ararsa arasın bulamaz. En sonunda suyun üzerine konar ve göğsünden yolduğu tüylerden bir yuva yapar Lura. Böylece onun tüylerinden karalar oluşur. Böylece dünya oluşumunu tamamlamış olur. Başlangıcında kuvvetiyle, yalnızlığıyla gurur duyan su, artık bir rakibe sahiptir. Kara ve suyun savaşı bu noktada başlamıştır.

bir beyaz geyikten türemesi üzerinedir. Buna göre düşman kabilelerden biri Kırgızlara saldırır. Bu saldırıda herkes öldürülür. Yalnız, kabileden habersiz ormana giden bir erkek ve bir kız çocuk ölümden kurtulur. Evlerine döndüklerinde herkesin ölmüş olduğunu görürler ve düşmanın eline düşerler. Düşmanların hakanı, çocukları öldürüp denize atması için bir topal nineye verir. Topal nine çocukları tam atacakken bir beyaz geyik ana gelir. Nineye insanların onun yavrularını öldürdüğünü o yüzden bu insan yavrularını ona vermesini söyler. Buradan sonra da beyaz geyik ana çocukları sütüyle besler ve büyütür. Daha sonra da çocukları Kırgızların şimdiki yerleşim yeri olan Issık Göl çevresine bırakır. Böylece, Buğuların soyu, beyaz geyik anadan gelmiş olur.

Bir kozmogoni yani oluşum, düzen kurulmuşsa bu düzen üzerinde yaşayanlar da olmalıdır. Düzen, beraberinde varlığı getirir. Bu bir türeyiştir. Aytmatov’un eserlerinde buna rastlamak pek tabiidir. Yine, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek adlı eserinin bir Her şey özüne Cengiz Aytmatov, bölümünde buna yer döndükçe büyür, gelişir. özüne verilir. Ohotsk Denizi Özünü unutan, ondan sahilindeki Nivih uzaklaşan kendini yabancılaşana, oymağı, denizkızından kaybeder. Cengiz özünü unutana geldiklerine inanırlar. Aytmatov, özüne karşıdır. Özünü Eser, küçük Kirisk’in yabancılaşana, özünü unutan, ondan dedesi Orhan ve amcası unutana karşıdır. Bunu da uzaklaşan kendini Mılgun’la buzullara fok eserlerinde yansıtmaya avlamaya gitmesiyle çalışır. Yaşadığı dönem, kaybeder. başlar. Bu bölümün sonunda, Kırgızların yoğun baskı altında çocuğu buzuldan ve ölümden olduğu dönemdir. Bu dönemde kurtarmak için dede ve amcanın Kırgızlara kendini unutturma, özünden hayatını vermesi ve çocuğun tek başına köye koparma politikaları uygulamıştır. Aytmatov, dönmesiyle karşılaşırız. Bir de denizkızından buna karşı durmuş ama zamanın baskı rejimi nasıl türediğini öğreniriz Nivih oymağının. Bu dolayısıyla bunu açıkça ifade edememiştir. mite göre Ala Köpek Dağları yakınlarında Eserlerindeki mitlerle, sembollerle bunları yaşayan üç erkek kardeş vardır. Bu üç erkek vermeye çalışmıştır. Beyaz Gemi eserinde Geyik kardeşten büyük ve küçük olanı, iyi birer iz Ana efsanesinin devamında, Buğu boyunun sürücü oldukları için iyi birer evlilik yaparlar. kendilerinin anası olarak gördüğü beyaz Ortanca kardeş ise topaldır ve bundan dolayı geyikleri boynuzları için öldürmesini ve beyaz deniz kıyısına bırakılır. Burada balık avlayarak geyik ananın yavrularını alıp kaçmasını yaşayan topal kardeş bir gün bir denizkızıyla görüyoruz. Yine aynı hikâyede, Mümin karşılaşır. Mutluluğu bu denizkızında bulur. Dede’nin kutsal sayarak torununa anlattığı ve Denizkızı ona bir oğlan çocuğu verir. Nivih torununun kurtarıcı olarak gördüğü geyikleri oymağı da işte bu çocuktan türemiştir. Türeyiş tehdit sonucu avlamasıdır. Bunlara şahit olan mitiyle karşılaştığımız bir diğer eseri ise Beyaz çocuk kendini suya bırakır ve bu bir yok oluştur. Gemi’dir. Bu eserde Mümin Dede adlı Burada verilen ileti ise özünü unutanın yok kahramanın torunlarına anlattığı Boynuzlu oluşa sürükleneceğidir. Maral Ana efsanesi, Kırgızların Buğu boyunun

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Gün Olur Asra Bedel’de geçen bir efsane de dikkat çekicidir. Eserin aslında iki hikâyeden oluşmaktadır. İlk hikâye Issız SarıÖzek bozkırlarından biri olan Boranlı’ya ömrünü adayan Kazangap’ın ölümü ve vasiyeti üzerinden ilerler. Kazangap, öldükten sonra Kutsal Beyit Mezarlığı’na gömülmek ister. Arkadaşı Yedigey de onun bu isteğini yerine getirmek için elinden geleni yapar. Bunu Kazangap’ın oğlunun aksini istemesine rağmen yapar. Nitekim Kazangap’ın gömülmek istediği yer, uzay üssünün olduğu yerdir ve ikinci hikâye ile ilk hikâye arasındaki bağ burada kurulur. Amerikan ve Rus uzay bilimcileri birlikte bir uzay üssü kurarlar ve bir sorun yüzünden planladıkları projeyi gerçekleştiremezler. Eser içinde geçen Nayman Ana efsanesi ise eserin özünü bize verir. Nayman ana, Juanjuan kabilesinde yapılan bir savaş sonucunda eşini kaybeder. Oğlu da bir yıl sonra aynı kabile ile yapılan savaşta kaybolur. Herkes onun oğlunun öldüğünü düşünür ama Nayman Ana asla buna ihtimal vermez. Onu bulmak için atının koştuğu en uzak noktaya kadar gider. Kalbinde hep onu bulacağının ümidiyle her yeri arar Nayman Ana. Sonunda oğlunu bir sürüye çobanlık ederken bulur. Bulur ama bulduğu oğlu gibi değildir. Juanjuanlar, esir ettikleri kişilere “mankurdizasyon” dedikleri bir işlem uygularlar. Esir ettikleri kişinin başını kazırlar ve deve derisini bu kişinin kafasına yapıştırıp onu çöle bırakırlar. Kişinin uzayan saçları deve derisi

yüzünden ters döner ve beyinlerine doğru uzamaya başlar. Bu sırada esir ölür, ölmeyenler ise hafızasını kaybeder ve köleleşir. Nayman Ananın oğlu da işte böyle olmuştur. Geçmişini unutmuş ve kendini kaybetmiştir. Hatta Juanjuanların emriyle anasını öldürmüştür. Nayman Ananın burada sarf ettiği sözler bütün hikâyenin aslını oluşturur. “Bir insanı öldürebilirsin ama onun geçmişini silmek nasıl bir vahşettir!”. Gün Olur Asra Bedel’de de Kazangap’ın oğlu Sabitcan, babasının vasiyetini yerine getirmek istememesi ve geleneklerine bağlı olmaması bakımından Nayman Ananın oğluna benzetilir. Cengiz Han’a Küsen Bulut’ta da bir gelenekten kopuş vardır. Aslında Gün Olur Asra Bedel’in bir bölümü olarak yazılmış ama dönemin baskıları yüzünden daha sonra ayrı bir eser olarak yayınlanmıştır. Cengiz Han’a kâhin tarafından bir bulutun haberi verilir. Bu bulut, her gittiği yerde onu takip edecektir. Yalnız bir de uyarıda bulunmuş. Eğer bulut bir gün olur da onu terk ederse dikkatli olmasını ve büyüklüğünün ortadan kalkacağını söyler. Cengiz Han büyük sefere çıkarken Tanrının buyruğuna aykırı bir emir verir. Sefer boyunca ordu ile gelecek kadınların hamile kalmasını yasaklar. Ama Yüzbaşı Erdene ve Cengiz Han’ın bayrağına ejderha işleyen Togulan’ın bir oğulları olur. Burası trajiktir. Çünkü kafilede babasız bir çocuk olduğu haberi yayılır. Cengiz Han bunu kabullenemez ve Togulan’ın cezalandırılmasını ister. Erdene, karısı onu ele vermese de onunla birlikte idam edilmeyi göze alır. Çocuklarının bakımını üstlenen yaşlı kadın Altın ve çocukları Kunan ıssız bir bozkırda kafilenin arkasında bırakılır. Yalnız onlara Cengiz Han’ın daimi takipçisi bulut eşlik ediyordur. O artık Cengiz Han’ı terk etmiştir. Kısa süre sonra Cengiz, bulutun artık kendisiyle olmadığını fark eder ve Tanrının ondan yüz çevirdiğini anlar. Seferden vazgeçer ve ülkesine geri döner. Burada da masalsı bir anlatımla geleneğinden ve özünden kopan kişinin, girdiği savaşı ve yaşam mücadelesini kaybedeceği iletisi vardır. Cengiz Han, bütün heybetine bütün gücüne rağmen geleneğinden koptuğu ve Tanrının buyruğunu yok saydığı için

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


kaybetmeye mahkûm olur. Her şeye rağmen özüne sımsıkı sarılmayı öğütler imgeler yoluyla Aytmatov. Dünya küçük bir handır. Bu handan geçenlerin kulaktan kulağa yaydığı hikâyeler vardır. Aynı yoldan geçen Aytmatov da bu hikâyelerden birine kulak misafiri olmuştur. Duyduğu hikâyede Kasandra adında bir kadın vardır. Bu kadın Troya kralı Primos’la karısı Hakabe’nin kızıdır. Geleceği görme yetisine sahiptir fakat lanetlenmiştir. Geleceği görür hatta insanlara anlatır fakat lanet yüzünden kimse ona inanmaz. Aytmatov’un kaleminden çıkmış olan Kasandra Damgası adlı eser de adını buradan alır. Aslında eserde Kasandra’dan hiç bahsedilmez ama onun gibi geleceği görüp asla kimseye kendini anlatamayan eser kahramanı vardır. Bu kişi, uzay rahibi Filofey’dir. Savaşın ve kavganın bilinmediği, henüz kirlenmemiş bir gezegende insanlardan uzak yaşamaktadır. Hamile kadınları inceler ve doğmak istemeyen ceninleri fark eder. Ceninler dünyaya gelmek istemiyordur çünkü dünya çok kötü bir yeridir. Savaşlar, tecavüzler, katiller, hırsızlar, yoksullar, uyuşturucu kullanan yok olma sürecinde bir insanlık vardır. Bebekler de doğmak istemediklerini annelerinin alınlarında çıkan bir sivilceyle açık ederler. Bunu fark eden Filofey, Roma’ya haber gönderir. Konuyla ilgili pek çok makale yazar. Fakat kimseyi kendine inandıramaz. Hatta bundan dolayı dünya bir ağla kapatılır ve Filofey, dünyaya bilgi gönderemez. Burada, bir mitten yola çıkıp ortaya konmuş bir karakter vardır.

yazarlar da eskiden basımızdan geçmiş halkın tecrübelerini anlatan, halkın tarihîni anlatan, ışık tutan bu tür zenginlikleri kitaplarımızda kullanıyoruz. O da anlatmaya ayrı bir güzellik, ayrı bir zenginlik katıyor.” Başta da söylediğimiz gibi, Aytmatov olağanüstülükleri eserlerinde toplayan, ıssız çöllerde açmış bir çiçektir. Bundan dolayı kokusu, herkesi büyülemiş ve evrenselliğe ulaşmıştır. O, kendi çağının ve ötesinin resimlerini olağanüstülüklerle ve anekdotlarla zincirleyip fevkalade bir tablo oluşturmuştur. Bize de bu tabloyu incelemek ve Cengiz Aytmatov’un yaydığı büyülü kokuyla efsaneler ve mitler alemine yolculuk düştü…

Aytmatov, eserlerinde mitoloji, efsane ve masalları birçok yönüyle kullanmıştır. Onun için bunlar birer kaynaktır. Eserlerine güzellik katan, eserlerini zenginleştiren güzel dokunuşlardır. Mitolojiden, efsane ve masallardan yararlanmasını da şu şekilde dile getirir: “…Mitoloji, masallar, efsaneler eski insanların yasadığı hadiselerdir. Kulaktan kulağa gelen tarihî zenginliğimizdir. Eskiden bize kalan kültürel zenginliklerdir. Bunlarla bugünkü teknoloji arasında bir bağlantı kurmakta yarar görüyorum. Onun için ben ve benim gibi

Kassandra

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


KÜSEN BULUTLARIN YAZARI:

CENGİZ AYTMATOV Pınar ÇAYLAK

küçük omuzlarına sürekli büyük yükler yükleyen eli de unutulmamalı büyümesine etkisinde… Aytmatov, ilkokula kendi köyünde gider. Cengiz Aytmatov’un çocukluk hatıralarında babaannesi Ayımkan önemli bir yer tutar. Yazarın babaannesi Ayımkan, Kırgız gelenek göreneklerine bağlı bir hanımdır. Halk türkülerini, ağıtları, masalları çok iyi bilir. Aytmatov’un babaannesi Ayımkan beş altı yaşlarından itibaren torununu ninniler, masallar, efsanelerle besler. Aytmatov çok küçük yaşlardan itibaren ozanların atışmalarını dinler, sohbetlerine katılır. Cengiz Aytmatov’daki derin folklor bilgisi ve bağlılığının temelleri bu şekilde daha çok küçük yaşlardayken atılır. Eserlerinin isimlerinin ve okurken verdiği o buram buram Aytmatov kokan efsanevi anlatış biçiminin nereden alındığının anlaşılması için sanırım o yıllara kadar inmemiz en doğru yol olmalı.

Cengiz Aytmatov, Dünya Edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biridir kuşkusuz. Ve bunun yanında dünyadaki tesirine ve tanınmışlığına bakıldığında bizde büyük ölçüde, ya da daha doğrusu hak ettiği ölçüde tanındığını söyleyemeyeceğiz maalesef… 1928 yılında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e bağlı olan ve Talas vadisinde yer alan Şeker Köyü’nde doğar Aytmatov. Babası Törekul Aytmatov, annesi Nagima Hamzayevna Aytmatova’dır. Memur olan babası 1937 yılında Stalin’in “temizlik” harekâtının kurbanları arasına katılır. Kemikleri 1991 yılında Ata Mezar denilen yerde bulunur. Yazarı annesi büyütür. Annesinin yanındayken de hayatın onun acı ve

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

Cengiz Aytmatov’un babası Törökul Aytmatov’dan 1937 yılında tutuklandıktan sonra uzun zaman haber alınamaz. Çünkü Törökul Aytmatov’a mektuplaşma da yasaklanmıştır. Törökul Aytmatov’un ailesine de “halk düşmanının ailesi” olarak yıllarca baskı uygulanmıştır. Küçük Aytmatov ve ailesi, babaları II. Dünya Savaşı’ndan dönmeyince ekonomik sıkıntıya da düşer. Bunun üzerine Aytmatov küçük yaştan itibaren hayatının her devresinde çalışır. Çobanlık yapar, böylece daha sonra eserlerinde yoğun bir şekilde göreceğimiz insan-doğa ilişkisinin ilk gözlemlerini yapmış olur. 15 yaşından itibaren de kendi köyünde kolhoz sekreterliği yapar. Daha sonra ise veterinerlik ile uğraşır.


Cengiz Aytmatov'un babası Törekul Aytmatov ve

Tüm bunların yanında Aytmatov’un “mankurtlaştırma” terimini literatürlere yerleştirmesi de ayrıca üstünde durulması gereken ve Türkoloji alanında da oldukça ilgi gören bir başka başlıktır. Çocukluğu sürekli, ölümlere, savaşlara, açlığa ve dışlanmaya mahkum bırakılarak geçen ama umudunu hiç yitirmeyen Aytmatov, bir gün kendi gibi olan bütün çocukların sesinden bütün dünyaya haykırır; bazen kendi öz lisanında bazen, Rusça… “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde yerli bir karakter olan Tansıkbayev, bu sürecin neresinde olduğunu göstermesi açısından önemli ipuçları taşıyor. Konuşmak kesinlikle ötekiler için var olmaktır… Konuşmak her şeyden öte bir kültürü benimsemek, ve medeniyetin itibarını desteklemek anlamına gelir… Her kolonize edilmiş kişi - diğer bir deyişle, kendi ruhunda kendi yerel kültürünün orijinalliğinin defni veya ölümü üzerinden bir aşağılık kompleksi yaratılmış her kişi- kendini medenileştirici bir ulusun dili ile; yani ana ülkenin kültürü ile yüz yüze bulur… Bir dil konuşmak bir dünyaya, bir kültüre benzemektir. Aytmatov’u değerlendirmeden önce bulunduğu durumu göz önüne getirmemiz ve bu süreçte bile yazmaktan hiç vaz geçmeyişiyle

gurur duymamız çok daha yerinde bir karar olacaktır. O “ İnsan için en zor olan şey her gün insan kalmaktır.” kadar acı bir sözü tecrübe edinirken bile hiç köşesine çekilmeden yazmaya ve anlatmaya hep devam etmiştir. Aytmatov’u eğer daha önce hiç okumadıysanız ve bu yazıdan sonra okumaya karar verdiyseniz (Bütün kalbimle bunu temenni ederim ☺ ) onun eserlerini okumadan önce kesinlikle yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz seve seve siz değerli okuyucularımız için: Öncelikle, Batı Türkistan’ın (Bugün sıklıkla kullanılan adı Orta Asya ki bu terime oldukça karşı olduğumu da kesinlikle belirtmek isterim sırası gelmişken) dünü ve bugünü hakkında bilgi edinmek, Türk mitolojisinin özelliklerini araştırmak ve tabii ki Cengiz Aytmatov’un hayatı hakkında bilgi edinmek. Eğer bunları yaparsak Cengiz Aytmatov ve eserleri hakkındaki fikirlerimiz çoğunluğun kullandığı genel ifadeleri kullanmaktan ibaret kalmayacaktır. Şimdiden hepinize Türk Mitolojisinde ve Aytmatov’un efsanevi anlatımının gizeminde keyifli okumalar diliyorum. Küsen bulutların yazarı Cengiz Aytmatov’a sonsuz saygı ile…

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Kurt Motifi Karşısında İki Yazar: HALİDE EDİP - CENGİZ AYTMATOV Beyza ÖZKAN

“Bir yanda Kırgız halkının bağımsızlığa hasretini; diğer yanda ise Türk milletinin kurtuluşa hasretini kurt motifinde ifade eden iki usta kalem…” Motif, hikâye etmenin küçük bir unsuru olarak tanımlanır. İçinde barındırdığı nitelikleri itibariyle hikâyenin parçalanamaz bir unsuru olarak geleneksel bir tanıma sahiptir. Aynı zamanda motif kavramı, farklı eserlerde karşımıza çıkan bölünmez, parçalanmaz tematik ünitelerdir. Çeşitli edebi metinlerde tekrarlanan ve özel bir anlam taşıyan unsurlar da motif adını almaktadır. Muhtelif tanımlara sahip olan motif, özetlenecek olursa edebi eserlerde benzer şekillerde vurgulanan ve insanların zihninde kalıcı izler bırakan en küçük anlatım şifreleridir. Öyle ki bu şifreler bir araya getirildiğinde olay örgüsü benzer metinlere aşina olanlarca anlaşılmış olur.

Edebiyat, zengin kaynaklardan beslenen bir sanattır. Böyle bir sanat olması, onun mitoloji denen bir kaynaktan beslendiğini gözler önüne serer. Mitoloji, hayatı, doğayı anlamlandırma eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Edebiyat da, mitoloji ile aynı amaca hizmet etmektedir fakat bu anlamlandırma sürecinde estetik zevkler de rol oynamaktadır. Edebiyatın mitoloji denen kaynaktan beslenişi, iki şekildedir: Olağanüstü anlatıları konu alan eserlerin yapısı ve olağanüstüden ziyade olabilirliğe dayalı eserlerdeki mitolojik yönlerdir. Kaynaklardan beslenme, ilişkiyi ortaya koymak açısından iki farklı yol karşımıza çıkarmaktadır: Olağanüstü bir eser incelendiğinde -motif yanı ağır basan bir eser- o eserin yazıldığı kültürün mitolojik bilgisine sahip olma becerisine sahip olmak, şifreleri çözebilmek bir uzmanlık gerektirmektedir. Olabilirliğe dayalı bir eseri, motif yönünden azalmış bir eseri incelemeye koyulduğumuzda eserlerin, motifleri simge ya da imge olarak verebileceklerini, bazen de mazmun ya da gönderme şeklinde yer alabilecekleri gibi eserin ana kurgusunu da oluşturabileceğini göz ardı edemeyiz. Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı’nda, Ergenekon Destanı’nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli eserinde yer alan ‘aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini çözümlemeye çalışacağız. Halide Edip’in ‘’Kurt’’ Motifine Yaklaşımı: ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ Bu alt başlıkta kurt motifi, Halide Edip’in aynı adlı öyküsü bağlamında incelenecektir. İnceleme sırasında motifin geçtiği yerler üzerinde durulacak ve bu doğrultuda sonuca gidilecektir. Birinci tekil kişi bakış açısıyla konuşan anlatıcı, tanıdığı bir Türk şairinin kendisine bahsettiği Fransızca eserden esinlenerek, bir kurt hülyasına dalar. Bu çerçevenin içine yerleştirilen ikinci olayda bir çocuğun uykuyla 1 YILDIZ, Hatice, Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ Hikâyesinde Tema ve Alegorik Unsurlar, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 20, 1 (2013), sf. 106

uyanıklık arasında gördükleri, yine “ben” anlatıcı ile sunulur.1 Savaş şartlarının yıkıcı etkisinde kalmış yoksul bir evdeki küçük çocuğun dinlediği ve gerçeküstü çizgiler taşıyan kurt masalı, üçüncü bir metin halkası oluşturmaktadır. Hikâyenin sonunda daldığı hayalden uyanan anlatıcı, masalın kendisinde uyandırdığı hisleri dile getirir. Anlatıcının kurguladığı hayalin içinde yer alan çocuk ve onu uykusundan uyandıran kurdun anlattığı masal son sahnede birleşir. Bozkurtla karşılaştığı andan itibaren dönüşüm yaşayan çocuk nihayet bir kurt olur ve masalda işaret edilen, yurtları işgal edilmiş kurtlar gibi dağa çıkarak mücadele için ant içer.2 Kurt motifinin çıkış noktası Alfred de Vigny’nin ‘’Kurdun Ölümü’’ adlı eserdir. Fransız yazarın eserinde hikâye şudur: Bir gün avcılar, kurt iline baskın düzenler. Bu baskında eşini ve yavrularını korumak isteyen baba kurt kendini avcıların önüne atarak avcıları oyalar. Bu sırada dişi kurt ve yavru kurt kaçıp kurtulma imkânı bulur. Fakat şiirin sonunda avcılar baba kurdu parçalamıştır. Halide Edip’in hikâyesi de şöyledir: Bir gün ormanda kavga çıkmış ve hayvanlar, birbirlerine girmişlerdir. Kırk günün sonunda fil, barış borusu çalar. Bu barış borusuyla birlikte kavga eden hayvanlar toplanır. Ancak hepsi yaralı ve perişan haldedir. Fil, toplanan hayvanlara uzun bir nutuk atar. Filin barış nutkunda her hayvan kendinden güçsüz olanı düşünür. Burada bir karar alınır: Ormanda barışın devam ettirilebilmesi için bir hayvan cinsi feda edilecektir. Bunun için de kurt soyunda karar kılınır. Kurt da soyu için verilen bu hain hüküm kalkana kadar dağa çıkmaya ve orada mücadele etmeye karar verir. Halide Edip Adıvar eserinde kurt motifinin açılışını şu cümleyle yapar: ‘’Nihayet başım boş ve içim sınırsız bir sıkıntı içinde, deniz altın bir ışıkla dümdüzken kurt hülyasına daldım.’’3

2YILDIZ, Hatice, a.g.m, sf. 107 3ADIVAR, Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, Can Yayınları, İstanbul, 2017, sf.13

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Hikâyesinin ilerleyen kısımlarında rüyasındaki kurdu tasvîr ettiğini gözlemleriz. Bu tasvir, hikâyenin içinde önemli bir yer eden, temaya götüren önemli bir tasvirdir: ’’Yaralı, kocaman bir bozkurt arka ayakları üstünde oturuyor; korkunç, uzun başı ateşli gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Omzundan boz tüyleri üzerine akan kanlar, garip, soluk lekelerle sarı ayın sarı ışığında dalgalanıyordu. (…) , gözleri o kadar derin, o kadar ateşliydi ki, vücudu o kadar bütün kurtların babası gibi büyük ve korkunçtu ki, öyle oturup bakarken bile kendi kendime onun ağzından midesine gireceğim, bir lokma olacağım sanıyordum. Fakat bu kocaman ve korkunç kurdun gözleri, çenesi üstünden akan kanları, onun büyük, pek büyük bir savaştan çıktığını gösteriyordu. Bakarken bakarken içimde, gerçekten, o kurdun içine girip çıkmış gibi tuhaf ve tanıdık bir duygunun izleri uyandı. O izler neydi bilemiyorum.’’4

Anlatıcı kahraman, kurdu gördükten sonra anlamlandırma sürecine girer. Gördüğü kurtta, tanıdık izler bulur fakat kendisi de bunları bilemeyecek durumdadır. O cümleden sonra bilemediği tanıdık duygu, zihninde yavaşça canlanmaya başlar gibidir: ‘’Fakat yüzlerce sorunun dolambaçlı, unutulmuş efsanelerine doğru uzanıp gidiyordu.’’5

4ADIVAR, Halide |Edib, a.g.e, sf.15 İNCİR ÇEKİRDEĞİ Dosya Konusu 5ADIVAR, Halide Edib, a.g.e, sf.15 6ADIVAR, Halide Edib, a.g.e, sf.16

Halide Edip’in dolambaçlı, unutulmuş efsane dediği şey, eski Türklerin dönemlerine uzanan efsanelerdir. Bu dönemlerdeki destanlar, destanlara ve efsanelere konu olan kahramanların o zamanlarda gösterdiği kahramanlıklar, kazandığı zaferler de buna eklenebilir. Kurt, anlatıcı kahramanda böyle bir etki bırakmış ve kendini böyle anlamlandırmıştır. Anlamlandırma süreci tamamlandıktan sonra özdeşleşme başlayacaktır: ‘’O izlerin sonundaki sırlı yola vücudumla beraber ulaşmıştım; kocaman, yaralı ve ateşli bozkurdu anlamış, tıpatıp onunla bir olmuştum.’’6 Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kurt soyunun felaket masalı dinlediğini ve sonunda da hayvanlar arasından kurtların feda edilmesiyle kurtların dağa çıkışı da mücadele eylemini başlatır: ‘’Herkes, tuzak, tırnak, pençe ve her şeyle kurt soyuna saldırdı. Bu eşi görülmemiş bozgun ve yıkım karşısında inlerinden, cengelin av ve tuzak yerlerinden yaralı, bahtsız boşanan kurtlar, soyun öç andını ulumak için dağlara çıktı.’’7 Eserden yapılan alıntılardan hareketle Halide Edip’in kurt motifi hakkına şunları söylemek mümkün olacaktır: Hikâyedeki kurt motifi, yaralıdır çünkü bir savaştan çıkmıştır. Halide Edip, yaralı kurtla vatanın içinde bulunduğu durumu özdeşleştirmiştir. Yazar, yaşadığı devirden soyutlanamaz ve ayrı düşünülemez. Adıvar da, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı dönemlerine şahitlik etmiş, bu dönemlerin nabzını tutmuş bir sanatçıdır. Kurt soyunun felaket masalı okuması, Türk milletinin felaket masalı okuması olarak düşünülebilir. Kurtların öç andını okuması ile de Türklerin kendilerine bu felaketi reva görenlere karşı mücadele etmesi de birlikte düşünülmesi gereken bir başka maddedir. Sanatçının kurt motifini kullanması, hele ki bu kurdu yaralı olarak tasavvur etmesi, okuyucularına vermek istediğini dile getirir gibidir.

7ADIVAR, Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, Can Yayınları, İstanbul, 2017, sf.18


Cengiz Aytmatov’un ‘’Kurt’’ Motifine Yaklaşımı: ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’ Bu kısımda da kurt motifi, Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’ bağlamında incelenecektir. Eser, kaba hatlarıyla tanıtılacak; ardından kurt motifinin kullanımı, eserden yapılacak olan alıntılarla somutlaştırılacaktır. Bu somutlaştırmalar yapılırken Halide Edib’in eserinde kullandığı kurt motifiyle de karşılaştırmalar yapılacaktır. ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’, 1900 yılında yayımlanan, Refik Özdek tarafından Türkçe’ye kazandırılan önemli romanlardan birisidir. Roman, üç bölüm olarak kurgulanmış dört hikâyeden oluşmaktadır. Birinci hikâye kurtların, ikinci hikâye papaz okulundan ayrılan Abdias'ın, üçüncü hikâye Hz.İsa'nın, dördüncü hikâye ise çoban Boston’un hikâyesidir. Roman önce dişi kurt Akbar'ın gözüyle anlatılmaya başlanır. Daha sonra da olaylar Abdias'ın gözüyle ve geriye dönüşlerle ele alınır. Romanın son bölümünde ise olaylar hem Akbar'ın hem de Boston'un gözüyle verilir.8 Eserin giriş kısmında, olayların merkezinde Taşçaynar ve Akbar yer almaktadır. Bu giriş, iki kurdun tasvirlerini vermesi bakımından ve bizi Cengiz Aytmatov’un kurt motifini kullanacağını anlamamız ve izlememiz yönüyle kılavuz görevi görmektedir: ‘’Dişi kurt gözlerini yumdu, sevinçle homurdandı. Karnında, kızaran ve süt toplayan memeleri iki sıra halinde kabarmıştı. Dar inin elverdiği ölçüde yavaşça ama büyük bir keyifle gerindi. Korkunun yerini umudu almış, iyice sakinleşmişti. Yeniden Taşçaynar’ın boz yelesine yaslandı. Taşçaynar (Taş Çiğner) güçlüydü. Kürkü kalın, yumuşak ve sıcaktı. Suskun, mağrur Taşçaynar da dişi kurdun hissettiklerini algılamış, 8YAMAK, Yasin, Cengiz Aytmatov’un Romanlarında Kurt Motifi, İstanbul Kültür Üniversitesi SBE, Ekim, 2012, sf.76 9YAMAK, Yasin, a.g.m, sf.80

içgüdüsüyle onun ana olacağını anlamış, heyecanlanmıştı. Kulaklarını dikmiş, büyük ve köşeli başını kaldırmış, yuvalarına iyice gömülü kara gözbebeklerinin durgun bakışlarıyla, gölge gibi, belli belirsiz bir şeyler görür gibi olmuştu.’’9 Verilen alıntıdan hareketle Cengiz Aytmatov’un romanının merkezinde kurt motifi yer almaktadır. ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’nda yer alan bu önemli motif, romanın başkahramanı olmuştur. Söz konusu olan motif, sadece Türk destanlarında yer almamış, dünya edebiyatlarındaki sözlü verimlerde de boy göstermiştir. Bir yandan böyle bir motifin kullanılmasının evrenselliğinden söz ederken diğer yandan da motifin karakteristik özellikler eklenerek millileştirilmesi vardır. Bu bağlamda Türk milletinde kurt motifi, millî kimlik kazanarak bozkurt olmuştur. Halide Edip de kurt motifini millî olarak işleyenlerden biri olmuştur ve yazardaki kurt motifi, romanda yer alan önemli unsur olmasıyla birlikte anlatıcı kahramandan sonra gelen başkahramandır. Bozkurt da ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’nda, Akbar ve Taşçaynar isimleriyle bir motif olarak yer alırken Halide Edip’in hikâyesinde isimsiz olarak kendini rüya motifiyle birlikte gösterir:

‘’Bir yıl öncesine kadar, boz yeleli bu kurtları bu dağlarda bilen yoktu. Buraya gelişlerinden sonra da ortalıkta pek görünmemeye, uzak durmaya devam ettiler. Önceleri şurada burada dolaşıyor, daha çok bölge kurtlarının hâkim olduğu arazinin berisinde, tarafsız bir bölgede konaklıyorlar..’’10

Yazarın ‘’boz yeleli kurt’’ diye tarif ettiği bu iki kurt, romanda hem milli hem evrensel özellikleri bünyelerinde barındırmışlardır. Halide Edip’in hikâyesinde tasvir ettiği kurt, 10YAMAK, Yasin, Cengiz Aytmatov’un Romanlarında Kurt Motifi, İstanbul Kültür Üniversitesi SBE, Ekim, 2012, s.114-115

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


yaralıdır ve savaştan yeni çıkmış bir görüntüsü vardır. Bu kurt, Aytmatov’un romanında da olduğu gibi millî ve evrensel özellikler taşır. Millî olması, kurdun Türk milletini temsil edişinden, evrensel oluşu da sahip olduğu kudretinden ve mücadeleci oluşundan gelir. Aytmatov’un romanında dişi kurt Akbar, ‘’hür ve bağımsız olmayı her şeyden üstün tutardı’’ diye tanıtılır. Burada temsil edilen değer, esaret altında yaşayamamaktır. ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ta ise kurt, yaralı olarak tasvir edilmekle birlikte bu kurt, içinde bulunduğu toplulukla anılmaktadır. Hikâyede kurda bahşedilen rol, barışı sağlamak adına yem ve av olmaktı. Kurt topluluğu da kendilerine biçilen bu rolün üzerine dağlara çıkarak öç andını okumaya başlar. Kurtların öç andı okuması, kendilerine bu hükmü verenlerle mücadele edeceklerinin kanıtıdır. Söylememiz gerekirse, Halide Edip’te işlenen kurt motifiyle verilmek istenen değer, Aytmatov’un dişi kurdu aracılığıyla verilmek istenen değerle bağdaşmaktadır. Aytmatov ve Halide Edip’in kurt motiflerini kullanmasındaki perde arkasına bakıldığında şu cümleleri kurmak yerinde olacaktır: Sovyet idaresinin hüküm sürdüğü Kırgız ülkesinin bağımsızlığa hasretini Aytmatov, bazı sebeplerden ötürü, direkt olarak dile getiremediği için bir kurdu, özellikle de Türkleri sembolize eden bozkurdu, motif olarak tercih ederek dile getirmiştir. Türk destan ve masallarında da kurt asaletli ve kudretli bir hayvan olarak tasvir edilmiştir. Böylece bozkurdun romana, Türk bozkurt mitinin birebir yansıması olarak dâhil edildiği ortaya çıkar. Halide Edip’te ise kurt motifinin ele alındığı ortam, Birinci Dünya Savaşı zamanına rastlayan bir ortamdır. Tasvir edilen yaralı kurt, savaştan yaralı bir şekilde ayrılan Türk ulusudur. Barış borusu çalan fil ise Amerika’yı temsil etmekte ve cengeldeki diğer hayvanlar da dünya ülkelerini temsil etmektedir. Filin barışın düzenini sağlamak adına kurt sürüsünü yem olarak kullanma kararı, Türk ulusuna yapılacak olan saldırılara telmihte bulunmaktadır. Türk ulusu da az evvel İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

söylediğimiz gibi kendisine reva görülen zulmü alkışlamamış, zalimlerle mücadele etmiştir. ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’nda kurtların, Abdias’ın ve Hz. İsa’nın hikâyeleri birbirleri ile paralellik göstermektedir. Aslında bu romanın ana karakteri Abdias’tır ve romanın ana olay örgüsü Abdias’ın günahkârlarla olan mücadelesidir. ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ta ise kurtların hikâyesi ise yazarın anlatmak istediği durum arasında bir paralellik vardır. Hikâyenin ana karakteri anlatıcı kahramandır ve hikâyenin ana olay örgüsü kahramanın rüya motifi ile birlikte kurt masalının anlatılışıdır. Sonuç Cumhuriyet devrinin ilk romancılarından Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli hikâyesi ve Kırgız edebiyatının önemli romancılarından Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’ adlı eserindeki kurt motifi işleniş şekilleriyle benzerlik göstermektedir. Gösterdikleri benzerlikler bir yana bırakıldığında farklılıklar da ortaya çıkacaktır. Adıvar ve Aytmatov, kurt motifini millî ve evrensel boyutlarıyla ele alıp işlemişlerdir. Aytmatov, eserinde Kırgız halkının bağımsızlığa hasretini; Adıvar ise Türk milletinin içinde bulunduğu durumu ve kurtuluşa hasretini kurt motifi aracılığıyla dışa vurmuştur. Yazarların çizdikleri bu motifte ruhsal portre bakımından farklılık vardır. Halide Edip’te kurt motifi, kendini rüya motifiyle birlikte gösterip ana kahraman olurken, Aytmatov’un eserinde ise kurtlar, rüya motifi olmadan ana kahraman olmuşlardır. Motifin hikâye etmenin en küçük unsuru olduğu, onun bölünemez, parçalanamaz nitelikte olduğu göz önüne alındığında şu sonuca varmak yerinde olacaktır: Söz konusu eserlerden kurt motifi çıkarıldığında eserlerin içi boşalır ve onlardan geriye hiçbir şey kalmaz.


“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi... Bu yerlerde demir yolunun her iki yanından ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği SarıÖzek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demir yoluna göre hesaplanırdı...” - Gün Olur Asra Bedel

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Sinema Dili ve Edebiyatı: AYTMATOV SİNEMASİ Tuğçe ERKOL

“Sinemasız bir millî kültür olamaz. Sinemasız kültür modern bir kültür değildir. Ayrıca sinema, edebiyatı güçlendiren bir sanattır.” Cengiz Aytmatov Dünya edebiyatının önemli kalemlerinden olan Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un eserlerinin uyarlanmasıyla seyirciyle buluşan filmleri, bu sayımızdaki film köşemiz için derledik. Öncelikle keyifli okumalar; ardından da keyifli seyirler dileriz...

1)

Selvi Boylum Al Yazmalım

Tabii ki birinci sıra için Selvi Boylum'dan daha iyi bir film olmayacaktı. Sonuçta sevgi neydi? Sevgi emekti... 1978'de Atıf Yılmaz'ın çektiği filmde herkesin bildiği Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin başrolde. IMDB'de 8.7 puan almıştır. Hiç kuşkusuz Cengiz Aytmatov'un eserlerinden uyarlanan ve en çok sevilen film Selvi Boylum Al Yazmalım'dır. 2) Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek Karen Gevorkyan tarafından sinemaya aktarılan filmin adı kitaptan biraz farklı olan Deniz Kıyısında Koşan Köpek'tir. Konusu bakımında Ernest Hemingway'ın İhtiyar Adam ve Deniz romanın konusuyla benzeşen film ve kitap, konuların işlenişi bakımından ayrılır. 3) Gülsarı Sergei Urussevski, romandaki realiteyi alıp filmde olayları şiirleştirir. Filme ek olarak

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


hazırlanan film müziği de en az film kadar etkileyici bir başyapıt olur. Cengiz Aytmatov'un sinemaya aktarılan eserleri arasında en çok beğenilen eser Elveda Gülsarı'dan uyarlanan Gülsarı filmi olmuştur. 4)

Erken Gelen Turnalar

Bolatbek Shemsiev'in yönettiği birkaç Cengiz Aytmatov filminden biridir. 5)

Kızıl Elma

8)

Ateş

Cengiz Aytmatov'un Deve Gözü adlı eserinden uyarlanmıştır. Film içerik olarak kitapla bağdaşıyor olsa da isim bakımından bir değişiklik yaşamıştır. yönetmen Elem Klimov'un eşi yönetmen Larissa Shepitko tarafından sinemaya aktarılmış bir filmdir. 9)

Mankurt

Dünyanın en güzel aşk hikayelerinden biri olarak kabul edilen Cemile, Cengiz Aytmatov tarafından yazılmış bir romandır.

Cengiz Aytmatov'un en bilinen eseri olan ve "Bu yerlerde trenler, doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi." cümlesiyle akıllara kazınan sarının hakim olduğu romanında anlatılan Mankurt efsanesinden yola çıkılarak senaryolaştırılmış bir filmdir. Tıpkı Fujiyama'da olduğu gibi siyasi nedenlerden dolayı film SSCB yıkılana kadar seyircisiyle buluşamamıştır.

Cengiz Aytmatov bu aşk hikayesini roman olarak yazmasının yanı sıra filmin senaryosunu da kaleme almıştır.

Gün Olur Asra Bedel ya da Gün Uzar Yüzyıl Olur bundan farklı olarak daha birçok şekilde senaryolaştırılmış ve sinemaya aktarılmıştır.

Irina Poplavskaya tarafından ise bu kitap sinemaya aktarılmıştır. Romanın ününden dolayı film de çok rağbet görmüş olup, Cemile'nin romanı da filmi de ayrı ayrı birer değer olarak sanat dünyasında böylece yerini almıştır.

1994 senesindeki, 13. İstanbul Film Festivali'nde "Cengiz Aytmatov'un Dünyası" temasıyla festival kapsamında filmleri sergilendi. Beyaz Gemi, Mankurt, İlk Öğretmen, Ateş, Kızıl Elma ve Selvi Boylum Al Yazmalım bu gösterilen filmler arasındadır. Ayrıca temaya uygun olarak festivale Cengiz Aytmatov şeref konuğu olarak katıldı. Festival kapsamında 5 gün boyunca İstanbul'da kaldı.

Aynı zamanda Ankara'da büyük elçi olarak görev yapan ünlü Kırgız yönetmen, Tolomuş Okeyev'in sinemaya aktardığı filmdir. 6)

7)

Cemile

Fujiyama

Cengiz Aytmatov'un Kaltay Muhammedcanov ile birlikte kaleme aldıkları bir tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanmıştır. Film siyasi içerikli görülüp SSCB dağılmadan önce seyircisiyle buluşamayıp, bitmiş haliyle rafa kaldırılmıştır. Ancak SSCB dağıldıktan sonra seyircisiyle kavuşmuştur. Filmi, Cengiz Aytmatov'un birden fazla eserini sinema dünyasına kazandıran Bolatbeg Semsiyev tarafından sinemaya kazandırılmıştır.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


MANKURT Alper ÖZERSOY

“Aytmatov’un dünya literatürüne kazandırdığı bir kavram olan mankurtlaşma, insanın köleleşmemesi için yapılan bir çağrıdır.” Türk dünyasının en büyük yazarları kimlerdir diye sorulsa akla ilk gelen isim olur Aytmatov. 21. yüzyılın “yıldırım sesli Manasçı”sı. Bu ses dokuz yıl evvel son kez duyuldu. 2008’in Haziran’ında Çingiz Ata sonsuzluğa uğurlandı. Aytmatov, Ata Beyit’te bir anıt mezarda yatıyor şimdi. Stalin tarafından öldürülen babasının da aralarında bulunduğu 132 aydınla beraber. Aytmatov kendisinin de son uykusunu uyuyacağı Ata Beyit’i, “Ana Beyit” olarak Gün Olur Asra Bedel romanında yansıtmıştı. Bu mezarlık Nayman Ana Efsanesi’ni yaşatır bağrında. Mankurt Efsanesini. Cengiz Aytmatov eserlerinde, rejime olan tepkisini, sosyal çözülme yaşamış yani milli ve manevi değerlerinden uzaklaştırılmış insanların durumunu ele alır. Yazar, bu fikirlerini daha evrensel bir boyutta anlatabilmek için tarihi ve efsanevi olaylardan da yararlanmıştır. İşte, Gün Olur Asra Bedel romanında anlatılan Nayman Ana efsanesindeki mankurt motifi toplum sisteminin arzuladığı insan tipini, efsanevi bir pencereden ele alarak eleştirmiştir. Mankurtlaşma, sıkça duyulan ama içeriği hakkında pek bilgi sahibi olunmayan terim. Peki nedir mankurt ve mankurtlaşma? Mankurtluk hakkında ilk bilgilere Manas Destanı’nda İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

rastlanıyor aslında. Orada çocuk Manas’ın yaramazlığı ve dayanılmaz gücünden korkan Kalmaklar’ın, “onu mankurt edelim” deyip söz bağladıkları şöyle destanlaşmıştı: “Balayı tutup alalım Başına şire takalım Eve götürüp azap verelim Altı boy Kalmak’ın Ayak Başını yığalım” İşte Manas’ta da geçen bu efsaneye göre; “Eski zamanlarda Kalmuk-Kırgız savaşlarında, iki taraf birbirinden ganimet ve malla birlikte, eline geçirdikleri insanları da esir alıyorlardı.


Esirler genelde hayvan güderdi. Sabah akşam hayvan peşinde olan esir, günlerden bir gün yolunu bulup kaçabilir, birileriyle kendisi hakkında ülkesine haber gönderebilir, hatta o da insan ya, kızlarımıza gönül kaptırabilir. Genç yaşta ele geçirilen esir beş sene, belki on sene bir dediğini iki etmeden hizmet eder. Bir gün başkaldırabilir de. Bütün bunlardan kurtulmanın yegâne çaresi, onu mankurta dönüştürmektir. İlk önce esirin saçları kazınıyor, kafasına yeni kesilmiş devenin veya sığırın bir parça derisi geçiriliyor. Kırgızlar bu deriye şire derler. İşte bu şireyi kenarından birkaç yerinden delip deriden bağ geçiriyorlar ve kulak hizasından sıkıca çekip bağlıyorlar. Sonra esirin elini ayağını bağlayıp güneşin kavurucu sıcakları altında bırakıyorlar. Böylece esire edilen işkence çiftleşmiş oluyor. Yani, taze deri güneşin sıcağında kurudukça kafasını sıkarak kemikleri sızlatıyor, ikincisi yeni çıkan saç deriyi delip geçemediğinden tekrar kıvrılıp kafaya geçiyor ve iğne sokar gibi tüm duyu sinirlerini öldürüyor. Böylelikle insanda hafıza diye bir şey kalmıyor. Bir hafta, on gün sonra esir ölüyor veya tüm hayatını mankurt olarak yaşamaya mahkûm oluyor. Ölürse azaptan kurtulacak, hayatta kalırsa ismini, soyunu sopunu, geçmişini her şeyini unutup sadece ve sadece sahibinin dediğini yapan bir varlığa dönüşecek... İnsanoğlunun icat ettiği zulüm yöntemlerini düşündükçe, başımdan kaynar sular dökülüyor adeta. Yukarıda anlattığım da zulmün doruk noktası herhalde.”

Nayman Ana, oğlu Colaman Juan Juanlar tarafından kaçırılmış ve mankurtlaştırılmış bir anadır. Yüreği onu oğluna götürür. Hafızası silinmiş oğluna, anasını, babasını, soyunu sopunu hatırlaması için uğraşır. Ama nafile. Colaman, efendisinin emrini yerine getirerek anasını okuyla öldürür. Kadının başındaki beyaz yazma rüzgarda havalanarak uçuyor ve Dönenbay kuşuna dönüşür. İşte bu kuş, ne zaman birisi yalnız yollara düşse, yolda ne zaman bir yolcu görse onun başı üzerinde uçar ve ona “Senin baban Dönenbay, senin baban Dönenbay” diye seslenir.

Bu efsane bir semboldür. Aytmatov özelde Kırgız halkına, genelde de bütün insanlığa özünü yitirmemesi, başkalaşmaması ve ötekileşmemesini öğütler. Aytmatov’un dünya literatürüne kazandırdığı bir kavram olan mankurtlaşma, insanın köleleşmemesi için yapılan bir çağrıdır. Aytmatov son nefesine kadar, “mankurtlaştırma”nın önüne geçmek için eserleri aracılığıyla insanları derin uykularından uyandırmaya çalışmıştır. Teslimiyetçiliğe, kimlik kaybına, şuursuzca geçmişe, örf adet ve geleneklere yabancılaşmaya karşı çıkmıştır. KAYNAKÇA SÖYLEMEZ, Orhan, “Cengiz Aytmatov’un Ardından AtaBeyit’ten Ana-Beyit’e”, Türk Edebiyatı, Ağustos, 2008, s. 418. AZAP, Samet, “Kurtlar ve Mankurtlar”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 2/1 2013 s. 279-287.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


TOPRAK ANA ÜZERİNE Ayşe Bengisu AKDAĞ

“Nice milletler savaş sonunda yok olup gittiler, nice şehirler yanıp kül oldu ve toprak olarak üzerimde insan ayağının izini görmek için yüzyıllarca beklediğim çağlar oldu. İnsanlar ne zaman bir savaş başlatacak olsa onlara şöyle diyorum: ‘Durun! Kan dökmeyin! Şimdi de tekrar ediyorum: ‘Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar, siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz, savaş neyinize gerek?” “Toprak Ana” Aytmatov’un düşünce dünyasını hemen hemen en iyi ifade eden başlığa sahip bir küçük roman. Vatan ile ananın kutsallığının, toprağın derin iç çekişinin romanı. Tanrı Dağlarının eteklerindeki sessiz bir feryadın romanı. Cengiz Aytmatov, savaşın başladığı 1942 yılında henüz on dört yaşında bir çocuktur ve küçük yaşta derinden etkilendiği bu savaşı eserlerine yansıtmaması düşünülemez. İşte Toprak Ana’da İkinci Dünya Savaşı döneminde savaş meydanında eşini ve üç çocuğunu kaybeden kahraman bir ananın, zor zamanlarda dişi tırnağı ile işlediği, kanı ve teriyle suladığı İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

toprakla dertleşmesini ve insanın toprakla kurduğu gizemli ilişkiyi kaleme alıyor. Toprak Ana özünde savaşı değil “savaş karşıtlığını” yansıtıyor. Tarlasını bir dost bilen Tolgonay'ın toprağı ile dertleşmesiyle başlar roman. Fedakarlığın ve kadının gücünün timsali olan Tolgonay, daha küçücük bir çocukken toprakla tanışır. Toprak onun önceleri eğlencesi sonra ise geçim kaynağı olmuştur. Aile geleneğini sürdüren Tolganay da küçük yaşta toprakla haşır neşir olur ve hayatını toprakla kazanır. Toprak, ona sadece mahsül vermez, hayatındaki en önemli insanla, Suvankul’la da toprağı sayesinde tanışır Tolganay. Birbirine âşık olan Tolganay ve Suvamkul kısa sürede evlenir ve Kasım, Maysalbek ve Caynak adında üç erkek evlatları olur. Yıllar geçer aradan, çocukları “aynı yıl dikilmiş kavak fidanları gibi” büyür, elleri ekmek tutar, evlenir… Topraklarıyla hayata tutunan bu mutlu aile tablosu bir gün aniden yıkılır. Bir Rus askeri köye gelmiştir.

“İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir.


Tesadüfen ele geçen bir şey değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.” (s.71) Rus askerden savaşın yaklaşmakta olduğunu sadece Tolganay ve ailesi değil bütün ahali işitir. Erkekler birer birer silahlanıp gitmeye başlar. Kasım ve Maysalbek de bu yiğitlerdendir. Ancak bununla sınırlı kalmaz. Erkeklerin cephede yetöeyişi üzerine Suvankul da silahını alıp koşar mücadeleye ve tabii Caynak da. Evinin bütün erkeklerini cepheye gönderen Tolgonay, oğlu Kasım ve kocası Suvankul'un, kısa zaman sonra da Maysalbek’in şehit olduğu haberini alır. Geliniyle hayata tutunmaya çalışan Tolganay, bu süreçte savaşın getirdiği açlık ve sefaletle acı bir şekilde mücadele etmeye çalışır. İkinci dünya savaşında bir yandan yaşanan kıtlık bir yandan da babasızlıktan Aytmatov’un çocuk zihninde derin izler bırakmıştır ve bu izler Toprak Ana kahramanlarında görülmektedir. Ancak son darbe, gelini Aliman’ın, Tolganay’ın kucağına yavrusu Canpolat’ı verirken son nefesi vermesi olur. Canpolat daha doğarken hayatın acı yüzüyle karşılaşmış ve yaşarken de umutla “gelmeyecek olan” babasını bekleyen bir çocuktur. Tıpkı Aytmatov gibi. Tolgonay’ın sık sık dertleştiği, her şeyin başladığı ve bittiği kaynak olan toprağı da bütün bu acılara şahit olan yegâne ve ebedî varlık olarak karşımıza çıkar.

“Bir insanın kaderi, dağdaki patika gibidir: Bazen çıkar, bazen iner, bazen de dibi görünmeyen bir uçurumun başına gelip durur.” (s.73)

bunlar, İkinci Dünya Savaşı’nın, yaşama ve insanlara bıraktığı miraslardır. Bu bağlamda Aytmatov’un eserleri, yalnızca kendi coğrafi egzotizmini, törenlerini, karakterlerini yansıtmaz aynı zamanda ruhsal bütünlüğü, memleket duygusunu, kahramanların yaşama katılımını anlatır. Kırgız halkının duyuş, düşünüş, yaşayış tarzını, ruhunu, kültürünü yansıtmayı amaç edinir Aytmatov. Her yazar gibi doğduğu, büyüdüğü, idrak ettiği toplumun gerçekliğinden ve yaşantılarından etkilenir. Eserlerine kendi yaşamından esinlendiği ve tanıklık ettiği tarihi dönemleri yansıtır. Çocukluğu, II. Dünya Savaşı yıllarında geçen yazar, Toprak Ana’ya savaşın bütün yıkıcılığını ve yaşattığı çaresizlik duygularını da ekler. Roman, Tolganay ve ailesinde özelinde savaşın yarattığı felaketleri çarpıcı bir şekilde dile getirir ve insanlara barışı telkin eder. Yaşamı boyunca savaşın acısını derininde hissetmiş, bu ıstırabı kağıtlara dökmüş olan ve insanlığın barıştan yana olması gayesini taşıyan, toprağıyla manevî bir bağ duyan ve bunu romanının başkahramanı yapan Aytmatov, toprağa kavuşalı dokuz yıl oldu. Fikirleri gübre olduğu bu topraklara. Onun eserleriyle dört bir yana saçtığı tohumlar boy verdi, dallandı. Bu tohuma biz de elimizden geldiğince bir su vermek istedik bu sayıyla. Aytmatov’a rahmetle, saygıyla…

Yazar, savaşı ve zorluklarını anlatmaya çalıştığı Toprak Ana gibi eserlerinde, cephede yaşananları aktarmaktan ziyade, cephe gerisinin ruhî durumunu yansıtır bir anlamda. Çünkü ona göre kendisinin de içinde yer aldığı asıl savaş, cephe gerisindedir. Yoksulluk, acı, ıstırap, gözyaşı, sakat insanlar... Tüm

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme


HER YIL BİR BÜYÜK TÜRK BİLGİ ŞÖLENLERİ IV:

CENGİZ AYTMATOV Beyza ÖZKAN

Türk dünyasının en önemli yazarlarından birisi olan ve kitapları dünyanın pek çok diline çevrilen Cengiz Aytmatov, Uludağ Üniversitesi’nde düzenlenen sempozyum ile 27-28 Kasım tarihleri arasında anıldı. Gerçekleştirilen 9 oturumda yaklaşık 50 akademisyen Aytmatov’u anlattı. Türk Ocakları Bursa Şubesi ve Uludağ Üniversitesi’nin ‘’Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri’’ etkinliği, bu sene dördüncü büyük Türk’ü andı. Kırgız steplerinde doğup büyümüş, kendi ülkesi dâhil Türkiye’yi ikinci vatanı bilmiş diplomat, siyasetçi, yazar Cengiz Aytmatov. Bizler Muhammed Hüseyin Şehriyar üzerine yapılmış bilgi şöleninden sonra yine aklımızda aynı soru ile -‘’Acaba sıradaki isim kim olacak?’’ - bir sonraki bilgi şölenini heyecanla beklerken, Cengiz Aytmatov’un bu yılki bilgi şöleninin ismi olduğunu öğrendik. Tevâfuk odur ki, İncir Çekirdeği Dergisi yazarları olarak Cengiz Aytmatov’a ayırmıştık dosya konumuzu. Bilgi şölenleri ile biz dergi yazarlarını birleştiren nokta ise şuydu: Her birimiz, Cengiz Aytmatov’u farklı yönleriyle ele almış ve incelemiş olmamızdı bizi birleştiren nokta. 27-28 Kasım tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Prof.Dr Mete Cengiz Kültür İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

Merkezi’nde gerçekleşen bilgi şöleninde renkli simalar vardı. Merhum Aytmatov’un oğlu eski dışişleri bakanı Askar Aytmatov, Kırgızistan İstanbul Başkonsolosu Erkin Spokov başta olmak üzere Kırgızistan steplerinden kopup gelmiş, Cengiz Aytmatov’u anmak için toplanmış nice insan buradaydı. Bu insanlar içinde bir kişi vardı ki, Aytmatov için toplanmış insanları samimiyetiyle sarıp sarmalamıştı: Askar Aytmatov. Babasından ‘’babam’’ değil de, ‘’babamız’’ diye söz etmesi bile kardeşliğimizi göstermesi adına yaptığı takdire şayan hareketlerdendi. Babasını ardından şu sözlerle anlattı: “Kendisini hem Türk hem de Kırgız biri olarak görüyordu. Türkiye’ye sık sık geliyordu. Burada okurlarıyla, meslektaşlarıyla ve arkadaşlarıyla görüşürdü. Ben babama çok minnettarım. Türkçülüğü ve Türkiye sevdasını çok küçük yaşta bana aşıladı. 1977 yılında ben öğrenciyken beni


ilk kez Türkiye’ye getirdi. Bu da benim hayatımdaki ilk aşk gibi oldu. Siz de biliyorsunuz ki ilk aşk asla unutulmaz. Babam sayesinde kendi hayatımda bir tercih yaptım. Böylece diplomat oldum. Benim için önemli olan bu sempozyum fırsatıyla Türk okuyucularına ve Türk halkına içten gelen şükranlarımı belirtmektir. Zaman maalesef çok acımasız davranıyor. 10 yıl geçti üzerinden. Bu süre zarfından bazı değerler unutuluyor. Ancak gerçek değerler kalıyor. Daha da netleşiyor. Bugün burada Cengiz Aytmatov’u bizimle birlikte anıyorsunuz. Bunun için hepinize çok teşekkür ederim.” Askar Aytmatov’un konuşmalarını Kırgızistan İstanbul Başkonsolosunun konuşması ve son olarak da Türk Ocakları Bursa Şubesi Başkanı Prof.Dr Selçuk Kırlı’nın konuşmaları izledi. Her biri yapılan bu etkinlikler karşısında duydukları heyecanı ve Aytmatov’un Türk dünyası içindeki yerini ve önemini anlatan duygu ve düşüncelerini bizlerle paylaşıyorlardı. Hepimiz onların konuşmalarını merakla ve ilgiyle dinliyorduk. Bizler, Aytmatov’un eserlerini okumuş yahut da onun filme çevrilen yapıtlarını izlemiştik. Onu daha fazla tanımak için oradaydık, onun yaşadığı steplerde gezmek, o steplerdeki bitkileri tek tek keşfetmek ve incelemek için oradaydık. Konuşmalardan sonra Cıldız İsmailova’nın hazırladığı ‘’Türk Dünyasından

Esintiler’’ isimli müzikli dinleti ile baş başa kaldık. Repertuar, muazzam bir şekilde hazırlanmıştı. Kırgız steplerinin yetiştirdiği çocuklar, bu dinletiyi sunmakla görevlendirilmişlerdi. Heyecanları, seslerinin titremesinden ve coşkularından okunuyordu. Çocukların okudukları dörtlükler ve ardından gelen bir türkü, bizi kendi topraklarımıza götürüyordu. Eserleri seslendiren şarkıcı, yanık sesiyle, bizleri o iklime götürüyor, kendimizi bulmamıza vesile oluyordu. Müzikli dinletilerin ardından oturumlara geçilmişti. Bilgi şöleninde toplamda dokuz oturum vardı. Bu oturumlarda elli akademisyen Cengiz Aytmatov’u çeşitli yönleriyle ele aldı ve bizlerle bu yönleri paylaştı. Oturumlarda yüzlerine aşina olduğumuz isimler olmakla birlikte yeni ve renkli simalara da rastladık. Kırgızistan’dan gelen akademisyenler, bilgi şöleninin renklerinden biri olmayı başarmışlardı. Bu akademisyenler, bazen tercüman kullandılar, bazen de tercüman olmadan konuşmayı tercih ettiler. Dillerini anlayan olduğu kadar anlamayanlar da oldu elbette. Ancak, hepimiz buradaydık. Hepimiz, Aytmatov’un ruhunu şâd kılmak adına bir arada toplandık. Bizi birlikte yapan, çok yüksek bir ruhla bir aradaydık, beraberdik. Esas olan da bu değil midir zaten? Kırgızistan’dan gelen akademisyenleri dinlemenin yanında kendi hocalarımızı dinlemek de bu bilgi şöleninin en güzel

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme


zevklerinden biriydi. Hocalarımızı dinlemek adına salon salon gezmelerimiz, onları gururla, ilgiyle izlememiz ve oturum sonlarında onlarla fotoğraf çekip anı ölümsüzleştirmemiz, bu zevki taçlandıran yegâne şeydi. Öte yandan Kırgızistan’dan gelen misafirlerimizle de, hele ki Askar Aytmatov’la anı ölümsüzleştirmek adına çekilen fotoğraflar, o günlerin paha biçilemez duygularından biriydi. Hocalarımız, bilgi şöleninde oturum başkanlığında bulundukları gibi, oturumlarda konuşma da yaptılar. Ayşe Energin, Cengiz Aytmatov’u babasızlık kavramı üzerinden ele aldı; Fırat Ender Koçyiğit, onun eserlerinde kötülük, kadercilik ve fedakârlık problemini işledi; Alev Sınar Uğurlu, eserlerinde tren metaforunu nasıl kullandığını; Zuhal Eroğlu Koşan, Aytmatov’un eserlerine ütopya-distopya bağlamında yaklaştı; Hatice Şahin ve Ebru Kuybu ise eserlerindeki çeviriler üzerinden incelemelerde bulundular. Özlem Ercan ise Aytmatov’un ‘’Cengiz Han’a Küsen Bulut’’ isimli eseriyle klasik Türk şiirindeki Cengiz motifi arasında ilişki kurarak yazarı inceledi. Aytmatov hakkında ele alınmış o kadar konu vardı ki, oturuma başkanlık edenler, sunulan bildirilerin kaliteli olduklarını söylemeden geçmediler. Sürelerini aşan bildiriler vardı elbette, ancak Cengiz Aytmatov’u anlatmak on beş dakikaya sığar mıydı? Hele hele iki güne sığar mıydı Cengiz Aytmatov? Bu soruyu siz okuyucularım, kendinize de soruyor gibisiniz, hissediyorum. Cevabını bizler vermekle yükümlüyüz ve dahi bilgi şöleninde bulunup havayı soluyanlar bu soruyu sorup cevabını kendilerine vermekle yükümlüdürler. Geçen iki gün zarfında nitelikli konuşmalar dinlemiştik. Renkli anlara tanık olmuş ve orada bulunan samimi, hoşgörülü insanlarla tanışmış, onlarla bir fotoğraf karesinde hatta bir bilgi şöleni etrafında bir olmuştuk, birlikte olmuştuk. Vatanlarımız, iklimlerimiz ayrıydı ancak, özlerimiz ve dahi ruhlarımız, kalplerimiz birdi. Hiç bitmesin istediğimiz bu etkinlik, ikinci günün sonunda bitivermişti. Selçuk Kırlı, kapanış konuşmasında bilgi şölenine olan yoğun katılım karşısında hayret içindeydi. Gizleyememişti hayretini

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

başkan. Oradakilerin tabiriyle ‘’Selçuk Bey’e seneye çok iş düşecek’’ti ve ‘’Selçuk Bey seneye çıtayı çok yüksek tutacak’’tı. Evet, Selçuk Bey’e çok iş düşecekti ancak yüzündeki tebessümünden anlıyordum ki, Selçuk Bey ve bu bilgi şöleninin hazırlanmasında emeği geçen tüm kişiler, yaptıkları işi severek yapıyorlardı. Etkinliğe katılımımızla gösterdiğimiz bu ilgi, Aytmatov karşısında duyduğumuz bu yüksek merak, onların yüzlerini güldürmüş ve yaptıkları işi sevmelerini sağlamıştı. Bilgi şöleninin ardından sizlerle oradaki izlenimlerimi paylaştığım bu yazı, okuyucular için etkinliğin havasını kelimelerin çizdiği dünya ile solumak açısından naçizane bir değer arz ediyor. ‘’Anlatılmaz, yaşanır’’ dediğimiz şeyler vardır. Aytmatov da bu söze yakışan güzel simalardan birisi. Aytmatov, anlatılmaz, yaşanır; Aytmatov, okunur, yaşanır ve yaşatılır. Ben bu etkinliği anlatmakla Aytmatov’u katıldığım etkinlik vasıtasıyla sadece anlatmayıp yaşatıyorsam emelime ulaşıyor sayacağım kendimi. Gelecek sene, başka bir Türk büyüğünün özlemini duya duya, kelimelerimi hazırlayarak, sizlerle birlikte olmak ve o Türk büyüğünün ikliminde sizlerle birlikte gezebilme temennisiyle okuyucularımı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.


İnsanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman alacaktır. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını bilemem ama yeryüzünde kötülüklerin, ağır haksızlıkların sürekli gizli kalamayacağını, adaletin, gerçeğin yok edilemeyeceğini bilmek beni rahatlatıyor ve sevinmem için yetiyor...” Cengiz Aytmatov (Gün Olur Asra Bedel) İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


“Cengiz Aytmatov ile Röportaj” Mehmet Nuri YARDIM’ın Romancılar Konuşuyor1 kitabından alıntıdır. (…) Edebiyat dünyanızın ilk oluşumlarına gidebilir miyiz? Şu anda Almanya'da yayımlanan bir kitabım var. Burada çocukluğumu anlatıyorum. Almanca diliyle çıkan bu kitapta çocukluğumun bütün ayrıntılarını dile getiriyorum. Kitabı okuyan Alman okuyucularım benimle görüştüklerinde diyorlar ki: "Demek ki çocukluğunuzda yazar olacağınıza dair kesin işaretler var. Bu izlenimi veriyorsunuz. Bu hevesim farkediliyor çocukluğumda. Babamın annesi yaz aylarında beni yaylaya götürürdü. Bütün köylüler yaylaya giderdik. Muhteşem dağ manzaraları içinde kalır, tabiatla haşir neşir olurduk. Bu bana tabii ilhamlar veriyordu. Hem o zamanlar televizyon yoktu, radyo yoktu. Benim televizyonum büyük annemdi. Çünkü bana hergün ama hergün çeşit çeşit masallar anlatırdı. Sabahtan akşama kadar ondan masal dinlerdim. Benim bu masalları iyi dinleyip dinlemediğimi kontrol ettirmek için bana bu masalları tekrar ettirirdi. Ben de büyük annemden dinlediğim masalları yeniden ona anlatırdım. Bu masallar benim edebî altyapımı

1

hazırladı, kültürümün zeminini oluşturdu, yazı dünyam için bir hazırlık oldu. Peki daha sonra asıl yazı hayatına sürükleyen sebepler? Beni yazmaya iten, edebiyat dünyasına sürükleyen kendi hayatım, yaşadıklarım oldu. 6'ıncı sınıfa giderken ikinci dünya savaşı başladı. Köydeki bütün yetişkin erkekler askere alındı. Ve köyde kimse kalmadığı için, benden başka kimse de Rusça bilmediği için beni 14 yaşında iken köyün yöneticisi seçtiler. Beni yazıya, edebiyata iten, bu geçirdiğim, hayatta yaşadığım zorluklar etkili oldu. Cepheden gelen mektupları ve cephede hayatlarını kaybeden askerlerin ölüm haberlerini ailelerine iletmem gibi zor bir görevim vardı. Hayatı ve savaşı tanıdım. Babanızın Stalin döneminde öldürülmesinin yazı hayatına başlamanızda etkisi oldu mu? Babam Kırgızistan'da önde gelen komünist liderlerden ve devrimcilerindendi. Bu inançları uğruna savaştı ama buna karşılık baskıya uğradı

Mehmet Nuri Yardım, “Yazarlık Takdir İşidir”, Romancılar Konuşuyor, Çağrı Yayınları, s.141-147.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


ve kurşuna dizildi. Stalin bu dönemde despotik bir yönetici olarak babam gibi birçok kişiyi yok etti. 9 yaşındaydım, babamı evden alıp götürdüler. Bir daha da geri dönmedi. Yıllar sonra toplu mezarlıkta bulduk. Gençlik yıllarımda yayımlanan makalelerim, öykülerim hep ikinci dünya savaşı yıllarında yaşadıklarım ve gördüklerimdi. Bu sıralarda geçirdiğim zorluklar karşısında bir arayış içindeydim, bir çözüm bulmak istiyordum. Babamın öldürülmesinden sonra toplum içinde ölüm kalım savaşıyla karşı karşıya kaldım. Babamın uğruna mücadele ettiği ideoloji, bana ve aileme karşı cephe almıştı. Sürekli gözleniyorduk. Halk Ekonomisi Enstitüsü'nü çok iyi bir dereceyle bitirmiştim. En büyük idealim bilim alanında çalışmaktı. Kendimi yetiştirmek ve geliştirmek istiyorum. Bu yüzden doktora yapmak istedim. "Bir halk düşmanının oğlu olduğum" gerekçesiyle bu imkân bana tanınmadı. Bütün kapılar kapanmıştı bana. Bilim alanında kariyer yapmak engellendi. Kendimi ifade edebilecek yollar aradım. Bu da yazıydı. Yazar

olmanızda

kimlerin

tesiri

çalışmak için gittim. Herkes beni gördü her yere gittim. Çok hesap kitap gördüm. Savaşta ölenlerin dosyası geliyordu. Dosyada yazıyordu: "Sizin çocuğunuz Beyaz Rusya'da öldü, Moskova'da öldü veya Ukrayna'da savaşta öldü." Ben 14 yaşındaydım bu dosyaları benim götürmem lâzım. Çocuklarına, annelerine, babalarına anlatmam lâzım. Ben ne diyeyim. Onlar bana "Sen bu kâğıdı nereden aldın. Git bu kâğıdı götür. Bu kötü haberleri nerden aldın?" diye soruyordu. Ben de ağlaya ağlaya anlatıyordum. Ben hiç yol bulamadım anlatmak için, inandırmak için. Savaş bittikten sonra okula gittim. Savaşı yazmak istedim. İlk eserim savaşla ilgili. Askerden kaçanları yazmak istedim. Öz dilimle yazdım. Her türlü Türk diliyle yazdım. Okuyan bilir. Şu ana kadar hiçbir yazar bunları yazamadı. 2. Dünya Savaşında yenilen güçlü oldu. Bu savaşta kahraman biziz. Biz daha güçlüyüz. 5 milyon insan ölse bile. Yendik ezdik, Almanya yenildi, Japonya yenildi, ama ben askerden kaçanları yazdım. Ben kendi gözümle gördüklerimi yazdım.

oldu? Eserlerinizde hangi konuları ele aldınız?

Bir yazara sadece bir yazar tesir etmez. Her türlü yazarlar olur. Meselâ Kazak'ın Abay'ı. Abay Abazob dediğimiz yazar. Kazakistan'da çok büyük yazar. Bu kişi bana Kazakistan'dan yol açtı. Bir zamanlar başka yazarları da okudum. Cengiz Bey, niçin yazar olmak istediniz. Bu fikir sizde ne zaman doğdu? Benden çok insanlar sordu. Niçin yazar oldunuz diye. Ben söylüyorum yazar olmak adamın kendisinin isteğine bağlı değil. Ben bu işleri yaparım demedim, bu insanların takdirine bağlı olan işlerdir. Benim takdirim böyle olmuş. "Niçin yazar oldunuz?" diye sordunuz. Ben 1937 yılında 9 yaşında iken Stalin benim babamı öldürdü. 4 çocuktuk, annem hasta, babasız kaldık… Bundan sonra 2'nci Dünya Savaşı başladı. Halk en kötü duruma düştü. Ben orta 1'de okuyordum. Okuldan çıkıp gelirken bir kişiyle karşılaştım. Köyümüzün kıymetli bir ferdiydi. O dedi ki, "Sen okulda iyi okuyorsun. Rusça biliyorsun, Kırgızca biliyorsun, bize belediye sekreteri olarak çalış." dedi. Ben o zamanlar 14 yaşında bir çocuktum. Şimdiki çocuklar çalışmak için gider mi? Ben

2'nci Dünya Savaşı'ndaki problemleri buldum. Savaş başladıktan sonra bunları yazdım. Ondan sonra Cemile'yi yazdım. O da savaş yılları ile ilgiliydi. Ondan sonra onları yazdım. Ardından Gülsarı'yı yazdım. Hepsi savaşa bağlı. Ben savaşı kendi gözümle gördüm. Onun için yazdım. Savaşı görmesem ben yazar olmazdım. Yani yazar olmak için kaynak bulmak lâzım. Kazanda kaynamamış gibi. Kaynak bulmanız lâzım. O zaman yazar olursunuz. Benim düşündüklerim bunlar. Kolay mı yazıyorsunuz, zor mu yazıyorsunuz? Bir çalışmanız kitap haline gelinceye kadar kaç kere yazıyorsunuz? Beş on- on beş parça yazıyorum ve yazdıklarımı tekrar okuyorum. Daha yazıyorum. Daha düzeltiyorum. On sefer on beş sefer yazıyorum. (…)

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


“Cirit”in Atası: Kök Börü Tarık LEVENT “Kök Börü” oyununda oyuncuların yetenekleri kadar atların marifetleri de önem arz etmektedir. Hatta atlar bu oyun için özel olarak yetiştirilir. Kırgız ülkesinde atlar bu amaçla uzun bir terbiye dönemine tabi tutulmakta ve atlara özel hareketler öğretilmektedir. Oyun esnasında atla oyuncu bir anlamda bir bütünlük, bir uyum içerisinde hareket etmektedir. Her ikisinin de amacı kendi takımına zafer kazandırmaktır. Dolu dizgin koşan atlar ve onları ustalıkla yöneten, izleyenleri etkisi altına alan biniciler… Kültürel miras olarak tanımlanabilecek bir spor oyunundan bahsediyorum. Belki de artık tüm dünyada İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

tanınan ve Orta Asya bölgesinde daha Emir Timur döneminde görülen, biçim olarak “Polo”yu andıran bir spor. Teknik özellikleri konusunda daha sonra ayrıntılı bilginin vereceğim bu oyun, “Gök Kurt” anlamına gelen “Kök Börü”dür. Kök-Börü, yani “Gök-kurt” büyük hükümdarların kudretini göstermek için kullanılan bir sıfattı. Örneğin, Manas Destanı’nda Kırgızların Orta-Yüz reisi Kökçö’nün oğlu ile Manas Han’ın oğullarına, konuşma sırasında hep “Kök-Börü sultanım” denirdi. Manas’ın karısı Kanıkey Hatun da bir gece yatarken çok güzel bir rüya görmüştü. Rüyasının yorumu için şöyle demişlerdi: “Kök yal töböt börü” yani “bu çocuk gök yeleli korkunç bir kurt” gibi olacak. Bu oyunu, Uluslararası TÜRKSOY Teşkilatı, Rusya Federasyonu Kültür ve Kitlevî İletişimler Bakanlığı ile Altay Cumhuriyeti Kültür ve Sinema Bakanlığının ortaklığıyla 22-27 Temmuz 2004 tarihlerinde Altay Cumhuriyetinde düzenlemiş olduğu Uluslararası Lev Gumilöv Forumu çerçevesinde katıldığımız Altay’ın


Ulagan Bölgesindeki Uluslararası Kaycılar (eski bir Türk geleneğinde gırtlaktan türkü okuyan sanat kişileri) Kurultayı esnasında izleme olanağını elde ettim. Bu yazımda oyunla ilgili verdiğim bilgilerin çoğu, Altay’da bu oyununu başlatıcısı, tek yetkili hakemi ve Altay Cumhuriyeti Kök Börü Federasyonu Başkanı Daniil Mamıyev’ın yazısından aktarıldı.

keçi kullanılır. Keçinin boğazı kesilerek kafası ve iç organları alınır geri kalan kısmıyla ‘kök börü’ dediğimiz oyun oynanır. Zaman içerisinde bu oyun, Sibirya’nın güneyi ve Asya kıtasının coğrafî anlamda tam merkezî yeri olan Altay-Sayan dağları bölgesinden bütün Orta Asya’ya Türklerle birlikte yayılır. Günümüzde bu oyunun, daha ilk adımlarını attığı Altay ülkesinin yanı sıra çok sayıda deneyimli ve güçlü oyuncu takımlarının olduğu Kırgızistan, Afganistan, Özbekistan, Tacikistan vb. bölge ülkelerinde kendine özgü oyun kurallarıyla bir spor dalı olarak varlığını sürdürdüğü bilinmektedir.

Dağlık Altay’a Kök Börü oyununu ilk kez resmi olarak Kırgız Cumhuriyeti’nden 2003 yılında Daniil Mamıyev getirmiş. Dolayısıyla, Kök Börü oyunu spor uygulaması bakımından, Kırgızistan’da ikisi profesyonel düzeyde olmak üzere çok eski zamanlardan beri çok sayıda güçlü spor takımı tarafından oynanırken, Altay ülkesi için daha yeni hayata geçirilen bir Eskiden, Kırgız spor dalı olduğu Türklerinde Kök Börü söylenebilir. Bununla oynayanlar toplumda birlikte, Kök Börü çok saygın, itibar oyununun kökleri Altay dağlarında oldukça eski sahibi kişilerdi. Bu tarihlere dayanmaktadır. oyun yalnızca yüreği

pek, bileği demir

Altay’a 2003’te getirilen bu oyun; ülkenin Onguday ve Ulagan bölgelerinde kurulan iki takımla temsil edilmektedir. Ayrıca ülkede “Kök Börü” Federasyonu da kurularak çalışmalara başlamıştır. Halen bu spor dalında mücadele eden takımlar için sportif form giyimiyle, amblemler üzerinde hazırlık çalışmaları sürdürülmektedir.

Efsaneye göre kişiler tarafından kanlı bir savaşta Türkleri oynanmaktaydı. büyük bir yenilgi alır ve düşman galip geldikten sonra halkın tümünü yok etme yoluna gider. Kök Börü oyununu sahada, her birinde Çok nüfuslu devletten geriye yalnızca bir erkek onar atlının bulunduğu iki takım oynar. Ancak çocuğu hayatta kalmayı başarır, daha doğrusu oyun esnasında müsabaka etmek üzere sahaya yazgısı tarafından bu sağlanır. Tek başına her iki takımda da yalnızca dörder atlı oyuncu yaşam mücadelesi bile veremeyecek güç ve çıkmaktadır. Karşılaşma esnasında oyuncu yaşta öksüz kalan bu çocuğa bir dişi kurt sahip değişikliklerini yapma konusunda herhangi bir çıkarak anası gibi korur ve büyütür, besler ve sınırlama yoktur. Oyunun cereyan ettiği saha avcı olması için yetiştirir. Bu dişi kurdun adı yaklaşık olarak futbol sahası büyüklüğünde Aşina’dır. “Kök Börü” yani “Gök Kurt” olarak olup 200 x 80cm ölçülerine sahiptir. Sahanın adlandırılan bu dişi kurdun efsanesi kendi kurulan duvarları yüksek, çukur biçimindeki adıyla zamanla bir oyun olur ve Türklerin kalelerin arasında ise 140 metrelik bir mesafe geleneksel bir ata sporu haline gelir. Kök Börü olmalıdır. Kalenin arkasında da otuzar metre savaş zamanlarında evde kalan gençlerin savaş uzunluğunda serbest mesafe bırakılır ki atlı yeteneklerini ve at üzerindeki hünerlerini oyuncular mücadelelerini orada da devam kaybetmemesi için oynanan bir oyun olarak ettirmektedir. “Keçi” anlamına gelen “içki” başlar. Eski zamanlardaki Türkler savaşa hazırlık topu ortalama 30-35 kg ağırlığındadır, kimi için bu oyunu antrenman olarak adıyla uygun zamansa 60 kg ağırlığında olabilen baş ve biçimde kurt postuyla oynarlar, zaman geçtikçe ayakları olmayan keçi gövdesi kullanılmaktadır.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Bu “içki” denilen topun, karşıt takım oyuncularından saklanarak ve engellerden sıyırılarak geçtikten sonra, yuvarlak kalenin çukuruna isabetli bir biçimde atılması gerekir. Her bir isabetli atış için takımlardan birisi sayı kazanmaktalar. Bu arada oyunu yöneten hakeme ise “yargıcı” (cargıcı) denir. Saha alanında ikisi kalede biri de sahanın ortasında olmak üzere toplam 3 daire çizilmektedir. Ayrıca protokol olarak da bilinen esas tribünün önünde olacak biçimde bir daire vardır. Bu dairenin içine oyun başlarken yargıcı tarafından “içki” bırakılır. Daha sonra ise bu işlem golü kendi kalesine yiyen takımın bir oyuncusu tarafından yerine getirilir. “Kök Börü” oyununda oyuncuların yetenekleri kadar atların marifetleri de önem arz etmektedir. Hatta atlar bu oyun için özel olarak yetiştirilir. Kırgız ülkesinde atlar tamamen bu amaçla uzun terbiye dönemine tabi tutulmakta ve onlara bu oyun esnasında özel hareketler öğretilmektedir. Ayrıca bu oyun için özel olarak yetiştirilen atlar, üzerlerinde bulunan oyuncuların en ufak hareketlerini hisseder ve ona göre davranacak düzeye gelir. Yani, oyun esnasında atla oyuncu bir anlamda

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu

bir bütünlük, bir uyum içerisinde hareket eder. Her ikisinin de amacı kendi takımına zafer getirmektir. Böylece “içki” denilen top için mücadele etmek üzere eğitilen atlar, iyi terbiye aldıktan sonra topu savunarak yerde bile tutabilir. Bunun için gerekirse ayağını da “içki”nin üzerine basmak suretiyle kullanabilir. Öteki spor oyunlarında olduğu gibi bu oyunun da kendine özgü oyun taktikleri mevcuttur. Bunlar savunma ve hücum olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Savunma taktiğiyle oynayan takım ağırlığı kendi sahasına taşırken, hücum ağırlıklı oynayan takım oyuncuların daha çok skor peşinde olduklarını söylemek olanaklıdır. İleri düzey oyuncular oldukça ağır olan topu basketbol oyunundaki gibi havadan paslaşmaktadır. İşte özellikle bu yöntemle sürdürülen oyunlar izleyiciler üzerinde etkileyici olmakta ve yoğun ilgiyi toplayıp heyecan yaşatmaktadır. Ayrıca karşıt takımlardaki oyuncuların “içki” için giriştikleri mücadeleler de izleyicilerin coşmalarını sağlamaktadır. Bazen ise topu elinde tutamayan oyuncu “içki”yi sağ yada sol ayağının diziyle atın vücudu arasında sıkıştırmaktadır. Bu durumlarda ondan bu topu alabilmek oldukça güç bir iş haline gelmektedir. Yine diğer spor müsabakalarında olduğu gibi “Kök Börü” adlı bu oyunda da kurallar mevcut olup bunların çiğnenmesi


durumunda cezalar verilmektedir. Ancak bu oyunda uygulanan cezaların da kendine özgü olduğunu belirtilmek gerekir. Örneğin, kasıtlı olarak atını karşıt takım oyuncusunun atının üzerine yürüten ve çarpışmaya neden olan oyuncu kendi kalesine “bullit” denen penaltı uygulamasına yol açmaktadır. Ceza uygulaması ise şu biçimde gerçekleştirilmektedir: Sahanın ortasında, ceza vuruşunu kullanacak olan takımın oyuncusu eşliğinde “içki”li yerini alır, bunun 30 metre arkasından ise cezayı yiyen takımın oyuncusu konumlandırılır. Yargıcı’nın ıslık çalmasıyla elinde “içki”yi tutan oyuncu hedefi olan kaleye doğru atını yürütmeye başlar ve hızlanır. Arkasındaki oyuncu ise onun takibine girişir. Ancak takip eden takip edilenin önüne geçmeden hep geriden ilerlemek zorundadır, aksi durumda, yani cezayı kullanan oyuncunun önüne geçtiğinde takipçi oyuncu geriye dönme şansını otomatik yitirir, dolayısıyla öbür oyuncu rahatlıkla içkiyi götürüp kalenin içine atabilme şansını kullanabilmektedir. Onar dakikalık aralar olmak üzere toplam yirmişer dakikalık üç devre halinde oynanan (Orta Asya’nın başka ülkelerinde ise bu devreler daha kısa olup 15’er dakikalıktır.) “Kök Börü” oyunu günümüzde olduğu gibi çok eski zamanlarda da oldukça yaygın geleneksel bir oyundu. Örneğin, eskiden Kırgız Türklerinde Kök Börü oynayanlar toplumda çok saygın ve itibar sahibi kişilerdi. Bunda tabii ki etkili olan nedenlerden biri de o zamanlar bu oyunun hiçbir sınırlama olmadan oynanıyor olmasıydı. Dolayısıyla bu oyun yalnızca yüreği pek, bileği demir kişiler tarafından oynanmaktaydı. Herhangi sınırlama bulunmadığından dolayı ise sık sık olarak oyuncular ciddi biçimde sakatlanmaktaydı. Atlar o dönemde karşıt takım oyuncusunu top için mücadele esnasında dişleriyle kapıp yere atabilmek biçiminde özel olarak yetiştirildi. Yani, görüldüğü gibi o yıllarda

bu “Kök Börü” oldukça tehlikeli bir oyun biçimini teşkil etmekteydi. Halen de Kırgız ülkesinde, sınırlayıcı kuralların olmadığı yıllarda bu oyuna katılıp kalıcı biçimde sakatlanan sporcu insanları görmek mümkündür. Bu insanlar günümüzde de toplumda son derece itibarlı insanlar olarak görülmektedir. Her spor dalında olduğu gibi bu oyunda da ödüller mevcuttur. Eskiden en yüksek ödül, koçtu. Bu koçun parasal değerinden çok manevi değeri ön plandaydı. Ama en değerli hediye hem maddi hem de manevi anlamda, oyun esnasında kullanılan “içki”nin yani keçi postu ve etinin verilmesiydi. Günümüzdeyse Kırgız ülkesinde yine oldukça yaygın olarak düzenlenen Kök Börü müsabakalarında birinciliği elde eden takımın oyuncularına, eskisinden farklı olarak koçlar hediye edilmektedir. Çok daha prestijli düzeyde yapılan yarışlarda, örneğin Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda ilk üç derece başarıyı elde eden takımlara son model arabalar hediye olarak takdim edilmektedir. Kök Börü oyun geleneğinin, bir zamanlar ana yurdu olan Altay’da yeniden başlatılması çerçevesinde kurulan ilk takım olan Onguday Bölgesi takımı, çok güçlü takımların

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


bir araya gelip karşılaştığı Kırgız Cumhurbaşkanlığı kupasına katılma onuruna layık görülerek, katıldığı bu önemli müsabakalarda -oldukça kısa deneyimine rağmen- takım olarak altıncılığı elde etti. Aslında Kırgızların takımları çok güçlüdür, dolayısıyla genç Onguday takımının bu denli zor bir şampiyonada bu düzey derecesine girmesi belki de Kırgızların, Kök Börü oyunu yoluna daha yeni çıkan Altaylı kardeşlerine gösterdiği saygı ve destekten kaynaklanmış olabilir. Ben de bu oyunu ilk oynama fırsatını on beş yaşlarımda dayımın düğününde buldum. İlk oyunum olduğu için tecrübesiz bir şekilde oynadım. Çocuk yaşta ata binebilmenin verdiği özgüvenle oyundan zevk almaya baktım. Keçi postunu atın üzerindeyken yerden almanın çabaları bir yana, etrafınızda sizin gibi postu almaya çalışan oyuncuların olması oyunu heyecanlı ve çekişmeli kılıyor. Bunun yanında oyun, attan düşme gibi büyük bir risk olduğu için cesaret de istiyor. Son olarak; Türkiye’ye geldiğimde Van’da, Antalya’da ve Kahramanmaraş’ta Kök

Börü’yü öğrenmeye çalışan insanlara denk geldim. Atalarımızın oynadığı oyunu Türkiye’de de öğrenmeye çalışanların olduğunu görmek mutluluk verdi. Tanrı Dağı’nın eteklerinde, Ötüken’de, Turan’da buluşmak ümidiyle…

Kök Börü Marşı Söz : Ş. Duyşeevdiki Altay Too’don Ala Too’don adırdan Ak kalpakçan Kırgız ünü canırgan Şuuldagan buruttardın urpagı Şumkar bolup köktön cerge sayılgan Colborstor tartkan kökbörü Cogotpoy kelgen er Kırgız Coo kelse Ata Mekenge Colotpoy kelgen er Kırgız Kıraandar tartkan Kök börü Kırgızday tiygen er Kırgız Kıykırıp atka mingende Kılımdı bilgen er Kırgız Atan Kırgız tenirdegi köktögü Arbak bolup tiktep turat közdörü Ezelteden emdigige kaluuçu Erenderdin er oyunu Kök börü Men Manas’tın tukumdagı turasın Kalka kalgan babalardın murasın Kırgız barda kökbörünün kök tusun Kılımdardın kılımdarga ulantsın

Tarık Levent, Keles/BURSA Fotoğraf: Aybige Akdağ

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


Bunu da oku! XX. YÜZYIL KIRGIZ EDEBİYATI TARİHİ / KAÇINBAY ARTIKBAYEV “XX. Yüzyıl Kırgız edebiyatını inceleyen eserde, dönemlere ayrılan bölümlerde, edebî gelişme sürecinin o dönemlerdeki tarihi anlatılmıştır. Ayrıca yazarlara ayrılan başlıklarda yazarların hayatı, sanatı, eserleri ve özellikleri açıkça ele alınmaya çalışılmıştır. Kırgızistan’da üniversiteler için ders kitabı olarak hazırlanan eser, yalnızca üniversite öğrencilerine hitap etmekle kalmayıp, ayrıca Kırgız edebiyatı ile ilgilenen bilim adamı, araştırmacı ve edebiyatçılara, Kırgız Edebiyatının gelişim süreci hakkında geniş bilgi vermektedir. Eserde, Kırgızistan dışında yaşayan Kırgızların edebiyatları hakkında da bilgi verilmektedir.”

BOZKIRDA YEŞEREN SEVDA TÜRKÜLERİ – AYTMATOV VE ESERLERİ ÜZERİNE / AYŞE YILMAZ “Eğer siz de Cemile’yi okuyup Cemile ve Daniyar’ın masalsı aşkına şahitlik ettiyseniz, Gün Olur Asra Bedel’in Yedigey’i ile bir asra bedel bir gün yaşadıysanız, Beyaz Gemi’nin isimsiz çocuğu ile Issıkgöl’den her gün geçen Beyaz Gemi’yi seyrettiyseniz, Öğretmen Duyşen’in idealizmine hayranlık duyduysanız, Al Yazmalım Selvi Boylum’un Asel’i ile Sevgi mi emek mi? ikilemine düştüyseniz, Asker Çocuğu hikâyesindeki babasız çocuğun baba hasretine ortak olduysanız ve dahası insan denen muammayı çözmek için bir adım daha atmak istiyorsanız, sizi Bozkırda Yeşeren Sevda Türkülerini okumaya davet ediyorum. Bu kitap büyük usta Aytmatov’un okyanusundan bir katre sadece. Onu tanımaya çalışmak adına atılmış küçük bir adım. Sizleri Aytmatov sevdama dahil etmek için Bozkırda Yeşeren Sevda Türkülerini besteledim. Umarım sizler de bu çağrıma cevap verir ve Aytmatov’a bir de benim penceremden bakarsınız.”

YILDIRIM SESLİ MANASÇI AYTMATOV / PROF. DR. ABDILDACAN AKMATALİYEV Abdıldacan Akmataliyev’in kaleme aldığı ve Elazığ’da faaliyet gösteren Manas Yayıncılık tarafından yayımlanan Cengiz Aytmatov’la ilgili yazılmış olan çeşitli makalelerin bir araya getirildiği bir çalışmadır.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Dosya Konusu


KİRİL ALFABESİNİ BULAN KONSTANTİNOS VE METODİUS KARDEŞLER Cengiz GÜLER

Konstantinos (Kiril) ve Metodius kardeşler 9. yüzyılda Selanik’te doğmuş iki kardeştir. Babaları "Leon" Selanik’te yüksek rütbeli bir Bizans memuruydu. Babalarının yaptığı iş dolayısıyla iyi koşullarda yetiştiler. Babalarının ölümünden sonra Konstantinos (Kiril) Magnaura okulu denilen ünlü saray okulunda eğitim görmek için Contantinapolis’e gitti. Metodius ise Slav şehirlerinden birine vali tayin edilir. Metodius, bu bölgede Slavların dil, gelenek, örf ve adetlerini çok iyi öğrendi. Metodius idari görevden alınınca Olimpos (Uludağ) Dağı'nın eteklerinde bulunan Polihron Manastırı'na gitti. Başta papaz olan Metodius daha sonra başpapazlığa yükseldi. Kısa bir süre sonra Constantinapolis’ten kardeşi Konstantinos’ta Polihron Manastırına geldi. Bundan sonra iki kardeş hep birlikte hareket ettiler ve hiç ayrılmadılar. Konstantin, daha küçük yaşından itibaren bilime, felsefeye ve şiire büyük ilgi gösterdiğinden Constantinapolis’e gönderilmişti. Orada zamanına göre çok iyi bir eğitim aldı. Bizans topraklarında çok genç olmasına rağmen ünlü ve değerli bir kişi olmuştu. Abisi ile birlikte Bizans İmparatorluğu’nun verdiği birçok görevi başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Bütün görevleri başarıyla yerine getiren iki kardeş, 861 yılında Contantinapolis’e döndüler. Ama burada uzun süre kalmadılar. Çünkü dinsel ve siyasal nitelikte yeni bir görevi daha yerine getirmek zorundaydılar. Bu kez batı Slavlarının yanına gideceklerdi ve pagan olan Slavlar arasında misyonerlik faaliyetlerinde bulunacaklardı. İki kardeşte Slav dilini ve kültürünü iyi biliyorlardı.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

Konstantinos (Kiril) Slavların bulunduğu bölgeye gitmeden bir kaç yıl önce, Balkan Slavlarının ana dillerinde öz bir kültür yaratmalarının mutlaka zorunlu olduğunu sezmişti. Eski Bulgar yazarlarından Karagömlekli Papaz Hrabır’ın verdiği bilgiye göre, Konstantinos 855 yılında bu yönde hazırlıklara girişmişti. Olimpos (Uludağ) Dağı'nda papazlık yaptıkları sırada o bölgede de yoğun bir Slav nüfusu vardı. Bizans İmparatorlu, Osmanlı’da gördüğümüz gibi kalabalık grupları ikta yolu ile farklı coğrafyalara dağıtmıştır. Uludağ çevresindeki Slav nüfusu bundan kaynaklanmaktaydı. İki kardeş Uludağ’da birkaç yıl yaşamışlar ve Slavlarla diyalog halinde olmuşlardı. Bizans İmparatoru misyonerlik


görevini bu iki kardeşe vermesini sebebi bundan dolayıydı. Konstantinos, diğer ulusların yazı tarihi üzerine sahip olduğu geniş bilgiye, özellikle Yunan Alfabesine dayanarak Slavlar için yeni, Glogalitsa adını alan özel bir alfabe hazırladı. Konstantinos ve Metodius, bu alfabeyi hazırlayınca, kilise törenleri için en gerekli kitapları Slav dillerine çevirmişlerdi. Böylece Uludağ’da çevirdikleri din kitaplarıyla Balkanlara doğru yola çıkmışlardı. Ancak Balkanlardaki misyonerlik faaliyetleri o kadar kolay olmadı. Başta Alman din adamları olmak üzere Papalığında karşı çıkmasıyla birçok kesim tarafından baskıya maruz kaldılar. Alman derebeyleri bu dönemde Slav boylarını sindirip, onları sömürmek için politikalar uygulamaktaydı. Alman din adamları gerici bir nitelik taşıyan üç dil öğretimini inatla ortaya atıyorlardı. Buna göre dinsel törenler ancak İbranice, Yunanca, Latince olmak üzere üç dilde yapılabilirdi. Bu üç İncil dili, insanlık kültürünün biricik temeli olarak ilan edilirdi. Bütün baskılara rağmen Konstantinos ve Metodius kardeşler davalarından vazgeçmemişler yeni alfabelerinin etkisi ile Slav milletlerine kendi inançlarını anlatmışlardır. Kendilerinin bulduğu alfabe Slav milletlerinin

dillerine uygun olduğu ve bu milletler din kitaplarını ile törenleri daha iyi anladıkları için iki kardeşin görüşleri hızla yayılmıştır. Yüklendiği görevlerin yarattığı güçlüklerden ve özellikle Alman din adamları ile yaptığı mücadelelerden yıpranan Konstantinos 869 yılında hastalandı. Gücünün tükenip son saatlerinin yaklaştığını hissedince keşiş oldu ve Kiril adını aldı. Keşiş olduğunda çok önemli olan şu cümleyi söyledi: “Artık ne kralın kuluyum, ne de yeryüzünde herhangi birinin… Yoktum, var oldum, yüzyıllar süresince var olacağım.” Kısa süre sonra 42 yaşında hayata gözlerini kapadı. Kiril ölmeden önce, Metodius’a ve öğrencilerine vasiyeti Slav yazısı ve kültürünü korumaları olmuştu. Kardeşinin vasiyetini yerine getirmeye çalışan Metodius, artık davasını tek başına devam ettirmekteydi. Baskılar her geçen gün baskıların artmasına rağmen Moravya kilise örgütünü düzene soktu. Edebiyat ve dil çalışmalarını sürdürerek öğrencileriyle gerekli din kitaplarının çevirisini devam ettirdi. Slav yazısının güçlenmesi yolunda yorulmaksızın çalışan Metodius, 885 yılında Belgrat’ta hayata gözlerini kapadı. Kiril ve Metodius’un Alfabeleri Eski Slav kaynakları Glagolitsa ve Kiril olmak üzere iki alfabe ile yazılmışlardı. Kiril’in öğrencisi

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme


olan Karagömlekli Papaz Hrabır’ın “Alfabeler Hakkında” eserinde bu alfabeleri bulan kişinin Aziz Kiril olduğunu yazmıştır. Ancak ilk hangi alfabenin bulunduğu bilinmese de Kiril alfabe çalışmalarını bugün Bursa ilinde Uludağ olarak adlandırdığımız Olimpos Dağının eteklerindeki Polihron Manastırında başlamıştır. Polihron manastırında bulundukları dönemde daha öncede değindiğimiz üzere Bursa ve çevresinde yoğun bir Slav nüfusu bulunmaktaydı. Bu milletlerin içerisinde iki kardeş Slav dilini çok iyi öğrenmişler ve bu milletlere Hıristiyanlığı öğretmek amacıyla yeni bir alfabenin oluşturulması gerektiğini anlamışlardı. Çünkü o dönemde kullanılan Grek ve Latin alfabeleri Slav dillerine uygun olmadığından öğrenim konusunda zorluklar yaşanıyordu. Kiril, iyi bir dil bilimci olduğunda Yunanca, Ermenice İbranice ve Latince’ye hakimdi. Ayrıca bu milletlerin tarihi ve kültürlerini de çok iyi biliyordu. Bunun üzerine zor bir görev üstlenen Kiril Slav milletlerinin diline uygun bir alfabe üretmiştir. En eski Slav eserleri olan Zograf İncili, Aseman İncili, Mariy İncili Glogalitsa Alfabesi ile yazılmıştır. İkinci Slav alfabesi olan Kiril alfabesi, ne zaman bulunduğu ve nerede bulunduğu üzerine tartışmalar vardır. Ancak dil bilimciler

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme

tarafından kabul edilen görüş, bu alfabeyi Kiril ve Metodius’un öğrencilerinden Ohrili Klement, Glagolitsa alfabesini temel alarak oluşturmuştur. Kiril alfabesi yavaş yavaş Glagolitsa alfabesinin yerini almış ve diğer alfabe zamanla unutulmuştur. Bu alfa ile yazılan ilk eserler Dobruca Yazısı ve Samuel Yazısı adlı eserlerdir. Kiril’in Edebi Faaliyetleri Kiril ve Metodius kardeşlerin din alanı dışında bilim ve edebi alanlarda da faaliyet gösterdiklerini yukarıda değinmiştik. İki kardeşten küçük olanı Kiril’in edebiyat çalışmaları iki döneme ayrılır. Bunlardan birincisi Moravya’dan önceki dönem, ikincisi de Moravya dönemidir. Birinci döneme ait eserler Yunanca, ikinci döneme ait eserler ise Slav diliyle yazılmıştır. Moravya öncesi dönemde Bizans’ın elçilik görevini üslendiği için farklı coğrafyalara gitmişti. Bu görevi onun edebiyat alanındaki çalışmalarını da etkilemiştir. Hazar ve Müslüman ülkelerine yaptığı ziyaretler sırasında bu coğrafyalarda yaptığı tartışmalar neticesinde birkaç eser yazmıştır. Kiril’in bu eserleri hakkındaki bilgileri, iki kardeşin hayatlarını anlatan Panonya Efsaneleri adında bir kaynaktan öğreniyoruz. Kiril’in Yunanca yazdığı eserlerin hiçbirinin aslı günümüze ulaşmamıştır.


Polihron Manastırında olduğu dönem Glagoritsa alfabesini bulan Kiril, Yunancadan Slav dillerine çeviriler yapmakla kalmamış, bu dilde orijinal eserler de yazmıştır. Yalnız bugün bu eserlerin birkaçı biliniyor. Bazılarının da başka kaynakların içerisinde bulunan özetlerden biliyoruz. Bu özetlerden anladığımız kadarıyla üç dil taraftarlarına karşı yazdığı bir eserin var olduğudur. Kiril’in yeni alfabeyle yazdığı en ünlü eseri “Doğru Din Söylevi”dir. Slav milletlerinin çok değer verdiği Kiril, Slav kültür tarihi için çok önemli birisidir. Bundan dolayı Ortaçağda yazılmış birçok eserin yazarlığı ona yüklenmiştir. “Alfabe Duası”, “İncil’e Giriş”, “Altı Gün Duası” ve “Selanik Efsaneleri” gibi eserlerin Aziz Kiril’in yazdığına inanılır. Metodius’un Edebi Çalışmaları Metodius, önemli bir din adamı olduğu gibi Slav edebiyatının gelişmesine katkıda bulunan büyük bir edebiyatçıdır. Metodius, Glagorits ve Kiril alfabelerinin hazırlanmasında ve dini kitapların Slav dillerine çevrilmesinde kardeşi Kiril’in ilk ve en değerli yardımcısı olmuştur. İstanbul’da ve Moravya’da gerekli olan din kitaplarının çeviri işine katıldı. Kardeşinin ölümünden sonra da çeviri işlerine devam etti. 882-885 yıllarında öğrencilerinin yardımıyla Kutsal kitabın tamamını Slavcaya çevirdi.

üzere ilk alfabe olan Glagoritsa alfabesi Bursa’da Uludağ eteklerinde bulunan Polihron Manastırında bulunmuştur. Günümüze ulaşmayan bu manastır Slav ırkları açısından çok büyük bir değere sahiptir.

Kaynakça Bonü St. Angelov, Slav Alfabesini Yaratan Kiril ile Metodiy Kardeşler, (çev. Türker Acaroğlu), İstanbul 1970. Hüseyin Mevsim, “Eski Bulgar Edebiyatı ve Bizans Başkenti Konstantinopolis’in Eğitim ve Dinsel Kurumları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Sayı 46, 2006, 193207. Hüseyin Mevsim, Bulgar Edebiyatı İstanbul’daİstanbul Bulgar Edebiyatında, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2005.

Metodius çevirileri dışında yeni alfabeyle orijinal eserlerde yazmıştır. Bunlarda bazıları; Kiril’in Hazarlarla Tartışmaları, Nomokanon ve Paterik adlı eserleridir. Nomokano, her Hıristiyan’ın uyması gereken kuralların düzenlendiği derlemedir. Pateri adlı eserinde ise, ünlü kilise adamlarının hayatlarını ve faaliyetlerini anlatan hikayeleri ve biyografilerini yazmıştır. Sonuç Glagoritsa ve Kiril Alfabelerini bulan Kiril ve Metodius kardeşler, Slav yazısı ve edebiyatının da kurucuları kabul edilmektedir. İlk Slav kültür yayıcıları olan bu iki kardeşin edebi çalışmalarına Slav milletleri çok değer verir. Bulgarlar ve Slavların Hıristiyanlaşması Kiril ve Metodius’un buldukları alfabeler sayesinde başlamıştır. Eski Bulgar dilinin tarihi de bu olayla başlatılır. Son olarak yukarıda değindiğimiz

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | İnceleme


Bir Fransız Akşamı Ogün PEÇENEK

Bir Fransız akşamında

Fotoğraf makinesine poz veriyordu

Bir akordiyon çalıyordu

Güneşin batışı

Işıkları yeşil kahverengi karışımı

Kırmızı ceketli kadın geçiyordu

Bir kafenin içinde

Şimdi kafenin önünden

Paris geniş caddeleriyle hakkını veremezdi

Akordiyon susmuştu

O bir Fransız akşamında

Şiirler atılıyordu yukardan kadının ayaklarına

Dar sokaklarda yürüyen

Hugo bir roman yazıyordu

Kırmızı ceketli kadının hakkını

Sefiller

Bir Fransız akşamında

Bir Fransız akşamında

Şiir yazılırdı kadınlara

En güzel aşk şiirleri yazılıyordu

O kafenin üst katında

Romantizm sadece akım değildi

Hugo roman yazıyordu

Şiirler yazılan o kafede

Sefiller

Akordiyon gramofonla güzeldi

Akordiyon bizi duygusal yapmazdı

Hugo bir roman yazıyordu

Yağmurun çiselemesi de

Sefiller

O açık sarı sokak lambası da

Jan Valjan kürek mahkumuydu

Ah o siyah saçlarının üzerine döküldüğü

Kırmızı ceketli kadın

Kırmızı ceketin yakası çok şanslı

Renn nehrinde şiirleri okuyordu

Bir Fransız akşamında

Ah o siyah saçlarının üzerine döküldüğü

Renn nehrinin kıyısı eşlik ediyordu

Kırmızı ceketin yakası çok şanslı

O kafede çalan akordiyona

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir

Bir Fransız akşamında


Ehl-i Dil Süleyman ERKUT İnsan bir gönülden ibaret Gerisi de sadece masiva Suretin aynada boş ver Siretini çıkar manada Saklama özünü göster Yüzünü, dile gelsin ahvalin Sen ki bir nefessin alemde Bir nefeslik bak bu ömür de Ölümde var yaşamak da Yaşam da bir kere ölümde Oku boş durma koştur da Boş kalmasın ulaş gönüllere Güzel yüreklere can olan Ehl-i dil gerekli bizlere her dem Ve gidelim ileri dönmeyelim de Hep iyiye güzele şiire gazele Yazalım hep gelecek nesillere Ulaşsın güzellik sonsuz gençlere Ve bilinsin ki dünyadan geçtik biz Bildik ki sadece ve sadece amaç İrfan gönül almaktır seferin bitmeden...

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir


Resim Kaynak: inostranno.ru

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Gezi


VİLNIUS‘NÂME’ Kübra TARAKÇI

“Uzupis Cumhuriyeti, bir nevî Vilnus’un ütopyası. Belki Ahmet Haşim’in ‘O Belde’si, belki de Orhan Veli’nin ‘Bir yer var biliyorum, her şeyi söylemek mümkün’ dediği yer. Selam, Labas! Size Litvanya'dan sesleniyorum demek isterdi gönlüm, ama bedenim Türkiye'de olunca bu pek mümkün olmuyor. Bir önceki sayıda yarım bıraktığım yaz tatilimin Litvanya ayağını iftiharla sunarım. Keyifle okuyunuz. Başkent Vilnus, Riga'dan sonra Baltık ülkeleri arasında en büyük şehir. Öncelikle Litvanya hakkında bazı önemli ilginç bilgileri paylaşmak istiyorum: 1. Litvanca Hint-Avrupa dil ailesinin en az değişime uğramış olan dilidir. 2. Litvanya bayrağı, trafik ışıklarıyla aynı üç renkten oluşur.

3. Litvanya’nın milli sporu basketboldur ve bu dalda dünyada üçüncü kabul edilir. 4. Dünyada resmi ulusal parfümü (Lietuvos kvapas) olan tek ülke. 5. Dünyada en yüksek hızlı internet bağlantısı bu ülkede. 6. Litvanyalı Zydrunas Savickas, Dünyanın En Güçlü Adamı yarışmasında birinci seçildi. 7. Avrupa’da Hıristiyanlığı en son kabul eden ülke. 8. Orta Çağ’da Avrupa’nın en büyük ülkesi oldu, şimdi küçücük. 9. Mısırdan votka yapmayı Litvanyalılar keşfetti. 10. 816 nehir ve 2.800 göl var. 11. Nüfus artış oranı -%0,28. 12. Ülkenin en yüksek noktası sadece 295 metre. Daha önce Vilnus'u anlattığım için çbu şehir üzerinde çok durmayacağım. Ancak bir gün yolunuz düşerse kesinlikle şehrin sembolü haline gelen Hill of 3 Croses tepesine, Gediminas Kalesi'nin bulunduğu tepeye uğramayı ihmal etmeyin. Gediminas Kalesi şu sıra birçok habere konu olmaktadır. Çünkü kalenin yanında bulunan ağaçlar devlet tarafından kesilmiş ve bu olay sonrası tepenin bir kısmı kayma tehlikesi altında. Şehrin bir diğer heybetli yapısı ise meydanda bulunan Vilnus Katedrali. Katedralin üst kısmında devasa boyutta Aziz Stanislaus'un, İmparator Konstantin'in annesi Azize Helena ve Aziz Kazimierz'in heykelleri bulunuyor. Kazimierz, Litvanya'nın kurucusu kabul edilir. Meydanda Çan Kulesi'nin yakınında dilek tutulduğunda gerçekleşeceğine inanılan bir de mucize taşı var. Taşın önemi ise; Baltık Cumhuriyetleri'nin Sovyetler'den kopuş sürecinde taşın olduğu noktadan başlayarak Vilnus'tan Estonya'ya kadar insan zincirinin oluşması. Trakai, Litvanya'nın bir başka güzel şehri. Burada geçmişte Karay Türkleri yaşamış. Evet

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Gezi


Türkler her yerde tezini bir kez daha haklı çıkarmış olduk. Buradaki Türklerin bir farkı Müslümanlığı değil Yahudiliği tercih etmiş olmaları. 1300’lü yılların sonlarında Litvanya ve civarındaki bölgede toprak işleyecek ve bölgeyi savunacak yeterli nüfus olmadığı için çoğunluğu Kırım’a göç etmiş olan Karaylar çeşitli ayrıcalıklar da tanınarak Trakai bölgesine yerleştiriliyor ve yüzyıllardır yaşamlarını bu bölgede sürdürüyorlar. Karay Türkleri sayısı gün geçtikçe azalan bir topluluk. Normal koşullarda farklı dinden insanlarla evlenmemek gibi bir kuralları olmasına rağmen nüfuslarının azalması sebebiyle bu kuraldan bile vazgeçtikleri ancak yine de sayılarının azalmasını önleyemedikleri söyleniyor. Karay Türkçesini günlük yaşantısında kullanan kimselerin sayısının ise en azından Litvanya geneli için “50 kişi”civarında olduğu söyleniyor. Buraya kadar gelmişken Kibine yemeden geri dönmeyin. Gerçekten güzel bir lezzet.

Vilnus'ta ilk defa gittiğim bir başka yer de Uzupis Cumhuriyeti toprakları. Öyle “cumhuriyet” dediğime bakmayın. Sözde öyle bir yer. Uzupis, Vilnius şehir merkezinden Vilne nehri ile ayrılan bölgenin adı. Gayriresmi ve ironik bir cumhuriyet Uzupis. Bir cumhurbaşkanı, on bir askerlik ordusu, kırk bir maddelik bir anayasası, hatta elçilikleri bile var. Uzupis’e yalnızca nehrin üzerindeki köprüden geçerek girebiliyorsunuz ve girişte kocaman bir tabela sizi karşılıyor. Ancak tabii ki elinizi kolunuzu sallaya sallaya gidebilirsiniz, öyle özel bir şey yapmanıza gerek yok :) Everything is all right yani :D Uzupis’i koruduğuna, inanılan bronz melek heykelinin bulunduğu meydan bölgenin en merkezi noktası. Heykele “Uzupis Meleği” adını vermişler. Tabi bir başka önemli nokta da Paupio Sokağı. Çünkü burada hayatımda İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Gezi

gördüğüm en güzel anayasanın 10 farklı dilde madde madde sıralanmış halleri mevcut. Bunlar arasında Türkçe de var. Evet siz de şaşırdınız belki benim gibi. Sokağa girdiğimde Litvanyalı arkadaşıma şöyle söyledim: “İddiaya girerim Türkçe yoktur” ama tabela tokat gibi bana cevabı vermişti. Uzupis bir nevi Vlnus’un ütopyası. Belki Ahmet Haşim’in “O Belde”si, belki de Orhan Veli’nin “Bir yer var biliyorum, her şeyi söylemek mümkün” dediği yer. Aşağıda sizler için anayasanın birkaç maddesini sıraladım. 1- Herkesin Vilne Deresi kıyısında yaşama hakkına sahiptir. Vilnele Deresi de herkesin yanından akıp gitme hakkına sahiptir. 2- Herkes ölme hakkına sahiptir; ancak bu bir zorunluluk değildir. 3- Herkes bir kediyi sevme ve ona bakma hakkına sahiptir. 4- Hiç kimse sonsuzluğu tasarlama hakkına sahip değildir. 5- Herkes hiçbir hakka sahip olmama hakkına sahiptir. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi tatilin de sonu gelmiş ve ben vatan toraklarına dönüş yapmıştım. Şu sıralar aklımda tabi ki yurt dışı planları var. Bakalım yollar bizi nereye götürecek? Seyahatle kalın :)


Bazen Yağmur, sokakları yıkadı bugün. Yüreğimden dökülenlerle birlikte aktı gitti her şey. İnsan bazen birini, yağmuru ve bulutu sevdiği gibi sevemiyor. Bazen unutuyor tüm anıları. Ama bazen de hep yürüyor. Keşke insan sadece sevebilse bazen. Ya da şiir yazar gibi yapsak. Yağmur yağsa yeniden üstümüze Islansak. Ama dans etmesek, şarkı söylemesek hiç. Boşversek, boşvermişliğin de tadını çıkarsak. Hep her şeyi yapar gibi yapsak ama Hiçbir şey yapmasak bazen. Sevginin gücünü kavradığımız an, El ele tutuştuğumuz an olsa mesela. Bir gülüşüne yüreğimdeki serçelerin uçtuğunu görebilsen. Bir başka baksan mesela bugün bana Kirpiklerimdeki sonsuz rüzgârı hissetsen. Sarılsak sonra, yağmur dinse. Gökkuşağının renkleri taç olsa saçlarımıza. Ben inansam yine bu hikâyeye Ama sen hiç gelmesen. SEVCAN ÖZBEK

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir


Genç Yazarlarla Sohbet: Ahmet Burak Köroğlu Mehmet ALTINOVA

Ahmet Burak Köroğlu yayımladığı iki kitabıyla son dönemin dikkat çeken isimlerinden. 1993 Erzincan doğumlu olan Köroğlu, Dumlupınar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Genç yazarla yeni kitabı Evvel Zaman İçinde üzerine konuştuk.

Kitabınıza neden Evvel Zaman İçinde ismini verdiniz? Geçmiş ve şimdiki zamanımızın arasında bocalayan psikolojimiz, sosyolojimiz ve tarif edemediğim kendi kimliğimizin travmalar içindeki değişimine mahkûm kalışlarını uyandırmak için tercih ettim. Evvel Zaman İçinde ile başlayan masallarımızın kayboluşunda boğulan bu Dünya’ya bir nevi serzeniş var. En azından bizler romanlarımızda gittikçe kaybettiğimiz değerleri bulabilmek adına kullandım. İlk kitabınızda olduğu gibi Doğu-Batı çatışmasını ele alıyorsunuz neden? Erzincan’da büyüdüm, ardından Yalova ve üniversite hayatım… Ortak değer ve kültürler altında yaşayan toplumumuzun zamanla yozlaşması, farkına varmadan kaybettiği birçok şeyi görmek için sadece birazcık kafamızı

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Söyleşi

kaldırmamız gerekiyor. Yanlış Batılılaşma! Bu kayıplar, zaman, samimiyet, güven, huzur, yolculuk, kitap… İlk kitabınız öyküydü şimdi ise roman bundan sonra hangi tür üzerine çalışma yapmayı düşünüyorsunuz? İlk kitabın benim için güzel bir deneyim oldu. Birçok dost kazandım. Lakin bundan sonra roman üzerine devam edeceğim. Yazarken okurun sizin yazdıklarınızı okuduğu anı hayal ediyor musunuz?


Fazlasıyla. Belki de o anı hayal ederken bazı şeyleri anlatmakta zorlanıyorum ama bu muazzam bir his. Hangi yazarlardan etkilendiniz? Batılı ve Türk yazarlar hangileridir? Öncelikle hocam, ağabeyim dediğim Kaan Murat Yanık’ı söylemeliyim. Klasiklerden, Tolstoy, Gabriel Marquez, Albert Camus, Türk yazarlardan Oğuz Atay, Sabahattin Ali, Yahya Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa. Genç bir yazar olmanın avantaj ve dezavantajları nedir? Avantajı, ne güzel, gencecik yaşta bir şeyler yapmaya başlamış, diyorlar. Dezavantajı ise 24 yaşında bir yazar ne yazabilir ki önyargısı var. Bazı yazarlar kitaplarını yazarken özel ortam kurarlar kendilerine ya da yaşadıkları yerleri değiştirirler sizin yazma süreciniz nasıl gelişiyor? Genellikle kalabalık yerlerde yazarım. Evde hiçbir zaman yazamadım. Sessizlik yazma sürecinde bana iyi gelmiyor. Yaşadığım yerde herhangi bir kafede beni yazarken bulabilirsiniz. Vaktim oldukça seyahat ederim, bu çok iyi oluyor. Sizce iyi bir kitap nasıl yazılır? Okumak istediğiniz kitabı yazarsanız eğer iyi bir kitap yazmışsınız demektir. İncir Çekirdeği Dergisi okuyucuları söylemek istedikleriniz nelerdir?

için

Daha önce de birkaç hikâyem İncir Çekirdeği dergisinde yayımlanmıştı. Bu yayımlanma sebebiyle biraz daha geniş kitlelere ulaşma imkânım oldu. Bu imkânı tanıdığınız ve bana sayfanızda yer verdiğiniz için teşekkür etmeyi borç biliyorum. Okuyucunuz bol olsun.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Söyleşi


arkapak IŞIK SELİN ORHUNTAŞ

ESİR SÖZLER KUYUSU / SEMA KAYGUSUZ Kaygusuz, Almanyanın önemli ödüllerinden üç yılda bir verilen Rückert Ödülü’nün 2016 yılında sahibi olmuştu. Bu sefer öyküleriyle karşımıza çıkıyor. 13 öykülük kitap yazarın gençlik döneminin izlerini taşıyor. Kullandığı Türkçe ile yine kendine hayran bıraktığı gibi daha önce birçok kez okuduğumuz babaannesinin hikayesini burada da karşımıza çıkıyor. "Yumurta büyüklüğünde olduğuna inandığım bir tutku taşıyorum göğsümde. Pelür bir zarla koruyabiliyorum onu. Şükürler olsun, koçbaşlarla saldıran soruların yıkıcı etkisine, onca narinliğine karşın dayanabiliyor. Yine de, tutkumu haznesinde dengeli bir biçimde taşıyabilmek için sürekli dik ve temkinli yürüyorum. Kaygımsa en az onun kadar büyük. Onu koruyan bir duam da var üstelik: Ey benim güzel Allah'ım! Yetkinlikten, okuruna güvenmeyen kör parmağım gözüne metinler yazmaktan beni koru. Bırak bir gözüm hep kapalı kalsın. Bundan sonra yazarken hiçbir şeyi aktarmak, kurmak, hesaplamak istemiyorum. Dileğim duyumsamak, yalnızca duyumsamak..."

ADNAN BİNYAZAR / TOPLUM VE EDEBİYAT Türk Tarih Kurumu’nda ve Türk Dil Kurumu’nda görev almış aynı zamanda eğitimci bir yazar Adnan Binyazar. Masalını Yitiren Dev ve Ölümün Gölgesi Yok gibi başyapıtlardan sonra farklı bir türde okurlarını selamlıyor. 2010 yılında tekrar baskı yapan kitapta yazar çeşitli yayınlarda yazdıklarını topluyor. Emin Özdemir’in önsözünde de belirttiği gibi yazılar konu başlıklarına ayrılmış : Edebiyat , Bilgi, İzlenimler ve Eğitim. Toplum karşısında sanatçının konumunu ,görevini sorguluyor bu yazılarında. Edebiyat ile yakından uzaktan ilgilenen herkesin yolunun kesişmesi gerekiyor. "Kitap, kişiyi bilgece düşünmeye yöneltiyor, onu erdemli kılıyor. İnsan, yeryüzündeki varlığının bilincine ancak kitapla varır. Zamanı en olumlu yönde kullanma alışkanlığını kazandıran bu edim, insana sonsuzca düşünebildiği bir dünyanın kapısını da aralar. Goethe'nin Faust'unun çelişkili kimliğini, ancak bu kapıdan girenler kavrayabiliyor. Kitap, insanca varoluşun kültür belgesidir. Onu çağdan çağa taşıyıp sonsuzluğa erdiren de, özgürce düşünmenin yoluna sokan da kitaptır. İnsan, ancak düşünsel varlık bilincine erdiği oranda 'insan' değil midir?"

MARGARET ATWOOD /DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ Dünya kötülüğe boğuldukça edebi türlerde popüler olanlar buna paralel olarak değişiyor. Bilim kurgu,ütopya ve distopya türleri yazıldıkları dönemlere oranla bugün daha çok okunuyor ve anlaşılıyor. Damzlık Kızın Öyksü de distopya türünün en çok okunanları arasında. Roman, kadınların kısır olduğu yakın gelecekte geçiyor. Askeri gücün egemen olduğu ülkede köle konumunda olan kadınların, doğurgan olanları yüksek rütbeli erkekler için atanmış. Ayrıca kadınların isimleri ‘sahipleri’ne göre belirleniyor. Kahramanımızın adı “Offred” yani Fred’inki. Tüyler ürpertici gerçekçilikte bir distopya.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Arka Kapak


arkapak AYŞE BENGİSU AKDAĞ

İKİ GELİNİN HATIRALARI / HONORE DE BALZAC Karşılıklı mektuplardan müteşekkil bir eser İki Gelinin Hatıraları. Mektup romanlarının insana daha samimi, daha yakın gelen bir tarafı oluyor. Balzac'in bu romanındaki mektuplarda da eserin kahramanları Louise ve Renee ile bir bütün oluyor okur. İki yeni gelin... Birbirine zıt kutuplarda iki genç kadın. Tutkulu, romantik, aşk arayışındaki Louise ile sakin, mütevazı, sevgi arayışındaki Renee. Aşkı, akla gelebelicek erdemlerin özü olarak gören Louise bu arayışıyla ömrünü geçirirken mütevazı bir evlilik yapan ve çocuk sahibi olan arkadaşı Renee'yi hep eleştirir, onu heyecandan yoksun bulur bu mektuplarda. Louise'in de ona olgun bir sevgiyle beslenmiş mektuplarinda cevap verilir bu düşüncelere. Uzun zaman devam eden mektuplarda ikilinin yaşadıkları, hayatlarındaki değişimler, mutluluklar, acılar çok ince tasvirlerle anlatılarak ruha dokunuyor.

EDEBİYAT ANILARI / HÜSEYİN CAHİT YALÇIN Hüseyin Cahit... Çoğu kişi onu Servet-i Fünun devrini, Türk Edebiyatının en önemli devrini kapatan, dergiye kilit vurulmasına sebep olan Fransızcadan çevirdiği ve Fransız İhtilali'ni konu alan “Edebiyat ve Hukuk” adlı makaleden tanıyor. Bu makaleden ibaret sanıyor. Hüseyin Cahit, romancı ve hikayeci olduğu kadar fikir yazılarıyla da öne çıkan bir gazeteciydi. Sert üslubuyla girdiği fikir kavgaları -bu yazılarını "Kavgalarım" adlı eserinde bir araya getirmiştiherkesin malumu. Edebiyat Anıları, Hüseyin Cahit Yalçın’ın altmış yaşındayken kaleme aldığı, kendi gerçeğini bulma çabasının gözlendiği bir yapıt. Yazar bu kitabında kendini hem eleştirir hem savunur. Bir yandan birilerini suçlar, bir yandan bağışlar. Siyasal yazarlığından sıyrılıp, kendi iç dünyasını ve yaşadıklarını anlatır.

ROMANCILAR KONUŞUYOR / MEHMET NURİ YARDIM Mehmet Nuri Yardım'ın "Romancılar Konuşuyor" adlı kitabı Türk Edebiyatı için çok önemli söyleşi kitaplarından biri. Kitabı, yüksek lisans tezim için aldım ama tez dışı da keyifle okuyacağım bir kaynak oldu. Faik Baysal ile yapılan röportaja ulaşmak için aldığım kitabın içinde Samiha Ayverdi'den Cengiz Aytmatov'a, Sevinç Çokum'dan Selim İleri'ye pek çok değerli yazarla önemli söyleşiler bulunuyor. Romanlarını okuduğumuz yazarların hayata ve sanata dair görüşlerini kendi ağızlarından öğrenmek onları daha iyi tanımamızı eserlerini de daha iyi anlamamızı sağlıyor.

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Arka Kapak


Ruh u Revan II Süleyman ERKUT

İnsan doğar büyür yaşar ölür Allah kalplerdeki sevgiyi görür Sevgi bizde en derinden dile Sevgiliye yazılır şiirde kelime Hece hece aşk var her gece Saat çift sıfır ikide sen dilde

Sana akacak ömür boyu şiir serisi Aşkım çöllerde mecnunun belirtisi Aşığım yazılan sözüm sözlerin incisi Çünkü sen atan bu kalbimin dürdanesi

Sen gelirsin kaleme bedaheten Kelam akar, açar çorak bostan

kafan kafamın aynısı kalbin gönlümün aynası sen aşksın ey cananım seni seviyorum ay parçası

Söz şiir olur ve ummana akar nehir İlham perisi Süleymana bakar derin

Güller içindeki can şirinem Hicretten vuslatım Medinem

İki beden tek ruh aşk ki sonsuzluk Ruhu revanım bizde var uykusuzluk

Eskiler ''uzun lafın kısası şiirdir'' derler İnsan susmayı bilmeli şiir konuşmalı

Çünkü uyku yok bize uyku yolculuk Vakit kaybı zaman akar şiire yolluk

Sen konuş dinleyelim ey sevdiğim Ruh u revanım vuslatım Medinem

Şiir demişken daha yeni başlıyorduk Söze şeker ekip geçip şiirlere başlıyoruz

canımsın cananımsın nazlı yarimsin nazanımsın nazeninim sen benim şiirim bestem destelediğim güftemsin goftem

Dergahta molla pir yaz dedi aşkla Seninle Medinem aşk bambaska Şimdi düştüm sevdaya sen ki su Kalbe giden bir nehir derin akarsu Dem dem demleme söz senin için Biçim değiştirir aşka kelam o biçim Aşka dair yürek yangınıdır bak içim Sen ay parem şirinim şirinem sevdiğim Ehl-i dil bilir ancak okur duyar bizi Aşk başka aşık başka şiir dizi dizi

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Şiir

Öyle bir melektir ki canım şirinem Özüm, hicretim Mekke'den Medinem Medine:sen hep hoş geldin evime Ben:sen de hoş gelesin gönül evine sen güzelliğini buldun bende kendini ki bende sende sevgiyi sevilmenin güzelliğini aşkın değerini buldum o eşsiz olan sevgiyi Ben aslıma kavuştum leyla için çöldeyim Kerem olan dilber için âmâ mecnun gibiyim


FOTOĞRAF

“Hiç kimsenin avutamayacağı, hiçbir şeyin merhem olamayacağı acılarla ağıdını söyleyen, ağlayan bir adamın bozlamasını anlatıyordu kopuzun telleri.. Bozla kopuz, bozla!..” Cengiz Aytmatov

Aybige AKDAĞ

İNCİR ÇEKİRDEĞİ | Fotoğraf


D “Dallarda asılı durmaktan yorulan yapraklar da düşüyordu yerlere.”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.