Bir Günde Bir Milyon Yıl

Page 1



Bir GĂźnde Bir Milyon YÄąl Greg Jenner BaskÄą: EylĂźl 2016 ISBN: 978-605-9144-67-4 YayÄąnevi Sertifika No: 31594

Copyright Š Greg Jenner Bu kitabÄąn TĂźrkçe yayÄąn haklarÄą Anatolialit Telif HaklarÄą AjansÄą aracÄąlÄąÄ&#x;Äąyla Ä°ndigo Kitap YayÄąn DaÄ&#x;. Paz. Rek. Ltd. Ĺžti.’ne aittir. YayÄąnevinden izin alÄąnmadan kÄąsmen ya da tamamen alÄąntÄą yapÄąlamaz, hiçbir Ĺ&#x;ekilde kopya edilemez, çoÄ&#x;altÄąlamaz ve yayÄąmlanamaz.

Orijinal AdÄą: Million Years in a Day Çeviren: Kerem EfendioÄ&#x;lu EditĂśr: Semih YÄąlmaz Redaksiyon: Ă–zgĂźr BalpÄąnar Kapak GĂśrseli: Harry Haysom Kapak TasarÄąmÄą: Orion Books

BaskÄą My MatbaacÄąlÄąk San. ve Tic. Ltd. Ĺžti. Maltepe Mh. YÄąlanlÄą Ayazma Sk. No: 8/F Zeytinburnu / Ä°stanbul Tel: 0212 674 85 28 Sertifika No: 34191

Ä°NDÄ°GO KÄ°TAP YAYIN. DAÄž. PAZ. REK. LTD. ĹžTÄ°. Oruçreis Mah. Tekstilkent Cad. No:10 D:Z07 Esenler/Ä°STANBUL 5FM t 'BY XXX JOEJHPLJUBQ DPN t JOGP!JOEJHPLJUBQ DPN Ä°K Ä°NDÄ°GO Bir Ä°ndigo Kitap YayÄąn DaÄ&#x;. Paz. Rek. Ltd. Ĺžti. markasÄądÄąr.




9.30

Uyan ve Kendine Gel

Alarmın derinden gelen, kulakları tırmalayan sesi derin horultularımızdan bizi alır çıkartır, sıcak yastığımızdan kafamızı kaldırırken yastıktaki izimizin ağzımızdan akan salyalarla nemlendiğini görürüz. Zar zor kırpıştırarak açmaya çalıştığımız yapışkan göz kapaklarının ardında, saatin yanlışlıkla çaldığı umudu ve hâlâ iki saat daha uyuyabileceğimiz düşüncesi aklımızın derinliklerinden açığa çıkar. Fakat maalesef cep telefonunuza attığınız o kısa bakış artık uyanma vaktinizin geldiğini kanıtlar. Acaba saatin bu tavrı bizim için neden bu kadar büyütülecek bir şeydir, neden saati görmezden gelip iyice dinlenene kadar uyumaya devam etmeyiz? Çünkü şöyle: Zaman varoluşumuzun mimarisini oluşturan otoritedir ve onu görmezden gelmek, hayatlarımıza kaos getirebilir. Öte yandan, zaman belki de milyonlarca yıldır takip edilen, tek düzenli varlıktır, beraberinde zamanın ölçümü hep farklı yorumlara da mahal vermiştir. Bizlerin standart haline getirilmiş –saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl– ölçüm birimlerini keskin bir şekilde ayarlamamız sonsuzluk-

5


Bir Günde Bir Milyon Yıl

tan gelmemiş olsa da, yüzyıllar boyunca insanların hayatlarındaki karmaşayı azaltmaları için defalarca yapılan tartışmalar sonrasında rayına oturmuştur. Zamanın geçmişini takip etmek aslında biraz altyazısız bir Belçika dizisi izlemeye benzer; önce saçma gelir fakat yavaş yavaş sizi içine çekmeyi başarır.

iyi Günler Bugün günlerden cumartesi ve önceki günün cuma olduğunu hepimiz biliyoruz, ama bir ‘gün’ hakkında konuşurken aslında tam olarak neden bahsediyoruz? Mesela İngilizce’de genellikle çok kullanışlı kelimeler bulunur ve ne gariptir ki ‘gün’ kelimesi bu dilde hem 24 saatlik zaman periyodunu anlatır hem de gecenin karşılığı olan kelimedir. Genellikle İngilizce konuşanlarda bu biraz karmaşaya yola açıyor olsa da bu dili konuşanların inatçılığı ve dili sahiplenmeleri aslında çok da problem yaşamadıklarını gösteriyor gibi… Aksine birçok farklı dilde bu gibi saçma bir durum oluşmuyor; mesela Danca’da Dag (gün ışığı olduğu saatler) ve Etmaal (24 saat) anlamına gelir. Bulgarlar, Danimarkalılar, İtalyanlar, Finler, Ruslar ve Polonyalılar da buna benzer kelimeler kullanırlar. Fakat Etmaal kelimesine en çok yaklaşabilen İngilizce konuşanlar gözleri korkutan Nychthemeron ( Yunanca’da ‘gece ve gündüz’) kelimesini kullanırlar ki bu kelime ancak Finlandiyalı rock grubuna yakışır. Açıkçası bu kelimeyi daha önce kullanan bir insan görmedim, hatta bilim adamları bile bu kelimeyi görmezden geldiklerini söylediler o nedenle sanki biraz etimologların emrinde, sadece özel durumlarda ortaya çıkartılan bir kelime olarak kalmış gözüküyor, tabii o karşı konulamaz anlamsızlığını unutmamak gerekir.

6


Greg Jenner

Anglo dillerini konuşanlar nedense her şeye rağmen tüm zaman hesaplamalarını geceden yola çıkarak yapmaya devam ettiler, mesela otel rezervasyonu yaparken zekice kullanılan ‘fortnight’ kelimesi peşi sıra takip eden 14 geceye denk gelir, ama bu kıvrak zekâ çözümleri de her zaman işe yaramaz çünkü tatil satın almak istediğiniz görevli sizlere ısrarla, ‘On üç gece, on dört gün mü?’ diye soracaktır, akabinde parmaklarımızla saymaya başlamak kaçınılmaz olacaktır. Anglo dillerin bu kadar üzerine gitmekten şimdilik vazgeçerek bu sorunun aslında kalıtsal olarak tüm medeniyetlere etki ettiğini de kabul etmeliyiz; ‘bir günü’ anlatan terminoloji hemen hemen her kültürde garip problemlere yol açmıştır. 3. yüzyılda Romalı filozof Censorinus 24 saatlik sürece ‘sivil gün’ adının verilmesini öte yandan gün içerisindeki saatlerin de ‘doğal saatler’ olarak adlandırılmasını istemişti, ilk bakışta bu teklifi mantıklı gelse de bundan 4 yüzyıl sonra insanlar ‘doğal saatleri’ 24 saatlik akışın yerine koyacak ve gün içerisindeki saatleri anlatmak için de ‘yapay saatler’ adında yeni bir terminoloji yaratacaklardı. Fakat bu kelimeleri hafızanıza yerleştirmek için uğraşmayın, çünkü astronomi 3. yüzyılda olduğu gibi ‘sivil gün’ terimine geri dönerek dünyanın bir dönüşüne aynı adı verdi ve problemi sonlandırdı. Sonuç olarak ‘doğal saatler’ önceleri iki farklı anlama geliyorken şimdi ise hiçbir anlama gelmemekte, bunun yerini ise bir ilham anında ortaya çıkan ‘yapay saatler’ almış durumda. Buraya kadar anladınız mı? Hayır, ben de anlamadım fakat korkarım bu bölümde anlatmaya çalıştığım şeyler zaten karmaşık konulardı, öyle ki günün ne zaman başlayıp bittiği anlatan bir kelimemiz bile yok.

7


Bir Günde Bir Milyon Yıl

Gece yarısı saatlerinde Gözlerimizi iyice açarken, gün ışıklarının perdelerin arasından odamıza aktığını gördüğümüzde sabah oluyor demektir, tabii gün ışıkları tek başına sabahın geldiğini işaret edemez değil mi? Günümüz medeniyetlerinde, doğuda ve batıda yeni gün saat 00.00’da başlar, bu yüzden İngilizce konuşan parti severler sarhoş kafayla ‘Auld Lang Syne’* şiirinden ilk dizeleri okumaya çalışırlar. Ama farz edin ki yeni günün başlangıcı, gün ağarmaya başladıkabul ediliyor olsaydı, ne olurdu? İngilizce konuşan dünyadaki parti severler sabaha kadar beklemek zorunda kalır, içer, içer, içer ve aynı şiiri denizde boğulan koyunların çıkartacağı seslere benzeyen bir koro eşliğinde söylemek zorunda kalırlardı. Gece yarısı, kafa karıştırıcı olabilen bir kelime ve sabahın başlangıcını anlatıyor bu yüzden de TV yayınlarında gece yarısından sonraki tüm yayınlara ‘gece programları, talk showları’ denildiğinde aslında hata yapılmış olunuyor veya ‘bütün gece ayakta parti yaptık’ diye böbürlenenler sabah saat 04.00’da evlerine geldiklerinde aslında yeni bir günü harcamış oluyorlar. Resmi olarak herkesin kabul ettiği yatma saatlerini geçiyor olmamız aslında hayatlarımızla alakalı hepimizin bir ortak noktası olduğunu gösteriyor. Bunu da 3,500 yıl önce medeniyetin doruklarındaki Antik Mısırlılardan öğreniyoruz. Mısırlıların yoğun din odaklı kültüründe gece yarısından ziyade şafak vakti yeni bir günün başlangıcı olarak kabul edilirdi, sonuç olarak güneşin yükselişi kutsal bir etkinliğe dönüştürülmüş, günün başlangıcında güneş tanrısı RA tarafından yapılan bir ritüel tekrarlanmıştı, Ra, at arabasıyla göğe yükselerek sürüngen kaos * Auld Lang Syne 1788 Yılında İskoç Şair Robert Burns tarafından yazılmış bir şiir.

8


Greg Jenner

tanrısı Apophis’le destansı bir savaş yapardı. Fakat bu sonsuz rutini tamamlamak ve güneşin doğduğunu kanıtlamak için başka bir şafak ritüeli yapılıp Karnak ve Heliopolis tapınaklarında arınma törenleri düzenlenirdi. Aslında pratikte yapılan, imparatorluğun herhangi bir yerinde olabilecek kral için rahiplerin homurdanarak söylediği ve hizmetçilerin yaşlı Tutankhamun’u yatağından kaldırmaya uğraştığı bir meşgaleydi. Ama günün şafak vaktinde başlıyor olması tüm dünya tarafından kabul edilen antik bir gelenek değildi. Dört bin yıl önce, Babiller –şimdiki Irak’ta o günlerde muazzam şehirleri olan imparatorluk– Bronz Çağı’ndaki komşuları Mısır’la birçok ortak noktada buluşuyorlardı fakat onların yeni günü alacakaranlık vaktinde başlıyordu yani uykuya gitmeden saatler önceydi. Bu alışkanlık daha sonra Yunanlar, Keltler, Alman kabileler ve hatta Ortaçağ İtalyanları tarafından taklit edilmişti, İtalyanlar bu alışkanlığın Floransalılara ait olduğunu düşünüyorlardı. Bu alışkanlık ne kadar geçmişin karanlık sayfalarında kalsa da, örneğin Ortodoks Yahudiler şabatlarını hâlâ Cuma gün batımından cumartesi gün batımına şeklinde uygulamaya devam ederler. Peki, modern dünyamız gece yarısını nasıl şimdiki haline getirdi? Cevap muhtemelen Romalıların günü iki blok halinde 12 saatlik dilimlere bölmelerinde saklı. Tabii aslında cevap aradığımız soru, zaman bekçiliğini, saat tutmayı ilk olarak kimin keşfettiği sorusu. Acaba bir Sümerli bir sabah kalkıp saatin ‘sabah 7’ olduğunu ve herkesin de sorgusuz kabul ettiğini mi düşünmeliyiz? Pek sanmıyorum, sanırım cevabı bulmak için çok daha geriye gitmeliyiz.

9


Bir Günde Bir Milyon Yıl

GöKyüzündeKi saat Güney Afrika’nın Limpopo bölgesindeki Makapan Vadisi yeryüzündeki muazzam yerlerden biridir, öyle ki, gür ormanları, okyanusun çekilmesi sonrası oluşan mağaraları ve yemyeşil doğası buranın sanki bir Hollywood efekt sanatçısı tarafından yapılmış hissini verir. İşte bu el değmemiş yerlerin birinde arkeologlar tarih öncesi kalıntılar arasında en eski atalarımızdan Homo Australopithecus’un kalıntılarını bulmuşlardı. Üç milyon yıl önce, burada bulunan türün muhtemelen gölgeleri keşfettiğini ve karanlık çöktüğünde güvenli mağaralarına döndüğünü anlayabiliyoruz. Bu taş korunaklar yaşayanlara geçici koruma sağlamış olsa da mutlak sondan kaçamamış ve insansı son nefesini bu mağarada vererek 20. yüzyılda paleontologlar tarafından keşfedilmeyi beklemişti. Australophitecus sahip olduğumuz entelektüel hiçbir beceriye sahip olmasa da, bu ilkel canlı bile hayatın içindeki döngüyü anlamaya çalışmıştı; ayın büyüdüğü ve küçüldüğü evreleri öğrenmişti, dalgaların büyüdüğünü ve çeyrek zamanlı dönemleri keşfetmişti. Dünya kendi ekseni etrafında durmadan dönerken, hayatlarımızı ışık ve karanlıkla doldurmuş, kalp atışlarımız kadar doğal hale gelmiş güneşin hareketleri Australophitecus tarafından da fark edilmişti, güneş gökyüzündeki eğimli rotasını bitirirken karanlığın geleceğini artık anlıyordu. Kısaca bu canlı zaman algısını basit de olsa geliştirmişti. Tabii yukarıda açıkladıklarımız tamamen tahmin yürüterek ürettiğimiz bir hikâye ama acaba taş devrinin gerçek zaman bekçilerini nerede bulabiliriz? Eğer 30,000 yıl önceye hızlıca geri gidersek –bu dönemde modern türümüz ile ilk insanlar birlikte yaşıyorlardı– Fransa’nın Dordogne bölgesindeki Le Placard’da

10


Greg Jenner

bulunan heyecan verici garip objeyle karşılaşırız. Bu obje bir kartal kemiğidir ve üzerinde bir dizi çentik vardır, dik olarak farklı zamanlarda atılmış bu çentikler bize ay döngüsünün 14 günlük yolculuğunu anımsatır, yeni aydan dolunaya giden sürece benzer. Bu bulgu, gerçekten ilgi çekicidir ve hatta bu kemiğe dünyanın bilinen ilk takvimi de diyebiliriz. Bunun bir ilk insan tarafından yapılmış olduğunu söylemek imkânsız olmasa da birçok arkeolog Homo ırkına rakip olan bu kabilenin türümüzün özelliklerine zıt bir yaşantıya sahip olduğunu savunurlar. Biz o dönemin Sherlock Holmes’ü iken, onlar Cezalandırıcılardır: daha güçlü, gözü kara ve bir ayıyı o sevimsiz suratından yumruklayacak kadar da cesur… Fakat onlara mikrodalganın saatini ayarlatmaya kalksanız çığlık atıp kaçacak yapıdalardır. Aksine, bunu yapan muhtemelen bizim ırkımızdan, insanlardan da olabilirdi –doğayı keşfetmeye çalışan meraklı bir Homo Sapiens– sürekli ayı izleyerek meraklanırken karar verip tüm döngüleri bir önceki akşam yemeğinden kalma bir kemiğe not alacak ve gelişen beyninde maddeleri anlamaya çalışarak kâinatın nasıl işlediğini keşfetmeye uğraşacaktı. Fakat yine de aklımızın bir kenarında bu kemiğin belki de tuvaletini yapan bir canlı tarafından, can sıkıntısıyla yaratılmış olduğunu da söyleyebiliriz. Her şeyden öte, şu anda zamanı ölçmek için ortak bir saat kavramımızın olması atalarımızın da böyle yaşadığı anlamına gelmiyor. Birkaç yüzyıl öncesine gidersek, yaşanan büyük zaman kayması, körü körüne bağlandığımız 24 saatlik dilimi baştan aşağı değiştirmişti…

11


Bir Günde Bir Milyon Yıl

yaşasın devrim! – vıve la revolUtıon! 1793 yılıydı ve Fransa şiddetli bir devrim geçirmek üzereydi. Kral XVI. Louis boynunu çoktan giyotine kurban etmişti ve Paris kaldırımları köle ve soylu kanlarıyla ıslanmaya başlamıştı. Avrupalı politikacılar olanlar karşısında korkuyla sıranın ne zaman kendilerine geleceğini bekliyorlardı. Dünya büyük fikirlere sahne oluyordu ve Fransız halkı aydınlanma felsefesinin ışığında, boş bir sayfanın üzerinde radikal entelektüeller tarafından yeniden şekillendiriliyordu, bu grubun gözünden hiçbir şey kaçmadığı gibi zaman kavramı da baştan aşağıya yeniden dizayn edilecekti… 4,000 yıldan uzunca bir süredir Babillerin çift haneli matematik sistemi ısrarla hayatını sürdürmüştü fakat bu sistemin neden 10 rakamı değil de 12 rakamını temel aldığı merak konusuydu. Şöyle ki, 10 sayısı sadece 2 ve 5 rakamlarına bölünebiliyordu ama 12 rakamı 2, 3, 4 ve 6 rakamlarına bölünebiliyordu ve matematiksel olarak çok daha kullanışlıydı. Hatta güneş ve ayın evrelerini takip ederek kullanılan takvim, yılda on iki ay döngüsünün oluşu üzerinden çalışıyor (bir de 13. artık yıl olan, iki ya da üç yılda bir oluşan döngüsü vardı) yani 12 rakamı evrenin mihenk taşlarından sayılıyordu. Mantık olarak zaman zaten çift haneli hesaplamalarla çalışmalıydı, 60 saniye bir dakika ve bir günde 24 saat. Fakat bu antik bir bilgiydi ama artık yıl 1793’tü! Fransız devrimi sadece kibirli Aristolardan arınmak yerine, liderleri geçmişin çürük bilgilerinden de arınmak istiyor, bilimsel mantıkla hareket etmek istiyordu. İki yüz yıldan beri Avrupalı filozoflar kendi aralarında olası bir metrik sistem hakkında tartışıyorlardı ve artık bu sistemi test edebilecekleri bir fırsat tam da karşılarına çıkmıştı. Yani 5 Ekimde, bir yıl önce Jean-Charles de Borda

12


Greg Jenner

tarafından önerilenler yeni milli komite tarafından kanunlaşacak şekilde oylanmıştı. 24 saatlik gün bir anda on farklı saate bölünmüştü ve her saat 100 dakika ve her dakika 100 saniye olarak belirlenmişti. Tahmin edebileceğiniz gibi takvimin diğer kısımları da ciddi anlamda yeniden düzenlenmişti, haftalar on günlük destelere –istemdışı olsa da Antik Mısır Haftalık Sistemi’ne– ve yıllarda yeni üretilen on aya denk düşmüştü ve ‘Rüzgârlı ay’ gibi bayağı isimlerle adlandırılmışlardı. Ventôse yani Rüzgârlı Ay kendimizi sıklıkla şişkin ve fazla müsamahakâr hissettiğimiz paskalya dönemi yerine Şubat ayına konulan isimdi. Bu ondalıklı saat sistemi Fransız yenilikçiliğinin gururla anlatılan bir ibaresi haline gelmişti gelmiş olmasına fakat aslında antik Çin kültürü yüz yıllardır aynı sistem yüzünden bir hayli çile çekmişti, hatta ironik bir şekilde Avrupalı tüccarlarla hep iletişim halindelerdi. Açıkçası Fransız otoriteleri yıllar boyunca bu ilişkilerden çok haberdar olamamışlardı ve bunun pişmanlığını çok yakında fazlasıyla hissedeceklerdi. Evet, metrik saat sistemi ziyadesiyle demodeydi ve karma saat sistemi yani 24 ve 10 saatlik dilimleri ayrı ayrı gösterme çabaları da sonuç vermemişti, o zamanki toplum bunu tamamen bir zaman kaybı olarak görüyordu. O günlerde zamanlar Fransızları giyotinden geçirmekle geçiyordu, peki ya 10 saatlik düzen? Delilikti! Fakat bu delilik sadece 18 ay dayanabildi (ya da çift haneli sisteme göre 14 ay mı?) ve hızlıca eski ve kullanışlı çift rakamlı sisteme geçildi. “Fakat durun bir saniye,” sanki arada sözü geçen şu Mısırlıların on günlük haftaları nasıl oluyordu?” dediğinizi anlıyorum, “Bu çiftli sistem değil!” Aynen öyle… Demem o ki Horolojik

13


Bir Günde Bir Milyon Yıl

tarihi anlatmanın, ‘Nasıldı?’ sorusuna cevap vermenin tam zamanı. Bu bölümde biraz daha iyi konsantre olmanız gerekebilir o yüzden biraz daha rahat oturma çalışın. Bir hayli teknik konulara gireceğiz.

Güneşin sezonları Eğer duvardaki takvimlerimize bakacak olursak sistem bize her haftada 7 gün verir, aynı Babiller gibi fakat Mısırlılar bu geleneği kendi yenilikleriyle değiştirerek ayrı bir zaman takip sistemi yaratmışlardı. Mezopotamyalılardan farklı olarak yıllık takvimlerini on günden oluşan 36 haftalık bir dilime bölmüşler ve sonuna da beş ilave gün eklemişlerdi. Dahası, on günlük haftaları olması yüzünden sadece 4 aylık 3 sezon yaşamalarına neden olmuştu. Bunun genel sebebi Nil Nehri’nin kaprisli ruh halindendi, yılın büyük bir bölümünde suları taşardı ve bu yüzden de takvimler hep tarımsal işlere odaklı olarak işaretlenirdi, nehrin her döneminde farklı tarım faaliyetleri yapılırdı. Mevsimleri sel, ekim ve hasat olarak 3 farklı dönem olarak anılırdı. Peki ya bir gün nasıl hesaplanıyordu? Mısırlıların 24 saati bizim gibi iki ayrı 12 saatlik dilime bölünmemişti, dört bölümden oluşuyordu: bir saatlik yarım ışık, on saatlik gün ışığını takip ediyor, sonra bir saatlik yarım ışık tekrarlanıyor ve ardından da 12 saatlik karanlık geliyordu. Bu tabii büyük soru işaretlerini de akıllara sokuyordu, acaba Mısırlılar saatleri gerçekten ölçüyorlar mıydı? Eğer ölçüyorlarsa nasıl? Cevap kuvvetli bir ‘Evet!’ ve ‘Biraz karmaşık ve gökyüzüyle ilgili’ oluyordu. Gün ışığının olduğu saatlerde güneşi takip ediyorlardı, tercih ettikleri teknoloji güneş saatleriydi fakat karanlık saatler takip etmesi daha zor saatlerdi ve

14


Greg Jenner

Mısırlıları böylesine zeki kılan şeylerden biri de karanlık saatleri takip etmek için ürettikleri yeniliklerdi.

yıldızlarda saKlı Daha önce hiç şafak vakti gelmeden yıldızlara baktınız mı? Romantik 18 yaşında gençler olarak milenyumun ilk sabahında bunu yapmayı denedik. 1999’un son günüymüş gibi parti yaptık ve ardından da sarhoş sarhoş bir tepeye çıktık ve güneşin heybetli yükselişini izledik. Şanssızdık, hava kapalıydı ve haşmetli gün doğumu sokak lambalarının hâlâ etkili olan turuncu ışıklarına karışmıştı o yüzden evimize dönüp karnımızı doyurmayı tercih ettik. Bu kadar romantiklik yetmişti… Fakat eğer daha az kirletilmiş bir gökyüzüne bakma imkânımız olsaydı, havası daha temiz bir ülkede yaşasaydık belki de astronomların heliacal yükseliş adını verdiği olayı görebilecektik. Şafak sökmeden hemen önce Decan adı verilen bir grup yıldız ufuk çizgisinin üzerinde görünürler. Bu 36 adet grup yıldız her gün batıya doğru bir derece kayarak her sabah biraz daha ileride gözükür ve böyle böyle gözden kaybolarak bir yıl boyunca gözükmezler. Yeni bir yıldız, ortaya meraklı bir yavru kedi ufkun doğusunda ortaya her on günde bir çıktığında (Dekanoî Yunancada onlar anlamına gelir) Mısırlılar da muhtemelen etkilenmiş ve on günlük hafta sistemini seçmişlerdir. Peki, bu sürecin zamanı anlamayla ilgisi nedir? Antik mısır düşünürleri mezarlarda, lahit duvarlarında yıldız haritalarını ve takvimlerini bırakarak aramızdan göçmüşler ve bu sayede modern arkeolojik astronomlar, Mısırlıların zekice hazırladığı heliacal yükseliş sisteminin gece saatlerini nasıl takip ettiğini deşifre edebilmişlerdi. Diyagonal yıldız

15


Bir Günde Bir Milyon Yıl

tablosu ilk bakışta –ve sonraki bakışlarınızda kafanızı hayli karıştıracaktır– eğer otobüs saatlerinin bir anda hiyeroglif saatlerle değiştiğinde ne denli bir problem ortaya çıkartacağını gösteriyor. Şemanın tepesinden dik bir şekilde inen şekilde yılın 36 haftası bulunur, her biri on günden oluşur ve her birinin altındaki 36 sütun da her bir Dekan yıldızının hangi haftalarda gözükeceğini gösterir. Mümkün olduğunca basit anlatmaya çalışırsak, eğer tam olarak hangi tarihte olduğunuzu biliyorsanız, Diyagonal Yıldız tablosu size spesifik bir Decan yıldızının yerini gösterecek ve dolayısıyla da tahmini olarak saati de bulmuş olacaksınız. Milattan önce 1500 civarlarında bu sistem çok daha karmaşık olan başka bir sistemle, Ramses Yıldız Saatiyle değiştirilmişti, bu isim kulağa 70’lerin rock albümleri gibi gelse de bu dönemin en bilinen eşyası, yılın yirmi dört ay, on beş güne bölündüğünü ve 47 farklı ‘yıldız saatinin’ olduğunu gösteriyordu. Bu tasarıma bakarken –öncekiler gibi lahit ve mezar duvarlarında bulunmuştu– yine bir kutu oyununa bakıyor gibi hissedebilirdiniz. Görüntünün dibinde mütevazı kumaş elbisesiyle diz çökmüş bir rahip kafasından grit şeklinde uzanan yatay, kesişen çizgilerle adeta arkaik bir satranç tablosunu gösterirken bu çizgiler arasında yıldız hareketleri takip edilebiliyordu. Bilim adamlarının en fazla açıklayabildikleri, acemi bir astronomun rahibin hareketlerini taklit ederek elinde tuttuğu bir eşyayla ve diğer uzuvlarıyla yıldızların konumlarını göstermek ve yatay çizgiler üzerinde yıldızların durdukları yerleri işaretlemekti. Belki de rahibimiz o günlerde bir havuzun içinde oturmuş suya yansıyan yıldızları izlemek istemişti… Tartışma hâlâ devam ediyor.

16


Greg Jenner

Halsiz saatler Yıldızların geçişini takip ederek zamanı anlama yöntemi gece saatlerini kontrol altında tutmanın zekice bir yöntemiydi fakat Mısırların bir saati bizim standartlaşmış 60 dakikamıza denk gelmiyordu, aksine saat kavramı mevsimlere göre uzuyor ya da kısalıyordu; kışın gün içinde bir saat 45 dakikaya denk gelirken, yazın güneşin kavurucu sıcağında 75 dakikaya kadar ulaşabiliyordu. Antik kültürler bunu açıklarken güneşin, dünya yörüngesinde döndüğünü, ekvator çizgisinde dönmediğini söylüyorlardı, döngü kışın ekvatorun altından başlıyor ve yazın ekvatorun üzerinden yükseldikten sonra tekrar aşağıya doğru iniyordu. Eğer bu kafanızda bir fikir oluşturmadıysa, daire şeklinde bir frizbi düşünün, bu frizbi diyagonal şekilde bir topun çevresinde duruyor ve sol tarafı aşağıda, sağ tarafı da daha yukarıda duruyor. Bu en azından Mısırlıların gözünde güneşin yazın neden daha dik olduğunu açıklıyordu. Sonuç olarak her zaman güneşin tepede olduğu 10 tam saat vardı (iki tane de yarım ışıklı günü ekleyelim,) fakat bu saatler Temmuzda, aralıktan daha uzun sürüyordu işte bu alametifarikaya mevsimsel saatler deniyordu. Ama bu saatler bile güneşin tepede olduğu anlarda yıldızlara bakılarak ölçülemiyordu yani antik zamanlardaki saatçiler yine de farklı bir yöntem bulmak zorundalardı…

Bana Güneşi verin Yıldızlar yok olup güneş yükseldiğinde yöntemler tekrar değişti. Antik Yunan yazarı –tarihin atası olarak bilinen– Heredot güneş saatlerinin ilk olarak Babiller tarafından bulunduğunu söylüyordu fakat kaçınılmaz bir şekilde diğer kültürlere de bu yön-

17


Bir Günde Bir Milyon Yıl

tem sıçramayı başarmıştı, yöntem çok basitti: göğe doğru yükselen ince bir çubuktan ibaretti. Her neyse, şimdi size meşhur, tarihi bir güneş saatini anlatın desem sanırım Babiller aklınıza gelmez; fakat Paris’te, Londra’da ya da New York’ta yaşıyorsanız muhtemelen Mısırlılara ait olan ve sürekli etrafından geçtiğiniz birkaç örnek aklınıza gelebilir; bunlar müzelerde bulunan korunaklı objeler de değillerdir. Peki, size anlatmaya çalıştığım şey nedir? İşte bunlar aslında tarihte Kleopatra’nın İğneleri olarak ünlenmiş fakat kraliçeyle alakası olmayan objeler. Bunlar aşağı yukarı 3,500 yaşında ve kraliçe, Julius Caesar’la sevişirken bu dikmeler neredeyse 1,400 yıl boyunca güneşe tapan Heliopolis şehrinde zaten vardı. Dürüst olmak gerekirse arkeologlar aslında bu objelerin bilerek zamanı ölçmek için yapıldığını ya da şans eseri gölge oluşturan masif dekorasyon objeleri olup olmadığını bilmiyorlar. Ve eğer zamanı ölçmek için yapılmış bile olsalar, boyutları gündelik kullanım için hiç de pratik olamaz, o yüzden daha küçük alternatifler aramak durumdalar. Bu tip saatlerin en basitleri gölge saatleri olarak da bilinen sade, basit bir tahtadan oluşan ve ortasına T şeklini almasını sağlayan bir parça ekli eşyalardı, aynı yarış arabalarının arkasındaki rüzgârlıklar gibi düşünün, bu sayede T şekli yerden yükselerek tahta parçasının üzerine diyagonal bir gölge düşürüyor. Güneş alçaktayken gölgeler uzuyor ve alt parçanın en ucuna kadar siyah bir kedi gibi uzanıyor, fakat sabahın geç saatlerinde ise güneş tam doruk noktasına ulaştığında neredeyse T parçasına dik gelerek gölgeleri kısaltıyor. Öğlen vakti gölge saatleri aniden kullanışsız hale geliyordu, cep telefonu standartlarına kıyasla çok ucuz bir güncellemeye ih-

18


Greg Jenner

tiyaç duyuyordu –tek yapmanız gereken doğuya bakan saati ufak bir hamleyle çevirerek batıya döndürmekti– böylece saat güneşin alçalmasını takip etmeyi başaracaktı. Ya da en azından, şu anki teoriler bu şekilde. Problem ise hiçbir kaynak –yazılı, arkeolojik ya da resim– Mısırlılardan kalan bir örneğe işaret etmiyor. Kısaca, gölge saatlerinin aslında nasıl çalıştığına dair bir fikrimiz yok. Ama güneş saatleri hakkında biraz daha tarihi bilgiye sahip olduğumuz söyleyebiliriz. Milattan önce 8. yüzyılda Mısırlılar titizce inşa ettikleri eğimli taş bloklarla güneşin gökyüzündeki pozisyonunu daha kesin konumlarda yakalayarak taş bloğun üzerinden yansıyan gölgeden detaylı ölçümler yapabilmeyi başarmışlardı. Mısırdan çıkan bu güneş saatleri milattan önce 546 Z M OEB :VOBOçTUBO B GçMP[PG .çMFUVT MV "OBYçNBOEFS UBSBG OEBO götürülmüş ve çok kısa bir süre sonra da felsefelerini birleştirerek zeytinyağıyla birlikte antik ege kültürüne karışmışlardı. Milattan önce 3. yüzyılın başlangıcıyla birlikte Chaldealı Berosus güneş saatini yeniden düzenleyerek garip bir şekle –antik bir bisiklete benzeyen– blok taşın zeminine oyulan bir saat üretti; –biraz da yapım aşamasındaki bir küvete benziyor– en önemli çalışma prensibi gnomon parçasındaydı; merkezde duran gölge üretici saati gösteriyordu. Yunan usta saatçiler sakallarıyla meşhur değillerdi tabii, yaşadıkları yüzyılın dehaları sayılırlardı fakat antik teknoloji pazarı bir grup İtalyan girişimcinin vahşi bir şekilde piyasaya giriş yapmasıyla değişecekti. Milattan önce 264 yılında bu öfkeli Romalılar Yunan kolonisi olan Sicilya adasını işgal ettiler ve kazara şehrin en popüler sakinini –çok yönlü düşünen, Eurekacı Arşimet’i– katlettiler, üstüne bir de şehrin resmi saatine de ciddi hasar verdiler.

19


Bir Günde Bir Milyon Yıl

Karmik tesadüfün bu açık örneğinde, Romalı yağmacılar gördükleri bu saatin oradaki yerel yüksekliğe (rakıma) göre ayarlandığını anlamayı başaramadılar ve Roma’ya döndüklerinde kuracakları güneş saatinin 4 derece şaşmış olduğunu gördüler, dolayısıyla zaman hep yanlış akıyordu. Yine de bu inatçı Romalılar koca saati boşu boşuna taşımış olmamak için bu haliyle şehirlerine inşa edip bir yüzyıl boyunca ziyaretçilerin şikâyetlerine kulaklarını kapattılar, en azından dürüstlerdi. En sonunda 164 yılında saatin derecesi güncellendi. Roma’nın kudreti Avrupa ve Ortadoğu’ya ulaştıkça cumhuriyetleri artık imparatorluğa dönüşmüş ve şehirler arasındaki iletişim bu dik ve yüksek güneş saatlerinin her yere yayıldığını ortaya çıkartmıştı ve bu süreçte Romalı mimar Vitruvius karmaşık bir su kemeri sisteminin nasıl yapılacağı hakkında çalışmalarını yayımlarken çoktan 13 farklı güneş saati dizaynı çizmişti bile. Hatta büyük İmparator Augustus Campus Martius’ta kocaman bir mısır obeliski inşa ettirmiş, en yakında komutanlarından Marcus Agrippa’da inşa ettirdiği tapınağın tam tepesinde güneşin belirli bir saate denk geleceği koca bir delik bıraktırmıştı. Yani anlattığımız tüm güneş saatlerine bakarsak Romalılar güneş üzerinden zaman ölçümünde bir hayli yol kat etmiş gözüküyorlar ama asıl konumuz bu da değil. Plautus’un bir oyununda geçen sahnede bir karakter öfkeli bir biçimde güneş saatine ağıt yakarak gününün çok katı geçmesine neden olduğunu ve öğle yemeğini istediği zaman yemesine izin vermediğini sahneler ama aslında Romalıların zamanın akışına çok fazla aldırış ettiklerini de söyleyemeyiz. Çağımızın takıntısı, antik çağlarda yaşayan insanlara bu denli hızlı akan zamana ayak uydurmanın ne kadar

20


Greg Jenner

çılgınca bir şey olduğunu hissettirdiğini düşünüyorum. Peki, öyleyse bizim sürekli saati kontrol etme huyumuz nereden geliyor? Belki bunun için Tanrı’yı işaret edeceksiniz ya da tek sorumlusu biz fani takipçileri de olabiliriz…

tanrı saatleri Kafanızda şu sahneyi canlandırın: şafak söküyor ve çanlar tekrar çalmaya başlıyor. Zaten bir süredir uyanıksınız o yüzden çanın sesi sizi şaşırtmıyor. Hatta bu her gün tekrarlanan bir olay ve gece gündüz demeden siz istemeseniz de sürekli devam ediyor. Duyduğunuz aslında ibadete çağrının işareti, günün ilk çanı (Lauds) WF BSE OEBO UBLçQ FEFDFL 1SçNF çMF CBƾMBZBO 5FSDF 4FYU /POFT Vespers ve alacakaranlıkta Compline ile devam eden çanlar gece vaktiyle birlikte gece bekçilerinin (Matis) sizi akşam 9’da yatağınızdan kalkmaya davet eden çanlarıyla devam ediyor, sonuncusu ise sabah 3 sularında. Ardından Lauds çağrısıyla tekrar aynı rutine başlıyorsunuz. Kulağa zor geliyor değil mi? Zaten kimse Ortaçağ’da bir keşiş olmanın kolaylığından bahsetmiyor… Eğer Ortaçağ’da bir keşiş ya da rahibe olsaydınız hayatınızın metronomik bir temposu olacaktı, bu tempo günlük ibadet saatleriyle –Kutsal Görev diğer bir adıyla standart saatler– hareket ettiğiniz bir hayattan ibaretti. 7. yüzyılda Papa Sabininan’ın düzenlemesiyle bu çanlar çalmaya başlamış ve Tanrı’nın hizmetkârlarını sürekli ibadete çağırmayı amaçlamıştı fakat zaten bu çanları duymamak gibi bir imkân olabilir miydi? Ortaçağ medeniyetinin tanrısallığı içinde Avrupalılar hiçbir zaman kiliseden ya da benzeri ibadethanelerden uzak kalamamışlardı o yüzden de Tanrı’nın kulakları sağır eden bu alarmı her zaman yanı başlarında çalı-

21


Bir Günde Bir Milyon Yıl

yordu. Kısaca, dolaylı olarak da olsa sıradan insanların standart saatlerini takip etmek gittikçe kolaylaşmıştı. O dönemlerin tek dini Hıristiyanlık da değildi. İslamiyet dünyasında da 5 vakit namaz kılınıyordu ve namazlar Ezanlar eşliğinde insanları davet ederek başlıyordu –bu sadede inananlar ve iman edenler için geçerli bir durum da değildi– ezan herkesi ibadete çağırırdı yani çoklu bir uyarı sistemi işleme konulmuştu ve beraberinde duvarlara, minarelere de güneş saatleri monte edilmişti. Fakat İslam dünyası mevsimlik saatlere çok adapte olmuş olsa da bu kültürdeki özel bir adamın Cennet ve zamanla alakalı bir takıntısı vardı aralarındaki bağlantıyla ilgileniyordu. 14. yüzyılın en önemli astronomlarından olan İbn eş-Şatir Şam’daki Emevîye Camii’nin muvakkitliğini yaparken dünya tarihine öncülük ederek eş saat aralıklı güneş saatini icat etmişti. Y NFUSFEFO PMVƾBO EçL HàOFƾ TBBUçOç Z M OEB DBNççnin minaresine monte etmiş ve saatin üzerine üç farklı gösterge yerleştirmişti, bunlar gün doğumundan başlayıp gün batımına güneşi takip ediyor ve bir tanesi de anlık olarak saati gösteriyordu. Fakat asıl yaptığı, çok ince bir hesaplamayla güneş saati başyapıtını dünyanın kutupsal eksenine paralelmiş ve birkaç çizelgenin de yardımıyla eski mevsimsel saatleri tarihe gömüp 60 dakikalık eşit saat aralıklarını yaratmıştı ve sezona göre değişmiyordu. Bu aslında zamansal modernitenin de başlangıcının geldiğini haber veriyordu, dünya o günlerde yine büyük bir değişimin eşiğindeydi ve zamanı yönetmek çok önemli bir rol oynuyordu…

22


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.