George Mann Başta Newbury & Hobbes adındaki steampunk serisi olmak üzere pek çok kitabın yazarı ve editörü olan George Mann, kısa öyküleriyle de tanınmaktadır. Ailesiyle birlikte İngilitere’de yaşayan yazarın pek çok Doctor Who kitabında imzası bulunmaktadır. Trenzalore Öyküleri’ndeki ‘Kurtlu Elma’ isimli öykünün de sahibidir.
Savaş Makineleri Orijinal Adı: Engines of War İthaki Yayınları - 1102 Yayın Koordinatörü: Tuğçe Nida Sevin Editör: Alican Saygı Ortanca Yayına Hazırlayan: Ozancan Demirışık Düzelti: Hulusi Güven Kapak Uygulama: Şükrü Karakoç Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Şükrü Karakoç 1. Baskı, Mayıs 2016, İstanbul ISBN: 978-605-375-551-7 Sertifika No: 11407 Türkçe çeviri © Aslı Dağlı, 2016 © İthaki, 2016 © George Mann, 2014 Kapak Görseli: BBC Kapak Tasarımı: Lee Binding @ Woodlands Books Ltd. 2014 Doctor Who is a BBC Wales production for BBC One. Executive producers: Steven Moffat and Brian Minchin BBC, DOCTOR WHO and TARDIS (word marks, logos and devices) are trademarks of the British Broadcast Corporation and are used under licence.
Bu eserin tüm hakları Anatolialit Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.
İthakiTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 - Faks: (0216) 449 98 34 editor@ithaki.com.tr – www.ithaki.com.tr – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652
GEORGE MANN
SAVAŞ
MAKİNELERİ
Çeviren Aslı Dağlı
.
Zaman覺 ve mek璽n覺 yaratan aileme ithafen,
.
Birinci K覺s覺m
Moldox
.
Bölüm Bir Son Dalek’i görüşünün üstünden üç gün geçmişti. İcabına baktığı her Dalek için silahının namlusuna çentik atmadan geçirdiği üç gün. Bu uzun bir zamandı. Huzursuzlanmaya başlıyordu. Neyin peşindeydiler? Dalekler, son zamanlarda şehirdışındaki yıkıntılarla uğraşmaya zahmet etmek istemezmişçesine nadiren devriyeye çıkıyorlardı. Şehirde toplanıyor, buldukları hayatta kalmayı becermiş insanları kordona alıyor ve onları orada tutuyorlardı. Planları değişmişti. Yeni bir şeyler oluyordu. Belki yeniden yer değiştirmeyi düşünmeliydi. Tam da kendini rahat hissetmeye başlamışken. Cinder, toz toprağın üstünde kılını dahi kıpırdatmadan yüzüstü yatıyor, pek yüksek olmayan dik kayalığın altındaki yolu gözetliyordu. Dalek devriyelerinden birinin bu yoldan geldiğini duymuştu ama haberi almasının üstünden bir saatten fazla zaman geçmişti. Diğer direnişçi gruplardan biri onların icabına bakmış olabilir miydi? Bu pek mümkün görünmüyordu. Öyle olsaydı şimdiye dek haberi olurdu. En azından iletişim hattından mesaj gönderirlerdi. Dalekler hayatta kalan insanlardan oluşan başka bir grupla karşılaşmıştı ve onları köleleştirmek ya da “imha etmek” –ya da onun deyişiyle gördükleri yerde öldürmek– konusunda karar vermeye çalışıyorlardı. Cinder, aklından geçenler karşısında öfkesinin ateşlendiğini hissederek silahını biraz daha sertçe kavradı. Eğer gerçekten bu yoldan gelselerdi... Perçemlerini gözünden çekti. Omuz hizasında kırpık kır9
pık kesilmiş küt saçları küllenmiş ateş rengindeydi. “Cinder”1 adını almasının asıl nedeni de buydu. Bir de Dalekler ortalığı kasıp kavurduktan sonra, çiftlik evinin hâlâ yanmakta olan yıkıntıları arasında canlı bulunan tek kişi olmasıydı. Gezegenin alevler içinde yanmasının üstünden çok uzun zaman geçmiş gibi görünüyordu. Herkes yanıp kül olduğundan beri. Cinder, Spiral’deki dünyaların her birinin akkor gibi parladığına ve Moldox göklerini aydınlattığına tanık olmuştu; her biri alevler içindeki yörüngelerden oluşan helezonlara, adları yeni yeni konulmaya başlanan yıldızlara dönüşmüştü. O zamanlar daha küçük, cılız bir çocuktu. Yine de o küçücük yaşında bile gökyüzündeki alevlerin o ve türü için ne anlama geldiğini biliyordu: Dalekler gelmişti. Tüm umutlar yitirilmişti. Moldox kısa süre sonra düşmüş ve hayat –tabii buna hayat denilebilirse– bir daha asla eskisi gibi olmamıştı. Ailesi istilanın ilk günlerinde ölmüş, saklanmak için kaçmaya çalışırken Dalek devriyelerinden biri tarafından yakılıp kül edilmişti. Cinder, tepetaklak olmuş metal bir çöp tenekesinin altına gizlenerek kurtulsa da nefes almaktan dahi korkar hâlde küçücük, paslı bir delikten gizlice bakarak, etrafında yaşanan katliama tanık olmuştu. Kendisini yeniden ses çıkarabilecek kadar güvende hissetmesi neredeyse bir yılını almıştı. Günler sonra eski çiftliklerinden geriye kalan yıkıntıların arasında aklı karışmış ve sarsıntıya uğramış hâlde dolanırken bulunmasının ardından, direnişçilerden oluşan gezgin bir grup onu yanlarına almıştı. Oysa dost bildiği insanlar bunu nezaketlerinden yapmamışlardı; o yalnızca onları amaçlarına ulaştıracak bir araç olacaktı. Saflarında, Dalekler için tuzak kurmalarına yardımcı olacak ve Daleklerin onları takip edemeyeceği küçücük yerlere girip hızla kaçabilecek çocuklara ihtiyaçları vardı. Sonraki on dört yılını savaşmayı, yıkıntılar 1 (İng.) Cinder: Kor, köz, kül. –çn
10
arasında kıt kanaat hayatta kalmayı öğrenerek ve her geçen gün biraz daha öfkelenerek geçirmişti. O günden beri yaptığı her şey –her şey– yanan öfkesinden, intikam arzusundan besleniyordu. Kıt kanaat geçinerek geçirdiği yılların ona pek faydası dokunmadığının farkındaydı. Her ne kadar kaslı olsa da zayıftı; teni solgundu ve sürekli toz toprak içindeydi, ayrıca ne zaman kırık bir aynaya ya da çatlak bir cam parçasına bakmaya vakit bulsa yansımasında gördüğü tek şey, koyu yeşil gözlerindeki acı ve pişmanlıktı. Ama artık hayatı bundan ibaretti: Yiyecek peşine düşerek günbegün hayatta kalmak ve her fırsatını bulduğunda Dalekleri avlamak. Tüm bu zaman boyunca, evrenin her köşesinde, Zaman Lordları’yla Dalekler arasındaki savaş her şeye rağmen sürüyor ve beraberinde, zamanı ve mekânı paramparça ediyordu. Cinder bunun basit, hatta tekdüze kelimelerle ifade edildiğini de duymuştu: Savaş dört yüz yıldan uzun süredir devam ediyordu. Bu tabii ki doğruları yansıtmıyordu ya da en azından konudışıydı; zamansal savaş bölgeleri evrenin yapısının öylesine uzaklarına ve derinlerine dek yayılmıştı ki bu çatışma –kelimenin tam anlamıyla– sonsuzluğu kırıp geçiriyordu. Zarar görmemiş ya da bozulmamış tek bir çağ, baştan yazılmamış hiçbir tarih kalmamıştı. Her ne kadar ironik olsa da çoğunluk buna Büyük Zaman Savaşı adını veriyordu. Cinder’a göreyse yalnızca Cehennem’di. Gözlerini çatlamış asfalt yoldan bir an olsun ayırmadan, herhangi bir işaret görmeyi bekleyerek ağırlığını bir dirseğinden ötekine verdi. Yakında geleceklerdi, bundan emindi. O günün erken saatlerinde uydu aktarıcılarından bir diğerini daha yok etmişti ve diğerlerinin yerini saptadığı devriye, durumu incelemek için olay yerine sevk edilmiş olmalıydı. Daleklere öngörülebilir denemezse başka kimseye denemezdi. Yolun öte tarafı boyunca uzanan girintili çıkıntılı, harap 11
hâldeki binaları gözleriyle tarayarak Finch’i bulmaya çalıştı. Cinder onları arkalarından birer birer haklarken Dalekleri üstüne çekme sırası Finch’teydi. Yıkıntıların içinde onu göremiyordu. Bu iyiye işaretti. Saklanmakta iyi iş çıkardığı anlamına geliyordu. Finch’in başına bir şey gelirse Cinder kahrolurdu. O, iyi adamlardan biriydi. Hatta onu arkadaşı gibi gördüğünü söyleyecek kadar ileri bile gidebilirdi. Viran hâldeki binaların yola bakan ön cepheleri kararmış ve paramparça olmuştu; bu, hem Daleklerin enerji ışınlarının hem de istilacıların ilerlemesine engel olmak isteyen insan savunma hatları tarafından kullanılan yangın bombalarının sonucuydu. En nihayetinde, ezici ihtimallerin ve gözünü dahi kırpmayan umursamaz düşmanların karşısında başarısız oldukları ortadaydı. Dalekler, son derece acımasızdı ve sadece birkaç gün içinde bütün gezegeni dumanı tüten bir harabeye çevirmişlerdi. Cinder, Daleklerin Moldox’a gelişinden öncesini doğru düzgün hatırlamıyordu bile. Parıltılı kulelere, gittikçe büyüyen şehirlere, yaban ormanlarına ve kayarcasına süzülen nakliye uçaklarıyla dolup taşan gökyüzüne dair belli belirsiz, izlenimsel hatıraları vardı. Burada, Tantalus Spirali’nde, insanlar Tantalus Gözü adını verdikleri ucu bucağı olmayan, hayaleti andıran uzamsal bir yapının çevresindeki dünyalardan oluşan devasa bir sarmalı kolonileştirerek zirveye ulaşmışlardı. Şimdi, Tantalus Gözü meydan okurcasına ona bakıyor, aşağıda gelişen olaylar silsilesini uğursuzca izliyordu. Tantalus Gözü’nün son on beş yılda bazı korkunç hadiselere şahitlik etmiş olması gerektiğini düşündü. Moldox, bir zamanlar görkemli bir gezegendi ama artık oradaki hayattan geriye kalan son kırıntılara çaresizce tutunan, ölmekte olan bir dünyadan daha fazlası değildi. Aşağıdaki yolda bir gürültü oldu. Cinder, kendini iyice toprağa bastırdı ve yolun biraz daha ilerisini görebilmek için 12
birkaç santim öne doğru sürünerek kayalığın ucundan aşağıya göz attı. Sırt çantasının kayışı rahatsızlık verici bir biçimde omzuna batsa da aldırış etmedi. Tam da tahmin ettiği gibi Dalekler sonunda geliyordu. Nabzı hızlandı. Kaç tane olduklarını görebilmek için gözlerini kıstı. Beş şekli diğerlerinden ayırt edebiliyordu ama grup iyice yaklaşıp da onları daha net görmeye başladığı anda morali bozuldu. Aralarından sadece bir tanesi Dalek’ti, sanki diğerlerini idare edercesine küçük grubun arkasında dolanıp duruyordu. Bronz zırhı gittikçe zayıflayan akşamüstü güneşinde parıldadı. Göz sapı, önündeki yolu ölçüp tartarak bir o yana, bir bu yana dönüyordu. Geri kalanı, Zaman Lordları’nın müdahalesiyle yeni ve rahatsız edici bir şekil kazanan ama yine de bir tür Dalek sayılabilecek Kaled mutantlarıydı. Bunlar, Zaman Lordları’nın büyük olasılıkla Dalek ırkının gelişiminin önüne geçme arzusuyla kök türlerinin evrimiyle oynayarak Dalek tarihini yeniden yazma çabalarının sonucu olarak ortaya çıkan Skaro Rütbesizleriydi. Ama sonuç felaket olmuştu ve Dalekler gerçeklikteki her değişime, her olasılığa sızmıştı. Durdurulamazlardı. Cinder, duruma neresinden bakarsa baksın evren Dalekleri istiyormuş gibi görünüyordu. Rütbesizlerin çoğu dengesiz, öngörülemez tiplerdi. Bu da Cinder’ın zihninde onları Daleklerden daha tehlikeli kılıyordu. Ve şimdi de burada, Moldox’ta hizmete koşulmuşlardı. Cinder, silahını –ölmekte olan bir Dalek’in zırhından koparılıp akım kaynağına bağlanmış enerji silahını– hazırladı ve kaçma isteğine karşı koydu. Artık çok geçti. Buna bel bağlamışlardı. Sadece Rütbesizlerden birinin daha önce hiç karşılaşmadıkları bir silah taşımıyor olmasını umdu. Devriye gittikçe yaklaşırken, Cinder onlara doğru düzgün bakma şansını buldu. Rütbesizlerden ikisi neredeyse tıpatıp 13
birbirinin aynıydı ve Cinder’ın daha önce onlarca defa gördüğü Rütbesizlere benziyordu: Normal bir Dalek kafasının ve göz sapının altındaki güçlendirilmiş cam haznenin içine yerleştirilmiş, havada asılı kalmış insansı bir gövdeye. Siyah renkli metal kolların üstündeki üç uzun panel, ortadaki gövdeyi yanlardan ve arkadan kuşatıyordu. Paneller, Daleklerin alışılageldik zırhlarındaki gibi yarım küre şeklinde sensörlerle bezeliydi ve her yandan, dar uzantıların üstüne monte edilmiş enerji silahları fışkırıyordu. Mavi ışık huzmeleri saçarak havada ilerleyen canavarımsı şeyler yol boyunca süzülürken, cam haznelerin içindeki kolsuz ve bacaksız gövdeler telaşlı bir şekilde kıpırdandı. Finch’in bunlara “Süzülenler” demesinin nedeni de buydu. Öte yandan diğerleri Cinder’ın daha önce gördüklerine hiç benzemiyordu. Biri yumurta şeklindeydi ve örümceklerinkini andıran üç bacağın üstüne oturtulmuştu; devasa, tüyler ürpertici bir böcek gibi tıkırtılar eşliğinde yolda ilerliyordu. Onun zırhı da Cinder’ın artık aşina olduğu yarım kürelerle bezenmişti ama bu defa sensörler kömür karasıydı ve yoğun, metalik kırmızı panellerin üstüne yerleştirilmişlerdi. Göz sapı da daha iriceydi ve gövdesinden ona uygun, sert kıllara benzeyen dört silah mevzisi çıkıyordu. Son mutant neredeyse normal bir Dalek sayılırdı. Yalnızca, genellikle manipülatör kolun ve silahın bulunduğu orta kısmı, üstüne tek ve devasa bir enerji topunun monte edildiği bir döner başlıkla değiştirilmişti. Cinder, yutkunmayı denedi ama ağzı kupkuru olmuştu. O topun ateş açmasına izin vermeyi göze alamazdı. Sonuç harap edici olurdu ve Finch’in oradan sağ kurtulması neredeyse imkânsız bir hâl alırdı. Cinder’ın ilk hedefi o mutant olmalıydı. Yıkıntılar içinde bir hareketlenme sezdi ve tek bakışla, Finch’in çoktan harekete geçtiğini ve Dalek’in dikkatini çek14
mek için bir siperden diğerine koştuğunu fark etti. Dalek de onun varlığını sezmiş olacak ki göz sapı Finch’in bulunduğu tarafa doğru döndü. “Dur! Kendini göster! Teslim olursan im-ha e-dil-me-yecek-sin.” Dalek’in kulakları tırmalayan metalik sesi, onlar olmasa bomboş olacak yolda yankılanırken Cinder’ın tüylerini diken diken etti. Yıkıntıların arasında onu ayırt etmeye, sonraki hareketini tahmin etmeye çalışarak Finch’e bakındı. Dalek’in emrine uyması söz konusu dahi olamazdı –Dalek yalan söylemiyor olsa bile imha edilmek, bu canavarların kölesi olmaktan çok daha iyi bir seçenekti. İşte oradaydı! Yanıp kül olmuş çiftlik evinden geriye kalanların hemen yanında Finch’in yeniden hareket ettiğini gördü. Dalek de aynı yöne dönüp silahını ateşleyerek birbirini takip eden üç kısa ışın gönderdi. Enerji akımının tiz sesi sağır ediciydi. Ansızın yoğun, beyaz bir ışık parlaması oldu ve sadece birkaç saniye önce Finch’in saklandığı yerin dibindeki hasar görmüş duvar, parlamayı takip eden patlamayla un ufak hâle geldi. Dumanlar durgun havada tembelce kıvrılarak gökyüzüne yükseldi. “Ara. Bul. Yok et!” diye emretti Dalek. “İnsanı bul ve im-ha et.” Rütbesizler, kuşlarınkini andıran yapay sesleriyle hep bir ağızdan, “İtaat,” dedi. İki Süzülen, ışık kargıları üstünde havaya yükselirken, diğerleri etrafa dağılıp silahlarıyla yıkıntıları taramaya koyuldu. Devriye farklı köşelere dağılmıştı ve Cinder eline geçen fırsatı değerlendirmeye karar verdi. Dizlerinin üstüne yükseldikten sonra Dalek, silahını omuz hizasına kaldırıp çentiklerle dolu namlu boyunca nişan aldı. Silahını topçu Rütbesiz’in başına doğrulttu, derin bir nefes aldı ve ateş etti. Silahtan kısa ama son derece güçlü bir enerji ışını çıktı; Cinder akımın gücü yüzünden az kalsın yuvarlanacaktı. Om15
zunun duruşunu kaybetmeden tekrar dengesini buldu. Hava buram buram yanmış ozon kokuyordu. Atışı isabetliydi; enerji ışını, mutantın bronz kabuğuna çarparak zırhın üstünde derin, siyah bir iz bıraktı ve radyasyon valflerinden birinin infilak etmesine neden oldu. Ama asıl istenen etkiyi yaratmamıştı. Rütbesiz’in kafasını görülmeye değer bir manzarayla patlatacağı yerde, yaratıkların aynı anda istenmeyen bir tepki vermesine yol açmıştı. Sarp kayalığın tepesini incelemek için başını 180 derece döndürürken, “Saldırı! Saldırı!” diye bağırdı Rütbesiz. “Dalek nötralizörü taşıyan bir kadın. İmha et! İmha et!” Cinder elindeki silaha panik içinde baktı. Yolunda gitmeyen neydi? Kendi silahlarından çıkan enerji ışınlarına hedef olan Daleklerin hayatta kaldığına daha önce hiç tanık olmamıştı. Bu yeni mutant türünün zırhı böyle şeylere karşı özellikle güçlendirilmiş olabilir miydi? Durum her ne olursa olsun becerdiği tek şey, kendi yerini ilan etmekti. Elini çabuk tutup grubun liderinin icabına bakması gerekiyordu. Silahını kaldırıp sol gözünü kapatırken hafifçe döndü ve ateşe karşılık vermeye hazırlanan Dalek’e dek uzanan hayali bir nişan çizgisi çekti. Eğreti tetiğe bastığı anda silah, yakıcı enerjiyle yüklü bir enerji ışını daha kustu. Işın hedefi bularak Dalek’i tam da göz sapının altından vurdu. Zırh tatmin edici bir çatırtıyla infilak ederken sensör kafesi parçalandı ve içindeki ölü Kaled’in biyokütlesi yere serildi. Alevler eğri büğrü yaranın kenarlarını yalarken yeşil beden acayip bir tıslama sesiyle köpükler saçarak sarsıldı. Ama Cinder’ın kutlama yapmaya zamanı yoktu çünkü yumurtaya benzeyen Rütbesiz karşı ateş açmıştı. Dört silahı, makineli tüfeklerinkini andıran sağır edici bir sesle birbiri ardına hızla patlarken kayalığın tepesindeki bereketli toprakları etrafa savurdu. Cinder, kendini geriye atıp siper almak için yuvarlandı ama çok geç kalmıştı; silahın darbesinin etkisiyle 16
gevşeyen zemin, çamurdan ve topraktan oluşan ezici heyelanla yerle bir oldu. Cinder altındaki toprağın çöktüğünü hissetti. Aşağıda toplaşan Rütbesizlere doğru çığlıklar içinde taklalar atarak yuvarlanırken tüm gücüyle silahına tutundu.
17