Anlamin dilselligi icindeki tarihsellik libre

Page 1

Anlamın Dilselliği İçindeki Tarihsellik: Gadameryan Hermeneutikte Dilsellik, Tarihsellik ve Gelenek İlişkisi Mehmet Ulukütük “Kökü mazide olan atiyim” Yahya Kemal

İnsanın “tarihsel bir varlık” oluşunun gerçekliğine ve anlama ve yorumlama etkinliklerindeki sonuçlarına yönelik en güçlü vurgu hermeneutik gelenekte görülür. Peki “tarihsel bir varlık” kavramsallaştırması tam olarak neyi ifade eder? Bu soruya verilen cevaplar insanî anlama ve yorumlama etkinliklerini kendine problem edinen her filozofa göre değişir. Aslında bu tarihten de ne anladığımıza göre de değişir. Mesela Wilhelm Dilthey‟e göre tarih ve dolayısıyla tarihsellik insanın doğması, yaşaması ve zaman içinde ölmesi gibi zaten nesnel olarak belirli ve sabit şeyleri göstermez. En temelde tarihsellik (Geschictlichkeit) iki anlama gelir: a)

İnsan kendini içe bakış yoluyla değil hayatını nesnelleştirmek suretiyle anlar. “İnsanın ne olduğunu sadece tarih ona söyleyebilir”,1 bir başka ifadeyle; “insanın ne olduğunu ve neyi istediğini tüm ayrıntısıyla olmasa da kendi varlığının yüzyıllar boyunca gelişimi içerisinde tecrübe edebilir; bu hiçbir zaman nesnel düşünceler içerisinde değil, kendi varlığının derinliklerinden çıkıp gelen yaşayan deneyim kapsamında gerçekleşir”2

b)

İnsan tabiatı sınırlandırılmış bir cevher değildir. İnsanoğlu kendi tabiatını ne olageldiğini kavrayabilmek için nesnelleştirmesi esnasında sadece zaman duvarı üzerinde resim yapmamaktadır. Bunun aksine Nietzsche gibi bir yaşam filozofu olan Dilthey‟e göre insan “henüz belirlenmemiş bir canlı” (nocn nicht festgestellte Tier) dır; bu canlı kendisinin ne olduğunu henüz belirlememiştir. Onun ne olacağı konusu, kendisinin vereceği tarihsel kararları beklemektedir3.

1

Dilthey, Wilhelm, Gesammelte Schriften, VIII. C. Göttingen: Vandenhoeck & Ruprecht, 1913-1967, s.224‟den

akratan Richard E.Palmer, Hermenötik, Çev. İbrahim Görener, Anka Yay. 2003, s. 158. 2

Dilthey, Gesammelte Schriften, VI, s.57‟den akratan Richard E.Palmer, Hermenötik, s. 158.

3

Palmer, a.g..e s. 158.

1


Tarihselliğin doğurduğu bir diğer konu ise kişinin tarihten kaçamayacağıdır. 4 Çünkü o, tarih içerisinde ve sürecinde ne ise odur. Tarihselliğin hermeneutik sonuçları anlama ve yorumlama faaliyetini de etkilemiştir. Buna göre mana/anlam dediğimiz şey her zaman geçmiş ve geleceğe uzanan ufkî/ufuksal bir bağlam içerisinde bulunur. Bu insanın kendisini anlama ve yorumlamada tarihe bağımlı olmasını ve kendi tarihsel özünü yaratıcı sınırlandırması ifade etmez. Tarihten mutlak bir kaçışın da mümkün olamayacağını gösterir.5 Bu bağlamda Dilthey modern felsefenin ilgisinin geçmişte hiç olmadığı kadar tarihe yönelmesinde büyük bir rol oynamıştır. Dilthey, modern tarihsellik düşüncesinin babasıdır. 6 Dilthey‟a

göre tarihsellik

insanın ayırt

edici

karakteristiğidir. İnsanın sabit, değişmez bir doğası yoktur. “Tarihsellik” kavramı, anlamı bakımından değişebilirliği, zamana bağlı olmayı, tarihin hep içinde bulunmaklığı ifade eder. Tarihsellik, kendi başına varolan/doğal bir olgu olmayıp, insanın bizzat kendisinin gerçekleştirdiği eylemler, değerler ve yaşantılardan oluşmuştur. İnsanın felsefede ve tin bilimlerinde (kültür bilimlerinde) bilmek/anlamak istediği şey kendi tarihselliğidir. Tarihsellik, insanın ve kültürün varoluş tarzıdır. 7 Tarihsellik kavramını kendi felsefesi için çok önemli bulan filozoflardan biri de M. Heidegger‟dir. Bununla birlikte Heidegger‟de anlamın tarihselliği düşüncesi Dilthey‟ın tarihsellik düşüncesinden önemli ölçüde farklılık arz eder. Heidegger insanın tarihselliğini, anlamanın önyapısı bağlamında ele alır. Heidegger‟in anlamanın ön-yapısı düşüncesine göre biz, sunulan bir metnin, nesne veya durumu, mevcut hal ile doldurulmuş geçici bir bilinç vasıtasıyla değil, zaten mevcut olan bir görüş metodu ve kesin düşünceye dair “ön-fikirle”ler yoluyla anlarız. Yani

4

İnsanın tarihten kaçamayacağına ve tarihsel bir varlık olduğuna yönelik vurguları başta İbn Haldun olmak üzere diğer

pek çok düşünürün yayında özellikle çağdaş İslam düşünürü Ali Şeriatî‟nin İnsanın Dört Zindanı Çev. Hüseyin Hatemi, İşaret Yay. İst. 1990, adlı kitabında en çarpıcı haliyle görmek mümkündür. Şeriati, insanın tarih, tabiat, toplum ve benlik zindanlarına mahkum olduğunu, bu zindanların insanın hayatını ve tercihlerini sınırlandırdığını ifade eder. Diğer zindanlar gibi tarih zindanına zindan adlandırmasında da görüleceği gibi olumsuz bir anlam yükler. Bu yaklaşım belki de genel olarak Ortadoğu‟da özel olarak da İran‟daki İnsan-ı Kamil felsefesinin bir yansımasıdır. Ama hermeneutik gelenekte tarih insanı sınırlandırmaz bilakis insana her daim yeni imkanlar sunar ve insan sadece tarihin içinde, tarihsellikle iç içe olduğu tarihselliğinin bilincinde olduğu zaman insan olabilir. İnsan-ı Kamil felsefesi insanı tarihselliğinden kopararak aşkın bir konuma, aydınlanma felsefesi de sadece bugüne taşıyarak insanoğlunun tarihselliğinin ıskalarlar. 5

Palmer, a.g.e. s. 159.

6

Palmer, a.g.e. s. 160.

7

Günay, Mustafa, “Düşünce ve Kültür Tarihinde Hermeneutik Gelenek”, Doğu Batı, sayı 19, Mayıs/Haziran/Temmuz

2002.

2


günümüzle bir bağlantı yapmadan tarihin net bir şekilde görülmesi ve anlaşılması mümkün değildir. Tarih ancak ve sadece günümüzde var olan bilinç vasıtasıyla görülür ve anlaşılır.8 Zira hakikati rasyonel bilgi olarak görmek demek onu kişiden kişiye aktarılan bir nesne olarak görmek demektir, halbuki hakikat onu yorumlayan kişinin özel şartlarına göre değişik özellikler gösterir

9

M. Heidegger‟in öğrencisi olan Gadamer‟in hermeneutiğine ve tarihsel bilinci eleştirisine göre geçmiş, sadece bilince ait bir nesne yapılabilecek olgular yığını değildir. Aksine o bizim her anlama ediminde içerisinde hareket ettiğimiz ve katıldığımız bir nehirdir. İşte tam da bu bağlamda gelenek; bize karşı değil ama bulunduğumuz ve sayesinde varolduğumuz bir şeydir. Gadamer‟e göre bu çoğu zaman öyle bir şeydir ki, suyun balık tarafından görülmediği gibi bizim için de o görülmezdir. 10 Bu bağlamda balığın göremediği “su” insanoğlunun tarihselliğidir ve Gadamer‟in hermeneutik deneyimi ve dolayısıyla hermeneutik anlamayı meşrulaştırdığı en önemli unsurlardan biri de, zamansal uzaklık ve bu zamansal uzaklığın bilincine varan tarihsel-etkinin bilinci, yani anlamanın tarihselliği düşüncesidir. Gadamer zamansal uzaklığı “köprüyle bağlanılabilir ya da aşılabilir bir uzaklık olmama” şeklinde tanımlayarak, kendilerini geçmiş çağın bakış açısına yerleştirerek o çağa özgü kavram ve sembollerle düşünebileceklerini sanan XIX. Yüzyılın tarihselcilerine karşı düşecek şekilde oluşturmuştur. Gadamer‟e göre, zamansal uzaklık, kapatılacak bir mesafe değil, giderek bir gelenek oluşturabilecek öğelerin yaşayan sürekliliğidir. Gelenek ise, geçmişimizden taşıyıp getirdiğimiz her şeyi aydınlatan ışıktır. Bu durumda, bize tarihin içinden gelen bir nesne, yalnızca uzaktan seçtiğimiz bir nesne değil, tarihselliğini gerçekleştiren varlığın ve tarihselliğini gerçekleştiren bilincin ortaya çıktığı „merkez‟dir. Bu tarihsel nesne, biri tarihsel gerçeklik, diğeri bu tarihsel gerçekliği bilen tarihsel anlama olmak üzere iki öğenin birliğinden oluşmaktadır 11. Bu durumun yani bu ikili diyalektik ilişkinin Gadamer‟in hermeneutiğinde meydana getirdiği bazı sonuçlar vardır:

8

Palmer, a.g.e. s. 232.

9

Snyner, John R., “Modernliğin Sonu Hakkında”, Gianna Vattimo, Modernliğin Sonu- Postmodern Kültürde

Nihilizm ve Hermenutik, Çev. Şehabettin Yalçın, İz Yay, İst. 1999, s.23 10

Palmer, a.g.e. s. 232.

11

Gadamer, Truth and Method, translation revised by. Joel Weinsheimer and Donald G. Marshall, New York. 1989,

s. 283.

3


Örneğin Gadamer‟e göre, tarihsel nesnenin iki öğenin birliği olan yapısını kavramak bizi yeni bir bilinçlenme türüne ulaştırmaktadır: Bu, tarihsel etkinin bilincidir; yani, tarihin olayların tarihi değil, etkilerin tarihi olduğunun; tarihin etkilerden oluşan bir süreç, bir gelenek olduğunun bilincidir. Bu yeni tarihsel bilinçle, anlama bir etki türü olduğunun bilincine varmakta, yani, kendisini bir etki olarak tanımaktadır. Bu bilinç, tarihsel olayların etkilerinin ya da geleneğin, kendilerini incelememizi belirlediğinin kavranmasıdır. Gadamer‟e göre, anlamadaki bu zorunlu unsurun görmezlikten gelinmesi bilimsel yöntemin özelliğidir. Deneyimi nesnelleştirme, yani onu bütün tarihsel unsurlardan temizleme girişimi, ondaki içyapıyı -tarihselliği– görmezlikten gelmektir.12 Çünkü deneyimi nesnelleştirme bir bakıma tarihin tözsel bir varlık olduğunu öne sürmedir. Çünkü tekrar ifade etmek gerekirse Gadamer‟e göre içinde kendisini tecrübe ettiğimiz tarih, olayların değil etkilerin tarihidir. Bunun yanında Gadamer‟e göre tarih duygusu, bizi, geçmişi bugünkü yaşamımızın sözde aşikâr ölçüleriyle, kendi kurumlarımızın perspektifiyle ve edindiğimiz değerler ve doğrularla yargılamaya iten doğal naifliğimizi tutarlı bir biçimde yenmek demektir. 13 Tarih bilincinin kaygısı, insanların, ya da devletlerin genelde nasıl geliştiğini bilmek değil, tam tersine, bu adamın, bu halkın ve bu devletin nasıl bu hale geldiğini, bu tikellerin nerelerden geçip nasıl tam buraya geldiğini anlamaktır 14. Bu yeni bir tarihsel bilinç düşüncesi demektir. Gadamer, bu yeni tarihsel bilinci, bireyler arasındaki Ben-Sen ilişkisine benzetmektedir. BenSen ilişkisinde, Ben, kendini ötekine açmaktadır. Kendini açmada Ben‟i yönlendiren ise ötekine hâkimiyet kurma değil, onu işitme arzusudur. Bu ilişkiye benzer şekilde, tarihsel bir olayı anlamak isteyen yorumcu, kendini geleneğe açmaktadır. Amacı, anlamak istediği şeyi baskı altına almak değil, onun sesini işitmektir. Bu açıklık –geleneğe açıklık–, onda saklı olan doğru anlamın ortaya çıkmasına zemin hazırlamak için onun benimle konuşmasına izin vermektir 15. Hemen kısaca belirtilelim ki pozitivizmin göz merkezli bilim anlayışına karşın hermeneutik gelenek kulağı yani işitmeyi tüm etkinliklerinin merkezine yerleştirir.

12

Kalaycı, Nazile, “Gadamer ve Hermeneutik”, Yeditepe'de Felsefe, Sayı: 2, İst. 2003, s. 358.

13

Gadamer, H.Georg, “Tarih Bilinci Sorunu”, Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, Çev., Taha Parla, Hürriyet

Yayınları, İstanbul, 1990, s. 84. 14

Gadamer, “Tarih Bilinci Sorunu”, s. 87.

15

Kalaycı, “Gadamer ve Hermeneutik”, s. 350.

4


Bu bağlamda bir metnin anlaşılması, tarih-üstü bir temel üzerinde kararlaştırılamaz. Anlama, tarih içinde gerçekleşen, özneler-arası bir dünya olan ve öznelliği olmayan bir geleneğin sürekliliğine dâhildir. Gelenek, tarihsel bilginin zemini olarak görüldüğü için, bunu söylemek mümkündür. Tarih, içinde düşüncenin oluştuğu veya hakikat iddialarının anlaşıldığı ve yargılandığı ortamdır16. Gelenek ve tarih tüm anlama etkinliklerine rengini veren anlamayı mümkün kılan yegâne ortamdır. Anlamanın tarihselliğinin hermeneutik bir ilke sayılması gerektiğini belirten Gadamer, Heidegger‟in anlamanın döngüselliğine dair görüşünün, “insan bilimleri hermeneutiği” önemli sonuçları

olduğunu

ifade

eder.

Heidegger‟in

anlamanın

döngüselliğini,

„Dasein‟ın

zamansallığından çıkarmış olmasının insan bilimleri açısından önemli sonuçları vardır 17. Ancak Heidegger varlığın geleceğe dönük ifşasını beklemenin onun geçmişteki tezahürlerini anlamaya çalışmaya öncelik arz ettiğini belirtir. Varlık ve Zaman adlı eserinde ileri sürdüğü Dasein‟ın gelecek açısından geçmişi anladığı iddiasını devam ettirmesine karşılık, Gadamer, zamanın gelecek boyutunun önemini kabul etmekle birlikte, geçmişin veya tarihsel geleneğin öncelik arz ettiğini ileri sürer. Bu yaklaşımını Hakikat ve Yöntem‟in ikinci baskısı için yazdığı “Önsöz”de şöyle dile getirir: “Bilim tam bir teknokrasi haline gelip, varlığı unutmanın kozmik gecesine, Nietzsche‟nin kehanette bulunduğu nihilizme neden olunca, akşam gökyüzünde batmakta olan güneşin geri dönüşünün ilk ışıklarını aramak için diğer tarafa dönmek yerine, onun son ışıklarına bakılmaz mı?”18 Öyle görünüyor ki, burada Gadamer, geçmişe öncelik vermeyi sadece bir şahsi tercih meselesi şeklinde görmemektedir, zira geleceğe dönerek beklememiz gereken şeyin ne olduğunu ve onun önemini bize öğreten geçmişin kendisidir. O halde biz her hangi bir hadiseyi anlamaya çalıştığımızda zaten geçmişin yani geleneğin etkisi altında bulunmaktayız Bu açıdan bakıldığında “gerçekte anlayan bizler değiliz: Bizim „anladım/anlamaktayım‟ dememize imkân veren şey geçmişin\geleneğin ta kendisidir”19. Burada Gadamer‟in kastettiği şey, anlama eyleminin tümüyle öznel olmadığı ve anlaşılan şey ile anlayan şahıs arasındaki ilişkiyi sağlayan şeyin tarihin kendisi olduğudur20.

16

Gadamer, “Tarih Bilinci Sorunu”, 79–106.

17

Bilen, Çağdaş Yorumbilim Kuramları, Kitabiyat Yay. Ank. 2002, s. 121.

18

Gadamer, Truth and Method, s. xxxvii.

19

Gadamer, Truth and Method, s. 300.

20

Tatar, “Hans-Georg Gadamer ve „Hakikat ve Yöntem‟ Adlı Eseri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, IX–12,13, Samsun, 1999, s. 298.

5


Gadamer‟e göre, insanın tarihle ilişkisi, özne-nesne ayrılığına dayanarak açıklanamaz; çünkü bu ilişkinin temeli olan tarihsellik, bilişsel ilişkiden öncedir. “Gerçek tarihsel nesne sırf bir nesne değil, tarih ile nesnenin birbiriyle bütünlüğüdür; o, tarihin gerçekliği ile tarihsel anlamanın gerçekliğinden oluşan bir ilişkidir” 21. Anlama, tarih tarafından belirlendiği kadar; tarih de, bizim onu anlamamız tarafından belirlenir. Tarih, insanın onu anlaması ve yorumlamasıyla oluşan bir tekâmül sürecidir. Tarihi anlama, yorumlayanın içinde yaşadığı gelenek tarafından aktarılır. Tarihsellik kavramı, insan varlığının zamansal niteliğini, insan bilgisinin sınırlılığını ve tecrübe nesnelerinin tarihsel özelliğini belirtir. Hakikat ve Yöntem‟de tarihsellik, tarihi anlamanın tahlili çerçevesinde ele alınmış ve tarihsel bilginin muhtevasının ve tarihsel olarak aktarılan şeylerin tecrübesinin de, özne ve nesnenin birlikte ait oldukları zamansal ufuk içinde gerçeklik kazandığı gösterilmiştir22. Diğer yandan tarihi anlama sürecinde öznenin kendi tarihselliği ve anlamanın tarihselliği birlikte açığa çıkar. Pek çok defa ifade ettiğimiz gibi anlama, özne-nesne ayrımına dayanarak; yani tecrübe eden özne ile nesne arasında bir ilişki olarak açıklanamaz. Yorumlayanın tarihselliği ve metnin dışında kalanların-örneğin yazarın niyeti, metnin içinde doğduğu tarihsel şartlar- silinmesi, hem anlamayı hem de yorumlamayı kapsayan iki öğedir. 23 Anlama ve yorumlama ancak bir gelenek içinde gerçekleşir. Zaten Gadamer‟in felsefi hermeneutiğinde temellendirdiği konulardan biri de bir tarihe ve dolayısıyla tarihselliğe ve geleneğe ait olmanın anlama için ne gibi sonuçları olabileceği sorusudur. Biz de yukarıda aslında bu sorunun muhtemel cevaplarını bulmaya çalıştık. Bizler, daima bir durum veya hermeneutik ortam içinde bulunmaktayız. Bu ortam hem bize bir görüş alanı sağlar hem de görüş ufkunu sınırlar. Ancak burada sınırlılık kavramı ufkun kendi içine kapalı olduğunu göstermez, zira birey kendi başına olmayıp daima başkalarıyla birlikte anlama eylemini gerçekleştirir. Bu nedenle kapalı kültür veya ufuk kavramı sadece bir soyutlamadan ibarettir. Buna rağmen kendi varlığımız dâhil genel olarak varlık, onun hakkında sahip olduğumuz bilgiyi daima aşar. Öyleyse hem ortam ve geleneği hem de kendimizi anlamamız bitmeyen bir görevdir ve bu anlamda insan tarihsel bir varlıktır, 24 doğal olarak tarihsel varlık olan insanın anlaması ve yorumlaması da tarihsel yani göreli olacaktır. 21

Gadamer, T.M. s. 299.

22

Bilen, Çağdaş Yorumbilim Kuramları, s. 120.

23

Gadamer, “Tarih Bilinci Sorunu, s. 89.

24

Tatar, “Hans-Georg Gadamer ve Hakikat ve Yöntem Adlı Eseri”, s. 299

6


Gadamer ve Heidegger bize ısrarla dilin gelenek için bir kaynak ve iletişim/anlaşma/diyalog ortamı olduğunu salık verirler. Gelenek kendisini dil içerisinde gizler,25 dil ise “su” gibi bir ortamdır. Heidegger ve Gadamer‟e göre dil, tarih ve varlıktan her birisi, sadece birbiriyle ilişkili değil, aynı zamanda birbiriyle kaynaşmış durumdadır. Öyle ki varlığın dilselliği aynı zamanda onun ontolojisi “-varlığa gelişi”- ve kendisinin tarihselliğinin ortamıdır. Varlık, bize gelenekten gelen bir mesaj olup sürekli yeniden yorumlanması gereken mazidir. 26 Varlığa geliş tarihte ve tarihe ait bir olgudur ve tarihselliğin dinamikleri vasıtasıyla yönetilir. 27 Gadamer‟in anlamın tarihselliği yönündeki hermeneutik tahlili, hakikate bireysel zihnin ve metafizik düşüncenin rasyonel prosedürünün „dışında‟ olan kamusal ve retorik (yani mantıksal ve zorunlu olmayıp, tarihsel ve mümkün olan) bir köken kazandırmak suretiyle modern metafiziğin temel kategorilerinden birini zayıflatır. Gadamer‟in hakikatin retorik mahiyeti olduğunu öne süren bu hermeneutik kuramı-yani “hakikati, dil ve dil sayesinde süreklilik kazanan geleneğin temsil ettiği kolektif bilinç ufkuna ait olma tecrübesi” gören yaklaşımı- tarihsel geleneği eleştirmeyi mümkün kılmamaktadır; sadece onun yeniden yapılandırılmasına izin vermektedir. 28 Sonuç olarak, Gadamer‟e göre, anlama, onu mümkün kılan hem de sınırlayan, diyalektik bir işleve sahip olan tarihsellik ve dilsellik olmak üzere iki ilkeye dayanmaktadır. Birinci prensibe göre, her türlü anlama belli bir toplumsal ve zamansal çerçevede, gelenek vasıtasıyla intikal edilmiş değerlerinin ve ön-bilgilerin içinde gerçekleşir. İkinci prensibe göre ise, anlama, doğası gereği dilseldir. Bu iki ilke bize “önceden” verilmiş olan, bir yandan bizim bilme özgürlüğümüzü sınırlar, diğer yandan ise her türlü anlamayı mümkün kılar. Gadamer‟e göre, ön-anlama, konu hakkındaki daha evvelki bilgilerimizden ve nesne hakkında dilde var olma kavramlarından oluşur. Gadamer‟e göre, anlama, yaşam tecrübesinin yapısına aittir. Anlama, tarih içinde gerçekleşen, özneler arası bir dünya olan ve öznelliği olmayan bir geleneğin sürekliliğine 25

Ulukütük, Mehmet, “Varlığın Evi Olarak Dilden Dilin Evi Olarak Geleneğe : Gadamer‟in Hermeneutiğinde Dil-

Gelenek İlişkisi Üzerine” , Hece Edebiyat Dergisi, Yıl:13, Sayı: 148, s.60 26

Snyner, John R., “Modernliğin Sonu Hakkında”, s.50. Yahya Kemal‟in “Kökü mazide olan atiyim” mısraları bu

gerçeği en güzel biçimiyle ifade eder. 27

Palmer, a.g.e. s. 232.

28

Snyner, John R., “Modernliğin Sonu Hakkında”, s.42.

7


dahildir. Gelenek, tarihsel bilginin zemini olarak görüldüğü için bunu söylemek mümkündür. Tarih, içinde düşüncenin oluştuğu veya hakikat iddialarının anlaşıldığı ve yargılandığı bir ortamdır. Gadamer‟e göre, tarihsellik her türlü anlamada etkin olan bir faktördür. Tarihsellik bu bağlamda iki farklı anlam ifade eder. Birincisi, her türlü anlamanın tarihsel, tecrübenin açık bir süreç olduğunu ve bir şeyin doğrudan kavranmadığını, yani bütün yargıların dolaylı olduğunu öne sürer. İkinci olarak da, anlamanın tarihselliği, anlamanın somut tarihsel koşullardan yola çıktığını, fakat aynı zamanda yeni bir ufuk ve yeni bir yorum getirerek bu koşullara katkıda bulunduğunu ifade etmektedir. Burada, yine hermeneutik devreye girmektedir. Şöyle ki, tarihi ve kültürü bilmek, onu anlamak demektir. Ne var ki, anlamanın da, mevcut tarihsellik/kültürelliğimizden bağımsız bir edim olamayacağı açıktır.

8


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.