Ruhun Ateşi
Ruhun Ateşi Ateş Dizisi II Yazan: Rita Hunter Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Editör: Aslı Güçlü Düzenleme: Ceyda Çakıcı Baş Kapak Uygulama: Berna Özbek Keleş Kapak Fotoğrafı: arcangel-images.com 1. Baskı: Temmuz 2013 ISBN: 978-9944-82-700-3 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 12280 © 2013 Rita Hunter Türkçe Yayım Hakkı: © Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti.
Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık Davutpaşa Cd. No:123 K:1 Topkapı / İstanbul Sertifika No: 16053 Tel: (0212) 482 99 10 Faks: (0212) 482 99 78 Yayımlayan: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Osmanlı Sk. Osmanlı İş Merkezi No:18 / 4-5 Taksim / İstanbul Tel: 0212 252 38 21 pbx Faks: 252 63 98 İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com e-mail: epsilon@epsilonyayinevi.com
Ruhun Ateşi AT E Ş Dİ Z İ S İ I I
Rita Hunter
Birinci Bölüm Kökten Bir Değişim... Sophie babasının elini sıkıca kavradı. Yaklaşan arabayı dikkatle izlerken bakışlarında yedi yaşından beklenildiği üzere kaygısız değil kederli bir ifade vardı. Misafirleri gelmeden çok önce acı haber evlerine ulaşmıştı. Aslında şimdiden sonra onun için misafir demek pek doğru sayılmazdı... Tanrı aşkına, zavallı Liliana için bu ne büyük bir acıydı. Sophie babasının elini daha da sıkı tuttu ve başını onun koluna yasladı. Diğer eli de annesinin eteğini pençe gibi kavramıştı. Araba Langford Malikânesi’nin taş avlusunda yavaşça durduğunda Sophie’nin heyecanı had safhaya ulaşmıştı. Arabanın kapısı açılmadan önce babası yanına çömelip yumuşak bir sesle, “Sophie, Liliana artık senin kardeşin. Sana söylediklerimi sakın unutma. Senden büyük olmasına rağmen o çok kırılgan bir çocuk. Bundan sonra ne olursa olsun onu kollamak senin görevin, anlıyor musun kızım?” diyerek ona daha önce defalarca tekrar ettiği sözleri yineledi. Sophie itaatle başını salladı. O sırada arabanın kapısı açıldı ve zarif elbisesi içinde melek gibi parıldayan bir kız çocuğu arabacının yardımıyla, tıpkı bir kraliçe edasıyla merdivenlerden indi. Daha önce Avrupa’da yaşadığı için Sophie onu ilk 5
kez görüyordu. O kadar ışıltılıydı ki bakmayı beceremediği güneşi hatırlatıyordu. İlk hareket Leydi Langford’dan geldi. Kadın ondan uzak durmaya katlanamıyormuş gibi Liliana’yı kollarının arasına alıp ona sımsıkı sarıldı. “Ah sevgili yavrum, evine hoş geldin.” Kız yüzünde beliren yürek burkan titrek gülümsemeyi daha da dramatik kılacak şekilde çenesini Leydi Langford’un omzuna yasladı ama bir şey söylemedi. Lord Langford da Sophie’yi yalnız bırakıp tüm ilgisini Liliana’ya vermişti. Sophie buna kızamazdı, kızmaması gerektiğine şartlanmıştı çünkü... Liliana o kazada anne ve babasını kaybetmişti. Elbette Sophie’den daha fazla ilgiye ihtiyacı vardı. Ama yine de anne ve babasının o melek kıza şimdiye dek sadece kendisinin sahip olduğu sevgiyi vermek için bu kadar acele etmesi çocuk aklına korkuyu yerleştirmeye yetmişti. Birden göz göze geldiler... Buz mavisi, kocaman ve bomboş bakan gözlere dikti bakışlarını Sophie. Onun adına çok üzgündü. Hatta kısacık yaşantısında daha önce hiç kimse ya da hiçbir şey için bu kadar üzülmemişti. Yavaşça Liliana’ya, bir zamanlar kuzeniyken şimdi kardeşi olan kıza yaklaştı. O sırada Lord Langford da Sophie’nin omzuna hafifçe dokunup onu Liliana’ya doğru nazikçe itekledi. “Liliana’ya hoş geldin demeyecek misin Sophie?” Sophie önce başını kaldırıp tereddütle babasına baktı, sonra da babasının sert bakışlarındaki ikazı alarak Liliana’ya döndü. “Hoş geldin Liliana.” Kız tuhaf bir şekilde gülümsedi. Çocuklar o şekilde gülmezdi ki... “Teşekkürler Sophie.” Bir saniye sonra Sophie’nin başının üzerindeki bir noktaya odaklandı. Dikkatle ve ilgiyle kuzeninin saçına bakmaya devam ederken beklenmedik bir şekilde Sophie’yi şaşırtıp panikleten bir istekte bulundu. 6
“Saçındaki kurdele benim olabilir mi?” Sophie hiç düşünmeden elini saçındaki mavi kurdeleye götürdü. O en güzel, en sevdiği ve Liliana’yı karşılamak için annesinin giydirdiği en güzel beyaz elbisesine en çok yakışan kurdeleydi. Onu sever ve onunla böbürlenirdi. Komşularının kızı Claire’in doğum gününde onu taktığında kızların hepsi hayran kalmıştı ama kimse ona sahip olmak istememişti. Onu veremezdi. Sahiplenircesine kurdelesini avucunun içine saklayıp bir adım geriledi. Olumsuz yanıtını daha iyi ifade edebilecek başka bir şey yapmasına ya da söylemesine gerek yoktu. Liliana’nın yüzündeki hayal kırıklığı bir an için içini burksa da annesinin sözlerini duyunca asıl kendisi için hissettiği üzüntüyle ağlayacak gibi oldu. “Sophie, bence kurdeleni Liliana’ya hediye etmelisin kızım. Odanda daha onlarca var.” Sophie annesine inanamayarak baktı. Odasında onlarca kurdelesi olduğu doğruydu, fakat annesi en sevdiği kurdelenin saçındaki olduğunu bilmeliydi. Büyük, yeşil gözleri yaşlarla dolmuştu. “Ama anne...” diyecekken şimdiye kadar ona sesini yükseltmeyen babasının keskin ses tonuyla şaşkına döndü, sözünü tamamlayamadı. “Annen haklı Sophie. Bence de kuzenine hoş geldin hediyesi olarak kurdeleni vermelisin. Daha önce ne konuştuğumuzu hatırlıyorsun değil mi?” Sophie birkaç saniye daha babasına baktıktan sonra kurdelesini saçından çekip çıkardı ve Liliana’nın hâlihazırda açılmış avucuna bıraktı. Liliana aniden ışıldayarak gülümsedi ve “Teşekkürler Sophie. Bu kurdele gözlerimle aynı renk, bu yüzden bana daha çok yakışacak,” dedikten sonra ev sahipleriyle birlikte Langford Malikânesi’ne doğru asil adımla ilerledi. Bu Sophie’nin kuzenine verdiği ilk ödündü ve sonuncusu olmadığı kısa süre içinde ortaya çıkacaktı... Bitmek bilmeyen isteklerin kaprislere karıştığı, adil ol7
mayan ilişkileri senelerce devam ederken Sophie bir kez bile şikâyet etmedi. Yolculuk esnasında hendeğe yuvarlanan araçtan sağ çıkamayan anne ve babasının acısı ne zaman körelebilirdi ki? Bir çocuk bunu ne zaman ve nasıl atlatabilirdi? Onun sevgiye ihtiyacı vardı. Çoğu zaman zalimce istekleriyle çileden çıkarıcı olabiliyordu ama yine de Sophie ona kızamazdı. Kızmıyordu da zaten...
Sekiz Yıl Sonra... Sophie, atı Sheba’dan zarif bir hareketle atladı ve onu otlaması için kendi haline bırakıp Jordan’ı görebilmek umuduyla etrafına bakındı. Atını dörtnala sürdüğü için onunla gelmekte ısrar eden Liliana’yı bir hayli geride bırakmıştı. Açık olmak gerekirse durumdan hiç de şikâyetçi değildi. Bu onun gerçek anlamda ilk kaçamağıydı ve rahat bırakılmaya ihtiyacı vardı. Jordan dedi içinden ve aptalca sırıtmaya başladı. Ondan hoşlanıyordu. Diğer kızların bahsettiği ya da kitaplarda yazdığı gibi aşkından kör olmuş falan değildi ama onu düşünmek bile kalp atışlarını hızlandırıyordu. Nasıl hızlandırmasın ki... O çok yakışıklı ve çok komikti. Sophie onun Liliana yerine kendisiyle ilgileniyor olması karşısında hâlâ şaşkındı. Ah, işte oradaydı. Delikanlı göle doğru eğilmiş, kumral saçlarını ıslatıyordu. Sophie ellerini sallayıp ona seslendi ve Jordan’ın acele adımlarla yanına gelmesini gülümseyerek izledi. Ne yapacağını... Ne diyeceğini bilmiyordu. Hatta Jordan ondan hoşlandığını ve kısa süre sonra ciddi niyetini sunmak üzere ailesiyle birlikte Langford’ları ziyaret edeceğini söylemesine rağmen bunun gerçek olup olmadığını dahi bilmiyordu. Elbette bu şaşılacak bir şey değildi zira Liliana etrafınday8
ken erkeklerin ilgisini çekmemeye alışkındı. On beş yıllık hayatında bunu birkaç kez görmüş sayılırdı. “Seni beklettim mi?” Jordan çapkın çapkın sırıtıp biraz da umursamazca, “Sorun değil,” deyiverdi. Bu cevap nedense Sophie’nin hoşuna gitmedi ama belli etmek istemediği için yaşına yaraşır bir pervasızlıkla omuz silkip gülümsedi. O sırada Liliana’nın geldiğini belli eden toynak seslerini işitti. Yaptıkları anlaşmaya göre Sophie’nin ilk romantik buluşmasında kuzeni yanında olacak ve böylece olayın üçünün arasında kalacağı kesinleşecekti. Fakat genç kız Liliana’yı seviyor olsa da ona güvenmemesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Onu görmezden ve duymazdan gelmeye çalışarak Jordan ile birlikte gölün etrafında yürümeye başladı. Yine de kuzeninin pembe siluetini yan gözle takip etmekten kendini alamıyordu. Tanrı aşkına, bu kadar yakında olmaması gerekiyordu. Kendini Jordan’ın aptal sohbetine vermeye çalıştıkça Liliana’nın sevimli varlığı daha fazla gözüne batar olmuştu. İşin kötüsü Jordan’ın bakışları da ara ara büyüleyici kuzenin üzerine kayıyordu. Sophie yüzünü buruşturup başını iki yana salladı. Dikkatini tekrar Jordan’a vermeye çalıştığı sırada hiç beklemediği bir şey oldu. Önce Liliana’nın pembe eteği havada dalgalandı, sonra da kızın suya düşerken çıkardığı ses yumuşak çığlığına karışarak gölün çevresindeki koruda yankılandı. Sophie şaşkındı ama korktuğu söylenemezdi çünkü kuzeni yüzmeyi biliyordu... Ya da birkaç gün öncesine dek biliyordu. Onun sular sıçratarak debelenmeye başladığını görünce dehşete kapılıp, “Lily!” diye haykırdı ve istemsizce koşmaya başladı. Jordan ise ondan önce davranıp suya dalmıştı bile. Kısa süre sonra Jordan kucağında Liliana ile kıyıya çıktı ve onu çimlerin üzerine bıraktı. Sophie telaşla kuzeninin yanına oturup uçuk sarı saçlarını yüzünden çekmeye, onu rahatlatmaya çalıştı. Lily’nin gözleri narin bir kelebek kanadı 9
gibi titreşerek açılınca neredeyse sevinçten ağlayacaktı. Ona sarılmak üzereyken kuzeni üzgün gözlerle Jordan’a bakıp genellikle istediğini elde etmek söz konusuyken yaptığı gibi ağlamaya başladı. “Çok teşekkür ederim Jordan,” derken öylesine kırılgan görünüyordu ki zavallı, aptal Jordan’ın ona kapılmamak için ne kadar şansı olabilirdi ki? Sanki Sophie orada değildi... Sanki Jordan ile buluşan o değildi. Gözleri kısılan genç kız Lily ve Jordan’a şüpheyle bakmaya başladı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama neler olduğunun farkındaydı. Bu da her zamanki numaralardan biriydi işte. Sophie kadar iyi olmasa da Lily iyi bir yüzücüydü ve boğulması mümkün değildi. O an avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Jordan’ın şefkatle onun üzerine düşmesini ve bu tatlı ilgiye minnetle karşılık veren kurnaz Liliana’nın sahte korkusunu tiksinerek izlerken ikisini de bir daha asla görmek istemediğini aklından geçirdi. Neden daha önce değil de şimdi? Sonra Jordan’ın Lily’nin ilgisini çekmeye değecek bir meziyeti olmadığını hatırladı. Ta ki şimdiye kadar... Sophie Jordan’la ilgilenene kadar ya da tam tersi. Hırsla yerinden doğrulup bir kez daha yerdeki ikiliye baktıktan sonra arkasını döndü ve koşar adımlarla Sheba’nın yanına yürüdü. Lily’nin melodik sesiyle ardından bağırdığını işitti. “Sophie, beni bırakıp nereye gidiyorsun?” Geriye dönüp bir kez bile onlara bakmadan atına atlarken Jordan’ın tenkit eden sözleri kulağına geldi. “Bu yaptığına inanamıyorum Sophie. Zavallı kızın ne kadar sarsıldığını görmüyor musun?” Sophie saatlerce ata bindi. Eve döndüğünde ise akşam yemeği hazırlıkları bitmek üzereydi. İştahı yoktu ve daha da kötüsü öfkesi durulmuş değildi. Odasına sığınmak için merdivenlerden hızla çıktı, fakat öncelikle Lily’nin kapısının önünden geçmek zorundaydı. Görmezden gelmeyi çok iste10
se de öfkesi, içinde biriktirdiği kin ancak Liliana’nın canına okursa azalabilirdi. Fazla düşünmeden - daha doğrusu hiç düşünmeden sertçe kapıyı açtı. Onu aynanın karşısında, zaten mükemmel olan saçlarına şekil verirken göreceğini ummuştu ama beklediğinin aksine Lily bembeyaz yatağına uzanmıştı. Ona ne kadar kızgın olursa olsun Sophie bu görüntü karşısında tereddüt ederek usulca içeri girdi. “Ah Sophie, nihayet gelebildin. Seni ne kadar merak ettim bilemezsin.” Sophie kaşlarını çattı. “Bana kızgın mısın Sophie? Haklısın Jordan ile gününü berbat ettim ama telafi edebilirim. Rose Anne’yi oyalamak çocuk oyuncağı. Bilirsin ben ne söylersem inanır.” Sophie bu sözler üzerine onu tokatlamak istedi. Hatta bunu yapmak üzereydi ama soğukkanlılığını korumak için derin derin solumaya çalıştı. Elbette bu çenesini kapatacağı anlamına gelmiyordu. “Nasıl bu kadar sinsi olabiliyorsun Lily? Numara yaptığını biliyorum. Jordan’ın benimle ilgilenmesine tahammül edemediğin için aramıza girdin.” Liliana hemen itiraz etti. “Bu saçmalık. Sizi izlerken ayağımı burktum ve suya düşünce yüzemedim.” Lily’nin her zaman takındığı melek maskesi Sophie böylesine öfkeli olmasaydı işe yarayabilirdi. “Seni tanıyorum Lily! Aptal Jordan’ı ayartmak istedin. Bir kereliğine dürüst olmayı dener misin? Herkes melek olduğunu düşünüyor ama ben senin içini görebiliyorum.” Liliana’nın bu ithamlar karşısında ağlayacağını ya da yumuşak, melodik sesiyle itiraz edeceğini düşünen Sophie, kuzeninin tepkisini görünce afalladı. Lily’nin buz mavisi gözleri açık renk kaşlarının altında kısıldı, yüzü ise ona hiç yakışmayan kötü bir ifadeye büründü. “Madem öyle düşünüyorsun aptal gibi davranmayı kes 11
Sophie. İyi kalpli, haylaz Sophie’ye ihtiyaç duyduğu hayat dersini vermek istemişimdir belki de...” Sophie temkinli bir biçimde yatağa yaklaştı. “Ne demek bu? Neyin peşindesin?” Liliana hoş bir kahkaha attı. “On beş yaşındasın ama beynin üç yaşındaki bir çocuğunki gibi çalışıyor. Senden sadece bir yaş büyük olup da hayatı bu kadar iyi tanıyor olmam seni hiç düşündürmüyor mu zavallı Sophie? Sana iyilik yapmaya çalışıyorum.” Sophie kuzeninin zehirli sözleri karşısında başını iki yana salladı. “Senden iyilik istemiyorum. Yaptığın kurdelelerimi, oyuncaklarımı ya da giysilerimi almanla aynı şey değil.” “Ah... Onu ayarttığımı düşünüyorsan o zaten hiç senin olmamıştır. Kendini kandırma!” “Buna karar vermek sana düşmezdi.” Sophie’nin sesi iyiden iyiye yükselmişti. “O kadar şımarıksın ki Sophie bazen buraya gelme nedeninim seni zalim dünya ile yüzleştirmek olduğunu düşünüyorum. Sayemde gerçek iyiliğin ne olduğunu anlayabileceksin.” “Hep aynı iyilik saçmalığı. Ben sana ne yapmaya çalıştığını söyleyeyim. Öyle kendini beğenmişsin ki herkes etrafında pervane olsun istiyorsun. Şımarık olduğumu iddia etmen çok gülünç çünkü sen hayatımda tanıdığım en bencil, en şımarık yaratıksın. Sırf seni sevdiğim için yaptıklarına göz yummamı aptallık olarak gördüğüne göre aynı zamanda aptalsın da.” Lily onu umursamadığını gösteren basit bir el hareketi yaptı. “Jordan’dan hoşlanmıyordun bile. Erkeklerle aran o manada hiçbir zaman iyi olmadı. Tıpkı bir erkek gibi ata pantolonla biniyorsun. Jordan’la ne yaşamayı planlıyordun? Karşılıklı iskambil oynayıp atlar hakkında konuşmayı mı? İnan bana bir erkek seninle sohbet ederken kendini yeterince erkeksi bulmuyordur. Sürekli ettiğin küfürlere ne demeli?” Sophie büyük bir içerlemeyle bir süre ne diyeceğini bile12
medi. Geçmişte de defalarca kavga etmişlerdi ama Lily’nin taktiği her zaman kırılganlık silahını kullanarak onun kendisini suçlu hissetmesini sağlamaktı. Şimdi ise kesinlikle bu kaygıda değilmiş gibi içindekileri bir bir döküyordu. “Bana kırılma Sophie, o çocuk sana göre değildi. Senden güzel birini gördüğü an seni unutan biriyle evlenmek istemezdin.” Tanrı aşkına bu nasıl bir saçmalıktı. Lily’nin ondan güzel olduğu doğruydu ama bu sıra dışı değildi çünkü Lily herkesten güzeldi. Bu durumun getirdiği riskleri dert ederek yaşayamazdı ya. “Bir daha sakın böyle bir şey yapmaya kalkma Liliana.” Lily’nin yüzü gevşedi ve büyüleyici bir gülümsemeyle aydınlandı. “Eğer seni tatmin edecekse senin de aynısını yapmana izin vereceğim. İlgimi hak eden erkeği bulduğumda onu baştan çıkarmayı dene... Son derece adil değil mi?” Sophie öfkeyle kuzeninin kolunu kavrayıp onu sertçe kendine çekti. “Sen delirdin mi?” Onun öfkesinden zerre kadar etkilenmemiş görünen Liliana gülümsemeye devam ederek, “Daha ne olsun Sophie? Sana ait olanları aldığımı söyleyip duruyorsun. Ben de sana ödeşme şansı veriyorum,” dedi ve alaycı bir sırıtışla ekledi. “Tabii bana karşı ne kadar az şansın olduğunu unutmamalısın.” Sophie ne yaptığını düşünmeden olanca gücüyle kuzenine bir tokat attı. Tiz çığlığını duyunca sakinleşeceği yerde daha da çileden çıkarak saçını kavrayıp onu yere düşürdü. Öfke ve kaos genel anlamda huzursuz ederdi, ancak Sophie uzun zamandan beri kendini hiç bu kadar canlı hissetmediğini düşünüyordu. Nasıl böyle gözünün karardığını bilmiyordu ama bu dayağın çok daha önceden atılması gerektiğini, onu hırpalamaktan aldığı keyfi hissederken çok daha iyi anlıyordu. O sırada yılan Liliana da tüm varlığıyla kendini savunmaya başlamıştı. 13
İşte bunu sevmişti. Yerde yuvarlanıp birbirlerine azami ölçüde zarar vermeye uğraşırken ikisi de oda kapısının açıldığını fark edebilecek durumda değildi. Sophie yerden kaldırıldığını, sonra da Lily’ye ulaşmasını engelleyen kolların gövdesine dolandığını hissetti. Lily savunmasız bir kedi yavrusu gibi ağlıyordu. Sophie’nin babasının gücü karşısında hiçbir şansı yoktu. Üstelik annesi de Lily’yi teselli etmeye çalışıyordu. Sophie dayanamayıp öfkeyle kuzenine doğru atılınca babası onu hızla kendine çekip yüzüne şiddetli bir tokat attı. Uyuşan yanağındaki acı anbean yükselirken Sophie yediği ilk tokadın dehşetiyle babasına bakakaldı. Lily bile hıçkırıklarını kesecek kadar şaşkına dönmüştü. Sophie elini sızlayan yanağına bastırıp birkaç adım geriledi. Bakışlarında bir pişmanlık ya da yumuşama görmeyi umarak uzunca bir süre babasına bakmaya devam etti. Lord Langford ise küçük kızının daha önce hiç duymadığı bir sertlikle ona karşılık verdi. “Vahşi hayvanlar gibi etrafına saldırıyorsun. Ben Baron Langford’um, sadece Hailsham değil tüm İngiltere bana saygı duyarken evlenecek yaşa gelen kızım beni sürekli utandırıyor.” Sophie, “Baba...” diyecek oldu ama babası izin vermedi. “Derhal odana gideceksin ve ben izin verene kadar dışarı çıkmayacaksın. Sheba’ya da el koyuyorum. Aklın başına gelene kadar kimseyle görüşmek yok. Başıboşluğunu dizginlemek için daha katı tedbirler almak zorunda bırakma beni. ” Sophie bir an için ağlamayı ve babasına yalvarmayı düşündü. Özellikle Sheba’dan ayrılmak derin bir yalnızlık demekti onun için. Ne var ki hissettiği kırgınlık ve öfke, alışılagelmiş asi davranışlara yönelmesine mani oluyordu. Çenesini kaldırıp ancak omuzlarına kadar geldiği heybetli babasına her nasılsa tepeden bir bakış attı ve diğerlerine bakmaksızın dışarı çıktı. Gözyaşları sel olduğunda ise odasının koruyucu duvarları arasına sığındı. 14
Liliana ile bir daha konuşmamaya yemin ettiyse de olaydan sadece bir hafta sonra kuzeninin özür dilemesiyle yufka yüreğinin titrediğini hissetti. Ona güvenmiyordu, hatta ona eskisinin yarısı kadar bile güvenmiyordu, ancak bir sonraki hafta bu şekilde düşündüğünü de unutmuş sayılırdı. Sonraki günlerde ise aklında kalan tek şey Liliana’nın kendisinden ilk defa özür dilediğiydi. Sophie yedi yaşından beri hayatının bir parçası olan Lily için kötü hisler besleyemezdi, çünkü onu seveceğine dair babasına söz vermişti. Daha da ötesi Tanrı’ya yemin etmişti. Onu affetmek istediğinde her zaman aklından geçirdiği gibi... Lily kadar acı çeken bir çocuğa nasıl olur da kızabilirdi insan? Aksi halde cehennemde yanması gerekmez miydi?
15