karatay fanzin | bir

Page 1

zin fan

v a s a t

mart-nisan ikibin15

|

say覺 bir

k 羹 l t 羹 r

e d e b i y a t 覺


.. oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde memelerin vardı memelerin kahramandı sonra sonrası... iyilik güzellik... cemal süreya


c h a r j Ö r Ü m Ü z kaosun ardından / arzu tekelioğlu ................................... beş

yıl: 1 / sayı: 1 mart-nisan ikibin15 yayın türü : süreli yayın imtiyaz/yayım/dizgi: emre aygül yazı işleri/editör: hale bilir ön/arka kapak: emre aygül iç kapak ve çizimler: agnes cecile | owen freeman paul maguire | codi stonerock david merrell | eric sweet kiah kiean | abby kroke aurore de la morinerie

vakit tamam / emre aygül ................................................. altı

ayna tut gönlüne / ahmet bostancı ............................... sekiz

çemb-erlenen kadın / ferhan özcan ........................... dokuz

uçmağ / havva nur kaya ...................................................... on

kadın olmak / eylem gerez ............................................... on1

sessizlik / ferhan özcan ..................................................... on2

web sitesi: karatayfanzin.blogspot.com.tr

yaslı sayıklamalar / emre aygül ....................................... on3

yazı-çizim gönderileri: karatayfanzin@gmail.com

farklı / aslı çelebi ................................................................ on4

baskı: master fotokopi ferhuniye mahallesi sultanşah caddesi no:28/b selçuklu/konya

serzeniş / hale bilir ............................................................ on5

karatay, gelir elde etme amaçlı bir yayın değildir. yazıların sorumluluğu imza sahiplerine aittir. kaynak gösterilerek veya izin alınarak alıntı yapılabilir. yazılarda dil ve yayın tekniği yönünden değişikliğe gidilebilir. yayın hakları saklıdır.

hiç / fatih çetintaş .............................................................. on6

karambol-1 / fargo ............................................................ on7

gel / ahmet bostancı .......................................................... on8


karatay manifesto

selam ey vakti duymak doruğuna varanlar, edebiyat gibi zorlu bir kulvarda attığımız bu ilk adımda bizi yalnız bırakmadığınız için size koca bi eyvallah. şimdi “neden böyle bir şeye yeltendiniz? ne gerek vardı? derdiniz ne arkadaşım sizin? ” diye soranlar olacaktır. olmasa da ben sordum ben cevaplıyorum farzedin. “sokaklar ihanet etmez !” demişti bi abimiz zamanında. aynı abimiz “beni vur beni onlara verme” de demişti ama onun konumuzla bi alakası yok. sokaklar evet evet sokaklar. yabancımız değil lan. hergün üstünde yürüdüğümüz, asfalttan yapma gelinliğiyle tecavüz ettiğimiz sokaklar. unutmamak gerekir ki biz ona ne kötülük edersek edelim er ya da geç elbet bir savunucusu bizden bunun hesabını sorar. ya kanla ya da başka bir yolla. farkındayız. safımızı seçmek zorundayız. ya sokaklardan yana olup intikam almalı ya da sürüye katılıp mahvımızı beklemeliyiz. bu katlanılmaz sancıyı çekmek istemiyoruz artık. şimdi sokaklardan yana olmanın şarkısını bestelemek üzere çıkıyoruz yola. elimizde kalemden kazmalar, vuruyoruz darbeyi çirkef sayfalara. safımız belli. işte kursağımızdaki bir bir dökülmeye hazır taşlar. işte vasatlık. işte notalar. bestelenmeye hazır namlunun ucunda sıcak ve paslı notalar. imza

karatay fanzin korosu karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

4

nato - chorjavon


kaosun ardından arzu tekelioglu

K

abuğundan vazgeçmek… Bugüne dek öğrendiklerinden, tecrübelerinden, fikirlerinden, dünya görüşünden, kutsal saydıklarından, nefret ettiklerinden, aşık olduklarından meydana getirdiğin, benliğinin etrafında bin bir emekle ilmek ilmek ördüğün kabuğu; ilk kez deneyimlediğin bir duygu yada durup dururken beynine saplanan bir soruyla yırtmak, terk etmek, vazgeçmek… Zihnine ve iç dünyana hakim olan kaos yahut eşine az rastlanır cinsten bir anarşi demek. Kişiliğine yapıştırdığın etiketleri tek tek kaldırdığın, hemen hiçbir soruya verilecek yanıtının olmadığı durumlar… Tamamen bitaraf bir hal. Aidiyet hissinden nasibini alamamışlar, bir nehirde ikinci kez yıkanamayanlar hep ama hep kafası karışık olanlar, noktalama işaretlerinden en çok soru işaretini kullananlar ördükleri kabuktan hep vazgeçmek hep sıyrılmak zorundadırlar. Bin bir zahmetle oluşturdukları kimliklerini yıkıp yeniden inşa etmeye koyulurlar. Yaşamları boyunca birçok kez. Yine yeniden… Bu durum kimilerine göre insanlığın yana yakıla aradığı, bir nevi ütopya diye anılan özgürlüğün ta kendisi, kimilerine göre kelebeğin tırtıla evirilme sürecine eş, bir takım varoluşsal sancılar . Öyle görünüyor ki, felsefi literatürde açıklama getiren, tanımlayan, kategorize eden pek çok düşünür ve pek çok görüş var. Yalnız bir tanesi var ki bir değerlendirmeden yada görüşten çok kehanet. İç dünyasına daima kaosun ve iflah olmaz bir anarşinin hakim olduğu insanlar için mutlu sonun müjdesi belki. Zerdüşt’ün ağzından kendine has şairane bilgeliğini konuşturan Nietzsche’ye ait bir yaklaşım. “ Her kaosun ardından mutlaka bir yıldız doğar.’’

arzu tekelioğlu mart-nisan iki bin on beş

axiom of choice - color of dreams

5


vakit tamam emre aygül

+ Oğlum bak dediğim gibi, köşeyi döner dönmez bana işareti çakacaksın tamam değil mi? Kulağım gözüm sende. Bak anlamadıysan bir daha anlatayım gözünü seveyim. Erdal bak ne olur anlamış ol. -Anladım dedim ya lan yeter. Aslında anlamadı evet. Birazdan hayatımın ilk ilan-ı aşkını etmek üzere tezgâhladığım bu organizasyonun kendine düşen kısmını anlamadı, kader ortağım kas kafalı kan kardeşim Erdal. o kadar tekrar etmeme rağmen birazı aklında kalsa yeterli benim için. Olsun bu moralimi bozmamalı. sınıf maçlarında Mervelerin sınıfını yenmişiz yani kim kaçırabilir keyfimi. Üç tane de gölüm var gerçi ikisi penaltıdan ama neyse. Erdal’a son tembihleri verdikten sonra geçtim saklanacağım yere. Okulun dağılış zili çalmak üzere. Bir kenar mahalle okulu için okul önü serserileri kontenjanı çoktan dolmuş gözüküyor. Okulun tam karşısındaki mezarlığın duvarı bu saatlerde neden kale arkası tribünü gibi dolu olur asla anlamamışımdır. Mezarlığın içinde ölülerin yarım metre üstünde duvara dayalı bir taşa çıkmış ve Erdal’a kafamı uzatmaktayım. Heyecanımı savuştursun diye Berivan nenenin bahçesinden arakladığımız çağlaları kemirip kemirip mezar taşlarına isabet ettirmeye çalışıyorum. Uğraş işte. Nihayet günümün soundtracki çalıyor. Ve bir aksilik çıkmazsa yaklaşık dört dakika sonra Merve buradan geçecek. Ezberlediğim ender sayısal veriden biridir. Dört dakika. Böyle şeyler yalnızca filmlerde olur sanıyordum meğer tecrübesi çok tuhafmış. Nihayet Erdal’dan işaret geldi. Anladım ki Merve sokağın başından mezarlık yoluna girmiş evine doğru yol almakta. Erdal’a baktım, işini yapmış olmanın haklı gururuyla bana bakınarak alelacele saklanıyor tozlu çalıların arasına. İyi bir emirer olacak ondan bunu bugünden hissediyorum. Merve yine her zamanki güzelliğiyle ve pembe ayakkabılarıyla tozuta tozuta geliyor. Allah’ım bu ne güzel tozuta tozuta geliş böyle. Yaklaşıyor, yaklaşıyor ve iyice yaklaşıyor. Stresten ağzımdaki son çağlanın çekirdeğini iyice kemiriyorum. Bulunduğum taştan atladım yere. Son çağla çekirdeğini izmarit edasıyla yere atıp eziyorum. Şöyle bir üstümü başımı düzelttikten sonra takılıyorum Merve’nin peşine. Daha 17 gün önce izcilik kolunda mecburiyetten tanışmıştık kendisiyle. Umarım adımı biliyordur da rezil olmam. Anlayacağınız pek bir konuşmuşluğumuz da yok. Yani karşılıklı olarak yok. Yoksa ben çok uzun zamandır onla konuşuyorum ama bir sıkıntı var o bunu bilmiyor.Bunu da hiç anlamam: ne yani aramızda iki cadde altı sokak yirmi sekiz ağaç üç devlet binası var diye beni duyamaz mı? Ama bu kez kararlıyım daha gür ve kesin konuşacağım onunla. Bilirsiniz sevmek kesin konuşmaktır. Orta hızda eşlik etme çabasındayken ‘bu kız ne ara hızlı yürümesini öğrendi’ diye sayıklıyorum kendi kendime. Yetişmekte güçlük çekiyorum lan. Böyle yürümeye devam edersem yetişemeden evine gidecek ve bütün organizasyonum çöpe gidecek. Hızlanıyorum ve evet yetiştim. Tozlanan topraklara ikindi güneşi de eşlik edince adeta bir film sahnesine dönüyor ortam. Onu gördüğüm ilk an tam da böyle hayal etmiştim ilan-ı aşk sahnemi. Daha fazla ürkütmeden seslendim: +Merve! Kendisini dansa kaldıran ikindi ışığını arkasına alarak bana döndü gözlerini kısarak: -Efendim Bekir. Sakinlik haczedilmiş Arçelik marka televizyonumuz gibiydi o vakit. Ne bana aitti ne de onu almak için yeterli çabam vardı. Allah’ım o ne güzel Bekir deyiş öyle. +Şey. Merve sana söylemek istediğim bir şey var. Gayet net bir üslupla: -Söylesene o zaman. karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

6

abdurrehim heyit - karşılaşınca


Arakladığımız çağlaların tortusuna bulanmış elimi annemin yıkamaktan bezdiği mavi okul önlüğüme sürterek temizlemeye çabaladım. Kendisine yazdığım, kâğıdını iki yüz elli bin liraya Dede Bakkal’dan aldığım kokulu aşk mektubumu çıkardım cebimden. +Aslında söylemeye utanıyorum o yüzden buna yazdım. Al. Diyerek mektubumu uzattım. Elele değme ihtimalimiz artsın diye de özellikle ona bakan tarafından tuttum mektubu. Aldı. Alırken yüzüme garip garip baktı. Mantıklı düşününce hak verdim bu garip bakışlarına. Yani şimdi ikindi vakti, sadece izcilik kolunda iki defa mecburiyetten konuştuğu bir ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi bir çocuktan süslü bir mektup kâğıdı almak onu neden garip etmesin ki? Mektubu alırken yumuşacık elleri çalıntı çağlaların tortusundan yeşile çalan elime dört saniye boyunca değdi. Evet, saydım tam dört saniye. İlk amacıma ulaştım; ona dokundum. Sıra geldi ikinci amaca. Mektubu alıp önlüğünün üstüne annesinin zorla giydirdiğini düşündüğüm kahverengi örgü hırkasının cebine attı. Sonra okurum der gibi. Hiç geciktirmeden sordum: +Neden şimdi okumuyorsun? Bağrımı delen o sesiyle: -Sonra okusam bir şey olur mu? Hem iş eğitimi ödevimiz var Büşralara gitmem gerekiyor. Beni bekliyor. Geç kalmamalıyım. +Olmaz. Ver mektubumu. Korkmuştum. Mektubumu dedikoducu Büşra’ya gösterebilirdi ve herkese rezil olabilirdim. Paniklediğimi anladı. -Niye ki? Ne yazıyor ki onda? Bekir iyi misin? +Ver sen. Ben sana doğrudan söyleyeceğim. -Neyi ya? Deyip uzattı mektubu, bir hamlede aldım. Ve yüzüne çok sağlam bir ciddiyetle baktım: +Merve belki farkında değilsin ama ben seni seviyorum. Şaşkın bir yüz hali sardı onu. Sonra birden hiç beklemediğim bir şey oldu. Elindeki beslenme çantasının en plastik tarafını suratıma geçirdi. Bense onun gözlerinden akan yaşlara saplanmıştım. Ağlıyordu ve buna ben sebep olmuştum. Sonra hiçbir şey demeden arkasını dönüp hızlı adımlarla tozuta tozuta ikindi kızıllığına karışarak kayboldu. Bense şaşkınlıktan ve biraz da kaybetmişlikten olsa gerek hiçbir şey yapamadan öylece saplandım olduğum yere. Garip bir arabesk sardı sanki çehremi. Kontrol edemediğim garip bir arabesk. Kaybedişime şahit olan kızıllığa, gözlerim dolmuş vaziyette bakakaldım öylece. Biraz sonra Erdal geldi. Beni tanıdığından olsa gerek hiçbir şey demedi, elini attı omzuma teselli manasında iki kez vurduktan sonra o da kızıllığa doğru üzgün bir halde karıştı gitti. Bekliyordum öyle anlamsızca, öyle ümitsizce. Bir ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi olarak değil. Bu kez terkedilmiş bir “adam” olarak bekliyordum. Çehremi saran arabesk bana doğru sesleniyordu sanki. Onu duyuyordum: “Seninle bir bütün olabilirdik Hoşça kal canımın içi, hoşça kal.” Çalan sesin yoldan geçen Hafız Abi’nin şahininden geldiği belliydi. Aynı zamanda kaybedişimden de haber veriyordu; bana ele, âleme. Bir veda havası bu olsa gerek.

emre aygül mart-nisan iki bin on beş

ahmet kaya - bir veda havası

7


ayna tut gönlüne ahmet bostancı

Sevgi gökkuşağından ayna tut gönlünün kıvrımlarına, Kapatma yüreğini yalnızlıklara, kaybetme yıldızlarını mahzenlerde, Tutmasın aşkın elinden keder, tasa, dem. Zümrüt bakışların kaldıramazsa gönül yükünü O zaman dökülür gözyaşım Nuh tufanına denk. Gözlerinden ayna tut gönlünün karanlık merdivenlerine, Yüreğinin derinliklerine takılıp düşerse kelimeler; Tut kaldır elinden, sil gözyaşını cümlelerin, Varsın devrik, varsın eksiltili, varsın yarım kalsın, Senin sevdanı anlamlandırmak için değil miydi bu çaba? Sevgi mahşerinden ayna tut gönlünün açılmamış kapılarına, Yalnızlıklar olmasın kalbinin tahtında, Sevmek güzel de sevilmek değil midir vazgeçilmez olan? Sevgiyle tutun ki seni gönülden sevene, O da olsun sana hayata sayfa aralığın, durağın, son noktan. Martıların çığlıklarından ayna tut gönlünün engin denizlerine, Onlar değil midir vapurun en vazgeçilmezi? Sessiz kalmasın yüreğinin en kuytu köşesi bile. Hayat yolunda herkesi martı etme kendine, Gönlünün kaptanını yüreğinin pusulası olanı yap. Sonsuz ufuklardan ayna tut gönlünün çıkmazlarına, Yüreğinin hırçınlığı adres olmuştu bana ama nafile, O çıkmazlarda kaybetmiştim gülüşünü, nefesini, seni. Zaman bu halimize tebessüm ederken Belki de hatırlanmayacak bu koşuşturma, bu sevgi seli. Vakit sensiz geçen günün ertesi, Bir yanda mazinin sükûtu, Bir yanda gözlerimde ebediyet uykusu, Şafak vakti penceremden süzülen ışık ise; Gönül yükümün hafiflediğinin alâmeti.

ahmet bostancı karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

8

farid farjad - taghtam deh


çemb-erlenen kadın ferhan özcan

Ben bir kadınım. Topuklu ayakkabılarımla, uzun cilalı tırnaklarımla, boyalı saçlarım, rujla tamamlanmış dudaklarım, mini eteklerim, ok gibi hücuma hazır kirpiklerimle toplumdan kabul görmeyen ama yılmayan koskoca güçlü bir kadınım. Ben... Kadınım! Yaratılışı gereği yirmi sekiz güne bir regl ağrısı çeken, fiziksel güce karşı koyamayan, beyninin sağ tarafı ile yani hisleri ve duyguları ile hareket eden, sabah kahvaltı hazırlaması, akşama yemek yapması beklenen, çamaşırları yıkayıp ütülemesi gereken, evin temizliğini yapıp ailesine karşı tüm sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlü olan, bütün hayatı boyunca küçük ya da büyük sıkıntılarını içinde yaşamak zorunda olan, ceketini alıp semtinde yürüyüşe çıkamayan, yüksek sesle kahkaha atamayan, sevenlerini izin verilirse seçmekle yükümlü olan ama kendisini sevmeyen herhangi bir erkeğe hislerini dile getiremeyen, zamanı gelince evlenmesi beklenen, evlenmeden ailesinin yanından ayrılıp tek başına bir eve yerleşemeyen-düzenini kuramayan, karnına bir sıpa yüklenen, sırtına bir sopa vurulan, ekmeği elinden alınsa da sesini çıkartmaya hakkı olmayan, altın bileziği olsa da bileğinde; acizliği bir türlü soyunup atamayan bir kadın. Güçlü kadınım ben. İçim dışım bir(!) Gösterilen ile beklenen bir. Köpeğin bile dişisini gördüklerinde saldıran bu zihniyeti içime sindirdiğim korkumla yenemiyorum. Yenebilmem için kanun koyucuların iyi hallerine takılıyorum. Ben kadınım ya, güzelsem tecavüze, çirkinsem başına çuval geçirilip yine tecavüze uğramaya hak kazanıyorum. Evet hak kazanıyorum diyorum; çünkü bu erkekler için erkek egemen toplum için bize verilmiş bir hak! Neden mi? Çünkü kadın oluyorum! Engelliysem anlamlandıramadığım bir şeyle bana yapılanları kabul etmek zorunda kalıyorum. Sonrası mı? Ben kadınım ya ölüyorum, ya da ölürken vücuduma giren tohumu aldırırken ikinci kez yine ölüyorum. Ben henüz on yedi yaşında lise öğrencisiyken sevgilisi tarafından kıskaçlık uğruna başı gövdesinden ayrılan bir çöp konteynerinde parçalanmış halde çöp toplayıcısı tarafından bulunan Münevver Karabulut’um. Ben boşandığı kocası tarafından on bir defa bıçaklanarak en büyük kızının doğum gününde öldürülen arkasında üç kız evlat bırakan Ayşe Paşalıyım. Ben üniversite öğrencisiyim. Okuldan sonra arkadaşıyla vakit geçirdikten sonra minibüse binen ve minibüs şoförü tarafından önce tecavüze uğrayan, şah damarı kesilen sonra yakılan ve cesedi bir dere kenarında bulunan Özgecan Aslan’ım. Ben Diyarbakır’da yaşayan üç çocuk annesi olan henüz Özgecan Aslan’ın ölüm haberlerinin tv’de yayınlandığı günlerde kocası tarafından bıçaklanarak öldürülen Meryem Yılmaz’ım. Çoktan yıldırılmış bir kadın. Ben sekizine varmadan ergin olan, hem çocuk hem de kadın, on ikisinde ana olan ÜNZİLEYİM. “Enginarın bile kalbi var bayım siz bir sebze bile olamıyorsunuz.” Siz sadece kirli ellerinizle Dünya’yı yaşanmaz bir gezegene çeviriyorsunuz. Siz fiziksel gücünüzle fazlalığınızı kimyasal bir silah gibi kullanıyorsunuz. Biri dur desin içi ile dışının bir olmasına izin verilmeyen kadınlara. Biri şu kendini bilmez kadınların(!) hakettikleri şiddete, tacizlere, tecavüzlere ve ölmelerine DUR desin.

ferhan özcan

mart-nisan iki bin on beş

apocalyptica - nothing else matters

9


10

uçmag | havva nur kaya

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı


kadın olmak eylem gerez

Siz kadın olmak nedir bilir misiniz? Bilir misiniz, hava kararınca eve dönüş yolundaki adımların hızlanışını, bomboş yolda bir aile görmek, kendiniz dışında bir kadın daha görmek için edilen duaları, o ailenin arkasına takılıp adımları yavaşlatmayı daha hızlı yürüyebilmek için dinlenme isteğini, bir erkeğe yüz vermediğinizde “acaba başkalarına benim hakkımda kötü konuşur mu?” düşüncesini, konuştukları zaman insanların sizin yüzünüze iffetsizmişsiniz gibi bakmalarını. Çantanızda küçük bir çakı taşımayı bilir misiniz mesela? Nasıl kullanılacağını dahi bilmeden, sadece korunma amaçlı taşımayı.Yolda yürürken atılan onca seviyesiz lafı, değil yaşıtınızdan evinizde baba, dede dediğiniz insanlarla yaşıt kişilerden duymayı bilir misiniz? O lafları duymamak için kulaklığınızın sesini sonuna getirmeyi, yanlarından geçmek zorunda kaldığınızda bir kulaklığı tedbir amaçlı çıkarıp, sürekli arkanıza bakmak zorunda kalarak yolunuza devam etmeyi bilir misiniz mesela? Yanınızdaki erkek arkadaşlarınıza “beni eve bırakır mısın tek başıma gitmeye korkuyorum?” diyemeyip “ben tek başıma giderim” demeyi bilir misiniz? Birini sevmekten korkmayı, elini tutmaya çekinmeyi, severek her gün başınızı yastığa koyduğunuz, uyanırken aklınıza ilk gelen kişiden ondan ayrıldıktan sonra arkanızdan konuşulan o çirkin lafları duymamazlıktan gelmeyi bilir misiniz? Peki, daha yaşıtlarınız bebekleriyle evcilik oynarken elinizden oyuncağınızın elinizden alınıp tanımadığınız, kendinizden yaşça büyük birinin karısı olup onun yatağına zorla girmeyi, korktuğunuzu ailenize dahi söyleyememeyi bilir misiniz? Çocuk sayılacak yaşta bebeğinizi kucağınıza almayı bilir misiniz mesela? Teninize, tanımadığınız bir erkeğin dokunmasını bilir misiniz? Sevmediğiniz biriyle evlenmeyi, ondan yediğiniz dayaklara ses çıkaramamayı, karşı koyamamayı, gücünüzün yetmeyişini, buna rağmen çocuklarınıza belli etmemek için gizlice köşelerde sessiz sessiz ağlamayı bilir misiniz? Uğradığınız tacizi, tecavüzü utancınızdan kimseye, ailenize dahi söyleyememeyi bilir misiniz? Şiddet görmüş, tacize, tecavüze uğramış, öldürülmüş, çocuklarıyla sokağa atılmış, çocuk yaşta kadın olmuş, bu kadınları bilir misiniz? Tecavüze uğrayıp, vahşice yakılarak öldürülmüş, ömrünün baharında canından olmuş gencecik bir kadının tabutunu sadece ve sadece bir erkek eli daha değmesin diyekadınların taşımalarını görüp ağlamayı bilir misiniz? Peki, neden ağlıyorsun sorusunu cevaplandıramayacak kadar kadınlığına kırılmak, utanmak nedir bilir misiniz? Siz Türkiye’ de kadın olmak nedir bilir misiniz?

eylem gerez mart-nisan iki bin on beş

balmorhea - remembrance

11


sessizlik

ferhan özcan

Gölgeler var kaldırım kenarlarında Fısıldaşmalar dalgalanıyor Islak tütünden dumanlar yükseliyor Bulvarda it yavruları baygın Yorgun muhabbetler köhneleşmiş Sessiz ol ve istenildiği gibi yaşa Dar perspektif seni ortadan ikiye ayırır yoksa Dinle Dalgalar yutacak seni Bekle Gölgeler terk edecek yerini.

ferhan özcan

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

12

faran ensemble- dune


yaslı sayıklamalar emre aygül

karanlık ağıtlar duyuyorum sabaha karşı sırtın ve yükün katlanıyor durmadan bir kadındı çağrılan gökten yüzü boydan ve kanlı bir kadın çirkef sulardan bu yanla benim yüzüm yıkalı kötü şairlere bebek kesmiş bir kadın hükmü yok kaygımı taşıyan paragrafın korkak bir diri omzumdan kül saçıyor imla diz çöküyor önünde vel asr’ın buyruğumu zorlayan bu kıtlık derime küfrü yaslıyor. saklanıyor çocuklar yağmurun elinde taşların bu kez ağır, ben bu kez hayli kederliyim bendim döl, kan ve soğuk ter içinde kadın soruyor neden insan katliam kusar neden alnımı alnına neden germeliyim. bana bir kaburga gerek kadından ve sorudan ancak izin yok adımın üstündeki telaş beni neyden edecek bilmiyorum derimi saran düğümden kaçış yok yürüyorum dudaklarımda çığlık ve siyanür dağlarımda kirli jazz yürüyorum alnımda utandıran küfür izi elimde yılgın demet, elimde taze kan çiçekleri.

emre aygül mart-nisan iki bin on beş

imamyar hasanov- gönlüme

13


farklı aslı çelebi

çocuklar oyun oynuyorlar. tanımadan ekmeklerini paylaşıyorlar. alevi, sünni, hristiyan, musevi, siyah, beyaz, zengin, fakir, türk, kürt, alman, ispanyol, arap, ermeni… henüz bilmiyorlar. bilmiyorlar ki, büyüdükçe büyükler onlara farklılıklarını öğretecek. bilmiyorlar ki, bu farklılıklar büyüdüklerinde arkadaşlıklarının bile önüne geçecek. kemalist, nurcu, mason, laik, muhafazakâr, liberal, komünist, sağcı, solcu, ocu, bucu, ve daha yüzlercesi. hepsinden önce insan değil miydik? hepsinden önce insan değil miyiz? aynı toprakların çocuğu olmamak ne mümkün. aynı yerkürenin üzerinde aynı gökyüzünün altında yaşarken. denedim… anlamaya çalıştım. anlayamadım. farklılıkların neden sorun olduğunu. anlatamadılar ya da ben anlayamadım. aslı çelebi karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

14

amel mathlouthi- naci en palestine


serzenis hale bilir

Unutan insanlar olmadık mı biz de? Evimize gelip televizyon izlediğimizde ya da başımızı utanmadan sıkılmadan rahatça yastığa koyup üçüncü rüyasına dalan sebepsiz ve belki de amaçsız bireyler. En çok da haykırdığımız günleri unutmak zoruma gitti. Kim bilir onlar ne kadar dargındır bizlere. Haklardan nutuk atarken iş telaşına mı kapıldık en acısı unutulmaya değer mi gördük? Birbirimiz için, yaşadıklarımız için uykularımız kaçmıyorsa, dualarımıza bile geç kalıyorsak, hemen iki gün sonra başlatıyorsak eğlence masalarını biraz da benciliz demektir. Biz olamıyoruz birleşemiyoruz demektir. Çok da güzel bahaneler buluruz kendimize. Bizden öncekiler de bulmuş merak etmeyin. “Ateş Düştüğü Yeri Yakar”. Ne de çok duydunuz değil mi büyürken? Sahi ateş, yalnızca düştüğü yeri mi yakar? Gelin bir daha beraberce düşünelim. Van’da bir baba sağlık görevlilerini beklerken üç yaşında ki oğlu ölünce cenazesini çuvalla sırtında taşımıştı. Ayrım yapmadan o bu demeden söylüyorum çocuklarımız öldü, öldürüldü. 13 Mayıs Soma. 301 madenci ve arkasında bıraktıkları 301 aile. Ve bizler burada onlar için bir dakikalık saygı duruşuna geçemezken onlar yine kirletecekleri sedyeyi düşünmüşlerdi. Komşu ülkelerde hayat durmuştu, çocuklar, anneler ve babalar öldürülüyordu. Ülkemizde şehitler hala bitmiyor. Bizim savaşamadığımız uyuşturucu her gün hala can alıyor. İşçi kazalarında başı çekiyoruz. Derken Ermenek’te bir maden faciası daha patlak veriyor. Daha bugün bir can daha yanıyor bak bu ülkede. Kadını erkeği tecavüze başkaldırıyor. Bir sene nasıl geçmiş kısaca özeti bu. Yas mı tutalım her gün ağlayalım mı diye sormayın. Yapılacak çok şeyler var. Yapmak isteyerek başlasak iki belki üç olsak. Ben kimim diyip de kendini sakın küçük görme. Sadece zaman ayır ve biraz düşün. Unutmadan, uyuşmadan belki sadece dualarımızla yan yana olalım. Gelin şu unutkanlığı üzerimizden atalım. Biraz işçi olalım, biraz kadın biraz çocuk. Ama bir olalım hiçbir şeye bağlı kalmaksızın insan olalım. Sözde modernizmin uyutucularına fırsat vermeden düşünen, çabalayan, utanan ,seven, kendini ateşin içinde hissedenlerden olalım. Bu bencillik biz’i yakar biz’i bozar.

hale bilir

mart-nisan iki bin on beş

rim banna - sarah

15


16

hiç | fatih çetintas

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı


karambol-1 fargo

selam n’aber sayın okuyan? sayın okuyan da ne garip bi hitap lan öyle. neyse bu sayfayı ilk açışının şerefine bir tanışma şeysi yapalım derim seninle. baştan söyleyeyim öyle entel bir kişiliğim yok. standart bir üniversite öğrencisi gibi yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. bu yazma işini de nedenini bilmediğim halde tamamen hayrına yapıyorum. zaten benim gibi üşengeçlikte sınır tanımayan bir herifi nasıl buraya yazar yaptılar anlamış değilim. ha para vermiyorlar o ayrı mesele tabi. ama editör kaşındıysa bize de bu sayfalardan kovulana kadar yazmak düşer. nick kullanmamın çok özel bir sebebi yok zaten ismimi söylesem de beni tanımanın imkânı yok. nick olayını uyuzluğuna yapılmış bi hareket olarak nitelendirelim. bize ayrılan sayfalarda seninle aklına gelebilecek her türlü konuya atlayabiliriz. aklında bulunsun. ha editör sövmesin diye edebiyatın genel konularına da bir el atarız belki. ama onların dışında; vay efendim aşkmış yok sevdaymış gibi konulara da gireriz eserse. güvenden bahsederiz, güvensizlikten, dostlarını çekiştiririz biraz. sonra ihanetten konuşuruz. lan bakarsın bir de şiir patlatırız. şiire söz vermiyorum ama. anlayacağın çok geniş alıcaz virajı yazılarda. bazen yapıştırıp anlatırım bir sürü şey. Görürsün; sen de insanın ne kadar basitken ne kadar karmaşıklaştırdığını hayatımızı. bazen de anlarsın; aslında karmaşık gelenin, sadece saçma oluğunu. ‘tıpkı son iki cümlem gibi’. sürü psikolojisinin günümüzde aldığı halden çok ama çok bahsedicem sana. herkesin sürü psikolojisinden kaçmaya çalışırken buna yakalandığı gerçeğini sövülesi gerçekliğiyle konuşucaz. ‘’sana filleri düşünme desem ne düşünürsün?’’ sorusuna sen de ‘’atları’’ cevabını yapıştırıyorsan seninle bu psikoloji üzerindeki sohbetimiz baya haşin geçicektir emin ol. daha çok konu var konuşulacak. zaten hızımızı alamazsak bi yan sayfadaki ya da diğer sayfalardaki yazıları da değerlendiririz. değerlendirme dediğim öyle edebi değil lan. bildiğin pislik yaparız, çamur falan atarız. bendeki bu rahatlıkla da çok sürmez buralardan dışlanırız, muhabbeti bitiririz. bu yazı başta da dediğim gibi tanışma şeysi oldu. kusuruma bak. asıl dalga bir dahaki sayıyla başlicak sayın okuyan. ilk sohbetimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. üşenmez yetiştirirsem ikinci sayıda görüşmek üzere. hadi bakalım selam söyle..

fargo mart-nisan iki bin on beş

mehmet erdem - olur ya

17


gel ahmet bostancı

Yokluğunla cezalandırma cenneti Sevdanın mahşerinden çık da gel. Olmasın artık bu gönül sevgine firari Gönlümü gönlüne sar da gel. Sesinle yön ver hayat satırlarıma En güzel musikim ol da gel. En büyük hediyeyi ver sol yanıma Gözlerimi gözlerinden tut da gel. Bekletme seni seveni çıkmaz sokağın durağında Olmazları kalbinin uçurumundan at da gel. Umutların tükendiği bu son anımda Efkârımı gamzene göm de gel. Dudaklarından dökülenler benim kelime hazinem Hayatımın ana karakteri ol da gel. Geleceksen bir gün bekler bütün hayatım Alın yazıma yazıl da gel. Beklenen sensin ey çocuksu sevdam Hayatıma güneş ol da gel. Sensiz geçen bu anım tek çaresizliğim Çaresizliğime çare ol da gel.

ahmet bostancı

karatay fanzin vasat kültür edebiyatı

18

palwan halmyradow - soltanym


Boğazımızı düğümleyen bir şeyler var. Alnımızda sıcak notalarla çıktık sokaklara. Bizimle aynı cepheyi paylaşmak isterseniz, yazılarınızı çizilerinizi karatayfanzin@gmail.com adresine bekleriz.

facebook.com/karatayfanzin | twitter.com/karatayfanzin | issuu.com/karatayfanzin | karatayfanzin.blogspot.com


“kuşlar ölürlerse yere düşerler yere düşerler ve onları hep Zehra toplar.”

1


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.