Megaron 2018 / 1

Page 1

E-ISSN 1309 - 6915

E

M GARON YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ E-DERGİSİ YILDIZ TECHNICAL UNIVERSITY FACULTY OF ARCHITECTURE E-JOURNAL

PLANLAMA, MİMARLIK, TASARIM VE YAPIM PLANNING, ARCHITECTURE, DESIGN AND CONSTRUCTION

CİLT (VOLUME) 13 - SAYI (NUMBER) 1 - YIL (YEAR) 2018

INDEXED IN

Web of Science EMERGING SOURCES CITATION INDEX HHH

Web of Science, Emerging Sources Citation Index, Avery Index (AIAP), TÜBİTAK ULAKBİM, EBSCO Host Art & Architecture Complete, DOAJ, Gale/Cengage Learning, Akademia Sosyal Bilimler Indeksi (ASOS indeks), DRJI ve Ulrichs dizinlerinde yer almaktadır.

KARE

Indexed in Web of Science, Emerging Sources Citation Index, Avery Index to Architectural Periodicals (AIAP), TUBITAK ULAKBIM, EBSCO Host Art & Architecture Complete, DOAJ, Gale/Cengage Learning, ASOS Index, DRJI, and Ulrichs.


PLANLAMA, MİMARLIK, TASARIM VE YAPIM YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ E-DERGİSİ

PLANNING, ARCHITECTURE, DESIGN AND CONSTRUCTION THE E-JOURNAL OF YTU FACULTY OF ARCHITECTURE

GENEL YAYIN YÖNETMENİ (MANAGING DIRECTOR)

Gülay Zorer Gedik Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi

EDİTÖR (EDITOR) Asuman Türkün Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi

YARDIMCI EDİTÖRLER (CO-EDITORS) Nilgün Çolpan Erkan (Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi) • Çiğdem Canbay Türkyılmaz (Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)

YAYIN KURULU (ASSOCIATE EDITORS) Füsun Çizmeci (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) • Ömür Barkul (Yıldız Technical University, Turkey) Nuri İlgürel (Yıldız Technical University, Turkey) • Funda Kerestecioğlu (Yıldız Technical University, Turkey) Sırma Turgut (Yıldız Technical University, Turkey) • Senay Oğuztimur (Yıldız Technical University, Turkey) Gökçe Tuna Taygun (Yıldız Technical University, Turkey) • Banu Çelebioğlu (Yıldız Technical University, Turkey) Esin Özlem Aktuğlu Aktan (Yıldız Technical University, Turkey) • Senem Kaymaz Koca (Yıldız Technical University, Turkey)

BİLİMSEL DANIŞMA KURULU (EDITORIAL BOARD) Ali Madanipour (Newcastle University, UK) Ana Rita Pereira Roders (Eindhoven University of Technology, Holland) Anna Geppert (Paris University, Sorbonne, France) Ashraf Salama (Katar University, Qatar) Asuman Türkün (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Ayda Eraydın (Middle East Technical University, Ankara, Turkey) Ayfer Aytuğ (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Ayşe Nur Ökten (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Birgül Çolakoğlu (İstanbul Technical University, İstanbul, Turkey) Can Binan (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Cengiz Can (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Fatma Ünsal (Mimar Sinan Fine Arts University, İstanbul, Turkey) Görün Arun (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Gül Koçlar Oral (İstanbul Technical University, İstanbul, Turkey) Gülay Zorer Gedik (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Henri Achten (Czech Technical University, Czech Republic)

İclal Dinçer (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) İlhan Tekeli (Middle East Technical University, Ankara, Turkey) John Lovering (Cardiff University, UK) Jorge M. Gonçalves (Tecnico Lisboa, Spain) Müjgan Şerefhanoğlu Sözen (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Neslihan Dostoğlu (Culture University, İstanbul, Turkey) Nur Urfalıoğlu (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Nuran Kara Pilehvarian (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Simin Davoudi (Newcastle University, UK) Tülin Görgülü (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Tuna Taşan Kok (University of Amsterdam, Holland) Willem Salet (Amsterdam University, Amsterdam, Holland) Zekiye Yenen (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey) Zeynep Ahunbay (İstanbul Technical University, İstanbul, Turkey) Zeynep Enlil (Yıldız Technical University, İstanbul, Turkey)


PLANLAMA, MİMARLIK, TASARIM VE YAPIM YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ E-DERGİSİ

PLANNING, ARCHITECTURE, DESIGN AND CONSTRUCTION THE E-JOURNAL OF YTU FACULTY OF ARCHITECTURE E-ISSN 1309 - 6915 CİLT (VOLUME) 13 - SAYI (NUMBER) 1 - YIL (YEAR) 2018

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi adına Sahibi (Owner) Genel Yayın Yönetmeni (Managing Director) Editör (Editor) Editör yardımcıları (Co-Editors)

Gülay Zorer Gedik Gülay Zorer Gedik Asuman Türkün Nilgün Çolpan Erkan Çiğdem Canbay Türkyılmaz

Yazışma adresi (Correnspondence address) Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Merkez Yerleşim, Beşiktaş, 34349 İstanbul, Turkey Tel Faks (Fax) e-posta (e-mail) Web

+90 (0)212 383 25 85 +90 (0)212 383 26 50 megaron@yildiz.edu.tr www.megaronjournal.com

Yayına hazırlama (Publisher): KARE Yayıncılık | karepublishing Tel: +90 (0)216 550 6 111 - Faks (Fax): +90 (0)216 550 6 112 - e-posta (e-mail): kareyayincilik@gmail.com Yayınlanma tarihi (Publication date): Ocak (January) 2018 Yayın türü (Type of publication): Süreli yayın (Periodical) Sayfa tasarım (Design): Ali Cangül İngilizce editörü (Linguistic editor): Susan Atwood Megaron amblem tasarım (Emblem): M. Tolga Akbulut

Yılda dört sayı yayımlanır. (Published four times a year). Web of Science, Emerging Sources Citation Index (ESCI), Avery Index (AIAP), TÜBİTAK ULAKBİM, EBSCO Host Art & Architecture Complete, DOAJ, Gale/Cengage Learning, Akademia Sosyal Bilimler Indeksi (ASOS indeks), DRJI ve Ulrichs dizinlerinde yer almaktadır. Indexed in Web of Science, Emerging Sources Citation Index (ESCI), Avery Index to Architectural Periodicals (AIAP), TUBITAK ULAKBIM, EBSCO Host Art & Architecture Complete, DOAJ, Gale/Cengage Learning, ASOS Index, DRJI, and Ulrich’s. © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture Türkçe ve İngilizce tam metinlere Internet ulaşımı ücretsizdir. (www.megaronjournal.com) Free full-text articles in Turkish and English are available at www.megaronjournal.com.

KARE


İçindekiler / Contents Megaron 2018;13(1) MAKALELER (ARTICLES) MİMARLIK (ARCHITECTURE) Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching Mimari Tasarım Stüdyosu Eğitiminde Ana Tasarım Sorusu Olarak Biyofili Sevinç Kayıhan K, Özçelik Güney S, Ünal FC........................................................................................................................1 The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç Cittaslow Yalvaç’ın Kentsel Koruma Yaklaşımı Özmen A, Can MC...............................................................................................................................................................13 Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli A Proposed Method for Decisions on the Rehabilitation of Building Facades Erturan B, Eren Ö................................................................................................................................................................24 Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı Bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi Flexible Work Environments’ Effects on Employees’ Satisfaction in an Intelligent Office Building Göçer Ö, Karahan E, Oygür İlhan I......................................................................................................................................39 Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi Conversion Process and Architectural Analysis of Churches Converted Into Mosques in Çatalca Province Küçük SG, Eyüpgiller KK.....................................................................................................................................................51 Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi An Evaluation of the Küçükçekmece Ottoman Match Factory as Industrial Heritage Kıraç AB, Coşkun BS, Erdoğan D.........................................................................................................................................67 Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma A Study on the Contributions of the Modernization Process in Kayseri: The Kayseri Train Station and its Environment Sönmez F, Arslan Selçuk S..................................................................................................................................................85 Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi An Examination of the Relationship Between Enclosed Residential Areas, Other Residences, and Public Spaces Cihan MM, Erdönmez Dinçer ME.....................................................................................................................................102

MİMARLIK TARİHİ (HISTORY OF ARCHITECTURE) Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme Early Houses Designed By Farkas Molnár and Semih Rüstem: An Examination Based on Bauhaus and KURI Principles Saban D.............................................................................................................................................................................117

PLANLAMA (PLANNING) Çocuk Merkezli Afet Yönetimi Child-Centered Disaster Management Limoncu S, Atmaca AB.....................................................................................................................................................132

TASARIM (DESIGN) Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari” Alternative Approaches in Architectural Design Education: ‘Parasitic Architecture’ as a Space Design Strategy Yorgancıoğlu D, Seyman Güray T.....................................................................................................................................144

YAPIM (MANUFACTURE) Tarihi Yığma Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin (Grouting) ve Kireç Esaslı Enjeksiyon Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi The Evolution of Grouting and Hydraulic Lime-Based Grout Used in the Restoration of Historical Masonry Buildings Ekşi Akbulut D, Gökyigit Arpacı EY, Oktay D, Yüzer N......................................................................................................156

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ARTICLE MEGARON 2018;13(1):1-12 DOI: 10.5505/MEGARON.2017.59265

Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching Mimari Tasarım Stüdyosu Eğitiminde Ana Tasarım Sorusu Olarak Biyofili Kutlu SEVİNÇ KAYIHAN, Sedef ÖZÇELIK GÜNEY, Faruk Can ÜNAL

ABSTRACT The reflection of biophilia, a concept coming from the disciplines of psychology and philosophy, in architecture emphasizes the connection between a building and nature as the main input of architectural design. Various dimensions and design criteria have been defined under the main heading of biophilic architecture, with the objective of eliminating the gap between the natural and the built environment in today’s modern cities. This study explored the approach of third year architecture students to biophilia embedded in the design studio program, rather than pursuing a formal, focused approach. The students’ sensitivity to a building being a tool to connect nature and humans in urban settings and design reactions were assessed in the context of the major parameters mentioned in the literature. Keywords: Architecture education; biophilia; biophilic design; design studio teaching.

ÖZ Psikoloji ve felsefe disiplinlerinden gelen bir kavram olan “biyofili” nin mimarlıktaki yansıması, mimari tasarımın ana girdisi olarak bina ile doğa arasındaki ilişki üzerine odaklanmaktadır. Günümüz modern kentlerinde doğal çevre - yapma çevre arasındaki kopukluğun ortadan kaldırılması amacıyla “biyofilik mimarlık” ana başlığı altında çeşitli boyutlar ve tasarım ölçütleri tanımlanmıştır. Bu çalışmada, doğaya duyarlı bir tasarım ortamı yaratılması amacıyla, örneklenen mimarlık lisans programındaki tasarım stüdyosunda bu boyutlara dikkat çekilmektedir. Bununla birlikte tasarım stüdyosu öğrencilerinin odak noktası, binaların biçimsel odaklı bir yaklaşım ile tasarlanmasından ziyade, doğayı ve insanı kentsel ortamda bütünleştirmek için bir araç olarak tasarlanmasıdır. Bu çalışma, üçüncü yıl mimarlık öğrencilerinin tasarım stüdyosu programına dahil edilen biyofili kavramına yaklaşımını araştırmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda öğrencilerin doğa-bina ilişkisine olan duyarlılıkları, tasarım reaksiyonları ve sorunu ele alma biçimleri incelenmiştir. Öğrencilerin biyofili problemine yönelik eğilimleri, literatürde belirtilen başlıca parametrelere göre değerlendirilmiştir. Anahtar sözcükler: Mimarlık eğitimi; biyofili; biyofilik tasarım; tasarım stüdyosu eğitimi.

Department of Architecture, Gebze Technical University, Architecture Faculty, Kocaeli, Turkey. Article arrival date: April 05, 2017 - Accepted for publication: November 26, 2017 Correspondence: Kutlu SEVİNÇ KAYIHAN. e-mail: sevinc@gtu.edu.tr © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

1


Introduction The concept of biophilia is formed by the combination of the words “bio” and “philia”. “Bio” stands for the word “live”, or “being alive” and, “philias” refers to “the attraction and positive emotions people feel for certain living spaces, actions, and beings in the natural environment” This notion is just the opposite of phobia, meaning deep fears that people feel about objects in the natural world. Social psychologist Erich Fromm used the term in 1964 for the first time. He explains that, biophilia is the psychological obsession of being attracted by things that are alive and vital. It was used to describe the psychological orientation of “attraction to everything that is alive.”1 The term is popularized by academician and entomologist E. O. Wilson which is defined as an “innate tendency to focus on life and lifelike processes”,2 an “innate emotional affiliation of human beings to other living organisms”3 or, an “inborn affinity human beings have for other forms of life, an affiliation evoked, according to the circumstances, by pleasure, or a sense of security, or awe, or even fascination blended with revulsion”4 In his book, “Biophilia”, Wilson5 suggests that the deep familiarity of humans to nature and their biology originate from biological production. Wilson6 argues that the value of human nature or the acceptance of nature comes to a great extent from birth. “If Wilson speaks about an innate tendency, he means by that the structure of our brains at least partially at the time of birth contains certain basic mental facilities that develop with contact with the external environment in a somewhat predictable fashion.7 Heerwagen and Hase stresses the hypothesis by Gordon Orians who has studied on habitat selection and its relevance to human environments. His hypothesis claims that humans are psychologically adapted to certain key landscape features that characterizes our ancestral habitat; the African savannah. The preferences of humans in the built environments shape accordingly. Due to the humans’ long history as hunting and gathering bands on the African savannah, our psyche searches the traces of such environments in which the brain evolved. That is why common environmental anxieties such as heights, enclosed spaces, darkness, being in the open without protective cover and being alone in a strange place exist.8 Current tendencies in design neglects other inputs such as the psychological necessities or the preferences of human beings regarding built environments. In our era the building design considers certain criteria such as form and function9 or considers “the house as a machine to live in”10 When we talk about sustainable design traditionally, we 3 4 Fromm, 1964. 2 Wilson, 1984. Wilson, 1993. Wilson, 1994. 6 7 Wilson, 1984. Wilson, 1993. Krcmarova, 2009. 8 9 10 Heerwagen and Hase, 2001. Ivar, 2006. Le Corbusier, 1952. 1 5

2

Figure 1. Frank Lloyd Wright’s most famous house, Fallingwater.17

mean the various resources used in a building. So how we use water, gas and electricity, how much carbon produced over the structure life is a related approach. It is rather a question of experience quality offered by the building. “The challenge” of biophilic design is to stress the deficiencies of the contemporary building and the landscape.11 Kellert has developed the biophilia notion further and adapted the context to the built environment; in other words this idea has become one of the main elements in architectural design. Thus, biophilia proposes a thorough framework in order to satisfy the experience of nature in the built environment.12 Studies display that people who work in the environments with biophilic components are more effective, illnesses heal faster and students learn easier.13 The places with strong connection with the natural environment have positive effects on user psychology (e.g. increase of concentration, stimulant, soothing effect and etc.). Biophilic design patterns support stress reduction, cognitive performance, emotion-mood enhancement and the human body. Moreover in both outdoor and indoor empirical studies; there is evidence that visual contact with the natural elements catalyses healing.14 The decision to increase natural lighting and ventilation can profoundly affect the residents’ well-being including health, motivation, morale, physical and mental well-being and satisfaction.15 So some familiar architectural works are considered to be biophilic design even though they were not technically designed due to the biophilic concerns.16 For instance; the “Fallingwater House” by Frank Lloyd Wright fulfils some of the direct, indirect and space/place experiences. Thus the Kellert & Calabrese, 1980. Kellert et al., 2008; Kellert, 2005; Kellert and Finnegan, 2011; Browning et al., 2014. 13 Almusaed et al., 2006. 14 Grinde and Grindal-Patil, 2009.

Browning et al., 2014. Moltrop, 2012. 17 http://www.archdaily.com/tag/fallingwater (Flickr user pablosanchez licensed under CC BY 2.0).

11

15

12

16

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching

Figure 2. New North Zealand Hospital- Copenhagen, Herzog & de Meuron & Vilhelm Lauritzen Architects.19

Figure 3. Steno Diabetes Center Copenhagen, Vilhelm Lauritzen Architects / Mikkelsen Architects.21

built environment does not necessarily need to interfere with biological human needs to commune neither with nature nor with the existing ecological systems. A current example of the direct experience of nature and a strongly designed natural/built environment integration is the hospital design by Herzog & de Meuron and Vilhelm Lauritzen in Denmark (project year 2014). The hospital organically reaches out into the wide landscape. Simultaneously its soft, flowing form binds many components of the hospital. It is a less-storeyed building that fosters exchange between staff and patients with a certain human scale despite its very large size.18 Another example, Steno Diabetes Center Copenhagen (project by COWI A/S, Vilhelm Lauritzen Architects, Mikkelsen Architects, year 2016) is based on the idea of creating a connection with the nature. The center weaves the indoors and outdoors together in order to stimulate and nurture the patients and the visitors.20 Herzog de Meuron, 2017. http://inhabitat.com/wp-content/ blogs.dir/1/files/2014/04/herzogde-meuron-North-Zealand-Hospital-706x369.jpg 20 Archdaily, 2017. 18 19

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

htt p : / / w w w. a rc h 2 o . co m / w p content/uploads/2017/01/ Arch2O-Steno-Diabetes-CenterCopenhagen-Vilhelm-LauritzenArchitects-Mikkelsen-Architects010-600x400.jpg

21

In summary, current examples show that even though the concept of biophilia can not be found in the explanatory reports, these projects are the successful examples of biophilic design with all these characteristics. This study focuses on the relation of humans with the nature from the building design perspective. The extend of the design studio is explored in terms of young designers’ awareness on the issue and making it a matter of design input. The question including multi-functional building is crucial because it opens a venue to consider the experiences and attributes of biophilic design that Kellert and Calabrese22 have recently suggested (see Figure 4 and the explanations behind). So the space is re-considered to be complete, complex and sustainable as the design process continues. The tendencies of the students are assessed in this regard and their attitudes towards versatile design questions related to the main issue are studied. This study points out that biophilia refers to the natural elements adapted to the everyday living spaces. The adaptation necessity for people living the urban life and the criteria of biophilia are the essences of design strategies. So they should be regarded as the main inputs and taken into consideration by the young designers. The studio is a preliminary experience that explores the design tendencies towards such a basic issue.

Patterns and Principles of Biophilic Design A gradual development regarding the biophilic design studies is observed in the literature. The studies beginning from the 1990s have been modified and re-considered and even simplified through the years. Kellert23 reflects an “innovative approach” to the design of built environment. He states the new paradigm restorative environmental design in order to avoid excessive energy, resources and materials consumption, large amounts of waste and pollutants generation, alienation from the nature. This green design approach claims some certain objectives such as organic design that bases on true sustainable design, organic design that refers to the shapes and forms which “directly, indirectly or symbolically” inherits the natural environment. Vernacular design is another objective that attaches culture, history and ecology in the geographic context. Kellert provided a set of criteria for the biophilic design. In the early literature he mentioned six dimensions: 1. Environmental features, 2. Natural shapes and forms, 3. Natural patterns and processes, 4. Light and space, 5. Place-based relationships, 6. Evolved human-nature relationships Kellert and Calabrese, 2015.

22

Kellert, 2005.

23

3


Direct Experience of Nature

Indirect Experience of Nature

Experience of Space and Place

• Light

• Images of nature

• Prospect and refuge

• Air

• Natural materials

• Organized complexity

• Water

• Natural colors

• Integration of parts to wholes

• Plants

• Simulating natural light and air

• Transitional spaces

• Animals

• Naturalistic shapes and forms

• Mobility and wayfinding

• Weather

• Evoking nature

• Cultural and ecological

• Natural landscapes and ecosystems

• Information richness

attachment to place

• Fire

• Age, change and the patina of time • Natural geometries • Biomimicry

Figure 4. Experiences and attributes of biophilic design.26

of biophilic design encompassing seventy principles.24 In the recent study by Kellert and Calabrese25 these dimensions are simplified and formulated as a condensed list of criteria under the title “the experiences and attributes of biophilic design”: 1. Direct experience of nature: Direct experience of nature is based on the building design that directly makes use of the natural elements such as light, air, water, plants, animals, weather, natural landscapes and ecosystems and fire. In terms of direct experience the architectural design formulates the building considering some of these components and they should be experienced by the users. 2. Indirect experience of nature: The indirect experience of the nature, and attribution to the natural elements are emphasized in the design. The images of nature, natural materials, natural colours, simulating natural light and air, naturalistic shapes and forms, evoking nature, information richness, age, change and the patina of time, natural geometries and biomimicry are the main methods. 3. Experience of space and place: The components of this criterion refer to the natural connections of space, sense of Kellert, 2008.

24

4

Kellert and Calabrese, 2015.

25

Kellert and Calabrese, 2015.

26

place and natural connotations. Prospect and refuge, organised complexity, integration of parts to wholes, transitional spaces, mobility and wayfinding and cultural and ecological attachment to the place make reference to the natural settings that the humans are accustomed to (Fig. 4). Browning et al.27 refers to a different categorisation; “14 Patterns of Biophilic Design”. They are also exercised as the criteria of architectural design combining the humans with the natural elements: 1. Nature in the space: Visual connection with the nature, non-visual connection with the nature, non-rhythmic sensory stimuli, thermal and airflow variability, presence of water, dynamic and diffuse light, connection with natural systems. 2. Natural analogues: Biomorphic forms and patterns, material connection with the nature, complexity and order. 3. Nature of the space: Prospect, refuge, mystery, and risk/peril. Both well-known classifications which aim to transform biophilic design into a set of criteria, show a great deal of Browning et al., 2014.

27

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching

similarity. The three main headings that they both describe are very close to each other in terms of meaning. The subheadings contain criteria that are largely the same, partly expressed in different words. Both classifications were examined within the scope of the study and was decided that Kellert’s classification would be more appropriate to use since Kellert’s classification could be a more comprehensive tool developed and refined over the years.

Methodology In order to raise awareness for the biophilic approach on the architectural design, a studio scenario dealing with a mixed-use education function design was edited and applied to the third-year undergraduate architecture students. How students approach and reflect the biophilic tendencies to their designs was a curiosity for the studio tutors. The methodology is based on ethnographic research where the tutor is also the observer of the studio process. The end products are the assessment elements used in this study. End products and the continuum of the teaching process are also studied in other literature on design studio experience. For instance the study by Walliss and Greig28 refers to the reports and analyses of student attitudes and responses obtained from focus groups held during some particular time within the teaching process. The research methodology approach is qualitative due to the nature of the architecture design. It should be noted that some teaching interventions are conducted as involuntary reflections by the tutors. Thus; the methodology suits the philosophy of interpretivism; which is one of the three main methods of qualitative research. This way of study refers to the philosophers Husserl and Heiddeger whose tradition is adapted to social sciences. The aim of interpretivism is to make meaning via complex nature of live experience with respect to the individual’s perspective that lived it in person. It should be noted that the methodology bases on the first person’s point of view and subjective experience. Literature refers to the Cartesian split between subject and object, mind and matter in this regard; thus the challenge is “to develop an objective interpretive science of subjective human experience”29 The paper reviews 46 student projects produced in the 2016-2017 fall semester due to the interpretivist qualitative research methodology. The final works are evaluated regarding Kellert’s recent categorisation of biophilia (the main three criteria) and displayed in a systematic order (see Table 2). The authors sought the traces of the Kellert’s criteria regarding components (sub-criteria mentioned under each title). Then a table is developed displaying the present and lacking elements. The speculations are derived regarding this table. The approach of Walliss and Greig, 2009.

28

Groat and Wang, 2002.

29

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

the young designers to the biophilia problem and their sensitivities on the issue are discussed. The reasons for such approaches are discussed considering the teaching methods in the studio, essences of architectural education and the previous literature. The limitation of the study is the insufficiency to allocate wider time to the theoretical reading-discussion process on the biophilic design and architecture. In this way some sub-criteria that are not sufficiently understood can be analysed and included in the projects by the students. Engaging the Biophilia Issue with the Studio Teaching The practice of biophilic design involves the application of varying design strategies; named as experiences and attributes. The choice of design applications to “employ inevitably varies depending on a project’s circumstances and constraints including particular building and landscape uses, project size, varying economic, logistical and regulatory factors, as well as cultural and ecological conditions”30 The design studio process considers the effective practice of biophilic design in addition to the requirements coherent to the building programme. The studio teaching also stresses the coherence between the natural setting and necessities of the user. This claim refers to both indoors and outdoors of the built environments; how they are interpenetrated and if the elements combining these two domains include biophilic attributes. From the designers’ point of views “biophilic design patterns have the potential to reposition the environmental quality conversation to give the individual’s needs equal consideration alongside with the conventional parameters for building performance that have historically excluded health and well-being”31 The studio seeks for “diverse applications mutually reinforce and complement one another, resulting in an overall integrated ecological whole”.32 The studio teaching methodology combines three main variables: workshop, emphasis on site analysis and connection with the surroundings (See Table 1). The question of biophilia covers these variables and is embedded in every action such as discussions on the works, dialogues with the students and peer assessments that take place in the studio hours. The determination of the project scale is crucial since the varieties of attributes are considered accordingly. Building areas consisting of four to six plots (about 250 meter squares each) are addressed. The scale of the design is limited to 1500-3000 meter squares. There were two levels of third year architecture students in the studio; the juniors (the students who take the courses of the fifth semester) and the seniors (the students who take the courses of the sixth semester). The building programme for the fifth semester students consists of education spac Kellert & Calabrese, 2015.

30

Ryan et al., 2014.

31

Kellert & Calabrese, 2008.

32

5


Figure 5. The project areas suggested and their scales with respect to the building programmes.

es, gathering areas, library, flexible office spaces, bookshop and cafeteria. The building programme for the sixth semester students includes accommodation in addition to other functions of the fifth semester group. The project areas are addressed according to the requirements of both programmes mentioned and sufficient building plot sizes (see Fig. 5). The project area takes place on the Southern sub-urban coast of Istanbul, Tuzla; some more input is added to the biophilic design essences. The artefacts on the sea-fronts are re-considered. The relations between sea-fronts, roads and pedestrian passages are formulated accordingly. Opening the notion of education to the entire town and embedding it to the social life are emphasized. The functions of learning and studying are connected with taking breaks and leisure times activities (see Fig. 2). The provision of flexible design is imposed to students due to the essences of biophilia concept. The importance of working on silhouettes due to the in-situ characteristics (the sea fronts, topography and etc.) is stressed due to the experience of space and place attribute of the biophilic design. The studio process previsions that the setting, current buildings, urban elements and concepts in the project’s area to be the parts of design. So creating a common language with the natural setting and merging/disconnecting functions/spaces/forms in this regard are studied in the design proposals. The whole semester consisting of 14 weeks are divided into three parts in order to create a holistic approach towards the design problem. The first part is the experimental design under the name “a day of workshop”. In 6

this exercise each student is asked to work on one particular ecological element on the project area they selected for design by model-making. The main input in the studio is the critical discussion of the work on biophilia. The critical approach is not only the concluding assessment of the design studio process; but also a way to learn upon the design platform. Thus; the critical perspective is perceived as a “recurring challenge of architectural education” in order to integrate the main lecture format of the conventional courses into the learning by experience and by doing.33 After the workshop, a discussion on the workshop products took place concerning the application possibilities of biophilic attributes. In the second part the project areas are studied in terms of area analysis. Speculations on the project areas’ potential formulations are studied. Cons and pros of the areas are discussed via mappings. The objectives of design teaching evolve regarding the creative approach of that design intensity. Goldschmidt34 explains this tendency by referring to “creativity” which is not a notion to teach, but to identify and encourage. The predictions are made regarding the characteristics of the project areas. In the third design studio part, the design interventions are implicated on the micro scale. So the details of the projects are studied with respect to the holistic approach to the question (see Table 1). Oxman35 states that relational thinking embraces the possibility of the critical thinking improvement. Within an intellectual atmosphere created in the design studio to be the core, biophilia is studied on the design exercises. Gross & Do, 1997.

33

Goldschmidt, 2003.

34

Oxman, 1999.

35

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching

Table 1. The outline of the teaching plan of the 3th grade (5th& 6th semester) studio Week

Studio teaching methodology

1 Introduction to the studio Programme Lectures on Biophilia notion Site visit 2 Experimental design “A day of workshop” 3-5 Focus on the Project area Integration of biophilia with the design question 6-9 Architectural interventions 10-14 Final Project

Results and Discussion The end-products are evaluated and the table is developed displaying the present and lacking elements of the projects regarding Kellert’s categorisation of biophilic design. (see Table 2) An evaluation team of three studio tutors assessed each student’s design outcomes based on the biophilic design criteria. This team also observed the 14-week design development process of the students as studio tutors. The information on the table has been obtained on the basis of the midterm juries and weekly revision notes carried out within a period of 14 weeks besides of the end-products. In this study, 45 out of 46 students of the design studio (except 1 student) were found to have met with the subject of “biophilic design” at the first studio course of the semester. After the presentations, workshops and discussions realized within the program, a “biophilic design conception” was formed in the mind of each student. The main aim of the work is to show how architectural students reflect on this concept and what principles they incorporate into their design. In this context, as a result of evaluating 46 projects using Kellert’s triple classification, the following findings were obtained; • Direct Experience of Nature Both the observations made during the 14-week semester and inferences via Table 1 put forward that the students’ most identified subjects with biophilic design are those under the category of “direct experience of nature”. The principles that could exist at high levels in projects such as “light”, “air”, “plants” were able to take place at high level because of their ease of being included in designs by perceptible methods. It has been noticed that the integration with the green texture, topography and natural CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Outputs (results) and observations Site analysis Work scale: 1/1000 Application of biophilic elements to the in-situ on site models Dialogue with the students on the application methods of biophilia Work scale: 1/500 Space-function formulations Holistic approach to the site Work scale: 1/500 Micro scale design proposals Specific function relations Congruity with biophilia and urban setting Work scale: 1/200 The final design proposal that include the previous four steps above Work scale: 1/100

landscape is understood more than direct experience of nature from the majority of students use green roofs in their projects, protect the natural landscape by placing the design under the ground, or gently infiltrate the structure into the existing natural landscape. It can be assumed that direct experience of nature is also an issue in conventional design tendencies. So a specific knowledge for such elements in the design is not necessary. Moreover such elements are the most well-known features of nature that almost everyone experiences such as waves as a reference to form; or the wind that redirects the placement of the buildings (see Figure 3). They are the tangible elements as the surrounding input. Moreover direct experiences of nature are simple tools to create design elements. However, it is estimated that the principles such as “fire” and “animals” have little or no involvement. It suggests that these principles refer to interior design discipline rather than architectural design discipline. The low presence of the “water” principle probably arises from the fact that the project area is located near the seaside and to establish a visual relationship with the sea preferred instead of any artificial water element. Nevertheless the integration of plants, natural landscape and ecosystems seem to be rather lower. According to the evaluation criterias, the usage of plants does not necessarily establish the connection between the natural landscapes and the ecosystems in every case. • Indirect Experience of Nature The objective of the indirect experience of nature is to provide symbolic/representational design elements within the built environment that allow users to make connections with the nature. The category of “the indirect experience of nature” could unfortunately involve a very low rate 7


Table 2. Assessment of the end-products in the architectural design studio

8

CÄ°LT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching

Figure 6. Direct experience of nature from student’s design outcomes.

of 46 projects produced in the studio. While “natural materials”, “natural colors”, “naturalistic shapes and forms”, “natural geometries” and “evoking nature” principles are located in a rather smaller rate, “images of nature”, “stimulating natural light and air”, “age, change and the patina of time” principles are not included in designs at all. The reasons for such exclusion is estimated that students perceive these principles as criteria to be considered in the interior design frame rather than architectural design. Moreover the heavy macro-scale design load of the studio does not leave enough time for interior space design in the period of 14 weeks of the studio and a relatively urban scale perspective (see Figure 4). The principle of “information richness” needs to be studied on the complexity related to diversity and variation in the nature. All kinds of design decisions make a sensation and act upon the imagination and exploration of the user are included in the scope of information richness. A majority of students respond positively to the richness of the cognitive information, the diversity, relevant textures and details of the buildings and open spaces. Nevertheless, several traces of “information richness” have been observed at a lower percentage. It is evident that the students have applied particular elements in terms of indirect experience of nature. These interventions are mostly in the micro scales. The applications of biophilic tendencies to the designs are rather poor. The macro-scale biophilic design concepts have not been detected at a high rate. So CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

indirect biophilic elements have not been integrated to the entire project; but formulated at particular partitions; such as green roof, skylight windows or usage of natural materials (See Figure 4, Information Richness Title) On the other hand, biomimicry is definitely closely related to biophilic design. However, biomimicry is a comprehensive study area not enough to be a subheading in the biophilic design. So it was not possible to handle it in the way it deserves in a limited studio case as the subject matter. • Experience of Space and Place The principles under the title of “experience of space and place” are already inherent in the architecture discipline beyond the biophilic design and intuitively taken into account by almost every designer. Probably for this reason, concepts like “prospect and refuge”, “integration of parts to wholes” or “mobility and wayfinding” have become the principles that have been found in almost all the projects. However such criteria also tackles the design coherences with the natural setting as well as the built environment. So connections between the sea-fronts and the town are studied almost in all compatible design proposals (mobility and wayfinding). Walking paths, natural connection possibilities and continuity of the natural elements are placed in the designs in this manner. The designs are considered to be the parts of a whole in terms of integration (see Figure 5). According to Herzog & Bryce; “distant prospect (>100 feet, >30 meters) is preferred over shorter focal lengths (>20 feet, >6 meters) because it provides a greater sense 9


Figure 7. Indirect experience of nature from student’s design outcomes.

Figure 8. Experience of space and place. 10

CÄ°LT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching

of awareness and comfort.36 Because of the position of the project area facing the sea from above, the ideal prospect distance has been achieved in most projects. However, naturally students motivated themselves to use “transitional spaces” in project designs related to environment and climate. Some of them strengthened the relationship with the environment, so they made cultural and ecological attachment to place. As mentioned in the “indirect experience of nature”, criteria such as “organized complexity”, “age, change and the patina of time” has been avoided because they are rather perceived as abstract. When 46 design proposals produced in the studio are evaluated regarding the biophilic design principles, it is noted that the “direct experience of nature” and the “experience of space and place” patterns that are highly available in the projects. As known, principles such as light, air, plants, weather (direct principals in the scope of the biophilic design) and prospect/refuge, integration of parts to the whole, mobility and wayfinding, cultural and ecological attachment to the place (experience of space and place in the scope of the biophilic design) are adopted by students from the very beginning of architectural education. It should be noted that such natural input are also the main design elements in the conventional architectural design applications. However, it is found that the principles of the “indirect experience of nature” pattern are available at a lower rate in general design processes. Thus, the result displays that students can identify principles of “direct experience of nature” with biophilic design more than others. It is considered natural that the pattern “experience of space and place” should be highly observed in the projects because that particular title contains the principles which are closely related with the architectural design education. It is observed that a few principals of Kellert’s classification used in the evaluation of the projects were perceived as highly abstract by the students and such principles were taken into consideration at a lower rate. It is not correct to expect such a classification which is intended to provide a general framework, serve as a comprehensive design checklist. It is necessary to make extensive readings on each of the sub-criteria that students could not understand sufficiently. However, it cannot be said that theoretical researches were made thoroughly by the entire 46 students. Some students have included a few criteria into their projects without questioning the meaning in terms of the biophilic approach. The consideration of “indirect experience of nature” at a low rate at projects is worth noting as almost all of the principles in this context are principles that can be included in the stage of interior design. The reason for this is the Herzog & Bryce, 2007.

36

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

lack of time available for students in terms of interior design, due to the limited duration of the studio. Within the 14 weeks of semester time, the emphasis can only be given to major concepts and conceptual design process. The principles of each of the three main patterns are not also reflected in the projects in a homogeneous and balanced manner. It should be noted that the three main headings and the sub criteria of each are not equivalent in terms of the positive impacts on human beings.

Conclusion As a general evaluation of the studio which identifies the biophilic design as the main design problem, achieved the following results; It is important to allocate more time in order to be discussed and reflected each criterion of the biophilic design approach in the projects. There have been some limitations that have been put forward by the experiment on a relatively large scale, 3th grade project. Since the duration of the studio period in the architecture schools is fixed, restricting the project area and scale will be the only solution. It is thought that it will be useful to retry in the future with a smaller scale-second year project with different variables (different function, land, context, etc.) and emphasize interior space design further. There are cases where the tutors remain dilemma in the process of determining existence/absence of Kellert’s criteria in the projects. It would be healthier to ask the students to evaluate their project in this context in order to be able to achieve this dilemma. Acknowledgements This study is based on the student works carried out in the 3rd grade design studio of GTU Architecture department in the fall semester of 2016-2017. The authors wish to express their appreciation to directors (Özlem Aydın, Tarhan Arıkan, Nurşah Serter and Ayşegül Engin) and 46 students for their contributions in carrying out the research. References Almusaed, A., Almusaed, A., Abdushaik, Z. K. and Khalil, S. (2006). Biophilic architecture, the concept of healthy sustainable architecture. PLEA2006 - The 23rd Conference on Passive and Low Energy Architecture, Geneva, Switzerland. Archdaily, (2017). “This Copenhagen Diabetes Center Connects Patients to Nature”. http://www.archdaily.com/803283/thiscopenhagen-diabetes-center-connects-patients-to-nature [Date accessed 10.02.2017] Browning, W.D., Ryan, C., Clancy, J. (2014), 14 Patterns of Biophilic Design, Improving Health & Well-Being in the Built Environment. New York: Terrapin Bright Green. Fromm, E. O. (1964). The Heart of Man. UK: Harpercollins. Goldschmidt G., (2003), Expert knowledge or creative spark? Predicaments in design education, Expertise in Design, De11


sign Thinking Research Symposium 6, Proceeding, 17-18 December, Sydney. Grinde, B. and Grindal-Patil, G. G. (2009). Biophilia: Does Visual Contact with Nature Impact on Health and Well-Being?. International Journal of Environmental Research and Public Health, Int. J. Environ. Res. Public Health 6. Groat & Wang, (2002), Architectural Research Methods. New York: John Wiley and Sons. Gross M. D. & Do E. Y., (1997), The design studio approach: learning design in architecture education, Design Education Workshop (eds. J. Kolodner & M. Guzdial), EduTech/NSF, College of Computing, Georgia Institute of Technology, September 8-9, Atlanta. Heerwagen, J. H. and Hase, B. (2001). Building biophilia: connecting people to nature in building design. Environmental Design + Construction, Mar/Apr, 30-36. Herzog de Meuron official website, (2017). New North Zealand Hospital; https://www.herzogdemeuron.com/index/projects/complete-works/401-425/416-new-north-zealand-hospital.html [Date accessed 10.03.2017] Herzog, T. R. & Bryce, A. G., (2007), Mystery and Preference in Within-Forest Settings, Environment and Behaviour, 39(6), 779-796. Holm, Ivar (2006). Ideas and Beliefs in Architecture and Industrial design: How attitudes, orientations, and underlying assumptions shape the built environment. Oslo School of Architecture and Design. Kellert S. R. & Calabrese, E. F. (2015). The Practice of Biophilic Design, p. 9, 10, 11; www.biophilic-design.com [Date accessed 10.02.2017] Kellert S.R., (2005). Building For Life: Designing and Understanding The Human-Nature Connection. Island Press, p. 143, 150. Kellert S.R., Heerwagen J.H., Mador M.L. (2008). “Biophilic Design: The Theory, Science and Practice of Bringing Buildings to Life”, Hoboken, NJ: John Wiley & Sons, p. vii, viii, 3, 13.

12

Kellert, S. and B. Finnegan. (2011). Biophilic Design: the Architecture of Life. A 60 minute video; http://www.bullfrogfilms. com [Date accessed 10.02.2017] Kellert, S., Heerwagen, J. and Mador, M. (2008). Biophilic Design: the Theory, Science, and Practice of Bringing Buildings to Life. Hoboken, NJ: John Wiley. Krcmarova, J. E. O. (2009). Wilson’s Concept of Biophilia and the Environmental Movement in the USA, Internet Journal of Historical Geography and Environmental History, Volume 6, 5. Le Corbusier, (1952). Le Corbusier Foundation Official Website. Unite D’habitation, Marseille, France; http://www.fondationlecorbusier.fr/corbuweb/morpheus.aspx?sysId=13&IrisObj ectId=5234&sysLanguage=en-en&itemPos=58&itemCount= 78&sysParentId=64&sysParentName=home [Date accessed 12.03.2017] Moltrop, 2011. Biophilic Design: A Review of Principle and Practice. Dartmouth Undergraduate Journal of Science, Spring Issue. Oxman R., (1999), Educating the designerly thinker, Design Studies, 20: 105–122. Oxman R., (1999), Think-maps: teaching design thinking in design education, Design Studies, 25(1): 63–91. Ryan, M., Saunders, C., Rainsford, E. & Thompson, E. (2014), Improving research methods teaching and learning in politics and international relations: a ‘reality show’ approach, Politics, 34 (1), 85–97. Walliss J. & Greig J., (2009), Graduate design education: the case for an accretive model, International Journal of Art & Design Education, 28(3): 287-295. Wilson, E. O. (1984). Biophilia. Cambridge: Harvard University Press. p. 1, 35. Wilson, E. O. (1993). Biophilia and the Conservation Ethic. in: Kellert, S. and Wilson, E. O. (eds): The Biophilia Hypothesis, Washington DC: Shearwater Books, p. 31. Wilson, E. O. (1994). Naturalist. Washington DC: Shearwater Books, p. 360.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ARTICLE MEGARON 2018;13(1):13-23 DOI: 10.5505/MEGARON.2017.67689

The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç Cittaslow Yalvaç’ın Kentsel Koruma Yaklaşımı Ayça ÖZMEN,1 Mehmet Cengiz CAN2

ABSTRACT Cittaslow International, which is a network of small cities and towns that embrace the Slow Movement in the field of city management, was founded in 1999 in Italy. As of May 2017, there were 235 Cittaslow cities in 30 countries, and 14 are located in Turkey. The first Turkish Cittaslow community was Seferihisar, which is also the headquarters of the Cittaslow National Network of Turkey. Yalvaç, a town and district in the province of Isparta, in the Mediterranean region of Turkey, was accepted as a member of Cittaslow International in 2012. A Project for the protection and development of cultural and environmental values and tourism diversification initiated by the Yalvaç municipality; one of the leading heritage non-governmental organizations (NGOs) in Turkey, the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage; universities; other NGOs; and the Ministry of Culture and Tourism in the early 2000s, played an important role in obtaining this Cittaslow membership. This study examines the Yalvaç case and explores how a historic Turkish town developed an approach to urban conservation years ago, before seeking Cittaslow membership, and how this approach affected its membership in the association and the concept of slowness. It also discusses the interaction between its implementations in the field of urban conservation and its Cittaslow membership in terms of slowness. Keywords: Cittaslow Movement; Isparta; Slow Movement; tempo giusto; urban conservation; Yalvaç.

ÖZ Yavaşlık Hareketi’ni kent yönetimi alanında benimseyen küçük kentler ağı olan Cittaslow Birliği, 1999 yılında İtalya’da kurulmuştur. 2017 yılı Mayıs ayı itibariyle, dünyada 30 ülkede 235 Cittaslow yerleşimi bulunmaktadır. Bu kentlerden 14’ü ülkemiz sınırları içinde yer almaktadır. Türkiye’nin ilk Cittaslow yerleşimi, bugün Cittaslow Ulusal Ağı’nın da merkezi olan Seferihisar’dır. Akdeniz Bölgesi’nde yer alan ve Isparta’nın bir ilçesi olan Yalvaç ise, 2012 yılında Uluslararası Cittaslow Birliği’ne üye olmuştur. Cittaslow statüsünün elde edilmesinde, 2000’li yılların başında Yalvaç Belediyesi, ÇEKÜL, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğinde başlatılan “Yalvaç Kültürel - Doğal Değerlerin Korunması, Geliştirilmesi ve Turizmin Çeşitlendirilmesi Projesi” önemli rol oynamış; Cittaslow üyeliğinin altyapısını oluşturmuştur. Bu makalede, Yalvaç örneği üzerinden, Cittaslow Birliği’ne üye bir tarihi yerleşimin, bu üyelikten yıllar önce bağımsız olarak geliştirdiği koruma yaklaşımına ve bu yaklaşımın süreç içinde bu birliğe katılmasını nasıl etkilediğine değinilmiş; kentin kentsel koruma alanında yaptığı uygulamalar ile Cittaslow üyeliğinin birbirine olan etkileşimi yavaşlık düşüncesi üzerinden tartışılmıştır. Anahtar sözcükler: Cittaslow Hareketi; Isparta; Yavaşlık Hareketi; tempo giusto; kentsel koruma; Yalvaç.

Department of Conservation and Restoration of Cultural Property, Yıldız Technical University Faculty of Architecture, İstanbul, Turkey 2 Department of Restoration, Yıldız Technical University Faculty of Architecture, İstanbul, Turkey

1

Article arrival date: June 12, 2017 - Accepted for publication: December 12, 2017 Correspondence: Ayça ÖZMEN. e-mail: aycaozmen@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

13


Introduction Today’s globalizing world has been presenting us rapid lifestyles, increscent endeavors and redundant consumption habits.1 In this context, time equals to money and should be utilized fast and efficiently. However, aforecited accelerating pace of life and consumption habits bring exhaustion and unhappiness on society2 and damages environment and natural resources, as well. As a response to this trend, Slow Movement which lays emphasis on living in meaningful, sustainable, attentive and convivial way, has ensued.3 Slowness does not mean to decelerate contemporary pace of life but means to utilize it more carefully and consciously.4 In this sense, term “slow” is used as signifying tranquil, quiet, intuitional, patient, careful, calm, cogitative and qualitative, in contrast to term “fast” inferred as busy, impatient, aggressive, stressful, superficial, hasty, active and quantitative.5 “Slow” is directly related with time, however it does not mean to do everything in pace of a snail. Moreover, it is not a conservative movement which rejects technology and takes a stand against modernity.6 The main goal of this movement is creating more time consciously and appreciating and enjoying what we are engaged in daily life.7 The most important point is seeking “tempo giusto” which means the right pace for a person, case or thing,8 being in accordance with their own inner tempo. Nowadays, Slow approach is embraced globally in many fields such as gastronomy, city management, tourism, etc. Among them, Cittaslow which deals with small town management will be mentioned onwards. On the other hand, in historic environments, cultural and natural heritage has been cumulatively formed in its own inner pace; or to put it differently, in tempo giusto of its settings through long ages. Recently, these formations are disappearing fast and seriously in consequence of hasty, rent based unplanned and inattentive interventions. As a result, despite many historical settings are seen physically well-cared and healthy, they have already lost their genius loci and identity and turned into paper movie sets. Though, settlements have been formed cumulatively by time and transformed by their own dynamics. Therefore, protecting cultural and natural heritage in historical settlements in their own dynamics and transmitting it to the next generation should be an important responsibility for everyone. In this context, the way of protecting historic environments should involve Slow approach which exists in the essence of both historical assets and conservation action as mentioned above.9 3 4 5 1 2

Parkins ve Craig, 2006, s. 1. Hatipoğlu, 2015, s. 20. Pink, 2008, s. 99. Pink, 2007, s. 64. Honore, 2008, s. 15.

14

8 9 6 7

Honore, 2008, s. 15. Parkins ve Craig, 2006, s. 3. Honore, 2008, s. 40. Özmen, 2016, s.5.

In order to reveal this premise, Yalvaç (Isparta), both a small historic town and a member of Cittaslow Association since 2012, is selected as a case study. It is not only a Cittaslow and a historical town at the same time, but also has been implementing an integrated conservation project for more than 15 years. In this sense, with the case of Yalvaç (Isparta), the relationship between urban conservation approach and slow movement practices in the field of city management will be studied in this paper. For that purpose, how a Turkish Cittaslow historic settlement had developed its urban conservation approach years ago apart from Cittaslow membership and how this approach had affected its attendance to the Association will be analyzed. Moreover, the interaction between its urban conservation practices and Cittaslow implementations in terms of “Slow” will be discussed. To add more, methodologically, after the elaborated literature research about urban conservation and Cittaslow in particular, on site observation and interviews with locals and authorities were realized to form this paper.

International Cittaslow Association International Cittaslow Association, founded in 1999 in Orvieto-Italy led by the mayors of four Italian towns such as Greve in Chianti, Bra, Orvieto, Positano and the founder of Slow Food Association, introduces a multi-dimensional local administration programme by embracing Slow approach. Its main goal is increasing the inhabitants’ quality of life by protecting and sustaining the local values of small settlements with the population of less than 50.000. Its philosophy is based on a Latin phrase “festina lente” which can be translated as “being slowly hasty” implies looking for each day the contemporary equivalent, or to put it differently, searching the best knowledge of yesterday and appraising it by means of the possibilities of today and tomorrow.10 Cittaslow vision also aims to maintain the town’s distinctive features while developing the town in such a way that the inhabitants enjoy life in better environments.11 International Cittaslow Association has a charter consisting of 29 principal and 5 additional articles. In the charter, it is mentioned that the name “Cittaslow” shall not be translated into any other language. Moreover, this charter presents headquarters, history, principles, values, symbol, official languages, funds, international and national organization structure, participation conditions, responsibilities, rights and membership requirements of the Association. One of the most significant parameters of the charter is Cittaslow criteria, or in other words “requirements for excellence” as mentioned by charter. Cittaslow criteria are Cittaslow International Web Sayfası, Philosophy; Miele, 2008, s. 139. Radstrom, 2011, s. 96.

10 11

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç

Figure 1. Slogan and Cittaslow Logo of Yalvaç.

Figure 2. Location of Yalvaç on Map of Turkey.

made up of 71 requirements, grouped under seven main topics such as energy and environmental policies, infrastructure policies, quality of urban life policies, agricultural, touristic and artisan policies, policies for hospitality, awareness and training, social cohesion and partnerships. It is necessary for towns to carry out at least 50% of these requirements for enrolling the association.12 According to Second Global Report on the Cittaslow Towns of 2015, 73% of Cittaslow settlements in the world have historical centers with outstanding architectural value. 61% of them have cultural, architectural, historical and artistic heritage and 49% of them still maintain their traditional handicrafts. These facts show that most of the Cittaslow settlements are historical towns with existing cultural heritage.13 International Cittaslow Charter, 2014. Second Global Report on the Cittaslow Towns, 2015.

12 13

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Since May 2017, there are 235 Cittaslow settlements among 30 countries. 89 of them are situated in the constituent country, Italy and 14 of them are in Turkey. These Turkish towns are Akyaka (Muğla), Eğirdir (Isparta), Gerze (Sinop), Gökçeada (Çanakkale), Göynük (Bolu), Halfeti (Şanlıurfa), Perşembe (Ordu), Seferihisar (İzmir), Şavşat (Artvin), Taraklı (Sakarya), Uzundere (Erzurum), Vize (Kırklareli), Yalvaç (Isparta), Yenipazar (Aydın). In 2009, the first Turkish Cittaslow settlement, Seferihisar was attended to the Cittaslow Association and became the headquarter of Cittaslow National Network of Turkey few years later. Besides, Yalvaç, researched for this paper, was participated to Cittaslow Association in 2012 (Figure 1).

Yalvaç Yalvaç is located in Mediterranean region of Turkey as a town of Isparta (Figure 2). It is surrounded by towns of Se15


nirkent, Gelendost and Şarkikaraağaç, cities of Afyon and Konya and Lake of Eğirdir. The distance between Isparta and Yalvaç is 110 km. Yalvaç’s surface area is 1415 km2 and its population is 47.769 according to Turkish Statistical Institute data from 2015. It has 37 villages and 27 neighborhoods.14 The history of town dates back to Late Neolithic period.15 Due to archeological surveys, known first settlements were taken hold in 3000 A.D. and therefore, its slogan is “Yalvaç Civilization, 5000 years in one day”. During 2000 A.D., it was occupied by Kingdom of Arzawa.16 In 4th century A.D. this region was involved to Kingdom of Macedonia, in 3rd century A.D to Seleukos, in 2nd century A.D to Kingdom of Pergamon and in 130 A.D. to Roman Empire. During Augustus Period, in 1st century, Antioch of Pisidia was founded as one of the Roman colonies. After the division of Roman Empire in 395, the area was ruled by Byzantines.17 In 1176, during Kılıçaraslan the second, this area came under the occupation of Anatolian Seljuks. However, they settled into the plain area outside the ancient Antioch. In 14th century during period of Beyliks, the domination was taken by Hamitoğulları and Karamanoğulları, respectively. In 1415, it became an Ottoman town under Konya. In 1864, municipality was organized for the first time and since founding of the Republic of Turkey, it has been a municipal town of Isparta.18 The major source of income of Yalvaç is agriculture. The 35% of inhabitants are living in city center and the rest in villages; and four fifth are engaged in agriculture. Moreover, cattle and sheep farming and traditional handicrafts such as tanning, carpet making, mining, coppersmithing, forging, and spring cart manufacture contribute to town’s economy. Even if just a smidgen, other traditional handicrafts such as weaving, saddle making, tinsmithing, blacksmithing, etc are being sustained. The tradition of Ahi community still exists through craftsmen establishments such as Tabaklar, Abacılar, Leblebiciler, Yağcılar and Terziler.19 Recently, it is remarkable that industrialization has also been developed. As a result, many people are immigrating from nearby settlements to get jobs.20 Historical, Cultural and Natural Assets of Yalvaç In Yalvaç, there are two different built-up areas. One is the hill where the ancient Antioch of Pisidia was founded and the other is the plain where Anatolian Seljuks settled.21 Today, Ancient Antioch of Pisidia is a significant archeological site with the remains of St. Paul’s Church, Augustus Temple, Tiberius Square, Theater, Aqueducts, Roman Bath Yalvaç Kaymakamlığı Web Sayfası, Yönetim. Isparta Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2010, s. 227. 16 Akkan, 2006, s. 7-8. 17 Isparta Valiliği İl Kültür ve Turizm 14

15

16

Müdürlüğü, 2010, s. 227-228. Akkan, 2006, s. 10-11. 19 Akkan, 2006, s. 22. 20 Akkan, 2006, s. 13-15, 22. 21 Akkan, 2006, s. 16-18. 18

Figure 3. Devlethan Mosque from Beyliks Period.

and city portal.22 On the other side, the plain, called Yalvaç today, is being settled continuously for almost 850 years with features of typical Turkish town. Old town core hosts Devlethan Mosque from the period of Beyliks (Figure 3), traditional trade and market places and recent administrative and cultural buildings around this Mosque, 800 years old monumental tree which is the symbol of town. Around this historic core, traditional neighborhoods are located. These neighborhoods are still protecting and maintaining the traces of traditional town life with their old wooden houses, organic street patterns and their core facilities such as mosques, Turkish baths and furnaces. Besides, they have been called with the same names at least for 500 years which was understood from 16th century records.23 The organic street pattern of Yalvaç was formed by traditional civil architecture and rubble or mud walls of their porches (Figure 4). Vernacular architecture has mostly two-storey. It was built with timber frame structure filled with mud bricks or adobe masonry. On the other side, from foundations to subbasement floor, stone masonry technique was used. Among the rubble stones of their subbasement floors, spolia from ancient Antioch may be found occasionally (Figure 5). The facades, mostly covered by earthen plaster, are simple and unadorned. Some of them have cantilevers or projections with wooden corbels. Most of the earth sheltered houses were transformed into gable roof in time. Traditional houses with external halls have some traditional interior architectural elements such as cabinets, shelves, dish racks, stoves, ceilings, inner doors and windows.24 According to Isparta Cultural Inventory of year 2010, in Yalvaç, there are 46 examples of registered vernacular architecture from 19th century, 15 mosques from Beyliks and Ottoman Period, a fountain from Beyliks Period, a bath from Ottoman Period, a bridge from Anatolian Seljuks Pe Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Web Sayfası, Aziz Paulus; Akkan, Ş., 2006, s.16-17.

22

Akkan, 2006, s. 18-19. Akkan, 2006, s. 24-62.

23 24

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç

Figure 4. Some Examples From Yalvaç’s Vernacular Architecture.

Figure 5. Use of Spolia from Ancient Antioch. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

17


Figure 6. Map of Yalvaç (derived from Google Maps).

riod, four industrial buildings dating back to 19th century, 3 monumental trees, 17 tumulus, an ancient city (Antioch of Pisidia) and 6 ancient ruins.25 A traditional Turkish town, Yalvaç does not have either an urban protected area or a conservation oriented zoning which are declared by Regional Council for the Conservation of Cultural Property, yet. Moreover, according to Akkan, 1985’s town master plan, which is still in use, does not involve any proposals about conservation approaches for traditional buildings and sites.26 However, work has been initiated to make a new master plan which will incorporate in decisions and proposals for conservation measures.27 Since 1970, the rate of construction has accelerated and the vineyards and green areas between traditional neighborhoods have filled with multi-storey reinforced concrete buildings.28 The increscent population, as a result of both establishing new industrial fields and vocational school, had led to new housing demands. Therefore, the town tends to grow along north-south direction (Figure 6).29 Isparta Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2010. 26 Akkan, 2006, s. 3. 25

18

Yalvaç Belediyesi, 2011. Akkan, 2006, s. 22. 29 Akkan, 2006, s. 23. 27

The Participation of Yalvaç to International Cittaslow Association Yalvaç, one of the founding cities of Turkish Union of Historical Towns (Tarihi Kentler Birliği), has been a member of Cittaslow Association since 2012. “Project of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification”, initiated with the cooperation of Yalvaç Municipality, Turkish Union of Historical Towns (Tarihi Kentler Birliği), The Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage (ÇEKÜL), universities, non-governmental organizations and Ministry of Culture in the beginning of 2000’s, has played important role to prepare a substructure for Cittaslow membership and obtain Cittaslow status afterwards. Today, in Yalvaç, this aforementioned project and Cittaslow requirements continue to work in liaison with each other.30 Major outputs of Yalvaç for Cittaslow requirements for excellence:31 − Energy and environmental policies: providing energy

28

Yalvaç Belediyesi, 2011.

30

Yalvaç Belediyesi, 2011.

31

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç

efficiency by promoting solar energy use and raising public awareness, preparing energy performance certificate for buildings,32 making plan for solid waste management, operating existing wastewater treatment plant, decreasing noise pollution by moving industrial areas outside the town, constructing bypass for transit cars, regulating the level of noise in the center, etc., decreasing light pollution by placing smart lighting systems into the public zones, implementing related national and municipal laws and regulations33 for environmental policies. − Infrastructure policies: arranging bike and new pedestrian routes, promoting use of bicycle town-wide, reusing spring cart in urban transportation, regulating car park areas near town entrances, improving public transportation system by supplementing new public bus routes, renewing traffic signs and placing additional ones for facilitating transportation, rearranging roads and sidewalks for everybody’s access. − Quality of urban life policies: sustaining archeological surveys in Antioch, identifying and registering historical buildings and sites, implementing urban sanitization in historic neighborhoods, restoring Tıraşzade Mansion and reutilizing it as an ethnography museum, restoring old leather factory and reutilizing it as a guest house and open air museum, setting up a town museum, establishing neighborhood art galleries, generating cultural routes starting from center to historic neighborhoods and archeological sites, identifying and maintaining intangible cultural heritage, arranging in every neighborhood at least a park with all facilities such as walking trails, playgrounds, sport fields, etc., using communication technologies for municipal purpose, planting, seedling and designing green areas with local plants such as rose, registering monumental trees, rehabilitating traditional craft bazaars called blacksmith and shoemaking and establishing new craft centers for sustaining traditional crafts, generating market places for women employment, organizing producer, peasant and milk-based product markets. − Agricultural, touristic and artisan policies: declaring Hisarardı Village, Salur and Sofular Neighborhoods as eco-agriculture region, rehabilitating old wooden houses in Hisarardı Village for eco-tourism purpose, restoring historical buildings to reutilize them as guest houses, introducing, revitalizing and maintaining traditional crafts such as felt, blacksmith, saddler, leather, etc., training apprentices in these traditional crafts, recording and keeping In accordance with Energy Efficiency Law no. 26510. 33 In accordance with Environmental Law no. 2872, regulations on solid waste control, packaging waste control, ambient noise assessment and management, waste and stor32

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

age batteries control, waste oil control, air quality protection, water pollution control, etc. 34 In accordance with the Regulation on Principles and Implementations of Organic Agriculture no. 27676.

their production processes digitally, encouraging organic agriculture34 in fruits (apple, cherry, apricot) and vegetable growing, preserving and featuring local products such as buffalo cream, keşkek, hamursuz, güllaç, traditional bread, etc. and promoting their marketing country-wide, establishing Yalvaç Food Culture House cooking with these local products and traditional recipes, organizing local cultural events such as Hıdırellez Festival and Pisidia Antioch Culture, Tourism and Art Fest. − Policies for hospitality, awareness and training: publicizing town’s tourism in national extent via publications, social and printed media, publishing bilingual booklets for touristic purpose, raising awareness of tourism operators and traders via seminars in cooperation with Provincial Directorate of Culture and Tourism, raising public awareness via media, training locals in the fields of agriculture and farming, giving vocational courses in liaison with Public Training Center. − Social cohesion: supplying employment for women by generating market place and for youth by training them in the field of traditional crafts. − Partnerships: being in collaboration with Turkish Union of Historical Towns, the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage, universities, non-governmental organizations and Ministry of Culture for the project of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification. The Project of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification Project of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification, which received Metin Sözen Conservation Grand Prix in 2003 and Derviş Parlak 10th year Special Award in 2010 from Turkish Union of Historical Towns, had facilitated the participation of town in Cittaslow Association as it is mentioned above. On account of being corresponded to each other, the outputs of this project are standing for most of the Cittaslow requirements35 which should be provided for obtaining Cittaslow status (Table 1). Yalvaç Municipality is the owner and Chamber of Architects of Antalya and the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage (ÇEKÜL) are the partners of this project. Moreover, Ministry of Culture and Tourism, Governorship of Isparta, West Mediterranean Development Agency (BAKA) and several universities are contributors. Within the scope of this project, the survey of vernacular architecture was carried out by the stu Particularly the ones in infrastructure policies, quality of urban life policies, agricultural, touristic and artisan policies, policies for hospitality, awareness and training, social cohesion and partnerships.

35

19


Table 1. Classification of Project Outputs of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification Under Cittaslow Requirements for Excellence YALVAÇ CITTASLOW REQUIREMENTS FOR EXCELLENCE

PROJECT OUTPUTS OF YALVAÇ PROTECTION AND DEVELOPMENT OF CULTURAL AND ENVIRONMENTAL VALUES AND TOURISM PRODUCT DIVERSIFICATION

Energy and environmental policies − − Infrastructure policies − − − Quality of urban life policies − − − − − − − − − − − − − − Agricultural, touristic and artisan policies − − − − − − − − − − Policies for hospitality, awareness and training − − − − − Social cohesion − Partnerships −

building wastewater treatment plant decreasing noise pollution improving transportation system regulating traffic and shop signs rearranging town entrances sustaining archeological surveys in Antioch identifying and registering historical buildings and sites rehabilitating of monuments, vernacular architecture and urban areas rearranging new and existing squares constructing sports fields setting up a town museum, library and neighborhood art galleries reorganizing industrial areas generating cultural routes identifying and maintaining intangible cultural heritage reorganizing recreation and forest areas planting, seedling and designing green areas rehabilitating traditional craft bazaars and establishing new craft centers generating market places for women employment organizing producer and peasant markets promoting eco-agriculture, eco-farming and eco-tourism preserving and featuring local food products and promoting their marketing rearranging farming areas for buffalo breeding rearranging local fruit and vegatable gardens rehabilitating old wooden houses in Hisarardı Village for eco-tourism purpose restoring historical buildings to reutilize them as guest houses introducing, revitalizing and maintaining traditional crafts such as felt, blacksmith, saddler, leather, etc.) training apprentices in traditional crafts, recording and keeping traditional crafts production processes digitally establishing restaurants cooking with local products and traditional recipes arranging a history-themed park publicizing town’s tourism in national and local extent restoring old leather factory reutilizing it as a hotel preparing bilingual brochures about town placing orientation signs into historical zones raising awareness of pupils by giving courses about town’s history and heritage supplying employment for women being in collaboration with Turkish Union of Historical Towns, The Foundation for The Promotion and Protection of The Environment and Cultural Heritage, universities, non-governmental organizations and Ministry of Culture

dents from Yıldız Technical University, Çukurova University and Süleyman Demirel University in 2002. Since then, Yalvaç Municipality has been rehabilitating the traditional houses and neighborhoods with the support of local community and specialists from the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage. West 20

Mediterranean Development Agency also subsidized for the expenses of the restoration projects of some historical houses under the name of “Financial Support Program of the Development of Alternative Tourism” in 2013.36 Yalvaç Belediyesi, 2009.

36

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç

Figure 7. Examples from Rehabilitation of Vernacular Architecture.

The purpose of this project, carried out in two stages in 2002 and 2009 consecutively, is to identify natural, cultural and archeological assets, traditional lifestyles and cultures and to provide tourism oriented economic and social development through developing and maintaining them as a whole.37 Within this framework, some of the following project outputs are realized and some of them are foreseen to be realized in progress of time:38 Rehabilitation of Historic Buildings and Urban Areas: Devlethan Mosque, which reflects the architectural features of the Beyliks Period, was restored by Regional Directorate for Foundations in 2005. Meanwhile, around the Mosque, the facades of buildings were enhanced, the signs of shops were reorganized and the layout of Mosque courtyard was rearranged by Yalvaç Municipality. Moreover, Bedesten, adjacent to the Mosque, was rehabilitated into a covered bazaar for the exhibition and sale of traditional crafts. Traşzade Mansion was restored by Yalvaç Municipality with the help of the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage and converted into Yalvaç Cultural Center. The restoration project of Old Leather Factory, from Early Republican Period, was completed. Due to this project, it will be a hotel and an open air museum. The earlier leather processing machines are going to be displayed in Yalvaç Belediyesi, 2009.

37

Yalvaç Belediyesi, 2009; Yalvaç Belediyesi, 2011.

38

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

the open air exhibition space in front of the building. In Kaş Neighborhood, one of the most protected historic neighborhoods of town, traditional houses were repaired and their facades were rehabilitated. One of two historic Yalvaç Houses, purchased by the municipality, has been converted into a restaurant that serves local food and the other one into a guest house. The survey, restitution and restoration projects of neighborhood’s traditional Turkish bath were approved. In Görgü Neighborhood, another historical neighborhood, the facades of traditional houses were mostly renovated. One of the houses was functioned as cultural house by municipality and another one as a restaurant-café by Yalvaç Governorate and the Vocational School. A street in this neighborhood is going to be purchased and reorganized as an art street with Mustafa Bilgin Art House by municipality. Moreover, Rüştü Emek House will be a research center for Pisidia archeological studies and one of Turkish houses will be transformed into a town museum. In Kızılca Neighborhood, some of the traditional houses were simply repaired. One of traditional houses is going to be town’s observation house. In this quarter, contemporary architectural practices are planned to be realized compatible with its traditional pattern. In Eski, Abacılar, Müderris and Sofular Neighborhoods, traditional houses were identified and their simple repairs and facade rearrangements were done (Figure 7). 21


Archeological Surveys: Excavations began in Ancient Antioch of Pisidia in 2008. Survey has undertaken by Department of Archeology of Süleyman Demirel University. In this area, the floor mosaics of St. Paul’s Church were repaired and a part of the repair work of western portal was carried out. Excavation and restoration works will be started in the vicinity of Men Temple so that temporary observation and service areas will be arranged. Also, around Hoyran Lake, archaeological surveys will be conducted. Rearrangements of Squares: The floor coverings of Çınaraltı Square -where 800 years old plane tree is standing-, facades of coffeehouses and shops facing the square and its urban furniture were renovated (Figure 8). Moreover, It was decided that the area in front of the municipality would be designed as a square which would introduce the town and give information to the visitors. This square, called “Narrating Square”, was selected by a board of academicians, Chamber of Architects of Antalya and the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage among projects participated in a National Design Competition. Today, this square has been newly built according to the selected project (Figure 9). It is the starting point of Yalvaç cultural route which has been formed in time. Besides, smaller squares in tradition-

Figure 8. Çınaraltı Square.

Figure 9. Narrating (Anlatan) Square. 22

al neighborhoods are going to be rearranged by taking into consideration of their historical features. Revitalization of Traditional Handicrafts and Cultural Values: In this context, Hıdırlık Area will be transformed into a center for traditional handicrafts and culture. For the resumption of traditional furnace culture, the historic furnaces in traditional neighborhoods were repaired and rehabilitated. Furthermore, the area, where woodland and aqueducts meet, will be history-themed park about revival of how Yalvaç became a Turkish settled hometown. Some of the streets in the old town will be rearranged as an art street for various traditional and local handicrafts. Training of masters, assistant masters and apprentices will be encouraged on these art streets. Work has also begun on recording and maintaining the intangible cultural heritage. Development of Rural Areas: Eco-farming, eco-agriculture and eco-tourism in Salur Neighborhood and Hisarardı Village will be encouraged. In Salur Neighborhood, fields for dairy products, cattle and poultry products will be established for eco-farming. In Hisarardı Village, vegetable and fruit gardens will be organized for eco-agriculture, old buildings will be rehabilitated for eco-tourism and education and sale areas will be rearranged for traditional handicrafts. Reorganization of recreation and forest areas: In this context, picnic areas were arranged along the canal and Hisarardı Village. In addition, endemic plant species will be identified in the forest and woodlands and, walking trails and service areas will be formed in these areas. Around Hoyran Lake, landscape map will be designed and camping sites, water sports and beach facilities will be improved. The surrounding caves will be sanitized and opened to visit. Construction of Sports Fields: Newly constructed Pelitaltı Sports Field provides facilities such as football field, tennis and volleyball courts to urban residents. Besides, in Salur Neighbourhood, fields for wrestling will be created. Establishment of Library: Within the scope of constituting children’s library and education areas, Yalvaç Ural Children’s Library will be established and education area will be arranged in front of this library. Construction of Sewage Plant: At this sewage plant, established in 2007, only biological treatment can be done. Rearrangement of Town Entrances: Town entrances have been defined by crossroad and median arrangements, installing urban furniture, art works, etc. Reorganization of Industrial Areas: Protection bands for Organized Industry and Small Leather Industry will be provided and the location of leather district will be changed.

Conclusion The new world order, which has emerged depending on globalization process, has caused many cultural and uniCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç

versal values to be changed and eroded. Therefore, daily life in today’s world has been digressing from its original meaning by accelerating with an increasing pace. The sensitivity and attention that is shown in the use of authentic products made with difficulties by human power and skills, has transformed into the manner of buy-consume-throw away depending on mass production methods. However, the actual situation which can be acceptable to a certain extent for consumer goods in consequence of growing population, has been diminishing unwittingly our desire and habits of appreciation and conservation practices in every fields first ideational and later actional. These attitudes may cause irreversible destruction of natural, cultural and historical values, especially for small urban settlements. Therefore, particularly in small historic settlements, it should be a duty and responsibility for everyone both to consider slow approach and urban conservation practices together and to create awareness and consciousness in order to transmit existing values to the next generation. On the other hand, Yalvaç presents a multi-dimensional (physical, social, cultural, economic, ecological) urban conservation model with aforementioned “Project of Yalvaç Protection and Development of Cultural and Environmental Values and Tourism Product Diversification” initiated in 2002. The unrealized project items and the deficiency in the implementations are some of the main problems of urban conservation field in Turkey and a different research topic which needs be discussed. However, the presence and treatment of such a project prepared with an integrated conservation approach, has taken the initiative to create favorable conditions for a better town management. Because, particularly in historical urban settlements, each right step for protecting the cultural values of the settlements not only protects and maintains the historic buildings and sites but also contributes to urban management model aimed at increasing the quality of urban life. In this sense, Cittaslow Association, which targets to make small cities/towns more livable by city management, approved the membership of Yalvaç easily by overlapping the project developed for conservation intention with its own requirements. Based on this case study, it is understood that Cittaslow Movement and urban conservation approaches contain similar and overlapping notions in their essence within the context of Slow. From this point of view, it is foreseen that both disciplines may support and develop each other mutually.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

References • Akkan, Ş. (2006) “Isparta Yalvaç Kaş Mahallesi Geleneksel Konut Dokusu Koruma ve Geliştirme Önerisi”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. • Hatipoğlu, B. (2015) “Cittaslow: Quality of Life and Visitor Experiences”, Tourism Planning and Development, 12(1), s.2036. • Honore, C. (2008) Yavaş, Alfa Yayınları. • Isparta Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2010) Isparta Kültür Envanteri, Cilt 2. • Miele, M. (2008) “Cittaslow: Producing Slowness against the Fast Life, Space and Polity”, 12(1), s.135-156. • Özmen, A. (2016) Tarihi Cittaslow Yerleşimlerinde Kentsel ve Mimari Koruma İlkeleri, Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. • Parkins, W. ve Craig, G. (2006) Slow Living, Bloomsbury Academic. • Pink, S. (2007) “Sensing Cittaslow: Slow Living and the Constitution of the Sensory City”, The Senses and Society, 2 (1), s.59-77. • Pink, S. (2008) “Sense and Sustainability: The Case of the Slow City Movement”, Local Environment, 13(2), s.95-106. • Radstrom, S. (2011) “A Place Sustaining Framework for Local Urban Identity: an Introduction and History of Cittaslow”, Italian Journal of Planning Practice, I(1), s.90-113. • Uluslararası Cittaslow Birliği, Uluslararası Cittaslow Tüzüğü, 2014. • Yalvaç Belediyesi (2009) Yalvaç Kültürel - Doğal Değerlerin Korunması, Geliştirilmesi ve Turizmin Çeşitlendirilmesi Projesi, Yalvaç. • Yalvaç Belediyesi (2011) Yavaş Şehir Mükemmeliyet Koşulları, Değerlendirme Formu, Yalvaç.

Internet Sources • Cittaslow International Web Sayfası, Philosophy. Available from: http:// http://www.cittaslow.org/content/philosophy [Accessed 15 November 2015]. • EXPO 2015 Milan - Italy is exporting the Cittaslow idea all over the world (Second Global Report on the Cittaslow Towns). Available from: www.cittaslow.org/article/expo-2015-milanitaly-is-exporting-the-cittaslow-idea-all-over-the-world [accessed 19 June 2015]. • Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Web Sayfası, Aziz Paulus. Available from: http://www.ispartakulturturizm.gov.tr/ TR,71232/st-paul-aziz-paulus.html [accessed 28 August 28]. • Yalvaç Kaymakamlığı Web Sayfası, Yönetim. Available from: http://www.yalvac.gov.tr/yonetim [Accessed 29 August 2016]. • Bu makale, 2016 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Anabilim Dalı Restorasyon Programı’nda Prof. Dr. M. Cengiz CAN’ın danışmanlığında Ayça ÖZMEN tarafından yapılan “Tarihi Cittaslow Yerleşimlerinde Kentsel ve Mimari Koruma İlkeleri” başlıklı Doktora Tezi’nden üretilmiştir.

23


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):24-38 DOI: 10.5505/megaron.2017.87059

Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli A Proposed Method for Decisions on the Rehabilitation of Building Facades Banu ERTURAN, Özlem EREN

ÖZ Doğanın ve doğal kaynakların gelecek nesiller için korunması gerektiği bilincinin arttığı günümüzde, sürdürülebilirlik kavramının önemi de her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Buna paralel olarak, sürdürülebilir mimari, planlama ve tasarım aşamalarından başlamak üzere, yapım-üretim, uygulama, kullanım ve yıkım aşamalarının tamamını kapsayacak şekilde uzun vadeli ve çok yönlü olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Her bina yapım sürecinde doğaya belli miktarda zarar vermektedir. Bu bağlamda, mevcut binayı yıkıp yenisini yapmak yerine, binanın performansını optimum düzeyde tutacak çalışmalar yapmak, hem çevresel ve ekonomik fayda sağlamak hem de mimari kimliği korumak açısından sürdürülebilir bir yaklaşım olarak nitelendirilebilir. Binanın toplam performansının artırılması veya mevcut performansın korunmasındaki, anahtar faktörlerden biri cephelerin yenilenmesidir. Cephede yapılacak kısmi veya kapsamlı yenilemeler, binanın her türlü performansına doğrudan yansıyacaktır. Ancak, bina performansının korunması ve artırılmasını sağlamada yenileme eyleminin gerçekleştirilmesi kadar yenileme kararının verilmesi ve doğru yenileme stratejilerinin belirlenmesi de etkilidir. Bu çalışmada, mevcut bir bina cephesini yenilemeye karar verme sürecinde ve sonrasında kullanılabilecek, cephenin mevcut durumunun değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonrasında yenilenme gerekli görülen cephenin hangi süreçte yenilenmesinin uygun olacağının tespit edilmesine yönelik bir yöntem geliştirilmiştir. Anahtar sözcükler: Bakım-onarım; durum değerlendirme; hasar; karar verme, sürdürülebilirlik; yenileme.

ABSTRACT The idea of the need to protect nature and natural resources is gaining importance every day. Sustainability refers to the protection of the environment for future generations. Architectural planning and design, as well as construction and demolition are now being evaluated with a long-term and multi-sided perspective. The use of existing building stock has great advantages in terms of resources and energy consumption in contrast to the damage to the environment inherent in the construction of a new building. The use of existing building stock allows for preservation of the environment and architectural identity, as well as economic benefit. Facade rehabilitation has become a key factor. Partial and extensive rehabilitation of building facades is directly proportional to the overall performance of the building. The decision to rehabilitate and the correct means of rehabilitation are critical to the building’s performance. This study is an examination of the process of making the decision to rehabilitate an existing building facade and the current methods of rehabilitation. Keywords: Maintenence-repair; condition assessment; defect; decision-making; sustainability; rehabilitation.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Anabilim Dalı, Yapı Bilgisi Programı, İstanbul Başvuru tarihi: 28 Mart 2017 - Kabul tarihi: 13 Aralık 2017 İletişim: Banu ERTURAN. e-posta: banuerturan@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

24

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Giriş Binaların yaşam dönemi 4 bölüme ayrılmaktadır. Bunlar üretim, kullanım, yenileme ve yıkım aşamalarıdır. Sürdürülebilirlik konusundaki bilincin gitgide artmaya başladığı günümüzde, bu aşamaların her birinin temel hedefi enerjiyi, suyu, malzemeyi ve bulunduğu alanı etkin şekilde kullanarak çevreye zararı en aza indirmektir. Mevcut yapıların kaynak olarak yeniden kullanıma kazandırılmasının, enerji kazanımı, yapım süresinde zaman kazanımı, ilave yerleşim yeri ihtiyacının azalması, koruma bilincinin gelişmesi ve tasarım girdisi olarak karşımıza çıkan yararlarının yanı sıra ekonomik yararları da bulunmaktadır. Binalar aynı zamanda malzemelere gizlenmiş olan yatırımlardır. Bu nedenle yıkım, mali açıdan bir sermaye kaybı sayılabilir.1 Cepheler ve diğer yapı alt sistemleri teknik ömrünü yaklaşık olarak 30 senede tamamlarken, taşıyıcı strüktürlerin ömrü bir asrı bulabilmektedir. Bu bakımdan, teknik ömrünü tamamlamış veya çeşitli nedenlerle fonksiyonel gereksinimlerini ve kullanıcı ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamayan bina cephelerinin yenilenmesi, binanın kullanım ömrünü artırarak, ekonomik ve sürdürülebilir yarar sağlamak adına uygun bir yöntem olacaktır. Bu bağlamda, yenilemeye teşvik edici politikaların geliştirilmesi sürdürülebilir fayda açısından büyük önem taşımaktadır. Cephenin performansının korunması, artırılması ve karşılaması gerekli fonksiyonları sağlanmasında yenileme eyleminin gerçekleştirilmesi kadar yenilemeye karar verme sürecine yardımcı olacak ve yön göstererek süreci kolaylaştıracak yöntemlerin geliştirilmesi ve doğru yenileme stratejilerinin belirlenmesi de etkili olacaktır. Cephe Yenileme İhtiyacının Belirlenmesi Binaların fiziksel, fonksiyonel ve ekonomik değerleri fiziksel ve çevresel etkiler, insan kaynaklı müdahaleler, yasal zorunluluklar gibi birçok nedenle zamanla azalabilmektedir. Buna bağlı olarak, fiziksel olarak eskimiş, düşük performanslı binalar ya yıkılmakta ya da teknik alt yapı veya tüm yapı elemanları değiştirilmek suretiyle yenilenmektedir. Ancak bu iki olası sonucu destekleyecek sürdürülebilir çözümlere ulaşılabilmesi için, öncelikle ihtiyacın ne olduğunun çok iyi belirlenmesi gerekmektedir. Yenilemeye Karar Verme Sürecinde Bir Yön Gösterici Olarak Yıkım Yerine Yenilemeyi Destekleyen Nedenler Karar verme sürecinde kullanıcılar, yenilemenin fiziksel etkilerinden ve ekonomik sonuçlarından endişe duyabilmekte ve bu sebepten yenilenmesi gerekli olan birçok bina oldukça uzun bir süre hiç dokunulmadan korunmaktadır. Diğer yandan strüktürel anlamda çok iyi durumda olan birçok bina da yıkılmaktadır. Bu şekilde, yıkılan binalar yal Ebbert 2010, s. 11.

1

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

nızca sermaye ve enerji israfı değil aynı zamanda mimari kimliğin kaybına neden olmaktadır. Bu bağlamda, verilecek kararı destekleyecek çözümlere ulaşılabilmesi için öncelikle ihtiyacın çok iyi belirlenmesi ve yıkımın mı yoksa yenilemenin mi daha sürdürülebilir ve doğru bir karar olduğunun iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Yıkım veya yenilemeye karar vermede en önemli 2 itici güç sürdürülebilirlik ve maliyettir. Bu nedenle de göz ardı edilemeyecek konulardır. Binadaki eksiklikler (strüktürel eksiklikler, teknik alt yapı, fiziksel performans vb.) giderilebilir düzeyde olduğu takdirde, yapılacak bakım çalışmaları ve yenilemeler, kullanıcı ihtiyaçlarını karşılamak, binaların fiziksel performansını ve hizmet ömürlerini artırmak için sürdürülebilir ve ekonomik çözümler sunacaktır. Yenilemenin, birincil strüktürün korunarak malzemeden tasarruf edilmesi, mimari kimliğin korunması, yapının gizli kalmış değerinin daha yüksek hızda ortaya çıkması ve enerjinin daha verimli kullanımı gibi faydaları bulunmaktadır.2 Kapsamlı şekilde yenilenmiş bir cephe, binanın enerji verimliliği potansiyelini %50 veya daha fazla oranda arttırabilmekte, yenilenebilir enerji kullanımının düzeyini belirleyebilmektedir. Ekonomiyle ve binada her türlü konfor artışı ile bağlantılı olarak ilave katkıları da bulunabilmektedir.3 Cephe Yenileme İhtiyacını Ortaya Çıkaran Faktörler Yenileme, enerji verimliliğini artırmaya teşvik etmede de önemli faktörlerden biridir. Bina sahiplerini yenilemeye karar vermede etkileyen faktörlerin bu noktada iyi incelenmesi gerekmektedir. Birinci yaklaşım, yenilemenin fiziksel, ekonomik, sosyal ve yasal çerçeveden incelenmesidir. İkinci yaklaşım ise bu sınır koşullarının, kullanıcı tarafından algılanmasının kendi öznel bakış açılarından analizidir.4 Bu nedenle cephe yenilemeye yönlendiren faktörler bahsedilen yaklaşımların her ikisini de kapsayacak şekilde; 1. Fiziksel faktörler 2. Sosyo-kültürel faktörler 3. Ekonomik faktörler 4. Yasal faktörler olmak üzere 4 başlık altında incelenmektedir. Fiziksel Faktörler Genel olarak cepheler belirli bir süre sonunda fiziksel ve fonksiyonel etkinliklerini kaybetmektedir. Bu süre, seçilen cephe sistemine, kullanılan malzemeye, iklimsel verilere, bakım-onarım yapılma aralığına ve yapım şekline göre farklılıklar göstermektedir. Yenilemeyi gerektiren fiziksel faktörler üçe ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi su ve ses geçirimsizliğinde azalmaya neden olan çevresel faktörlerdir. Bir diğeri kötü kullanım ve hatalı konstrüksiyon gibi insan kaynaklıdır.5 Sonuncusu Loukopoulou, 2012, s. 32. Jacob, 2007, s. 1.

Jacob, 2007, s. 1. Chen, 2011, s. 157.

2

4

3

5

25


ise yapı kabuğunun kendi ölü yüklerinin de etkisiyle oluşan zamana bağlı deformasyonların neden olduğu fiziksel eskimedir. Bunların her üçü de, binanın tolerans sınırı aşılana kadar performansının azalmasına yol açan faktörlerdir. Sosyo-Kültürel Faktörler Cephede yenilemeyi gerektiren bir diğer faktör ise toplumun sosyo-kültürel yapısıdır. Kullanıcının veya bina sahiplerinin işlevsel beklentilerindeki, konfor taleplerindeki artış ve değişimler, toplumsal gereksinimler veya yerel yönetimlerin hedefleri doğrultusunda ortaya çıkan kentsel tasarım anlamındaki bütüncül yaklaşımlar, değişen mimari trendler ve başlangıçta tasarım aşamasında öngörülememiş veya kullanıcı gereksinmeleri, işlevsel değişiklikler gibi nedenlerle zamanla ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar karşısında mevcut cephenin sürdürülebilirliğini kaybetmesi veya toplumda artan çevresel sorumluluk bilinci sonucu cephenin sürdürülebilir bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği, yenilemeyi gerektiren sosyo-kültürel faktörler olarak sıralanabilir. Ekonomik Faktörler Cephe yenilemeye neden olabilecek ekonomik faktörler, yüksek işletim maliyeti ve pazarlama stratejisi olarak sıralanabilir. Binanın enerji giderlerinin büyük bir kısmını ısıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, sıcak su elde etme ve yenilenebilir enerji sistemlerinin kullanımı oluşturmaktadır. Tüm bu enerji giderlerinin büyük bir kısmı da doğrudan bina cephesiyle ilişkilidir. Cephesi yapı fiziği açısından eskimiş binalarda zamanla ısıtma, soğutma ve doğal havalandırmada ilave mekanik sistemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum, işletme ve bakım-onarım maliyetinin artmasına neden olmaktadır. Bina sahiplerini yenilemeye yönlendiren bir diğer faktör ise satış veya kira değerini artırmaktır. Binanın estetik değerini artırmak adına cephede yapılacak her türlü müdahale binanın mali değerini de o oranda etkileyecektir. Bina cephesinin reklam-tanıtım alanı olarak kullanılmaya uygun hale getirilmek için yenilenmesi de bir diğer pazarlama stratejisidir. Yasal Faktörler Zararlı materyallerin bulunması, yangın güvenliğinin yetersizliği, kullanıcılar ve üçüncü şahıslar için olası tehlikeler bir binanın kullanılabilirliği açısından önemlidir. Ayrıca, bu konularda önlemler alınması ve yenilemeler yapılması yasal olarak ta zorunludur.6 Yenilemeyi etkileyen diğer yasal faktörler ise son yılların en önemli konularından biri olan enerji sertifikaları ve yerel yönetimlerce hazırlanan kentsel tasarım projeleridir. Sonuçta, cephede yenileme ihtiyacını harekete geçiren birçok etken bulunmaktadır. Bina sahibinin binanın ısıl performansını artırma ihtiyacından, enerji tasarrufu etme ve Ebbert, 2010, s. 39.

6

26

işletme maliyetini düşürme gereksinimine, prestij artırma isteğinden, yasal zorunluluklara kadar yenileme ihtiyacını doğuran bir çok itici güç bulunmaktadır. Çalışmada, fiziksel, ekonomik, sosyo-kültürel ve yasal çerçeveden ele alınan tüm bu etkenlerin, aynı zamanda doğrudan ve dolaylı olarak birbirleri ile de etkileşim içinde, birbirini tetikleyici nitelikte olduğu belirlenmiştir. Cephede Yenileme İhtiyacını Belirleyen Ölçütler Cephelerde verilen yenileme kararlarının belirleyici faktörleri olarak performans sorunları, yasaların getirdiği zorunluluklar ve karar vericilerin yenileme istekleri kabul edilebilir. Birincil belirleyici olan performans sorunları tasarımdan, kullanım hatalarına, iklimsel koşullardan kaynaklı yıpranmalara kadar çeşitli nedenlere bağlı olabilmektedir. İkincil belirleyici olan karar vericilerin yenileme isteği, cephenin kişisel beklentileri karşılayamaması sonucu ortaya çıkmakta olup, isteğe bağlıdır. Üçüncül belirleyicide ise diğerlerinden farklı olarak karar verici kiracı veya yapı sahibi değil tamamen yasa ve yönetmeliklerdir. Yenileme, kiracı ve yapı sahibinin iradesi dışında gerçekleştirilmesi zorunlu bir durumdur. Belirleyicinin yasal gereklilikler veya karar vericinin yenileme isteği olması durumunda yenileme kararı herhangi bir ölçüte bağlı değildir. Belirleyiciler doğrudan kararı oluşturabilmektedir. Bu nedenle, kişisel istekler veya yasal zorunluluklar sonucu kullanıcının iradesi dışında ortaya çıkan yenileme kararlarının alt nedenleri, yenileme ihtiyacını belirleyen ölçüt grubunun dışındadır. Sağlıklı bir cephe yenileme kararı verebilmek için öncelikle cephede performans sorunlarına neden olan hata ve hasarların iyi saptanması gerekmektedir. Cephelerden Beklenen Performans İhtiyaçları ve Performans Özellikleri Yapıda ortaya çıkan hata ve hasarlar, yapım ve kullanım süreci içinde gerek işlevsel zorlama, gerekse malzemenin doğal ömrüne bağlı olarak oluşmaktadır. Elde edilen yapısal kalitenin sürdürülebilirliğini engelleyen bu sorunların kökeninde, değişik alt süreçlerde alınan hatalı kararlar ve uygulamalar yatmaktadır. Performans yaklaşımı çerçevesinde yapı hata ve hasarlarının saptanması ve bu yöndeki oluşumların engellenmesi veya en aza indirgenmesinde performans kriterlerine ilişkin ölçütlerin belirlenmesi şarttır. Bu ölçütler ulusal ve/veya uluslararası standartlarda mevcuttur.7 Ulusal ve uluslar arası kaynaklar göz önünde bulundurularak, bir cephenin fonksiyonel görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi ve iç mekanda konforlu bir yaşam alanı oluşabilmesi için karşılaması gerekli performans ihtiyaçları; 1. Sağlamlık-Mukavemet-Dayanım, Utkutuğ 2006, s. 207-210.

7

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

2. Enerji korunumu, 3. Doğal havalandırma/iç hava kalitesi, 4. Isıl konfor, 5. Optimum düzeyde doğal aydınlatma, 6. Güneş kontrolü, 7. Gürültü kontrolü, 8. Su ve nemden koruma, 9. Yangın dayanımı, 10. Estetik, 11. Temizlik ve sağlık, 12. Ekonomiklik, 13. Emniyet/Güvenlik, 14. Değişkenlik, 15. Dış iklim koşullarından koruma olarak listelenebilir. Bir cephenin bu ihtiyaçları karşılaması aynı zamanda cephenin mimari ve fonksiyonel performansını, ekonomik performansını, yapı fiziği performansını, strüktürel performansını ve çevresel etki performansını doğrudan etkilemektedir. Bina cepheleri kendisinden beklenen performans ihtiyaçlarını karşılayamadığı sürece içinde yaşayanlara (iç kullanıcıya) ve çevresine (dış kullanıcıya) konforlu bir yaşam sunamaz ve zamanla cephede yenileme ihtiyacı ortaya çıkar. Binalarda zaman içinde fiziksel, kimyasal etkenler ya da atmosferik değişmeler nedeniyle bir malzemenin ya da yapının özelliklerinde oluşan bozulma, eskime yani yaşlanma olarak tanımlanmaktadır.8 Bu nedenle çalışmada cephenin kendisinden beklenen performansı sağlayamamasına neden olan ve cephede bozulmalara yol açarak yenilemeyi gerektiren her türlü etken eskime olarak nitelendirilerek cephede yenileme ihtiyacını belirleyen ölçütler özetle; 1. Mimari ve fonksiyonel performansı etkileyen sorunları oluşturan ölçütler, mimari ve fonksiyonel sorunlara yol açan eskimeler, 2. Ekonomik performansı etkileyen sorunları oluşturan ölçütler, ekonomik eskimeler, 3. Çevresel etki performansı ve yapı fiziği performansını etkileyen sorunları oluşturan ölçütler bir arada değerlendirilerek fen ve sağlık sorunlarına yol açan eskimeler, 4. Strüktürel performansı etkileyen sorunları oluşturan ölçütler strüktürel eskimeler, olarak 4 başlık altında toplanmış ve performans ihtiyaçlarının, cephe tarafından karşılanamamasının nedenleri ile birlikte incelenmiştir (Tablo 1). Mimari ve Fonksiyonel Sorunlara Yol Açan Eskimeler Cephede yenileme ihtiyacının ortaya çıkmasının en

önemli nedenlerinden biri, cephenin mimari açıdan işlevini tam olarak yerine getirememesidir. Bina cepheleri, yapı sahiplerinin istekleri veya işlevsel değişiklikler sonucu ortaya çıkan gereksinmeler doğrultusunda değişikliklere uğramaktadır. Yanlış veya kötü kullanımdan, atmosferik etkilerden ve malzeme ömründen kaynaklı olarak da zamanla yıpranmalar, hasarlar ve görsel bozulmalar ortaya çıkabilmektedir. Bu fiziksel bozulmalar binanın hem yapı fiziği açısından performansını düşürmekte hem de görsel açıdan eskimiş ve kötü bir görünüme neden olmaktadır. Cephedeki işlevsel eskime ve görsel bozulmalar, hem mimari kimlik kaybı hem de yapı sahibi için ciddi bir prestij sorunu olarak nitelendirilebilir. Binanın dış dünyayla bağlantısını kuran ara yüz olması, bir diğer ifadeyle binanın çehresini oluşturması dolayısıyla, cephede zamanla ortaya çıkan mimari ve fonksiyonel eskimeler, kentsel dokuyu olumsuz etkilemekte ve binanın fark edilirliğini azaltmaktadır. Ekonomik Eskime Ekonomik performans, genellikle yaşam dönemi maliyeti tekniği kullanılarak değerlendirilmektedir.9 Ekonomik etkinliğin değerlendirilmesine ilişkin ölçütler; yapım ve kullanım sürecine ilişkin ölçütlerdir. Kullanım sürecine ilişkin ölçütler; işletme, bakım-onarım ve yenileme maliyetine ilişkin ölçütlerdir.10 Cephe ekonomik açıdan incelendiğinde tüm sistemin yaşam döngüsüne ilave olarak işletim ve bakım masrafları dikkate alınmalıdır.11 Binaların işletim maliyeti büyük oranda enerji tüketimi ile bağlantılıdır. Avrupa Çevre Ajansı’nın (AÇA) tahminlerine göre bir binanın bütün ömrü boyunca tükettiği enerjinin %80-90’ı mekanların ve suyun ısıtılmasında kullanılmaktadır.12 Cephenin yapı fiziği açısından eskimesi binada ısıtma, soğutma, aydınlatma ve doğal havalandırmanın yetersiz kalmasına buna paralel olarak ta binada ilave mekanik sistemlere olan ihtiyacın artması, işletme ve bakım-onarım maliyetinin yükselmesi sorunlarını ortaya çıkarmaktadır. Fen ve Sağlık Açısından Sorunlara Yol Açan Eskimeler Flores-Colen ve diğ. (2010)’e göre kullanıcılar bakımonarım çalışmalarında, estetiği en az önemli konulardan biri olarak görürken, en önemli 3 konu olarak sağlık, kullanım güvenliği, işlevselliği sıralamaktadırlar.13 Kullanıcı emniyetini, sağlığını ve konforunu sağlamak, mimarlığın temel hedeflerinden biridir. Bu bağlamda binaların kullanıcıya konforlu, sağlıklı ve güvenli bir yaşam alanı sunabilmeleri için fen ve sağlık açısından iyi bir performans sergilemesi gerekmektedir. Dış çevreyle doğrudan ilişkili olması ve diğer yapı elemanları ile birebir bağlantılarının bulunması nedeni ile özellikle bina cephelerinin yapı fiziği performansının kusursuz olması bu noktada büyük önem 10 11 Gür 2007, s. 19. Ünal 2006, s. 124. Yellamraju 2004, s. 18. 13 Cirman ve diğ. 2011, s. 2. Yusofa ve diğ. 2012, s. 510.

9

Hasol 1998, s. 481.

8

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

12

27


Tablo 1. Cephede oluşan eskimelerin cephe yenileme ihtiyacını belirleyen alt ölçütler üzerindeki etkisi ve ilişkilendirmeleri PERFORMANS ÖZELLİKLERİNDE BOZULMAYA NEDEN OLABİLECEK ETKENLER

ESKİME KATEGORİLERİ (ANA ÖLÇÜTLER)

İHTİYAÇLAR Estetik

Mimari ve Fonksiyonel Sorunlara Yol Açan Eskimeler

Temizlik ve sağlık

Emniyet ve güvenlik Değişkenlik Enerji korunumu Ekonomik Eskime

Fen ve Sağlık Sorunlarına Yol Açan Eskimeler

- Görsel bozulmalar - Kullanım hataları - Yıpranmış görüntü - Mimari kimlik kaybı - Tehlikeli malzeme kullanımı (Asbest, PCB, PAK, MMMF) - Küf, çürüme, böceklenme gibi bina kullanıcı sağlığını da etkileyebilecek bozulmalar - Cephede oluşan çatlama, kırılma, düşme vb. sonucu güvenliği de etkileyecek görsel bozulmalar - İşlevsel değişiklikler - İşlevini yansıtamama - Enerji tüketimi artışı - Isı köprüleri - İşletme maliyetinde artış - Yüksek bakım maliyeti

Isıl konfor

- Isı kayıpları - Hava sızıntıları - Isı köprüleri

Enerji korunumu

- Isı kayıpları - Yalıtım eksikliği - Güneş kontrolü eksikliği - Yetersiz doğal aydınlatma - Yetersiz doğal havalandırma - İç hava kalitesinin optimum sınırlar dışında olması - Yetersiz doğal aydınlatma

Güneş kontrolü

- Güneş kontrolünün olmamasından kaynaklanan parlama, yansıma vb. konfor problemleri

Gürültü kontrolü

- Yetersiz ses yalıtımı

Su ve nemden koruma

Temizlik ve sağlık

Estetik

Strüktürel Eskime

BOZULMALAR

Ekonomiklik

Doğal havalandırma/iç hava kalitesi Optimum düzeyde doğal aydınlatma

- Korozyon, paslanma - Küflenme - Çiçeklenme - Küf, çürüme, böceklenme gibi bina kullanıcı sağlığını da etkileyebilecek bozulmalar - Bina bağlantılı rahatsızlıklar (BRI) - Tehlikeli malzeme kullanımı (Asbest, PCB, PAK, MMMF) - Hasta bina sendromu (SBS) - Solma, bozulma, eskime gibi iklimsel etkiler sonucu ortaya çıkan görsel sorunlar

Dış iklim koşullarından koruma

- Olumsuz dış iklim koşullarının etkisiyle oluşan bozulmalar

Sağlamlık /dayanım/mukavemet

- Mukavemet kaybı - Servis yüklerinin etkileriyle ortaya çıkan gerilmeler - İç ve dış kullanıcının güvenliğini etkileyecek çatlama, kırılma, düşme vb. bozulmalar - Yangın güvenliği için gerekli tedbirlerin alınmamış olması nedeniyle yangın esnasında, sonrasında ortaya çıkan kırılma ve düşmeler

Emniyet/Güvenlik

Yangın dayanımı

taşımaktadır. Ancak yanlış malzeme seçimi, kullanım hataları, iklimsel koşullar (güneş, yağmur, rüzgar vb.) ve çeşitli dış etkenler sonucu ortaya çıkan fiziko-kimyasal etkileşim28

ALT ÖLÇÜTLER

İşlevini Yansıtamama/İşlevsel Eskime Görsel Bozulmalar - Yıpranmış görüntü - Kullanım hatalarından kaynaklı bozulmalar

İşletim maliyetinde artış - Enerji tüketimi artışı - Yüksek bakım maliyeti Fiziko-Kimyasal Etkileşimler Sonucu Ortaya Çıkan Bozulmalar Su ve Nem Etkisiyle Ortaya Çıkan Bozulmalar - Çiçeklenme - Korozyon, paslanma - Çürüme - Yüzey Bozulmaları Mekanik ve Atmosferik etkiler sonucu ortaya çıkan fiziksel bozulmalar - Renk Değişimleri/Solma - Atmosferik kirlilikler - Aşınma

Biyolojik Etkiler Oluşturan Bozulmalar ve Sorunlar Biyolojik Organizmaların Üremesi - Yosun, Küf ve Mantar Oluşumu - Bakteri ve Böcekler Bina Bağlantılı Rahatsızlıklar

Konfor Koşullarının Bozulması - Isıl Konforsuzluk - Aydınlatmada yetersizlik ve parlama - Akustik Konforsuzluk - İç ortam neminin optimum koşulların dışında olması - İç hava kalitesizliği

Mukavemet Kaybı - Eğilme/Bükülme - Kırılma - Düşme - Çatlama

ler, biyolojik etkiler ve sorunlar nedeniyle, cephe zamanla beklenilen performansı ve konforu sağlayamaz duruma gelmektedir. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Değer hiyerarşi

Ölçü mekanizması

İnceleme seviyesi İnceleme teknikleri

Alan incelemeleri

Durum ölçeği Gerekli veriler Gerekli analizler

Durum analizi

Eksiklerin tespiti Ölçüler İlave notlar, resimler vb.

Denetlenen bileşenlerin değerleri Hiyerarşideki herhangi bir düzeyde durum hesaplama

Şekil 1. Durum değerlendirme sürecinin temel adımları.22

Strüktürel Eskime Cephede mukavemet sağlayabilmek için, öncelikle sorunlar iyi belirlenmelidir. Günümüzde binalar dayanımı daha düşük malzemelerle inşa edilmektedir ve bu nedenle doğası gereği bu yapılar geçici olarak kabul edilmektedir.14 Bina cepheleri iklimsel ve mekanik birçok etkiye maruz kalmaktadır. Bu etkiler karşısında cephede ani kırılmaya neden olmayan iklimsel gerilmeler ve bozulmalar oluşmakta, zamanla strüktürel problemler ortaya çıkmaktadır.

Durum Değerlendirme Durum değerlendirme, bir sistemin ve sisteme ait sabit varlıkların değerlerini ve karşılamaları gereken fonksiyonları devam ettirebilmeleri için yenileme, onarım ve değiştirme ihtiyaçlarının sistematik olarak ölçümü,15 mevcut bileşenlerinin ve teçhizatlarının onarım ihtiyacını ve bakım stratejilerini öngörme işlemidir.16 Mimarlıkta değerlendirmenin temelinde bir ürünün veya sürecin getirdiği fayda veya zararların eksplisit bir biçimde ortaya konması ve böylece bilinçli olarak önceden saptanan amaca ilişkin kriterler takımının ne oranda gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması yatar.17 Mimari sentezi oluşturan parça sistemlerinin tümünün aynı birimlerle ölçülememesi ve sübjektif değer yargılarına göre değerlendirilmesi, mimari uç ürünün değerinin tek bir birimle ifade edilmesinin mümkün olmadığını göstermektedir. Bundan dolayı çok boyutlu değerlendirme yöntemleri özellikle mimarlıkta önemsenmektedir.18 Bilinçli olarak yapılan mimari değerlendirmeler, genel olarak üç aşamada gerçekleşmektedir. İlk aşamada mimari bütünün parçalar, yani uç amacın alt amaçlara bölünmesini öngörmektedir. Daha sonra bu alt amaçlara ait değer kriterleri saptanır. Bunu, değer kriterlerinin alt amaçlarının ağırlık kazanması izler. Son aşama olarak, değer kriterlerinin değer kazanma Alves 1997, s. 281. 15 ElSamadony ve diğ., 2013, s. 2054. 16 Nurul ve diğ., 2012, s. 778. 14

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Sey ve Tapan, 1976, s.32. 18 Gür, 2007, s. 59. 17

sı ve dolayısıyla tüm sistemin değerlendirilmesi gelir.19 Bu aşamalar, sistemin ve karar verme sürecinin aşama noktalarının özelliklerine göre farklı değerlendirme teknikleri ile gerçekleşmektedir.20 Ahluwalia (2008) ayrıntılı bir durum değerlendirmenin 4 temel adımını aşağıdaki şekilde ifade etmektedir (Şekil 1);21 1. Hiyerarşik sınıflandırma, 2. Ölçü mekanizmaları hazırlama, 3. Alan incelemeleri yapma, 4. Durum analizleri yapma. Yapı elemanlarının hiyerarşik sınıflandırılmasına, hasarların sınıflandırılmasına ve durum parametrelerinin kullanımına göre yöntemler çeşitlendirilebilir. Ancak sonuçta, tüm durum değerlendirme yöntemleri aynı yolu izler. Hiyerarşik sınıflandırmanın ardından ilk olarak hasarların oluşumu değerlendirilir. Bu bilgiler olmadan bakım faaliyetleri ve tahmini maliyet formüle edilemez. Tüm bu çalışmalar için görsel analizler genellikle yeterlidir.23 1. Adım: Hiyerarşik Sınıflandırma Durum değerlendirmenin en önemli aşamalarından biri binanın hiyerarşik olarak ana bileşenlerine ayrılmasıdır. Hiyerarşi, bileşenleri farklı kategorilere, kümelere ve sınıflara ayırmak için kullanılan bir araçtır. Hiyerarşik sınıflandırmada, bir daldaki bileşenlerin gruplandırılması benzer özellikleri (bileşen, malzeme vb.) ve benzer denetim ihtiyaçlarını yansıtacak şekilde yapılır (Şekil 2).24 Hiyerarşik sınıflandırma, hasarın öneminin/türünün sınıflandırılmasını da doğrudan etkilemektedir.25 2. Adım Ölçü Mekanizmaları Hazırlama Bina bileşenlerinin performansını değerlendirmek için belirlenen uygun değerlendirme kriterleri ve detay düze Gür, 2007, s. 58. Sey ve Tapan, 1976, s. 29-30. 21 Ahluwalia, 2008, s. 18. 22 Ahluwalia 2008, s. 18.

Straub, 2003, s. 385. Ahluwalia, 2008, s. 18. 25 Straub, 2009, s. 26-27.

19

23

20

24

29


Düzey 1: Bilim Dalı

Düzey 2: Sistem

Düzey 3: Montaj

Düzey 4: Bileşen

Düzey 5: Örnek

Hasar litesi

- Mülkiyet - Mimari/Strüktürel - Mekanik - Elektrik - Çevresel - Fonksiyonel

- Alt yapı - Üst yapı - Bitirme elemanları - Çatı - İç mekar yapı elemanları

- Bölücüler - Hareketli bölücüler - İç kapılar - Tefrişatlar - İç duvar bitirme elemanı - Döşeme bitirme elemanı

- Boya - Vinil döşeme - Sıva - Seramik kaplama - Cam kaplama

Örn... Duvar 1 Duvar 2

- Aşırı düzeyde çatlama ve dökülmeler - Eğri yüzeyler - Hatalı montaj - Su sızıntıları

... Duvar n

(%50) (%15) (%10) (%25)

Hasar ağırlıkları, bileşene yansıması Toplam=7 Bileşenler

Toplam=32 Bileşenler

Toplam=133 Bileşenler

Toplam=169 Bileşenler

Toplam=885 Hasarlar

Şekil 2. Hiyerarşik sınıflandırma örneği (RECAPP 1.0-2002).26

Yapı bileşeni

Hasar (Hasarın türü)

Hasarın yoğunluğu

Hasarın boyutu

Hasarın puanı

Yapı bileşeninin durumu Şekil 3. Durum değerlendirme süreci.30

yi ne olursa olsun, değerlendirme sürecinin sonucu büyük oranda değerlendirmeye konu alan kişinin inceleme sürecindeki hassasiyetine bağlıdır.27 Durum değerlendirme yapılırken genel olarak hasarın türünün, yoğunluğunun ve boyutunun belirlenmesi süreci izlenmektedir. Hasarın türü, hasarın yapı bileşeninin işleyişini ne boyutta etkilediğini gösterir. Hasarın yoğunluğu, bozulma süreci ile ilişkilidir ve bileşeninin durumunu çok yüksek düzeyde etkiler. Hasar boyutu, bileşenin hasardan etkilenen kısmının ölçüsünü tarifler (Şekil 3).28 Öncelikle hasarın oluşumu değerlendirilir. Bu bilgiler olmadan bakım faaliyetleri formüle edilemez ve/veya maliyet değerlendirmeleri yapılamaz. Değerlendirmeyi yapan kişi ardından, hasarın türü, yoğunluğu ve boyutunun değerlendirilmesi aşamalarına geçer. Hasarın boyutu ve yoğunluğu, hasarın türü ile birleştirilerek bir durum derecelendirmesiyle ve muhtemel bir ara ürün olarak bir durum puanıyla sonuçlanır.29 3. Adım: Alan İncelemeleri Yapma Hasarları ve bu hasarların şiddetlerini doğru bir şekilde tespit edebilmek için sistematik bir alan incelemesi Ahluwalia 2008, s. 22. Ahluwalia, 2008, s. 22-23. 28 Straub, 2003, s. 385-387.

Straub, 2009, s. 26. Straub 2003, s. 386.

26

29

27

30

30

yaklaşımı oldukça önemlidir. Bu inceleme işleminin amacı performans ölçmek ve\veya hesaplamak (özel bir durumu yansıtan sayısal değerlerin hesaplanması) veya durumunu değerlendirmek için gerekli verileri elde etmektir. İnceleme tutarlı doğru ve mümkün olduğunca objektif olmalıdır. Değerlendirme sürecini standart hale getirmek amacıyla birçok araştırmacı tarafından hasar ve durum kontrol listeleri geliştirilmiştir. Bu listeler hem kağıt üzerinde, hem de elektronik ortamda olabilmektedir.31 4. Adım: Durum Analizi Yapma İnceleme esnasında elde edilen verilerin bir bileşendeki hasarın şiddetinin ölçümü şeklinde elde edilmesi nedeniyle bu ölçümleri sayısal bir durum değerine dönüştürebilmek için bir takım analizler yapılması gerekmektedir. İncelemeden elde edilen veriler değerlendirme yöntemine bağlı olarak analiz edilir. Öncelikle bir bileşenin durumu hesaplanır. Bu değer, değer hiyerarşisindeki herhangi bir durumu hesaplamada da kullanılabilir.32 Durum değerlendirme yaparken, kullanılan yönteme bağlı olarak hesaplamada, farklı formülasyonlarla farklı sayısal değerlere ulaşılabilir. Ancak, önemli olan değerlendirmenin objektif bir şekilde ve belli kurallar çerçevesinde yapılmış olmasıdır. Bu çalışmada, durum değerlendirme kavramı, değerlendirme yöntemleri ve Avrupa’da geliştirilen durum değerlendirme modelleri üzerinde yapılan literatür araştırmaları sentezlenerek analiz edilmiştir. İncelenen durum değerlendirme yöntemleri, amaç, kapsam, yöntem, değerlendirme alanları, değerlendirilen mimari ürünün sonuca etkisi, değerlendiricilerin meslek grupları, varılmak istenen sonuç, değerlendirme sürecinde izlenilen adımlar bakımından karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak, çalışmada ulaşılmak istenilen hedefe en uygun yöntemin Portekiz Ulusal Mühendislik Laboratuarı (LNEC-National Laboratory for Civil Engineering) tarafından geliştirilen MAEC yöntemi (Portekiz Bina Durum Değerlendirme Yöntemi) olduğu görüşüne varılmış ve durum değerlendirme yapmanın 4 temel adımına bağlı kalınmak suretiyle, MAEC yöntemine ait değerlendirme kriterleri kullanılarak bina cephelerinin yenilenmesine karar vermek için kullanılabilecek bir değerlendirme modeli geliştirilmiştir. Ahluwalia 2008, s. 25.

31

Ahluwalia 2008, s. 30-31.

32

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Portekiz’de 1990 öncesinde kiralanan binalarda çok düşük fiyatlara kira sözleşmeleri yapılmış olması, zamanla bu binalarda yaşayan kullanıcıların, binayı boşaltmak istememesine neden olmuştur. Bu durum, sosyal ve ekonomik istikrarsızlığın yanı sıra zamanla yapılarda bakım yetersizliğine ve bozulmalara sebebiyet vermiştir. Binalarda gitgide artan bozulmalar, kiralanan birimlerin yaşanabilirliğini azaltmış, şehirlerin kentsel imajlarını zedelemeye başlamıştır. Bu durumu değiştirmek amacıyla Portekiz Hükümeti 2006 yılında bina kiralama şekillerini düzenleyen Urban Tenancy Regime’ i onaylamıştır. Düzenlemenin temel hedefi, bir bakıma mülk sahibi olmaya teşvik edici ekonomik alternatifler sunarak kira pazarını, konut hareketliliğini, kentsel rehabilitasyonu geliştirmek ve gayrimenkul yatırımlarına güveni artırmak olmuştur.33 Portekiz Ulusal Mühendislik Laboratuarı, Urban Tenancy Regime çerçevesinde, binaların durumunu değerlendirmek için MAEC yöntemini (Portekiz Bina Durum Değerlendirme Yöntemi) geliştirmek üzere görevlendirilmiştir. 2006 yılında Portekiz Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmış olan yöntem, Portekiz’de Ocak 2007’den beri kullanılmaktadır. Yöntem, konut ünitelerini kiralamanın en yüksek değerini hesaplamak için kullanılan bakım katsayısını ayarlamaktadır. Değerlendirme işleminin amacı, yapı elemanlarında ve bileşenlerinde meydana gelen hasarların düzeyini ve tüm binanın veya ortak parçalarının durumunu saptamaktır. Ortaya çıkan sonuç “Binanın Hasar Durumunu” açıklamaktadır.34,35 MAEC yönteminde değerlendirme işlemi, binada bulunan 37 fonksiyonel elemanın görsel incelemesine dayanmaktadır. Değerlendirme her bir fonksiyonel elemanın hasar seviyesinin belirlenmesiyle başlamaktadır. İnceleme esnasında elde edilen tüm bilgiler, bir kontrol listesinde toplanmaktadır. Kontrol listesi, toplanmış olan verilerin bir liste halinde derlenmesinden oluşmaktadır. Liste, kimlik saptama, kimliklendirme, fonksiyonel eleman hasarları, hasar indeksi, ağır ve kritik hasarların açıklanması, değerlendirme, gözlem, değerlendiricinin notları/görüşleri ve bakım katsayısı olmak üzere 9 bölüme ayrılmaktadır. Değerlendirme sonucu değerlendirici tarafından belirlenen durum, kiracı veya mal sahibi tarafından yapılması olası onarım hesaba katılarak çıkarılan bir bakım katsayısına dönüştürülmektedir.36

Mevcut Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Model Çalışma kapsamında, yapı elemanlarında ve bileşenlerinde meydana gelen hasar düzeyini ve tüm binanın veya ortak parçalarının durumunu saptamada kullanılan MAEC yöntemine ait kurallar ve formüller kullanılarak mevcut Vilhena ve Pedro, 2010, s. 457. Vilhena ve diğ. 2011, s. 2.

Pedro ve diğ. 2008, s. 323-325. Pedro ve diğ. 2008, s. 324-326.

33

35

34

36

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

bina cephelerinin yenilenmesine karar vermede kullanılacak bir model geliştirilmiştir. Geliştirilen modelin hedefi, cephe yenilemeye karar vermenin ve yenileme için süreç belirlemenin objektif bir şekilde ve yüksek hızda yapılmasına imkan tanımaktır. Model önerisinin gelişim sürecinde, ayrıntılı bir durum değerlendirme yapmanın 4 temel adımı esas alınmıştır. Bu doğrultuda modelin oluşumu, bu 4 temel adıma bağlı kalınmak suretiyle MAEC yöntemine ait değerlendirme kriterleri ve hesaplama yöntemi kullanılarak aşağıda belirtilen aşamalarda gerçekleşmektedir; • Cephe sistemlerinin bileşenlerine ayrılması (Hiyerarşik sınıflama) • Değerlendirme kriterlerinin belirlenmesi (Ölçü mekanizmaları belirleme) • Cephe sistemlerinin değerlendirilmesi (Alan incelemeleri yapma) • Cephenin hasar durumunun tespiti ve yenileme kararının verilmesi (Durum analizi) Cephe Sistemlerinin Bileşenlerine Ayrılması (Hiyerarşik Sınıflama) Model önerisi kapsamında cephe sistemlerinin katmanlaşma yapısına göre sınıflandırılması sistemi kullanılmıştır. Cephe sistemleri, tek katmanlı cepheler ve birden fazla katmanlı cepheler olmak üzere 2 cephe tipine ayrılmıştır. Tek katmanlı cepheler, 3 adet bileşenden (ana taşıyıcı, gövde, cephe boşlukları) ve bu bileşenlerin alt bileşenlerinden oluşmaktadır. Birden fazla katmanlı cepheler ise katmanlı bölümden (duvar) ve cephe boşluklarından (kapı, pencere) meydana gelmektedir. Katmanlı bölüm çeşitli konstrüktif prensipler dahilinde bir araya gelebilen 3 parçadan (taşıyıcı katman, kontrol katmanı, kaplama katmanı) ve 10 adet bileşenden ve bu bileşenleri oluşturan alt bileşenlerden oluşmaktadır. Cephe boşlukları ise kapı ve pencerelerden oluşan 2 tip bileşenden meydana gelmektedir. Değerlendirme Kriterlerinin Belirlenmesi (Ölçü Mekanizmaları Belirleme) Cephenin ve cepheyi oluşturan bileşenlerin mevcut durumunu objektif bir şekilde değerlendirmek ve sayısal veriler elde etmek için uygun değerlendirme kriterlerinin belirlenmesi gerekmektedir. Öncelikle hasarın şiddetini değerlendirme kriterleri belirlenmektedir. Hasar şiddetinin değerlendirmesi, hasar türünün belirlenmesi aşamasından geçer. Hasar türüne dair bilgiler olmadan hasar şiddetinin doğru şekilde değerlendirmesi yapılamaz. Ardından, cephe bileşenlerine önem düzeylerine göre belli sabit puanlar verme adımına geçilmektedir. Bu aşamada belirlenen değerlendirme kriterlerinden, izleyen aşamalarda sayısal bir durum puanı elde etmede faydalanılmaktadır. 31


Tablo 2. Cephede ortaya çıkan hasarın şiddetini değerlendirmede kullanılan kurallar37,38 Çok hafif hasar (5 puan) Hasarın olmaması veya tanımlı bir hasarın olmaması

Hafif hasar (4 puan)

Orta hasar (3 puan)

Ağır hasar (2 puan)

Şiddetli hasar (1 puan)

Basit onarım gerektiren ve estetik sorunlara yol açan hasarlar

Kapsamlı onarım gerektiren ve estetik sorunlara yol açan hasarlar

Kullanım ve konfor sorunlarına yol açan, kapsamlı onarım gerektiren hasarlar

Kullanım ve konfor sorunlarına yol açan, basit onarım gerektiren hasarlar

Sağlık ve güvenlik açısından tehlikeli ve küçük çapta kazalara neden olabilecek, basit onarım gerektiren hasarlar.

Sağlık ve güvenlik açısından tehlikeli ve küçük çapta kazalara neden olabilecek, kapsamlı onarım gerektiren hasarlar

Cephede Ortaya Çıkan Hasarın Şiddetini Değerlendirmede Kullanılacak Kurallarının Belirlenmesi Çalışmada, MAEC yönteminde kullanılan hasarın şiddetini belirleme kuralları esas alınmıştır. Cephede ortaya çıkan hasarın şiddetinin değerlendirilmesi, belli kurallar çerçevesinde belirlenen bir puanlama sistemine dayanmaktadır. Puanlama sistemine göre hasar şiddetleri, çok hafif, hafif, orta, ağır ve şiddetli hasar olmak üzere 5 düzeyde ve 5 puan üzerinden değerlendirilmektedir (Tablo 2). Hasar şiddetinin belirlenmesinde 3 bağlayıcı unsur bulunmaktadır; 1. Hasardan kaynaklanan performans sorunlarına (estetik sorunlar, kullanım ve konfor sorunları, sağlık ve güvenlik sorunları) bağlı olarak hasarın türü, 2. Hasarın onarımı için ihtiyaç duyulabilecek onarımın boyutu, 3. Hasarın neden olabileceği kazanın çapı. Bu unsurların birbirleri ile olan ilişkisi şu şekilde açıklanabilir. Örneğin, estetik sorunlara yol açan bir hasar türünün, basit onarımla giderilebilecek düzeyde olması halinde bu hasar hafif hasar olarak nitelendirilmekte ve hasar şiddeti 4 puan olarak belirlenmektedir. Aynı hasar türünün kapsamlı onarım gerektirecek düzeyde olması durumunda ise hasar orta hasar olarak nitelendirilmekte ve 3 puanla puanlandırılmaktadır. Hasarın sağlık ve güvenlik sorunlarına yol açabilecek türde olması durumunda ise, onarım türünün beraberinde hasardan kaynaklanabilecek kaza ihtimali de hasar şiddeti puanının belirleyici unsuru haline gelmektedir. Yani, hasar türüne göre hasar şiddetini belirlemede bağlayıcı unsurlar, ihtiyaç duyulan onarımın ve meydana gelebilecek kaza ihtimalinin boyutudur. LNEC, 2007, s. 51.

37

32

Pedro ve diğ. 2008, s. 329.

38

Sağlık ve güvenlik açısından tehlikeli ve büyük çapta kazalara neden olabilecek hasarlar

Gerekli onarımın boyutu ve kazanın çapını belirlemede kullanılan bazı terimler ise aşağıda tariflenmektedir; • Basit onarım; Genellikle basit bir işlemle ve yalnız bir uzmanın katılımı ile yapılan temizleme, boyama ve diğer yüzeysel müdahaleleri tanımlamaktadır. Basit onarımlar aynı zamanda, yalnızca onarım yapılacak katmana müdahale gerektiren onarımlardır. • Kapsamlı onarım; Farklı uzmanlık alanlarının işbirliğini gerektirebilen, teknik olarak basit onarımlardan daha karmaşık, genellikle yüzeysel müdahalelerden daha fazlasını kapsayan onarımları ifade etmektedir. Kapsamlı onarımlar, bir katmana müdahale etmek için diğer bir katmanın sökülmesi, tamamen kırılıp atılmasını ve/veya yeniden yapılmasını gerektirebilen işlemlerdir. • Küçük çapta kaza; hafif yaralanmalar ve maddesel hasarları ifade etmektedir. • Büyük çapta kaza; ise şiddetli veya yaşamı tehdit edici kazalar anlamına gelmektedir. Hasar Şiddetini Belirlemeye Yönelik Olarak Hasar Türlerinin Cephe Bileşenlerine Göre Sınıflandırılması Durum değerlendirme için ihtiyaç duyulan en önemli değerlendirme kriterinden biri cephe bileşenine etkiyen hasarın türüdür. Bu nedenle, değerlendiricinin hasar şiddetini belirlerken objektif davranabilmesini ve elindeki hazır veriler sayesinde hızlı ve kolay bir değerlendirme yapabilmesini sağlamak ve aynı zamanda değerlendirmeyi standartlaştırmak amacıyla, model önerisinde hasar türlerini sınıflandırma yoluna gidilmiştir. Kapsamlı literatür araştırmaları sonucu tespit edilmiş olan cephede yenileme ihtiyacını belirleyen ölçütler arasından seçilen hasarlar, hasar şiddetini belirleme kurallarında tanımlanan başlıklara göre, estetik sorunlara yol açabilecek hasar türleri, kullanım ve konfor sorunlarına yol açabilecek hasar türleri, sağlık ve güvenlik sorunlarına yol açabilecek hasar türleri olmak üzere, cephe CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Tablo 3. Dış cephe kaplamaları için hazırlanmış olan hasar listesi örneği Hasar Türü

Estetik sorunlara yol açan hasarlar

Kullanım ve konfor sorunlarına yol açan hasarlar

Sağlık ve güvenlik açısından tehlikeli hasarlar

Hasar

- Çiçeklenme - Yüzeysel bozulmalar - Renk değişimleri - Atmosferik kirlilikler - Hafif aşınmalar - Eskimiş görüntü - Kullanım hatalarından kaynaklı bozulmalar - Metallerde yüzeysel korozyonlar

- İç mekana su, hava ses geçişlerine neden olabilecek yüzeysel bozulmalar - Saydam yüzeylerde parlama

- İleri düzeyde sıva çatlakları - Metallerde şiddetli korozyon - Ahşapta çürüme - Şiddetli yüzey bozulmaları - Aşınma - Bakteri ve böcek oluşumu - Eğilme/Bükülme - Kırılma/Düşme - Çatlama - Yosun, küf ve mantar oluşumu

bileşeni bazında tablolar halinde listelenmiştir. Bu tablolardaki hasarlar ayrıldıkları kategorideki cephe bileşeninde gözlemlenebilecek en yaygın hasarlardır (Tablo 3). Cephe Alt Bileşenlerine Ağırlık Puanı Verme Çok boyutlu bir değerlendirme yapabilmek için sistemi oluşturan parçalara belli değerler verilmesi oldukça önemlidir. Ağırlık puanları, değerleri farklı bileşenlerin birbirlerine göre öneminin rölatif olarak kazandığı değerlerdir. Başka bir deyişle, ağırlık puanı bir bileşenin tüm sistem içindeki etkisinin bir göstergesidir. Bir cephe sisteminin durumu değerlendirilirken de sistemi oluşturan bileşenlerin cephenin toplam durumuna etkileri farklı düzeylerdedir. Çünkü her bileşende oluşabilecek hasarlar ve bu hasarların dış çevreye ve bina bütününe yaratacağı sorunlar farklı önem düzeylerindedir. Modelde, cephe yenileme projeleri ve cephe uygulamaları üzerine çalışmaları bulunan, farklı kurum ve kuruluşlardan 10’un üzerinde mimarın, katmanlaşma yapısına göre sınıflandırılmış cephe alt bileşenlerini, üzerinde oluşabilecek hasarın kullanıcıya ve dış çevreye yaratacağı sorunun boyutuna ve önem düzeyine bağlı olarak puanlaması ile elde edilen bilgiler ve MAEC yönteminin gelişimde katkıda bulunmuş LNEC’te görevli Dr. João BRANCO PEDRO’nun önerileri sonucu belirlenmiş ağırlık puanları verilmiştir. Ağırlık puanları, bileşeninin, cephe bütünündeki önem düzeyine bağlı olarak 1 (düşük önem) ve 6 (yüksek önem) arasında değişmektedir. Bileşenlerin önem düzeylerinin belirleyicileri ve önem düzelerine karşılık gelen puan aralıkları aşağıdaki gibidir; 1. Kullanıcı güvenliği üzerindeki etkisi yüksek olan, yani üzerinde oluşabilecek bir hasar sonucu kullanıcıya güvenlik sorunu oluşturabilecek cephe bileşenleri çok önemli olarak nitelendirilmektedir. Bu bileşenler, 5 veya 6 puanla ağırlıklandırılmaktadır. 2. Kullanıcının konforu üzerindeki etkisi yüksek olan ve hasar görmesi binada konfor sorunları oluşturabilecek cephe bileşenleri, önemli olarak nitelendirilmektedir. Bu tür cephe bileşenlerine 3 veya 4 puan verilmektedir. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

3. Cephede çoğunlukla estetik değere sahip olan ve hasar görmesi cephede yalnızca estetik açıdan sorun oluşturabilecek cephe bileşenleri ise önem seviyesi daha az olarak nitelendirilmektedir. Bu tip bileşenler 1 veya 2 puanla ağırlıklandırılmaktadır. Cephe Sistemlerinin Değerlendirilmesi (Alan İncelemeleri Yapma) Gözleme dayalı değerlendirme Dış gözlem Geliştirilen model kapsamında değerlendirmelerin gözleme dayalı olarak yapılması öngörülmektedir. Gözlem sonucu elde edilen veriler doğrultusunda cephe bir bütün olarak ele alınarak değerlendirilir ve cephenin mevcut durumuna ilişkin bir sonuca ulaşılır. Gözleme dayalı verilerin değerlendirilmesi sonucunda cephede ayrıntılı tespitler gerekip gerekmediğine karar verilir. Dış gözlem, değerlendirici tarafından binanın içinden ve dışından yapılan görsel incelemeleri kapsar. Gözleme dayalı olarak yapılan incelemelerde, öncelikle cepheyi oluşturan ve görsel incelemesi mümkün olan bileşenlerin ve bu bileşenlerin hasarlı olup olmadıklarının tespiti yapılır. Hasarlı olarak tespit edilen bileşenlere etkiyen hasarlar gözlemlenir ve hasarlar için gerekli onarım boyutları ve olası kaza ihtimalleri göz önünde bulundurularak bileşenlerin hasar şiddetleri belirlenir. Ardından cephe tipi, görsel incelemesi yapılan bileşenler ve bileşenlerin hasar şiddeti arasında sistematik ilişki kurularak cephe bir bütün olarak değerlendirilir. Görsel inceleme sırasında, çalışma prensibine dair ilkelerin önceden belirlenerek her cephe ve her cephe bileşeni için aynı işlem sırasının takip edilmesi doğru ve akılcı bir yaklaşımdır. Belli bir işlem sırasının takip edilmesi değerlendirmede eksiklik kalmaması için büyük önem taşımaktadır. Kullanıcı Anketi Dış gözlem aşamasında, doğrudan incelemesi yapılabilen görsel sorunlar ele alınmaktadır. Ancak, cephede ye33


nileme kararı vermede, fiziksel hasarların yanı sıra cephe bileşenlerinin performans düşüşleri ile ilişkili olan konfor ve sağlık sorunları ve enerji kullanım düzeyindeki artışlar da etkili olabilmektedir. Bu nedenle, doğrudan incelemesi mümkün olmayan ancak dolaylı yollarla değerlendirilebilen hasar durumları için dış gözlemi destekleyecek nitelikte, bir anket formu düzenlenmiştir. Kullanıcı anket formunda iç değerlendirici olarak nitelendirilen kullanıcıların görüşleri ve binadaki konfor düzeyi ile ilgili günlük tecrübeleri hakkında fikir sahibi olmaya yarayacak sorulara yer verilmektedir. Anket çalışması ile, değerlendirmeyi yapan kişinin, cepheden kaynaklı konfor sorunları, enerji tüketimi artışı oranı ve sağlık sorunları ile bu sorunlarla ilişkili cephe bileşenlerinin hangileri olabileceği hakkında bilgi sahibi olması hedeflenmektedir. Kontrol Listesi Hazırlanması Çalışmada, durum değerlendirme görsel incelemelere dayanmaktadır. Bu nedenle, objektif bir değerlendirme süreci sağlayabilmek amacıyla, standart bir durum kontrol listesi geliştirilmiştir. Kontrol listesi, toplanan verilerin bir liste halinde derlenmesinden oluşmaktadır. Bu liste, değerlendirmeyi yapacak kişi tarafından hem kağıt üzerinde hem de online erişimin sağlanabildiği her türlü elektronik ortamda kullanılabilmektedir. Liste, kimlik saptama, fotoğraflar, bina katmanları ve hasar analizi, cephe hasar durumu indeksi ve hasar durumunu belirlemeye ilişkin kurallar, değerlendiriciye ait bilgiler ve açıklamalar olmak üzere 5 bölüme ayrılmıştır (Şekil 4). Yapılan incelemeler sonucunda elde edilen veriler cephe durumunu saptamada ve bunun sonucunda cephede yenilemeye karar vermede kullanılmaktadır. Web Uygulaması Geliştirilmesi Değerlendirme işlemini kolaylaştırmak ve değerlendirmeden elde edilen verilerin daha sonraki çalışmalarda da kullanılmak üzere sağlıklı bir şekilde arşivlenebilmesini sağlamak için uygulamada bilgisayar ortamından da yararlanılabilmektedir. Web uygulaması geliştirme sürecinde, manüel kullanım amacıyla hazırlanmış kontrol listesinde yer alan verilerin tamamı, ilaveler yapılarak belli bir hiyerarşiye bağlı olarak elektronik ortama adapte edilmiştir. Hızlı ve depolanabilir bir değerlendirme yapabilmek amacıyla hazırlanan veri tabanı, genişletilebilir ve geliştirilebilir düzeyde tasarlanmıştır (Şekil 5). Uygulamanın tasarlanan veri tabanı sayesinde; • Kullanıcılar tarafından, yetkileri dahilindeki tüm bilgilerin istenildiği zaman görüntülenebilmesi, • Verilerin merkezi kontrolünün yapılabilmesi, • Veri paylaşımı, • Veri bütünlüğü ve tutarlılığının sağlanabilmesi, 34

• Oluşturulan yetki hiyerarşisi sayesinde veri güvenliğinin (her kullanıcının her alana erişiminin engellenmesi) bulunması, • Ortak verilerin tekrarının olmaması, • Çoklu güncelleme (birden fazla dosyadaki verilerin aynı anda değiştirilebilmesi) yapılabilmesi gibi çok çeşitli avantajları bulunmaktadır. Cephenin Hasar Durumunun Tespiti ve Yenileme Kararının Verilmesi (Durum Analizi) Bir cephenin hasar durumunun hesaplanabilmesi için, öncelikle mevcut cepheyi oluşturan bileşenlerin her birinin hasar şiddetinin ayrı ayrı belirlenmesi gerekmektedir. Cephe bileşeninin hasar şiddeti, bileşen üzerinde etkili olan ve dış gözlem yoluyla tespit edilebilen hasarların, Tablo 2’de açıklanan “cephede ortaya çıkan hasarın şiddetini değerlendirmede kullanılan kurallar” çerçevesinde değerlendirilmesi sonucu belirlenmektedir. Bu kurallar kapsamında, incelemesi yapılan her cephe bileşenine hasar şiddeti düzeyine göre 5 puan üzerinden bir hasar şiddeti puanı verilmektedir. Bileşenin hasar şiddeti puanının, her cephe bileşeninin önem düzeyine bağlı olarak önceden belirlenmiş olan sabit ağırlık puanı ile çarpımı sonucu bir hasar puanı elde edilmektedir. Sonuçta, cephede incelemesi yapılan her bir bileşenin hasar puanlarının toplamının, yine bu bileşenlere verilen ağırlık puanları toplamına bölünmesiyle ortaya bir hasar indeksi çıkmaktadır. Bu hasar indeksi, cephenin toplam durumunu belirlemektedir. Hesap Formülü DI- Hasar indeksi Pti – Cephe bileşeninin ağırlık puanı Pdi- Cephe bileşeninin hasar puanı Pdi = Pti x Hasar şiddeti puanı ∑ Pdi DI = ∑ Pti Hasar indeksi, cephenin hasar durumunu belirlemek için çok kötü, kötü, orta, iyi ve çok iyi olmak üzere 5 kademede derecelendirilmektedir. Hesaplama sonucu elde edilen hasar indeksinin, hasar durumuna karşılık gelen puan aralıkları ile karşılaştırılması sonucu cephenin hasar durumu tespit edilmektedir (Tablo 4). Yenileme kararı verilmeden önce, değerlendirme işlemi sonucunda olağandışı değerlerin çıkmasının önlenebilmesi ve gerektiği durumlarda alınan kararın sonucunun doğrulanabilmesi için aşağıdaki kuralların göz önünde bulundurulması gerekmektedir; 1. Kural: Beş ve altı ağırlık katsayısına sahip bir cephe bileşeninin hasar şiddeti, cephenin toplam hasar durumunun bir kademeden daha fazla aşağısında olmamalıdır CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Şekil 4. Kontrol listesi giriş, değerlendirme sayfaları ve açıklamalar. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

35


Şekil 5. Web uygulaması değerlendirme ekranları.

(Tablo 5). Bu koşul yerine getirilmediği takdirde, cephenin toplam hasar durumu hemen, beş ve altı ağırlık katsayısına sahip cephe bileşeninin durumunun üst seviyesindeki duruma, indirilmelidir. Örneğin; cephenin hasar durumunun “çok iyi” olarak belirlendiği bir değerlendirmede, 6 ağırlık katsayısına sahip panel halindeki dış kaplama elemanının hasarının şiddetli olması halinde, cephenin toplam hasarı “ağır” olarak belirlenmelidir. Çünkü, cephe kaplamasında oluşan hasar, kullanıcı sağlık ve güvenliğini tehlikeye atabilecek niteliktedir ve bu bileşende acilen yenileme gerekmektedir.

2. Kural: Hiçbir cephe bileşeninin hasar durumu, cephenin toplam hasar durumunun iki kademeden daha fazla aşağısında olmamalıdır (Tablo 5). Bu koşul yerine getirilmediği takdirde, cephenin toplam hasar durumu hemen, en kötü durumda olan bileşenin 2 puan yukarısına indirgenmelidir. Örnek olarak; cephenin hasar durumunun “çok iyi” olarak belirlendiği bir değerlendirmede, 1 ağırlık katsayısına sahip panel halindeki iç kaplama elemanının hasarının şiddetli olması halinde, cephenin toplam hasarı “Orta” olarak belirlenmelidir. Çünkü, cephe kaplamasında oluşan hasar,

Tablo 4. Cephenin hasar durumunun belirlendiği 5 kademede derecelendirilmiş hasar indeksi aralıkları Hasar indeksi (Di)

5.00≥ Di≥4.50

4.50> Di≥3.50

3.50> Di≥2.50

2.50> Di≥1.50

1.50> Di≥1.00

Durum

Çok iyi

İyi

Orta

Kötü

Çok kötü

36

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Bina Cephelerinin Yenilemesine Karar Vermek İçin Kullanılabilecek Bir Değerlendirme Modeli

Tablo 5. Bileşenin hasar şiddeti ve cephenin toplam hasar durumunun karşılaştırmalı tablosu Bileşenin hasar şiddeti Cephenin hasar durumu

Çok hafif hasar Hafif hasar Orta hasar Ağır hasar Şiddetli hasar (5) (4) (3) (2) (1) Çok iyi 5.00≥Di≥ 4.50

İyi 4.50>Di≥ 3.50

Orta 3.50>Di≥ 2.50

Kötü 2.50>Di≥ 1.50

Çok kötü 1.50>Di≥ 1.00

Tablo 6. Cephede yenileme ihtiyacını belirleme kuralları İsteğe Bağlı Yenileme

Koşullara Bağlı Yenileme

Acil Yenileme

Estetik sorunlara yol açan “çok hafif”, “hafif” veya “orta” hasarların tespit edildiği, durumu “çok iyi”, “iyi” veya “orta” olarak belirlenen cephelere yenileme karar vericinin isteğine bağlı olarak yapılmalıdır.

Estetik sorunların yanı sıra kullanım ve konfor sorunlarına neden olan “orta” veya “ağır” hasarların tespit edildiği, durumu “orta” veya “kötü” olarak değerlendirilen cephelerde, mümkün olan uygun bir zamanda yenileme yapılması gerekmektedir.

Kullanıcı sağlık ve güvenliğini tehdit eden “ağır” veya “şiddetli” hasarların tespit edildiği, durumu “kötü” veya “çok kötü” olan cephelerde yenileme işlemleri acil olarak yapılmalıdır.

cephe bileşeninde işlevsel sorunlara ve iç mekanda konfor problemlerine yol açabilecektir. Bu nedenle bu bileşende uygun bir zamanda yenileme yapılması doğru bir karar olacaktır. Bu kuralların konulmasındaki amaç; yenileme kararı verilirken kullanıcı sağlık ve güvenliğini tehlikeye sokabilecek bir hasar durumunun göz ardı edilmesinin önüne geçmektir. Değerlendirmesi tamamlanarak, mevcut durumu hakkında kesin yargıya varılan bir cephede yenilemeye karar vermek kadar, yenilemenin ne zaman yapılmasının uygun olacağına karar vermek de, yapılacak işlemin sürdürülebilir bir mimari eylem olması adına önemli bir adımdır. Yenileme kararı alınan bir cephede, yenilemenin hangi süreçte yapılmasının uygun olacağına karar vermek için ise cephede yenileme ihtiyacı belirlenirken göz önünde bulundurulması gerekli kurallar belirlenmiştir (Tablo 6). Yenileme ihtiyacını belirlemede kullanılacak bu kurallar isteğe bağlı yenileme, koşullara bağlı yenileme ve acil yenileme başlıkları altında aşağıda açıklanmaktadır; • İsteğe bağlı yenileme; Yalnızca estetik sorunlara yol açan hasarların tespit edildiği cephelerde karar vericinin isteğine bağlı olarak yapılan yenilemelerdir. Bileşenlerinde, estetik sorunlara yol açan “çok hafif”, “hafif” veya “orta” hasarlar tespit edilen, durumu “çok iyi”, “iyi” veya “orta” olarak belirlenen cephelerde, yenileme işlemi zorunlu bir durum değildir. Böyle durumlarda, zaman sınırlaması bulunmaksızın istenildiği takdirde yenileme işlemine başvurulabilir. • Koşullara bağlı yenileme; Estetik sorunların beraberinde kullanım ve konfor sorunlarına neden olan hasarların da tespit edildiği cephelerde, mümkün olan uygun bir zamanda yapılması gerekli olan yenilemelerdir. Bileşenlerinde, CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

estetik sorunların yanı sıra kullanım ve konfor sorunlarına neden olan “orta” veya “ağır” hasarlar tespit edilen, durumu “orta” veya “kötü” olarak değerlendirilen cephelerde, acil olmamakla birlikte mutlaka yenileme yapılması gerekmektedir. Bu tip cephelerin, uygun koşulların sağlandığı bir zamanda yenilenmesi, cepheden beklenen performansı elde edebilmek adına doğru bir adım olacaktır. • Acil yenileme; Kullanıcı sağlık ve güvenliğini tehdit eden hasarlar bulunan cephelerde acil olarak yapılması gerekli yenilemelerdir. Kullanıcı sağlık ve güvenliğini tehdit eden “ağır” veya “şiddetli” hasarların tespit edildiği, durumu “kötü” veya “çok kötü” olan cephelere, acil müdahale gereklidir. Kullanıcı sağlık ve güvenliğinin sağlanabilmesi adına, yenileme bu cephelerde zorunlu bir hal almıştır.

Sonuç Mevcut bina stokunun yenilenerek yeniden kullanıma kazandırılması, enerji tüketiminin ve binaların yaşam döngüsü maliyetinin azaltılması, koruma bilincinin gelişmesi, kaynakların etkin kullanımı, ilave yerleşim yeri ihtiyacının azalması ile doğal dokunun korunması ve binaların yaşam döngüsü maliyetinin düşmesi gibi faydaları bakımından sürdürülebilir mimarlık açısından ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Bina içi ortam ve dış çevre arasında bir ara yüz oluşturan cepheler, tüm fiziksel problemlerden en yoğun etkilenen yapı elemanlarıdır. Bir çok yapı elemanı ile de doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı olması nedeniyle de bu etkiyi iç mekana yansıtabilmektedir. Dolayısıyla, cephe sistemlerinin binanın toplam performansı üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Bu durum, cephe yenilemenin, binaların ekonomik ve çevresel sürdürülebilirliğini sağlama açısından, yenileme stratejileri arasındaki önemini açıkça ortaya koymaktadır. 37


Bir cephede yenileme ihtiyacının olup olmadığına karar vermek, gereksiz iş yükünü azaltması ve malzeme israfının önlenmesine katkıda bulunması, ayrıca karar vericiyi (mal sahibi, kullanıcı, kiracı vb.) yenilemeye teşvik edici bir adım olması bakımından sürdürülebilir bir eylemdir. Ancak, yenileme konusunda doğru karar verebilmek ve yenileme işleminden gereken faydayı sağlayabilmek için, öncelikle cephenin mevcut durumunun iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Yenilemeye karar verme sürecinde kullanılabilecek, cephenin mevcut durumunun değerlendirilmesine ve sonrasında yenilenmenin hangi süreçte yapılması gerektiğinin tespit edilmesine yönelik olarak geliştirilen model; • Cephelerde karşılaşılan hasarların sayısal verilerle analizinin yapılmasını, • Yapılan analizler sayesinde yenileme kararını vermeye yardımcı olmanın yanı sıra karar vericinin, değerlendirilen cepheyle ilgili detaylı bilgiler elde etmesini, • Web uygulaması sayesinde elde edilen verilerin bilgisayar ortamında depolanması sayesinde bir veri arşivi oluşmasını ve yöntemin geniş kitlelere ulaştırılmasını, • Standart verilere dayalı, ölçülebilir, hızlı ve objektif bir değerlendirme yapılabilmesini, • Böylece iş gücü kaybının azalmasını ve modelin hedef kitlesini oluşturan uzman teknik elemanların (mimar ve mühendisler) ayrıntılı çalışmalar için zaman kazanmasını, • Yenileme kararının somut sayısal verilere dayandırılmasını mümkün kılmaktadır. Mevcut yapı stokunun yenilenerek kullanıma kazandırılmasını hedefleyen bir yaklaşımla geliştirilen modelin, benzer yenileme stratejilerine ve teşvik politikalarına yön gösterici olacağı ve yalnızca günümüz yapıları için değil, farklı dönem yapıları için de uygulanabilir olması yönüyle tarihi ve kültürel mirasın korunması adına da sürdürülebilir mimarlık alanında önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.

Kaynaklar Ahluwalia, S.S. (2008) “A Framework for Efficient Condition Assessment of the Building Infrastructure”, PhD Thesis, The University of Waterloo, Civil Engineering Faculty, Canada. Alves, D. (1997) “Durability of the facade”, ICBEST’97: 2nd ICBEST Conference on Building Envelope Systems & Technology, Loughborough University, UK. Chen, C. (2011) “A Study On The Renewal Construction Of Office Building Exterior”, Procedia Engineering 21 (2011), Elsevier Ltd., 155 – 162. Cirman, A., Mandic, S. and Zoric J. (2011) “What determines building renovation decisions? The case of Slovenia”, Enhr Conference 2011, Toulouse, 5-8 July. Ebbert, T. (2010), “RE-FACE-Refurbıshment Strategıes For The Technıcal Improvement Of Offıce Facades”, PHD Thesis, Delft University of Technology. ElSamadony, A., Hossny, O., ElHakeem, A. and Hussein, D. (2013) 38

“An Asset Management System for Maintenance and Repair of Educational Buildings”, International Journal of Scientific & Engineering Research, Volume 4, Issue 6, June-2013, s. 20532064. Gür, V. (2007) “Mimaride Sürdürülebilirlik Kapsamında Değişken Yapı Kabukları İçin Bir Tasarım Destek Sistemi”, Doktora Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Hasol, D. (1998) “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü”, YEM Yayınevi, İstanbul. Jacob, M. (2007) “The drivers of and barriers to energy efficiency in renovation decisions of single-family home-owners”, CEPE Working Paper No.56, Zurich. Laboratorio Nacional de Engenharia Civil (LNEC) (2007) “Metodo De Avaliacao Do Estado De Conservacao De İmoveis: Instrucoes de Aplicacao, Lisboa”,http://www.portaldahabitacao. pt/opencms/export/sites/nrau/pt/nrau/docs/MAEC_200710.pdf (Erişim tarihi 1 Mart 2017). Loukopoulou, A. (2012) “Building Envelope Refurbishment Of Multi-Residential Postwar Buildings”, Delft University of Technology, MSc Thesis. Nurul, W.R., Milton, G., Norazela, H., Nik Mohd Iezuan Bin Nik Lah, Abdul Hakim M. (2012) “Building Condition Assessment Imperative and Process”, International Congress on Interdisciplinary Business and Social Science 2012 (ICIBSoS 2012), Procedia - Social and Behavioral Sciences 65 ( 2012 ), pp. 775 – 780. Pedro, J. B., Paiva, J. V. D. and Vilhena A. (2008) “Portuguese Method For Building Condition Assessment”, Structural Survey Vol. 26 No. 4, pp. 322-335, Emerald Group Publishing Limited. Sey, Y. ve Tapan M. (1976) “Değerlendirmede Temel Sorunlar ve Mimarlıkta Değerlendirme”, İTÜ Mimarlık Fakültesi, Yapı Araştırma Kurumu Yayınları, Sayı 11, İstanbul. Straub, A. (2003) “Using a condition-dependent approach to maintenance to control costs and performances”, Journal of Facilities Management, Vol. 1 Iss: 4, Emerald Group Publishing Limited, pp.380 – 395. Straub, A. (2009) “Dutch standard for condition assessment of buildings”, Structural Survey, Vol. 27 No. 1, Emerald Group Publishing Limited, pp. 23-35. Utkutuğ Z. (2006) “Konutta Kalite Kavramı Ve Yapı Hasarları”, Gazi Üniv. Müh. Mim. Fak. Der. Cilt 21, No 2, s. 205-211. Ünal, M. (2006) “Çift Kabuk Cephelerin Sistematik Analizi ve Uygulama Örneklerinin İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, M.S.G.S.Ü., İstanbul. Vilhena, A. and Pedro, J. B. (2010) “Portuguese method for buildings’ condition assessment. Analysis of the first three years of application”, 18th CIB World Building Congress, May 2010 Salford, United Kingdom pp:456-464. Vilhena, A., Pedro, J. B. and Brito, J. (2011) “Comparison of Methods Used in European Countries to Assess Buildings’ Condition”, XII DBMC- International Conference Durability of Building Materials and Components, 12-14 April 2011, Porto, Portugal. Yellamraju, V. (2004) “Evaluatıon And Desıgn Of Double-Skın Facades For Offıce Buıldıngs In Hot Clımates”, Texas A&M University Master Thesis, Texas, U.S.A. Yusofa, N.A, Abdullahb, S., Zubedyc S. and Najibd N.U.M (2012) “Residents’ maintenance priorities preference: the case of public housing in Malaysia”, Procedia - Social and Behavioral Sciences 62 (2012), (Available online at www.sciencedirect.com). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):39-50 DOI: 10.5505/megaron.2017.46547

Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı Bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi Flexible Work Environments’ Effects on Employees’ Satisfaction in an Intelligent Office Building Özgür GÖÇER, Ebru KARAHAN, Işıl OYGÜR İLHAN

ÖZ Çalışma mekânları içinde bulundukları dönemin sosyo-kültürel, ekonomik ve toplumsal yapısı ile şekillenen ortamlardır. Günümüzde, teknolojinin ve sürdürülebilirlik olgusunun yaşam ve iş yapma biçimlerini değiştirmesiyle çalışma mekânları yeniden kurgulanmaktadır. Çalışma mekânlarının değişmesinde en etkili unsurlardan biri esneklik kavramıdır. Esnek çalışma mekânları çalışanların iletişimini kuvvetlendirecek ve yatay hiyerarşiyi destekleyecek şekilde tasarlanmaktadır. Esnek çalışma mekanlarında açık ofis alanları aktivite odaklı alanlarla desteklenmekte ve çalışanların konsantrasyon gerektiren çalışma, toplantı ve ekip çalışması gibi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde planlanmaktadır. Bu durumun bir göstergesi olarak günümüz bilgi ve teknoloji çağında organizasyonlar ofis olarak akıllı binaları ve esnek çalışma mekânlarını tercih etmeye başlamışlardır. Fiziksel çevre tasarımının çalışan memnuniyeti ve verimi üzerine etkileri bilindiğinden, bu yeni tip çalışma mekânları özelinde tasarımın ve çevre kalitesinin çalışan memnuniyeti, verimi ve yapılan işin kalitesine etkileri üzerine araştırmalar dünyada, özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa’da hız kazanmıştır. Ancak, Türkiye’deki çalışma mekânları özelinde bu gibi çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmada, bu boşluğu doldurmak amacı ile İstanbul’da yer alan LEED sertifikalı bir binada hizmet veren bir firmanın esnek çalışma mekânı örnek olarak seçilmiştir. Anket, görüşme ve yerinde gözlem yöntemlerine dayanan bir kullanım sonrası değerlendirme çalışması yürütülmüştür. Elde edilen bulgular esnek çalışma düzeni, fiziksel çevre koşulları ve mekânsal tasarım bağlamında çalışan memnuniyetine etkileri açısından değerlendirilmiştir. Anahtar sözcükler: Akıllı bina; çalışan memnuniyeti; esnek çalışma mekânı; kullanım sonrası değerlendirme.

ABSTRACT Social, cultural, and economical structures shape physical work environments. Today, workplaces are reconstructed according to the effects of sustainability and technology on the form of working. Flexibility is one of the most influential elements affecting the change of workplaces. Flexible workplaces are designed to strengthen the communication and to support the horizontal organizational structure. Open office areas are planned to meet the need for activities such as relaxation, conversation, meeting, concentration, and teamwork. In the era of the knowledge society and technology, organizations increasingly prefer smart buildings and flexible workplaces as their work environments. As a result, there is a growing literature, especially in North America and northern Europe, on the impact of flexible workplace design and indoor quality on employee satisfaction, productivity, and work quality. However, such studies are still limited in Turkey. To fill the gap, this research focuses on a flexible workplace located in a LEED -certified building in Istanbul. A post-occupancy evaluation was conducted in this office. Data collection methods included questionnaires, interviews, and participant observations. The data was analyzed based on the employees’ satisfaction from the flexible workplace. Keywords: Intelligent building; employee satisfaction; flexible workplace; post occupancy evaluation.

Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü, İstanbul Başvuru tarihi: 29 Aralık 2016 - Kabul tarihi: 19 Temmuz 2017 İletişim: Özgür GÖÇER. e-posta: ozgur.gocer@ozyegin.edu.tr © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

39


Giriş (Çalışanın) ... “asık suratlı ya da gücenmiş, huysuz ya da kızgın olmasının karlı olmadığı gayet açık hale gelince, çalışanların ruhsal yönden iyi olması yöneticilerin en önemli meselesi haline gelmeye başladı.1” Mekânlar yalnızca uzamsal bir olgu değil, aynı zamanda içinde bulunduğu dönemin sosyo-kültürel, ekonomik ve toplumsal yapısı ile şekillenen ortamlardır. Diğer bir deyişle kendisine işlev kazandıran toplumsal yapıyla sürekli ve değişken bir ilişki içindedir. Bu dinamik ilişki nedeniyle, yeni kullanıcı özellikleri ve isteklerine uygun olarak mekânların kullanım biçimleri farklılaşır, yeniden kurgulanır ve tanımlanır. Bu bağlamda 1980 sonrasında hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri ve bunlarla ilintili olarak çalışma ve yönetim organizasyonlarındaki değişimler ile sürdürülebilirlik olgusu çalışma mekânlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu ihtiyacın karşılanması gelişen teknolojinin sağladığı olanaklarla mümkün olabilmiş, değişen koşullara uyum sağlama yeteneği olarak görülen “akıllılık” olgusu yaşadığımız mekânlara da yansımaya başlamıştır.2 21. yy, akıllı bina tercihlerinin yanı sıra çalışma düzeni ve organizasyon yapısındaki değişikliklerin iç mekâna yansıması adına da ofis kavramının değişimine tanıklık etmiştir. Özellikle Kuzey Avrupa ve Amerika öncülüğünde farklı ülkelerde farklı zamanlarda görülen bu değişim, genel olarak dikey hiyerarşinin hâkim olduğu kapalı çalışma düzeninden, bilgi ve iletişim teknolojilerinin şekillendirdiği bilgi toplumunun (knowledge society) ihtiyaçlarına daha iyi hizmet verdiği düşünülen açık plan ofis çalışma düzenine doğru yaşanmıştır.3 Açık ofis düzeni ile tasarlanmış çalışma mekânlarında, aktivite odaklı düzenlemelere (ofiste eğlence, takım çalışması, dinlenme, yoğunlaşma gerektiren çalışma gibi alanların bulunması), esnek çalışma anlayışına (çalışma saatlerinde esneklik ve çalışanlara ofis dışında çalışma esnekliği), esnek çalışma mekânlarına (çalışanların sabit masasının olmaması) her yeni uygulamada daha fazla yer verilmektedir. Teknolojinin getirdiği esneklik ile iş yapış şekilleri değişmekte, sabit çalışma düzeninden hareketli bir çalışma düzenine doğru bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu çalışma biçimi açık plan ofislerde hareketli çalışma (workplace mobility); esnek çalışma olarak da adlandırılmaktadır. Esnek çalışma mekânlarında çalışanların ihtiyaçlarını karşılayacak farklı alanlar bulunmakla birlikte (yoğunlaşma gerektiren işler için çalışma odaları, dinlenme bölgeleri, vb.) çalışanların kendine ait masaları bulunmamaktadır. Bu gruba çoğu zaman yöneticiler de dâhildir. Çalışanların sabit masalarının olmaması her gün işe gelmeyenler göz önünde bulundurularak ihtiyaç duyulan çalışma alanının belirlenebilmesini ve bu sayede kira giderlerinin düşürülmesini sağlamaktadır. Bu durum, değişkenlik gösteren çalışan Alain de Button, 2014, s. 245. 2 Göçer, 2015, s. 105 1

40

Kaufmann-Buhler, 2016; Russell, 2000.

3

sayısına uygun olarak mekânın yeniden düzenlenmesini kolaylaştırmaktadır. Herkesin eşit mekânsal şartları paylaşmasının hiyerarşik yapıyı kırdığı ve ofis içindeki hareketliliğin iletişimi ve bilgi paylaşımını arttırdığı belirtilmektedir.4 Organizasyon yapısına ve çalışma düzenine önemli etkileri olan esnek çalışma mekânlarının tasarımında farklı ve çok yönlü yaklaşımlar belirleyici bir rol oynamaktadır. Doğru kurgulanmış esnek bir çalışma mekânı için iç mekân donatım öğelerinden aydınlatma çözümlerine, aktivite odaklı alanların birbirleri ile ilişkisinden geniş ve açık alanda akustik çözümlere kadar birçok konuda mekân, hareketli çalışma anlayışını mümkün kılmalı ve desteklemelidir. Tasarımın bu alandaki önemini 20. yy’ın ikinci yarısında açık ofislerin yayılmasında büyük etkisi olduğu düşünülen Quickborner ekibine ait yerleşim planları ve Herman Miller’ın Action Office çözümleri örneklemektedir.5 Günümüz esnek çalışma mekânlarında ise, bu gibi yaklaşımlara ek olarak, çalışanların rahatlama, dinlenme ve hatta oyun oynama gibi çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabileceği mekânlar da bulunabilmektedir. 1990’ların başında, teknoloji ve danışma firmalarının öncülüğünde yaygınlaşan bu kavram günümüzde finans, sigorta, ilaç firmaları gibi farklı çalışma düzeni arayışında olan firmalar tarafından da takip edilmektedir. Bir araştırma firması olan International Data Corporation - IDC6 bünyesinde yürütülen çalışmada, ABD genelinde, 2015’te 96,2 milyon olan hareketli çalışanların 2020’de, üçte biri ofis tabanlı olmak üzere, 105,4 milyona (toplam çalışan nüfusun %72,3’ü) yükseleceği tahmin edilmiştir. Başta küresel şirketler olmak üzere, esnek çalışma düzeni ve çalışma mekânları ülkemizde de uygulanmaya başlanmıştır.7 Cisco, Deloitte, Coca Cola gibi uluslararası şirketler çalışanlarına hem esnek çalışma saatleri, hem de esnek çalışma mekânı seçenekleri sunmaktadır. Çoğu kez esnek çalışma mekânı tasarım ilkeleri firmaların yurtdışı ofislerindeki uygulamalardan hareketle gerçekleştirilmektedir. Öte yandan ağırlıklı olarak Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa kökenli tasarım kararlarının Türkiye’deki sosyo-kültürel yapıya ve ofis hayatına ne denli uygun olduğu henüz netlik kazanmış değildir. Bu sebeple esnek çalışma mekânlarının ve uygulamalarının Türkiye’deki çalışanlar üzerindeki etkisinin araştırılması önemlidir. Dünyadaki çalışma mekânları konusundaki gelişmeler ışığında, akıllı ofislerdeki esnek çalışma mekânların çalışan memnuniyeti üzerindeki etkilerini Türkiye özelinde araştırmak üzere bir çalışma yürütülmüştür. “Esneklik” kavramı yazında mekânın fiziksel anlamda kullanıcılar tarafından değişen ihtiyaçlara göre yeniden kurgulanması şeklinde “tasarımda esneklik” olarak da incelenmektedir. Ancak bu Van der Voordt, 2004. Kaufmann-Buhler, 2016; Russell, 2000.

IDC, 2015. Kırlangıç ve Erkmen, 2014; Turkishtime, 2014.

4

6

5

7

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi

çalışmada ele alınan “esneklik” kavramı çalışanın mekânı kullanım esnekliği ve dolayısıyla kullanıcıların hareketliliği bağlamında irdelenmiştir. Çalışma alanı olarak ticaret ve hizmet fonksiyonlarının en yoğun olduğu İstanbul ilinde LEED sertifikalı akıllı bir ofis binasında yer alan esnek çalışma mekânına sahip bir firma seçilmiştir. Hem bir ürün olarak mekânın hem de kullanıcıların kullanım boyunca edindikleri deneyimlerin sorgulandığı kullanım sonrası değerlendirme çalışması sonucunda elde edilen veriler çalışma düzeni, fiziksel çevre koşulları ve mekânsal tasarım bağlamında değerlendirilmiştir. Makalenin ilerleyen bölümlerinde (2. ve 3. Bölüm) akıllı binalar ve esnek çalışma mekânlarına ilişkin bilgiler yer almaktadır. 4. Bölümde mekânsal düzenlemeler ile iç ortam koşullarının çalışan memnuniyetine etkileri yazında yapılan çalışmalarla açıklanmakta ve çalışan memnuniyeti ile iş verimliliği ilişkisine değinilmektedir. 5. Bölüm çalışmanın yöntemi ve uygulandığı bina ve firma düzeni hakkında genel bilgileri içermektedir. 6. Bölümde ise elde edilen veriler 3 ana başlık altında (a) çalışma düzeni, (b) fiziksel çevre koşulları ve c) mekânsal tasarım şeklinde değerlendirilmiştir. Son bölümde ise çalışma sonucunda elde edilen bulgular esnek çalışma mekânlarının çalışan memnuniyeti üzerindeki etkileri açısından tartışılmıştır.

Akıllı Binalar Bina tasarımında, son yıllarda ivme kazanan enerji tasarrufu odaklı uygulamalar sayesinde elektromekanik servis sistemleri akıllı, enerji etkin ve çok katlı binalarla hayatımıza girmiştir. Uygun sıcaklıktaki taze hava, doğal ışık, manzara, renk, kabul edilebilir ses düzeyi, mekânsal düzenlemeler, ergonomik ve yeşil tasarım binanın enerji ihtiyacını da etkilemektedir. Sağlıklı ve sürdürülebilir bina tasarımı amacıyla akıllı binalar, bütüncül bir yaklaşımla tüm bu değişkenleri bir araya getirmekle yükümlüdür. Tasarım kararları ile doğrudan ilişkili olan bu yükümlülük, binanın tüm yaşam döngüsünde ve kullanıcı memnuniyetinde de önemli bir paya sahiptir. Çalışan memnuniyetinin çalışma verimi ile olan ilişkisi göz önüne alındığında, çalışma mekânı olarak akıllı binaların organizasyonlara etkisi yadsınamaz. Ofis çalışanlarının sağlık, memnuniyet ve iş performansını etkileyebilecek bir dizi bina tasarım özelliklerinden hava kalitesi, günışığı, doğa manzarası ve iç düzenin akıllı tasarımın temel parçası olması gerektiği önerilmektedir.8 “Akıllılık” gibi insana özgü bir kavramın yapı düzeyinde sorgulanması insan beynini taklit etmeye yönelik çalışmalar arasındadır. Yüksek teknoloji ürünü sistemlerden biri olan akıllı bina tasarımında tamamlayıcı unsurlardan olan sürdürülebilirlik, ekolojik tasarım ve enerji etkin tasarım gibi kavramlar dikkati çekmektedir. Bu binalarda amaç, var olan fiziksel çevre koşullarını istenen konfor koşullarına Birleşik Krallık Yeşil Bina Konseyi Raporu, 2014.

8

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

uyarlayarak, yenilenebilir enerji kaynakları ile düşük maliyetli ve konforlu mekânlar yaratmaktır.9 Tüm bilim dalları tarafından kabul görmüş genel bir tanımı olmamakla birlikte, akıllı binalarla ilgili farklı tanımlamalar bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı aşağıda verilmiştir. • Avrupa Akıllı Bina Grubu’na göre (European Intelligent Building Group- EIBG) akıllı bina; “kullanıcılarının verimliliğini maksimize ederken, bir taraftan da kaynakların ömür boyu minimum maliyetle verimli biçimde yönetimini sağlar”. • Amerikan Akıllı Bina Grubu (American Intelligent Building Group- AIBG) ise akıllı bina tanımını şu şekilde yapmaktadır; “akıllı bina dört temel bileşenleri - yapı, sistemler, hizmetler ve yönetimi - ve bunlar arasındaki karşılıklı ilişkileri en uygun şekle sokma yoluyla verimli ve düşük maliyetli bir ortam sağlar”. • Günaydın ve Zağpus10 akıllı binalardaki gereksinimleri şu şekilde tanımlamıştır; “önceden kullanıcı taleplerine göre belirlenmiş senaryolar çerçevesinde, binaya yüklenmiş yazılım ve otomasyon sistemlerinin desteği ile rutin işlerin otomatiğe bağlanması, beklenmedik durumlarda gerekli güvenlik sistemlerinin devreye girmesi, bina içindeki ya da dışındaki bireyler ve elektronik cihazlar arasında iletişim sağlanması”. • Yılmaz,11 akıllı binaları “enerji verimliliğini artırmak üzere binanın enerji harcamalarının otomatik olarak binanın kendi elemanlarıyla ve ek donatılarla kontrol edildiği sistemler” olarak tanımlamıştır. Akıllı binalarda yer alan sistemler incelendiğinde; iklimlendirme sistemleri, internet/veri altyapısı, telefon altyapısı, yangın tesisatı, CCTV/kamera sistemleri, hırsız alarm/ güvenlik sistemleri, kartlı geçiş sistemleri, seslendirme/ anons sistemleri, aydınlatma sistemleri ve bunun gibi birçok alt sistem karşımıza çıkmaktadır.12 1990’ların başı itibarı ile çevreye duyarlı binalara artan ilgi13 ile başlayan araştırmalar günümüzde gerek hükümetlerin gerekse toplumların sağlık ve sürdürülebilirliğe verdikleri önemin artmasına ve dolayısı ile akıllı bina uygulamalarının gittikçe yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. “Akıllı bina yatırımlarının 2012’den 2017’ye kadar 5.5 milyar dolardan 18.1 milyar dolara çıktığı görülmektedir”.14 Bu gelişmelere bağlı olarak akıllı bina teknolojilerine olan yatırımlar da artmaktadır. Bu teknolojilerin çoğu iç mekândaki fiziksel çevre koşullarını (örneğin ısıl konfor, aydınlatma, havalandırma, gürültü kontrolü) iyileştirmeyi ve bu sayede enerji tüketimi az, insan sağlığına zararsız binalar yaratmayı hedeflemektedir. Bu hedeflerin bina içinde yaşayanların Yılmaz, 2006. Günaydın ve Zağpus, 2003, s. 3. 11 Yılmaz, 2006, s. 7. 12 Atabaş vd., 2007; Yılmaz ve Gürdal; 9

10

2006. Cole, 2003, s. 57. 14 Jones Lang LaSalle, 2013, s. 5. 13

41


yanı sıra toplumun sürdürülebilirlik ve sağlık kavramlarına yaklaşımında önemli etkileri vardır. Akıllı bina teknolojileri daha az enerji kullanımı ve daha az gaz salınımı ile uzun vadede etkisi daha iyi hissedilecek olan çevre dostu çözümler içermektedirler.15 Akıllı bina teknolojileri kullanım yoğunluğunun düşük olduğu zamanlarda çalışan gereksinimleri karşılayabilecek şekilde enerji tüketimini azaltmaktadır. Gece-gündüz, yaz-kış ayarlamaları çalışan sağlığı ve konforuna hizmet etmektedir. Ayrıca, akıllı bina teknolojileri üzerinden binanın kullanımına dair edinilen bilgiler hem mimarlık ve yapı alanlarına katkı sağlamakta hem de organizasyonlara çalışan ihtiyaçlarına daha hızlı cevap vererek verimliliği ve üretkenliği arttırma imkânları sunmaktadır. Ancak sosyal, çevresel ve ekonomik sürdürülebilirlik anlamında olumlu etkilerine rağmen akıllı binaların çalışma mekânı olarak kullanım yaygınlığı kısıtlı olarak değerlendirilmektedir.16 Yukarıda değinildiği gibi, akıllı binaların gerek fiziksel çevre koşullarına gerekse iç mekân tasarımına etkileri düşünülecek olursa, bu binaların çalışan sağlığına ve memnuniyetine de doğrudan etki edecekleri yadsınamaz. Bu sebeple, günümüz esnek çalışma mekânlarını akıllı binalar özelinde değerlendirmek önemlidir. Bununla birlikte, akıllı binaların esnek çalışma mekânlarındaki çalışanlara etkilerini inceleyen araştırma sayısı çok sınırlıdır.

Esnek Çalışma Mekânları Çalışma mekânları mimarlık ve sürdürülebilirlik alanlarındaki gelişmeler, organizasyon yapıları ve çalışma düzenlerindeki değişiklikler ve bilgi ve iletişim sistemlerindeki ilerlemeler doğrultusunda yeniden tanımlanmaktadır. Bu durumun bir uzantısı olarak akıllı binalarda akıllı ofis uygulamaları her geçen gün artmakta ve çalışanlara istediği zaman istediği yerde çalışma imkânı sunan “esnek” çalışma düzeni yaygınlaşmaktadır. Günümüzde sıklıkla “ofis” olarak da adlandırılan çalışma mekânlarının tasarımı 19. yüzyılın sonlarında Amerika’daki ekonomik ve politik gelişmeler sonucu masa başı çalışmanın mekânların dışına taşınması ile önem kazanmış ve özellikle 1960’lar sonrası ivmelenerek değişmiştir. Bu değişimler sosyo-kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik kaynaklı olduğu kadar mimari tasarım alanındaki gelişmeler ışığında da şekillenmiştir. “Esnek çalışma”, yapılan işin niteliğine bağlı olarak çalışma zamanının ve mekânlarının ihtiyaçlara göre işverenin isteği dâhilinde çalışan tarafından belirlenebildiği uygulamalardır.17 Çalışma ortamında çalışanların “esnek” çalışmalarına olanak verecek şekilde çalışma mekânı planlamaları son yıllarda kurumlar tarafından daha fazla kullanılır hale gelmiştir. Esnek çalışma mekânları planlanma yaklaşımına CRC Construction Innovation, 2003.

15

42

a.g.e

16

Eryiğit, 2000, s. 9.

17

göre farklı çeşitlere ayrılmaktadır: kapalı ofis ve açık ofis birleşimlerinden oluşan kombi ofis (combi office), kimsenin sabit masasının olmadığı ve isteyenin istediği masada çalışabildiği paylaşımlı ofis (hot-desking), çalışanların rezervasyon yaparak kullandıkları otelcilik anlayışı ile çalışan ofis (hotelling), ve sıradan alanların yanı sıra farklı ihtiyaçlar için adapte edilebilen alanların da yer aldığı esnek ofis (flexi ofis) bu alternatifler arasında yer almaktadır. Planlama çeşidinden bağımsız olarak, esnek çalışma alanları çalışanların bireysel ya da grup halinde çalışmalarına olanak veren planlamalara sahiptir.18 Dinlenme, sosyalleşme (ve hatta bazı örneklerde oyun) alanları mekânın çekiciliğini arttıran tasarım unsurları olarak göze çarpmaktadır. İç mekân tasarımı, kontrolün ve standardizasyonun hâkim olduğu tasarım anlayışından kullanıcı-odaklı demokratik bir düzen anlayışına doğru olmuştur.19 Kapalı ofisler yerlerini 1960’lı yıllarda açık planlı ofislere bırakmaya başlamıştır. Eberhard ve Wolfgang Schnelle yöneticiliğinde “Planlama ve Organizasyon için Quickborner ekibi” adı altında bir Alman danışmanlık şirketinin 1960’ların sonunda ofis içindeki etkileşimler üzerine geliştirdiği organik açık ofis yerleşim planı, ekip çalışmasının önem kazanmaya başladığının bir göstergesidir.20 Quickborner ekibinin yerleşim planları çalışanların iletişim ağlarından hareketle şekillenen organik yerleşim planlarından oluşmaktadır. Mobilyalar, bölücü elemanlar, bitkiler kaotik olarak adlandırılabilecek bu planlarda kısıtlı da olsa mahremiyeti sağlayacak düzende yerleştirilmiştir.21 Ofis içi etkileşimin üzerinde durulmaya başlandığının bir diğer göstergesi de aynı dönemlerde ofis mobilyalarının dilinde yaşanan değişimde görülmektedir. Herman Miller tarafından geliştirilen “Action Office” mobilyası çözümleri ise iletişim, birlikte çalışma ve kısıtlı mahremiyeti olanaklı kılmak için isteğe göre düzenlenen ve gerektiğinde değiştirilebilen ve hareket ettirilebilen panel ve panellere kolayca yerleştirilebilen elemanlar içermektedir.22 Gerek mobilya gerekse iç mekân tasarımında bir diğer dönüşüm noktası 1980’lerde masaüstü bilgisayarların yaygın hale gelmesi ile yaşanmıştır. Bunu 1990’larda bilgi ve iletişim teknolojilerinde gelişmeler yaşanması ve bunların hızla yaygınlaşması takip etmiştir. Bu değişimler hem ofislerde artan miktardaki kablo probleminin çözülmesini gerektirmiş hem de çalışanların istedikleri zaman istedikleri yerde işlerini yapabilmelerini olanaklı kılmıştır.23 Bilgi çağı vurgusu ile yeni bilgi üretmek için kişiler ve birimler arası iletişim ve etkileşime verilen önemin artması, dikey hiyerarşinin yerini yatay hiyerarşinin alması, ofis mekânlarında tasarımının bu gelişmeleri destekleyecek şekilde yeniden Wohlers ve Hertel, 2016, s. 2. Harrison, vd. 2004; Kaufmann-Buhler, 2016, s. 206. 20 http://www.quickborner-team.com.

Kaufmann-Buhler, 2016. A.g.e, s. 209. 23 Russell, 2000, s. 69.

18

21

19

22

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi

ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Kısacası, bina ve iç mekân tasarımındaki gelişmeler doğrultusunda evrilen çalışma mekânları, sanal dünya ve dijital araçların sunduğu olanaklar çerçevesinde dönüşüme uğrayarak günümüzün “esnek çalışma mekânları” haline gelmiştir. Esnek çalışma mekânlarının geçmişe oranla daha fazla tercih edilmesinin nedenlerinden biri işin niteliğine bağlı olarak çalışanların yılın belli dönemlerinde ya da günün farklı saatlerinde çalışma mekânını kullanıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Cisco24 firması yaptığı araştırma sonucunda çalışma alanlarının %60 olarak boş olduğunu belirtmektedir. Organizasyonlarının yaptıkları işe bağlı olarak çalışanlarının farklı yerlerde çalışabildiği, her gün ofise gelme gereksinmesi bulunmadığı durumlarda, kurumlar, çalışma mekânlarında daha az çalışan için daha az masaya yer vererek ofis giderlerini azaltma yolunu tercih etmektedir. Buradan hareketle geliştirilen esnek çalışma mekânlarında çalışanların sabit masaları bulunmamaktadır. Çoğu zaman yöneticilere de sabit mekân tanımlanmayan bu çalışma anlayışı gittikçe yaygınlaşan ofis dışı çalışmayı desteklemektedir. Tüm çalışanların aynı anda aynı mekânda bulunmadığı organizasyonlar için bir çözüm sunan bu çalışma anlayışı özellikle masa paylaşım oranı (desk-share ratio) % 50-70 civarında ise firmalara ekonomik olarak avantaj sağlayabilmektedir.25 Çalışanların kendilerine tanımlı masalara sahip olmaması ve farklı masaları kullanabilme serbestisi, çalışanların bir sonraki gün kullanacaklar için masayı temiz bırakma, masayı boşaltma uygulamasını (clean desk) getirmiştir. Gelişen teknoloji sayesinde çalışanlar kullandıkları masayı kullandıkları süre için masanda bulunan telefonu kendilerine tanımlayabilmektedirler. Kullanılan mobilyalar, yüksek paneller yerine, çoğu zaman şeffaf ve alçak panellerden veya panelsiz gruplardan seçilmektedir. Tekli oturma çözümleri yerine çoklu sayıda kişinin yan yana veya karşılıklı oturduğu mobilya uygulamalarına daha yaygın rastlanmaktadır.

Çalışma Mekânları ve Çalışan Memnuniyeti İlişkisi Esnek çalışma mekânları ile ilgili yazında uygulama sonuçlarının olumlu ve olumsuz yanlarını gösteren farklı çalışmalar mevcuttur. Kimsenin imtiyazlı olmadığı bu tasarım yaklaşımının dikey yerine yatay hiyerarşik yapıyı desteklediğine, mekân içindeki hareketlilik sebebi ile iletişimi ve etkileşimi arttırdığına inanılmaktadır. Esnek çalışma planlamasının organizasyonlar için sağladığı avantajlar bölüm içi ve bölümler arası etkileşimin artması, daha az alan kullanımına bağlı olarak ofis içi giderlerin azalması ve değişikliklere daha kolay uyum sağlayabilmedir. Çalışanlar açısından ise çalışana istediği çalışma masasını seçme özgürlüğü sunması nedeniyle olumlu karşılanmaktadır. Buna karşın açık plan ofislerin olumsuz etkilerini belirten birçok çalışma da Cisco, 2012, s. 118.

24

Laing, 2013; Oseland et al., 2013, s. 4.

25

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

esnek çalışma mekânları için eleştiri niteliği taşımaktadır. Örneğin, bazı çalışmalar, çalışan memnuniyetinin, mahremiyet, kişisel alan ve akustik değerlerdeki farklılaşmalara bağlı olarak, açık plan ofis tiplerine göre değişiklik gösterdiğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte açık ofis düzeninin yoğunlaşma ve mahremiyet açısından bazı sorunlara neden olduğu ve aidiyeti olumsuz yönde etkilediği bildirilmektedir. Açık plan ofislerin çalışanlar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri belirten çalışmalar da bulunmaktadır.26 Kim ve de Dear,27 açık plan ofis tiplerinde farklılaşmaya ve kişisel mahremiyet, akustik ve kişisel alan algısına bağlı olarak memnuniyet ve tatminin değiştiğini ortaya koymaktadır. Çalışanın esnek çalışma düzeni içinde kişisel alan belirleme, kişisel eşyaları iş yerinde bulundurma gibi aidiyetini destekleyen eylemlerde bulunamaması iş verimliliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Çalışanın kurumsal bağ kuramaması iş sürekliliğini etkilemekte, çalışan birkaç yıl içinde iş değiştirmektedir. Bu durum tecrübeli ve yüksek kalitede iş gücünün gerekmediği, aksine dinamik, genç ve ucuz bir çalışanlara ihtiyaç duyulan firmalarda maliyetleri azaltmak için özellikle tercih edilebilmektedir. Çalışan memnuniyeti ile doğrudan ilişkili olan bir diğer etken de çalışma ortamına ait fiziki koşullardır. Çalışanlara uygun fiziksel çalışma ortamı sağlamak çalışanların davranışlarını olumlu etkileyecek, dolayısıyla organizasyonun üretkenliğini artıracaktır. Bunu sağlamada fiziksel çevrenin geliştirilmesi tek etmen olmamakla birlikte bir ofiste harcanan zaman göz önünde bulundurulduğunda önemli bir etmendir. Yapılan araştırmalara göre, fiziksel çevre, iş memnuniyetini %24 oranında etkilemektedir.28 Huang ve Van de Vliert29 çalışmalarında fiziksel çevre koşulları ve iş memnuniyeti arasında diğer birçok veriyi kontrol eden bir ilişki olduğunu göstermektedir. Warr,30 diğer araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalara atıfta bulunarak fiziksel çalışma ortamındaki koşulların negatif bir şekilde refahla bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur. McCoy ve Evans’ın31 çalışmalarında çalışma ortamındaki fiziki mekâna ait olumsuz koşullarla çalışan memnuniyeti arasında negatif bir ilişki olduğunu göstermektedir. Amerikan İç Mimarlar Topluluğu tarafından 1999’da yapılan bir araştırmaya göre fiziksel ofis ortamı, iş verimliliğini etkileyen en önemli üç etmenden biri olarak ortaya çıkmıştır. Gensler’in32 yaptığı bir çalışmaya göre ise çalışanların %90’ı, tasarımın verimliliklerini etkilediklerini düşünmektedir. Vischer33 ve Agha-Hossein ve diğ.,34 iş yerinde verimlilik ile çalışma ortamı fiziksel koşullarından Kaarlela-Tuomaala, vd. 2009; Smith-Jackson ve Klein, 2009. 27 Kim ve de Dear, 2013. 28 Altınöz ve Göral, 2009. 29 Huang ve Van de Vliert, 2003. 26

Warr, 2007. McCoy ve Evans, 2005. 32 Gensler, 2005. 33 Vischer, 2007. 34 Agha-Hossein ve diğ., 2013. 30 31

43


tatmin arasında yüksek bir bağıntı bulmuştur. Kendisine sunulan fiziksel ve mekânsal koşullarla çalışanın memnuniyetinin artması, diğer bir deyişle iş tatmininin sağlanması çalışanın iş verimliliğinin artmasına, iş görememezlik (psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklara bağlı olarak) durumlarının azalmasına, davranış ve tutumlarında iyileşmeye neden olmaktadır. İster yurtdışı ofislerin etkisiyle, ister firmanın kurumsal kimliğini yükselen yeni değerlere uyarlamak için olsun ofis içindeki çalışma alanlarının iyileştirilmesi önerildiğinde çok sık olarak ilk akla gelen “verimliliği nasıl arttırabiliriz” sorusudur. Üretilen çıktı ile bu çıktıyı yaratmak için kullanılan girdi arasındaki ilişki kurumsal verimliliği ifade eder. Ofis tasarımı için yapılacak yatırımlar kullanılan kaynakların yani girdinin artmasına neden olur. Doğal olarak yönetici veya işveren bu harcamanın kurumsal verimlilik ile ilgili getirilerini bilmek ister. Fakat bu yatırımların, kurumsal verimlilik üzerindeki etkileri hakkında gerçekçi kestirimlerde bulunmak zordur. Bununla birlikte uygun tasarım için yapılan yatırımların, kurumsal verimlilik üzerinde olumlu bir etkisinin olduğu Altınöz ve Göral35 tarafından belirtilmiştir. Seçtikleri açık ofis yaklaşımından bağımsız olarak “organizasyonlar birincil olarak daha düşük maliyette daha iyi performans sağlamayı hedeflemektedirler” ve performans çalışanların memnuniyeti, üretkenliği ve verimliliği ile ilişkilendirilmektedir.36 Bu hedef için ofis tasarımı bir araç niteliği taşımaktadır ve ofis tasarımı çalışan performansı üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.37 Çalışanların davranış ve tutumları, mesleklerinden ne kadar memnun oldukları, kendilerini çalışma ortamına nasıl adadıkları, meslektaşları ile nasıl etkileşim içerisinde oldukları, işlerine ne sıklıkla gelip gelmedikleri, görevlerini ne kadar etkili ve yaratıcı bir şekilde bitirdikleri, organizasyondan ayrılmayı tercih edip etmedikleri ile ilgilidir. Örneğin, Carlopio ve Gardner38 tarafından yapılan bir çalışmada, işinden memnun çalışanların kendilerini kurumlarına daha çok adadıkları ve işten ayrılma olasılığının daha az olduğu belirtilmektedir. Memnun ve kendini işine adamış çalışanların, fazladan mesai veya meslektaşlarına yardım etme gibi işler yapabilecekleri görülmektedir.39 Bahsi geçen ilişkiler, çalışanların tutum ve davranışlarının kurumsal verimlilik üzerindeki önemini göstermektedir. Ofis tasarımının düzeni birçok açıdan çalışan ve organizasyonları etkilemektedir. Esnek çalışma mekânlarındaki çalışan memnuniyetinin çalışma performansı ve iş verimliliği üzerindeki olumlu etkilerinin ortaya konduğu araştırmalara referansla esnek çalışma mekânlarına araştırmalarda önem verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Altınöz ve Göral, 2009. van der Voordt, 2004, s. 134. 37 Wells, 2000; Hardy vd., 2003; Ve35 36

44

itch, vd. 2007. Carlopio ve Gardner, 1992. 39 Altınöz ve Göral, 2009. 38

Çalışmanın Yöntemi Yurtdışındaki yaygın örneklerine rağmen ülkemizde akıllı binalardaki esnek çalışma mekânları konusunda yapılan araştırmalar yeni yeni çoğalmaktadır.40 Daha çok Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa kökenli esnek çalışma anlayışı ve tasarım uygulamalarına dayanan Türkiye’deki esnek çalışma mekânı örneklerinin çalışma hayatına ve çalışan memnuniyetine etkisinin ne olduğunu anlamak için bu alanda yürütülecek araştırmaların daha da arttırılması gerekmektedir. Yazındaki bu boşluktan hareketle, akıllı ofislerdeki esnek çalışma mekânlarının çalışan memnuniyeti üzerindeki etkilerini Türkiye’de araştırmak üzere bir çalışma yürütülmüştür. Yürütülen araştırma bir örnek olay çalışmasıdır. Çalışma alanı olarak, İstanbul’un ticaret ve hizmet fonksiyonlarının en yoğun olduğu bölgelerinden birinde bulunan LEED (Altın) sertifikalı akıllı bir ofis binası seçilmiştir. Bu ofis binasında yer alan ve esnek çalışma mekânlarına sahip bir firmanın çalışanları ile yürütülen kullanım sonrası değerlendirme sürecinde veriler anket, yerinde gözlem, yarı yapılandırılmış ve yapılandırılmamış görüşmeler aracılığı ile toplanmıştır. Nicel veriler istatistik, nitel veriler ise kodlama yardımı ile analiz edilmiştir. Sürecin başlangıcında çalışmanın genel çerçevesini ve yöntemini oluşturmak üzere firma yetkilileriyle ardışık toplantılar düzenlenmiştir. Bu toplantılarda firma işleyişi hakkında genel bilgiler alınmış ve çalışmanın ana hatları oluşturulmuştur. Çalışmada izlenecek yöntem hakkında firma yetkilileri bilgilendirilmiş ve yöntemin firma çalışanları açısından uygunluğu tartışılarak çalışma son şeklini almıştır. Anketler firmanın verdiği bilgiler doğrultusunda çalışanların en yoğun olduğu ayda 3 gün boyunca ve 2 gece mesaisinde yürütülmüştür. Toplam 394 çalışan ile anket yapılmıştır. Toplam çalışan sayısı göz önüne alındığında yapılan anket sayısı istatistiksel olarak 0.05 güven aralığındadır. Anket çalışmasının yanı sıra kullanıcılarla (çalışanlarla) yapılandırılmamış, idareciler ve ofis tasarımını gerçekleştiren mimar ile yarı-yapılandırılmış görüşmeler yapılmış, karar verici pozisyonunda bulunan kişilerle toplantılar düzenlenmiş ve kullanıcı davranışları 10 gün (her gün minimum 3 saat) süre ile yerinde gözlemlerle tespit edilmiştir. Anket çalışmasına katılan çalışanların %60,8’i kadın, %36,7’si ise erkektir (Tablo 1). Ankete katılan 10 kişi (%2,5’i) bu soruya cevap vermemiştir. Anket çalışmasına katılan çalışanların % 68,8’i 29 yaş ve altıdır. 30-39 yaş aralığında %25,8, 40 yaş ve üstünde ise %5,3 çalışan şeklinde bir dağılım olmuştur. Ankete katılan çalışanların görev yaptıkları süre dikkate alınarak sorulan soruya verilen cevaplara göre firmada 2 yıldan az sürede çalışanların oranı %49,5’tir. Anketin yapıldığı sırada farklı katlarda çalışanların katlara göre dağılımı her katta birbirine yakındır. İnce ve Dinç, 2008; Dirim, 2010; Sade, 2013; Yıldırım ve Renklibay, 2014; Acun 2015.

40

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi

Tablo 1. Anket yapılan firma çalışanlarına ait bilgiler Cinsiyet Yaş Firmada çalışma süresi

Kadın Erkek %60.8 %36.7 ≤29 yaş 30-39 yaş ≥40 %68.8 %25.8 %5.3 >4 yıl 2-4 yıl 1-2 yıl 6-12 ay <6 ay %22.1 %28.4 %22.1 %11.1 %16.3

Anket, yerinde gözlem, birebir görüşme ve toplantılar sonucunda elde edilen sonuçlar üç başlık altında incelenmiştir: a) çalışma düzeninin, b) fiziksel çevre koşullarının ve c) mekânsal tasarımın çalışan memnuniyetine etkileri. Firmanın mahremiyetini korumak amacı ile firmanın ayırt edici bilgilerine ve fotoğraflarına burada yer verilmemiştir. Çalışma Alanı olarak Seçilen Binanın Özellikleri İstanbul’un ticaret ve hizmet fonksiyonlarının en yoğun olduğu bölgelerinden birinde bulunan LEED (Altın) sertifikalı akıllı bir ofis binası çalışma alanı olarak seçilmiştir. Binanın hava şartlandırma, mekanik ve elektrik sistemleri bina otomasyon sistemi tarafından izlenmekte ve kontrol edilmektedir. Merkezi bilgisayar kontrollü, kontrol modülleri ve bölgesel kontrol ünitelerinden oluşan bir aydınlatma kontrol sistemi ile gün ışığı, hareket detektörleri, zaman ile ayarlanmış değerler, mahal kontrol butonları üzerinden alınacak bilgiler ile aydınlatma sistemi kontrol edilmektedir. Binada ses, bilgi ve görüntü taşınması amacı için haberleşme ve bilgi sistemleri ile güvenlik kontrol merkezinden izlenmesi ve denetlenebilmesini sağlamak amacıyla IP tabanlı güvenlik sistemi bulunmaktadır. Asansörler kartlı geçiş kontrol sistemine bağlı grup kontrol sistemi ile yönetilmektedir. Binada mikroişlemci tabanlı, genişleyebilir, çok kullanıcılı, adreslenebilir akıllı, tamamen bağımsız yangın algılama ve uyarı sistemi bulunmaktadır. Isıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, güvenlik, haberleşme ve bilgi sistemleri, asansör, yangın güvenliği gibi sistemlerin sensörler, harekete geçirici donanımlar ve mikrochipler vasıtasıyla topladığı verilerin bina otomasyon ve kontrol sistemleri tarafından belirli kontrol stratejileri kullanarak binanın yönetimi söz konusu olduğundan bu ofis binasının aynı zamanda akıllı bir bina olma özelliği taşıdığı söylenebilir. Firmaya ait Çalışma Mekânı ve Çalışma Düzeni Özellikleri Enerji etkin ve akıllı bir ofis binasında yer alan firmada ise esnek çalışma koşulları uygulanmaktadır. Firma çalışma kapsamında incelenen ofise 2014 yılının son çeyreğinde taşınmıştır. Ofis toplam 10.000m2 büyüklüğündeki 5 kattan oluşmaktadır. Katlardan biri –en alt kat- sadece kafeterya ve toplantı odalarını içermektedir. Bu toplantı odaları daha çok firma dışı kişilerle görüşmeler için planlanmıştır. Diğer CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

dört kat, bini aşkın çalışan tarafından kullanılmaktadır. Her katta, yönlenmeye bağlı olarak mimari tasarımdan ileri gelen, 4 bölge bulunmaktadır. Mevcut düzende her kattaki bölgelerin ikisi yaklaşık 30, diğer ikisi yaklaşık 60 çalışan alabilmektedir. Her bölgede ayrıca dinlenme alanları, farklı ebatlarda toplantı odaları ve sınırlı sayıda tek kişilik çalışma odaları bulunmaktadır. Mutfak, kütüphane alanı, kilitli dolap alanı, dinlenme mekânları, çalışma ve toplantı odaları ve üç farklı tipte çalışma masalarının organizasyonu ile ofis tasarımı gerçekleştirilmiştir. İki bölgeye bir fotokopi, bir mutfak ve bir tuvalet alanı düşmektedir. Ofis planı 4 kat boyunca masaların yerleştirilme düzenlerinde farklılık olmakla birlikte aynıdır. Binanın geniş açıklığı kuzey ve güney aksına yerleşmiş, doğu ve batıya bakan yüzeylerde ise servis ve dolaşım alanlarına yer verilmiştir. Ortada bulunan çekirdekte ise katlar arasındaki bağlantıyı sağlayan asansörler bulunmaktadır. Toplantı ve bireysel çalışma odalarının katlarda mekânın ortasına alınması, açık çalışma ve dinlenme alanlarının dış yüzeylere yakın oluşturulması sürekli çalışılan alanlarda doğal aydınlatmanın homojen bir biçimde dağılmasına olanak sağlamıştır. Çalışanlar için ofis tasarımında 3 farklı tipte çalışma masasına yer verilmiştir. Bunlardan ikisi düz masaların karşılıklı ve yan yana üç sıra halinde dizilmesinden oluşmuştur. Düz masalardan birinde sınırlar bulunmamakta, ancak karşılıklı her iki masayı aydınlatacak biçimde 3 adet masa lambası bulunmaktadır Diğer düz masada ise arada karşıdan görüşü engellemeyen ancak çalışanın kişisel sınırlarını belirlemesine izin veren paneller bulunmaktadır. Diğer 3. “çiçek masa” ise kavisli çalışma masalarının bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Firma taşındıkları yeni ofiste birimler arası iletişim ve etkileşimi arttırmayı, dikey hiyerarşik yapıyı kırmayı ve zamanla artacak çalışan sayısına kolaylıkla cevap verebilmeyi amaçlamıştır. Yaptıkları iş gereği çalışanların belli bir yüzdesi ofise her gün gelmemekte, müşterileri ile onların çalışma mekânında görüşmekte veya dışardan çalışabilmektedir. Firmada yürütülen “cleandesk” uygulamasında birimlerin çalıştığı bölgeler sabit olmakla birlikte çalışanların hiçbirinin (en üst düzeydeki yönetici ve birim asistanları hariç) sabit masası bulunmamaktadır. Birimlere sabit bölgeler tanımlanmakla birlikte çalışanlar istedikleri za45


man istedikleri kat ve masada çalışabilmektedirler. Sürekli olarak ofiste çalışma zorunluluğu bulunmayan çalışanlara ofiste oldukları günler için istediği yerde çalışma özgürlüğü veren bu uygulama aynı zamanda ekonomik olarak etkin bir çözüm de sunmaktadır. Bu seçim firmanın yurtdışındaki ofislerinde de kullanılan bir çalışma düzenidir. Çalışanlar gün sonunda kişisel eşyalarını kendilerine verilen plastik bir kutu içinde adlarına tahsis edilen kilitli dolaplara kaldırmaktadırlar. Masalarda depolama alanı (keson) sadece birim asistanlarının masalarında yer almaktadır. Cleandesk uygulaması masanın üstünde kalan bütün eşyaların gün sonunda görevlilerce toplanması ve masada ertesi gün çalışacak kişinin masayı boş bulması ilkesine dayanmaktadır. Çalışılan firmada da ilk birkaç ay bu uygulama yapılmış ve o süreçte masanın üstünden toplananlar kısa bir süre için bir depoda saklanmış ve bir kısım eşyalar sahipleri tarafından geri alınmıştır. Çalışmanın yürütüldüğü tarihten birkaç ay önce bu uygulama lojistik sebeplerden durdurulmuş, masalardaki çöpler toplanmakta ancak kâğıt, dosya gibi malzemeler masalarda bırakılmaktadır. Eski ofisten yeni ofise geçişte çalışma düzeni olarak en büyük değişiklik yönetici pozisyonundaki çalışanlar için olmuştur. Eski ofiste kendi kapalı ofisleri olan bu çalışanların yeni ofiste diğer çalışanlarla birlikte açık ofis alanında oturacakları bir plan yapılmıştır. Ancak bu uygulamada yöneticilerin bir kısmı yaptıkları özel konuşmalar ve işler sebebi ile kapalı ofise ihtiyaç duyduklarını belirterek toplantı odalarını kullanmaya başlamıştır. Çalışmanın yürütüldüğü dönemde 4 katta yer alan 67 toplantı odasından 42’sinin yöneticiler tarafından kapalı alan ihtiyaçlarını gidermek üzere sabit ofis olarak kullanıldığı gözlemlenmiştir. Ancak bu odalar tamamen bu yöneticilere tahsis edilmemiştir. Bu odalar diğer çalışanlar tarafından da kullanılabilmektedir. Bu odaların kapılarında yöneticilerin isimleri yazmamakta ve gün sonunda kişisel eşyaları odada bırakılmamaktadır.

Çalışma Sonucunda Elde Edilen Bulgular Esnek Çalışma Düzeninin Çalışan Memnuniyetine Etkileri Çalışanlara esnek çalışma düzeninde çalışma alışkanlığı edinip edinmediklerini anlamak üzere sorular yöneltilmiştir. Her gün aynı masada oturduğu (%32,3) ve oturmak istediği halde oturamadığını (masanın başkası tarafından kullanılıyor olmasından dolayı-%19,8) belirtenlerin oranı %52,1’dir. Ancak her gün aynı masada oturmak durumunda olan yönetici asistanları değerlendirme dışı bırakıldığında bu oran toplam %49,6’dır. Bazı çalışanların, sabah ofise geldiklerinde henüz masayı kullanmıyorlarsa bile, gerek eşyalarını masanın üzerine bırakmak gerekse montlarını sandalyelere asmak sureti ile kendi seçtikleri yeri önceden ayırmaya çalıştıkları gözlemlenmiştir. Çalışma düzenine ve masasına ilişkin sorulara verilen cevaplarda kadın ve erkek çalışanların değerlendirmelerinde 46

farklılaşma bulunmaktadır (Şekil 1). Kadınların, erkeklere oranla çalışma masasından beklentilerinin karşılanmadığı görülmektedir. Kadınlar, erkeklere oranla depolama alanı, masasında kişisel eşyalarını bırakma ve görsel mahremiyet gibi gereksinimlerini yeterince karşılayamamaktadırlar. Çalışma süreleri dikkate alındığında 4 yıl ve üzeri sürede aynı işyerinde çalışanların masa değiştirme istek ve ihtiyaçlarının azaldığı ve aynı masada oturmaya eğimli olduğu gözlenmiştir. Tablo 2’de çalışanlara çalışma düzeniyle ilgili olumlu ve olumsuz yargılara katılıp katılmadıkları sorulmuştur. Genel olarak esnek çalışma düzeninin en önemli hedefleri arasında yer alan iletişimin artması, hiyerarşik sınırların kaldırılması, yer seçim özgürlüğüyle ilişkili olarak verimlilik ve memnuniyetin artırması yönündeki beklentilerin karşılandığı görülmektedir. Çalışanların yarıya yakını (%45,1) çalışma düzeninin etkileşimi artırdığını belirtirken ve yarıdan fazlası (%56,9) hiyerarşinin azaldığını belirtmiştir. Olumsuz yargılara katılım daha düşük bir seviyede olsa da çalışanın kişisel eşyalarını masasında bırakamamak en yüksek oranda sıkıntı yaşanan konular arasındadır. Bu sonuçlar yazındaki bazı çalışma sonuçları ile uyumludur.41 Fiziksel Çevre Koşullarının Çalışma Memnuniyetine Etkileri Binanın bulunduğu bölge çalışanların iş yerine gelinceye kadar edindikleri deneyimi ve çalışma motivasyonunu etkilediğinden fiziksel çevre koşulları ile ilişkilendirilmelidir. Ofis binasının İstanbul’un en yoğun ticari ve iş merkezlerinden birinde yer alması nedeniyle trafik yoğunluğu dikkate alınarak sorulan anket sorularına verilen cevaplar çalışanların henüz mesaileri başlamadan kendilerini bitkin ve yorgun hissettiklerini göstermektedir. İşe gelirken kendinizi yorgun hissediyor musunuz sorusuna çalışanların %63,4’ü evet cevabını vermiştir. Çalışanların mekânsal ve çevresel memnuniyetleri işe gelirken yaşadıkları bitkinlik hissine de yansımaktadır. Mekânsal (Mimari tarz/düzenlemelere ilişkin memnuniyetleri) ve çevresel memnuniyeti (fiziksel çevre koşullarına ilişkin memnuniyetleri) düşük olanlar sabahları işe gelirken kendilerini sık sık bitkin hissetmektedirler. Çalışanların ofisin fiziksel çevre koşullarından (doğal ışık, sıcaklık, nem, iç hava kalitesi, işitsel ve görsel mahremiyet) genel olarak memnun oldukları görülmektedir (Şekil 2). Ancak çalışanların çevresel memnuniyetini etkileyen bazı sorunlar yaşadığı da çalışma sırasında tespit edilmiştir. Bu sorunlar arasında havalandırma, işitsel mahremiyet, sıcaklık kontrolü ve kamaşma gibi konular öne çıkmaktadır. Çalışanların akıllı binanın avantajlarını iyi şekilde değerlendirmeleri için kendilerine bilgilendirme mesajları gönderilmektedir, bu mesajlarda ortamın ısı ayar kontrolü ve gölgeleme elemanı kontrollerinin nasıl yapılacağı açıklanmaktadır. Ancak bir kısım çalışan gün ışığı kontrolü ayar van der Voordt, 2003; Kupritz, 2003.

41

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi

Tablo 2. Çalışma düzeninin çalışan memnuniyetine olumlu ve olumsuz etkileri

Yargılara katılma düzeyi

Kesinlikle Katılmıyorum Ne katılıyorum Katılıyorum Kesinlikle katılmıyorum ne de katılıyorum katılmıyorum % % % % % Çalışma düzeni ile ilgili olumlu yargılar Çalışanlar arasındaki iletişimi arttırıyor Hiyerarşik sınırları ortadan kaldırıyor Zamanın daha verimli kullanılmasını sağlıyor Yer seçim özgürlüğü sağlıyor Cleandesk uygulamasında kimse imtiyazlı değildir İşletme maliyetlerini azaltıyor Çalışma masamı temiz bırakmaya özen gösteririm Çalıştığım ortamın iş verimliliğimi ve memnuniyetimi arttırdığını düşünüyorum Çalışma düzeni ile ilgili olumsuz yargılar Bu çalışma düzeni aidiyet duymamı engelliyor Çalışma masamı sürekli değiştirmek beni rahatsız ediyor Çalışma masamda kişisel eşyalarımı bırakamıyorum İstediğim masaya oturabilmek için işe erken gelmek zorunda kalıyorum Sabit bir masada oturmamak iş motivasyonumu azaltıyor

3,80 8,60 6,60 4,10 8,80 6,60 1,10 3,60

13,60 16,50 24,00 16,20 14,20 10,10 3,20 10,90

20,40 23,20 38,00 17,60 24,90 43,10 10,80 28,70

53,10 41,10 28,10 52,20 41,60 33,80 51,40 45,60

9 10,50 3,30 10,00 10,50 6,40 33,50 11,20

10,00 9,80 7,40 12,50

31,40 28,90 14,60 28,90

27,50 23,80 16,00 19,40

19,70 27,20 34,40 23,90

11,40 10,40 27,50 15,30

14,80

31,50

27,90

14,50

11,40

5

5

4

4

3 2 KADIN

1 5 4

3

2

3

1

2 ERKEK

1 Çalışma Alanım Depolama Alanım Yeterli Yeterli

Görsel Masam Ergonomik Mahremiyetim Var Olarak Yeterli

Masamda Kişisel Eşyalarımı Bırakabilirim

Şekil 1. Cinsiyete göre çalışma masasının değerlendirilmesi (1- Kesinlikle Katılmıyorum, 2- Katılmıyorum, 3- Ne Katılmıyorum Ne de Katılıyorum, 4- Katılıyorum, 5-Kesinlikle Katılıyorum).

lamalarını yapamadığında (iş yoğunluğu, mesajları okumama vb. nedenlerle) ısısal ve görsel açıdan konforsuzluk yaşamaktadır. Benzer problemler özellikle gece ofiste kalan çalışanlarda da gözlemlenmiştir. Ofislerin ışık seviyeleri otomatik olarak belli aralıklarla kısılmakta (ofis çalışma saatleri dışında tam kapasite kullanılmadığından aydınlatCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

355 371 357 326

308 326 352 271

Doğal Işık

Sıcaklık

248 314 365 288 İç Hava Kalitesi

Nem

İşitsel Görsel Mahremiyet Mahremiyet

Şekil 2. Çalışanların fiziksel çevre koşullarına ilişkin memnuniyetleri (1-Hiç Memnun Değilim, 2- Memnun Değilim, 3-Ne Memnun Değilim Ne de Memnunum, 4-Memnunum, 5- Çok Memnunum).

ma enerjisinden tasarruf sağlamak amacıyla) ve bu durum gece çalışmakta olan ve ayarı ya istediği gibi yapamayan ya da sürekli düzeltmek zorunda kalan çalışanlarda konforsuzluk yaratmaktadır. Bağıntılı olarak masa lambasına %16 oranında ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir. Yaş ve çalışma süresi arttıkça fiziksel çevre koşullarından memnuniyet azalmaktadır. Kadınların, erkeklere göre fiziksel çevre koşullarına daha duyarlı olduğu ve değişikliklerden daha faz47


la etkilendikleri gözlenmiştir. Özellikle işitsel mahremiyet alanında hissedilen etkiler yazında ortaya konan sonuçlarla uyumludur.42 Mekânsal Tasarımın Çalışan Memnuniyetine Etkileri Çalışanların çoğunluğu ofisin mimari tarzından memnun olduklarını belirtmektedirler (Mimari tarz memnuniyet sorusuna cevap veren 375 çalışandan %61,9’u memnun, 16,8’i çok memnun olduğunu belirtmiştir). Aynı zamanda, ankete katılan çalışanlardan %44,2’si mimari stilin verimlilik için önemli olduğunu, %11,9’u ise çok önemli olduğunu ifade etmiştir. Taşınmadan önceki eski ofiste çalışma deneyimi olan çalışanlardan iki ofisi kıyaslamaları istendiğinde yeni ofisin daha prestijli olduğunu (%93,8) ve firmanın kurumsal kimliği ile daha iyi ilişkilendiğini (%91,8) söylemektedirler. Çalışanlar ofisi ve çalışma masalarını konfor düzeyi olarak yüksek bulmaktadırlar. Ofiste yer alan 3 tip masa arasından ortasında aydınlatma bulunan masanın diğerlerine göre daha az tercih edildiği dikkati çekmiştir. Orijinal tasarımda bu masa tiplerinde tavandan aydınlatma kullanılmamıştır. Çalışanların ışığı yetersiz buldukları ve masadaki aydınlatmanın kamaşmaya neden olmasına dair dile getirdikleri şikâyetler doğrultusunda bu masalardaki aydınlatmalar firma tarafından tavan aydınlatması ile değiştirilmiştir. İç mekânda kullanılan yüzey renkleri konusunda da çalışanların çoğu olumlu düşünceye sahiptir. Ankete katılan çalışanların %81 yüzey renklerinden memnun veya çok memnun olduklarını, %48,7’si ise yüzey renklerinin verimlilik üzerinde önemli veya çok önemli etkisi olduğunu belirtmektedir. Fiziksel ofis ortamının kalitesinin artırılmasının çalışanların kişisel performanslarına olumlu yansıdığını gösteren Türkiye’de 294 ofis çalışanı üzerinde yapılan çalışma sonuçları43 araştırma sonuçları ile benzerlik göstermektedir.

Tartışma ve Sonuç Bu araştırma, verim ve performans testleri aracılığı ile çalışanların verimi üzerinden değil, çalışma ortamına ve çalışma alanı memnuniyetine yönelik değerlendirmeler üzerinden yapılmıştır. Ofis ortamında çalışan memnuniyetinin artması çalışma performansına ve iş verimliliğine yansımaktadır.44 Fiziksel ortam, mekânsal iş alanı, işitsel, görsel, fiziksel konfor, mahremiyet ihtiyacının karşılanması, temizlik gibi faktörler çalışan memnuniyetine etki etmektedir. Bu çalışma özelinde, çalışan memnuniyeti çalışma düzeni, fiziksel çevre koşulları ve mekânsal tasarım olmak üzere 3 ana başlık altında değerlendirilmiştir. Çalışma alanında sabit bir iş türü yapan, aynı katı, bölge ve masayı kullanan kullanıcılar olduğu gibi, farklı zamanlarda, farklı masalarda Haapakangas vd., 2014, s. 13. Yıldırım ve Renklibay, 2014, s. 416. 44 Carlopio, 1996; Wells, 2000; Hardy, 42 43

48

Woods ve Wall, 2003; Veitch, vd. 2007; Visher, 2007.

çalışan kullanıcılar da mevcuttur. Esnek çalışma düzeninin genç çalışanlara sahip firmada % 50,4 oranında kabul gördüğü, ancak sabit oturma alışkanlığının ise çalışma alışkanlıklarına ve dinamiklerine bağlı olarak özellikle bazı birimler tarafından sürdürüldüğü görülmektedir. Bu araştırmada ele alınan çalışma mekânında çalışanların iş görevlerinin arasında analiz yapmak, veriler değerlendirmek yer almaktadır. Konsantrasyon gerektiren ve aynı bölümde çalışan mesai arkadaşlarıyla bilgi alışverişinin çok sık yaşandığı bölümlerde sabit oturma alışkanlığının daha yoğun olduğu görülmektedir. Çalışanların sabit masada oturma tercihleri bu firmada çalışma süreleri özelinde incelendiğinde, firmada 4 yıldan fazla süredir çalışmakta olanların sabit masa tercihinin daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, genç çalışanlara sahip bu firmada gençlerin esnek çalışma düzenine daha hızlı uyum sağladığı şeklinde yorumlanabilir. Esnek çalışma mekânından memnuniyet anlamında bir diğer farklılaşma cinsiyet özelinde dikkati çekmektedir. Kadınlar çalışma masalarından erkeklere göre daha mutsuzdurlar. Bu durum daha çok çalışma masasının alan yetersizliğinden ve depolama alanı yoksunluğundan kaynaklanmaktadır. Yerinde yapılan gözlemlerde de kadın çalışanların masalarında erkeklere göre daha fazla sayıda ve çeşitte eşya bulundurdukları göstermiştir. Bu anlamda kadın ve erkeklerin masa alanı özelinde ihtiyaçları ve istekleri farklılaşmaktadır. Fiziksel çevre koşulları açısından genel olarak çalışanların memnun olduğu anlaşılmakta ancak bazı noktalarda sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların giderilmesi çalışanın kendisine sunulan “yaşadığı ortamı kontrol edebilme” becerisiyle doğrudan ilişkilidir. Akıllı binalarda kullanıcı tarafından da yapılabilen sıcaklık, aydınlatma, gölgeleme elemanlarının (stor, jaluzi vs.) kontrolü hem binanın enerji tüketimini etkilemekte, hem de konfor koşullarının sağlanmasında önemli rol oynamaktadır. Bazı kullanıcılar ya bu kontrolleri nasıl yapacaklarını bilememekte ya da iş yoğunluğundan veya açık ofiste çalışan çok fazla kişi olduğundan kontrolün yapılması mümkün olmamaktadır. Fiziksel çevre koşulları özelindeki bu veriler, çalışan memnuniyetinde iç mekân tasarımından çok akıllı bina özelliklerinin belirleyici olduğunu göstermektedir. Mekânsal tasarımla ilişkili olarak yeni ofisin beklentileri karşıladığı, firmanın kurumsal kültürünü yansıttığı ve çalışanların burada çalışıyor olmaktan dolayı memnun oldukları görülmektedir. Mekânsal memnuniyetin yüksek olduğu bu çalışma ortamında çalışanlar mekânın kendilerinde ferahlık hissi uyandırdığını belirtmişlerdir. Konsantrasyon gerektiren zamanlarda çoğunlukla bireysel çalışma alanları ya da daha az yoğun kullanılan katlar tercih edilmektedir. Toplantılar için ayrılmış toplantı odaları da ihtiyacı karşılayacak yeterliliktedir. Çalışanların toplantı ve bireysel CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi

çalışma ihtiyaçlarını karşılayan alanlar toplam ofis alanının %14’ünü oluşturmaktadır. Kurum dışı görüşmeler ise ofis katlarında yapılmayıp bu tür gereksinmeler için ayrılmış katta çözümlenmektedir. Bu katta toplantı için ayrılan alan toplam ofis alanın %11’idir. Bu katta yer alan diğer bir işlev de kafeteryadır. Çalışanların sosyalleşme ve yemek yeme ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulan kafeterya dışarıdan gelen müşteriler tarafından da kullanılabilmektedir. Burada bazı iş toplantılarının da yapıldığı gözlenmiştir. Bu alan toplam ofis alanının %7’lik bir kısmını oluşturmaktadır. Diğer katlarda bulunan dinlenme alanları ise servis alanlarının (ıslak hacim, mutfak ve fotokopi çekilen alan) yakınına konumlandırılmış olup, çalışanların verdikleri kısa molalarda birbirleriyle karşılaşma olanağını arttıracak ve önceden planlanmamış ayaküstü sohbetlere izin verecek şekilde tasarlanmıştır. Dinlenme alanlarının toplam alan içindeki oranı ise %2,7’dir. Çalışma alanları ise toplam alanın %37’sini oluşturmaktadır. Çalışanlar genel anlamda ofisin mimari stilinden ve yüzey renklerinden memnuniyetlerini dile getirmektedir. Çağdaş ve modern bir tasarım yaklaşımı sergilemekte olan ofis iç mekânın çalışanların firma imajı ile örtüştüğü sonucuna varılabilir. Bu çalışmadan elde edilen veriler, yurtdışındaki uygulamalar temel alınarak Türkiye’de uygulanan esnek çalışma mekânlarına Türk kullanıcıların hızlı bir biçimde uyum sağlayabildiğini göstermektedir. Yazında bazı çalışmaların açık ofis kullanımının aidiyet ve mahremiyet üzerindeki olumsuz sonuçlarına karşın45 bu örnek olay özelinde, aidiyet ve mahremiyet konusunun incelenen esnek ofis çözümünde öne çıkan bir sorun olarak yaşanmadığı belirlenmiştir. Günümüz organizasyonlarında ve çalışma biçimlerinde yaşanan değişimler çalışma mekânlarına olan bakış açılarını ve planlama ve tasarım anlayışlarını etkilemektedir. Bu değişimde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve çalışma hayatına hızla uyarlanabilen yeni donanımlar başlıca rol oynamaktadır. Bu gelişmeler çalışma amaçlı kullandığımız araçlar kadar, nerede ve nasıl çalıştığımızı da etkilemekte ve çalışma mekânlarını yeniden tanımlamaktadır. Süreçler, araçlar ve mekânlar üzerinde gerçekleşen bu değişimler çalışanları ve dolayısı ile iş verimliliğini ve organizasyonların varoluşunu doğrudan etkilemektedir. Bu sebeple, günümüz çalışma mekânı uygulamaları üzerine yürütülecek araştırmalara önem verilmesi gerekmektedir. Bu çalışma bir örnek olay üzerinden derinlemesine yürütülen bir araştırmaya dayanmaktadır. Verilerin karşılaştırılmalı olarak incelenebilmesi için bu gibi örnek olay çalışmalarının arttırılması gerekmektedir. Ancak bir genelleme yapmak gerekirse, yapılan çalışmalar göstermektedir ki, bir ofis birçok değişkene yanıt vermek üzere tasarlanmalıdır. Kim ve de Dear, 2013; Sundstrom vd., 1994; Kaarlela-Tuomaala vd., 2009; Smith-Jackson ve Klein, 2009.

45

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Bu değişkenler, yapılan işin niteliğine, her firmaya, hatta firma içindeki her birime göre farklılık gösterebilmektedir. Şirket hedefleri ile birlikte çalışanların ihtiyaçlarının bir arada ele alındığı durumlarda memnuniyet ve verimlilik en yüksek düzeye çıkabilir. Bu nedenle sayıları hızla artmakta olan bu çalışma mekânlarının etkilerini incelemek ve gerekli düzenlemeleri yapmak çalışan memnuniyeti ve iş verimliliği açısından önemlidir. Bu gibi çalışmaların artması günümüz bilgi toplumunda önemle üzerinde durulan disiplinler arası çalışma ve yenilikçi çözüm önerilerinde çalışma mekânının önemini, çalışan bakış açısından anlamamıza da yardımcı olacaktır. Teşekkür Dr. Kenan Göçer’e anket çalışmalarındaki katkıları için teşekkür ederiz.

Kaynaklar Acar, B., Yüğrük Akdağ, N. (2008) “Açık planlı bürolarda akustik sorunlar ve denetim önlemleri: bir örnek üzerinde değerlendirmeler”, Megaron, 3(1): 53-67. Acun, V (2015) “Investigating the effect of indoor soundscaping towards employees’ mood and perception in open plan offices”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, FBE, Ankara. Agha-Hossein, M. M., El-Jouzi, S., Elmualim, A. A., Ellis, J., ve Williams, M. (2013). Post-occupancy studies of an office environment: Energy performance and occupants’ satisfaction. Building and Environment, 69, 121-130. Altınöz, M. ve Göral, R. (2009). Örgütsel verimliliğin geliştirilmesinin açık plan çalışma alanı tasarımı ile (açık büro) ilişkilendirilmesi, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı 16. Alain de Button, 2014. Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı, İstanbul, SEL Yayıncılık. Birleşik Krallık Yeşil Bina Konseyi (2014) Health, wellbeing and productivity in offices: The next chapter for green building. http://www.worldgbc.org/files/9714/3401/7431/ WorldGBC_Health_Wellbeing__Productivity_Full_Report_ Dbl_Med_Res_Feb_2015.pdf (Erişim tarihi: 13.08.2016). Carlopio, J. R. (1996) “Construct validity of a physical work environment satisfaction questionnaire” Journal of Occupational Health Psychology, 1, 330–344. Carlopio, J.R., & Gardner, D. (1992). Direct and interactive effects of the physical work environment on attitudes. Environment and Behavior, 24(5), 579-601. Cisco (2012) “2012 Cisco CSR Report” http://www.cisco.com/c/ dam/en_us/about/citizenship/reports/pdfs/CSR-Report2012-Full-Report.pdf (Erişim tarihi: 22.12.2016). Cole, R. J. (2003) “Green buildings-reconciling technological change and occupant expectations”, Buildings, culture and environment: ınforming local and global practices, (ed.) R. J. Cole,R. Lorch, ss. 57-82, Oxford, UK ; Malden, MA: Wiley-Blackwell. CRC Construction Innovation (2003). “Smart buildings for healthy and sustainable workplace: scoping study report” http://eprints.qut.edu.au/26895/1/26895.pdf (Erişim tarihi: 26.12.2016). Dirim, A.A. (2010) “Açık ofislerde fiziksel çevre faktörlerinin kullanıcıların algısal performansı üzerine etkileri”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi Gazi Üniversitesi, FBE, Ankara. 49


Eryiğit, S. (2000) “Esnek Üretim, Esnek Organizasyon, Esnek Çalışma”, Kamu-İş, İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 5(4), http://www. kamu-is.org.tr/pdf/5411.pdf (Erişim Tarihi: 02.10.2016). Gensler,(2005).http://www.gensler.com/uploads/document/60/file/7fcf25b05a2c0839c44655d1645c40ec.pdf (06.08.2016) Göçer Ö. (2015). Akıllı Binalarda Kullanıcı Memnuniyeti ve Kullanım SonrasıDeğerlendirmenin Önemi, Mimar.ist, Ocak sayısı, 105-111. Günaydın H.M. ve Zağpus S., (2003) “Türkiye’de Bina Otomasyon Sistemlerinin Mimarlar Tarafından Algılanması, Akıllı Bina Tasarım Süreci ve Kalitesi”, VI. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi ve Sergisi, 8-11 Ekim. Haapakangas, A., Hongisto, V., Hyönä, J., Kokko, J., Keränen, J. (2014) “Effects of unattended speech on performance and subjective distraction: The role of acoustic design in openplan offices”, Applied Acoustics, 86, 1–16. Hardy, G. E., Woods, D. ve Wall, T. D. (2003) “The impact of psychological distress on absence from work”, Journal of Applied Psychology, 88(2), 306–314. Harrison, A., Wheeler, P., Whitehead, C. (2004) The distributed workplace: sustainable work environments, London; New York: Spon Press. Huang, X., ve Van de Vliert, E. (2003). Where Intrinsic Job Satisfaction Fails to Work: National Moderators of Intrinsic Motivation, Journal of Organizational Behaviour, 24(2), 159–179. IDC, (2015). https://www.idc.com/getdoc.jsp?containerId= prUS25705415 (06.08.2016) İnce, F.S., Dinç, P. (2008) “Akademik Ofislerde Bir Memnuniyet Değerlendirme Çalışması”, Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 24 (1-2) 346-363. Jones Lang LaSalle (2013) “The changing face of smart buildings: the op-ex advantage”https://mediaresources.jll.com/MediaResources/AM/Email/Chicago/Corporate%20Solutions%20 Marketing/EIUJLLSmartBldgsFINALhires.pdf (Erişim tarihi: 23.12.2016). Kaarlela-Tuomaala, A., Helenius, R., Keskinen, E., ve Hongisto, V. (2009) Effects of acoustic environment on work in private office rooms and open-plan offices, Longitudinal study during relocation, Ergonomics, 52(11), 1423-1444. Kaufmann-Buhler, J. (2016) “Progressive partitions: the promises and problems of the American open plan office”, Design and Culture, 8(2), 205–233. Kırlangıç, Ö. ve Kurtul Erkmen (2014).: “Ofis Yapılarında Daha Fazla Yeşil Alan Tasarlamamız Lazım.” Mimar.ist, (49), 66-75. Kim, J. ve de Dear, R. (2013) “Workspace satisfaction: The privacy-communication trade-off in open-plan offices”, Journal of Environmental Psychology, 36, 18-26. Kupritz, V. (2003) “Accommodating privacy to facilitate new ways of working”, Journal of Architectural and Planning Research,

50

20(2), 122-135. McCoy, J. M., & Evans, G. W. (2005). Physical work environment. In J. Barling, E. K. Kellowa, & M. R. Frone (Eds). Handbook of work stress, California: Sage. pp. 219–245. Oseland, N., Gillen, N., Verbeemen, G., Anderson, M., Allsopp, P., & Hardy, B. (2013) The WCO Guide to: utilisation and occupancy studies (No. Occasional Paper OP3) (ss. 1–28), Workplace Consulting Organisation, http://www.workplacechange.org/resources/0000/0736/WCO_OP3_Utilisation_Occupancy_Studies.pdf (Erişim tarihi: 09.08.2016). Russell, J. S. (2000) “Form follows fad: The troubles love affair of architectural style and management ideal”, On the job: Design and the American office, (ed.) D. Albrecht, C. Broikos, ss. 48–73, New York: Princeton Architectural Press. Sade, S. (2013) “Açık ofis tasarımlarında performatif kişisel mekân örgütlenmesi”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi, FBE, İstanbul. Smith-Jackson, T. L., ve Klein, K. W. (2009) “Open-plan offices: Task performance and mental workload”, Journal of Environmental Psychology, 29(2), 279-289. Sundstrom, E., Town, J. P., Rice, R. W., Osborn, D. P. ve Brill, M. (1994) “Office noise, satisfaction, and performance”, Environment and Behavior, 26(2), 195-222. Turkishtime, (2014). Türkiye’de esnek çalışma sisteminin öncüsü global şirketler. Turkishtime. http://www.turkishtimedergi. com/genel/turkiyede-esnek-calisma-sisteminin-oncusu-global-sirketler/ (04.08.2016). Van der Voordt, T. J. M. (2004) “Productivity and employee satisfaction in flexible workplaces”, Journal of Corporate Real Estate, 6(2), 133–148. Veitch, J. A., Charles, K. E., Farley, K. M., ve Newsham, G. R. (2007) “A model of satisfaction with open-plan office conditions: COPE field findings”, Journal of Environmental Psychology, 27, 177–189. Vischer JC. (2007) “The effects of the physical environment on job performance: Towards a theoretical model of workspace stress”, Stress Health, 23(3),175-184. Wells, M. M. (2000) “Office clutter or meaningful personal displays: The role of office personalization in employee and organizational wellbeing”, Journal of Environmental Psychology, 20, 239–255. Warr, P. (2007). Work, Happiness and Unhappiness. London: Lawrence Erlbaum Associates. Yıldırım, A.B.B. ve Renklibay, U. (2014) “Fiziksel ve davranışsal ofis ortamının verimlilik üzerine etkilerinin incelenmesi”, UYMS 2014, VIII. Ulusal Yazılım Mühendisliği Sempozyumu, 8-10 Eylül, Güzelyurt, KKTC, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü. Yılmaz Z., (2006) Akıllı Binalar ve Yenilenebilir Enerji, Tesisat Mühendisliği Dergisi, Sayı: 91, s. 7-15. http://www.quickborner-team.com (erişim tarihi: 08.08.2016).

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):51-66 DOI: 10.5505/megaron.2017.07088

Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi Conversion Process and Architectural Analysis of Churches Converted Into Mosques in Çatalca Province Sezgi Giray KÜÇÜK,1 Kemal Kutgün EYÜPGİLLER2

ÖZ İstanbul’un batısında konumlanan Çatalca Vilayeti’nde, Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi (1923-1930) öncesinde yaklaşık 30 kilise bulunmasına karşın yalnız sekiz kilise günümüze gelebilmiştir. Bunlardan altısı mübadele sonrasında camiye çevrildiği için korunmuş, ikisi ise başka herhangi bir işlevle kullanılmadığından harap olmuştur. Bu çalışmada, Çatalca Vilayeti içerisindeki, mübadele sonrasında camiye çevrilen kiliselerin dönüşüm süreci ve mimari özellikleri incelenmiştir. 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında inşa edilen bazilikal plan şemalı bu kiliseler, çoğunlukla üç nefli, beşik çatılı, tuğla ve moloz taş kullanılarak inşa edilmiş yapılardır. Dönüşüm sürecini tetikleyen ortak geçmişleri ve birbirine yakın konumlarıyla bu yapılar, bir kültür rotası çerçevesinde değerlendirilme potansiyeline sahiptir. Bu doğrultuda bunların bilinmeyen tarihinin ortaya çıkarılmasını destekleyecek bir müzenin kurulmasının, kültür varlıklarının korunma süreci ve mimari özelliklerinin daha çok kişiye tanıtılmasında önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Cami; Çatalca; İstanbul; kilise; koruma, nüfus mübadelesi; Silivri.

ABSTRACT Although there were approximately 30 churches in the province of Çatalca, situated in the west of Istanbul, prior to the population exchange between Turkey and Greece (1923-1930), only eight of these churches survived. Six of them were preserved by being repurposed as a mosque after the exchange, and two fell into ruin as a result of neglect and disuse. This study is an examination of the conversion process and architectural characteristics of churches in Çatalca that were converted into mosques. Having been built based on a basilica plan between the last quarter of the 19th century and the first quarter of the 20th century, most were constructed with brick and stone rubble, and include a three-nave hipped roof. The establishment of a museum that will support further research of the unknown history of these structures would help to introduce the conversion process and the architectural features of these cultural assets to the public. Keywords: Mosque; Çatalca; Istanbul; church; conservation; population exchange; Silivri.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Meslek Yüksek Okulu, Mimari Restorasyon Programı, İstanbul 2 İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Restorasyon Programı, İstanbul

1

Başvuru tarihi: 17 Nisan 2017 - Kabul tarihi: 10 Kasım 2017 İletişim: Sezgi Giray KÜÇÜK. e-posta: sezgigiray@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

51


Giriş Tarihsel süreçte, Pagan yapılarından başlayarak, çeşitli kültürlere ait ibadethanelerin farklı dinler tarafından kullanılması yaygın bir uygulamadır. Gayrimüslimlere ait ibadet yapılarının da cami veya mescidlere çevrildiği, pek çok kaynakta görülmektedir (Mallinson, 2004),1 (Harris, 1997). Osmanlı Devleti’nde bu konuda bilinen ilk uygulama 14. yüzyılda, devletin kurucusu Osman Bey’in (1258-1326) mezarı için gerçekleşmiş olup2 bu uygulamalar 15. yüzyılda İstanbul’un fethiyle hız kazanmıştır. Fethedilen yerlerdeki en büyük kilise, fethin sembolü olarak, diğer kiliseler ise ihtiyaç doğrultusunda kiliseden camiye dönüştürülmüştür. İstanbul’un batısındaki kırsal bölgede yer alan Rum kiliseleri ise gerçekleşen dönüşümden etkilenmemiş, işlevlerini sürdürmüşlerdir. Bu bölgedeki dönüşüm, nüfus mübadelesinden (1923-1930) sonra boş ve işlevsiz kalan kiliselerin cami olarak kullanılması şekliyle yaşanmıştır. Mübadele, Lozan Antlaşması’na (1923) ek olarak Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan sözleşme uyarınca, her iki ülkenin de ortak çıkarları doğrultusunda, Türkiye’deki Rum Ortodoks dininden Türk uyrukluların Yunanistan’a, Yunanistan’daki Müslüman dininden Yunan uyrukluların Türkiye’ye zorunlu göçe tabi tutulmasıdır. Bu süreç, 1930 yılına kadar devam etmiş (Şakiroğlu, 1985), 463.000 Türk ve 1.200.000 Rum, nüfus değişimine tabi tutulmuştur (Erdal, 2006). Mübadeleden sonra Rumların kullandığı taşınmaz kültür varlıkları işlev değiştirmiştir. Bu taşınmazlar arasında yer alan kiliselerden, en çok mübadil alan Çatalca Vilayeti’ndeki altı Rum kilisesi; inşasından günümüze aldığı işlevler, yapıda gerçekleşen müdahale ve onarımlar, koruma sorunları, mimari özellikleri ve korunmuşluk durumları bağlamında incelenmektedir. Kiliselerin camiye dönüştürülmesi ile ilgili Türkiye’de yapılan en eski çalışmalardan biri, Eyice’ye (1990) aittir. Eyice, İstanbul’da, Anadolu’da ve Rumeli’de, Bizans kiliselerinden çevrilerek Türk eseri olmuş pek çok cami olduğunu ancak bu yapıların yabancı sayılarak önemsenmeyip yok olmaya bırakıldığını, oysa ki bir kısmı Türk devrinde yapılan ilâveler sayesinde korunmuş olan bu yapılarda Türk sanatı bakımından değerli bazı elemanların da bulunduğunu ifade etmiştir. Eyice’nin tespit ettiği, İstanbul’da çeşitli devirlerde camiye veya mescide çevrilmiş, yaklaşık 40 kilise vardır.3 İstanbul’daki camiye çevrilmiş kiliseler üzerinde çalışan bir diğer yazar da Kırımtayıf’tır (2001). Yazar, yayınında yapıları genel olarak ele almış, yapıların fotoğraflarına ve tarihi bilgilere yer vermiştir. Yine 1990 yılında, Eyice, camiye çevrilen Bu doğrultuda ulaşılabilen en erken örneklerden biri, Mallinson’ın (2004) makalesi olup bu makalede 12-14. yüzyıllar arasında, Sudan’da inşa edilmiş kiliselerin bir dönem cami olarak kullanıldığından söz edilmektedir. 2 Bursa’yı Rumların elinden alan Osman Bey’in kabri, kiliseden mescide dönüştürülmüş bir bina olup günümüzde kendi adıyla anılan bir yapının içerisinde yer almaktadır (Çevik, 1983). 3 Eyice, diğer bölgelerdeki tespitlerine söz konusu yayında yer vermemiştir. 1

52

kiliselerden biri olan Eski İmaret Cami’sini detaylıca inceleyen Yalaman’ın (1990) yüksek lisans tezinin yürütücülüğünü yapmıştır. Yalaman’ın tespitlerine göre, 12. yüzyıl başlarında inşa edilen Yunan haçı planlı Pantepoptes Manastırı Kilisesi, 1453 yılında İstanbul’un fethi sonrası camiye çevrilmiş, bu süreçte yapının güney ve doğu duvarları arasına düz bir duvar çekilerek mihrap oluşturulmuş, sütunlar sağlamlaştırılmış, örtü sistemi kemerlerle desteklenmiş, yapının güneybatı cephesine minare yerleştirilmiş, minber yaptırılmıştır. Camiye çevrilmiş kiliselerin tespitine öncülük eden Eyice’yi pek çok yazar takip etmiş, bu değerli kültür varlıklarının geleceğe güvenle aktarılabilmesi amacıyla tek yapı ölçeğinde tespit ve önerilerde bulunmuşlardır. Çınar (2008), “Hırami Ahmet Paşa Camisi Restorasyon Projesi” başlıklı yüksek lisans tezinde, 12. yüzyılda İstanbul’da inşa edilmiş Ayios İoannes en to Trullo Kilisesi’nin tarihçesine ve mimari özelliklerine yer vermiş, camiye çevrilirken yapılan müdahalelere değinmiştir. Kapalı Yunan haçı plan şemalı kilisenin, cami olarak işlevlendirilmesi sürecinde, diğer kilise camilere benzer değişimler gözlenmektedir. Çınar’ın tespitlerine göre, yapıya mihrap eklenmiş, kubbeyi taşıyan dört sütun kaldırılarak yerine kalın ahşap kirişler yerleştirilmiş, yapının güneybatı köşesine ahşap minare ilave edilmiş, batıda bulunan giriş kapısı güney duvarına alınmıştır. Kiliseler ile ilgili yayınlarda da camiye çevrilmiş kiliselere rastlamak mümkündür. Örneğin Açıkgöz’ün (2007) doktora tezinde, Kayseri’deki 19. yüzyıl kiliseleri incelenmiş, tek yapı ölçeğinde detaylandırılmış ve bunlar için koruma önerileri getirilmiştir. Çalışma kapsamında korunmuşluk durumuna göre dört gruba ayrılarak incelenen yapıların birinci grubunu oluşturan, iyi korunmuş, günümüzde kullanılan tarihi yapılar içerisindeki beş kiliseden üçünün günümüzde cami, birinin kilise, birinin kültür merkezi işlevli olması, tarihi yapıların korunmasında yapının kullanılıyor olmasının önemini göstermektedir. Bu kiliselerden başka Kayseri içerisinde, mübadeleden sonra bir süre cami olarak kullanılmış ve günümüzde kullanılmayan, yeni bir cami inşa edilirken geçici olarak kullanılmış ve günümüzde müze olarak kullanılan veya yıkıldıktan sonra taşları, sütunları, temeli ve bazen sadece yeri, yeni bir caminin inşasında kullanılan kiliseler de vardır. Açıkgöz’ün (2007) incelediği kiliselerin biri merkezi planlı, ikisi erken Hıristiyan dönemine ait haç planlı, diğerleri üç nefli bazilikal planlıdır. Kiliseler camiye çevrilirken, minare, mihrap, minber eklenmiş, iç mekandaki duvar resimleri sıva ile kapatılmıştır. Yazarın tespitlerine göre Kayseri kiliselerinin çoğunun kubbesi ve galerisi yıkılmış, zemini, altın arandığı için tahrip edilmiş, pencere düzeni ve özgün kapı yeri değiştirilmiş olup bu yapılar günümüzde harap durumdadır. Bu kiliselerin korunması hakkında Ahunbay ve Açıkgöz, bazı önerilerde bulunmuşlardır. Yazarlara göre; tescilsiz kiliseler tescillenmeli, yapıların onarım ve bakımı için maddi kaynaklar araştırılmalı, niteliksiz ekler yapılardan CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

uzaklaştırılmalı, yapıların mevcut işlevleri sürdürülmeli, işlevsiz olanlara işlev verilmeli, kalıntı şeklindeki yapılar sağlamlaştırılmalıdır (Açıkgöz ve Ahunbay, 2008). Kayseri’deki kiliseler, İlter (1981) ve Pekak (2009) tarafından da incelenmiştir. İlter (1981), Açıkgöz’ün de değindiği iki kilise üzerinde çalışmıştır. Her ikisi de 1835 depremi sonrasında yeniden inşa edilmiş olan kiliselerden Dersiyak Kilisesi üç nefli bazilikal planlı, Evkere Kilisesi ise haç planlıdır. Tespitlerin yapıldığı 1981 yılında her ikisi de harap durumda olan kiliselerin kubbeleri çökmüş, yapı dış etkenlere maruz kaldığından git gide iç mekandaki resimler silinmeye başlanmıştır. Evkere Kilisesi’nde geç dönem ekleri de görülmektedir. Pekak (2009) ise yayınında, Kapadokya bölgesi adı altında Aksaray, Nevşehir, Niğde ve Kayseri’deki kiliseleri ele almıştır. Bu kiliselerin yalnız biri Yunan haçı planlı, diğerleri üç nefli bazilikal planlıdır. Yazarın tespitine göre kiliselerin çoğu kullanılmamakta veya gübre deposu gibi aslına uygun olmayan bir işlevle kullanılmaktadır. Pekak’ın önerisine göre, bu yapılar restore edilerek hayata katılmalı, restorasyon işleri ile Kapadokya bölgesindeki kiliselerin tümünü ele alan tek bir Koruma Kurulu ilgilenmelidir. Kayseri haricinde, Bilecik ili Osmaneli ilçesinde Özcan (2007) araştırmalar yapmış, 19. yüzyılda inşa edilen Rumlara ait Aya Yorgi Kilisesi’nin onarımlarına ilişkin dört adet Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgesini incelemiştir. Bu belgelere göre, inşa edildiğinde üç nefli bazilikal plan şemalı, kırma ahşap çatılı olan kilise, Islahat Fermanı ile birlikte Rum halkının elde ettiği imtiyazlardan sonra bugünkü Yunan haçı planlına sahip olmuştur. Kilise, mübadele sonrası kullanım dışı kalmıştır. Günümüzde yapının beden duvarları sağlamdır fakat üst örtüsü mevcut değildir. Verim (2015)’in yayınında ise, Bartın ili Amasra ilçesindeki 9. yüzyılda inşa edilmiş Amasra Rum Kilisesi’nin Fetih’ten sonra 1461 yılında camiye (Fatih Camisi) çevrilme süreci incelenmiştir. Tek nefli bazilikal plan şemalı kilise, camiye çevrilirken güney duvarında bir mihrap oluşturulmuş, minber ilave edilmiş, batı cephesindeki giriş kapısı kuzey duvarına çekilmiştir. Kilise, camiye çevrildikten sonra bir dönem kullanılmamış, 1887 yılında geçirdiği büyük onarım sonrası, minare de eklenerek kullanılmaya başlanmıştır. İstanbul ve diğer şehirlerdeki kiliseler veya camiye dönüştürülen kiliseler ile ilgili incelenen yayınlarda, İstanbul’un batı ilçeleri veya Çatalca’da, kiliseler veya bunların camiye çevrilmesi konusunda yapılmış herhangi bir yayına rastlanmamıştır. Bu sebeple çalışma, özgün nitelik taşımaktadır. Çalışma kapsamında yerinde yapılan incelemelere ek olarak, İstanbul 1 Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Arşivi’nden (KVKBKA), Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden (BOA) ve Fener Rum Patrikhanesi Kütüphanesi’nden yararlanılmıştır. KVKBK Arşivi’nde tarihi yapıların isimleriyle anılan dosyaların içerisinde, yapıların eski fotoğrafları, aplikasyon krokileri, tescil ve korunmuşluk durumunu gösCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

teren belgeleri, onarım ihtiyaçlarını ve değişen işlevlerini yansıtan kurumlararası yazışmalar ve kurul kararları, rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri ve raporları incelenmiştir. Elde edilen bilgi doğrultusunda kiliselerin inşasından günümüze geçirdiği işlevsel ve fiziksel değişiklikler, kronolojik olarak tablolaştırılmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden ise kiliseler hakkında genel bilginin yanı sıra iki kiliseye ait bugüne kadar gün ışığına çıkmamış, 1800’lü yıllarda hazırlanmış plan ve cephe çizimleri sunulmuştur. Hakkında herhangi bir belgeye ulaşılamayan Seymen Kilisesi’nin çizimleri yerinde incelemeler esnasında yapılmıştır. Elde edilen veriler ışığında kilise camilerin restitüsyonlarına ait plan ve cephe çizimleri tek bir paftada toplanarak bu yapılara genel bakış sağlanmış, yapıların mimari, işlevsel ve genel özellikleri bir tablo üzerinde verilmiştir. Fener Rum Patrikhanesi Kütüphanesi’nde ise, çalışma bölgesi kapsamında Çatalca ve Büyükçekmece ile ilgili bilgi veren “Metra ve Atira Metropolitliği” kitabı (Valsamidis, 2007) ile Mimar Sinan Mahallesi ile ilgili bilgi veren “Kalikratya Lau Grafik Albümü” (Kalikratya Belediyesi, 2000) isimli Rumca kitaplar incelenmiştir.4 “Kalikratya Lau Grafik Albümü” kitabında günümüzde mevcut olmayan Osia Parasgivi Kilisesi’ne ait fotoğraflara ve Osio Parasgivi anısına Belgrad’da ve Yunanistan’da yapılan kiliselerin fotoğraflarına, “Metra ve Atira Metropolitliği” kitabında ise günümüzde mevcut olmayan Çatalca’daki Aya Yorgi ve Meryem Ana kiliselerinin fotoğraflarına yer verilmiş olup, çalışma kapsamında incelenen kiliseler ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanamamıştır.

Osmanlı Döneminde Kilise Mimarisinin Gelişimi Osmanlı Devleti’nde 14-17. yüzyıllar arasında yeni kilise inşasına ve mevcut kiliselerin onarılmasına, İslam Hukuku çerçevesinde pek çok kısıtlama getirilmiş iken 18. yüzyılda bu kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırılmıştır (Ercan, 1990). 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile İslam Hukuku kurallarının dışına çıkılan yeni bir dönemin başladığı bilinmektedir. Ferman, Müslüman olan veya olmayan herkesin aynı hukuk kurallarına tabi olacağının altını çizmektedir. 18 Şubat 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı ise kiliselerin onarımlarını kolaylaştırmış, padişahtan izin alınması mecburiyetini kaldırmıştır. Bu dönemde yeni kilise inşa edilmesine de izin verilmiş, böylece kiliselerin sayısı artarken mimaride farklı plan tipleri ve değişik teknikler ortaya çıkmıştır. Yıllar boyunca uygulanan katı kuralların kalktığı yeni dönemin kiliseleri, özellikle İstanbul’da, kubbeli, çan kuleli, büyük boyutlarda ve yoğun bezemeli olarak inşa edilmiştir. Abartının ve üslup karmaşasının hâkim olduğu yeni mimari, eklektik bir anlayış sergilemektedir (Karaca, 2008). İstanbul’un batısındaki kırsal yerleşimlerde ise genellikle kiliseler, sınırlı bütçelerle inşa edildiği için, izin olmasına Fener Rum Patrikhanesi Kütüphanesi’ndeki yardımları ve Rumca yazıların tercümesi için Yorgo Benlisoy’a teşekkürlerimi sunarım.

4

53


Şekil 1. 1896 yılında İstanbul’un batısındaki Çatalca Sancağı sınırları (Atatürk Kitaplığı, Hrt_ Gec_000033).

Şekil 2. 1924 yılında Çatalca Vilayeti içerisindeki ilçelerin günümüz sınırları ve içerisindeki kilise camiler.

rağmen kubbeli değil çatılı inşa edilmiş, mimari ve süslemede abartıdan kaçınılmıştır.

Çatalca Vilayeti’ndeki Kilise Camiler İstanbul’un batısında konumlanan Çatalca, Balkanlar’a yakın yerleşimlerden biri olması sebebiyle, Silivri ile birlikte başkentin en çok göç alan ilçelerinden olmuştur (Goularas, 2012). Bu durumda, mübadele öncesinde kalabalık bir Rum nüfusa sahip olmasının payı büyüktür. Çatalca 1800’lü yıllarda çevresindeki yerleşimlerle birlikte önce sancak5 (Şekil 1), daha sonra 1924 yılında ise vilayet olmuştur. Çatalca, 1852 yılında Edirne Eyaleti’ne bağlı bir sancak iken (Sezen, 2006), 1865 yılında Bab-ı Zaptiye İdaresi’ne, 1880 yılında doğrudan sancak ismi ile anılarak Büyükçekmece, Küçükçekmece, Silivri, Terkos ve Suyolu nahiyeleri ile birlikte İstanbul’a bağlanmıştır. 1888 yılında ise bağımsız sancak olmuştur.

5

54

Çatalca Vilayeti, batıda Edirne Vilayeti, kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi ve doğuda İstanbul Vilayeti ile sınırlanmaktadır. Günümüzde Çatalca Vilayeti sınırları içerisinde İstanbul’un Çatalca, Silivri, Arnavutköy, Büyükçekmece, Esenyurt, Beylikdüzü ilçeleri yer almaktadır (Şekil 2). Çatalca Vilayeti sınırları içerisinde 1800’lü yıllarda yaklaşık 30 kilisenin6 varlık gösterdiği bilinmektedir.7 Mübadele 1909 tarihli, Londra Savaş Ofisi tarafından basılan “Constantinople and Surrounding Country” isimli haritanın Çatalca Vilayeti’ni kapsayan kısmında 18, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde çoğu 1800’lü yıllara ait belgeleri olan 15 kilise tespit edilmiştir. Her iki kaynakta da söz edilen beş kilise göz önüne alınarak ve literatürden edinilen diğer bilgilerle birlikte, Çatalca Vilayeti içerisinde varlığı bilinen yaklaşık 30 kilisenin olduğu söylenebilir. 7 Söz konusu kiliselerin dışında İnceğiz’de mağaralara oyulmuş kiliseler de mevcuttur. Ancak bunlar çalışma kapsamında incelenen kilise yapılarından mimari anlamda farklılaştığından, bu çalışma kapsamında yer verilmemiştir. 6

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

sonrası bu kiliselerin bir kısmı okul, kışla gibi işlevlerle kullanılmış, bir kısmı yıkılıp yerlerine cami yapılmış, bir kısmı ise işlevsiz kalması sebebiyle zamanla tahrip olmuştur. Cami olarak kullanılan kiliselerin korunarak günümüze ulaşabildiği ve bunların tamamının Rumlara ait olduğu bilinmektedir. Silivri’nin Ortaköy (Sürgünköy), Selimpaşa, Seymen, Değirmenköy (Germiyan) köylerinde ve Arnavutköy’ün merkezi ile Boğazköy ilçelerinde yer alan kilise camiler inşa tarihine göre kronolojik olarak sıralanmış olup (Şekil 3) aşağıda detaylı olarak aktarılmaktadır. Silivri’nin Ortaköy köyünde 1831 yılında inşa edilmiş olan Aya Dimitros Kilisesi (günümüzde Ortaköy Kilise Camisi) incelenen kiliseler arasında, Tanzimat öncesi dönemde

inşa edilmiş tek yapıdır. KVKBK Arşivi’nde “Ortaköy Camisi” dosyasındaki rölöve, restorasyon raporunun “Tarihsel Araştırmalar” bölümünde yapının 1926 yılında camiye çevrildiği, 1963 yılında köye yeni bir cami inşa edilmesiyle cemaatinin azaldığı ve zamanla kullanım dışı kaldığı belirtilmiştir. Daha sonra depo olarak kullanılmaya başlanan cami zaman içinde harap olmuştur. Yine raporda belirtildiği üzere, 1969 yılında apsisi yıkılarak yerine bir çeşme inşa edilmiş, 1983’de kilise binası, halkın yararına kullanılmak üzere Ortaköy Köyü Tüzel Kişiliği’nce satın alınmıştır. 2007 yılında tescillenen eski eser, 2009-2011 yılları arasında restore edilmiş olup günümüzde cami olarak kullanılmaktadır (KVKBKA) (Şekil 3).

Şekil 3. Kiliselerin inşasından günümüze geçirdiği değişiklikler (S. Giray Küçük). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

55


Mimari özellikleri belirtilmiş olan yapının (Tablo 1), tavan planında haç şekli oluşturulmak istendiğinden, kuzey ve güneyde tonozlu üst örtü yapılmıştır (Şekil 4, 5 ve 6). Rölöve raporundaki tespitlere göre, yapının tahrip olduğu 1983-2006 arası dönemde ana taşıyıcı duvarlarda derin çatlaklar oluşmuştur (Şekil 7). Apsis yıkılıp yerine bir çeşme inşa edilmiştir. 2009 yılında yapılan restorasyonla kilisenin girişine ahşap malzemeden bir ek bölüm yapılmış ve bir minare inşa edilmiştir (Şekil 8) (KVKBKA). Çatalca Vilayeti’nde bulunan diğer bir kilise cami, Silivri’nin Selimpaşa köyündeki Aya Yorgi Kilisesi, günümüzde Selimpaşa Kilise Camisi’dir. Kilisenin inşa tarihi net olarak bilinmemekle birlikte, KVKBK Arşivi’ndeki anıt fişine göre, 19. yüzyılın son çeyreği veya 20. yüzyılın ilk çeyreği başlarına tarihlenmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Selimpaşa köyünün 413 hane ve 2113 nüfusa sahip olduğu belirtilmiş olup (BOA.İ.DH.923/73182) Aya Yorgi Kilisesi ile ilgili herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. KVKBK Arşivi’ndeki “Selimpaşa Camisi” dosyası içerisinde yer alan, 2002 tarihli rölöve ve restorasyon raporunun “Küçük Kilise’nin (Aya Yorgi) Tarihsel Gelişimi” bölümünde belirtildiği üzere, Aya Yorgi

Şekil 4. Ortaköy Kilise Camisi’nin genel görünümü (2015) (S. Giray Küçük).

Kilisesi 1933 yılında minber, mihrap ve minare eklenerek camiye çevrilmiştir. Bu süreçte iç mekanda duvarlara bazı ayetler yazılmıştır. 1960’ların sonunda Selimpaşa’da yeni caminin inşa edilmesiyle bir süre boş kalan yapı 1969’da depo olarak kullanılmaya başlanmış ve narteksin kuzeyindeki bölüme büro amacıyla kullanılan bir oda eklenerek bu oda için

Genel Özellikler

Tablo 1. Kilise camilerinin genel, işlev ve mimari özelliklerinin kıyaslandığı tablo (S. Giray Küçük) Tarihi Ortaköy Camisi

Osmanlı Camisi

Eski Değirmenköy Kilisesi

Seymen Eski Cami

Boğazköy Camisi

Bulunduğu İlçe

Silivri

Arnavutköy

Silivri

Silivri

Arnavutköy

Silivri

İnşa tarihi

Malzemeler

Mim. Öğeler

Plan Öz.

Boyutlar

İşlevsel Özellikler Mimari Özellikler

56

Kilise/Caminin bugünkü adı

Kilise Adı Camiden başka hangi işlevlerle kullanıldığı Minare Eklenme Tarihi Alanı (m2) Eni, boyu (m) En boy oranı Tavan yüksekliği (m) Duvar kalınlığı (m) Plan tipi Nef sayısı Naos-Nef arası sütun sayısı Naos üst örtüsü Yan neflerin üst örtüsü Pencere tipleri Sütun başlığı Duvar örgü malzemesi Apsis duvarı malzemesi Çatı üst örtü malzemesi

Selimpaşa Tarihi Eski Cami

1831

1885

1896

1897

1907

19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arası

Aya Dimitros

Aya Tanaş

(Bilinmiyor)

(Bilinmiyor)

Aya Triyada

Aya Yorgi

Depo

Kışla

Okul

(Bilinmiyor)

Depo

Depo

2009

1991

1956

1933

302 13.5 x 22.3 0.6 6.3 0.80 Bazilikal 3

404 16.3 x 24.8 0.65 10.2 0.80 Bazilikal 3

380 15.6 x 24.4 0.64 9.4 0.74-0.82 Bazilikal 3

244 12.2 x 20 0.61 9.4 0.80 Bazilikal 3

485 16 x 29 0.55 11.5 0.85 Bazilikal 3

166 9.2 x 18.2 0.5 7.4 0.65-0.80 Bazilikal 1

5

5

4

4

5

Basık tonoz

Tekne tonoz

Düz tavan

(Bilinmiyor)

Tekne tonoz

Aynalı tonoz

Tek eğimli tavan

Tek eğimli tavan

Tek eğimli tavan

Tek eğimli tavan

Tek eğimli tavan

Tek eğimli tavan

Basık kemerli Volütlü Almaşık (moloz taş ve tuğla), köşeler kesme taş

Basık kemerli Düz başlık

Basık kemerli Basık kemerli Basık kemerli Düz başlık Volütlü Volütlü Almaşık (moloz Moloz taş, yapının Tuğla yapıda taş ile Almaşık (moloz taş ve tuğla) köşeleri kesme taş onarımlar var taş ve tuğla) köşeler kesme taş

Basık kemerli Sütun yok Almaşık (moloz taş ve tuğla), köşeler kesme taş

Moloz taş

Kesme taş

Almaşık

Apsisi yok

Moloz taş

Kesme taş

Kurşun

Marsilya Kiremit

Marsilya Kiremit

(Bilinmiyor)

Marsilya Kiremit

Alaturka Kiremit

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

Şekil 6. Ortaköy Kilise Camisi’nin iç mekan görünümü, doğu cephesi (2015) (S. Giray Küçük).

Şekil 7. Ortaköy Kilise Camisi’nin restorasyon öncesi durumu (2008) (KVKBKA).

Şekil 5. Ortaköy Kilise Camisi’nin planı (2009) (KVKBKA).

ön cepheye pencere açılmıştır. 1983’te tescillenen yapının minaresinin külahına aynı yıl yıldırım isabet etmiş, minarede bir çatlak oluşmuş, şerefe hasar görmüş ve yapı kullanılamaz hale gelmiştir (Şekil 9). Zaman içinde çatısı yıkılarak dış etkenlere açık kalan yapının (Şekil 10) restore edilmesi için 2002 yılında bir proje hazırlanmış fakat uygulanmamıştır. 24 yıl boyunca atıl kalan kilise cami, 2007-2009 yılları arasında restore edilmiştir. Restorasyon sürecinde, raporda ve projelerde görüldüğü üzere, yapının muhdes pencere ve odası kaldırılmış, giriş holü/rüzgarlık ilave edilmiştir (Şekil 11). Mimari özellikleri belirtilmiş olan (Tablo 1 ve Şekil 12) yapı günümüzde cami olarak kullanılmaktadır (KVKBKA). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 8. Ortaköy Kilise Camisi’nin günümüzde batı cephesi (2015) (S. Giray Küçük).

İncelenen kilise camilerden, İstanbul’un Arnavutköy ilçesindeki Osmanlı Camisi’nin üzerindeki levhada, 1595 yılında Rum Kilisesi olarak inşa edilmiş olduğu yazılsa da bunun hangi belgeye dayandığı bilinmemektedir. Mevcut kilise, yapım tekniği ve kullanılan malzemeler göz önüne alındığında 16. yüzyıl yapısından çok 19. yüzyıl yapısının özelliklerini göstermektedir. Bunun yanında, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki 1885 tarihli bir belgeye göre (BOA.İ.DH.977/77160) Arnavutköy’de Aya Tanaş ismiyle 57


Şekil 9. Selimpaşa Kilise Camisi’nin minaresine yıldırım düşmesi sonrası fotoğrafı (1983) (KVKBKA).

Şekil 10. Selimpaşa Kilise Camisi’nin 18 yıl kullanılmaması sonrası görünümü, doğu cephesi (2001) (KVKBKA).

Şekil 12. Selimpaşa Kilise Camisi’nin planı (2007) (KVKBKA).

Şekil 11. Selimpaşa Kilise Camisi’nin günümüzdeki durumu (2015) (S. Giray Küçük).

bir kilise inşa edilmiştir. Bölgede iki adet Arnavut köyü bulunup diğer köyde herhangi bir kilise inşa edildiğini gösterir belge mevcut değildir. Bu sebeple çalışma kapsamında in58

celenen kilisenin Osmanlı Camisi olduğu düşünülmektedir. KVKBK Arşivi’nde “Osmanlı Camisi” dosyasındaki restitüsyon raporunda belirtildiği üzere, mübadele sonrası kilise, önce bir süre kışla olarak kullanılmış, daha sonra net olarak bilinmeyen bir tarihte camiye çevrilmiştir. 1991 yılında kapsamlı bir onarımdan geçen yapı, 2010 yılında tescillenmiş, 2012-2014 yılları arasında muhdeslerinden arındırılmak amacıyla tekrar restore edilmiş olup günümüzde cami olarak kullanılmaktadır (Şekil 3 ve 13) (KVKBKA). Mimari özellikleri belirtilmiş olan (Tablo 1 ve Şekil 14) yapı, restorasyon raporundan öğrenildiği üzere 1991 yılında geçirdiği bir onarımla strüktürel ve mekânsal anlamda özgünlüğünü kaybetmiştir. Harap durumdaki ahşap galeri döşemesi yıkılarak, betonarme kadınlar mahfili oluşturulmuştur. İç CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

Şekil 13. Osmanlı Camisi’nin genel görünümü (2015) (S. Giray Küçük).

Şekil 15. Osmanlı Camisi’nin iç mekan görünümü, batı cephesi (2015) (S. Giray Küçük).

Şekil 16. Osmanlı Camisi’nin restorasyon öncesi iç mekan (solda) ve batı cephesi (sağda) görünümü (2010) (KVKBKA).

Şekil 14. Osmanlı Camisi’nin planı (2014) (KVKBKA).

mekandaki ahşap pencere ve kapılar plastik doğramalarla, demir dış kapı ahşap doğramayla değiştirilmiştir. Apsis kapatılarak müezzin odasına dönüştürülmüştür (KVKBKA). 2012 yılında yapılan restorasyona ait raporda belirtildiği üzere, muhdes tavan kaplamaları sökülerek ahşap tekne tonoz sistem açığa çıkarılmıştır (Şekil 15). Sütunlar, CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

geç dönemde eklenmiş ahşap lambrilerden temizlenmiştir. Sütunlar arasındaki kemerler üzerine boya ile yapılmış geç dönem süslemeleri kaldırılmıştır. Cephe, çimento derzlerden temizlenmiş, böylece özgün taş sıraları görülebilmiştir. Alınlıklar üzerindeki yuvarlak pencerelerin içindeki muhdes dolgular kaldırılmıştır (Şekil 16). Betonarme minare sökülerek yığma sistemde ve kilise camiye uygun ebatlarda yeniden yapılmıştır. Özgün olmayan kadınlar mahfili betonarme döşemesi kaldırılarak, açığa çıkan veriler ışığında ahşap karkas sistemde yenilenmiştir. Çatının üzeri kurşun kaplanmıştır. Ayrıca raporda, yapılan restorasyon araştırmalarında, ikona, ikonastasis, çan kulesi, ayazma gibi kiliseye özgü öğelere ilişkin herhangi bir veri veya ize rastlanamadığı bildirilmektedir (KVKBKA). Çatalca Vilayeti’ndeki diğer bir kilise cami, Çatalca’nın Değirmenköy köyünde bulunmaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan bir belgeye göre (BOA.BEO.823/61653) 1896 yılında, tamamı Rum cemaatine mensup 220 hane ve 1360 nüfusa sahip Germiyan köyünde (eski Değirmenköy) eskiden burada bulunan kilisenin yerine yeni bir kilise yapılmasına izin verilmiştir. Yeni kilisenin boyu 27 zira8 (20.25 m), eni 18.5 zira (13.87 m) ve yüksekliği 10 zira (7.50 m) Zira, Osmanlı döneminde kullanılmış olan yaklaşık 0.75 metreyi gösteren ölçü birimidir.

8

59


Şekil 18. Değirmenköy Kilisesi’nin iç mekanında görülen muhdes merdiven, duvar ve döşemeler (2010) (S. Giray Küçük).

Şekil 17. Değirmenköy Kilisesi plan restitüsyonu (2014) (KVKBKA).

Şekil 19. Değirmenköy Kilisesi’nin naos (solda) ve yan nef (sağda) tavanları (2010) (S. Giray Küçük).

olup, inşaat için gereken 600 küsur lira masraf, kilise nakitinden ve yardım paralarından karşılanmıştır. Mimari özellikleri belirtilmiş olan (Tablo 1 ve Şekil 17) kilise cami, KVKBK Arşivi’ndeki “Değirmenköy Kilisesi” dosyası içerisindeki restitüsyon ve restorasyon raporunda belirtildiği üzere, 1948 yılında yakınına yeni bir cami yapılmasıyla, okul olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu süreçte ara duvarlar, döşeme ve merdivenler eklenmiş (Şekil 18), ahşap tavan kaplamaları kaldırılmış, bazı pencereler kapatılmış ve çatısı onarım görmüştür. Apsisinin de bu dönemde yıkıldığı ve pencere haline getirilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. İç mekânda taşıyıcılarda bozulmalar olmuş, ahşap ara kat kirişlemeleri ve kaplamaları ile ahşap çatı altı kaplamaları yer yer dökülmüştür (Şekil 19). Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’ne yazılmış 2008 tarihli uzman raporlarında, 1960 yılında meydana gelen heyelan sebebiyle köyün

farklı bir yere taşındığı, yerleşim yerine uzak kalan kilisenin içinde ve çevresinde çukurlar açılarak kaçak kazılar yapıldığı bildirilmiştir (Şekil 3). Günümüzde kilisenin yakınında herhangi bir yerleşim yoktur. 1995 yılında tescillenen yapının projeleri, tekrar kilise olarak işlevlendirilmek üzere, 2014 yılında Kurul onayından geçmiş olmasına rağmen restorasyonu henüz başlamamış olup yapı tespitlerin yapıldığı 2015 yılında harap durumdadır (KVKBKA) (Şekil 20). Cami olarak kullanılmış kiliselerden biri de, Silivri’nin Seymen köyünde (eski Cüce Sekban köyü) yer almaktadır. Kilisenin (Şekil 21) üzerindeki levhada Eksarhia Bulgar Ortodoks Kilisesi olduğu ve 19. yüzyılın ikinci yarısı sonrası köye göçmen olarak gelen Bulgarlar tarafından kurulduğu yazmaktadır. Bu levhadaki bilgilerin kaynağı ve doğru olup olmadığı bilinmemektedir. Zira, kilise ile ilgili 1896 tarihli Osmanlı Arşivi belgesinde (BOA.İ.AZN.21/13), köydeki ki-

60

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

Şekil 22. Apsisin yıkılıp düz duvara dönüştürüldüğü doğu cephesi (2015) (S. Giray Küçük). Şekil 20. Değirmenköy Kilisesi genel görünümü, kuzeydoğudan bakış (2010) (S. Giray Küçük).

Şekil 23. Seymen Kilise Camisi’nin restitüsyon çizimi (2015) (S. Giray Küçük).

Şekil 21. Günümüzde Seymen Kilise Camisi giriş (batı) cephesi (üstte) ve doğu cephesi (altta) (2015) (S. Giray Küçük).

lisenin Rum cemaatine mahsus olduğu, bunun yanında Seymen köyünde 59 hanede 495 Rum nüfusun varlığı ifade edilmektedir. Yine bu belgede kiliseye ait plan ve cephe çizimi mevcuttur. KVKBK Arşivi’nde bu kilise ile ilgili herhangi bir belge bulunmamaktadır. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Yapının üzerindeki levhada yazıldığı gibi, kilisenin 1912’de değil, 1923’teki mübadeleden sonra camiye çevrildiği düşünülmektedir. Bu süreçte çan kulesi de minareye dönüştürülmüş, apsisi yıkılmış, yerine duvar örülmüş, mihrap ve kitabesi eklenmiş, iç mekân sıvanarak üzerine Türk motifli süslemeler yapılmıştır (Şekil 22). 1975’te kilise caminin yanına yeni bir cami inşa edilmiştir. 2007’de kilise caminin minaresi rüzgârdan yıkılmış, 2009’da yangın geçirmiştir. İlerleyen yıllarda yapının çatısı yıkılmış, mihrap üzerindeki onarım kitabesi yok olmuş, yapının zemininde pek çok bitki yetişmiştir. 2011 yılında tescillenen yapının restorasyonu ile ilgili herhangi bir girişimde bulunulmamıştır ve yapı günümüzde harap durumdadır (Şekil 3). Mimari özellikleri belirtilmiş olan (Tablo 1 ve Şekil 23) yapının sütunları yekpare olmayıp, 0.40 x 0.40 m boyutlarındaki ahşap bir dikmenin etrafına tuğla örülmesiyle oluşmuştur. 61


Şekil 24. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Seymen Kilise Camisi çizimi (BOA.İ.AZN.2113).

1896 tarihli Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgesinde görülen plan ve cephe çizimleri (Şekil 24) mevcut yapının rölöveleri ile kıyaslandığında, boyutlarının, pencere yerlerinin ve cephe düzeninin örtüşmediği dikkati çekmektedir. Örneğin günümüzde kilisenin giriş kapısı kemerli iken bu çizimde düz atkılıdır. Ayrıca giriş cephesinde aynı teknikle yapılmış iki pencere ve iki kapı varken, çizimde yalnız iki kapı görülmektedir. Bu sebeple, yapı için hazırlanan bu projenin değiştirilerek uygulandığı düşünülmektedir. Seymen Kilise Camisi’ne günümüze kadar çok fazla müdahale edilmediğinden, tarihi yapı, özgün detaylarını büyük ölçüde korumaktadır. Fakat çatısı olmadığından her türlü iklim koşullarına maruz kalarak gün geçtikçe harap olmaktadır. Bu sebeple yapının acilen özgün detaylarına saygı gösterilerek restore edilmesi gerekmektedir. Çalışma kapsamında incelenen kilise camilerden en yakın tarihlisi, Çatalca’nın Arnavutköy ilçesinin Boğazköy semtinde yer alan Boğazköy Kilise Camisi’dir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bu kilise hakkında 1890 ve 1907 tarihli iki belge bulunmaktadır. 1890 tarihli belgede, eski kilisenin eğik ve yıkılmış olduğundan artık işlevini yerine getiremediği ve

bu sebeple mevcut kilisenin yerine on yedi pencere ve üç kapıyı içine alabilecek büyüklükte, dörtgen planlı, Aya Triyada adıyla yeni bir kilisenin inşa edileceği belirtilmiş, plan ve cephe çizimleri sunulmuştur (BOA.İ.DH.1218/95376) (Şekil 25). 1907 tarihli belgede ise Boğazköy’de yeniden inşa edilen kilisenin açılış töreninin yapıldığı ifade edilmektedir (BOA.DH.MKT.1203/52). Günümüzde görülen kilisenin restitüsyon planı, bu belgede çizilmiş kilisenin planına kısmen benzemektedir (Şekil 26). KVKBK Arşivi’nde “Boğazköy Camisi” isimli dosyada 2011 yılında hazırlanmış restitüsyon ve restorasyon raporunda belirtildiği üzere, mübadele sonrası net olarak bilinmeyen bir tarihte camiye çevrilen yapının, ilk dönemlerde çan kulesi minare olarak kullanılmış, 1956 yılında yerine bugün de görülebilen betonarme minare inşa edilmiştir. 1978’de kilisenin batısına yeni bir cami inşa edilmesiyle kilise caminin kullanımı azalmış, sadece yeni caminin yetersiz kaldığı günlerde açılır olmuştur. 2002 yılında, bu iki cami arasında geçiş sağlamak için bir ek yapı yapılmış, kilise caminin naos bölümüne ara kat ilave edilerek üst katı yeni camiye bağlanmış, alt katı ise depo olarak kullanılmıştır. Yapılan bu müdahale ile özgün kimliğinden uzaklaşan yapının 2013 yılında restorasyonu başlamış olup 2015 yılında devam etmektedir (KVKBKA) (Şekil 3 ve 27). Mimari özellikleri belirtilmiş olan (Tablo 1) yapının narteks bölümünün üzerindeki galerinin güneybatısındaki ilk sütun başında yazılı olan 1907 tarihi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgede görüldüğü üzere, kilisenin açılışının yapıldığı yılı göstermektedir. Ana giriş kapısının üzerindeki mermer alınlıkta, silik olarak “tarih” anlamındaki “ETO” yazısı görülmekte, ancak yapının tarihi okunamamaktadır. Rölöve raporunda, restorasyon öncesinde, duvarların iç mekânda ve dış cephede kalın çimento ile sıvalı olduğu görülüyorken, restorasyonda bunlar kaldırılmıştır (Şekil 28). 0.54 m çaplı, daire kesitli sıvalı sütunlar tuğladan yapılmıştır. Camiye çevrilme sürecinde apsisi yıkılmış ve duvar düzleştirilmiştir. 2015 yılında restorasyon süreci devam etmekte olan yapının ilave ara katı kaldırılmış, apsisinin

Şekil 25. 1890 tarihli Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgesinde Boğazköy Kilisesi zemin kat planı (solda), üst kat planı (ortada) ve cephesi (sağda). 62

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

Şekil 26. Günümüzde görülen kilisenin restitüsyon planı (sağda) ve cephesi (solda) (KVKBKA).

Şekil 27. Boğazköy Kilise Camisi’nin 2011 tarihli restorasyon öncesi fotoğrafı (KVKBKA).

temeli kazılarla ortaya çıkarılmış olup projede görüldüğü üzere yeni apsis ilave edilecektir.

Kilise Camilerin Genel, İşlev ve Mimari Özellikleri Kilise camiler, genel, işlev ve mimari özellikleri (plan özellikleri, sütun sayısı ve tipi, yapının eni, boyu, alanı, tavan yüksekliği, taban alanı, duvar kalınlığı, taşıyıcı duvar malzemesi, apsis malzemesi, tavan üst örtüsü, çatı örtüsü) bağlamında incelenmiş ve bazı tespitlerde bulunulmuştur (Tablo 1 ve Şekil 29). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 28. Boğazköy Kilise Camisinin 2011 tarihli restorasyon öncesi iç mekan fotoğrafı (KVKBKA).

Genel özelliklerine göre kilise camiler Çatalca Vilayeti içerisinde tespit edilen, günümüze gelebilmiş kilise camilerin dördü Silivri’de, ikisi Arnavutköy’dedir. Bu kilise camiler kronolojik olarak sıralanacak olursa, 1831 yılında Ortaköy’deki, 1885 yılında Arnavutköy’ün merkezindeki, 1896 yılında Değirmenköy’deki ve Seymen’deki, 1907 yılında Boğazköy’deki, 19. yüzyılın son, 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında ise Selimpaşa’daki kiliseler inşa edilmiştir. En eski tarihli Ortaköy’deki Aya Dimitros Kilisesi, 63


Şekil 29. Çatalca Vilayeti içerisindeki kilise camilerin plan ve cephe restitüsyon çizimleri (S. Giray Küçük).

Tanzimat öncesi döneme tarihlenen tek kilise olup dönemin kuralları gereğince mütevazı bir şekilde inşa edilmiştir. Boğazköy’deki Aya Triyada Kilisesi (1907), alanı en büyük ve İstanbul’un merkezine en yakın kilisedir. Bunun yanında narteks bölümünün ana kütleden daha geniş yapılmasıyla diğer kiliselerin planlarından farklılaşmaktadır. İşlev özelliklerine göre kilise camiler Kilise camiler, mübadele sonrası bölgede yeni cami yapılana kadar kullanılmış, daha sonra halkın tercihine bağlı olarak kullanımları sınırlanmış, bir süre sonra adeta terk edilmişlerdir. Bu süreçte çoğunlukla depo olarak kullanılan yapılar ihmal edildiğinden ya yangına maruz kalmış, ya içlerinde define aranarak zeminleri talan edilmiş, ya da deprem gibi doğal afetler sebebiyle zamanla harap olmuşlardır. Bu süreçte yapıların özgün detayları bir hayli zarar görmüştür. 2000’li yıllarda kilise camilerin restorasyonu hız kazanmış olup bu süreç günümüzde de devam etmektedir. Kiliselerin camiye çevrilme sürecinde öncelikle kiliselere özgü, önemli bir mimari öğe olan apsislerin yok edildiği görülmektedir. Kiliselere, mihrap, minber ve minare gibi camiye özgü mimari öğeler eklenmiş, bazı çan kuleleri minareye dönüştürülmüştür. İç mekânda duvarlara Türk sanatına ait motiflerin yanında ayetler de yazılmıştır. Mübadele sürecinde kiliselerin ikona, haç gibi taşınabilir boyuttaki dini objeleri, yöre halkı olan Rumlarca beraberlerinde götürülmüştür (Balta ve Millas, 1996). Bu sebeple günümüzde kiliseye özgü bir öğe mevcut değildir. Seymen ve Boğazköy’deki ki64

liselerin çan kuleleri camiye çevrilme sürecinde minareye dönüştürülmüş, çan kulesi bulunmayan Selimpaşa Kilise Camisi’ne 1933’te, Osmanlı Kilise Camisi’ne 1991’de, Ortaköy Kilise Camisi’ne 2009’da restore edilirken minare eklenmiştir. Değirmenköy Kilisesi ise minaresizdir. İncelenen kilise camilerden üçü (Ortaköy, Selimpaşa ve Osmanlı kilise camileri), 2000’li yıllarda restore edilmiş ve cami olarak kullanıma açılmış olup birinin (Boğazköy Kilise Camisi) restorasyonu 2015 yılında devam etmektedir. İkisi ise harap durumdadır ve günümüzde kullanılmamaktadır. Harap durumda olan Değirmenköy Kilisesi’nin restorasyon projesi, KVKBK tarafından kilise olarak işlevlendirilmek üzere onaylanmış olup uygulanmak üzere beklemektedir. Seymen Kilise Camisi’nin korunması konusunda ise herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Mimari özelliklerine göre kilise camiler Çatalca Vilayeti içerisinde yer alan, günümüze gelebilmiş ve çalışma kapsamında incelenen Rum kiliselerinin tamamı bazilikal plan şemalıdır. En büyük alana sahip olan yapı 485 m2 ile Boğazköy Kilise Camisi’dir. Bunu 404 m2 ile Osmanlı Camisi, 380 m2 ile Değirmenköy Kilise Camisi, 302 m2 ile Ortaköy Kilise Camisi ve 244 m2 ile Seymen Kilise Camisi takip eder. Alandaki en küçük yapı, 166 m2 ile Selimpaşa Kilise Camisi’dir. Kilise camiler içerisinde yalnız Boğazköy’deki kilisenin narteks bölümü ana kütleden uzunlamasına daha geniş yapılmış olup diğer yapılar dikdörtgen plan şemalıdır. Selimpaşa Kilise Camisi tek nefli, diğer kilise camiler üç CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çatalca Vilayeti’nde Camiye Çevrilen Kiliselerin Dönüşüm Süreci ve Mimari Analizi

nefli olup nefleri dört, beş veya altışar sütun ayırmaktadır. Ortaköy, Seymen ve Boğazköy kilise camilerinde kullanılan sütunların başlıkları volütlü, Osmanlı ve Değirmenköy kilise camilerinde kullanılan sütunların başlıkları ise düzdür. Selimpaşa Kilise Camisi tek nefli olduğundan sütuna sahip değildir. Yapıların enleri 9.15 m ile 16 m arasında, boyları 18.15 m ile 29 m arasında, en boy oranları ise 0.50 ile 0.65 arasında değişmektedir. Başka bir deyişle yapıların boyları, enlerinin yaklaşık iki katıdır. En yüksek tavanlı kilise 11.50 m ile Boğazköy Kilise Camisi, en alçak tavanlı kilise 6.30 m ile Ortaköy Kilise Camisi’dir. Kiliselerde kullanılan pencerelerin neredeyse tamamı basık kemerlidir. Beden duvarları kalınlıkları 0.65-0.85 m arasında değişmekle birlikte ortalama 0.80 metredir. Cepheler sıvasız olup çoğunlukla tuğla ve moloz taş kullanılarak oluşturulmuş almaşık örgünün hâkim olduğu dikkati çekmektedir. Çoğu yapının köşelerinde kesme taş, apsislerinde ise kesme taş veya moloz taş kullanılmıştır. Tüm kilise camiler çatılı olup kaplama olarak Ortaköy Kilise Camisi’nde kurşun, diğerlerinde ise kiremit kullanılmıştır. İç mekânda naos kısmı tonoz, yan nefler tek eğimli tavan ile örtülmekte olup tamamı ahşaptır.

Öneriler ve Sonuç İstanbul’un batısında yer alan Çatalca Vilayeti’nde, mübadele öncesinde ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köylerde, halkın desteği ile yöresel malzeme ve yapım teknikleri kullanılarak, sınırlı maliyetle, kullanacak kişi sayısı ile orantılı boyutlarda mütevazı kilise yapıları inşa edilmiştir. Bu kiliselerin pek çok özelliği birbiri ile benzerlik göstermektedir. Moloz taş ve kesme taş kullanılarak yapılmış kiliselerin tamamı bazilikal plan şemalı, büyük çoğunluğu üç neflidir. Sütunların birbirine bağlantısında ve pencerelerde basık kemerler kullanılmıştır. İç mekânda tonoz ve tek eğimli tavan ile örtülü yapıların tamamı beşik çatılıdır. Mübadele sonrasında bir süre boş kalan bu kiliselere, ilerleyen yıllarda minber, mihrap, minare eklenerek cami işlevi verilmiş ve bu sayede yapılar, günümüze kadar korunarak gelmişlerdir. Bu süreçte sürekli bakım ve onarımları da yapılmış olan kilise camilerin, ilerleyen yıllarda çağdaş restorasyon ilkelerine uygun olarak, yapının özgün karakterine saygılı bir şekilde restore edilmesi ile kültür varlıklarının gelecek kuşaklara aktarılması sağlanmıştır. Yalnız bir yapı, yakınına yeni cami yapıldığı dönemde terk edilmiş ve bakımsız kalmıştır. Günümüzde harap durumda olan Seymen Kilise Camisi’nin korunması konusunda henüz herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Mevcut caminin ihtiyacı karşıladığı köyde, bu değerli kültür varlığının, cami olarak değil başka bir işlev verilerek restore edilmesi daha akılcı bir yaklaşım olacaktır. Özgün halinde kilise olan bu yapıların büyük çoğunluğu, günümüzde cami olarak, genellikle yerli halk tarafından kullanılmaktadır. Korunmalarında, özgün fonksiyonuna CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 30. Çatalca Vilayetindeki Kilise Camiler kültür rotası (S. Giray Küçük).

benzer işlevle kullanılmış olmalarının ve işlevsiz bırakılmamış olmalarının payı büyüktür. Bu yapılar, geçmişten günümüze Hıristiyan ve Müslüman pek çok kişi tarafından kullanılmış, topluma mal olmuş yapılardır ve sadece yerli halk tarafından değil, Gayrimüslimler ve mübadele yapılarına ilgi duyan herkes tarafından ziyaret edilmesinin sağlanması gerekmektedir. Çatalca’nın merkezinde bulunan Mübadele Müzesi’nde mübadillerin sosyal yaşantısını yansıtan bilgiler verildiği gibi dini yapılara ait bilgilere de yer verilebilir. Özgünlüğünü büyük ölçüde koruyan Seymen Kilise Camisi’nin müze olarak restore edilmesiyle, mübadillerin anılarını içeren obje ve belgelerin müzede sergilenmesi bölge için çekim merkezi oluşturabilir. Planlanan müzeye özellikle mübadillerin ilgi göstereceği düşünülmektedir. Bunun yanı sıra söz konusu tarihi yapıların bir kültür rotası içerisinde ele alınarak topluca ziyaret edilmesinin sağlanması ile yapılar daha geniş kitlelere ulaştırılabilir. Kültür rotaları, Çekül’ün hazırladığı “Kültür Rotaları Planlama Rehberi”nde tanımlandığı üzere, kültürel mirasın temel olarak kullanıldığı planlanmış güzergâhlardır (Karataş, 2015). Bu rotalar, miras alanlarını birbirine bağlayan bir izi takip eder. “Çatalca Vilayeti’ndeki Kilise Camiler” kültür rotasının oluşturulmasıyla, hem bu değerli kültür varlıkları gün ışığına çıkacak hem de kozmopolit İstanbul’da yaşayanlar için alternatif bir gezi rotası oluşmuş olacaktır. İçerisinde Mübadele Müzesi, yeni yapılacak Kilise Camiler Müzesi, dört cami ve bir kilisenin yer alacağı bu kültür rotası sayesinde alternatif turizmin canlandırılması, yerel kalkınmanın desteklenmesi ve kültürel mirasın korunması hedeflenmektedir. Rota, İstanbul çıkışlı olarak düzenlendiğinde, önce Mübadele Müzesi’ne gidilerek mübadele ile ilgili genel bilgi alınacak, insanların hayat hikâyeleri, günlük eşyaları ve fotoğrafları görülerek yaşantıları hakkında bilgi sahibi olunacaktır. Sonrasında Kilise Camiler Müzesi’ne gidilerek kiliseler tanınacaktır. Bunu takiben, günümüzde restore edilmekte olan Değirmenköy Kilisesi ziyaret edilecektir. Daha sonra sırasıyla Selimpaşa, Osmanlı ve Boğazköy 65


kilise camileri görülecek ve gezi İstanbul’da sonlanacaktır. Mübadelenin Çatalca’daki izlerini bütüncül bir bakışla inceleyen bu rotaya, mübadelenin yaşandığı komşu şehirlerdeki kültür rotalarının da hazırlanıp eklemlenmesiyle, bu rotaların sürdürülebilirliği de sağlanmış olacaktır (Şekil 30). Bu çalışma, mübadelenin tanıkları olan kiliselerin işlevsiz bırakılmak yerine özgün detaylarını bozmayacak şekilde, mimarisine uygun kullanımlarla dönüştürülmelerinin, korunmalarında önemli rol oynadığını göstermektedir. Ülkemizin değerli kültür katmanlarından birini oluşturan bu kiliselerin, dönemlerinin sosyal ve mimari yapısını yansıtan belge nitelikleriyle korunmaları ve hayatın içine katılarak topluma tanıtılmaları hedeflenmektedir.

Kaynaklar Açıkgöz, Ş.G. (2007) “Kayseri ve Çevresindeki 19. yüzyıl Kiliseleri ve Korunmaları İçin Öneriler”, Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. Açikgöz, Ş.G. ve Ahunbay, Z. (2008) “19. Yüzyıl Kayseri Kiliseleri İçin Koruma Önerileri”, İTÜ Dergisi / a, Sayı 7(2), s.26-37. Balta, E. ve Millas, H. (1996) “1923 Mübadelesi’nin Tarihsel Sorunları Üzerine Düşünceler: Bir Destan Ve Sözlü Tarih”, Tarih ve Toplum, Sayı 149, s.261-271. Çevik, M. (1983) İbni Batûta Seyahatnâmesi (Tuhfetu’n-Nuzzâr Fi Garaibi’l-Emsâr) (1), İstanbul, Üçdal Yayınları. Çınar, A. (2008) “Hırami Ahmet Paşa Camisi Restorasyon Projesi”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. Ercan, Y. (1990) “Osmanlı İmparatorluğunda Gayrimüslimlerin Giyim, Mesken ve Davranış Hukuku”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 1, s.117-125. Erdal, İ. (2006) “Türk Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere Yapılan Yardım Faaliyetleri”, Journal of History Studies, Sayı 12 (40), s.203-214. Eyice, S. (1990) “İstanbul’da Kiliseden Çevrilmiş Cami ve Mescidler ve Bunların Restorasyonu”, Vakıf Haftası Dergisi, Sayı 7, s.279-291. Goularas, G.B. (2012) “1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Ve Günümüzde Mübadil Kimlik ve Kültürlerinin Yaşatılması” Alternatif Politika, Sayı 4 (2), s.129-146. Harris, J.A. (1997) “Mosque to Church Conversions in the Spanish Reconquest” Medieval Encounters, Sayı 3 (2), s.158-172. İlter, F. (1981) “Kayseri’de XIX. Yüzyıldan İki Kilise: Darsiyak ve Evkere”, Ed.: C. Bayburtluoğlu (editör) Anadolu (XXII), Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, s.353-370.

66

Kalikratya Belediyesi (2000) Kalikratya Lau Grafik Albümü, Ed.: Zmaraldi Vasiliu ve Panayotis Çelyos (editör), Yunanistan, Kalikratya Belediyesi Yayınları. Karaca, Z. (2008) İstanbul’da Tanzimat Öncesi Rum Ortodoks Kiliseleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Karataş, E. (2015) Kültür Rotaları Planlama Rehberi, İstanbul, Çekül Vakfı Tarihi Kentler Birliği Yayınları. Kırımtayıf, S. (2001) Converted Byzantine Churches in İstanbul, İstanbul, Ege Yayınları. Mallinson, M.D.S. (2004) “Mosque/Churches of the Sudan, Azania: Archaeological Research in Africa, Sayı 39(1), s.225-241. Özcan, H.Ö. (2007) “Osmaneli’ndeki Bir Rum Kilisesi’nin Düşündürdükleri”, Sanat Tarihi Dergisi, Sayı 16, s 27-47. Pekak, M.S. (2009) “Kappadokia Bölgesi Osmanlı Dönemi Kiliseleri: Örnekler, Sorunlar, Öneriler” Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi, Sayı 26(2), s.249-277. Sezen, T. (2006) Osmanlı Yer Adları, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları. Şakiroğlu, M.H. (1985) “Lozan Konferansı Sırasında Kabul Edilen Türk-Yunan Ahali Değişimine Ait Tarihî Notlar”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Valsamidis, P. (2007) Çatalca ve Büyükçekmece, Selanik, Stamuli Yayınevi. Verim, E. (2015) “Amasra’da Osmanlı Dönemi’nde Kiliseden Çevrilmiş Bir Mabet: Fatih Camii”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, Sayı 4, s.58-74. Yalaman, Y. (1990) “Pantepoptes Manastırı Kilisesi: Eski İmaret Camii”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Belgeleri (Kronolojik Olarak Sıralanmıştır) BOA.İ.DH.923/73182: 7 Temmuz 1884, Silivri’de Bigados karyesinde Rum cemaatine mahsus bir kilise inşası. BOA.İ.DH.977/77160: 3 Şubat 1886, Çatalca kazasına tabi Arnavud karyesinde Aya Tanaş ismiyle bir Rum kilisesi inşası. BOA.BEO.823/61653: 6 Ağustos 1896, Çorlu kazasına tabi Germiyan köyünde tecdiden ve tevsian bir bab kilise inşası. BOA.İ.AZN.21/13: 23 Ağustos 1896, Çatalca sancağı Silivri kazasına tabi Sekban karyesinde Rum Cemaati’ne mahsus olarak çan kulesiyle beraber müceddeden bir kilise inşası. BOA.İ.DH.1218/95376: 22 Şubat 1891, Çatalca kazasına tabi Boğazköy’ünde bir bab kilise inşası. BOA.DH.MKT.1203/52: 2 Ekim 1907, Çatalca kazasına tabi Boğaz karyesinde inşaası tamamlanan Rum kilisesinin resmi açılışında görevlendirilmek üzere karyeye zabıta ve asker gönderileceği.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):67-84 DOI: 10.5505/megaron.2017.39259

Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi An Evaluation of the Küçükçekmece Ottoman Match Factory as Industrial Heritage Adile Binnur KIRAÇ, Burcu Selcen COŞKUN, Diğdem ERDOĞAN ÖZ İnceleme konusu olan ‘Osmanlı Kibritler Fabrikası da Osmanlı toplumunun, dünyadaki endüstrileşme sürecine eklemlenme çabalarının bir temsilcisi olarak görülmüş ve endüstriyel miras boyutuyla ele alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında yabancı sermayederler tarafından kurulan girişimlere örnek teşkil eden bu fabrika, Kav ve Kibrit Osmanlı Şirketi’ni kuran Fransızlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler bulunmakla birlikte; 1893 yılında inşaat ruhsatı alınan fabrika 1897 yılında kurulmuş ve çalışmaya başlamıştır. Kısa süre çalışan fabrika yüzyıl sonunda özgün işlevini kaybetmiştir. Bu makale ile günümüze büyük ölçüde mimari bütünlüğünü koruyarak ulaşmış yapının öncelikle kültür tarihimizdeki yeri ve önemini belirlemek suretiyle endüstriyel miras olarak tanıtılması amaçlanmıştır. Özellikle konumu itibariyle, Marmara sahilinde Yedikule–Küçükçekmece arasında Rumeli demiryolu hattı paralelinde oluşturulan Osmanlı dönemi sanayi aksının bir parçası olması üzerinde önemle durulmuş; bu aksın ‘endüstriyel kültür aksı olarak’ tanımlanması, yapının kültür tarihimizdeki bağlamsal bütünlüğü ortaya konması açısından önemli görülmüştür. Günümüzde faklı işlevlere hizmet eden büyük ölçüde de atıl durumdaki fabrika yapısının özgün işlevi ile kuracağı anlamsal bağın mirasın korunması ve aktarımındaki rolü önemsemiştir. Yapının işlev analizi yapılmak suretiyle özgün mekan kurgusu plan bazında irdelenmiştir. Çalışmada, bu yapı özelinde endüstri mirasımızın kültürel bağlamının kurulmasının, bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasının önemi vurgulanmaya çalışılmıştır. ‘Endüstri Mirası’, 20. yüzyılın ikinci yarısında miras kavramındaki genişleme ile birlikte tanımlanan yeni bir mirastır. Endüstri toplumunun dehasının, duygusallığının, hırsının fizik dünyada oluşturduğu maddesel kültür ve toplumun aktif bir eylemi olarak yorumlanan ‘endüstri mirası’ kavramı aynı zamanda endüstri öncesi üretim faaliyetlerini de içerecek biçimde oldukça geniş bir kapsamda ele alınmaktadır. Anahtar sözcükler: Endüstri mirası; kibrit üretimi; Küçükçekmece; Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası; Menekşe Kibrit Fabrikası; sanayi mirası.

ABSTRACT Industrial heritage was included as a new genre when the definition of heritage was expanded in the second half of the 20th century. The concept of industrial heritage is used to interpret the material culture and activities of a society as reflections of industrial development and human spirit. It includes a wide range of sites from all points in history. The Küçükçekmece Ottoman match factory is an industrial heritage site that exemplifies Ottoman participation in international industrial progress. It was founded by a French company in the second half of the 19th century, received its production license in 1893, and started to manufacture matches in 1897. The original function of the factory, however, was short-lived, lasting only until near the end of the century. Today, the building it is divided into sections with different uses. This article is an evaluation of an industrial heritage asset, Ottoman Match Factory and its significance in the cultural history of Turkey. Its location is particularly important, as part of an industrial area of the Ottoman period along the Marmara Coast, parallel to the Rumeli railway. This area is defined as an industrial-cultural axis in the cultural history of Turkey. Factory’s connection to its past determines its heritage values. This study analyzes its original use and provides an evaluation of the potential for the re-use of the building as a whole. In addition, it is a discussion of the importance of the cultural context of industrial heritage sites, using Küçükçekmece match factory to highlight the need for a holistic approach to preservation. Keywords: Industrial heritage; matchmaking; Küçükçekmece; Küçükçekmece Ottoman Match Factory; Menekşe Match Factory.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı, İstanbul Başvuru tarihi: 23 Aralık 2016 - Kabul tarihi: 12 Aralık 2017 İletişim: Adile Binnur KIRAÇ. e-posta: binnurkirac@yahoo.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

67


Giriş 18. yüzyılda İngiltere’nin öncülüğünde Avrupa’da başlayan endüstrileşme süreci kısa zamanda endüstri toplumunu ve kültürünü yaratmıştır. Bu yeni kültür, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren somut miras nesneleri üzerinden analiz edilmeye başlanmış ve ‘endüstriyel miras’ kavramı, endüstri toplumunun başarısının göstergesi olarak kültürel ve sosyal boyutuyla ele alınmıştır. Endüstri Mirası, “endüstri” kavramı üzerindeki vurgusu nedeniyle, sadece endüstri çağı ile ilişkili gibi görülse de, aslında endüstri öncesi dönemin üretim-imalat, mimari ve donanımlarını da içerecek kadar geniş bir kapsamda tanımlanmaktadır.1 Mirasın bu boyutuyla ele alınışı, çağdaşlarıyla eşzamanlı olarak endüstrileşme çağını yakalayamamış Osmanlı toplumunun geleneksel üretim kültürünün yanı sıra endüstrileşme yolunda sarf ettiği çabalarını da önemli ve anılmaya değer kılmaktadır. Bu çalışma, endüstriyel miras koruma odaklı gelişen teorik yaklaşımların ışığında, İstanbul’da yer alan tarihi Menekşe Kibrit Fabrikası’nı mercek altına almaktadır. Yapı, günümüzde özgün işlevini sürdüremese de, mimari bütünlüğünü büyük ölçüde korumakta ve geçmişe tanıklık etmektedir. Dolayısıyla, kültür tarihimizdeki yerinin ve kültürel miras olarak öneminin irdelenmesi önemlidir. İstanbul’da 2000’li yıllarla birlikte neo-liberal politikaların şekillendirdiği kentsel ölçekli mega projeler, kentin kontrolsüz gelişimine yol açmakta ve mevcut tarihi doku ve kentsel miras üzerinde büyük gerilimlere sebep olmaktadır. Bu perspektiften bakıldığında, ulaşım odaklı projelerin etki alanında kalan konumu ile tarihi kibrit fabrikasının da kültür varlığı olarak risk altında olduğu söylenebilir. Bu makaleyle, geleceği şimdilik belirsiz olan Menekşe Kibrit Fabrikası’nı varolan miras değerleriyle tanıtmak, koruma sorunlarına ve üzerindeki tehditlere dikkat çekmek ve yapıya yönelik geliştirilebilecek koruma yaklaşımlarını tartışmaya açmak amaçlanmaktadır. Bu yolla, çalışmanın Türkiye’de kendi alanına belge sağlayan bir kaynak olarak sözkonusu yapının kültürel öneminin sürdürülerek korunması yolundaki girişimlere ışık tutması hedeflenmektedir. Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Kültür Tarihindeki Yeri ve Önemi Endüstriyel miras kavramının miras olarak tanımlanma süreci, 1970’lerde dünyada korumanın nesnesinin ‘anıt’tan ‘kültürel miras’a evrilmesi süreciyle paralellik gösterir. ‘Endüstri mirası’, endüstri toplumunun dehası, duygusallığı ve hırsının oluşturduğu elle tutulur bir kültür ürünü olarak değerlendirilmiş; toplumun aktif bir eylemi olarak yorumlanmıştır.2 Günümüzde ise, uluslararası koruma teorisi somut Palmer ve Neaverson 1998, 15, TICCIH, 2003; Zelef, 2006, s. 4. Palmer ve Neaverson, 1998, s. 8 ve 13.

1 2

68

ve somut olmayan kültürel mirasın birlikte ve bütüncül bir bakış açısıyla korunması; dinamik, yaşayan bir bütünün parçası gibi değerlendirilmesine vurgu yapmaktadır.3 Bu perspektifle miras olgusuna bakıldığında, makalenin inceleme konusu olan Kibrit Fabrikası’nın; yer seçimi, mimari kurgu ve üretim süreci bütünselliği içinde irdelenmesinin, yapının kültürel ve sosyal yaşamdaki rolünün tanımlamasının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Yapının Konumu İlk dönem endüstri yapılarının yer seçiminde etkili olan temel faktörler; enerji-güç temini, hammadde ve işgücü iken, yeni enerji türlerinin (buhar, elektrik vb.) kullanıma girmesiyle doğal enerji kaynağına bağımlılığının azalmasıyla birlikte ana belirleyici unsur ‘ulaşım’ olmuştur. Kolay ve hızlı ulaşım-taşıma olanaklarının varlığı, üretime ait maliyetlerin önemli oranda düşmesine ve verimliliğin artmasına olanak sağlamış ve bu sebeple yer seçiminde önemli bir faktör olarak görülmeye başlanmıştır.4 Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren yoğunluk kazanan endüstri tesislerinin yer seçiminde de, ulaşım kolaylığı tercih nedeni olmuştur. Sahil kenti olan İstanbul’da hammaddenin sağlanması ve mamul maddenin dağıtımındaki kolaylık nedeniyle genellikle kıyılar tercih edilmiş; gemi sevkiyatına dayanan sanayi yapıları Haliç kıyısı ve Boğaz boyunca ve Marmara Denizi sahilinde yer almıştır.5 Avrupa’dan farklı olarak Osmanlı’da demiryolu, endüstriden çok ticaret ve askeri güvenlik amaçlı gelişmiş ise de, yer yer endüstri yapılarını da kendisine çekmiş ve demiryolu boyunca adeta bir endüstri aksı oluşmuştur. Tarihi Kibrit Fabrikası’nın eklemlendiği tarihi demiryolu hattı 19. yüzyılın son çeyreğinde Rumeli Demiryolu projesinin başlangıcı olarak inşa edilen Yedikule Küçükçekmece hattıdır.6 Bu hat zamanla sanayi yapılarını kendisine çekmek suretiyle sanayi aksına dönüşmüştür (Şekil 1).7 Clark’ın 1976 tarihli makalesinde Tanzimat’ın ilk yıllarında Osmanlı devlet fabrikalarının planlı bir biçimde “... Yedikule’den Küçükçekmece’ye kadar doğu-batı istikametinde 9 mil boyunca uzanan, ince uzun bir şeridine kadar bir hattın sanayi parkı’ denen, bir sınai ve tarımsal ürün kompleksi kurdular” ifadesi de bu durumu destekler niteliktedir.8 Bu ulaşım aksında yer alan Osmanlı Kibritleri Fabrikası, Küçükçekmece Gölü’nün güneyinde, Marmara Denizi ile Unesco, 2011. Palmer ve Neaverson, 1998, s. 25-29. 5 Kıraç, 2001, s. 224, Köksal, 2005, s. 27, Müller-Wiener, 1992, s. 82-84 6 4 Haziran 1870 tarihinde YedikuleKüçükçekmece arasında demiryolu inşaatı çalışmalarına başlanmıştır. Hat 4 Ocak 1871 tarihinde sadrazamın da katıldığı bir tören ile açılmıştır (Vahdettin 1993, 65-67; trenlerin devlet eliyle işletilmeye başlanmasının ardından 1 Ocak 1937’de Sirkeci-Edirne Demiryolları 3

4

(Şark Demiryolları) Kumpanyası satın alınmış ve Rumeli yakası banliyölerinin son istasyonu “Küçükçekmece” olmuştur (Kurtoğlu, 2010, s. 378-384). 7 Yedikule’den başlayarak; Yedikule Gazhanesi, Zeytinburnu Demir Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Bakırköy Baruthanesi ve Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın yer aldığı batıya doğru uzanan bir endüstri aksından söz edilebilir. 8 Clark, 1976, s. 18.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Şekil 1. 1915-16 tarihli 1/100.000 Ölçekli Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Haritası’nda gösterilen Marmara Sahil Şeridi Endüstri Aksı (Atatürk Kitaplığı Harita Arşivi, Erdoğan, 2012).

Şekil 2. Osmanlı Kibritleri Fabrikası / İç Dış Kumsal Alanı Uydu Haritası (Erdoğan, 2012).

gölün birbirine bağlandığı kısımda, Menekşe Deresi’nin kıyısında, İç-Dış Kumsal Bölgesi’nde düz bir arazi üzerinde konumlandırılmıştır (Şekil 2). Marmara Denizi ile bağlantılı ve Rumeli Demiryolu’na yakın inşa edilmiş olan fabrikanın konumu, hammadde ve işlenmiş ürünün sevkiyatı açısından oldukça uygun bir seçimdir. Fabrikanın yer seçiminde etkin olan bir diğer faktör, kibritin içerdiği kimyevi maddelerin patlayıcı özelliği ve insan sağlığı üzerinde oluşturacağı tehditleri önlemektir. Önceleri Kadıköy Kazası’nın Çiftehavuzlar civarında yapılması planCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

lanan fabrikanın inşaatı mesire alanları ve konut yerleşmelerine yakınlığı nedeniyle durdurulmuştur. Küçükçekme’de önerilen fabrikanın yeri ise, askeri nakliyat ve savaş gereçlerinin nakliyatının yapıldığı Rumeli demiryoluna yakınlığı nedeniyle uygun bulunmuş9 ve inşaatta gerekli önlemler alınması koşuluyla yapımına izin verilmiştir.10 Günümüzde Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın İstanbul’da BOA Belgesi, [1317 M.]., BOA.BEO.142/10628. BOA Belgesi, [1317 M.], BOA.BEO.1337/100207.

9

10

69


Şekil 3. Kibrit Fabrikası ve çevresine ait vaziyet planı (Erdoğan, 2012).

Şekil 4. Kibrit Fabrikası’nın konumu ve göle havadan bakış (Yılmaz, 2009).

bulunduğu bölge, Küçükçekmece Gölü’nün güneyinde, Menekşe Deresi’nin kıyısında, ‘İç-Dış Kumsal’ ve ‘Soğuksu Çiftliği’ Doğal Sit Alanı11 sınırları içinde (13 pafta, 4805 ve 2173 parseller) yer alır (Şekil 3, 4). Yapının Tarihçesi 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yoğunluk kazanan sanayileşme çabalarının ilk etabı devlet desteğinde gerçekleştirilmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında ise özel girişimciler, daha çok da yabancı sermaye sahipleri tarafından gerçekleştirilen fabrikalar ağırlık kazanmıştır.12 II. Abdülhamit döneminde gerçekleştirilen ticari anlaşmalarla yabancı tüccarların sanayi alanında girişimleri artmış ve yabancı sermayeli fabrikalar kurulmaya başlanmıştır. Ancak teknolojinin, teknik uzmanların, hatta bazen yapı parçalarının bile yurt dışından getirtilmesi, sanayileşme çabalarının ülke topraklarında köklü bir dönüşüm yaratmasını engel GEEAYK, 1976 yılında 9509 sayılı kararı ile bölgeyi Doğal Sit olarak

11

70

belirlemiştir (Tunçer, 2005). Sarç, 1940, s. 437; Ertürk, 2008.

12

lemiş, bunun sadece bir girişim olarak kalmasıyla sonuçlanmıştır.13 Bu yıllarda kimyevi madde üretiminin de çoğunlukla yabancı yatırımcılar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir.14 Bu girişimlerden biri de, Fransızların İstanbul’da bir kibrit fabrikası kurma talebidir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Kav ve Kibrit Osmanlı Şirketi’ni kuran Fransızlar, İstanbul’da modern bir kibrit fabrikası kurmak üzere çalışmalara başlarlar. Arşiv belgelerine göre Şirketle yapılan sözleşmeyle 5 R.evvel 1307 H. [30 Ekim 1889 M.] tarihinde kav ve kibrit fabrikasının ‘sakıncasız’ bir yerde inşaat imtiyazı, 40 yıllığına Osmanlı Devleti tebasından Esiraki Efendi’ye verilmiştir.15 Fabrika yeri için Küçükçekmece Gölü’nün kıyısında, Rumeli Demiryolu hattının 22. kilometresinde ve Küçükçekmece Köyü’ne 1080 ve istasyona 800 m. mesafede bir arsa önerilir.16 Bu mevkiin demiryoluna yakınlığı ve dolayısıyla, yapının bulunduracağı tutuşabilecek maddelerin insan sağlığı için tehdit oluşturabileceği sebebiyle tereddüt yaşansa da yapılan incelemeler sonrasında tehlikeye sebebiyet verecek maddelerin (klorat de potas) gölün yakınındaki bulunan Azadlı Baruthanesi’nde tutulmasına ve bu malzemeden gereken miktarda getirilmesi koşuluyla yapım izni verilmiştir.17 Sözkonusu önlemleri takiben, 15 Eylül 1893 tarihinde padişah iradesi ile Küçükçekmece’ye Kibrit Fabrikası yapılması ile ilgili ruhsat alınmış olur (Şekil 5).18 Şahin,19 üretime başlangıç konusunda “Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın 1897 yılının Mart ayında üretim faaliyetlerine başladığı rivayet olunmaktadır” yorumunu yapar. Bununla birlikte 25 Cemaziyellevvel sene 1324/4 Temmuz sene 1322 [M.17 Temmuz 1906] tarihli arşiv belgesinden edinilen bilgiye göre; H. 1315 [M.1897] senesinden beri üretim yapmayan fabrika, çeşitli sebeplerden ötürü bir süre iş yapamamıştır. Üretim yapmayan fabrikanın daha sonra yeniden işletilme talebine karşılık, Şirketin anlaşmaya uygunsuz davranışları sonucu imtiyaz hükümleri kendiliğinden fesholmuştur. İmtiyaz süresinin sona ermesiyle birlikte, fabrika ve araç-gereçlerinin Osmanlı Hükümeti’ne kalarak koruma altına alınmasına karar verilmiş ve şirkete ait eşyaların satılmasından elde edilen gelir, vergi ve benzeri hazine talepleri için kullanılmıştır.20 Giz,21 fabrikanın kapanışıyla ilgili “Fabrika binası inşa edilmiş, fakat İkinci Abdülhamit devrinin bir türlü sonuca ulaşamayan bir çok teşebbüsü gibi, tespit edemediğimiz sebepler yüzünden imalata geçilememiştir” ifadesini kullanır. Fabrikanın inşa tarihiyle ilgili Ökçün22 ise şöyle ak Toprak, 1985, s. 1340-1344. Köksal, 2005, s. 64 15 BOA Belgesi, [1317 M.], BOA. BEO.1385/103824. 16 BOA Belgesi, [1311 M.], BOA. DH.MKT.106/18. 17 BOA Belgesi, [1317 M.], BOA. BEO.1337/100207 ve BOA Belgesi, 13 14

(1310 M.), BOA.BEO.142/10628. Şahin 2010, s. 90, Kürkçüoğlu, 2011. 19 Şahin 2010, s. 91 20 BOA Belgesi, [1317 M.], BOA. BEO.1385/103824. 21 Giz, 1969, s. 18. 22 Ökçün, 1997, s.162. 18

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Şekil 5. Devlet Şurası evrakı arasında fabrikanın planını gösteren belge ve detayı (T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi).

tarır; “Fransız Şirketi tarafından Küçükçekmece’de büyük bir kibrit fabrikasının, 1886 tarihinde 40 yıl süreyle Mösyö Letranej ve Rüfekâsı’na verilen imtiyaz üzerine, 1888’de kurulmuştur. Fabrikanın yabancı ülkelerden getirdiği fosfor yüzünden, bir yandan sabık idarenin gösterdiği güçlük, öte yandan yabancı rekabeti nedeniyle ancak 3-4 ay faaliyetini sürdürebilmiştir”. Fabrikanın çalışmaya başlama tarihi ile ilgili bilgi veren bir diğer önemli kaynaksa R.10 Eylül 1314 [M. 22 Eylül 1898] tarihinde Servet-i Fünun Gazetesi’nde yayınlanan röportajdır. Osmanlı Anonim Şirketi’ni kuran ve yaptığı anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan imtiyaz alarak Küçükçekmece Gölü ile Edirne Demiryolu arasında kibrit fabrikasının inşasını yaptıran Mösyö Taverniye ile gerçekleştirilen bu röportajda fabrikanın R. 2 Mart 1313 [M. 14 Mart 1897] tarihinden beri işliyor olduğu ifade edilir (Şekil 6).23 Yapı hakkında farklı kaynaklardan edinilen bu bilgiler ışığında, 1893 yılında kurulan Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın döneminde kibrit üretim imtiyazını elinde bulundurmasına rağmen, uzun soluklu bir üretim süreci yaşayamadığı sonucuna varılmaktadır.24 Üretimin sonlanmasıyla atıl duruma düşen yapı, 20. yüzyılın başlarından itibaren farklı mülkiyetlerde, farklı kullanımlarla kısmen değişikliğe uğrayarak günümüze ulaşabilmiştir. Yapının koruma süreci, yasal olarak İstanbul II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 27.08.1991 gün 2717 sayılı kararı ile kültür varlığı olarak Servet-i Fünun, 1898. Giz (1969)’in de belirttiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın baş göstermesiyle kibrit ithalatı azalmış, iç piyasa kibrit ihtiyacını karşılayamaz hale gelmiştir. Doğruel (2000, s. 146), 1924 yılında kibritin üretimi, ithalatı ve satılmasının devlet tekeli altı-

23 24

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

na alındığını söyler. 1924’de imtiyaz hakkı, Belçikalı bir şirkete geçmiş ve sözkonusu şirket, kibrit ithali; satışı ve Türkiye’de bir kibrit fabrikası tesisini taahhüt etmiştir. Sözkonusu şirketin ilk fabrikasını Sinop’ta inşa etmiş olduğu görülür (Giz, 1969, s. 19).

Şekil 6. Kibrit fabrikasının ilk yapımına dair görüntüsü (Röportaj,1896-1897, Servet-i Fünun Gazetesi).

tescil edilmesiyle başlamış, aynı kurulun 20.04.1993 gün 3072 sayılı kararı ile de koruma grubu I olarak belirlenmiştir. İstanbul II Numaralı KTVK Bölge Kurulu’nun 22.06.2005 gün 400 sayılı kararıyla; tarihi fabrika yapısının ticari olarak kullanımından kaynaklı yapıya bitişik eklerin tarihi dokuyu bozduğu kanaatine varılarak, I. grup korunması gerekli kültür varlığı yapıların etrafındaki eklerin Belediyesince kaldırılması ve parseldeki yapılara ilişkin rölöve ve restitüsyön projesi talep edilmiştir.25 2006 yılında, özgün bir kanal yerleşmesi olan alanın yeniden değerlendirilebilmesi amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından uluslararası ölçekli bir yarışma düzenlenmiştir. Yarışmanın düzenlenmesindeki amaç, Menekşe Deresi ve çevresinin rehabilite edilerek bölgenin turizm yoluyla canlandırılmasıdır.26 Küçükçekmece İç–Dış Kumsal Alanı Kentsel Tasarım Projesi Yarışması’nda, Lleweyln Davies-Yeang grubunun projesi ödüle layık bulunmuş, yarışma sonrasında alanın düzenlenmesinin ilk ayağı olarak Menekşe Deresi çevresinde birkaç rekreasyon alanı Bilgi, yapının İstanbul II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndaki dosyasından alınmıştır. 26 Yarışma kapsamında İstanbul Bü25

yükşehir Belediyesi tarafından dünyaca ünlü mimarlara teklif götürülmüştür (Bkz. Küçükçekmece Kentsel Tasarım Projesi, 2016).

71


Şekil 7. Zemin Kat Plan Rölövesi (Erdoğan, 2012).

Şekil 8. Güneydoğu Cephe Rölövesi (Erdoğan, 2012).

düzenlenerek bazı yürüyüş yolları ve dinlenme alanları oluşturulmuşsa da, uygulamalar bundan ileriye gitmemiştir. 2010’lu yıllarda 5 bloktan oluşan Eski Kibrit Fabrikası’nın sadece 1. bloğunda koruma ve restorasyon süreci başlatılmıştır. İstanbul 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 21.02.2013 gün 477 sayılı kararıyla Eski Kibrit Fabrikası’nın 2173 parsel üzerinde kalan kısmına ilişkin sunulan restorasyon projesi onaylanmıştır. Günümüzde restore edilen 1. bloğa ait kısım kültür endüstrisi teması çerçevesinde film ve video klip çekimleri üzerine yoğunlaşan bir şirket tarafından etkinlik mekanı ve film seti olarak kullanılmaktadır. 72

Yapının Mimarisi ve Mevcut Durum Analizi Yaklaşık 4980 m2 (80 m x 63 m) bir alan kaplayan yapı simetrik düzende tasarlanmıştır. İlk inşa edildiğinde birbirine bitişik üç büyük ve bunların aralarında bulunan iki küçük bölümden oluşmakta olduğu bilinmektedir (Şekil 7, 8).27 Güneydoğu cephesi yönündeki ana giriş kapısından 1. bölüme giriş yapıldığında ahşap yığınlarla dolu olan girişin solunda bürolar sağında ise bir depo bulunmaktadır. Depo kısmında ahşap tavan kaplaması olduğu gözlenmiştir. Depoya bitişik mekanda ise tonoz bir üst örtü vardır. BOA Belgesi, (1311 M.), BOA.DH.MKT.106/18 ve Erdoğan, 2012.

27

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Ana mekan içinde özgün döşeme ve makine izlerine rastlanmaktadır. Çelik taşıyıcı sistem bu bölümde rahatlıkla algılanabilmektedir. Mekan içinde uzun doğrultuda yaklaşık 4 metre aralıkla konumlandırılmış olan I profilli taşıyıcı dikmelerin bulunduğu görülmektedir. 1. ve 2. bölümlerin Menekşe Deresi yönündeki arka cephe kesişim noktasında 21 m yükseklikte ve dikdörtgen formunda bir baca yer almaktadır. Kuzeybatı (arka) cephesinden de giriş yapılabilen birinci bölümün sol yan cephe duvarına bitişik muhdes tuvaletler bulunmaktadır. Günümüzde ikinci ve üçüncü bölümler Nakil Bant Fabrikası olarak kullanılmaktadır. Birinci ve ikinci bölümler farklı mülkiyetlerde olup farklı işlevler için kullanıldığından birbirlerine iç mekandan geçiş söz konusu değildir. İkinci bölümün ana girişinin sağında tuvaletler, bir laboratuar ve yemekhane mekanı bulunur. Laboratuarın üst örtüsü tonozdur. Menekşe Deresi’ne bakan kuzeybatı (arka) cephesinden de ulaşılabilen mekan, 2 taşıyıcı dikme mesafesinde muhdes tuğla duvarlar ile ana mekandan ayrılmıştır. Ana mekanın içinde bölümler arasındaki tuğla duvarlar içinde yer alan taşıyıcı dikmeler görülür. Günümüzde Nakil Bant Fabrikası olarak kullanılan bu bölüme ait buhar kazanı arka cephe yanındaki mekan içerisinde bulunur. Buhar kazanının hemen arkasında günümüzde aktif olarak kullanılan dairesel kesitli muhdes bir baca yükselir. Üçüncü bölüme güneydoğu cephesinde dekoratif tuğla kemerli bölümdeki kapıdan ulaşılır. Girişin solunda yemekhane, mutfak ve depo mekanlarının açıldığı hol, sağında ise büro mekanları bulunur. Bitişik durumdaki mutfak ve depo mekanlarının üst örtüsü tonozdur. Bu tonozlu mekanların sol yanında bir kaynak atölyesi bulunmaktadır. Üçüncü bölüm ile ikinci bölüm arasındaki tuğla duvarda biri kaynak atölyesinin bitişiğinde diğeri ise 8 taşıyıcı dikme mesafesinde iki adet geçiş bulunmaktadır. Ana mekan içinde nakil bant üretiminde kullanılan donanım ve malzemeler bulunur. Üçüncü bölüm ile dördüncü bölümün arka cephe ile kesiştiği köşede ytong ile örülerek kapatılmış bir mekan bulunur. Yapının üçüncü bölümünün arka cephesinde bitişik olan iki kule vardır. Bunların arasında tek katlı muhdes bir tuvalet yapısı bulunur. Tuvaletin önünde yapıya eklenen ilk baca olduğu bilinen dairesel kesitli tuğla talaş yakma bacası yükselir. İkinci bölümde olduğu gibi dördüncü bölüm içindeki mermer atölyesi içinde de açıkta taşıyıcı dikmeler bulunmaz. Taşıyıcılar, bölümler arasındaki tuğla duvarlar içindedir. Güneydoğu (giriş) cephesinden ulaşılan girişin solunda iki adet büro mekanı bulunur. Beşinci bölümle beraber mermer atölyesi deposu olarak kullanılan ana mekana kilitli olması sebebiyle girilememiştir. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Günümüzde demir atölyesi olarak kullanılan mekana üçüncü bölümde yer alan mekanın sağ yanında yer alan kapıdan ulaşılmaktadır. Demir atölyesi içinde taşıyıcı dikmelerin yer aldığı ve kirişin bir kısmının kesildiği görülmektedir. Demir dökümhanesine arka cepheden de bir giriş vardır. Mermer atölyesi olarak kullanılan beşinci bölümde giriş mekanının sol yanında depolar vardır. Ana mekan biriket duvarlarla üç ayrı bölüme ayrılmıştır. Kilitli tutulan bu bölümlere girilememiştir. Güncel Kullanım Günümüzde birden çok kullanıcısı bulunan fabrikanın mülkiyet hakkı bölünmüş durumdadır. Farklı bölümler şimdiye kadar birçok kullanıcı tarafından üretim amaçlı kullanılmıştır. Dolayısıyla, yemekhane, ofis, tuvalet gibi mekanlar kazanmak adına özgün iç mekan bölünerek değişikliğe uğratılmıştır. Yapı ve çevresine yeni ekler inşa edilmiştir. Yapı tescil edilmeden önce, kullanıcıları tarafından bazı mekan açıklıklarında (kapı ve pencere) işlev gereği değişikliklere gidilmiştir. Fabrika yapısı, dış cephesinde fenerli çatı bitimleri ile de okunabilen beş ayrı bölümden meydana gelmektedir (Şekil 7, 8). 1. bölüm; diğer kısımlardan farklı olarak 2173 parselde yer almaktadır. Bir dönem hurda deposu olarak kullanılan bu mekan, yıllardır boş olup günümüzde restore edilerek film ve video klip çekimleri üzerine yoğunlaşan bir şirket tarafından etkinlik mekanı ve film seti olarak kullanılmaktadır (Şekil 9, 10). Mülkiyeti aynı kişiye ait olan 2. ve 3. bölümler, Anadolu Nakil Bant Kauçuk Sanayi ve Anonim Şirketi tarafından yapımında kauçuk hammadde kullanılan konveyör ve transmisyon bandı imalathanesi olarak kullanılmaktadır (Şekil 11, 12).28 4. ve 5. bölümler, uzun süre mermer fabrikası olarak kullanılmıştır. Günümüzde (2016) mermer deposu olarak kullanılan bölüm, burada mermercilik yapan başka bir kişiden 1970 yılında devralınmıştır. 1970 öncesinde de, burda mermer kesimi ve mermercilik ile ilgili çeşitli imalatların yapıldığı bilinmektedir. İmalata yönelik makinaların çalışır durumda olmasına rağmen; mevcut piyasa şartları nedeniyle burada uzun süredir kesim ve imalat yapılmamaktadır. Üretimini sürdüremeyen atölye, kilitli tutulmaktadır (Şekil 13, 14). Aşağıdaki planda görüleceği gibi zaman içinde bölümler arasındaki geçişler mekanlar arasına sonradan örülen duvarlarla olanaksız hale getirilmiştir. Yapının farklı cephelerinde yer alan kapılardan sözkonusu atölye ve imalathanelere giriş yapılabilmektedir. Taşıyıcı Sistem ve Yapım Tekniği Menekşe Kibrit Fabrikası’nın taşıyıcı sistemi tuğla dolgulu çelik konstrüksiyondur. I profilli taşıyıcı dikmeler, özgün Şirket halen sınırlı sayıdaki işçisiyle üretime kısmen devam etmektedir.

28

73


Şekil 9. 1. Bölüm giriş cephesi ( Restorasyon sonrası), (Kıraç arşivi, 2016).

Şekil 10. 1. Bölüm iç mekanı ( Restorasyon sonrası), (Kıraç arşivi, 2016).

Şekil 12. 3. Bölüm iç mekan (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 13. 4. Bölüm iç mekan (Erdoğan arşivi, 2011).

Şekil 11. 2. Bölüm iç mekan (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 14. 5. Bölüm iç mekan (Erdoğan arşivi, 2011).

konstrüksiyondan günümüze değişmeden ulaşabilmiştir (Şekil 17). Yapının stabilitesinin uzun doğrultuda taşıyıcı

dikmeler arasına örülen tuğla duvarlar ile desteklendiği görülmektedir (Şekil 15).

74

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Yapının farklı bölümlerinin üstünü kırma çatılar örtmektedir. Çelik konstrüksiyon çatının en yükseldiği bölümde yükseklik, 8.86 m.’ye ulaşır. Çatı dikmeleri kısa yönde çelik makaslarla bağlanmıştır (Şekil 15, 16). Uzun yönde uzanan çelik kirişler, moloz taş duvarlara oturtulmuştur. Günümüzde yapının çatısı eternit bir üst örtüyle kaplıdır. Özgün çatı kaplaması bilinmemektedir. İç mekana doğal ışık alması için tasarlanan fenerli çatıdaki doğramalar bugün mevcut değildir ve bu kısımlar yer yer eternit ve benzeri malzemelerle kapatılmış durumdadır. Çatı fenerine ait özgün doğrama detayları kaybolmuştur. Fabrikanın özgün döşemesi kare ve diagonal dizilmiş taş kaplamadan oluşmaktadır. 2012 yılında hazırlanan analitik rölövede 1. bölümde yer yer rastlanan özgün döşeme ve makine izlerine ait tespitler yer alır (Şekil 18).29 Cephe Biçimlenişi Fabrikanın cephe karakterinin günümüze büyük ölçüde bozulmadan ulaşmış olduğu söylenebilir.30 Simetrik yapıdaki cepheler arasında en özgün ve bezemeli olanı, güneydoğu cephesidir. Tuğla söveli, kemerli pencere ve kapılarla oluşturulmuş bir cephe kurgusuna sahiptir (Şekil 8). Yapıya bu cephede bulunan dekoratif tuğla kemerli bölümden giriş yapılır (Şekil 19). Sıvalı cephelerde bulunan dekoratif tuğla rölyefler ve giriş kapıları üzerinde bulunan mekan adlarının yazılı olduğu bilgilendirme panoları fabrikaya ait özgün unsurlardır. Üçgen alınlıkların ortasında tuğla cidarlı madalyonlar yer alır. Taş silme hattı boyunca yer yer dikey doğrultuda ve denizliklerde dekoratif tuğla31 kullanıldığı görülür (Şekil 20). Yan cephelerde yer alan ilk ve son pencere açıklıkları tam kemerlidir; bunların arasında sıralanan diğerleri basık kemerlidir. Güneydoğu cephesinde görülen tam kemerli açıklıklara yerleşen ahşap doğramalı pencereler yapının özgün pencereleri olarak 2011 tarihinde tespit edilmiş, ancak restorasyon sonrası değiştirilmiştir (Şekil 21, 22). Yan cephelerde zaman içinde bazı pencereler iptal edilip kapatılırken, bazı noktalarda ise dikdörtgen formlu muhdes pencereler açılmıştır. Ayrıca yeni işleve uygun olarak sürgülü demir doğramalı kapılar ve pencerelere güvenlik amacıyla demir parmaklıklar eklenmiştir (Şekil 9). 2011 yılında yapılan tespitlere göre büyük ölçüde özgünlüğünü yitirmiş olan Güneydoğu cephesi restorasyon sonrasında büyük ölçüde yenilenmiştir (Şekil 9, 23). Yapının Menekşe Deresi’ne bakan Kuzeybatı Cephesi Günümüzde restorasyonu tamamlanan 1. bloğun zemininde özgün döşeme ve makine izlerin rastlanılmamıştır. 30 1. Blok restorasyonunda güneydoğu (giriş) ve kuzeybatı cephelerinde, özgün olduğu düşünülen sıva raspa edilerek kaldırılmıştır.. Bu durumun cephe bütünlüğüne olumsuz etki yaptığı düşünülmektedir. 31 Yapıda kullanılan özgün tuğlanın tespitine çalışılmış, güneydoğu (giriş) cephesinin kemerli ana giriş kapısının sol yanındaki dekoratif tuğlanın üzerinde HAZN harfleri okunmuştur. Bu bilgi, tuğlanın aynı dönemde üretim halinde olan Haznedar Tuğla Fabrikası’na ait olabileceği düşündürtmektedir.

Şekil 15. 1. Bölüm taşıyıcı sistem konstrüksiyonu (Restorasyon öncesi), (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 16. Çatıya ait çelik sistem (Kıraç arşivi, 2011).

29

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 17. Profilli taşıyıcı dikmeler ( 1. Bölüm, restorasyon öncesi ), (Kıraç arşivi 2011). 75


Şekil 18. Döşeme ve makine izleri (1. Bölüm, restorasyon öncesi), (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 19. Güneydoğu cephesi (Kıraç arşivi 2011).

Şekil 21. 1. Bölümün Güneydoğu cephesi, (Erdoğan arşivi, 2011).

Şekil 22. 1. Bölümün restorasyon sonrası Güneydoğu cephesi (Kıraç arşivi, 2016).

(Arka Cephe), diğerlerine oranla daha fazla müdahale görmüştür. Bu cepheye farklı dönemlerde dikdörtgen kesitli iki kule ve halen aktif olarak kullanılan dairesel kesitli bir tuğla baca eklenmiştir. Diğer cephelerde bulunan tuğla süslemeler de, bu cephede mevcut değildir. Fabrikanın ilk işlevine hizmet etmiş olan yuvarlak, tuğla örgülü, talaş yakma bacası32 fabrikanın bu cephe ile Menekşe deresi arasında yükselmektedir. Zaman içinde yapının işlev değişikliğine uğramasıyla ikinci bir bacaya ihtiyaç duyulduğu ve bu nedenle kare kesitli, demir kasnaklı bir baca daha eklenmiş olduğu tahmin edilmektedir. Üretim için gerekli olan doğal ışık ihtiyacı, çatılara fener eklenerek çözümlenmiştir. Yapıya zaman içinde muhdes bacalar dışında eklenen diğer eklerse genel olarak iki kule arasına konumlandırılmıştır (Şekil 24, 25). Fabrikanın yakınında fabrikayla aynı döneme tarihlenen Şekil 20. Güneydoğu cephesinde tuğla cidarlı madalyon (Kıraç arşivi, 2011). 76

Etekli baca olarak da bilinen bu baca türü, Türkiye’deki fabrika yapılarında nadir olarak görülmektedir.

32

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Şekil 23. Eski (solda) ve Yenilenmiş (sağda) Güneydoğu cephesi (Kıraç arşivi, 2011, 2016).

Şekil 24. Kuzeybatı Cephe Rölövesi (Erdoğan, 2012).

bir müştemilat binası (Şekil 26) bulunmaktadır. Binanın yığma moloz taş beden duvarlarının dışardan gözlemlendiğinde sağlam olduğu görülmekle birlikte, yangın sonrası, müştemilat binası içinde yer alan ara kat ahşap döşemeleri ve çatı sistemini oluşturan ahşap makaslar yıkılmıştır. Yapının bazı pencereleri kapatılarak iptal edilmiştir. Yapının Korunma Durumu Üzerine Gözlemler Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası, günümüzde tamamen terkedilmiş bir yapı olmasa da, büyük bir bölümü özgün işleviyle ilişkisi olmayan bir imalathane olarak

kullanılan, bir bölümü depo olarak kilit altında tutulan, küçük bir bölümü ise bütünden bağımsız restore edilerek kültür etkinlerinde kullanılması amaçlanan ancak henüz aktif kullanılmayan bir endüstri mirasıdır. 2012 yılındaki tespite göre yapıda en büyük (fiziksel) hasara çatı örtüsü ve duvarlarındaki yıpranmalar sebebiyle atmosferik koşulların etkisine maruz kalan 1. blokta rastlanılmıştı (Şekil 15), ancak geçen süre zarfında bütünden bağımsız restore edilen bölüm beraberinde farklı koruma sorunlarını ortaya çıkarmıştır.

Şekil 25. Kuzeybatı Cephesi (Kıraç arşivi, 2016).

Şekil 26. Müştemilat (Kıraç arşivi, 2016).

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

77


22 Eylül 1898 tarihli Servet-i Funün Gazetesi röportajından elde edilen eski fotoğraflar incelendiğinde yapının inşa edildiği dönemde iç mekanda bölücü duvarların olmadığı görülmektedir (Şekil 35). Zaman içerisinde taşıyıcı dikmelerin arası uzun yönde yerleştirilmiş bir tuğla duvar ile doldurulmuş ve ana mekan, tuğla duvarlarla beş ayrı bölüme ayrılmıştır. Bu bölümlerde yer alan diğer muhdes duvarlar, ahşap, delikli tuğla, briket ve ytong malzemeler ile oluşturulmuştur (Şekil 27, 28). Yapıda strüktürel anlamda da bazı bozulma ve müdahaleler görülür. Özgün fabrika planında mevcut olan taşıyıcı dikmelerden bazıları kaldırılmış; demir atölyesi haline getirilen mekandaki taşıyıcı kirişin bir kısmı ise kesilmiştir. Ayrıca, genel anlamda sağlam olarak günümüze ulaşan, zarif çelik taşıyıcı sistemde yer yer korozyona ve çürümelere rastlanır. Kuzeybatı cephesinde yer alan talaş yakma bacası üzerinde büyük bir strüktürel çatlak, bacanın iki ya-

nındaki kulelerde ise hasarlar görülmektedir. Silindir tuğla bacanın solunda bulunan kule ise büyük oranda yıkıktır (Şekil 29, 30). Yapının cephelerinde işlev değişikliği sebebiyle kısmen yıkılmış duvarlar; yenilenmiş veya farklı malzemelerle gelişigüzel kapatılarak iptal edilmiş pencere ve kapı boşlukları bulunur. Menekşe deresine bakan kuzeybatı cephesine bitişik tuvaletler, tuvaletlerin sağ yanındaki kulenin cephesi-

Şekil 27. 1. Bölüm iç mekan, taşıyıcı sistem ve duvarlardaki bozulmalar (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 29. Kuzeybatı cephesindeki baca ve kuledeki hasarlar (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 28. Özgün duvardaki güncel hasarlar (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 30. 5. Bölümün Kuzeybatı cephesindeki bozulmalar (Kıraç arşivi, 2011).

78

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

ne bitişik ek kısım özgün karakteri bozan eklerdir. 2012’de Güneybatı cephesinin Menekşe deresine bakan köşesinde sonlanan tuvaletler restorasyonunda kaldırılmış cephe büyük ölçüde yenilenmiştir (Şekil 31, 32).

Özgün İşlev Analizi ve Restitüsyon Önerisi Üretim teknolojisindeki hızlı gelişime bağlı olarak değişimin kaçınılmaz olduğu endüstri yapılarında mekan kurgusu mimari tanımlamalardan çok özgün işlev üzerinden okunarak çözümlenmelidir. Endüstri yapılarında mimari estetik öncelikli olarak işlevde aranmalıdır, Dolayısıyla, işlevsel analiz endüstri yapılarının miras olarak tanımlanmalarında temel unsurlardan birini oluşturur.33 Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası, kuruluşundan kısa bir süre sonra özgün işlevini yitirerek yeni işlevler için kullanılmıştır. Bu dönüşüm günümüzde yapının özgün işlevinin mekansal olarak algılanmasını imkansız hale getirmiştir. Tarihi kibrit fabrikasının var oluş nedeni olan özgün üretim işlevinin analizi, yapının kimliğinin tanımlanmasında oldukça önemlidir. Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nda üretilen kibritler, yalnızca kutusuna sürüldüğünde alev alan kibrit çeşididir. Üzerine basıldığında sıcağa maruz bırakıldığında vb. durumlarda alev almayan bu kibritler ‘tehlikesiz kibrit’ adıyla anılmaktadır.34 22 Eylül 1898 Miladi (1 Eylül 1314 Rumi) tarihinde yayınlanan Servet-i Fünun Gazetesi’nde Osmanlı Anonim Şirketi’ni kuran ve kibrit fabrikasını inşa ettiren Mösyö Taverniye ile bir röportaj gerçekleştirilmiştir. Buna göre, 200 kişinin çalışmakta olduğu fabrikada kibrit üretimi, 18 aşamadan oluşmaktadır (Şekil 34). Her gün 15 sandık kadar kibrit üretimi yapılmakta ve üretilen her sandıkta 7200 adet kibrit ve her kutuda 50 kibrit çöpü bulunmaktadır (Şekil 33).35 Bu makale kapsamında, Servet-i Fünun Gazetesi’nde yayınlanan röportajdaki fabrikaya ait fotoğraflar ve Fabrika ve çevresini gösteren H.1311 [M.1893] tarihli vaziyet planından faydalanılarak, yapının özgün mekan kurgusu sadece plan boyutunda restitüe edilmeye çalışılmıştır (Şekil 39). Karadeniz sahilinden kayıklarla getirilen kavak ve ıhlamur cinci ağaç kütüklerin, 1893 tarihli fabrika planında (Şekil 5) görülen, Menekşe Deresi üzerindeki günümüzde mevcut olmayan eski iskeleden naklediliyor olmalıdır. Yapının özgün işleviyle ilgili donanım günümüzde tamamen kaybolmuşur. Fabrikada kibrit üretimi yapılan dönemde kullanılan üretim sistemi, buhar enerjisi kullanılarak motora bağlı büyük kasnağın diğer küçük kasnakların ortasından geçen mili ve kayışları döndürmesi ile çalışan Palmer ve Neaverson, 1998, s. 76. Röportaj, (1314 Rumi), y.a.g.e., s. 3-6. 35 Röportaj, (1314 Rumi), y.a.g.e., s. 3-6. 33 34

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 31. 1. Bölüm Güneybatı cephesi (Restorasyon öncesi) (Kıraç arşivi, 2011).

Şekil 32. 1. Bölüm Güneybatı cephesi, (Restorasyon sonrası) (Kıraç arşivi, 2016).

Şekil 33. Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’da üretilen kibrit kutusun ön ve arka yüzü (Osmanlı Kibritleri-250) (Aslıhan Yazan Kibrit Kutusu Koleksiyonu).

avara kasnak sistemidir. Yapının kuzeybatı cephesine bitişik iki kulenin varlığı ve bu kulelerin dairesel kesitli özgün bacaya ve günümüzde kullanılan buhar makinesine yakınlığı sebebiyle, bu kulelerin güç aktarım merkezi olarak kullanılmış olabileceği, simetrik konumları sayesinde iki ayrı yöne gerekli güç aktarımını gerçekleştirebilecekleri düşünülmektedir. 2. bölümün kuzeybatı (sahil) tarafında, yapının yeni üretim işlevlerine hizmet eden enerji-güç merkezinin halen 79


Şekil 34. Kibrit Üretimi Akış Şeması (Erdoğan, 2012).

mevcut oluşu ve bu merkezin özgün kule ve bacaya yakınlığı, kibrit üretiminin ilk aşamalarının (depolama, kurutma) bu bölüme yakın bir yerde gerçekleşmiş olabileceğini düşündürtmektedir. Yapının mevcut durum analizi verilerinden biri 1. Bölümdeki makine izleridir. Tabaklama ve torna gibi işlemlerin gerçekleştirildiği makinelerin bulunduğu mekana ait Servet-i Fünun’daki fotoğraflar, makinelerin büyüklükleri80

nin günümüzdeki (restorasyon sonrası) mevcut olmayan ancak 2012 tarihindeki analitik rölövede mevcut bulunan izler ile benzerlik gösteriyor oluşları ve işlev akışında kurutmadan sonra ikinci aşama olmaları bu işlemlerin 1. bölümde gerçekleştirildiğine işaret etmektedir (Şekil 36). Kibritlerin işleme tabii tutulacakları farklı tezgahlara götürülmesinde ray üzerinde hareket edebilen raflı arabalar kullanılmıştır. 3. Bölüm (yapının orta aksı) iç mekanını gösCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

Şekil 35. Kibrit fabrikasının dışarıdan ve iç mekandan görünüş (Röportaj, 1896-1897, Servet-i Fünun Gazetesi).

Şekil 37. Kutuların imali aşamasında tezgahların başındaki kadın işçiler (Röportaj, 1896-1897).

Şekil 38. Kutulara kibrit doldurulması (Röportaj, 1896-1897, Servet-i Fünun Gazetesi). Şekil 36. Ağaç kütüklerin kağıt gibi tabaka-i rakika haline getirilmesi ve çemberlere alınmış kibritlerin eczalanması (Servet-i Fünun Gazetesi, Röportaj, 1896-1897).

teren fotoğrafta arabaların mekan içinde dolaşımını sağlayan ray sisteminin varlığı açıkça görülmektedir (Şekil 35). Ayrıca üretim aşamalarının sırası göz önünde tutulduğunda da, ana işlem olarak görülen kibrit üretiminin en geniş açıklıklı mekan olan 3. bölümde gerçekleştiği bir kez daha doğrulanmaktadır. Fotoğrafta (Şekil 35) sağ tarafta çatıyı taşıyan I profilli kirişlerin bitimleri ve daha sonra gelen taşıyıcı dikmeler görülebilmektedir. Buna göre, yapının inşa edildiği dönemde taşıyıcı dikmeler arasında bölücü tuğla duvarların bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Fabrika yapısının orta aksında bulunan geniş açıklık, kemerli bir ışıklık ile sonlanmaktadır. Günümüzde, fotoğrafta görülen ışıklığın bulunduğu bölüm bir kısmında pencere boşluğu kalacak şekilde büyük ölçüde örülerek kapatılmıştır. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Fotoğrafta güç aktarımını sağlayan mil üzerindeki kasnak sistemi açıkça görülmektedir (Şekil 37). Servet-i Fünun Gazetesi ropörtajında konu edilen kibrit üretim aşamalarında kutulama işleminin son işlem olması ve kutulama yapan kadınları net olarak gösteren eski fotoğraf bu işlemin 5. bölümde gerçekleştiğinin ve görülen pencerelerin kuzeydoğu cephesi üzerinde bulunduğunun kabulüne sebep olmuştur (Şekil 38). Kutulama işlemi tamamlanan kibritler, 5. bölümden sevk ediliyor olmalıdır. Sevkiyatın ne şekilde yapıldığı konusunda herhangi bir belgeye ulaşılamamış olmakla birlikte, yakınlığı sebebiyle demiryolu kullanılmış olmalıdır. Yakın dönemde inşa edilen karayolu nedeniyle günümüzde demiryoluyla bağlantısı kesilmiş olan fabrika yapısı, geçmişte bir bağlantı yoluyla demiryoluyla ilişkili olmalıdır. 2012 tarihindeki tespit çalışması (Erdoğan, 2012), yapım sistemi ve malzemeleri incelendiğinde fabrika yapısının güneydoğu (giriş) cephesi yönünde konumlanan büro, depo ve hizmet mekanlarının özgün olduklarını düşündürtmüş81


Şekil 39. Özgün işlev şemasına dayanarak geliştirilen öneri restitüsyon planı, (Erdoğan, 2012).

tür. 1. bölümün güneydoğusunda yer alan ve giriş kapısının üstünde ‘Büro/Bureaux’ yazılı olan mekan, ahşap tavan ve doğramalarıyla 2011 tarihinde tespit edilen mekanın 2016 tarihli restorasyon sonrasında kaldırılmış olduğu ve 1. bölümün boş bir hangara dönüştürüldüğü görülmektedir (Şekil 6; Şekil 35 ve Şekil 22). 2. ve 3. bölümlerin güneydoğusunda yer alan tonozlu mekanların ise, kimyevi maddelerin depolanıp hazırlandığı mekanlar olması muhtemeldir.

Sonuç ve Değerlendirme Endüstri Devrimi’ne ait yapıların ve yapı gruplarının korunması ve kayda geçirilmesine İngiltere’de II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda sürdürülen geniş çaplı imar faaliyetleri sırasında başlanmıştır. Bu dönemde, LondraBirmingham hattını oluşturan demiryolunun istasyona girişindeki büyük kemerin yok edilmesine duyulan kamusal tepki sonucu İngiltere’de endüstri yapıları daha fazla ilgi çekmeye ve dönemlerinin tanığı olarak korunmaya başlanmış ve ilk olarak 1963’de Endüstriyel Anıtları İnceleme 82

Kurulu (Industrial Monuments Survey)’nun örgütlenmiştir.36 2000 sonrasında tarihi endüstri yapıları ve bunlara ait peyzaj öğelerinin korunmasına yönelik ilgi giderek artar. Endüstri mirası alanında çalışan uzmanları ve ilgilileri bir araya getirmek amacıyla yılda bir düzenlenen Uluslararası Endüstri Anıtlarını/Mirasını Koruma Kongreleri’nin 1978 yılında gerçekleşen üçüncüsünün bir çıktısı olarak kurulan TICCIH (Uluslararası Endüstriyel Mirası Koruma Komitesi), endüstri çağı yapıtlarının korunmasını, mirasın sahip olduğu değerlerle ilgili farkındalık yaratılmasını teşvik etmeyi ve bu konularda uluslararası işbirliği sağlanmasını hedefler. TICCIH, 2000 yılında ICOMOS’un endüstri mirası konusundaki uzman komitesi rolünü üstlenmeyi kabul ederek örgütlenme alanını genişletmiştir. TICCIH’nin önderliğinde hazırlananarak uluslararası ölçekte kabul gören Nizhny Tagil Tüzüğü (ICOMOS, 2003), endüstri alanlarına yönelik koruma ilkelerini belirleyen ilk rehberdir. Ayrıca, 2006’da Palmer ve Neaverson, 1998, s. 1-2.

36

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi

ICOMOS’un her yıl 18 Nisan’da kutladığı Anıtlar ve Sitler Günü de, ‘üretimin mirası’na adanmıştır. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan çok sayıda endüstriyel yerleşkenin37 yanısıra, Avrupa kıtası ölçeğinde ERIH (Avrupa Endüstriyel Miras Rotası), giderek genişleyen bir ağ olarak endüstri mirasıyla ilgili farkındalık yaratma konusuna katkı verir. Avrupa’da bulunan tarihi endüstri yapıları için ortak rotalar öneren ERIH’in 2002-2007 yılları için geliştirmiş olduğu ilk proje, günümüzde yeni rotaların dahil olmasıyla genişlemeye devam etmektedir. Bugüne kadar 45 Avrupa ülkesinden yaklaşık 1315 endüstriyel alan38 ERIH rotasına dahil olmuştur.39 Endüstri mirasını koruma konusundaki teorik yaklaşım için en güncel belge, ICOMOS ve TICCIH’nin 2011 yılında ortak yayınlamış olduğu “Endüstriyel Miras Alanları, Yapıları ve Peyzajları için Koruma Ortak İlkeleri-Dublin İlkeleri”dir. Sözkonusu belge, endüstriyel miras alanlarında uygun işlevlerle aktif korumayı desteklemekte; endüstriyel yapılardaki izlere saygılı, mümkün olduğunca geri dönüşe imkan tanıyan müdahaleleri önermektedir. Yeni işlevlerin yapıların önemli bulunan malzemelerine, özgün sirkülasyon ve üretim şemasına saygılı olması gerektiğini vurgular. Yapıların ve yerleşkelerin fiziksel varlıklarıyla korunmalarının ötesinde, barındırdıkları hikayeler ve somut olmayan miras öğeleriyle kullanıcılarla kuracakları ilişkiyi barındıran sunumunun bu mekanların geleceğini güvence altına alma konusunda sürdürülebilir fırsatlar yaratacağına dikkat çekmektedir (ICOMOS ve TICCIH, 2011) http://ticcih.org/about/about-ticcih/dublin-principles/). Bu makaleye konu olan Menekşe Kibrit Fabrikası, özgün cephe özellikleri ve strüktürünü büyük ölçüde kaybetmeden günümüze ulaşabilmiş; inşa edildiği 19. yüzyılın üretim biçimi ve endüstri yapılarının mekansal özellikleri konusunda fikir veren, malzeme ve inşa tekniği bakımından yapıldığı döneme tanıklık eden bir örnektir. 1893 yılında inşa edilmiş olan fabrika, uzun süredir mülkiyet paylaşımı sebebiyle üç ayrı bölüm halinde kullanılmaktadır. Fabrikanın kullanım alanının değişmesi ve gerekli bakım ve onarımların yapılmamış olması nedeniyle yapıdaki bozulmaların gün geçtikçe artmakta olduğu gözlemlenmektedir. Konumu itibariyle Marmara sahil şeridinde sıralanan, Yedikule’den başlayıp Küçükçekmece’de sonlanan bir endüstri aksının bitiş noktasındadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Orient Ekspres’le Avrupa’ya bağlanılan tren yolunun durak noktası olması sebebiyle stratejik bir konuma sahip olan fabrika yapısının Küçükçekmece Gölü’nün Sözkonusu listeye şu adresten ulaşılabilmektedir: http://whc.unesco. org/en/list/?search=industrial+heritage&searchSites=&search_by_ country=&region=&search_yearinscribed=&themes=&criteria_restrication =&type=&media=&order=country&description= 38 Türkiye’den Rahmi Koç Sanayi Müzesi ve Santral İstanbul ERIH rotasına dahillerdir (http://www.erih.net/index.php?id=9&user_erihobjects_ pi1[mode]=1&L=0&user_erihobjects_pi1[country]=38) 39 ERIH, 2016. 37

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

kuzey kıyısında yer alan Azadlı Baruthanesi ile de ilişkisi kolaylıkla kurulabilir. Günümüzde kültür merkezi olarak işlevlendirilmiş bulunan Ataköy İspirtohane yapısı40 ve yine Ataköy sahiline yakın işlevsiz durumdaki Ataköy Baruthane yapısı göz önünde tutulduğunda bölgenin bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilerek rahatlıkla bir endüstri mirası rotasını barındırabileceği düşünülebilir. Bu rotaya Yedikule Gazhanesi ve yine İstanbul’un yakın geçmişe kadar sanayi bölgesi olarak bellekteki yerini koruyan Kazlıçeşme deri üretimi alanı da dahil edilebilir. Bu bağlamda, fabrika, İstanbul’un atıl ve kısmen yeniden işlevlendirilmiş durumdaki endüstri mirası yapılarına vurgu yapabilecek potansiyele sahip bir güzergah üzerinde yer alır. Bu rota önerisinin bir parçası olarak önerilmesinin yanısıra, Kibrit Fabrikası ile ilgili geliştirilecek herhangi bir koruma yaklaşımında, mirasın kültürel boyutunu bölgesel ölçekte de dikkate alan, yerel ekonomiyi canlandırabilecek potansiyele sahip, halk katılımıyla sürekliliğin sağlanacağı yaklaşımların benimsenmesi son derece önemlidir. Endüstri mirası yapılarını yeniden değerlendirme süreçlerinde mevcut kalıntılar üzerinden sağlanacak ekonomik kazanç, mirası koruma ve yaşatma amacının önüne geçmemelidir. Kibrit fabrikası, içinde üretim aşamalarını yansıtacak özgün donanımın bulunmaması sebebiyle yeni işlev önerisinde mevcut izlerin sergileneceği, yapının tarihi ve üretim kültürü hakkında bilgilerin kullanıcıya aktarılacağı ve mümkünse bulunduğu bölgede bir odak noktası yaratabilecek sürdürülebilir bir yaklaşım benimsenmelidir. Kibrit Fabrikası’nın konumu dikkate alındığında; su öğesiyle iç içe olan fabrika alanının diğer taraftan tren yoluyla kent merkezinden ayrılması, alanı hem ulaşabilir, hem de konut bölgesinden izole kılmaktadır. Tarihi yapı yeniden işlevlendirilirken, konumunun potansiyeli dikkate alınmalı, su öğesini işleve dahil edilerek, fabrika alanının çevresiyle birlikte rehabilitasyonu amaçlanmalıdır. Durgun su sporları için oldukça uygun, korunaklı bir konuma sahip olan Tarihi fabrika binasının, verilen işlev ile birlikte durgun su sporlarıyla anılarak öne çıkan bir odak noktasına dönüşmesi mümkündür. Yeni işlevin ile belli bir kitlenin alana çekilmesi ve bu sayede hem endüstri yapısının geniş bir çevreyle tanıştırılması hem de tarihi fabrika yapısının yaşatılması için gereken kaynak akışı temin edilebilir. Fabrikanın özgün mimari kimliğine ve üretim izlerine minimum müdahale ile adapte edileceği yeni işlevinde; yapının ziyaretçilerine endüstri kimliğinin ifade edilmesinde tarihçe ve kibrit üretimi ile ilgili açıklamalar içeren bilgilendirme panoları kullanılmalı, yapının üretimine ait izler kullanıcı ile paylaşılarak yapının üretim kültürünün gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Kahya, Salman ve Akın, 2004.

40

83


Kaynaklar Alfrey, J.ve Putnam, T. (1992) The Industrial Heritage Managing Resources and Uses, Routledge, London. Aydıngül, Ş. (2010) “Küçükçekmece Gölü’nde Arkeolojik Araştırmalar”, Ed. M. Yalçın, Dünden Bugüne Küçükçekmece, İstanbul, Kültür Sanat Basımevi. BOA Belgesi [1317 M.] BOA.BEO.1385/103824. BOA Belgesi [1311 M.] BOA.DH.MKT.106/18. BOA Belgesi, [1317 M.] BOA.BEO.1337/100207. BOA Belgesi (1310 M.) BOA.BEO.142/10628. BOA Belgesi [1317 M.] BOA.BEO.142/10628. BOA Belgesi [1317 M.] BOA.BEO.1337/100207. Clark, E. C. (1976) “Osmanlı Sanayi Devrimi”, çev. Yavuz Cezar, Belgelerle Türk Tarihi, Cilt: XIV, 82-83-84, s. 16-24. Clark, E. C. (1992) “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi-Yeni Araştırmalar, Yeni Görüşler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, s. 38, İstanbul. Doğruel, F. ve Doğruel A. S., (2000) Osmanlı’dan Günümüze Tekel, Türk Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. Erdoğan, D. (2012) “Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstri Mirası Olarak Koruma ve Yeniden Kullanım Önerisi”, İstanbul, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, MSGSÜ Fen Bilimleri Enstitüsü. Ertürk, N. (2008) “19. Yüzyıl Osmanlı Sanayi Hareketleri İçinde Fabrika-i Hümâyûnlar”, Basılmamış Doktora Tezi, Y.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Giz, A. (1969) Türkiye’de Kibritin Tarihi. İstanbul Sanayi Odası Dergisi, 41, 18-19. Kahya, Y., Salman, Y. ve Akin, N. (2004) “Conservation and Adaptive Re-Use of the Bakirköy Spirit Factory in Istanbul”, Journal of Architectural Conservation, 10:1, 67-79, DOI: 10.1080/135 56207.2004.10784908. Kıraç, B. (2001) “Türkiye’deki Sanayi Yapılarının Günümüz Koşullarına Göre Yeniden Değerlendirilmesi Konusunda Bir Yöntem Araştırması”, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, MSGSÜ. Fen Bilimleri Enstitüsü. Kıraç, B. (2010) “Endüstri Mirasının Korunması ve Yeniden Değerlendirilmesi”, ed. Özaslan, N. ve Özkut, D., Mimari Korumada Güncel Yaklaşımlar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, s. 115-134. Köksal, T. G. (2005) “İstanbul’daki Endüstri Mirası İçin Koruma ve Yeniden Kullanım Önerileri”, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü. Kurtoğlu, A. (2010) “Küçükçekmece’de Ulaşımın Tarihçesi”, Ed. M.Yalçın (editör),

84

Müller-Wiener, W. (1992) “15-19. Yüzyılları Arasında İstanbul’da İmalâthane ve Fabrikalar,” Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, İ.Ü yayınları, İstanbul, s. 53-120. Ökçün, G. (1984) Osmanlı Sanayii 1913-1915 İstatistikleri, İstanbul, Hil Yayınları. Palmer, M. ve Neaverson, P. (1998) Industrial Archaeology Principles and Practice, Routledge, London and New York. Röportaj, (1896-1897), 1314 (H.) Küçükçekmece Fabrikası’nı Bir Ziyaret. Servet-i Fünun Gazetesi, 16, s. 3-6. Sarç, Ö. C. (1940) Tanzimat ve Sanayiimiz, İstanbul Maarif Matbaası, İstanbul. Şahin, S. (2010) Küçükçekmece Tarihi, Dünden Bugüne Küçükçekmece, Kültür Sanat Basımevi, İstanbul. Toprak, Z. (1985) “Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 5, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 1340-1344. Vahdettin, E. (1993) Rumeli Demiryolları, Eren Yayınları, İstanbul. Varış, T. (1995) “Küçük Kutuda Büyük Kudret: Kibrit”, Tombak, 6, s. 58-61. Yılmaz, M. Y. (Ed.) (2009) Dünden Bugüne Küçükçekmece, Küçükçekmece Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, İstanbul Zelef, H. (Ed.) (2006) Bülten 45, Sayı: 4, Dosya 03: Endüstri Mirası, Ankara, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi. İnternet kaynakları Kürkçüoğlu, F. (2010) Küçükçekmece’de 19. Yüzyılda Osmanlı Kibritleri Anonim Şirketi’nin Kurduğu Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Kısa Tarihi. https://kibrithane.com/tarihce/ [Erişim tarihi 1.11.2017]. Tunçer, M. (2009) “Doğal Çevre Koruma Öncelikli Bir Eylem Alanı: İstanbul Küçükçekmece Gölü”, Milliyet Blog, 06.02.2009, http://blog.milliyet.com.tr/dogal-cevre-koruma-onceliklibir-eylem-alani/Blog/?BlogNo=160802, [Erişim tarihi 26.10.2017]. ICOMOS (2003) The Nizhny Tagil Charter For the Industrial Heritage, July 2003, http://www.icomos.org/18thapril/2006/ nizhny-tagil-charter-e.pdf [Erişim tarihi 26.10.2017]. ICOMOS – TICCIH (2011) Principles for the Conservation of Industrial Heritage Sites, Structures, Areas and Landscapes, Dublin Principles, http://ticcih.org/about/about-ticcih/dublin-principles/ [Erişim tarihi 22.10.2017]. ERIH (Avrupa Endüstri Mirası Rotası) http://www.erih.net/index. php, [Erişim tarihi 22.10.2017]. Küçükçekmece Kentsel Tasarım Projesi, http://www.ibb.gov. tr/tr-tr/documents/kentseldonusumvemeydanlar/kentsel/ kcekmece/kcekmece.htm [Erişim tarihi: 30.10.2017].

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):85-101 DOI: 10.5505/megaron.2017.09825

Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma A Study on the Contributions of the Modernization Process in Kayseri: The Kayseri Train Station and its Environment Filiz SÖNMEZ,1 Semra ARSLAN SELÇUK2 ÖZ Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine kalan en önemli miraslardan biri de demiryolları ve tren istasyonlarıdır. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde ülkenin modernleşme/kalkınması yönündeki politika, demiryolu ağının ülke genelinde yaygınlaşması üzerine kurgulandığı bir gerçektir. Bu bağlamda tren istasyonları ve donatılarını, sosyo-kültürel içerikleri ile kenti ve kentliyi modernleştirme projesinin de bir parçası olarak düşünülebilir. Çalışmada, Kayseri Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin oluşumu kapsamında kentin mekânsal ve toplumsal değişimine/ dönüşümüne yaptığı katkı incelenmiştir. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Kayseri Tren İstasyonu (1929) örneğinde, yapının ve ilgili donatılarının kentin fiziksel çevresine etkisi; yeni yollar, konut alanları, kamusal alanlar ve modern peyzaj düzenlemeleri ile kent merkezinden sonra (1935 yılı Sümerbank yerleşkesi ile birlikte) şehrin kuzeyinde yeni bir çekim merkezi olarak özetlenebilir. Toplumsal boyutunda ise İstasyon binası ve çevresinin İstasyon Caddesi’yle birlikte ulus-devletin görünürlüğünü ve gücünü yansıtan, eğitim faaliyetlerinden millî bayram kutlamalarına kadar pek çok eyleme ev sahipliği yapmıştır. Caddenin çevresinde şekillenen modern konutlarıyla, Kayseri halkının modern yaşamla bağlantısının kurulduğu ilk ara yüz oluşturduğu da iddia edilebilir. Bu çerçevede Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin, yapı ölçeğinin ötesinde, kentsel mekândaki karşılığı, bir başka ifade ile, sağladığı mekânsal ve toplumsal değişim/dönüşüm “Kayseri kentinin kendi yerel parametreleri” ile okunmuştur. Bu sayede, Kayseri Tren İstasyonu kapsamında kentin Erken Cumhuriyet Dönemi modernleşme sürecine ışık tutması adına ipuçları da elde edilmiştir. Tüm Anadolu kentlerinde benzer yaşanmışlıklar/değişimler olabileceği gibi yerel farklılıkların da deneyimlenmiş olabileceği varsayımıyla, bu çalışmanın tren istasyonu donatılarının ve kentle ilişkisinin araştırılarak literatüre eklemlendirilmesi üzerine dikkat çekmesi umulmaktadır. Anahtar sözcükler: Erken Cumhuriyet Dönemi modernleşmesi; İstasyon Caddesi; Kayseri Tren İstasyonu; kentsel değişim.

ABSTRACT One of the most important investments that the Republic of Turkey inherited from the Ottoman Empire was its network of railways and stations. It is well known that the modernization/development policy of the early Republican period of Turkey was built on the expansion of the railway network across the country. In this context, train stations and the railway environment, as well as the socio-cultural make-up of the city and its citizens, can be seen as part of the national and local modernization project. This study examines the Kayseri Train Station and İstasyon Caddesi (Station Street) and their contributions to the transformation of the city within the context of the modernization project. The impact on the city’s physical environment included new roads, residential areas, public spaces, modern landscaping, and new sub-centers in the north of the city. A wide variety of socio-cultural activities have taken place there, ranging from the addition of educational facilities to official celebrations of national holidays, and the area reflects the visibility and power of the nation-state. It is possible to argue that, along with the modern housing facilities located nearby, these structures can be seen as the groundwork in connecting the people of Kayseri with “modern life.” Therefore, their role in the physical and socio-cultural transformation of the city was examined not only in terms of structure and scale with regard to urban space, but specifically in terms of Kayseri’s own local parameters. While all Anatolian cities may have experienced similar transformations, upon close examination, distinct differences can be observed. Keywords: Early Republican period modernization; İstasyon Caddesi; Kayseri Railway Station; urban transformation.

Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Kayseri 2 Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Ankara

1

Başvuru tarihi: 11 Aralık 2015 - Kabul tarihi: 13 Aralık 2017 İletişim: Filiz SÖNMEZ. e-posta: fsonmez@erciyes.edu.tr © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

85


Giriş Kentlerin kimlikleri, o yere özel başta mimari olmak üzere pek çok fiziksel ve toplumsal varlığın sürekliliği ile şekillenmektedir. Buna ek olarak kentteki her bir sosyo-ekonomik/ teknolojik kırılma noktası da kent kimliğinde yerini almaktadır. Erken Cumhuriyet Dönemi yapılarından biri olan tren istasyonları da gerek işlevleri gerekse özgün mimari nitelikleri ile kent dokusunda yarattıkları “değer” bağlamında ele alınması ve sürdürülmesi gerekli olan yapılar arasındadır. Demiryolu akslarıyla ilişkili olarak genellikle kentin çeperlerinde konumlandırılan tren istasyonları yarattıkları çekim ile çevrelerinde yeni yerleşimlerin gelişmesine öncülük etmiş ve zamanla kentin içinde kalmışlardır. Bu özellikleri ile kentsel alanların kurgusunda rol alan, kentlerin gelişimlerini etkileyen ve hatta bu gelişimin yönünü de belirleyen önemli kamu yapıları olmuşlardır. Buna ek olarak, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Anadolu kentlerinde ve kasabalarında modern faaliyetler ve binalar şekillenirken demiryolu istasyonları çoğu merkezde, ilk modern binalar olarak literatürdeki yerlerini almışlardır.1 Dönemin tren istasyonları salt çağdaş bir “ulaşım biçiminin” yaygınlaşmasına hizmet etmesi ve modern mimari biçimleriyle değil aynı zamanda lokal, PTT, büfe, misafirhane, lojman gibi “modern” ek donatıları ile de bölgenin modernleşmesi adına hayata geçirilmiş olan önemli projelerdir. Bu yolla kent merkezine alternatif bir “çekim merkezi/kentsel odak” oluşturulduğu söylenebilir. Benzer şekilde genellikle İstasyon Caddesi olarak isimlendirilen ve kent merkezinden demiryoluna ve istasyon yapılarına bağlanan “aks” önemli bir kentsel geçiş mekânı/kesişim olarak her iki odağın da ihtiyaçlarına cevap verebilecek donatılarla modernleşmenin kente yayılmaya başladığı çeperlerdir. Çalışmanın konusunu oluşturan Kayseri Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi yukarıda özetlenmeye çalışılan bağlam içerisinde ele alınmıştır. Modern mimarlık mirası olarak yapının mimari karakteristik özelliklerinden (planimetrik analizi, malzeme, yapım tekniği, mekânsal özellikleri gibi) farklı olarak Kayseri Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin mekânsal ve toplumsal anlamda bölgeyi nasıl değiştirdiği/ dönüştürdüğü tartışılmıştır. Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlığı genellikle kamu yapıları aracılığıyla yerellik, bölgesellik ve bireyselliğin etkileri göz ardı edilerek, siyaset ve ideolojiye odaklanarak yazılmıştır.2 Oysaki merkezî ideolojik modernleşmenin her yerde aynı şekillenemeyeceği öngörüsüyle, her kentin kendi yerel değerleri, kendi değişim parametreleri ve merkezle sürekli bir ödünçlenme ile modernlik serüvenini gerçekleştirmiş olması3 daha güçlü bir söylemdir. Buradan yola çıkarak, Kayseri gibi orta ölçekli bir Orta Anadolu kentinin ken Holod, Evin ve Özkan, 2005, s. 75. Çıkış, 2011, s. 47.

1 2

86

Sönmez, 2012, s. 14.

3

di yerel verileri ile bir Cumhuriyet projesi olan demiryolu ve Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin kentin mekânsal ve toplumsal değişimine nasıl katkı sağladığını araştırmak çalışmanın motivasyonu olmuştur. Bu kapsamda, çalışma Kayseri Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi çerçevesinde kentin “Erken Cumhuriyet Dönemi modernleşme” sürecinin aydınlanmasına da katkı sağlayabilecektir. Literatürde Erken Cumhuriyet Dönemi modern mimarlık mirasını konu alan araştırmaların genellikle tren istasyonları ve donatılarını salt iki boyutlu plan ya da yapı ölçeğinde ele aldığı görülmektedir. Bu çalışmada ise kentsel bağlamda da yerele özgü fiziksel özellikler ve yerel kimliği yansıtan verilerle değerlendirmenin gerekliliği vurgulanmıştır. Böylelikle sonuç ürün olan bu makale ile Kayseri Tren İstasyonu’nun kentsel mekândaki karşılığını ortaya koymak mümkün olacağı gibi anlam/bağlam/modernite kavramları ile Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlığını okuma/yazma biçimimizde de farklı açılımlar sunacağı düşünülmektedir. Bu amaçla yapılan nitel çalışmada kullanılan veriler döneme ait arşiv bilgileri ile yerel halkla yapılan sözlü tarih görüşmeleri aracılığı ile toplanmış ve değerlendirilmiştir.

Erken Cumhuriyet Dönemi Demiryolu Politikası Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine kalan en önemli miraslardan birinin demiryolları olduğunu söylemek mümkündür. Ülkenin demiryolu projesi, bir altyapı yatırımının ötesinde, Cumhuriyet’in başarısını simgeleyen bir siyasi programdır. Anadolu kent ve kasabalarına yeni bir aktivite getiren ve rejimin simgesi olan diğer yapıları bütünleyen bir donatıdır.4 Tanyeli’nin de belirttiği gibi, “istasyon, sadece bir demiryolu durağı değildir; bir kentin ulusal sisteme katılması ancak onunla olanaklıdır.”5 Erken Cumhuriyet Dönemi’nde demiryollarının yapımı, Atatürk’ün kalkınma politikasının temelini demiryolları olarak görmesiyle başlar. 1924 yılında Büyük Millet Meclisi’nde “Demiryolu ve yol ihtiyacı memleketin bilcümle ihtiyacının o kadar başında kendisini hissettirmektedir ki, hiçbir hayal ve nazariye peşinde aldanmaksızın memleketin menabii ve evladı ile işe devam etmek katiyen elzemdir... Medeniyetin bugünkü vesaitini, hatta bugünkü fikriyatını demiryol haricinde intişar ettirebilmek müteassirdir. Demiryolu refah ve ümran tevlit eder...”6 sözleriyle konuya verdiği önemi açıklamıştır. Bir başka konuşmasında “Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini demiryollarıyla birbirine bağlamak lazımdır. Memlekette gömülü olan maden hazinelerini işletmek lazımdır. İktisadi faaliyetin servet hâline dönüşebilmesi için en lüzumlu şeyler, yollardır, hızlı taşıt araçlarıdır, demiryollarıdır”7 sözlerinin ardından ulusal politikaya uygun inşa edilen demiryollarının yanında yabancıların elinde olan hatların satın alınmasına karar verilmiştir. Batur, 1998, s. 217. Tanyeli, 1998, s. 101.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, 2011, s. 12. Kocatürk, 1999, s. 324.

4

6

5

7

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Şekil 1. Türkiye sınırları içinde yapılmış ve yapılması planlanan demiryolu güzergâhları,1938 (Erem, 1938, s. 839).

Şekil 2. Trenin ilk defa Kayseri’ye gelişi, 29 Mayıs 1927 (Şahin, 2013, s. 8).

Türkiye, 1930–1940 döneminde bir yandan sanayi atılımlarında bulunurken, diğer yandan demiryollarını geliştirmeye devam etmiştir.8 1932 yılında hazırlanan birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı ve özellikle 1936’da hazırlanan İkinci Sanayileşme Planında demir, çelik, kömür ve makine gibi temel sanayilere ağırlık verilmiştir. Cumhuriyet öncesinde Marmara, Ege, Akdeniz ve Güney bölgelerine yönelik olan demiryolları, Cumhuriyet sonrasında, İç Anadolu Bölgesi’nin doğusuna, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerine yönlendirilmiştir (Şekil 1). Demiryolları çalışmaları öncelikli olarak İç Anadolu’da ve ülkeyi her noktadan bağlayabilecek stratejik hatlar olarak planlanmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk demiryolu olan 380 km. uzunluğundaki Ankara-Kayseri hattı 1927 yılında tamamlanmıştır.9 Devamında Kayseri-Sivas (1930), IrmakÇankırı (1931), Sivas-Samsun (1932), Kütahya-Balıkesir (1932) ve Kayseri-Ulukışla (1933) hatları eklenmiştir.10

Kayseri Demiryolu ve Tren İstasyonu Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra, ülkenin doğusuna ulaşabilmek için Ankara-Kayseri demiryolu hattının inşasına başlanmış, bu hattın inşası bir Fransız şirketi tara Ersel, Kuyaş, Oktay ve Tuncay, 2005, s. 569.

8

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Atmaca, 2009, s. 53. Yücel, 1960, s. 145.

Şekil 3. Trenin Kayseri’ye gelişinde katkısı olanlara verilen ray kesiti hatırası. Ray kesitinin üstünde “Türk emeği ve Türk bilgisi ile başarılan Ankara-Kayseri demiryolunun 29 Mayıs 1927 işletmeye açılış hatırası” yazmaktadır (Şahin, 2013, s. 9).

Şekil 4. 29 Mayıs 1927’de, “Ankara-Kayseri hattı (380 km) törenle Başbakan İsmet Paşa tarafından Kayseri’de işletmeğe açıldı”12 (Karakaya, 2006, s.114).

fından üstlenmiş ve bu şirket işin bazı kısımlarını yerli taşeronlara11 vermiştir. İşin tamamlanmasıyla birlikte ilk tren Kayseri’ye 29 Mayıs 1927’de gelmiştir (Şekil 2–4). Demiryolunun tamamlanmasının ardından inşaatına başlanan ve 1929 yılında yapımı halen devam etmekte olan (Şekil 5) Kayseri Tren İstasyonu, kullanılan yeni yapım tek-

9

10

Şahin, 2013, s. 8-9.

11

Satan, 2007, s. 70.

12

87


Şekil 5. Kayseri Tren İstasyonu inşaatı, 7 Temmuz 1929 (Halit Erkiletlioğlu Arşivi).

nolojisi ve yapı malzemeleriyle birlikte modern mimari bir dile sahiptir. Ayrıca, oluşturduğu yeni kentsel peyzajla (gar meydanı ve bahçeleri gibi) Erken Cumhuriyet Dönemi’nin kentteki ilk modern yapılarından biridir. Erkiletlioğlu13 ile yapılan röportajda yapının takriben 1930-1931 yılları arasında hizmete girdiği anlaşılmıştır. Kayseri Tren İstasyonu ve yerleşkesinin tasarımcısı hakkında kesin bir bilgiye ulaşılamamış olup Prof. Dr. Yıldırım Yavuz14 ile yapılan görüşme sonucunda mimari özellikleri bakımından 1. Ulusal Mimari döneminin izlerini taşıyan yapının zannedildiğinin aksine 1927 yılında vefat etmiş olan Mimar Kemalettin tarafından tasarlanmış olma ihtimalinin olmadığına kanaat getirilmiştir. Ancak dönemin mimari anlayışı göz önüne alındığında yapının Mimar Kemalettin’in öğrencileri tarafından tasarlanmış olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Tren İstasyonuyla Birlikte Kentsel Ölçekte Yapılan Düzenlemeler Yol Aksları Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Sivas, Isparta ve Kayseri gibi benzer büyüklükteki diğer kentlerde de ofisleri, lojmanları, kamu binaları ve depoları vs. ile bir kompleks olarak beliren gar binalarına ulaşan ve genellikle İstasyon Caddesi olarak adlandırılan, bir ana cadde bulunmaktadır. “…Bu cadde, üzerindeki kamu binalarının dağılımıyla, boyutlarıyla, yeşil refüjleriyle, ağaç dizisiyle, ayrışmış oto ve yaya trafiğiyle başlı başına modernist bir imar anlayışını temsil etmektedir.”15 Arıtan’a göre, İstasyon Caddeleri bulvar-meydan-kamu binaları dizilimi içerisinde kent meydanına bağlanarak, hem yeni kent yaşamını rasyonalize eder, hem de kentlilerin sosyalleştikleri etkin kolektif mekânlar şekline dönüşür.16 Tanyeli ise, “İstasyon Caddesi kavramı çoğu Anadolu yerleşmesinde kente ve kentsel yaşama getirilmek istenen mo Halit Erkiletlioğlu ile 31/01/2016 tarihli görüşme. 14 Prof. Dr. Yıldırım Yavuz ile 13

88

05/05/2017 tarihli görüşme. Bilgin, 1998, s. 260. 16 Arıtan, 2008, s. 51. 15

Şekil 6. Ocak 1882’de Fransız mühendis Jean S. Euthychides20 tarafından yapılan harita (Eravşar, 2000, s. 343).

dern geometrik disiplinin ilk örneği olmuştur...”17 şeklindeki ifadesiyle istasyon binalarının ve İstasyon Caddesi’nin modernleşme sürecindeki önemini vurgulamaktadır. Kayseri’de de Erken Cumhuriyet Dönemi modern kent anlayışının, kent çeperlerinde Tren İstasyonu yerleşkesi ve fabrikalar (Tayyare Fabrikası-1926 ve Sümerbank Bez Fabrikası-1935) gibi yerleşkeler ve beraberinde getirdiği sosyal donatılarla şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu kapsamda, Kayseri Tren İstasyonu, kentin kuzeyinde, geleneksel kent merkezinin dışında ve donatılarıyla birlikte yeni bir merkez olma potansiyeli taşıyan bir düzenlemedir. Kentsel ölçekte bir okuma yapıldığında yeni ulaşım akslarının demiryoluna ve tren istasyonuna bağlandığı görülecektir. Bunlardan, ilk olarak “İstasyon Caddesi aksı, 1928 yılında”18 demiryoluna ulaşımı sağlarken, daha sonra 1935 yılında yapılan düzenleme ile “Atatürk Caddesi,”19 istasyon ana binasına ulaşmıştır. Tanyeli, 1998, s.105. Ş.Karatepe’nin kitabında (1999) İstasyon Caddesi’nin açılması için 1928’de Belediye Başkanı Muhittin Gürbaz’ın caddenin açılması için istimlaklara başladığı bilgisi verilmiştir. 19 1933 yılı Çaylak İmar Planı doğrultusunda, 1935 yılında açılan Ata17 18

türk Caddesi, bugün Hastane Caddesi olarak bilinmektedir. 20 Harita projede imzası olan Fransız mühendis Jean S. Eutyehides tarafından Hicri 1299 tarihinde çizilmiştir. Haritada anıt, sokak ve bölge isimleri lejant oluşturularak verilmiştir. Sönmez, 2012, s. 19.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Şekil 7. İstasyon Caddesi Aksı. 1928-1929 Kayseri Haritası (Sönmez, 2012, s. 38).

Şekil 10. Çaylak imar planında açılması önerilen ana caddeler (TCBCABaşbakanlık Cumhuriyet Arşivi- (1933) Kayseri İmar Planına Ait Rapor ve Şehrin Krokisi, Tarih: 7/11/1933, Dosya: 836, Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 81.533..5.4). Şekil 8. İstasyon Caddesi, Orta Mahalle, Yenice İsmail, Hacı Kasım Mahalleleri ve mezarlık alanı, 1920’ler (Karakaya, 2006, s. 43).

Şekil 11. Atatürk Caddesi, 193522 (Karakaya, 2006, s. 128). Şekil 9. İstasyon Caddesi, 1930’lar (Faruk Yaman Arşivi).

Kayseri İstasyon Caddesi Doğu yönünde Evkaf Mezarlığı, Batı yönünde ise mahallelerin bulunduğu bir sokak aksı iken, 1920’lerin sonunda demiryoluna ulaşan lineer bir aks olarak genişletilerek düzenlenmiştir.21 Dolayısıyla Cadde diğer Anadolu kentlerinin (Sivas, Isparta ve Burdur) aksi “Kentte önceden bu yana var olan İstasyon Caddesi 1928-1929 yıllarında genişletilmiştir. Belediye başkanı Hacılarlı Muhittin Bey zamanında İstasyon Caddesi’nin genişletilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Ancak şehrin ileri gelenlerinin evlerinin bu bölgede bulunması ve bölgenin bir bölümünün mezarlarla kaplı olması istimlâk işlemlerini zorlaştırmıştır. Bu durumlara rağmen birçok ev istimlâk edilerek cadde genişletilerek hizmete açılmıştır.” Erkiletlioğlu, 2006, s.338.

ne, yeni bir aks olarak inşa edilmemiş, mevcut bir aksın genişletilmesiyle ve/veya revize edilmesi ile oluşturulmuştur (Şekil 6–9). 1933 Çaylak İmar Planı’nda önerilen ve Tren İstasyonu binasını karşılayan ve yeni bir yol aksı olarak açılan Atatürk Caddesi (1935) ise kentin istasyon ile bağlantısını güçlendiren ikinci önemli aks olarak planlanmıştır (Şekil 10– 12).

21

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Atatürk Caddesi doğrudan İstasyon ana binasını karşılamasına rağmen, adı İstasyon Caddesi olarak değiştirilmemiştir. İstasyon binası 1929’da inşa edildiğinde, kentte mevcut konut dokusunda istimlaklar yapılarak yeni bir yol açılması mümkün olmadığından şuan İstasyon Caddesi olarak bilinen mevcut yol revize edilerek kullanılmıştır. Halk tarafından böyle kanıksanan yolun, Atatürk Caddesi yapıldığı dönemde de adı değişmemiştir.

22

89


Şekil 12. 1/5000 ölçekli Oelsner-Aru İmar Planı (1944-1945). Atatürk Bulvarı’nın İstasyon ana binası, İstasyon Caddesi’nin ise Cumhuriyet Meydanı ile olan bağlantısı (Kayseri Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Arşivi).

Şekil 13. Kayseri Tren İstasyonu binası önündeki meydanın yapımı (Şahin, 2013, s. 9).

Belediyenin yol çalışmaları ile ilgili olarak Kayseri Vilayet Gazetesi’nin “İstasyon Caddesinin Yaya Kaldırımları Döşeniyor” başlıklı haberinin, “...şehrimizin en güzel ve süslü caddelerinden olan İstasyon Caddesinin piyade kaldırımlarını belediyemiz döşetmeğe başlamıştır... Bu kaldırımlar Kayseri’nin en kıymetli taşlarından 33x33 ebadında işlenmiş taşlarla döşenmektedir.”23 şeklindeki ifadelerinden, o yıllarda belediyecilik hizmetlerinin de bu akslar üzerinde yoğunlaştığı, her iki caddede de yol kaplaması ve ağaçlandırılmış kaldırımları, aydınlatmasıyla kentin geleneksel yol dokusundan farklı bir yapı ve peyzaj yapıldığı anlaşılmaktadır. Atatürk Caddesi’nin sonunda yer alan İstasyon Meydanı da bulvar boyunca devam eden modern peyzaj düzenlemelerinin devamı niteliğindedir (Şekil 13). İstasyon Caddesi eski kent dokusunda bulunan mevcut “İstasyon Caddesinin Yaya Kaldırımları Döşeniyor” başlıklı haber, 15 Temmuz 1946, Kayseri Vilayet Gazetesi.

23

90

Şekil 14. Atatürk Bulvarı’nın İstasyon Meydanı ve İstasyon ana binasına ulaşımı (Kayseri Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Arşivi).

aksın değişimi ile yeniden inşa edilirken (Şekil 6, 7), Atatürk Caddesi Şekil 10 ve 14’te da açıkça görüleceği üzere kentin organik dokusunu gözetmeksizin modern peyzaj öğeleriyle birlikte yeni bir aks önerisi olmuştur. Tüm bu çalışmaların altında aranabilecek gerekçenin, Atatürk Caddesi sayesinde eski yerleşim dokusu ile “modern” olanı yer yer ayrıştırmak, İstasyon Caddesi ile de (mevcut sokak aksı üzerinden) yer yer çakıştırarak kentsel ve tarihsel sürekliliği sağlamak olduğunu söylemek mümkündür. Tarihsel ve İşlevsel Çok Katmanlılığın Güçlendirilmesi Demiryolunun Anadolu kentlerine gelişi, mevcut kent yapısında “değişimi” zorunlu kılmıştır. İstasyon Caddesi, eğitim, ticaret ve yönetim ile ilgili yeni donatılarıyla, kent merkezine alternatif bir “çekim merkezi” oluştururken, farklı dönemlere ait yapıların bir araya gelişini sağlayarak “tarihsel ve işlevsel çok katmanlılığa” da katkı sağlamıştır. Kronolojik olarak bakıldığında, örneğin, Erken Roma Dönemine ait Roma Mezarı, bir Selçuklu mimari örneği olan Hacı Kılıç Camii24 ve Medresesi yapısı, Sahabiye Medresesi,25 Osmanlı dönemine ait 1864 tarihli Güherçile Fabrikası ve Baruthane (yıkılmış, 1950),26 (Şekil 15) ve Cumhuriyet Dönemi kamu yapıları (Vali Konağı 1938, Kız Enstitüsü 1939, Halkevi 1941) ve apartmanları ile caddedeki tarihsel katmanlaşma kolaylıkla okunabilmektedir. Bu bilgi, dö Mevcut iki kitabesine göre, Hacı Kılıç Camii, II. Keykâvus’un emriyle Selçuklu emirlerinden Ebü’l-Kâsım b. Ali et-Tûsî tarafından H. 647 (M. 1249-50) yılında külliye olarak yaptırılmıştır. Külliye, cami ile medreseden oluşmaktadır. Tok, 2014, s. 1112. 25 Sahabiye Medresesi, Selçuklu vezi24

ri, Sahib Ata Fahreddin Ali tarafından, 1267 yılında yaptırılmıştır. 26 Hacı Kılıç Camisi’nin kuzeyinde şimdiki park olan yerde bulunan imalathane 1864’ten sonra Güherçile Fabrikası ve baruthane olarak kullanılmış ve 1950’de belediye tarafından yıktırılarak günümüze ulaşamamıştır. Kılıç, 2006, s. 320.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Şekil 15. Hacı Kılıç Camisi’nin kuzeyinde inşa edilmiş ve sonradan yıkılmış olan Güherçile Fabrikası, (Karakaya, 2006, s. 12).

nemin gazetelerinde de vurgulanarak, örneğin, Kayseri Vilayet Gazetesi’ndeki: “İstasyon Caddesinde modern ve asri evler, yeni caddeler üzerinde muhteşem ve güzel dükkânlar, eczahaneler ve fürun yaptıranlar nazarı dikkati celbedecek kadar çoktur”27 şeklinde ifade edilmiştir. 1933 tarihli bu haber bölgenin bir çekim merkezi olmaya başladığının da bir göstergesidir. Benzer şekilde İstasyon Caddesi’nin uzantısında bulunan ve Cumhuriyet kültürünü yayma ve yerleştirme misyonu taşıyan Halkevi28 ile Vali Konağı da hem yenilikçi yapım yöntemleri hem de ulus devletin gerektirdiği temsilin arayüzleri olarak bölgenin öne çıkan yapıları arasında yerlerini almışlardır. Aynı zamanda Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kalkınma çabalarının bir sonucu olarak kente demiryolunun gelmesi ekonominin gelişiminde de hızlandırıcı bir etki yaratmıştır. Demiryolu ağı, Orta Anadolu şehir ve kasabalarının modernleşen bölümleri ile o dönemde faaliyete geçen büyük kamu fabrika komplekslerini birbirine bağlamaktadır.29 Ekonomik bağlamda yaşanan bu etkilerin kentteki yansımaları ise Sümerbank Bez Fabrikası (1935) gibi sanayi alanının demiryoluna yakın bir yerde gelişim göstermesi şeklinde olmuştur. Kayseri’de Sümerbank Bez Fabrikası’nın yer seçiminde demiryolu hattı ve Tren istasyonunun konumu doğrudan etkili olmuştur. Tren İstasyonu ile Sümerbank Kayseri Bez Fabrikası arasında kömür vagonlarını taşımak üzere bir de demiryolu hattı kurulmuştur. Osmay’ın da (1998) belirttiği gibi, “demiryolu güzergâhına yakınlık, yeni gelişen sanayi için de yer seçiminde belirleyici bir öğe olmuştur.”30 Ana fonksiyonu ulaşım ve mal taşımacılığı olan trenin Kayseri Sümerbank

Bez Fabrikası’nın mal dağıtım işinde aktif rol alması Fabrika ve İstasyonun koordinasyonunu güçlendirmiştir.31 Kayseri demiryolu hattı ve İstasyon’un konumunun kentin çeperlerinde olması, kent merkezi ve merkez dışında kurulan fabrikalar ile de bağlantılı olması bakımından âdeta kentin lokomotifi olarak görev yapmaktadır. Bu bağlamda İstasyon Caddesi, başta demiryoluna ulaşım aksı olarak belirlenmesine rağmen, 1935 yılından sonra Sümerbank Bez Fabrikası’na da ulaşımı sağlayan güçlü bir aksa dönüşmüştür. Sonuç olarak tarihî mimarlık miraslarını bünyesinde barındıran/yaşatmakta olan mevcut yol, modern bir aksa doğru evrilirken artık farklı fonksiyonlarda kente hizmet edecek modern kamu yapıları ile birlikte tarihsel ve işlevsel çok katmanlılığın güçlendirilmesine katkı sağlamış ve cumhuriyet kentinin modern yüzü belirmeye başlamıştır. Yeni Konutlar ve Konut Alanları Modern kent söylemleri literatüründe İstasyon Caddesi, dönemin kamu yapılarıyla birlikte yeni konutların da inşa edildiği bir alan olarak değerlendirilmektedir. Demiryolu istasyonlarının geleneksel kentlerin modern konut alanlarıyla buluşarak kentin fiziksel gelişiminde etkin rol oynadığı söylenebilir. Bu bağlamda Kayseri Tren İstasyonu’nun da modern konut üretim biçimleri bağlamında dört farklı konut grubunun kente entegre olmasını sağladığı ve bölgeye kentsel ölçekte modern bir düzenleme getirdiği görülmektedir: Lojmanlar, kooperatifler, yeni mahalleler ve aile apartmanları. Tren İstasyonu Lojmanları 1930’larda kamu iktisadi girişimlerinin genellikle demiryolları üzerindeki küçük Anadolu kentlerine dağıtılma kararı alınmasıyla, çalışan personel için işçi konutları (lojman) modeli benimsenerek hızla yeni konutlar üretilmiştir.32 Lojmanlar geleneksel konut kültüründen farklı bir barınma biçimi sunmaktadır. Özellikle vaziyet planındaki lineer yerleşimi, konutların mekânsal organizasyonu ve kütlesel biçimlenişi (Şekil 16 ve 17) ile geleneksel konutlardan ayrışmaktadır. Dönemi itibariyle kentte ilk defa “toplu olarak” ve kısa sürede inşa edilen Kayseri Tren İstasyonu lojmanları kentsel ölçekte bir düzenleme olup aynı zamanda modern/ çağdaş konutun ilk örnekleri olarak görülebilir. Şekil 16’daki Kayseri Tren İstasyonu Lojmanları’na ait tescil fişinde de belirtildiği üzere, söz konusu yapılar Kuzey Batı yönünde, kentin çeperlerinde ve genellikle iki katlı ve simetrik plan şemasına sahip olarak lineer olarak inşa edilmiştir.33 Bu loj Mehmet Şahin’in de belirttiği gibi, “bu hatların yapılmasının bir başka önemli sonucu da insanların, malların ve sermayenin bölgelerarası akışını hızlandırmak suretiyle müthiş bir ticari canlanmaya sebep olmasıdır. Mesela bu hatlar sayesinde Kayseri ve köylerinden, Ankara, İstanbul, Mersin ve Adana’ya muazzam bir göç başlamış, böylece Kayserililer, özellikle Ankara ve

31

“Kayseri’nin İmar Faaliyetlerine Bir Bakış”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 29 Ekim 1933, s. 2. 28 “Kayseri Halkevi, 1932 yılında Eski Türk Ocağı binasında faaliyete başlamıştır. Yaklaşık 10 sene bu binada hizmet veren Halkevi’nin yeni binası 1941 yılında tamamlanmış ve 2 Şubat 1942 tarihinde hizmete açılmıştır. Halkevi’nin 1942’de hizmete 27

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

giren yeni yapısı İstasyon Caddesi üzerinde yer almaktadır. Binanın projesi 1937 yılında Cumhuriyet Halk Fırka’sının düzenlemiş olduğu yarışmayla ya- pılmıştır. Yarışmada birinciliği alan proje Leman Tomsu ve Münevver Belen’in birlikte hazırladıkları projedir.” Işık, 2013, s. 82. 29 Bilgin, 1998, s. 260. 30 Osmay, 1998, s. 141.

Adana’nın imarına, sanayileşmesine ve kalkınmasına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.” Şahin, 2013, s. 10. 32 Tekeli, 1996, s. 12. 33 Kayseri Kültür ve Tabiat varlıklarının Koruma Bölge Kurulunun 07.04.2006 Gün ve 515 sayılı karar ekine göre tescillenmiştir. (Tescil fişini hazırlayanlar: Mimar Selma Ünlüdil ve Peyzaj Mimarı Filiz Özyalçın).

91


(a)

(b) Şekil 16. TCDD Lojmanları vaziyet plan ve görünüşü (Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Envanteri, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Arşivi).

manlarda işlevselliği ön planda olan batılı plan şemalarına ek olarak modern yapı malzemelerinin, karma taşıyıcı sistemleri ve yapım tekniklerinin kullanılması, kentteki diğer aileler için örnek teşkil etmiştir. Kentin silüetini değiştiren lojmanları mekânsal olarak doğrudan deneyimleyemeyenler için görsel olarak çağdaş konutun ne olduğu da örneklenmiştir (Şekil 15). Kooperatifler Oelsner-Aru İmar Planı’nın (1944-1945) yapılması ve kentteki sanayileşme sonrası artan konut ihtiyacı nedeniyle Kayseri’de yapı kooperatifleri kurulmaya başlanmıştır. Gazeteci Ahmet Hilmi Kalaç, 1946 yılında kaleme aldığı yazısında kooperatiflerin kurulmasının gerekliliğini şu şekilde vurgulamaktadır: “Kayseri’nin imar işlerinden bahsederken yeni yapılacak kooperatif evlerine temas etmek yerinde olur. Bu evler için yer arandığı malumdur. İlgililerin her tarafı tetkik ederek muvafık yeri bulacaklarında tereddüt etmeyiz. Arzumuz şudur ki kooperatif evleri evsizlere ev yaparken şehrin güzelliğine, bayındırlığına da hizmet etmiş olsun. Kabil olsa da ana caddelerde boş ve harap hâlde bulunan yerlere bu evleri yapsak...”34 Asım Yahyabeyoğlu ise İstiklal Gazetesi’ndeki “Kooperatifleşmenin Nimetleri” adlı yazısında, kooperatifleşmenin kentin yapılaşmasında önemi ve vatandaşların yeni evlere kavuşmasında bir umut teşkil ettiğini anlatmıştır: “Tayyare Fabrikası Mensucat Yardımlaşma Evler Kooperatifi’nin yaptırmağa başladığı evlerde oturacak ailelerin birer yuva sahibi olmaktan doğan sevinçlerini gözlerinden okumak mümkündü. Otuz yedi vatandaşımızın ev sahibi olmasını temin eden teşebbüsü, samimi kalple ve takdirle selamlamamak elden gelmiyor. Kooperatifleştirme suretiyle ev yaptırmak imkânına sahip bulunmayan birçok vatandaşımızı hayallerindeki mes’ut yuvaya kavuşturan Kalaç, 1946.

34

92

(c)

Şekil 17. (a) Tren İstasyonu Lojmanları genel görünüşü (1930-1935) (Karakaya, 2002, s. 137). (b) TCDD Lojmanları 1. Kat planı (Özdin, 2009, s. 34). (c) Tren İstasyonları Lojmanları ve kent ile görsel ilişkisi (http:// oldkayseri.blogspot.com.tr/2008/05/bir-zamanlar-kayseri.html. [Erişim tarihi 8 Mayıs 2017].

kooperatiflerimiz aynı zamanda şehrimizin imarına hizmet etmek suretiyle güzelliğini bir kat daha artırmakta, sosyal ve iktisadi bir inkişafın nişanesi saydığımız kooperatifleşmenin nimetlerinden hem vatandaşlarımız, hem memleket istifade etmektedir.”35 Bu kapsamda Kayseri Tren İstasyonu çalışanları için tasarlanan kooperatif evleri, kooperatifleşmeye de öncülük etmiştir. Kayseri’deki ilk yapı kooperatifi, 14 Mayıs 1946, Kayseri Örnekevler Yapı Kooperatifi ismi ile Çandır Mahallesi ile İstasyon Binası arasına kurulmuştur. Bahçeli ve tek katlı, o zamana göre modern evlerden meydana gelen ko Yahyabeyoğlu, 1952.

35

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Şekil 18. Örnekevler Yapı Kooperatifi, 3. Tip kat planı, 1951 (Oral, 2006, s. 66).

operatife kentin ileri gelenlerinden 67 kişinin üye olduğu kayıtlarda görülmektedir. Bu nedenle söz konusu kooperatifin ismi 67 Evler olarak da anılmaktadır.36 Örnekevler Yapı Kooperatifi binaları tek katlı ve iki katlı bahçeli evlerden oluşmaktadır. Şekil 18’deki kooperatifin 3. tip konutunun plan şeması incelendiğinde geleneksel Kayseri evinden farklı olarak modern konut çözümlemeleri görülmektedir; yaşama ve servis mekânlarının ayrı ayrı koridorlarla bağlanması gibi görülmektedir. Mutfak mekânına hem koridordan hem de merdiven holünden bir giriş verilmiştir. Bir başka önemli nokta banyo mekânının yatak odalarına yakın bir noktada çözümlenmesidir.37 Benzer şekilde 9 Ağustos 1951 tarihinde açılan Demiryol Personeli Yardımlaşma Evler Yapı Kooperatifi38 de demiryollarına aittir. Necibe Çakıroğlu, Tren İstasyonu ve Sümerbank Bez Fabrikası çevresinde oluşan konut alanlarına dikkat çekmekte ve “...bugünkü şehir demiryolu ile Türkiye’nin hemen her istikametine bağlanmış, işlek bir ticaret ve sanayi merkezi hâlindedir… İstasyondan sonra şimale doğru Sümerbank Bez Fabrikası kurulmuş, bunun etrafında memur ve işçiler için bahçeli evler yapılmıştır. Gar, istasyon caddesi ile şehre bağlanmış, bu cadde etrafında da bahçeli evler teşekkül etmiştir...”39 ifadeleriyle kentin gelişim aksını ve kooperatif yapılarının bu yeni oluşum içerisindeki yerini özetlemektedir. Asiliskender’in de belirttiği gibi, lojmanlar ve 1950 sonrası kooperatifler ile kurulan konut yerleşimleri, ızgara Erkiletlioğlu, 2006, s. 380. Oral, 2006, s. 66. 38 Demiryol Personeli Yardımlaşma Evler Yapı Kooperatifi, Bakanlar Kurulu’nun izniyle 9 Ağustos 1951 tarihinde kurulmuştur. Demiryol Yapı Kooperatifi, satın alacağı arazi üzerinde ortaklarına birer ev yaptırmak ve bu işin gerçekleşmesi için 36 37

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

lüzumlu göreceği başka teşebbüslerde bulunmak amacıyla merkezi Kayseri olmak üzere 20 yıl süre ve en az 3500 Türk Lirası sermaye ile çalışmalarına başlamıştır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 030.18.1.2, Yer No: 126.63.14. 39 Çakıroğlu, 1952, s. 9.

Şekil 19. Çaylak İmar Planı, 1933. (TCBCA-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-(1933) Kayseri İmar Planına Ait Rapor ve Şehrin Krokisi, Tarih: 7/11/1933, Dosya: 836, Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 81.533..5.3).

planlı birer bahçeşehir düzenlemesi olarak ilgi uyandırmış ve yenilenme sürecini başlatmıştır. Böylelikle kentteki fabrikalar ve tren istasyonu lojmanları ve çevrelerinde çalışanlarınca kurulan kooperatifler ile devam eden konutlar, ortaya çıkardıkları biçimsel ve kurgusal farklılık ile kentin gelişimine ve kimliğin değişimine yön vermiştir.40 Sonuç olarak kooperatif konutlarının oluşumu İstasyon ve Sümerbank Bez Fabrikası’nın yarattığı sinerji ile eş zamanlı olarak gelişmemiş olsa da 1940’lar sonunda kentin merkezinden uzakta ve geleneksel dokudan farklı olarak ızgara planlı bir konut alanı oluşmuştur. Ayrıca kentlinin geleneksel konuttan farklı olarak tasarlanmış bir mekânda ve belli bir gruba dâhil olarak yaşama taleplerinin de kooperatifler aracılığı ile karşılandığı söylenebilir. Yeni Mahallelerin Kurulması İlk olarak donatıları ile kentin kuzeyinde konumlandırılan tren istasyonu binası (1929) ve Sümerbank Yerleşkesi (1935), İstasyon Caddesi (1928) ve Atatürk Caddesi (1938) gibi akslarla güçlendirilmiş ve kent merkezinin bu yeni düzenle ilişki kurmasını sağlamak amacıyla akslar üzerinde öncelikli kamu yapıları (İstasyon Caddesi üzerinde Halkevi ve Kız Enstitüsü) ve ardından yeni konut alanları planlanmıştır. Çaylak İmar Planı’nda (1933) Sümerbank Bez fabrikasının etrafında “yeni şehir” olarak adlandırılan yeni konut alanları önerilmiş ancak bu imar planı uygulanmamıştır (Şekil 19). Asıliskender, 2008, s.125-126.

40

93


Şekil 20. Oelsner-Aru İmar Planı’nda Tren İstasyonu Lojmanları ve Örnekevler Mahallesi (Kayseri Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Arşivi).

Şekil 21. Örnekevler Mahallesi vaziyet planı, 1950 (Kocasinan Belediyesi İmar Müdürlüğü, Ruhsat Arşivi).

Oelsner-Aru İmar Planı (1944-1945) ile önerilen yeni konut alanlarının hayata geçirilmesi 1950’leri bulmuştur (Şekil 20). Böylelikle kentin kuzey kısmının yerleşime açılması ve yeni mahallelerin oluşturulması ile istasyonun çeperlerinde de başlayan değişim 1950’lerden sonra hız kazanmıştır. İstasyonun yakın çevresindeki dönüşümün hızlanmasında bir diğer önemli aşama Tren İstasyonu Lojmanlarının güneydoğusunda kurulan Örnekevler Mahallesi’nin (1950) varlıklı aileler tarafından tercih edilen yeni bir konut alanı olması görülebilir41 (Şekil 21). Süreç içerisinde demiryolu kuzeyinde kalan yeni mahalleler Oelsner-Aru imar planı önerisi doğrultusunda (Mevlana, İstasyon, Gazi Osman ve Yeni Mahalle vb.) planlanmıştır (Şekil 22). Fabrikanın bölgedeki varlığının yeni mahallelerin kurulumunu hızlandırdığı Sönmez, 2012, s. 59.

41

94

Şekil 22. İstasyon’un kuzeyinde ve İstasyon Caddesi üzerinde kurulan yeni mahalleler (Sönmez, 2012, s. 55).

aşikârdır. Benzer şekilde, 1955 yılında İstasyon Caddesi’nin doğusunda şekillenmeye başlanan Sahabiye Mahallesi’nde yüksek gelirli ailelerin aile apartmanlarının yaygınlaşmaya başlanması da dönüşümün ivmesini arttırmıştır. 750 hektarlık bir alanı kapsayan 1945 planları ile 1957 yılına kadar uygulama devam etmiş, 1957 yılından itibaren konut ve küçük sanayi alanlarını içerisine alan ilave planlar yapılmıştır.42 1970’lerin sonlarında Yavuz Taşçı Planı43 ile birlikte İstasyon Caddesi’nin demiryoluna yakın bölgesinde yüksek katlı apartmanlar yapılmaya başlanmıştır. Aile Apartmanları 1930-1940 yılları arasında sıklıkla görülen ve devlet eliyle üretilen lojmanlar ile 1940-1950 arasında yoğunlaşan kooperatifler sonrasında yerel halkın modern konuta olan talebi aile apartmanlarıyla devam etmiştir. Aile apartmanlarının ilki Oelsner-Aru İmar Planı (1944-1945) öncesinde 1938 yılında yapıldığı bilinen Emek Apartmanıdır. Kamu yapılarının yoğunlaştığı İstasyon Caddesi ve ardından Atatürk Caddesi üzerinde söz konusu imar planı ile birlikte bitişik nizamlı iki ve üç katlı yeni konut alanları önerilmiştir. İstasyon Caddesi’nin Atatürk Caddesi’ne göre modern konutlarla daha erken buluşmasının gerekçeleri kent merkezine (Cumhuriyet meydanına) olan bağlantısı ve aksın Sümerbank Bez Fabrikasına ulaşmasıdır (Şekil 23 ve 24). İki caddenin arasında kalan Orta Mahalle geleneksel konut dokusu ile varlığını sürdürürken İstasyon Caddesi üzerindeki aile apartmanlarının sayısındaki artış 1950’lerde Atatürk Caddesi üzerindeki artış ise 1960’larda44 gerçek Tekinsoy, 2011, s.53. 1944-1945 Oelsner-Aru imar planından sonra 1957 ve 1970 yıllarında revize edildiği ve Yavuz Taşçı planına kadar yürürlükte kaldığı bilinmektedir. Doğan, 2007, s.130, 137. 44 Cadde üzerinde örneğin Beğenal 42 43

Apt. 1960, M. Yangın Apt. 1962, Kanarya Apt., 1966, Kirişçi ve Erda Apt. 1966, Vahap Oğulları Apt. 1967, Uğur Apt. 1967, Hastaş Apt. 1968, Seval Apt. 1968, Selamet Apt. 1969, Başol Apt. 1970, Bezmez Apt. 1974, Akkarpuz Apt. 1977 yılında yapılmıştır.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Şekil 23. 1/1000 ölçekli Oelsner-Aru İmar Planı (1944-1945). İstasyon Caddesi ve Atatürk Bulvarı üzerinde B3 (blok 3 katlı) konutlarının planlanması, (Kayseri Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı arşivi).

Şekil 24. İstasyon Caddesi, 1930-1970 yılları arasında yapılan konutlar, tarihi binalar, okullar ve yeni kurulan Örnekevler ve Sahabiye Mahalleleri (Sönmez, 2012, s. 65).

leşmiştir. Örneğin İstasyon Caddesi üzerinde Karahaliloğlu Apartmanı (1940’lar), Çalık Apartmanı (1950’ler), Nuh Erkan Apartmanı (1953), Nafiz Akşehirli Evi, (1955), Onbaşılı Apartmanı (1961) gibi dönemin yeni konutları da İstasyon Caddesi üzerinde inşa edilmiştir. 1960’lı yılların İstasyon Caddesi’ni siluetini gösteren fotoğrafta (Şekil 25) üç katlı apartmanlar dikkat çekmektedir. Bu apartmanlar, kalorifer gibi yeni modern konfor araçlarına sahip olması nedeniyle kentin prestij yapıları niteliğindedir ve dönemin üst gelir grubuna hitap etmektedir. Bu bağlamda demiryolu ulaşımının, kentin fiziksel gelişimin yeni yapılaşma biçimleri ve yeni mekânların deneyimlendiği, böylece kentin değişim hızı ve yönünün kolaylıkla okunabileceği bir potansiyele sahip olduğu söylenebilir. 1970’li yıllara gelindiCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 25. Kayseri İstasyon Caddesi aile apartmanları, 1965 (Karakaya, 2006, s. 77).

ğinde ise söz konusu caddelerde Yavuz Taşçı İmar Planı ile daha yüksek katlı konutlar belirmeye başlamıştır. Sonuç olarak yerel halk ve kent dışından gelen memurların ve varlıklı ailelerin geleneksel evlerden ayrılarak İstasyon Caddesi üzerinde yaptırdıkları pre-modern/modern aile apartmanlarında yaşamaya başladıkları söylenebilir. Bu süreçte sokak caddeye evrilirken geleneksel evler de apartmanlara dönüşmüş, nispeten çok katlı olabilen bu apartmanlarla yeni bir modern konut yaşam alanı oluşturulmuştur.

Kayseri Tren İstasyonunun Kentteki Toplumsal Değişime Etkisi Erken Cumhuriyet Dönemi tren istasyonlarını, sadece kentler arasındaki bir ulaşım noktası değil aynı zamanda sosyo-kültürel içerikleri ile kenti ve kentliyi modernleştirme projesinin bir parçası olarak düşünmek mümkündür. Tanyeli (1997), kentsel modernleşmeyi/değişimi sadece kentin görüntüsünün değişmesi olarak değil, içinde yaşayanların yaşam ritminde köklü bir durum değişikliğinin gerçekleşmesi olarak ele alınması gerektiğini belirtir.45 Bu dönemde istasyonlar, halkın modern yaşam gereçleriyle tanıştığı mekânlar olmuştur. Çetin’e (2008) göre ise “Türk insanı yerine göre sinemayla, tiyatroyla, piyanoyla, doktorla, sıcak suyla, teknik anlamda bir kanalizasyonu olan modern tuvaletle, bahçe düzenlemesiyle ilk kez istasyonlar aracılığıyla tanışmıştır.”46 Üstelik Tanyeli’nin (1998) vurguladığı gibi “Anadolu’nun bugünkü anlamda ilk sosyal merkezleri görevini garlar yüklenirken, çoğunluğu memurlardan oluşan kentin elit kesimi de gar gazinolarında toplanıp memleket meselelerini tartışmışlardır.”47 Dolayısıyla genel anlamda tren istasyonları, Cumhuriyet rejiminin öngördüğü modern özneler için batılı yaşam prototipleri oluşturması bakımından önemlidir. Tanyeli, 1997, s. 81-82. Çetin, 2008, s. 64. 47 Tanyeli, garların çağdaş yaşamla bağlantılı kurulan noktalar oldu45 46

ğunu, bu nedenle 1960’lara kadar Ankara’nın en iyi lokanta ve gazinosunun garda konumlandığını belirtir. Tanyeli, 1998, s. 101.

95


Bunlara ek olarak demiryolu inşaatında yabancı ustaların yanı sıra yerli işçilerin de çalışmaya başlaması dönemin tüccar, çiftçi ve diğer meslek gruplarına ek olarak memur ve işçi sınıfının yaygınlaşmasında da önemli bir rol üstlenmiştir. Tren istasyonları sadece işçi ve memurlar için iş imkânı sağlamamış; aynı zamanda tren ekspreslerinin geliş-gidiş saatlerinde, dönemin toplu taşıma araçlarını kullanan faytoncular ve yiyecek ve içecek satan seyyar satıcılar için de önemli bir geçim kaynağı olmuştur.48 Kayseri özelinde, istasyon ve ona ait tüm donatılar (lojman, lokal, büfe ve PTT vb.) ile ana arter görevi üstlenen İstasyon Caddesi’nde kentin durağan yaşam ritmini değiştiren eylemlerin gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bu eylemler, istasyonla oluşan fiziksel değişimle birlikte incelendiğinde kentin Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yaşadığı toplumsal değişimi okumak da daha anlamlı olmaktadır. Buna göre toplumsal değişimde katkısı olan restoran, lokal, gazino, PTT binası gibi “sosyal mekânlar” ve eylemleri, Cumhuriyet Meydanı’ndan sonra bir çekim merkezi işlevini gören İstasyon Caddesi ve üzerinde gerçekleşen “millî bayram kutlamaları” ve istasyonla birlikte oluşan şehirler arası ulaşımda “modern zaman bilinci” ve kentlinin demiryolları inşaatı ile birlikte “yeni yapı teknolojisi” ile tanışması gibi alt başlıklarla, söz konusu dönemde Kayseri’deki toplumsal değişimi bir derece anlamlandırmak/okumak da mümkün olabilir. Sosyal Mekânlar: Kayseri Tren İstasyonu özelinde, istasyonun barındırdığı ek donatılarla Kayserili’lerin yaşam ritmini değiştiren önemli eylemler gerçekleştiğini görmek mümkündür. Örneğin İstasyon ana binasının önünde bulunan gar meydanı çevresinde projede önerilen otel, yatakhane (1979-1980), PTT (1953-1955), restoran, Lokal Sinema’sı gibi sosyal mekânlarla modern bir düzenlemeye sahiptir (Şekil 26). Söz konusu dönemi deneyimlemiş ve yapılı çevreye katkıda bulunmuş aktörlerden inşaat mühendisi Kâmil Kundakçıoğlu’ndan alınan bilgilere göre, içkili yemekler sunan istasyon restoranı Kayserili’lerin şehir dışından gelen misafirlerini ağırladıkları önemli mekânlardan biri hâline gelmiştir. Ayrıca istasyonun lokal ve bahçesinde, Kayseri halkının düğünlerini yaptıkları da bilinmektedir. Şahin’in (2013) de belirttiği gibi, “Kayseri tren garının yanına yapılmış olan halka açık Demiryolu Lokali de onlarca yıl birçok sosyal aktivitenin, sünnet ve evlilik düğünlerinin mekânı olmuştur. Burada insanlar eşleri ve çocuklarıyla bir arada yemek yeme ve eğlenme kültürüne geçmişler ve böylece haremlik-selamlık kültüründen adım adım uzaklaşmışlardır.”49 Vural (2014) kitabında istasyon büfesinin ve aile bahçesinin kullanımını detaylı bir biçimde betimlemekte ve ça Vural, 2014, s. 103.

48

96

Şahin, 2013, s. 10.

49

Şekil 26. Kayseri Tren Garı Vaziyet Planı ve Gar Zemin Kat Planı (Ankara Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları Genel Müdürlük Arşivi).

lışanların mesai sonrasında, ailelerin ise belli günlerde bu mekânları sosyalleşmek için nasıl kullandıklarını anlatmaktadır.50 Demiryolu Lokali özellikle gençlerin toplanma mekânı olmuştur. Lokalin alt katı sinema filmleri gösteriminin olduğu, üst katı ise çeşitli satranç, kâğıt ve bezik gibi oyun masalarının ve yemek salonunun yer aldığı bir mekân olarak kullanılmıştır. Vural (2014) o dönemi anlatırken “...Sinemaya gitmek dönemin en gözde eğlence biçimlerinden biridir. Sinema önünde satılan yiyecek ve içeceklerle sinema giriş çıkışları ve molalarda sürekli bir hareketlilik hâli ile sinema yakın çevresiyle birlikte bir panayır yerine dönüşürdü...” ifadeleriyle, mekânın sosyalleşmeye yönelik katkılarını vurgulamaktadır. Demirspor Lokali’ne ait sinema da Kayserili’lerin en çok rağbet ettiği mekânlarından biri olmuştur, istasyon sineması 1966’lara kadar Kayseri halkına hizmet vermiştir.51 “Mesai saatlerinden sonra memurlardan ve gazetecilerden büyük bir kısmı gerek dinlenmek gerekse bu güzel havayı teneffüs ederek dostlarıyla muhabbet etmek için istasyon büfesini seçerlerdi. Aile çay bahçe-

50

sine ise Salı ve Cumartesi günleri orkestra gelir, saat 19.00’dan gece yarısına kadar eğlenilirdi.” Vural, 2014, s. 87. 51 Vural, 2014, s. 87.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

Bunun yanı sıra, Kayserili çocuklar arasında İstanbul-Kurtalan arası tren ulaşımını sağlayan Kurtalan Ekspres’in52 geçiş saatini bekleyip onu selamlamak bir eğlence biçimi hâline gelmiştir. O dönemde bir diğer sosyalleşme aracı ise spordur. Kayseri Devlet Demiryolları’na bağlı Kayseri Demirspor53 futbol kulübü 1932 yılında kurulmuştur.54 1945 yılından sonra Gençlik Kulübü adını alan oluşum, spor faaliyetlerine katkı sağlayarak birçok genç futbolcunun yetişmesine olanak sağlamıştır. Bu bağlamda Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Kayseri halkının geleneksel mahallede yaptıkları bazı eylemlerden farklı olarak (örneğin evde yemek yemek yerine dışarda yemek yemek veya evde düğün, nişan, sünnet düğünü yapmak yerine Demiryolu Lokali’nde kutlamak gibi), modern sosyal mekânların (restoran, PTT ve misafirhane vb.) inşa edildiği ve dönemi için kentlinin çağdaş etkinliklerde bulunabilmelerinin ancak tren istasyonu ile gerçekleşebilmiş yeni bir durum olduğunu iddia etmek mümkündür. Modern Zaman Bilinci: Demiryolunun bir diğer önemli toplumsal etkisinin ise, demiryolu tarifesiyle,55 modern zaman bilincinin içselleştirilmesi konusunda olduğu düşünülebilir (Şekil 27). Kayseri Vilayet Gazetesi (8 Ocak 1942) haberindeki “Tren Seferlerinde Yeni Tahditler (sınırlamalar), İşleme günleri değiştirilen ve azaltılan yolcu katarlarına ait cetvel bugün yürürlüğe girdi” ifadeleri tren seferlerinin belirli bir zaman cetveline bağlı olmasının ve halkın Kurtalan, Haydarpaşa-Kurtalan arası sefer yapan trenin adı da Kurtalan Ekspres olması nedeniyle Türkiye’de sıkça anılan ve bilinen bir ilçemizdir. Haftanın Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri Haydarpaşa ile karşılıklı seferler yapılmıştır. http://www.kurtalan.bel.tr/page/ show/27-tarihi.html. [Erişim tarihi 25 Ekim 2015]. 53 1940’lı yıllarda çok güçlü bir spor kulübü olan Demirspor, en güçlü rakibi olan (yine o dönemin en önemli endüstri yatırımlarından biri olan Sümerbank Bez Fabrikası’nın spor kulübü) Sümer Spor’la şampiyonluk maçları yapmaktadır. Dönemin halkı futbol müsabakalarına büyük ilgi göstermektedir. 19 Şubat 1942 Kayseri Vilayet Gazetesi “Lig Maçları- Geçen Pazar günkü oyunda Sümer Spor kuvvetli hasmını ancak 3-0 yenebildi” başlığı altında Demir Spor ve Sümer Spor’un maçını tüm detayları ile ilk sayfa haberi yapmıştır. 54 TCDD Genel Müdürlüğü’nün sportif faaliyetlere ilk adım atışı, 1930 yılında Eskişehir Cer Atölyesi’nde kurulan Eskişehir Demirspor Kulübü’nün oluşmasıyla başladı. Bu kulübü; Samsun, Ankara, İstanbul, Kayseri, Adana, İzmir, Sivas Demirspor Kulüplerinin kurulması izledi. Demiryolları camiasında spora gös52

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

terilen bu büyük ilgi, demiryollarının geçtiği tüm güzergâhlara dalga dalga yayıldı. Daha önce kurulmuş bulunan kulüpleri; Erzurum, Malatya, Kayseri, Adapazarı, İskenderun, Çatalağzı, Afyon ve Balıkesir’de kurulan Demirspor kulüpleri takip etti. Bunun sonucunda, TCDD’de bir ölçüde sporla kucaklaşma sağlanmış oldu. Demiryollarında kurulan bu kulüpler içerisinde, MKE Ankaragücü ve Gençlerbirliği Kulüplerinden sonra, yaşamını günümüze kadar sürdüren Başkentin en eski kuruluşu ise Ankara Demirspor Kulübü’dür. http://www.demirspor. org.tr/?q=site-page/tarihce. [Erişim tarihi 15 Ekim 2015]. 55 Sivas ile Ankara arasında seyrüsefer halinde bulunan ve ulaşım aracı olarak bütün trenlere oranla üstün tren sayılan özel trenlerin hareket saatleri de kayıtlardan öğrenilmektedir. Bayındırlık Bakanlığı Devlet Demiryolları ve Limanları İşletme Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre 4/5 Mayıs 1940 tarihindeki seferler şöyle belirtilmiştir: Sivas’tan hareket eden Özel Tren Kayseri’ye 17.15’te gelmektedir. 15 dakika bekledikten sonra 17.30’da yola devam ederek Boğazköprü, Beydeğirmeni, Himmetdede istikametinde ilerleyişini sürdürmektedir. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 030.1, Yer No: 2.12.1.

Şekil 27. Yolcu ve muhtelit (karma) trenlerin hareket saatlerini gösterir cetvel (Kayseri Vilayet Gazetesi, 16 Mart 1931, s. 4).

bu cetvele göre tren geliş-gidiş saatlerini takip etmesinin, ulaşıma bağlı bir modern zaman bilincinin oluşumuna katkı sağladığını düşündürmektedir. Yeni Yapım Teknolojileri ile Tanışma: Osmanlı Devleti’nin bir yatırımı olarak başlayan demiryollarının yapımı ülkenin bilgi, teknik, sermaye ve yetişmiş insan gücü bakımından yeterli olmaması nedeniyle Avrupa’dan destek alınmak suretiyle gerçekleşebilmiştir. “Osmanlı Devleti’nde demiryolu yapımı için ilk teklifler, modern anlamda demiryollarının başladığı 1830 tarihinden çok kısa bir zaman sonra, İngiliz şirketleri tarafından yapılmaya başlamıştır. İlk olarak İngilizlere verilen imtiyazla başlayan demiryolları serüveni, Fransızlarla ve Almanlarla devam etmiştir.”56 Avrupalı devletler tarafından yapılan istasyon binaları, yapı kültürü açısından da yeni ve modern tekniklerin yurda girmesi ve yerel ustaların bu teknikleri âdeta bir okul gibi bizzat yerinde görüp öğrenmelerine imkân vermiştir.57 Başar ve Erdoğan, 2009, s. 31.

56

Başar ve Erdoğan, 2009, s. 41.

57

97


Şekil 28. Kayseri tren yolu yapımı, 1926 (Karakaya, 2006, s. 130).

Bu kapsamda demiryolu yapım alanları endüstriyelteknolojik üretkenlik kavramının Türkiye’de içselleştirildiği öncül alanlardan biri olarak görülebilir.58 1926 yılında Kayseri demiryolu yapımında öncelikle yabancı mühendisler, ustalar, kalfalar ve işçiler59 çalışmıştır (Şekil 28). Kayseri demiryolları işletmesince açılan “çırak okulu” ile kendi işçisini yetiştiren bir seviyeye gelmiştir. Bu sayede, yerel teknik personelin yeni yapım teknolojileri ile tanışması ve uygulamanın içinde yer alması sağlanmıştır (Şekil 29). Buna ek olarak demirle ilgili ekonomik faaliyetlerin artması da ve Nuri Demirağ60 gibi demiryolu müteahhitliği yapan Türk iş adamlarının bu sektörde çalışmasına öncülük etmiştir. Şahin’e göre (2013), “Kayseri’yi Ankara’ya, Sivas’a, Niğde’ye, Mersin ve Adana’ya bağlayan hatların yapımı esnasında birçok Kayserili, amele, usta, yapımcı, Tanyeli, 1998, s. 105. 1938 yılında yürürlüğe giren “3457 sayılı Sınai Müesseselerde ve Maden Ocaklarında Mesleki Kurslar Açılmasına Dair Kanun” ile çırak, kalfa ve ustaların mesleki bilgilerini artırmak için; işletmeler, mesleki kurslar düzenlemekle görevlendirilmişlerdir. 1942 yılında Devlet Demiryolları İşletmesi, Eskişehir’de ilk çırak okulunu açmıştır. “Mesleki Eğitim.” Çıraklık Eğitiminin Tarihi

58 59

98

Gelişimi, http://www.madeniesya. org.tr/?&Bid=347529, [Erişim tarihi 11 Eylül 2014]. 60 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerindendir. Türkiye’nin 10 bin km’lik demiryolu ağının 1250 km’lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiştir. http://www.nuridemirag. com/ [Erişim tarihi 12 Ekim 2016].

Şekil 29. Kayseri tren yolu yapımı ve yapımda çalışan işçiler, 1926 (Şahin, 2003, s. 9).

nakliyeci veya tedarikçi taşeron olarak çalışmış ve böylece Kayserililer yepyeni iş kollarını tanımaya ve modern sektörlere katılmaya başlamıştır. Taş-duvar ustası veya yapımcı taşeron, nakliyeci taşeron, tedarikçi taşeron olarak çalışan bu insanların bazıları da işi öğrendikten sonra müteahhitliğe girişmiştir. Daha sonra da bu insanların bazıları, taşeronluk ve müteahhitlik safhasında elde ettikleri sermaye, görgü, bilgi ve müteşebbislik ruhuyla, Ârif Molu örneğinde olduğu gibi, sanayiciliğe yönelmiştir. Dolayısıyla bu demiryolu hatlarının yapılması, hem Orta Anadolu’da ekonomik hayatın canlanması ve hem de bu hatları yapanların, yeni bir müteahhit, işadamı ve sanayici nesli olarak yetişmesi açısından çok önemli ve kilit bir rol oynamıştır.”61 Kayserili iş adamı Sait Molu da anılarında ailesinin demiryolu müteahhitliğine nasıl başladığını anlatmıştır: “Ankara-Kayseri ve Kayseri-Sivas demiryolu hattının yapılışı esnasında babamların yanında birçok Kayserili amele, Âlim Muhaddis ve Ârif Molu, muhtemelen taşeronluktaki başarının verdiği özgüvenle demiryolu müteahhitliğine başlamışlar, İstanbul’dan getirdikleri Mühendis Ragıp Devres ve birkaç Kayserili sermayedar ile birlikte bir şirket kurmuşlar ve Kayseri-Sivas demiryolu hattı inşaatının önemli bir kısmının müteahhitliğini üstlenmişlerdir. Şahin, 2013, s. 9-10.

61

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma

protokoller genellikle gar, İstasyon Caddesi ve Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleşmiştir (Şekil 30). Yusuf Eken ile yapılan görüşmede63 edinilen bilgiye göre başta Cumhuriyet Bayramı olmak üzere tüm Millî bayram kutlamaları ve kortej yürüyüşleri 1990’lara kadar söz konusu bölge de gerçekleşmiştir (Şekil 31).

Şekil 30. Atatürk’ün Kayseri’ye gelişinde düzenlenen karşılama töreni (1934), (Karakaya, 2006, s. 127).

Şekil 31. Kayseri Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları, 1970’ler İstasyon Caddesi, (Yusuf Eken Arşivi).

usta, yapımcı veya tedarikçi taşeron olarak çalışmış ve böylece Kayserililer yepyeni iş kollarını tanımaya başlamıştır… Bu nedenle, Ankara-Kayseri ve Kayseri-Sivas demiryolu hattı inşaatları, hem Orta-Anadolu’da ekonomik hayatın canlanması ve hem de önce babamların sonra da onların yanında çalışan insanların, yeni bir müteahhit ve iş adamı nesli olarak yetişmesi açısından çok önemli ve kilit bir rol oynamıştır. Yani bu hatların inşaatları Anadolu’daki iktisadi, sosyal ve kültürel değişim ve dönüşümün çok önemli bir adımını oluşturmuştur.”62 Millî Bayramlar, Kutlama ve Karşılamalar: İstasyon ve devamında oluşan İstasyon Caddesi, aynı zamanda ulus-devletin örgütlendiği, kendi mekânsal eylem ve üretimlerini gerçekleştirdiği bir kentsel alan olarak seçilmiştir. Bir devlet büyüğünün (Atatürk’ün Kayseri’ye gelişinde düzenlenen karşılama töreni gibi) ya da sanatçıların karşılanması gibi 62

Şahin, 2013, s. 101-102. İlmiye Berkman’ın anılarına göre: “Ankara-Kayseri demiryolu hattının inşaatını bir Fransız şirketi üstlenmiş, Babam ve eniştesi Alim Bey, bu hattın Beydeğirmeni ile Boğazköprü arasındaki kısmının inşaatını (Kızılırmak üzerindeki demir köprü dahi) bu Fransız şirketinden taşeron olarak almışlar ve başarıyla tamamlamışlar.” Şahin, 2013, s. 95.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Sonuç Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine miras kalan ve Erken Cumhuriyet dönemi politikaları arasında da önemli bir yer tutan demiryolu ağları ve tren istasyonu projeleri pek çok Anadolu kentinde olduğu gibi Kayseri kentinde de kentsel ve toplumsal değişimlere neden olmuştur. Aks üzerindeki anıt(lar), yeşil alanlar, kamu binaları ve konutlar gibi özel mülkiyete ait yapıların ortak özelliği, Cumhuriyet’i ve çağdaşlaşmayı vurgulayan temsilî biçimler olmalarıdır. Kayseri Tren İstasyonu ve çeperlerinde gerçekleşen yeni yapılaşmalarla birlikte güçlenen İstasyon Caddesi, çağdaş yaşam biçimi ve düzeninin kente yayılmasında etkin rol oynamıştır. Demiryolu ve ilgili donatılarının Kayseri kenti üzerinde yaratmış olduğu etkiler, kentsel ölçekte belirgin bir şekilde hissedilirken, toplumsal olarak ta kentlinin modernleşmesinde bir rol model olma görevini üstlenmiştir. Kentsel ölçekte yaşanan değişimler; yeni yolların açılması, yeni konut alanlarının ve tiplerinin tariflenmesi, kamusal yapıların önce İstasyon Caddesi sonrasında Atatürk Caddesinde toplanması ve modern peyzaj düzenlemelerinin getirilmesi şeklinde özetlenebilir. Çaylak İmar Planından da (1933) okunabileceği gibi “yeni şehir” istasyonun varlığı sebebiyle mevcut kent merkezinin kuzeyinde tercih edilmiştir. Toplumsal olarak ta kentlinin modernleşmesinde önemli bir yeri olan İstasyon ve İstasyon Caddesi, ulus-devletin görünürlüğünü ve gücünü yansıtan, eğitim faaliyetlerinden, millî bayram kutlamalarına kadar pek çok sosyo-kültürel eyleme ev sahipliği yapmıştır. Tren istasyonu yapısı ve İstasyon Caddesi tüm donatıları ile birlikte (Vali Konağı, Halkevi, tiyatro vb.) kentin alternatif kamusal merkezi olma özelliğini kazanmıştır. Böylelikle, ulus-devletin ulaşmak istediği hedefleri tek bir aks üzerinde toplayan bir çekim merkezi yaratılmıştır. Salt çevresinde şekillenen modern konutlarıyla değil, o güne kadar çoğunluğu kendi şehrinden çıkmamış kent halkını önce başkente sonra da diğer kentlere bağlayan ve Kayseri halkının çağdaş yaşamla bağlantısının kurulduğu ara yüzler olmuştur. Bu bağlamda İstasyon Caddesi de, sadece bir cadde olmanın ötesinde, Kayseri halkının yeni yerlere/çağdaş kentlere açılan penceresidir. Bu çalışmada, anlatılagelen modernleşme projesinin bir parçası olması hâline ek olarak, bir Orta Anadolu kentinde mekânsal ve toplumsal dönüşümün kent ölçeğindeki serü Yusuf Eken ile 15.03.2017 tarihli görüşme.

63

99


veni anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda Erken Cumhuriyet Dönemi endüstri ve kamu yapılarının incelenmesinde “anlam/bağlam/modernlik” kavramlarıyla analiz edildiğinde o döneme ait değişimin derinliğinin anlaşılmasına olanak sağlamaktadır. Tüm Anadolu kentlerinde Erken cumhuriyet dönemi demiryolu projelerinin üst ölçekte benzer yaşanmışlıklara/değişimlere neden olduğu gerçeği kadar “kente özgü” deneyimlerin de yaşanmış olabileceği savını göz ardı etmemek gerekmektedir. Erken Cumhuriyet dönemi modernite projesinin üst ölçekte aynı olduğu ve uygulama da detaylara inildikçe farklılaşarak “yerelleştiği” bir gerçektir. Örneğin Anadolu kentleri genelinde İstasyon Caddesi istasyon binası ile sonlanırken Kayseri örneğinde demiryolları ve Sümerbank Bez Fabrikası’na ulaşmaktadır. Çünkü İstasyon Caddesi 19.yüzyıldan beri kullanılagelen mevcut bir aksın revize edilerek güçlendirilmiş halidir. Demiryolları 1927 yılında döşenmiş, İstasyon Caddesi 1928 yılında açılmış ve İstasyon Ana Binası 1929 yılında inşa edilmiştir. Bu bilgiler ışığında İstasyon Binasından önce İstasyon Caddesi’nin açılmış olduğu görülmektedir. İstasyon Binasına doğrudan ulaşan Atatürk Caddesi ise Çaylak İmar Planı’nda (1933) kurgulanmış ve 1935 yılında açılmıştır. Kayseri İstasyon yerleşkesi ve İstasyon Caddesi, donatıları ile birlikte, çağdaş yaşam biçimi ve düzenini kente getiren yapılardan biri olmuştur. Kayseri demiryolu ve tren istasyonunun oluşum serüveni ile birlikte, kent merkezinin kuzeye doğru gelişimi ve bu gelişimi örnekleyen İstasyon Caddesi’nin oluşumu ve bunun toplumsal değişimi nasıl ivmelendirdiğinin araştırılması önemlidir. Bu bağlamda bu çalışmanın diğer Anadolu kentlerinde de demiryollarının kente gelişinin kentsel ve mimari gelişimi nasıl etkilediği konusunda yapılacak çalışmalara örnek teşkil etmesi umulmaktadır.

Kaynaklar Arıtan, Ö. (2008) “Modernleşme ve Cumhuriyetin Kamusal Mekân Modelleri”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 342, s. 51. Asiliskender, B., (2008) “Modernleşme Ve Konut; Cumhuriyet’in Sanayi Yatırımları ile Kayseri’de Mekânsal ve Toplumsal Değişim”, Doktora Tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Atmaca, İ. (2009) “Demiryolu Ulaşımının Kentsel Gelişime Olan Etkileri ve Isparta Kenti Örneklemesi”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Başar, M.E. ve Erdoğan, H.A. (2009) “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tren Garları”, S.Ü. Müh.‐Mim. Fak. Dergisi, Cilt 24, s. 3- 41. Batur, A. (1998) “1925-1950 Döneminde Türkiye Mimarlığı”, Ed.: Y. Sey (editör) 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s. 209-234. Bilgin, İ. (1998) “Modernleşme ve Toplumsal Hareketliliğin Yörüngesinde Cumhuriyetin İmarı”, Ed.: Y., Sey (editör) 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s. 255-273. 100

Bilgin, İ. (1996) “Tanzimat’tan Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşmenin Modernleşme Süreci”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 472-490. Çakıroğlu, N. (1952) Kayseri Evleri, İstanbul, İTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları. Çetin, S. ve Haştemoğlu, H.Ş. (2007) “Cumhuriyet’in Isparta’daki Simgesi: İstasyon Caddesi”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 338, s. 6065. Çetin, S. (2008) “Erken Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Demiryolu”, Yapı Dergisi, Sayı 319, s. 62-69. Çıkış, Ş. (2011) “Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi İzmir Konutu: Yerellik ve Melezlik”, METU, JFA, Sayı 2011-2, (28:2): s. 45-61. Doğan, A. E. (2007) Eğreti Kamusallık, İstanbul, İletişim Yayınları. Eravşar, O. (2000) Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri Ticaret Odası, Kayseri. Erem, A.R. (1938) “Cumhuriyet 15- D.D. Yolları 11 Yaşında”, Demiryollar Dergisi (29 Birinci Teşrin 1938), s. 164-165. Erkiletlioğlu, H. (2006) Geniş Kayseri Tarihi, Kayseri, Can Matbaa. Ersel, H., Kuyaş, H., Oktay, A. ve Tuncay, M. (2005) Cumhuriyet Ansiklopedisi, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Holod, R., Evin, A. ve Özkan, S. (2005) Modern Turkish Architecture, Ankara, Published by the Chamber of Architects of Turkey. Işık, G. (2013) “Halkevi Binası”, Kayseri Ansiklopedisi, Cilt 3. s. 8283. Karakaya, N. (2002) Anımsamalar, Kayseri, Erciyes Üniversitesi. Karakaya, N. (2006) Fotoğraflarda Kayseri: 1880–2006, Kayseri, Kayseri Kocasinan Belediyesi Kültür Yayınları. Karatepe, Ş. (1999) Kendini Kuran Şehir, Kayseri, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları. Kılıç, A. (2006) Kayseri Tarih Sanat Kültür, Kayseri, Kayseri Kocasinan Belediyesi Kültür Yayınları, s. 320. Kocatürk, U. (1999) Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 324. Oral, F.S. (2006) “Kayseri’de Modernleşme Sürecinde Kent Konutu Kavramının Gelişimi 1950-1970”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Osmay, S. (1998) “1923’ten Bugünkü Kent Merkezlerinin Dönüşümü”, Ed.: Y. Sey (editör), 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, İstanbul, Türk Tarih Vakfı Yayınları. s. 139-154. Özdin, H. (2009) “Kayseri’de Modern Konut Örneği Olarak Sıra Evler” Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Polat, O.E.E. ve Can, C. (2008) “Modern Mimarlık Mirası Kavramı: Tanım ve Kapsam”, Megaron YTÜ Mim. Fak. E-Dergisi, Cilt 3, Sayı 2. Satan, A. (2007) “Demiryolunun 150 Yıllık Yolculuğu”, Demiryoliş. Gurup Matbaacılık, s. 70. Sönmez, F. (2012) “Kayseri’de Barınma Kültüründe Değişim:1930-1970”, Basılmamış Doktora Tezi, Y.T.Ü., Fen Bilimleri Enstitüsü. Şahin, M. (2013) Toprak Ağalığından Sanayiciliğe, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kayserili Molu Ailesinin Hikâyesi, İstanbul, Dergah Yayınları. Şahin, M. (2013) “Kayseri’de İkinci Büyük Adım”, Bizim Kayseri, Sayı 23, s. 8-10. Tanyeli, U. (1997) “Türk Modernleşmesinin Kentsel Sahnesini Yeniden Düşünmek”, Arredamento Dekorasyon, Sayı 90, s. 81-82. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Kayseri Tren İstasyonu ve Çevresinin Kentin Modernleşme Sürecine Katkısı Üzerine Bir Okuma Tanyeli, U. (1998) “Mekanlar, Projeler, Anlamları”, Ed.: U. Tanyeli (editör) Üç Kuşak Cumhuriyet, İstanbul, Türk Tarih Vakfı Yayınları, s. 105. Tekeli, İ. (1996) Türkiye’de Yaşamda ve Yazında Konut Sorununu Gelişimi, Ankara, ODTÜ Basım İşliği, Konut Araştırmaları Dizisi 2. Tekinsoy, K. (2011) Kayseri’nin İmarı ve Mekansal Gelişimi, Ankara, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları. Tok, Ö. (2014) “Kayseri Hacı Kılıç Camii’ine Tahsis Edilen Hüseyin Bey Vakfı’nın h. 1080-1090 (m. 1670-1680) yıllarına ait muhasebesi”, Turkish Studies- International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/4 Spring 2014, s. 1119-1132. Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, (2011) “Tarihe Düşülen Notlar – 1 Yasama Yılı Açılışlarında Cumhurbaşkanlarının Konuşmaları – 1 (1 Mart 1924 - 14 Aralık 1987)” Yayın Koordinatörü: Rüçhan Akıncıoğlu, Ed.: Hasan Yılmaz (editör), Ankara, TBMM Basımevi. Vural, S. (2014) İstasyon Mahallesi, Demiryolunda Zaman Yolculuğu, İstanbul, Kültür Yayınları. Yücel, A. (2009) “Ana Cadde”, Ed.: P. Derviş. B. Tanju ve U. Tanyeli (editör) İstanbullaşmak: Olgular, Sorunsallar, Metaforlar, İstanbul, Ofset Yapımevi. Yücel, T. (1960) “Demiryollarımızın İstasyon Nüfusuna Etkisi”, Türkiye Coğrafya Dergisi, Sayı 20, s-143-148.

Arşiv Kaynakları Ankara Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları Genel Müdürlük Arşivi. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 030.18.1.2, Yer No: 126.62.5. Bayındırlık Bakanlığı Devlet Demiryolları ve Limanları İşletme Genel Müdürlüğü kayıtları. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 030.1, Yer No: 2.12.1. Çaylak İmar Planı. TCBCA-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-(1933) Kayseri İmar Planına Ait Rapor ve Şehrin Krokisi, Tarih: 7/11/1933, Dosya: 836, Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 81.533..5.3

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Çaylak İmar Planı. TCBCA-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi(1933) Kayseri İmar Planına Ait Rapor ve Şehrin Krokisi, Tarih: 7/11/1933, Dosya: 836, Fon Kodu: 30..10.0.0 Yer No: 81.533..5.4 Demiryol Personeli Yardımlaşma Evler Yapı Kooperatifi. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon Kodu: 030.18.1.2, Yer No: 126.63.14. Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Envanteri, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Arşivi. Kayseri Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Arşivi, 1945. Kocasinan Belediyesi İmar Müdürlüğü, Ruhsat Arşivi.

Gazete Kaynakları “Devlet Demiryolları ve Limanları Kayseri Dördüncü İşletme Müfetteşliğinden”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 16 Mart 1931, s.4. “İstasyon Caddesinin Yaya Kaldırımları Döşeniyor”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 15 Temmuz 1946. Kalaç, A. H. (1946) “Kayseri’nin Bayındırlık Hamleleri”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 11 Kasım 1946. “Kayseri’nin İmar Faaliyetlerine Bir Bakış”, Kayseri Vilayet Gazetesi. 29 Ekim 1933. s.2 “Lig Maçları”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 19 Şubat 1942. Yahyabeyoğlu, A. (1952) “Kooperatifleşmenin Nimetleri”, 11 Ağustos 1952, İstiklal Gazetesi, (Birinci yıl, 3).

İnternet Kaynakları http://www.nuridemirag.com [Erişim tarihi 12 Ekim 2016] http://www.kurtalan.bel.tr/page/show/27-tarihi.html [Erişim tarihi 25 Ekim 2015] http://www.demirspor.org.tr/?q=site-page/tarihce [Erişim tarihi 15 Ekim 2015] http://www.madeniesya.org.tr/?&Bid=347529 [Erişim tarihi 11 Eylül 2014] http://oldkayseri.blogspot.com.tr/2008/05/bir-zamanlarkayseri.html. [Erişim tarihi 8 Mayıs 2017]

101


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):102-116 DOI: 10.5505/megaron.2017.81994

Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi An Examination of the Relationship Between Enclosed Residential Areas, Other Residences, and Public Spaces Meryem Melis CİHAN,1 Müyesser Ebru ERDÖNMEZ DİNÇER2

ÖZ Küreselleşen dünya düzeni, güçlenen neo-liberal politikalar 1970’lerden itibaren farklı zaman aralıklarında dünyanın birçok yerinde sınırlandırılmış/kapalı yerleşmeleri ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme ile artan ulaşım ve iletişim teknolojisinin gelişimi, hızlı nüfus artışının kentteki tehlikeyi ve bu duruma duyulan korkuyu artırması, sosyal ve ekonomik sınıflar arasındaki kutuplaşmanın çoğalması ile birlikte insanlar birbirinden kopuk yaşam biçimlerini benimsemektedir. Bu anlayışın mekansal düzleme yansıması olarak konut yerleşimleri kent içerisinde parçacı, fiziksel keskin sınırları bulunduran kent ile ilişkileri zayıf yerleşimler olarak inşa edilmektedir veya eski yerleşimlerde sonradan oluşturulan sınırlarla bu hale dönüştürülmektedir. Bu haliyle sınırlandırılmış/kapalı yerleşmeler hem sosyal hem de mekansal olarak ayrışmanın, toplumsal kutuplaşmanın göstergelerindendir. Çalışmanın amacı sınırlandırılmış/kapalı yerleşimlerinin farklı bir kurgu ile, kamusal alanlar ile ilişkilerinin artırılması düzenlenmesi yoluyla kente entegre edilip edilemeyeceğini sorgulamaktır. Kamusal alanlar insanların karşılaşabileceği, birbirlerini görüp tanıyabileceği alanlar olduğundan bu kurgu içinde konut ve kamusal alan ilişkisinin iyi irdelenmesi gerekmektedir. Bu alanlar insanların birbirlerine yabancılaşmalarını önleyip kutuplaşmanın azaltılabileceği alanlar olarak düşünülmektedir. Bu şekilde de toplumsal ayrışmanın azaltılabileceği öngörülmektedir. Makalede yapılan literatür çalışması ve alan çalışması sonucunda kamusal alanlarda sosyal ilişkileri kuvvetlendirmek için dikkat edilmesi gereken kriterler ortaya konmaya çalışılmıştır. Konut alanları ve kamusal alanların aralarındaki nasıl bir ilişkinin toplumsal kutuplaşmayı azaltıp sosyal ilişkileri artırabileceği yapılan çalışma ile sorgulanmaktadır. Anahtar sözcükler: Kamusal alan; konut; sınırlandırılmış konut yerleşimleri; sosyal ve mekansal ayrışma.

ABSTRACT Globalized world order and the strengthening of neo-liberal policies since the 1970s contributed to the building of enclosed residential areas in many regions of world. The evolution of transportation and communication technologies with globalization, an increase in crime and fear that accompanied rapid population growth, and the growth of polarization between social and economic classes led many people to choose a more individual, disconnected lifestyle. As a spatial reflection of that understanding, residences are often built with strict boundaries, creating fragmentation in the city and weakening the relationship between residential areas and the city. Some existing areas are enclosed, while others are designed as restricted, gated communities. Spatial and social segregation and polarization grow. This study was an exploration of designing to fostering connections between people, rather than separation, and encouraging more social interaction through public spaces, particularly in residential areas. Keywords: Public space; dwellings; enclosed residential areas; social segregation; spatial fragmentation.

Maltepe Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü, İstanbul 2 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, İstanbul

1

Başvuru tarihi: 22 Ocak 2016 - Kabul tarihi: 19 Kasım 2017 İletişim: Meryem Melis CİHAN. e-posta: meliscihan@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

102

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

Giriş Konut yerleşimleri geçmişten günümüze insanların yaşamlarındaki ekonomik, toplumsal ve teknolojik gelişmeler ile dönüşmüştür. Kentler gibi, insanların en çok vakit geçirdikleri konut alanları da mekânsal olarak farklılaşmış günün koşullarına uyum sağlamak için değişmiştir. Ulaşımın kolaylaşması, hareketin ön plana çıkması ve teknolojinin standartlaşıp kitleselleşmesi 20.yy’da hem kentler için hem konut alanları için bir kırılma noktası olmuştur. Sanayi devrimi sonrası kentin yoğunlaşması, nüfusun hızlı artışı ve kent merkezindeki mekânların yetersiz kalması da toplu konut üretimlerini gerekli kılmıştır. Konut alanları şehir içinde azalan ve azaldığı ölçüde değeri artan yerlerde tekil olarak inşa edilmek yerine, şehir dışındaki düşük arazi fiyatları ve daha geniş alanların kullanılabilmesi olanaklarından dolayı şehir merkezlerinden uzaklaşmıştır. Otomobil kullanımının artması, bu bölgelere ulaşımın kolaylaşması bu yerleşimlerin gelişimini artırmıştır. Şehir merkezi dışında kalan bu bölgeler kendi sosyal donatılarını oluşturmak zorunda kaldığından daha özelleşmiş kendi kendine yetebilme gayesi taşıyan tasarımlarla şekillenmiştir. Bu kırılma, şehirlerin fiziki bünyesinin kenetlenmiş bir bütünlük olma zorunluluğunu ortadan kaldırırken, şehirlerin birbirlerinden kopuk parçalardan oluşmaya başlamasına sebep olmuştur. Şehir, kendini oluşturan parçaların birbirlerine ilişki örüntüleriyle ve hareketle bağlı olmaları yeterli olan, parçaların ayrıca fiziki olarak da birbirlerine değmeleri, kenetlenmeleri, bağlanmaları gerekmeyen bir hal almıştır (Bilgin, 2001). Bu kentsel gelişim sanayi devrimi sonrası kullanıcı sayısının artması ile mekânsal ihtiyaçlara cevap vermekte zorlanan kent merkezinden kaçışa olanak sağlayan bahçe-şehir fikrinde, bu fikrin devamında kentlerle bağlantılı kurulan banliyölerde, İkinci Dünya Savaşı sonrası yetersiz kalan konut stoğunu artırmak için inşa edilen toplu konut projelerinde etkisini göstermektedir. Bu konut alanları ilk olarak orta veya alt gelir gruplarına yönelik yapılmasına rağmen daha sonra üst gelir grubu da bu tür konut alanlarını ter-

cih etmeye başlamıştır. Bu noktada daha az yoğunluklu ve daha çok olanak ve etkinliğin sağlanabildiği konut alanları oluşturulmuştur.

Sınırlandırılmış/Kapalı Konut Alanları Kent merkezi dışında oluşturulan konut alanları, içeride oluşturulan olanakların artması ve dışarıdan oluşabilecek güvenlik problemi söyleminin güçlendirilmesi ile kendi sınırları dışındaki mekânlardan kopuşlarını fiziksel ve psikolojik sınır öğeleri ile iyice keskinleştirmiştir. Bu kentsel alanlar, antik çağlardan bu yana gelen surlar ile çevrili kentler veya gettolar gibi keskin sınırları olan kapalı yerleşimlere benzeyen sınırlandırılmış yerleşimler haline gelmiştir. Sınırların güçlendirilmesi başta mülk değeri ve kulüp olanaklarının korunmasını hedeflese de, daha sonra kent içinde artan suç söylemi güvenliği birincil motivasyon haline getirmiştir. Şehirlerin gittikçe kalabalıklaşması, heterojen yapının artırdığı suç olgusu insanların güvenlik endişelerini artırmaktadır. Sadece suç olgusu değil; trafik, topluluk hissinin eksikliği ve heterojen topluluğun oluşturduğu korku ve yabancılaşma da günümüzdeki kentlerin güvensiz olarak tanımlanmasına neden olmaktadır. Bu ortamda orta-üst ve üst gelir grupları hem ekonomik ve sosyal aidiyetlerini netleştirebilecekleri hem de kentin diğer kesimlerinden ayrışarak görece güvenlikli konutlarda yaşayabilecekleri kapalı siteleri tercih etmektedir (Şekil 1). Günümüzde konutun tüketim nesnesi olarak kullanımı ve kapitalizmin temel işleyişindeki artı ürünün soğurulması için kullanılan ticari araçlardan biri oluşu ile konut sosyo-ekonomik bir öğe olarak da tanımlanmaya başlamıştır. Arz artarken talebi de belirli bir seviyeye çekmek için konut barınma ihtiyacı dışında başka özellikleri kapsayacak şekilde oluşturulmaktadır. Bu durumda konutlar sadece yeni mimari formlarla değil vaat edilen yeni ve farklı yaşam stili sloganlarıyla, prestij ve statü ifade edecek şekilde yenilenen tüketim nesneleri olarak pazarlanmaya başlamıştır.

Şekil 1. Kapalı konut yerleşimlerinin sınır öğeleri ve çevresinde kullanımı zayıflayan sokaklar, İstanbul. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

103


Sosyal - Mekânsal Ayrışma ve Kamusal Alanların Sınırlandırılmış Konut Alanları İle İlişkileri Konut alanları sınırlarını /duvarlarını yükseltirken başka bir kentsel problemi peşinde getirmektedirler. Blakely ve Synder’ın tanımladığı gibi; sınırlandırılmış konut alanları normalde kamusal olan alanlara girişin kısıtlanması ile özelleştiği yerleşimlerdir. Geleneksel konut dokularında konutların arasında kalan ortak kullanımlı kamusal alanlar; bu yerleşimler içinde erişim kısıtlamaları ve özel mülkiyete dönüşmesi gibi sebepler ile kamusal anlamını kaybetmektedir. Bu alanların sadece belli grupların kullanımında olması, bu grupların kamusal alanlar yerine kendi özelleşmiş mekânlarını kullanmayı tercih etmesi ile toplum içindeki sosyal ve mekânsal ayrışma fizikselleşmektedir. Genelde duvarlar veya demir parmaklıklar (hatta bazen dikenli teller) gibi güçlü fiziksel ve görsel sınır öğeleri ile çevrelenirler ve konut sakini olmayanların girişini engellemek için kontrollü girişin tasarlandığı güvenlik önlemlerini bulundururlar. Günümüzde şehir merkezinden şehir dışına, zengin çevrelerden fakir çevrelere kadar çoğu yerde bulunmaktadırlar (Blakely, 1997). Gittikçe daha fazla insanın yaşadığı, çok daha büyük kentsel alanlara yayılan yerleşimler olarak hızlı bir gelişim göstermektedirler. Bu alanlar genelde ekonomik ve toplumsal statüler temelinde homojen topluluk yaratma idealini de taşırlar. Bu türden toplulukların içe kapalı yerleşimler oluşturması, bu yerleşimin dışında kalanların öteki olarak tanımlanmasına, toplum içindeki ayrışmanın mekânsallaşmasına sebebiyet vermektedir. Sosyal ve mekânsal ayrışma karşılıklı olarak işleyen, birbirini devam ettiren süreçlerdir. Ayrışma sadece toplumsal eşitsizliğin basit bir sonucu değil, hem toplumsal hem de mekânsal farklılaşmanın bir ürünüdür. Bu durum, birbirinin farkına varamayan grupların birbirlerine karşı duyarsızlaşması sonucunda toplumsal uzlaşım ve hoşgörünün yitirilerek yabancılaşmanın ve tahammülsüzlüğün geliştiği bir toplumsal ortamın oluşması ve giderek çatışmaya yol açması tehlikesini barındırır (Bilsel, 2009). Sosyo-ekonomik eşitsizliğin artması sonucu ayrışan bu yerleşimler, kente özgü bir durum olan sınıfların kentsel mekânda karşılaşma deneyimlerinin de ortadan kalkmasına neden olmaktadırlar (Dacheux, 2012; Özbek, 2004). Sınırlandırılmış/Kapalı yerleşimler kendi içlerinde bakımlı, daha donanımlı olarak yarı-özel ortak alanları oluşturmaktadırlar. Bu yerleşimlerde yaşayan insanlar zaten ayrıcalık olarak sunulan, genelde yerel yönetimlerin sundukları kamusal alanlardan daha nitelikli olarak oluşturulan bu alanları kullanmaktadır. Bu alanlar içinde yapılan aktiviteler sadece belli bir gruba özel olduğu için tam anlamıyla kamusal özellik göstermemektedir. Nicelik olarak yapılan aktiviteler fazla olsa bile, farklı insanlar ile karşılama olasılığı ortadan kalktığı için kamusal kullanım niteliği zayıftır. Bunun dışında bölgede yaşayanlar kent içinde ve 104

kendi çevrelerinde bulunan kamusal alanları kullanma gereksinimi duymamakta ve bu alanlardan kendilerini geri çekmektedirler. Bu durum çevredeki kamusal alanlar üzerinde olumsuz bir etki oluşturmaktadır. Kullanıcı sayısı azalan kamusal alanlar giderek ıssızlaşmaktadır ve bu durum insanların bu alanları kullanmaktaki tereddüdünü arttırmaktadır. Kent çeperlerinde yeni kurulan, genel kent planlamasının dışında tekil planlamanın ürünü kapalı siteler olarak inşa edilen bölgelerde yerel yönetimler kamusal alanları oluşturmakta yetersiz kalmaktadır. Çevresinde olan sokakları ve varsa oluşturulan kamusal alanları güçlü sınır öğeleri ile kendilerinden ayrıştırırken, sınır öğeleri arasında kalan bölgelerin canlılığını yok edip kentle bağlantısını zayıflatmaktadır. Bunun sonucunda bu alanlar kentteki kullanışsız ve güvensiz boşluklara dönüşmektedir. Bu problemin çözümü için kentsel mekânda karşılaşma deneyimlerini artırabilmeliyiz. Bunun için kamusal alanların konut alanlarında yeniden ele alınması gereklidir. Kamusal alanlar sosyal dokunun oluşumunda, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin gelişiminde önemli yer tutan mekânlardır. Caddeler, parklar ve meydanlar; kültürel farklılıkların bir araya geldiği, kişilerin kendilerini, inançlarını, düşüncelerini birbirlerinden farklı olarak ortaya koydukları ve belki de insanların ilk defa karşılaştıkları, hareketlerin ve düşüncelerin yer aldığı alanlardır. Bu mekânlarda bireyler kendi iç dünyalarından çıkarak kendilerinden farklı ve yeni düşüncelerin varlığını görme olanağına sahiptirler (Webster, 2002). Kamusal alan bireysel farklılıkların bir araya geldiği alandır. Başkaları tarafından “duyulmak ve görülmenin”, özetle kamusal alanda var olmanın anlamı, herkesin farklı bir konumdan görüyor ve duyuyor olmasıdır (Bilsel, 2009). Kamusal alanlar bireyi topluluktan farklılaştıran aynı zamanda bireyin diğerleri ile olan benzerlik ve farklılıklarını ayırt etmeyi öğreten alanlardır (Gökgür, 2008).

Sosyal İlişkileri Geliştirmede Konut- Kamusal Alan Kurgusu Oluşturulacak kamusal alanların amaçlandığı şekilde toplumsal ayrışmayı azaltabilmesi için mekânların tasarımında dikkat edilmesi gereken kriterler bulunmaktadır. Tasarımın kentsel açık alanda gerçekleşebilecek bir takım aktiviteye olanak sağlaması ve sosyal ilişkilerin kurulması için insanları teşvik etmesi beklenmektedir. Bu eylemler gerçekleşirken insanlar arasındaki sosyal etkileşimin gerçekleşebilmesi için ‘Pasif temas’ın oluşması önemlidir (Kuper, 1953). Pasif temas iki insanın plansız karşılaşmaları ile oluşur. Basitçe insanların birbirlerini görmesi ve duyması ile oluşan bu sosyal eylem, iki insana birbirlerinden haberdar olma ve diğerinin yapısını keşfetme şansı verir. Bu karşılaşmaların artması ile birlikte kurulan sosyal iletişim artabilir (Abu-ghazzeh, 1999).Bu nedenle tasarım yapılırken pasif CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

temasın sağlanabileceği, bu karşılaşmaların artırılabileceği tasarımlar ortaya koymak önemlidir. Literatür çalışması sonrasında belirlenen kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz: 1) Erişilebilirlik Erişilebilirlik, sınırlandırılmış/kapalı konut yerleşimlerini ve çevresindeki alanların kamusallığını tanımlamak için önemli bir karşılaştırma kriteridir. Erişim kısıtlamaları mekânların kamusallığını zedelemektedir. Oluşturulan ortak alanlara erişimin küçük bir grupla sınırlandırılması ile aynı bölge içindeki insanların arasındaki iletişim kesilmekte, insanlar birbirlerine yabancılaşmaktadır. Ortak alanların kamusal özellik taşıması, çevredeki herkes için erişilebilir olması; farklı insanlar arasında karşılaşmaların ve sosyal etkileşimin oluşması ve toplum içindeki iletişimin sağlıklı sürebilmesi için gereklidir. 2) Gözetim Olanakları Gözetim olanakları sosyal iletişimi etkileyen kriterlerden biridir. Literatürde Jane Jacobs bu kavramı ‘eyes on the street’ (Jacobs, 2011). sözü ile tanımlamakta, Newman ise ‘defensible space’ (Newman, 1997) tanımı içinde bu kavrama yer vermektedir. Konut sakinlerinin kendi evleri dışındaki kamusal alanı kullanan insanları duyup görebilme şansları, diğer insanların kimlerle iletişim kurmayı tercih ettiklerini gözlemleme olanakları artıkça, insanların kendi çevrelerindeki dış mekânları benimseme ve kullanma ihtimalleri de artmaktadır. Bu durum mekânı kullananlar arasındaki topluluk hissini de olumlu etkilenmektedir. Gözetim olanakları olan yerleşimlerde insanlar kendilerine kötü bir şey olması durumunda müdahale edebilecek insanlar olduğunu bildikleri için belirli derecede güvende hissederler. Ancak bu olanaklar oluşturulurken özel ve kamusal alan sınırları arasındaki dengenin doğru kurulmasına dikkat edilmelidir. Aksi takdirde konut sahiplerinin mahremiyetlerinin zedelenmesi sorunuyla karşılaşılabilir. 3) Mekânsal Organizasyon Kamusal- özel alan ilişkileri: Kamusal mekânlar ve özel mekânlar arasında kademeli bir geçiş önemlidir. Konut bölgelerindeki kamusal mekânların kolay ulaşılır olması insanların ve aktivitelerin özelden kamusala doğru geçişinde kolaylık sağlar. Geçiş bölgeleri şeklinde düzenlenmiş esnek sınırlar tümüyle kamusal ya da özel olmayıp genellikle fiziksel ve psikolojik olarak kişilerin ve aktivitelerin özel ve kamusal arasında, iç ve dış arasında hareketini kolaylaştıran bağlantı görevini görürler (Erdönmez, 2005). Özel ve kamusal mekânlar arasında bu aşamalı geçişteki kavramlar şu şekilde tanımlanabilir: Özel mekân: Özel mekânlar, yapıların içinde veya iç mekânlarla bağlantılı olan alanlarda kullanıcısının kontrolü altında olan mekânlardır. Bu alanların güçlü sınırları ve kendilerine özgü yönetimleri vardır. Bu alanlara erişim kullanıcının isteğiyle kısıtlanmaktadır (Bakan, 1987). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Yarı-özel mekân: Yarı özel mekân, konuta veya başka bir özel mülkiyete bağlı ortak kullanım ihtimalini içeren mekânlar olarak tanımlanabilir. Bu bir ön bahçe olabileceği gibi, giriş kapısı önündeki bir alanda olabilir. O mekâna giren bir kişi kentsel düzenden ayrılmış ve kontrollü bir mekâna geçmiştir. Konuta ait olmasına karşın dışarıdan görülebilir ve gözlenebilir (Bakan, 1987). Yarı-kamusal mekân: Belirli konut grupları için tasarlanan, mekânsal olarak ve psikolojik olarak belli bir kullanıcı grubu için özelleştiği algılanan ama başka insanların girişlerine de bir sınırlama getirmeyen alanlardır. Örneğin; konut grupları içinde tasarlanan, ana yollardan algılanmayan ortak alanlar. Kamusal mekân: Bu alanlar hiçbir kısıtlama olmadan herkesin erişimine açık ortak alanlardır. Yabancı olanla karşılaşılan, sosyal aktivitelerin gerçekleştiği, insanların kent içinde birbirini gözlemleme ve tanıma olanağı bulduğu alanlardır. Kapalı konut yerleşimlerinde özel ve kamusal alanlar arasındaki ilişki çok keskindir. Duvarların ve kapıların dışındaki alanları dışlayan bir yapılanma gösterirler. Kendi içlerindeki ortak alanlar belli bir grup için özelleşen ve katı sınırları bulunduran yarı-özel alanlardır. Bu alanlar genelde dış çevreden daha nitelikli ortak kullanıma uygun mekânlar olarak tasarlanmalarına rağmen sosyal ilişkiler ve kamusal özellikler bakımından zayıf özellikler göstermektedir. Yarı kamusal (semi-public) ve ara bölgeler (buffer zone) oluşturulması: Aşamalı bir geçiş insanların kendi özel alanlarındaki aktivitelerinin bazılarını kamusal alanlara geçirmeleri için yararlıdır. Özel alanların bir geçiş bulundurmadan kamusal alanlar ile bağlanmaları sonucu insanlar kendi kontrollerini aşan bir alanla karşılaştıklarını hissedebilirler. Bu durumda da kamusal alanlardan kendilerini uzak tutarlar. Fakat ara bölgelerin ya da yarı-kamusal alanların oluşturulması ile insanlar kontrollerini kaybettikleri hissini yaşamadan kendi özel alanlarından kamusal alanlara geçiş yapabilmektedir. Bu alanlar, mahremiyet ve bölgesel kontrolü sağlarken konut sakinlerinin kendilerini ifade edebilecekleri ve yaşam biçimlerini gösterebilecekleri yerlerdir. Aynı zamanda aktif iletişim olanaklarının bulunduğu mekânlardır (Abu-ghazzeh, 1999). Ortak alanlar: Yarı kamusal ve kamusal olarak düzenlenen ortak alanlar sosyal etkileşim için birçok olanak sunan mekânlardır. Sosyal etkileşimi artırmak için ortak alanların farklı kullanımlara ve farklı kullanıcılara yönelik esnek tasarımlı olması gerekmektedir. Yerleşim planlarında merkezi konumlanmasının yanı sıra ulaşılabilir oluşu da kullanım sıkılığını ve etkileşim olanağını artırmaktadır (Fromm, 1991; McCammant, 1994). Oluşturulan alanların büyüklüklerinden çok içerisindeki alanların tanımlı olması, farklı kullanıcılara farklı aktiviteleri gerçekleştirebilmek için fırsat yaratabilmesi önemlidir. 105


Aktivite alanlarının tanımsızlaştığı, kullanışsız geniş boşlukların oluştuğu alanlar genelde kamusal kullanım üzerinde negatif bir etki yaratmaktadır. İnsanlar bu tür alanlar üstünde kontrol sağlayamayacaklarını düşündükleri için bu alanları kullanmayıp, bu alanlarda koruma, temiz bırakma vb. ile ilgili sorumlulukta hissetmezler. Bunun yerine daha tanımlı aktiviteleri bulunduran küçük alanların birbiri ile bağlantılı olarak planlanması daha uygundur. Aktivite alanlarının içinden geçen paylaşımlı yollar: Aktivite alanları arasında paylaşılan yollar olması olası sosyal karşılaşmaları artırabilir (Abu-ghazzeh, 1999; Gehl, 2011). Benzer aktiviteleri yapan insanların bu yollar üzerinde karşılaşmalarının tekrarlanması sonucunda aralarındaki aktif iletişim olanağı artmaktadır. Bu yollar aynı zamanda oradan geçen insanlara aktivitelerden haberdar olma ve gözlemleme olanağı sunmaktadır. İnsanların hoşlarına giden aktiviteye katılma, mekânı kullanma ve aktiviteyi yapan insanlarla iletişim kurma ihtimallerini arttırmaktadır. Yaya kullanımını artırmak: Yaya olarak gerçekleştirilen aktiviteler pasif temas olanağını artırmaktadır. Tasarımlarda yaya kullanımını artırmaya yönelik planlamalar yapılması önemlidir. Trafiğin yavaşlatılması, bazı yolların sadece yaya kullanımı için özelleştirilmesi, yürüyerek ulaşılabilecek mesafelerde insanların zorunlu aktivitelerini de gerçekleştirebilecekleri ticari birimler ile fonksiyonel çeşitliliğin sağlanması insanları yaya kullanımına teşvik eden tasarım kararlarıdır. 4) Kamusal Mekânın Kalitesi Tasarlanan kamusal alanın kalitesi bu alanları kullanan insan sayısını artırır ve çeşitli insanları bu mekânı kullanmaya yöneltir. Kamusal mekân kalitesini şu şekilde ölçebiliriz: 1) Sosyallik: Gece kullanımı; sokak yaşamı; kullanan kadın, çocuk ve yaşlı oranı; sosyal ağlar gibi ölçütlerle mekân kullanımı değerlendirilmektedir. Mekânın farklılıklara açık, davetkâr olması beklenmektedir. 2) Kullanım ve aktiviteler: Sürdürülebilir, kullanışlı, aktif, eğlenceli ve çeşitli aktivitelerin iyi tanımlandığı alanlar oluşturulmalıdır. 3) Ulaşım ve bağlantılar: Devamlılığı olan birbiriyle ve çevresindeki yapılarla bağlantı kuran, insan ölçeğinden okunabilen, herkes için erişilebilir olan, yaya kullanımına öncelik veren mekânlar yaratılmalıdır. 4) Konfor ve görünüm: Güvenli, temiz alanları, yeşil alanları, oturma alanlarını, gerektiğinde güneşten ve rüzgârdan korunan alanları içeren çekici alanlar olmalıdır (http://www.pps.org/reference/grplacefeat/).

Çalışma Alanın Tanımlanması ve Metodoloji Alan çalışması için seçilen Ataköy semti 1950-60 döneminde 60-70 bin kişilik bir uydu kent olarak planlanmıştır. 106

Türkiye’nin ilk toplu konut projelerinden biri olan yerleşim, kentsel dış mekânların düzenlemesi, yaya- taşıt ilişkisi, çoğunlukla az yoğunluklu konutları, farklı konut tipleri ile birlikte genelde planlı bir gelişim göstermiştir. Yapılan alan çalışması teorik kısımda ortaya konan nitelikli kamusal alan kurallarının farklı erişilebilirlik sınırlamaları olan bölgelerde ne derece etkili olduğunu ölçmeyi hedeflemektedir. Bu çalışma için İstanbul’un Ataköy semtinde erişilebilirlik derecelerine ve kamusal alan- özel alan ilişkilerine göre 5 bölge seçilmiştir. Bölgedeki konut alanları etap etap inşa edildiğinden süreç içerisinde erişime açık alanlardan katı şekilde erişimi sınırlandırılmış konut alanlarına doğru aşamalı bir geçiş vardır. Bu durumda konut- kamusal alan ilişkisinin süreç içindeki değişimi gözlemlenebilmektedir. Değerlendirme bölge sakinleri ile yapılan görüşmelerin, yerinde yapılan gözlemlerin, demografik verilerin ve mekanın fiziksel özelliklerinin birlikte olarak incelenmesi ile yapılmıştır. Yapılan gözlemler sonucu elde edilen veriler üzerinden kullanıcı sayılarının ve etkinliklerin karşılaştırılması yapılmıştır. Bölgelerde orada sürekli bulunan güvenlik görevlileri (1. bölge sınırlandırmış bir alan içermediği için güvenlik görevlisi olmadığından o bölge hariç) ve bölgelerin içinde bulunduğu mahalle muhtarı ile görüşülmüş, bölge sakinlerinin birkaçıyla kısa görüşmeler yapılmıştır; mevcut kullanıcı profili, açık mekânların ne amaç ve sıklıkla kullanıldığı sorulmuştur. Beşinci bölgeye girilmesinin izinlere bağlı olması çalışmanın kısıtlılıklarından biridir. Bu bölge içerisine giriş bir görevli eşliğinde kısa süreli ve fotoğraf çekilmesine izin verilmeyen bir şekilde olmuştur. Bu neden-

Erişimin sadece araçlara kısıtlandığı yerleşim Erişimin kısıtlandığı yerleşim Erişimin katı bir şekilde kısıtlandığı yerleşim Erişimin kısıtlanmadığı yerleşim

Şekil 2. Erişilebilirlik haritası. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

Kamusal alan

Şekil 4. Bölge ortak alanların kamusallık derecesinin analizi.

Kamusal alan Yarı-kamusal alan Yarı-özel alan

Şekil 3. Mekansal hiyerarşi haritası.

le burası ile ilgili kullanıcı sayısına ve uzun süreli gözleme dayalı olan etkinlik çeşitleri ve yoğunluklarına dair veriler eksiktir (Şekil 2, 3). 1. bölge (5 kısım): Yapımına 1975’te başlanan bu kısım seçilen bölgeler içinde ilk yapılan konut yerleşimidir. Bölgenin ilk inşa edilen kısmı 3-4 katlı nüfus yoğunluğu düşük bir alan olarak tasarlanmıştır. Bölgenin çeperinde daha sonra inşa edilen bloklar 7 katlı, 10 katlı ve 15 katlı binalardır. Görüşme verilerine göre; bölge kullanıcıları genelde üniversite ve lise mezunudur ve orta, orta-üst gelir seviyesindedirler. Genelde ailelerin tercih ettiği bölgede ortalama hane büyüklüğü 3-4 kişiliktir (Tunbiş, 2002) (Şekil 4, 5). Bu bölgedeki yerleşimlerde yapı adalarının bütününü çevreleyen bir sınır elemanı bulunmamaktadır. Her konut kendi arka ve ön bahçelerini sınırlandırmıştır. Bu anlamda özel ve kamusal alan arasındaki belirsizlik ortadan kaldırılırken, erişim için katı bir sınırlama getirilmemiştir. Genelde ön bahçeler alçak çalılarla veya alçak çitlerle sınırlandırılırken, bazıları kapı kullanmayı bazıları açık bırakmayı tercih etmiştir. Arka bahçeler ise daha özel bir mekânı tanımladığından daha yüksek çit ve ağaçlar ile genelde görsel iletişimi de azaltacak şekilde sınırlandırılmıştır. Sıra evler olarak tasarlanan bu bölüm kendi otoparklarını iki paralel sıra içinde çözümlemiş ana yoldan uzaklaşarak çocukların oynayabileceği insanların rahatça yürüyebileceği araç trafiğinin minimuma indirildiği alanları yaratmıştır. Konut blokları arasında sadece yayaya açık kestirme yollar konulmuştur. Sonradan eklenen yüksek katlı blokların kapılarında güvenlik bulunmaktadır ama tekil bina ölçeğinde kaldığından güvenlikli site özelliği göstermemektedir (Şekil 6). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 5. 1. bölge araç ve yaya yolu analizi.

Yerleşimin tam orta kısmında ticari birimler konumlandırılmıştır. Bu birimlere konutlardan ve yoldan ulaşım yaya olarak yapılabilmektedir. Bakkal, manav, banka ve yemek yerleri olarak planlanan bu bölgenin kullanım oranı yüksektir. İnsanlar vakit geçirmek için bu alanları ve birimler arasında tasarlanan bağımsız oturma birimlerini kullanmaktadır. İnsanların birbirleri ile selamlaştıkları, özellikle esnafın konut sakinlerini tanıdığı gözlenmiştir. Bölge kullanıcılar tarafından komşuluk ilişkilerinin iyi olduğu sakin bir yerleşim olarak tanımlanmaktadır. Bölgede bulunan Atilla İlhan Parkının bisiklet kullanımı içinde olanak sağlayabilen ağaçlar arasında yürüyüş patikaları bulundurmaktadır. Oturma birimleri ve ağaçların sağladığı gölge unsuru mekânda farklı aktivitelere olanak sağlamaktadır. Bölgede küçük bir kaç oyun parkı olmasına rağmen çocuklar genelde yerleşim alanı içinde bulunan ortaokulun bahçesini oyun alanı olarak kullanmaktadır (Şekil 7, 8). 2. bölge (Doğu 7. ve 8. kısım): İnşaatına 1988’de başlanan 7. ve 8. kısım farklı erişim özelliklerini barındırdığı için çalışma içinde iki bölgeye ayrılarak incelenecektir. Görüşmelerde şu bilgiler verilmiştir: Bu bölgedeki kullanıcıların çoğunluğu üniversite mezunudur. Genelde birçoğu emekli ve uzun süredir bu bölgede oturmaktadır. Bölgeye aidiyet duyulmaktadır, evden ayrılan yetişkin çocuklarda bu böl107


Şekil 6. 1. bölgedeki özel ve kamusal alanların sınırlarının tanımlanışı.

gede oturmayı seçmektedir. Genelde ailelerin tercih ettiği bir alandır. Oturanlar çok sakin ve güvenli bir çevre isteği ile burayı tercih etmektedir. İnsanlar genelde komşularını tanıdıklarını ve selamlaştıklarını ifade etmişlerdir (Şekil 9, 10). Yerleşmede temel dokuyu sokaklar, avlular ve küçük meydancıklar oluşturmaktadır. Sokak ve meydanları tanımlayan konut yapılarının diğer yüzleri yarı ortak yeşil alanlara bakmakta, böylece özelden başlayarak yarı-kamusal mekânlara ulaşan aşamalı bir geçiş oluşmaktadır. Bölge çevresi sınırlayıcı öğeler ile çevrilmesine rağmen, gündüz yaya girişlerinde bir kısıtlama bulunmamaktadır.

Gece 9’dan sonra dış kapılar kapatılmakta ve kontrol noktalarında güvenlik görevlileri bulunmaktadır. Bölgenin çitler ve peyzaj öğeleriyle çevrelenmesi ile araç trafiği kısıtlanmıştır. Otopark çözümleri yer altında çözümlenerek hem araçların park sorunu çözümlenmiş, hem de büyük alanlar içerisinde sadece yayaya özel yol kullanımı sağlanabilmiştir. İnsanların aktivitelerini yaya olarak gerçekleştirmesi için teşvik edilmesi pasif temas ve sosyal etkileşim olanağını artırmaktadır. Konut bloklarının giriş katlarında bulunan bakkal, kuaför ve yemek yerleri gibi bazı ticari birimler insanların zorunlu aktivitelerini de yürüyerek gerçekleştirebilme fırsatı sağlayarak yaya kullanımını artırmaktadır.

Şekil 7. 1. bölgedeki ortak alanlar.

Şekil 8. 1. bölgedeki okul alanı ve yaya için kestirme yollar. 108

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

Şekil 11. 2. bölge sınırlayıcı elemanlar ve yayalaştırılmış sokaklar.

Kamusal alan

Yarı-kamusal alan

Şekil 9. 2. bölge ortak alanların kamusallık derecesinin analizi.

Şekil 12. 2. bölgede yaya-araç trafiğinin ifadesi (perspektif: Yılmaz Erpi [Gehl, 2011]).

Araç yolu Yaya yolu

Şekil 10. 2. bölge araç ve yaya yolu analizi.

Bu bölgedeki ticari birimler sadece bölge sakinlerini değil dışarıdan gelen insanları da bu bölgeye çekmektedir (Şekil 11, 12). Konut bloklarının iç avluları yeşil alanlara, çocuk oyun alanlarına, spor alanlarına, oturma birimlerine yer verecek şekilde düzenlenmiştir. Bu şekilde farklı aktivitelere olanak CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

sağlayarak kullanım potansiyelini arttırmaktadır. Bu alanlara erişim binaların giriş kotunda oluşturulan yarı açık geçitlerle sağlanmıştır. Konutların balkonları iç avluya baktırılarak hem bir anlamda mahremiyet sağlanmış, hem de oluşturulan yarı kamusal alanları gözlemleme şansı oluşturulmuştur (Şekil 13). Bloklar arasındaki yolları çevre sitelerde yaşayan insanlarda kısa yol olarak kullanabilmektedir. Bu sayede farklı konut yerleşimleri arasında da pasif temas fırsatı yakalanabilmektedir. 3. bölge (Batı 7. ve 8. kısım): 7. ve 8. kısım aynı tarihlerde inşa edilmelerine rağmen erişim farklılıkları nedeniyle iki farklı bölge olarak ele alınmıştır. Bu bölgedeki kullanıcı profili 2. bölgeye çok benzemektedir (Şekil 14, 15). 3. bölge kapısında güvenliği olan, araçlar ve yayaların kontrolden geçerek giriş yapabildiği iki siteden oluşan bir bölgedir. Sitelerin çevre sınırlarına yakın yerlerde otopark alanları ve yeşil alanlar konumlandırılmıştır. Ortasında oluşturulan yollarda araç trafiği engellenmiştir fakat bu yollar yetersiz kalarak yaya kullanımını ve sosyal karşılaşmaları cesaretlendirecek şekilde çözümlenememiştir. Çevresi çitler ve peyzaj öğeleri ile kapatılmıştır. Girişler güvenlik görevlilerinin bulunduğu kapılardan kontrollü olarak yapıl109


Şekil 13. 2. bölge iç avlularda oluşturulan yarı-özel alanlar ve geçiş için kullanılan yarı açık koridorlar.

Kamusal alan

Yarı-özel alan

Şekil 14. 3. bölge ortak alanların kamusallık derecesinin analizi.

Araç yolu Yaya yolu

Şekil 15. 3. bölge araç ve yaya yolu analizi.

maktadır. İçerde bulunan alanlar sadece konut sahiplerine açıktır. Güvenlik birimlerinin kapı önünde duruşu, “misafir girişleri güvenlik kulübesindendir” gibi tabelalar içeri girilmez algısını psikolojik olarak da kuvvetlendirmektedir. 110

Genelde site içindeki parçalanmış ve çok tanımlı olmayan yarı-özel ortak alanlar çok kullanılmamaktadır. Bu yarı özel alanların kullanımı sadece orada oturan insanlarla kısıtlı olduğundan başka insanlarla iletişim olanağı çok düşüktür. Aynı zamanda açık alanların kullanışlı olmaması diğer konut sakinleri ile karşılaşma ihtimalini de düşürmektedir. Genelde çocuklar basketbol sahası ve futbol sahasını kullanmaktadır. Oturanlardan çalışan kesim dış mekânları kullanmak yerine yemek yerleri, market gibi ticari birimleri daha çok kullandıklarını ve kalan zamanlarını evlerinde geçirmeyi tercih ettiklerini dile getirmektedir. Gündüz vakti yaşı küçük çocukların bakıcıları ile oyun alanlarına geldiği ama bu kullanımın da çok kısıtlı olduğu belirtilmiştir (Şekil 16). Bu bölgenin güneybatısında belediyeye ait kamusal bir alan bulunmaktadır. Bu alan çevredeki farklı yerleşimlerden insanların kullanabileceği spor alanlarını, peyzaj düzenlemesini ve oturma birimlerini içermektedir. Önünde yayaların kullanımı için düzenlenen kaldırım yürüyüş yolu olarak kullanılmaktadır. Gözlemlenen açık alanlar içerisinde en yüksek kullanım oranına sahip alandır. Bu alanda yapılan aktivitenin spor olması ve bu aktivitenin düzenli yapılabilirliği nedeniyle tekrarlanan karşılaşmalar ihtimali yüksektir ve bu durum insanların arasındaki sosyal ilişkinin artmasını sağlayabilir. Yetişkinler bu kamusal alanı kullanmayı tercih ederken, çocukların derece daha güvenli olan ama sokakla görsel ilişkisinin de kesilmediği site içindeki çitlerle çevrili basket alanını kullandığı gözlenmiştir. 4. bölge (11. kısım): Bu kısım 1990’larda yapılmaya başlanan en son tasarlanan etaplardan biridir. Bu kesimde oturan nüfusun da büyük kısmı üniversite mezunudur. Farklı meslek gruplarından gelen kullanıcıları var. Burada yaş ortalaması daha düşüktür(genelde 35-55 yaş aralığı). Çalışanlar ve aileler daha çok tercih etmektedir (Şekil 17, 18). Bu bölge 2. bölge ile benzer özellikler göstermektedir. Çevresi çitler ile sınırlandırılmış fakat girişlere bir kısıtlama getirilmemiştir. Araç trafiği belli yerlerde kısıtlanmış, bölge içinde trafik yavaşlatılmıştır. Yaya yürüyüşünü teşvik eden CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

Şekil 16. 3. bölge yerleşimleri sınırlandıran elemanlar ve ortak alanlar.

Araç yolu Yarı-kamusal alan

Yaya yolu

Şekil 17. 4. bölge ortak alanların kamusallık derecesinin analizi.

Şekil 18. 4. bölge araç ve yaya yolu analizi.

bir planlama ortaya konmuştur. Bu bölge U şeklinde kümelenen konut bloklarından oluşmaktadır. Bu konut bloklarının ortasında planlanan alan kamusal özellikler gösteren ama daha çok konut bölgesindeki kullanıcıların kullandığı yarı-kamusal bir alandır (Şekil 20). Bu alan 3 farklı aktivite için farklılaşmış birbiriyle ilişkili ortak alanlar olarak planlanmıştır. Çocuk parkı ve oturma birimleri, basketbol sahası ve amfi şekilde yarım daire bir oturma alanından oluşmaktadır. Genelde çocuklu aileler iş çıkışı veya hafta sonları açık ortak alanları sıklıkla kullanmaktadır (Şekil 19). Kullanım olarak farklı olanakları bir arada sunması, aktivite alanlarının tanımlı olması ile çokça kullanılan bir

alan oluşturulmuştur. Aynı zamanda bölgede oturan nüfusun görece daha genç oluşunun ve aktivitelerin kullanıcı kitlesine uygun oluşu da açık alan kullanımını etkilemektedir. 5. bölge (Ataköy Konakları): Bu bölge 2005-2007 yılları arasında ‘Ataköy Konakları’ adı ile inşa edilen kapalı sitenin yerleştiği alandır. Görüşmelerde kullanıcı profili şu şekilde belirtilmiştir: Bu bölgede genelde üniversite mezunlarından oluşmaktadır. Büyük şirketlerde yönetici statüsünde çalışan insanlar, ticaretle ilgilenen meslekler ağırlıklı olarak görülmektedir. Genelde aileler tercih etmektedir. Bölge üst gelir grubuna hitap etmektedir (Şekil 20, 21).

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

111


Şekil 19. 4. bölge ortak alanlar.

İçeri girişler katı bir güvenlikle ile kısıtlanmış; yüksek duvar, çit ve ağaçlarla çevrelenmiştir. Aynı zamanda çevresindeki otoyolla da Ataköy’deki diğer yerleşimlerden ayrılmaktadır. Buradaki ortak alanlara ve konut özel alanlarına girişler tek bir kapıdan kontrollü olarak sağlanmaktadır. Kendi içinde çocuk park alanları, spor aktiviteleri için çeşitli açık alan düzenlemeleri bulunmaktadır. Bu alanlar ortak alan olarak kamusal özellik taşımalarına rağmen, kısıtlı erişilebilirliklerinden dolayı yarı-özel alanlardır. Bölge içinde caddelerin bir kısmı araç trafiğine kapalıdır. Araç trafiğine açık olan kısımda ise hem kullanıcı yoğunluğunun az olması hem de sokakların geniş tutulması ile yavaş bir trafik öngörülmektedir. Binaların gridal bir şekilde konumlandığı, benzer konut birimleri içinde bulunan aynı aktivite alanlarının birbirini takip ettiği bir doku vardır. Konut bi-

rimleri içinde çocuk oyun alanları, su öğesi ve yeşil alanlar bulunmaktadır. Oturma birimlerinin çok az tasarlanması gölge oluşturacak öğelerin tasarlanmaması bu alanlarda insanların uzun vakit geçirme ihtimallerini azaltmaktadır (Şekil 22). Farklı spor aktiviteleri için tasarlanan sahalar ve yüzme havuzu konut alanın sınırına yerleştirilmiştir. Gürültü ihtimalinden dolayı böyle bir karar verilmiş olabilir. Ancak farklı aktiviteler konut alanları içine dağıtılsaydı konut alanları içindeki açık alanlar daha aktif kullanılabilirdi. Bu durum kendi içinde bir çelişkiyi oluşturmaktadır. Kapalı sitelerin ortaya çıkış sebeplerinden biri bireyselleşmedir. Bu bireyselleşmenin sonucunda insanlardaki mahremiyet isteği artarken dış dünyayla iletişim minimum düzeylere inmektedir. Sosyal iletişimi destekleyebilecek bu öneri ise istenen mahremiyet seviyesini zedelemektedir. Normalde güvenlik hissi için tercih edilen gözetim kavramı da bu nok-

Araç yolu Yaya yolu

Yarı-özel alan

Şekil 20. 5. bölge ortak alanların kamusallık derecesinin analizi. 112

Şekil 21. 5. bölge araç ve yaya yolu analizi. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

Şekil 22. 5. bölge siteyi sınırlayan elemanlar ve site içerisindeki ortak mekanlar (5. bölgede fotoğraf çekimine izin verilmediğinden Yandex haritalar’dan alınmıştır.)

tada anlamsızlaşmakta, tercih edilen mahremiyete dışarıdan müdahale etmeyecek güvenlik sistemleri(kameralar, güvenlik görevlileri) yeğlenmektedir. Bu yüzden aktivite alanları olabildiğince konut alanlarından uzaklaştırılmaktadır.

Bölgelerin aktivite oranları şu şekilde yorumlanmaktadır: 1. bölge: Bu bölgede genelde orta kısımda konumlandırılan ticaret ve yemek birimlerinin bahçesindeki alanlar kullanıldığından oturma, sohbet ve yemek yeme oranı yüksektir. En çok yapılan ikinci aktivite ise çocukların gerçekleştirdiği oyun oynamadır. Bu bölgedeki açık alanlar genelde otopark olarak kullanılmaktadır. Yeşil alan olarak bırakılan çoğu yerde tanımlı bir aktivite olmaması sebebiyle kamusal kullanım düşüktür. 2. bölge: Kullanıcıların çoğunluğunu oyun oynayan çocuklar ve onlara refakat eden yetişkinler oluşturmaktadır. Bölgede aktivite alanlarının daha tanımlı olması ve farklı etkinliklere olanak sağlaması sayesinde yapılan aktivite sayısı artmaktadır. Yaşı büyük olan kullanıcılar için alternati-

Alan Çalışmasının Sonuçları Bölgelerdeki açık alanlarda yapılan farklı aktivite sayısı ve kullanıcıların tercihlerine bakıldığı zaman bu oranların bölgeden bölgeye değiştiği gözlenmiştir. Açık alanlar içinde aktivite alanlarının çevreyle ilişkilerine, kullanılan donatılar ve tasarım kalitesine göre yapılan aktiviteler değişiklik göstermektedir. Farklı aktivitelere olanak verecek esneklikte olan ortak alanların, o çevrede yaşayan farklı daha fazla insanın kullanımına olanak sağladığı gözlemlenmiştir (Şekil 23). 1. Bölge

4%

2. Bölge

Oyun alanındaki çocuklarına refakat eder yetişkinler Oyun oynayan çocuk Köpek gezdiren

20%

24%

Yürüyüş yapan Spor yapan

3. Bölge

15%

7%

15%

7%

37%

38%

Spor yapan

Oturma/sohbet etme

Oturma/sohbet etme

Piknik yapma

Piknik yapma

4. Bölge

Oyun alanındaki çocuklarına refakat eder yetişkinler Oyun oynayan çocuk Köpek gezdiren

11%

Spor yapan Oturma/sohbet etme

Yürüyüş yapan 47%

4% 2%

Piknik yapma

Oyun alanındaki çocuklarına refakat eder yetişkinler Oyun oynayan çocuk Köpek gezdiren

17%

19%

Yürüyüş yapan

26%

Köpek gezdiren Yürüyüş yapan

3% 7%

16%

60%

21%

Oyun alanındaki çocuklarına refakat eder yetişkinler Oyun oynayan çocuk

Spor yapan Oturma/sohbet etme Piknik yapma

Şekil 23. Bölgelerin aktivite çeşitleri ve yoğunlukları grafiği. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

113


fin az oluşunun kullanımı düşürmesi (kullanıcıların genelinin emekli olmasından dolayı) ise bir eksiklik olarak tespit edilmiştir. 3. bölge: Site içerisindeki aktiviteler genelde çocuk kullanıcıların basket ve futbol sahalarını kullanımını kapsamaktadır. Bu da açık alanlarda yoğun yapılan üçüncü aktiviteyi oluşturmaktadır. Bölgede belediye tarafından düzenlenen kamusal alan ve önündeki yürüyüşe uygun geniş ve uzun yaya yolu sıklıkla kullanılmaktadır. Bu alanlar en çok yürüyüş ve spora uygun olduğundan en yoğun yapılan aktiviteler bunlardır. 4. bölge: Bölge açık alan kullanımının en yüksek olduğu bölgedir. Oyun oynayan çocuklar ve onlar ile birlikte gelen yetişkinler yoğunluktadır. Yetişkinler oradaki vaktini aynı zamanda sohbet ederek ve piknik yaparak değerlendirmektedir. Bu aktiviteler sosyal ilişkileri geliştiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. İnsanların ortak bir nokta (çocuklar) üzerinden tanışmaları ve sosyal iletişim kurmaları kolaylaşmaktadır. 5. bölge: Bölge içerisine uzun süreli giriş yapılamadığından yapılan aktiviteler ve kullanıcı sayıları verileri elde edilememiştir. Literatür çalışmasında ortaya konan kamusal alan kriterleri üzerinden seçilen bölgenin değerlendirmesi Tablo 1’de ortaya konmuştur. Bölgelerin gözetim olanakları açısından yeterli özellikleri gösterdiği tespit edilmiştir. Seçilen bölgelerde ‘farklı aktivitelere olanak sağlayan tanımlı ortak alanların oluşturulması’ konusunda en büyük eksikliğin oluştuğu fark edilmektedir. Diğerlerine göre daha fazla etkinlik oluşturulan 2. ve 4. bölgelerde bile bazı kullanıcıların (yaşlıların) açık ortak

alanları kullanmaları için yeterli aktivite alanının olmadığı tespit edilmiştir. Farklı yaş grupları ve farklı alışkanlıkları olan insanları kamusal kullanıma teşvik eden tanımlı ve esnek olarak farklı aktivitelere alan sağlayabilecek düzenlemeler önem kazanmaktadır. Kamusaldan özele kademeli geçiş (derecelendirilmiş kamusallık) ve yarı-kamusal alanların oluşturulması sağlanamadığı zaman insanların ortak alanları kullanımını azalmaktadır. Konut alanlarının kamusal alanlarla ilişkilerinde yarı- kamusal alanların özellikle çocukların kullanımında önem kazandığı gözlenmiştir. Çocuklar ve ebeveynleri dış mekândaki aktiviteler için daha güvende hissedebilecekleri mekânları tercih etmektedir (örneğin; 1. bölgede okul bahçesi, 3. bölgede site içerisinde kalan oyun alanları). Aktivite alanlarının içinden geçen paylaşımlı yollar 2. Bölgede tasarlanmasına rağmen aktivite alanları daha özelleşmiş ve konut blokları arasında biraz daha gizli bir halde bulunduğu için kullanım oranı düşüktür. Daha kamusal kullanımlı olan konut bloklarını bağlayan yollar kullanılmaktadır. Bu durum aktivite alanlarının kullanımını düşürmektedir. Bölge içerisindeki bağlantı yolları ise olumlu bir özelliği olarak göze çarpmaktadır. Araç trafiğinin azaltılmasının her zaman olumlu bir etkiyi peşinden getiremediği gözlemlenmiştir. Yaya kullanımının artması sosyal karşılaşmaları artırmak için önemlidir. Fakat bu karşılaşmaların sosyal bir iletişime dönüşebilmesi için araç trafiğinin azaltıldığı alanların kamusal aktiviteler içinde elverişli olması gerektiği 1. bölgede gözlemlenmiştir. Trafiğin yavaşlatıldığı noktalar otopark olarak kullanıldığından bu noktada sürekli yapılabilecek kamusal aktiviteler mümkün olmamaktadır. Araç trafiğinin azaltılmasının ye-

Tablo 1. Sosyal etkileşimi artırmak için kamusal alan tasarım kriterleri Kriterler

1. bölge

2. bölge

3. bölge

4 bölge

5. bölge

Gözlenebilir giriş ve sokaklar + + + + + Ortak alanların gözlenebilir olması + + + + + Yarı kamusal alanların oluşturulması + + – + – Derecelendirilmiş kamusallık + + – + – Farklı aktivitelere olanak sağlayan tanımlı ortak alanların oluşturulması – + – + – Aktivite alanlarının içinden geçen paylaşımlı yollar – + – + + Araç trafiğinin azaltılması veya kısıtlanması + + + + + Yürüyüş mesafesinde birbirine yakın konutlar, dükkanlar ve servis birimlerinin konumlandırılması + + – – – Bağlantılı yollar + + – + – Erişilebilirlik Araç girişi ve Araç girişi Araç girişi Araç girişi Araç girişi yaya geçişleri kısıtlanmış, kısıtlanmış, kısıtlanmış, ve yaya kısıtlanmamış yaya geçişleri yaya geçişleri yaya geçişleri geçişleri düşük düzeyde kontrollü düşük düzeyde katı bir şekilde kontrollü kontrollü kısıtlanmış

114

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Sınırlandırılmış Konut Alanları Üzerinden Konut-Kamusal Alan İlişkilerinin Yeniden İrdelenmesi

terli etki gösteremediği diğer bölge ise 5. bölgedir. Ortak alanların her 2-3 konut bloğunda bir tekrarlanması zaten erişim kısıtlılığından dolayı az olan kullanıcı sayısını daha da azaltmaktadır. İnsanların zorunlu ihtiyaçlarını giderebilecekleri dükkânlar ve servis birimlerinin yürüyüş mesafesine konumlanmasının sosyal karşılaşmaları artırdığı 1. ve 2. bölgede gözlemlenmiştir. Bölgelerin erişim kısıtlaması olmadığından bu birimlerin yakın bölgelerdeki konut alanlarından da kullanılması ile kullanıcı sayısının artışına bağlı olarak karşılaşmalarında arttığı fark edilmiştir. 1. bölge ortak alanlarda kısıtlayıcı sınır öğeleri bulundurmamaktadır. Fakat bu bölgede aktivite alanları kullanıcıya uygun ve nitelikli tasarlanmadığından, genelde ticari birimlerin açık alanları sosyal iletişimin en yoğun olduğu alanlar olarak ortaya çıkmıştır. 2. ve 4. bölgelerde erişime kapalı olmayan ama kamusalözel alan arasındaki geçişlerin aşamalı olarak tasarlandığı alanlarda sosyal ilişkilerin daha yoğun olduğu gözlenmiştir. Bu şekilde oluşturulan aşamalı geçiş ve gözetim olanakları konut alanlarında güvenlik hissinin sağlanmasına da yardımcı olmaktadır. 3. bölgede erişimin kısıtlı olduğu sitelerin ortak kullanabildikleri site sınırları dışarısında oluşturulan kamusal alan çevredeki birçok konut sakinin karşılaşabileceği, sosyal ilişkiler geliştirebilecekleri olumlu bir planlama örneği olarak gözlemlenmiştir. Erişimin katı bir şekilde kısıtlandığı 5. bölgede insanların semt halkı ile aralarındaki ilişkinin kesildiği tespit edilmiştir. Bu alanlarda sosyal etkileşim olanakları diğer yerleşimlere göre daha düşüktür çünkü kendi sınırları içinde oluşturdukları yarı özel ortak alanlar farklı insanlarla karşılaşma olanağını yok etmektedir. Bu bölgede yaşayanlar kendilerini dış çevreden sınırlayıcı elemanlar yardımıyla fiziksel olarak soyutlarken, sosyal olarak da iletişime geçmeyerek yabancılaşmayı artırmaktadır. Tasarım sürecinde çevresinden kopuk sadece konut sahiplerinin yararlanabileceği ayrıcalıklar oluşturmak için planlanan bu yerleşimler kentsel bütünlüğü bozmaktadır.

Sonuç Kent içinde bir yandan eski konut alanları sınırlarını demir parmaklı çitler ve duvarlar yardımıyla sınırlarken, diğer yandan yeni üretilen konut alanları tasarım aşamasından itibaren kapalı, sınırları çevrelenmiş olarak planlanmaktadır. Farklı gelir grupları için tasarlanan bu konut alanları genelde üst ve üst-orta gelir sınıfına hitap etmektedir. Bu konut yerleşimleri hem mülk değerini korumak hem de bir prestij öğesi olarak konut alanlarını dönüştürmek için çokça tercih edilen kentsel bir form haline gelmiştir. Dünya metropollerindeki artan güvenlik sorunu argümanı da bu tür yapılanmaları meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Bu tür konut yerleşimleri oluşturduğu fiziksel ve psikolojik sınırlar ile kendisini içinde bulunduğu çevreden soyutlamaktadır. Bunun yanı sıra normalde kamusal olması gereken sokakları ve ortak alanları sadece belli bir grubun erişimine açması sebebiyle özelleştirmektedir. Kendi içlerinde oluşturulan ortak alanların çevredeki alanlardan daha nitelikli ve donanımlı olması durumunda dış çevre ile bağlantıları gittikçe zayıflamaktadır. Alan çalışmasında da görüldüğü üzere (5. bölge) gerekli olan ticari aktivitelerini de çevredeki AVM’lerden sağlayarak ayrışma çizgisini araçları ile kent içine yaymaktadırlar. Oluşan mekânsal ayrışma sosyal ayrışmayı güçlendirmektedir. Bu türden konut yerleşimleri farklı insanların birbirlerini tanımaları ortak bir paydada buluşabilmeleri için gerekli olan sosyal iletişimin kurulması için gerekli alanları hem oluşturamamakta hem de var olan alanları işlevsizleştirmektedir. Sosyal iletişimin artması ile sosyal ayrışmayı azaltabilecek kamusal alanların konut alanları ile ilişkisinin yeniden kurgulanması gerekliliktir. Makalede belirtildiği gibi konut- kamusal alanlar arasındaki nitelikli ilişki için bir takım kriterlere dikkat edilmesi gereklidir. İnsanların dışarıdaki aktiviteleri gözlemleyebilmesi, aktivitelere katılmadan önce bu aktiviteler ve yapanlar hakkında fikir sahibi olabilmesi için gözlemlenebilir ortak alanlar oluşturulmalıdır. Aynı anda bu gözetim olanakları dışarıdaki insanlar içinde bir güvenlik hissi oluşturmaktadır. Kamusal – özel alan ilişkisinin aşamalı olarak kurulması, aktivite alanlarının farklı kullanıcılar için farklı aktiviteleri içermesi, farklı yaş gruplarına açık olması gereklidir. 2. ve 4. bölgeler bu konuda iyi bir örnek oluşturmaktadır. Sadece üst yaş gruplarına hitap eden alanlar konusunda eksiklik göstermektedirler. Bu noktada konut alanı içindeki kullanıcı profili göz önünde tutularak aktivite çeşitliliği artırılması ve her yaş grubunu kapsayan etkinlik alanlarının tanımlanması önem kazanmaktadır. İnsanların birbiriyle karşılaşabilmeleri için yaya kullanımı teşvik edilmelidir. Yavaşlatılan trafik ve ticari birimlerin yürüyüş mesafesine yerleştirilmesi yaya kullanımını artırmak için alınabilecek vaziyet planı kararlarındandır. Bu kriterler üzerinden erişime kapalı olan yerlerdeki mekânsal ayrışmanın azaltılması için şu öneriler getirilebilir: • Erişim kısıtlamaları ve sınırları azaltarak kamusal alanların sürdürülebilir kılınması önemlidir. Bu ilişkilerin yeniden sağlanması insanların karşılaşmaları ve bu karşılaşmalar sonucunda sosyal ilişkiler geliştirebilmesi için gereklidir. • Erişimin kısıtlı olduğu sitelerin ortak kullanabildikleri site sınırları dışarısında oluşturulan kamusal alanların bölge halkının karşılaşabileceği, sosyal ilişkiler geliştirebilecekleri alanlar olarak olumlu bir planlama örneği olduğu gözlemlenmiştir (3. bölge). Kapalı olarak inşa edilecek yerleşimlerin çevresinde böyle alanların planlanması par115


çalanan kamusallığı onaracak bir etki yaratabilir. Fakat bu durumda kapalı siteler içerisinde planlanan aktivite alanlarının sınırlı olması, dışarıda planlanan alanın ise daha fazla seçeneğe sahip olması ile kapalı yerleşimdeki konut sakinlerinin kullanımı için çekici hale getirilmesi sağlanmalıdır. • Kamusal alanların nitelikli ve farklı grupların erişimlerine açık tasarlanması önemlidir. Aynı zamanda kapalı konut alanlarındaki insanların bu alanları kullanmaları sağlanmalıdır. • Keskin giriş kısıtlaması olan alanlar yerine araç girişleri sınırlı, yaya geçişleri düşük düzeyde kontrollü alanlar tercih edilebilir. Mekânsal ayrışmanın azaltılması sosyal olarak yabancılaşmayı da azaltacaktır. • Bu alanlar çevresindeki sınırların fiziksel ve psikolojik olarak dışlayıcı olmaması, araç trafiği yoğun caddeler yerine (5. bölge sınırları) daha insan ölçeğinde sokak dokusunun planlanması önemlidir. Bu durum konut yerleşimleri dışındaki sokakların, parkların ıssızlaşmamasını, yaya kullanımının azalmamasını, çevrenin gözlemlenebilmesini ve görülebilirliğin artmasını sağlayarak güvenlik duygusunu artıracaktır (2., 3. ve 4. bölgelerde gözlemlenmiştir). Güvenlik duygusunun artışı açık alanların kullanımını artırırken insanların birbirlerine yönelik tedirginliğini de azaltacaktır. Sonuç olarak, erişimin kısıtlanmadığı, kamusal alan özelliklerini tam olarak taşıyan ortak alanlar insanlara birbirlerini tanıma olanağı sağlar. İnsanlar bu şekilde tanıyamadığı insanları ötekileştirmek yerine, karşılaştığı insanları tanımaya başlar. Mekânsal ayrışmanın azaltılması sosyal ayrışmayı ve ayrışan gruplar arasındaki dışlanma ve ötekileştirilme hissini de azaltır. Kentsel alanlarda mekânsal ayrışmayı tetikleyen kapalı yerleşimler yerine, farklı parçaları birleştirebilecek kamusal ortak alanlarla bağları güçlü sert erişim kısıtlılıkları olmayan fiziksel ve görsel olarak bağlantılı yerleşimler planlanmalıdır.

Kaynaklar Abu-ghazzeh, T.M., (1999). “Housing Layout, Social Interaction and the Place of Contact in Abu-Nuseir”, Jordan, Journal of Environmental Psychology, 19: 41-73. Bakan, K. ve Konuk, G., (1987). “Türkiye’de Kentsel Dış Mekânların Düzenlenmesi”, TÜBİTAK Yapı Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.

116

Bilgin, İ., (2001). “Modern Bir Yerleş(tir)me Biçimi Olarak Toplu Konut”, http://v2.arkiv.com.tr/ko11654-modern-biryerlestirme-bicimi-olarak-toplu-konut.html, 17 Kasım 2015. Bilsel, C., (2009). “Yeni Dünya Düzeninde Çözülen Kentler ve Kamusal Alan: İstanbul’da Merkezkaç Kentsel Dinamikler ve Kamusal Mekan Üzerine Gözlemler”, http:// kendineaitbiroda.wordpress.com/2009/08/01/yeni-dunya-duzeninde-cozulen-kentler-ve-kamusal-alan-istanbuldamerkezkac-kentsel-dinamikler-ve-kamusal-mekan-uzerinegozlemler-yazar-cana-bilsel/, 16 Şubat 2015. Blakely, E. J. ve Synder, M. G., (1997). “Divided We Fall: Gated and Walled Communities in the United States”; Derleyen: Ellin, N. (1997). Architecture Of Fear, Princeton Architectural Press, New York. Dacheux,E., (2012). Kamusal Alan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Erdönmez, E., (2005). Açık Kamusal Kent Mekanlarının Toplumsal İlişkileri Yapılandırmadaki Rolü, Büyükdere - Levent - Maslak Aksı, Doktora Tezi, Fromm, D., (1991). Collaborative Communities: Co-housing, Central Living, and Other New Forms of Housing with Shared Facilities, Van Nostrand Reinhold, New York. Gehl, J., (2011). Life Between Buildings: Using Public Space, Island Press, Washington DC. Gökgür, P., (2008). Kentsel Mekanda Kamusal Alanın Yeri, Bağlam Yayıncılık, İstanbul. Günay,B. (1995). “Ataköy 7. ve 8. Mahalleler: Bir Tasarım Deneyimi”, 1995/264 Mimarlık 46, http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/448/6505.pdf, 15 Ağustos 2015. Jacobs, J., (2011). Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü Ve Yaşamı, Metis Yayınları, İstanbul. Kuper, L. (1953). Living in Towns, Crescent, London. McCammant, K. ve Durrett, C., (1994). Cohousing: A Contemporary Approach to Housing Ourselves, Ten Speed Press, CA. Newman, O., (1997). “Defensible Space”, http://www.nhi.org/ online/issues/93/defense.html, 21 Nisan 2015. Özbek, M., (2004). “Önsöz”, Derleyen: Özbek, M., (2004). Kamusal Alan, Hil Yayınları, Adıyaman. Project for Public Spaces, “What Makes a Successful Place?”, http://www.pps.org/reference/grplacefeat/, 12 Haziran 2015. Tunbiş, M., Kıran, A. ve Baytin, Ç., (2002). “İstanbul’daki Çok Katlı Konutlarda Konut Edinmede Kullanıcı Tercihlerini Etkileyen Faktörlerin Saptanması Üzerine Bir Araştırma”, www.sigma. yildiz.edu.tr/2002-1-7-tam.doc, 8 Ekim 2015. Webster, C., (2002). “Property Rights and the Public Realm: Gates, Green Belts, and Gemeinschaft”, Environment and Planning B: Planning and Design, 29: 397 – 412.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):117-131 DOI: 10.5505/megaron.2017.10437

Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme Early Houses Designed By Farkas Molnár and Semih Rüstem: An Examination Based on Bauhaus and KURI Principles Duygu SABAN

ÖZ Bu çalışma 1922’de Bauhaus Weimar’da kurulmuş ve yayınladıkları manifesto ile adından söz ettirmiş olan KURI grubu üyesi Semih Rüstem ve Farkas Molnár’ın erken dönem tasarımlarına odaklanmaktadır. Çalışmanın amacı her iki mimarın erken dönem konutlarını Bauhaus ve KURI ilkeleri doğrultusunda tasarlayıp tasarlamadıklarını sorgulamaktır. Bu amaçla mimarların 1930 ve 1932 yılları arasında inşa edilmiş olan ikişer konut projesi seçilmiş ve iki aşamalı bir inceleme yapılmıştır. İlk olarak konutların mekânsal organizasyonu, tasarlanan mekânlar ve birbiriyle ilişkileri bağlamında irdelenmiş, ikinci aşamada ise konutların zemin kat planları ve kütle tasarımları biçim grameri yöntemiyle analiz edilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda Semih Rüstem ve Farkas Molnár’ın konut tasarımlarında ortak önceliklerinin olduğu, tasarımlarının yaratıcı, elemanlar arasında uyum gözeten ve dışa vurumcu bir anlayış sergilediği söylenebilir. Bauhaus Weimar’ın ilkeleriyle paralellik gösterdiği düşünülen bu anlayış, aynı zamanda konutların akılcı, fonksiyonel ve süslemeden uzak iç ve dış tasarımlarıyla ortaya konulmuştur. İncelenen konutların geometrik kütle tasarımının ise KURI manifestosundaki ilkelerle uyumlu olduğu savunulabilir. Anahtar sözcükler: Bauhaus; Farkas Molnár; KURI Grubu; Semih Rüstem.

ABSTRACT This study focuses on early works of Semih Rüstem and Farkas Molnár, who were both members of a group called KURI (an acronym for constructive, utilitarian, rational, international), which was established at Bauhaus in Weimar, Germany, in 1922. Two house projects of each architect, built between 1930 and 1932, were selected and evaluated according to Bauhaus and KURI principles. The assessment comprised two stages: first, the spatial organization of the house was analyzed, and second, a shape grammar examination of the ground floor and the mass of the buildings was performed to comprehensively reveal the design principles of the architects. It was evident that Semih Rüstem and Farkas Molnár had common priorities in terms of house design, and that their designs were creative, harmonious in terms of elements, and expressionist, which is consistent with Bauhaus principles. Furthermore, the functional and rational planning of the houses, as well as the exterior and interior designs with a deliberate lack of ornamentation, and the use of geometric shapes, demonstrate that both architects produced work that observed the principles stated in the KURI manifesto. The study further revealed that Semih Rüstem was arguably also inspired by the spatial organization and facades of traditional Turkish houses. Keywords: Bauhaus; Farkas Molnár; KURI; Semih Rüstem.

Çukurova Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Adana. Başvuru tarihi: 25 January 2017 - Kabul tarihi: 26 November 2017 İletişim: Duygu SABAN. e-posta: duygufazilet@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

117


Giriş 19. Yüzyıl’da değişen toplumsal, sınıfsal ve ekonomik yapı, sanat alanında yeni düşüncelerin, yeni ideallerin ortaya çıkmasına neden olmuş, geçmişin gelenekleriyle tüm bağlarını koparmış ve o ana kadar hayal edilmemiş olanı yapmaya çalışan sanatçılar özgün tasarımları ve fikirleriyle değişen ortama hem katkı sağlamış hem de onu dönüştürmüştür. Mimarlık alanında, 19. Yüzyılın sonunda başlayarak 20. Yüzyılın ortalarına kadar Arts and Crafts, Art Nouveau, Organik Mimarlık, Fütürist Mimarlık, De Stijl ve Modernizm gibi yeni akımlar ortaya çıkmış, o zamana kadar yoğun biçimde kullanılan süsleme motifleri reddedilerek, bina tasarımı fonksiyon açısından ele alınmaya başlanmıştır (Gombrich, 1984, s. 442-443). Bu anlayışın yaygınlaşmasında en önemli rolün ilkeleri, programı, eğitim sistemi, eğitmenleri ve farklı coğrafyalardan gelen öğrencileriyle Bauhaus Okulu’na ait olduğu savunulabilir. Walter Gropius ve arkadaşları tarafından 1919 yılında, sanat alanındaki akademik eğitime alternatif olma iddiasıyla Weimar’da kurulan Bauhaus’ta, öğrencileri hem tasarımcı hem de zanaatkâr olarak eğiterek, onları kolektif takım çalışmasının demokratik yapısıyla aşılamak düşüncesinin benimsendiği görülür (Kostof, 1995, s. 702). Gropius’un mimarlar ve diğer tasarımcılar arasında herkes için bir üslup (stil) geliştirmenin yolunu açacak bir köprü oluşturma fikri doğrultusunda, öğrencilerin mümkün olduğunca fazla oranda ve eş zamanlı olarak diğer yaratıcı sanatlarla ilişki kurmasına dayalı bir eğitim sistemi geliştirilmiştir. Paul Klee ve Wassily Kandinsky gibi soyut sanatçıların Bauhaus çatı-

sı altına davet edilmesiyle (Pevsner, 1995, s. 201), okulun özgün eğitim sistemi şekillenmiş, hatta özgür bir şekilde çalışmak için Bauhaus’u tercih eden ressamların (Şekil 1) (Bilgin, 2014, s. 104), yaratıcı ve deneysel eğitim sürecinde Ludwig Mies van der Rohe ve Walter Gropius gibi mimarlardan daha önemli bir rol üstlendiği iddia edilmiştir (Antoniades, 1992, s. 256). 1919’da yayınlanan Staatliches Bauhaus’un programında: “yaratıcı hayal gücünün temel kaynağının zanaat becerisinde yattığı, zanaatçı ve sanatçı arasında sınıf ayrımının olmadığı yeni bir zanaatçı loncası kurmak gerektiği ifade edilerek; mimarlık, heykel ve resmi tek bir bütün olarak kucaklayacak ve bir gün bir milyon işçinin ellerinde yeni bir inancın kristal simgesi gibi göğe doğru uzanacak olan, geleceğin yeni yapısını hep birlikte arzulamak, kavramak ve yaratmak” hedefi gösterilmiştir (Conrads, 1991, s. 36). Programda sanatla zanaatın uyumunda güdülen amaç; sanat eserinde teori ve pratiği ayrılmaz hale getirmek (Özer, 1986, s. 171), bir başka deyişle söz konusu eserin tasarlanma ve imal edilme safhalarını bölünmez bir bütün olarak görmek olarak aktarılmaktadır. Bu amaçla öğretim programı üç aşamadan oluşmuş, temel tasarım ve zanaat eğitimi, resim ve çizim eğitimi ile bilim ve kuram eğitimi bütünleşik olarak ele alınmış, zanaat eğitimi her öğrenci için zorunlu tutulmuştur. Bauhaus’un Weimar’da geçen ilk döneminde mimarlık eğitiminin programa dâhil edilmemiş olması, belirlenen hedeflerin tam olarak yerine getirilemediğini göstermektedir. 1920 yılının Mayıs ayında Adolf Meyer’in başkanlığında

Şekil 1. Bauhaus ustaları Dessau’daki Bauhaus binasının çatısında (soldan sağa Josef Albers, Hinnerk Scheper, Georg Muche, Herbert Bayer, Joost Schmidt, Walter Gropius, Marcel Breuer, Wassily Kandinsky, Paul Klee, Lyonel Feininger, Gunta Stölzl ve Oskar Schlemmer (www.bauhaus.de/en/das_bauhaus/48_1919_1933, Erişim Tarihi 24.01.2017). 118

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

mimarlık programı kurulmuş olsa da kısa süre sonra kapatılmış ve öğrencilerin eğitimlerini tamamlayarak mimar diploması almaları 1927 yılında Mimarlık Bölümü kurulana kadar söz konusu olmamıştır (Droste, 1998, s. 42, 135). Ancak bu durum Bauhaus Weimar’a gelmeyi tercih eden öğrenciler için bir engel oluşturmamıştır. Almanca konuşulan ülkelerden gelen gençlerin çoğu Yahudi kökenli, Viyana’da ortaöğretimlerini tamamlamış ve Johannes Itten’in taraftarları iken, Macar, Sırp ya da diğer milletlerden olan öğrencilerin çoğu politik nedenlerden ziyade Bauhaus’taki eğitmenler tarafından yapılan davet üzerine gelen gençlerdir (Bajkay, 2005, s. 71). Bauhaus’un Dessau’da ve Berlin’de geçen yıllarında da öğrenci çeşitliliği devam etmiş, hatta Türkiye ile birlikte Japonya ve diğer Asya ülkelerinden de eğitim amaçlı gelenler olmuştur (Yamawaki, 1985, s. 64). Bauhaus’un, bireysel yaratıcılık açısından yüksek, bunun yanında sosyal kaygıların daha az gündeme geldiği ve farklılıkların “kozmik” bir uyum barındırdığı ortamının Weimar’da gerçekleştiği ifade edilmektedir (Droste, 1998, s. 51). Eğitmenlerle öğrenciler arasındaki usta-çırak ilişkisinin belirleyici faktör olduğu Weimar döneminde, 19211922 yıllarında görev alarak ‘De Stijl’ kursu açan Theo van Doesburg öğrencilerin yeni bakış açıları edinmelerine özellikle katkı sağlamıştır. Piet Mondrian’la birlikte kurucularından olduğu De Stijl öğretisinde sanatın, hayatın doğa-zekâ, dişi-erkek, negatif-pozitif, statik-dinamik, yatay-dikey gibi zıtlıklarını uzlaştırması gerektiğini ifade ederek, sanatsal yaratının asal elemanlarının dik açı ile siyah, beyaz ve gri ile tamamlanmış üç ana renk olduğu savunulmuştur (Van Doesburg, 1968, s. 49). Van Doesburg’un Bauhaus’taki eğitim sistemine yönelik ciddi eleştirileri de olmuş, özellikle disiplin eksikliğini eleştiren Van Doesburg bütüncül bir mekân, form ve renk arayışı olmadığını ifade etmiştir (Droste, 1998, s. 54). Van Doesburg’un kişiliğine ve öğretisine hayranlık duyan ve Bauhaus’un özgür ortamından yararlanan bir grup öğrenci KURI grubunu kurarak, yayınladıkları manifesto vasıtasıyla sanat ve mimarlığın geleceği konusundaki fikirlerini ve eğitim sistemi hakkındaki eleştirilerini dile getirmiştir.

KURI Grubu KURI grubunun kurucusu Macar öğrenci Farkas Molnár’dır. Grubun üyeleri arasında Molnár’ın Macar arkadaşları Henrik Stefan (Şekil 2), Hugo Johann ve Andor Weininger ile birlikte onlarla daha önce Budapeşte’de sergi hazırlamış olan Hırvat sanatçı Ludwig Cacinovic, Marcel Breuer’in atölye komşusu Kurt Schmidt’in (Şekil 3) de aralarında olduğu, daha sonra fotoğraf sanatçısı olan Walter Herzger, Paul Heberer, Otto Kahler, Franz Hessler, Walter Menzel ve Otto Umbehr’den oluşan Alman öğrenciler, Çek Cumhuriyetinden Heinrich Koch ve R. Kossnik, daha sonra İngiltere’de çalışan Avusturya’lı Georg Teltscher, Estonya’dan Rudolf Paris ve Türkiye’den Semih Rüstem CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 2. Henrik Stefan’ın 1920 yılında yapılmış olduğu yağlı boya “Good Samaritan” tablosu (http://www.oceansbridge.co.uk/oil-paintings/product/2903/samaritanthegood samaritanc1920, Erişim Tarihi 24.01.2017).

Şekil 3. Kurt Schmidt’in öğrencilik dönemine ait bir ahşap rölyef çalışması (Siebenbrodt, M. ve Schöbe. L., 2012, s. 228).

bulunmaktadır (Şekil 4 ve 5) (Bajkay, 2005, s. 73). Grubu oluşturan öğrencilerden sadece Farkas Molnár ve Semih Rüstem mimarlık öğrencileridir. 119


Şekil 4. KURI grubunun Peter Keller tarafından hazırlanmış olan logosu (Bajkay, 2010b, s. 191).

Şekil 5. KURI grubunun Andor Weininger tarafından hazırlanmış olan logosu (Bajkay, 2010b, s. 191).

KURI grubu adını dört kelimenin (Konstrüktiv, Utilitar, Rationelle, International) baş harflerinden almış (Şekil 4), mimarlığı insanoğlunun yaratımının en üst seviyesi olarak betimlemiş ve Analiz ile Sentez bölümlerinden oluşan 120

manifestolarında, düzenin rastlantısalın yerini alacağını savunmuşlardır. 1923 yılında Macarca olarak Út dergisinde de yayınlanmış olan KURI manifestosu şöyledir (KURI, 1923, s. 1-2): KURI Manifestosu I. ANALİZ 1. Analiz süreci (ayrışma ve parçalanma) sentezden önce gelmeli. 2. Sanat yolunu buldu: doğadan (miras alınan stil ve formlar ayrı ayrı) çeşitli “izm”ler yoluyla, şöyle ki: a) İzlenimcilik renk ve çizgileri analiz etti b) Gelecekçilik hareket ve zamanı analiz etti MARINETTI-BOCCIONI c) Dışavurumculuk duygunun asal elemanını analiz etti KANDINSKY–KLEE d) Dada, analiz yöntemi olarak yıkımı aldı TZARA- SCWITTERS e) Kübizm, kütle ve mekân problemleri yoluyla madde ve geometrik şekillere ulaştı PICASSO-OZENFANT f) Asal şekiller ve asal yapısalcı ideolojiye doğru Rus yapılandırmacılığı oluştu MALEVICH, LISSITZKY g) Weimar Bauhaus’u yapım fikri ve zanaat alanında çalışma aracılığıyla yeni moral sağladı GROPIUS, ALBERT h) Hollandalı Stijl yatay ve dikey stilistik süslemeler kullandı Van DOESBURG, HUSZÁR 3. Sonuç olarak, analitik süreç geometrik planlara ve uzaysal şekillere, gökkuşağı renklerine ve siyah-beyaz ölçeğe ulaştırdı. 4. Bu elemanlar daha fazla bölünemezler. Sonuçta analiz aşılması gereken zamanların delilidir. 5. (Arama, belirleme ve sınıflandırma aktiviteleri de bu yolla 19. Yüzyılın bilimsel başarılarını karakterize eder). 6. Sonuçta, uygulamalı bilimler yoluyla 20. Yüzyıl’a ulaşıldı (teknoloji, sosyoloji, tıp). II. SENTEZ 7. Sanat eğer bunlar yeterli bir bütünlükte oluşursa değerli olur; Sentezde. 8. Sanatın bütünlüğü, insan yaratımının en üst derecesi, mimarlıktır. 9. Tahrip edilmiş doğanın yaratıcısı insanoğlunun isteğine göre birleştirilen taş, beton, demir, cam ve ahşapta Sentez vardır, analiz edilmiş mekân geometrik kurallar doğrultusunda yapısaldır. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

10. Bu zamana kadar ki ifadeci sanat pasifti, insanın yeni faydacı fikirlerinin gerçekleştirilmesi aktif. 11. Sübjektif ütopyanın peşinde koşmak yerine, duyumsal idealler (etik ve estetik), gerçek malzemeyle (dokunulabilir) objeler üretmek akılcıdır. 12. Bütün dünya yeni binalar arzu etmektedir, bize göre her yerde çelik binalar ve kuleler gökyüzüne uzanacaktır. Tüm insanların yaratıcı oğullarının isteğiyle, bu yüzden (mimarlık) uluslararasıdır. 13. KURI’nin vurguladığı mimari fikir önemlidir, çünkü sanat formunun kelime oyununa ve çıkarcı girişimciliğe gömüldüğü korkusu vardır. 14. Bu nedenle, pratik olarak yeni binaların inşa edilmesi gerekmektedir. 15. Bina üç bölümden oluşur: a) gerekli-ekonomik, b) strüktürel-matematiksel, c) düşünsel içerik. 16. Bu üç faktör binanın asal deseninde aynı geometrik bütünlükte ifade edilmelidir. 17. Bu terim (asal desen) bütünün ve bütün parçaların karakterini belirlemelidir. 18. Binanın malzemesi, strüktürü, şekli, rengi ve ritmi parçaların da detayda şeklini, rengini, malzemesini ve ritmini belirler. 19. Böylece resim, heykel ve uygulamalı sanatlar gibi mimariyi oluşturan bağlantılı parçaları tanırız. 20. Bu bağlamda sanat özgürdür ve amacı olan ifadeci mekân sonsuzdur. 21. Tüm bunları ifade etmek için KURI kavramını sunuyoruz. 22. KURI teknolojik gelişmelerle sanatı birleştirir. 23. Bu suretle mekanik resmimiz, hareketli heykelimiz ve tüm bunların sonucunda; mekân ve şekil değiştiren mimarimiz olacak. 24. Bu hareket nihayet bugüne kadar takdim edilmeyen durgun sanatçıların içindeki gücü ortaya çıkaracaktır. 25. Düzen “rastlantısal”ın yerini alacak. Dekoratif ve ifadecinin yerine Yapısal Faydalı Akılcı Uluslararası Güzel ideolojisinin yerine KURI. Bir ve bölünemez dünya fikri. KURI Çok yaşa yeni küp: Dünya-KURI’nin ilk kübik evi. KURI Weimar, 1922 XII CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Farkas Molnár, Henrik Stefan, Hugo Johann, Andor Weininger (Macaristan), Kurt Schmidt, Otto Umbehr, Paul Heberer, Walter Menzel, Walter Herzger, Frahm Hessler, Otto Káhler (Almanya); Heinrich Koch, R. Kossnik (Czechoslovakia); Georg Teltscher (Avusturya), Rudolf Paris (Estonya); Semih Rüstem (Türkiye), L. Cacinovic.1 KURI manifestosu 1910’da İtalyan Fütüristlerin yayınladığı ilk manifestodan (Wolf, 2006, s. 12) sonra sayısı giderek artan manifestolardandır ve Bauhaus’un içindeki öğrenciler tarafından yayınlanan tek manifesto değildir; ancak ilkelerinin açık bir şekilde Bauhaus’un Weimar’da geçen ilk döneminin sona erdiğini gösterdiği savunulmaktadır (Droste, 1998, s. 51). Bauhaus Weimar’ın kuruluş manifestosunda Walter Gropius’un sıkı bir çalışma disiplini doğrultusunda yaratıcılığa ve bireysel özgürlüklere öncelik verileceğini, mimar, ressam ve heykeltıraş tüm ustalar ve öğrencilerin işbirliği ile tüm bileşenlerin uyumunu başarmayı hedeflediğini ifade ettiği düşünüldüğünde (Conrads, 1991, s. 37), bu hedefler özellikle Weimar dönemini betimleyen ilkeler olarak kabul edilebilir. Ancak özellikle eğitmenlerden bazılarının ilkelerden uzaklaşıldığını dile getirmesinin ardından KURI grubunun manifestoyla ortaya çıkışı ve özellikle içeriden gelen diğer eleştiriler (Forgács, 1991, s. 63-82) Walter Gropius’un Bauhaus için ortaya attığı ilkelerde değişikliğe yol açmış, 1919’da “Sanat ve Zanaat-yeni uyum” olarak lanse edilen Bauhaus “motto”su, 1923 itibarıyla yine Gropius tarafından “Sanat ve teknoloji-yeni uyum” olarak değiştirilmiştir (Droste, 1998, s. 58). Buna ilave olarak KURI manifestosunun Rus Konstrüktivizminden ve De Stijl hareketinden etkilenerek oluşturulduğu (Wendermann, 2008, s. 378) ve Johannes Itten’ın ayrılmasından sonra tanınmamış bir Macar usta olan László Moholy-Nagy’nin Gropius tarafından davet edilmesine neden olduğu da ifade edilmektedir (Bajkay, 2005, s. 73). Bu çalışmada KURI Grubu’nun iki mimar üyesi tarafından Bauhaus öğretisinin ve özellikle KURI manifestosundaki ilkelerin ne ölçüde gerçekleştirildiğini sorgulamak amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Macar öğrenci Farkas Molnár ile Türk öğrenci Semih Rüstem Temel’in günümüze ulaşmış olan müstakil konutları seçilerek, yapıların kat planları ve kütle tasarımları biçim grameri yöntemiyle analiz edilmiştir. Farkas Molnár ve Semih Rüstem Farkas Molnár (Şekil 6) 1915’te Budapeşte Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümündeki eğitimini yarım bırakmış (Bajkay, 2010a, s. 13-14), mimarlık eğitimine 1916 yılının güz döneminde Budapeşte Teknik Üniversitesinde başlamış, 1921 yılında ise o sırada Gropius’un ofisinde çalışan Macar mimar Alfréd Forbát’ın davetiyle Bauhaus Weimar’a kayıt yaptırmıştır. Molnár, Bauhaus Weimar’daki yıllarında (Bajkay, 2010a, s. 45-50), kitapta Balázs Sinkovits tarafından hazırlanmış olan İngilizce metin yazar tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

1

121


Şekil 7. Kızıl Küp Ev maket fotoğrafı (Bajkay, 2010b, s. 105).

Şekil 6. Farkas Molnár’ın fotoğrafı (Otto, 1987, s. 12).

resim ve grafik tasarımı alanında dikkat çekici çalışmalar yapmış, Walter Gropius ve Hannes Meyer’in birlikte yürüttüğü mimarlık bürosunda çalışmış (Rosch, 2010, s. 116),

Földszint

1924 yılında Bauhaus’taki öğretmenlerden (ustalardan) birisi olmuştur. Molnár öğrenciliği sırasında kübik form kullanarak, 10 metreye 10 metre boyutlarındaki Kızıl Küp Evi (Şekil 7 ve 8) ve 6 metreye 6 metre boyutlarındaki “Dünyanın ilk KURI Kübik Evi” ni (Şekil 9 ve 10) tasarlamıştır. Kızıl Küp Ev’in plan organizasyonunda kare form dörde bölünerek mekânlar organize edilmeye çalışılmış, cephelerde asimetrik dolu-boş oranlarıyla hareketlilik yaratılmıştır. Planlarında acemiliğin görüldüğü yapının cephelerinde De Stijl ilkelerinin başarılı şekilde uygulandığı, kırmızı kütlenin, beyaz pencere çerçevelerinin ve siyah bant saçakların Molnár’ın dışavurumcu yaklaşımını yansıttığı savunulmaktadır (Rosch, 2010, s. 118). “Dünyanın ilk KURI Kübik Evi”nde ise yine küp formu,

Emelet

Şekil 8. Kızıl Küp Ev Planlar (Otto, 1987, s. 13). 122

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

Şekil 9. “Dünyanın ilk Kübik Evi” perspektif çizimi (Otto, 1987, s. 15).

Zemin Kat Planı (1-Yaşama, 2-Mutfak, 3-Tuvalet)

1. Kat Planı (1 ve 2-Yatak Odası, 3-Banyo)

Şekil 10. Dünyanın ilk kübik evi planlar (Otto, 1987, s. 15) (Mekân isimleri yazar tarafından eklenmiştir).

içine dairesel bir merdiven yerleştirerek bölünmüş, Kızıl Küp Ev ile karşılaştırıldığında daha esnek olan tasarımda dolaşım alanı azaltılmıştır. 1898’de İstanbul’da dünyaya gelmiş olan Semih Rüstem ise (Şekil 11) Galatasaray Mekteb-i Sultanisinde 1911-1916 yılları arasında okuduktan sonra,2 1910’da Macaristan’da kurulan Turan Cemiyeti ile bağlantılı olarak İstanbul’da hizmet veren Tahsil-i Sanayi Cemiyeti’nin bursuyla Budapeşte’ye mimarlık eğitimi almaya gitmiştir. Öğrenciliği döneminde Gül Baba Türbesi’nin 1917 yılındaki durumunu gösteren plan ve kesitini çizerek Ernö Foerk tarafından yayınlanan “Török emlékek Magyarországban” (Macaristan’daki Türk Anıtları) kitabına katkı yapmış (Gümüş, 2014, s. 228), Károly Kós’un “Sztambul” (İstanbul) kitabının için BOA, MF. MKT. 1211/58, 27/L/1333.

2

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

deki “Osmanlı-Türk Cami” başlıklı metni Osmanlıcaya çevirerek Dergâh dergisinde yayınlamıştır (Nuhoğlu, 2013, s. 88). Semih Rüstem’in aynı zamanda “Evler ve Apartmanlar” adıyla Hicri 1335 (Miladi 1921) tarihinde yayınlanmış olan bir de kitabı bulunmaktadır. Eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen Semih Rüstem, Güzel Sanatlar Akademisinde eğitmenlik yapmış (Soygeniş ve Eldem, 2005), 1934 ile 1937 yılları arasında Jansen planının uygulanması aşamasında Ankara Belediyesi imar müdürlüğü görevini yürütmüş (BCA, 15106/75-83; Tankut, 1993, s. 134, 168; Sayar, 1986, s. 47), yurt içinde yarışmalara katılmış,3 1944 yılında Amerika’ya göç etmiş ve orada 1946 yılında vefat etmiştir. Cumhuriyet Gazetesi’nin 7 Nisan 1942 tarihli sayısında Samsun Şehri İmar Planı yarışmasında Semih Rüstem Temel’in projesinin ikincilik ödülü aldığı duyurulmuştur.

3

123


Şekil 11. Semih Rüstem’in 1920lerde çekilmiş aile fotoğrafı (Gümüş, 2015, s. 38).

Semih Rüstem ile Farkas Molnár 1916-1919 yılları arasında Budapeşte Teknik Üniversitesinde birlikte eğitim almıştır. İki mimar ayrıca Hollandalı sanatçı Theo van Doesburg tarafından organize edilerek 25-26 Eylül 1922’de Weimar’da gerçekleştirilen Dadaist ve Konstrüktivist Kongresi’nde bir araya gelmiş ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Aralık 1922’de KURI grubunu kurarak –izm lerin eskidiğini ve sanat formlarının yeni senteziyle mimarinin oluşumunu savunan manifestolarını yayınlamışlardır (Bajkay, 2010a, s. 28).

Semih Rüstem ve Farkas Molnár’ın Seçilen Konutlarının Biçim Grameri Analizi Bu çalışmada Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in ele alınan konutlarının zemin kat planları ve kütle tasarımları George Stiny ve James Gips tarafından geliştirilmiş olan biçim grameri yöntemi ile analiz edilmiştir. Dilbilim alanında, dil124

deki türetici kuralların çözümlenmesi amacıyla kullanılan bu yöntem mimarlık, kent planlama ve bilgisayar programlama alanlarına uyarlanmış, mimaride hem mevcut üslubun ve oluşum kurallarının ortaya konmasında, hem de kurallar belirleyerek orijinal bir tasarım dilinin üretilmesinde kullanılagelmiştir. Biçim grameri kavramı algoritmik yapıya sahip tasarım dillerinin tekrar eden özellikleri olduğu ve bu özelliklerin dilin kurallarını belirlediği kabulüne dayanmakta, bu yöntemle kuralların analizi yapılarak dilin kavranacağı ve yeni biçimler üretilebileceği savunulmaktadır (Stiny, 1980, s. 346). Biçim grameri analiz amaçlı kullanıldığında bir başlangıç biçimiyle başlar ve sözlü ya da grafiksel kurallar uygulanarak (Flemming, 1987) başlangıç biçiminden orijinal biçime nasıl ulaşıldığını açıklar. Orijinal bir tasarım dili üretilmesi amacıyla kullanıldığında ise yine başlangıç biçimine belirlenmiş olan kurallar uygulanarak birçok alternatif biçimin üretilmesi mümkün olmaktadır. 1980 ve 1990lı yıllarda Frank Lloyd Wright (Koning ve Eisenberg, 1981), Glenn Murcutt (Hanson ve Radford, 1986) ve Christopher Wren (Buelinckx, 1993) gibi mimarların çalışmalarını ve geleneksel Türk evlerini (Çağdaş, 1996) analiz etmek için kullanılan biçim grameri, iki boyutlu analizlerin yanında üç boyutlu kütle oluşumunu analiz eden çalışmalarda da kullanılmaktadır (Wojtowicz ve Fawcett, 1986; Şener ve Görgül, 2008). Buna ilave olarak, biçim grameri Leicester Üniversitesi Mühendislik Bölümü binası gibi tek yapı üzerinde, Frank Lloyd Wright’ın 11 adet kır evi üzerinde ya da Amasya Yalıboyu Evlerinde olduğu gibi 59 adet yapı üzerinde de uygulanmıştır (Güzelci, 2012). Çalışma kapsamında karşılaştırma yapabilmek amacıyla boyut ve fonksiyon açısından benzer yapıların seçilmesine gayret edilmiş, literatür taraması sonucunda elde edilen belge ve bilgiler doğrultusunda her iki mimarın 1930-1932 yılları arasında tasarlanıp inşa edilmiş ikişer adet müstakil konut projesi ele alınmıştır. Seçilen yapı adedinin mimarlar tarafından tasarlanmış tüm konutların mimari dillerini ve mimarların tasarım anlayışını kavramada yeterli olmayacağı kabul edilmekle birlikte, Molnár ve Semih Rüstem’in meslek hayatlarının erken yıllarında ve aynı zaman diliminde benimsemiş oldukları mimari dili anlayabilmek ve aynı zamanda KURI manifestosundaki ilkelerin ne ölçüde gerçekleştirildiğini sorgulamak için biçim grameri analizinin uygun olduğu düşünülmüştür. Çalışmada yapıların zemin kat planları ile kütle biçimlenişi üzerine odaklanılarak iki aşamalı biçim grameri araştırması yapılmıştır. Farkas Molnár’ın Peşte’de 1930-31 yılları arasında, Pál Ligeti ile birlikte Angyal Árpád için Bimbó Sokağında tasarladığı konut (Şekil 12) (Rosch, 2010, s. 144) dikdörtgen ve yarım dairenin birleştirilmesiyle oluşmuş bir plana sahiptir ve mekân kurgusunda sadelik dikkat çekmektedir (Tablo 1). Zemin katta giriş holü, tuvalet ve merdiven grup halinde ele alınmışken; mutfak, personel odası ve depo diğer grubu CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

Şekil 12. Bimbó Sokağı 75’teki konutun fotoğrafı (Rosch, 2010, s. 144).

oluşturmuş, salon ise yemek odasıyla birlikte diğer hacimlerin toplam yüzölçümünü karşılayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu yapının plan şemasında Kızıl Küp Ev’in plan şemasında

olduğu gibi mekân oluşturulurken formu eşit parçalara bölme çabasının olması dikkat çekmektedir. Özellikle birinci katta açık bir şekilde görülen bu çaba zemin katta salona ilave olarak eklemlenen yarım daire formu ile bilinçli olarak bozulmuş, yapının cephesine hareket katılırken aynı zamanda birinci katta yatak odasına teras oluşturulmuştur. Jenő Dálnoki-Kováts için Peşte’deki Lejtő Sokağında tasarlanmış olan konutta (Şekil 13) (Rosch, 2010, s. 156) da dikdörtgen ve yarım daire formunu kullanan Molnár, bu yapıda farklı olarak salonu yarım daire formun ilave edilmesiyle genişleterek vurguladığı gibi, merdivenkovasını da benzer şekilde yarım daire formu kullanarak belirgin hale getirmiştir. Mekân kurgusunda Bimbó Sokağındaki yapıdan farklı olarak gruplamaları çok net oluşturmamış, zemin katta salon ve yemek mekânına daha fazla yer ayırmış, merdivenkovası, personel odası, kiler ve tuvalet bir arada düşünülmüş, mutfak ise tezgâh ile ilişkilendirilerek günlük yemek mekânıyla birlikte ele alınmıştır. Yapının kütle organizasyonunda ise birbirine yakın iki dikdörtgen prizması kullanılmış, farklı yüksekliklerdeki bu dikdörtgen prizmala-

Tablo 1. Farkas Molnár’ın seçilen yapıları* Lejtő Sokağı 2/A

1. Kat Planı

Zemin Kat Planı

Bimbó Sokağı 75

Perspektif

1-Hol, 2- Salon, 3- Mutfak, 4-Tuvalet-Banyo, 5- Depo, 6- Personel, 7- Yatak Odası, 8- Teras, 9-Stüdyo

*Bimbó Sokağı 75 numaradaki konutun çizimleri Otto (1987, s. 15) ve Rosch (2010, s. 144), Lejtö Sokağı 2/A numaradaki konutun çizimleri Otto (1987, s. 16-17) ve Rosch (2010, s. 156-158) tarafından yayınlanmış olan çizim ve fotoğraflar esas alınarak yazar tarafından üretilmiştir.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

125


Şekil 13. Lejtö Sokağı 2/A’daki konutun fotoğrafı (Otto, 1987, s. 22).

rı onlara eklemlenen yarım silindirik formlarla ayrıca hareketlendirilmiştir. Bu yapının Bimbó sokağındaki yapıyla karşılaştırıldığında daha karmaşık olduğu, ancak kütlesel olarak sade bir okunabilirliği koruduğu söylenebilir. Farkas Molnár’ın seçilen iki yapısının zemin katları biçim grameri ile analiz edildiğinde, her iki yapıda da aynı oranda dikdörtgenlerin ve yarım dairelerin kullanıldığı, mekânların başlangıç biçimi olan dikdörtgenin eşit olarak dörde bölünmesiyle oluşturulmaya başlandığı, servis amaçlı mekânların ve ıslak hacimlerin başlangıç biçiminin dörtte birinin önce iki eşit parçaya sonra da parçalardan birisinin daha küçük parçalara bölünmesiyle oluşturulduğu görülmektedir (Şekil

14 ve 15). Her iki yapıda da fonksiyona göre bölünmüş olan başlangıç biçimine yaşama mekânını genişletecek şekilde yarım daireler ilave edilmiş, Lejtő Sokağındaki yapıda ayrıca merdivenkovası yarım daire kullanılarak belirginleştirilmiştir. Yapıların kütle organizasyonu üzerinde yapılan biçim grameri analizinde ise, zemin kat planındaki bölünmelerin üçüncü boyuta yansıtıldığı, planlarda başlangıç biçimi olan dikdörtgen asal form olarak algılanırken kütlede başlangıç biçiminin plandaki dikdörtgenin eşit dört parçasından birisi olarak belirlendiği ve Lejtő Sokağındaki konutta kütlenin dikdörtgenler prizmasının farklı şekillerde bir araya getirilmesiyle oluşturulduğu görülmektedir (Şekil 16 ve 17). Buna ilave olarak, kütlelere birinci katta dikdörtgen formlu balkonlar eklenerek hareket katılmıştır. Semih Rüstem’in incelenen yapılarından ilki olan Sait Bey Evi’nde (Şekil 18) bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç katın bulunduğu ve bu katların çift kollu bir merdiven vasıtasıyla birbirine bağlandığı görülmektedir. Zemin katın plan organizasyonunda Molnár yapılarında olduğu gibi bölgeleme yapıldığı, mutfak, kiler ve personel odasının bir arada ele alındığı, yaşama, yemek ve çalışma odalarının aynı hole baktığı, tuvaletin ise kot farkı yaratılarak holden ayrıştırıldığı anlaşılmaktadır (Tablo 2). Mimarın “asri ihtiyaçlara cevap veren modern bir ev” olarak düşündüğünü ifade ettiği bu konutta (Anonim, 1932a, s. 205), yemek odası ile mutfak arasında daha dolaysız bir ilişki kurulmuş, köşe pencereleri yerleştirilerek ana mekânların bol ışık alması sağlanmıştır. Bu köşe pencereleri fonksiyonel olmanın yanında yapının kütlesinde yatay ve düşey bantlar kullanılarak kendisini göstermiş, yapının en belirgin özelliği haline gelmiştir. Kütlesinin Molnár yapılarına göre daha hareketli olduğu görülen yapıda, dikdörtgen form farklı boyutlarda ve yüksekliklerde kullanılarak yapının dinamik bir görünüm kazanması sağlanmış, orijinal çizimlerde olmamakla birlikte salonun üst katında oluşturulan ve birinci kattan kullanılan terasa uygulama esnasında yarım daire formunda küçük bir balkon çıkıntısı ilave edilmiştir.

Şekil 14. Bimbó Sokağı 75’teki konutun zemin katının oluşum şeması.

Şekil 15. Lejtö Sokağı 2/A’daki konutun zemin katının oluşum şeması. 126

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

Şekil 16. Bimbó Sokağı 75’teki konutun kütlesel gelişim şeması.

Semih Rüstem Evi ise (Şekil 18) mimarın kendi ailesi için tasarladığı konut olarak bodrum, zemin ve birinci kattan oluşmaktadır ve Sait Bey evindeki gibi tüm katlar merdivenle birbirine bağlanmıştır. Bodrum katında kapalı garajı olan bu yapı zemin katta misafir odasının ilave edilmiş olmasıyla Sait Bey Evinden farklılaşmaktadır. Birinci katı tamamen yatak odalarına ve banyoya ayrılmış olan yapının kütlesinin dikdörtgen formun boyut ve yükseklik olarak çeşitli şekillerde kullanılmasıyla oluşturulduğu, Sait Bey Evindeki gibi daire formunun da kullanıldığı, yapının giriş cephesinde cephe boyunca uzanan balkonun güney köşesinin tam daire formunu alacak şekilde genişletildiği görülmektedir. Bu yapının en belirgin özelliği girişinin, iki yanda içeri doğru girinti yapacak şekilde, yapının hiçbir cephesinde bulunmayan kaplamayla ve eğrisel yüzeylerle oluşturulmuş olmasıdır. Semih Rüstem’in seçilen konutlarının zemin katları biçim grameri ile analiz edildiğinde her iki yapıda da aynı oranlarda (7/4, 7/6 ve 6/4) dikdörtgenlerin kullanıldığı, ancak bu dikdörtgenlerin farklı boyutlarda ve yönlerde yerleştirileCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 17. Lejtö Sokağı 2/A’daki konutun kütlesel gelişim şeması.

Şekil 18. Sait Bey Evi ve Semih Rüstem Evi’nin 1940lara ait fotoğrafı (Adana Büyükşehir Belediyesi, s. 164). 127


Tablo 2. Semih Rüstem’in seçilen yapıları* Semih Rüstem Evi (1932)

1. Kat Planı

Zemin Kat Planı

Semih Rüstem Evi (1932)

Sait Bey Evi (1931)

Perspektif

1-Hol, 2- Salon, 3- Mutfak, 4-Tuvalet-Banyo, 5- Depo, 6- Personel, 7- Yatak Odası, 8- Teras-balkon, 9-Stüdyo, 10-Garaj, 11-Yemek Odası, 12-Misafir Odası, 13-Çalışma Odası, 14-Vestiyer-Dolap

*Sait Bey Evi’nin çizimleri Anonim (1932 a, s. 205-206), Semih Rüstem Evi’nin çizimleri ise Anonim (1932b, s. 108-111) deki çizimlerden yazar tarafından yeniden üretilmiştir.

rek yapının zemin katında dinamik bir kurgu oluşturulduğu görülmektedir (Şekil 19 ve 20). Sait Bey Evi ile Semih Rüstem evinin zemin kat planlarının biçim grameri analizinde dikkat çeken nokta her iki yapıda da başlangıç biçiminin yapıya girişi temsil ettiği ve merdivenkovasının aynı şekilde giriş holünün doğu cephesine kuzey-güney yönünde yaslanacak şekilde ilişkilendirildiğidir. Diğer dikdörtgenlerin birleştirilmesinde ise net bir dil algılanmamakla birlikte, formların genellikle köşe noktalarından birbirleriyle bağlandığı anlaşılmaktadır. 128

Yapıların kütle organizasyonu üzerinde yapılan biçim grameri analizinde ise zemin kattaki parçalı ve birbiriyle farklı şekillerde ve yönlerde eklemlenen dikdörtgenlerden oluşan mekân kurgusunun algılanmadığı, yapıların kütle etkisinin üç kural doğrultusunda şekillendiği anlaşılmıştır (Şekil 21 ve 22): Kural 1: Aynı yükseklikteki bloklar “L” formu oluşturacak ve bir köşeleri kesişecek şekilde yan yana gelir; Kural 2: Farklı yükseklikteki “L” formlu bloklar arka bahçe cephesinde birbirini tamamlar; CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

Şekil 19. Sait Bey Evi’nin zemin katının oluşum şeması.

Şekil 20. Semih Rüstem Evi’nin zemin katının oluşum şeması.

Şekil 21. Sait Bey Evi’nin kütlesel gelişim şeması. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 22. Semih Rüstem Evi’nin kütlesel gelişim şeması. 129


Kural 3: Az katlı dikdörtgenler prizması en yüksek “L” formlu bloğa yan bahçeye bakacak şekilde birleştirilir. Yapılan inceleme sonucunda Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in konutlarında dikdörtgen formun asal eleman olarak kullanıldığı, genellikle dikdörtgenin farklı en ve yüksekliklerde kullanılmasıyla kütlelerin hareketlendirildiği, plan şemalarının sade ve fonksiyonları karşılayacak şekilde ele alındığı, geleneksel anlamda süslemenin olmadığı yapılara kütle hareketleriyle dinamik bir etki verilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yapıların zemin kat planlarının biçim grameri analizinde ise Molnár yapılarının aynı oranlardaki bir dikdörtgenin belirli kurallar çerçevesinde bölünmesiyle oluşturulduğu, Semih Rüstem yapılarında ise üç farklı oranda ve farklı boyutlardaki dikdörtgenlerin karmaşık bir sistematikle bir araya getirildiği tespit edilmiştir. Molnár’ın mekân kurgusunun tümdengelim, Semih Rüstem’in ise tümevarım yaklaşımına yakın olduğu söylenebilir. Yapıların kütle organizasyonunda ise her iki mimarın yapılarının oluşum kurallarının belirlenebildiği, geliştirilmiş olan sistematiğin bir seviyeye kadar takip edilebildiği, ancak benzerlikler olsa da mimarların incelenen yapılarına uyarlanabilecek ortak kurallar dizisinin oluşmadığı tespit edilmiştir.

Değerlendirme ve Sonuç Bauhaus Weimar’da bulunmuş ve KURI grubu üyesi iki mimarın yapılarının incelenmesi sonucunda, modern mimarinin örnekleri olan yapılarında her iki mimarın da farklı yaklaşımlar sergilemekle birlikte, tasarım anlayışlarının belirli bir sistematiğe dayandığı görülmektedir. Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in yapıları Bauhaus Weimar’ın kuruluş manifestosunda belirtilen ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde, yapılarda geometrik formların daha önce benzeri olmayan yaratıcı şekilde kullanıldığı ve fonksiyonun karşılanmasına özen gösterildiği tespit edilmiştir. Bununla birlikte, Semih Rüstem’in tasarladığı konutların zemin kat mekân kurgusunda hol; boyutu, konumu ve işlevi ile Geleneksel Türk Evi’ndeki orta sofayla benzerlik göstermekte (Bektaş, 2013; Eldem, 1968), Farkas Molnár’ın uygulamalarına kıyasla daha güçlü bir karakter sergilemektedir. Yine bu bağlamda tuvaletin mahremiyeti göreceli olarak artmış, özellikle kendi ailesi için tasarlamış olduğu Semih Rüstem Evinde tuvaletler zemin katın farklı iki bölümüne yerleştirilmiştir. Yapıların kütle tasarımında öne çıkan özellik formların yatay ve düşeyde özgür biçimde kullanılmış olması iken, kişisel tercihlere göre yatayda dikdörtgen ve daire formu yaygın ve benzer şekilde kullanılmış, düşeyde kütle etkisi yine geometrik formların farklı biçimlerde bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Kütle etkisinde bileşenlerin uyumu, Bauhaus Weimar’ın kuruluş manifestosunda ifade edildiği gibi mimari, heykel ve resmi bir bütün halinde ele alarak sağlanmaya çalışılmıştır denilebilir. Bu çaba hem yapıların kütle kompozisyonlarında hem de her cephenin ayrı 130

ayrı ele alınarak tasarlanmasında görülmektedir. Bununla birlikte Semih Rüstem’in tasarımlarında göreceli olarak daha karmaşık bir uyum gözetildiği tespit edilmiştir. Özellikle bina cephelerinde pencerelerin silmelerle gruplanarak yüzeylerin masifliğini azaltacak şekilde güçlü saydamlıklar oluşturulmuş olmasının, Geleneksel Türk Evi cephesinin yorumlanması çabasının göstergesi olduğu düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında, KURI manifestosunun dördüncü temel ilkesi olan “Uluslararası” olma kararlılığı Semih Rüstem yapılarında, Molnár yapılarına kıyasla daha zayıf ve yoruma açık olarak bırakılmıştır. Bunun sonucu olarak, Semih Rüstem’in yatayda ve düşeyde kullandığı kütle hareketleriyle daha güçlü bir dışavurumcu etki ortaya koyduğu savunulabilir. Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in seçilen yapıları üzerinde yapılan biçim grameri analizi doğrultusunda her iki mimarın da geometrik kurallar çerçevesinde yapılarını tasarladığı, plan şemalarında ve kütle organizasyonunda geometrik yapının net bir şekilde algılandığı görülmüştür. Yapıların ihtiyaca cevap verme amacı güderek ve detaylarda özgün yaklaşımlar sergileyerek ilkelerle uyumlu olduğu, bina için belirlenen üç bölümün net bir geometrik bütünlükte ifade edildiği, mimarinin plan düzleminde ya da üçüncü boyutta belirli kurallar doğrultusunda mekân ve şekil değiştirdiği ve rastlantısal olmadıkları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda KURI manifestosundaki ilkelerin, konut tasarımları incelenen iki mimar tarafından benimsendiği söylenebilir, bununla birlikte uluslararası olma ilkesi Molnár yapılarında Semih Rüstem yapılarına kıyasla daha belirgindir. Tamamen deneysel bir eğitim sistemi ve sanat ile zanaatı buluşturan bir platform oluşturma iddiasıyla hazırlanmış olan Bauhaus Weimar programının uygulanmaya başlanmasından dört yıl sonra Gropius “Bauhaus Stili” olduğunu söylemenin başarısızlığın itirafı ve savaş açtığı durgunluğa geri dönüşü kabul etmek olacağını ifade etmişse de (Gropius, 1925, s. 92), 20. Yüzyılın başından beri Bauhaus’un öncülerinden sayıldığı modern mimari dünyanın her yerinde kabul görmüş ve halen kabul görmekte olan bir akımdır. Bauhaus Weimar’da bulunmuş ve farklı seviyelerde de olsa okulun ve okuldaki ustaların öğretilerinden etkilenmiş olan Farkas Molnár ve Semih Rüstem ise kendi ülkelerinde bu akımın ilkelerini geliştirerek uygulamış iki mimar olarak kabul edilebilir. Yapılan inceleme sonucunda farklı ülkelerde ürünler ortaya koymuş olmakla birlikte iki mimarın da tasarımlarında net geometrik formları belirli bir düzen içerisinde kullanmak ve fonksiyonu karşılamak amacını taşıdığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada Bauhaus tarihinin Weimar’daki dönemine odaklanılarak okulun özgür ortamında Macar öğrenci Farkas Molnár liderliğinde Hırvat, Alman, Çek, Avusturyalı, Estonyalı öğrencilerle birlikte Türk öğrenci Semih Rüstem’in bir araya gelerek oluşturdukları KURI grubu tanıtılmış, manifestolarıyla Bauhaus’a yaptıkları katkı irdelenmiş, Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in 1930-1932 arasında tasarCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Farkas Molnár ve Semih Rüstem’in Erken Dönem Konutları-Bauhaus ve KURI İlkeleri Doğrultusunda Bir İnceleme

ladıkları konutların Bauhaus ve KURI ilkeleriyle uyumlu olarak tasarlanıp tasarlanmadığı biçim grameri analizi ile sorgulanmıştır. Çalışmada tartışılan konular ve elde edilen bulgular ışığında, Bauhaus öğretisi kadar okula katkı yapmış farklı milletlerden gelen eğitmen ve öğrenciler üzerine daha fazla araştırma yapılmasının mimarlık tarihi çalışmaları açısından faydalı olacağı düşünülmektedir.

Kaynaklar Adana Büyükşehir Belediyesi (Yayın yılı belli değil) Tarihi Fotoğraflarla Adana 1833-1960, Adana, Altınkoza Yayınları no: 36. Anonim (1932a) “Sait Bey Evi”, Arkitekt, Sayı 7-8, s. 205-206. Anonim (1932b) “Bir Mimar İkametgâhı”, Arkitekt, Sayı 4, s. 108111. Antoniades, A. C. (1992) Poetics of Arhitecture-Theory of Design, New York, John Wiley & Sons. Bajkay, É. (2005) “Hungarians at the Bauhaus”, Ed.: P. Weibel, Beyond Art: A Third Culture: A Comparative Study in Cultures, Art and Science in 20th Century Austria and Hungary, Wien, Springer, s. 71-78. Bajkay, É. (2010a), “Molnár, The Unknown Painter”, Ed. : E. Bajkay, Molnár Farkas (1897-1945), Pecs, Oktatasi es Kulturalis Miniszterium, s. 13- 44. Bajkay, É. (2010b) A Müvészettöl Az Életig -Magyarok a Bauhausban (Teknik ve Yaşam-Bauhaus’taki Macarlar), Berlin, Bauhaus Archiv. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) 17/10/1933, 15106/75-83. Bektaş, C. (2013) Türk Evi, İstanbul, YEM Yayın. Bilgin, İ. (2014) “Bauhaus’un Zamanı ve Yeri”, Ed.: A. Artun ve E. Çavuşoğlu, Bauhaus: Modernleşmenin Tasarımı, İstanbul, İletişim Yayınlar, s. 95-110. Buelinckx, H. (1993) “Wren’s Language of City Church Design: a formal generative classification”, Environment and Planning B: Planning and Design Sayı 20, s. 645-676. Conrads, U. (1991) 20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar, çeviri Sevinç Yavuz, Ankara, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı. Cumhuriyet Gazetesi, 7 Nisan 1942, s: 4. Çağdaş, G. (1996) “A Shape Grammar: The Language of Traditional Turkish Houses”, Environment and Planning B, Sayı 5, s. 443-464. Droste, M. (1998) Bauhaus 1919-1933, Bauhaus-Archiv Museum für Gestaltung, Berlin, Benedikt Taschen Verlag. Eldem, S. H. (1968) Türk Evi Plan Tipleri, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, 2. Baskı, İstanbul. Flemming, U. (1987) “The Role of Shape Grammars in the Analysis and Creation of Design”, Computability of Designs, New York, s. 245-272. Forgács, É. (1991) Bauhaus Idea and Bauhaus Politics, Budapest, Central European University Press. Gombrich, E.H. (1984) Sanatın Öyküsü, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları. Gropius, W. (1925) Internationale Architecture, Weimar, Bauhausbücher 1. Gropius, W. (1965) The New Architecture and the Bauhaus, Massachusetts, The M.I.T. Press. Gümüş, D. (2015) “A Turkish Architect at the Technical University of Budapest: Semih Rüstem”, Periodica Polytechnica Architecture, Sayı 46 (1), s. 38-45. Gümüş, D. (2014) “Unutulmuş Bir Erken Cumhuriyet Dönemi CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Mimarı: Semih Rüstem Temel”, İstanbul Araştırmaları Yıllığı, Sayı 3, s. 227-234. Güzelci, O. Z. (2012) “Amasya Yalıboyu Evleri Üzerine Bir Biçim Grameri Çalışması”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. Hanson, N. L. R. ve RADFORD, A. D. (1986) “On Modelling the Work of the Architect Glenn Murcutt”, Design Computing, s. 189-203. Koning, H. ve EISENBERG, J. (1981) “The Language of the prairie: Frank Lloyd Wright’s Prairie Houses”, Environment and Planning B, Sayı 8, s. 295-323. Kostof, S. (1995) A History of Architecture, 2nd Edition, Oxford, Oxford University Press. K.U.R.I. (1923) Út (Újvidék), Sayı 15, s. 1-2. Nuhoğlu, M. (2013) “Cumhuriyet Öncesi Türkiye’sindeki Gazete ve Dergilerde Yayınlanan Sanat ve Sanat Tarihi Yazı/Makalelerinde Fikri Yapı”, EKEV Akademi Dergisi, Sayı 17(56), s. 83-96. Otto, M. (1987) Molnár Farkas, Budapest, Akademia Kiado. Özer, B. (1986) Yorumlar –Resim, Heykel, Mimarlık, İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi Yayını. Pevsner, N. (1995) The Sources of Modern Architecture, London, Thames and Hudson. Rosch, G. (2010) “The Architect Farkas Molnár”, Ed.: E. Bajkay, Farkas Molnár 1897-1945, Pecs, Oktatasi es Kulturalis Miniszterium, s. 113-196. Sayar, Z. (1986) “Meslekte 50 Yılı Aşanlar: Mimar Bedri Tümay”, Mimarlık, Sayı 220, s. 47. Semih Rüstem (SEFAYİ) (1921) Evler ve Apartmanlar, İstanbul, Mekteb-i Sanayi-i Osmani Matbaası. Siebenbrodt, M. ve SCHÖBE. L. (2012) Bauhaus 1919-1933, New York, Parkstone Press International. Soygeniş, M.ve ELDEM S. H. (2005), Yapı 1-2-3-4, İstanbul, Birsen Yayınevi. Stiny, G. (1980) “Introduction to Shape and Shape Grammars”, Environment and Planning B, Sayı 7, s. 343-351. Şener, S. M. ve GÖRGÜL, E. (2008) “A Shape Grammar Algorithm and Educational Software to Analyze Classic Ottoman Mosques”, ITU A/Z Journal of Faculty of Architecture, Sayı 5-1, Spring, Tankut, G. (1993) Bir Başkentin İmarı: Ankara (1929-1939), İstanbul, Anahtar Kitaplar. Van Doesburg, T. (1968) Der Wille zum Stil, Theo van Doesburg 1883-1931, Eindhoven, Van Abbemuseum Exhibition Catalogue, s: 49. Wendermann, G. (2008) “Der Internationale Kongress der Konstruktivisten und Dadaisten in Weimar im September 1922”, Ed.: H. Th., Europa in Weimar, Visionen eines Kontinents, Jahrbuch der Klassik Stiftung Weimar, Göttingen, Erstpublikation Seeman, s. 375-398. Wojtowicz, J. ve Fawcett, W. (1986) Architecture: Formal Approach, London, Academy Editions. Wolf, T. (2006) Bauhaus ve Sonrası, Ankara, Keşif Yayınevi. Yamawaki, I. (1985) “Reminiscences of Dessau”, Design Issues, Sayı 2(2), s. 56-68.

İnternet Kaynakları http://www.bauhaus.de/en/das_bauhaus/48_1919_1933) [Erişim Tarihi 24 Ocak 2017] http://www.oceansbridge.co.uk/oil-paintings/product/2903/ samaritanthegood samaritanc1920) (Erişim Tarihi 24 Ocak 2017] 131


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):132-143 DOI: 10.5505/megaron.2017.49369

Çocuk Merkezli Afet Yönetimi Child-Centered Disaster Management Sevgül LİMONCU, Ahmet Bircan ATMACA

ÖZ Afetler oluşma zamanı belirlenemeyen, doğal ve insan kökenli nedenlerle oluşan, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar meydana getiren olaylardır. Afet öncesi, anı ve sonrasında afetlere hazırlıklı olmak için afet yönetim planları oluşturulmaktadır. Afet yönetim planları aracılığıyla olası afetlere karşı hazırlıklı olunmakta, afetlerin bıraktığı olumsuz etkiler hızlı bir şekilde atlatılmaktadır. Afet yönetim planları can kayıplarının en aza indirilmesini amaçlamaktadır. Afetlere hazırlıklı olmak için yapılan mevcut afet yönetim planları çocukları da kapsamaktadır, ancak çocukların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Dünyada bu konu üzerinde birçok çalışmanın yapıldığı ve uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Ancak Türkiye’de çocuk merkezli afet yönetim planları bulunmamaktadır. Bu çalışmanın; çocuklar için afet öncesi, anı ve sonrasında yapılması gerekenleri içeren çocuk merkezli afet yönetim planlarının geliştirilmesi konusunda bilinç ve farkındalık sağlayacağı, bir rehber oluşturacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Afet yönetimi; çocuk merkezli afet yönetimi; kriz yönetimi; risk yönetimi.

ABSTRACT Disasters occur due to natural and man-made causes at an unknown time and bring about physical, economic, and social losses. Disaster management plans are developed in order to be prepared before, during, and after a disaster. With a disaster management plan, the negative effects of disasters can be more rapidly overcome. Disaster management plans are aimed at minimizing loss of life. Current disaster management plans include consideration of children, but they are inadequate to meet children’s needs. Many studies on this subject have been conducted and put into practice elsewhere in the world, but child-centered disaster management plans have been neither studied nor developed in Turkey. The objective of this study was to raise awareness about developing thorough child-centered disaster management plans and to serve as a guide for future studies. Keywords: Disaster management; child-centered disaster management; crisis management; risk management.

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Yapı Bilgisi Anabilim Dalı, İstanbul Başvuru tarihi: 08 Mart 2017 - Kabul tarihi: 13 Aralık 2017 İletişim: Sevgül LİMONCU. e-posta: slimoncu@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

132

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi

Giriş İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar olan süreçte afet riski taşıyan bölgeler, sıklıkla afetlerle karşılaşmakta ve sonucunda büyük bedeller ödemektedir. Dünya üzerinde yılda 150 milyon insan afetlerden etkilenmektedir. Son yirmi yılda dünyada meydana gelmiş büyük ölçekli afetler incelendiğinde, afetler toplumlara onarımı zor, tahrip edici zararlar vermişlerdir. Türkiye de fay hatlarının yoğun olduğu bir coğrafyada olması nedeniyle tarihsel süreçte birçok can ve mal kaybı vermiştir. 1995 yılından günümüze kadar olan afetlerde, Türkiye’de 22.000’den fazla insan yaşamını yitirmiştir.1 Afetlerde hayatını kaybeden insanların önemli bir kısmını çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların kırılgan ve güçsüz yapıları, afetzede olarak afetlerden etkilenme oranını artırmaktadır. Türkiye’de uygulanan afet yönetim planları, çocukların ihtiyaçlarının bütününe cevap verememektedir. Çocukların afetlerden korunması ve olası afetleri de en az hasar ile atlatabilmesi için çocuk merkezli afet yönetim planı oluşturulması gerekmektedir. Bu çalışmada, Dünya’daki ve Türkiye’deki mevcut afet yönetim planları incelenmiş, kapsamlı bir literatür taraması yapılmıştır. Çalışmanın amacı, çocuklar için afet öncesi, anı ve sonrasında yapılması gerekenlerin yer aldığı, çocuk merkezli afet yönetim planı hazırlanması için bir rehber oluşturmaktır. Afetler çocuk sağlığı üzerinde fiziksel ve psikolojik izler bırakmaktadır. 0-17 yaş dönemini kapsayan çocukluk yılları bebeklik, okul öncesi, okul dönemi ve ergenlik olmak üzere dört ayrı döneme ayrılmaktadır. Belirtilen dört dönemin her birinde afetler çocuklar üzerinde farklı etkiler oluşturmaktadır. Afetlerin Çocuk Sağlığı Üzerindeki Etkileri Afetler, insanlar üzerinde fiziki ve psikolojik yönlerden kalıcı veya geçici hasarlar bırakabilmektedir. Afetlerin etkisini çocuklar ve yaşlı insanlar, yetişkin bireylere göre daha uzun sürelerde atlatmaktadır. Zarar gören insan grupları içinde çocuklar, afetlerin zararlarını anlayabilecek olgunlukta olmadıkları ve dünya yaşamını yeni kavradıkları için afet toplumunun en incinebilir, zarar görebilir kısmını oluşturmaktadır.2 Fiziki bağlamda insanlar evlerini, okullarını kaybederken veya vücutlarında yaralanmalar, sakatlanmalar meydana gelebilirken, ruhsal açıdan depresyonlar, bunalımlar veya travmalar yaşayabilmektedir. Olayların etkisini zamanla atlatamayan çocuklarda, ilk bir ay için Akut Stres Bozukluğu, bir aydan sonraki süre için ise Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) hastalığı oluşabilmektedir. 1988 yılında meydana gelen Ermenistan depreminden 18 ay sonra, Goenjian ve Pynoos tarafından yapılan çalışmada, yaşları 8-16 arasında değişen 111 çocukta %70 oranında Travma Sonrası Stress Bozukluğu (TSSB) hastalı Kaya (2012).

1

Erkan (2010).

2

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

ğı tespit edilmiştir.3 Batı Virginia (ABD)’da bulunan Buffalo Creek Barajının çökmesinden 14 yıl sonra afetzede çocuklar üzerinde yapılan incelemelerde, afetin izlerinin zamanla azalmakta olduğu görülmüştür. Pynoos ve arkadaşlarının Ermenistan depreminden 3 yıl sonra yaptığı araştırmada, çocuk sağlık merkezine başvuranlardan 3-17 yaş aralığında 231 çocuk üzerinde TSSB tanısı konulmuştur ve bu çocuklarda ağırlıklı olarak 5 yaşın en ciddi zarar gören yaş olduğu, kızların erkek çocuklardan daha fazla zarar gördüğü saptanmıştır.3 Afet süresince çocuklar üzerinde meydana gelen yaralanmalar ve sakatlanmalarda, gerekli tıbbi müdahaleler yapılarak iyileştirme sağlanabilmektedir. Ancak psikolojik açıdan yaralanmaların izlerinin silinmesi uzun süre aldığı için bu alanda detaylı bir şekilde irdelenme gereksinimi bulunmaktadır. Çocukların ruhsal yapıları yetişkinlerinkine göre oldukça farklıdır. Çocuk yaş aralığı 0-17 olmasına karşın bu tür çalışmalarda konunun dört aşamada ayrıntılı biçimde değerlendirilmesi daha sağlıklı olmaktadır. Çünkü afet meydana geldiğinde okul öncesi yaş aralığında olan bir çocuk (2-5 Yaş) ‘annem ve babamı üzdüğüm için oldu’ diyebilirken, okul çağında olan bir çocuk (6-11 Yaş) doğa olaylarını idrak edebilir ancak bunu bir ceza olarak nitelendirebilmektedir.4 Genel olarak afetlerin çocuklar üzerinde bıraktığı etkiye bakılacak olursa; korku ve endişe, özgüven eksikliği, okula gitmek istememe, davranışlarında değişiklikler, alt yaşlarda davranış gerilemesi, uyku terörü (çocuk uykusundan aniden uyanır, rüyasını hatırlamaz ve birkaç dakika kendine gelemez), fiziksel şikâyetler gibi nedenlerle rahatsızlık belirtileri görülebilmektedir.5,6 Bu çalışmada, afetlerin çocuklar üzerinde bıraktığı etki bebeklikten ergenliğin bitimine kadar olan zaman diliminde; 0-1 yaş aralığında bebeklik dönemi, 2-5 yaş aralığında okul öncesi çocukluk dönemi, 6-11 yaş aralığı okul çağı çocukluk dönemi ve 12-17 yaş aralığı ise ergenlik dönemi diye sınıflandırılarak afetlerin zararları çocuk sağlığı üzerinde detaylı olarak incelenmiştir. Bebeklik Dönemi Etkileri (0-1 Yaş) Yeni doğan bir bebeğin kazandığı ilk duygu ‘temel güven duygusu’dur. Bebeğin anne ile kurduğu bağ bu duyguyu pekiştirmektedir. Bebekler afet anında çevresinde meydana gelen olumsuzluklara anlam verememesine karşın afetlerin izleri, yaşamlarının sonra ki yıllarında etkisini gösterebilmektedir. Fiziksel yaralanma veya sakatlanmalar dışında bebekler afetlerden doğrudan etkilenmezler ama ebeveynlerinin kaygılı tutum ve davranışları bebeklerinde tedirgin olmasına sebep olmaktadır. Bebeklik döneminde afetlerin bırakmış olduğu izler başlıca şu şekildedir: • Annenin korku ve güvensizlik duygusu çocuğun düzenli bakımını etkileyebilir, İşmen (2001).

3

Küçük (2008).

4

Akcanbaş (2009).

5

6

Altaş (2009).

133


• Bulundukları gelişimsel döneme ait olan uyku alışkanlıklarını, yeme-içme düzenlerini kaybedebilirler, • Bebekler stresli ve güvensiz ortamlarda yoğun ağlama nöbetleri yaşayabilir ve yatıştırılmaları, sakinleşmeleri güçleşebilir, • Yeni kazandıkları sosyal becerilerini kaybedebilirler.5,6,7 Okul Öncesi Çocukluk Dönemi (2-5 Yaş) Okul öncesi dönemindeki çocuklar, afetin neden olduğu kayıplarla ve yaşamlarında oluşan değişikliklerle mücadele etmekte zorlanırlar. Bu dönemdeki çocuklar genellikle afetten etkilendiklerini sözcüklerle ifade edememelerine karşın kaygılı ve üzgün olduklarını davranışlarıyla belli ederler.8 Terk edilme korkusu, anne babalarını veya değer verdiği bir eşyasını kaybetme korkusu, bu yaş aralığındaki çocukların gösterdiği en belirgin reaksiyonlardan bir tanesidir. Bu dönemde afetzede bir çocukta görülebilen rahatsızlıklar şunlardır: • Anne babaya aşırı bağlanma, onlardan ayrı kalmama isteği oluşabilir, • Yakınlarına doğru amaçsızca ve nedensiz koşma, hiperaktif davranışlar gösterme yaşanabilir, • Karanlığa veya hayvanlara karşı korku duyulabilir, • Aniden, yüksek sesle, hıçkırarak veya yardım istercesine ağlanabilir, • Uyku terörü yaşama ve gece kâbuslar görme nedeniyle sağlıklı bir uyku uyunamayabilir, • Parmak emme, yatağı ıslatma, tuvalet eğitimini yitirme, yeme içme ve giyinme yetisini kaybetme gibi davranışlarda gerileme yaşanabilir, • Aşırı sinirlenme, kaygı, yüksek seslere karşı aşırı hassasiyet duyma oluşabilir, • Farkında olunmayan ani stresler nedeniyle fiziksel rahatsızlıklar, vücudun herhangi bir yerinin ağrıması veya baş dönmesi yaşanabilmektedir.9,10,11 Okul Çağı Çocukluk Dönemi (6-11 Yaş) Bu yaş aralığında çocuklarda korku ve aşırı endişeye sahip olma durumu söz konusudur. Ailelerinden ayrı başka bir yerdeyken afet olurda yakınlarına ulaşamama korkusu nedeniyle çocuklar ailelerinden ayrı kalmak istemezler, okula vb. gibi yerlere gitme noktasında problem yaşarlar. Afet olgusunu ve etkisini anlamaya başlayan çocuklar davranışlarıyla afete karşı oluşturdukları reaksiyonları paylaşırlar. Çocuklara doğa olayları anlatılırken son derece dikkat gösterilmeli, uygun sözcükler seçilmelidir. Okul çağındaki çocuklarda okul arkadaşlığı önemlidir. Yaşıtları ile kurdukları iletişimin sağlıklı yürümesinde ve yanlış bilgilerin Akcanbaş (2009). İşmen (2001).

5 9

134

6

Altaş (2009). 7 Akcanbaş (2009). 8 İşmen (2001). 10 11 Akcanbaş (2009). Erkan (2010).

yayılmasını önleme noktasında okul personeline görevler düşmektedir. Okul çağındaki çocuklarda görülebilecek rahatsızlıklar şu şekildedir: • Dikkat toplamada zorluklar ve okul başarısında düşme yaşanabilir, • Okula gitmek istememe, okuldayken davranış bozuklukları görülebilir, • Öfke, saldırganlık veya özgüven kaybı yaşanabilir, • Mide bulantısı, baş dönmesi, duyma ve görme bozuklukları gibi strese bağlı fiziksel rahatsızlıklar baş gösterebilir, • Uyku problemleri, hava koşullarından korku duyma (gök gürültüsü, şimşek vb.), ve kâbuslar görülebilir, • Yetişkinlere karşı güven kaybı gibi rahatsızlıklar belirebilmektedir.9,10,12 Ergenlik Dönemi (12-17 Yaş) Ergenlik dönemi çocuklarında arkadaş ilişkileri çok önemlidir. Bu yaş grubundaki çocuklar arkadaşlarından yakın ilgi bekler, korkularıyla ve diğer tüm duygularıyla kabul edilmek isterler.10 Ailelerinden bağımsız olmayı istemekle beraber artan sorumlukları nedeniyle ikilemde kalırlar. Afet yaşamış bir ergen çocuk agresif davranışlar içinde olup çevresine karşı saldırganlaşabilmektedir. Birçok kişi ölmüş iken kendilerinin kurtulmuş olmasının verdiği bir suçluluk duygusu içinde olabilirler. Afetzede olan ergen çocuklarda oluşabilecek rahatsızlıklar şu şekildedir: • İlk haftalarda uyku bozuklukları, karanlık korkusu, kâbuslar görme sıklıkla görülmektedir, • Madde kullanımına eğilim söz konusudur, • İntihar veya kendine zarar verme eğilimleri görülebilir, • Fiziksel şikâyetler, iştahsızlık, vücutta ağrılar görülebilir. • Toplumdan kaçma, yalnızlık, duygularda küntleşme yaşanabilir, • Sorumluklarını yerine getirememe, özgüven eksikliği, depresif belirtiler görülebilmektedir.12,13,14 Dört aşamada ele alınan 0-17 yaş aralığındaki çocuk gruplarının afet sonrası yaşayabilecekleri rahatsızlıklara karşı, başta ailelerin ve aşamalı olarak tüm yerel yönetimlerin bilinçlendirilmesi ve bu konuda çocukların merkez alındığı çalışmaların geliştirilmesi önem taşımaktadır.

Afet Yönetimi İnsanlar için fiziksel, ruhsal, ekonomik ve sosyal açıdan birçok zarara neden olan, toplumların normal yaşantılarını İşmen (2001). İşmen (2001).

Akcanbaş (2009). Erol (1999).

9

10

13

14

12

Altaş (2009).

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi

AFET TÜRLERİ

Jeolojik afetler - Deprem - Toprak kaymaları - Volkanik patlamalar - Tsunami - Çamur akıntıları

Klimatik afetler - Kuraklık - Sel - Dolu - Hortum - Kasırga - Asit yağmurları - Hava kirliliği - Orman yangınları - Çığ

Biyolojik afetler - Erezyon - Salgılar - Böcek istilası - Orman yangınları

Sosyal afetler - Yangınlar - Savaşlar - Terör saldırıları - Göçler

Teknolojik afetler - Maden kazaları - Nükleer kazalar - Sanayi kazaları - Ulaşım kazaları

Şekil 1. Afet türleri.17

kısa veya uzun süreli kesintiye uğratan, doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olaylara “afet” denilmektedir. Günümüzde bir doğa olayının veya olağanüstü durumun afet olarak nitelendirilebilmesi için birçok yorum ve görüş belirtilmiştir. Bir afetin büyüklüğünü, çevreye verdiği zararı artırabilecek başlıca etkenler şu şekildedir: • Olağanüstü durumun fiziksel büyüklüğü, • Konut yerleşimine, yoğun alanlara olan uzaklığı, • Meydana gelen bölgedeki gelişmişlik durumu, • Bilinçsizlik ve eğitim eksikliği, • Bölgedeki hızlı ve plansız kentleşme ile çarpık yapılaşma, • Bölge halkının afetlere karşı önceden eğitilip bilgilendirme durumu, gibi faktörler afetin bırakmış olduğu zararın boyutunu etkilemektedir.15 Teknolojinin gelişmesi, insan nüfusunun giderek artması nedeniyle günümüzde afetlerin türleri ve sayıları artmıştır. Deprem ve toprak kaymalarını Jeolojik Afetler, sel, çığ, hortum gibi afetleri Klimatik Afetler, orman yangınları, erozyon gibi afetleri Biyolojik Afetler, daha çok insan kaynaklı terör, savaş, göç, gibi olayları Sosyal Afetler, maden, ulaşım ve nükleer kazalar gibi afetleri ise Teknolojik Afetler başlığı altında sınıflandırmak mümkündür.16 Bu sınıflamalardaki afet türlerinin ülkelere ve bölgelere göre farklılıkları sıklıkları değişebilmektedir. Türkiye tektonik hareketliliği nedeniyle %98’i deprem riski altında bulunan bir ülkedir. Deprem araştırma enstitüsünün verilerine bakıldığında Türkiye’de son 70 yılda, 6.0 ve üzeri şiddetinde 51 adet deprem meydana gelmiştir. Bunların birçoğu ülkeye ekonomik ve sosyal açıdan zararlar vermiştir (Şekil 1). Afetlerin çeşitlenmesi, çevreye verdikleri zararların artması, teknolojinin ve bilimin gelişmesi afetlere karşı her Erkal (2009). Kadıoğlu (2008).

15 16

http://www.ibb.gov.tr/sites/akom/documents/dogal_ afetler.html (Erişim Tarihi 17 Ekim 2016).

zaman hazırlıklı olmayı, müdahale etmeyi gerekli kılmaktadır. Afet oluşma riskini artırabilecek olayların önlenmesi ve risklerinin azaltılması, afet anında ve sonrasında gerekli müdahalenin yapılması, iyileştirme çalışmalarının ivedilikle yerine getirilmesi, acil durum ekiplerinin koordineli bir şekilde çalışmalarını sürdürebilmesi, olası afetlere karşı her an hazırlıklı olunması için afet yönetimi gereklidir. Afet Yönetimi; • Afet risklerinin ve zararlarının azaltılması, • Afet öncesinde olası senaryoların hazırlanması ve tahmini hasar tespit ile ihtiyaçların belirlenmesi, • Acil durumlarda nasıl ve ne şekilde müdahale edileceğine yönelik hazırlıkların yapılması, • Sivil toplum kuruluşları veya kamu kurumları aracılığıyla eğitim ve tatbikatların yapılması, • Erken uyarı, tahmin ve izleme sistemlerinin oluşturulması, • Afet anı ve sonrasında ihtiyaçların belirlenmesi, hızlı müdahalenin yapılması, • Afet sonrası hayatın normalleşmesi için sistemli, modern ve bütünleşik rehabilitasyon aşamaları, gibi çalışmaları kapsamaktadır. Afet yönetimi, sivil toplum kuruluşları, uluslararası örgütler ile kamu kurumlarının koordineli ve planlı bir şekilde yaptığı uygulamalarının tümünü içermektedir (Şekil 2).18 Afet yönetiminde; deprem, sel, kuraklık, volkan patlaması gibi insanların sosyal ve ekonomik yönlerden yaşamlarını durduran, ani gelişen olağanüstü olaylara karşı hazırlıklı olunması için yapılan; • Hazırlık, • Zarar Azaltma, • Önleme

17

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Kadıoğlu (2011).

18

135


R İ S K Y Ö N E T İ M İ

AFET HAZIRLIK

ACİL YARDIM

AFET YÖNETİMİ ZARAR AZALTMA

İYİLEŞTİRME

YENİDEN İNŞA

ÖNLEME

K R İ Z Y Ö N E T İ M İ

Şekil 2. Afet Yönetimi Döngüsü.19

aşamalar risk yönetimi, • Acil Yardım, • İyileştirme, • Yeniden İnşa gibi afet sonrası zararların, can kayıplarının azaltılmasına yönelik ve hayatın normale dönmesi için yapılan aşamalar da kriz yönetimi olarak tanımlanmaktadır.20,21 Modern ve bütünleşik afet yönetimi, risk yönetimi ve kriz yönetiminin birleşiminden oluşmaktadır. Afet yönetim planlarının risk yönetimi bölümünde, can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için afet öncesinde hazırlık, zarar azaltma ve önleme aşamaları detaylı bir şekilde hazınlanmış olması gerekmektedir. Hazırlık: Hazırlık aşaması, afet anında ve sonrasında oluşan eksikliklerin tespiti ve ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı hazırlıklı olmak için gerekli tedbirlerin alındığı, yasal düzenlemelerin yapıldığı, olası afetlere karşı senaryolar oluşturularak profesyonel ekiplerin yetiştirildiği ve gerekli ekipmanların hazırlandığı aşamadır. Zarar Azaltma: Zarar azaltma aşaması, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının halkla bütünleşik bir şekilde, olası afetlerin devlet ve ülke genelinde bırakacağı olumsuzlukların aşılması için yapılması gerekenlerin belirlendiği aşamadır. Önleme: Önleme aşamasında, olası afetlerin ve afet anında olabilecek ikincil tehlikelerin oluşması, afet öncesinde alınan önlemlerle engellenmeye çalışılmaktadır. Afet sonrası oluşan sağlıksız koşullar sonucunda ortaya çıkabilecek salgın hastalıklara karışı önlemler alınmaktadır. Herhangi bir başka afetin oluşmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.22 Özkul (2007).

19

136

Kadıoğlu (2008).

20

Güler (2008).

21

Berg (2014).

22

Afet yönetim planlarında, risk ve kriz yönetimi bir bütündür. Risk yönetiminin ihmal edildiği durumlarda kriz yönetiminin başarıyla uygulanması, gerçekleşmesi zor bir durumdur. Afet yönetimi planlarının kriz yönetimi bölümünde; acil yardım, iyileştirme ve yeniden inşa aşamaları bulunmaktadır. Acil Yardım: Acil yardım aşaması, afet anından hemen sonra arama kurtarma, enkaz kaldırma çalışmalarının yapıldığı ve konutları zarar gören insanlar için acil yardım barınaklarının sağlandığı aşamadır. Olağanüstü olaylara karşı afet öncesinde hazır bulundurulan giysi ve besinler dağıtılmaktadır. Gerekli acil durum hizmet ekiplerinin ve ekipmanlarının yeterli sayıda olmasıyla hızlı arama kurtarma çalışmaları gerçekleşebilmektedir.22 İyileştirme: İyileştirme aşamasında, afetzedelerin acil yardım barınaklarına yerleştirilmesinin ardından geçici barınma mekânlarının sağlanması gerekmektedir. Orta ve uzun süreli maddi hasar olan bölgelerde afetin izleri silinmeye çalışılmaktadır. Afet yönetiminin iyileştirme aşaması, rehabilitasyon ekiplerinin desteği ile acil yardım barınaklarından kalıcı konutlara geçilmesine kadar olan süreçtir.23 Yeniden İnşa: Yeniden inşa aşamasında, afetin bıraktığı hasarlar giderilmekte, hayat normale dönmeye başlamaktadır. Konutları hasar gören insanlar kalıcı konutlara taşınmaktadır. Bu aşamada, psikolojik destek hizmeti diğer aşamalardan daha uzun süreli verilmektedir. Çocukların fiziksel ve psikolojik olarak yaşları oldukça küçük ve afetlere karşı daha kırılgan olmaları, çocuk merkezli afet yönetiminin yapılmasının önemini artırmaktadır. Bu yaş grupları için afet yönetim planlarının hazırlanması, geliştirilmesi ve uygulanması çok disiplinli bir konudur. Disiplinler arası yapılan çalışmalar ışığında ivedilikle Türkiye için çocuk merkezli afet yönetim planı hazırlanmalıdır.

Çocuk Merkezli Afet Yönetimi Çocuk merkezli afet yönetimi, öncelikle mevcut bulunan afet yönetim planlarının temel gerekliliklerini sağlamalıdır. Çocuk merkezli afet yönetimini diğer afet yönetim planlarından ayıran kısım, afet yönetiminin kriz yönetimi ve risk yönetimi bölümlerinde, literatürde yer aldığı şekliyle afet toplumunun en kırılgan grubu olan çocukların olası her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasını, giderilmesini ve afetleri çocukların en az zararla atlatabilmesinin sağlanmasını amaçlayan, çocukları merkez alan şeklidir. Çocukların afetlerde yetişkinlerden daha fazla etkilendiğini gösteren Norris ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmaya göre okul çağı çocuklarının %48’i ortalama bir şekilde afetlerden etkilenirken %52’si ciddi veya çok ciddi olarak etkilenmektedir.24 2005 yılında Pakistan Keşmir’de eğitim-öğretim saatinde olan depremde 16.000 çocuk, Filipinler’de ise çamur kay Berg (2014).

22

Limoncu (2005).

23

Akhter (2015).

24

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi

ÇOCUK MERKEZLE AFET YÖNETİMİ RİSK YÖNETİMİ

KRİZ YÖNETİMİ

ZARAR AZALTMA

ÖNLEME

HAZIRLIK

Eğitim kurumlarının afetin etkisini azaltılmasındaki katkısı öne çıkartılmalıdır. Çocukların eski yaşamına geri dönebilmesi için uzun süre fiziklel ve psikolojik destekli etkinlikler düzenlenmelidir. Sosyal aktivitelerde duygularını ifade etme olanağı sunulmalıdır.

Afet anında ve sonrasında neler yapılacağını ailelerinde afet öncesinde bilmesi gerekmektedir. Levhalarda, broşürlerde, el kitaplarında afetlere hazırlık bilgileri yer almalıdır, Kültürel gelenekler, dayanışma olgusu toplumda her zaman vurgulanmalıdır.

YENİDEN İNŞA

ACİL YARDIM

İYİLEŞTİRME

Çocuklar afetin içlerinin taze olduğu bu evrede, kısa sürede ailelerine ulaştırılmalıdır. Acil yardım barınaklarının dağıtımında çocuklu ailelere öncelik verilmelidir. Mama ve gıda ihtiyaçları giderilmelidir. Kaçırılma ve istismar ihtimaline karşı güvenlikleri sağlanmalıdır.

Afet anında çocukların yaşıyabileceği binalardaki ve çevredeki ikincil tehlikeler öngörülerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Bulaşıcı hastalıkların yayılma ihtimali unutulmamalıdır. Hastaneler ve okullar çocukların bakımlarıyla ilgili programlara sahip olmalıdır.

Çocuklar afet anı ve sonrasında karar alma süreçlerinde kendilerini ilgilendiren konulara dahil edilmelidir. Emniyetli yollar, geçiş alanları ve güvenli oyun alanları oluşturulmalıdır. Afet öncesindeki yaşamsal alışkanlıklarının devam ettirilmesi için alt yapı çalışmaları güçlendirilmelidir.

Geçici okullarla kesintisiz eğitim uygulanmalıdır. Medya ve toplumda bilginin doğru yayılması sağlanmalıdır. Çocukların kişisel farkındalıklarının olduğu unutulmamalıdır. Afetzede aile bireyleri de psikodestek almalıdır.

Şekil 3. Çocuk merkezli afet yönetimi aşamaları.

ması sonucu 200’den fazla öğrenci can vermiştir.25 Afetlerde belirtilen örneklerdeki gibi çocuk ölümlerinin fazla olmaması ve olası bir afette neler yapılması gerektiğine dair önceden bilgi sahibi olunması için yapılacak çocuk merkezli afet yönetiminin genel özellikleri şu şekildedir: • Çocuk merkezli afet yönetimi çocukların cinsiyet ve yaş aralıklarına uygun olmalıdır. • Ülke içindeki bölgesel ve kültürel farklılıklara karşı esnek yapıda olmalıdır, • Çocukların zayıflıkları, kırılganlıkları altında yatan nedenleri karşılamalıdır, • Afet yönetiminin geliştirilmesinde ve uygulanmasında, çocukların görüşleri ve isteklerine önem verilmelidir,

• Çocukların afet yönetiminde ne şekilde yer alacaklarını, hangi aşamalarda nasıl aktif rol alabileceklerini, okullardaki eğitim sisteminin içine entegre edilerek çocukların ve ailelerin bilgilendirilmesi sağlanmalıdır, • Çocuklarla ilgili psikolojik, fiziksel ve eğitimsel önlemlerin alınması gerekmektedir, • Bilgilendirmeler ve gerekli önlemler aile-çocuk-okul işbirliğinde uzman ekipler koordinatörlüğünde gerçekleştirilmelidir.26,27,28 Çalışmada genel özellikleri belirtilen çocuk merkezli afet yönetimi Kadıoğlu’nun bütünleşik afet yönetimi çerçevesinde risk yönetimi ve kriz yönetimi alt başlıkları altında incelenmektedir (Şekil 3). Asian Disaster Preparedness Center (2007).

26

Asian Disaster Preparedness Center (2007).

25

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Children in a Changing Climate (2015). Schreiber (2014).

27 28

137


Şekil 4. Çocukların afetlere hazırlanmasında eğitim kurumlarının rolü.30

Çocuk Merkezli Afet Yönetimi’nde Risk Yönetimi üç aşamada ele alınmaktadır. Hazırlık Aşaması Çocukların afetlere hazırlanması, afetleri tanıması, afet anı ve sonrasında neler yapacağını bilmesi afetler meydana gelmeden öğretilmelidir. Çocukların ve toplumun afetlere karşı her an hazır tutulmasında birçok meslek grubuna görevler düşmektedir. Başta aileler olmak üzere öğretmenler, eğitimciler, tasarımcılar, mimarlar gibi çeşitli meslek grupları bunların başlıcalarıdır. Afetlere hazırlıklı olmak, afetten gelebilecek zararı en aza indirebilmeyi mümkün kılarken, bu aşamanın ihmal edilmesi büyük hasarlı zararlara neden olabilmektedir. Afetlerden sonra yapılan anketlerde çocuklarla birlikte birçok kişinin afetlere hazırlık hakkında yeterli bilgisinin olmadığı ortaya çıkmıştır.29 Afetlere hazırlık afet yönetiminin çok yönlü ele alınabilecek bir bölümüdür ancak çalışma kapsamında temel gereksinimleri belirtilecektir. Bunlar şu şekildedir: • Afet anında ailelerin afetler hakkında bilinçli olması, çocuklarını ve kendi yaşamlarını kurtarmada büyük katkı sağlayacaktır, • Öğretmenlerin afetlere karşı hazırlıklı olunmasını öğrencilerine aktarması, okullarda çeşitli uygulamalarla afetlerin tanıtılması, afet anı ve sonrasında çocukların bilinçlenmesini sağlayacaktır, • Okullarda düzenli bir şekilde afetlerle ilgili anketler düzenlenmesi çocukların afet bilgisinin düzeyini saptamada ve bilgilerinin taze kalmasında yardımcı olacaktır, • Afetlere karşı okullarda verilmek üzere psikososyal paket programlar geliştirilmelidir, • El kitapları, broşürler, bilgilendirme panoları, levhaları, afet anında yapılacak işler listesi gibi yönlendirici yazılar, okullarda veya kamu alanlarında çocukları ya da toplumu bilgilendirme konusunda faydalı olacaktır, • Kültürel gelenekler, doğal afetler karşısında toplumları birbirine bağlayan, dayanışmayı artıran olgulardır. Akhter (2015).

29

138

Akut (El Kitabı).

30

Ailenin bütünlüğü ve toplumun ruhsal olarak güçlü olması çocuklarında psikolojik olarak güçlü olmasını ve afetlere karşı psikolojik olarak dirençli olmasını sağlayacaktır. Bunlarla birlikte daha kısa sürede toparlanmasına yardımcı olacaktır (Şekil 4).33,34,35 Okulların güçlendirilmesi, olası afetlere karşı hazırlıklı olunması, eğitim müfredatında afetle mücadelede çocukların bilinçlendirilmesi afet yönetimindeki önemli konulardan başlıcalarıdır. Okul, aile ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile çocukların afet öncesi, anı ve sonrasında afetlere karşı hazırlıklı olması, çocuk merkezli afet yönetim planlarının uygulanması ile daha hızlı ve etkili bir şekilde sağlanacaktır. Zarar Azaltma Aşaması Afetlerin insanlar üzerindeki olası zararlarını azaltmak için yerel kurumlarla sivil toplum örgütlerinin belirli aralıklarla paylaşımlarda bulunmaları gerekmektedir. Büyük Victorian yangını sonrası yapılan çalışmada toplumun eğitilmesi için, çocuklar - aileler ve okullar - eğitim şeklinde iki önemli ölçütün olduğu, bu ölçütlere göre çalışmaların yapılması gerektiği belirlenmiştir.31 Eğitim kurumları, afet öncesinde çocukların ve ailelerin olası afetlere karşı bilinçlendirilmesini ve afet sonrası oluşabilecek zararların azaltılmasını sağlamaktadır. Eğitim odaklı afet risk yönetimi toplumun güçlenmesi ve uzun dönem rehabilitesi için önemli rol oynamaktadır. Eğitim materyallerinin olmaması ve eğitim eylemlerinin uzun süreli kesintiye uğraması çocukların okuldan soğumasına neden olmaktadır. Bu nedenle, eğitim kurumları afet sürecinde yer alması gereken eylemler ve işleyiş ile ilgili paket programlar geliştirmelidir. Bu programlar yaş aralıklarına göre geliştirilerek belirtilen noktaların önüne geçilmeye çalışılmalıdır (Şekil 5). Önleme Aşaması Çocuk merkezli afet yönetiminin risk yönetimi alt başlığında yer alan önleme aşaması, afetlere hazırlığın ilk ba Gibbs (2015).

31

Kan (2016).

33

34

Taylor (2015).

Tatebe (2015).

35

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi

Şekil 5. Çocuk kurultayları oluşturularak çocuklar afetlere karşı bilinçlendirilmesi.32

samağını oluşturmaktadır. Bu aşamada, öncelikle afetlerin oluşmaması için gerekli önlemler saptanmakta ve olası afetlere karşı ikincil tehlikelerin oluşmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Afet süreçlerinde çocukların sağlık bakımlarının düzensizliği veya eksikliği çocukları olumsuz etkilemektedir. Beslenme yetersizliği bebeklerde ölüme, çocuklarda hem ölüme hem de büyüme hızının yavaşlamasına neden olmaktadır. Önleme aşamasında, çocuklar için afet öncesinde yapılması gerekenlerin başlıcaları aşağıda belirtilmiştir. • Afet anında çocukların yaşayabileceği, oluşabilecek zararları önlemek için binalardaki veya doğal çevredeki tehlikeler öngörülerek gerekli önlemler alınmalıdır, • Çeşitli hastalıkların baş göstermesinin önüne geçmek için hijyen unsurlarına önem verilmelidir. Hijyen eksikliği durumunda ishal gibi bulaşıcı ve yayılabilen hastalıkların çıkabileceği ihtimali unutulmamalıdır, • Afet sonrası ekonomik durumu kötüleşen ailelerden bir kısmının, çocuklarını daha iyi şartlarda yaşatma istekleri gibi nedenlerle erken evliliğe zorlamaları afet sonrası olası tehlikelerden biridir. Bu konuda ailelerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir • Afet kaynaklı ekonomik sıkıntı ve gelir kaybı yaşayan ailelerin göç etmek zorunda kalması sebebiyle çocukların stresli bir ortamda bulunması, yeni çevreye adaptasyon sorunu yaşamaması için gerekli önlemler alınmalıdır.36,37 Hastaneler, sağlık bakım servisleri ve okulların afetlerden sonra çocukların ruh sağlığı ihtiyaçlarını içeren sağlık bakımlarıyla ilgili plan, yöntem veya programa sahip olmaması olası tehlikelere hazırlıksız yakalanılabileceğini göstermektedir. Afet anı ve sonrasında oluşabilecek zararların önlenmesi için afet öncesinde gerekli önlemler alınmalıdır (Şekil 6). Çocuk Merkezli Afet Yönetimi’nde Kriz Yönetimi üç aşamada ele alınmaktadır. 32

Children in a Changing Climate (2015).

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Akhter (2015). Elangovan (2014).

Acil Yardım Aşaması Afetin yaralarının ve izlerinin taze olduğu bu aşamada yer alan, enkaz kaldırma işlemleri ile yapılacak arama kurtarma çalışmaları dikkatle uygulanmalıdır. Bu aşamadaki çalışmalar süresince zayıf ve kırılgan vücut yapıları nedeniyle çocukların kurtarılmasında özen gösterilmelidir. Acil yardım barınaklarının ve yiyecek-giyecek dağıtımında çocuklu ailelere öncelik verilmelidir. Acil yardım barınaklarına yerleştirilen insanların bakımlarında çocuklar ihmal edilmemelidir. Çocuklara gelebilecek olası zararları ve riskleri azaltmak için aşağıda belirtilen önlemler alınmalıdır. • Arama kurtarma çalışmalarında çocukların anne-babalarına en kısa sürede ulaşması sağlanmalıdır, • Annelerinden ayrı kalmış bebeklik veya 2-5 yaş aralığındaki çocukların mama ve gıda ihtiyaçları, önceden hazırlanmış depolardan en kısa sürede temin edilmelidir, • Afetin bırakmış olduğu kaos ve karmaşa ortamında acil yardım çalışanlarının çocuklara zarar verme veya cinsel istismar ihtimaline karşı ilk yardım ekiplerinin seçimine dikkat edilmelidir, • Çocukların ailelerine ulaştırılmasına kadar geçen sürede güvenlik önlemleri alınmalıdır ve olası çocuk kaçakçılığına karşı hazırlıklı olunmalıdır. • Toplu halde yaşama alışık olmayan çocukların acil yardım barınaklarında yabancı insanlarla aynı yerde kalması, afetin vermiş olduğu zararı derinleştireceği unutulmamalıdır (Şekil 7).38,39,40 Herhangi bir yakınını veya evini kaybetmeyen afetzedeler arasında yapılan bir anket çalışmasında, afetzedelerin çadır kentlerini korku çadırı olarak nitelendirdikleri görülmüştür. Buna karşın afetzedelerin evlerine geri dönmeyi reddederek çadır kentte yaşamaya devam ettikleri belirlenmiştir.41 Çadır kentlerin önemi ve güvenli alanların oluşturulması, yaşam alanlarının sürdürülebilir olması tasarımcıların, yerel idare ve kamu kurumlarının olağanüstü durumlardaki görevlerinden bazılarıdır. Afetin etkisinin hızlı bir şekilde atlatılmaya çalışıldığı acil yardım aşamasında müdahalelerin fizyolojik ve ruhsal açıdan çocukların kırılganlıklarına uygun bir şekilde yapılması gerekmektedirc Arama-kurtarma ve rehabilite çalışmaları sırasında çocuklarında acil yardım ekiplerine yardımcı olarak aktif rol almalarına olanak sağlanmalıdır. İyileştirme Aşaması Arama kurtarma ve acil yardım döneminden sonra yaşamlarını devam ettirmek için afetzedeler geçici barınma mekânlarına yerleştirilmektedir. Çocuklar bu aşamada yaşananları yeni anlamaya başlamaktadır. Geçici barınma Children in a Changing Climate (2015). Asian Preparedness Center (2007).

Schreiber (2014). Kılıç (2003).

36

38

40

37

39

41

139


Şekil 6. Afet anında çocukların bakımı.38

Şekil 7. Afet bölgesindeki acil yardıma ihtiyacı olan afetzedeler.50

mekânlarında kalabalık yaşam biçimine yabancı olan çocuklara yemek sırası, kişisel ihtiyaçlar gibi eylemlerde öncelik verilmelidir. Çocukları afetin olumsuz etkisinden uzaklaştırmak için gereken önlemler aşağıda belirtilmektedir. • Afet bölgelerinde güvenli-geçici okullar yapılmalı ve kesintisiz eğitim sağlanmalıdır, • Afet öncesi, anı ve sonrasında çocuk korumacılığı güçlendirilmelidir, • Medyada ve toplumda bilginin doğru bir şekilde dağılımı ve erişimi sağlanmalıdır, • Afet sonrasında aile içinde yaşanabilecek karamsarlık ve geçim sıkıntısı ailede TSSB hastalığının yaygınlaşmasını kolaylaştırmaktadır. Bu durumun önüne geçilmesi için ebeveynlerin de çocuklarla birlikte psikodestek alması sağlanmalıdır, • Çocukların yakınlarını kaybetmesinin vermiş olduğu üzüntü nedeniyle travma yaşamaması için gerekli destek hizmetleri devreye sokulmalıdır, • Büyük Japonya depreminde kamplara yerleştirilen ailelerin şikâyetlerinin başında yer sıkıntısı, çocuklara süt, bez, mama bulunamaması gelmiştir. Bu gibi ihtiyaçların her an için hazır bulundurulması gerekmektedir, Children in a Changing Climate (2015). http://www.scripturesinuse.org/ceosblog (Erişim Tarihi 01 Şubat 2017).

• Yer sıkıntısından dolayı yabancılarla aynı odada bulunma, mahremiyet eksikliği gibi durumlar çocuklardaki psikolojik etkiyi daha da derinleştirmektedir. Çocukların küçük olmasına karşın kişisel farkındalıklarının olduğu unutulmamalıdır, • İyileştirme döneminde çocukların başıboş bırakılmaması gerekmektedir, ruh dünyalarını yansıtıcı veya düşüncelerini aktarmaya yönelik çeşitli faaliyetler düzenlenmelidir, • Geçici okullarda yaz ve çiz teknikleri gibi aktivitelerle çocukların duygu ve düşünlerini yazılı veya sözlü olarak aktarmaları sağlanmalıdır.42,43,44 Çocukların yaşam tecrübelerinin yetişkinlere göre daha az oluşu onların daha dikkatli iyileştirilmesi gereksinimini doğurmaktadır. İyileştirme safhasında belirtilen hususlarda çocukların bakımlarına öncelik ve önem verilmesi gerekmektedir (Şekil 8). Yeniden İnşa Aşaması İyileştirme aşamasından sonra kalıcı konutlara yerleştirilen çocuklar yeni hayatlarına alışmaya çalışmaktadır. Afetzede çocukların psikolojik ve fizyolojik hastalıklarının tedavi edilmesine ve eski haline dönmesine kadar geçen süreç uzun yıllar alabilmektedir. Katrina kasırgasına maruz kalan çocuklarda, kasırgadan 2 yıl sonra yapılan çalışmalar-

38 50

140

Kan (2016).

42

Akhter (2015).

43

Kılıç (2003).

44

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi

Şekil 8. Geçici eğitim birimleri ve bakıma muhtaç afetzede çocuklar.45

Şekil 9. Yeni yaşam alanlarındaki çocuk etkinlikleri.49

da rehabilite tedavisinin gerekli olduğu gözlemlenmiştir.46 İnsanlarda güven duygusunun ve huzurun tekrar sağlanması için bazı insani duyguların iyileştirilmesi gerekmektedir. Bunlar; umut, güven, ortak hareket etme (dayanışma), birlik olma duygularıdır.47 Çocukların kısa zamanda eski yaşamlarına geri dönmeleri için yeniden inşa sürecinde yapılması gerekenler aşağıda belirtilmiştir. • Çocuklar afet anında ve sonrasında karar alma süreçlerinde kendilerini ilgilendiren konulara dâhil edilmelidir, • Afetten önce devam eden yaşamsal alışkanlıklarını (yemekten önce ve sonra el yıkama, banyo ihtiyacı vb.) devam ettirebilmeleri ve hijyen içinde yaşayabilmeleri için afet bölgesindeki alt yapı güçlendirilmelidir, • Emniyetli yollar, geçiş alanları ve güvenli oyun alanları oluşturulmalıdır, • Afetzedeler için oluşturulan kalıcı konutların ve eğitim yapılarının güvenli olmasının yanı sıra çocuk kullanımına uygun tasarlanması gerekmektedir, • Rehabilite ve sağlık hizmetleri ile eğitim kesintisiz devam ettirilmelidir (Şekil 9).48

Sonuç ve Değerlendirme Türkiye, insanların doğal ya da yapay kaynaklı afetler ya http://odihpn.org/magazine/smart-and-just-involving-children-andyoung-people-in-post-disasterneeds-assessment/ (Erişim Tarihi 30 Kasım 2016). 46 Schreiber (2014). 45

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Gibbs (2015). Li (2015). 49 http://www.kizilayiyilikodulleri. org /Haber/KurumsalHaberDetay/2358 (Erişim Tarihi 20 Ocak 2017). 47 48

şama ihtimali yüksek olduğu ülkelerden biridir. Afet öncesi, anı ve sonrası süreçlerinde yapılması gerekenlerin yer aldığı afet yönetim planlarının oluşturulması, afet sonrası oluşabilecek zararı en aza indirmeye yardımcı olmaktadır. Kırılganlıkları, fiziksel az gelişmişlikleri nedeniyle afetzede grupları arasında çocuklar ayrı bir kategoride değerlendirilip, çocuklara yönelik afet yönetim planı oluşturulmalıdır. Bu çalışmada, çocukların afetleri en az düzeyde zarar ile atlatabilmesi için afet öncesi, anı ve sonrası süreçlerinde hangi adımların atılması gerektiğine yönelik çocuk merkezli afet yönetim planı oluşturulması için rehber olunmak istenmiştir. Çocuk merkezli afet yönetim planının oluşturulması, başarılı bir şekilde tasarlanması ve uygulanması için aşağıdaki konulara dikkat edilmelidir: • Kamu kurumları, eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri gibi paydaşların bir araya gelerek afet sürecindeki aşamaların ayrıntılı irdelendiği, Türkiye’ye yönelik çocuk merkezli afet yönetimi planı oluşturulmalıdır. • Çocuklarda afet bilinci geliştirilmelidir. Bu bilincin çocuklara sembolik çalışmalarla değil, gerçeğe yakın uygulamalarla benimsetilmesi gerekmektedir. • Çocuklar için her bölgede “Çocuk Dostu Alanlar” oluşturularak, olası bir afet durumunda, afetin izlerinin silinmesine çalışılmalıdır. • Afet sonrası süreçlerde uzun dönemli psikososyal destek programları ile çocukların rehabilitesi sağlanmalıdır. • Afet öncesi ve sonrası süreçlerinde eğitim kesintiye 141


uğratılmamalıdır. Afet sonrası hayatın normale dönmesi için anne/baba-eğitim kurumları-çocuk üçgeni oluşturularak problemler iletişim kurularak aşılmaya çalışılmalıdır. • Okul, kreş gibi eğitim kurumları ile sağlık ocağı, hastane gibi sağlık kuruluşlarının olası afetlere karşı dayanıklı şekilde inşa edilmesi gerekmektedir. Belirtilen kurumların çocukların yapısına uygun şekilde, tasarım aşamasından kullanım aşamasına kadar ergonomik şekilde kurgulanması, uygulanması gerekmektedir. • Biyolojik ve fizyolojik az gelişmişlikleri nedeniyle afet öncesi çocuklara sunulan sağlık olanakları, afet anı ve sonrası da kısa sürede sunularak, çocukların oluşabilecek mikrobik ortamdan en az şekilde etkilenmesi sağlanmalıdır. Bu çalışmada, çocukların afetlere karşı hazırlanması ve sonrasında afetin etkisini en az zararla atlatabilmesi için yapılması gerekenler ilkesel olarak belirtilmiştir. Türkiye’de çocukları merkez alan afet yönetimlerinin eksikliği nedeniyle ileride yapılacak çalışmalar için sunulan araştırmanın rehber niteliği taşıyacağı düşünülmektedir.

Kaynaklar Akcanbaş, M.(2010) “Afet ve Kurban Psikolojisi” İstanbul, Akut Yayınevi. Akhter S.R. Sarkar R.K. Dutta M. Khanom R. Akter N. Chowdhury R. Sultan M. (2015) “Reprint of Issues with Families and Children in a Disaster Context: A qalitative Perspective from Rurarl Bagladesh” Internatıonal Journal of Disaster Risk Reduction, Cilt 14. Sayı 2, s.140-149. Asian Disaster Preparedness Center(2007) “ Module 6: Communıty Disaster Risk Reduction İmplementation Session 7 Child Focused Disaster Risk Reduction” 16th Community Based Disaster Risk Management Course. Arama Kurtarma Derneği. “Deprem Eğitimi El Kitabı” İstanbul, Akut Yayınevi. Berg B.M. Musigdilok V.V. Haro T.M.(2014)”Public-Private Partneships: A Whole Communıty Approach to Addressing Children’s Needs in Disaster” Clinical Pediatric Emergency Medicine Cilt 15, Sayı4, s.282-283. Children in a Changing Climate (2015) “Implementatıon of The Post 2015 Framework For Disaster Risk Reduction Guidelines For Member States to Safeguard Children’s Rights and Well Being, s.2-4. Elangovan A.R. Kasi S.(2014) “Psychosocial Disaster Preparedness for School Children by Teachers” Internatıonal Disaster Risk Reductıon, Cilt 12, s. 119-120. Ercan, A.(2009) “Korkma ve Depremden Korunma Kılavuzu” İstanbul, Akut Yayınevi. Erkal T. Ve Değerliyurt M. (2009) “Türkiye’de Afet Yönetimi” Doğu Coğrafya Dergisi Cilt 14, Sayı 22, s.149-160. Erkan S. (2010). “Deprem Yaşayan ve Yaşamayan Okul Öncesi Çocukların Davranışsal/Duygusal Sorunlarının Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi” Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 28, s.56-62. Erol, N., & Öner, Ö. (1999). Travmaya psikolojik tepkiler ve bunla142

ra yaklaşım. Türk Psikoloji Bülteni, 5(4). Gibbs L. Block K. Harms L. Macdougall C. Baker E. Ireton G. Forbes D. Richardson J. Waters E.(2015) “Children and Young People’s Wellbeing Post-Disaster Safety and Stability are Critical” Internatıonal Journal of Disaster Risk Reduction Cilt 15, Sayı 2, s. 195-198. Güler H.H. (2008) “Zarar Azaltmanın Temel İlkeleri” Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri Kitabı, JICA Türkiye Ofisi, Yayın No:2, s.38. İşmen A.E. (2001).“Deprem Yaşantısına Bağlı Travma ve Çocuklar Üzerindeki Etkileri” Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, s.80-85/91-97. Kadıoğlu M. (2008) “Modern Bütünleşik Afet Yönetiminin Temel İlkeleri” Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri Kitabı, JICA Türkiye Ofisi, Yayın No:2, s.2,7,9. Kadıoğlu M. (2008) “Toplumda Afet Bilincini Artırma Yöntemleri” Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri Kitabı, JICA Türkiye Ofisi, Yayın No:2, s. 230,236. Kadıoğlu M. (2011) “Afet Yönetimi Beklenilmeyeli Beklemek, En Kötüsünü Yönetmek” T.C. Marmara Belediyeler Birliği Yayını, Yayın No:65, s.47-54. Kan K.(2016) “Protection for Lives of Mothers and Children by Utilizing Regional Supports in the Event of a Natural Disaster” 11th Internatıonal Conference of The Internatıonal Instıtute of Infrastucture Resilience and Reconstructıon, Cilt 218, s. 195-199. Kaya E. Ve Özcebe H. (2012). “Afetlerin Çocuk Sağlığı Üzerindeki Etkileri” TAF Preventive Medicine Bulletin, Cilt 12, Sayı 4, s.455-460. Kılıç E.Z. Güven H.D. Sayıl I.(2003) “The Psychological Effects of Parenal Mental Health on Children Experiencing Disaster: The Experience of Bolu Earthqueke in Turkey, Family Process, Cilt 42, Sayı 4, 486,492-494. Li S. Wu C.S.T. Wong H.T.(2015)”School Safety and Children Health in a Post-Disaster Communıty: İmplications to Collaboratıve Care and Servise Learning in School Health” Journal of Acute Disease, Cilt 5, Sayı 1, s. 49-50. Limoncu S., Bayülgen B.(2005) “Türkiye’de Afet Sonrası Yaşanan Barınma Sorunları” Megaron E-Journal, Cilt 1, Sayı 1,s.18-27. Özkul B. Ve Karaman A.E. (2007) “Doğal Afetler için Risk Yönetimi” TMMOB 2007 Afet Sempozyumu Bildiriler Kitabı, s.257,260. Schreiber M. Shields S. Formanskş S. Cohen J.A. Sims L.V.(2014) “Code Triage: Integrating the National Children’s Disaster Mental Health Concept of Operations Across Health Care Systems” Cilt 15, Sayı 4, s.324-330. Taylor H. Peace R.(2015) “Children and Cultural İnfluences in a Natural Disaster: Flood Reponse in Surakarta, Indonesia” Internatıonal Journal of Disaster Risk Reduction, Cilt 13, s.76-78,83. Tatebe J. Mutch C. (2015)“Perspectives on Education Children and Young People in Disaster Risk Reduction” Internatıonal Journal of Disaster Risk Reductıon, Cilt 14, Sayı 2, s.109-112.

İnternet Kaynakları Akcanbas M.(2009) “Çocuklar ve Gençlerde Afet Psikososyolojisi El Kitabı I” http://mertakcanbas.blogcu.com/cocuklar-vegenclerde-afet-psikososyolojisi-el-kitabi-i/6232106 (Erişim Tarihi 15 Ekim 2015). Akcanbas M.(2009) “Çocuklar ve Gençlerde Afet Psikososyolojisi El Kitabı II” http://mertakcanbas.blogcu.com/cocuklar-veCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Çocuk Merkezli Afet Yönetimi genclerde-afet-psikososyolojisi-el-kitabi-i/6232106 (Erişim Tarihi 20 Ekim 2016). Altaş A. (2009) “Doğal Afetlerin İnsanlar Üzerindeki Psikolojik Etkileri” http://ayhanaltas.blogcu.com/dogal-afetlerin-insanlar-uzerindeki-psikolojik-etkileri/4722749 (Erişim Tarihi 25 Ekim 2016). Küçük N. (2008) “Çocuk ve Afet: Felaketlerin Çocuklar Üzerindeki Psikolojik Etkileri” http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_921.html (Erişim Tarihi 10 Ekim 2016). http://www.ibb.gov.tr/sites/akom/documents/dogal_afetler.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

html (Erişim Tarihi 17 Ekim 2016). http://odihpn.org/magazine/smart-and-just-involving-childrenand-young-people-in-post-disaster-needs-assessment/ (Erişim Tarihi 30 Kasım 2016). http://www.kizilayiyilikodulleri.org/Haber/KurumsalHaberDetay/2358 (Erişim Tarihi 01 Şubat 2017). http://thedisasterkits.com/wp-content/uploads/2011/05/childdisaster-emergency-kits.jpg (Erişim Tarihi 03 Şubat 2017). http://www.scripturesinuse.org/the-return-of-the-prodigal (Erişim Tarihi 10 Aralık 2016).

143


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):144-155 DOI: 10.5505/megaron.2017.74946

Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari” Alternative Approaches in Architectural Design Education: ‘Parasitic Architecture’ as a Space Design Strategy Derya YORGANCIOĞLU,1 Tayibe SEYMAN GÜRAY2 ÖZ Bu çalışmanın amacı mimari tasarım stüdyosunda mimarlık ürününün kentsel mekânla kurduğu diyaloğun, mekânın parazitik bir şekilde yeniden sahiplenildiği ve anlamlandırıldığı tasarım yaklaşımları bağlamında ele alındığı projenin ürünlerinin paylaşılmasıdır. Parazit mimari konusunun bir mekan tasarımı stratejisi olarak ele alındığı 3 haftalık bir tasarım projesinin ürünleri üzerinde durulan çalışmada, mimari parazitlerin biçimlenişi ve kent içindeki yayılmaları strüktürel, çevresel, deneyimsel bağlamları gözetilerek analiz edilmiş ve mekânın yeniden kullanabilme potansiyelleri sorgulanmıştır. Günümüzde mimarlık literatüründe yer bulan parazit mimari konusu, kendi yaşamını devam ettirme savıyla, var olan kentsel mekânlara, yapılara ya da altyapı elemanlarına eklemlenerek nüfuz eden, onlardan yararlanarak tek taraflı faydacı bir ilişki kuran, esnek, adapte edilebilir, geçici ama sürdürülebilir bir mekânsal yaklaşımı tarif etmektedir. Parazit mimari ev sahibi yapıya eklemlenirken, yeni bir program getirerek, farklı işlevsel olasılıklar ortaya koyarak, hem yapısal hem de deneyimsel anlamda yeni bir var olma biçimi tanımlamaktadır. Bu çerçevede mimarinin kalıcı olma savına ve durağanlığına alternatif olacak şekilde geçici ya da göçebe mekânlar ortaya koymakta, bu mekânlarda hayat bulan eylemler yeni yaşam biçimlerini doğurmaktadır. Bu çalışmada parazit mimarinin kentsel mekânda daha önce farkında olunmayan yeni mekânsal olasılıkları görünür hale getiren tasarım stratejisinin mimari tasarım stüdyosunda öğrenme sürecine katkıları üzerinde durulmuştur. Alternatif mekânsal potansiyelleri sorgulatan bu tasarım stratejisinin amacı, kriterleri ve yapısal ve kentsel ölçekte ortaya koyduğu değerler 2. sınıf mimarlık öğrencileri tarafından ele alınmış, kendi deneyimledikleri kentsel mekanlar üzerinden parazit mimari ürününe ilişkin yer önerilerini program önerileriyle ilişkisini kurarak belirlenmiş, kentsel kullanıcılarının kimler olacağı irdelenmiş, ve yerle kurulan ilişkinin deneyim olgusu üzerinden nasıl tanımlanabileceği araştırılmıştır. Anahtar sözcükler: Eklemlenme; mekân; mimari tasarım eğitimi; parazit mimari; strüktür.

ABSTRACT This study is an analysis of the outcomes of a three-week architectural design studio project that used the parasitic intervention and appropriation of urban space as its starting point. The project examined the structural, environmental, and experiential context of parasitic architecture and considered the re-use potential of space. Parasitic architecture has found a place in contemporary architectural discourse as a spatial approach that uses existing urban spaces, structures, or infrastructure and establishes a one-sided utilitarian relationship as a way of existence. Flexibility, adaptability, temporality, and sustainability are the essential qualities of these parasitic structures. While they are attached to an existing structure, architectural parasites add new structural, programmatic, and experiential features. They are new, temporary spaces and new alternatives to the claims of permanence and stability of architecture. This study examines the contribution of parasitic architecture as a design strategy, making visible new spatial possibilities of urban space previously unrecognized. The design projects of second-year architecture students are examined in terms of the design objectives, criteria, and values of architectural parasites on a structural and an urban scale. The projects also addressed how the relationship to a space can be defined through personal experience. Keywords: Attachment; space; architectural design education; parasitic architecture; structure.

1 Özyeğin Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü, İstanbul Altınbaş Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimler Fakültesi, Mimarlık Bölümü, İstanbul

2

Başvuru tarihi: 03 Nisan 2017 - Kabul tarihi: 18 Kasım 2017 İletişim: Derya YORGANCIOĞLU. e-posta: derya.yorgancioglu@gmail.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

144

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari”

Giriş: Mimari Tasarım Eğitimine Dair Günümüzde mimari tasarım stüdyosu mimarlık eğitimindeki merkeziliğini korumaktadır.1 Mimari tasarım eğitiminde ise, tasarımı biçime dair görsel bir dil oluşturma eylemi olarak odağına alan Bauhaus pedagojisinin etkilerinin görülmeye devam ettiği yaygın görüşü vardır.2 Bununla birlikte mekâna ilişkin kuramsal tartışmalar tasarımın biçim-strüktür-toplum-kültür unsurlarının etkileşimine dayalı bir eylem olduğu görüşünü öne çıkarmaktadır. Mekân kurgusun biçimi oluşturan soyut ve kavramsal bileşenlerin ötesinde, çevre verileri, insan-çevre ilişkisi ve kullanıcı gereksinimleri gibi somut unsurların gözetilerek oluşturulması önem kazanmaktadır. Mimari tasarım eğitiminde yaygın olan biçim üretimine odaklı yaklaşımlara alternatif olarak biçimsel ve strüktürel elemanların sosyal ve kentsel bağlamla ilişkilendirilerek ele alınması söz konusudur. Sosyal bağlam gündelik yaşam içinde mekânın kentliler tarafından nasıl kullanıldığının/kullanılmadığının analizini ve insan aktivitelerinin şekillendirdiği mekân algısını içerirken, kentsel bağlam var olan kentsel mekânlar/boşluklar/altyapı elemanlarına ilişkin irdelemeler aracılığıyla tasarım araştırmalarına girdi sağlamaktadır. Bu iki bağlamın ele alındığı bir mekân tasarımı yaklaşımı, tasarımın biçim üretimi eyleminin ötesine geçerek bir kamusallık nosyonu taşıdığı anlayışına temellenmektedir.3 Bu anlayış çerçevesinde öğrencilerin tasarım stüdyosunda kent-mimarlık-tasarım ilişiklisine odaklanan bir bakış açısı geliştirmelerini amaçlamaktadır. Bir mekân tasarımı stratejisi olarak “parazit mimari” yaklaşımına temellenen stüdyo çalışması, mimarlık öğrencilerini problem tanımlama, tasarım araştırma ve geliştirme süreçlerinin tamamında, deneysel mimari uygulamalarını irdelemeye teşvik etmektedir. Bu deneysellik öncelikle alan araştırması aşamasında ortaya çıkmaktadır: gerçek mekân deneyimine dayalı bir şekilde, tasarımcı gündelik pratiklerinin parçası olan bir kentsel mekâna-strüktüre-boşluğa farklı bir gözle bakmaktadır. Tasarım araştırması ve bağlam analizlerinin mekân tasarımına dönüştüğü aşamadaki deneyselliği ise, projenin bir yandan var olan bir kentsel mekâna, boşluğa eklemlenirken bir yandan da kendi varlığını ortaya koyabilme çabasıyla açıklamak mümkündür. Öğrenciler bu stüdyo deneyimiyle mekâna ilişkin algılamanın, analiz etmenin, temsil ve tasarımın yeni yollarını keşfetmeye çalışmışlardır. Bu yeni yollardan bazıları, kavramsal ve ilişkisel düşünmenin bütünleşmesiyle mekâna ilişkin alternatif durumların farkına varma, var olan mekânlarda yeni durumlar kurgulama, yeni kullanıcı profilleri tanımlama olarak sıralanabilir. Bu deneysel tasarım uygulaması yeni eylemlerin/kullanımların, yeni kullanıcıların kentsel Schön, 1985; Cuff, 1991; Dutton, 1987; Salama, 1995. Salama ve Nicholas Wilkinson, 2007. 3 Salama,1995; Salama & Wilkinson, 2007; Salama, 2015. 1 2

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

mekânı nasıl dönüştürebileceğine ilişkin bir tartışma ve bilgi üretme ortamı sağlamaktadır. Diğer bir deyişle mekân tasarımı araçlarının, kentsel mekânın durumları-olasılıkları-potansiyellerini kavramada ve açığa çıkarmada kullanılması söz konusudur. Çalışmada ele alınmakta olan “parazit mimari” yaklaşımına odaklanan stüdyo deneyimin ürünlerini bir yapıya indirgemekten çok, tasarım sürecinin kendisinin bir öğrenme ortamı sunuyor olması pedagojik açıdan önem taşımaktadır. Bu yönüyle süreç-odaklı bir tasarım pedagojisini temel aldığı söylenebilir. Öğrenciler var olan bir probleme çözüm üretmekten çok, Donald Schön’ün deyişiyle “belli bir durumun sunduğu malzeme ile yansıtıcı bir iletişime girme” yaklaşımını geliştirmektedirler.4 Bu süreçte öğrencilerin eleştirel tasarım yöntemleri üzerinde araştırma yaparak “eylem-içinde-yansıtıcı düşünme” (reflection-in-action) becerilerini geliştirmeleri bu öğrenme ortamının önemli kazanımlardan biri olarak öne çıkmaktadır.5 Mekâna ilişkin gerçek deneyime dayalı görme biçimleri, kavramsal ve ilişkisel düşünme biçimlerini tetiklemekte, bu da duruma özgü tasarım yöntemleri geliştirmeyi desteklemektedir. “Eylem-içinde-yansıtıcı düşünme” ye dayanan tasarım, öğrencinin sürece aktif olarak angaje olduğu, tekrarlayan, diyaloğa dayalı, yaratıcı ve eleştirel olduğu kadar dönüştürücü bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Öğrencilerin tasarım sürecindeki araştırmaları temel olarak (1) yer (mekân) olgusu (fiziksel bağlam), (2) kullanıcı gereksinimleri ve program, (3) işlev, (4) insan boyutları ve ergonomi ve (5) eylem (aktivite) odaklı olarak insan-çevre ilişkileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Böylece mekân organizasyonu, tasarımcının belirlediği program ve işleve yönelik kullanıcı aktivitelerini barındıracak biçimlerin oluşturulması eylemine dönüşmektedir. Tasarım süreci eleştirel düşünme ve yapma eylemlerinin önce/sonra ilişkisinin öne çıktığı lineer bir yapıdan çok, sarmal bir yapıda birbirini geri besleyerek geliştiği bir sürece dönüşmektedir. Bu sarmal yapı, “tasarımcı” ile karşı karşıya olduğu “durum” arasındaki ilişki için de geçerlidir.6 Mimari formun oluşturulması aşamasında işlev-program-kullanıcı-strüktür-malzeme gibi unsurlara ilişkin araştırma süreçleri sürekli birbirini geri beslemekte ve şekillendirmektedir.

Parazit Mimari: Kentsel Ölçekten Yapı Ölçeğine Mekânsal Müdahaleler Biyoloji alanında karşımıza çıkan “parazit” terimi, iki organizma arasındaki ekolojik bir ilişkiyi tarifler; bu ilişkide ev sahibi organizma parazit olarak tanımlanan organizmanın taşıyıcısı konumundayken, parazitin ev sahibinden yarar sağlaması söz konusudur.7 Diğer bir deyişle parazit, ev sahibi organizmaya eklemlenerek kendini var ederken, Schön, 1988, s. 4. Schön, 1984; Schön, 1985.

Rowe, 1987, s. 34-35. Myburg, 2014, s.19; Kachri, 2009, s.10.

4

6

5

7

145


bu bağlantıdan yararlanır. Başka bir organizmaya eklemlenerek onunla yaşamaya başlamak, parazitin hayatta kalma biçimidir. Ancak burada altı çizilmesi gereken bir husus vardır; iki organizma arasında bahsi geçen bu parazitik ilişkide parazit, ev sahibine davetsiz olarak girerek onda ikame eder.8 Bu yararcı bir ikame biçimi olduğu gibi, kendine yer bulmaya yönelik stratejik bir “istila” (intervention) eylemine işaret eder.9 Biyoloji alanındaki bu tanım, “parazit mimari” (parasitic architecture), “mimari parazit” (architectural parasite), “parazit strüktür” (parasitic structure), “parazit mekân” (parasitic space) ya da “kent paraziti” (urban parasite) kavramlarıyla ilişki bir tasarım stratejisi olarak mimarlık literatüründe gittikçe daha çok yer bulmaya başlamıştır. Mimari mekân ya da strüktür için kullanılan parazit kavramı, mekân ya da strüktürün iki önemli özellik taşıdığına işaret eder: (1) var olan yapıya ya da altyapıya “aşılanma” (grafting) durumu ve (2) yer aldığı çevrede olağan dışı ya da “düzensiz bir tür” yaratma (abnormal species) durumu.10 “Mimari parazitler”, var olan yapılara nüfuz eden, hatta saldıran yapılar olarak tanımlanırlar. Ev sahibi yapıyla kurdukları ilişki göz önüne alındığında adapte edilebilir, kısa süreli ve sömürücü olma özellikleri taşırlar.11 Parazit mimari kent dokusu içinde mekânın yeniden kullanabilme potansiyellerini sorgulama biçimi olarak, örneklerine daha çok âtıl mekânlarda, kentin “ara mekânlarında” (interstitial space), kentsel boşluklarda ya da işlevini yitirmiş strüktürlerde rastlanır.12 “Parazit mimari” örnekleri var olan mekâna ya da strüktüre eklemlenme yoluyla adapte olma ve hayatta kalma durumu gösterirler. Bu eklemlenmenin ara yüzü kimi zaman sağır bir duvar ya da çatı, kimi zaman iki bina arasındaki boşluk, kimi zaman ise sokak lambası, reklam panosu, köprü ayağı, üst geçit altı gibi kentsel altyapı elemanlarından oluşabilmektedir. Kentsel mekâna yapılan küçük ölçekli “müdahale alanları”13 olarak tanımlanabilecek bu yapıların, mimarlık ürününün yerle ve yerleşik düzenle kurduğu ilişkiyi yeniden sorgulamaya yönelttiği söylenebilir. Bu sorgulama, mekân tasarımının potansiyelleri, aynı zamanda mimari tasarım ile kentsel tasarım eylemleri arasındaki ilişki üzerine odaklanır. Bu noktada parazit mimari örneklerini salt tekil biçimler ya da strüktürel elemanlar olarak değil, kent parçasıyla kurduğu ilişki bağlamında ele almak gerekir. Mimari tasarım eyleminin kentsel mekâna müdahaleleri çerçevesinde, kentsel mekâna dair yeni bir şeyler söyleme çabasına temellenir. Yapılı çevre ve kentsel doku içinde unutulmuş mekânlarda yer alan parazit yapıların, kentte “yaratıcı yeniden-anlamlandırma ve benimseme” hamleleri olduğu tartışılır.14 Adhienides, 2005, s. 15. McDaniel, 2008, s. iii. 10 McDaniel, 2008, s. iii. 11 Myburg. 2014, s. 19.

Yıldırım, 2013, s. 19. Yıldırım, 2013, s. vi. 14 Lupo, Postiglione, 2009, s. 6.

8

12

9

13

146

Parazit mimari örnekleri, var olan kentsel yapının ya da altyapı elemanının arasına, yanına ya da üstüne eklemlenirken, beraberinde yeni bir program getirirler, farklı işlevsel olasılıklar ve kullanım örüntüleri ortaya koyarlar. Bu, hem yapısal hem de deneyimsel anlamda yeni bir var olma biçimi tanımlar. Formel ve strüktürel olarak farklı ve çoğu zaman aykırı bir dil sergilerlerken, mevcut yapının strüktürel bütünlüğünü bozmazlar.15 Bu noktada, parazit mekân ya da strüktürün mevcut yapıların enerji ya da su kaynaklarından, taşıyıcı elemanlarından yararlanıp fonksiyonel yenilik sağlarken, kendi kendine yeter ve sürdürülebilir bir durum yarattıkları söylenebilir.16 Esneklik ve geçicilik parazit mimarinin en belirgin özellikleri arasındadır. Mevcut yapılara eklemlenme, parazit mimari örneklerinin esnek ve adapte edilebilir olmasını gerekli kılar. Bu “mimari parazitlerin” bazıları daha kalıcı strüktürlerden meydana gelirken, kentsel mekânlarda ya da donatılarda belli bir zaman diliminde varlığını sürdürerek geçici eylemleri barındıran, hareketli ve taşınabilir olan örnekler çoğunluktadır. Bu da, mimarinin kalıcı olma savına ve durağanlığına alternatif olacak şekilde “göçebe mekânlar” (nomadic space) tartışmasını beraberinde getirir.17 İki durumun bir aradalığını barındıran parazit mimari yaklaşımını, yerleşik olma veya göçebe olma arasındaki diyalektik ilişki bağlamında değerlendirmek mümkündür. Geçici mekânlar ve bu mekânlarda hayat bulan eylemler, göçebe olarak nitelendirilebilecek yeni yaşam biçimlerini doğururlar. Bu çerçevede parazit mimari ürününün yerle ve yerleşik düzenle kurduğu geçici ilişki, mimaride parazit kavramını “arazi kullanımına yaklaşımda kavramsal bir farklılık” çerçevesinde tanımlamak mümkündür.18 Parazit mimari stratejisinin geçicilik potansiyeli günümüz kentlerindeki yapılaşmış çevre yoğunluğu dolayısıyla yaşanan yer sıkıntısı konusuyla da ilişkilendirilebilir. Bu örnekler, yapılar arasındaki boşluklara, var olan yapıların sağır duvarlarına, havalandırma tesisatlarına, çatılarına, ya da kentsel altyapı elemanlarına eklemlenerek, boş araziye ihtiyaç duymaksızın var olabilme potansiyeli taşırlar. Parazit mimari örneklerinde bir yandan mevcut yapının strüktürel ve programa dair bütünlüğü korunurken, bir yandan da eklemlenilen strüktürde bir dönüşüme neden oldukları gözlemlenir. Bu dönüşüm parazit ve ev sahibi yapıların birlikteliğinden oluşan, mevcut yapının sınırlarının yeniden çizildiği, yeni bir yapısal durumla açıklanabilir.19 Bu yeni yapısal durum, kentlilerin daha önce farkında olmadığı yeni mekânsal olasılıkları görünür hale getirerek dikkat çekebilir, küçük dokunuşlar büyük mekânsal-deneyimsel etkiler yaratılabilir.20 Bu şekilde yapılı çevrenin kimliğinin yeniden oluşturulması, kentsel mekânla iletişim kurmanın Myburg. 2014, s. 20. Kachri. 2009, s. 16. 17 Kachri. 2009, s. 17.

Brown, 2003. Adhienides, 2005, s. 15. 20 Adhienides, 2005, s. 16.

15

18

16

19

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari”

Tablo 1. Parazit mimari örneklerin ev sahibi yapılarına göre sınıflandırılması Grup 1 Reklam panosu, sokak lambası, korkuluk, atıl bir bina strüktürü gibi bir kent elemanına eklemlenen örnekler Grup 2 İki bina arasındaki sağır boşluğa, binadaki bir aralığa veya bina içi boşluklara eklemlenen örnekler Grup 3 Bir binanın kullanılmayan sağır cephesi üzerine veya çatısına eklemlenen örnekler Grup 4 Köprü ayağı, üst geçit altı veya geçici inşaat iskelesi gibi diğer kent yapılarına takılan örnekler Grup 5 Binanın havalandırma tesisatına entegre olan şişme örnekler

Şekil 1. Reklam panolarına eklemlenen tek kişilik bir barınak, Belçika.

yeni yollarının araştırılması desteklenir. İşte bu noktada parazit mimarinin insan, mekân ve kent arasında alternatif bir ilişki kurma biçimi olarak karşımıza çıktığı söylenebilir. Kentsel mekânda kendini var eden parazit mimari ürünleri kentsel belleğin yeni birer parçası halini alırlar.

Dünyadaki Parazit Mimari Örnekleri Daha önce de ifade edildiği gibi parazit mimari, kendisine farkında olmadan ev sahipliği yapan yapıya hiçbir katkıda bulunmaz. Bu bağlamda dünyadaki örneklere bakıldığında, bazı örneklerin mekân genişletme ve benzeri şekilde yapıya değer katma yaklaşımıyla tasarlanmış olduğu, ancak yine de parazit olarak adlandırıldığı görülmektedir. Bu çalışma kapsamında odaklanılan parazit mimari örnekleri, kendi yaşamını devam ettirme kaygısında olan ve ev sahibi yapıyla tek taraflı bir faydacı ilişki süren esnek, geçici ama sürdürülebilir bir yaklaşıma temellenmektedir. Dünyadaki örneklerin bir kısmı fikirsel öneriler olarak kalsa da, gerçekleştirilmiş parazit mimari örnekleri karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada dünyadaki uygulanmış örnekler konumlanmalarına, yani ev sahibi yapılarına göre sınıflandırmak uygun görülmüştür (Tablo 1). Grup 1 için örnek, Belçika’da reklam panolarının arkasına saklanan tek kişilik bir barınaktır. Katlanabilir yapısıyla varlığını hissettirmeyecek bir tutum sergilerken, şeffaflığıyla kullanıcının dış dünyayla bağını kesmemektedir (Şekil 1). Grup 2 için belirgin bir örnek, Moskova’da iki binanın arasına asılarak tasarlanmış bir ofistir. İki bina arasından geçişi engellemeyecek şekilde belirli bir yükseklikte olup her iki bina fonksiyonundan bağımsız kendi ayrı girişi ve merdiveni bulunmaktadır. Diğer parazit mimari örneklerine göre nispeten büyük bir alan kaplamakla birlikte iki kat olarak düşeyde büyümüştür (Şekil 2). Grup 3 için örnek, San Fransisco’da yüksek bir binanın sağır cephesine eklemlenen parazit yapı, büyük şehrin karmaşası ve yoğunluğunda kendine yer bulmaya çalışan bir yaklaşımla tasarlanarak “kaçınılmaz kader” (manifest destiny) olarak adlandırılmıştır (Şekil 3). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Şekil 2. İki binanın arasındaki boşluğa yerleşen bir ofis, Moskova.

Grup 4 için örnek, köprü ayağı gibi kullanılmayan alanlar için Avustralyalı mimari büro Lara Calder Architects tarafından yerden 3-4mt yükseklikte tasarlanmış olup sadece su vb. tesisat gerekleri sebebiyle zeminle irtibat kurmaktadır (Şekil 4). Grup 5 için örnek, New York gibi şehirlerde denenmiş olan, Michael Rakowitz tasarımı tek kişilik şişme barınaktır. Ev sahibi binanın havalandırma sistemini kullanarak evsizler için geçici barınma sunmaktadır (Şekil 5). Uygulanmamış, fikirsel parazit mimari örnekleri de geleceğe yönelik yeni bakışlar getirmektedir. İngiltere’de sokak lambasına eklemlenen evsizlere barınak fikirsel tasarımı buna bir örnek olarak gösterilebilir. Sokak lambalarının belirli bir yüksekliğinde tasarlandığı için altından trafik geçişini de engellememektedir (Şekil 6). Bunun dışında, biraz da fütüristik bir yaklaşımla, Brezilya’da “parazit acil durum evleri” (parasitic emergency homes) helikopterle taşınarak kullanılmayan binaların cephelerinde pencerelere takılacak üniteler olarak düşünülmüştür (Şekil 7). 147


Şekil 4. Köprü ayağına eklemlenen yapı önerisi, Avustralya.

Şekil 3. Binaların sağır cephelerine eklemlenen küçük ölçekli yapı, San Francisco.

Bir diğer örnek, Paris Seine Nehri üzerindeki köprünün üzerine belirli yükseklikte asılan modüler ünitelerdir. Köprünün işleyişine herhangi bir müdahalede bulunmayan bu ünitelerin sanat galerisi, ofis, restoran gibi çok farklı işlevleri üstleneceği öngörülmüş (Şekil 8a, b).

Mimari Proje Stüdyosunda Tasarım Stratejisi Olarak Parazit Mimarlık Bu çalışmada Mimarlık lisans programı 2. sınıf öğrencilerine bahar döneminde verilen ARCH 202 Mimari Tasarım II Stüdyosu kapsamında parazit mimari konusunun bir mekân tasarımı stratejisi olarak ele alındığı 3 haftalık bir tasarım projesinin süreci ve ürünleri üzerinde durulmaktadır (Tablo 2). Parazit mimari tasarım projesi öğrencilerin kentmimarlık-tasarım arasındaki ilişki odağında, kendi deneyimledikleri kentsel mekâna ilişkin durumları, olasılıkları ve potansiyelleri irdelemeleri ve bunu yaparken de alternatif tasarım araçlarını araştırmaları hedeflenmiştir. Mekâna ilişkin deneyimsel bilginin önem kazandığı bu araştırma sürecinin doğası “eylem içinde yansıtıcı düşünme” çerçevesinde gelişmiş ve analiz, temsil ve form üretimi aşamaları birbirine geri beslemeler sağlayan sarmal bir yapıda ilerlemiştir (Tablo 3). 148

Şekil 5. Binanın havalandırma sisteminden yararlanan şişme barınak, New York.

Şekil 6. Sokak lambasına eklemlenen tek kişilik barınak üniteleri önerisi, İngiltere. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari”

Şekil 7. Taşınabilir “parazit acil durum evleri” önerisi, Brezilya.

Parazit mimari projesi kapsamında öğrencilere proje tanımı verildikten sonra öncelikle ‘parazit mimari’ kavramına dair literatür araştırması yapmaları ve iki proje örneğini inceleyerek stüdyoda grup tartışmasına açmaları istenmiştir. Stüdyoda öğrencilerin getirdikleri parazit mimari örnekleri üzerinde değerlendirmeler yapılarak bu tasarım stratejisinin amacı, kriterleri ve yapısal ve kentsel ölçekte ortaya koyduğu tasarım değerleri üzerinde tartışılmıştır. Öğrenciler inceledikleri örnekleri karşılaştırıp, ortak ve farklılaşan yönlerini analiz etmişlerdir. (a)

Öğrencilerin araştırma ve analizlerini deneyinim-odaklı olarak sürdürmeleri hedeflenmiştir. Parazit mimari projesi için belirli bir arazi tanımlanmamış, aksine öğrencilerden kendi deneyimledikleri kentsel mekânlar üzerinden parazit mimarinin eklemleneceği bir yapı ya da altyapı önerisi getirmeleri beklenmiştir. Burada, öğrencilerin birer kentli olarak kentsel mekânları analiz edebilmeleri, mimarlık ürününün kentsel mekânla kurduğu ilişkiyi irdelemeleri ve farklı mekânsal potansiyellerin belirlenmesi yönünde teşvik edilmeleri amaçlanmıştır. Öğrencilerin tasarım için yer önerilerinin aynı zamanda yine kendilerinin önereceği mimari program ile ilişki kurarak belirlenmesi beklenmiştir. Böylece deneyime dayalı bağlam değerlendirmesi yaparak hem program hem de yer önerileri getirmişler, tasarlayacakları parazit yapının bir yandan mevcut bağlamın potansiyelleriyle ne şekilde diyalog kuracağı, bir yandan da işlevsel olarak mevcut bağlama nasıl bir katkı sağlayacağı konuları üzerinde durmuşlardır. Program ve yer önerileriyle ilişkili olacak şekilde üzerinde durulan bir diğer konu, kullanıcı profilin tanımlanması konusu olmuştur. Böylece mekân tasarımı insaneylem-durum ilişkisi üzerinden ilerlemiştir. Öğrencilerden parazit yapının kimler için tasarlanacağı konusunu araştırmaları da beklenmiştir. Parazit yapının program önerisiyle nasıl bir kullanım alanı sunacağı, hangi eylemleri barındıracağı, kentsel kullanıcılarının kimler olacağı irdelenmiştir. Mekânda hareket ve eylemin oluşturduğu durumsallık üzerine odaklanılmıştır. Parazit mimarinin odağındaki kentsel mekân, mekânın sosyal, kültürel ve tarihi bağlamlarına ilişkin farkındalık ve bilgi üretimini gerektirmektedir. Proje kapsamında bu farkındalık öğrencilerin geliştirdikleri program ve durumsallık üzerinden mekânın kendi bağlamını yaratma çabası üzerine geliştirilmiştir. Stüdyoda analiz, yer ve program önerileri çalışmalarını leke çalışmaları, 3. boyutta mevcut yapıyla kurulan ilişkinin irdelendiği kesit çalışmaları takip etmiştir. Tasarım sürecinin her aşamasında öğrencilerin maketle çalışarak, parazit (b)

Şekil 8. (a, b) Köprünün üzerine eklemlenen çok amaçlı modüler üniteler, Seine Nehri, Paris. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

149


Tablo 2. ARCH 202 Mimari Tasarım II stüdyosunda öğrencilere verilen proje tanımı Ne Parazit mimari Nerede Var olan yapılara/altyapı elemanlarına eklenmemiş (terkedilmiş binalar, binalar arasındaki boşluklar, sağır duvarlar, havalandırma ya da asansör boşlukları, çatılar, vb.) Neden Kentsel mekana nüfuz ederek kullanılmayan yatay/düşey düzlemleri, boşlukları kullanılır hale getirmek; mevcut yapının kaynaklarından yararlanmak Kimin için Özel ya da kamusal işlev önerileri Nasıl Adapte edilebilir, geçici, esnek, sürdürülebilir

yapının düşey ve yatay boşluklarda ne şekilde yer edineceği, sokak kotuyla nasıl ilişkilendirileceği konuları irdelenmiştir (Şekil 9a, b, 10a, b). “Eylem-içinde-yansıtıcı düşünme” odağıyla tasarım süreci, öncelikle alan tespiti için yerinde gözlemler ve önerilen alana karar verilmesi için stüdyoda gerçekleştirilen grup tartışmalarıyla başlatılmıştır. Öğrencinin önerdiği alanı bizzat deneyimlemesi suretiyle bağlamı yakalaması teşvik edilmiştir. Böylelikle öğrenciler, kent içinde parazit bir yapının konuşlanmasına uygun olacağını düşündükleri proje alanlarını ilgili fiziksel ve sosyal bağlama uygun fonksiyon önerisini de bir yandan düşünerek ve tasarım stüdyosunda sürekli diyalog içinde geliştirmişlerdir. Çalışmanın bu bölümünde ARCH 202 Mimari Tasarım II Stüdyosu kapsamında üretilen seçili sayıda öğrenci projesi üzerinden öğrencilerin parazit mimari stratejilerinin nasıl şekillendiği, yer ve program önerileri, mevcut yapı ya da altyapı elemanlarıyla kurdukları strüktürel ilişki ve kent

mekânında öngördükleri deneyimsel senaryolar bağlamında ele alınacaktır. Öğrenci projeleri dünyadaki örneklerin gruplamasına uygun bir şekilde Şekil 11’de özetlenmiş olup, aşağıda daha geniş açıklamayla sırasıyla değerlendirilmektedir. Grup 5’e uygun bir proje önerisi olmadığı için ilk 4 grup için projeler yer almaktadır. Her bir projeyi anlatır bir imaj, projenin ismi, öğrencinin ismi ve projenin konum bilgileri belirtilmiştir. Tüm projeler İstanbul kenti için öneriler getirmiştir. Grup 1; Bir kent elemanına eklemlenerek yaşamını sürdüren parazit yapı projelerini içermekte olup öğrenci projelerinden “Crystal Spiral”, “Tourinformad” ve “Fisher Shelter” bu özelliktedir. Bu kapsamdaki projelerde öğrenciler temel olarak, kent elemanını sorgulayarak fiziksel ve sosyal bağlam gerekleriyle uyumlu bir fonksiyon tanımlamaya ve mevcut kentsel yaşamı bozmadan strüktürel olarak eklemlenmeyi çözebilmeye yönlendirilmiştir (Şekil 12). “Crystal Spiral”; artık faaliyette olmayan Maçka Gaz Deposu binası strüktürünün taşıyıcı özelliğinden ve dolaşım sisteminden yararlanarak çevredeki Maçka Parkı gibi kamusal alanlarla etkileşim kurabilecek açık hava tiyatrosu veya fuar alanı olarak tasarlanmıştır. Açılır kapanır çelik strüktürü ve gölgelikleriyle hafif bir yapı olması sayesinde farklı bir strüktüre adapte olmasını kolaylaştıran, kendisine ait taşınma ve bağlanma mekanizmasıyla çalışmaktadır. Bu gruptaki ikinci örneği oluşturan “Tourinformad” projesi, İstanbul’da turistlere yönelik seyahat noktaları hakkında kolay erişilebilir olması hedeflenen bir parazit yapı olarak tasarlanmıştır. Aksaray Yenikapı Metro çıkışındaki reklam panosuna eklemlendiği öngörülmektedir. Reklam panosunun konumu, elektriği ve strüktüründen yararlanan ve polikarbon malzeme olarak tasarlanan yapı, içerisindeki ekran aracılığıyla bölgenin tarihi hakkında kısa film gösterimlerine ve o bölgede gezilebilecek yerlerin bilgisine ulaşmayı sağlamaktadır.

Tablo 3. Parazit Mimari Tasarımı Proje Süreci Aşamaları

150

Süreçteki Aşamalar

İçerik

Kavramsal düşünme ve araştırma Deneyim odaklı algılama ve analiz İnsan-eylem-durum Mekân-bağlam ilişkisi Mekân oluşturma

Parazit mimari tasarım stratejisinin amacı, kriterleri ve yapısal ve kentsel ölçekte ortaya koyduğu tasarım değerleri Mekân deneyimi Deneyim bilgisi oluşturma Deneyim bilgisine dayalı analiz ve değerlendirme yapma İnsan ölçüleri, ergonomi, konfor koşulları Kullanıcı profili ve program Hareket ve eylemin oluşturduğu durumsallık Kent mekânının sosyal, kültürel, tarihi bağlamlarına dair farkındalık Durumun öznelliğinden doğan yeni bağlam algısı Mekânın fiziksel bileşenleri Mevcut yapı-boşluk-strüktürle kurduğu ilişki Mekânın yeni bir var olma biçimi sunması

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari” (a)

(b)

Şekil 9. (a, b) Tasarım süreci, çalışma maketi, parazit yapı biçimsel oluşum önerisi. (a)

(b)

Şekil 10. (a, b) Tasarım süreci, çalışma maketi, parazit yapı-kentsel boşluk ilişkisi önerisi.

Yine Grup 1 kapsamında ele alınan “Fisher Shelter” projesi, balık tutan insanlara korunaklı bir ortam sağlamak amacıyla Galata Köprüsü korkuluğuna bağlanarak köprünün konumu ve strüktüründen faydalanmaktadır. Galata Köprüsü’nde balıkçıların oltalarını denize dik olarak bırakabilmesi için sığınağın üst tarafı azami yükseklikte düşünülmüştür. CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Grup 2; İki bina arasındaki sağır boşluğa, binadaki bir aralığa veya bina içi boşluklara eklemlenen parazit yapılar içermekte olup; öğrenci projelerinden “Climbing Karaköy”, “Origami Information Kiosk” ve “Explosion Art Gallery” bu gruba girmektedir. Bu gruptaki projelerde öğrenciler temel olarak, kentteki sağır aralıkları sorgulayarak sosyal bağlam 151


Şekil 11. Öğrenci çalışmaları değerlendirmesi-gruplamalı gösterim.

Şekil 12. Kentin fiziksel ve sosyal bağlamlarına işlevsel ve strüktürel olarak eklemlenme önerisi.

gerekleriyle uyumlu bir fonksiyon tanımlamaya ve mevcut binalara rahatsızlık vermeden erişilebilirliği çözmeye yönlendirilmiştir (Şekil 13). “Climbing Karaköy”, Karaköy Katlı Otopark binasının farklı kısımlarının oluşturduğu aralığa konumlanarak Tarihi Yarımada manzarası ile sonuçlanan bir tırmanış rotası sunmaktadır. 152

Ev sahibi binanın strüktürünü ve konumunu kullanırken, tasarlanan gölgeliklerin kinetik özellik taşıması fonksiyonel açıdan projeyi desteklemekte, güneşin ya da yağmurun açısına ve yönüne bağlı olarak hareket edebilmektedir. Bu gruptaki ikinci örneği oluşturan “Orinfo Kio” (Origami Information Kiosk) projesi, düzenlenecek olan Origami Tasarım Bienali için kayıt almak ve bilgilendirme yapmak üzere Karaköy’de iki bina arasında kendisine yer bulmaktadır. Mevcut yapının strüktüründen fayda sağlamakla birlikte alüminyum kompozit panel ve pleksiglass malzemelerinin kullanımını öngörmektedir. Bir diğer proje olan “Explosion Art Gallery”, Kadıköy Hasanpaşa Gazhanesi’nde bir sergi alanı olarak tasarlanmıştır. Strüktürde bulunan doluluk ve boşluk oranı, parazit yapının patlayıp dağılmasında büyük bir rol oynamış ve strüktürün sahip olduğu dikey büyüme durumu, parazit yapının enine gelişmesinde katkı sağlamıştır. Grup 3; Bir binanın kullanılmayan sağır bir cephesi üzerine veya çatısına eklemlenen parazit yapıları kapsar. Bu gruba giren öğrenci projeleri “Pop-Up Shelter”, “Rhythm Ramp” ve “Waiting Cabinet”dir. Bu kapsamdaki projelerde öğrenciler temel olarak, mevcut binaları sorgulayarak sosyal bağlam gerekleriyle uyumlu bir fonksiyon tanımlamaya ve mevcut cephe tasarımına en makul eklemlenmeyi ve erişilebilir olmayı çözmeye yönlendirilmiştir (Şekil 14). CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari”

Şekil 13. Kent mekânının sağır boşluklarında mekânlaşma önerisi.

Şekil 14. Yapıların sağır cephelerine eklemlenen üniteler oluşturma önerisi.

“Pop-Up Shelter”, evsizlerin ve bu bölgede herhangi bir nedenden dolayı mahsur kalmış insanların barınma ihtiyacını karşılamak üzere Karaköy’de bir binanın sağır cephesi üzerinde tasarlanmıştır. Strüktürel olarak katlanıp açılabilir bir yaklaşım izlemektedir. Döşemesinin ev sahibi duvara hidrolik pompayla bağlı olup istenildiği zaman açılabilmesiyle ve döşemeye bağlı merdivenin aşağıya inebilmesiyle erişimi kolay bir yapı sunmaktadır. Bu gruptaki ikinci örneği oluşturan “Waiting Cabinet” projesi, metro çıkışında yakınlarının kendilerini almasını bekleyen insanların dışarıda beklemelerini, telefon şarj ederek iletişimlerini devam ettirebilmelerini hedeflemektedir. Başakşehir Metrokent metro çıkışında ikili kolonların üzerinde kendine yer bulan bu parazit tasarım, strüktürel olarak ön cepheye doğru eğimli bir yapıya sahip olmasından dolayı güneş ışığından yararlanmaktadır. Sürgülü bir gemici merdiveniyle erişilen yapı, yerden belirli bir yükseklikte konumlanarak diğer insanların geçişini engellememektedir. Bir diğer proje olan “Rhythm Ramp” projesi, Mahmutpaşa Caddesi’nde terk edilmiş bir binanın yan cephesine konumlanır şekilde tasarlanmış olup, grup halinde derslerin yapıldığı bir perküsyon atölyesi olarak hizmet vermesi düşünülmüştür. Strüktürü bir örümceğin bacaklarını andıran bu parazit yapı konumlandığı binanın yan cephe ve pencerelerine nüfuz etmektedir.

Grup 4; Köprü ayağı, üst geçit altı veya geçici inşaat iskelesi gibi diğer kent yapı veya elemanlarına takılan parazit yapılardan oluşur. Bu gruba dâhil olan öğrenci projeleri “S3”, “Viewing Platform”, ve “Traupneball”dır. Bu kapsamdaki projelerde öğrenciler temel olarak, mevcut yapılar ve geçici elemanları sorgulayarak sosyal bağlam gerekleriyle uyumlu bir fonksiyon tanımlamaya ve strüktürel bağlanmayı ve erişilebilir olmayı çözmeye yönlendirilmiştir. “S3”, restore edilen binalardaki çelik iskelelere bağlı yaşayan parazit bir yapı olarak tasarlanmıştır. Çelik strüktür, restorasyon süresince orada bulunduğu için geçici bir düzenektir; parazit yapı da bağlandığı yapı gibi geçicidir. Belirli zaman aralıklarında sergiler, konsept sunumlar için kullanılması öngörülmektedir. Saydam, yarı saydam, opak ve görüntü yansıtan yüzeylerden oluşmaktadır. Yüzeylerin yansıtıcı özellikleri sayesinde sergilenen nesnelere odaklanılması ve aynı zamanda ışığın her noktaya ulaşması sağlanmaktadır. S3’e ise var olan strüktüre eklemlenerek merdiven olarak yükselen düzlemlerle ulaşılmaktadır. Bu gruptaki ikinci örneği oluşturan “Viewing Platform”un, 15 Temmuz Şehitler Köprü ’sünün köprü ayaklarının insan ölçeğine yaklaştırılıp yaşaması hedeflenmektedir. Bu parazit mimari örneği kişinin kendiyle baş başa kalmasına imkân

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

153


sağlayan bir mekân olmanın yanı sıra, kullanıcısına Boğaz’da gerçekleşen etkinlikleri izleme fırsatı sunmaktadır. Ön ve yan yüzeylerinin polikarbon malzemeden oluşacak ve yerden 3 metre yükseklikte konumlanacak parazit yapıya çelik gemici merdiveniyle erişilebilmektedir. Ev sahibi köprü ayağından taşıyıcılık ve konum özellikleri açısından fayda sağlanmaktadır. Bir diğer proje örneği olan “Trapneuball” isimli parazit yapıda “geçirgenlik”, “pnömatik” ve “küre” kavramları üzerine odaklanılmaktadır. Pnömatik sistem kullanımıyla şeffaf küre hem bulunduğu mekânın dışında hem de mekânın içinde olma algısını yaratmayı hedeflemektedir. Haliç Köprüsü’nün ayağının strüktüründen çelik halatları sayesinde faydalanmaktadır. Şeffaf ve renkli küre, şehri başka bir gözle seyrettiren bir seyir mekânı sunmaktadır. Öğrencilerin yukarıda açıklanan ve Şekil 11’de özetlenen projeleri hangi gruba girerse girsin esnek tasarım yaklaşımına odaklanmış olup, belirli bir zaman sonra bulunduğu ev sahibi yapıdan ayrılarak benzer özellik gösteren farklı bir ev sahibi yapıda kendine yer bulabilme özelliği taşımaktadır. İstanbul’da farklı konumlar için önerilmiş olan bu öğrenci projelerinde, hafif malzeme ve strüktürler kullanılması öngörülmüş olup, mevcut trafiğe, insan geçişine veya ev sahibi yapının yaşayışına herhangi bir şekilde müdahalede bulunmama yönünde bir yaklaşım benimsenmiştir. Grup 1’de daha çok mobil mekanizmalar dikkat çekerken, Grup 2’ de ev sahibi yapının tekdüzeliğine bir yanıt olarak daha hareketli yaklaşımlar izlendiği görülmüştür. Grup 3 mevcut yapı cephelerine nüfuz ederken, Grup 4 kapsamında kentsel mekânda var olan altyapı elemanlarına eklemlenen tasarımlar geliştirilmiştir.

Bitirirken: Parazit Mimari Tasarım Stratejisinin Mimari Proje Stüdyosunda Öğrenme Sürecine Katkısı Üzerine Bu çalışmada, “parazit mimari” tasarım stratejisine odaklanan 3 haftalık bir mimari tasarım stüdyosu proje çalışması sürecine ve ürünlerine yer verilmiştir. Mimari tasarım stüdyosunda mimarlık ürününün kentle ve kentsel mekânla kurduğu diyalog, mekânın parazitik bir şekilde yeniden sahiplenildiği ve anlamlandırıldığı tasarım yaklaşımları bağlamında ele alınmıştır. Çalışmanın ortaya koydukları genel olarak; (1) kentsel ölçek, (2) yapı ölçeği, (3) mimari program, (4) mekân tartışmaları başlıkları altında özetlenebilir. Kentsel Ölçeğe İlişkin Farkındalık ARCH 202 Mimari Tasarım II stüdyosu kapsamında gerçekleştirilen Parazit Mimari Tasarım Projesi öncelikle öğrencileri yaşadıkları kenti çok çeşitli mekânsal nitelikleriyle keşfetmeye ve potansiyellerini araştırmaya teşvik etmiştir. Mimari parazitlerin biçimlenişi ve kent içindeki yayılmaları strüktürel, çevresel ve deneyimsel bağlamları gözetilerek 154

analiz edilmiş ve yorumlanmıştır. Böylece mekânı anlama ve yeni bir mekân oluşturma çabası bağlamsal düşünceyle yoğrulmuştur. Yapı Ölçeğine İlişkin Bilgi ve Beceriler Parazit mimari projeleri kentsel mekânla fiziksel, sosyal ve anlamsal bir ilişki kurarken, aynı zamanda mekânın boyutlandırılması, organizasyonu ve strüktürel olarak çözümlenmesi konularına odaklanmıştır. Yapı ölçeğinde ise, öğrenciler parazitlere ev sahipliği yapan mevcut yapıların, boşlukların ya da altyapı elemanlarının strüktürel özelliklerini incelerken, aynı zamanda parazit yapının nüfuz etme ya da eklemlenme detaylarını çözümlemeye çalışmışlar ve malzeme bilgilerini geliştirmişlerdir. Ev sahibi yapılardan strüktür, konum, manzara, ulaşım olanakları bağlamlarında ne şekilde yararlanılabileceğini araştırmışlardır. Mimari Program Geliştirme Becerileri Bu stüdyo deneyimi, 4 yıllık mimarlık lisans programındaki yeri dolayısıyla temel tasarım prensiplerinin mimari ölçekte mekân tasarımı ve mimari program oluşturma süreçlerine aktarılması için bir geçiş aşaması oluşturmuştur. Mevcut kentsel mekânın ya da yapının programına bağlı kalmayıp, çevresel ihtiyaçlar ve potansiyeller gözetilerek yeni bir program önerisi geliştirirlerken, yerle kurulan ilişkinin daha çok deneyim olgusu üzerinden nasıl tanımlanabileceği üzerinde durulmuştur. Öğrenciler mekânsal pratiklerin ve farklı mekân deneyimlerinin tasarıma katkısı üzerine temellenen bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Mekân Tartışmaları Bu projenin 2. sınıf düzeyindeki mimarlık öğrencilerini mekân tartışmalarının yer aldığı alan yazınıyla buluşturması, stüdyonun eğitsel kazanımlarından bir diğeri olmuştur. Stüdyo kritikleri süresince mimarinin kalıcı, durağan ve baskın imgesi sorgulanmış, parazit mimari tasarım stratejisi üzerinden geçicilik, sürdürülebilirlik, esneklik, dönüştürülebilirlik, hareketlilik, taşınabilirlik gibi kavramlar tartışmaya açılmıştır. Mekânın yeniden kullanabilme potansiyellerini sorgulama biçimi olarak parazit mimari mimarlık alan yazındaki tartışmalarla ilişkilendirilmiştir. Ayrıca, araştırma yapmanın tasarım sürecinin bir parçası olduğu vurgulanmış, öğrencilerin tasarım becerilerinin araştırma yoluyla geliştirilmesi hedeflenmiştir. Kentsel mekândaki potansiyellerin araştırılması ve bu bilginin mimari mekân tasarımına evrilmesiyle, öğrencilerin mimari tasarım eyleminin sadece biçim üretme değil, bir bilgi üretme süreci olduğuna dair farkındalıkları artırılmıştır. ‘Parazit Mimari Tasarım Projesi’ stüdyo çalışması mimarlığın bir deney alanı olarak kentsel mekânda yer bulma stratejilerinden biri olarak karşımıza çıkan parazit mimari konusunu odaklanmıştır. Parazit mimari tasarım stratejisinin mimari proje stüdyosunda tasarım becerilerinin geliştirilmesini destekleyerek öğrenme sürecine katkısı sağladığı CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Mimari Tasarım Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar: Bir Mekân Tasarımı Stratejisi Olarak “Parazit Mimari”

görülmüştür. Böyle bir tasarım stratejisine odaklanan stüdyo çalışması, aynılaşan ve kimliksizleşen günümüz kentsel çevrelerin eleştirisini de stüdyoya taşımıştır. Kaynakların giderek azalacağı ve atıl binaların ya da altyapı elemanlarının ve kentsel boşlukların yeniden değerlendirilmesinin önem kazanacağı geleceğin kentleri için, sürdürülebilir tasarım yaklaşımlarına örnek olabilecek bir tasarım stratejisi araştırılmıştır. Öğrenciler mekân tasarımına ilişkin pratik çözümler geliştirirken, yapılı çevreye ilişkin başka türlü mimari üretim pratiklerinin mümkün olabileceğine dair bilinç kazanmışlardır. Sonuç olarak, parazit mimari tasarım stratejisinin alternatif bir mekân tasarımı yaklaşımı olarak mimari tasarım stüdyosundaki öğrenme sürecine katkıları, öğrencilerin insan-mekân-kent arasında alternatif ilişki kurma biçimleri geliştirmelerine katkı sağlamıştır. Bunun yanında, bu alternatif ilişkilerin mimari mekâna dönüşmesinde, öğrenciler salt biçim üretimi değil, gerçek mekân deneyiminden yola çıkarak mekâna ilişkin durumlar, olasılıklar ve potansiyelleri irdeledikleri ve yeni tasarım araçları geliştirdikleri bir tasarım süreci deneyimlemişlerdir.

Kaynaklar Adhienides, D. (2005). “Re-inhabiting the Void”, Basılmamış Yükseklisans Tezi,
 Pretoria Üniversitesi, Mühendislik, Yapılı Çevre ve Bilgi Teknolojileri Fakültesi. Brown, G. (2003). “Freedom and Transience of Space (Technonomads and transformers)”, Ed.: Robert Kronenburg (editör) Transportable Environments 2, Londra, Spon Yayıncılık, s.313. Cuff, D. (1991) Architecture: The Story of Practice. Cambridge, Massachusetts, Massachusetts Institute of Technology. Dutton, T. A. (1987) “Design and Studio Pedagogy”, Journal of Architectural Education, Cilt 41, Sayı 1, s.16-25. Kachri, G. (2009). “Parasite Ecologies: Extending Space Through Diffusion- Limited Aggregation Models,” Basılmamış Yüksek lisans Tezi, University College London, Bartlett School of Graduate Studies. Lupo, E. & Postiglione, G. (2009). Temporary Active - Actions as Urban re-appropriation strategies. Occupation (07): negotiations with constructed space, Brighton. McDaniel, C. N. (2008). “Strategic Intervention: Parasitic Architecture”, Basılmamış Yüksek lisans Tezi, University of Cincinnati, Division of Research and Advanced Studies. Myburg, J. (2014). “MESOPARASITE. A Symbiotic Affair”. Unitec Institute of Technology.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Rowe, P. G. (1987) Design Thinking. Cambridge, Massachussetts, The MIT Press. Salama, A. M. (1995) New Trends in Architectural Education: Designing the Design Studio. USA, Tailored Text and Unlimited Potential Publishing. Salama, A. M. (2015) Spatial Design Education: New Directions for Pedagogy in Architecture and Beyond. UK, USA, Ashgate Publishing. Salama, A. S., Nicholas Wilkinson, N. (editörler.) (2007) Design Studio Pedagogy: Horizons For The Future, UK: The Urban International Press. Salama, A. M. (1995) New Trends in Architectural Education: Designing the Design Studio. USA, Tailored Text and Unlimited Potential Publishing. Schön, D. A. (1984) “The Architectural Studio as an Exemplar of Education for Reflection-in-Action”, Journal of Architectural Education, Cilt 38, Sayı 1, s. 2–9. Schön, D. (1985) The Design Studio: An Exploration of its Traditions and Potentials, London, RIBA Publications for the RIBA Building Trust. Schön, D. A. (1988) “Toward a Marriage of Artistry and Applied Science in the Architectural Design Studio”, Journal of Architectural Education, Cilt 41, Sayı 4, s. 4–10. Yıldırım, S. (2013). “Urban Parasites: Re-appropriation of Interstitial Spaces in Architecture Through the Act of Graffiti”, Basılmamış Yüksek lisans Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi. “How Symbiosis Works”, http://science.howstuffworks.com/life/ evolution/symbiosis1.html [Erişim tarihi 16 Şubat 2013] “Parasitic Architecture,” http://www.gerjanstreng.eu/parasitic architecture.pdf [Erişim tarihi 9 Temmuz 2014]

Şekil Kaynakları Manifest Destiny: Claiming Space in San Francisco, http:// weburbanist.com/2013/08/26/parasitic-architecture-15precariously-perched-structures/ [Erişim tarihi 9 Mart 2017] Belgian Artist Transforms Billboards Into Houses For Urban Nomads, http://popupcity.net/belgian-artist-transformsbillboards-into-houses-for-urban-nomads/ [Erişim tarihi 10 Mart 2017] Hanging Parasite Office in Moscow, http://weburbanist. com/2013/08/26/parasitic-architecture-15-precariouslyperched-structures/ [Erişim tarihi 8 Mart 2017] ParaSITE, http://www.michaelrakowitz.com/parasite/ [Erişim tarihi 3 Mart 2017] Excrescent Utopia: Parasite Architecture for the Homeless, http://weburbanist.com/2013/08/26/parasitic-architecture15-precariously-perched-structures/ [Erişim tarihi 11 Mart 2017]

155


ÇALIŞMA MEGARON 2018;13(1):156-168 DOI: 10.5505/megaron.2017.70298

Tarihi Yığma Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin (Grouting) ve Kireç Esaslı Enjeksiyon Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi The Evolution of Grouting and Hydraulic Lime-Based Grout Used in the Restoration of Historical Masonry Buildings Dilek EKŞİ AKBULUT,1 Enise Yasemin GÖKYİGİT ARPACI,1 Didem OKTAY,2 Nabi YÜZER2 ÖZ Kültürlerin varlığının belgesi olmanın yanı sıra yaşanan çevrenin önemli bir parçası niteliğindeki tarihi yapıların korunması ve sonraki nesillere aktarılması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, zaman içerisinde farklı sebeplerle hasar gören eserler; çeşitli yöntemlerle onarılmakta; yapılan uygulamalarla mimari mirasın sürdürülebilirliğinin sağlanması hedeflenmektedir. Ancak onarım yöntemleri ve malzemeleri hakkında yeterli bilimsel çalışma yapılmadan gerçekleştirilen uygulamalar, kültürel mirasın korunmasının aksine yapıya daha büyük zararlar vermekte, yeni hasarların oluşmasına neden olmaktadır. Tarihi yığma yapı onarımı sırasında sıklıkla kullanılan enjeksiyon yöntemi ve kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri hakkında yapılan bilimsel çalışmalar ise uzun bir geçmişe sahip değildir. Özellikle ticari olarak üretilen hazır enjeksiyon malzemeleri hakkında yapılan araştırmalar çok kısıtlı düzeydedir. Uygulama sırasında üretici firmanın bilgi reçetesine güvenilmekte, uygulama öncesi ön test yapılmamakta, tek bir malzeme her yapıya uygulanmakta, özgün yapı özelinde incelenmemektedir. Oysa ki enjeksiyon yöntemi geri dönüşü olmayan bir yöntemdir ve beklenmeyen hasarlardan kaçınmak için yapılan bilimsel araştırmalar büyük önem taşımaktadır. Malzemenin yaygın kullanımına rağmen, halen kireç esaslı enjeksiyon malzemesi hakkında oluşturulmuş ulusal veya uluslararası nitelikte bir standard da yoktur. Bilimsel araştırmalar sırasında literatür verileri göz önünde bulundurulmakta; bu bağlamda konu ile ilgili literatür çalışmalarının önemi daha da artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, tarihi yığma yapıların onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ve yönteminin literatür taraması ile zaman içerisinde gelişimini incelemek; ivedilikle oluşturulması gereken standartlar ve bundan sonra yapılacak bilimsel araştırmalara katkıda bulunmaktır. Çalışma kapsamında ulaşılabilen kaynaklar doğrultusunda, konu başlıkları kronolojik olarak sıralanmış, öncelikle tarihi yığma yapıların onarımı sırasında uygulanan enjeksiyon yöntemi tanımlanmış; kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin gelişimine katkıda bulunan diğer şerbetler ve harçlarla ilgili çalışmalara değinilmiş; kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin ve deney yöntemlerinin gelişimi ele alınmış; son olarak ticari (hazır) enjeksiyon malzemeleri ile Türkiye’de enjeksiyon malzemesinin kullanımı ve yapılan çalışmalara yer verilmiştir.

Anahtar sözcükler: Enjeksiyon yöntemi; kireç harçları; koruma; onarım; tarihi yığma yapılar.

ABSTRACT In addition to serving as documentation of cultural existence, historical structures are important part of the living environment. Thus, it is important to transfer them to future generations. Historical buildings that have been damaged over time due to various reasons are in need of conservation and restoration. However, methods applied with lack of scientific research can have harmful effects on the structure and create new damages. The scientific research on hydraulic, lime-based grout that is frequently used in the restoration of historical buildings is insufficient. In particular, the research on commercially sold lime-based grout needs more interest. The injection of grout is an irreversible technique and more scientific research can prevent unpredictable damages. Furthermore, although it is widely used, there are no national or international standards regarding the use of hydraulic lime-based grout. The aim of this study is to analyse the development of the grouting technique and the lime based grouts used in the restoration of buildings with historical masonry structure within the literature review context and to offer a contribution to the required standards and further scientific research. This research is an examination of the available resources in related topics in a chronologic order. First, the technique used to inject the grout during the restoration of buildings with historical masonry is described. Studies performed related to other grouts and mortars that contributed to the development of the use of hydraulic, lime-based grouts are discussed. Then, the development of the hydraulic, lime-based grout material and the test methods for this material are examined. There is also an analysis on the research performed with regard to the commercially available, hydraulic, lime-based grouts. Finally, the previous and ongoing research considering the use of this grout in Turkey is mentioned in the scope of this study.

Keywords: Grouting; lime mortars; conservation; restoration; historical masonry buildings. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Yapı Bilgisi Anabilim Dalı, İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi, İnşaat Bölümü Yapı Malzemesi Anabilim Dalı, İstanbul

1

2

Başvuru tarihi: 28 Mart 2017 - Kabul tarihi: 17 Kasım 2017 İletişim: Dilek EKŞİ AKBULUT. e-posta: dileksi@yahoo.com © 2018 Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi - © 2018 Yıldız Technical University, Faculty of Architecture

156

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

Giriş Tarihi yapılar, tüm insanlığın günlük çevrelerinin bir parçası olmanın yanı sıra, tarihin yaşayan temsilcileri; toplumların ve toplumu oluşturan kültür gruplarının varlığının, kimliğinin ve sürekliliğinin simgesi ve kanıtıdır. Bu nedenle kültürel ve mimari mirasın korunması ve sonraki nesillere aktarılması, tüm insanlığın ortak görevlerinden biridir. Yüzyıllardır ayakta kalabilmiş olan tarihi yapılar çeşitli nedenlerle; yapının fonksiyonu, yapım tekniği, yörenin koşulları ve sonradan gördüğü onarımlara bağlı olarak bozulmalara uğrayabilir ve hasar görebilirler. Onarımda genel ilke öncelikle yapının hasar görmesine neden olan bu faktörleri ortadan kaldırmak ve ardından hasarlı bölgeye müdahalede bulunmaktır.1 Tarihi yapıların onarımı ve koruma anlayışının geliştirilmesi için 19. yy da Avrupa’da başlayan çalışmalar, Carte Del Restauro (1932) ve Venedik (1964) Tüzükleri ile yasal bir kimlik kazanmış; korumanın genel ilkeleri ortaya konularak onarım kuralları kabul edilmiştir.2 Daha sonra, günümüze kadar hazırlanan pek çok yasa, yönetmelik, tüzük vb. ile tarihi yapıların onarımı ve korunması alanında çalışmalar yapılmıştır. Bütün bu çalışmalar ışığında;3 mimari mirasın korunmasına yönelik müdahalelerde yapının özgünlüğünün tüm boyutlarıyla korunması ve bu bağlamda kullanılacak malzemelerin ilgili proje özelinde tanımlanacak testler ile belirlenmesi gerektiği saptanmıştır. Onarım sırasında kullanılacak yeni malzemeler özgün malzemeler ile uyumlu olmalı, bu sayede aksi durumda oluşabilecek yeni hasarlardan kaçınılmalıdır. ICOMOS Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi’ne göre tarihi yapıya yapılacak müdahale biçimleri; acil koruma önlemleri, koruma, sağlamlaştırma, bütünleme, yapısal iyileştirme ve güçlendirme olarak sınıflandırılmıştır. Yine aynı bildirgede sağlamlaştırma, ‘’kültür varlığının bozulma sürecinin engellenmesi veya yavaşlatılması amacıyla malzemesinin ve/veya taşıyıcı sisteminin dayanımının arttırılması, mevcut fiziksel ve mekanik özelliklerinin iyileştirilmesi işlemi’’; yapısal iyileştirme, ‘’yatay ve düşey yükler göz önünde bulundurularak, yapının mevcut güvenlik seviyesinin iyileştirilmesi ve en fazla ilk yapım aşamasında sahip olduğu güvenlik seviyesine kadar çıkarılması’’; güçlendirme ise, ‘’bir yapının mevcut güvenlik seviyesinin işlev değişikliği ya da standartların gereği olarak yükseltilmesi amacıyla yapılan strüktürel müdahalelerin tümü’’ olarak tanımlanmıştır. Tarihi yığma yapıların onarımı sırasında kullanılan enjeksiyon yöntemi (grouting) ise genellikle sağlamlaştırma olmak üzere, yapısal iyileştirme ve güçlendirme sırasında da kullanılan bir onarım tekniğidir. Gökyiğit-Arpacı, 2016.

1

Ekşi-Akbulut, 2004.

2

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

ICOMOSTürkiye, 2013.

3

Tarihi Yığma Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yöntemi Tarihi yığma yapıların onarımı sırasında kullanılan ve şerbet enjeksiyonu olarak da adlandırılabilecek yöntem; taş, tuğla ve harçların sağlamlaştırılması için çatlakların ya da boşlukların bulunduğu strüktüre uygulanan bir sıvı enjeksiyon yöntemidir. Enjeksiyon uygulaması ile duvar içerisinde bulunan boşlukların ve çatlakların doldurularak duvar kesitinin sürekliliğini sağlamak ve tekrar monolitik bir yapı elde etmek amaçlanır.4 Hidrolik özelliğe sahip enjeksiyon malzemeleri genel olarak çimento esaslı ve hidrolik kireç esaslı olmak üzere ikiye ayrılabilir. İngiltere’de 19. yy da portland çimentosunun keşfi ile günümüzde tarihi yapıların korunumu ve onarım ihtiyacı doğana kadar kireç içeren malzemeler neredeyse unutulmuştur. Portland çimentosu; erken priz alması, yüksek dayanıma ve mukavemete sahip olması, geçirgenliğinin az olması, kolay bulunabilir olması, düşük maliyetli olması ve yaygın kullanımı nedeniyle mimari koruma alanında da kullanılmaya başlanmıştır. 1970’lerin sonlarında portland çimentosunun zararlı etkileri keşfedilince, mimari mirası korumak için daha uygun olan geleneksel malzemelerin araştırılması ve geleneksel malzemelerin içerisinde kullanılan bileşenler ile yeni malzemelerin üretilmesi gündeme gelmiş, kireç ve puzolan5 içeren katkılara geri dönülmüştür.6 Bu çalışma kapsamında ele alınan hidrolik kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin (grout) ana maddeleri kireç ve sudur. Ayrıca içerisinde rötre7 engelleyici, doğal su tutucular, süper akışkanlaştırıcılar ve puzolanlar da bulundurabilir. Şerbet yüksek miktarda su içerdiği için yığma sistemler içerisindeki çatlaklara, boşluklara ve bağlantı noktalarına dökülebilecek ya da enjekte edilebilecek bir kıvama sahiptir. Tarihi yığma yapıların onarımında kullanılan enjeksiyon malzemesinin ve uygulama tekniklerinin son yıllarda önem kazandığı; araştırmaların geleneksel yığma yapıların sıklıkla bulunduğu Batı Avrupa, Kuzey Avrupa, İtalya ve Yunanistan’da görüldüğü söylenebilir. 1960’larda gerçekleşen eski Yugoslavya’daki büyük depremlerden ve 1976 yılında gerçekleşen Firiuli depreminden sonra Avrupa’da sismik alanlara odaklı çalışmalar yapılmaya başlanmış; bu doğrultuda taş dolgu ve çoklu sıralı duvarların dayanımının iyileştirilmesine öncelik verilmiş, enjeksiyon yöntemi gündeme gelmiştir. Bu çalışma kapsamında, tarihi yığma yapıların strüktürel Gökyiğit-Arpacı, 2016. Kendi başlarına bağlayıcı özelliği bulunmayan, ancak ince öğütülmüş halde ve rutubetli ortamda kalsiyum hidroksitle reaksiyona girip bağlayıcı özelliğe sahip bileşenler meydana getiren silisli veya silisli ve aluminli malzemelerdir. Normal sıcaklıkta kireçle birleşerek su karşısında sertleşme yeteneği kazanan ve bu özelliğinden dolayı da bağla-

4 5

yıcı olarak kullanılan bir çeşit volkanik topraktır. Puzolan kelimesi İtalya’daki Pozzuoli kentinin adından gelmektedir (Hasol, 2009, s. 169.). 6 Wong, 2006. 7 Malzemenin taze haldeyken içerdiği suyun ortam rutubetine bırakıldığında buharlaşma yolu ile kaybolması sonucu malzemenin büzülmesidir (TDK, 2010).

157


onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ve enjeksiyon yönteminin süreç içindeki gelişimini irdelemek için; ilgili çalışmalar kronolojik olarak ele alınmıştır. Kireç Esaslı Enjeksiyon Malzemesi’nin Gelişimine Katkıda Bulunan Harçlar ve Farklı Şerbetler Hidrolik özellik gösteren enjeksiyon malzemeleri genel olarak çimento esaslı ve hidrolik kireç esaslı olmak üzere ikiye ayrılsa da; zaman içerisinde uygulanan mekanik testlerle tarihi yapıların onarımı sırasında kullanılacak malzemeler için yüksek çimento oranlarına gerek olmadığı görülmüş;8 kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin yanı sıra çimento oranları azaltılmış şerbetler ve nano katkılar ile de enjeksiyon malzemeleri geliştirilmeye çalışılmıştır. Her ne kadar tarihi yapıların onarımı sırasında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri bu çalışmanın kapsamı içerisine alınmış olsa da; farklı şerbetlerin ya da harçların araştırılmasını içeren bazı çalışmalara da kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin gelişimine katkıda bulunduğu için değinilmiştir. Malzeme içeriklerinin araştırılması, uygulama süreçlerinin geliştirilmesi ve uygun deneylerin belirlenmesi konularını da içeren bu katkılar, kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin zaman içerisindeki gelişimi söz konusu olduğunda göz ardı edilemez. Sıvalar ve Zemin Mozaikleri (1979-1986) 1979-1984 yılları arasında, EEC ve UNESCO’nun katkılarıyla, ICCROM tarafından geniş bir araştırma programı ele alınmıştır. Araştırma konuları arasında kireç harçlı duvar resmi sıvalarını ve zemin mozaiklerini onarmak için enjeksiyon malzemelerini test etmek ve geliştirmek de vardır. Bu çalışma kapsamında portland çimentosu, kireç, kireç-çimento ve hidrolik katkılı pek çok malzeme formüle edilmiş; malzeme performansları değerlendirilmiştir.9 Enjeksiyon malzemesi testleri için o zaman önerilen işlenebilirlik, priz süresi, büzülme, basınç ve eğilme dayanımı, basınç altında elastisite modülü, adezyon,10 ısısal genleşme, çözülebilir tuz, porozite,11 boşluk boyut dağılımı ve su emme gibi özelliklerin belirlenmesinde uygulanan deneyler bugün hala uygulanabilir durumdadır. 1986 yılında Pompei, İtalya’daki Menander Evi’nin duvar resimleri ve bahçe kapısının onarımı da ICCROM un çalışmaları sırasında geliştirilen enjeksiyon malzemesi ile yapılmıştır. Kısmen hidrolik kireç, akrilik sıvı çözelti karışımı ve baryum hidroksit eklenerek değiştirilmiş tuğla tozu içeren enjeksiyon malzemesi tüm yüzeyin %60’ından fazla alana, çatlaklar ve yüzey boşlukları boyunca enjekte edilmiştir. Bu çalışmanın sonucunda kullanılan bileşimin enjekte edilebilir ve enjeksiyon yönteminin uygulanabilir olduğu kabul edilmiştir.12 Kalagri ve diğ., 2010, s. 1135-1145., Vintzileou, 2011, s. 513-538. 9 Peroni ve diğ., 1981, s. 63-99. 10 Farklı molekülleri bir arada tutan çekim veya kuvvet, yapışma, bağ8

158

lanma, aderans (TDK, 2007). Gözeneklilik, toplam boşluk oranı (TDK, 2010). 12 Mora ve diğ., 1986, s. 39. 11

Kireç Esaslı Karışımlara Tuğla Tozunun Etkisi (1986-1994) 1986 yılında English-Heritage, ICCROM ve Bournemouth Üniversitesi tarafından Smeaton Projesi geliştirilmiştir.13 Bu proje günümüzde Brampton, İngiltere’de bulunan ve M.S. 128 yılında Roma İmparatorluğu döneminde yapılan Hadrian Duvarı’nda daha önce portland çimentosu ile yapılan onarımın zararlı sonuçlarının görülmesi ile duruma müdahale etmek amacıyla başlatılmıştır. Geçirimsiz doğası nedeniyle portland çimentosunun yoğun ıslanma-kuruma etkisine neden olduğu, zaten zayıflamış olan kâgir yapının merkezinde su tutulmasına yol açtığı ve donma-çözünme riskini arttırdığı tespit edilmiştir.14 Proje kapsamında, uygun koruma harçlarını geliştirmek için, bir test programı başlatılmış; yıl boyunca tuğla tozu katkılı kireç esaslı karışımlar test edilmiş ve portland çimentosu ile karşılaştırılmıştır. Smeaton Projesi’ne dahil olan çalışmalar enjeksiyon malzemesinden ziyade harçlar üzerine olsa da harç-kum-tuğla karışımının kullanımını içerdiği için kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin geliştirilmesine katkıda bulunmuştur. Yığma Yapı Strüktürlerinin Sağlamlaştırılması için Kullanılan Epoksi Reçine Şerbetler (1990-1994) 1990 yılında Politecnico di Milano ve Universita di Padova’nın işbirliği ile geliştirilen proje ile Binda ve ekibi15 sismik alanlarda bulunan yığma strüktürlerin onarımı için uygulanan enjeksiyon yönteminde ana ilkeleri belirlemiş ve epoksi reçine şerbetlerin etkisinin ölçümü için yeni standartlar geliştirmişlerdir. Ana çalışma epoksi reçine şerbetlerle ilgilidir. Ancak bu çalışma da enjeksiyon yöntemi ve enjeksiyon malzemesinin performansının değerlendirilebilmesi için uygulanabilecek testler açısından kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin gelişimine katkıda bulunmuştur. Enjeksiyon malzemesinin performans değerlendirmesi; düşük basınç altında iyi penetrasyon16 göstermesine, özgün malzeme ile arasındaki adezyon ve uyumun iyi olmasına, minimum mekanik dayanım ve şekil değiştirebilmeye sahip olmasına ve sismik aktiviteye yanıt vermesine göre yapılmıştır. 1990 yılındaki bu çalışma sonucunda; enjeksiyonun etkinliğinin özgün malzeme ve enjeksiyon malzemesi arasındaki uyumun yanı sıra penetrasyonun da göz önünde bulundurularak ölçülebileceği, başarılı bir uygulama için, enjeksiyonun sabit basınç ve uygun enjeksiyon tekniği ile yapılması gerektiği anlaşılmıştır.17 Teutonico ve diğ., 1994, s. 34-49. Çimento harç ve sıvaların yoğunluğu ve ısıl iletkenlik katsayıları yüksek olduğu için yoğuşmaya yol açarak eski eserin rutubetinde artışlara neden olur. Ayrıca, çimento harç ve sıva ürünlerinin gözenekleri çok küçük olduğundan yapının içerdiği veya herhangi bir yolla oluşan suyun buharlaşması zorlaşır. Böylece hem dü-

13 14

şük sıcaklıkta, hem de yüksek sıcaklıkta gerilim oluşacağı için, onarım sıvalarının yapıdan kolayca kopmasına yol açar veya yapının rutubetinde artışlar olur (Güleç, 1992). 15 Binda ve diğ.,1994, s. 539-548. 16 Enjeksiyon şerbetinin enjekte edilen malzeme içerisine yayılma kapasitesidir. 17 Binda ve diğ., 1994, s. 539-548.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

Tablo 1. Farklı harç ve şerbetlerle ilgili çalışmalar Araştırmacılar-Kurumlar 1970’ler

Araştırma Konusu

Araştırma Sonucu - Malzeme ve Yöntem Gelişimine Etkisi

Avrupa’daki depremler sonrası yapılan sismik alan araştırmaları

*Geleneksel malzeme esaslı karışımların araştırılmaya başlanması

1979 1984

ICCROM,EEC ve UNESCO (Peroni, Tersigni, Torraca, Cerea, Forti, Guidobaldi, Rossi, De Rege, Picchi, Pietrafitta, BVenedetti)

Kireç harçlı duvar resmi sıvalarının ve zemin mozaiklerinin onarımı

*Malzeme özelliklerinin belirlenmesi sırasında uygulanan deneyler için öneriler getirilmesi

1986

ICCROM (Mora, Torraca, Bonito)

Menander Evi’nin duvar resimleri ve bahçe kapısının onarımı

*Onarımda kullanılan bileşimin enjekte edilebilir ve enjeksiyon yönteminin uygulanabilir olduğunun kabul edilmesi

1986 1994

English Heritage, Bournemouth University ve ICCROM (Teutonico, Mc Caig, Burns, Ashurst)

Hadrian Duvarı’nın onarımı, Kireç esaslı harçların özelliklerine etki eden faktörler

*Malzeme içeriklerinin gelişimine katkısı

1990 1994

Politecnico di Milano ve University of Podova (Binda, Modena, Baronio, Abbaneo)

Yığma yapı strüktürlerinin sağlamlaştırılması için epoksi reçine şerbetler

*Penetrasyonun göz önünde bulundurulması, *Sabit enjeksiyon basıncı ve uygun tekniğin önemi

1999 2000

Katholieke Universiteit Leuven ve National Technical University of Athens (Toumbakari, Van Gemert, Tassios, Tenoutasse)

Tüf-silis dumanı ve kireç-çimento bileşimlerinin testleri ile enjeksiyon malzemesi için tasarım koşullarının belirlenmesi

*Enjekte edilebilirlik, özgün malzeme ile adezyon, uygun mekanik özelliklerin tasarım koşulları olması, *Porozite ve boşluk boyut dağılımının su miktarına bağlı olması, *Karıştırma sürecinin penetrasyona etkisi, *Değerlendirme yapabilmek için 90-180 gün beklemek gerektiği

Tüf-Silis Dumanı ile Kireç-Çimento Karışımlarının Testleri ve Tasarım Koşulları (1999-2000) 1999 yılında Katholieke Universiteit Leuven ve National Technical University of Athens’ın işbirliği ile bir proje geliştirilmiştir.18 Toumbakari ve ekibinin çalışmasında tüf ve silis dumanı ile birçok kireç-çimento karışımı test edilmiş; tarihi yığma yapıların onarımı sırasında kullanılan enjeksiyon malzemesi için tasarım koşulları belirlenmiştir. Çalışmaya göre bu koşullar; enjekte edilebilirlik, özgün yığma strüktür malzemesi ile adezyon ve tanımlanan kapsam içerisindeki uygun mekanik özelliklerdir. Malzemenin porozite ve boşluk boyut dağılımının karışım içerisinde kullanılan su miktarına bağlı olduğu; karıştırma sürecinin enjeksiyon malzemesinin penetrasyonunu etkilediği saptanmıştır. Ayrıca, kireç karışımlarının yavaş priz almasına bağlı olarak, dikkatli alan uygulamasının önemi vurgulanmış ve enjeksiyon malzemesinin işe yarayıp yaramadığını görmek için farklı kür koşullarında 90 ila 180 gün arasında beklemek gerektiği belirtilmiştir (Tablo 1). Toumbakari ve diğ, 2000, s. 395-405.

18

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Kireç Esaslı Enjeksiyon Malzemeleri ve Deney Yöntemlerinin Geliştirilmesi Kireç esaslı malzemeler çimento esaslı olanlardan daha esnektir. Yapı strüktürünün genleşme ve büzülmesine daha benzer özellikler gösterir. Ayrıca çimentodan daha fazla çevre dostudur.19 Bu nedenle günümüzde, tarihi yapıların onarımında kullanılmak üzere özgün malzeme ile daha uyumlu olan kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri ile ilgili çalışmalar önem kazanmıştır. Her ne kadar kireç çok eski çağlardan beri kullanılan bir bağlayıcı olsa da; Eski Babilliler, Mısırlılar, Fenikeliler, Hititler ve Persler tarafından harç içerisinde bağlayıcı olarak kullanıldığı bilinmektedir;20 kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri ile ilgili bilimsel araştırmalar çok uzun bir geçmişe sahip değildir. Konu ile ilgili günümüze kadar yapılan çalışmalar genellikle malzemenin uygunluğunun belirlenmesi için yapılması gereken ön testleri, uygulama süreçlerini, çeşitli katkıların etkilerini ve performans değerlendirmelerini kapsamaktadır. Banfill ve Shimizu, 2016, s. 606-613.

19

Gökyiğit-Arpacı, 2016.

20

159


Malzeme Tasarımında Dikkat Edilmesi Gereken Özelliklerin Belirlenmesi, Malzeme Performansının Değerlendirilmesi ve Uygulamanın Kontrol Edilmesi (1997-2016) 1997 yılında Binda ve ekibi21 yığma taş duvarlar için onarım yöntemleri geliştirmiş; çalışma kapsamında kireççimento bileşimlerinin yanında kireç ve kireç-tuğla tozu ile ürettikleri enjeksiyon malzemelerini de denemişlerdir. Değerlendirmenin yapılabilmesi için; yığma yapı morfolojisinin anlaşılmasını ve enjeksiyon malzemesinin enjekte edilebilirliğinin belirlenmesini sağlayan yerinde ve laboratuvar çalışmaları yapılmış, ayrıca uygulamanın etkisinin ölçülmesini sağlayan flat-jack22 gibi deneylerle de bir kontrol dizisi oluşturulmuştur. 2003 yılında Binda ve ekibinin Noto Katedrali’nin rekonstrüksiyonu sırasında uygun malzemelerin seçilmesi üzerine yaptıkları araştırmalarında23 ise tarihi yapıların onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri üzerine çalışılmıştır. Bu çalışmada silindir enjeksiyon deneyleri ile malzemelerin enjekte edilebilirliği, sertleşmiş silindirler üzerine yapılan mekanik deneylerle ise özgün malzeme ile uyumluluğu test edilmiştir. Her ne kadar kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri yığma taşların mukavemetini olumlu yönde etkilese ve tarihi yapı onarımları sırasında tavsiye edilse de, malzemelerin zayıf harçların mukavemetine etki etmediği görülmüştür. Çalışma kapsamında ayrıca enjeksiyon malzemesinin tasarımı sırasında dikkat edilmesi gereken özelliklere de yer verilmiştir. Valuzzi’nin 2004-2005 yıllarındaki çalışmalarında;24 yığma taş duvarlar üzerinde enjeksiyon öncesi ve sonrası yükleme yapılmış, kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin mekanik özellikleri analiz edilmiş; bunun yanı sıra malzemenin akışkanlık ve hacim sabitliği özellikleri göz önünde bulundurularak su/bağlayıcı oranları belirlenmiş ve silindir enjeksiyon deneyi ile enjekte edilebilirliği ölçülmüştür. Bu çalışmalar sonucunda da; kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin yığma taş duvarların mekanik dayanımını arttırdığı ancak enjeksiyonun uzun süreli etkisini anlayabilmek için; endoskopi, gözlem ve mümkünse karot alma vb. yöntemlerle onarılan duvarın kontrol edilmesi gerektiği, ayrıca tüm malzemelerin kimyasal, fiziksel ve mekanik özelliklerinin incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Miltiadou-Fezans, Vintzileou ve Kalagri25 2007-2010 yılları arasında farklı bileşimlerle enjeksiyon malzemeleri üretmiş, bu malzemeleri Dafni Manastırı’nın onarımında kullanmışlardır. Çalışmanın ana prensibi düşük basınç altında yüksek enjekte edilebilirlik sağlamaktır. Enjeksiyon

öncesinde enjeksiyon malzemelerine ön testler uygulanmış; akışkanlık, penetrasyon ve hacim sabitliği özellikleri incelenmiştir. Ayrıca sertleşmiş enjeksiyon malzemelerinin eğilme ve basınç deneyleri de değerlendirme kapsamına alınmıştır. Silindir enjeksiyon deneyleri ve model duvarlar üzerine yapılan yüklemelerle de malzemelerin performansı değerlendirilmiştir. Bu çalışma malzeme tasarımı sırasında akışkanlık, penetrasyon ve hacim sabitliği özelliklerinin beraber incelemesi açısından önem taşımaktadır. Dafni Manastırı için yürütülen araştırma projesinden sonra da farklı araştırmacılar tarafından yığma taş model duvarlar üzerinde deneyler yapılmış;26 basınç dayanımı görece düşük olan kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin, deneyler sırasında kullanılan taş duvarların mukavemetini arttırdığı görülmüştür. Uranjek ve ekibi 2010-2012 yılları arasında enjeksiyon sonrasında yapılan GPR (Ground Penetrating Radar), ultrases ve termografik testler gibi tahribatsız testlerin yanı sıra yerinde basınç ve kayma dayanımı gibi yarı tahribatlı testlerle yığma taş duvarlara uygulanmış olan enjeksiyon malzemesinin ve enjeksiyon yönteminin kalitesini analiz etmişlerdir.27 Ayrıca enjeksiyon sırasında uyulması gereken süreçler üzerine de çalışmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda; her enjeksiyon malzemesinin özgün yapı özelinde üretilmesi gerektiği, yüksek oranda su kullanımının enjeksiyon malzemesi ile enjekte edildiği malzeme arasındaki adezyonu azalttığı, malzemenin karıştırılması durdurulduğunda karışımda çökme oluştuğu ve akışkanlığının azaldığı bu nedenle enjeksiyon sırasında uygulamaya ara verilmemesi gerektiği, uygun basınç seçilerek sabit basınçta enjeksiyon yapılmasının ve enjekte edilen malzemenin su emme kapasitesine bağlı olarak gerekirse yığma strüktürün önceden ıslatılmasının uygun olacağı, bunun yanı sıra enjeksiyonun aşağıdan yukarıya doğru ve hasarlı duvarın tamamına yapılması gerektiği belirtilmiştir. Aynı yıl Bras ve Henriques28 hidrolik kireç esaslı enjeksiyon malzemesini seçmek için gerekli olan parametrelerin belirlenmesi üzerine çalışmalar yapmışlardır. Başarılı bir enjeksiyon için; hacim sabitliği, akma sınırı, viskozite,29 enjekte edilebilirlik gibi pek çok parametrenin kontrol edilmesi gerektiği, yığma strüktürün içerisindeki harcın özelliklerine (su emme gibi) de dikkat edilmesi gerektiği ve enjeksiyon malzemesinin su tutma kapasitesinin karışım oluşturma aşamasında kontrol altına alınması gerektiği belirtilmiştir. 2012-2013 yıllarında ise Miltiadou ve Tassios kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri üretmiş; bu malzemelerin akışkanlık, Ademi ve diğ., 2012, s. 751-759. Uranjek ve diğ., 2010, s. 124., Uranjek ve diğ., 2011, s. 861–879., Uranjek ve diğ., 2012a, s. 2544-2551. 28 Bras ve diğ., 2012, s. 223-242. 29 Bir akışkanın, yüzey gerilimi altında

21

23

26

22

24

27

Binda ve diğ., 1997, s. 133-142. Flat-jack deneyi yığma yapılarda yerinde basınç dayanımının ve yerinde elastisite modülünün belirlenmesini sağlayan yarı tahribatlı bir deneydir (ASTM C1 196-92,1997).

160

Binda ve diğ., 2003, s. 629-639. Valuzzi, 2005, s. 382-397. 25 Miltiadou-Fezans ve diğ., 2007,s. 649-656, Vintzileou ve MiltiadouFezans, 2007, s. 3365-2276., Kalagri ve diğ., 2010, s. 1135-1146.

deforme olmaya karşı gösterdiği direncin ölçüsüdür. Akışkanın akmaya karşı gösterdiği iç direnç olarak da tanımlanabilir. Viskozitesi yüksek olan sıvılar ağdalı olarak tanımlanırlar.

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

penetrasyon ve hacim sabitliği özellikleri üzerine detaylı ve kapsamlı araştırmalar yapmışlardır.30 Bu çalışmalarda; başarılı bir enjeksiyon uygulaması için akışkanlık, penetrasyon ve hacim sabitliği özelliklerinin laboratuar ve yerinde uygulama öncesi mutlaka değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. 2014 yılında Papayianni ve Pachta hirolik kireç, puzolan, kil, tuğla tozu içeren ve az miktarda çimento ya da kireçtaşı dolgusu ve %1 oranında sülfatsız süper akışkanlaştırıcı ile modifiye edilmiş enjeksiyon malzemelerinin taze haldeki akışkanlık, penetrasyon ve hacim sabitliği özellikleri ile; elastisite modülü, eğilme ve basınç dayanımlarını incelemişlerdir.31 Kil eklenen karışımlarda malzeme dayanımında yüksek oranda düşüş olduğu; şerbet yoğunluğundan bağımsız olarak, enjeksiyon malzemesinin tane boyut dağılımı, kimyasal ve mineralojik kompozisyonu, su emme ve su tutma kapasitelerinin de incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. 2014 yılında Jorne ve ekibi silindir enjeksiyon deneyi ile enjeksiyon malzemesinin farklı malzemelere (taş, tuğla vb.) enjekte edilebilirliğini ölçmüş, tarihi yığma yapı onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin enjekte edilebilirlik kapasitesini belirlemek için bağıntı geliştirmişlerdir.32 Çalışma sonucunda; enjekte edilen malzemenin enjekte edilebilirlik değerini etkileyen temel etkenlerin; enjekte edilen yığma yapı malzemesinin boşluk hacmi, tane boyutları ve su emmesine bağlı olduğu belirtilmiştir. Oktay ve Yüzer’in 2016 yılında yaptıkları çalışmalarında33 ise, başarılı bir enjeksiyon için enjeksiyon malzemesinin akışkanlık, hacim sabitliği ve penetrasyon özelliklerinin yanında viskozite ve akma gerilmesi gibi reolojik özelliklerin de göz önünde bulundurulması gerektiği ayrıca yerinde uygulama sırasında her enjeksiyon öncesi malzemenin akışkanlık değerinin ölçülmesi gerektiği belirtilmiştir. Karıştırma Süreci, Ortam Sıcaklığı ve Katkıların Kireç Esaslı Enjeksiyon Malzemeleri Üzerindeki Etkileri (2003-2012) Bras ve Henriques 2008 yılında taze haldeki enjeksiyon malzemelerinin daha önce incelenmiş olan akışkanlık, hacim sabitliği ve penetrasyon özelliklerine; malzemelerin karıştırma süreçlerinin etkilerini araştırmışlardır.34 Karıştırma sürecinin taze haldeki malzeme özelliklerini doğrudan etkilediği, uzun süre ve daha hızlı karıştırılan malzemelerin daha akışkan olduğu saptanmıştır. 2010 yılında Papayianni ve ekibi kireç esaslı enjeksiyon malzemelerine nano-silika, kireçtaşı dolgusu, düşük oranda çimento ve tuğla tozunun etkilerini araştırmışlardır.35 Çalışma sırasında enjeksiyon malzemesinin taze haldeki Miltiadou-Fezans ve Tassios, 2012a, s. 1817-1828., Miltiadou Fezans ve Tassios, 2012b, s. 1631–1652., Miltiadou Fezans ve Tassios, 2013, s. 1653– 1671.

30

Papayianni ve Pachta, 2014, s. 2111– 2121. 32 Jorne ve diğ., 2014, s. 2211–2233. 33 Oktay ve Yüzer, 2016, s. 137. 34 Bras ve Henriques, 2008, s. 1423-1432. 35 Papayianni ve diğ., 2010, s. 1123-1133. 31

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

akışkanlık, hacim sabitliği ve penetrasyon özellikleri ile sertleşmiş malzemeye uygulanan mekanik deneylerle kullanılan katkıların malzeme dayanımına etkileri incelenmiştir. Sonuç olarak; az miktarda çimento katkısının sertleşmiş malzemelerin mukavemetine bir katkısı olmadığı, kireç taşı tozunun malzeme dayanımını arttırdığı ancak taze haldeki özellikleri olumsuz yönde etkilediği, nano-silikanın taze haldeki malzeme özelliklerini olumlu yönde etkilediği ancak malzeme dayanımını düşürdüğü, %40 oranında tuğla tozu katkısının malzeme dayanımını arttırdığı ancak taze haldeki özellikleri olumsuz yönde etkilediği, ancak %15 oranında tuğla tozu katkısı kullanılırsa, taze haldeki özelliklerin olumsuz yönde etkilenmediği ve malzeme dayanımının arttığı gözlemlenmiştir. Aynı yıl Bras ve ekibinin36 yaptıkları çalışmada ise ortam sıcaklığının enjeksiyon yöntemine etkileri araştırılmış; 20 °C optimum sıcaklık olmak üzere, etkili bir enjeksiyon yapılabilmesi için ortam sıcaklığının 5 °C ile 35 °C aralığında olması gerektiği belirtilmiştir. Miltiadou ve Tassios’un 2012 yılındaki kapsamlı araştırmalarında37 süper akışkanlaştırıcıların enjeksiyon malzemeleri üzerindeki etkilerine de değinilmiştir. Her ne kadar daha önceki çalışmalarda süper akışkanlaştırıcı kullanılmadan uygun akışkanlık değeri sağlanmaya çalışıldığında su oranının çok arttığı ve malzeme mukavemetinin olumsuz yönde etkilendiği, bu nedenle süper akışkanlaştırıcıların kullanılması gerektiği38 belirtilse de Miltiadou ve ekibinin çalışmaları göstermiştir ki bazı durumlarda süper akışkanlaştırıcılar enjeksiyon malzemesinin akışkanlığının artmamasına neden olmakta, terleme etkisini değiştirmekte ve fazla eklenmesi durumunda malzeme içerisinde hava kabarcıkları oluşturmaktadır. Bu sebeple uygun süper akışkanlaştırıcının uygun miktarda karışıma eklenmesi önem taşımaktadır. 2012-2013 yıllarında Baltazar ve ekibi süper akışkanlaştırıcı kullanılan enjeksiyon malzemelerinin akışkanlık ve hacim sabitliği özelliklerini göz önünde bulundurarak, karışımın üretim sürecinde optimizasyona gitmeye çalışmışlardır.39 Ayrıca sıcaklık ve uçucu kül katkılarının hidrolik kireç esaslı enjeksiyon malzemelerine etkilerini araştırmışlardır. Buna göre; uçucu külün kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin akışkanlığını olumlu yönde etkilediği, en iyi reolojik davranışın polikarboksilat içerikli süper akışkanlaştırıcılar ile sağlandığı, süper akışkanlaştırıcıların karışım başladıktan 10 dakika sonra eklenmesinin ve 3 dakika karıştırılmasının homojen bir karışım elde etmek için yeterli olduğu belirtilmiştir. Optimum akışkanlık değerinin %0,8 süper akışkanlaştırıcı katkısı ile 800 rpm (dev./dak.) hızda karıştırılarak sağlandığı ve enjeksiyonun 20°C ve %60 bağıl nemde gerçekleştirilmesinin uygun olduğu belirtilmiştir (Tablo 2). Bras ve diğ., 2008, s. 1423-1432. Miltiadou-Fezans ve Tassios, 2012a, s. 1817-1828.

Van Rickstal ve diğ., 2003, s. 1-10. Baltazar ve diğ., 2012, s. 838-845., Baltazar ve diğ., 2014, s. 584-597.

36

38

37

39

161


Tablo 2. Kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin bileşimlerinin ve deney yöntemlerinin geliştirilmesi Araştırmacılar-Kurumlar

Araştırma Konusu

Araştırma Sonucu - Malzeme ve Yöntem Gelişimine Etkisi

1997

Politecnico di Milano ve University of Podova (Binda, Modena, Baronio, Abbaneo)

Yığma taş duvarlar için onarım yöntemleri geliştirilmesi

*Enjeksiyon sırasında özgün duvar özelliklerinin önemi, *Enjeksiyon sonrası uygulamanın kontrol edilmesi gerektiği

2003

Politecnico di Milano (Binda, Baroni, Tiraboschi, Tedeschi)

Noto Katedrali’nin rekonstrüksiyonu

*Malzemenin düşük segregasyon, yüksek akışkanlığa sahip, özgün yığma strüktürle uyumlu, sülfat dayanımı olmasının, *Rötre çatlaklarının olmamasının gerektiği

2003

KU Leuven (Van Rikstal, Leuven, Toumbakari, Ignoul, Van Gemert)

Süper akışkanlaştırıcıların enjeksiyon malzemesine etkileri

*Süper akışkanlaştırıcı kullanılmadığında su oranının yükseldiği ve malzeme mukavemetinin düştüğü

2004 2005

University of Podova (Valuzzi, Porto, Modena)

Malzemenin tasarım aşamasında gereken şartların ve mekanik davranışının incelenmesi

*Malzemenin duvarların mekanik dayanımını arttırdığı ancak uzun süreli etki için kontrol edilmesi, *Tüm malzemelerin malzeme özelliklerinin belirlenmesi, **Enjeksiyon öncesi silindir enjeksiyon deneyinin yapılması, *Hacim sabitliği özelliğinin de incelenmesi gerektiği

2007 2010

National Technical University of Athens (Miltiadou, Vintzileou ve Kalagri)

Dafni Manastırı’nın (Yunanistan) Onarımı

*Akışkanlık, hacim sabitliği ve penetrasyon özelliklerinin beraber incelenmesi gerektiği

2008 2010

Universidade Nova de Lisboa (Bras, Henriques ve Cidade)

Karıştırma süreçlerinin ve ortam sıcaklığının etkilerinin araştırılması

*Karıştırma süreçlerinin malzeme özelliklerini doğrudan etkilediği, *Ortam sıcaklığının optimum 20 °C olmak üzere, 5-35 °C arasında olması gerektiği

2010

Aristotle University of Thessaloniki (Papayianni, Stefanidou, Pachta)

Kireç esaslı enjeksiyon malzemesine; nano-silika, kireçtaşı dolgusu, çimento ve tuğla tozunun etkisinin araştırılması

*Az miktarda çimento katkısının malzeme dayanımını arttırmadığı, *Sadece %15 oranında tuğla tozu katkısı kullanılırsa, taze haldeki özelliklerin olumsuz yönde etkilenmediği ve malzeme dayanımının arttığı

2010 2012

Building and Civil Engineering İnstitude ZRMK, University of Ljubljana (Uranjek, Bosiljkov, Zarnic, BokanBosiljkov)

Malzeme özelliklerinin incelenmesi, onarılmış duvarların performans değerlendirmesi, yönteminin kalitesinin incelenmesi ve enjeksiyon sırasında uyulması gereken adımlar

*Her enjeksiyon malzemesinin özgün yapı özelinde üretilmesi gerektiği *GPR, ultrases ve termografik testler, yerinde basınç ve kayma dayanımı testleri ile yapılan onarımın kalitesinin ölçülebileceği *Fazla su kullanımının adezyonu olumsuz etkilediği, *Enjeksiyona ara verildiğinde çökme olduğu ve akışkanlığın azaldığı, *Gerekirse enjeksiyon yapılan strüktürün önceden ıslatılabileceği, *Enjeksiyonun aşağıdan yukarıya doğru, hasarlı duvarın tamamına uygun enjeksiyon basıncı ile yapılması gerektiği

2012

Politechnic Institute of Setubal, Universidade Nova de Lisboa (Bras ve Henriques)

Enjeksiyon malzemesini seçmek için gerekli olan parametrelerin belirlenmesi

*Yığma strüktürün içerisindeki harcın özelliklerine de dikkat edilmesi, *Enjeksiyon malzemesinin su tutma kapasitesinin karışım oluşturma aşamasında kontrol altına alınmasının gerektiği

2012 2013

Hellenic Ministry of Culture, Nat. Tech. University of Athens (Miltiadou, Theodossios)

Enjeksiyon malzemelerinin akışkanlık, penetrasyon, hacim sabitliği ve enjekte edilebilirlik özelliklerinin araştırılması

*Bu özelliklerin sadece laboratuvar ortamında değil yerinde uygulama sırasında da incelenmesi gereken özellikler olduğu, *Bazı durumlarda süper akışkanlaştırıcıların malzemenin akışkanlığının artmamasına neden olduğu, terleme etkisini değiştirdiği ve fazla eklenirse malzeme içerisinde hava kabarcıklarına neden olduğu

2012 2014

Universidade Nova de Lisboa (Baltazar, Bras, Henriques, Jorne, Cidade)

Süper akışkanlaştırıcı kullanılan enjeksiyon malzemelerinin karışım süreçlerinde optimizasyon sağlamak

*Uygun süper akışkanlaştırıcıların malzemenin reolojik özelliklerini olumlu yönde etkilediği *Zaman geçtikçe malzemenin akışkanlığının azaldığı, *Enjeksiyonun 20°C, %60 bağıl nemde gerçekleştirilmesinin gerektiği, *Uçucu külün malzemenin akışkanlığını olumlu yönde etkilediği

2014

Aristotle University of Thessaloniki (Papayianni ve Pachta)

Modifiye edilmiş enjeksiyon malzemelerinin özelliklerinin incelenmesi

*Kil eklenen karışımlarda malzeme dayanımında düşüş görüldüğü, *Malzeme seçimi yapılırken tane boyut dağılımı, kimyasal ve mineralojik kompozisyonu, su emme ve su tutma kapasitelerinin de incelenmesi gerektiği

2014

Universidade Nova de Lisboa (Jorne, Henriques, Baltazar)

Hidrolik kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin farklı ortamlarda enjekte edilebilirliğinin ölçülmesi

*Silindir enjeksiyon deneyi için bağıntı geliştirilmiştir. *Enjekte edilebilirliği etkileyen temel etkenlerin; enjekte edilen yığma yapı malzemesinin boşluk hacmi, tane boyutları ve su emmesi olduğu, *Akma gerilmesinin de enjeksiyon öncesi kontrol edilebileceği

2016

Yıldız Teknik Üniversitesi (Oktay ve Yüzer)

Enjeksiyon malzemesinin reolojik özelliklerinin incelenmesi

*Viskozite ve akma gerilmesi gibi reolojik özelliklerin de göz önünde bulundurulması, *Her enjeksiyon öncesi akışkanlık değerinin ölçülmesi gerektiği

162

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

Hazır (Ticari) Enjeksiyon Malzemeleri ile İlgili Çalışmalar (2001–2016) Zaman içerisinde kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin tarihi yığma yapıların onarımı sırasında kullanımı kabul gördükçe, firmalar ticari olarak kullanılmak üzere hazır enjeksiyon malzemesi karışımları üretmeye başlamışlardır. Toz halinde olup su ile karıştırılan bu malzemeler restorasyonlar sırasında yaygın olarak kullanılmıştır. Ticari enjeksiyon malzemelerinin mekanik deneylerini içeren bir çalışma 2001 yılında Aköz ve ekibi40 tarafından gerçekleştirilmiştir. Asıl konusu Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu kubbe ve tonozlarının malzeme özelliklerinin belirlenmesi olsa da; çalışma kapsamında taşıyıcı sistemde oluşmuş çatlaklar hazır enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır. 2012 yılında Oliveira41 ve ekibi kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesi ile onarılan yığma taş model duvarlar üzerinde tahribatlı ve tahribatsız deneyler yaparak uygulamanın kalitesini ölçmeyi hedeflemişlerdir. Çalışma sonucunda kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin yığma taş duvarların mekanik dayanımını arttırdığı ancak enjeksiyon sırasında dikkatli olunması gerektiği, doldurulamayan boşlukların duvar davranışları üzerinde büyük etkisi olduğu belirtilmiştir. Bu yorum malzemenin penetrasyon sağlayabilmesinin önemini tekrar gündeme getirmektedir. Nitekim, yine 2012 yılında Uranjek ve ekibi yığma taş duvarlar üzerinde performans değerlendirmesi yapmak için kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemeleri ile çimento katkılı hazır enjeksiyon malzemeleri üzerine çalışmışlardır.42 Bu çalışmada Oliveira’dan farklı olarak enjeksiyon malzemelerinin taze haldeyken kontrol edilmesi gereken akışkanlık, hacim sabitliği ve penetrasyon özellikleri incelenmiştir. Ancak; taze haldeki kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesinin beklenen özellikleri (akışkanlık, hacim sabitliği, penetrasyon) sağlayamadığı belirtilmektedir. Bu nedenle laboratuvar ortamında kireç esaslı malzemeler tasarlanmış ve onarım sırasında bu malzemeler kullanılmıştır.43 Asıl çalışma birden çok katmanlı yığma taş duvarların performans değerlendirmesi üzerine olsa da 2014 yılında Silva ve ekibi de, ürettikleri ve hasar oluşturdukları model duvarları tarihi yığma yapılar için üretilen hazır enjeksiyon malzemesi ile onarmışlardır.44 Onarılan duvarların mekanik dayanımında artış olduğu belirtilmiştir ancak bu çalışma da kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesi için malzeme deneylerini içermemektedir. 2015 yılında Yüzer ve ekibi, kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin fiziksel, kimyasal ve mekanik özelliklerini belirlemiş ve özgün malzeme özellikleri ile karşılaştırmışlardır.45 Enjeksiyon malzemelerinin akışkanlık, hacim sabit Aköz ve diğ., 2001, s. 659-668. Oliveira ve diğ., 2012, s. 1259-1276. 42 Uranjek ve diğ., 2012b, s. 393-409. 43 Uranjek ve diğ, 2011, s. 861–879, 40 41

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

Uranjek ve diğ., 2012b, s. 393-409. Silva ve diğ., 2014, s. 149-161. 45 Yüzer ve diğ., 2015, s. 879-889. 44

liği, penetrasyon özellikleri incelenmiş; silindir enjeksiyon deneyi ile enjekte edilebilirliği araştırılmış, basınç çekme deneyleri yapılmış, üretilen silindirlerin elastisite modülü belirlenmiştir. Ayrıca, bu çalışma kapsamında hazır malzemeler ile onarılmış tuğla model duvarların 28. gün yükleme deneyleri yapılmış, enjeksiyon öncesi ve sonrası mekanik performansı değerlendirilmiştir. Bunun yanı sıra ultrases deneyleri ve çıkarılan çatlak haritaları ile performans değerlendirmesi desteklenmiştir. Bu çalışma ayrıca enjeksiyon malzemesinin tuğla model duvarlar üzerinde performansının değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır (Şekil 1a-f). Araştırma sonucunda; → Enjeksiyon malzemelerinin üretimi sırasında, üretici firmanın bilgi reçetesinde önerilen su/bağlayıcı oranı ve karıştırma süreci ile üretilen numuneler ile gerçekleştirilen deneylerde beklenen performansın sağlanamadığı bu nedenle su/bağlayıcı oranlarının ve karıştırma sürecinin yeniden geliştirildiği, → Hidrolik kireç esaslı ve hava kireci esaslı harç ile harman tuğlasıyla üretilmiş duvarlarda enjeksiyon malzemesiyle yapılan onarım öncesi ve onarım sonrası yükleme verilerinde düşüş gözlemlenmediği, bu nedenle 28. gün deneylerinde enjeksiyon malzemesinin çalışma kapsamı içerisindeki tuğla duvarların mekanik dayanımını olumlu yönde etkilediği, → Duvarlar ile enjeksiyon malzemesi arasında uygun aderansın sağlandığı, → Ancak başarılı bir uygulama için deneyler sırasında görüldüğü üzere, proje özelinde ön testlerin mutlaka yapılması, malzeme özelliklerinin analiz edilmesi ve özgün malzeme ile uyumlu bir malzeme seçilmesi ya da üretilmesi gerektiği belirtilmiştir. 2016 yılında Luso ve Lourenço da, yaptıkları analizler ile farklı ticari enjeksiyon malzemelerinin özelliklerini karşılaştırmışlardır.46 Bu çalışmada da enjeksiyon malzemelerinin akışkanlık, hacim sabitliği ve silindir enjeksiyon deneyi ile enjekte edilebilirliği ölçülmüş, ayrıca taş ve enjeksiyon malzemesi içeren silindirler üzerinde basınç ve çekme deneyleri uygulanmıştır. Farklı firmalara ait her enjeksiyon malzemesinin birbirlerinden çok farklı özellikler gösterdiği, kalite kontrolünün yapılması için hangi standardın kullanılacağının bilinmediği ve ürünlerin AR-GE sırasında ön koşullarının hangi standartlara bağlı olarak sağlandığının malzeme reçetelerinde ve teknik kılavuzlarında yer almadığı belirtilmiştir (Tablo 3). Türkiye’de Enjeksiyon Malzemesinin Kullanımı ve Yapılan Araştırmalar (2001-2016) T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2000’li yıllara kadar olan tarihi yapı restorasyonları Luso ve Lourenço, 2016, s. 216-225.

46

163


Şekil 1. (a) Enjeksiyon malzemesinin hazırlanması. (b) Silindir enjeksiyon deneyi ile malzemenin enjekte edilebilirliğinin ölçülmesi. (c) Enjeksiyon uygulaması. (d) Duvar yüklemesi. (e) Çatlak haritalarının çıkarılması için ölçüm yapılması. (f) Onarılan duvarlara tekrar yükleme yapılması (Fotoğraflar: E.Y. Gökyiğit-Arpacı, Y.T.Ü. İnşaat Fakültesi Malzeme Lab., 2015).

sırasında, portland çimentosu katkılı harçların daha sonra da epoksi reçine katkılı malzemelerin enjeksiyon uygulamalarında kullanıldığı bilinmektedir. Özgün malzeme ile daha uyumlu olan kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin tarihi yapı onarımında kullanılmaya başlanması ise daha sonraki yılları bulmuştur. Tarihi yığma yapıların onarımında kullanılan kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesinin Türkiye’de kullanımına Bölüm 2.3’te açıklanan Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu 164

kubbe ve tonozlarının onarımında rastlanmaktadır.47 T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü verilerine göre ise, 2007 yılından başlayarak Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi (2007-2010),48 Süleymaniye Camii (2007-2010),49 Fatih Pertevniyal Valide Sultan Camii (2007-2011)50 ve Haseki Hürrem Sultan Külliyesi51 (2010-2012) gibi önemli tarihi Aköz ve diğ, 2001, s. 659-668. Sesigür ve Çılı, 2014, s.72-79. 49 Çılı ve diğ., 2011, s. 37-48.

Çebi, 2010, s. 67-82. Alioğlu ve diğ., 2012, s. 17-29.

47

50

48

51

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

Tablo 3. Kireç esaslı hazır (ticari) enjeksiyon malzemeleri Araştırmacılar-Kurumlar

Araştırma Konusu

Araştırma Sonucu - Malzeme ve Yöntem Gelişimine Etkisi

2001

Yıldız Teknik Üniversitesi (Aköz, Yüzer, Çakır, Kabay)

Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu kubbe ve tonozlarının onarımı

*Kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin mekanik testleri yapılmış, kubbe ve tonoz onarımında kullanılmıştır. *Enjeksiyon uygulamasının performansı, uygulama öncesi ve sonrası yapılan ultrases ölçümleri ile kontrol edilmiştir.

2012

University of Minho, University of Podova (Oliveira, Silva, Garbin, Loureço)

Ticari enjeksiyon malzemesinin mekanik performansının değerlendirilmesi

*Kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin yığma taş duvarların mekanik dayanımını arttırdığı ancak doldurulamayan boşlukların oluştuğu belirtilmiştir. (Penetrasyonun önemi)

2012

Building and Civil Engineering İnstitude ZRMK, University of Ljubljana (Uranjek, Bosiljkov, Zarnic, B-Bosiljkov)

Enjeksiyon malzemelerinin malzeme özelliklerinin incelenmesi ve yığma taş duvarlarda performansının değerlendirilmesi

*Kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin taze haldeki beklenen özellikleri sağlayamadığı, bu malzeme ile yığma taş duvarların onarılamadığı ve değerlendirme yapılamadığı belirtilmiştir.

2014

University of Podova (Silva, Benetta, Porto, Modena)

Çoklu sıralı yığma taş duvarların performans değerlendirmesi

*Hazır enjeksiyon malzemesi ile onarılan duvarların mekanik dayanımında artış olduğu belirtilmiştir. (Bu çalışma kireç esaslı enjeksiyon malzemesi için malzeme deneylerini içermemektedir.)

2015

Yıldız Teknik Üniversitesi (Yüzer, Oktay, Ulukaya, Gökyiğit-Arpacı)

Ticari enjeksiyon malzemelerinin malzeme özelliklerinin belirlenmesi ve yığma tuğla duvarlar üzerinde performansının değerlendirilmesi

* Üretici firma tarafından önerilen su/bağlayıcı oranı ve karıştırma süreci ile üretilen numunelerin taze haldeki beklenen özellikleri sağlayamadığı bu nedenle su/bağlayıcı oranlarının ve karıştırma süreçlerinin yeniden geliştirildiği, *Malzeme özelinde deneyler ve kontrol sırasında uyulması gereken standartların var olmadığı, *28. günde enjeksiyon malzemesinin tuğla duvarların mekanik dayanımını olumlu yönde etkilediği, *Ancak başarılı bir uygulama için, proje özelinde ön testlerin mutlaka yapılması, malzeme özelliklerinin analiz edilmesi ve özgün malzeme ile uyumlu bir malzeme seçilmesi ya da üretilmesi gerektiği belirtilmiştir.

2016

Polytechnic Institute of Bragança, University of Minho (Luso ve Lourenço)

Farklı ticari enjeksiyon malzemelerinin özelliklerinin karşılaştırılması

*Farklı firmalara ait her enjeksiyon malzemesinin birbirlerinden çok farklı özellikler gösterdiği, * Ürünlerin AR-GE sırasında ön koşullarının hangi standartlara bağlı olarak sağlandığının ticari enjeksiyon malzemelerinin teknik kılavuzlarında belirtilmediği

yapıların restorasyonları sırasında kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri yapısal iyileştirme ve sağlamlaştırma amacıyla kullanılmıştır. Daha sonra yaygınlaşan kullanımı ile, Fatih Camii52 (2007-2012), Nuruosmaniye Camii53 (2010-2012) ve Üsküdar Atik Valide Külliyesi54 (2011-2013) gibi pek çok yapının restorasyonu sırasında da kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemeleri ile onarım yapıldığı bilinmektedir. Kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin bütün bu yaygın kullanımına rağmen, konu ile ilgili Türkiye’de bilinen ilk kapsamlı çalışma 2013 yılında TÜBİTAK’ın desteği ile Yıldız Teknik Üniversitesi’nde başlatılmıştır.55 Bu çalışma kapsa Ceylan ve Ocakcan, 2013, s. 43-63. Çılı, 2012, s. 99-102. 54 Eriş ve diğ., 2013, s. 99-114. 52 53

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

TÜBİTAK 114M256 numaralı araştırma projesi.

55

mında; tarihi yapıların onarımı sırasında kullanılan, özgün malzeme ile uyumlu kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin geliştirilmesi, araştırma ve deney yöntemlerinin belirlenmesi, böylece ulusal ve uluslararası nitelikte standartların oluşturulması ile tarihi yapı onarımlarının doğru ve bilimsel araştırmalara dayanan yöntemlerde gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir (Tablo 4).

Değerlendirme ve İrdeleme Tarihi yığma yapıların onarımında kullanılan enjeksiyon malzemesi hakkında yapılan çalışmalardan elde edilen bilgiler doğrultusunda; başarılı bir enjeksiyon için; malzeme deneylerinin yanında, yerinde uygulama sırasında da izlenecek adımlara dikkat edilmesi gerekmektedir. 165


Tablo 4. Türkiye’de enjeksiyon malzemesinin kullanımı ve yapılan araştırmalar Araştırmacılar-Kurumlar

Araştırma Konusu

Araştırma Sonucu - Malzeme ve Yöntem Gelişimine Etkisi

2001

Yıldız Teknik Üniversitesi (Aköz, Yüzer, Çakır, Kabay)

Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu kubbe ve tonozlarının onarımı

*Kireç esaslı ticari enjeksiyon malzemesinin mekanik testleri yapılmış, kubbe ve tonozları kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır. *Enjeksiyon uygulamasının performansı, uygulama öncesi ve sonrası yapılan ultrases ölçümleri ile kontrol edilmiştir.

20072010

Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü, (Sesigür ve Çılı)

Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi restorasyonu

*Kubbe çatlakları ve medrese duvarları kireç ve tuğla tozu içeren enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır.

20072010

Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Çılı, Çelik, Sesigür)

Süleymaniye Camii Restorasyonu

*Kubbe çatlakları kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır.

20072011

Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü

Fatih Pertevniyal Valide Sultan Camii Restorasyonu

*Yığma yapıda bulunan tüm çatlaklar kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır.

20072012

Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü (Ceylan, Cantay, Çılı, Güleç, Dikilitaş)

Fatih Camii Restorasyonu

*Çatlaklar ve duvar içlerindeki boşluklar kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesi ile onarılmıştır.

20102012

Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü (Alioğlu, Çılı, Güleç, Çobanoğlu)

Nuruosmaniye Camii Restorasyonu

*Bodrum kat ahşap hatıl/gergi boşluklarının onarımı sırasında kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesi kullanılmıştır.

20102012

Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü (Alioğlu ve Kocatürk)

Haseki Hürrem Sultan Külliyesi Restorasyonu

*Kâgir örgü çatlaklarının onarılması sırasında kireç esaslı enjeksiyon malzemesi kullanılmıştır.

20112013

Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü

Üsküdar Atik Valide Külliyesi Restorasyonu

*Kubbe ve duvar çatlaklarının onarımı sırasında kireç esaslı hazır enjeksiyon malzemesi kullanılmıştır.

20132017

Yıldız Teknik Üniversitesi, TÜBİTAK (Yüzer ve diğ)

Tarihi özgün malzeme ile uyumlu kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin geliştirilmesi

* Enjeksiyon malzemesi içerisinde her şartta hidrolik kireç kullanılması ve özgün malzeme özelliklerine bağlı kalınarak gerekirse tuğla tozu katkısı eklenebileceği, *Enjeksiyon malzemelerinin taze haldeki özelliklerinin ve su/ bağlayıcı oranları ile karıştırma süreçlerinin hazır malzeme kullanılsa dahi kontrol edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

• Laboratuvar incelemesi sırasında; malzemenin akışkanlık, hacim sabitliği, penetrasyon ve enjekte edilebilirlik özellikleri mutlaka incelenmeli; beklenen özellikleri sağlayıp sağlamadığı kontrol edilmelidir. Ayrıca enjeksiyon malzemesinin segregasyon, adezyon, viskozite, akma gerilmesi, su tutma gibi özellikleri ile rötre çatlaklarının oluşup oluşmadığı da incelenmeli, malzemenin dayanıklılık özellikleri de araştırılmalıdır. Restorasyon öncesi özgün malzeme özellikleri yapı özelinde belirlenmeli; enjeksiyon malzemesinin fiziksel, kimyasal, mekanik ve mineralojik özellikleri ile tane boyut dağılımları özgün malzeme özellikleriyle karşılaştırılmalı; buna bağlı olarak özgün malzeme ile uyumlu bir enjeksiyon malzemesi seçilmeli ya da tasarlanmalıdır. Şerbet seçimi yapıldıktan sonra ise özgün malzeme özelliklerini taşıyan modeller üretilmeli, mümkünse model duvar deneyleri ile malzemenin mekanik performansı da değerlendirilmelidir. • Uygulama aşamasında; enjeksiyon optimum 20°C olmak üzere 5°C ila 35°C ve %60 bağıl neme yakın bir değerde uygulanmalıdır. Kullanılan su miktarının ve karıştırma sü166

recinin malzemenin taze haldeki özelliklerine büyük etkisi vardır. Bu nedenle yerinde uygulama sırasında, malzeme deneyleri sonucu önerilen üretim süreci verilerine kesinlikle uyulmalıdır.56 Ayrıca, her enjeksiyon öncesi akışkanlık değeri ölçülmeli57 enjeksiyon yapılan yığma strüktürün su emme kapasitesine bağlı olarak strüktür gerekirse ıslatılmalıdır. Malzemenin daha iyi penetrasyon sağlayabilmesi için enjeksiyon yapılacak delikler 45° açı ile delinmeli ve enjeksiyon sabit basınçla aşağıdan yukarıya doğru enjeksiyona ara vermeden uygulanmalıdır. Deprem sonrası yapılan analizler göstermiştir ki yığma yapı duvarının sadece bir bölümüne enjeksiyon yapmak iyi sonuçlar vermemektedir. Bu nedenle enjeksiyon hasarlı duvarın tamamına uygulanmalıdır. • Enjeksiyon sonrasında ise; mutlaka ultrases gibi tahribatsız ya da flat-jack gibi az tahribatlı deneylerle uygulamanın etkinliği kontrol edilmelidir. Yüzer ve diğ., 2015, s. 879-889. Gökyiğit-Arpacı, 2016. Oktay ve Yüzer, 2016, s. 137.

56 57

CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Tarihi Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Yönteminin ve Malzemesinin Zaman İçerisinde Gelişimi

Sonuç ve Öneriler Tarihi yığma yapıların strüktürel onarımı sırasında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin yaygın kullanımına karşın konu ile ilgili araştırmalar yeterli düzeyde değildir. Kireç esaslı enjeksiyon şerbetleri hakkında yapılacak araştırmalar büyük önem taşımakta; bu çalışmalarla, gelişi güzel uygulamalar sonucu oluşabilecek yeni hasarların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında tarihi yığma yapıların onarımı sırasında kullanılan enjeksiyon yönteminin ve kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin süreç içinde gelişimi incelenmiş, yapılan araştırmalar ve sonuçları kronolojik olarak sıralanarak tablolaştırılmıştır. Tarihi yapılar göz önünde bulundurulduğunda, her yapı strüktürü ve malzemesi kendine özgü özellikler taşır. Bu nedenle tek bir malzemenin her yapıya uygulanabilmesi mümkün değildir. Kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ile ilgili daha önce yapılan çalışmalar göstermiştir ki, özgün malzeme özellikleri yapı özelinde belirlenmeli, malzeme seçimi özgün malzeme ile uyumluluğu göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Başarılı bir enjeksiyon için; malzeme deneylerinin yanında, yerinde uygulama sırasında izlenecek adımlara ve araştırmalar sonucu önerilecek karışım üretim süreci verilerine uyulmalı; enjeksiyon sonrası tahribatsız deneylerle malzemenin etkinliği kontrol edilmelidir. Mimarlar, mühendisler, restoratörler, kimyagerler gibi farkı disiplinlerden uzmanlar tarafından bugüne kadar yapılmış ve yapılacak çalışmalar ışığında; tarihi yığma yapıların strüktürel onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin özgün malzeme özelinde deney teknikleri ve uygulama yöntemleriyle ilgili standart ve yönetmelikler ivedilikle hazırlanmalı; bilimsel araştırmalara dayanan ulusal ve uluslararası nitelik ve nicelikte kriterler oluşturularak uygulama esasları önerilmelidir. Kaynaklar Adami, C.E., Vintzileou, E., Mouzakis, C., Badogiannis, E. and Kalagri, A. (2012) ’’The Effect of Hydraulic Lime Pozzolanic Grouts on the Mechanical Properties of Three-Leaf Stone Masonry in Compression’’, 8th International Conference on Structural Analysis of Historical Constructions, October 15-17 2012, p.751-759, Poland. Aköz, F., Yüzer, N., Çakır, Ö. Ve Kabay, N. (2001) ‘’Investigation of Material Properies of Dolmabahce Palace Reception (Muayede) Hall’s Dome and Vaults’’, 2nd International Congress on Studies in Ancient Structures, July 9-13 2001, V.2, p.659-668, Istanbul. Alioğlu, E.F., Aydemir, O. ve Sünnetçi, E. (2012) ’’Haseki Hürrem Sultan Külliyesi 2010-2012 Yılları Restorasyonu’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:4, s:17-29. ASTM C 1196-92 (Reapproved 1997) ‘’Standard Test Method for In Situ Compressive Stress Within Solid Unit Masonry Estimated Using Flatjack Measurements, USA. Baltazar, L., Henriques, F.M.A. and Jorne, F. (2012) ’’OptimisatiCİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1

on of Flow Behaviour and Stability of Superplasticized Fresh Hydraulic Lime Grouts Through Design of Experiments’’, Construction and Building Materials, V.35, p.838–845. Baltazar, L.G., Henriques, F.M.A., Jorne, F. and Cidade, M.T. (2014) “Combined Effect of Superplasticizer, Silica Fume and Temperature in the Performance of Natural Hydraulic Lime Grouts’’, Construction and Building Materials, V.50, p.584-597. Banfill, P.F.G. and Shimizu,L.E.H. (2016) ‘’Rheology for Natural Hydraulic Limes for Masonry Repair’’, 4th Historic Mortars Conference, 10-12 October 2016, Santorini, p.606-613. Binda, L., Baronio, G., Tiraboschi, C. and Tedeschi, C. (2003)’’Experimental Research for the Choice of Adequate Materials for the Reconstruction of the Cathedral of Noto’’, Construction and Building Materials, V.17, p.629-639. Binda, L., Modena, C., Baronio, G. and Abbaneo, S. (1997)’’Repair and Investigation Techniques for Stone Masonry Walls’’, Construction and Building Materials, V.11-3, p.133-142 Binda, L., Moderna, C., Baroni, G. and Gelmi, A. (1994) ’’Experimental Qualification of Injection Admixtures Use for Repair and Strengthening of Stone Masonry Walls’’, 10th International Brick & Block Masonry Conference, July 5-7 1994, Calgary, p.539-548. Bras, A. and Henriques, F.M.A. (2008) ’’The Influence of the Mixing Procedures on the Optimization of Fresh Grout Properties’’, Materials and Structures, V.42, p.1423-1432. Bras, A., Henriques, F.M.A. and Cidade,M.T.(2012)’’Rheological Behaviour of Hydraulic Lime-based Grouts. Shear-time and Temperature Dependence’’, Materials and Structures, V.17, p.223-242. Ceylan, O. ve Ocakcan, T.K. (2013) ’’Fatih Camii 2007-2012 Restorasyonu Uygulamaları’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:7, s:43-63. Çebi, M.Y. (2010) ’’Bir Restorasyon Öyküsü Pertevniyal Valide Sultan Camii’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:1, s:67-82. Çılı, F. (2012)’’Nuruosmaniye Camii Bodrum Kat Ahşap Hatıl/ Gergi Boşluklarının Onarımı’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:5, s:99-102. Çılı, F., Çelik, O.C., Sesigür, H. (2011)’’Süleymaniye Camii Taşıyıcı Sisteminin Onarımı ve Güçlendirme Çalışmaları’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:3, p:37-48. Ekşi-Akbulut, D., Aköz, F. (2014) ’’A System Approach for Examination and Determination in Historical Buildings’’, International Seminar on Structural Analysis of Historical Construction Possibilities of Numerical and Experimental Techniques, V:1, p: 95-103, Italy, November, 10-13 2004. Eriş, İ., Yüzereroğlu, U. ve Demir, N. (2013) ’’Atik Valide Külliyesi 2011-2013 Yılları Restorasyonu ve Uygulamaları’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:6, s:99-114. Gökyiğit-Arpacı, E.Y. (2016) ’’Tarihi Yığma Yapıların Onarımında Kullanılan Enjeksiyon Malzemesinin (Grout) Performans Değerlendirmesi ve 19. Yüzyıl Tuğla Yığma Yapılarda Örneklenmesi’’, Yüksek Lisans Tezi, Mimarlık Yapı Programı, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul. Güleç, A., (1992)’’Bazı Tarihi Anıt Harç ve Sıvalarının İncelenmesi’’, Doktora Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Hasol, D. (2009) Mimarlık Cep Sözlüğü, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, s.169. Jorne, F., Henriques, F.M.A. and Baltazar, L.G. (2014)’’Injection Capacity of Hydraulic Lime Grouts in Different Porous Media’’, Materials and Structures, V:48, p.2211–2233. 167


Kalagri, A., Miltiadou-Fezans, A. and Vintzileou, E. (2010) ’’Design and Evaluation of Hydraulic Lime Grouts for the Strengthening of Stone Masonry Historic Structures’’, Materials and Structures, V.43, p.1135-1146. Luso, E. and Lourenço, P.B., (2016). ’’Experimental Characterization of Commercial Lime Based Grouts for Stone Masonry Consolidation’’, Construction and Building Materials, V.102, p.216-225. Miltiadou-Fezans, A. and Tassios, T.P. (2012a) ’’Fluidity of Hydraulic Grouts for Masonry Strengthening’’, Materials and Structures, V.45, p.1817-1828. Miltiadou-Fezans, A. and Tassios, T.P. (2012b) ’’Stability of Hydraulic Grouts for Masonry Strengthening’’, Materials and Structures, V.46, p.1631–1652. Miltiadou-Fezans, A. and Tassios, T.P. (2013) ’’Penetrability of Hydraulic Grouts’’, Materials and Structures, V.46, p.1653–1671. Miltiadou-Fezans, A., Kalagri,A. and Delinikolas, N.,(2007) ’’Design of Hydraulic Grout and Application Methodology for Stone Masonry Structures Bearing Mosaics and Mural Paintings: The Case of the Katholikon of Dafni Monastery’’, International Symposium Studies on Historical Heritage, p.649-656, Antalya. Mora, L., Mora, P., Torraca,G. and Bonito, V.A. (1986) ’’A Coordinated Methodology for the Treatment and Study of the Peristyle Garden Wall of the House of Menander, Pompeii: An Interim Report’’, Case Studies in the Conservation of Stone and Wall Paintings, IIC Conference, September 21-26 1986, Bologna, p.39. Oktay, D. ve Yüzer, N. (2016)’’Rheological Properties of Lime -based Grouts Utilized for Masonry Consolidation’’, 12th International Congress on Advances in Civil Engineering, 21-25 September 2016, Bogazici University, Istanbul. Oliveira, D.V., Silva, R.A., Garbin, E. and Lourenço, P.B., (2012)’’Strengthening of Three-Leaf Stone Masonry Walls: An Experimental Research, Materials and Structures, V.45, p.1259-1276. Papayianni,I. and Pachta,V.(2014)’’Experimental Study on the Performance of Lime-Based Grouts Used in Consolidating Historic Masonries’’, Materials and Structures, V.48, p.2111– 2121. Papayianni, I., Stefanidou,M.and Pachta, V. (2010)’’Grouts for Injection of Historical Masonries: Influence of the Binding System and Other Additions on the Properties of the Matrix’’, 2nd Historic Mortars Conference HMC2010 and RILEM TC 203-RHM Final Workshop, 22-24 September 2010, Praque, p. 1123-1133. Peroni, S., Tersigni, C., Torraca, G., Cerea, M., Forti, M., Guidobaldi, F., Rossi-Doria, P., De Rege, A., Picchi, D., Pietrafitta, F.J. and Benedetti, G. (1981) ’’Lime-based Mortars for the Repair of Ancient Masonry and Possible Substitutes’’ Mortars, Cements and Grouts Used in the Conservation of Historic Buildings, November 3-6 1981, Rome, p.63-99. Sesigür, H. ve Çılı, F. (2014).’’Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisinde Yapılan Onarım ve Güçlendirme Çalışmaları’’, Vakıf Restorasyon Yıllığı, Sayı:9,s:72-79. Silva, B., Benetta, M.D., Porto, F. and Modena, C. (2014)’’Experimental Assessment of In-plane Behaviour of Three-leaf Stone Masonry Walls’’, Construction and Building Materials, V.53, p.149-161. Teutonico, J.M., McCaig, I., Burns, C., Ashurst, J. (1994) ’’The Smeaton Project: Factors Affecting the Properties of Lime168

Based Mortars’’, APT Bulletin, V.3-4, p.34-49. Toumbakari,E.E.,VanGemert,D.and Tassios, T.P. (2000)’’Methodology for the Design of Injection Grouts for Consolidation of Ancient Masonry’’, International RILEM Workshop on Historic Mortars: Characteristics and Tests, May 12-14 2000, Paisely, Scotland, p.395-405. Türk Dil Kurumu (2007) BSTS/Kimya Terimleri Sözlüğü (II). Türk Dil Kurumu (2010) BSTS/İnşaat Terimleri Sözlüğü. Uranjek, M., Zarnic, R., Bokan-Bosiljkov, V. and Bosiljkov, V. (2010) ‘’Problems Related to Grout Injection of Heritage Buildings Walls’’, 8th International Masonry Conference, July 4-7 2010, Dresden, p.124. Uranjek, M., Bosiljkov, V., Zarnic, R. and Bokan-Bosiljkov, V. (2011) ’’In Situ Tests and Seismic Assessment of A Stone-Masonry Building’’, Materials and Structures, V.45, p.861–879. Uranjek, M., Zarnic, R., Bokan-Bosilijkov, V. and Bosilijkov,V. (2012a) ’’Performance of NDT, MDT and DT Techniques in Assessing the Effectiveness of Grouting’’, 8th International Conference on Structural Analysis of Historical Constructions, October 15-17 2012, 3, p.2544-2551, Poland. Uranjek, M., Zarnic, R., Bokan-Bosilijkov, V. and Bosilijkov,V. (2012b) ’’Lime-based Grouts for Strengthening of Historical Masonry Buildings in Slovenia’’, RILEM Book Series, V.7, p.393-409. Valuzzi,M.R.(2005) ‘’Requirements for the Choice of Mortar and Grouts for Consolidation of Three-Leaf Stone Masonry Walls’’, RILEM Workshop on Repair Mortars for Historic Masonry, 26-28 January 2005, Delft, p.382-397. Van Rickstal, F., Leuven, K.U., Toumbakari, E.E., Ignoul, S. and Van Gemert, D. (2003) ‘’Development of Mineral Grouts for Consolidation Injection’’, Katholieke Universiteit Leuven Publications, Belgium. Vintzileou,E.and Miltiadou-Fezans,A.(2007)’’Mechanical Properties of Three-Leaf Stone Masonry Grouted with Ternary of Hydraulic Lime-Based Grouts’’, Science Direct, Engineering Structures,V.30,p.2265-2276. Vintzileou, E. (2011)’’Three-Leaf Masonry in Compression, Before and After Grouting: A Review of Literature’’, International Journal of Architectural Heritage: Conservation, Analysis, and Restoration, V.5:4-5, p.513-538. Wong, K.H. (2006) Assessment of the Grout Used for the Structural Stabilization of the Early Phrygian Citadel Gate at Gordion Turkey, Master of Science Thesis, University of Pennsylvania, Graduate Program in Historic Preservation, USA. Yüzer, N. ve diğ. (2014-Devam etmekte). ‘’Enjeksiyon Yöntemi (Grouting) ile Onarılmış Tarihi Tuğla Duvarların Yük Altında Davranışlarının İncelenmesi’’ TÜBİTAK 114M256 nolu devam eden Araştırma Projesi. Yüzer, N., Oktay, D., Ulukaya, S. and Gökyiğit-Arpacı, E.Y., (2015). ‘’Mechanical Behavior of Two-Wythe Brick Masonry Walls Injected with Hydraulic Lime Grout’’, REHAB 2nd International Conference on Preservation, Maintenance and Rehabilitation of Historical Buildings and Structures, p.2:879-889, 22-24 July 2015, Porto.

İnternet Kaynakları htt p : / / w w w. i co m o s . o rg .t r / D o sya l a r / I CO MOSTR_0623153001387886624.pdf [Erişim tarihi 28 Ocak 2016] CİLT VOL. 13 - SAYI NO. 1


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.