Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi

Page 1

1


KAYIP RIHTIM

AYLIK ÖYKÜ SEÇKISI

2. YIL ÖZEL SEÇKİ 2

KAYIP RIHTIM


3

KAYIP RIHTIM


GİRİŞ ş ğ

ğ

ş

ş

ğ

ş

ğ

ş

′ ş

ş

İş

ş

ğ

ğ

ş ğ

ğ ş ğ ğ

ş ş

ğ ş ğ

ş ğ

ş ş

ş

4 ş ğ

ğ

Ş

ğ İ İ ş İ ş ğ ğ İş

ş

ğ ğ ş

ğ ş

ğ ğ

ş


DİZİN Maket ………………………………………………………………………………... 6

Limbo ………………………………………………………………………………. 12

Kayıp Rıhtım’ın Çağrısı ………………………….…………………………………. 30

Kaptanın Sandığı ……………………………………………………………………. 41

Kaybolan ……………………………………………………………………..……… 47

İsyan ………………………………………………………………………………… 50

Papyonlar Havalıdır! ……………………………………………………….……….. 79

Kayıp Rıhtım’da Bir Yabancı ………………………………………………………. 92

Fedâiyan-ı Gaib Rıhtım …………………………………….……………………… 124

Rıhtım’da Bir Deli ……………………………………………………………...….. 131

Kötü Kokular Mutfağı …………………………………………………………….. 134

Altın Çağ …………………………………………………………………….......… 146

5


MAKET ALPER KAYA ALPĠ - ġĢĢt! diye fısıldadı karısı. Zor uyuttum zaten! Bi‘ de uyandırma Ģimdi… Adam dudağını büzdü, o ki koskoca Cernat‘tı; yedi denizi içmiĢ, yedi kıtaya ayak basmıĢ, adı duyulunca tir tir titrenen korsan… Tek zaafı minik oğluydu. Gene uzun bir yoldan dönmüĢtü… Ganimet toplamıĢ, düĢmanları kılıçtan geçirmiĢ, fahiĢelerle seviĢmiĢti… Ve Ģimdi oğlunun odasının kapısından içeri girmeye muktedir değildi… Sinirlendi, bıyığı titredi. 6

- Çekil kadın! diye gürledi oğlunun uyanmaması için kıstığı sesiyle Kadın kıkırdadı. Bu tezat durum Cernat‘a da komik gelmiĢti ama ciddi durmalıydı, eliyle kibarca karısını yana ittikten sonra kapı koluna usulca bastırıp kapıyı itti. Birazcık gıcırdayan kapı ardına kadar açıldı ve üç ay önce yola çıkarken bıraktığı gibi duran oda ayaklarının altına serildi. Yatağa yöneldi. Oğlu bir elini yastığın altına koymuĢ, diğerini de yatağın sağından aĢağı sarkıtmıĢ bir Ģekilde yatıyordu. Rahatsız bir durum olduğu aĢikardı. Elindeki hediye paketini komodinin üzerine bırakıp çocuğunun kolunu ve yorganını düzeltti. Tam arkasını dönüyordu ki, ―Baba…‖ diye bir ses duydu. Yüzüne sıcacık bir gülümseme oturdu, dönüp oğlunun baĢını okĢadı. Dur, diyemeden çocuk yatakta doğruldu ve parlayan gözlerle, yeni çıkmıĢ süt diĢlerini gösteren devasa gülümsemesiyle bakmaya baĢladı. - Ne zaman geldiiiiiiiiiiin! diye çığırttı. - Yeni.. dedi, gülmesine de engel olamayan Cernat.


Çocuk baĢını salladı ve babasına bakmaya baĢladı… Gözü komodinin üzerindeki poĢete kaydı. - O neee! diye sevinçle sordu - Sana bir hediye getirdim ama Ģimdi açma, uyumana devam et… Sabah bakarsın, tamam mı? diye sordu çocuğunun baĢını okĢarken. BaĢını sallamasına rağmen dudağını bükmüĢtü ve Cernat adı gibi emindi ki arkasını dönüp odadan çıktığı an o paket açılacaktı. Gülümsedi. - Hadi yat Ģimdi, uyu… diyerek çocuğun yanağına bir öpücük kondurdu ve arkasını dönüp odadan çıktı. Birkaç saniye sonra aniden kapıyı açtı ve oğlunu elinde poĢetle yakaladı. - Yaaa! diye bağırdı çocuk. Hile yaptın, beni kandırdın! Bir yandan da gülüyordu. Adam da gülmeye baĢladı. KoĢtu ve yatağın üstüne atladı… Kenara kaydı, dirseğinin üstünde doğrulup ―Hadi aç bakalım…‖ dedi. 7

Kapının ucuna gelen karısının yarı sinirli yarı güleç ifadesini görünce daha da gülümseyerek gelmesini iĢaret etti. ―Sırası mıydı Ģimdi…‖ diye homurdansa da gülerek gelen kadın yatağın ucuna seyirtti. Çocuk hevesle poĢeti yırttı; büyük, geniĢçe bir Ģeydi… Ġlk bakıĢta bir gemi maketi sanılabilirdi, ki çocuk da öyle düĢünmüĢtü ama elle yapıldığı belli olan saman kağıdından poĢet yırtılınca tüm görkemiyle bir rıhtım maketi ortaya çıkmıĢtı… Çocuğun gözleri büyüdü, aĢırı ayrıntılı bu makete bakakalmıĢtı… Sağlı sollu devasa gemiler bağlı olan rıhtımın bittiği yerde tam suya atlamak üzere olan bir adam figürü vardı. Arkasından koĢanlar da çok sevimli gözüküyordu… Rıhtımın baĢladığı , sokağa benzeyen, yerde bir savaĢ canlandırılmıĢtı. Arkalarındaki binalar alev içindeydi… Çocuk gülümseyerek maketi dikkatlice komodinin üzerine koydu. Kadının gülümsemesi biraz donuklaĢmıĢsa da gülerek adamı yataktan kaldırdı. Bir yandan ―Hadi artık, Orjy uyusun!‖ diyor, bir yandan da hafifçe kolunu çimdikliyordu. Adam da güldü, kalkıp kadına sarıldı ve dudağına bir öpücük kondurdu. Onlara bakıp gülen oğlunun saçlarını okĢadı ve yorganını düzelttikten sonra karısının elinden tutup odadan çıktı.


Odadan biraz uzaklaĢtıktan sonra kadın elini çekti. ―Niye böyle bir Ģey yaptın!‖ diye fısıldadı. Sesi sert, bakıĢları soğuktu. - Ne yapmıĢım? diye sordu anlamazlıktan gelerek - Ne yaptığını gayet iyi biliyorsun! Seninle yirmi yıl önce tanıĢtığımdan beri bunun için uğraĢıyordun, yapmıĢsın… - Ne diyorsun? diye numaradan bir ciddiyet takındı Cernat Kadın baĢını sallayarak öne geçti ve yarı koĢar adımlarla yatak odasına gitti. Kapıyı da sertçe kapadı. Bir yandan kapalı kapıya bir yandan telefonuna baktı Cernat… Karısının kalbini illa ki alırdı tekrardan. Elini telefona götürüp numaraları tuĢladı. Ġkinci çalıĢta açıldı. - Çocuk çok beğendi… dedi sadece. KarĢıdan bir kahkaha geldi. ―SöylemiĢtim!‖ dedi. 8

- Zor oldu senin için de, sağol Nymand! dedi gururla Cernat - ―Zor‖ mu, zor demek o çalıĢma için hakaret demektir Cernat! Kimleri karĢıma aldığımı tahmin bile edemezsin… Seni gidi aptal korsan seni! Büyücüyü kızdırmamak gerektiğini on yıl önce çok acı bir tecrübeyle öğrenmiĢti Cernat, mevzuyu uzatmadı. ―Tamam, tamam pardon…‖ diye homurdandı. ―Ġyi geceler…‖ diyerek telefonu kapamaya yeltendi. ―Burada sabah! Ama olsun, iyi geceler sana Cernat…‖ diye cevap gelince meraklandı, nerede olduğunu sordu. ―Olimpos Dağı‘ndayım Cernat… Kapatmam lazım Ģimdi, görüĢürüz…‖ diyerek telefonu kapadı Büyücü Nymand. Korsan, bir süre ĢaĢkınca baktıktan sonra telefonunu kapatıp bir köĢeye fırlattı. Yatak odasının kapısına gidip kapıyı çaldı. ―Git!‖ diye bir ses duyduktan sonra gülerek içeri girdi. ―Yapma ama…‖ diye homurdandı. ―Tamam, haklısın ama o insanlar hiç acı çekmedi!‖ diyerek inkar politikasını yüz seksen derece çevirdi. Kadının gözleri büyüdü, dudağı büküldü. BaĢını hafifçe eğip bakakaldı.


- Hem, o savaĢı ne ben çıkarttırdım ne yangınlarla isyanları ben baĢlattırdım… Zaten biz o rıhtıma vardığımızda bu haldeydi! Kadının bakıĢlarında birazcık yumuĢama olmuĢtu. ―Nasıl oldu peki?‖ diye sordu ilgiyle. - Ehm… Büyücü Nymand‘dan yardım aldım… Planım ona da çok uçuk gelmiĢti, çok zorlandı ama yaptı… Gemiyle uzağından geçtiğimiz bir rıhtıma dürbünle baktığımızda ortalığın çok karıĢık olduğunu gördük… Fırsat bu fırsat diyerek ĢablonlaĢtırdık… Sonrası birkaç sihirli sözcüğe kaldı… dedi tek nefeste ve karısından gelecek tepkiyi bekledi. Kadın bir süre durdu, ―Nymand mı? O baĢbelasını tekrardan…‖ diye söze girmiĢti ki, sözünü kesti Cernat. ―Yok yok, hayatıma sokmadım tabii ki… Sadece bu olay için… Ġnan ki!‖ dedi ikna edici bir bakıĢ takınmaya çalıĢıp. Kadın bir süre daha durduktan sonra omzunu silkti. Kocasını çok özlemiĢti, bu saçma küslüğü uzatmanın anlamsız olduğunu düĢünüp gülümseyerek yatakta doğruldu. ―Hadi, üzerindekileri çıkart da gel…‖ dedi eliyle yatağın boĢ kısmını hafif okĢayıp. Cernat gülümsedi, gardrobunu açıp aylardır giymediği pijamalarına iç çekerek baktı. Artık yaĢlandığını hissediyordu, uzun seyahatler çok zorlayıcıydı… ―Belki bırakmam lazım‖ diye içinden geçirdi. Sonra arkasını döndü ve güzel karısına baktı… (…) ġimdi isterseniz, onları baĢ baĢa bırakalım ve diğer odaya geçelim, bir hareketlenme var gibi… (…) Çocuk bir süre makete baktıktan sonra uykuya yenik düĢmüĢtü… Uyurken yüzüne yayılan gülümseme çok güzel ve geniĢçeydi. Uyurken istemsizce çalıĢan yüz kaslarının yanı sıra yatakta sağına ve soluna dönüyordu zaman zaman. Gece lambasının ıĢığında ürkütücü bir görünüm alan rıhtım maketi girinti çıkıntısının bolluğu nedeniyle bir hayli gölgeye sahipti. Sokakta savaĢan adamların gölgesi titremeye baĢlamıĢtı. Bunun sebebi ıĢığın dibine kadar girip çekilen küçük, tombul sinek değildi. IĢığın hizasındaki makete konup

9


yalanmaya baĢlayan sinek, çevresine anlam vermeye çalıĢarak bakınıyordu ki; nereden geldiğini anlamadığı kılıç darbesiyle kafasının bedeninden ayrılması suretiyle son nefesini verdi. Birbiriyle savaĢıyormuĢ gibi görünen grup, silkinip birbirine baktı. Görevleri belliydi, gerçekleĢtireceklerdi. Gülümseyerek vücutlarını geren minik adamların gülümsemeleri tahmin ettiğiniz gibi sevimli bir Ģekilde değildi. Yoo, bilakis, gayet ürkütücü, gayet nefret dolu gülümsemelerdi. Komodinden aĢağı doğru bıçaklarını batıra batıra dağcı gibi inen bir grup, çocuğun yatağının ayaklarına bıçaklarını batırıp çıkmaya baĢlamıĢtı bile. Diğer grup ise odanın dıĢına yönelmiĢti… Çocuk sağına ve soluna dönerken bir Ģeyler hissettiğinden olacak ki, gözünü hafifçe araladı ve karĢısında duran minik adamları gördü. ġaĢırma ve sempati duyma arasında gidip gelen halet-i ruhiyesi, gözüne yediği kılıç darbesiyle yerini acıya ve bolca kana bırakmıĢtı. Nefes almasına fırsat kalmadan ağzına ve burnuna doluĢan intihar timi tarafından bir hayli acı çektirildi… Ve evet, son nefesini çok geçmeden verdi…

10

Diğer grup bir süre odaları inceledikten sonra altından ıĢık huzmesi süzülen kapalı kapıya yönelmiĢti. Kapının altından sürünerek giren grup çok öfkeli gözüküyordu. Ayaklarındaki kalın botlara rağmen ses çıkarmadan ilerlemeleri, çok profesyonel bir görüntü çiziyordu. Yataktan gelen sesleri dinleyip beklediler, bir süre sonra sesler kesildi. Ufak bir gülüĢme faslından sonra adam yataktan kalktı… Zamanları kısıtlıydı, minik adamlar yatağa çabucak tırmanarak yatakta doğrulmuĢ, çıplak kadınla karĢılaĢtılar. Kadın onları görünce önce anlam verememiĢti. Sonra durumun farkına varıp ağzını muhtemelen yardım istemek için açtığındaysa her Ģey için çok geç kalmıĢtı. Bir anda üstüne çullanan minik korsanlar, kadının gözüne, kulaklarına ve burnuna doluĢuvermiĢti… Evdeki tüm hareketlilik bitmiĢti. Sadece musluktan gelen suyun sesi duyuluyordu. Bir süre sonra o ses kesildi ve ayak sesi, yorgun ve bitkin bir ayak sesi duyulur oldu… Yatak odasının gıcırdayan kapısıyla bu ses kesildi. Ve sanki tüm evren durdu, evde tek ses çıkmadı, nefes alıp veren Cernat bir müddet bu eylemi gerçekleĢtirmedi. GerçekleĢtiremedi.


Su bardağının yere düĢüĢü, haddinden fazla yankılandı. KoĢar adımlarla oğlunun odasına gittiyse de, kapının aralık oluĢu her Ģeyi anlatıyordu. Sinirden bıyıkları titremeye baĢlamıĢtı. Bu sinir, çok büyüktü. Yumruklarını sıktı. DiĢleri zangırdadı. ―Sen bittin Nymand!‖ diye bağırdı. Kurt büyücü, gene kazık atmıĢtı… - SON -

11


LİMBO BEYZA TAġDELEN BLACK HELEN Karanlıklar içerisinde, Ģehrin ıĢıkları, durgun denizin üzerinde vals halindeydiler. Ay dolgun suratına taktığı gri, yağmura gebe maskelerin ardına saklanmıĢtı o lanetli gecede. Balıkçı teknesi, rüzgarsız ve kokusuz denizin üzerinde Chiron‘un kayığı gibi sessizce kaymaktaydı. Teknede yalnız olmak huzur veriyordu Eris‘e. Eski sahiplerinin hareketsiz ve durgun gözlerinden gökyüzünü izlemek de… DüĢler Limanı‘na artık pek az bir yol kalmıĢtı. Ellerini teknenin en ön kısmındaki puntellerine dayamıĢ gittikçe yaklaĢan kıyı Ģeridini izliyor, amaçları doğrultusunda ortadan kaldırdığı etten ve kemikten engelleri düĢünüyordu. 12

Arkasından gelen bir tıkırtıyla anında o yöne döndü Eris. Sırtında asılı palasını ya da biçimli kalçalarının biraz altından geçen kemerde asılı duran tabancasını çekmek için ufacık bir hareket yakalaması dahi yeterliydi. Bunun yerine yerde kanların içerisinden baĢını kaldırmıĢ, hırıltılı nefesler almaya çalıĢan genç tayfayı süzdü bir süre. Uzun kuzguni saçları birden beliren uğursuz rüzgârla dalgalanıyordu. Sonra ağır ağır elini beline götürdü, gümüĢ kaplı tabancasını çekti. Horozu yavaĢça indirdiğinde tayfa, kanla yıkanmıĢ güvertede sürünerek ondan uzaklaĢmaya çalıĢıyordu. ―En fazla on sekiz yaĢında.‖ diye bir tahminde bulundu Eris tetiği çekmeden önce. Çıkan gümleme sesi, teknenin direklerine konmuĢ kargaların gürültülü ―gak‖ seslerine boğularak kaçıĢmalarına neden oldu. Arkasındaki tayfanın artık cansız, yarı yarıya parçalanmıĢ kafası tahtanın üzerine acımasız bir gümbürdemeyle çarparken, kadın yeniden ellerini önündeki tahtadan çubuğa dayayıp, dipsiz karanlık sudaki yansımasını izledi. Vücudunun karanlık silueti suyun üzerinde mecalsizce dalgalanmaktaydı. Uzun saçları da bu gölgenin iki yanında uçuĢarak ona Medusavari bir Ģekil kazandırıyordu.


Aslında Eris hiçbir zaman mitolojideki Medusa‘yla özleĢtirmemiĢti kendisini. O, adaĢı Eris gibiydi. Ġntikam ve kaosa yemin etmiĢ tanrıça gibi. Acımasız, soğuk ve ölümcül. Yüzüne özenli bir gülümseme yerleĢtirdi Eris. Rıhtıma varmasına az kalmıĢtı. Kıyıya arkasını dönüp, sakince cesetlerin arasından geçip kaptan kamarasına doğru yürüdü. Ġçerisi karanlık, kan ve yaĢanmıĢlık kokuyordu. KöĢede hala yanmakta olan küçük bir gaz lambası da odayı hayaletli bir dans pisti haline getiriyordu. Eris için sade döĢenmiĢ odada aradığını bulmak zor olmadı. Gaz yağının keskin kokusu da, yerini kolayca bulunabilir hale getiriyordu. Kadın varili sürükleyerek yeniden güverteye çıkarttığında artık neredeyse sahil Ģeridi boyunca acele ve korkuyla yürüyen insanları görebilir hale gelmiĢti. Az bir zamanı kalmıĢtı. Kısa bir süre içerisinde limana yanaĢması gerekiyordu. Varili cesetlerin yanına koydu, kapağı açtı ve geriye çekildi. Güçlü bir tekmeyle devirdiği varilden fıĢkıran gaz yağı cesetleri ve güverteyi yıkadı. Eris çıktığı yükseltinin üzerinden fazlalık yağın denize akmasını bekledi, sonra da yüksek topuklarının üzerinde ustalıkla ıslak zeminin üzerinde yürüyerek teknenin kıç tarafına gidip geçmiĢten gelen bir beceriyle yelkenleri mayna etti, motoru kapattı. Artık limana yanaĢmıĢ gemiden gelen tek ses omurgasına çarpan dalgaların iç gıdıklayıcı Ģapırtısıydı. Eris dudaklarında küçük bir gülümsemeyle geminin burnundaki halatları limandaki kazıklardan birine bağladı. Sonra da telaĢsızca kafasını kaldırıp kendisini bir izleyen olup olmadığını kontrol etti. Fakat bu tekinsiz kasabada kimse geceleri sokaklarda dolaĢmazdı. Hem dolaĢsalar bile kadına baktıklarında görecekleri tek Ģey bela olacaktı. Bu da buradaki kimsenin fazladan sahip olmak istediği bir Ģey değildi. Eris tekneden inmeden hemen önce cebinden çıkarttığı gümüĢ sigara tabakasının üzerinden yansıyan ay ıĢığını seyretti. Sonra da aynı uyuĢuk, ancak tehlike kokan hareketlerle kibrit kutusundan bir çöp çekip, ucunu kutunun kenarındaki tırtıklı alana sürttü. Bir anda parlayan alev kadının gölgeler içerisindeki yüzünün kıvrımlarını aydınlattı. Dudaklarına yerleĢtirdiği sigarayı yakmadı kadın. Bunun yerine, ardında, gecenin içerisinde dev bir ateĢ böceği gibi hüzünlü sesler çıkararak yanan gemiyi bırakarak, kasabanın sessiz sokaklarını adımladı.

13


Hüzünlü bir yerdi Kayıp Rıhtım Kasabası. Eski zamanlarda Kayıp Evren‘in en yüce krallıklarından birinin baĢkenti ve o dönemin en zengin Ģehirlerinden biriydi. Sonrasında ―O‖ gelip Ġmparator Magicalis‘i devirip, gücü eline geçirince iĢler yolundan çıkmaya baĢlamıĢtı. Bu olaydan sonra iyice fakirleĢen halk yeni diktatörlerinin boyunduruğuna fazla dayanamayıp bir isyan baĢlatmıĢlardı. Ne yazık ki kan damlatan bir tarihiten baĢka bir Ģeye sahip olamadılar. Zamanla kent hırsızların, katillerin, dolandırıcıların ve eĢkıyaların durak noktası oldu. Zaten sefillik içerisinde yaĢayan halk sokağa bile çıkamaz hale geldi. Belki de geçmiĢte fakir fakat neĢeli bir liman kenti olan bu kasaba, zamanın tozlarıyla kaplandı. ġimdiyse ay ıĢığından yoksun sokaklarda rahat adımlarla yürüyen Eris, kentin temellerine sinmiĢ o çürümüĢlük ve toz kokusunu gayet iyi alabiliyordu. Lakin her an devrilecekmiĢ gibi görünen, fakat bir zamanların en usta mimarlarının eserleri olan eğreti binaların gölgelerinde kim bilir onu gözleyen kaç ölü göz olduğunu tahmin edebilmek bile en ufak bir korku tesiri yaratmıyordu kadının üzerinde. 14

Bunun yanı sıra ardından gelen içki çeĢnili konuĢmalar ona takip edildiğini de fark ettirmiĢti. Arkasına takılmıĢ sarhoĢları ciddiye alana kadar epeyce bir yol kat eden Eris, artık aradığı o hana da çok yakın olduğunu hissediyordu. Fakat arkasındaki serseriler de canını epey sıkmaya baĢlamıĢtı. Giderek aradaki mesafeyi kapatıp, körü körüne sonlarına yaklaĢıyorlardı. Kadının sabrını taĢıran son damla ise, serserinin birinin poposuna dokundurduğu eliydi. Pis kahkahalar eĢliğinde ― Vaktin var mı güzelim?‖ diye fısıldadı. O anda Eris hızlıca arkasına dönüp adamın kolunu yakaladı, seri bir hareketle terse çevirdiği koldan gelen gürültülü çıtırtının, parçalanan kemiklerle ilgili olduğu Ģüphesizdi. Alkolik serseri acı dolu bir çığlık atınca, arkadaĢları da ne olduğunu anlayamamanın verdiği korkuyla geriye sendelediler. Kadın hızlıca, artık bir iĢe yaramayan kolunu tuttuğu serserinin dizlerinin arkasına tekme atıp onu diz çökmeye zorladı. Bir süre sonra adamın haykırıĢının ardında anlamsız inlemeler kalmıĢtı. Kendisini bırakması için kadına yalvarıyordu. Eris yavaĢça adamın kulağına eğildi. ―Benim törelerime göre elini kesmem gerekiyor, ama bu çok… gereksiz. ĠĢte bu yüzden…‖ Bir anda elinde beliren bıçağı seri bir hareketle ada-


mın boğazından geçiriverdi. Adam ölüyor olduğunu bile kanıksayamadan gözleri açık, öylece, yığıldı yere. Damarlarında fıĢkıran kan yerde küçük birikintiler halinde toplanıyordu. Eris sakince bıçağı kemerine geri yerleĢtirdi. Üzerine tek bir damla kan bile sıçramamıĢtı. Ardına bakmadan uzaklaĢırken aklında tek bir hedef vardı: Yolgeçen Hanı. Han, bu eğreti kasabaya göre oldukça bakımlı ve canlı bir yerdi. Tam merkezinde bulunduğu kentin damarlarına tıpkı bir kalp gibi dolandırıcılık ve suç akıtıyordu. Canlı ve ıĢıltılı görümüne rağmen bir bataklıktı ve girenleri suç dünyasının en etkileyici yüzüyle karĢılıyordu. Eris Han‘a girdiğinde üzerine çevrilen açgözlü bakıĢlardan etkilenmedi. Fare suratlı adamın teki piyano benzeri döküntü bir aletin baĢına geçmiĢ canlı bir dans müziği çalmaya çalıĢıyordu. Fakat bu ortamda bulunan insan tiplemelerine o kadar ters bir durumdu ki, bir gardiyana prenses kostümü giydirmenin bile daha doğal olacağı ortadaydı. Kadın gözleriyle yavaĢça masaları taradı. Kaslı adamlar, cüppeli adamlar, sinsi adamlar, kimliksiz adamlar ve yaĢlı bir adam görüyordu. En sağlam adımlarıyla yaĢlı adamın oturduğu masaya yürüdü. Masanın baĢına geldiğinde kendisine bakmadan önündeki birasını yudumlayıp, bir parĢömen parçasını okuyan adama kısaca bir göz attı. Adam parĢömenden baĢını kaldırmadan, sakince konuĢtu. ―Seni daha erken bekliyordum. Bu kadar gecikmen beni ĢaĢırttı.‖ Kadın kemerinden çıkarttığı kanlı bıçağı masaya koydu ve sandalyeyi çekip otururken gözlerini devirerek ―Serseriler.‖ dedi. Adam sonunda gözlerini parĢömenden kaldırıp siyah bakıĢlarını kadınınkilere dikti. ―Eminim öldüklerini bile fark etmemiĢlerdir.‖ Eris soğuk bir biçimde gülümsedi. Ġfadesiz yüzüne gelen bu farklılık onu daha sinsi kılmıĢtı. ―Fark etmediklerinden eminim.‖ Adam sessizce güldükte sonra devam etti. ―Buraya neden geldiğini tahmin edememek için bir ifritin zekasına sahip olmam gerekirdi. Ġntikamını almak için hazır olduğunu düĢünüyor musun gerçekten…?‖ Sonra da rahatsız bir biçimde ekledi. ―… Hanımım.‖

15


Kadın rahatsız bir biçimde kıpırdandı. Cevap verdiğinde gözlerinde çok değiĢik bir ifade, bir hüzün vardı. ―Birileri bana bu Ģekilde hitap etmeyeli uzun zaman oluyor. ‖ Adam yavaĢça baĢını salladı. ―Eminim öyledir. Sen de bunun için burada değil misin zaten? Kız kardeĢlerinin ruhlarını kurtarmaya gelmedin mi? Ve kendi ruhunun yarısını da kurtarmaya?‖ Kadın yavaĢça baĢını salladı. ―Hayır, bunun için gelmedim. Eğer kız kardeĢlerim yeterince güçlü olsalardı kendi ruhlarını kurtarabilirlerdi. Onlara bir öç borçlu değilim ben. Ben sadece kendi ruhumun kalanıyla ilgilenirim…Büyücü.‖ Adam gülümsedi.‖ Birileri bana bu Ģekilde hitap etmeyeli uzun zaman oluyor.‖ Kadın sustu ve daha sonra tekrar konuĢtu. ―Onu nerede bulabilirim. Artık bu iĢi bitirmek istiyorum.‖

16

Büyücü ellerini iki yana açtı. ―Bu konuda pek bir bilgim yok.‖ Yanından geçen garsona bardağını yenilemesi için bir iĢaret yaptıktan sonra devam etti. ― Bilirsin o pek bulunabilen biri değildir. Genellikle o seni bulur. Ama bu aralar yer altıyla bağlantıları olduğunu duydum. Belki de eski dostlarımızı ziyaret etmelisindir. Nasıl olsa taĢların yerini bir tek onlar biliyorlardı. Sana söyleyebileceğim tek doğru Ģey, her Ģeyin göründüğü gibi olmadığı. ‖ ―Eğer bir bildiğin varsa Ģimdi konuĢ büyücü.‖ Adam baĢını iki yöne salladıktan sonra sonra sustu ve bir daha konuĢmadı. Gözleri yeniden parĢömeninin üzerinde geziniyordu. Eris baĢıyla hafif bir iĢaret yapıp masadan kalktı. Büyücünün önüne koyduğu, artık üzerine bulaĢan kanların kuruyup koyu bir renk aldığı, gümüĢ bıçağı eline aldı. GümüĢ kıvrımlar üzerinde gezdirdiği parmakları bir an kasıldı. Bir an sonra kalbinin üzerinde arsızca titreyen bıçağa bakan büyücü, mizahi parıltılar saçan gözlerini kadına dikmiĢti. Eris arkasını döndü ve ağır adımlarla handan çıktı. Mekanın diğer müĢterileri bu sahneyle ilgilenmemiĢlerdi bile. Birkaç saniyelik boĢ bakıĢlardan sonra herkes iĢine geri döndü. UyuĢturucu ticareti yeniden baĢladı, kadın tacirleri yeni pazarlıklara giriĢtiler ve dolandırıcılar baĢka anlaĢmalar hazır-


lamayı sürdürdüler. Ceset sanki hiç orada bulunmamıĢ gibi hızla ortadan kaldırıldı. DıĢarıda dingin gecenin içerisinde Eris sessiz ve ölçülü adımlarla kasabanın gerisindeki eski madenlere doğru ilerliyordu. Eski madenler ve civarı her ölümlü için lanetli yerlerdi. Çünkü bu madenler lanetlenmiĢ ölümsüzlerin mekânlarıydı. Aklı baĢında hiçbir insan bu madenlere yaklaĢmazdı. Fakat ―O‖ gelip bilinen dünyanın, daha doğrusu Kayıp Dünya‘nın çoğunu ele geçirip, hırsıyla toprakları zehirlemeden ve kötülüğün gölgelerini insanların üzerine düĢürmeden önce, Kayıp Rıhtım Kasabası‘nda bulunan bu madenlerden değeri paha biçilemeyecek dört taĢ çıkartılmıĢtı. Daha fazlasını bulabilmek için getirtilen ve yıllarca çabalayan onlarca iĢçi ise elleri hep boĢ geri dönmüĢlerdi. Bu dört taĢ eĢsizdi. Kuzey Denizi‘nin ötesinden gelen büyücüler, her türlü büyüyle etkileĢime geçip etkisini arttırabilen, muska olarak oyulabilen ve sihre yatkınlığıyla bilinen bu mücevherler için akıl almaz fiyatlar önermiĢlerdi. Tabi bu taĢların nasıl kullanılması gerektiğinin sırrı sadece en güçlü büyücülerin yani, dört elementin hanımları olarak bilinen ve anaerkil bir topluluk olan Shined‘lerin elinde bulunurdu. Bu yüzden taĢlar uzun süreler onlarda kaldı, halkın iyiliği, büyük hükümdar Magicalis‘in istekleri ve geliĢim adına kullanıldı. Fakat Shinedler bile aralarında hainler dolaĢacağını önceden tahmin edemezlerdi. TaĢların çalındığı gece, mutlak ki büyük Rıhtım Ġmparatorluğu için en lanetli geceydi. Ve Ģimdi Eris, son ve yarım Shined, eskiden ihtiĢamın ve sihrin yapıtaĢının çıkarıldığı, fakat Ģimdi ise yıkıntıdan baĢka bir Ģey olmayan, sadece lanetlilerin yaĢayabildiği madenlere girerken, gök arsızca inliyor ve suyla seyrelmiĢ kanını yeryüzüne akıtmak için hazırlanıyordu. Eris o gri geceyi hatırlıyordu kalbinde sonsuz bir nefretle. Ruhunun yarısını çalan ve ona sadece karanlığı bırakan adamı hatırlıyordu. Yağmur damlalarının yüzünde dans ediĢlerini, kız kardeĢlerinin kanlarıyla ıslanmıĢ mermer zeminin kayganlığını, beyaz elbisesinin kızıla kesiliĢini ve o korkunç taĢları hatırlıyordu. O hasta ruhu hatırlıyordu. Ġntikama yemin ettiği yağmurlu geceyi hatırlıyordu. Ve bütün anılar bir anda geldiği gibi gitti. Eris‘i geçmiĢin hüznüyle bırakıp yokluğa karıĢtılar. Bir süre hareket etmeden durdu siyahlara bürünmüĢ ka-

17


dın, sakince gecenin ölü nefesini içine çekti. Sonra da ağır ağır elini belindeki kemerin üzerinde sıralanmıĢ torbalardan birine attı. GümüĢ zincirlerin ruhsuz parıltısı açığa çıktığında, çevik bir hareketle onları boynuna ve bileklerine doladı. Elini yeniden kemere atıp tahtanın huzur verici pürüzsüzlüğünü hissetti. Sonra da emin adımlarla madenlere doğru yürümeye baĢladı. Madenlerin giriĢi tozlu bir terk edilmiĢlik kokusu yayıyordu. Her adım attığında ayağının altında rayların ölü çıtırtılarını da duymasa, buranın bir mezarlığın sessizliğine büründüğünü söyleyebilirdi. Tıpkı mezarlıklardaki doğaüstü, ilah sessizlik gibi burası da normalin dıĢında fazlaca ıssızdı. Sanki en ufak bir çıtırtıda kopmaya hazır bir tel titreĢiyordu. Eris giderek karanlıklaĢan madenin içine doğru ilerlerken ıĢığa olan ihtiyacı giderek azalıyordu. Karanlığı hissedebiliyor, bir nefes gibi içine çekebiliyor ve içerisinde yolunu bulabiliyordu. Çünkü ruhundan geriye kalmıĢ kırık parçalar karanlığın kendisiydi. Giderek havasızlaĢan madende ilerlerken, sırtındaki gözleri hissedebilmek onu rahatsız etmek yerine, tatlı tatlı gülümsetiyordu.

18

Bu lanetlilerin kendisinden korktuklarını biliyordu. Bu tatmin edici bir histi. Bu hissin keyfi ise meĢalelerin ıĢığını görene kadar sürdü. Eris, meĢalelerin aydınlığında bekleĢen karaltıları gördüğünde durdu. Belli ki bu karartılar da onu fark etmiĢlerdi. Yüzü aydınlığa çıkacak Ģekilde bir adım attı bu gölgelerden biri. Kızıl gözleri meĢalenin ıĢığında aldığı canların hayaletlerini yansıtıyordu. Aslında bu pek yakıĢıklı bir yüz değildi, bir lanetlinin yüzüydü. Fakat onlarca kurbanını kendi ayaklarıyla ölüme götüren Ģey de zaten yakıĢıklı oluĢu değil, lanetinin ölümcül cazibesiydi. Eris kendisini ciddi bir dikkatle süzen vampire doğru ufak bir adım attı. Ama bu doğru hareket değildi. Gölgelerin arasından fırlayan bir düzine vampir, hırlyarak kadının etrafını çevirdiler. Hepsinin dudakları gerilmiĢ, uçları ıĢıkta parlayan diĢları ortaya çıkmıĢ ve elleri birer pençe gibi kıvrılmıĢtı. Eris hala sakince gülüyordu. Hareketinde yaptığı tek değiĢiklik kemerindeki kazıklara dokunan parmaklarıydı. Geride kalmıĢ olan vampir yavaĢ adımlarla yürüyerek, kadının etrafını sarmıĢ diğer vampirlerin arasından geçti. Kadına olabildiğince yakında durdu ve zehir gibi yakıcı bir sesle konuĢtu.


―Tekrar hoĢ geldin Shined Hanımı Eris. Seni görmeyeli uzun zaman olduğunu, sendeki bu değiĢimi hissedince fark ettim.‖ Eris cilveden uzak bir gülüĢle cevapladı. ―HoĢ buldum Filius. Vampirlerin veliahdı, yüce oğul. Benim kendi isteğime bağlı olmaksızın gerçekleĢen değiĢimim göreceli bir kavramdır.‖ Filius bu cevaptan hoĢlanmıĢ gibi gözüküyordu. Elini yavaĢça kadının boynuna uzattı ancak gümüĢ zincirin parıltısı irkilerek elini çekmesine neden oldu. Artık sinirli görünüyordu. Kızıl gözleri koyulaĢmıĢ, bordoya bürünmüĢtü. ―Demek artık dostluğumuza da güvenin kalmadı. Buraya bu zincirlerle gelmenin ne demek olduğunu bilmek hoĢuma gidecektir.‖ Bu tepkiye rağmen Eris istifini bozmuyordu. ―Bir vampire güvenmenin en büyük ve son hatam olacağını söylemiĢti kız kardeĢlerimden biri. Haklı çıkmıĢ olması ne ironik. Çünkü sizin sadakatsizliğiniz yüzünden artık nefes almıyor, benim değiĢimim de size bağlıdır. Bir haine yataklık ettiğiniz. Beni Patre‘ye götür. Bu suçlamalarımın muhatabı sen değilsin.‖ Filius Eris‘e sırtını döndü. Sesi artık hem üzgün hem de soğuktu. ―Beni takip et. Belindekileri kullanmana gerek kalmayacağı konusunda seni temin edebilirim. Ama onları, barıĢının ve güveninin bir ifadesi olarak burada da bırakabilirsin. Senin seçimin.‖ Eris‘in sesi daha da soğuktu. ― Benim kimseye güvenim yok.‖ Filius cevap vermedi, bunun yerine meĢalelerin biraz gerisinde duran, dev ahĢap kapıya üç kez vurdu. Ağır ağır açılan kapının ardındaki manzara göz kamaĢtırıcıydı. Altından avizelerin aydınlattığı altından bir salon uzanıyordu önlerinde. Eris daha önce de bu manzarayla karĢılaĢtığı için fazla ĢaĢırmadı, ancak odada Kral Süleyman‘ın bile görünce hayrete düĢeceği kadar çok altından eĢya vardı. Masalar, yemek takımları, Ģamdanlar, resim çerçeveleri… Ve en görkemlileri de salonun ortasında bir sütün görevi gören bronzdan heykelle, onun yanında duran zümrüt kakmalı tahttı.

19


Taht ıĢığın altında parıltılar saçmasına rağmen üzerinde Kayıp Evrenin en karanlık simalarından birini taĢıyordu. Patre gözlerini görmeyen her insanın kırklı yaĢlarda bir mafya babası sanabileceği bir simaydı. Tek fark elinde tuttuğu kadehte viski değil, kan olmasıydı. Heykel ise bu odada altından olmayan tek Ģeydi ve bir zamanların ünlü imparatoru Magicalis‘i betimliyordu. Eski zamanlarda kent limanın tam ortasında durur ve dingin gülümsemesiyle yeni yanaĢan gemileri selamlardı. Patre Magicalis‘e büyük bir bağlılık duyardı çünkü onun zamanında da yer altında yaĢamaya mahkûm olsalar da vampirlerin iĢlerini illegal yollardan halletmelerine gerek kalmazdı. Toplumda da bir yerleri vardı. Bu yüzdendir ki Magicalis tahttan indirildiğinde bile onun sıkı bir fanatiği olan vampir reisi, bu heykele de sahip çıkmıĢtı. Onu kendi tahtının yanına yerleĢtirerek düĢmüĢ bir kahramanı ĢereflendirmiĢti. Patre Eris‘i gördüğünde yavaĢça tahtında doğruldu. Gözleri kızıl bir merakla ve sahtekârlıkla parlıyordu. Filius‘un birkaç yıl yaĢlanmıĢ hali gibiydi. Fakat onda Patre olmanın getirdiği cazibenin ağırlığı da mevcuttu. KonuĢtuğunda bariton sesi, arka plandaki konuĢmaların sesini bastırıyordu. 20

―HoĢgeldin Shined Hanımı Eris. Seni görmeyeli uzun yıllar oluyor.‖ Eris konuĢmadan önce vampiri hoĢnutsuzca süzdü. ―Pek hoĢ bulmadım Patre. Hainliğinin sonuçlarını duydun mu acaba?‖ Bir anda ortam buz gibi oldu. Daha önce buraya gelip, Patre‘ye böyle hakaret edip sağ çıkabilen biri olmamıĢtı. Çevredeki bütün vampirler en ufak bir saldırı emri için kaslarını germiĢ bekliyorlardı. Fakat Patre bu Ģok havasından pek nasibini almamıĢ görünüyordu. ―Ne demek istediğini açıkla Shined, yoksa ölürsün.‖ Onu asıl Ģok eden Ģey ise bu sözleri sarf ettikten sonra Eris‘i bıyık altından gülmesiydi. ―Sana saygı duyarım Patre ama ruhumun ve benliğimin bir kısmını kaybetmiĢ olmam büyü gücümü de kaybettiğim anlamına gelmez. Ruhumdan bana kalan karanlık taraf, kara büyülerin her an, kusursuzca elimin altında olmasını sağlıyor.‖


Kadın bu sözlerinin ardından ellerini havaya kaldırdı ve bir süre dua ediyormuĢ gibi kaldı. Birkaç genç vampir bu sonu olmayan gösteri karĢısında gülmeye hazırlanıyorlardı ki, havada yoğunlaĢarak ıĢıklar saçan ve birden bire beliren kızıl, güneĢ benzeri küre karĢısında korkuyla geniĢ sütunların ardına saklandılar. Bu güneĢin küçük bir kopyasıydı, sadece daha Ģeytani bir güçteydi. Eris yerde kıvranarak ıĢıktan kaçmaya çalıĢan vampirlere Ģöyle bir göz atıp bu deneyini durdurdu. GüneĢ geldiği gibi yok oldu, yerde yatan birkaç kül yığını dıĢında burada olağanüstü bir Ģeyler olduğunun anlaĢılması imkânsıza yakındı. Bunun en büyük nedeni de Eris ve Patre‘nin eskisi gibi sapasağlam ayakta kalan kibirli bakıĢlarıydı. Eris bu küçük gösterinin ardından sözlerine devam etti. ―Bunun dıĢında, hainliğine geri dönelim. ―O‖nun taĢların bizde olduğunu öğrenmesi konusunda kimi suçlayacağım aĢikâr. O dört taĢ sizin gözetiminizde topraktan çıkartıldı. Bu madenlerin sahipleri ezelden beri sizsiniz. Nereye satıldığını sadece siz biliyorsunuz. Yerimizin ―O‖ na sızdırılması konusunda kimi suçlamalıyım?‖ Patre bu sefer gerçekten sinirlenmiĢ görünüyordu. Eris yerinden doğrulduğunu bile göremeden karĢısında bulmuĢtu yaĢlı vampiri. ―Bana bak küçük sürtük, o taĢların yerinin bizden baĢka kimse tarafından bilinmediği doğru, fakat bu bizim onurumuzu da sattığımız anlamına gelmez. Bizi suçlamadan önce sadakatsiz kız kardeĢlerini bir gözden geçir. Sana bir Ģey kanıtlamak zorunda değilim. Sen daha büyünün kelimelerini dilinin üzerinde bile gezdiremeden kafanı koparıp, bir ibret nesnesi olarak sergileyebilirim. Fakat Ģanımı ve onurumu lekelemene göz yummayacağım.‖ AteĢ saçan gözlerini kadınınkilerden ayırdıktan sonra arkasını dönüp, müritlerine seslendi. ―Sevgili klanım, soydaĢlarım, ortaklarım, ben bu kadının iddia ettiği gibi bir sahtekarlık yaptım mı, taĢların yerini kimseye söyledim mi? Ve de en önemlisi ―O‖ dediği ucubenin madenlerimize yaklaĢmasına izin verdim mi?‖ Salondaki vampirler bir ağızdan liderlerine cevap verdiler. ―Hayır!‖ Aslında belli etmese de Eris etkilenmiĢti. Fakat bir yandan da kafası karıĢmıĢtı. Bir klandaki her vampirin liderlerine kutsal bir yeminle bağlı olduğu bilinen bir gerçekti. Bu yüzden bu vampirler liderlerine asla yalan söyle-

21


yemezlerdi. Patre de bu Ģekilde kendini aklamıĢtı. Onlar değilse o zaman kimdi taĢların yerini ifĢa eden? Bu kiĢinin kendi kız kardeĢlerinden biri olabileceğini düĢünmek bile istemiyordu Eris. Patre‘nin kendisine dikilmiĢ soğuk gözlerine baktı. KonuĢtuğunda sesi pürüzsüzdü. ―Beni anlamalısın Patre. Bu sızdırılan bilgi yüzünden neredeyse koca bir evren yok oluyordu. Bu hainliğin kaç kiĢinin ruhuna mal olduğunu tahmin edebilir misin?‖ Patre ifadesizce cevapladı. ―Bunları tahmin edemem ancak senin beni o alçağa yardım etmekle suçladığını rahatça söyleyebilirim. Yine de senin buradan öldürülmeden çıkmanı ve o alçağı bulmanı istiyorum. Bu yüzden bu hakaretlerine karĢın sana onun yerini söyleyeceğim, çünkü onu ancak sen yok edebilirsin.‖

22

Delici bakıĢları Eris‘e dikiliydi. Eris de hiçbir Ģey söylemedi. Yalnızca teĢekkür manasında ufak bir baĢ iĢareti yaptı. YaĢlı vampir sakinleĢmiĢ olarak devam etti. ―Kuleleri bilirsin. ġehrin en tepesinde sivri parmaklar gibi dikili dururlar. Bu imparatorluğun doğduğu ve yok olduğu Gizem Kulesi‘ne git. O iğrenç yaratık hala orada, sahte zaferinin kalıntılarının üzerinde oturuyor. Onu bul ve yok et. Yoksa yemin ederim kızım, seni bulur, en ince damarlarına kadar her yerine kesikler açar, tüm kanın boĢalana kadar seni izlerim.‖ Eris sessizce teĢekkür etti. Patre aheste aheste tahtına döndü ve yaptığı tek el iĢaretiyle altın kapılar açıldı. Son Shined Hanımı salonu terk ederken tüm vampirler suskunca bu sahneyi izlediler. Sonra da bir mafya ailesi gibi planlarına geri döndüler. Madenlerin içinden çıkmak bir kaç dakikasını aldı Eris‘in. DıĢarı çıktığındaysa yağmur bir dulun hüznüyle dövüyordu toprağı. Kömürsü gecede, arkadaki yarı yıkık kule gayet iyi seçiliyordu. Gizem Kulesi gecenin içerisinde bulutların dolgun vücutlarını keĢfetmek istercesine yükseliyordu. Eris eski bir çoban patikasından yukarı, kuleye doğru tırmanmaya baĢladı. Belli bir yükseklikten sonra kentin tüm haritası önünde açıldı. DüĢler Limanı‘nın ıssızlığı, Yolgeçen Hanı‘nın solgun, davetkâr ıĢıkları, eski, yarı yıkık Liman Kütüphanesi… Hepsi geçmiĢin hayaletlerinden nasibini almıĢ, artık büyümüĢ bir çocuğun kenara fırlatılmıĢ oyuncakları gibi hüzünlü görünüyordu.


Bu manzaradan sonra daha da yükseğe tırmandı Eris. Bunları görmek bile onda delici bir öfke uyandırıyordu. Sessizce önünde yükselen kulenin siyah tuğlalarının önünde durduğunda, karĢısında onu bekleyenlere karĢı hazır olup olmadığını merak etti bir an. Yine de bunu yapacaktı. ĠĢte bu yüzden kuleye yaklaĢıp, yılların ve kurtların kemirdiği tahta kapıyı araladı. TaĢ basamaklar geniĢ fakat yıpranmıĢlardı. Soluk ve terk edilmiĢlerdi. Eris‘in adımlarının altında ufak takırtılarla isyan ediyordu bu taĢtan basamaklar. En sonunda penceresiz duvarlarla çerili, döner merdiven son buldu. Kulenin en tepesi bir ejderhanın ağzı gibi sivri bir karanlıkla örtülü, dört bir yanı pencerelerle kaplı, Eris‘in daha önce hiç görmediği stilde döĢenmiĢ bir odaya açılıyordu. Pencerelerden arta kalan ‗duvarcık‘ olarak adlandırabileceğimiz sınırlı sayıdaki bölge de garip çizimlerle doldurulmuĢtu. Eris‘in en çok dikkatini çekenlerden biri ise, yumurta kabuklarının ortasından doğan güneĢi tasvir eden tablolardan biriydi. Bunu gibi birçok resmin altında da ―Dali‖ yazmaktaydı. 23

Salonun belirli köĢelerinde duvara dayalı ‗L‘ Ģeklinde koltuklar, diğer köĢelerinde ise ağır, kenarları itinayla ahĢaptan oyulmuĢ, kadife kumaĢtan koltuklar yer alıyordu. Tabloların önünde eski bir sehpanın üzerinde ise ucuna boru gibi, uzun ve ağzı geniĢ bir Ģey takılmıĢ, alt kısmı ise dikdörtgen, metalden bir kutucuktan oluĢan garip alet bir vardı. Üzerinde dönen oval diskin de etkisiyle olsa gerek, odaya dingin bir kadın sesi yayılıyordu. Arkasından gelen ses Eris‘in irkilmesine ve ıĢık hızında çektiği tabancasını doğrultarak o yöne dönmesine neden oldu. ― Ave Maria. Callas sever misin?‖ Karanlığın arasından çıkan düĢmanını çabuk tanıdı kadın. Adam yavaĢça kadına yaklaĢtı. Yüzü tıpkı bir türlü hatırlanamayan o yüzlere benziyordu. Silikti fakat bir yönden çok güçlüydü de. Bu güç gözlerde saklıydı. Göz bebeğiyle aynı renkte gözleri unutmak kolay olamazdı. ―Seni görmeyi uzun zamandır bekliyordum. Yarım ruhunun verdiği ıstırap, beni her an seninle meĢgul olmaya zorladı.‖


Eris bu cümlenin üzerine silahının horozunu çekti. Hala cevap vermiyordu. Adam sakince gülümsemeye devam etti. ―Beni vuramazsın. Beni yok edemezsin. Beni yaralayamazsın. Çünkü bu benim gerçekliğim.‖ Kadın tetiği çektiği anda aslında silahın artık elinde olmadığını fark etti. GitmiĢti. Yok olmuĢtu. Diğer tabancaları, bıçakları, kazıkları ve palasıyla beraber. Eris ilk defa içerisinde bir korkunun filizlenmeye baĢladığını hissetti. ―Kimsin sen?‖ Adam bir adım attı ve kadına göz kırptı. ―Ben her Ģeyim. Ben zamanım. Ben gerçeğim. Burada gördüğün her Ģey neyse, iĢte ben oyum. Ben bir elçiyim.‖ Eris baĢını öne eğdi. AnlamamıĢtı. Anlamıyordu. Anlayamazdı da. Bu yüzden tekrar sordu. ―Bizden ne istedin? Ruhumdan, benden, kız kardeĢlerimden? Bizden ne istedin!? Bunu bize niye yaptın?‖ 24

Adam küçük bir kahkaha attı. ―Ben sizden hiçbir Ģey istemedim. Size hiçbir Ģey yapmadım. Her Ģeyi siz yaptınız. Küçük evreninizin sonunu hazırladınız. O taĢların gücünü anlamadan, onları kullanmaya kalkıĢtınız, büyü yaptığınızı sandınız. Hata yaptınız. Ben hep uyardım, yol gösterdim. Fakat siz, siz her Ģeyi berbat ettiniz. Buradan yaptıklarınızın kâinatın diğer ucunda bile nasıl Ģeylere yol açtığını anlamadınız. Bundan baĢka evrenler de var, bundan baĢka zamanlar da var. Ben sadece ruhunun yarısını almadım. Ruhunun aydınlık kısmını aldım. Sana kalan karanlık taraf oldu. Bunu sen de biliyordun. Ama bunu neden yaptığımı anlayamadın. Aydınlığı da hatırlasaydın bu seni delirtir, çıldırarak ölmene sebep olurdu. Bunu istemedim, senin için planlarım vardı. Seni buna karĢı koruyabilmek için de ruhunun, hafızanın yarısını alıkoydum. Artık zamanı geldi. Karanlıkta ancak karanlığı görebilirsin. Ben gerçeği görmeni istiyorum.‖ Elini kaldırdı ve Eris bir Ģeylerin geri geldiğini hissetti. Sevinçleri, üzüntüleri, duyguları geri geldi. Fakat onlarla gelen karabasanlar, benliğini acıya boğdu. Aynı zamanda belleğinin diğer yarısı da geri geldi.


Bildiği her Ģeyi, bütün gerçeklerini eritti bu gelenler. Bütün hikâyenin bir hiç olduğunu anladı. Aslında ―O‖ diye biri yoktu. Kasabaya lanet saçan, Shinedleri yok eden, zalim bir ―o‖ kiĢisi yoktu. Onlar vardı. Kız kardeĢlerinin hataları vardı. Delice bir deneyin sonucunda ortaya çıkanlar vardı. *** O lanetli gecede kız kardeĢleri, taĢlarla yaptıkları ayini ortasındalardı. Bu bir ilkti. Ġlk defa bu kadar büyük çaplı bir büyü yapacaklardı. Amaçları yaratıcıya ulaĢmaktı. Zamanın ve mekânın ötesinde yeni bir boyut açmaktı, tıpkı kutsal kitaplarında yazdığı gibi. Dört taĢın da yardımıyla baĢka evrenlere ulaĢacak, sihirlerinin sınırlarını geniĢleteceklerdi. Eris‘in büyük kız kardeĢi Bia elinde dört taĢın bulunduğu ahĢap sandıkla büyük ayin salonuna girerken yüzünü bürüyen gölgeler, ifadesinin anlaĢılmasını engelliyordu. Eris, Bia ve onların diğer kız kardeĢleri Libitina, en yüksek rütbeli üç kız kardeĢ, o gece, orada evrenin sırlarını, sınırlarını sınayacaklardı. En azından Eris o ana kadar o kadarından haberdardı. Bia her zaman bunun hükümdarlığa yararlı olacağından bahsedip durmuĢtu. Diğer iki kız kardeĢ de buna inanmayı seçmiĢlerdi. Bunun yaptıkları en büyük hata olacağını düĢünmemiĢlerdi bile. Ayin salonunun ortasında çizili sembole yerleĢtirdikleri taĢlar, ayın dolgun parıltılarını yansıtıyordu. Bu haliyle dördü de bilinmeyen bir dünyadan gelmiĢ gibiydi. Üç kız kardeĢ hiçbir Ģey söylemeden önceden binlerce kez prova ettikleri ayine baĢladılar. Yerlerine yerleĢtiler ve üç farklı enerjinin birleĢerek bir çığ yaratmasına izin verdiler. Sonraysa en büyük kız kardeĢ Bia büyüsüne baĢladı. Eris ve Libitina da güçlerini bu yakıcı büyüye aktarıyorlardı. TaĢlar büyünün de etkisiyle yerden birkaç santim yükselip havada asılı kaldı. Sonra birer birer, dört farklı renkte ıĢıldamaya baĢladılar. Önce mavi, sonra kırmızı, sonra yeĢil, en sonda da beyaz. Üç kız kardeĢ de büyülenmiĢ gibi bu dört taĢın ortasında oluĢan boĢluğa bakıyorlardı. Bütün kainat, sanki küçücük bir maketmiĢ gibi bu deliğin ortasında salınıyordu. Neredeyse solunabilecek kadar güçlü enerji filizleri yayılıyordu bu delikten. Birkaç dakika kimse konuĢmadan evrenin bu en büyük sırrını izledi. Sonra en büyük kız kardeĢ konuĢtu. ―Çok, çok güçlü… Hissediyor musunuz?‖

25


Diğer kız kardeĢler ağızlarını bile açmadan onayladılar. ―Bunu kullanabiliriz.‖ Eris ve Libitina, Bia‘nın suratına baktıklarında o gözlerde sadece sonsuz bir aç gözlülük görebildiler. Libitina da aynı güçle sarhoĢ olmuĢ gibi cevapladı. ―Evet, evet hissedebiliyorum… Gücü hissediyorum. Onu kullanmalıyız, kendimize saklamalıyız.‖ Bir tek Eris bu öldürücü çılgınlık içerisinde nefsine hakim olabilmiĢti. Kız kardeĢlerinin deliliğini anlamlandıramıyordu. Ġkisine de karĢı çıktı. ―Hayır, yapamayız. Bunun sonuçlarının ne olacağını tahmin edemeyiz. Evrende değiĢiklik yapmıĢ oluruz bunu yaparsak.‖

26

Diğer iki kız kardeĢi aniden dönüp ona öldürücü bakıĢlar göndermeye baĢladılar. Eris, taĢların parlaklığının titreĢip, bir gülüĢ gibi havaya yayıldığını hissetti. Kız kardeĢlerinin tavırlarını da hesaba kattığında bunun bir savunma mekanizması olduğunu da anladı. TaĢlar onları kullanabilecek erdemli kiĢileri seçmek için böyle bir sınava tabi tutuyordu. Bunu araĢtırmadan iĢe kalkıĢtıkları için hataları büyüktü. TaĢlardan etkilenmemiĢ tek kiĢi olarak Eris bu deliliğe bir son vermesi gerektiğini de biliyordu. Ancak kız kardeĢleri hala büyünün etkisindelerdi. Eris iki adım öne çıkıp çemberi bozdu. ―Yeter durun artık. Bu hiçbir iĢe yaramayacak. Buna bir son vermeliyiz !‖ Son cümleyi bağırarak söylemek zorunda kalmıĢtı. Kız kardeĢleri ona dönüp korkunç bir kinle baktılar. Bia ellerini kaldırıp ona bir lanet okudu.Yana çekilip lanetten son anda kurtulmasına rağmen Eris feci bir sakarlık yaptı. Yana kaçarken eli, havada asılı duran beyaz taĢa çarptı. TaĢ korkunç bir saniye boyunca havada uçtuktan sonra, enerji alanının etkisinden çıkıp yere düĢtü. Kırılma sesi, Eris‘in beyninde birkaç defa yankılandı sanki. Sonra iliklerini donduran bir sarsıntı baĢladı. Evrenin kapıları hala açıktı ama dengeleyici beyaz taĢ yok olmuĢtu. Zaman ve mekan uzamaya, kaymaya baĢladı. Nesneler olmadık biçimlere girdi. Zamanın içinde hareket etmek, bir pürenin içinde batmadan yürümeye benzedi.


Eris bir anda beynini kaplayan korkunç uğultunun etkisiyle çığlıklar atarak yere yığıldı. Korumaya yemin ettikleri toprakları, Kayıp Evreni, aptallıkları yüzünden kendi elleriyle yok ediyorlardı. Eris yanı baĢında Bia ve Libitina‘nın kanlı suratlarını gördü. Burunlarından, ağızlarından ve kulaklarından Ģakır Ģakır kanlar akıyordu. Eris de burnundan kan geldiğini hissedebiliyordu. Bembeyaz elbisesi kızıla kesiliyordu. Ölüm ona yakındı. Hem kendi ölümü, hem de koca bir evrenin ölümü. O anda ―O‖ belirdi salonun ortasında. Ellerini havaya kaldırdı ve bu çılgınlık bir anda baĢladığı gibi son buldu. TaĢlar uyusalca yere geri döndüler. ―O‖ da taĢları çıkardığı kutuya yerleĢtirip cebine geri koydu. Eris‘in baĢındaki basınç kayboldu. Sonra ―O‖ adam yavaĢça Eris‘in önünde çömeldi, elini kadının alnına yerleĢtirdi. Gerisi ise sonsuz bir dinginlikti. O kanla kaplı, kız kardeĢlerinin cesetlerine ev sahipliği yapan salonda, yarım bir ruhla uyanan Eris, kardeĢlerini öldürdüğü, taĢları ve kendi ruhunun yarısını çaldığı için rahatça suçlamıĢtı ―O‖ nu. Aylarca sonsuz bir gaddarlıkla ve öç hırsıyla onu aramıĢtı. Fakat herkes tıpkı Eris gibi bölük pörçük hatırlıyordu her Ģeyi. O zaman zarfında Magicalis yıllara yenik düĢüp toprağa kavuĢmuĢtu, koca imparatorluk kopuk bir kolyeye dizili inciler gibi dört bir yana saçılmıĢtı. Eris bunun için de ―O‖nu suçlamıĢtı. Tıpkı diğer herkes gibi. Gerisi ise Eris‘in ―O‖nun Kayıp Rıhtım Kasabası‘nda, eski imparatorluğun beĢiğinde olduğunu öğrenmesiyle geliĢmiĢti. ġimdi ise Gizem Kulesinin tepesinde, gerçekle yüzleĢiyordu. Adam yavaĢça yaklaĢıp kulağına fısıldadı. ―Artık uyandın iĢte. Benim gerçeklerime hoĢ geldin.‖ Eris bembeyaz olmuĢ yüzüyle sordu. ―Sen Tanrı mısın?‖ Adam küçük bir kahkaha attı. ―Ah, tabi ki hayır. Ben sadece bir görevli, bir elçiyim. Buraya sizi uyarmaya gelmiĢtim. Daha önce de söylediğim gibi her evrenin bir ömrü vardır. Benim görevim de bu ömrü yeterince uzatıp, zamanı geldiğinde sonlandırmaktı. Bu evrenle birlikte benim de sonum gelecek. Ancak bir baĢka evrene yol göstermesi için, bir baĢka elçi lazım. Bu da sensin. Bunca zaman seni izledim, azmini ve içindeki kayıp erdemleri gördüm. Eğer seni sınamak istemeseydim, o gün, orada sen beyaz taĢı parçaladığın anda evrenin yok olmasın izin verirdim. Beyaz taĢın gücünü dengeleyebilmek için ne kadar enerji kaybettiğimi tahmin dahi edemezsin. Tabi beyaz taĢın

27


yerini hiçbir zaman tam olarak dolduramadım. Bu yüzden de evreniniz giderek daha da sefilleĢti, uğursuzluk, kötü güçler baĢınızdan eksik olmadı. Bu zaman zarfında yıllar ve zamanın durduğunu söyleyebilirim. Bir nevi Limbo hayatı yaĢadınız. Beni aradığın sürenin ne kadar olduğunu ya da Magicalis‘in ne zaman öldüğünü sen de söyleyemezsin. Yani evrenin sonu zaten o gece orada gelmiĢti, biz sadece uzatmaları oynadık güzelim. Fakat, evreni öylece sonlandırmak, sana acımasızlık olurdu. Ne yapacağını ve nerede olduğunu bilmeden, baĢka bir evrende, kendini yapayalnız hissederek uyanırdın. Tıpkı benim gibi. Bu bir kısır döngü. Her yeni evrenin oluĢumunda ve bir baĢka evrenin yok oluĢunda bir görevli seçilir. Zor anlarda yeni evrenin halkına yardım etsin ve zamanı gelince de her Ģeyi sonlandırsın diye. Beni kendi evrenimden ayırıp seçen elçi bana hiçbir Ģey açıklama zahmetine girmemiĢti, her Ģeyi kendim keĢfetmeye çalıĢırken harekete geçmek için fazla geç kaldım. Bunları bilmeye hakkın olduğu için bu zamana kadar bu evren yerinde durdu.

28

ġimdi sana son bir sorum var. Benim yerime geçmek, yeni evren için yeni elçi olmak istiyor musun Son Shined Hanımı Eris?‖ Eris bu açıklamaların hepsini hazmetmeye çalıĢırken baĢı da Ģiddetle ağrıyordu. Kafası karıĢıktı, üzgündü, kendini sorumlu hissediyordu. Bu yüzden de ne yapacağını biliyordu. ―Bir evrenin yok oluĢun tanık oldum ve bu olayda bizzat rol aldım. Bunun zamanı gelene kadar baĢka bir evrene de olmasına izin vermeyeceğim. O yüzden, evet, kabul ediyorum. Yalnız bir sorum olacak elçi, senin evrenin neresiydi, sen nereden geldin?‖ Elçi üzgünce gözlerini kapattı. Sonra da cevapladı. ―Ben Dünya diye bir gezegende yaĢardım eskiden. Yok oluĢuna tanık olduğum evren Dünya‘nın içinde olduğu evrendi. Ve emin ol buraya çok benzeyen, çok güzel bir gezegendi. Orayı yolundan sapan büyülerin değil de içinde yaĢayan nankör insanların yok ediĢine tanık oldum.‖ Eris, tekrar duvardaki ―Dali‖ imzalı resimlere, Callas adında bir kadının sesini yayan alete ve etrafa serpiĢtirilmiĢ koltuklara baktı. Ve bu adamın ne olursa olsun ‗Dünya‘sını çok özlediğini anladı.


―ġimdi, git artık Shined. Git ki, benim yaptığım hataları tekrarlama. Yolun açık olsun.‖ Sonrası ise bitmemiĢ bir masalın, bir yeniden doğuĢun ve bir kısır döngünün öyküsüdür. - SON -

29


KAYIP RIHTIM’IN ÇAĞRISI BUĞRA ġENYÜZ MALKAVIAN

30

Bacaklarının arasına sıkıĢtırdığı baltasının uç kısımlarını ritmik ve sert hareketlerle bileylerken bir yandan diğer elinde tuttuğu parĢömeni inceliyordu. Bir süre bu zorlu iĢleme devam edip, kendi kendine homurdandı ve baltasını bir bebeği kucaklarmıĢ gibi kaldırıp duvarda duran çengellere astı. ġöminenin artık közleĢmeye yüz tutmuĢ ateĢinin üzerine birkaç odun attı ve ellerini üzerindeki giysilere silip bir güzel temizledi. Rahat koltuğuna oturdu ve keyifle piposunu yaktı. Tam parĢömeni tekrar eline almıĢtı ki, kapıdan gelen kuvvetli gürültü ile olduğu yerden sıçradı. Okuma gözlüklerini çıkarıp az evvel bileylediği baltayı yerinden aldığı gibi kapıya yürüdü. Hızla kapıyı açıp korkutucu bir kükreme salıverdi ve tüm bunları yaparken her cücenin yapması gerektiği gibi tek gözünü kısıp Ģüpheci bir bakıĢ atmayı da unutmadı tabi ki. Kapıdaki zavallı adam bulunduğu yerden birkaç metre geriye sıçrayıp titreyen ellerle rulo yapılmıĢ mühürlü bir kağıt uzattı. ‗Özür dilerim saygıdeğer cüce. Lordum elimdeki mesajı bu yörede yaĢayan Mit adındaki cüceye iletmemi istedi…‘ Cüce homurdanıp sakalını sıvazladı ve artık tek eliyle zararsızca tuttuğu baltasını kapının giriĢine dayadı. Elleri sabırsızlıktan titreyerek rulo yapılmıĢ kâğıda uzandı. KarĢısındaki adamın da elleri korku ile titriyordu ve mühürlü parĢömeni cüceye iletmesi neredeyse bir ömür sürdü. Sonunda sabırsızlığına yenik düĢen Mit, parĢömen yerine adamın elini bileğinden sıkıca tuttu ve diğer eliyle parĢömeni adamdan kapıverdi. Hiçbir Ģey söylemeden arkasına döndü ve kapıya dayadığı baltasını yine büyük bir dikkatle eline aldı. Ġçeriye girip sertçe kapıyı kapadı. Habercinin bir Ģey söyleyecekmiĢ gibi kaldırdığı eli kapı çarpma sesi ile tekrar düĢtü ve geldiği yere doğru ağır adımlarla ilerlemeye baĢladı.


Koltuğun kenarına bıraktığı okuma gözlüklerini taktı ve kalın parmakları ile burnundan yukarıya doğru sabırsızca itekledi. Bir eli ile taklit edilmesi neredeyse imkânsız olan mührü kırdı ve parĢömeni açtı. ‗Tehlikeyle baĢlayan… hmm hmm homm… Saldırıya karĢılık verdik… hrmm hrff… Büyük tehlike… Hmm hıı… Konsey toplantısı… Peeh! Tam Benlik!!!‘ ParĢömeni tekrar rulo haline getirip küçük bir ip ile tutturdu ve iç ceplerinden birine attı. Çantasına bir adet yedek pantolon ve bir tünik attı ve geri kalan büyük boĢluğa parĢömenler ve kitaplar tıkıĢtırdı. ġöminenin üzerine su döküp söndürdü ve derin bir nefes alıp evden çıktı. Birkaç saniye sonra homurdanarak tekrar kapıyı açtı ve kütüphanesinin en üst raflarından birinde bulunan mavi kaplı kitabı da aldı ve çantasına attı. Tekrardan çantasını bağladı ve tatmin duygusu ile kapıyı kapattı. Büyük bir homurtu eĢliğinde tekrar kapı açıldı. Gözlerini sanki bir düĢmanı arar gibi kıstı ve karanlığın arasında en son koyduğu yerde sessizce bekleyen metale dokundu. Azarlar gibi parmağını ona doğru salladı ve baltasını bulunduğu yerden aldı. Ardından son kez kapıyı kapatıp yolculuğuna baĢladı. —o— Kupaların birbirine toslarken çıkardığı çınlamalar, gür seslerin kahkahalarına karıĢıyordu. Tremo‘nun Yeri, her zaman olduğu gibi yine tıklım tıklımdı. Oturduğu rahat sandalyenin hemen sağ tarafında kapalı duran sandığa doğru eğildi ve elini özlemle üzerinde gezdirdi. Bir zamanlar inandığı Ģeyler uğruna ölümü göze almıĢ bir savaĢçıydı. ġimdilerde ise Ģehir Ģehir dolaĢıp, artık kaybolmuĢ ve kimsenin hatırlamadığı öyküleri anlatan sıradan bir ozandan baĢkası değildi. Derin bir nefes alıp doğruldu ve sahneye doğru isteksiz adımlarla ilerledi. Ayağını attığı platformdaki tahtalar onu selamlarcasına gıcırdarken, karmaĢa içindeki gürültücü kalabalık bir anda sessizleĢti. Daha önce yüzlerce kez sahneye çıkmasına rağmen, yine de her seferinde olduğu gibi hafifçe titreyen eline ve elinde tuttuğu yan flüte baktı. Bu derin ve gergin sessizlik anını daha fazla uzatmamak adına flütünü ağzına götürdü ve çok eski bir melodi çalmaya baĢladı. Hanın müĢterileri bu tanımadıkları ezgiye önce mesafeli yaklaĢtılar. Buraya eğlenmeye gelmiĢlerdi ve eğlence ancak herkesin bildiği bir baladı beraber söyleyerek olurdu. ġarkı sözünün içinde müstehcen birkaç söz olması da bu

31


canlılığı arttırırdı hani. Fakat Ģu anda sahnede duran ve kimsenin bilmediği bu Ģarkıyı çalan Koyubeyaz adındaki ozana kimse tek bir itiraz bile edemedi. Melodi o kadar içten ve derinden etkiliyordu ki… Az önce gürültü çıkarıp birbiri ile kavga eden kalabalık bir anda sessizleĢmiĢ ve hüzünle biralarını yudumluyorlardı. Han sahibi bu duruma itiraz etmek üzereydi fakat birkaç dakikadan sonra fark etmiĢti ki, hüzünlenen kalabalık neĢeli oldukları zamanlardan daha fazla bal likörü tüketiyordu. ĠĢin aslı çalıĢanlar da memnundu. Kimse onları taciz etmeye bile yeltenmeden biralarını istiyor ve usul usul kupalarının diplerinde kayboluyorlardı. Hatta bir çalıĢan deneme amaçlı göğüslerini neredeyse bir adamın burnuna kadar soktu fakat adamdan aldığı tek tepki kabaca yana itilmek oldu. Koyubeyaz, son notayı da flütü ile çalıp, ardından dünyanın ilk kurulduğu günlere ait kimsenin bilmediği hüzünlü hikayeyi anlatmaya baĢladı.

32

Seyircilerin arasında oturan koyu yeĢil cüppe giyinmiĢ bir büyücü, tüm bu olanları dikkatle izliyordu. Bir yandan yanında boĢ boĢ konuĢup, sürekli hava atan politikacıya kulak kabartıyor, bir yandan da sahnedeki ozanı dinliyordu. Tam ozan unutulmuĢ tanrılardan birinin ismini haykırdığında, masanın altından elini hafifçe oynattı ve sahneye ufak bir ĢimĢek yolladı. Keyifle gülümserken Ģarabını yudumladı, fakat o sırada bir damla kaliteli gömleğine damladı. Cebinden, üzerinde ‗Baal‘ ismi iĢlenmiĢ kaliteli mendilini çıkardı ve sinirle Ģarap lekesini çıkarmaya çalıĢtı. Ozan tam hikayenin ortalarında ‗Yunalesca duy sesimizi!‘ diye bağırdı ve bağırmasıyla birlikte bir ĢimĢek sahneye çarptı. Sahnenin alt zeminini oluĢturan tahtaları, han sahibinin neredeyse yüreğine inmesine sebep olan kötücül bir is kaplamıĢtı. Koyubeyaz birçok kez sahne almasının getirmiĢ olduğu tecrübe ile hareket etti ve bu çakan ĢimĢekle birlikte hikayeyi biraz değiĢtirerek anlatmaya devam etti. Onu izleyenler arasında büyücüler olabileceği çok aĢikardı. Kaldı ki eskiden uğruna savaĢtığı ve rahipliğini yaptığı Yunalesca, Ģimdiye kadar hiçbir yakarıĢına cevap vermemiĢti. Zaten rahipliği bırakmasının sebebi de buydu. Olmayan bir tanrıya inanmak ve onun uğruna savaĢmaktan bitkin düĢmüĢtü. Oysaki Koyubeyaz, tek bir iĢaret bile gönderse onun için ölmeye hazırdı. Hanın dıĢ kapısının açılması ve içeriye serin havanın hücum etmesi ile düĢüncelere dalmıĢ ozan kendine geldi.


Kapıdan üstü baĢı çamur olmuĢ, nefes nefese bir haberci girdi. Elinde tuttuğu mühürlü parĢömenlerden birini, hala sinirle gömleğindeki lekeyi çıkarmaya çalıĢan Baal‘a uzattı. Cevap beklemeden ayrılırken, büyücü sonunda lekeyi çıkarmaktan vazgeçmiĢ ve onun yerine gömleğine bir ilizyon büyüsü yapmaya karar vermiĢti. Gömleği bir anda eskisinden de beyaz bir Ģekilde ıĢıldamaya baĢladı. RahatlamıĢ bir Ģekilde arkasına yaslandı ve mührü kırıp mesajı okumaya baĢladı. Haberci elindeki diğer parĢömenle ozana doğru yaklaĢtı ve sabırla gösterinin bitmesini bekledi. Hikayenin sonlarına gelindiğinde tüm seyircilerle birlikte onu alkıĢladı ve mesajı ona iletti. ‗Seni kim gönderdi?‘ diye soran ozana cevap bile vermeden hızla geldiği gibi handan çıktı. Koyubeyaz parĢömene baktı ve bal mumundan yapılmıĢ mührü gördü. Bu mühür taklit edilmesi imkansız figürlerle doluydu ve tüm diyarda bunu gönderebilecek tek kiĢi vardı. ‗Vay vay vay demek hala yaĢıyorsun Magicalbronze‘ dedi ve gülümseyerek sahnenin arkasında duran sandığa doğru ilerledi. Kafasını kaldırıp gösteri sırasında kendine ĢimĢek gönderen büyücüyü görmeye çalıĢtı fakat büyücünün az önce oturduğu masada, ağzı beĢ karıĢ açık bir politikacı ve kızgın alevler saçan kötücül bir boyut kapısından baĢka bir Ģey göremedi. —o— Kuzey diyarının aman vermez topraklarında yaĢam zordu ve giderek de zorlaĢıyordu. Zaten soğuk olan hava, geçen yıllarla beraber daha da sertleĢiyor ve burada yaĢamayı neredeyse imkansız kılıyordu. Yine de bazı inatçı kabileler, zorlu savaĢçılar ve yalnız kalmak isteyen bir büyücü bu topraklarda yaĢamaya devam ediyordu. Büyük kar taneleri ve Ģiddetle esen rüzgar kalın deriden yapılmıĢ çadırı kötücül bir Ģekilde sallıyordu. Laughing Madcap, ne dıĢarıdaki fırtınayı ne de soğuğu umursuyordu. ġu anda tüm dikkati yaptığı iĢteydi. Becerikli bir terzi gibi elinde tuttuğu iğneyi hızla diğer elinde tuttuğu ipliğe bağladı ve dikmeye baĢladı. Tek bir küçük farkla… Diktiği Ģey ne bir elbiseydi, ne de bir gömlek. Genç görünen, koyu, uzun saçlı ve yüzünde garip bir gülümseme olan bir

33


elfin çarpık vücudunu dikmekle meĢguldü büyücü. Eline aldığı iğne ile önce ustalıkla, elfin bacağına açılmıĢ büyük yarığı dikti. Sonrasında ise vücudundan onlarca ok çıkardı. Bütün bu oyukları da ustaca dikti ve vücudu son bir kez kontrol etti. Her Ģey hazır gibi duruyordu. Bir tatmin duygusu ile ayağa kalktı ve rüzgarla sarsılan çadırın arka taraflarında yere paralel olarak duran kadim bir asaya uzandı. Asanın üzerindeki rünleri özlemle okĢadı ve büyük bir taĢ parçasının üzerine yatırdığı elfin cesedinin üzerine geldi. Bir elini cesedin tam kalbine koydu ve diğer elindeki asayı kaldırabildiği kadar yukarıya kaldırıp kadim sözleri fısıldamaya baĢladı. ‗Ar minas tir tu velle. Derethim du nerathe nim mance. Rinu la domi Marius!!!‘ TaĢın üzerinde cansız bir Ģekilde yatan elfin vücudunu önce soluk mavi bir ıĢık kapladı. IĢık tüm yaraların üzerinde yavaĢça gezindi ve son bir parlama ile odayı terk etti. IĢık çadırı terk eder etmez elfin vücudu doğruldu. Yüzünde ĢaĢkın ve korkmuĢ bir ifade ile bağırmaya baĢladı. ‗Hayır… Hayır… Beni yanlıĢ anladınız lordum!‘ diyordu. 34

Laughing Madcap, sahip olduğu büyü gücünün neredeyse tamamını bu ritüele harcamıĢtı ve bitkindi. Fakat yine de Marius‘un anlamsız sızlanmalarına gülümsemeden edemedi. ‗Bu sefer nasıl öldüğünü anlatmak ister misin?‘ dedi elleri havada, ĢaĢkın ve özür dileyen bakıĢlarla duran elfe. ‗Eee Ģey. Bir Ģato vardı.‘ ‗… ve sen de korumalarını atlatabileceğini düĢündün ve öldün.‘ ‗Tam olarak değil. Korumaları atlatmak aslında kolaydı. ġatoya girdim ve bilgi almam gerekiyordu, hazinenin yeri konusunda. Ben de içerideki bir korumaya benim de bir koruma olduğumu ve hazine kısmında görevlendirildiğimi söyledim.‘ ‗…ve bu saçma sapan yalanı söyleyince az önce diktiğim bacağındaki büyük yarığa sahip oldun öyle mi?‘ ‗Tam olarak değil. Yalanıma inandı ve beni hazine odasına götürdü. Oradaki nöbetçi bir yıldır izin bile kullanmadan hazineyi koruyormuĢ. Benim geldiğimi öğrenince hazine odası ile beni mutlulukla yalnız bıraktı. Hatta ko-


Ģarken en neĢeli han Ģarkılarından birini mırıldanıyordu. Önümde tek engel kalmıĢtı. Hazine odası kilitliydi ve kilidin üzerinde kötücül bir zehir tuzağı vardı.‘ ‗Hmm sanırım yolculuğun tam o noktada sona erdi?‘ ‗Tam olarak değil. Zehirli tuzağı küçük bir ot parçası ile aktif ettim ve kilidi sonra açtım. Hazine odası karĢımdaydı. Ceplerime ve çantama sığmayacak kadar altın vardı. Ama tabi ki ben akıllı bir hırsızım. Bu yüzden ağırlığı fazla olan altınlar yerine yakutlardan bir koleksiyonu cebime indirdim ve hemen oradan uzaklaĢtım. Daha doğrusu uzaklaĢtığımı sanıyordum. Bir iki yanlıĢ dönüĢ ve merdivenden sonra bir baktım ki Ģatonun sahibi Lord Balen‘in odasındayım.‘ Laughing Madcap bir kahkaha patlattı. ‗Tanıdığım tüm hırsızlar içerisinde açık ara farkla en ĢapĢalı sensin Marius!‘ ‗Eee. ġey tam olarak hikayem bitmedi. Lord Balen‘in odası çok güzel döĢenmiĢ harika bir yerdi, fakat hiçbiri umurumda bile değildi. Lordun yanında duran altın sarısı saçlı kadına aĢık olmuĢtum. Bir görüĢte hemde inanabiliyor musun?‘ ‗Nedense evet…‘ ‗Sonra Lord Balen‘e uzak diyarlardan gelen bir tüccar olduğumu ve ona çok değerli yakutlar getirdiğimi söyledim ve hazine odasından çaldığım yakutları incelemesini istedim.‘ ‗Yok artık!‘ ‗Evet evet. Her Ģey yolundaydı. Yakutları inceledi ve tam da kendi aradığı türden olduklarını söyledi. Benden bu yakutlar karĢılığında ne istediğimi sordu ve ben de ona dedim ki…‘ ‗Dur bir saniye bekle. Bu anı ölümsüzleĢtirmek istiyorum. Kesinlikle dünya üzerinde Ģimdiye kadar duyulmuĢ en saçma Ģeyi söyleyeceksin.‘ KonuĢulan her Ģeyi içine hapseden büyülü bir yüzük çıkardı ve onu aktif hale getirdi. ‗Ee yakutlar karĢılığında hemen yanı baĢında oturan kızını istediğimi. Niyetimin ciddi olduğunu ve ona bir görüĢte aĢık olduğumu söyledim.‘

35


‗Hmm bu pek de insanı öldürecek türden saçma bir talep değil aslında. Altından ne çıkacak merak ediyorum‘ ‗Ee Ģey meğerse aĢık olduğum kadın, kızı değilmiĢ dostum. Lord Balen‘in yeni evlendiği genç eĢiymiĢ! Buna inanabiliyor musun? Genç ve güzel, altın sarısı saçlı bir kadın ve göbek bağlamıĢ, zengin bir pislik…‘ Laughing Madcap adına yakıĢır Ģekilde bir kahkaha daha attı ve Marius‘un sırtına okkalı bir tokat patlattı. ‗Evet kesinlikle tanıdığım hırsızlar arasında açık ara en ĢapĢalı sensin Marius. ġimdi uyandığında söylediğin cümleler mantıklı gelmeye baĢladı. Yalnız anlamadığım bir Ģey var. Her öldüğünde ilginç bir Ģekilde seni bana bir Ģekilde ulaĢtırmayı baĢarıyorlar ve ben… Anlarsın ya… Biraz da yalnız kalmak adına bu soğuk ve ıssız Kuzey diyarında yaĢıyorum. ‗ Marius cebinden bir parĢömen kağıdı çıkardı ve büyücüye uzattı. Kağıtta Ģunlar yazıyordu: 36

‗Ben elf soyundan Marius. Bir talihsizlik eseri olur da ölürsem, beni Kuzey diyarındaki kuzenim Laughing Madcap‘e ulaĢtırın. Tüm tanrılar adına son dileğim budur. Detaylı bilgi ve harita bilgileri parĢömenin arkasındadır. Ödemeniz teslimattan sonra kendisi tarafından yapılacaktır.‘ —o— ‗Bir daha at bakalım!‘ dedi birkaç diĢi dökülmüĢ, dökülmeyenler de artık kirden görünmez hale gelmiĢ olan saçı baĢı dağınık adam. Kadın omuzlarını silkti ve yer yer yarıklarla dolmuĢ eski masanın üzerindeki bir çift zara uzandı. Zarları iki elinde iyice salladı ve bıkkınlıkla attı. Adam hiddetten kudurmuĢ bir Ģekilde ayağa kalktı. Kalkarken eski püskü masayı, üzerindeki zarlar ve içkilerle birlikte devirmiĢti. ‗Bu kadarı da fazla seni hilebaz pislik! Kimse arka arkaya beĢ kere altı atamaz!‘ kelimeleri tükürürcesine söylerken arada bir durup küfrediyordu. Kadın sakin tavrını bozmadan ayağa kalktı. Dizine kadar gelen uzun denizci botları ve kahverengi dar bir pantolon giymiĢti. Üzerine giydiği ipeksi,


vücuduna oturan, beyaz gömleğinin birkaç düğmesini sıcaktan açmıĢtı ve ayağa kalkması ile boynundaki madalyon birden dıĢarı fırladı. Adamın ona suçlarcasına uzattığı elini ani bir hareketle kavradı ve diğer elini de madalyonuna götürdü. KarĢısındaki adam ve yardakçıları bir anlık duraksama yaĢadılar. Kadın ise çoktan gözlerini kapatmıĢ derin bir konsantrasyon ile düĢünmeye baĢlamıĢtı bile. Adamın adı Borik‘di ve ilk suçunu daha on yaĢlarındayken iĢlemiĢti. Daha sonra birçok kasabayı yağmalamıĢ olan tehlikeli ve acımasız bir haydutlar çetesine katılmıĢtı. Tam üç kadına tecavüz etmiĢ ve onları çocuklarının karĢısında öldürmüĢtü. Bu da yetmezmiĢ gibi çocuklardan seçtiklerini de kendi haydut çetesine katmıĢtı. Az önceki soğuk kanlılığını tamamen yitirmiĢ bir Ģekilde gözlerini açtı ve adamın elini tiksinti ile bıraktı. ‗Ben Fırtınakıran, Ģans tanrıçasının sağ kolu ve yardımcısı, seni iĢlediğin suçlardan ötürü idama mahkum ediyorum!‘ sesi adamın yaptığı sayısız iğrençlikle sertleĢmiĢti. Çattığı kaĢlarının arasından ağzı bir karıĢ açık kendisine yumruk atmaya çalıĢan adama son bir kez baktı ve kılıcını kınından çekti. Kılıcı çekmesi ile adamın bir acı çığlığı ve kanlar içinde yere yapıĢması bir oldu. Zavallı adam az önce devirdiği masanın ayaklarından birine takılmıĢ ve Fırtınakıran‘ın az önce çektiği kılıca kendi kendini saplamıĢtı. Hem de tam kalbinin ortasından! Fırtınakıran‘ın boynundaki Ģans tanrıçasının madalyonunu ve Ģehre kötülüğüyle nam salmıĢ adamın cansız bedenini gören yardakçılar hiçbir Ģey söylemeden sessizce hanı terk ettiler. Bir anlık eğlence arayıĢı ile kavganın olduğu tarafa meraklı bakıĢlar atan han sakinleri, aniden gerçekleĢen ölüm ile hayal kırıklığına uğramıĢ, olaydan önce her ne yapıyorlarsa onu yapmaya dönmüĢlerdi. Fırtınakıran, kumardan kazandığı bir kese altını devrilen masanın biraz uzağında buldu ve içinden iki gümüĢ sikke çıkararak han sahibine doğru fırlattı. ‗Sanırım bu zararını karĢılar.‘ dedi tekdüze bir ses tonu ile ve hanı terk etti. Karanlık dar sokakta ıslık çalarak ilerledi. Daha bir iki adım atmıĢtı ki, sokağa yansıyan donuk ıĢığı fark etti ve durdu. Eski püskü bir binanın açık penceresinden geliyordu bu ıĢık. Sönmeye yüz tutmuĢ, cansız bir Ģömine ateĢinin önünde battaniyelere sarınmıĢ, huzurla uyuyan çocuklarla doluydu

37


ana salon. Merakla binanın ön tarafına dolandı ve tek bir çivisi ile duvarda duran yamulmuĢ tabelayı fark etti. ‗Trian Yetimhanesi‘ Hiç düĢünmeden kapıyı açtı ve içeri girdi ve bunu yapar yapmaz kapıya neden bir tokmak koymadıklarını anladı. Kapı öyle bir gıcırdıyordu ki, birinin onun geldiğini anlamaması imkansızdı. Kapı açılır açılmaz tombul ve yanakları kırmızılaĢmıĢ bir rahibe kapıda bitti. ‗Buyrun genç bayan. Size nasıl yardımcı olabilirim?‘ Fırtınakıran az önce kumar masasının kenarından aldığı dolgun keseyi kadına uzattı ve tek kelime söylemeden yetimhaneyi terk etti. Yüzünde tüm gün boyunca belki de ilk defa oluĢan bir gülümseme ifadesi vardı. Tombul kadın keseyi açar açmaz gördüğü manzara karĢısında bayıldı ve binanın eski, gıcırdayan tahtalarının üzerine büyük bir gürültü ile yığıldı. Saçılan altın ve gümüĢ sikkelerin tıngırtısı her tarafta çınlarken, çocuklar çoktan uyanmıĢ ve neĢe ile sağa sola dağılan paraları toplamaya uğraĢıyorlardı.

38

Yüzünde bir gülümseme ile yetimhaneyi terk eden ve kendi hanına doğru yola çıkan Fırtınakıran‘ın önünü bir adam kesti. Elini hemen kılıcına doğru uzattı kadın. Fakat karĢısındaki adam ellerini ona zarar vermeyeceğini belirtir bir Ģekilde kaldırdı ve ardından tek elinde tuttuğu parĢömeni dikkatle kadına doğru uzattı. Kendisine doğru uzatılan parĢömeni inceledi ve az önce yetimhanedeki çocukların görüntüsü ile yüzünde oluĢan gülümseme yavaĢ yavaĢ silindi. Mesajı acele ile ceplerinden birine attı ve kaldığı hana doğru eĢyalarını toplamak için hızlı adımlarla ilerledi. Yüzünde endiĢeli bir ifade ile kendi kendine mırıldanıyordu. ‗Bir gemi bulmalıyım!‘ —o— Yorgunluktan artık kapanmaya yüz tutmuĢ gözlerini biraz daha açık tutabilmek adına iyice gerindi ve parmaklarını kütletti. Az önce bıraktığı kuĢ tüyünden yapılma değerli kalemini, her yanına mürekkep bulaĢmıĢ parmaklarının arasına tekrardan aldı ve kaldığı yerden yazmaya devam etti. Sabah erkenden kalkmıĢ bütün gün Ģehrin surlarındaki büyülü kalkanları yenilemiĢti. Büyü gücünün neredeyse tamamı tükenince, Ģehirde en yüksek


kuleye kurulmuĢ çalıĢma odasına yönelmiĢ, mektupları yazmaya koyulmuĢtu. Habercilerden aldığı haberler oldukça iç karartıcıydı. Sadece bir avuç adamı geri dönebilmiĢ, yani mesajlarını yerine teslim edebilmiĢti. Elinde yazmakta olduğu mektubu bitirdi ve masanın köĢesine doğru kaydırdı. Üzerine, mürekkebin kuruması için biraz talaĢ serpti ve masanın sağ tarafında açık halde duran büyük haritaya bakmaya baĢladı. Ork, goblin ve troll birliklerinin çoğu son haftalarda benzeri görülmemiĢ bir hareketlilik içindeydi. Hepsinin niyeti apaçık ortadaydı. Ġnsanların, elflerin, cücelerin ve buçuklukların barıĢ içinde yaĢadığı ana karaya tek gidiĢ yolları Kayıprıhtım‘dan geçiyordu. Magicalbronze bakımsızlıktan yüzünde oluĢmuĢ kirli sakalını sıvazladı ve düĢüncelere daldı. Yıllar önce diĢini tırnağına katarak yoktan var ettiği bu toprakları öyle kolay kolay teslim etmeye hiç de niyeti yoktu. ‗Gelin bakalım iblisin orduları. Gelin de sizleri neyin beklediğini görün!‘ yumruğunu masaya sertçe indirdi. Az önce uyku ile kapanan gözleri yeni bir alevle parlamaya baĢlamıĢtı. Masanın baĢına tekrar döndü ve diyarın dört bir yanından ona en güvendiği dostlarını getirecek olan mektupları yazmaya devam etti. Devam Edecek…

39


40


KAPTANIN SANDIĞI BURCU DURUKAN BARDES Bir varmıĢ bir de yokmuĢ Gökyüzünde gezen ejderhalarla, Pis kokular saçan troller çokmuĢ Ġnsanların elleri bol, gözleri tokmuĢ Çocukları memnun etmek kolay, YetiĢkinleri ikna etmek her zamanki gibi zormuĢ ĠĢte öyle zamanlardan birinde, Kayıp Rıhtım isimli gemide KaptanmıĢ Magical dedikleri büyücü Gemi üstünde gezerken senelerce Bütün diyarlara yayılmıĢ ünü Her durduğu limandan Birkaç konuk alırmıĢ gemiye Uzun yıllar böyle yaptığından Yer kalmamıĢ yeni bir misafire Bir hokus, pokus bir de Hazır oluvermiĢ yeni bir gemi

41


Dolup taĢmıĢ o da kısa sürede Pek çok kez geçmiĢ denizi Gemilerden inenler olurmuĢ bazen Bazılarıysa hep oradaymıĢ Bu masalı anlatırken Onları es geçmek olmazmıĢ Tüyleri rengarenk bir papağanmıĢ Geminin yardımcı kaptanı Diğer papağanlardan farklıymıĢ Tekrar etmezmiĢ öyle her lafı Yolcular pek severlermiĢ Ġsmi Amras olan bu papağanı 42

Çünkü efsunlu sözler söylermiĢ Ve hoĢgörülü davranırmıĢ onlara karĢı Geminin diğer yardımcı kaptanı Fırtınakıran adlı denizkızıymıĢ Bu tatlı dilli deniz canlısı Yolcular için elinden geleni yaparmıĢ Bazı zamanlar dalgalanırmıĢ deniz Bazen de büyük fırtınalar koparmıĢ O zaman dans edermiĢ denizde bu kız Ve sular durulur, fırtınadan eser kalmazmıĢ Geminin hemen üzerinde Uçan bir halıdan söz edilirmiĢ Bu Alaaddin falan değil de


Yüceler yücesi Bilge Mit‘miĢ Rubailer okuyup içki içen Bir de sarhoĢ varmıĢ gemide Sözlerine biraz kulak veren BaĢlarmıĢ az da olsa düĢünmeye BaĢka bir Ģeyi olmadığından KaybetmiĢ adının son harfini kumarda Ve o günün hemen ardından Adı Ģöylece kalmıĢ: Canina Ġki elinde iki kılıç olan Arlinon adlı sanatkâr yolcuymuĢ Bulutları kesermiĢ suya gebe kalan Yağmur yağdırabilen bir insanoğluymuĢ Ellerinde kalem olansa Çok iyi bir uydurukçuymuĢ KimmiĢ diye merak eden varsa Söyleyeyim hemen, Darly Opus‘muĢ Elbette ki gemideki yolcular Sınırlı değilmiĢ bu kadarla Ama zaman olduğu için dar Ufaktan geçelim biz masala AkĢamları düzenlenen Ģenlikte AnlatılırmıĢ öyküler Kimi rivayetlere göre de Ġnciye dönüĢürmüĢ hikâyeler

43


Pek çok yolcu varmıĢ öykü anlatan Ama inci saçanları endermiĢ Gel zaman git zaman Birileri en güzelleri sermiĢ Kaptanın en çok değer verdiği Ceviz ağacından oymalı sandık AçmıĢ ağzını, yutmuĢ incileri Sonra söylediği tek bir ―Hık.‖ DüĢtükleri zaman yolcular PeĢine mücevherlerinin Sandık kaybedivermiĢ dengesini BoylamıĢ dibini denizin 44

Yolcular endiĢelenmiĢ haklı olarak Servetlerini kaybetmiĢler Ama kaptanın büyücü olduğunu hatırlayarak Ġçlerine su serpmiĢler Magical, ―Bulurum,‖ demiĢ ―Getiririm incilerinizi Ama biraz mühlet verin Azıcık bekleteceğim sizi‖ Sonra kaptan bir iksir hazırlamıĢ Biraz dereotu biraz atkuyruğu Ve türlü sihirli sözcüğü karıĢtırıp denize atmıĢ BulmuĢ iksir doğruca sandığın yolunu AçılmıĢ sandık, mücevherler saçılmıĢ


Etrafa enfes bir koku yayılmıĢ Burnu çok keskin olan üç turuncu balık O yöne doğru yanaĢmıĢ BakmıĢlar ki ne görsünler Bir sandık dolusu kurtçuk Bir çırpıda afiyetle yemiĢler ―Oh,‖ demiĢler, ―doyduk.‖ Bu üç balığın rengi Birden dönmüĢ kırmızıya Sanki vahiy gelmiĢ gibi YüzmüĢler gemiden tarafa Suyun üstünde zıpladıklarından Kaptan fark etmiĢ bunları ―Haber var sandıktan. Takip etmeliyiz balıkları.‖ Yüzme bilenler ve Fırtınakıran YüzmüĢler izinden balıkların Bulunca sandığı tutmuĢlar kulplarından ÇıkarmıĢlar gemiye: ―Haydi toplanın.‖ Yolcular incilere kavuĢmuĢ Mutluluk almıĢ endiĢenin yerini Kaptanın gözleri sevinçten dolmuĢ: ―Hiçbir Ģey yıldıramaz bizi.‖ ġenlikler eskisi gibi devam etmiĢ Ġnciler de aynı Ģekilde birikmeye

45


Herkes muradına ermiĢ Biz de çıkalım kerevetine.

- SON -

46


KAYBOLAN CAN ĠNAL CANĠNA Bastonuna dayanarak yavaĢ yavaĢ ilerliyordu yolda. Eskiden civarın en iĢlek yollarından biri olan bu yer, Ģimdi çimenlerle doluydu. UnutmuĢtu herkes yolun bittiği yeri. Önemsemekten vazgeçmiĢlerdi. Bu yolu kullanan yüzlerce insanın ve hayvanların çoğu çoktan ölüp gitmiĢlerdi. Evet bir kısmı bu yol üzerinde ölmüĢ bile olabilirdi. Eskiden savaĢlar çıkardı. Yolun sonuna kimin hükmedeceğini belirleyecek savaĢlar. Hiçbirine katılmıĢ veya uzaktan seyretmiĢ değildi. Sadece biranın tadının sidiğe benzediği, çirkin fahiĢelerin ve paralı askerlerin takıldığı, pis hanlarda hikâyelerini duymuĢtu. MeĢhur Rıhtım. Bir zamanlar ülkenin incisi. ġimdi ise kimse nerede olduğunu bile bilmiyordu. KaybolmuĢtu hafızalardan. Kütüphaneden eski bir harita bulmamıĢ olsaydı o da asla bulamayacaktı bu yolu. Kütüphaneci bile neden bahsettiğini bilmiyordu. Kendisi aramak zorunda kalmıĢtı. Koskoca kütüphanede tek baĢına! Oradaki bütün ezikler, ona garip bir bakıĢ atmıĢtı. Sanki o çok değerli kütüphanelerini pis kokutuyormuĢ gibi. Evet, evsiz bir sarhoĢ olabilirdi ama bu insanların ona saygısızlık edebilecekleri anlamına gelmiyordu. Eskiden önemli biriydi o. Güçlü bir asker. Tabiî çok uzun zaman önceydi bunlar. Kraliyet ordusundaydı. Komutanın kızıyla yatınca canını zor kurtarıp, kendi isteğiyle sürgüne gitmek zorunda kalmıĢtı. Her Ģeyini kaybetmiĢti bir çift süt beyazı, yumuĢak göğüs uğruna. Sürgün hayatı zordu. Tekrar askerlik yapmayı denemiĢti ama adı ondan önce seyahat ediyordu. Komutanı her yere yediği haltı yaymıĢtı. Ġsmini değiĢtirmeyi de denedi ama yüzünde ki çirkin ―X‖ Ģeklindeki yara onun tanınmasını kolaylaĢtırıyordu. O aptal yara izi yüzünden nerede iĢ arasa, müstakbel patronları onu öldürüp kafasını komutana yollamak istemiĢlerdi. Ve malum, en sonunda sokaklara düĢmüĢtü. Eski zırhını ve kılıcını hatırlıyordu. Ne kadar da heybetliydi. DüĢmanları adeta titrerdi onun karĢısında. O kılıcıyla onların canlarını almadan, adamlar korkudan kaçmaya baĢlarlardı. ġey… En azından bazıları…

47


Bu boktan yolculuğa neden çıktığını bilmiyordu. Tek bildiği eğer bir yerde kaybolmuĢ bir rıhtım varsa, burası onun gibi unutulmuĢ bir asker için biçilmiĢ kaftandı. Efsaneye göre orada hâlâ yaĢayan bir ahali varmıĢ. Kendi içlerinde yaĢıyor asla dıĢ dünya ile irtibata geçiyorlarmıĢ. Onu aralarına alıp almayacaklarını bilmiyordu ama deneyecekti. Çünkü hayatta onun için hiçbir Ģey kalmamıĢtı artık. Kaybedecek bir Ģeyi yoktu. Zenginliği fakirliği, evliliği bekarlığı, deliliği ve bilgeliği tatmıĢtı pek çok kez. Artık istemiyordu. Sadece sarhoĢluğu ve ayıklığı denemek istiyordu. Dinlenmek istiyordu. Bu yüzden kimsenin onu tanımadığı, tanısa bile umursamayacağı bir yere gidiyordu. Kayıp Rıhtım! Evet, her Ģey güzel olacaktı onun için.

48

Bastonunu ileri attı. Tam ayağı da onu takip edecekti ki bir taĢa takılıp sendeledi ve yere düĢtü. ―Bir baston ancak efendisi kadar ayık oluyor sanırım.‖ diye söylendi ayağa kalkarken. Üzerindeki tozları temizledi ve bastonunu kavradı. Yoluna devam edecekti. Az kalmıĢtı. Yol boyunca gördüğü iĢaretler haritadakilere tıpatıp uyuyordu. Yol buydu. Sonunda Kayıp Rıhtım olan bir yol. Aylardır yolculuk ediyordu. Yorgunluktan ölmek üzereydi. Becerebildiği kadar avlanıyor, çalıyordu. Eğer yapamazsa ise aç yatıyordu. Güzel bir Ģarap içmeyeli bir ömür geçmiĢ gibi hissediyordu. Hedefine vardığında en az dört sene yataktan çıkmayacaktı. Sadece içecekti. Ġçip dertlerini unutacaktı. Onu kimse rahatsız etmezdi Rıhtım‘da. Halinden anlarlardı. Kendini kaybetmiĢ bir adamı, kayıp bir rıhtımın ahalisinden daha iyi kim anlayabilirdi ki zaten? Ġki gün boyunca kimse ile karĢılaĢmadan yürüdü yolunda. Bir atı veya eĢeği yoktu binecek. Yayan gidiyordu Rıhtım‘a. Ve bulutlu bir gecede Rıhtım‘a vardığını belirten ilk iĢareti gördü. Bir kayık. TaĢtan oyulmuĢ ve Ģekil verilmiĢ bir kayık. KonuĢtuğu kimse kayığının neden veya nasıl yapıldığını bilmiyordu. Ama görüĢüne göre Rıhtım‘ı bilen herkes bu kayığı da biliyordu. Çok çok yaĢlı bir adam bir keresinde ona, Ģu an içinde durduğu toprakların eskiden suyla kaplı olduğunu söylemiĢti. Adamın anlattığına göre en az üç bin sene önce büyük bir deprem olmuĢ ve deniz geriye çekilmiĢ, kara yukarı yükselmiĢti. Bu gerçek olabilecek bir hikâye idi ama gene de taĢtan bir kayığın neden burada olduğunu açıklamıyordu. Kayıklar tahtadan olurdu, zamanla tahta taĢa dönüĢecek değildi ya? Büyük bir heyecan hissetse de ifadesiz bir yüz ile kayığın yanından geçti ve tepeyi tırmandı. Karn Aduamin. Rıhtım‘a giren insanların yürüdüğü ilk yol. Yolcuların Rıhtım‘ı gördüğü ilk tepe. Zorlu bir tırmanıĢ değildi zira taĢtan yol hâlâ yerli yerindeydi. Ġster istemez Rıhtım sakinlerinin hâlâ bu yolu kullan-


dığını ve zaman zaman tamir ettiklerini düĢündü. Bastonunu artık havaya kaldırmıyor sadece sürüklüyordu. Yorgunluğunu hissedemeyecek kadar heyecanlıydı. Kayıp Rıhtım‘ı görecekti. Büyük efsaneyi. Herkesin görmek istediği yeri. Ve sonunda tepeye çıktığında baĢını kaldırdı ve Gizem Kulesi‘ni gördü. KararmıĢtı. Rıhtım‘ın önemli insanlarının bulunduğu kule artık terk edilmiĢ gibi görünüyordu. Rıhtım‘ın kendisi de öyle. Yani en azından geri kalanı. Yer yer ayakta kalan binalar vardı. Ama çoğunlukla çökmüĢ ve bazıları yanmıĢtı. Hiçbir yaĢam belirtisi yoktu etrafta. Toprak siyah ve verimsiz görünüyordu. Deniz hastalıklıydı. Tek bir gemi, hatta bir kayık bile yoktu büyüleyici DüĢler Limanında. Kayıp Rıhtım. O kadar kayıp ki artık yok. Gözünden gelen yaĢlarla tepeden aĢağı doğru inmeye baĢladı. Bütün emekleri boĢa gitmiĢti. Bütün hayalleri. Efsanevi Kayıp Rıhtım sadece tahtalardan ve küllerden ibaretti. Gizem Kulesi‘ne girmeye cesareti yoktu. Bu yüzden ayakta kalan en büyük yapılardan birine gitti. Yolgeçen Hanı. Duyduğu bütün hikâyelerde burası geçiyordu. Ne kadar renkli, ne kadar eğlenceli bir yer olduğu. Tadabileceğin en iyi biraya sahip olduğu. Eh, artık değil sanırım. Artık sadece yarısı yanmıĢ köhne bir binaydı burası. Kapısına geldiğinde baĢını kaldırdı ve sundurmaya kazınmıĢ yazıyı okudu: ―Hiçbir Ģey sonsuza kadar sürmez. Kaybolan ve el değmeyecek olanlar bile.‖ - SON -

49


İSYAN HAZAL ÇAMUR FIRTINAKIRAN

50

Gökyüzünün zehir kustuğu gece vakti kıyıya vurdu bir avuç yolcu. ParçalanmıĢ bir geminin enkazıyla kan revan içinde yatıyorlardı. Kulakları sağır eden fırtına, uğursuz sohbetlerinin ardı arkası gelmez bir biçimde konuĢuyor ve tiz çığlıklarıyla kahkahalar atarak gülüyordu. Dalgalarsa onları sularıyla yalıyor ve yaralarına kelimenin tam anlamıyla tuz basıyordu. ġimĢeklerin öfkeli kaĢlarını çattığı her an çakan ıĢıklar altında, kaderin sergilediği kötü bir sahne Ģovunun trajik baĢkahramanları böylece bir görünüp bir kayboldu. ―Kıpırdama.‖ Bir erkek sesi, yerde baĢarısızca kendini kaldırmaya çalıĢan kadının tepesinden bakarak konuĢtu. Boylu boyunca yatmıĢ kadının bacağında derin bir yara vardı. Tuzlu suyun her temasıyla yara giderek daha da korkunç bir hal alıyordu.


Kadın yattığı yerden diğerlerine göz gezdirdi. Birkaçı zorlukla ayağa kalkmıĢtı, ama çoğu onun gibi yerde uzanmaya devam ediyordu. Daha fazla dayanamadı ve gözlerini yumdu. Acıyla sıktığı diĢleri arasından zorlukla soluyordu. Derin kesikteki acı, tıpkı önünde uzanan denizin hırçın dalgaları gibi vücudunda dalga dalga yayılıyordu. O bunlarla meĢgulken baĢında duran kiĢi eğilmiĢ ve çoktan bir büyüyle yarayı hissizleĢtirmeye baĢlamıĢtı bile. Az sonra uzun ve kıvrık bir iğne hissizleĢmiĢ deriden geçerek yarayı büzmeye baĢlayacaktı. ―Sana bunun için borçlu olur muyum?‖ dedi kadın acı dolu, baĢarısız bir gülümsemeyle. ―KardeĢim olman bu gerçeği değiĢtirmez.‖ diye karĢılık verdi yarayı dikmekte olan, gizlediği bir tebessümle. ―Neden ĢaĢırmadım ki? Büyücüler…‖ dedi kadın yalandan bir sitemle. Büyücü ayağa kalktı ve kalkması için yerdeki kadına elini uzattı. Kadın uzatılan eli var gücüyle kavrarken kardeĢinin gözleri etrafı tarıyordu. ―O değil de, tüm bu uğursuz havaya bakacak olursak geldik diyebilirim.‖ Sahil, genç sevgililerin aĢklarını yaĢadıkları o kum dolu mahremiyetinden çok uzak bir yapıya sahipti. Kumlar, üzerlerinde bir Ģeyler yakılmıĢ gibi is izleriyle doluydu ve gece göğünün altında, fırtına ve ĢimĢeklerin eĢliğinde haĢince savruluyordu. Bu esnada dalgalar dingin bir ninni söylemek yerine yörenin halkının durumuna uygun biçimde- korkunun alaylı bir temposunu tutuyordu. ĠĢte tüm bunların arasında, fırtınayla savrulan saçlar, uçuĢan cübbeler, takırdayan zırhlarla kapana kısılmıĢ bir avuç yolcu birbirlerine sokularak destek bulmaya çalıĢıyordu. Onlarınki tarihin en sıra dıĢı ekibiydi, Ģüphesiz. Devrik krallar, gururu kırılmıĢ asiller, çılgın büyücüler, sürgün Ģövalyeler, tanrısından Ģüphe eden ruhbanlar, ödülü lanete dönüĢenler, dıĢlanmıĢlar… Bu sıra dıĢı ve her biri kendi karanlık geçmiĢine sahip kazazedelerin oluĢturduğu uğursuzluk takımı, Ģimdi de kahraman olmaya çalıĢacaktı besbelli. Ya da sadece görünen mi bundan ibaretti? Arkasında yatan her ne olursa olsun az sonra karĢılarına dikilecek olan gerçek, kaçamadıkları karanlık geçmiĢleri gibi, bir kez daha yakalarına yapıĢmaya hazırlanıyordu. ġahsi arzular ve amaçlar ne olursa olsun, Kayıp Rıhtım‘ın kara yazgısından kaçamazlardı. Ne gariptir ki onlar da kaçmaya değil, üzerine yürümeye gelmiĢlerdi. DiĢe diĢ, göze göz.

51


“Geldiniz.” dedi uzaklardan gelen, soluk ve bitkin bir ses. O kadar ani bir biçimde duyulmuĢtu ki hepsi olduğu yerde sıçradı. Fırtınanın bile sesini bastıran o dingin fakat yankılı sesi ansızın duymak, daha yeni ölümden dönmüĢ bu grup için pek de hoĢ bir Ģey olmamıĢtı. Bunun üzerine herkes etrafına bakındı ancak kimseyi göremediler. “Artık kara yazgımızın değişme vakti geldi.” dedi umutsuzluğun pençesinde bir güneĢin doğmaya baĢladığı solgun ses. ―Tamam, bu kadarı yeter!‖ Cüce Mit ayağını yere vurarak korkusunu gizlemeye çalıĢtı. ―Önce her ağaca kendi garip lisanlarını tüküren goblinler, daha sonra tek bildikleri Ģeyi kılıçlarına geçirip üzerimize bodoslama saldıran troller ve Ģimdi de gaipten gelen sesler! Bunun için yeterince yaĢlıyım, pöh!‖ Ardından etrafındakilere göz gezdirdi, ―RıhtımmıĢ! Çizmelerin Rıhtım‘ı! Sizi bilmem ama ben burada göremediğim Ģeylerle piĢpirik oynayacak değilim!‖ sözlerinin tamamlarken kollarını göğsünde kavuĢturdu ve atalarının sakallarıyla ilgili bir Ģeyler geveledi. 52

“Sevgili Kral Mit, lütfen sözlerime siz de kulak verin. Çağrıma cevap verip buraya kadar gelmişken bizi şimdi terk edemezsiniz!” haykırdığı görünmez sözlerinde ıstırabın gözyaĢları vardı. Cücenin bu sözleri onu korkutmuĢtu. Yeniden aynı iĢkenceye terk edilmekten korkuyordu. Cüce yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bu yaslı sesi üzmek istememiĢti doğrusu. ―Elbette yardım edeceğiz yahu! Bir cüce, hele de benim gibi bir kral asla savaĢtan kaçmaz!‖ dedi baltasını zevkle savururken. ―Eski kral.‖ diye düzeltti arkalardan biri, iğneli bir sesle. Mit cevap vermedi, surat asmakla yetinmiĢti. ―Bize neden kendini göstermiyorsun?‖ dedi genç bir kadının etkili sesi kalabalığı yarıp geçerek. Büyücü cübbesinin üzerine dökülen koyu renk, iri dalgalı saçlarıyla oldukça gizemliydi. Ancak dikkatli bakan gözler o gür saçların arasından çıkan hafif sivri, yarı-elf kulakları görebilirdi. “Çünkü size gösterebileceğim bir bedenim yok…” Bu sözler üzerine ekip içerisinde bir uğultu gezinmeye baĢladı.


―Nasıl yani!‖ diye hayret ve öfkenin karıĢımı bir kadın sesi öne atıldı. “Tam olarak dediğim gibi. Size gösterebileceğim bir bedenim yok. Hatta bir siluet olarak bile görünemem size. İşte bu yüzden buradasınız. Çağlar boyunca dünyanın kalbi olmuş kadim Kayıp Rıhtım‟ın, efsanelerin doğduğu ve kahramanların cesurca öldüğü bu toprakların kendi halkına yaptığı bu. Biz artık eskiden Magicalbronze olarak bilinen adil hükümdarımız ve sevgili liderimizin pençesinde bir oyuncak, onun türlü kötülülerinin tek hedefiyiz.” Sözlerini ıslak gözyaĢları gölgelemiĢti. Kimse göremese de akan gözyaĢının tuzlu dokunuĢu hepsinin yüzüne iĢliyordu. ―Size bunu o mu yaptı?‖ söylenenleri inanmayı reddeden Darly Opus önündekileri iterek öne çıkmıĢtı. ―Ama buna imkan yok, bu bir iftira! Magicalbronze Rıhtım ilk kurulduğundan beri orayı yöneten ve adaletiyle kitlelere örnek olmuĢ biridir ve sırf bu yüzden her yıl binlerce kiĢinin Kayıp Rıhtım‘a göç eder.‖ Cümlelerini öyle bir aklıbaĢındalıkla söylemiĢti ki herkes bir an dönüp ona baktı. O çılgın tavırlarından eser yoktu bu itirazlarda. Ama yine de, dikkatli gözlerin de görebileceği gibi, gözbebeklerine oturmuĢ delice kahkahalar orada yanıp sönüyordu. ―Neden ĢaĢırıyorsunuz? YozlaĢmak salgın bir hastalık gibi dünyanın her cephesini sarıyorken Kayıp Rıhtım‘ı es geçmesini nasıl bekleyebilirdik?‖ YozlaĢma kelimesini telaffuz etmesi ile sesinde bir kırgınlık oluĢan, Tanrı‘nın yüce paladinlerinden Berre‘nin sözleri hiç Ģüphesiz gerçeğin yansımasıydı. YozlaĢma, kötülük, bağnazlık ve iktidar hırsı insanlığın kalbine ekilen kara bir tohumken, kutsal ve bunca zaman dokunulmamıĢ Kayıp Rıhtım‘ın bundan uzak kalacağını nasıl düĢünebilirlerdi? “Magicalbronze demek bile şu durumda çok yanlış. O artık eski hükümdarımız değil, bizi koruyup kollayan kişi hiç değil. Halkını kendi hırsı ve arzuları doğrultusunda köleleştirdi ve artık kendine Darkbronze diyor…” sözleri yeni bir hüzün dalgasıyla son buldu. ―Darkbronze… Pekala bu yaptığı iĢlere uyan bir isim olmuĢ. Yine de buraya gelirken karĢımızdakinin Magical, yani Darkbronze olacağını hiç düĢünmemiĢtim. Ama bunun bir önemi yok. Sadede gelecek olursak, bizden bu yozlaĢmıĢ kralı devirmemizi mi istiyorsun?‖ “Evet.” dedi ses ve öz bir biçimde.

53


Herkes sessizliğe bürünmüĢ, birinin öne çıkmasını beklerken sessizliği yırtan Malkavian‘ın itirazı oldu. ―Yeter! Ne bu Kayıp Rıhtım ne de Darkbronze‘un yaptıkları umurumda! Benim amacım savaĢmak değil. Sadece biricik karımı, hayatımın tek aĢkını bulup gitmek istiyorum! Onun burada olduğundan bile emin değilim! Bu ucubeler sirkine nasıl katıldığımı bile hatırlamıyorum! Önüme çıkan her umut ipliğine tutundum ve buraya kadar sürüklendim! Ama burada son noktayı koyuyorum!‖ ―Ucubeler sirki?‖ Tek kaĢını kaldırmıĢ olan Madcap‘in sesinde alaylı bir ĢaĢkınlık vardı. Malkavian bu harekete, uzayan köpek diĢleriyle cevap verdi. Koyu renk gözleri kedimsi bir sarılığa dönüĢürken vampir diĢleri tehditkârca ortaya çıkmıĢtı.

54

“Lord Malkavian, şu anda öyle bir durumda bulunuyoruz ki eşinizin Kayıp Rıhtım‟da olması çok muhtemel. Çünkü dünyanın her yanından pek çok kadın her gün kayboluyor ve garip bir biçimde Rıhtım‟da ortaya çıkıyor. Birileri ya da bir şey tüm kadınları kendi egemenliği altına topluyor. Bunun Darkbronze olduğunu söyleyemiyoruz, çünkü şatosunda böyle bir ize rastlanmadı. Yine de durum ne olursa olsun onunla bir bağlantısı olduğuna inanıyoruz.” Malkavian bu sözler üzerine eski haline döndü. Çaresizce ellerini yüzüne kapattı ve sessizce eĢine seslendi: ―Seveal, nerdesin…‖ “Size söyleyebileceklerim bu kadar. Artık son enerji kırıntılarımı da harcamış oldum. Bundan sonrası sizlerin seçimleriyle şekillenecek. Bu arada bizler, Kayıp Rıhtım‟ın Kayıp Ruhları, yaşarken bir şey fark ettik. Ne olduğunu size direk söyleyemem. Darkbronze‟un güçlü büyüleri buna engel oluyor. Dillerimiz onun mührü ile damgalandı. O yüzden size diyorum ki, kötülüğü duvarın arkasında arayın.” Bu sözler üzerine bedensiz ses kayboldu. Bir süre yeniden konuĢup konuĢmayacağını görmek için beklediler ama daha sonra gittiğinden tamamıyla emin oldular. Tüm ekip yeniden sessizliğe bürünmüĢtü. ġimdi her biri canı sıkkın bir biçimde diğerinin konuĢmasını bekliyordu. Kimse ilk sözü söyleyen olmak istemiyordu. Hatta kimse Kayıp Rıhtım‘ın derinliklerine doğru ilerlemek de istemiyordu. Söylentileri duymuĢlardı ve hiçbiri orada olmak için can atmıyordu. Yine de, baĢka çareleri de yoktu.


―Eh, ilerlemeye baĢlasak iyi olacak.‖ dedi Fırtınakıran, sabırsız bir tonda. ―Bizler kahraman değiliz. Olamayız da.‖ Kutsanma ve lanetin en büyüğünü üzerinde taĢıyan maceracı Marius böyle dedi. Onun gibi tehlikeden kaçmayan biri bile-ki bunun bedelini de her defasında öderdi- ilerlemek konusunda tereddütlüydü. ―Buraya kahraman olmaya gelmedik. Herkesin kendi amacı belli ve kimse birbirini bu konuda sorgulamıyor. Kahraman olmak, eğer gerçekten olabileceğimiz Ģey buysa, ancak ikincil bir amaç olabilir. Ama siz bilirsiniz, ben gidiyorum. Hiç kimseyi durup bekleyerek amacımdan sapacak değilim.‖ Sonra birkaç adım atıp arkasına baktı. Kollarını kavuĢturmuĢ bir biçimde gidiĢini izleyen ikiziyle göz göze gelerek, ‖ Gelmiyor musun?‖ dedi. Madcap hiçbir Ģey söylemeden kardeĢinin yanına yürüdü. Onun yanına geldiğindeyse kimsenin duymayacağından emin olduğu bir sesle konuĢtu: ―Eğer Ģu Darkbronze‘u devirebilirsek nelere kavuĢacağımızı tahmin bile edemezsin.‖ ―Nasıl yani?‖ ―Halk bizi bir kahraman ilan eder ve Darkbronze‘un yaptıklarını kolay kolay unutmaz. Yeni bir lidere ihtiyaç duyarlar.‖ ―Ve?‖ ―Ve böylece yeni bir lidere, hatta belki liderlere kavuĢurlar.‖ Sözlerini bitirirken yüzünde oluĢan gülümsemede tatmin olmuĢ bir duruĢ vardı. ―Ama biz buralara yabancıyız. Muhtemelen kendilerinden olan birini isterler.‖ ―Biz de güvenlerini kazanırız.‖ Fırtınakıran bir an durup kısık, sorgulayan gözlerle kardeĢine baktı. ―Tahtı kendine istiyorsun.‖ ―Hayır, o tahtın yanında ikinci bir taht da olacak.‖

55


Madcap tam sözlerini tamamlamıĢtı ki arkadan bir cücenin gümbür gümbür sesi duyuldu. ―Hey siz, çift yumurtalar! Bizi böyle arkanızda bırakıp gidemezsiniz. Biz de geliyoruz!‖ ―Ne! Sana adımıza karar verebileceğini kim söyledi?‖ O ana kadar suskun olan ve genelde de böyle bir ruha sahip, KoyuBeyaz adlı ruhban cücenin bu hareketine daha fazla dayanamamıĢtı. ―He heyt! Orda dur bakalım ruhban efendi! Ben ki koca bir krallığı yönetmiĢ Kral Mit‘im, bir avuç çapulcuya mı liderlik edemeyeceğim?‖ Bu sözler üzerine Helen, ya da hak ederek kazandığı unvanıyla Black Helen, ellerini beline koyarak duruma isyan etti. ―Harika! Önce ucubeler sirki Ģimdi de çapulcular. En sonunda da Rıhtım Kahramanları yerine Rıhtım Çöpçüleri olacağız anlaĢılan.‖ dedi ve önüne gelen gür saçlarını yarı-elf kulaklarının arkasına doğru itti. 56

Paladin Berre ise bu sözler üzerine kahkahalarını bastırmak için ellerini ağzına kapattı ve zoraki bir ciddiyetle, gülmemeye çalıĢarak söze girdi. ―Burada kaybettiğimiz her saniye bize büyük bir zarar olarak geri dönüyor. Bence tartıĢarak vakit kaybetmeyelim. Nasıl olsa yolda tartıĢacak bol vaktimiz olacak.‖ Sonra kimseyi beklemeden ileride durmuĢ, eğlenerek onları izleyen ikizlerin yanına yürüdü. Yanlarına geldiğinde Fırtınakıran‘a doğru döndü ve: ―Ablacım, ilerlemeye hazır mıyız?‖ dedi. Fırtınakıran, yüzünde memnun bir sırıtıĢ ile cevapladı, ―Kesinlikle.‖ Böyle baĢladı macera ve böyle ilerlediler karanlığın kalbine doğru. Bir çağrıyla kaderleri kesiĢmiĢ, geçmiĢinden kaçan dokuz kiĢi, Kayıp Rıhtım‘ın makûs talihini yenmek amacıyla yolları arĢınlamaya baĢladı. Ama her Ģeyden önce, bedensiz sesin dediği o duvarın arkasını görebilmek için birbirlerini tanımalı ve güvenmeliydiler. Tekinsiz bir deniz yolculuğuyla hiçbir Ģeye baĢlangıç yapmamıĢlardı. Birbirlerine dair tek bildikleriyse hepsinin çok detaya girmeden bahsettiği bazı ―tatsız‖ olaylardı. Ama onlar ki dokuz uç kiĢi-


lik, dokuz karanlık nokta ve kaderinin bir cilvesiyle gönülsüz kahraman olacak olanlar, kaçacak hiçbir yerleri yoktu. Bu nedenle ya iĢbirliği yapacaklardı ya da Kayıp Rıhtım‘ın kararmıĢ dokusunda trajik bir motif olmaya mahkûm olacaklardı. Yürüdükleri yollar ne ayın ne de yıldızların ıĢığını kabul ediyordu. Solgun ıĢıklar tepelerinde süzülüyor ama patikaya kesinlikle değmiyordu. Black Helen‘ın ve Madcap‘in avuçlarında tuttuğu büyülü ıĢıklar olmasa zifiri karanlıkta kalacaklardı. Yine de bu avuca sığan ıĢıkların varlığı, etraflarındaki ağaçların çarpık gövdelerine korkunç gölgeler düĢürerek hepsini paniğe doğru sürüklüyordu. Her köĢeyi dönüĢlerinde karĢılarına çıkan bükülmüĢ ağaçların soluk ıĢıklarla aydınlanmıĢ tuhaf siluetleri onları korkunun pençesine doğru itiyordu. Hepsinin sessizliğiyse buna karĢı koymalarına engel oluyordu. Biri bir Ģey söylese hepsi minnettar olacak ve bu sessizliği yırtıp atmak için çaba göstereceklerdi, ancak kimse ilk konuĢan olmak istemiyordu. Ama aralarından biri kendinde bu cesareti buldu ve konuĢtuk. ―Eee, hep böyle sessiz mi kalacağız? Aslında burası bana birkaç sene önceki maceramı hatırlattı. Yine böyle bir ormandaydım…‖ Marius bir anda sözlerini yarıda kesti, kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. ―Neyse öyle iĢte.‖ 57

Oysa herkes konuĢtuğu için minnettardı ve daha fazlasını duymak için can atıyordu. ―Orda ne olmuĢtu?‖ Darly Opus‘un delilik dolu sesi karanlığın içinde neĢeyle çınlamıĢtı. ―ĠĢte yine böyle bir ormandayken, sanırım kayıp bir hazineyi arıyordum, yok yok o ondan sonraki yıldı, o ara çağ öncesi bir ork kabilesinin kutsal baltasını arıyordum, her neyse dediğim gibi böyle bir ormandayken birden bir ses duyar gibi oldum! Ama sonra bunun hayal gücümün bir sonucu olduğunu düĢünüp yola devam ettim. Etrafımdan gelen sesler giderek artıyordu ve ben tek baĢıma ilerliyordum. Öyle eski bir yerde kim olabilirdi ki?‖ ―Peki seslerin kaynağı neymiĢ?‖ Darly Opus iyice meraklanmıĢtı. Soruyu sorarken ellerini çılgın bir biçimde ovuĢturuyordu. Sessizce dinlemelerine rağmen diğerleri de onun kadar merak etmiĢti ve hepsi korkularını bir kenara bırakıp kafalarını baĢka bir Ģeye vermeye hazırdı. ―ġey, yani orada halen daha orklar olabileceğini düĢünmemiĢtim. Ufak bir hesaplama hatası. Meğer o baltayı yüzyıllardır koruyor olmasınlar mı? Üze-


rime birkaç savaĢçı ve bir Ģaman ile saldırdılar. Hızlı koĢtuğumu söylemiĢ miydim? Neyse, eğer bir maceracıysanız her atlatılan olayla birlikte hızınız iki katına çıkıyor. Mesleğimde hızlı koĢmak Ģart. Nerede kalmıĢtım? Ah evet, peĢime düĢmeleriyle benim de koĢmaya baĢlamam bir oldu. ĠĢte ben kaçıyor, onlar kovalıyorken bir anda o karanlık ormanın gündüz vakti gibi aydınlandığını fark ettim. Arkamdan fırlatılan ateĢ topunun nasıl farkına varabilirdim?‖ ―Sonra?‖ dedi devamını iyice merak eden KoyuBeyaz. ―Koca bir ateĢ topundan nasıl kaçtın?‖ ―Kaçamadım… Eee aslında orda öldüm. Ama bildiğiniz gibi tekrar dirilebildiğim için birkaç saat sonra yeniden canlandım. Orklar beni orada bırakıp gitmiĢti. Ama Ģöyle bir sorun vardı, eee, ateĢ topu yüzünden birkaç ay oturamadım.‖ Bu söz üzerine tüm grup öyle bir kahkaha patlatmıĢtı ki karanlık ormanda gizlenmiĢ olan kargalar bet sesleriyle inleyerek uçup gittiler. Bu manzara üzerine herkes bir tehlikenin geldiğini sanıp silahlarına sarıldıysa da sonradan suçlunun kendileri olduğunu fark edip kendilerine çeki düzen verdiler. 58

―Ölüp ölüp dirilmek çok ilginç bir özellik. Söylesene bu gücü nasıl kazandın?‖ Soruyu soran Darly Opus olmuĢtu. AnlaĢılan onun deli cesareti dıĢında bu sessizliği bozabilecek olan yoktu. ―Bu bir lanet.‖ dedi Marius, kendisinden beklenmeyen bir hüzünle. Büyülü ıĢıkların yansıttığı hüznü gören diğerleri bakıĢlarını baĢka tarafa çevirdi. Hepsi kendi lanetinin kurbanıydı ne de olsa. Yine de aralarından biri bunları aĢmaya can atıyordu. ―Burada herkes kendi lanetinin esiri. Anlatırsan ne kaybedersin?‖ Fırtınakıran omzunun üzerinden geriye doğru bakarak söylemiĢti bu sözleri. Bu sözler üzerine herkes huzursuzca kıpırdandı. Birinin anlatmaya baĢlaması demek sıranın diğerlerine geçeceğini gösterirdi. Marius omuzlarını silkti ve anlatmaya baĢladı. Eninde sonunda konu buraya gelecekti nasıl olsa. ―Bir maceracı olarak büyük baĢarılar elde etmiĢ biriydim. Pek çok hazineyi bulmuĢ ve bir o kadar da kutsal mabedi kirletmiĢtim. Eh, olaya ben böyle bakmıyorum ama birilerinin bunu bu Ģekilde gördüğünü bilemezdim. Sonuç-


ta benim için hepsi eski ve tozlu yerlerdi. Ġçlerindeki değerli Ģeyler dıĢında pek de ilgimi çekmiyorlardı. Ölümsüzlük Pınarları‘nı duydunuz mu bilmem ama ben duyduğumda hayatımı adayacak bir Ģeyi de bulmuĢ oldum. Böylece beĢ yılımı onu arayarak geçirdim. Sonuçta bir maceracı olarak pek çok kez ölümle burun buruna gelmiĢtim ve ölmek benim için en korkulacak Ģeydi. Aradığımı bulduğumda asıl gerçeklerin baĢlayacağını bilemezdim. Meğer o ‗kirlettiğimi‘ iddia ettikleri kutsal yerler için bana kızgın pek çok yaslı ruh varmıĢ. Ölümsüzlük Pınarları‘ndan aldığım ilk yudumla ölümsüzlüğü damarlarımda hissettim. Ah, eĢsiz bir duygudur. Ama ilk yudumla beraber karĢıma dikilen onca cesedi beklemiyordum. Hepsi iĢlediğim günahları yüzüme vurdu ve onları ebedi istirahatlarından uyandırdığım için beni lanetleyeceklerini söylediler. Ölüp huzur bulamayacaktım. Böylece ölümsüz oldum ama bunun karĢılığı olarak da bir laneti peĢime taktılar. Artık sürekli ölecektim ama hiçbiri gerçek ölüm olmayacaktı. Ömrümün sonuna kadar türlü ölümlerle ölüp, öldüğüm gibi dirilecektim de.‖ Son cümlelerini geçiĢtirir gibi bir sesle söylemiĢti. Konu üzerinde fazla durmak istemediği belliydi. Sonra ellerini cebine sokarak hepsinin yüzüne tek tek baktı. ―Ben kendi hikâyemi anlattım, sıra sizde.‖ Herkes sırasını savmak için bahaneler düĢünmeye baĢlamıĢken Mit adlı cüce elini baltasının sapına koyarak söze girdi. ―Ben eskiden bir kraldım.‖ Bu sözler üzerine her birinin gözlerinin içine baktı tek tek. Ne kadar da genç ve her Ģeyden bihaberdiler. Onun yüzyıllık yaĢında gördüklerinin yarısını bile görmemiĢti. Her biriyle ağız dalaĢına girmekten keyif alsa da içten içe hepsini bir baba Ģefkati ile sahipleniyordu. Aralarında en yaĢlı ve tecrübeli olarak kendini hepsinden sorumlu sayıyordu. ―Siz doğmadan önce…‖ tam bu sözleri söylerken Malkavian keyifli bir gülümsemeyle araya girdi, ―Ben doğmuĢumdur muhtemelen.‖ dedi. Cüce Mit bu söze gümbür gümbür bir kahkahayla karĢılık verdi ve devam etti.

59


―Malkavian hariç diğerleriniz doğmadan önce, Ģimdi adı tarihin tozlu sayfalarında bile geçmeyen bir cüce krallığının kralıydım. Adına Mitbardin dedikleri bu ülke tüm zamanların gördüğü en büyük cüce krallığıydı.‖ Malkavian tekrar söze girdi: ―Ah evet, oradaki iĢçiliği bugünün cücelerinde bulamazsınız.‖ dedi baĢını iki yana sallayarak. ―Bu doğru.‖ dedi Mit hınçla. ―ġimdiki kralların hepsi tüyleri yeni bitmiĢ birer zibidi! Kalıbımı basarım o sakalları bile gerçek değil onların, peh! Ehem, neyse ben devam edeyim. Mitbardin‘in kralı olan ben, halkımın bu yeteneğini ve en iyisi olmalarının bir gün baĢımıza bela olacağını tahmin ediyordum. Diğer cüce krallıkları bize karĢı giderek büyüyen bir nefretle yaklaĢmaya baĢlamıĢlardı.‖ Bu noktada gözlerine biriken yaĢları sildi ve devam etti, ―Bize bir kazık atacaklarını nereden bilebilirdim? Halkıma karĢı biriktirdikleri öfkenin farkındaydım ancak bu kadar ileri gidebileceklerini düĢünmemiĢtim. Ne olursa olsun hepimiz kuzendik. Her cüce krallığı birbirinin akrabasıydı!‖ elini sertçe en yakındaki ağacın gövdesine indirdi ve ağaç çatırdadı. 60

―Ama ben fazla iyi niyetliydim; onlarsa yoldan çıkmıĢtı. AnlaĢmaya vardıkları birkaç insan ulusu ile tepemize çöktüklerinde, bize daha önceden söyledikleri sözde bir toplantı için hazırlık yapıyorduk. Onları suçlayamam, söz verdikleri saatte ordaydılar. Tabii koca bir ordu ve ek insan kuvvetleriyle birlikte. Sonuç olarak, tarihin en büyük yıkımlarından birini yaĢadık. YaklaĢık 50 senemi esir olarak geçirdim ve ne zaman ki artık bir zarar veremeyeceğimi anladılar, iĢte o zaman serbest kaldım. Ama ne esir düĢmem ne de serbest kalmam bir çözüm getirmiyor. Benim halkım, altın çağında yok edildi. Onurlu, yüce gönüllü ve en önemlisi merhametli kadim bir halktı. Ve Ģimdi ben, onların devrik kralıyım…‖ Son sözleriyle tüm bu zaman boyunca hırsla sıktığı balta sapını bırakmıĢtı. BaĢını öne eğmiĢ, omuzlarıysa düĢmüĢtü. Onun bu hazin hikâyesinden ötürü herkesi bir huzursuzluk kaplamıĢtı. Ama aralarından bazılarını cesaretlendirmiĢti de. Nitekim Berre adlı paladin kendi öyküsünü anlatmak için söze baĢladı. ―Benim hikâyem sizinki gibi kitlelere mal olmuĢ bir Ģey değil, hatta değersiz bile. Ancak kuzenlerinizin aynı hırsı ve davranıĢının bir benzerini ben Ģu tek kiĢilik hayatımda yaĢadım.


Bir paladin olmak için çok genç yaĢta kabul edilmiĢtim. Tek amacım, Tanrı‘mın yolunda iyiliği yüceltmek ve masumlara zulüm edenlerin tepesine bir kâbus gibi çökmekti. Ancak benim genç yaĢta kabulümün ve tarihteki en genç paladin oluĢumun birilerini rahatsız edebileceğini düĢünememiĢtim. Hepimiz bir bütünün parçasıydık bana göre ve ben kimsenin bana bir oyun oynayabileceğini akıl edememiĢtim. Paladinliğimin baĢlarında giderek Tanrımızın gözdesi haline gelmem ve aldığım sayısız baĢarıyla bu durum diğerleri için daha da rahatsız edici olmaya baĢlamıĢtı. Ne zaman ki Tanrımızın seçilmiĢinin açıklanacağı gün geldi iĢte benim sonum da o kara günde Ģekillendi. Ne olduğunu bile anlamadan, kutsallığımıza ve Tanrımıza çeĢitli küfürler savurduğumu iddia eden pek çok yalan delillerle önce paladinlikten atıldım sonra da Tanrımızın öfkesinden ötürü paladinliğe geri alınıp dünyanın öbür ucuna ‗göreve‘ gönderildim. Ama ben dâhil herkes bunun bir sürgün olduğunu biliyordu…‖ Artık kaçıĢ yoktu. Karanlık ormandaki patikanın sonuna gelmeye baĢlamıĢlardı. Karanlık aynı oranda ilerliyor olsa da içlerindeki korku yerini yavaĢ yavaĢ güvene bırakıyordu. Her konuĢan karanlığı biraz daha dağıtıyor ve yüreklere gelecekte oluĢacak olan bir beraberliğin yeni tohumlarını ekiyordu. Yolun sonu görünmeye baĢladığında Malkavian söze baĢlamıĢtı bile. ―Hepinizden farklı olarak ne sizin diyarlarınıza ne de sizin ırkınıza aidim. Bir vampir lordu olarak, Ģatomda geçirdiğim yalnız yıllardan sonra bulduğum gerçek aĢkımı kara bir günde kaybettim. O gün bugündür de onu arıyorum. Ne kadar zamandır bu iĢin peĢindeyim onu da bilmiyorum. Artık zaman kavramımı yitirdim. Bir vampir olarak geçirdiğim uzun ve yalnız yıllarıma derman olan sevgilimin kaybı benim de sonsuz ömrüme bir darbe indirmiĢ oldu. Oysa o ıssız Ģatomuzda öyle mutluyduk ki…‖ ―Sence o burada mı?‖ dedi Black Helen. Malkavian‘ın hikâyesi ilgisini çekmiĢti. ―Bilmiyorum. Ne zaman onu bulacağımı hissetsem hep eli boĢ döndüm. Bu nedenle artık umutlarımı kenara bıraktım. Onu gördüğüm gün bulduğuma inanacağım.‖ Black Helen gözlerini yere dikti. ―En azından onu merak eden biri var. Bazen merak ediyorum acaba beni de merak ediyorlar mıdır?‖

61


Bu sözler üzerine herkes dönüp ona bakmıĢtı. Helen onların bakıĢlarını görünce eski ciddi tavrına döndü ve anlatmaya baĢladı. ―Demek istediğim Ģu ki, evden kaçmıĢ biri olarak bazen beni arayıp aramadıklarını merak ediyorum hepsi bu.‖ ―Ġyi de neden evden kaçtın?‖ Marius bir hayli meraklanmıĢtı. ―Çünkü bir yarı-elf olmak göründüğünden çok daha zor. Her iki tarafça tamamen kabul edilmemek ve hiçbir zaman bir yere ait olamamak kolay Ģeyler değil. Gerçi bir büyücü olduktan sonra yalnızlığımda kendimi buldum diyebilirim. Ama bu hayatta tamamen güce eriĢmem için hem insanları hem de elfleri terk etmem gerekti. Ġki tarafla da uzun süre yaĢayamadım.‖ Marius ısrarcı sorularına devam ediyordu. ―Ya ailen?‖

62

―Bilmiyorum. Zaten onların beni arayıp aramadığını merak ediyorum ya. Muhtemelen arıyorlardır ama ne ben onlara geri dönebilirim ne de dönmem bir Ģeyleri değiĢtirir.‖ Tüm sözlerini aynı ciddi tonda söylemiĢti. Sesinde en ufak bir titreme dahi yoktu. DıĢarıdan bakan biri belki bu tavrı duygusuzca bulabilirdi, ancak ekibin geri kalanı hiç de öyle düĢünmedi. Aksine bir samimiyet ve dürüstlük gördüler bu sözlerde ve ona saygı duydular. O sırada Darly Opus çılgın bir kahkahayla Helen‘dan arta kalan sessizliği bozdu. ―Ġyi de neden ‗Black‘ Helen diyorlar sana?‖ Black Helen her zamanki ciddi ifadesini koruyarak cevapladı, ―Çünkü büyülerimin her biri bu unvanı bana katacak etkiler bırakmıĢtır.‖ Black Helen‘ın bu sözleriyle birden bir uğultu kopmuĢtu. Herkes kendi arasında bir Ģeyler söylüyordu. Ama o bunu umursamadı, böyle görülmeye alıĢıktı. Daha ileri gitmelerini bile bekliyordu. Ancak öyle olmadı. Uğultular çabuk kesildi. Helen her birine meydan okurca baktığımda orda alay ya da hor görü değil, kabullenmenin kendisini gördü. Bu beklediği bir Ģey değildi ancak onlar onu çoktan kabullenmiĢti bile.


―Eee, terapi seansımıza devam etmiyor muyuz?‖ dedi Darly Opus, yüzünde alaylı bir sırıtıĢla. ―Bu kadar hevesliysen sen neden bize nasıl delirdiğini anlatmıyorsun?‖ diye tersleyerek cevap verdi Fırtınakıran. ―Bir deli nasıl delirdiğini anlatabilir mi ablacık?‖ ―Ben de tam olarak bunu merak ediyorum.‖ dedi Fırtınakıran oldukça eğlenen bir tonda. ―Peki, seni mi kıracağım ablacık.‖ dedi göz kıparak ve o neĢeli görünüĢün altındaki acıyı gün yüzüne çıkardı. ―Eskiden ben de bir nevi kraldım. Pek çok diĢinin olduğu iki ülkenin yöneticilerinden biriydim. Ama bir gün hepsi delirdi. Bilirsiniz delilik bulaĢıcıdır. Ama onların deliliği bambaĢkaydı. Bir yandan Harry diye haykıranlar, diğer yanda Edward diye bağıranlara katılarak üzerime yürümüĢlerdi.‖ Ama sözleri yarıda kaldı. Kendi sohbetlerine o kadar dalmıĢlardı ki çoktan Ģehrin içine girdiklerinin farkına varmamıĢlardı bile. Ancak rüzgârın getirdiği mırıltılarla hepsi dikkat kesildi. Elleri silahlara, akıllar büyülere gitti. Bir süre tetikte bekledikten sonra karĢılarına bir Ģey çıkmadığını görünce yollarına temkinli bir edayla devam ettiler. ―Devam et.‖ dedi Fırtınakıran, gözünü bir an olsun etraftan ayırmadan. Darly Opus omuzlarını silkti ve ellerini cebine sokarak devam etti. Ama deliliğin yansıması olan gözleri fıldır fıldır etrafı tarıyordu. ―Sonrası malum. Onlara uzun zaman direndim. Ne olursa olsun iki taraf da benim halkım sayılırdı. Onları reddedemezdim. Ben de onları delilikleriyle kabul ettim ve üzerime yürüdükleri her defasında onlara kucak açtım. Ama onlar tatmin olmamıĢtı. Onlardan biri olmamı istiyordular. Buna tüm benliğimle karĢı koymuĢ olsam da beni esir edecekleri yıllar kapımdaydı. Ne yapabilirdim? Kaderimden kaçamazdım; delilik her yerdeydi. Beni tamamıyla ele geçirdikleri günden sonraki bir yıl boyunca onların iĢkencelerine maruz kaldım. Kulağıma Harry Potter‘ın ne kadar harika ve Edward‘ın aslında ne kadar yakıĢıklı olduğunu fısıldadılar. Alacakaranlık‘ın gelmiĢ geçmiĢ en iyi edebiyat eseri olduğunu dinleyerek bir sene iĢkence gördüm. Eh, sonunda da gördüğünüz hale geldim!‖ Son sözlerini büyük bir neĢeyle söylemiĢ ve

63


sanki bir Ģeyi sunarmıĢ gibi kollarını iki yana açarak haykırmıĢtı. Kendi hareketine keyifle güldü ve devam etti. ―Eee kırbaçlı Ģövalye, senin hikâyeni dinleyelim Ģimdi. Hem o kırbaç niye?‖ Ancak ne Fırtınakıran ne de bir baĢkası cevap verdi. Darly Opus‘un hikâyesi ile iyice ilerlemiĢlerdi. Ama artık etraflarındaki manzara dayanılacak gibi değildi. Tüm evlerin kapıları sıkıca kilitlenmiĢti ve arkalarında yaĢayan birilerinin olduğundan bile Ģüpheliydiler. Birkaç trol ellerine aldıkları bir kitabı birbirine övüyor, pek çok goblinse anlaĢılmaz bir lisanda bir Ģeyler haykırarak, karga gibi sesleriyle etrafta koĢturuyordu. Evlerin damları büyük ateĢ topları yemiĢ gibi çökmüĢ ve is kaplıydı. Bazılarının kapıları kırılmıĢ ya da bir menteĢesinden sarkar haldeydi. Esen rüzgâr bu tek menteĢenin tuttuğu kapıları acı dolu bir gıcırdamayla sallıyordu. Hemen ilerilerinde birkaç drow çoktan ölmüĢ bir Rıhtım sakininin üzerine oturmuĢ keyifle kâğıt oynamaktaydı. Sonra o kokuyu duydular. Çürümenin ve ölümün kokusunu…

64

Dokuz kiĢilik ekibin önünde uzanan karmaĢa henüz baĢlangıçtı. Birbirlerine daha da yaklaĢarak bu korkunç manzaranın ilk adımını geçmeye baĢladılar. Etraftaki troller ellerindeki kitapları bir yana fırlatmıĢ, uzun diĢlerini göstererek onlara hırlıyordu. Goblinler, o anlaĢılmaz lisanlarında dalga geçen bir Ģarkı tutturmuĢ onları aĢağılıyordu. Drowlarsa ellerini yavaĢça silahlarına götürmüĢlerdi. Aralarında bulunan tek diĢi, yılanbaĢlı kırbacını çekmiĢti bile. Ama buna karĢılık olarak Fırtınakıran‘ın da kendi kırbacını çekmesi üzerine bir süre bakıĢıp ikisi de kırbaçlarını yerine koymayı tercih etmiĢti. ġimdi çürüme ve ölüm kokusunun hâkim olduğu yere doğru ilerliyorlardı. Artık gece neredeyse bitmiĢ ve yerini yavaĢ yavaĢ gündüze bırakmaya baĢlamıĢtı. Ama doğacak güneĢ ne kadar görkemli olursa olsun, bu bir zamanların kutsal mabedine hiç umut getiremeyeceği açıktı. Fırtınakıran sessizliği bozmak için hafifçe öksürdü ve söze baĢladı: ―Ben eskiden…‖ bu esnada goblinler etraflarında o rahatsız edici, aĢağılayıcı Ģarkıyı söylemeye devam ediyorlardı. ―Ģövalyeydim.‖ ―Çok uzun yıllar Ģövalyelerin en sadık adamlarından biriydim. Yıllarca farklı yerlerde görev yapıp masumları korudum ve iyilik adına olduğuna inandığım hiçbir Ģeyi yapmaktan çekinmedim. Ama ġövalyelik yaptıklarımı fazla saldırganca bulmaya baĢlamıĢtı. Elbette arkasında yatan neden bu de-


ğildi. YavaĢ yavaĢ iyilik denilen Ģeyden uzaklaĢmaya, kendi çıkarları doğrultusunda kararlar almaya baĢlamıĢlardı. Bunun farkındaydım ve tüm benliğimle bu durumun tersini yapıyordum. Eh, haliyle onların çıkarlarıyla benim yaptıklarım çakıĢıyordu. Pek çok kez uyarılmama rağmen durmadım. Sürüldüm. Bu da bir çözüm olmadı. En son gittiğim yerde, sürgün yerimde, ġövalyelik‘ten üst düzey bir Ģövalyeyi öldürme noktasına gelince, atıldım.‖ Elini saçlarının arasında gezdirerek sıkıntısını dağıtmaya çalıĢtı. Sonra Darly Opus‘a bakarak devam etti: ―Kılıcımı da o zaman kaybettim. Kılıç, Ģövalyenin onurudur. Onu benden aldılar. Ben de o günden sonra hem ġövalyelik‘e lanet ettim hem de elimi bir daha kılıçlara sürmedim. ĠĢte, kırbacın nedeni bu. Hem Ģakladığında çıkardığı sesi seviyorum.‖ Yüzünde eğlenen bir ifadeyle tamamlamıĢtı sözlerini. Fırtınakıran sözlerini bitirdiğinde çürüme kokusunun geldiği yere ilk adımlarını da atmıĢ oldular. Etraf korkunçtu. DehĢet, sokaklarda oynayan çocuklar gibi her yerdeydi. Rıhtım sakinlerinin, üzerlerinde türlü deneyler yapılmıĢ çarpık bedenleri, ağızları açık bir halde, sanki yardım istiyormuĢ gibi duran yüzlerde de dehĢet eğlenerek onları izliyordu. Yuvaları boĢ gözleri kargalar didikliyor, evlerin olması gereken yerde birkaç duvar parçasından baĢka bir Ģey yoktu. Manzara dayanılmazdı. Ölü insanların çürümeye yüz tutmuĢ bedenleri her yerdeydi. Bir sel gibi gelen iğrenç koku ve herkesin kalbini parçalayan, sanki yardım istiyormuĢ gibi duran ölü bedenlerle yapayalnızdılar. Ama yolun sonuna da gelmiĢlerdi. Çünkü tüm bu dehĢetin az ilerisinde, karanlık varlığı ile yükselen Darkbronze‘un kulesi duruyordu. ―Ruhban, bir dua et de Ģu uğursuz havayı dağıt.‖ dedi cüce Mit, berbat bir ruh haliyle. ―Yapamam… Çünkü Tanrıçam beni dinlemez.‖ ―Nasıl yani?‖ dedi cüce hayretleri içinde. ―Eh, o zaman hikâyeyi anlatma sırası bende demek. Eskiden Tanrıçam‘ın en değerli rahiplerinden biriydim. Ettiğim her duaya anında yanıt gelir, gittiğim her yerde büyük bir mutlulukla karĢılanırdım. Benim geliĢim bereket ve umut demekti. Ta ki ben Tanrıçam‘dan Ģüphe duyana kadar… Son gittiğim ülkede gördüğüm sefalet beni o kadar ĢaĢırmıĢtı ki Tanrıçam‘a edeceğim duayı bile ĢaĢırmıĢtım. Kendimi toparladığımdaysa yanıt gelmedi. Bir gece bo-

65


yunca, uykusuz kalarak ona yakardım. En sonunda bana cevap verdiğinde, Ģu anda bunlarla ilgilenemeyeceğini geçiĢtirir bir tavırla ifade etti. ĠĢte o günden sonra hem Tanrıçam‘dan hem de onun merhametinden Ģüphe duyar oldum. Yıllar geçtikçe aramızdaki bağ zayıfladı ve en sonunda dualarıma yanıt vermez oldu. Gerçi ben de eskisi gibi inanarak, tüm kalbimle dua etmiyordum ya, neyse.‖ KoyuBeyaz‘ın bu sözleri herkesi düĢüncelere itmiĢti. Hepsi bir Ģekilde inandıkları değerleri sorgulamıĢ ve onlara karĢı gelmiĢlerdi. Her biri bir isyankâr ve aynı zamanda günahkârdı da. Ama hikâyesini anlatmayan bir kiĢi kalmıĢtı ve cüce Mit onun bu Ģekilde kurtulabilmesine izin verecek de değildi. Yine de, önce ne yapmaları gerektiğine karar vermeliydiler. Önlerinde uzanan ve etrafı acılı cesetlerle bezeli kuleye diktiler gözlerini. ġimdi ya bir halkı sonsuz acıdan kurtarıp kahraman olacak ve günahlarından arınacaklar ya da tamamen kendi çıkarlarına yönelip baĢarısız olarak günahlarıyla birlikte Rıhtım‘ın cehennemi benliğinin bir parçası olacaklardı. ġimdi orda durmuĢ, gözlerini kuleye dikmiĢken hepsinin yüzünde kararlılık ve bir arayıĢ vardı. 66

―Geldik.‖ dedi Malkavian öne geçerek. Artık ya her Ģey son bulacaktı ya da kaldığı yerden devam edecekti. ―Evet, geldik. Kaderle yüzleĢme zamanı…‖ diye ona eĢlik etti Black Helen. Artık dönüĢ yolu yoktu, kaçacak yer yoktu. Güç, sevgi, aidiyet ya da istedikleri her neyse o kulenin içerisinde en zorlu düĢmanlarıyla bekliyordu. ―O zaman popoları kaldırın bakalım tembel tenekeler!‖ diye gürledi Mit kendinden emin bir gülümsemeyle. Ġlerlemeye devam ettiler. Her birinin çürüme kokusundan dolayı öğürmesinin ve etraftaki vahĢete gözlerini yummalarının dıĢında iyi durumdaydılar. Kulenin merdivenlerine geldiklerinde, sonsuzluğa uzanıyormuĢ gibi duran basamaklara baktılar. Bu zorlu bir tırmanıĢ olacaktı ve hala daha son kiĢi hikâyesini anlatmamıĢtı. Cüce Mit de bunu unutmamıĢtı. Mit, sol yanında basamakları çıkmakta olan büyücüye doğru bir bakıĢ attı. Büyücü bu bakıĢı fark etti ve ona doğru dönerek soran gözlerle baktı.


―Laughing Madcap‘ti değil mi? YanlıĢ bilmiyorsam bu Gülen Çatlak anlamına geliyor. Ama ne Ģu ana kadar güldüğünü ne de bir çatlaklığını gördük.‖ dedi imalı imalı. ―Sanırım bir tek sen kaldın. Anlat bakalım bu isim nereden geliyor ve seni buraya sürükleyen o kara talih ne?‖ ―Neden anlatmak zorunda olayım?‖ diye karĢılık verdi Madcap. Anlatmaya pek hevesli olmadığı her halinden belliydi. ―He heyt! Burada herkes anlatırken iyiydi de sana gelince mi kötü oldu?‖ Madcap tam iğneli sözleriyle cüceye cevap verecekken solundaki ikizinin yavaĢça koluna dokunduğunu hissetti. Sonra kız kardeĢinin sadece onun duyabileceği bir tonda söylediği sözleri duydu. ―Herkesin güvenini kazanmaktan bahsetmiĢtin. Buna onlardan baĢlamamız en iyisi.‖ Madcap bunu kafasında değerlendirdi ve mantıklı buldu. Sonra omuzlarını silkerek anlatmaya baĢladı. ―KardeĢim ġövalyelik‘e kabul edildiğinde ben de Yüce Büyücülük‘e kabul edilmiĢtim. Ama hiçbir zaman büyü anlayıĢımız oradakilerle aynı olmadı. Ben büyünün kurallarla dizginlenemeyecek kadar özgür ve vahĢi olduğuna inanırım ve büyülerim de bu temele dayanır. Ancak onlar her Ģeyi bir kurala ve disipline oturtmakta ısrarlıydı. Ayak uyduramadım. Daha doğrusu, hiçbir zaman ayak uydurmaya çalıĢmadım. Beni uyarmadılar, sadece gitmemi istediler. Ġçimdeki ‗özgür‘ büyüyle birlikte buraya ait olmadığımı ifade ettiler. Umurumda değildi ve gidecektim ama…‖ birden durup gözlerini hınçla kıstı, ―iĢler bu kadar basit olmadı. Gideceğim gün beni bir asi ilan edip, tüm okulun önünde alay konusu yapmaya çalıĢtıklarında, hele ki yeteneklerime dil uzatmaya kalkıĢtıklarında o güne kadar attığım en büyük kahkahayla tüm okulu ateĢe verdim. Bir kısmı orada yanarken bir kısmı kurtuldu. Ne ölenler ne de geri de kalanlar umurumda değil. Zaten o ana dair tek hatırladığım bir daha öyle bir kahkahayı atamayacak olmam.‖ Laughing Madcap‘in tamamladığı hikâyesi ile merdivenlerin sonuna gelmiĢlerdi. Çift kanatlı dev kapılar ardına kadar açıktı. Ġçeride birinin eğlenen kahkahaları yükseliyordu. Devasa kapılardan geçerlerken kimsenin kuleyi korumadığını fark ettiler. Bu kadar serbestçe girmeleri onları rahatsız etmiĢti. Ama az sonra tüm Ģüphelerini giderecek Ģeyin geleceğini bilmiyorlardı bile.

67


Dokuz kiĢilik zoraki kahramanlar ilerledi. GiriĢi geçip koridorda ilerlemeye devam ederlerken duvarlarda gördükleri Ģeyle mideleri alt üst oldu. Pek çok goblin ve troll, artık Rıhtım‘da sevilmediklerini ve buranın hiç de iyi bir yer olmadığını söyleyen pek çok ―Elveda‖ baĢlıklı mektubu rastgele duvarlara yapıĢtırmıĢlardı. Ne demek istedikleri tam olarak anlaĢılmıyordu ama anlaĢılanlar da yeterince rahatsız ediciydi. Daha da kötüsü, birkaç duvar sonra aynı goblinler neĢeyle döndüklerini ilan edip, Rıhtım halkına yapacakları yeni kötülükleri bir bir sıralamıĢtı. Kısacası, kulenin için gereksiz bir kirlilikle doluydu. Kapıları bronzdan yapılmıĢ taht odasına geldiklerinde, kapıların sıkıca kapalı olduğunu fark ettiler ve önünde yeĢil cübbesiyle düĢünceli düĢünceli oturan birini gördüler. Elleriyle kulaklarını kapamıĢ bir halde kapının önünde bağdaĢ kurmuĢtu. Ġçeride büyük bir kıyametin koptuğu belliydi. Ama o bunu duymak istemiyordu bile. DıĢarıdan bakıldığında yüzünde derin bir acının izleri vardı. Hatta daha dikkatli bakan biri yüzünde piĢmanlığın ve çaresizliğin uyumsuz dansını bile görebilirdi. Kapının önünde oturan yeĢil cübbeli, yakalaĢan ekibi görünce baĢını kaldırdı. 68

―Siz de kimsiniz! Buraya nasıl geldiniz!‖ dedi ve hızla ayağa kalktı. ―Dur dur, sakin ol.‖ diye yatıĢtırıcı bir sözle araya girdi KoyuBeyaz. ―Bizler buraya kötü bir niyetle gelmedik. Biz sadece yolcuyuz ve burada neler olduğunu anlamaya çalıĢıyoruz.‖ ―Yolcu mu? Ama buraya bizim kabul etmediğimiz kimse gelemez ki? Ah, hayır! Sizi Magi… Darkbronze kabul etmiĢ olmalı. Kim bilir aklında yine neler var!‖ Bunu söyledikten sonra çaresizlikle ellerini yüzüne bastırdı. Nefes nefeseydi. Zor bir karar aĢamasında olduğu belliydi. ―Buna daha fazla göz yumamam. ġu ana kadar durmuĢ olmam bile bunca acının yükümlülüğünü benim omuzlarıma yüklüyor. Hayır, bu defa durmayacağım! Hepiniz öleceksiniz!‖ Ardından çatı yarıldı ve üzerlerine yıldırımlar yağmaya baĢladı.


―Hayır, dur! Biz Darkbronze‘un adamları değiliz!‖ KoyuBeyaz‘ın bu Ģekilde haykırmasına rağmen yeĢil cübbelinin yıldırımlarının çakmasıyla sesi kaybolup gitmiĢti. KarĢılarındaki büyücü çok güçlüydü ama bu talihsiz serüvencilerin de geri duracağı yoktu. Helen ve Madcap aynı Ģeyleri düĢünmüĢ olacak ki ikisi de aynı anda öne çıkıp bir kalkan yaparak tüm ekibi korudu. ―Sen delirdin mi!‖ diye haykırdı Black Helen ama karĢısındakinin duracağı yoktu. Yıldırımlarından kurtulmalarına sinirlenen yeĢil cübbeli Helen‘ın bağrıĢını duymamıĢtı bile. Bir kar fırtınası baĢlatmakla öyle meĢguldü ki kimseyi duyacağı yoktu aslında. Büyülü sözler piĢmanlıkla karıĢık bir öfkeyle dudaklarından dökülürken havaya kaldırdığı elinde bir kar fırtınası giderek büyüyordu. Fırtınanın artan Ģiddeti onları geriye doğru sürüyor ve kar yüzünden önlerini göremiyorlardı. Herkes elini yüzüne siper etmiĢ, çaresizlikle direniyordu. ―Bu kadarı çok fazla! Ya Ģunu kes ya da ölümünle yüzleĢ büyücü! Sayıca senden üstünüz! Sana yemin ederim ki böyle giderse benden hiç merhamet bulamayacaksın!‖ diye haykıran Fırtınakıran‘ın sözleri büyücüye ulaĢan tek cümle olmuĢtu. ―Olmaz! Bu defa olmaz! O zaman daha fazla kötülük Rıhtım‘a akın eder ve daha çok kiĢi acı çeker! Bu defa sessiz kalmayacağım!‖ diye bağırarak cevap verdi yeĢil cübbeli. ―Birlikte hareket etmediğimiz sürece onu durduramayız!‖ diye bağırdı sesini duyurmak için, giderek kar kaplanmıĢ açık renk sakalını çekiĢtiren cüce. Hepsi bir an birbirine baktı ve ne yapacaklarına hiçbir söz sarf etmeden karar verdiler. Kar fırtınası doludizgin üzerlerine gelirken önce Helen bir büyü bozma ritüeli baĢlattı. Daha sonra Madcap ritüeli destekleyecek yan büyüleri örmeye baĢladı. Ancak ritüel basit bir büyü gibi anında gerçekleĢemeyecek bir önem istiyordu. Onlar büyülü kar fırtınasını bozacak uygulamayı icra ederken, diğerleri de birbirlerini çekiĢtirerek fırtınaya direniyordu. Fırtınakıran kardeĢini büyüyü yaparken korumak için var gücüyle, adeta kendisini sürüyerek kardeĢinin önüne geçti ve elinden geldiğinde sabit kalmaya çalıĢtı. Kılıcı kut-

69


sal bir ıĢıkla parıldayan ve anlaĢılan Tanrısına çoktan seslenmiĢ Berre ise Black Helen‘ın önünde yerini almıĢtı. Marius büyücünün arkasından dolaĢırken Darly Opus onu ikna etmenin yollarını arıyordu. Mit, elinde baltasıyla ileri doğru atıldı. Bir cüceyi devirmek kolay Ģey değildi ve o da diğerlerine göre çok daha rahat bir biçimde, fırtınayı hiçe sayıp körlemesine bir saldırıya geçti. Kar yüzünden etrafını seçemiyordu. Mit‘in önünde uçmakta olan, yarasaya dönüĢmüĢ Malkavian ise diğerlerine yol gösteriyor, bir yarasa olarak göze ihtiyaç duymadan tayin ettiği yönüyle herkese liderlik ediyordu. Bu arada hiçbir Ģey yapmayan tek kiĢi KoyuBeyaz‘dı. Umutsuzluğa kapılmıĢtı. Tanrıçası‘na seslenmeyi denemiĢti ama sonuç tam tahmin ettiği gibi bir hiçti. Herkes var gücüyle savaĢırken hüzünle onlara baktı. ―KeĢke… keĢke yapabileceğim bir Ģey olsaydı!‖ Aradığı cevabın aynı hızla geleceğini nerden bilebilirdi? “Ruhban, sesime kulak ver. Seni terk etmiş Tanrıçan‟ı sen de terk edersen sana ve arkadaşlarına yardım ederim!”

70

―Sen de kimsin!‖ KoyuBeyaz paniğe kapılmıĢtı. Onunla uzun yıllardır temasa geçmeyen kutsal güçler, onu geri mi çağırıyordu? “Ben Kayıp Rıhtım‟ın özüyüm. Magicalbronze‟u o yapan, Rıhtım‟ı var eden gücüm. Dahası, senin merhametine değer veren ve hatta her canlıya karşı bir sevgi barındıran Kayıp Rıhtım‟ın ta kendisiyim. Şimdi söyle bana, Tanrıçan‟ı bırakıp bana yönelir misin?” KoyuBeyaz bir an durup düĢündü. Tanrıçası zaten onu terk etmiĢti. Herkes umutsuzca mücadele ederken bir Ģeyler yapmalıydı. Ayrıca içindeki kutsal boĢluğu dolduracak bir Ģeye de ihtiyacı vardı. ―Evet, yaparım.‖ “O zaman dualarını kabul ediyorum.” Bu sözlerle birlikte büyücülerin güçleri iki katına çıktı, savaĢçıların dayanıklılığı daha da arttı. Fırtına büyüsünü bozacak olan ritüel baĢarıyla ve olması gerektiğinden çok daha kısa sürede tamamlanır tamamlanmaz fırtına durdu. Hazırda bekleyen diğerleri silahlarıyla yeĢil cübbelinin üzerine atıldı. Kalabalığın arasından bir ok gibi fırlayan kırbaç ucu büyücünün elindeki asayı kenara attı.


Diğerleriyse var güçleriyle büyücünün üzerine atlayarak onu etkisiz hale getirdiler. ġimdi hepsi nefes nefeseydi. Malkavian‘ın iki elini sıkıca tuttuğu büyücü karĢı koyamayacak kadar yorulmuĢtu. ―Yine durduramadım…‖ KoyuBeyaz öne çıktı, ―ġimdi sakinleĢtiğine göre konuĢabiliriz. Bizi buraya Darkbronze çağırmadı. Tutumuna ve sözlerine bakarak Ģunu itiraf etmeliyim ki bizler yolcu değiliz. Onu durdurmak için gelmiĢ bahtsızlarız o kadar.‖ ―Onu durduramazsınız…‖ BaĢı öne düĢmüĢ büyücü ellerini Malkavian‘dan kurtarmıĢtı. Ama bir Ģey yapmaya çalıĢmayacak gibiydi. ―Bunu daha önce denemediler mi sanıyorsunuz? Kaç kiĢinin denerken öldüğünde bilmiyor musunuz?‖ ―Senin adın ne büyücü?‖dedi bir anda Darly Opus. Onu bir yerlerden tanıyor gibiydi. ―Amras. Amras Ringeril.‖ ―Amras! Dostum!‖ Darly Opus, Amras‘a doğru eğildi ve onu dostane bir biçimde kucakladı. ―Burada neler oldu dostum, anlat bize!‖ dedi o tekinsiz ciddiyetine bürünerek. ―Anlatacak bir Ģey yok. O dönüĢtü ve ben onun karanlığa doğru çekildiğinin farkına bile varamadım. Her Ģeyi yolda gelirken görmüĢsünüzdür. Ne anlatmamı bekliyorsun ki? Adaletin sembolü artık karanlığın lordu oldu. Ve ben… ben bunu vaktinde fark edemedim…‖ ―Bana bak büyücü, madem bu iĢten rahatsızsın o zaman gel bize katıl. ġu Darkbronze‘u senin yardımınla devirelim ve her Ģey eskiye dönsün. Az önceki ufak Ģovuna bakılırsa epey de güçlüsün.‖ dedi Mit, yüzünde dostane bir gülümsemeyle. ―Anlamıyorsunuz! Onu yenemezsiniz!‖ ―Sen anlamıyorsun!‖ Fırtınakıran‘ın sabrı taĢmaya baĢlamıĢtı, ―Sen gelsen de gelmesen de, orada ölecek olsak bile içeriye gireceğiz ve ne pahasına olursa olsun Darkbronze koltuğundan inecek!‖

71


Amras bu sözleri biraz düĢündü. BaĢarısız olacaklarına neredeyse emindi ama burada oturarak da bir Ģey yapamayacağının farkındaydı. ―Öyle olsun. Ama kapıları siz açamazsınız. O yüzden biraz geri çekilin.‖ Cübbesini düzeltti ve ellerini havaya kaldırarak Ģiddetli bir büyüye baĢladı. Amras büyüsünü bitirdiğinde kapılar büyük bir patlamayla geriye doğru savruldu. Herkes ağzı bir karıĢ açık kalmıĢken arkasına döndü ve durumu açıkladı: ―Eh, kapıları açmanın tek yolu bu.‖ Patlamanın yarattığı duman dağılıp da her Ģey ortaya çıktığında Malkavian herkesten ayrılıp ileri doğru koĢmaya baĢlamıĢtı. ―Seveal!‖

72

Duman dağıldığında herkes gördü ki içeride pek çok kadın, sayamayacakları kadar çoktu hem de, ayaklarından zincirlenmiĢ Ģekilde taht odasını kaplıyordu. O kalabalığın arasından sevdiğini bir bakıĢta bulmuĢ olan Malkavian ise, tahta yakın bir yerde durmakta olan bir kadına doğru son hız koĢuyordu. Taht odası boĢtu ve bu durum hepsinin içini huzursuz etmiĢti. Malkavian tam kadının yanına gelmiĢti ki olanlar oldu ve yoktan var olmuĢ gibi, salonun tam ortasında kızıl cübbeli biri Ģekillendi. ―Amras, kapılarımı patlatmanı neye borçluyum?‖ ―Magical! Olamaz sesin bile değiĢmiĢ!‖ Ama Darkbronze onun söylediklerine kulak asmamıĢtı ve az sonra karısına kavuĢacak olan Malkavian‘ı delirtecek hareketi yaptı: Seveal‘ı yok etti. Malkavian bir an durdu ve Seveal‘ın olması gereken boĢluğa baktı. Elleri titriyordu. Kontrolü ellerinden kayıp gidiyordu. ―Buradaki tüm kadınlar bana aittir. Çünkü ben, en çekici olan, tüm kadınların istediği tek erkeğim. Umarım bu konuda anlaĢabiliriz.‖ diye yalancı bir sevimlilikle gülümsedi Darkbronze. ―Sen!‖


Malkavian bir anda vampir formuna büründü ve vampir diĢlerini öfkeyle sergileyerek Darkbronze‘un üzerine atıldı. AnlaĢılan Darkbronze karĢısındakinin bir vampir olduğunu anlayamamıĢtı. Birkaç sıyrık aldıktan sonra saldırıdan kurtuldu ve ziyaretçilere nefretle bakarak haykırdı: ―Sizi tanıyorum! Siz Ģu geberesice Rıhtım‘ın çağırdıklarısınız!‖ ―Yolun sonuna geldik Darkbronze! O tahttan ineceksin!‖ diye bağırdı Fırtınakıran. ―Deneyip görün bakalım.‖ diye pis pis gülen Darkbronze‘un sözleri tamamlanır tamamlanmaz odayı sayısız goblin ve troll kapladı. SavaĢ kaçınılmazdı. Büyük bir mücadele baĢlamıĢtı ve önlerindeki engeli aĢmadan Darkbronze‘a ulaĢamayacaklarını biliyorlardı. Darkbronze ise kaçmaya hazırlanıyordu besbelli, ancak çağırdığı sayısız asker ve onlarla boğuĢan kahramanlar yüzünden pek hareket edemiyordu. Birkaçını yere devirip üzerine basarak geçtiyse de hâlâ önünde pek çokları vardı. Dokuz kahraman ve Amras ölümüne verdikleri mücadelede iyi bir iĢ çıkarmalarına rağmen saldırganların ardı arkası kesilmiyordu. Giderek yoruluyorlardı. Böyle giderse daha fazla dayanamayacaklardı. KoyuBeyaz yapması gerekeni biliyordu, ―Rıhtım, sesimi duy ve dualarıma cevap ver. Senin adına savaĢan tüm insanların yardımcısı ol. Bizi zafere ulaĢtır!‖ “Dualarını kabul ediyorum.” diye karĢılık verdi Rıhtım ve artık bitap düĢmekte olan kahramanların etrafındaki tüm goblin ve troller geldikleri gibi kayboldu. ―Ama bu nasıl olur!‖ diye haykıran Darkbronze delirmiĢçesine bir yüzle büyük bir büyü yapmaya baĢlamıĢtı. ―Kahretsin! Eğer büyüyü tamamlarsa hiçbirimiz kaçamayız!‖ Amras hükümdarın yaptığı büyüyü adı gibi biliyordu. Ancak tam bütün saldırganların yok edildiği sırada, son anda bir trollün güçlü kollarınca fırlatılmıĢ olan Marius tahtın arkasındaki duvara çarpıp onu yıkmıĢtı. BaĢını tutarak kalkan Marius bir yandan da ne kadar da güçlü olup bir duvarı yerle bir edebildiğini düĢünüyordu. Fakat yerden kalkmasıyla Darkbronze‘un sesini dibinde duyması bir oldu. Hemen savunma pozisyo-

73


nuna geçti ancak az sonra Darkbronze‘un az ilerisinde bir büyüyle meĢgul olduğunu fark etti. Ayrıca Darkbronze iki kere konuĢuyordu Ģimdi. Önce sözleri onun çok yakınında söylüyor, 1-2 saniye sonraysa aynı sözleri uzaktaki hali tekrar ediyordu. Marius Ģüpheyle arkasını döndüğünde gördüğü manzara ile Ģok oldu. Kısa boylu, ĢiĢman bir adam yere çömelmiĢ, elinde tuttuğu büyülü bir nesneye bir Ģeyler söylüyordu. Sonra aynı sesle Darkbronze onun dediklerini tekrar ediyordu. Marius birden her Ģeyin farkına vardı. ―Aaa! Ne demiĢti ruh? Duvarın arkasına bakın. E duvarın arkasında bu var!‖ O böyle kendi kendine konuĢurken ĢiĢman adam onun farkına vardı. ―Sen de kimsin! Beni nasıl buldun!‖ dedi çömeldiği yerden kalkmadan. ―Asıl sen kimsin be adam!‖ sonra durup diğerlerine seslendi, ―Bırakın Darkbronze‘u, duvarın arkasını buldum! Gelin!‖ 74

Önce kimse ne demek istediğini anlamamıĢtı, ancak sonra hepsi ruhun sözlerini hatırlayınca oraya doğru koĢmaya baĢladılar. ġiĢman adam o kadar ĢaĢırmıĢtı ki büyüyü yapmayı bile bırakmıĢtı. Dolayısıyla Darkbronze da susmuĢ ve Ģimdi hiçbir Ģey yapmayarak, boĢ gözlerle etrafa bakıyordu. ―Her Ģeyin arkasındaki sensin!‖ diye birden durumu kavradı Malkavian. ―Karım nerde!‖ diye bağırdı ardından. ―Hah! Karını bir daha göremeyeceksin!‖ diye güldü ĢiĢman adam, göbeğini hoplatarak. ―Bana bak toparlak, seni tek baĢıma öyle bir pataklarım ki tüm Rıhtım‘ı ayakların popona vura vura koĢmak zorunda kalırsın!‖ diye gürledi Mit. Bu sözler üzerine gerileyen ĢiĢman adam geri adım attı. ―Hemen sinirlenmeyin yahu. Ben burada Rıhtım‘ın iyiliği için çalıĢıyorum.‖ Malkavian daha fazla dayanamadı ve vampir diĢlerini ortaya çıkararak boynuna atıldı. ―Karım nerede!‖


―Aaaa! Dur dur, ısırma beni! Dur, bak karın orda!‖ diye korkuyla bağırdı adam ve Malkavian‘ın karısını bir anda eskiden durduğu yere geri getirdi. ―Seveal! Bu sen misin?‖ ―Malkavian! Ah, artık hiç kavuĢamayacağız sanmıĢtım!‖ Ġki sevgili birbirlerine hasretle sarılırken diğerlerinin iĢi henüz bitmemiĢti. ―Yaptığının adı iyilik değil! Tanrım‘ın izniyle seni sonsuz bir cezaya mahkûm edeceğim!‖ diye haykırdı paladin Berre, kılıcı kutsal ıĢığıyla daha da parıldamaya baĢlarken. ―Bana inanmak zorundasınız! Ben gerçekten her Ģeyi Rıhtım için yaptım. Magicalbronze her Ģeyi berbat ediyordu ve iyi bir yönetici de değildi. Ben de onun yapamadığını yaparak Rıhtım‘ı daha iyi bir yere getirmeye çalıĢtım. Hepsi bu.‖ ―Tahtımın bu adamın kemiklerinden olmasını istiyorum.‖ dedi Madcap, ansızın. ―O zaman sen direkleri getir ben de kırbacı hazırlayayım. Bu uzun bir gün olacak, kemiklere anca ulaĢırız.‖ diye cevapladı Fırtınakıran. Ġkizler nefretle karĢılarındaki adama bakıyordu. Ellerinde olsa, onu o anda oracıkta öldüreceklerdi. ―Durun!‖ dedi hiç duymadıkları bir ses. Arkalarını döndüklerinde Magicalbronze‘u gördüler. Bu defa kendi sesiyle konuĢuyordu. ―Kayıp Rıhtım yeterince acı çekti. Bunca acı ve eziyetin bir sonu olmalı. Bu adam, bu korkunç adam, her Ģeyin sorumlusu ama ben herkes bu kadar acı çekmiĢken onu da aynı acıya mahkum edemem. O yüzden onu ben cezalandıracağım ve cezası bittiğinde ait olduğu yere, Rıhtım‘a geri dönecek.‖ ―Sen delirdin mi! Adam tüm krallığını mahvetti, seni bir oyuncak gibi kullandı! Sen onu bir süre sonra bağıĢlamaktan bahsediyorsun!‖ Fırtınakıran bu sözlerle çılgına dönmüĢtü.

75


―Fırtınakıran haklı, böyle saçmalık hiçbir yerde görülmemiĢtir.‖ diye onayladı Black Helen. ―Ama ben bu adamı tanırım ve gerçekten bir Ģeyleri iyileĢtirmeye çalıĢtığına inanıyorum. Tabii kendi doğrularıyla.‖ dedi imalı imalı adama bakarak. Adamsa rahatsız edici bir biçimde gülümsedi. ―Güç onu delirtti. Olan bu. Ama ben artık sizlerin yardımıyla geri döndüm ve her Ģey yoluna girecek.‖ ―Ah Ģu merhametin…‖ Fırtınakıran bilmiyordu ki bu sözü yıllar boyunca daha kaç kez söyleyecekti… Birkaç yıl sonra Geçen seneler içinde Kayıp Rıhtım eski görkemine ve kutsallığına kavuĢmuĢtu. Magicalbronze‘un kendisine yeniden Magical dediği bu yıllarda, ülke hiç olmadığı kadar üne kavuĢmuĢtu. Artık Kayıp Rıhtım eskisinden daha meĢhurdu ve insanlar buraya akın akın gelmeye devam ediyordu. 76

Magicalbronze yardımlarından ötürü kahramanları unutmamıĢtı elbette. Kendisinden sonra gelen en ileri yönetici olan Amras Ringeril‘in yanına Fırtınakıran‘ı da eklemiĢ ve yönetim kadrosunu büyütmüĢtü. Artık ondan sonra gelen iki adamının gözleri Rıhtım‘ın üzerindeydi. Paladin Berre, burada tanıĢtığı gerçek paladinlerle yeniden maceralara atılmaya baĢlamıĢ ve Fırtınakıran‘dan gelen emirler doğrultusunda hız kesmeden Rıhtım‘da kötülükleri bir bir temizliyordu. Cüce Mit, adeta Rıhtım‘ın kralıydı. Magicalbronze gerçek hükümdar olsa da halk onu o kadar seviyordu ki bazen Magicalbronze‘un önüne geçtiği bile oluyordu. Madcap, hareketli bir yaĢam sürerek çıkan isyanları bastırmada akla gelen ilk isim olmuĢtu ve Ģu aralara yeni bir isyanı bastırmakla meĢguldü. Black Helen, büyü güçlerini Rıhtım‘ın huzuru için kullanırken Berre ile iyi bir takım olmuĢ ve onunla birlikte çeĢitli görevlere katılıp, gücünü sakınmadan adaleti dağıtıyordu. Darly Opus, kendi deliliğiyle etrafa neĢe saçıp, Rıhtım‘dakilere öğütler verirken KoyuBeyaz yeni kavuĢtuğu tanrısıyla bütünleĢmiĢ ve Rıhtım‘ın gerçek ruhunu anlayan kiĢi olarak en ufak sorunda baĢvurulan yegane kiĢi olmuĢtu. Marius‘a gelecek olursak, her gün baĢka bir yerde ölü olarak bulunup, tekrar tekrar diriliyordu. Rıhtım‘ın gizemlerini çözmeye adamıĢtı kendini ve bu uğurda sayısız ölümle karĢılamıĢtı. Malkavian ise, Ģatosunu Rıhtım‘a taĢımıĢ ve Seveal ile mutlu bir hayat yaĢıyordu.


Tabii bu esnada, Rıhtım‘a girmeye çalıĢan çeĢitli goblin ve trollü, üzerlerinde bıraktığı diĢ izleriyle gerisin geri sürüyordu da. Magilcabronze ise yeniden baĢa geçerek iyi bir liderin nasıl olduğunu herkese kanıtlamaya devam ediyordu. Fırtınakıran masasına bırakılmıĢ olan mektubu aldı. Üzerindeki mührü görünce hafifçe gülümsedi ve mektubu açıp masaya serdi. Mektubu okumadı, sadece pencerenin kenarına yaslanıp dürbünden dıĢarıyı gözetlemeye baĢladı. Mektubun büyülü olduğunu biliyordu, nasıl olsa az sonra kendi kendini okumaya baĢlayacaktı. O dürbünle etrafı gözetlerken mektup titredi ve bir erkek sesi Ģu sözleri söylemeye baĢladı: Kardeşim, Son mektubuna cevap vermem zaman aldı, farkındayım. Bunun için her ne kadar bastırmaya çalıştığımız isyanın etkisi olsa da, beni bilirsin, cevap vermek için üşenmedim değil. Doğudaki topraklarımızda Wally‟e karşı yürüttüğümüz saldırı ve şehrin dört bir yanını saran klon askerlerini kovmakta sona yaklaşmış durumdayız. Halk umutlu ve bizden desteklerini esirgemiyorlar. Aslında, yeterince direnmediğini itiraf etmeliyim. Bunun arkasından bir şey gelecek ya, neyse. Doğu topraklarımızı kuşatan ve kendini tekrarlayan mesajları sürekli sokaklarda bağıran klon askerlerin kontrolünü Wally‟den alabilirsem, işte o zaman sokaklarda haykıracakları mesajları görmeni isterim. Şu sıkıcı günlere hoş bir renk katabilirim. Ama bunu Magicalbronze‟a söyleme, bilirsin, eğlence anlayışımız pek uyuşmuyor. Kısacası, burada her şey çok yoğun, çok hızlı ve, pff, çok sıkıcı. Her zamanki kadar sıkılıyorum. Sevgiler, Madcap - SON -

77


78


PAPYONLAR HAVALIDIR! KÜRġAT TOKER LAUGHĠNG MADCAP ―Gördüğün üzere, tüm bu anomaliler zamanın her yerinde ama tek bir noktada toplanıyorlar.‖ Ekrandaki tarayıcı evrenin temsili resmi üzerinde gidip geliyor ve evrenin ortasındaki kırmızı bir noktada duraksayıp yaklaĢık 2 dakikadır yaptığı gibi taramalarına devam ediyordu. Ekranın altındaki konsoldan ayarlamalar yapıldığında ekrandaki görüntü biraz değiĢiyordu fakat kırmızı nokta aynı yerde kalıyordu. ―ĠĢte bak. Milattan önce 5389, bam! Milat, bam! 4,599,234 yılı. Ah, ne yıldı ama. Ve kırmızı nokta yine orada. River, nasıl fark ettin bunu?‖ ―Senin yapmadığını yaptım hayatım. Sadece baktım.‖ Adam sırıttı ve heyecanla merkezi konsolun etrafında dönerek birkaç kolu çekti, bir tuĢa bastı ve yukarıdan sallanan bir kolu çekti. ―River, seni seviyorum!‖ Kadın ellerini beline koydu ve kafa salladı. ―Hayır, henüz o kısma gelmedik. Sanıyorum o noktaya gidiyorsun?‖ Adam daire Ģeklindeki konsolun öteki tarafına geçip daktilo Ģeklindeki bir alete bir Ģeyler yazdı. ―Tüm zamanlarda, evrenin ortasında sabit bir nokta! Beni bilirsin, buna karĢı koyamam.‖ Kadın gülümsemekle yetindi.

79


―Bilirim. Neyse, beni Fırtına Kafesi‘ne geri bıraktıktan sonra oraya gidebilirsin.‖ Adam yaptığı iĢi bırakıp kafasını yana eğdi ve kadına seslendi. ―Sen gelmiyor musun?‖ Kadın cebinden mavi bir defter çıkartıp gösterdi. ―Hayır, Doktor. Bu sefer değil.‖ ***

80

TARDIS – Time and Relative Dimension in Space (Uzaydaki Zaman ve Rölatif Boyut) – uzayın ortasında, devasa bir uzay istasyonunun yanına cisimlendiğinde Doktor hayal kırıklığına uğradı. Bir kara delik içinde büyük bir süpernova, iç içe geçmiĢ iki yıldız ya da sıkıĢarak patlayan ve bu enerjiyle tekrar birleĢen büyük bir gaz bulutu gibi bir Ģey bekliyordu aslında. Ġstasyon, daha önce gördüğü hiçbir mimariye sahip değildi ki Doktor‘un görmediği Ģey yoktu. L Ģeklinde, havada yüzen bir limanı andırıyordu istasyon, fakat bilinen limanların aksine çok katlıydı. Ġstasyonun yan tarafında büyük harflerle yazılmıĢ bir yazı vardı: Kayıp Rıhtım. Doktor baĢka bir Ģey daha fark etti, Ġstasyonun en üst katlarındaki ve yan bölümlerdeki silahlar aktifleĢmiĢlerdi ve hepsi de TARDIS‘i hedef alıyordu. Bu mavi kutuya bir çizik bile atabileceklerinden Ģüphe duysa da merakla olacakları bekledi. Çok beklemesine gerek kalmadı. Bir ses TARDIS‘in içinde yankılandı, bu mesaj muhtemelen gemiden üzerine doğru gelen askeri birliğin liderinden geliyordu. ―Kimliğinizi ve burada ne yaptığınızı söyleyin.‖ Doktor, kontrol panelinden sarkan telefonun ahizesini kaldırdı ve cevap verdi. ―Bir yolcuyum, bu muhteĢem yapıyı görüp merak ettim sadece. ― Bir anlık sessizlikten sonra askerden otoriter bir cevap geldi. ―ĠniĢ iznin verildi yolcu. Rıhtım‘a kadar sana eĢlik edeceğiz.‖


6 tane küçük savaĢ gemisi eĢliğinde TARDIS, Rıhtım‘ın yan tarafındaki açıklıklardan birisinden içeri girdi ve gemilerin konuĢlandığı geniĢ alana indi. Doktor kapıyı açtığında karĢısında kırmızı üniformalı bir birliğin, kendisine doğru silah doğrulttuğunu gördü. TARDIS‘ten dıĢarı çıkarken zararsız olduğunu göstermek için ellerini yukarıya kaldırdı. O sırada sağ taraftan, elinde pilot kaskıyla birisi hızlı adımlarla ona doğru geliyordu. Üniformasındaki yıldızlara bakılırsa, az önce konuĢan kiĢi buydu. Adam mavi polis kutusuna ve Doktor‘a yaklaĢtığında duraksadı ve her ikisini de uzun bir süre inceledi. ―ġimdiye kadar gördüğüm en komik uzay gemisi bu.‖ Doktor ellerini indirip baĢını iki yana salladı. ―ġĢĢt! Öyle deme, alınır sonra.‖ Adam yavaĢ adımlarla yaklaĢmaya devam etti, ĢaĢırmıĢ görünüyordu. ―Hem bu ne biçim bir kıyafet?‖ Bu sefer alınan Doktor‘du. Adamın bakıĢlarını takip ederek hızla elini papyonuna götürdü ve papyonunu düzeltti. ―Bu papyon. Papyonlar havalıdır.‖ Neden sonra adamın ağzı bir karıĢ açıldı. Doktor‘a iyice yaklaĢıp baĢtan aĢağı onu süzdü. ―Sen… Sen o‘sun?‖ ―Evet. O benim.‖ dedi Doktor göğsünü kabartarak. Sonra duraksadı ve ekledi. ―Kimden bahsediyorsun?‖ ―Heykel!‖ Adamın haykırıĢıyla beraber askerler silahlarını indirdiler ve heyecanla kendi aralarında konuĢmaya baĢladılar. Liderlerinin elini havaya kaldırmasıyla hemen sustular. Yine de heyecanları gözlerinden okunuyordu. Adam elini uzatıp heyecanlı bir Ģekilde Doktor‘un elini sıkmaya baĢladı. ―Ben BinbaĢı Madcap ve sizinle tanıĢmak bir onur.‖

81


Doktor elini zorla adamdan kurtardı ve bir elini adamın omzuna koydu. ―Heykel derken? ― ―Siz O‘sunuz iĢte. Heykel.‖ Doktor kafasını iki yana sallayıp bir ileri bir geri gitmeye baĢladı. ―Hayır. Ben Doktor‘um. Gördüğün gibi kanlı ve canlıyım. Biraz da heyecanlıyım açıkçası ama bunun konumuzla bir alakası yok. Diğer taraftan, heykel dediğin Ģey bir Ağlayan Melek ve eğer ondan bahsediyorsan çok büyük tehlikedeyiz demektir. Ağlayan Melek‘ler, sessiz katiller olarak da bilinir, bu evrendeki en tehlikeli Ģeyler. Ama korkmayın, Doktor burada. ġimdi plan!‖ Adam Doktor‘u sakinleĢtirmek için bir ileri bir geri giden Doktor‘u omuzlarından tuttu. ―Hayır hayır. Ağlayan bir melek falan yok burada. Sizin Kahramanlar Salonu‘nda bir heykeliniz var. Sizi oradan tanıyoruz.‖ Doktor eli çenesinde adamı süzdü ve tekrar konuĢtu. 82

―O zaman BinbaĢı, beni bana götürün!‖ *** Kahramanlar Salonu, istasyonun en alt katında bulunuyordu. Asansör kapıları açılıp da BinbaĢı Madcap ile asansörden çıktıklarında Doktor ellerini kavuĢturup gülümsedi. Burası sadece bir salon değildi, tüm istasyonun bir katı boyunca geniĢlikte, içinde irili ufaklı binlerce heykel bulunan bir yerdi. Doktor ve Madcap heykellerin arasından ilerlemeye baĢladılar. Madcap gideceği yeri bildiği için askeri botlarıyla tüm salonu inleterek hızla ilerliyordu ama Doktor heykelleri incelediği için oldukça geriden geliyordu. ―Bunları kim yaptı?‖ BinbaĢı Madcap geriye dönüp Doktor‘un incelediği bir heykelin yanına geldi. Kafasında bir taç, elinde muhteĢem bir kılıç tutan, heybetli bir heykeldi bu. ―Aslında, biz de bilmiyoruz. Nereden geldiklerini, ne zaman yapıldıklarını, kimin yaptığını… Hatta heykellerin çoğunu tanımıyoruz bile.‖


Doktor eliyle önünde durdukları heykeli gösterdi ve soran gözlerle baktı. BinbaĢı bilmiyorum dercesine baĢını salladı. ―Kral Arthur! Görüp görebileceğin en cesur adamlardan birisiydi. O kılıcı taĢtan söküĢü var hele, ne olaydı! Ve ah, Ģuna bak!‖ Kral Arthur heykelinin yanında duran, oldukça sıska, kambur duran, elinde koca bir kitap taĢıyan bir adamın heykelini gösterdi. ―Ne kadar da genç gözüküyor, Merlin‘e bak sen.‖ BinbaĢı öksürerek Doktor‘un çocukça sevinmesini kesti. ―Sizin de heykeliniz olduğuna göre, bu heykelleri tanıyabileceğinizi düĢünmüĢtüm zaten.‖ Doktor heyecanla bir ayağının üstünde döndü ve parmağıyla BinbaĢıyı gösterdi. ―Ah evet! Benim heykelim! Haydi gidelim!‖ BinbaĢı ve Doktor yaklaĢık 20 dakika boyunca heykellerin arasında ilerlediler. Doktor‘un heykeli o kadar da uzakta değildi aslında ama Doktor sık sık durup heykeller hakkında bir Ģeyler söylüyordu. ―Bu çok ironik olmuĢ. Sezar‘ın heykelinin tam arkasına Brütüs heykeli koymak, muhteĢem!‖ BinbaĢı‘nın sürekli uyarması ve sinir bozucu, ―Devam edelim.‖leriyle beraber yollarına devam ediyorlardı. Fakat Doktor her üç heykelden birisi için bir Ģeyler söylediği için bir türlü ilerleyemiyorlardı. ―Spartaküs! Bilinenin aksine sadece Roma Ġmparatorluğu‘na karĢı değil, Daleklere karĢı da savaĢtı. Bir Dalek karĢısında ben bile onun kadar cesur değilim.‖ ―Ohoho… Napolyon, seni Ģeytan! Normalde çok daha kısa boyludur.‖ ―Güzel papyon. Bu kim?‖ BinbaĢı heykelin yanında, tek kaĢını kaldırıp Doktor‘a baktı.

83


―Aah.. Ah evet. Ben. Sürekli değiĢtiğim için…‖ Birden ellerini çırpıp heyecanla heykelin etrafında döndü. Neden sonra cebinden bir tornavida çıkardı ve tornavidanın sapındaki kırmızı tuĢa basarak tornavidayı heykelin üzerinde gezdirdi. Bu sırada alet garip bir voiy voiy sesi çıkartıyordu. ―Sonik Tornavida…‖ diye kısaca açıklama yaptı Doktor ve heykele dokunarak incelemeye devam etti. ―Ama bu taĢtan… Ve çok eski. Ve ben! Yani tabi ki ben ama aynı ben!‖ Heykeldeki Doktor, elindeki sonik tornavidayı karĢıya tutmuĢ bir Ģekilde duruyordu. Doktor da heykeliyle aynı pozu vererek karĢısında durdu ve kahkaha attı. ―Ben buraya nasıl gelmiĢim ki?‖ BinbaĢı kollarını kavuĢturmuĢ, heykele dayanıyordu. ―Biz de bilmiyoruz ama bilen birisini tahmin edebiliyorum. Ġzninizle, sizi General‘in yanına götüreyim ve orada bu konuyu açıklığa getiririz.‖ 84

Doktor poz vermeyi bıraktı ve sonik tornavidasını cebine attı. ―Önden buyur BinbaĢı.‖ *** ġafak SavaĢı‘ndaki baĢarısından sonra ―Magical‖ olarak da bilinen General Bronze, odasında oturmuĢ evrak iĢleriyle uğraĢıyordu. YazıĢmaları tamamlayıp koltuğunda biraz gerindikten sonra çağrı cihazının ötmesiyle irkildi. Gitmesi gereken toplantının habercisi olan çağrı cihazını bıkkınlıkla susturduktan sonra odasından çıktı. General Bronze‘un odası, Rıhtım‘ın en üst katındaydı. Bu katta üst düzey yöneticilerin ya da büyük misafirlerin odalarının dıĢında, toplantı odaları ve kontrol odası bulunuyordu. ―Magical‖ Bronze‘un odasının bulunduğu koridorun sonunda, 3 numaralı toplantı odası bulunuyordu ve General‘in gideceği yer de orasıydı. Kapıda nöbet tutan iki askerin selamını baĢıyla onayladıktan sonra içeri girdi. 3 numaralı toplantı odası, diğer toplantı odalarına göre daha küçüktü. Genellikle fazla önem arz etmeyen, günlük durum raporlarının verildiği ya da


birkaç küçük tartıĢmanın yapıldığı, ortada yuvarlak bir masa ve etrafında 12 sandalyenin bulunduğu bir odaydı bu. General içeri girdiğinde toplantı odasına çoktan gelmiĢ olan iki kiĢi ayağa kalkıp selam durdu. ―Buyurun, oturun.‖ General, diğerleriyle beraber sandalyesine oturduktan sonra önündeki dosyayı açıp inceledi ve günlük raporları okumaya baĢladı. Neden sonra, sandalyelerin özellikle birisinin boĢ olduğunu fark etti ve okumayı yarıda bırakarak gözlerini boĢtaki sandalyeye dikti. ―BinbaĢı Madcap nerede?‖ Birkaç mırıldanma dıĢında kimseden ses çıkmayınca General bir Ģeyler söylemek üzere ağzını açmıĢtı ki, toplantı odası mekanik bir sesle açıldı ve içeriye BinbaĢı girdi. ―General. Toplantıya geç kaldığım ve böldüğüm için özür dilerim ama… Bir misafirimiz var.‖ General Bronze oturduğu yerde yavaĢça kapıya doğru döndü, sol kaĢı sorarcasına havaya kalkmıĢtı. ―General. Bayanlar ve Baylar. KarĢınızda Doktor!‖ BinbaĢı yana çekilerek arkasında dikilen adama yol verdi ve toplantı odasındakilerin Ģimdiye kadar gördüğü en ilginç ―Ģey‖ içeriye girdi. ―Merhaba, merhaba!‖ Kahverengi bir takım elbise, mavi bir gömlek ve kareli papyonuyla, bir çeĢit palyaço reverans yapıp toplantı odasındakilere el sallıyordu. ―Doktor kim?‖ dedi General Bronze sıktığı diĢlerinin arasından. ―Kesinlikle!‖ Doktor neĢeyle sesin geldiği yere yöneldi ve ĢaĢkın bakıĢlarını üstüne diken General‘in elini sıkmaya baĢladı.

85


―Siz General ―Magical‖ Bronze olmalısınız. ġafak SavaĢı‘nda yaptıklarınızı duydum, muhteĢem! AĢağıda sizin de bir heykeliniz olmalı aslında ama gördüğüm kadarıyla yoktu. Ayıp. Büyük ayıp.‖ General öfkeyle ayağa kalktı ve BinbaĢı‘ya döndü. ―Bir yabancıyı Kahramanlar Salonu‘na mı soktun bir de? Burada neler döndüğünü hemen anlat Madcap!‖ BinbaĢı sakin bir Ģekilde Doktor‘un koluna girdi ve onu boĢta kalan sandalyelerden birine oturttu. Sonrasında tekrar General‘e dönerek durumu anlattı. Bugün yaĢananları anlattıktan sonra, salonda bir gürültü koptu. Ġnsanlar heykellerden birisinin gerçek halini gördükleri için oldukça heyecanlanmıĢlardı. Bu heyecanlı mırıltılara alıĢmıĢ olan Doktor ise, halinden oldukça memnun bir Ģekilde, gülümseyerek sandalyesinde oturuyordu. ―Demek heykeliniz var. Bu daha önce baĢımıza hiç gelmemiĢti. Pekala, Doktor. Kayıp Rıhtım‘a hoĢ geldin. Ben ve arkadaĢlarım, sizi Rıhtım‘da konaklamaktan onur duyuyoruz. Ġzin verin, sizi arkadaĢlarımla tanıĢtırayım.‖ 86

Ayağa kalkıp masanın sol tarafındaki ilk sandalyede oturan, askeri üniforma yerine bir takım elbise giymiĢ, toplantı odasını dolduran insanların çoğundan daha genç gösteren bir adamın arkasına geçti. ―Bu Amras. Rıhtım‘ın BaĢ Yöneticilerinden.‖ ―TanıĢtığımıza memnun oldum Amras.‖ dedi Doktor gülümseyerek. General bir sonraki sandalyeye geçti. Uzun saçları arkada toplanmıĢ, üniformasında birçok ödül taĢıyan yüksek rütbeli bir askerin arkasındaydı Ģimdi de. ―Albay Fırtınakıran.‖ Doktor‘un soran gözlerini fark edince konuĢmaya devam etti. ―Kendisi Rıhtım‘ı bir elektromanyetik fırtınadan kurtardı; gemisi ―Kırbaç‖ halen o fırtınanın izlerini taĢıyor.‖ Fırtınakıran ciddi bir ifadeyle Doktor‘u selamladı. Doktor kadında River Song‘un acımasızlığını ve sıcakkanlılığını görüyordu, bu yüzden gülümseyerek selama karĢılık verdi. ―Ve BinbaĢı Madcap. Onunla zaten tanıĢmıĢtınız sanırım.‖ Dedi General, Doktor‘un yanındaki sandalyede oturan adamı iĢaret ederek.


―Evet, kendisi çok yardımcı oldu. Fakat böylesine sabırlı ve sakin birisinin adının neden Madcap olduğunu söylemedi.‖ Doktor soran gözlerle önce BinbaĢı‘ya sonra gülmeye baĢlayan Albay‘a ve son olarak gülümseyen General‘e baktı. ―Siz en iyisi birkaç gün BinbaĢı ile dolaĢın. O zaman anlarsınız.‖ Bir öksürük sesiyle tüm bakıĢlar BinbaĢı‘ya döndü. BinbaĢı rahatsızca kıpırdanarak konuyu dağıtmaya çalıĢtı. ―Ben Mit‘e danıĢalım derim. Yani Doktor‘un neden heykelinin orada olduğunu bilebilecek birisi varsa, o da Mit‘tir.‖ General baĢıyla onayladıktan sonra hemen masanın üzerindeki elektronik cihazın tuĢuna basıp birkaç emir yağdırmaya baĢladı. Bu sırada Doktor yavaĢça BinbaĢı‘ya doğru eğilip sordu. ―Mit?‖ ―Evet, Mit.‖ Dedi kısaca ve ekledi ―Aklındaki soruyu tahmin edebiliyorum. Evet, kendisi gerçekten de bir mit.‖ Doktor neĢeyle ellerini birbirine kavuĢturdu. Burası tahmin ettiğinden daha zevkliydi. *** ―Aldığımız bir habere göre, Ģu anda Rıhtım‘da çok özel bir konuğumuz varmıĢ. Durgonath ile Müzikal Saatler‘in sonuna geliyorken, bu Ģarkı konuğumuza gelsin. Evet sevgili dinleyenler, Ģimdi Radiohead‘den –― ―Radiohead mi?‖ dedi Doktor koltuğunda doğrularak. Toplantı odasında, olayı çözecek kiĢi olan ―Mit‖i bekliyorlardı ve General, konuğu sıkılmasın diye Radyo‘yu açmıĢtı. Doktor ĢaĢkın bakıĢlar içinde ayağa kalkıp sorusunu yeniledi. ―Radiohead mi!?‖ ġarkı girince neĢeyle ellerini çırptı. ―Radiohead! Tanrıya Ģükür, Justin Bieber ve türevlerinin müziği katledeceğini düĢünüyordum.‖ Toplantı odasındakilerin bakıĢları değiĢmeyince, gerekli açıklamayı yaptı.

87


―Yani 2010‘lu yıllarda öyle müzikler dinledim ki, bir daha müzik dinlememe kararı aldım. 4.000.000 yılında, Dünya‘nın 12. kolonisinin 2000. yıl kutlamalarında müzik çalmasın diye koloni meydanını havaya uçu-ehm. Ne günler ama, heh.‖ Doktor sandalyesine tekrar oturup az önce yaramazlık yapmıĢ çocuk gibi kıpırdamadan dururken toplantı odasındakiler mekanik bir ses eĢliğinde açılan kapıya doğru döndüler. Ġçeri giren adamın ilk bakıĢta en çok dikkat çeken Ģeyleri gözlükleriydi. Ancak bu bir yanılsamadan ibaretti, çünkü insanların dikkatini çeken o gözlük değil, arkasındaki bir çift gözdü. 30‘lu yaĢlarda görünüyor olmasına rağmen, gözleri binlerce yılın yükünü taĢıyordu. Nispeten atletik bir vücuda sahip olmasına rağmen kambur duruyordu. Hareketleri aynı zamanda hızlı ve yavaĢtı. BakıĢları etrafa öylesine bakıyormuĢ gibi seriydi ancak o bakıĢların her milisaniyesinde bir anlam yüklüydü. Adam normal bir kıyafet giymiĢti; bir pantolon ve sol göğüs tarafında KR amblemi olan bir gömlek. Saçları özenle kesilmiĢ gibi dursa da dikkatli bakıldığında saçlarına kimse yıllardır dokunmamıĢ gibiydi. Kısacası adam hem genç hem de kadim gözüküyordu ve bu görünüĢ Doktor‘a çok yakın birisini hatırlatıyordu; Kendisini. 88

Adam içeri girer girmez Doktor ayağa fırladı ve gözlerini büyükçe açarak adamı inceledi. Etrafında dönüp, ensesine dokunduktan sonra kollarını kavuĢturup adamın etrafında dönmeye baĢlayan Doktor sonunda durup adama döndü. ―Bu imkânsız!‖ Sonradan aklına gelmesine kızmıĢ gibi eliyle kendi kafasına vurdu ve cebinden sonik tornavidasını çıkartıp onunla Mit‘i inceledi. ―Sen Zaman Lordu musun?‖ Mit tüm bu olanlar sırasında sadece gülümsüyordu. Uzun zamandır beklediği bir soruyu duymuĢçasına gülümsemesi geniĢledi ve kafasını salladı. ―Hayır, bunu daha önce de sormuĢtun.‖ Duraksayıp kafasını kaĢıdı. ―Ya da soracaksın. Söz konusu sen olunca iĢler biraz karıĢık oluyor.‖


Doktor sonik tornavidasını tekrar cebine koyup yavaĢça Mit‘e yaklaĢtı. Gözlerini kısmıĢtı ve milyonlarca parçalık bir bulmacanın en önemli parçasını yakalamak üzereymiĢ gibi gülümsüyordu. ―Biz… Biz daha önce karĢılaĢmıĢ mıydık?‖ Mit ellerini iki yana kaldırıp dudaklarını büktü. ―Ben karĢılaĢtım. Sen karĢılaĢacaksın. Dediğin gibi, bu zaman denen Ģey garip bir ―zamanzingo‖. Doktor kafasını sallayıp diğerlerine döndü. Suratında, az önceki gibi, yaramazlık yapmıĢ bir çocuğun ifadesi vardı. ―Zamanzingo mu? Ben öyle bir Ģey demedim.‖ Mit kısaca, ―Henüz.‖ dedi ve toplantı odasının bir ucunda bulunan kütüphaneye doğru ilerledi. ―ġimdiii, bakalım nereye koymuĢtum. YaklaĢık bu yıllarda ortaya çıkacağını söylemiĢtin, o yüzden bir iki ay önce onu buraya bir yere saklamıĢtım ama… Heh, buldum!‖ Mit kalınca bir kitabı rafların arasından çıkarttı ve toplantı masasının üstüne koydu. ―Heykelin hikâyesini öğrenmek istiyorsun.‖ Ses tonunda bunun bir sorudan çok yıllardır bilinen bir gerçek olduğu vurgusu vardı. Kitabın kapağını çevirip okumaya baĢladı. “Yeni Tema‟dan Sonra 1499 yılı. Ben Mit ve bu satırları büyük bir acıyla yazıyorum. Kral Bronze zor durumda ve korkarım kimse ona yardım edemez.” Doktor elini kaldırıp Mit‘i durdurdu. ―Bu büyük büyük büyük büyük büyük büyük dedenin yazdığı kitap mı?‖ Doktor‘un suratındaki kurnaz ifade, aslında sorunun cevabını bildiğini gösteriyordu. ―Hayır, benim.‖

89


Doktor neĢeyle ellerini çırpıp etrafında döndü. ―Aha! Biliyordum!‖ Heyecanla Mit‘in omuzlarından tutup kafasını Mit‘in kafasına dayadı. ―Sen… Kimsin!?‖ Mit yavaĢça kendisini Doktor‘dan kurtardı ve gözlüğünü düzeltti. ―Göreceksin. Neyse, devam ediyorum.‖ ―Aaaaaaah!‖ diye yükselen çığlık, toplantı odasındakilerin yerinde sıçramasına neden oldu. Doktor hızla kitabı kapattı ve masanın üstünden kaldırıp yere fırlattı. General silahını çekmeye hazırlanan Albay Fırtınakıran‘ı durdurdu ve BinbaĢı Madcap‘e, ―Senin bulacağın adam böyle olur.‖ gibisinden bir bakıĢ attı. ―SPOILER!‖ diye kükredi Doktor ve toplantı odasını hızla terk etti. ―N- Nereye gitti bu adam? BinbaĢı!‖ BinbaĢı Madcap, General Bronze‘un emriyle tam odadan çıkacaktı ki Mit‘in elini kaldırmasıyla olduğu yerde kaldı. 90

―Gerek yok Madcap. Nereye gittiğini biliyorum.‖ Yerden kitabı kaldıran Mit, tekrar masaya koydu ve kapağını açtı. ―Bizi kurtarmaya gitti. Hangi yıla gitmesi gerektiğini az önce benden duydu. Muhtemelen çoktan TARDIS‘ine atlayıp bize yardım etmeye baĢlamıĢtır. Aynen kendisinin de söylediği gibi, buna dayanamıyor.‖ Uzun, hatta fazlasıyla uzun yıllar boyunca maruz kaldığı o soran bakıĢlara gülümseyerek karĢılık verdi. ―Kendisi geçmiĢ yıllarda karĢılaĢtığımızda bana öyle demiĢti; Kitabı oku, spoilerlardan nefret ederim. Dayanamayıp kendim gelirim.‖ Kitabın birkaç sayfasını daha çevirip aradığı yeri buldu, öne düĢmüĢ gözlüklerini tekrar yerine oturttuktan sonra bir sandalyeye oturarak toplantı salonundakilere okumaya baĢladı. ―Hmm burasını geçtik ve hah. Devam ediyorum. Gökyüzünü yarıp gelen mavi bir kutu ve bunun içinden çıkan garip kıyafetli bir adam. Bugün daha da ilginç bir hal alamazdı derken, adam ki kendisine Doktor diyor, beni tanıdığını iddia etti. Buraları geçiyorum, sayfalarca TARDIS‘i anlatmaya çalıĢmıĢım.


Mavi kutu iĢte, neyse. Hah. Rin krallığının bencil kralı Whu‟nun yağmacı ordusu sınırlarımıza dayandı. Kral Whu bu sefer bizi tamamen bitirmek için saldırıyor. Bu Whu çok çirkindi. Klasik bir pozu vardır onun, tahtta bile öyle oturur. O Ģekilde heykelini yapacaklardı, ibret olsun diye. Ġzin vermedim. Neyse. Komutan Malkavian önderliğinde Düşler Ovası‟nda büyük bir zafer kazanıldı. Ne adamdı ama. Ulubatlı Marius, tüm o yaralarına rağmen kaleyi tek başına savundu. Bir insana en fazla kaç tane ok saplanabilir ki? Ruhban Koyubeyaz‟ın duaları, beklediğimiz gibi olmasa da fazlasıyla işe yaradı. Yaralıları iyileĢtirmesi için tanrılarına dua etmiĢti. Gökten yağan o yıldırımları dün gibi hatırlıyorum. Ve böylece, yardımlarından dolayı heykelini yapmaya karar verdik. Burayı da geçiyorum. Altı üstü bir papyon, neden bu kadar büyütüyor ki? Ve evet, bu cümlenin üstü çizilmiĢ, yanında ―Papyonlar havalıdır!‖ yazıyor. Bu kitabı ne pahasına olursa olsun korumamı ve zamanı geldiğinde toplantı odasındaki raflara yerleştirmemi söyledi. Beni tekrar gördüğünde, bu kitabı okumalıymışım. Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yok. Aah, ne adam ama.‖ Kitabı kapatıp yanına aldı, gözlüğünü çıkarttı ve yavaĢça odadan çıkmaya hazırlandı. Bu sırada toplantı odasında herkes ĢaĢkın bir Ģekilde öylece duruyordu. Kimse az önce neler döndüğünü tam anlamıyla kestiremiyordu. Herkes adı geçen bir sürü karakterin kim olduğunu hatırlamaya çalıĢıyor, en önemlisi de bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalıĢıyordu. ―Sen… kimsin?‖ Sessizliği general bozdu. Mit önce duraksadı. Sonra yavaĢça arkasını döndü ve gözlerinin ucuyla toplantı odasındakileri süzdü. Gözlüğünü yavaĢça taktıktan sonra soruya cevap verdi. ―Ben Mit.‖ - SON -

91


KAYIP RIHTIM’DA BİR YABANCI M. ĠHSAN TATARĠ MĠT

92

Soğuk ve karanlık bir geceydi. Uzun ve dar bir patika gecenin karanlığına doğru kıvrıla kıvrıla gidiyordu. Patikanın üzerindeyse yalnız bir yolcu ürkek gözlerle etrafına bakınarak ilerlemekteydi. KaybolmuĢtu… Elindeki kitaba sımsıkı sarılmıĢtı ve soğuktan tir tir titriyordu yolcu. Harry Potter‘ın son cildiydi tuttuğu. Onun için çok Ģey ifade ediyordu bu kitap. Çünkü fantastik edebiyatla ilk tanıĢması bu seriyle gerçekleĢmiĢti ve bu yeni türü çok ama çok sevmiĢti. Kendini fantastiğin derin ve renkli sularına bırakarak bir çırpıda tüm seriyi okumuĢtu. Ama her güzel Ģey gibi bu serinin de bir sonu vardı ve o son çok çabuk gelmiĢti yolcunun yanı baĢına. Ama kolay kolay bu türden kopmaya niyeti yoktu. O yüzden yeni arayıĢlar içerisinde kendini fantastik diyarların gizemli topraklarına atıvermiĢti. Fakat düĢünemediği bir Ģey vardı. Bu diyarlar çok geniĢti ve yolunu bilmeyen birinin burada kaybolması an meselesiydi. Tıpkı Ģu anda kendisinin de kaybolduğu gibi… Derken uzaklarda bir yerde yanan bir ıĢık takıldı gözüne. Hızla o yöne doğru baktı fakat parlak ıĢık geldiği hızla yok olmuĢtu. Bir an için hayal görüp görmediğinden emin olamayarak o yöne bakakaldı yolcu. Ardından bir kez daha gördü parlak ıĢığı… AnlaĢılan kısa aralıklarla yanıp sönen cinsten bir ıĢıktı bu. Neydi acaba? Durmak bilmeksizin çalıĢan cücelerin madenlerinden biri miydi? Yoksa ateĢ saçan bir ejderhanın ölümcül nefesi mi? Aklına yapacak baĢka bir Ģey gelmediğinden o yöne doğru yürümeye baĢladı yavaĢça. Yürüdükçe dingin dalgaların sessiz çırpınıĢları çalındı kulağına. Çok fazla gitmemiĢti ki patikada baĢka biriyle karĢılaĢmak üzere olduğunu fark etti. Parlak zırhları içinde oldukça mağrur görünen, uzun saçlı, kırmızı pelerinli biriydi bu. Kılıç yerine bir kamçı taĢıyordu ve sırtı dönük olduğundan henüz yolcuyu fark etmemiĢti. Yolcu, zırhlı kiĢiye usulca yaklaĢtı ve ―MMer-Merhaba bayım.‖ dedi ürkekçe.


Zırhlı ardından gelen çekingen sesi duyunca yavaĢça döndü ve ―Merhaba.‖ dedi. Yolcu karĢısındaki kiĢiye ĢaĢkınlıkla bakakaldı. Elinde tuttuğu kitap yavaĢça elinden kayarak düĢerken ağzı da bir karıĢ açılmıĢtı. Çünkü az önce bayım diye hitap ettiği Ģövalye aslında bir bayandı. ―B-be-ben çok özür dilerim bayım! ġey yani… Bayan! Ben sizi Ģey sanmıĢtım da… Hani öyle zırhlar içinde falan görünce.‖ diye kekeledi yolcu. ―Eh, sorun değil. Bu ilk defa olmuyor.‖ dedi hafifçe gülümseyen Ģövalye. Ardından eğilerek yerdeki kitabı aldı ve yolcuya uzattı. ―Kitabına iyi bak. Onların yeri baĢımızın üstüdür, ayaklarımızın dibi değil.‖ ―TeĢekkür ederim.‖ diye mırıldandı yolcu, kitabı alırken. ―Siz de mi kayboldunuz?‖ ―Kayıp mı? Hayır, hayır.‖ diye güldü Ģövalye. ―Aksine ben burada sana ve senin gibi bu diyarlarda yolunu kaybetmiĢ ve devam etmek için nereye gideceğini bilemeyen yolculara yol göstermek için varım. Yalnız da değilim üstelik. Rıhtım‘da benim gibi pek çok arkadaĢım daha var.‖ ―Rıhtım mı, hangi rıhtım? Yalnızılar Rıhtımı mı yoksa?‖ ―Kayıp Rıhtım tabi ki…‖ diye cevapladı Ģövalye, tek eliyle ileride bir yeri iĢaret ederek. ―Fantastik Diyarlar‘a giden tüm yollar Rıhtım‘dan geçer.‖ Tam o esnada uzaklardaki parlak ıĢık bir kez daha parladı ve hem Ģövalyenin hem de yolcunun yüzünü aydınlatıverdi. Yolcu o anda hayretle Ģövalyenin gösterdiği yönde, denizin üzerinde uzanan bir baĢka patika daha olduğunu gördü. Yolun sonunda küçük ama sevimli, gizemli fakat davetkâr bir ada görünüyordu hayal meyal. Adanın tam ortasındaysa oldukça kadim bir deniz feneri vardı. IĢık buradan geliyordu iĢte. ―Vay canına!‖ dedi yolcu. ―Yolun sonundaki ıĢık dedikleri bu mu yoksa?‖ ―Tabi ki hayır.‖ dedi Ģövalye gülerek. ―Kayıp Rıhtım orası iĢte, ben de oranın yöneticilerinden biriyim. Tüm diyarların birleĢtiği yer… Orası senin gibi fantastik edebiyata gönül vermiĢ kiĢilerle dolu. Sevdiğin seriler hakkında pek çok bilgiye ulaĢabileceğin gibi hiç tanımadığın baĢka evrenlere, baĢka maceralara açılan kapılar da bulabilirsin orada. Tabi gitmek istersen…‖

93


―Kulağa harika geliyor doğrusu.‖ dedi yolcu bir patikaya bir de Ģövalyeye bakarak. Ardından gülümseyerek baĢını salladı ve ―Gideceğim.‖ dedi kararlılıkla. ―O zaman giriĢe kadar yanında yürüyeceğim yolcu.‖ Ġlk adımlarıyla birlikte yolun üzerindeki sis dağılıverdi ve etraflarını altın rengi, parlak bir ıĢık sarmaladı ikilinin. IĢık onları yıkadıkça yolcu etrafında garip sesler duymaya ve değiĢik görüntüler görmeye baĢladı. Fakat hiçbiri korkunç değildi, aksine heyecan verici Ģeylerdi. Bir an oldukça kadim bir savaĢ alanında, zafere koĢan atlılar görüyordu bir an sonraysa gelecekte, hayal dahi edemeyeceği teknolojik harikalardan oluĢan evrenler. Onlar yürüdükçe önlerindeki ada biraz daha görünür oldu. Büyücülük kulelerine benzer yüksek yapıları, kadim deniz fenerini, sahili boydan boya kaplayan geniĢ iskeleleri ve limana demirlemiĢ gemileri rahatça görebiliyorlardı artık. ―MuhteĢem görünüyor.‖ diye fısıldadı yolcu, Ģövalyenin pelerinine basmamaya dikkat ederek yürürken. 94

Derken patika birdenbire sona erdi ve kendilerini çift kanatlı, demir parmaklıklı devasa bir kapının önünde buldular. Kapılar altın kaplamaydı ve ardına kadar açıktı. GiriĢin yanındaysa ufak ama gösteriĢli bir tabela vardı. Üzerinde Ģöyle yazıyordu: “Kayıp Rıhtım, Fantastik edebiyatta kaybolanlara…” ġövalye, yolcunun yazıyı okumakta olduğunu fark edince dostane bir biçimde omzuna vurdu. ―Eh, ‗kaybolanlara‘ diyor ama içeriye giren kimse artık kayıp değildir dostum.‖ dedi gülümseyerek. ―TeĢekkür ederim.‖ dedi yolcu, minnettarlıkla ona bakarak. ―Daha adınızı bile bilmiyorum.‖ diye ekledi ardından. Durmadan dönüp etrafı aydınlatan fenerin ıĢığı bir kez daha yolcuyla Ģövalyenin yüzüne vurdu ve o esnada Ģövalyenin ismi dudaklarından serbest kaldı; ―Fırtınakıran.‖


―TeĢekkür ederim Tırpanakaçan.‖ ―Adım Fırtınakıran… Dalgakıranın fırtınaya uyarlanmıĢ hali.‖ ―Ha… Tamam. ġey… Memnun oldum o zaman.‖ dedi yolcu ve kendisine uzatılan eli samimiyetle sıktı. ―Umarım iyi vakit geçirirsin. Bu arada dikkat et de dürbünle gözetleyenlere yakalanma.‖ dedi Fırtınakıran gizleyemediği bir sırıtıĢla. ―Neye yakalanmayayım neye?‖ diye sordu yolcu. Fırtınakıran ise sadece ―Göreceksin.‖ demekle yetindi ve yeni yolcular bulma ümidiyle oradan uzaklaĢtı. Yolcu kitabını sıkıca kavradı. Ardından derin bir nefes alarak kapıya döndü ve rıhtımdan içeri ilk adımını attı. *** Her iki yanı yeĢil ağaçlarla kaplı dar bir patikaydı ilk karĢısına çıkan. Yolun her iki kenarına alçak, beyaz duvarlar inĢa edilmiĢti. Yolun hemen sağındaki tek katlı taĢ yapı görünürdeki yegâne binaydı. ―Merhabalar yolcu.‖ diye seslendi biri, henüz birkaç adımdan fazlasını atmamıĢken. Sesin geldiği yöne baktığında yeĢil pelerinli, siyah çizmeli bir adamla karĢılaĢtı. Adam pelerinine sıkıca sarınmıĢtı ve baĢlığını iyice aĢağı çektiğinden yüzü tam olarak seçilemiyordu. Alçak duvarlardan birinin üzerine rahatça kurulmuĢ bir Ģekilde yolu gözlüyor, bir taraftan da keyifle piposunu tüttürüyordu. ―ġey… Merhaba.‖ dedi yolcu, tereddütle. Adam çevik bir Ģekilde duvardan atlayıp uzun adımlarla yolcuya yaklaĢtı. ―Kayıp Rıhtım‘a hoĢ geldin yabancı. Bana Bolgezer derler. Bir kolcuyum‖ dedi elini uzatarak. ―Bolgezer mi? Garip bir isim.‖ dedi yolcu, uzatılan eli çekinerek sıkarak.

95


―Evet, öyle de denebilir. Dostlarımsa bana Amras Ringeril diye hitap eder. Rıhtım yöneticilerinden biriyim. Aramıza hoĢ geldin.‖ ―HoĢ bulduk Tamgaz Bingeril.‖ ―ġey… Amras olacaktı. Her neyse… Yoldan geçen bir yolcu musun yoksa kalıcı olmaya mı geldin?‖ ―Aslında buna henüz karar vermedim. Önce bir etrafı gezmeyi düĢünüyordum, sakıncası yoksa elbette…‖ ―Tabi ki yok. Eğer fikrini değiĢtirirsen Karn Aduamin hemen Ģu tarafta.‖ dedi kolcu, eliyle giriĢin hemen yanındaki tek katlı yapıyı iĢaret ederek. ―Karın… Ne?‖ ―Karn Aduamin… Yani kadim büyülü aynamız.‖ ―Kelid aynası gibi mi yani?‖ diye sordu yolcu, elindeki Potter kitabına hevesle sarılarak. 96

―Öyle de denebilir fakat bizimkinin iĢlevi biraz daha farklı. KarĢısına geçip kendin için seçtiğin adı söylüyorsun ve o andan itibaren tüm Rıhtım seni o isimle tanımaya baĢlıyor. Aksi takdirde sadece bir yolcu olarak kalırsın. O takdirde de etkinliklerimizi izleyebilir ama katılımda bulunamazsın.‖ ―Hmm…‖ dedi yolcu, ―Bunu bir düĢüneceğim. Ama dediğim gibi, önce bir dolaĢıp etrafı görmek istiyorum.‖ ―O halde yol sizindir, saygıdeğer yolcu.‖ dedi Amras, kenara çekilip zarif bir reveransla yolu açarken. Yolcu beceriksiz bir biçimde eğilerek bu selama karĢılık verdi. Tam o esnada mikrofon cızırtısına benzer bir ses duyuldu gökyüzünde. Yolcu hızla etrafına bakındı ama yakınlarda ne bir direk ne de hoparlör göremedi. ―Büyü.‖ diye fısıldadı Amras Ringeril, yolcunun soran bakıĢlarıyla karĢılaĢtığında. ―Rıhtımın efendisi bir duyuru yapmak üzere.‖ ―Dikkat, dikkat!‖ dedi büyüyle yükseltilmiĢ ses, yankılı bir biçimde. ―Sheqer_cocuq isimli üyemiz, güzel Türkçemizi kötüye kullanmaktan ve bu


davranıĢındaki ısrarından dolayı süresiz olarak sınır dıĢı edilmiĢtir. Bilginize!‖ Ardından mekanik bir tıkırtı duyulmaya ve zemin hafifçe sarsılmaya baĢladı. Yerin altından devasa boyutlarda bir mancınık yükseliyordu gökyüzüne doğru yavaĢ yavaĢ. Mancınığın üzerinde birinin olduğunu gördü yolcu, hayal meyal. ―Bıraqın beni yha! Ġstediiim gibi qonusurum, kimse bana krĢmz!‖ diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu mancınığın üzerindeki kiĢi. Devasa teçhizat yükseliĢini tamamladığında gümbürtüyle durdu, geriye doğru iyice gerildi ve hızlı bir atıĢla üyeyi Rıhtım sınırlarının dıĢına gönderdi. ―Hayııııııır!‖ diye bağırıyordu sheqer_cocuq, gökyüzünde kontrolsüz bir Ģekilde süzülürken. Ufukta küçücük bir nokta haline gelip kayboluncaya kadar ardından bakakaldı yolcu. ―Hehehe…‖ diye kıkırdadı büyülü ses keyifle. Sonra da mikrofonun hâlâ açık olduğunu anımsayarak bir ―Ups!‖ dedi panikle. Ardından ses baĢladığı gibi aniden sona erdi. ―Bu da neydi?‖ diye sordu yolcu, merak ve endiĢe karıĢımı bir duyguyla. ―Önemli değil, cezayı hak eden biri sadece.‖ diye geçiĢtirdi Amras. ―Rıhtım özgür bir yer elbette ama baĢkalarına saygı göstermediğin sürece burada yerin yoktur. Bir de Türkçeye tabi…‖ ―Anlıyorum.‖ dedi yolcu. ―Çok da fazla bir Ģey istemiyoruz, değil mi?‖ ―Sanırım hayır. ġey… Ben devam edeyim o zaman.‖ ―Elbette. Ġyi eğlenceler dilerim.‖ dedi Amras. Bunun üzerine Rıhtım‘ın derinliklerine doğru ilerleyen patika üzerinde yeniden yol almaya baĢladı yolcu. O yürürken kolcu da az önceki yerine geri döndü ve kendi kendine bir Ģarkı mırıldanmaya baĢladı; “Yol hiç bitmez, uzar gider, başladığı kapıdan.

97


Az gittik, uz gittik ama gücüm yettikçe yola devam. Bacaklarım yorulsa da yürürüm varana dek anayola. Yollarla işler birleşir orada, bilmem yolculuk sonra ne yana.” *** Yolcu, Kayıp Rıhtım‘ın ilginç bir yer olduğunu tahmin ediyordu zaten. Ama böylesine muazzam bir mekânla karĢılaĢacağını hayal dahi etmemiĢti. Patika biter bitmez geniĢ, daire Ģeklinde bir meydanda bulmuĢtu kendisini. Yerler taĢ döĢeliydi ve pek çok farklı yol bağlanıyordu bu meydana. Yolların her iki yanında çeĢit çeĢit binalar, kuleler, parklar, havuzlar ve bahçeler vardı. Bunların kimi Orta Çağ yapılarını andırırken kimi günümüze kimiyse geleceğe aitmiĢ gibi görünüyordu. BakıĢlarını yukarı kaldırdığında gökyüzünde gezinen uçan balonlar, küçük zeplinler, uçan halılar, süpürgeler ve birkaç uzay gemisi çarptı gözüne. Rıhtım‘daki en yüksek yapıysa kadim deniz feneriydi. 98

Tam meydanın ortasında, üzerinde onlarca ok yerleĢtirilmiĢ bir yön tabelası vardı. Okların her biri değiĢik bir doğrultuyu gösteriyordu ve hepsinin üzerinde Kurgu Ġskelesi, Swoop-race pisti, DüĢler Limanı, Quidditch sahası, Öykü Seçkisi meydanı, Shire, Fantastik Diller Okulu, Kenderyurdu, Yolgeçen Hanı, Lothlórien, Liman Kütüphanesi, Son Yuva Hanı ve Dipsiz Konak gibi pek çok enteresan isim vardı. Yolcu baĢını kaĢıyarak tabeladaki isimlere baktı, sonra tekrardan baĢını kaldırıp deniz fenerine göz attı. Ne yöne gitmesi gerektiğinden emin olamadığından fenere gittiğini düĢündüğü yollardan birine rastgele dalıverdi. Uçan kaykaylar üzerinde gezen bir grup genç geçti yanından. Hani Ģu Geleceğe DönüĢ filmindeki kaykaylardan… Hemen karĢısında bir grup sakallı cüce kendi aralarında hararetle tartıĢarak yürümekteydi. Duvarlardan birinde ―Kayıp Rıhtım; kenderlere kucak açan tek ülke!‖ yazan bir afiĢ gördü. Tepesinden bir Zümrüdüanka kuĢu geçti uçarak, o billur sesiyle öterken. Zırhlı Ģövalyeler, ninjalar, cüceler, astronotlar, samuraylar, kovboylar, büyücüler, elfler ve buçukluklar her yanındaydı. Fırtınakıran burası için tüm diyarların birleĢtiği yer derken abartmamıĢtı anlaĢılan.


Tam bir köĢeyi dönmüĢtü ki beyaz zırhları içinde iki asker yolunu kesiverdi. Yolcu onları tanımıĢtı. Star Wars filmlerindeki imparatorluk askerleri yani Stormtrooperlardı bunlar. ―Dur!‖ dedi Stormtrooperlardan biri. ―Nereye gittiğini sanıyorsun?‖ ―Ben…‖ ―Adın ne senin?‖ diye sordu bir diğeri, elindeki lazer tüfeğini yolcuya doğru sallayarak. ―ġey…‖ ―ġey mi? Hiç böyle saçma bir isim duymamıĢtım! Kimliğini göster.‖ Yolcu ne yapacağını bilemez bir Ģekilde karĢısındakilere bakarken arkasından gelen bir baĢka ses duydu. ―Onun kimliğini görmeye ihtiyacınız yok.‖ Üçü birden yeni gelenin kim olduğunu görmek için o yöne döndü. Jedi kıyafetleri içerisinde, top sakallı, hafif çekik gözlü bir delikanlıydı bu. ―Sen de kimsin?‖ dedi askerlerden biri aksi bir tavırla. ―Size onun kimliğini görmeye ihtiyacınız yok dedim.‖ diye yanıtladı Jedi, bir elini askerlerin yüzüne doğru yavaĢça sallayarak. ―Ah, haydi! Yine mi Ģu sahne?‖ diye söylendi ilk asker. ―Hep aynı numarayı yapıyorsunuz ama. Haksızlık bu!‖ ―Senaryonun akıĢını bozmak uğursuzluktur. 40 yıl Death Star‘da paspas atarsınız sonra.‖ dedi Jedi, iĢaret parmağını sağa sola sallayarak. ―Öf! Tamam, tamam.‖ dedi Stormtrooper mutsuzca. ―Onun kimliğini görmeye ihtiyacımız yok.‖ ―O sizin aradığınız droid değil.‖ ―O bizim… Ne? Bu nasıl bir saçmalık böyle? Elbette ki o bir droid değil!‖ ―Senaryoyu bozma!‖ dedi Jedi, hiç istifini bozmadan.

99


―Peki, peki…‖ dedi Stormtrooper boynunu bükerek. ―O bizim aradığımız droid değil.‖ diye ekledi ardından, baĢını memnuniyetsiz bir biçimde iki yana yatırarak. ―Devam edin.‖ ―Devam edin, devam edin.‖ dedi Stormtrooper ve iki asker söylene söyle uzaklaĢtı. ―TeĢekkür ederim.‖ dedi yolcu. ―Siz olmasaydınız ne yapardım bilemiyorum.‖ ―Sorun değil.‖ diye yanıtladı Jedi savaĢçısı, ellerini elbisesinin yenlerine sokarak. ―Adım Hurin.‖ ―Memnun oldum efendim. Bir Jedi için alıĢılmadık bir isminiz var doğrusu.‖ dedi yolcu. ―Silmarillion‘dan bir isim, daha önce duymuĢsundur mutlaka.‖ ―Aslına bakarsanız duymadım. Nedir o, bir kitap mı?‖ 100

―Anladığım kadarıyla bu diyarlarda yenisin yabancı. Silmarillion‘u sadece basit bir kitapmıĢ gibi nitelendirdiğine göre…‖ dedi Hurin, aksi bir tavırla. ―Neyse ki doğru yere gelmiĢsin. Burada aradığın her türlü bilgiye rahatça ulaĢabilirsin. Nereye bakman gerektiğini biliyorsan tabi…‖ ―Öyle umuyorum. Siz buranın efendilerinden biri misiniz?‖ ―Ben mi? Hayır… Efendi, kral, baĢrahip, padiĢah, sultan, han, hakan sökmez buralarda bize. Biz zorlu tiplerizdir, binlerce fırtınadan kurtulup bu rıhtıma ulaĢtık çok zaman önce. Kaptanımız ise büyük fırtınadan kurtulan ilk kiĢidir. Yani Kayıp Rıhtım‘a demir atan ve burayı inĢa eden Magicalbronze…‖ ―Necikıl?‖ ―Magicalbronze…‖ ―Hmm, tamam. Bir bakalım; Magicalbronze, Amras Ringeril, Fırtınakıran, Mümin…‖


―Hurin!‖ ―Ay, Ģey… Hurin… Gerçekten de çok değiĢik isimleriniz var.‖ ―Bunlar takma isimler. Mesela Magicalbronze‘un gerçek ismi Hakan‘dır.‖ ―Hakan mı? Az önce bize han, hakan sökmez dememiĢ miydiniz ama?‖ ―ġey… Öyle mi dedim? ġĢĢt, çaktırma.‖ dedi Hurin, telaĢlı gözlerle etrafına bakınarak. Neyse ki kimse onları dinliyormuĢ gibi görünmüyordu. ―Kimse yanılgıya düĢmesin. Eğer ki bu rıhtımda yaĢıyorsak bunu Kaptan Magicalbronze, Ġkinci Kaptan Amras Ringeril ve diğer görevlilere borçluyuz. Bense rıhtım küçük bir topluluk olduğu zamanlardan beri burada olan bir Edain beyiyim sadece. Kral olmakta gözüm yoktur. Sadece Rıhtımın güvenliğini ve geliĢimini düĢünürüm.‖ ―Ben bir Jedi olduğunuzu sanmıĢtım oysa.‖ ―Öyleyimdir de. Aynı anda birden fazla evrene gönül vermenin cabası. Biraz karıĢık bir mesele…‖ diye geçiĢtirdi Hurin. 101

―Eh, yardımınız için teĢekkür ederim o halde.‖ ―Rica ederim. Ġlk defa birisi anlatmak istediğimi kırılmadan anladı. Aramıza hoĢ geldin.‖ dedi Hurin ve yürüyerek uzaklaĢtı. *** Yolcu henüz çok gitmemiĢti ki bir köĢeyi döner dönmez uzun ve geniĢ bir iskeleyle karĢılaĢtı. ―Kurgu Ġskelesi‖ yazıyordu hemen giriĢindeki yüksek tabelada. Merakla o yöne doğru yürümeye baĢladı. Ġskele L Ģeklinde uzanıyordu ve her iki yanında kırk beĢ derece eğimli ahĢap çalıĢma masaları vardı. Hemen hemen her masanın baĢında birisi oturuyor ve elindeki tüy kalemle önündeki parĢömenlere bir Ģeyler yazıyordu. Ġskelenin sonunda konuĢma kürsüsüne benzer bir yer bulunuyordu ve yazarlardan birisi Ģu anda hikâyesini sesli bir Ģekilde kürsüden okumakla meĢguldü. Önünde de kimisi ayakta kimisiyse oturarak onu dinleyen bir sürü kiĢi vardı. Kalabalığın büyük çoğunluğunu insanlar oluĢtursa da arada elflere, gnomlara, kenderlere, perilere ve at adamlara rastlamak mümkündü.


Hatta birkaç denizkızı bile iskeleye yanaĢmıĢ, dikkatli bir biçimde dinliyorlardı anlatılanları. “Üstatları arkasını döndü ve ikisine takip etmelerini işaret etti. „Yarın bu alanda sizler dövüşüyor olacaksınız. Şimdi gidip dinlenin ve son hazırlıklarınızı yapın. Birer kılıç ustası olup yolunuza devam etmek ve yerde yatan şu kibirli drow gibi ölmek arasındaki ince çizgide duruyorsunuz. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide…‟ Son cümlesini havadan gelen buz gibi bir esinti karşıladı ve Furian ve Xen‟in şüphe ile titremesine sebep oldu.” ―Bu bölümün sonu…‖ dedi yazar, parĢömenlerini toplayarak. Dinleyicilerden kibar bir alkıĢ koptu. ―Çok güzel olmuĢ Malkavian, tebrik ederim.‖ dedi dinleyicilerden biri. ―Malkaçıran… Ġlginç bir isim.‖ diye düĢündü yolcu. 102

―Beğenmenize sevindim sevgili Berre.‖ dedi yazar. ―Zerre mi? Bu daha da enteresan bir isim.‖ diye aklından geçirdi yolcu. ―DövüĢ sahnesi esnasında bazı cümlelerin aĢırı uzun olması dıĢında neredeyse kusursuz. DövüĢ sahnelerini anlatıĢın, iki karakteri yansıtıĢın, tasvirlerin… Hepsi yerinde ve kıvamında. Eline sağlık!‖ dedi bir diğeri. ―Çok teĢekkürler arkadaĢlar.‖ dedi yazar ve dinleyicilerini selamlayıp kürsüden indi. O inerken iskeledeki bir baĢka yazar ayaklandı. Uzun saçlı, siyah ağırlıklı kıyafetler giyen bir gençti bu. Dinleyicilerden birinin yanındaki arkadaĢına ―Baal Adramelech…‖ diye fısıldadığını duydu yolcu. ―Baharatlı felek mi? Ne garip…‖ diye mırıldandı kendi kendine. O esnada genç hikâyesini okumaya baĢlamıĢtı bile. “Alexander hızlıca binanın tepesinden atladı ve sütunun bazı çıkıntılarına tutunarak aşağıya doğru indi. Partenon‟un köşesindeki bu sütunu geçtiğinde…”


―Neler oluyor?‖ diye sordu yolcu, hemen yanı baĢındaki kimonolu dinleyiciye. Dinleyici aĢırı büyük gözlerini kırpıĢtırarak ona baktı ĢaĢkınlıkla. ―Ah, sen yeni olmalısın. Aramıza hoĢ geldin uzak diyarlardan gelen ve buraya yabancı olan ama bir o kadar da bizden diyebileceğimiz kiĢi.‖ dedi sonra da. ―Ne?‖ ―Kısaca, hoĢ geldin yabancı.‖ dedi dinleyici, derin bir çekerek. ―ġey… HoĢ bulduk. Hep böyle uzun cümleler mi kurarsın?‖ ―Genellikle evet. Ġlk sorunun cevabına gelirsek, burası Kurgu Ġskelesi yani kendi hikâyelerimizi yazıp diğerleriyle paylaĢtığımız bir yer. Bu sayede hem kendimizi geliĢtiriyoruz hem de karĢılıklı fikir alıĢ-veriĢlerinde bulunabiliyoruz.‖ ―Vay canına!‖ dedi yolcu, ―Bu çok güzel bir Ģey olmalı.‖ ―Evet, öyle. Bu arada ben Nihbrin.‖ dedi genç, elini uzatarak. ―Memnun oldum in-bin.‖ dedi yolcu, uzatılan eli sıkarak. 103

―Nihbrin…‖ dedi genç, gülerek. ―Bak, Ģu karĢıdaki limanı görüyor musun?‖ diye sordu sonra da, parmağıyla birkaç yüz metre ileriyi iĢaret ederek. ―Evet, gördüm. ―Orası da DüĢler Limanı. Burada yani Kurgu Ġskelesi‘nde fantastik türdeki eserleri paylaĢırız, DüĢler Limanı‘ndaysa fantastik dıĢında kalan yazıları.‖ ―Herkese ve her türe yer var yani.‖ ―Kesinlikle.‖ dedi Nihbrin gülümseyerek. ―Belki bir gün senin hikâyelerini de dinleriz.‖ ―Belki…‖ dedi yolcu, biraz utanarak. ―Sen neler yapıyorsun peki burada?‖ ―Ben mi? Genelde buradaki herkes gibi hikâyeler yazar ve paylaĢırım. Fakat aynı zamanda manga ve anime bölgesinin de sorumlusuyum.‖ ―Manda ve mine de nedir?‖


―Manga ve anime… Japon kültürü sosuna bandırılmıĢ çizgi film ve çizgiroman diyebiliriz kabaca. Gerçi böyle bir tanımı o güzide eserlere yakıĢtıramıyorum ama öbür türlüsünü de senin anlayacağından Ģüpheliyim. Bölgem limanın hemen karĢı tarafında. Kızların pembe, erkeklerin mavi saçlı ve herkesin kocaman gözlü olduğu bir yere gelirsen bil ki oradasın.‖ ―ġey, belki daha sonra.‖ dedi yolcu. ―Deniz fenerine gitmeye çalıĢıyorum, yolu tarif edebilir misin?‖ ―Elbette.‖ dedi Nihbrin, ardından yavaĢ ve uzun cümlelerle anlatmaya koyuldu. ***

104

Ġskeleden ayrılan yolcu, Nihbrin‘in tarif ettiği sokağa saparak yürümeye devam etti. Deniz feneri Ģimdi biraz daha yakın görünüyordu. Yolun karĢısından biri kırmızı diğeriyse siyah cüppeli iki büyücüyle kara zırhlar içinde bir baĢka adamın yaklaĢmakta olduğunu gördü. Kırmızı cüppeliyi tanımıyordu fakat çok çarpıcı bir görüntüsü olduğu kesindi. Özellikle o kum saati Ģeklindeki gözleri ve elindeki gösteriĢli asasıyla… Siyah cüppeliyse bir yerlerden tanıdıktı. Yağlı uzun saçlar, kanca burun, somurtkan bir yüz… ―Severus Snape…‖ diye fısıldadı yolcu, elindeki kitaba sıkıca sarılarak. Hemen onların yanında yürüyen üçüncü adamı ise baĢka biriyle karıĢtırmanız imkânsızdı. Siyah kaskı, teknolojik zırhı, her daim tıslayan soluğu ve yankılı sesi ile Darth Vader‘dı bu gelen. ―Hiç sormayın dostlarım.‖ diyordu Snape. ―Herkes seni kötü adam yerine koyarken bir Ģeyleri baĢarmak gerçekten de çok zor.‖ ―Seni çok iyi anlıyorum Severus.‖ dedi kırmızı cüppeli. ―Ne de olsa ben de aynı yollardan geçtim sayılır.‖ ―Katılıyorum.‖ dedi Vader, o derinden gelen boğuk sesiyle. ―Ġyi de sen zaten hepten kötüydün.‖ dedi kırmızı cüppeli gülerek. ―Senin de pek masum olduğunu söyleyemeyeceğim Raistlin.‖ dedi Vader. ―Takhisis hâlâ senden Ģikâyetçi. Padme‘nin dediğine göre her fırsatta seni çekiĢtirip duruyormuĢ hâlâ.‖


―Ayıp sana Raist, insan hiç efendisine ihanet eder mi?‖ dedi Snape, muzip bir Ģekilde gülerek. ―Onu Voldemort‘a sormak lazım.‖ diye yanıtladı Raistlin, manalı bir Ģekilde sırıtarak. ―Ya da Palpatine‘e…‖ dedi Vader. Sonra üçü birden bir kahkaha patlattı. ―Kötü olmak muhteĢemdi!‖ dediler hep bir ağızdan, birbirlerinin sırtına dostça vurup yolcunun yanından geçerken. Yolcu ise duydukları karĢısında ĢaĢkına dönmüĢ bir vaziyete yürümeye devam ediyordu. Omzunun üzerinden geriye bakıp, giderek uzaklaĢan bu sıra dıĢı üçlüyü izlerken bir müzik sesi çalınmaya baĢladı kulaklarına. Çalan ezgi o kadar güzeldi ki aklındaki tüm düĢünceler bir anda siliniverdi. Ġyice dikkat kesilerek sesin geldiği yöne doğru ilerledi ve ufak bir kulenin önünde buldu kendini. Sivri uçlu kırmızı bir çatısı olan, yüzeyi nota desenleriyle süslü, tek katlı bir yerdi kule. Küçük bir kapısı ve kapının hemen üzerinde de ufak bir balkonu vardı. Genç bir kız kemanıyla tek kiĢilik bir resital vermekteydi balkonda. Tıpkı Kurgu Ġskelesi‘nde olduğu gibi burada da pek çok farklı ırktan dinleyiciler toplanmıĢtı. Hemen kulenin yanında kocaman bir Ent, üzerinde ―Symphony of Gardens‖ yazan bir tabela tutmaktaydı ağaç dallarına benzeyen ellerinde. Yolcu karĢısındakinin bir Ent olduğunu bilmiyordu elbette fakat anlamadığı bir nedenden dolayı çok sempatik bulmuĢtu bu ağaç-adamı. Belki de müzikle birlikte hafifçe ham-humladığından ya da dallarını usulca sağa sola salladığından olabilirdi. Yolcu, bakıĢlarını Entten ayırarak kendini müziğin dinlendirici ezgisine bıraktı. Hatta arada sırada o da tıpkı ağaç-adam gibi hafifçe sağa sola salınıp müziğe beden ritmiyle eĢlik etti. Bir müddet sonra keman hafif bir iniltiyle son notalarını dökerek sessizleĢti ve dinleyicilerden coĢkulu bir alkıĢ koptu. Yolcu kendisini de hararetle alkıĢlarken buldu. ―TeĢekkürler.‖ dedi kemancı kız, kibarca eğilip dinleyicilerini selamlayarak. Sonra da bir kez daha kemanını çenesine yerleĢtirip baĢka parça çalmaya baĢladı yavaĢça. ―Kim bu?‖ diye sordu yolcu, yanındaki iki delikanlıya.

105


―Black Helen.‖ dedi kıvırcık saçlı, top sakallı olanı. Üzerinde ―Trust me, I‘m a translator.‖ yazan bir tiĢört vardı. ―Bırak hele mi?‖ diye sordu yolcu. ―Bırak hele değil azizim, Black Helen.‖ dedi diğer delikanlı. Uzun saçları olan, iri yapılı biriydi. Beline sardığı geniĢ kuĢağı ve baĢındaki fesiyle eski zamanların hikâyecileri gibi giyinmiĢti. ―Sen yeni olmalısın.‖ dedi kıvırcık saçlı olan. ―Ben Arlinon, bu da Wyern. Ya senin adın ne?‖ ―Benim henüz bir adım yok. Bu arada tanıĢtığımıza memnun oldum Harbidon ve Yiğen.‖ Ġki genç bir müddet yolcuya ĢaĢkınca baktıktan sonra Ģen bir kahkaha patlatıverdi. ―Ġsimler hususunda pek de âlâ değilsiniz anlaĢılan azizim.‖ dedi Wyern, gülmekten yaĢaran gözlerini silerken. 106

―ġey… Henüz alıĢamadım diyelim.‖ dedi yolcu, utanarak. ―Sorun değil, utanılacak bir Ģey yok.‖ dedi Arlinon sırıtarak. ―Sayende iyi bir kahkaha atmıĢ olduk. Bir yerlerde birkaç yüz peri doğmuĢtur herhalde.‖ ―Aman, yok üstadım. Peri meri doğmasın artık, Bağıran Baraka‘da yer kalmadı zaten. Gulyabanileri zapt edeceğim diye canım çıkıyor zira.‖ dedi Wyern, iki elini havaya kaldırarak. ―Hayalet Avcıları‘nı arasaydın.‖ dedi Arlinon. Yolcu burada bir kahkaha attı fakat diğer ikisinin gayet ciddi bir Ģekilde devam ettiğini görünce de ĢaĢırdı. ―Aradım üstadım, aramam mı hiç? Lakin ekseriyetle sekreterleri olacak o yaygaracı çıkıyor telefonuma. Avcılar halen Lord Soth‘tan kaçmakla meĢgullermiĢ de falan da filan!‖ O sırada Black Helen çalmayı bitirdi ve alkıĢlara eğilerek selam verip balkonu terk etti. ―Hah!‖ dedi Wyern heyecanla. ―Benim sıram geldi, bana Ģans dileyin.‖


―TavĢanayağı al yanına!‖ diye takıldı ona Arlinon. ―Tövbe tövbe…‖ dedi Wyern, hızlı adımlarla radyo kulesine ilerlerken. O esnada kulenin yanındaki Ent elindeki tabelayı, yan duran bir defterin sayfasını çevirir misali değiĢtiriverdi. ġimdi ―Son gulyabaninin yeri‖ yazıyordu üzerinde. ―BaĢka programlar da mı var?‖ diye sordu merakla. ―Elbette. Kahramanın yol türküsü, Oldies Goldies, Ahoy! Bir de Ágætis byrjun var tabi, Dúrgonath‘ın yayını… ―Kolkanat‘ın programının adı ilginçmiĢ.‖ dedi yolcu, kafasını sallayarak. Sonra da kahkahalara boğulan Arlinon‘u geride bırakıp tekrar yola çıktı. *** Yolda garip cümleler kuran bir barbara ve zırhlı bir gence rastladı. Genç olan, üzerine akağaç motifi iĢlenmiĢ gösteriĢli bir zırh giyiyordu. Barbar ise savaĢçı kıyafetlerine bürünmüĢ, iri yarı biriydi. Anlamsız cümleler kurup duruyor, hatta arada tersten bile konuĢuyordu. Oldukça üzgün bir görüntüsü vardı. Zırhlı genç onu teselli etmeye çalıĢıyor gibi görünse de yüzündeki sırıtıĢa bakılırsa bu durumu gayet komik buluyordu. ―Selamlar!‖ dedi zırhlı olan, yolcunun onları izlediğini görünce. ―Merhaba…‖ diye karĢılık verdi, ürkek bir biçimde. ―Salam!‖ dedi barbar. ―Lanet bolsun!‖ dedi sonra da sinirlenerek. ―Sakin ol barbar dostum.‖ dedi zırhlı, kıkırdamasını bastırmaya çalıĢarak. ―Nesi var onun?‖ diye sordu yolcu merakla. ―Önemli bir Ģey değil, çevirisi kötü sadece.‖ dedi genç, sırıtarak. ―Tabi canım, hiç dönemli değil! Ne de olsa sana çevirinde sorun yok!‖ diye homurdandı barbar, öfkeyle. ―Çevirisi mi kötü? Nasıl yani?‖ ―Bazen bazı kendini bilmezler bir eseri dilimize çevirmeye çalıĢtığında böyle Ģeyler oluyor maalesef.‖ dedi zırhlı. ―Ben Übergang bu arada.‖ diye kendini

107


tanıttı sonra da. ―Bu da Taht Oyunları diyarından bir barbar. Adını öğrenemedim maalesef, her soruĢumda bambaĢka bir Ģey söylüyor çünkü.‖ dedi kıkırdayarak. ―Sen anlayamıyorsa ben ne yapabiliyor?‖ dedi barbar, huysuzca. ―Memnun oldum Üzerbank.‖ dedi yolcu. Barbar bu hatayı çok beğenmiĢ olacak ki gür bir kahkaha patlattı. ―Üzer değil, Über!‖ dedi genç, alıngan bir sesle. ―Übergang!‖ ―Ah, pardon. Öperbak…‖ Barbar bir kahkaha daha attı. ―Hayır, hayır! Yine yanlıĢ. Bak, eğer zor geliyorsa eski adımla da çağırabilirsin beni yani Jean Valjean olarak.‖ ―Pekâlâ, Ģey… Jamboncan.‖ Zırhlı genç gözlerini kırpıĢtırarak yolcuya bakarken kahkahalarla gülen barbar ise karnını tutar vaziyette yere yuvarlanmıĢ ve attığı tekmelerle havayı dövmeye baĢlamıĢtı. 108

―ġey… Ben sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim.‖ dedi utanan yolcu ve hızlı adımlarla ikilinin yanından uzaklaĢıverdi. Yarı koĢar adımlarla bir köĢeyi dönerken barbarın kahkahaları hâlâ kulaklarındaydı. *** Tam köĢeyi dönmüĢtü ki bir baĢka Rıhtım sakini ile kafa kafaya çarpıĢıverdi. ―Hey, dikkat etsene!‖ dedi çarptığı kiĢi. ―Ö-özür dilerim.‖ diye kekeledi yolcu. ―Ġstemeden oldu.‖ ―Sorun değil.‖ dedi genç, karĢısındakini iyice süzdükten sonra. ―Rıhtım Times almak ister misin?‖ diye sordu sonra da umutlu bakıĢlarla, omuz çantasının içindeki gazeteleri göstererek. ―Rıhtım Times mı? Nedir o?‖


―Bir gazete tabi ki! BaĢka ne olabilir ki?‖ dedi genç sırıtarak. ―Kayıp Rıhtım‘da ve tüm diyarlarda olan her Ģeyi öğrenmenin tek yolu, hem de bedava!‖ dedi genç, gazetelerden birini yolcuya uzatarak. Gazeteyi alan yolcu ilk sayfayı merakla okumaya baĢladı. Malkavian yine rom çalarken yakalandı! Rom fıçısının yanında elinde bir tirbuşonla yakalanan Malkavian yetkililer tarafından gözaltına alındı. Forumun en çok rom çalan üyesi olarak bilinen Malkavian ise kendisini şöyle savundu; “Bennn yapmadımmjj, hık!” Malkavian güvenlik kuvvetleri tarafından Rıhtım Zindanlarına atılırken, hapishanemizin müdavimi olan Freddy Krueger‟ın “Beni bu manyakla yalnız bırakmayın!” diye bağırdığı da söylentiler arasında. ―Ġlginç… Bu Malkaçıran denen adamı biraz önce Kurgu Ġskelesi‘nde gördüğüme yemin edebilirim oysaki.‖ dedi yolcu. ―Öhöm… KarıĢtırıyorsundur canım!‖ dedi gazeteci genç, telaĢla gazeteyi çekip alarak. ―Daha önce bu yayının adını da hiç duymamıĢtım.‖ dedi yolcu. ―Duymadım da ne demek? Bu imkans… Ay, sen yenisin! Bunu hemen haber yapmalıyım!‖ dedi gazeteci delikanlı hevesle. Ardından kulağının arkasına taktığı kalemi seri bir hareketle çekerek not defterine bir Ģeyler karalamaya baĢladı. ―Rıhtım topraklarına yeni ayak basan gizemli üye buraya sırf Rıhtım Times‘ı okumak için geldiğini söyledi. Nasıl?‖ ―Ġyi ama bu gerçek değil ki.‖ ―Kesinlikle!‖ dedi gazeteci, çılgın bir sırıtıĢla. ―ĠĢin püf noktası da burada zaten. Hem gerçek dediğin nedir ki? Sahi adın neydi senin?‖ ―ġimdilik sadece bir yolcuyum. Ya sen?‖

109


―Bana Wanderer derler buralarda. Times‘ın kurucusu, yazarı ve dağıtıcısıyım.‖ ―Memnun oldum Bandırır.‖ ―Ne? Ay, hayır… Ġsmim Wanderer.‖ ―Tamam, ben de Andırır dedim zaten.‖ dedi yolcu. Wanderer bir anlığına afallayarak yolcuya bakakaldı. Sonra baĢını hızlıca iki yana sallayarak yaĢadığı beyin dumurunu üzerinden atmaya çalıĢtı. ―Eğer senin için fazla zorsa eski ismimi de kullanabilirsin.‖ dedi ardından, hafif yalvaran bir sesle. ―aNTiSePTiK derlerdi eskinde bu topraklarda bana.‖ ―Tamam. Anti-replik o halde…‖ ―Anti… Ah!‖ dedi gazeteci, buruĢturduğu yüzünü avuçlarına gömerek.

110

―Sanki-keklik?‖ diye sordu yolcu son bir umutla. Bu iĢkenceye daha fazla dayanamayan Wanderer ise tam gaz koĢarak uzaklaĢmaya baĢladı oradan. Yolcu da omuzlarını silkerek yürümeye devam etti. *** Birkaç dakikalık yürüyüĢün ardından üzerine çeĢitli kâğıtlar, anketler, ilanlar ve oylamalar asılmıĢ uzunca bir duvarın yanına vardı. ―Dans eden palalar.‖ filminin bin beĢ yüz elli sekizinci gösterimi ile alakalı bir sinema afiĢi çarptı gözüne. Üzerinde ―Hayatın anlamını bulmak isteyenlerin mekânı, 42‘nci koğuĢ. Üstelik havlu bedava!‖ yazan bir psikolog reklamı vardı bir köĢede. Bir diğerinde ise boyut kapısı açmaya yarayan dolaplarla ilgili bir ilan… ―Ġçlerinden çıkabilecek aslan ya da cadılara karĢı sorumluluk kabul etmiyoruz!‖ yazıyordu altında. ―Dünya düzdür! – Terry Pratchett‖ yazılı bir afiĢ gördü. Hemen köĢesine ise birisi hararetle ―Haydi oradan! – Galileo‖ yazmıĢtı. Üzerinde eğik bir el yazısı olan sarı bir parĢömeni eline alıp okumaya baĢladı:


Bayan arkadaş aranıyor. 300 küsur yaşlarında, kızıl saçlı, uzun boylu atletik yapılı bir yarı-elfim ve hayatımın kadınını arıyorum. Irk tercihim olmamakla birlikte bayan olmanız benim için yeterlidir. Rumuz, Bay Yalnız kalpler… Hemen ilanın altındaki boĢluğa iki farklı el yazısıyla bazı öfkeli satırlar karalanmıĢtı: Bittin sen Tanis! İmza, L. Bence de! İmza, Kit… Yemin ederim ki ben söylemedim Tanis! Şey, belki biraz… İmza, Tas.

111

Birkaç metre ilerisinde iki ihtiyar durmuĢ, duvardaki anketlerden birini okuyarak kendi aralarında gülüĢüyorlardı. ―ġu anketi gördün mü Dumbledore?‖ diye sordu gri cüppeli, aksakallı, çalı kaĢlı olan ihtiyar. ―Ben senden daha büyük bir büyücüymüĢüm.‖ ―Büyücülüğünü bilemem sevgili Gandalf ama burnunun benimkinden büyük olduğu kesin!‖ diye cevap verdi mavi cüppeleri içindeki Dumbledore. Ardından iki büyücü de Ģen bir kahkaha atıp omuz omuza oradan uzaklaĢtılar. ―Vay be! Dumbledore bile burada.‖ diye mırıldandı yolcu kendi kendine. ―Acaba Harry ve Ron‘u da görebilecek miyim?‖ *** Artık deniz fenerinin iyice yakınındaydı. BakıĢlarını havaya kaldırdığında feneri açık seçik görebiliyordu. Sadece birkaç yüz metre daha ve sonunda orada olacaktı. ―Hey! Gelmiyor musun?‖ diye seslendi biri arkasından.


ġaĢkınlıkla dönüp o yöne baktığında ellerinde süpürge olan bir grup gencin kendinden tarafa baktığını gördü. ―Haydi, sallanma!‖ dedi bir diğeri. Tam ―Ben mi?‖ diye soracağı sırada bir baĢka ses daha çalındı kulaklarına. ―Geliyorum, geliyorum!‖ Sesin geldiği yöne baktığında elinde süpürge olan bir baĢka gencin diğerlerine doğru koĢturmakta olduğunu gördü. Delikanlı tam yolcunun önünden geçerken tökezledi ve yere kapaklandı. Yolcu hemen eğilip gencin kalkmasına yardım etti. ―TeĢekkür ederim.‖ dedi genç, sol dizini ovuĢturarak. ―Sorun değil.‖ dedi yolcu, yerdeki süpürgeyi de kaldırarak. ―Siz temizlik Ģirketinden misiniz?‖ ―Ne? Ah, hayır. Bunlar uçan süpürgeler, Quidditch oynamaya gidiyoruz da…‖ 112

―Öyle mi?‖ dedi yolcu hayretle. Elindeki süpürgenin sapına baktığında ―AteĢoku‖ ibaresini görüp heyecanlandı. ―Vay be!‖ diye mırıldandı sessizce. O esnada süpürgeli grup koĢarak yanlarına gelmiĢti. ―Hey, iyi misin DarLy?‖ dedi içlerinden bir kız. ―Evet, iyiyim Bardes. Sorun yok.‖ diye yanıtladı DarLy. ―Görüyorum ki sen de bir Potter hayranısın.‖ dedi sonra da, yolcunun elindeki kitabı iĢaret ederek. ―ġey, evet. En sevdiğim seridir. Aslında baĢka fantastik eser okumuĢluğum da yoktur ama…‖ ―Öyle mi? Doğru yere gelmiĢsin o zaman. Burada pek çok yeni tat bulacaksın. Harry Potter benim de en sevdiğim serilerden biridir.‖ dedi DarLy. ―Buradaki dostlarım Canina, Bardes, Cigarette Smoking Man, Chiyo ve Deanna. Benim adım da DarLy OpuS bu arada.‖ ―Memnun oldum Dar bi omuz.‖ dedi yolcu, Ģansını deneyerek.


―Ne?‖ dedi DarLy gülerek. Gruptan ufak bir gülüĢme yükseldi. Alaycı değil, eğlenen bir gülüĢtü bu. ―Affedersiniz, isim olayına hâlâ alıĢamadım da…‖ diye mırıldandı yolcu. ―Sorun değil, zamanla alıĢırsın.‖ dedi Chiyo, gülümseyerek. ―TeĢekkür ederim Tüyo.‖ dedi yolcu, yine gülüĢmelere yol açarak. ―Sen de bizimle oynamak ister misin?‖ diye sordu Canina. ―Hayır, teĢekkürler Fanila.‖ diye yanıtladı yolcu. Bunun üzerine Deanna gür bir kahkaha attı. Gruptakiler gülüĢmeye devam ederken yolcu kafasını kaldırıp rıhtımdaki en yüksek yapıya baktı, yani deniz fenerine… Fener bir kule misali rıhtımın üzerinde yükseliyor, etrafındaki tüm binaları gölgesinin altında bırakıyordu. ―Orası neresi?‖ diye sordu merakla Yolcu. DarLy yolcunun bakıĢlarını takip etti ve deniz fenerinden bahsettiğini anladı. ―Ha, orası mı? Orası kadim deniz fenerimiz. Fantastik diyarlarda kaybolan yolcuları buraya çekmek ve onlara yol göstermek için kullanıyoruz onu.‖ diye yanıtladı. ―Peki, o kim?‖ diye sordu fenerin en üst penceresinden görünen bir sureti iĢaret ederek. ―O Magicalbronze. Rıhtım‘ın efendisi ve en yetkili kiĢisi… Çok mütevazıdir. Aynı zamanda cana yakın ve yardımsever biridir.‖ Yolcu anladığını belirtmek için kafasını salladı. Ama hâlâ aklını kurcalayan bir Ģeyler vardı sanki. ―Orada ne yapıyor?‖ diye sordu sonunda merakına yenik düĢüp. ―Ne mi yapıyor? Tabii ki Dürbün‘le etrafı gözetliyor.‖ dedi DarLy sırıtarak. Yolcu hiçbir Ģey anlamamıĢtı ama bunu belli etmemeye karar verdi. Sonra da yeni arkadaĢlarına veda edip fenere doğru daha istekli adımlarla yürümeye baĢladı.

113


*** ―Nihayet!‖ dedi yolcu, deniz fenerine vardığı zaman. Fener bütün haĢmetiyle önünde yükseliyordu. Kafasını kaldırıp en üstteki pencerelere baktı ve Rıhtım‘ın Efendisi dedikleri kiĢinin halen orada olduğunu gördü hayal meyal. Onunla tanıĢmayı kafasına koymuĢtu. Hevesle giriĢi aramaya baĢladı ama kulenin etrafında beyhude bir Ģekilde dolaĢıyordu. Çünkü görünürde ne bir kapı ne de bir eĢik vardı. Ellerini beline koyup sıkıntı ile ofladı. BaĢını kaldırıp tekrar yukarı baktı ve ―Acaba bağırsam sesimi duyar mı?‖ diye düĢündü kendi kendine. Tam ağzını açmıĢ, avazı çıktığı kadar haykıracaktı ki ―Aklından bile geçirme!‖ diye geldi bir ses arkasından. Hızla dönüp o yöne baktığında bir balkonun altında duran ve kendi aralarında tartıĢan üç delikanlı ile karĢılaĢtı. ―Son kez söylüyorum Marius, sakın böyle bir Ģey deneme.‖ diyordu kırmızı cüppeli bir genç. ―Ġyi be, üf… Tamam.‖ dedi adının Marius olduğu anlaĢılan, deri zırhlar içindeki bir baĢkası. 114

―Evet Marius. Madcap‘i dinlemeni tavsiye ediyorum. Zaten attığın her iki adımda bir ölüyorsun, seni tekrar canlandırmakla falan uğraĢamam.‖ dedi sarı cüppe giyen üçüncü genç. ―Zaten onu da beceremiyorsun Koyu.‖ diye mızmızlandı Marius. ―En son dua etmeye kalktığında hepimize yıldırım çarptığını daha unutmadım.‖ ―ġey… O bir kazaydı, dilim sürçtü sadece.‖ ―Dili sürçen bir ruhban! Daha neleri göreceğiz kim bilir?‖ dedi Marius. ―Abartma, KoyuBeyaz‘ın birden fazla kez senin hayatını kurtardığını unutuyorsun.‖ dedi Madcap. ―Bu iĢi biz hallederiz, sen kıpırdama yeter.‖ ―Ġyi ama çabuk olun. Benim karnım aç!‖ dedi Marius. ―Ehem…‖ dedi yolcu kibarca, yanlarına yaklaĢarak. ―Rahatsız etmiyorum ya?‖ Ġki cüppeli, Marius‘u iyice arkalarındaki binanın gölgelerine itip korumacı bir biçimde öne geçti.


―Korkmayın, zarar vermem.‖ dedi yolcu alınmıĢ bir edayla. ―Bizim korktuğumuz sen değilsin, Marius.‖ dedi Madcap. ―Evet, ilk tanıĢmalarda karĢısındakilere hançer fırlatmak gibi bir huyu vardır da…‖ dedi KoyuBeyaz. ―Üstelik o hançer her seferinde duvarlardan falan sekip yine kendi kalbine saplanır. AĢırı derecede Ģanssızdır da…‖ ―Tam da bıçağımı hazırlamıĢtım ya!‖ diye söylendi Marius. ―Gördün mü?‖ diye sordu sırıtan Madcap. Yolcu hafifçe yana eğilerek iki cüppelinin ardındaki Marius‘a baktı. Balkonun gölgesi altındaki Marius ise bir çocuk gibi kollarını önünde kavuĢturup somurtmakla yetindi sadece. ―Ben Laughing Madcap, yanımdaki de KoyuBeyaz.‖ dedi kırmızı cüppeli genç elini uzatarak. ―Marius‘la tanıĢtın sayılır zaten.‖ ―Memnun oldum Narin Matkap.‖ dedi yolcu kendisine uzatılan eli sıkarak. Marius coĢkulu bir kahkaha attı. 115

―Üzgünüm.‖ diye mırıldandı yolcu. ―Buraya geldiğimden beri daha bir kiĢinin bile adını doğru söyleyemedim.‖ ―Ah… Anlıyorum, sanırım.‖ dedi Madcap, hâlâ isminin nasıl o Ģekilde telaffuz edildiğini çözmeye çalıĢarak. ―Sanırım ben sebebini biliyorum, hepsi yabancı kökenli da ondan.‖ dedi KoyuBeyaz. ―Ama benim ismim tamamen Türkçe, o yüzden söylemekte sıkıntı çekmezsin sanırım.‖ ―Belki…‖ dedi yolcu, tereddütle. ―Haydi deneyelim. Koyu…‖ ―Koyu…‖ ―Beyaz!‖ ―Piyaz!‖


Marius coĢkulu bir kahkaha daha attı. ―KoyuPiyaz! Hahahaha! Bu Ģimdiye kadar duyduğum en iyi Ģey!‖ Koyu ve Madcap birbirlerine Ģöyle bir baktılar. Ardından sinsi bir Ģekilde sırıtarak yolcuya döndüler. ―ArkadaĢımızın adı ne demiĢtik?‖ diye sordu Madcap, hafifçe kenara çekilip Marius‘u iĢaret ederken. ―Dar yüz?‖ diye sordu yolcu. Gülme sırası cüppelilerdeydi. ―Bir daha dene lütfen.‖ dedi kıkırdayan KoyuBeyaz. ―Nar yüz?‖ Cüppeliler bu kez gür bir kahkaha ile karĢılık verdi. ―Hiç komik değil!‖ dedi somurtan Marius. ―Hey, aĢağıdakiler! Kesin sesinizi be! Bir rahat kitap okuyamayacak mıyız?‖ diye geldi üstlerindeki balkondan bir bayan sesi. Önce bir pencerenin açılma edası geldi kulaklarına, sonra da bir ―Eyvah!‖ çığlığı… Ardından ağır bir saksı tüm haĢmetiyle Marius‘un kafasına inerek delikanlının cansız bir Ģekilde yere yığılmasına neden oldu. 116

―Olamaz…‖ diye inledi Madcap. ―Yine mi?‖ dedi KoyuBeyaz usanmıĢ bir vaziyette. ―Öldü mü?‖ diye sordu yolcu, korkuyla. ―Yakında alıĢırsın, merak etme.‖ dedi Madcap. KoyuBeyaz ise cüppesinin kollarını sıvayarak bir canlandırma büyüsüne baĢlamıĢtı bile. ―ArkadaĢlarım günlük hayatımızın bir rutini olan bu iĢle uğraĢırken ben de sana yardımcı olayım bari.‖ diye devam etti büyücü. ―ġey… Kuleye girmek istiyordum da.‖ ―Hangi kule? Minas Tirith‘den bahsediyorsan buranın kuzeyinde kalıyor. Kral Aragorn‘un salonlarında gönlünce yiyip içebilir, bol bol akağaç fidesi dikebilirsin. Minas Morgul ise onun karĢısında. Sauron‘un muhteĢem eğlence parkı… GiriĢ bileti biraz pahalı ama iĢkence odalarını gezmek oldukça ilginç. Kendine iĢkence yaptırmak da bedava üstelik…


Kara Kule ise hemen batıda, çölün aĢağısında. Roland‘ın plajlarında bronzlaĢmak da keyiflidir hani. Gerçi bazen geçmiĢine ait bazı eĢyaların garip yerlerden fırladığı oluyor ama… Eğer onu tercih etmezsen, Yerdeniz‘in adalarından birinde konaklayabilir ve eğer Ģanlıysan Çevik Atmaca‘nın isimler sözlüğünü bile bulabilirsin! Ah, ama bu arayıĢa gireceksen sakın Atuan tarafına doğru gitme. Eh, güzel bayanlar olabilirler ama erkeklere alıĢkın değiller.‖ ―Hayır, hayır.‖ dedi yolcu. ―Ben deniz fenerini kastetmiĢtim.‖ ―Ha, bizim kule… E, dost deyiver öyle gir.‖ ―Dost mu?‖ diye sordu yolcu gözlerini kırpıĢtırarak. O anda deniz fenerinden tarafta taĢın taĢa sürtmesiyle çıkan o iç gıcıklayıcı ses duyuldu. O yöne döndüğünde ise duvarda açılmıĢ bir eĢik ile karĢılaĢtı yolcu. ―TeĢekkürler!‖ dedi sevinçle ve gençlere el sallayarak o yöne doğru koĢmaya baĢladı. EĢikten geçerken son duyduğu Ģey Ģiddetli bir gök gürültüsü ve acıyla inleyen iki kiĢinin sesiydi. *** O girer girmez eĢik hafif bir gürültü eĢliğinde arkasından kapanıverdi. Aynı anda duvarlardaki pek çok ıĢık kaynağı yanmaya baĢladı. Kimisi eski bir meĢale, kimisi bir gaz lambası, kimisi gösteriĢli bir aplik, kimisi ise ileri teknoloji ürünü bir ıĢık kaynağıydı. “Kadim deniz fenerine hoş geldiniz.” diyen mekanik bir kadın sesi duyuldu odanın içinde. Kesik kesik ve farklı tonlarda konuĢuyordu ses. ―ġey… HoĢ bulduk.‖ dedi yolcu, ürkek bir sesle. “Hediyelik eşya reyonumuz… BİRİNCİ! …katta, Liman Kütüphanesi… İKİNCİ! …katta, boyut kapıları ise… ÜÇÜNCÜ! …kattadır.” diye devam etti mekanik ses, ona aldırmayarak. ―Ama ben…‖ “Lütfen sözümü kesmeyin!” diye çıkıĢtı ses. ―Pardon…‖ dedi yolcu, sinerek. “Böylesi daha iyi… Kütüphaneden aldığınız kitapları zamanında getirmediğiniz… ya da… köşeleri buruşmuş, kapağı yıpranmış, suya düşürülmüş ve

117


benzeri şekillerde iade ettiğiniz hallerde hakkınızda giyotinsel işlemler başlatılacaktır. Hediyelik eşya mağazamızda PayPal sistemi ve veresiye geçerli değildir. Ödemelerinizi… Galleon! …cinsinden yapmanız rica olunur. Lütfen tuvalete ya da benzeri yerlere gitmek için boyut kapılarını kullanmayınız. Kafası klozete girmiş şekilde çıkanlara artık teknik destek gönderilmeyecektir. Son olarak… Kek bir yalan değildir.” ―Kek mi?‖ diye sordu yolcu, kafasını kaĢıyarak. Ama ses bir daha konuĢmadı, yolcu da önünde uzanan merdivenleri yavaĢ yavaĢ tırmanmaya baĢladı.

118

Duvarlarda pek çok tablo asılıydı. Hepsi de farklı zaman dilimlerine aitmiĢ gibi görünüyorlardı. Üstelik tıpkı Hogwarts‘taki portreler gibi hareketliydiler de… Birinde, birbirine kulak yaparak fotoğraf çekilen biri yeĢil bir cüce, diğeri ise yaĢlı bir adam olan iki kiĢi vardı. Ġkisi de arsız bir Ģekilde kıkırdamakla meĢguldü. Tablonun altındaki bronz plakaya bakılırsa bunlar Yoda ve Palpatine‘di. Bir baĢkasında ise sakalını sıvazlayıp duran bir büyücü vardı. ―ġimdi… Nasıldı o büyü? AteĢ tozu? Alev tuzu?‖ diye mırıldanıyordu kendi kendine. Yolcu ilk katı geçmiĢ, ikincisine çıkan basamakları tırmanmaya baĢlamıĢken, ―Sen! Dur orada!‖ diye bir ses duydu bir anda. BaĢını kaldırıp baktığında konuĢanın tablolardan birindeki baĢtan aĢağı zırhla kaplı, kısa boylu, tıknaz bir Ģövalye olduğunu gördü hayretle. ―Ne cüretle bana ait bu topraklarda geziniyorsun? Davran silahına seni köftehor seni!‖ dedi Ģövalye. Ardından kılıcını çekmek için bir hamlede bulundu fakat silah, kınına sıkıĢmıĢtı. Ikınıp sıkınan Ģövalye kılıcın çıkmayacağını anlayınca miğferinin siperliğini kaldırıp yüzündeki teri sildi ve ―Pekâlâ, yumruk yumruğa dövüĢürüz öyleyse!‖ dedi hararetle. ―Sir Cadogan?‖ diye sordu yolcu. ―Bu gerçekten de sen misin?‖ Yumruklarını gevĢeten Ģövalye kafasını eğip yolcuya ilgiyle baktı. ―TanıĢıyor muyuz? Eski silah arkadaĢlarımdan biri misin yoksa? Ya da düĢmanlarımın bana musallat ettiği bir ajan?‖


―Hayır, ben düĢman değilim. Sizi çok iyi tanıyorum, kitaplardan…‖ dedi yolcu, elindeki kitabı sallayarak. ―Bir hayran! Nereyi imzalayayım?‖ ―ġey… Aslında ben sadece en üst kata çıkmaya çalıĢıyordum.‖ ―Aha! Bir macera!‖ dedi Ģövalye hevesle. ―Beni takip et öyleyse cesur yamağım!‖ dedi ardından ve tablodan tabloya koĢarak merdivenleri tırmanmaya baĢladı. Bu sahneyi çok tanıdık bulan yolcu da hemen onun ardındaydı. Oflaya puflaya kulenin en tepesine vardığında Sir Cadogan‘ı ahĢap bir kapının yanında asılı duran baĢka bir tabloda beklerken buldu. ―ĠĢte geldik sevgili yamağım. Zafer bizim!‖ diye bağırıyordu Sir Cadogan. ―Te-teĢekkürler.‖ dedi yolcu soluk soluğa. ―Ne demek? Eğer yardıma ihtiyacın olursa çığlık atman yeter. Ben hemen kaçarım!‖ dedi Ģövalye ve bir baĢka tabloya atlayarak gözden kayboldu. Yolcu biraz soluklandıktan sonra eliyle birkaç kez tıklatmak suretiyle kapıyı çaldı. ―Girin!‖ diye bir ses yükseldi içeriden. Yolcu kulpa asıldı ve içeriye adımını attı. *** ―HoĢ geldiniz!‖ dedi sevecen bir ses içeriden. Magicalbronze‘du bu, Rıhtımın kurucusu ve en yetkili kiĢisi. Uzun boylu, kıvırcık saçlı ve güzler yüzlü bir delikanlıydı. Üzerinde rünler ve süslemelerle dolu uzun bir cüppe vardı. Bir elinde gösteriĢli bir asa taĢımaktaydı, boynunda ise bir dürbün asılıydı. “En üst kat… Yönetim kulesi.” dedi mekanik ses. “Ziyaretçilerin dürbünle etrafı gözlemesi yasaktır. Gizli proje sandığına dokunmak yasaktır. Magicalbronze ile…” ―TeĢekkürler GLaDOS ama bunu kendim halletsem daha iyi olacak.‖ diye lafını kesti Rıhtımın Efendisi. ―Ben Magicalbronze. Size nasıl yardımcı olabilirim?‖

119


―Memnun oldum Feci kıllı broĢ, adınızı çok duydum.‖ dedi yolcu, samimiyetle. ―Ne broĢ, ne broĢ?‖ dedi Magical ĢaĢkınlıkla. “Magicalbronze hakaret etmenin bedeli uzay boşluğuna atılmaktır. Yok etme prosedürü 5 saniye içinde başlatılacak. 4… 3…” ―Hayır GLaDOS, hayır. Kaç kere Ģu alıĢkanlıklarından vazgeçmeni tembihleyeceğim sana?‖ diye azarladı Magical. ―Git bize iki kek getir. Ġki tane de sandalye…‖ “Dilediğiniz gibi olsun efendim…” dedi GLaDOS, sesinde bariz bir hayal kırıklığı ile. Aynı anda zeminde üç tane delik açıldı. Ġkisinden birer sandalye çıkarken üçünden ise üzerine kek ve limonata bulunan bir masa yükseldi. Magicalbronze eliyle oturmasını iĢaret edince yolcu sandalyelerden birine yerleĢiverdi.

120

―Robot hizmetkârımın kusuruna bakmayın. Son zamanlarda ağrı bir travma geçirdi de. Ölüp tekrar dirilmek pek kolay değil ne de olsa.‖ dedi Magicalbronze, limonatayı bardaklara doldururken. Yolcu dalgın dalgın baĢını sallamakla yetindi. Odanın içini seyretmekle meĢguldü o an. GiriĢ kısmı hariç her yanı geniĢ pencerelerle kaplı daire Ģeklinde bir odaydı burası. Hemen üstlerinde deniz fenerinin ıĢığı daire Ģeklindeki hareketini gerçekleĢtiriyor, kayıp yolculara yol gösteriyordu. Odanın bir köĢesinde yüzlerce kamera vardı ve o anda rıhtımda olup biten her Ģey gözlerinin önündeydi. Bir baĢka köĢede son teknoloji ürünü bilgisayar terminalleri sıralanmıĢtı. Sürekli bilgi alıp veriyor, istatistik tutuyorlardı. Çevrilen kitapların tamamlanma yüzdeleri, yayınevlerinin üzerlerinde çalıĢtığı projeler ve çeĢitli haberler görünüyordu ekranlarında. Bir pencere ise ardına kadar açıktı ve sürekli baykuĢlar ve güvercinler girip çıkıyordu buradan. Yolcu bakarken gri bir baykuĢ süzülerek içeri girdi ve Magicalbronze‘un koluna kondu. KuĢun ayağındaki parĢömeni alan Magical yazılanları hevesle okudu. ―Bu harika bir geliĢme. Bunu hemen haber yapalım GLaDOS.‖ dedi parĢömeni havaya kaldırarak. Mekanik bir kol uzandı ve kâğıdı aldı.


―Ana sayfadan duyuralım. Büyük puntolarla…‖ “Emredersiniz.” ―Evet, nasıl yardımcı olabilirim?‖ diye sordu Magicalbronze yolcuya. ―ġey… ben buralarda yeniyim ve Potter serisi haricinde hiçbir Ģey bilmiyorum. O da bitti, o yüzden biraz boĢluktayım.‖ dedi yolcu. ―Kısacası nereye gideceğimi, neyi sevip sevmeyeceğimi bilmiyorum.‖ ―Anlıyorum, bu hepimizin baĢına gelen bir Ģey. Belgariad‘ı okuduktan sonra ben de senin gibi düĢünmüĢtüm ne de olsa.‖ dedi Magicalbronze. ―Gel beriye mi?‖ ―Belgariad… Neyse, alıĢırsın ne de olsa. Önemli olan Ģu, fantastik edebiyattan hoĢlanıyor musun?‖ ―Kesinlikle evet.‖ ―O zaman doğru yerdesin, endiĢen olmasın. Burada aklına gelebilecek tüm seri ve kitapların bilgilerine ve ön okumalarına ulaĢabilirsin. Onlar da yetmezse serinin hayranları burada. Gerçek bir okuyucunun dürüst yorumundan daha güzel ve doyurucu ne olabilir ki?‖ ―Dürüst oluyorlar mı peki?‖ ―Zaman zaman…‖ dedi Magicalbronze, gülerek. ―En azından neyi sevdiklerini ve sana uygun olup olmadıklarını anlayabilirsin yorumlarından. Aramızda bu konuda çok deneyimli olanlar da var. Ama asıl önemli olan noktaysa kitap sevgisi… Okumayı seviyorsan zaten buraya çok çabuk alıĢacaksın demektir. Ne de olsa hepimiz aynı Ģeylerden hoĢlanan, benzer zevkleri bulunan kiĢileriz. Bu altyapının bile ne derecede bağımlılık yapıcı bir ortam yarattığına ve sağlam dostluklar kurdurduğuna inanamazsın.‖ ―Ġsimlerini söyleyemesem bile mi?‖ ―Söyleyemesen bile…‖ diye güldü Magicalbronze. ―En nihayetinde her altının parlamadığını ve her gezginin yolunu yitirmediğini unutmamak lazım.‖ Yolcu bir müddet bu söylenenleri düĢündü. Sonunda gülümseyerek Rıhtımın Efendisine baktı ve ―TeĢekkürler Feci kıllı broĢ.‖ dedi.

121


―Magical… Her neyse, ben teĢekkür ederim.‖ diye karĢılık verdi cüppeli genç. ―Eh, ben Karın Ağrısı aynasına gidip aranıza katılayım o halde.‖ dedi yolcu, ayağa kalkarken. ―Aman dikkat et de kendini adını düzgün söyle.‖ dedi Magicalbronze. ―Merak etme.‖ diye güldü yolcu ve vedalaĢarak kapıdan çıktı. ―GörüĢürüz Kara Dost.‖ diye seslendi bilgisayara. Kısa devreye benzer bazı sesler duyduysa da bir anlam veremedi ve feneri terk etti. Derin bir nefes alarak yüzünde mutlu bir gülümseme ile etrafına bakındı. Burada çok iyi vakit geçireceği gün gibi ortadaydı. BaĢlamak için sabırsızlanıyordu. Derken top sakallı bir gencin kalabalık bir grup rıhtım ahalisi tarafından kovalanmakta olduğunu gördü hayretle. Grubun elinde taĢ ve sopalar vardı üstelik… 122

―Hey, Jamboncan!‖ dedi yolcu, bu kovalamacayı izleyen zırhlı gence yaklaĢarak. ―Yine mi sen?‖ dedi Jean Valjean panikle. ―Burada neler oluyor?‖ ―Hiç… Yazarlarımızdan biri bizim hakkımızda bir hikâye yazmıĢ, hepimizin adını da bilerek yanlıĢ yazmıĢ. Ona haddini bildiriyorlar sadece.‖ ―Ya? KimmiĢ o yazar?‖ ―Mit…‖ ―Bit mi? Ne acayip isim…‖ - SON Not: Değerli katkılarından dolayı sevgili Hazal ÇAMUR‟a teşekkürü bir borç bilirim.


123


FEDÂİYAN-I GAİB RIHTIM MEHMET BERK YALTIRIK WYERN “Denize ait olan acaib tılsımlar; İkincisi; Kadırga limanında bakırdan yapılma bir gemi vardır. Yılda bir defa zemheri gecesi olduğu zaman İstanbul‟un sihirbaz kadınları o bakır gemi ile sabaha kadar denizde gezer, Akdeniz‟i korurlardı. Hatta Fatih‟in İstanbul‟u alışında bu geminin ele geçirildiğini söylerler. Üçüncüsü; bir başka bakır gemi de Tophane tarafında varmış. Yine zemheri gecesinde bütün sihirbaz ve falcılar gemiye binip Karadeniz tarafında dolaşarak buraları korurlarmış. Muaviye oğlu Yezid‟in Galata‟yı ele geçirdikten sonra bu gemiyi parçalattığını söylerler.” Evliya Çelebi‘den… 124

Raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı asar‘a göre, Ġsa Aleyhisselam‘ın doğumunun 1453. senesindeki Hicret‘ten 857 sene evvel sonra idi. Ordu-yu Hümayun‘un ġehr-i Kostantiniyye muhasarasını müteakiben, zafer güneĢi Osmanoğullarının üzerine doğmuĢ, Ġslam‘ın sancakları Kayser‘in burçlarına ve kulelerine dikilmiĢti. ġehrin içinde sokak cenklerinin yapıldığı, barikatlarla kapattıkları kulelerde direniĢe geçen Ģövalyelerle, Kızıl Elma‘ya ilerleyen gazilerin kılıç tokuĢturdukları dar zamanlardı. Fetih ile muhasara arası o ince zamanda, Sultan Mehmed Han-ı Sâni‘nin kullarından olup, yıldızlara bakmakla ve cinlere davet ile maruf muhteĢem saray müneccimleri Otağ-ı Hümayun‘un kapısına gelerek destur istediler. Sol elleriyle silah kullanır solaklarla, sultanın yanı baĢında dikilir silahdarlar arasından geçerek sultanın huzuruna vardılar. El etek öpüp elpençe divan durarak geliĢ sebeplerini sultana arz ettiler: “-Devletlü hünkârım! Savaşçılarınızın biraz önce altın kapılarından içeriye süzüldüğü Kostantin şehrinden haberler getirdik! Yüce sultanım, sizin malumunuzdur ki şehr-i Kostantiniyye sadece şehirlerin değil, denizleri bekleyen limanların içinde de en parlak incidir. İş bu şehrin sayısız limanı vardır. Bu limanların içerisinde iki tanesi vardır ki, bunlar içlerinde sakladıkları kısmet ve hazinelerle beklemektedir. Bunlar alelade insan inşası limanlar değildir sultanım! Şehirde pek çok kara ve deniz tılsımları inşa edilmiştir. Ama bunlar-


dan ikisi vardır ki yeri müstesnadır. Tarihçilerin ve destancıların anlatmasına göre Hz. Süleyman‟ın büyük mabedini inşa eden ecinni mimarların sırlarını bilir ustalar ve sihirbazlar inşa etmiştir. Her birinde demirden yapılma, tunçtan tılsımların işlendiği iki gemi vardır. Zemheri gecesi İstanbul‟un sihirbaz kadınları ve cadıları bu gemilere doluşurlar, ardından denize açılıp efsun okurlarmış. Böylece hem Karadeniz hem Akdeniz bu tılsımlarla korunurmuş. Galata tarafındaki liman, Muaviye oğlu Yezid‟in muhasarası zamanında büyücülerin marifetidir denilerek imha edilmiş. Bir tek geriye sırları ve tılsımlarıyla öteki liman kalmıştır lakin onu aramak her yiğidin karı değildir!” “-Söyleyin bana hamiyetli kullarım! Ben bu kayıp rıhtımı neden aramalıyım? Neden bu rıhtımı aramak her yiğidin harcı değildir?” “-Hünkarımız efendimiz. Yıldızlara göre sizin bahtınız ve hayrınız o rıhtımdadır. O rıhtımdaki tılsımlı gemi yeryüzünde kalan yegane işler efsunlardandır. Bunu elde eden kişi onu yüreğinin istediği yere gider kazasız belasız varır. Bu gemiye ok ve tüfek işlemez, rum ateşi yaklaşamaz, fırtına batıramaz. Cümle deniz canavarı üzerine varan da helak olur. Bir düşün ki bunu elde eden hükümdar içine seçme askerlerini doldurarak cihanı fethe çıksın!” “-Bre bu dediğiniz tılsım madem o kadar güçlüdür, neden Bizans‟ın bir dünya kayseri, kralı burunlarının ucundaki bu rıhtıma vasıl olup yeniden Roma‟yı ihya etmediler?” “-Hünkarım bu rıhtımı herkes neden arayamaz demiştiniz. Suallerinizin cevabı birdir. Kayıp rıhtım, öyle alelade bulunabilecek bir yerde değildir. Nerede olduğunu kimse bilmez. Biz rüzgârın ve suların ecinnilerine sual ettik, yerini bilse bile Pera bağlarının orada, Ceneviz surlarının dibinde bir ulu çınarın dibinde yaşamakta olan bir ihtiyar bilmektedir, dediler. O ihtiyarın huzuruna çıkan çok olmuştur ama hiçbiri kayıp rıhtımı aramaya cesaret edememiştir. Zira hiçbir imparator emrindeki askere, savaşçıya güvenememiştir. Çünkü o gemiyi ele geçiren bir daha alt edilemeyeceğinden, imparatorların bile tozunu havaya savuracağından korkmuşlardır. O yüzden yüreğine ve sadakatine sağlam, o tılsımı bekleyen tehlikelerle başa çıkabilecek yiğitler göndermelisiniz. Yiğitler ağaç dibindeki ihtiyarı bulacak. İhtiyar onlara kimin kulları olduklarını soracak. Onlar şehrin yeni sahibinin adını söyleyip onun kulları olduğunu söyleyende söylermiş yerini. Ötesini demeye izin vermezmiş gaybın cinleri. Cin taifesinin bize dediği gemiyi arayacak olan kulların kalbinde.

125


Müneccim ve cindar taifesi susunca Sultan Mehmed de düĢüncelere daldı. Tahtında doğrulup ellerini üç kere birbirine vurdu. Koca otağın bir köĢesindeki altın iĢlemeli kadife atlastan renk renk üç kat örtüler açıldı. Gölgelerin içinden ikisi adem biri nisâ üç kiĢi çıktı. Bunlar her biri seçme ve namlı, Ģöhreti Vatikan istihbaratından Batıni ocaklarına yayılmıĢ ―Fedailer‖di.

126

En sağdaki neredeyse çadırın tepesine varacak denli uzun boylu, ama her tarafı yağ bağlamıĢ koca göbeği, koca kafası ve esmer teniyle masal gulyabanilerini andıran bir acayip yiğitti. Kafası dazlak, seyrek sakallı ve bıyıklı, kısık gözlü, korkutucu görünümlü bir yiğitti. AltmıĢ kıĢ görmüĢ olmasına rağmen dinç ve semiz duran bir dev soyuydu. Sadece hayvan postlarına bürünmüĢ, yelken bezinden kıyafetler diktirmiĢti. Yeryüzünde yürüyen ender ecinni soylu yiğitlerdendi. Anadolu bozkırında gezinen Moğolların bakiyesi Karatatar Türkmenlerindendi. Anası gelinlik çağında kaybolmuĢ, deli olarak obasına dönmüĢ, dokuz ayın sonunda acayip görünüĢlü dev oğlunu doğururken canını teslim etmiĢti. Babası meçhuldü, kimi eĢkıyalardır babası, demiĢti ama çoğunluk cin taifesine bağlamıĢtı. Doymaz bir halde yediği için insan kanıyla beslenen doymaz hortlak taifesine binaen ―Obur‖ derlerdi ona. Kabilesiyle birlikte Timur‘un sürüsüne katılmıĢ, aç kaldığı için Timur‘un fillerinden birini öldürüp yemeye çalıĢırken yakalandığından Ġsenboga Han tarafından sürüden kovulmuĢtu. Kıraç bozkırda köle tüccarlarının eline düĢmüĢ, savaĢçılıktaki maharetiyle saraya köle olmuĢtu. Tek silahı bozkırda kaçak olduğu yıllarda öldürdüğü filden aĢırdığı, sadece savaĢ fillerinin hortumlarıyla kullanabildiği ve bir ademin tövbe billah kaldıramayacağı kara çelikten dövülme, kafir Ģövalyelerinin iki elli kılıçlarından da uzun cenk kılıcıydı. Onun yanında duranı orta boylu, sinsi görünüĢlü, hırstan içi kurumuĢ kalmıĢ gibi kara kuru tipli bir değiĢik ademdi. Saçlarının uçlarına incik boncuklar takmıĢ, yarı çıplak gezen, vücudu dövmeli, elinde sadece incikli boncuklu ahĢap bir sopa taĢıyan, çarpılmıĢ gibi duran korkunç tipli bir yiğitti. Aslı nesli bilinmez, yaĢı bilinmez bir deli kiĢiydi. Bu toprakların insanlarından değildi. Vakti zamanında Ġspanya kıyılarında bulunmuĢtu. Demelerine göre dünyanın bir ucundaki Ģeytanlar denizinin ortasında bulunan Kaf Dağı‘nın ahalisindendi. Araplara benzerdi ama kendi kabilesinin dili bilinir bir dil değildi. Tılsımla, büyüyle uğraĢır cenge girdiği zaman sopasıyla ve kendine has garip bir türkü çığırarak yaptığı acayip güreĢ-dövüĢ taktikleriyle altederdi, düĢmanını. ―Değnekli‖ diye nam yapmıĢtı. Onun da yanında bir nice ahudan ve dilberden bin kere daha güzel, perirû, ay yüzlü bir hatun kiĢi vardı ki yüzünü görenler helak olmasın diye ekseriya


peçeyle dolaĢırdı. Eli bıçaklı fedailer arasında durmasının nedeni de bu güzellikti. Sultana biri saldıracağı vakit peçesini açarak meydana fırlar, onun güzelliğini gören erkek kadın her kimse hayran kalır, elini kolunu oynatamazdı. ―PeriĢah‖ namıyla tanınmasının nedeni de buydu. Bozkırın bir köĢesinde, dağ baĢında bir bebek sesinin ardından giden avcı yörükler bulmuĢtu onu. Yeni doğmuĢ iki cerenin yanında bulmuĢlardı bebekliğinde. Ceren kılığında gezen orman perilerinin soyundan sayarak yanlarına almıĢlardı. Büyüme çağı gelen de güzelleĢmiĢ, hiçbir yörede tutunamamıĢ, ehli namus olsa da, onu elde etmek isteyen beylerin ve ağaların birbirlerine öldürmeleri yüzünden bir nice felakete neden olmuĢtu. Namı saraya dek gidince bu Ģekilde hizmete alınmıĢtı. ĠĢte bu üç fedai sultanın huzuruna çıkar çıkmaz el etek öperek elpençe divan beklemeye baĢlamıĢlardı. Sultan müneccimlerin ve cindarların kendisine anlattıklarını aynen fedailerine de anlattıklarından sonra kayıp rıhtımı bulmalarını ve oradaki tılsımlı gemiyi bulur bulmaz haber uçurmalarını söyledi. Sultanın verdiği emirler üzerine yeniden el etek öperek otağdan çıktılar. Kostantiniyye surlarının dibine doğru yürüdüler. Kulelere çoktan Ġslam sancakları çekilmiĢti ama halen Ģehrin içinden kılıç Ģakırtıları ve naralar gelmekteydi. Ġç kulelere ve manastırlara sığınan Ģövalyelerin ardına takılmıĢ birkaç maceraperest Latin keferesi yeniçeriler ve azaplara karĢı kör bir direniĢ sergilemekteydiler. Haliç üzerinden üstü deri kaplı fıçılarla kurulan yapay köprüden geçtikten sonra ormanlık alanın kıyısından ilerleyerek Ceneviz keferesinin surlarına yaklaĢtılar. Surlarda kalan tek tük Ceneviz askerleri gelenleri çok dikkate almadan ama güvenmediklerinden de yarımağız göz hapsine alarak takip ettiler. Ağaçların arasından sıyrılmadan sur boyu ilerleyerek koca çınarı aramaya baĢladılar. Obur gövdesini okĢayarak söylendi: “-Samanlıkta iğne aramaya benzer. Bir ulu çınar ara ki bulasın! Hemi de dibinde asırlarca yaşayan bir koca!” Değnekçi hırıltılı sesiyle: “-Bre sanki biz çok tekiniz de, asırlık yaşayan ihtiyara inanmazsın!” “-Bana tuhaf gelir ürükçüoğlu! Ben oburların, devlerin soyundan gelirim, bacı bildiğimiz peri soyundan. Sen neslimiz büyücüydü dersin. Yüzlerce yıl ömür sürmek ne mümkün? Ermiş, evliya takımı bile bu kadar uzun süre yaşamaz! Tılsım beklediğine göre bu koca ermişlerden değil!” “-Tılsımı beklediğine göre sizin gibi ecinni soyundan gelme olsa gerek!”

127


Üç fedai tepesinde karınca misali tatar yaylı Ceneviz erlerinin ve dede yadigârı kılıçlarla caka satan Latin komutanlarının bakıĢlarının altında, surların gölgesinde ilerlemeye devam ettiler. Cenevizliler, yerli Rumlar, Latinler, Yahudiler, papazlar, hahamlar, falcılar, çalgıcılar, gemiciler, kürekçiler, rıhtım ahalisi her biri anında kolonide yayılan garip görünümlü üç kiĢinin, kuĢatmacılar yönünden surlara yaklaĢması merak konusu olmuĢtu. O dönemlerde de Kostantiniyye‘nin sisiyle sırı kısa sürede yayılmaktaydı. Bu Kostantin‘in Ģehrinde de Pera‘da da böyleydi. Surların tepesine çıkmıĢ ahali, kara suretli dev, kara kuru yapılı ecinni ve yüzü kapalı da olsa güzellik abidesi olduğu her halinden belli peri kızı kafalarda binbir çeĢit soruyu ve dedikoduyu peydahlamaktaydı. Onlarla birlikte adım adım kah eksilerek, kah artarak surlar ve kuleler boyunca takip ettiler. Üç fedaide bir yandan ulu çınarı ararken diğer yandan surların tepesindeki meraklı ahaliyi seyretmekteydi.

128

Bir an gelince kalabalığın surlarda takibi bırakarak ama dağılmadan uzaktan fedaileri izlemekle yetindiler. Fedailer bu davranıĢlarından ötürü kuĢkulandılar. Meraklı Pera ahalisinin kendilerini takibi bırakıp ejder görmüĢçesine oldukları yere mıhlanmaları garipti. Ahalinin gözlerini dikmekte olduğu yeri gördüklerinde onların bu korkulu hallerini anlamadılar ama koca çınarı da buldular. Pera ahalisinin korkusu oradakilerin bildiği bir söylenceden kaynaklanıyordu. Ceneviz askerlerinin ne gece ne gündüz tepesinde nöbet beklemekte korktukları bir kule vardı. Diğer sur ve kule parçalarından bir bakıĢta ayırt edilebiliyordu zira diğerlerinin aksine yosunlardan ve küften rengi kararmıĢ, yüzyılların acizliğine uğramıĢ kara taĢları, yamru yumru yapısı, ve tepesinde dikilmekte olan korkunç bakıĢlı baykuĢuyla burası canlı bir ölüm ve uğursuzluk abidesiydi. Tam önünde dikilmekte olan kara yapılı, geniĢ gövdeli ve uzunluğu neredeyse önündeki kuleye eren koca çınarla birlikte anılırdı. Ahali orasının lanetli olduğuna inanırdı. Hakkında türlü çeĢit söylentiler söylenir kimi ulu bir ejderin mezarı, kimi cinlerin sarayının, kimi de bizzat Ģeytanın orada oturduğunu anlatırdı. Fedailer ulu çınarın dibine geldiklerinde, koca gövdesinde ağız gibi bir yarığın bulunduğunu gördüler. Kovuğun içinden belli belirsiz parıltılar gelmekteydi. Üçü birden usulca yaklaĢarak kafalarını kovuktan içeriye soktuklarında gördükleri Ģey karĢısında hayrete düĢtüler. Bir kuyu kadar derin ve geniĢti ağaç. En tepesinde balkabağı kadar büyük bir ateĢböceği yapıĢmıĢ, yanıp sönen meĢale misali ıĢıldamaktaydı. IĢığın altında, tüm tabanı kaplayan beyaz saçların ve uzun sakal yığın ortasında bağdaĢ kurarak dikilmekte olan, kuyu gözlü bir ihtiyar gördüler. Ġhtiyar onlara bakarak anlamsız ve tuhaf sesler çıkardı. PeriĢah, Değnekli ile Obur‘a dönerek:


“-Cin taifesinin dili bu. Anacığımın geldiği saali cinlerinin lisanını konuşur.” PeriĢah ile ihtiyar aralarında bilinmedik bir lisanda konuĢmaya baĢladılar. Cinlerin lisanlarını herkes bilmezdi. Büyücü, cadı, Ģaman taifesinden baĢka kendi kavimleri ve arada kalanlar, aĢina olanlar, perdesi kalkmıĢlar ve karıĢmıĢ taifesi bilirdi. PeriĢah ile ihtiyar aralarında rüzgar uğultusuyla, taĢ tıkırtısını ve su Ģıpırtısını andıran bir sesle konuĢmaya baĢladılar. Değnekli‘ye yabancı, Obur‘a tamamen yabancıydı. Obur ecinni soyundan gelse de en fazla dağ devlerinin homurtularına, ifritlerin ateĢ gürlemesine ve mezarlık gulyabanilerinin iniltilerine aĢinaydı. PeriĢah kovuktan çekilir çekilmez onun yüzüne baka kaldılar. PeriĢah‘ın yüzü sararmıĢ gibiydi: “-Buradan aşağıda, kıyıda bir orman kıyısındaymış rıhtım. Bekçiyi uyandırmamaya dikkat etmeliymişiz.” dedikten sonra kıyıya doğru yürümeye baĢladılar. Bir müddet sonra gerçekten de surlarla deniz kıyısının bitiĢtiği yerde ağaçlık bir koru gördüler. Tabanı sarmaĢıklarla kaplı, yosunlu ağaç gövdelerinin arasında uzanan patikayı izlediler. Deniz kıyısına yakın bir yerde kırk dökük bir rıhtımın uzanmakta olduğunu gördüler. Rıhtıma yaklaĢarak sağına soluna bakınarak tılsımlı gemiye dair bir iĢaret aramaya baĢladılar. Rıhtıma yaklaĢtıkları anda yerin titremeye baĢladığını gördüler. Büyük bir gürüldeme yeri göğü kaplamıĢtı. Gerilerine döndüklerinde kadim ağacın sallanmakta olduğunu gördüler. Ağacın gövdesinden kuyu gözlü ihtiyarın sürünerek çıktığını gördüler. Kulede tüneyen koca baykuĢ ihtiyarın sırtına kondu, ateĢböceği ise ihtiyarın göğsüne yapıĢmıĢtı. Ġhtiyar sürünmekte iken birden biri bu hayvanlarla bütünleĢerek devyarasa bir ejderhaya dönüĢtüğünü gördüler. BaykuĢ pullu kanatlara, ateĢ böceği ateĢle körüklenen göğsüne dönüĢmüĢ, ihtiyar pullu kuyurklu, aslan kafalı, yeleli ve koca ağızlı bir ejderhaya dönüĢmüĢtü. Yeri göğü sallayarak hızlı adımlarla limana doğru sürünmeye baĢladı. Ne yapacaklarını bilemez bir haldeyken ilk öne atılan değnekli oldu. Tuhaf dansıyla ejderhayı ĢaĢırtmaya çalıĢıyor, ejderha kah pençeli kanatlarıyla, kah koca ağzıyla onu parçalamaya çalıĢıyordu. Arada bir göğsünden körüklenen alevlerin harıyla yakmaya çalıĢıyordu. Koca gövdeli Obur ejderhanın gövdesine çıkarak kafasını sarmaya çalıĢtı. Onlar böylesine ejderhayla cebelleĢirken PeriĢah ne yaptığını bilirmiĢ gibi, tılsımı çözmüĢçesine peçesini açtı. Onun yüzünün güzelliğini gören ejderha içinde parlayan Ģehvetin ateĢiyle tılsımı unutarak rıhtıma doğru adımını attı. O anda olan oldu ve tılsım harekete geçti. Rıhtımın tılsımını o an anlamıĢlardı. Adımını atan ejderha o anda ejder baĢlı, altın ve gümüĢ kaplamalarla süslü, altın ejder kanadı yelkenlere

129


baykuĢ kafalı yelken direğine dönüĢe, ucunda asılı yeĢil ıĢıklar saçan bir ateĢ böceği temsilinden oluĢma muhteĢem bir gemiye dönüĢtü. PeriĢah kız da o geminin bir parçası haline gelmiĢ, uzun ejder suretinin altına yapıĢmıĢ güzel yüzlü bir deniz kızı suretine bürünmüĢtü. O an anlamıĢlardı tılsımın sırrını. Rıhtıma ayak basan tılsımlı geminin parçası olur, ortaya çıkmasına vesile olurdu. Kostantiniyye cadıları tılsımı böyle saklamıĢlardı asırlarca. Kayıp rıhtım, ona adım atanı efsanelere karıĢtırıyordu.

130

Kalan fedailer tılsımlı gemiye binerek sadece gönüllerinden geçtiği gibi hareket ettiğini gördüler. Haliç kıyısına geldiklerinde, sultanın maiyeti ve askerleriyle beraber mehteranlarla karĢıladığını gördüler. Adım atan efsanelere karıĢmasın diye tılsımlı rıhtımın yerini hiç kimseye söylemediler. Gördükleri ve buldukları kısmetin uğuruyla doksan küsür yaĢına dek vardılar. Vasiyetleri üzerine kara kulenin dibindeki çınara gömüldüler. Derler ki onların ölümünün ardından gelen bahar mevsiminde o çınar ağacından tuhaf bir Ģekilde elma bitmiĢ. Elma ağacı olmadığı halde çınar dalından sarkan kıpkırmızı, taze elma parçasının sırrını hikmetini çözemediler. Hikmet sahibi kiĢilere göre zaman vaktine erince elma durduğu yerden koparak ―kayıp rıhtımı‖ arayan efsane kahramanlarının ve efsaneleri kurcalayanlarının baĢına düĢmüĢ, bir elma bin olmuĢ, düĢtüğü yere masallar, hikayeler konmuĢ o zamandan bu zaman. - SON -


RIHTIM’DA BİR DELİ ÖZGÜRCAN UZUNYAġA AMRAS RINGERIL Dilim döndüğü kadar hikâye anlatırım böyle. DüĢler Limanı‘nda toplanırlar bazı geceler, ateĢ yakarlar, gitar çalar Ozan‘ın ġarkısı‘nı söylerler. Ben de böyle uzaktan izlerim bazen, bazense gider katılırım Ģarkılarına. Hiç dıĢladıklarını görmedim. Oturur dinlerim, anlamasam da anlattıklarını, bu hoĢuma gider. Serttirler bazen, kırbaçlarını çekerler, ama çoğunlukla anlayıĢlı davranırlar bana. Dilim dönmez çünkü pek. Buraya gelmeden önce de böyleydim ben. Bazı geceler, gökyüzü o kadar karanlık olurdu ki ayı bulmak için dolaĢtığım caddeleri üst üste koysam, ayın kendisine ulaĢırdım. Yıldızlar birbirlerinin çekim kuvvetlerinden etkilenmiĢ ve birleĢip yok olmuĢlardı sanki. Üzerimde yırtık gömlekler, lime lime kıyafetler, ıslak pantolonlar… Ġnsanlar öyle kaçarlardı benden. Yanlarına bile yaklaĢtırmazlardı bazı geceler. Bazı geceler, hava o kadar soğuk olurdu ki, salyam kirli giysilerime değmeden donar kalırdı. O geceler, söyleyeceklerimi dinletecek kimseyi bulamazdım. Tüm rıhtımları dolaĢırdım, efkârlı gençlerin biralarına yapıĢkan bir sinek olmak, belki de iki kelam etme Ģansı bulmak için. Ancak her rıhtım boĢtu benim için, limanlar boĢ gemilerle doluydu. Her bir gemi sallanan bir yataktı benim için Haydarlar gelene kadar. Ancak neĢeli günlerim de olmadı değil. Sakallarımdaki ekmek kırıntılarını ellerimle temizleye temizleye, sekerek inerdim rıhtımlara. Sekerim hep, tek ayağım topaldır benim. Bir zamanlar o büyük Ģehre göndermek için beni bir trene atmıĢlardı. Onlara yeterince anlattığım hikâyelerim bana acımalarını sağlamıĢ ya da benden nefret ettirmiĢti. Onlara gördüklerimi anlatırdım hep. Bazı geceler, derdim, gökyüzü alevler saçan kuĢlarla dolar, onların üzerindeki Ģövalyeler gelsin ve beni kurtarsın diye yakardım ateĢleri. Neden diye sorduklarında, iki gözümü de göremeyecek kadar ĢiĢirdikten sonra, bunu söylerdim. Alsınlar beni derdim. Gittikleri o unutulmuĢ diyarlara beni de götür-

131


sünler isterdim. Gökyüzünü bana çok gördüler ve beni o trene attılar, ayağımı kaptırdım demirden pençelerine. O günden sonra topallayarak yürüdüm tüm arzda. NeĢeli günlerimde, rüzgârların amansızca köpürttüğü suların önünde oturdum rıhtımlarda. Yanımda yoldaĢlarım oldu, ben onlara hikâyeler anlatırdım onlar güler ve birbirlerinin kulaklarına fısıldarlardı. DüĢlerdim, beni alıp götüreceklerini ve yalnızca küçük bir evi ısıtmak için onlarca ev dolaĢmak zorunda kalmayacağımı. Ancak sonra kalkıp giderler ya da bana demir küçük daireler atarlar ve gitmem için zorlarlardı. Ben de gider baĢkalarına anlatırdım. En neĢeli günlerimde bile kimse gerçekten dinlemedi beni. Onlar gelene kadar, kimse gerçekten dinlemedi. Büyük ayaklı küçük insanlar geldiler bir gece. Onlara ne diyeceğimi bilememiĢtim ve, ―Gömlek var mı?‖ diye sormuĢtum. GülmüĢlerdi bana, biralarından birer yudum aldılar ve hakkımda konuĢmaya baĢladılar. ―Sence hak ediyor mu?‖ dedi sevimli, sert görünüĢlü küçük kız.

132

―Ne demek istiyorsun? Onun için geldik zaten.‖ dedi kıvırcık uzun saçları olan. ―ArkadaĢlar, ona bir Ģans tanımalıyız elbette.‖ dedi nispeten uzun ve top sakallı olan. ―Bence uçuralım kafasını.‖ dedi biraz kilolu ve kısa olan. En sonunda karara vardılar, hepsi birden arkalarını dönüp sokağın karanlıklarına baktılar. TaĢ sokak, efendisinin çığlıklarını iĢitmiĢçesine titredi. Gökyüzü dalgalandı. Beyaz atının üzerinde, derisi dâhil her Ģeyi siyah olan bir adam geldi. Yüzünden rakamlar akıyordu. Uzun boylu ve yapılıydı. Eğildi ve bana bakarak gülümsedi. Ġki elini uzatıp avuçlarını açtığında, birinde mavi birinde kırmızı iki tavuk yumurtası duruyordu. ―Eminim bu duvarlar sonsuza kadar zapt edemez bir bilinci. Tanrılar yok olana kadar, yalnız kalmamalı ve anlatmalı öykülerini. Seç. Maviyi seçersen, anlattığın öyküler her zamanki gibi yarım kalır ve biter. Bu karton döĢeme yatağında duvarlarının arasında uyanırsın. Kırmızıyı seçersen, bizimle gelirsin ve sana bir tavĢan deliğinin ne kadar derin olabileceğini gösteririz. Unutma, öykülerin ne kadar sürerse, delik o kadar uzundur.‖


Hepsi kaybolduğunda, elimde yumurtamla uykuya daldım. Uyandığımda kendimi bulduğum yer ise uyuduğumda olduğum yerden çok farklıydı. Nefes alamıyor, almıyordum. Gerek duymadığımı hissettim. BoĢlukta uçuyordum. Etrafımda yıldızlar her zaman olduklarından çok daha parlak görünüyorlardı. Altımda devasa bir yaratık bana araçlık yapıyordu ve ardımda, koskoca mavi-yeĢil bir küre bana elveda diyordu. Altımdaki yaratık koca kanatlarını çırparak daha da uzaklaĢtı. GüneĢin gittikçe ısıttığını ama yakmadığını fark ediyordum. Bunun altımdaki yaratıkla ilgili olduğunu anlamam uzun sürmedi. GüneĢi yutabilecek güçte gibi geliyordu bana. Ancak o tarafa gitmiyorduk. Ġleride, daha önce hiç görmediğim bir yıldıza doğru ilerliyorduk. Ġlerledikçe etrafımda uçan daireler, roketler, tek göze benzeyen ve asla susmayan ilginç küçük küreler gördüm. YaklaĢtıkça yaklaĢtık ve karĢımızda devasa bir cisim belirdi. Bu cisim koca bir adamın omuzlarında taĢıdığı ilginç Ģekilli bir dünyayı andırıyordu. Adam bana göz kırptı ve o zaman, adamın bir kaplumbağanın sırtına bastığını ve kaplumbağanın bilinmeyen bir yöne doğru ilerlediğini gördüm. Yaratık beni dünyanın üzerinde uçurdu. Koca bir okula benzeyen etrafında çocukların uçtuğu bir binanın üzerinden geçtik. Havlularıyla güneĢlenen iki adam ve bir devasa baĢlı robota selam verdik, uzun denizleri aĢtık ve gökyüzünü delercesine yükselen simsiyah kulenin yanından geçtik, sırtını dağlara dayamıĢ, bir taht görünümündeki ak kaleyi aĢtık, beni yakarcasına izleyen göze bakmaktan kendimi kaçırdığımda, ileride benimkine benzeyen yaratıklarla uçan insanlar gördüm. Yaratıklar ağızlarından alevler püskürterek savaĢıyorlardı. Onların arasından titreyerek geçtik. AĢağılarda, çok aĢağılarda, sonsuz denizin ortasında bir adaya indik. Yaratık bana gülümsedi ve baĢıyla ileriyi iĢaret etti. Hayatımın en doğru kararını verdiğimi hissettiğim o gün, o iskeleden geçtim ve aynada kendime baktım. DeğiĢmiĢtim, mutlu, düzgün ve temiz görünüyordum. Kuleleri, deniz fenerleri, iskeleleri, limanları ve hanları olan bir cennetteydim. Dilim döndüğü kadar anlattım onlara dertlerimi, kimisi beni omuzlarına aldı kimisi tersledi. Ancak hepsi en azından bir kez olsun dinledi. ġimdi limanlarında ve rıhtımlarında her gece onların anlattıklarını dinliyorum. Bana kadim ejderhalarla yaĢadıkları maceraları, cesur Ģövalyelerini, çektikleri acıları, baĢka dünyalardaki hikâyelerini anlatıyorlar. Hatta her zaman nasıl acıktığından bahsedenler bile var. Ben dilim döndüğü kadar onların yanındayım. Onlar da dilleri döndüğü kadar benim yanımdalar.

133


KÖTÜ KOKULAR MUTFAĞI ONUR SELAMET DARLY OPUS ―Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi mümkündür.‖ - Mr. Nobody

1.Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Mutlak unutma yoktur. Ah, ama o öykü nasıl baĢlıyordu? KonuĢmalar… KonuĢmalar hatırlıyorum, iki adam. Yok, yok. Bir kız, bir oğlan. Daha çocuklar… Üzücü. Böyle olmayacak, o güne gitmeliyiz. Onların öyküsü izlenmeyi hak ediyor. 134

*** ―Ne o, alındın mı?‖ diye sordu. Alındığını biliyordu. ―Yok. Neden alınacakmıĢım?‖ Alındığını bildiğini biliyordu. ―Sordum öyle.‖ Öyle sormuĢtu. ―Tamam.‖ ―Yapma böyle…‖ ―Neden yapmayacakmıĢım?‖ Çünkü… diye baĢlayacaktı söze. BaĢlamadı. Baktı sadece gözlerine. Sonra konuĢtu: ―Bakma Ģöyle, düĢünemiyorum.‖ ―Bakarsam ne yaparsın?‖ Kötü bir sırıtıĢ. ―Ne bileyim ne yaparım, en kötü denize dökerim seni.‖


―Döker misin cidden?‖ ―Deneyelim mi?‖ Kız çok güzel değildi ya. Nefes aldığını duyabilirdiniz. Ancak… O kadar. Siyah saçlar, on yedi yaĢ. Kabarık ergen damarı. HoĢ bir yüz, idareten kullanılabilecek bir fizik. Oğlan da daha fazlası değildi. Kısa saçları siyah, iri gözleri siyah, uzun boyu siyah… BakıĢları da siyah. Ama ruhu aydınlık, ondan eminim. Ruhu aydınlık. On yedilik bir ruh. ―Deneyelim!‖ Kız en tatlı bakıĢını gönderdi. ―Bunu deneyelim aĢkım!‖ Oğlan derin bir nefes çekti. Kadiköy‘deydiler. Rıhtımda. GüneĢ batıyordu. Az sonra baĢlayacak olansa kesinlikle soğuk ve karanlık bir gece değildi. Oysa bütün Ģubat, böyle sonlanmıĢtı günler. Bu kez kliĢelerin adı karalanmıĢtı geri gelmemek üzere. Klişekovar iĢ baĢındaydı. O kim miydi? Belki Tanrı, belki Tesadüf, belki de Telemaque; Fenalon‘dan hani. Bilmiyorum. Ancak iĢlerin ‗dünya‘ için değiĢmeye baĢladığı aĢikârdı. Gün kanıyordu Adalar‘ın ardından. ―Bu koku da ne?‖ diye sordu Osman. Adı Osman Mazlum idi. Severdi edebiyatı falan. Burnunda tattığı kötü bir kokuydu. YakıĢtıramamıĢtı Kadiköy‘e. ―Bilemedim ben de. Ġç gıcıklıyor ama…‖ ―Kalkalım mı Süreyya, ister misin?‖ Kız düĢündü. Adıyla hitap edilmesinden hoĢnut kalmamıĢtı. ―Kalkalım Osman, kalkalım…‖ Zaten trip modundaydı, iĢine gelirdi. ―Yok sen otur bakalım,‖ diyip kucakladı kızı Osman. ―Önce denize dökelim Ģu kâfiri, gideriz sonra.‖ Burnuna bir öpücük kondurdu sevdiğinin. Süreyya gülüp sımsıkı tutundu hayatını vermek istediği çocuğa. Onu denize atamayacağını bildiği halde bir piçliğe hazırdı aklı. Koku iyice yoğunlaĢmıĢtı. Osman gırgırı kesmekte fayda gördü. “Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik…”

135


Fısıldayarak söylemiĢti bunu Osman. Bir martı havalanmıĢtı, Süreyya aĢkla iç çekmiĢ ve dalgalar ona eĢlik etmiĢti. ―Hadi gidelim artık.‖ Gidemediler. Gün kanadı, kanadı, kanadı… Ve sonra kansızlıktan ölüverdi. Aziz Ġstanbul‘un bir sevgili rıhtımı sorgusuzca çekilip alındı, her Ģeyiyle. Geriye pek bir Ģey kalmadı; belki dizeler. Onlar da akıllarda. Akılları da çekip alamazlar ya. Koku gerçek olamayacak kadar kötüydü. ***

136

Karanlık, sadece karanlıktır. Bazen anlatmaya baĢlayacak hiçbir Ģey bulamayınca susup onunla baĢlıyorum. Ardından aydınlığın geleceğini umarak. Geliyor mu? Çoğu zaman hayır. Ama bazen… Bazen orada bir yerlerde bir mum yanıyor. Gölgesiyle birlikte. ĠĢte bazen de bir gün yanıyor, içindekilerle birlikte. Ġnanın ben de ancak sizin kadar anlamlandırabiliyorum bunları. Bu iĢler böyleymiĢ meğer. Yazdıkça izleyebiliyoruz, izleyebildikçe yazıyoruz. *** ―Osman… Osman kalk!‖ Kız korkmuĢtu. Kim korkmazdı ki? ―Osman kalk diyorum sana!‖ O tokat hep gelirdi. Biri kalkmayınca illa tokatlamak mı gerekiyordu? Ah tek diĢi kalmıĢ medeniyet! Osman tokadı yiyince uyandı elbet. Bir Osmanlı torununa bu yapılır mıydı? ―Ne oluyor Süreyya, neyin intikamını alıyorsun yine?‖ ―Gökyüzü bölünecek dedin! Bölündü de yuttu bizi, mutlu musun!‖ ―Yav nereye yuttu bizi, sapık sapık konuĢma kızım.‖


―Bi‘ çevrene bakıver artık?‖ Çocuk ne yapsın, bakıverdi bi‘ çevresine. ―Hassssssssss…‖ ―…‖ ―Haasaaan…‖ ―Kıvırma, aynen öyle hassssssssssiktirrr‘lik bi‘ durumdayız aĢkım benim.‖ Öyle bir yerdeydiler iĢte. Sevdiceğinizin yanında utanmadan ‗hassiktir‘ çekebileceğiniz bir yerde. Deniz vardı, tamam. Gök vardı, o da tamam. BaĢka ne vardı? Kimileri buraya ‗Öte Yer‘ derdi, kimileri buraya hiçbir Ģey demezdi; çünkü varlığına dair fikir üretmeye dahi zahmet etmezlerdi. Kimileri içinse herhangi bir yerdi iĢte. Ama biz buraya Kayıp Rıhtım diyelim. ―Nasıl oldu ya o?‖ diye sordu Osman. Bir koku falan hatırlıyordu ama… 137

―E senin yüzünden oldu, nasıl olacak? Gök dedin, bölecek dedin, aldın baĢımıza belayı. Of!‖ ġimdi ikisi de ayaklanmıĢ nerede olduklarını anlamaya çalıĢıyorlardı. Atmosfer boğuktu, puslu bir sabah, belki. Pek ilerisini görmek mümkün değildi o yüzden. Anlayabildikleri tek Ģey, burasının ‗bildikleri‘ herhangi bir yer olmadığıydı. Ġleride derme çatma bir yapı görünmekteydi: Han. 2. Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek ―Orada kimse var mı?‖ Böyle fantastik yerlerde, bu tarz soruların cevabı ya olmaz ya da can yakar. Genelde. Hâlbuki Ģöyle bir yanıt olağandıĢı gelecektir duyana: ―Var tabii, kapıyı ittiriver de içeri gel.‖ Osman, Süreyya‘ya baktı. Kız hayata karĢı her zaman cesur davranmıĢtı. Bildiğimiz hayata karĢı, en azından. Dudakları titrese de kendini kontrol etti ve baĢıyla onayladı sevdiğini. Kapıyı ciyaklatarak içeri daldılar. DöĢemeler


hoş geldiniz dedi, burunlarına anason dolu bir rüzgâr çarptı ve gözleri ‗içeridekiler‘le buluĢtu. Altı kiĢi saydılar. Hepsi sıradan insanlardı. Dört erkek, iki kadın. Fiziklerine dair anlatacak pek bir Ģey hatırlamıyorum, nasıl hayal etmek istiyorsanız öyle hayal edin. Hayal etmek istemiyorsanız da siz bilirsiniz. Onları içeri davet eden ses: ―HoĢ geldiniz,‖ dedi. Bu en öndeki adamdı. Siz olsaydınız cevap verir miydiniz? ―Eminim hoĢ bulmuĢlardır,‖ diye pekiĢtirdi kadın. En azından Süreyya konuĢana bakmadığı için onu kadın sanmıĢtı. Ama o üç kelimeyi dillendiren bir erkekti. Sapına kadar mı bilmiyordum; fakat sesine kadar olmadığı kesindi. ―Neredeyiz?‖ dedi Osman. Asla geri kalmıyorlardı: ―Nerede olmayı isterdiniz?‖ KonuĢan bu defa kesin erkekti. Galiba. 138

―Evde!‖ diyiverdi Süreyya. ―Vaaay! Çocuğu eve mi atacaksın! Hınzır Ģey!‖ Bu sefer hakiki bir kadın konuĢmuĢtu. Galiba. ―Öyle bir Ģey demedim ben!‖ ―Siz diye sorduğuma göre, cevabını da siz olarak algılamam kadar doğal bir Ģey…‖ Bu zamana kadar sessiz kalmayı baĢarmıĢ adamlardan birisi araya girdi: ―ġamatayı keselim artık. Ayakta kaldınız, masalara buyrun. Açsınızdır.‖ Açlardı. *** DoymuĢlardı. ―Konukseverliğiniz için minnettarız. Fakat neler olduğu hakkında en azından birkaç…‖


Adının Jale Ters olduğunu öğrendikleri kadın: ―Kelam duysanız eminim çok hoĢunuza giderdi,‖ diye tamamladı Osman‘ın sözünü. Kadın bakıĢlarını Kamil Karakoç‘a yöneltti. O da baĢka bir cengâverdi. Ya da değildi. Burada belki de hepsi birbirinden sıradan birkaç adam ve iki kadın vardı. Ġki de çocuk. Kamil‘in onaylayan bakıĢını gören Jale: ―Sanırım gerçekleri duymak için hazırsınız,‖ dedi. ―Gelir gelmez anlatsaydınız ya?‖ Süreyya misafirliğe gidildiğinde yaĢanan o çekingenlik hissinden yavaĢ yavaĢ kurtulmaya baĢlamıĢtı. ―Aç karna olmaz diyorlar.‖ Osman konuĢanı görememiĢti. Görebilseydi, ―Kim ve neden?‖ diye sorardı, eminim. Onun yerine Jale, ―Dinleyin,‖ dedi. Dinlediler. *** 139

―Dünyanız hanelerle, haneler odalarla, odalar insanlarla dolu. Ġnsanlar acıkır. Açlıklarını gidermek için yiyecek edinir, bu yiyecekleri mutfaklarında yemeye uygun kıvama getirirler. Mutfakta yahut da keyif sahibiyseniz salonda falan afiyetle mideye indirirsiniz hazırladıklarınızı. Sonra onları sindirir, sonra utanmadan bir daha acıkırsınız. Açlığınızı gidermek için süreci yeniden baĢlatırsınız. ―Dünyanın her yerinde mutfaklar var. Yemekler piĢiyor. Tencereler yuvarlanıyor, kapakları kaçıyor. Ġnsan, her Ģey kendisi için sanıyor. Hâlbuki çok az Ģeyi ya biliyor ya da hiç bilmiyor. Kötü Kokular Mutfağı, insanın bilmediği Kenkagintakatrigentilyarca * Ģeyden sadece birisi. Ġnsanlar mutfakta. Tanrılar aĢçı. Acıkıyorlar. Yemek istiyorlar. Sizi değil, korkmayın. Ne yediklerini… Ah, bunu söylemek çok garip! Buraya ne yoluyla geldiğinizi düĢünüyorsunuz?‖ ―Don-Volga Kanalı‘yla değil,‖ dedi Süreyya. DüĢünmeden salmıĢtı sözcüklerini hana. Belki de az önce duyduğu yirmi altı harflik kelime yüzünden. Bunun büyük bir sayı olduğu fikrine kapıldı.


Jale devam etti: ―Doğru. Siz buraya… Siz buraya gelmediniz, getirildiniz. Bir tür enerjiyle.‖ Osman hissiz bir sesle sordu: ―Ne tür bir enerjiyle?‖ ―En can alıcı yere geldik! Sürtünme enerjisiyle. Evrenler birbirine sürtünürken çıkan enerjiyle. OluĢan çekim sizin yolculuğunuz, enerjiyse tanrıların akĢam yemeği olur. Onlar karnını doyururken sizi de buraya, Rıhtım‘a fırlatırlar. Bir tür… atık olarak. Sizinle birlikte çekilen mekânsa; zaten aslında hiç var olmamıĢtır dünyanız için.‖ Süreyya: ―…‖ Osman: ―…‖ Jale: ―Eheh.‖ ―Nası yaa?!!!‖ diyen Süreyya, az önce boğazında oluĢan yumruyu kusmayı baĢarmıĢtı.

140

―Çünkü öyle olması gerekiyor, ne bileyim ben! Sanki sizi yiyen benim yahu.‖ ―Jale…‖ Kamil araya girme gereği duymuĢtu. Kadının hafif dengesiz yapısından haberdardı. ―Ġstersen, bayrağı ben devralayım.‖ Jale Ters baĢıyla olumladı. Gençlere laf anlatmak stresli bir iĢti. ―Jale‘nin dediklerini anladığınızı umut ediyorum. Tanrılar, çekiminizden doğan endirekt serbest vuruĢu, yani enerjiyi kullanırken; siz de buraya, Kayıp Rıhtım‘a, gönderilmek durumunda kalıyorsunuz. Tahmin ediyorum ki Ģimdi aklınızda iki soru var. Bir: Sizinle birlikte diğer evrende bulunduğunuz insanlar nerede? Ġki onlar da mı aynı sonu paylaĢtı? ―Yemekler, yani insanlar, gruplandırılır. Sonra da paketlenip Kayıp Rıhtımlara gönderilir. Nasıl yani „Rıhtımlara‟… ġöyle yani: Sayısız evren olduğuna göre, Rıhtım sayısı da sayısız olacaktır. Çekildiğiniz yerdeki insanlar bu sayısız Rıhtımlara dağıtıldı. ġükür ki birbirinizden ayrılmamıĢsınız, yol arkadaĢsız buraya düĢenlerin kendine gelme süreci daha uzun oluyor.‖ Osman ve Süreyya bu kadarını beklemiyordu. Ya, ne kadarını bekliyorlardı?


―ġimdi ne olacak?‖ dedi Süreyya. Kamil önündeki sürahiden biraz rakı koydu. Birkaç parça buz ve iki parmak suyla Ģenlendirdiği içkisini yudumlayarak devam etti: ―Bundan sonra önünüzde birkaç yol var. Bizimle burada yaĢayabilirsiniz. Eve dönmek için uğraĢ verebilirsiniz. Ya da öylece yok olabilirsiniz…‖ ―Nasıl yani… Öylece… Yok olmak mı?‖ diyen Süreyya endiĢeliydi. Yok olma fikri insanların hoĢuna gitmiyor gibiydi. Cehennem‘e gitmek bile rahatlatabilirdi kiĢiyi. Ama yok olmak? Toprağa karıĢıp sanki hiç var olmamıĢ gibi silinmek diyarlardan? Bu acıydı. ―Durum Ģöyle: Eve dönmeyi de seçseniz, burada kalmayı da seçseniz sonuç aynı oluyor genelde.‖ ―Nedir o sonuç?‖ ―O sonuç, hiçbir Ģeyi seçmemekle doğacak olan sonuçla aynı: Yok olmak.‖ 141

*** Ġstisnasız bütün yollar Paris‘e çıkabilir. Ortada bir yol olduğu sürece, gitmesi vakit aldığı sürece, insan yolda olduğunu hissettiği sürece; sürekli Paris‘e çıkmak kimseye koymaz. Mamafih hiçbir yolu seçmediğiniz takdirde bile bir Ģeyler sizi Paris‘e sürüklüyorsa… Orada bir bokluk var demektir, kimse kusura bakmasın. Sayısız evrenin, sayısız ihtimalleri insan ruhunu kaosa sürükler. Bu kaostan kurtulmanın tek yoluysa: Oyuna devam etmektir. Sonucunu bildiğiniz bir oyuna. Artık ne kadar zevk alabilirseniz… *** Kan donduran konuĢmanın son demleri Süreyya ve Osman için hiç de olumlu geçmemiĢti. Envai çeĢit kâbusa gark olurken yüzlerinden tek kelimelik bir roman okunabilmekteydi: Korku. Eve dönmeyi istemek, burada kalmayı istemek yahut hiçbir Ģeyi istememek aynı sonuca tekabül ediyorsa; insan bu açmazdan nasıl kurtulabilirdi?


Osman dayanamayıp dümeni devraldı: ―Neden… Neden her ihtimal aynı kapıya çıkmak zorunda?‖ ―Ahh… Beni yanlıĢ anlamıĢsınız, hiçbir Ģey ‗olmak zorunda‘ değil. Sonuç genelde aynı oluyor, evet. Bunu sadece bu zamana kadarki tecrübelerimize dayanarak söyledim. Hiçbir Ģeyin nasıl sonlanacağını bilemeyiz. Fakat bu zamana kadar olanlardan bir sonuca vardıysak, o da Ģudur: Evren, artık hangisi olursa, kendisinden olmayanı barındırmak niyetinde değil. Buraya yabancıysanız, burada kaybolup gidersiniz. Geri dönüĢsüzce.‖ ―Harika!‖ dedi Süreyya. Osman da bunu harika bulmuĢtu. En büyük hayali kaybolup gitmekti ne de olsa. Tanrılara küfretti, hayatında ilk defa. Onların hoyrat yeme alıĢkanlıklarına, biçtikleri bu kadere -kefene-, neĢeli ihtimaller denizine… Osman o gün çok küfretti. Ve kimse onu bunun için suçlamadı. *** 142

Hanın fazlaca kullanılmıĢ boğuk odalarından birindeydiler. Karınları yemek, yürekleri tasayla doluydu. Süreyya sorulabilecek tek soruyu sordu: ―ġimdi ne olacak?‖ Osman düĢündü, Osman taĢındı. Bir yanıtla doldurduğunu sandığı ağzını açtı; ancak aptal bir akvaryum balığıymıĢçasına kapatmak durumunda kaldı. Cevapsızdı. En iyi yaptığı Ģeyi yaptı, hayata birkaç mısra okudu: “… Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dâhil…”


3.Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım Hiçbir karara varamamayı kendilerine yakıĢtıramıyorlardı. Burada kös kös oturup Rıhtım‘ın onları silmesine de razı değildi gönülleri. Öyleyse gitmeyi deneyeceklerdi. Gitmeyi. Onlar için dolacaksa süre, onlar yoldayken dolmalıydı. Zerre kadar Ģansları varsa, o Ģansın peĢindeyken bitmeliydi her Ģey. Odadan bir karara varmanın dayanılmaz hafifliğiyle ayrıldılar. Ġlk gördükleri Rıhtımlıya soracaklardı dönüĢ biletinin neye patladığını. Ġlk gördükleri Rıhtımlı sesine kadar erkek olduğu şüpheli olan Ģu erkekti. Adını hiç öğrenemediler; ama arkadaĢları ona Biçare diyorlardı. Sordular. Adam düĢündü. Gitmek istediklerine ĢaĢırmıĢtı. Aynı sonuç zahmetsizce de gerçekleĢebilirdi nihayetinde. Kadınvari bir sesle konuĢtu: ―Bunun bilinen tek yolu var: Onları kusturmak.‖ Tanrıları kusturmak, Yapılacak En Mantıklı On ġey adlı listenin daima bir numarası olmuĢtur. Genç âĢıklar bunun farkındaydı. *** ―Yani onlara söyledin, öyle mi?‖ dedi Jale. ―Evet, sana sorsalar söylemez miydin?‖ dedi Biçare. ―Söylerdim, bunun için buradayız.‖ ―Ama bunun için beni suçluyorsun…‖ ―Eve dönüĢ yolunun cinayetten geçtiğini bilmemelerini tercih ederdim. Onlar çocuk! Birbirlerini öldürmeye nasıl… Offff! Hiçbir Ģey yapmayıp burada yok olmayı beklemeliydiler.‖ Jale‘nin buz tutmuĢ sesi Biçare‘nin suratına acı acı çarptı. Biçare, çaresizdi: ―Engel olamaz mıyız? BaĢka bir yol, belki…‖ ―Hayır. Gül‘ün kuralları kesindir. Çarklar bu Ģekilde döner, diĢleri sekteye uğratmaksa… Eh, bu bütün evrenlerin uyku vakti olur.‖

143


*** Tarihin en Ģanslı iki kimsesi bir tren yolunu takip ediyordu. Çıplak ayakları sıcak raylara değiyordu. Hisler onları terk etmiĢti. El eleydiler. DüĢünmüyorlardı. Bir karara çoktan varmıĢlardı çünkü. Biçare‘nin dediklerini kabullenmeleri zaman almıĢtı. Biri, diğerinin elinde can vermeden; kutsal Tanrılar diğer kiĢiyi kusmaya tenezzül etmeyecekti. Burada güzel olan tek Ģey: O‘nların dahi cinayeti mide bulandırıcı bulması olabilirdi. Fakat bu kimse için inandırıcı olmazdı; çünkü en büyük cinayeti, yine O‘nlar yapmıĢtı. Yapıyordu. Kimse önlerinde duramayacağına göre, yapmaya da devam edeceklerdi. Ufuk çizgileri bir dağ tarafından bölünüyordu. Kıpkırmızı bir dağ. Eteklerinden zirvesine güllerle kaplı bir dağ. Koku burunlarına geliyordu. Burunları canlarını yakıyordu. Canlarının yanması için bir yaprağın yere düĢmesi bile yeterliydi çünkü. Uçan, kaçan, var olan, yok olmaya mahkûm olan her Ģey canlarını yakıyordu. Aldıkları karar canlarını yakıyordu. 144

Biçare, maktulun bedeninden ayrılmıĢ kafasının dağın zirvesine taĢınması gerektiğini söylemiĢti. ‗Yok oluĢ‘ ancak böyle tersine çevrilebilir, ‗var oluĢ‘ modu ancak böyle aktif edilebilirdi. Sonrasında da aslolan evrene dönüĢ vardı. Osman mırıldanmaya baĢlamıĢtı. Ġlk baĢta sadece diĢleri, dili ve damağı duydu sesini. Sonradan anlaĢıldı dizelerle seviĢtiği. “Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin…” Süreyya‘nın gözlerinde devasa bir savaĢ yaĢanmaktaydı. Kız ağlamamak için direniyordu. GözyaĢları püskürmek için direniyordu. Kazananıysa varış hakemleri belirlemeyecekti. Çünkü sonuç barizdi: YaĢlar kazanmıĢ, Osman-


ca asla hiçbir sebeple ıslanmaması gereken yanakları sel götürmeye baĢlamıĢtı. Çocuk bunun farkında değildi. Onun gözlerinde hiçbir Ģey yaĢanmıyordu. Donuk donuktu. Rayları takip ediyordu. Raylar dağı takip ediyordu. Çok uzaklardan bir tren onları takip ediyordu. Gökyüzünde bulutlar, kuĢlar, küçük bir ihtimal de Tanrılar; onları takip ediyordu. Kayıp Rıhtım, onları takip ediyordu. “Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum İstasyonda tiren oluyor biraz BEN BAZAN İSTASYONU BULAMAYAN BİR ADAMIM!” *** Osman istasyonu hiç bulamıyor. Süreyya, Biçare‘nin armağan ettiği bıçağı belinden çıkartıyor. Dağın etekleri sevinçten zil çalıyor. Trenin düdüğü dağa eĢlik etme niyetinde. Gül memnun. Tanrılar değil. Rıhtım buruk. Evrenler değil. Bu bir ilk. Son değil. Mi? - SON * Kenkagintakatrigentilyar: 102703

145


ALTIN ÇAĞ TARIK KAPLAN KOYUBEYAZ

146

Sabahın erken saatlerinde Ġstanbul günün ilk hareketlerine trafiği ile baĢlar. GüneĢ doğduğu andan itibaren Ģehir nüfusunun neredeyse yarısı kadar araç yollara dökülür. Toplu taĢıma adı altında yapılan hiçbir ulaĢım Ģekline güvenilemeyen böylesi büyük bir Ģehirde yıllardır var olan trafiği rahatlatma/ulaĢımı kolaylaĢtırma çalıĢmalarının belki en büyük ayaklarından biri, 8 yıl önce hayata geçirilen Marmaray projesiydi. Fakat projenin öngörülen bitiĢ tarihi, Ġstanbul Boğazı‘nın her iki yakasında yapılan kazılar esnasında önemli tarihi bulgular çıkarılması sebebiyle ertelenmek zorunda kaldı. Bazıları bu olayı tarihi değiĢtirecek büyük bir bulgu olarak görürken, bazıları ise kısa sürede projenin tamamlanıp, her sabah çekilen bu ulaĢım iĢkencesinin biraz da olsa rahatlatılması gerektiğini düĢünüyordu. Yasemin Korkmaz 2001 model Hyundai‘nin içinde, iĢe gitmek için trafiğin açılmasını bekliyordu. Radyoda çalan Ģarkıyla uyumlu bir biçimde hafifçe kafasını sallayarak ritim tutarken, aklında bugün Ġstanbul Arkeoloji Müzesine götürülecek olan eserler vardı. Bir arkeolog –hem de tüm bu tarihi olayların içinde bulunan, gururlu bir arkeolog- olarak 15 aydır yaptıkları Ģeyler konusunda heyecanlanmaması elinde değildi. Ġstanbul‘un, belki de dünyanın tarihini değiĢtirecek Ģeyler keĢfetmek her meslektaĢının rüyasına girecek türden bir baĢarıydı. En azından iĢini gerçekten severek yapanların rüyasına; onun gibi. Trafik ağır aksak ilerlemeye devam etti. Doğma büyüme Ġstanbullu biri olarak Yasemin‘in tecrübesine ve genelde yanılmayan tahminlerine göre öğle vaktine kadar bu Ģekilde gidecek, ardından birkaç saat süre ile hiç kıpırdamayacaktı bu araç sürüsü. AkĢam saatlerinde gene ağır aksak ilerlemeye baĢlayacak ve gece yarısına kadar tek vitesle gidemeyeceğiniz kadar kalabalık olmaya devam edecekti. Ġstanbul‘un dillere destan trafiğiydi bu iĢte, çözülmesini her ne kadar istese de, çözümü aksatanlardan birinin de kendisi


olduğunun bilincindeydi. Ama buldukları Ģeyler, evet; buldukları Ģeyler tüm bunlara değerdi. Aklında bu düĢüncelerle bir süre daha ite kaka ilerlemeye devam etti trafikte. Sonunda yoldan sapmayı baĢardı ve aracını yavaĢlatarak ince demir levhalarla çevrili kazı alanına çevirdi. Kapıda mavi üniformalı, orta yaĢlarda bir güvenlik görevlisi kafasını eğerek gözlerini kıstı kendisini görebilmek için. Yasemin elini kaldırarak selam verdi Bekçi Sıtkı‘ya. Adam selamı aldı, yüzüne bir gülümseme yayıldı ve araç yavaĢça yanından geçerken, ―Günaydın Yasemin Hanım.‘‘ diye bağırdı. Araçtan arkeologların otopark olarak kullandığı çakıl kaplı düzlüğe dönmeden önce kısa bir korna sesi yükseldi karĢılık olarak, ardından yerdeki taĢları etrafa sıçratarak büyük bölümü boĢ olan alanın ortasında durdu. Yasemin genelde iĢe ilk gelenlerden olurdu, her gün yeni yeni Ģeyler keĢfettikleri böylesine bir iĢte –özellikle de UlaĢtırma Bakanlığı ve ĠBB kendilerini her gün sıkıĢtırırken- günün hiçbir dakikasını boĢa geçirmek istemiyordu. Arabasından indiğinde kenarda park edilmiĢ olan çamurla kaplı Land Rover‘ı gördü, baĢ arkeolog Hakan‘ın arabasıydı bu. Hakan da Yasemin gibi bu iĢi severek yapan insanlardan biriydi, dolayısıyla otoparkta sabahları bulunabilecek yegâne iki araçtan biri de onunki olurdu. Yasemin sırt çantasını takıp aracını kilitledi ve kazı alanına ilerlerken Hakan‘a arabasını yıkatmasını söylemeyi aklına not etti. Kazı alanına girdiğinde Hakan‘ı dinlenme yeri olarak kullandıkları portatif kulübenin duvarına yaslanmıĢ kahve içerken buldu. Elindeki birkaç kağıda dalmıĢtı, son günlerde iĢi baĢından aĢkındı ve sürekli bu tarz dosyalarla ve evrak iĢleriyle haĢır neĢir olması gerekiyordu. Yasemin onun yanına gelinceye kadar yere her basıĢında çakıllardan gıcırtı sesleri yükseldi, fakat Hakan elindeki kâğıda öylesine odaklanmıĢtı ki, kız yanına gelip ayakları ucunda yükselerek kulağına, ―Günaydın!‘‘ diye bağırana dek orada yalnız olmadığını anlayamamıĢtı. Bir anda duyduğu yüksek sesle irkildi Hakan, elindeki kahvenin bir kısmı fincandan kurtulup yere döküldü. Neden sonra kafasını çevirip muzip bir Ģekilde gülümseyen Yasemin‘i gördü. ―Ha, evet; günaydın Yasemin.‘‘ ―Gene BüyükĢehir‘den gelen ‗acele edin‘ mesajları mı?‘‘ diye sordu adamın elinde tuttuğu kâğıtları iĢaret ederek. Bir yandan da sırt çantasını çıkarmıĢ, bir fincan kahve almak için kulübeye yönelmiĢti.

147


―Hayır, daha ilginç bir Ģey.‘‘ dedi Hakan gene kâğıtlara bakar vaziyette. ―Bir baksana Ģunlara, senin de fikrini almak istiyorum.‘‘ ―Kahve alıp geliyorum, uyku mahmurluğunu atamadım daha üzerimden.‘‘ Kulübeye girip eski kahve makinasının içindeki koyu renkli sıvıyı üst raftaki kupalardan birinin içine boca etti ve hızlıca bir yudum içti. Ġçti, fakat içmesiyle hemen köĢedeki çöpe doğru tükürmesi bir oldu. Kahve buz gibiydi ve inanılmaz Ģekilde acıydı; dün akĢamdan kalmaydı muhtemelen. Dilini diĢlerine sürterek ağzındaki acı tattan kurtulmaya çalıĢırken siyah sıvıyı da lavaboya döktü ve hızlıca yenisini yaptı. Sonunda elinde içi sıcak kahveyle dolu kupası ile kulübeden çıktığında Hakan‘ı bıraktığı pozisyonda buldu. ―Nedir bana göstermek istediğin Ģey? Ayrıca elindeki dün akĢamdan kalan kahve değildir umarım?‘‘ ―BoĢver Ģimdi kahveyi de Ģuna bak.‘‘ diyerek elindeki kâğıdı Yasemine doğrulttu Hakan. Kız bir an afalladı, Hakan heyecanlı bir adamdı -özellikle iĢi konusunda- fakat onu bu kadar dünyadan koparmıĢ olan Ģeyi de merak etmiĢti. Kâğıdı eline aldı ve üzerindeki resmi inceledi. 148

Resimde kazı alanındaki bir bulgu vardı; bir iskelet. Son birkaç aydır buna benzer onlarcasını bulmuĢlardı, büyük ihtimalle bu yeni bulunmuĢ olanlardan biriydi. Fakat bunun ne özelliği olduğunu anlayamamıĢtı, daha önce bulduklarından farklı olan neydi ki? Hakan yanına gelerek sanki aklını okumuĢ gibi resmin üzerine parmağını koydu ve adamın iki elini iĢaret etti. ―Ellerin duruĢ biçimini görüyor musun? Bak, uzun bir Ģey tutuyor. Elindeki Ģey ne sence? Bir değnek mi? Gemi parçası mı? Makara için kullanılan bir düzenek mi? Dikkatli bak.‘‘ Yasemin kafasını kâğıda iyice yaklaĢtırınca adamın uzunca bir sopa tutmakta olduğunu fark etti. Fakat sopa ilginç bir Ģekilde pürüzsüzdü, hatta bu haliyle bile üzerindeki tozu alırsanız yeni cilalanmıĢ gibi görünürdü. Hakan‘ın parmağı sopanın üst kısmına yönelince bir ayrıntıyı daha fark etti Yasemin. Uzun değneğin ucu üçe ayrılmıĢtı ve sarmal bir Ģekli vardı. Ortalarında oluĢmuĢ küre Ģeklinde bir boĢluk bulunuyordu. Bu ‗Ģey‘, bir çeĢit asaya benziyordu. Ne yani, ellerinde bir eski çağ Ģamanı mı vardı? ―Ne düĢünüyorsun?‘‘ diye sordu Yasemin hâlâ resmi incelerken. Hakan‘ın gözleri fal taĢı gibi açıktı, daha önce olmadığı kadar heyecanlı görünüyordu. Sesindeki heyecanı hiç saklamadan konuĢtu.


―Bence bu iĢ tamamen yeni bir boyut kazanmak üzere.‘‘ *** M.Ö 4638 Bugünkü Ġstanbul‘un bulunduğu yerde, insanların ağızlarına almaktan çekindikleri bir Ģehir vardı. Navale Ģehri. Zamanın hiçbir gücü tarafından aĢılamayacak denli yüksek surlarla donatılmıĢ; yolları parlak taĢlarla döĢeli; fakirliğin, hastalığın, pisliğin, savaĢın ya da suçun ‗olağan‘ kabul edilmediği bir Ģehir. ‗Altın Çağ‘ kavramını yaĢayan ilk uygarlıklardan bir tanesi idi bu görkemli yer, fakat insanların birçoğu bu Ģehri yalnızca efsanelerde duymuĢ, bazıları inkâr etmiĢ, bazıları ise buradan ölesiye korkmuĢlardı. Çünkü Navale‘nin ihtiĢamlı kulelerinden, zengin halkından, verimli topraklarından ve içinde geçen tüm efsanelerden daha ünlü olduğu bir konu vardı; büyücülük. ġehir bugünkü ihtiĢamını içinde yaĢayan halkın ilginç yöntemlerine borçluydu. Onlar herkesin korktuğu yaratıkları besliyor, Ģeytanların sanatı olan büyüyü günlük hayatlarında kullanıyordu. DıĢarıdan ne kadar görkemli olursa olsun, Navale ġehri birçok kavimde lanetli, adı ağza alınmaması gereken, yasak ve korkulan sıfatları ile anılmaktaydı. 149

ġehrin güneĢ altında pırıl pırıl parlayan -ve doğrusunu söylemek gerekirse oldukça çağ dıĢı görünen- devasa surlarının arasından kara cübbesiyle uzun boylu bir adam geçti günlerden birinde. GümüĢ kapılardan geçmek için dolaĢmadı surların etrafını, öylece duvarların içinden geçip devam etti yoluna. ġehri koruyan okçular bunu görse de müdahale etmezlerdi, çünkü bunu yapabilecek olan tek bir kiĢi bilinirdi Navale ġehri‘nin var oluĢundan bu yana. Büyücü Madcap, uzun bir aradan sonra yeniden Ģehre gelmiĢti. ġehrin -bugünkü Anadolu Yakası olarak bildiğimiz yerler- geniĢ sokaklarında ilerledi Madcap. Yüzünü kapatan bir gölge vardı baĢlığının altında, fakat normal bir gölge değildi bu. GüneĢ dosdoğru kendisine vursa dahi yok olmayacak kadar güçlü bir karanlıktan yapılmaydı. Onu dağıtmak için bir ıĢık demetinden çok daha fazlası gerekirdi. Bu yüzdendir ki, Büyücü Madcap‘in yüzü tarih boyunca hiç kimse tarafından görülememiĢti. En azından büyücü olduktan sonraki hali… Madcap‘in geçtiği sokaklar geniĢti, düzdü, temizdi. Ġnsanların üzerlerinde genellikle uzun kıyafetler vardı, fakat dikkatli bakan bir kiĢi hiçbirinin yerlere sürünen eteklerinde kir olmadığını fark ederdi. Yalnızca kir değil, havada tek bir tane toz zerresi dahi bulunmuyordu bu Ģehirde. Tek katlı evlerin çatı-


ları sokağın öbür yanına bakacak Ģekilde eğimli duruyordu, evlerin arkalarında ise bahçeler vardı. Sokakların her iki yanlarında binlerce yıllık ağaçlar yükseliyor, her rüzgâr esiĢinde tatlı bir yaprak hıĢırtısı yayılıyordu çevreye. Bahar mevsimi olduğundan her bahçenin çevresi türlü çiçeklerle kaplanmıĢtı. Bu çiçeklerin kokusu insan burnunun asla alıĢamayacağı bir esanstı adeta. Karanlığı asla kaybolmayan bir büyücü için bile; bu Ģehir huzurluydu. Fakat Madcap biliyordu ki, bu uzun sürmeyecekti. ‗Altın Çağ‘ fazla uzun sürmüĢtü ve her yükseliĢten sonra daha da büyük bir çöküĢ gelirdi. Tarihte hep böyle olmuĢtu, hayır; tarihte hep böyle olacaktı.

150

Bugünkü Ġstanbul Boğazı‘nın -o zamanki deyiĢle Ayrık Nehir (ġehri ikiye böldüğü için halk bu ismi vermiĢti)- kıyısına geldiğinde daima yere eğik olan kafasını kaldırdı büyücü. KarĢısında duran büyük taĢ köprü, tarihin belki her anını bilen büyük kâhinlerin dahi etkilenmeden geçemeyecekleri bir yapı idi. Ayrık Nehir‘in tam ortasından geçen, 20 adım geniĢliğinde, kemerli bir köprüydü bu. Tek bir büyük taĢtan yontulmuĢ gibi dümdüz olan yolunun iki kenarından iğne ucu kalınlığındaki iĢlemelerle döĢeli korkuluklar uzanıyordu. En büyük fırtınada dahi titremez, en Ģiddetli depremde bile yerinden bir tırnak ucu kadar oynamazdı. Tarih boyunca dünya üzerinde yapılmıĢ olan en ihtiĢamlı, fakat değeri asla bilinmeyecek, keĢfi belki de hiç yapılamayacak bir eserdi bu. Madcap köprünün üzerinden geçerken kalbinde üzüntü hissetti. Bu Ģehir için üzülüyordu, bu köprü için, bu halk için, unutulacak olan sanatlar için… Ama bazı insanların kader diye adlandırdığı, kendisinin ise gerçeklik olarak gördüğü o karmaĢık sistem böyle iĢliyordu. ġehrin ömrü bugün itibariyle dolmuĢtu. Köprüden geçtikten sonra adımlarını hızlandırdı büyücü. Geçtiğinin benzeri sokaklardan ilerledi, insanların ileride ‗mitolojik‘ olarak bahsedeceği yaratıkların yük taĢıdığı yollardan geçti ve sonunda Navale‘nin en büyük kulesine vardı. Octurris; Ģehrin kurucusu ve en büyük büyücüsü olan Bronze‘un oturduğu kule. Ya da halk içinde bilinen adıyla; ‗Magicalbronze‘. Kulenin bronz renkli yuvarlak kapısı Madcap‘in yaklaĢmasıyla içeriye doğru açıldı. Kara büyücü kapının eĢiğine geldiğinde önünde altın renkli bir merdiven belirdi. YavaĢça yükseldi merdiven, her bir adımı bir öncekinden daha yukarıya çıkarır biçimde, fakat öncekiyle aynı yükseklikte oluncaya kadar hareket etti ve sonunda büyük bir gümbürtü ile sabitlendi. Kulenin oval duvarlarında yumuĢak fakat güçlü bir ses yankılandı. ―HoĢ geldin kara büyücü. Yukarı çık, ben de seni bekliyordum.‘‘


―Beni bekliyorsan hoĢ gelmediğimi de biliyor olman lazım Bronze.‘‘ diye bağırdı Madcap. ―Bizim vaktimiz doldu. Ġnsanlar bizden korkuyor, yaptıklarımızdan ve yapabileceklerimizden. Artık zamanımız doldu.‘‘ Kulenin kapıları yumuĢak bir biçimde gerisin geri kapandı, fakat içerisi aydınlığını kaybetmedi. Magicalbronze‘un sesi bir kez daha yumuĢak bir biçimde yankılandı silindir biçimindeki odada. ―Yukarı gel Madcap, yapabileceklerimizi konuĢalım.‘‘ ―Yapabileceğiniz hiçbir Ģey yok. Zamanınız doldu Bronze!‘‘ ―Yok olmayı sessizce kabullenmemizi mi istiyorsun?‘‘ Ses gene yumuĢaktı, fakat cümlenin sonundaki vurgu yapılamayacak olan bir Ģeyi söyler gibi değil, gerçekten ne düĢündüğünü sorar gibiydi. Madcap elini cüppesinin sırtına attı ve elinde uzun, kara bir asa belirdi. Duygusuz bir ses ile cevapladı sahibi belli olmayan sesi. ―Yapabileceğiniz baĢka bir Ģey yok.‘‘ ―Yukarı gel Madcap. Madem bu seni son görüĢümüz olacak, gölgelerini görmekten mahrum etme bizi.‘‘ Yankılanan ses bu kez Bronze‘a ait değildi. Bir kadına aitti bu ses, büyücünün yakından tanıdığı bir kadına. Demek konsey toplanmıĢtı, durumun ciddiyetinin farkındaydılar. Bir an tereddüt etti Madcap, fakat son söylenen doğruydu, bir daha ne bu Ģehri, ne de baĢka bir büyücüyü görme Ģansı olmayabilirdi. Cübbesi hiçbir toz taneciğinin tutunmayı baĢaramadığı parlak zemini sürüye sürüye, sürekli eğimi artan altın renkli merdivenlerden yukarı çıktı. Merdivenlerin sonunda çift taraflı büyükçe bir kapı belirdi. Ġki yanında birbirlerine tutunmuĢ olan ejderha motifleri vardı, kapı iki yana açıldığında ejderhalarda birbirinden ayrıldı. Madcap bu odaya defalarca girmiĢti, fakat her seferinde kapıdaki ejderlerin ayrıldıktan sonra hareket ettiklerini gördüğünü sanırdı. Bugün, bu odayı son kez gördüğü gün, ejderhaların gerçekten de kapı açıldığında geriye doğru çekildiklerini fark etmeyi baĢarmıĢtı. Gülümsedi odaya girerken, fakat kendisi dâhil hiç kimse fark etmedi bunu. Bu oda toplantı salonuydu. Octurris‘in en üst katında bulunurdu ve Ģehrin her yerini görebilen bir manzaraya sahipti. ġehirdeki sekizinci tepenin doruğunda yükselirdi ve çok uzaklardaki dağların zirveleri dahi açık bir günde buradan gözlenebilirdi. Odanın ortasında çember Ģeklinde geniĢ bir platform bulunuyordu ve platformun çevresine dizili koltuklar vardı. Her bir

151


koltuk Ģehrin büyüklerinden birine aitti, Ģu an gözleri kendisine çevrilmiĢ olan 7 kiĢi de bu insanlardan baĢkası değildi. Gözleri simsiyah bir is ile kaplanmıĢ olan dokuzuncu koltuğa çevrildi. Kendi koltuğuna. Eski anılar, iĢte tüm tarihi bilmesine rağmen dayanamadığı tek Ģey buydu. Magicalbronze ayağa kalktı ve elini uzattı onun koltuğuna doğru. ―Son bir kez Madcap, bize katılır mısın?‘‘ Büyücü bir süre kendisine uzatılan kollara baktı, ardından sessizce ilerleyerek is kaplı koltuğuna oturdu. Elleri koltuğun kolluklarına dayandığında tüm is ellerine doğru çekildi; artık koltuk eskiden olduğu gibi görkemli ve temiz bir Ģekilde parlamaktaydı. Magicalbronze gülümseyerek yerine oturdu ve Madcap‘e dönerek ciddi bir tonda konuĢtu. ―Öngörülerin kesin mi?‘‘ ―Bu benim öngörüm değil.‘‘ dedi Madcap hâlâ çok uzun süredir oturmamıĢ olduğu koltuğuna alıĢamayarak. ―Mit asla yanılmaz.‘‘ Bronze elini çenesine koyarak bir süre düĢündü, ardından aynı ciddi ses ile konuĢtu yeniden. 152

―Tam olarak ne dedi?‘‘ Madcap kafasını kaldırdı, odadaki herkesin gözlerinin içine baktı ve gür bir sesle kısa bir süre önce duyduğu satırları tekrarladı. “Son gemi de ayrıldığında limandan, kaybolmuştu artık o rıhtım, gecenin karanlığından.‘‘ Bu sözler üzerine odada ölüm sessizliğinin hâkimiyeti baĢlamıĢtı. Herkesin kafaları öne eğildi, derin düĢünceler içindeydi hepsi de. Bu dizelerde geçen ‗Rıhtım‘ Ģüphesiz ki Navale Ģehriydi. Ayrıca bu gece yeniay vardı, yani çevrede hiçbir ıĢık olmayacak, zifiri karanlık olacaktı. Peki o son gemi? Ġçinde Ģehrin sekiz büyüğünün bulunacağı o son gemi de limandan ayrıldığında, geride hiçbir Ģey kalmayacak mıydı? ġehir halkı dağılacak ve insanların arasına karıĢacaktı. Üzerlerindeki kıyafetleri değiĢtirip daha önce yaptıklarından kimseye bahsetmedikleri sürece insanların onları kendilerinden ayrıt etmesini imkânı yoktu. Fakat ya bu efsanevi Ģehir? Ġnsanların eline geçince buraya ne olacaktı? Dünya üzerinde bulunmasını sakıncalı gördükleri tüm o yaratıklar, onlara ne yapacaklardı? Hiç kimse bu düĢünceleri dillendirmemiĢ olsa da, her biri diğerinin aklından geçenleri gayet iyi biliyordu. ġu an sekiz büyük büyücü, aynı Ģeyler üzerine kafa patlatmaktaydı.


Uzun süren sessizliğin sonunda konuĢan kızıl büyücü ‗Kara Helen‘ oldu. Cüppesinin baĢlığını geriye atarak ayağa kalktı ve sanki bir Ģiir okurmuĢçasına kendi çözümünü dillendirdi. ―Ġnsanların Ģeytan iĢi olarak gördükleri birçok hayvanımız var: Ejderhalar, tek boynuzlar, minatorlar, behemothlar… Onları öldüremeyiz, fakat insanlara bırakırsak hepsi öldürülecektir. Bunun için bir önerim var.‘‘ Durakladı, odadaki herkesin kendisini pür dikkat dinlediğinden emin olduğunda kararlı bir Ģekilde devam etti. ―Onları Utersili‘ye geçirelim. Böylece her zaman yaĢamaya devam ederler ve kimse onlara zarar veremez. Ayrıca insanlar isteseler de istemeseler de onları inkâr edemezler. Biliyorum, onları bir çeĢit zihin oyunu haline getirmek adil görünmüyor, fakat bunu yapmazsak hepsinin soyu tükenene dek avlanacaklar.‘‘ Bu fikir önce büyük bir sessizlikle karĢılandı. Odadaki hiç kimsenin düĢüncesini yüzünden okumak mümkün değildi, ne de olsa hepsi büyük büyücülerdi ve göstermek istemedikleri hiçbir duyguyu diğerlerine göstermezlerdi; Ģu durumda bile. Neden sonra bir baĢka kızıl büyücü olan ‗Berre‘ elini kaldırdı. ―Ben bu fikri destekliyorum. Utersili‘yi her insanın kulağına çalınacak bir hale getirirsek tarihin sonuna kadar yaĢamıĢ olacaklar. Aynı Ģekilde biz büyücülerde öyle…‘‘ ―Ve bu bilgilerin adı da mitoloji olacak.‘‘ dedi Madcap aniden söze girerek. ―Evet, mit bu fikirden bahsetmiĢti. Yapabileceğimizin en iyisi bu…‘‘ Bronze kafa salladı. ―KararlaĢtırıldı o halde. Peki, Ģehrin geride bırakılması ile ilgili ne düĢünüyorsunuz?‘‘ ġu ana dek sesi çıkmamıĢ olan bir diğer büyük büyücü, ‗Opus‘ kısa ve net bir biçimde cevap verdi bu soruya: ―Ġnsanlara bırakılamaz.‘‘ Hemen yanındaki diğer iki kiĢi de buna destek verdi. Biri yeĢil büyücü ‗Ringeril‘, öteki ise kızıl büyücü ‗Arlinon‘du. Odadaki herkes bu konuda hem fikir gibi görünüyordu. ―Çözüm o halde?‘‘ diye sordu Bronze gür sesi ile yeniden. ―ġehri yok etmek.‘‘ Tüm bakıĢlar Fırtınakıran‘a çevrildi bu sözle birlikte. Üzerindeki yeĢil cübbenin altındaki derisi kadar siyah olan dudaklarından çıkan sözcükler bir süre etrafta gezindi ve herkesin beynine kazındı sanki. Odada tekrar tekrar duyuldu bu cümle. ―ġehri yok etmek.‘‘ Doğruydu, elle-

153


rindeki tek çözüm buydu, fakat bunu dillendirecek kadar cesur olan tek kiĢi yeĢil büyücü ‗Fırtınakıran‘ olmuĢtu. Madcap yavaĢça kafasını salladı. Bu da öngörülmüĢtü, yapılması gereken belliydi. Ġnsanlar kendilerine Ģeytanın uĢakları olarak bakarken, kendilerinden korkarken, bu denli büyük bir cahillik içindeyken; böylesine büyük bir Ģehri, altın çağındaki Nevale‘yi onlara bırakmaları söz konusu değildi. Magicalbronze bir süre daha sessiz kaldıktan sonra yanı baĢında duran uzun asadan destek alarak ayağa kalktı. Onunla birlikte odadaki tüm büyücüler de öyle. Tek tek hepsinin gözlerinin içine baktı, ardından ciddi, kararlı ve dikkatli dinleyenler için içinde biraz da hüzün bulunabilecek bir ses ile konuĢtu.

154

―Ġnsanlara durumu açıklayacağım. Bugün, Navale‘nin son günü… Sekizinci tepe, Octurris‘le birlikte yerin altına gömülecek. TaĢ Köprü yıkılacak ve geriye hiçbir izi kalmayacak. Büyücülük, bundan sonra anılacağı diliyle mitolojik yaratıklar, kâhinlik ve insanların yanlıĢ olduğunu düĢündüğü diğer sanatlar bir daha uygulanmayacak, en azından onların önünde. Bu tarihten sonra diğerlerinin arasında yaĢayacağız, her kim ki bizden birini açığa çıkartmaya çalıĢır, o kiĢi çevresindekiler tarafından cezalandırılacak. Asalar ile ilgili olarak ise…‘‘ Elindeki asayı sertçe yere vurdu. Asanın üzerindeki küçük kristal etrafındaki tutacak yerlerden kurtularak yere düĢmeye baĢladı, fakat Bronze‘un diğer eli taĢı havada yakalamıĢtı bile. ―TaĢlar Ayrık Nehir‘in ortasına gömülecek ve üzerinde küçük bir kule yükselecek. Kule oradan kaldırılmadığı sürece, taĢların gücü yeniden açığa çıkmayacak.‘‘ ―Surlar yeryüzünden silinecek, sokaklar ve evler de öyle. Buraya gelindiğinde bulacakları tek Ģey küçük bir sahil kasabası olacak. Nehrin suları tarafından boğulmuĢ bir kasaba. Ve tarih, bizi böyle yazacak.‖ *** GüneĢ tüm gökyüzünü turuncuya boyamıĢ, günlük mesaisini karanlığa devrederken, Madcap Ģehrin büyük tepelerinden birinin üzerinde bağdaĢ kurmuĢ, Ģehrin güneĢle birlikte batıĢını izliyordu. Octurris‘in üzerinde yükseldiği tepe yavaĢ yavaĢ alçalmaya baĢlamıĢtı bile, Bronze hiç vakit kaybetmiyordu. ġehrin çevresindeki surlar ağır ağır yerin dibine gömülürken, evler yeĢil bir alevle yanmaktaydı. ġehirde kimse kalmamıĢtı, herkes üzerlerine çeĢitli paçavralar geçirmiĢ ve yanlarına alabilecekleri kadar eĢya almıĢ, kayıklarla veya yayan olarak Ģehri terk etmekteydi. Hayvanlar toplanmıĢtı,


kendilerini sonsuza dek hayallere taĢıyacak, fakat bir yandan da asla unutulmamalarını sağlayacak olan büyülü kitap Utersili‘ye yazılmayı bekliyorlardı. Ejderhalar dünya üzerine son kez püskürmüĢtü alevlerini, kendi evlerini yakarken. Bu manzara kasvetliydi, her türlü barbarlığı ve kötülüğü görmüĢ olan Madcap için bile. Ġç çekti uzun yıllarının geçtiği bu Ģehri son kez izlerken. ―ġehri nelerden kurtardığımızı düĢünüyorum da…‘‘ Madcap‘in arkasından gelen ses Fırtınakıran‘a aitti. ―Onu bizden baĢkasının yıkamayacak olması bir bakıma sevindirici.‘‘ Büyücü güldü. ―Adını aldığın Ģu büyük tufan gibi mi?‘‘ ―Evet. Ya da yakaladığımız troller gibi.‘‘ ―Ne var ki hiçbiri sonucu değiĢtirmeye yetmedi.‘‘ dedi Madcap kasvetli bir sesle. ―Ama bilirsin, Mit‘in tek söylediği bu Ģehrin yıkılacağı değildi.‘‘ ―Öyle mi?‘‘ Fırtınakıran Ģüpheyle yaklaĢtı kara cüppeli büyücünün yanına. Madcap gülümsüyordu: “Son büyücü de çıktığında aydınlığa, başlayacak yeni bir altın çağ.‘‘ *** ―Marmaray projesi esnasında yapılan kazılarda bulunan arkeolojik kalıntılara bugün bir yenisi daha eklendi. Arkeologlar bu son bulgunun diğerlerine nazaran çok daha farklı bir anlam taĢıdığını söylüyorlar, zira bugün sabah saatlerinde bulunan insan iskeleti ve elindeki neredeyse hiç zarar görmemiĢ olan asası bir büyücüyü, ya da Ģamanı temsil ediyor. Eski çağlardaki inanıĢlara yeni bir ıĢık tutacağı düĢünülen bu yeni bulguyu yerinde görmek için dünyanın dört bir yanından uzmanların Ġstanbul‘a gelecekleri bildiriliyor. Yanımda bu keĢfi ilk yapan kiĢiler olan arkeolog Hakan Yazgı ve Yasemin Korkmaz var. Hakan Bey, bu bulgunun tarihi yeniden yazabileceği konusunda-‗‘ 18 ekran televizyonun ekranı karanlığa gömüldüğünde spiker kadının sesi de kesildi. Televizyonu kapatan adam kanepesinden kalktı, eliyle sakalını sıvazladı ve belini kıtlatarak olduğu yerde gerindi. Odanın köĢesinde duran uzun, odun değneğin yanına gitti, sanki incitmekten korkar gibi uzattı elini eski silahına. Bir süre düĢünceler içinde kaldı, ardından kapının çalınmasıy-

155


la yüzüne yepyeni bir gülümseme yayıldı. Asasını sertçe tuttu ortasından, üzerindeki cüppeyi düzeltti ve kapıyı açtı. Kapının ardında 6648 yıllık bir dostluk duruyordu. ―Yeni bir çağ baĢlıyor.‖ dedi en önde duran Bronze. ―Geliyor musun?‖ - SON -

156


157


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.