Kim Fanzin #1

Page 1

ekim 2015 say覺 1 1 Lira


gelişimiz götü mumlu mektupla olmadı bu dünyaya gidişimiz bando davul olmıyacak elbet

* şiir: hasan hüseyin korkmazgil / duraktaki ışık fotoğraf: @anneminaloaverası


içerik ne var ne yok

ücret

1 Lira editör Merkeze Çekilmis- Peygamber kapak Partanım Azaldı dizgi Annemin Aloavesası iletisim kimfanzin.blogspot.com.tr facebook.com/kimfanzin twitter.com/kimfanzin instagram.com/kimfanzin issuu.com/kimfanzin kimfanzin@gmail.com

Ya da; play.spotify.com/user/kimfanzin

mersin sokak kitap kafe / pozcu mersin kitabevi / pozcu ankara naif kitabevi / kızılay istanbul - eskisehir - nigde yakında... ama her yerde karsınıza çıkabilir... -

-

Kim Fanzin okurken ne dinlenir? Barkodu okutarak, listemizi dinleyebilirsiniz.

nerede satılır

BUSIDO -

ekim 2015 sayı 1

2 / oldu... olmadı... 3 / bilincin altında ne ola ki? 4 / bakıs5 / mahlas ve fanzin’den bir tık fazlası 6 / fatmagül’ün suçundan sonra... 7 / yüzmede yüzümüz gülmüyor 8 / düsler - paletin uykusuz olarak portresi 9 / bir kagıt 10 / konusuz 11 / hasan 12 / adam

Buşido

@Busido17

sehit -

Kim Fanzin, gelir amacı gütmez. Yazıların sorumluluğu, rumuzu belirtilen yazarlara aittir. Kaynak gösterilerek yada izin alınarak alıntı yapılabilir.


oldu... olmadı... Efendim, hikâye çok eskiye dayanır. Sene 1961. 27 Mayıs ihtilâli 10 yıllık bir devrin üzerinden tankla geçmiş, sâbık başvekil Adnan Bey idam edilmiş, Demokrat Parti kapatılmış. Yerine kurulan Adâlet Partisi seçimlerde 450 kişilik meclisin 158 sandalyeli üyesi olmaya hak kazanmış. Ama Halk Partisi birinci; 173 mebusu var. 173 mebusu var ama 226'yı bulamamış, hükûmet kuramıyor. Mecburen görüşmeler başladı. Osman Bölükbaşı'nın fırkasıydı Ekrem Alican'ın fırkasıydı derken sonunda CHP ile AP anlaştılar. Cumhuriyet'in ilk koalisyonu böylece kuruldu. İsmet Paşa 25 yıl aradan sonra yeniden başbakan oldu. Tabiî o sıralar rahmetli Fikret Kızılok daha 15 yaşında olduğu için «İsmet Hep Başbakan» diye şarkı yapamadı. O Halk Partisi ki, Demokrat Parti'ye ilk günden beri hayatı dar etmiş, 1946'da seçimlere hile karıştırmış, 1950'ye kadar adamlar partiyi kurduğuna kuracağına pişman olmuşlar. O Demokrat Parti ki, iktidara geldiği günden beri Halk Partisi'ne adına yakışır şekilde çok demokrat davranmış, meselâ mallarına el koymuş, partiye yakın gazeteleri kapatmış, gazetecileri hapse atmış, İnönü'nün yurt içindeki ziyaretlerini valiler aracılığıyla engellemeye kalkmış, nihâyetinde Halk Partisi'ni kapatmaya çalışmış. Fakat DP'nin devamı olan AP ile CHP geçmişin tüm buhranlı akislerini unutup, memleketi sarmakta olan kardeş kavgası son bulsun diye bir araya gelmişler. Âh muhterem okurlarım âh!.. Eskiden siyaset erbapları zor zamanda bir araya gelmesini bilirlerdi. Şimdi hep birlikte gördük. 7 Haziran'daki seçimlerden sonra

/ 2/

Dinozor Orhan

dört parti bir türlü anlaşıp da koalisyon kuramadı. Hâlbuki Ahmet Bey eski hâriciye nâzırımızdır, diplomatik münâsebetleri iyi bilir. Dışişleri bakanı iken «sıfır sorun» politikası ile Türkiye'nin Suriye, Mısır, Irak, İsrail gibi komşularıyla arasını nasıl düzeltip Orta Doğu'da barışı ve huzuru sağladıysa şimdi de AKP ile diğer partilerin arasında bir mutabakat tesis edemedi, şaşıyorum doğrusu. Özellikle 40 yıldır aramızın bozuk olduğu Mısır ile ilişkilerimizi fevkalâde bir âhenge oturtmuş bir siyasetçinin diğer üç partiyi de ikna edip dört partili bir hükûmet kurmasını beklerdim. Ne diyelim, şanssızlık...

7 Haziran'dan sonra meclise giren dört parti de Türkiye'nin çıkarlarını son derece başarılı bir şekilde savunan, istiklâlimizi her şeyin üzerinde tutan, amelenin alın terini ve can güvenliğini koruyan, teröre karşı mesafeli, paranın ve makamın değil Türk milletinin yanında olan partilerdi. Şöyle dört başı mâmur bir koalisyon hükûmeti 550'de 550 güvenoyu ile ne güzel yönetirdi memleketi. Ama bu kez olmadı. Erken seçime gidiyoruz. Tayyip Bey, AKP tek başına iktidar olup başkanlık yolunu açana kadar da erken seçime gidecek gibi. Ne demiş Temel, ünlü fıkrada: «Olsa da kodum, olmasa da kodum!» Tayyip Bey «koyma» sevdâsında muvaffak oluncaya kadar hepinize iyi seçimler dilerim.

@DinozorOrhan

#KimFanzin


bilincin altında ne ola ki? “Siz hiç rüyanızda ejderha gördünüz mü?” ile mi başlasam yazıya? Ya da başlığı öyle mi atsaydım? Ama her ikisini de yapsaydım, rüyamda ejderha gördüğümü anlayacaktınız. Hehe. Nasıl da anladınız rüyamda ejderha gördüğümü! Aferin bana. Neyse konuya mı girsek? Girelim. Bir Pazar günü. Mersin gene gavurun kulak memesi gibi yanıyor. Evde kimse yok. Fakiriz. Klimamız da yok. Vantilatör bana kaldı. Uçuyorum mutluluktan. Hani şu fakir kliması. Neyse yattım aşağı amele gibi. Ya da annemin tabiriyle öküz gibi. Ama nasıl uykuluyum... Uyku falan uyku lan derken; bilinçaltı da falan lan. Bilimsel girelim: Freud'un dediğine göre; kişinin bilinçaltında düşüncelerinin, özlemlerinin ya da isteklerinin bir lm şeridi gibi göz önünden geçtiği varsayılırmış rüyalarda. Ya iyi de ben niye yılandan evrim geçiren ejderhanın beni havada uçarak kovalamasını özleyeyim ya da isteyeyim ya da düşüneyim? Hasta mıyım ben? Hasta mıyım yoksa? Hastayım galiba. Sinüzitim olduğu doğrudur. Çok ağrıtıyor bu meret. Doktor buna bir çare. Bi de midem yanıyor. Yar bana bir rennie. O değil de o yılandan bozma ejderha, ayfonun ekranından süzülerek hava boşluğuna bırakıyordu kendini, hem de ayfon yedi pılasoğlupılastı. Ne saçmaymış bilincimin altı! Ama ayfon istediğim doğrudur. Alamayacağım da doğrudur. Çünkü vantilatörümüz var. Klimamız olaydı alırdım. Aah. Yine mi zehir gibiyim? Kıps canım. Yoksa yılandan bozma ejderhanın zehiri mi bu? Yoksa cenabet miydim uyurken? Yoksa karabasan mıydı lan o? Neyse uyandım. Başımda babam vardı. Dedi ki “N'oldu?” Dedim ki “Bi'şey olmadı baba.” Sonra salakça ve bir o kadar da cahilce rüya tabirine baktım. Ejderha; sert mizaçlı, cüssesiyle kendisinden korkulan, görmekten çekinilen biri olarak betimlenmişti. Rüya gören kişinin babası olabilirmiş o ejderha. Dur bi dakka. Benim babam mı ejderha? Yaaa bisssiktirgit. Nokta.

#KimFanzin

Annemin Aloaverası

@a_aloaverasi

/ 3/


bakıs-

Nedir aradığı ruhlarımızın, yolculuklara çıkıp Çürüyen teknelerde Bir limandan öbürüne? Yorgo Seferis / Nedir Aradığı Ruhlarımızın?

/ 4/

Partanım Azaldı

@partanimazaldin

#KimFanzin


mahlas ve fanzin’den bir tık fazlası Fanzin.. Mahlas.. Yıllar öncesindeki rap günleri geldi aklıma. Ruhuna bir mahlas geçirip, o mahlasın içini doldurmak, ya da o mahlasa dönüşmek. O yüzden önemlidir mahlas. Bilenler bilir. Ve bence bazen sırf bu yüzden sıkça değiştirilebilir. Kişinin kendisine yakışmayanı, dar geleni, bol geleni, kilolu göstereni, aşırı zayıf göstereni üstünden çıkarmak istemesi gibi. Ha sen "rap günleri" ne mi takıldın? O zaman yazıyı burada sonlandırıp, farkındalıklarla dolu hayatına dönebilirsin. Türkiye'de siyasi ortamda sadece ideolojik davranabilmek. İdeolojik kalabilmek, sistemin suratına tükürerek her fırsatta, hele debu batak her gün yeni kişileri çekerken kendine benzetirken kendine kendine çekemediğine çekememezlik beslerken'e, yazar kimliğini seni boğan bir takım elbise gibi yalnız kaldığın ilk anda çıkarmak, sonra akışına bırakmak cümleleri, aklına ne gelirse aklına nasıl eserse. Ben darbeli matkap. Espriyi bilen bilir, anımsayıp gülebilir. Fakat espriden fazlası yüklüdür mahlasa, mahlası taşıyan kelamlara. içinden geçme niyetindedir yazan, yazar kalıplarına aldırmadan. Yalanın, talanın ihanetin, kısacası kötü, yapay ve samimi olmayan her şeyin karşısında olmak zordur. Fakat görevdir. Yeri gelip seve seve yeri gelip söve söve gidilmesi gerekir. Şimdilik bu kadar bilinmesinde fayda var. Matkabın ucu dürttüğünde, anlarsın zaten ki sıra sende. Dürtmediyse hala, deşmediyse içini, hala kalmış demektir içinde iyiye ve güzele dair bir şeyler. Ya da umutlanma, sadece sıranı bekle.

#KimFanzin

Darbeli Matkap

@d_matkapp

/ 5/


fatmagül’ün suçundan sonra... Gerçek bir dramdır bu… Kim olsa katlanılmaz, acısı içine işler . 1985 doğumlu, İmam Hatip Lisesi'nden mezun. Örtük (başı) ve narin mizacı ile baraj puanının 120 olduğu dönemde Türkiye 'deki üniversitelere girmeye yetmeyecek 134.5 üniversite sınavı puanı ile (Amerika) Birleşik Devletleri 'nin İndiana Üniversitesi'nde okudu (Babasının hayırsever dost ve tanıdıklarından birinin verdiği burs ile okudu, diyorlar. Diyenlerin yalancısıyım.). Yetmedi: İngiltere 'de yüksek lisans yaptı. Birleşik Devletler 'de okurken hakkında onca iftira, yalan haber çıktı. (Birleşik Krallık'ta yaşadığı zaman üzerinde buğulu bir perde, sahne “u”.) Oysa tek suç u 120 olan baraj puanı nı 14.5 puan ile geç (ebil) mesi değildi. Hayır hayır, derslerine çalışmayıp itlik köpeklik yapma sı değildi mesele. Suçu Lisensefali (kıvrımsız, düz) beyine sahip olması da değildi bence, ki zaten en fazla 10 yaşı na kadar yaşardı, öyle olsa. Evet doğru, onun tek suçu örtük olmaktı. Örtük… (Herkes gibi benim de tam bu noktada Saf Oğlan, Safım oğlan değişmeyeni nedeniyle kafam karışıyor. Ama olsun, o bu yazının dışında) “Benim başı örtülü bacım… Çekmediği kalmadı” , derken tam… Suikaste kurban gidecekti. “Babasının günahı çocuğuna” misali, babasının fahri danışmanlığını yapan, mali müşavirliği ni yapan, kardeşine sıfırın matematikteki yerini öğreten narin mizaçlı örtüğümüz sadece çalışkan olmasının bedelini canıyla ödeyecekti. (Tam burada bizim mahallede 'Bakın bu gerçek bir dramdır.' bağrışması. Sakin olun beyler, ellere dikkat.) Hayııııııırrr… (Feryat) Sahne kararır, ışık O 'nun üzerindedir. (Replik) “Önemli olan boy değil soydur” diyerek bu kirli oyunu bozmuştur Orta Vadinin Uzun Adamı. (Hiç kısalmaz.) Elrond ile Arwen 'den sonraki en görkemli ilişki… (Oğuldan yana Elrond kadar şanslı olamaması hepimizin ortak acısı sayılır. Neredeyse tarihi yara. Bu yarayı daha fazla kaşımayalım.) Yok yok, asıl mevzu sonradan anlaşıldı. Birilerinin küçük ve narin örtüğümüz için planları bitmemişti ve daha sarsıcı bir darbe için mevzilendiler. “Kalbinden meydana çıkan aziz bir kararla” genç ve ezgin, gözü yaşlı, boynu bükük İslamcı terörist , ( telekinezi ile beynine girilmek suretiyle) küçük örtüğümüze karşı kutsal bir aşk a düşmüştü. Küçük ve narin örtük , 14.5 puanlık farktan beridir, belki ilk kez şaşkın.. Ufacık kalbi, usul usul çırpınıyor göğüs kafesinde. (Göğüs ve meme arasındaki farka rağmen hem de) Ürkek: Konuşmakta zorlanıyor, yer yer bu izdivaç teklinin verdiği heyecanla terliyordu. Sonra, çok zorlanarak, bir nebze kendine gelmeye çalıştı ve derin bir nefes alarak bu dram (Aslından nasıl bir dramın başrolünde olduğunun bile farkında değildir. O, saığı ve duruluğu ile tanınır.) karşısında, her şeyden habersiz tek şu yorumu yapar: “ Kim?”

/ 6/

Günaydın Bahçeli

@GunaydinBahceli

#KimFanzin


yüzmede yüzümüz gülmüyor Bilindiği üzere; ülkemiz jeo-politik olarak çok önemli bir konumda. Bunun nedenlerinden birisi; yarımada görünümündeki bu yurdun etrafının denizlerle çevrili olması... Kuzeyden Karadeniz güneyden Akdeniz'le buluşur, Marmara ve Ege bu örtleşmeye adeta çöpçatanlık eder. Böyle güzel bir konuma sahip ülkenin deniz politikasının da güçlü olması beklenir. Ama… Ne doğru düzgün bir balıkçılık politikası, ne tambağımsız deniz ticaret anlaşmaları, ne su sporlarında olimpiyat şampiyonları var. Belki de Türk tarihinin en iyi donanmasını ise sahte belgelerle, aşağılık suçlamalarla tasye edip (hâli hazırda bulunan) donanmayı da çökerttiler. Neyse, bunların hepsine değinmek için birden fazla yazı yazmak gerek. Şimdilik su sporları konusunu ele alalım. Su konusunda oldukça zengin bir ülkenin tarihinde yüzmede kaç olimpiyat şampiyonu vardır dersiniz? Bir bakalım. Her branşta olduğu gibi Amerika, Rusya gibi fırsatçı devletlerin su sporlarında da başarılı olduklarını görüyoruz. Onlar için yayılmanın, adını duyurmanın, güç gösterisi yapmanın branşı yok. Çünkü yetiştirilen sporcuların olimpiyatlardaki başarısı hem altın madalyayla ödüllendiriliyor hem de ulusal marş eşliğinde adlarına yarıştıkları ülkenin bayrakları en yükseğe çekiliyor. Bu fırsat kaçar mı? Tabi ki kaçmaz. Peki Türkiye nasıl bakıyor bu konuya? Her alanda olduğu gibi “idare-i maslahatçı”. Ne olimpiyatlar için özel yatırımlar yapılıyor, ne ülke coğrafyasının vermiş olduğu avantajlar kullanılıyor, ne de su sporlarına özendirilecek, bu konuda yetiştirilecek sporcular aranıyor… Dünya ve Avrupa yüzme şampiyonalarında ise sadece bir sporcumuz yüzümüzü güldürebilmiştir. O da Derya Büyükuncu'dur. Ve nihayet yıllar sonra iyi bir haber geldi, ama o iyi haberin sebebi yine biz değiliz. Nasıl mı? Biraz sonra bahsedeceğim bundan. İyi haberi verelim: 5. Dünya Gençler Yüzme Şampiyonası'nda yarışan millî sporcu Viktoria Zeynep Güneş, kadınlar 50 metre kurbağalamada altın madalya aldı. Yarı nalde 30.55 saniyeyle 17-18 yaş ve artı 19 yaş kategorilerinde Türkiye rekoruna imza atan Viktoria Zeynep Güneş, 30.78'lik derecesiyle altın madalyanın sahibi oldu. Bu şampiyonada ilk madalyamız gelmiş oldu. Peki o zaman, sporcumuzu biraz tanıyalım. Sporcumuzun adından da anlaşılacağı gibi kendisi Türk asıllı değil. 2014 yılının başlarında başlayan iç savaştan ve Rusya'nın Ukrayna'yı mart ayında işgalinden sonra 19 Mart 2014 tarihinde kaçarak İstanbul'a gelen Viktoria Solnceva, ailesi ile birlikte Türk vatandaşı oldu. Adını da Viktoria Zeynep Güneş olarak değiştirdi. 2013 yılında henüz 15 yaşındaki yüzücü Viktoria Solnceva, Dubai'de yapılan Gençler Dünya Şampiyonası'nda 200 metre kurbağalamada altın, 50 metrede gümüş, 100 metrede bronz almış, Polonya/Poznan'da yapılan Avrupa Şampiyonası'nda ise 50 ve 200 metrelerde şampiyon, 100 metrede ikinci olarak kürsüden hiç inmemişti. Viktoria, zaten Türkiye'ye gelmeden önce bir çok şampiyonluk ve madalya kazanmış bir sporcu. Ona ülke olarak bir şey kattığımız söylenemez. Yani Derya Büyükuncu'dan sonra ilk madalyamız devşirme bir sporcudan gelmiş bulunuyor. Olimpiyatlar; uluslar için çok önemli bir konumdadır. Türkiye'de derhal su sporlarına gereken ilgi gösterilmelidir. Alınacak bir madalya hem ülke saygınlığını arttıracak hem de meydanı emperyalistlere bırakmayacaktır. Yazıma, Mustafa Kemal Atatürk'ün spora ulus olarak nasıl bakmamız gerektiğini gösteren, çok güzel bir sözüyle son vermek istiyorum: “Açık ve kat'i söyleyeyim ki, sporda muvaffak olmak için her türlü muavenetten ziyade, bütün milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmış olmak ve ona kalben muhabbet ve onu vatanî vazife telakki eylemek lazımdır."

#KimFanzin

Kırmızi Şortli Kıroyf

@ksortlikiroyf

/ 7/


düsler Günlerdir yazamıyorum. Ruhumda bir göç başlamış gibi. İçimde bana hayat veren varlıkları dalgınlıkla incitip kırmışım sanki. Ve onlar benden umudu kesmiş yeni bir vadiye yol alırken, bıraktıkları yerler anında çöle dönüşüyor. Benim bile derinliğini tahmin edemediğim bir boşluk var içimde. Yüzler, düşler, öyküler bu dipsiz boşlukta hiçbir yankı, hiçbir ışık yaratmadan kaybolup gidiyorlar. Her şey içimde kalıyor artık. O dipsiz boşluğa hapsolan hiçbir şey, bana geri gelmiyor. Bekliyorum. İçimdeki derin boşluğun nöbetini bekliyorum günboyu. Bu bekleyiş ölümden bile daha korkutucu. Evet, ölümden korkuyorum. Korkularımdan kaçmıyorum. Aksine korka korka korkmamayı öğreniyorum. Öğreniyorum dedim ama öğreniyor muyum yoksa betonlaşıyor muyum ondan emin değilim. Bazen kendi hayatımda neler olduğunu ben bile anlayamazken, başkalarından anlayış bekliyorum. Kaybettiğim yüzleri, düşleri, öyküleri bana geri versinler istiyorum. Ve ben o derin boşluğu yok edeyim istiyorum. Sonuç mu? Sonuç, ben hep başarısızım. ''İnsana özgü bir yeteneksizliktir yaşayamamak, yoksa hangi balık boğmuş kendini, hangi serçe atlamış damdan?'' Dostoyevski'nin dediği gibi, yaşayamamak; kendi dipsiz kuyularımızı kendimiz yaratıp sonra da kendi yarattığımız şeye hapsolmak tamamıyla bizim yeteneksizliğimiz değil de ne? Mutluluk hep yakınımızda dolaşırken, onu yanımıza bizler çağırmadık. Belki de çağır(a)madık. Ama şu an, benden mutlu olmamı beklemeyin. Ya da ne bileyim, mutluluğu masama davet falan etmemi de beklemeyin. İkinci Yenicilere olan ilgimin arttığı bu gecede, elime Edip Cansever ''Yerçekimli Karanl'' kitabını almışken salona girip Edip Cansever'i sabote edercesine lamba etrafında dönen kelebek diyorum. Kapıyı çalmadan sınıfa giren o nöbetçi öğrenci kadar patavatsız gözümde şu an. Bir kelebek ne kadar patavatsızlaşabilirse o kadar patavatsızlaşarak masanın etrafına doğru geliyor, bilgisayar ekranıma pat-küt sesler çıkararak çarpıyor, sonra gözüne tekrar lambayı kestiriyor ve kitabımın kapağından sekerek lambaya doğru uçuyor. Kelebeğe olan sinirim geçmiyor. Ve Zeynep abla beni hayata bağlamak için uğraşırken konu ''do minörden gir'' gibi saçma bir yere geliyor. Hayatımda hiçbir şeye do minörden girmedim. Girilip girilmediğini de bilmiyorum zaten. Mesela ''ince do'' diye bir nota olduğunu da çok sonra öğrenmiştim. Yeri gelmişken, ''İnce do''nun onu tanıdığım günden beri bana hiç samimi gelmediğini itiraf etmek istiyorum. Oh be, rahatladım.

/ 8/

Haykırmadan Anlatamam

@haykirmadan

Fotoğraf: Eliott Erwitt

#KimFanzin


bir kagıt paletin uykusuz olarak portresi

İç geçirerek, kendinden geçerek kendini bana bırak Gündoğumunda doğanlar gibi Yüzlerce fırça dostum. Gel beni buradan al Yeni bir yere götür. Gel beni al. "Kendini bana bırak" deyip durma da Sırtıma dövme de yapma. Ben ne bir öğünüm Ne de övünülesi bir şey, Dövünüp durma Bu kadar da zorsa O zaman sen kendini bana bırak Kuşkunu tabağıma koymam Korkma Öyle desenler çizmişsin ki tarif edemiyorum. İtiraf ediyorum çok çizdim. Sabahlara kadar Sızana kadar çizdiğimi hatırlıyorum. Çizgiye böylesine sadık olmak epey suskunluk gerektiriyor. Uzun süre sustuğumu hatırlıyorum. Yanıp sönen ışıkları kollayarak Yeşil bir düşün içinde Alaca bir kuşak Yeni kuşak bunları aklamayacak Yeni kuşak sandığınızdan

#KimFanzin

Partanım Azaldı

Çok farklı Sandığınızdan çıkartsanız da Dövme desenleri falan, Annemin ısrarları dövme yaptırmam konusunda... Israrlarım Duvara toslayarak ilerlemek Sert sert darbeler Eşliğinde Müziğe boğulursam Yolculuk iyi gider. Atlamalı Ama Güzel bir kadının balkonundan Güzel bir adanın denizine Korkma Sen Boyaya boğ beni. Ancak ondan anlarım. Ben.

@partanimazaldin

/ 9/


konusuz Karı güvercinlerin kur yapma hallerinin dorukta olduğu hassas bi dönemden geçerken araba çarptı bana, ama sen yanımda yoktun, hatta zaman olarak da çok uzaktık birbirimize, çünkü bu aralar Ankara'da dinazor devri yaşanıyor, her neyse konudan sapmayalım. Arabayla çarptığı insanlar öldüğü zaman, bir şekilde işin içinden sıyrılan bazı çocukların olduğu bir memleket burası biliyorsun, şoför de paralelliğine güvendiği birilerinden aldığı cesaretle olsa gerek, beni olay yerinde bırakıp plakayı da gazeteyle kapatıp kaçtı, ama kaçarken kullandığı gazetenin manşetinde, yanlış birtakım algılar bulunduğu gerekçesiyle çevirmede yakalandı. Hayret doğrusu, genelde teröristler ve pararlelciler rahatlıkla kaçıp saklanabilirler, istihbarat kör, sağır, dilsizdir bu durumlarda ama neyse olayın bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Ben orada yatarken, belki de yaşama ihtimalim vardı ama sen gelip kaldırmadin beni yerden, zaten en çok, ihtiyacım olduğu zamanlarda gelmezdin ve yine yoktun. Elimden tutup beni kaldırmazken, üzerimden alt yapı sorunlarıyla birleşmiş sel felaketinin sonucu olarak sürüklenmekte olan bir grup Suriyeli geçti. Zaten bu ülke parsel parsel satılırken genellikle alt yapı sorunlarıyla ilgilenilmez ve bu şehrin olur olmadık her yerinde bir grup Suriyeliyle karşılaşabilirsin, ama bu konumuz dışında. Sonra ben ister istemez öldüm, ister istemez diyorum çünkü ölmek isteyip istemediğimden emin değilim, ama evet ben öldüm ve sen yine yoktun. O sırada yoldan geçen bir dinazor kafama pisleyince, kimse beni kaldırmaya gelmek istemedi. Çünkü bu aralar Ankara'da çok yaygın bir salgın var; “dinazor gribi”. Tabi senin bundan haberin yok, çünkü ülkemizde bazen medya sansürlenir ve bazı şeyler halktan saklanır, bazı şeyler de halkın gözüne gözüne sokulurken. Bunu boşverelim, önemli bir mesele değil. O gün cesedim saatlerce orada kaldı, yine senin gelmediğin bir anda yanıma yaklaşamayan bir teyze uzaktan bi Fatiha okumaya niyetlendi, ama bir an laik teyze olduğunu anımsayıp, varlığından zaman zaman şüphe ettiği Tanrı'ya doğru açtığı, simli, pembe ojeli ellerini geri indirdi, üzülerek yoluna devam etti, sen hala yoktun. Zaten az önce yol kenarından geçen duyarlı vatandaşın çağırdığı ambulans da gelmemişti henüz, sen gelmemişsin çok mu? Gerçi buralarda ambulanslar olay yerine meraklı kalabalığın daha meraklı tanıdıklarından bile geç gelir, ayrıca duyarlı vatandaşların da nesli tükeniyor. Neyse bu alakasız bir durum, geçelim. Bir yandan ölüp, bir yandan da gelmeyişini düşünürken öğrendim ki aslında gelemiyormuşsun. Çünkü biri fışkiyeyi kırmış ve kimin kırdığını merak eden bir adam, şehrin giriş-çıkışlarının kapatılması emrini vermiş, kimin kırdığını bulana kadar. Gelemeyeceğini anlayan ruhum, bütün umutlarını bi kenara fırlatıp bedenimden ayrılmaya karar verdi. “Ulan Tanrı gerçekten varsa araya gittik” düşüncesiyle, Ankara üssü bir ucuş yapmakta olan ruhum, Ankara il sınırı tabelası altında ağlayan seni gördü, o an tabelaya bi tekme atarak kafana düşürüp, seni de giderken yanımda götürmek geçti aklımdan hızla. Sonra da kendi kendime “Daha görecek günü var.” dedim, ölürken yaşlı teyzeler gibi konuşmaya başladığımı farkettim o an, genç yaşta ölünce bu süreçleri hızlıca yaşıyordum sanırım, uçarken… Genç yaşta ölmeye alışkınım halbuki, bizleri hep genç yaşta öldürdüler yaşamak için uğraşırken. Bak yine konudan saptık, sahi konu neydi ki? Gelmeyişin mi?

/ 10 /

Yoldaş Kurbağa

@yoldaskurbaga

Fotoğraf: Robert Capa

#KimFanzin


hasan -"Sosyalist bir it kadar pireliyim. Faşist bir köylü kadar diktatör. Kelimelerim, yüzyıllar kadar uzak birbirine. Cümlelerim, çağının tanrılığında. Yaratmak, zihnimin ucunda beliren küçük kıpırtılar sadece. Milyonlarca asker, milyarlarca insan ve yüzlerce bitki... Koskoca bir evren, ufacık düşüncelerim aslında. Ben, Hasan! Bu, on metrekarenin yüce imparatoru." Kapı usulca aralandı.

Babasının yanına oturdu. Ayaklarıyla paketi sehpadan alıp eline bıraktı. Ayaklarını tekrar sehpaya uzattı. Paketin içinden bir tek alıp ağzına götürdü. Kibritin çıkardığı sesin saliselik orgazmı eşliğinde sigarasını yaktı. Nasıl da rahatlamıştı. Dünya, o an orada dursun ve onu beklesindi. Ufka bakmak istedi.

Bir elli boylarında, sarışın, zayıf ve yüzü yara bere içinde bir çocuk, yorgun ve tükenmiş adımlarıyla salona ilerledi. Her gün takılmaktan usandığı salonun girişindeki kilime bir kez daha takıldı. Düştü. Sağlam bir sövdü.Ağzına hiç de oturmadı. Girerken farketmemişti, düştüğünde gördü. Kendisi ile beraber babası da yerdeydi. Salonda oyuncaklarının arasında uyuyakalmıştı. Kırılgan bir hareketle babasını kucakladı ve kanepenin üzerine yatırdı. Salonla birleşik olan mutfağa doğru ilerledi. Çay demlemek istedi. Bir kaç gün önce kurutmak için güneşe koyduğu çay tortularını almak için pencereyi açtı. Fakat, çaylar dünkü fırtınadan olsa gerek koyduğu yerde yoktu. Üzüldü. Buruk bir halsizlikle, duvaktan farksız pantolonunun cebini yokladı. On lirası vardı. Bu para babasıyla ona iki gün yetecekti. Haftasonları iş olmazdı çünkü. Çay içemedi. Oysa canı nasıl da çay istemişti. Sabahtan beride ağzına da lokma koymamıştı. Akşam, çay açlığını bastırır diye düşünmüştü. Gergince salona adımlandı.

#KimFanzin

Yorgun düşmüş ceketinden, bir paket çıkartıp yavaşça sehpaya fırlattı.

Evin konumu değil ufku, yan apartmanın bahçesindeki ağcı bile göremeyecek durumdaydı. Mecburen babasına baktı. Sigarasından derin bir nefes çekip gülümsedi. Hüzünlü bir gülümsemeydi bu. Babasının başını okşadı. Ona bakıp iç geçirdi. Hüzünle tükendirdiği sigarasını tablaya bastı. Babasını dürttü. Uyandırdı. Hiç konuşmadı. Kanepenin yanındaki buzdolabını açıp dünden kalma makarnayı çıkarttı. Isıtmadan babasının önüne koydu. O, yemek yemeden odasına geçti. Akşamları yemek yemezdi. Öğlenleri de. Yese, babası aç kalırdı. Babası, aç kalırsa çocuk olmanın ne anlamı kalırdı. Babasının gelip gelmediğini kontrol etmek için kapıyı haf aralık bıraktı. Eskimiş yer yatağını kapının yanındaki duvarın önüne doğru çekti. Beli nasıl da ağrıyordu. Eğilirken fark etti.

ve duvara kafa attı. Aralık vermeden kafasını duvara vurmaya devam etti. Vurdu. Vurdu. Vurdu. Defalarca vurdu. Duvarda oluşan kırmızı kan pıhtıları onu büyüledi. Duvara tapıyordu sanki. O duvar bir tanrıydı. Onun, peygamberi olabilmek için neler vermezdi. Gerçi, neyi vardı ki? Acından başka! Kısa süreli bir ayinden sonra kendine geldi. Yüzü, kan içinde kalmıştı ama rahattı. İnanılmaz bir tokluk hissetti. Duvardan "yedikleri" fazla gelmiş olacak ki kustu. Elini yüzünü yıkadı. Salona geri döndü. Babası, uyanmış, oyuncaklar içinde oyununa devam ediyordu. "Bu on metrekarenin yerinin ve göğünün imparatoruyum ben. Ben Hasan. Kılıcım, kapitalizmin korkulu rüyası. Askerlerim, sosyal eşitliğin güvencesi." Babasına gülümsedi. Babasının her gün bağırıp çağırdığı kelimeleri günlerce araştırmıştı. Pek bir şey anlamamış fakat şunu iyi bellemişti; burası farklı bir ülkeydi. Fakir, yaşasın sosyalizm dese de yaşasın kapitalizm dese de ekmek yoktu. Fakir yine fakirdi. Bunlar zengin ve rahat adam oyuncağıydı. Sigarasını yaktı ve ufku aradı. Sahi, babası da ne kadar saftı. Hasan diye imparator mu olurdu hiç?

Dizlerinin üzerine oturdu. Kafasını yer yatağının duvar tarafına döndü

Merkeze Çekilen Peygamber Fotoğraf: Steve McCurry

-devam edebilir, gerçi etmeye de bilir.

@hzfanzin

/ 11 /


adam Bugün günlerden ne? -kalkar, takvim ararBulamadı Canı çay istedi Normalde nefret ederdi "İsmet ketıla bas!" dedi Evde kimsenin olmadığını fark etti Çayı demledi, şeker yerine yalnızlığını ekledi Canı kahvaltı yapmak istedi Normalde nefret ederdi Sofrayı serdi Üstüne biraz huysuzluk koydu Kahvaltı bitince mutfağın balkonuna çıktı Sofradaki umutsuzluğu silkeledi Bugün günlerden ne? Vestiyerden merakını aldı, giydi Kapıyı çekti, merdivenlerden indi Apartman kapısını açtı, yeşil hüzne bastı Durdu Cebinden kederini çıkardı, yaktı Derin bir nefes çekti içine, dumanını bıraktı -Dumanını bıraktıÖzlemini bıraktı Kederini bitirip, yere attı Nefretini tükürdü Durdu, bekledi yedi saniye Gülümsedi, mutluluğu omzuna taktı -Mutluluğu omzuna taktıYürüdü, yürüdü, yürüdü Güneşin gözleri yaktığı yerle, Binalar arasında bir yerde kayboldu Ayaklarına ölümü giymişti.

/ 12 /

Aczî

@AcziCedidci Fotoğraf: Paul Fusco

#KimFanzin


Tasar覺m J.C. LEYENDECKER / GOLF OR TENNIS


Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman ve her yerde mahkûm olsalardı, masum insanlar tümüyle ve hep masum sanacaklardı kendilerini, aziz bayım. Albert Camus, Düşüş


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.