KOMPOZİSYON BİLGİSİ Kompozisyon, dilimize Batı dillerinden girmiş; ayrı ayrı parçaları bir araya getirerek bir bütün oluşturma biçimi ve işi anlamına gelen bir sözcüktür. Edebiyat terimi olarak kompozisyon ise; duygu, düşünce, görüş ve hayallerin, düzenli biçimde açık, canlı ve çarpıcı bir anlatımla sözlü veya yazılı olarak ortaya konulmasıdır. Bu tanımda da görüldüğü gibi kompozisyonun üç temel öğesi vardır: 1) Duygu, düşünce görüş ve hayal 2) Belirli bir düzen 3) Açık, canlı ve çarpıcı bir anlatım Bunların içinde “düzen” ayrı bir yer tutar. Bundan dolayı kompozisyona kısaca “düzenli yazma ve konuşma sanatı” da diyebiliriz. a. Sözlü Kompozisyon Sözlü kompozisyon, bir konudaki bilgi, gözlem, duygu ve düşüncelerimizi başkalarına planlı olarak sözle anlatmaktır. Sözlü kompozisyon, yazılı kompozisyona göre daha geniş bir uygulama alanına sahiptir. Yaptığımız tüm konuşmalarda sözlü kompozisyon uygulanabilir. Ancak sözlü kompozisyon, gelişigüzel konuşma değildir. Başarılı bir sözlü kompozisyon, her şeyden önce dinleyicilerin seviyelerine, ilgi ve beğenilerine uygun düşmelidir. Konu iyi bilinmeli, dil açık ve anlaşılır olmalıdır. Dinleyicilere önem verilmeli, saygılı olunmalıdır.
Anlatılmak istenen kısa ve özlü anlatılmalıdır. Boş ve anlamsız sözlerle dinleyicileri sıkmamalıdır. Sözlü kompozisyon; sözün nerede, ne zaman, ne kadar ve nasıl söyleneceğini bilmektir. Her insanın mükemmel bir hatip olması beklenemez. Fakat herkes, biraz çalışma ve dikkat ile daha güzel konuşabilir, kendini ilgiyle dinletebilir. b. Yazılı Kompozisyon Yazılı kompozisyon, bir konuyu planlı olarak yazmaktır. Yazılı kompozisyon, sözlü kompozisyona göre daha kalıcıdır. Bilginin ve kültürün gelecek nesillere aktarılması bakımından daha etkilidir. Bin yıl önce yazılmış eserler günümüze ulaşabilirken yıllar önce yazıya aktarılmamış edebi ürünler unutulup yok olabilir. Bir konuda kompozisyon yazmak için uzman olmak gerekmez. Her insan, başından geçen bir olayı rahatlıkla yazabilir, duygularını anlatabilir. Başarılı bir kompozisyon yazabilmek için şu çalışmaları yapmak gerekir: a. Edebi eserleri okuyarak birikim edinmek, b. Bilgili insanların konuşmalarını dikkatle dinlemek, c. Çevreyi dikkatle gözlemek, ç. Çeşitli konularda bilgi sahibi olmaya çalışmak, d. Bilgi, gözlem ve düşünceleri yazıya geçirmek. Okulda kompozisyon yazmanın yolları öğretilir. Kompozisyon hakkında teknik bilgiler verilir. Bunlar iyi kompozisyon yazmak için yeterli değildir. iyi kompozisyon yazmak için okulda öğretilen teknik bilgileri okuma, dinleme, gözleme, bilgi edinme.gibi çalışmalarla da desteklemek gerekir.
Kompozisyonda birikim çok önemlidir. Boş çuval nasıl ayakta durmazsa belli bir birikimi olmayan insanların yazıları da kompozisyon olarak değer kazanmaz.
İYİ BİR KOMPOZİSYONDA BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER 1.İlgi çekici bir başlık bulunmalı. 2.Giriş, gelişme, sonuç bölümleri bulunmalı yani planlı yazılmalı. 3. İlgi çekici bir giriş yapılmalı ve etkili bir sonuçla bitirilmeli. Konu dışına çıkılmamalı. 4.Kompozisyonun sınırları belirlenmeli. 5.Konunun her farklı yönü ayrı paragraflarda verilmeli. 6.Gereksiz ayrıntılardan kaçınmalı. 7.Konuya giriş yaptıktan sonra açıklama ve örneklemelere geçilmeli. 8.Konuya uygun örnekler seçilmeli. 9.Öne sürülen fikirler açık ve anlaşılır olmalı. 10. Ana fikir, yardımcı fikirlerle desteklenmeli. 11~ Uzun cümlelerden kaçınmalı, yalın ve özlü cümleler kurulmalı. 12. Anlamı iyi bilinmeyen sözcükleri kullanmaktan kaçınılmalı. 13. Anlatım, çekici söz ve örneklerle güçlendirilmeli. 14. Okunaklı ve düzgün bir yazı ile yazılmalı. 15.Yazım kurallarına yanlışsız uyulmalı.
16.Noktalama işaretleri yerinde ve doğru kullanılmalı.
PLAN Hem yazılı hem sözlü anlatımda plan üç bölüme ayrılır: 1) Giriş Bölümü: Konunun topluca, dağıtılmadan ortaya konduğu bölümdür. Giriş, okuyucunun ilgisini çekmeli, konuşmanın veya yazının tümünde neler anlatılacağının bir göstergesi olmalıdır. Olaya dayanan yazılarda giriş bölümüne “serim” de denir. 2) Gelişme Bölümü: Konunun açıldığı, örneklendiği, ana fikri geliştirecek yardımcı fikirlerin verildiği, konuşmanın ve yazının temel bölümüdür. Bu bölümde konu çeşitli yönleriyle ele alınır, açıklanır, tartışılır. Kanıtlar, örnekler, belgeler yine bu bölümde yer alır. Konuşma ve yazının en geniş bölümüdür. Olaya dayanan yazılarda “düğüm” bu bölümde atılır. 3) Sonuç Bölümü: Okuyucunun ve dinleyicinin kafasındaki soruların cevaplandırıldığı, ilk iki bölümde anlatılanlardan çıkan temel yargının veya çözümün verildiği bölümdür. Ayrıca bu bölüm, daha önce söylenenlerin kısaca derlenip toparlanmasıyla da bağlanabilir. Giriş bölümü gibi kısadır. Olaya dayanan yazılarda “çözüm” bu bölümde yapılır.
Suut Kemal Yetkin’in “Başlangıçta El Vardı” başlıklı denemesinden aldığımız bölümlerle düşünce yazılarında “giriş, gelişme, sonuç” bölümlerine örnek verelim: Giriş Paragrafı Resim ve heykel sanatçıları insan elleri üzerinde çok durmuşlardır. Bu duruş, ellerin türlü güzelliklerinden çok, yaşayan, duyan ve düşünen birer varlık oluşlarındandır. Orta Çağdan bu yana, ressamların yapmış oldukları kadın ve erkek portrelerine bakınız, gözlerden çok, ellerin konuştuğunu görürsünüz. Dua için kavuşan, gergef üzerinde dolaşan, çenesini avuçları içine alan, vücut boyunca sarkan eller…İçi aydınlatan Tanrı duygusunu, mutlu esenliğin parıltısını, kaygıların kaynaşmasını, yaşamaktan usanışı hep bu ellerde görürüz. Gelişme Paragrafı İnsan, geometri bilmeden su bentleri yapmış, mekanik bilmeden manivela kullanmış, matematik bilmeden parmaklarıyla saymıştır. Sanat ve güzellik üzerinde hiçbir bilgisi yokken, mağara duvarlarını, bugün bile değme ressamın yapamayacağı resimlerle donatmıştır. İnsanın daha konuşmadığı, dilinin çözülmediği çağlarda, elleri konuşmuştur. Sözün kısası, bilim ve sanat diye övündüğümüz her ne varsa, hepsini insan elinin karanlıklar içinde, çağlar boyunca yaptığı hareketlere borçluyuz. Sonuç Paragrafı
Fazıl Hüsnü Dağlarca, çok sevilen “Kabul” şiirinde: Ben Üçüncü Halim, haşmetli ve mukaddes Padişahlar padişahı Benim beyaz ellerimden başlar Tebaamın sabahı. demişti. Gerçekte sadece bir tebaanın değil, insanlığın sabahı insanların elleriyle başlamıştır. Haldun Taner’in “Yalıda Sabah” öyküsünden aldığımız bölümlerle olay yazılarında “giriş, gelişme, sonuç” bölümlerine örnek verelim: Giriş Paragrafı Ne demişler, ahirette iman, dünyada mekan. Razi Bey olmasa ev sahibi olacağımız yoktu. Bunca yıl öğretmenlik ettim. Şu emeklilik yaşımıza kadar başımızı sokacak bir ev sahibi olamadım. Razi Bey bizim hanımın eniştesi olur. Uyanık, girişken, müteşebbis bir müteahhit. Ayvalık dolaylarında kırk sekiz dönümlük araziyi tarla fiyatına kapatıp iki ortağı ile kooperatif kurmuşlar. Parselleyip eşe dosta satıyorlar. Allah razı olsun, bize de bir hisse düştü. Tabii kooperatif evlerini Razi Bey ile ortakları inşa edecek. Ayrıca oradan da sebeplenecekler. Helal olsun. Her hissedardan yüzer bin lira peşin isteniyor. Kalanı, ayda beşer yüz liradan altı yılda ödenecek. Gelişme Paragrafı Aradan üç gün daha geçti. Rüyalarıma Nuri Bey’in komitacı tabancası da karıştı. Hissedarlar toplantısında yeni seçim yapıldı. Tahsildarlığa ne hikmetse beni seçti-
ler. Müze müdiresi Şükran Tur, Silifke’de bir Amerikalı ile tanışmış. Adam bir yıllık burs mu bulmuş ne? Kasabaya şöyle ateş alır gibi bir gece uğramış. Formaliteleri tamamlamak için soluğu Ankara’da almış. Koydunsa bul! Sonuç Paragrafı Gavsi Bey atıldı: “İşte şimdi çok ayıp ettin…”dedi. “O kadarcık sanat saygısı, izan ve insaf, müsaade et de bizde de olsun biraz. O güzelim asarıatika kabartmaların yüzlerini ters çevirdik. Sen hiç merak etme. Yüz tarafları toprağa, yine sonsuza bakıyor.!” “E, pes yani.”dedim. Başka ne diyebilirdim ki? Hayatımda en çok kullandığım kelime “pes”tir. Tek heceli, kolay. İnsanların bir derece içini boşaltmaya da yarar.
GAMSIZIN ÖLÜMÜ O sabah ana mektebinin bahçesinde fevkalade bir telaş ve canlılık vardı. Talebe bayramı günüydü. İlk ve orta mektepler, kafile
kafile marşlar söyleyerek sokaklardan geçiyor, şehrin uzak mesirelerine dağılıyorlardı. En ihtiyar talebesi altı yaşında olan bu ana mektebinin o kadar uzaklara götürülmesine imkân yoktu. Onlar, bayramlarını –kendi minimini ve paytak adımlarıyla- yirmi dakika çeken bir dere kenarında yapacaklardı. Hazırlık, dehşetti. Bahçe, renk renk elbiselerle canlı bir çiçek tarlasına dönmüştü. Erkek çocuklar, yeni potinlerini siliyorlar, kızlar birbirlerinin saçlarını düzeltiyorlar, çözülmüş kuşaklarını bağlıyorlar, düğmelerini ilikliyorlardı. Altı yaşında bir kız, taş merdivenin basamağına oturmuş, dört yaşında bir öksüz, arkadaşının sökük gömleğini dikmeye çalışıyordu. Nihayet hazırlık bitti, kafile yola düzüldü. Bir elleriyle, taburda arkadaşlarının ellerini tutuyorlar, ötekiyle –renkli paketler, minimini sepetler içinde- yiyecekleri, oyuncaklarını taşıyorlardı. Sokaklarda fazla gürültü, intizamsızlık olmasın diye öğretmenler, çocuklara marş söyletmeğe başlamışlardı. Büyükler, göğüslerinin bütün kuvveti, kalplerinin bütün sevinciyle bağırıyorlar, küçükler, yürümekte olduğu gibi,
şarkı söylemekte de geri kalıyorlar, eğlenceli bir karışıklık oluyordu. Tabur, sokaklardan geçerken pencereler açılıyor, kadın başları sarkıyor, dükkânlardan satıcılar çıkıyordu. Bu ana mektebinin bütün gezintilerde olduğu gibi, alay başını yine “Gamsız” çekiyordu. Gamsız, sarı tüylü ihtiyar bir mahalle köpeğiydi. İnsan gibi anlayışlı, fakat insandan daha vefakâr bir mahlûktu. Galiba serseri ve kalender meşrebi için ona mahallede “Gamsız” demişlerdi. Fakat hakikatte o, köpeklerin en gamlısı idi, birkaç sene evvel büyük bir mateme uğramıştı. Dört yavrusunun birden zehirlendiğini, gözünün önünde kıvrana kıvrana öldüğünü görmüştü. Onları götüren süprüntü arabasının arkasından uzak mahallelere gitmiş, bir hafta geri dönmemişti. Onun bir yerde kaza eceline uğradığını zannedenler olmuştu. Fakat kalender ve mütevekkil görünüşüne rağmen o, çok gözü açık bir köpekti. Cinsinin düşmanlarını iyi tanır, hatta bazen onlara inanıyor, zehirli ekmeklerini yiyor, tuzaklarına düşüyor görünerek alay bile ederdi. Binaenaleyh onun bir yerde ölüp kalmasına imkân
yoktu. Nitekim bir hafta sonra tekrar mahalleye gelmişti. Yalnız biraz daha ihtiyar ve düşkün, uzun sarı tüyleri biraz daha çamurlu, bacakları biraz daha berelenmiş olarak… Bilmem yalan, bilmem doğru, mahalle kadınları onun için bir vak’a anlatırlardı. Gamsız, güya çocuklarının ölümünden sonra yaşamak istememiş…Belediye kulübelerinin karşısında durup boynunu bükmüş, yalvarır gibi kesik kesik uluyarak, çocuklarını öldüren yiyecekten istemiş… Hatta bir defasında zehirlenmiş, fakat ölmemiş…Çok ıztırap çektikten, çok süründükten sonra tekrar ayağa kalkmış… Gamsız, çocuklarının ölümünden sonra mahalleye darılmış, ana mektebinin arkasındaki viraneye çekilmişti. Sokakta hemen hiç dolaşmaz, yalnız zaman zaman mektebin bahçe duvarından içeri atlar, çocuklarla oynar, öğle vakti onların artıklarını yerdi. Çocuklara büyüklerden fazla emniyet ettiği, onlardan esaslı bir zarar gelmeyeceğini bildiği için miydi, yoksa onların da –kendi ölmüş küçükleri gibi- masum ve müdafaasız mahlûklar olduğunu hissettiği için mi böyle yapıyordu?
Öğretmenler, bu altın sarısı gözlerinde mahzun bir vefa ile bakan, çocukların her nazına, her cevrine tahammül eden ihtiyar sokak köpeğini kovmamışlar, bilâkis gizli gizli himaye etmişlerdi. Hasılı, Gamsız, mektebin hademesi, kapıcısı nevinden bir emektar, küçüklerin en sevgili bir arkadaşı olmuştu. Ana mektepleri, insan cemiyetlerinin küçültülmüş numûneleri gibidir. Orada da fakirlik, kılıksızlık, aileye ait bir leke…gibi sebeplerle sosyete haricinde bırakılan, yahut vakitsiz bir inziva meyliyle evinden kaçan “yalnız”lar vardır. Gamsız bilhassa bu küçük “yalnız”larla arkadaşlık eder, bahçenin bir köşesinde onlarla ağır ağır dolaşırdı. Küçük kalplerinde söylenemeyecek dertler ve infialler taşıyanlar, onun çamurlu ayaklarını, elleri içine alarak konuşurlardı. Gamsız, haline göre hasta bakıcılığı bile etmiş, bir gün bahçede koşarken yere yuvarlanan bir minimininin berelenmiş dizini diliyle yalamıştı. Kafile, artık mahalleden çıkmış, yeşil tarlaların arasından geçen bir ince patikaya düşmüştü. Gamsız, en önde, mağrur ve
mütevekkil tavrıyla yürüyordu. Fakat nedense bugün onda bir neşesizlik, anlaşılmaz bir durgunluk vardı. *** Nihayet, bayram yerine varıldı. Burası, gölgeler içinde serin bir ırmak kenarıydı. Suların içine yeşil söğütler sarkıyordu. Küçüklerin velvelesinden çayırdaki kuşlar ürküp kaçmıştı. Şimdi gün onlarındı. Koşuşa çığrışa etrafa dağılıyorlar, ağaçlara tırmanıp çimenlerde yuvarlanıyorlardı. Akşama daha dünya kadar zaman olduğunu hesap edemeyerek kuvvetlerini, neşelerini israf ediyorlar, hatta yiyeceklerini, yemişlerini yemeğe başlıyorlardı. Gamsız da bir aralık canlanmış, çocuklarla beraber oynamak istemişti. Fakat birdenbire durdu, başını kaldırarak acı acı uludu. Sonra yavaş yavaş çekildi, iki büyük taşın arasında kıvrılıp yattı. Gamsız, hastaydı. Çocuklar derhal bunu fark ettiler. Yemek götürdüler. O, verilen yiyecekleri yemiyor, ara sıra titizleşiyor, yalnız bırakmaları için yalvarır gibi dişlerini çıkararak hafif hafif bağırıyordu.
Gamsız’ın ıztırabını ve bakışlarındaki perişanlığı öğretmenler de gördüler. - Yaklaşmayın çocuklar…Hayvandır bu. Belki kudurmuştur, dediler. Çocukların aldırmadıklarını görerek hademelerden birini nöbetçi bırakmağa mecbur oldular. *** Büyücek öğrencilerden biri –altı, yedi yaşlarında bir kız- birden bire bir şey hatırlayarak bağırmağa başladı: - Eyvah, Gamsız’ı zehirlediler…Bu sabah, bir şey almak için bakkala gitmiştim…Köşe başında, süprüntülükte Gamsız’ı gördüm…Öteki köpeklerle beraber bir şey yiyordu…Mutlaka zehirli ekmek yedi. Öğretmenler, ihtiyar köpekten böyle bir ihtiyatsızlık beklemiyorlardı. Fakat çocuğun dediği doğruydu. Gamsız, bütün zehirlenen köpeklerde görülen ihtilâçlarla kıvranmağa, çırpınmağa başlamıştı. Çocukların neşesi birdenbire sönmüş, çayıra bir eski mezarlık sükûtu çökmüştü. Bazıları sızıldanıp ağlıyorlardı. Yapılacak bir şey yoktu.
Mektebin pek sevgilisi de olsa, bir köpek yüzünden bir bayramın küçüklere zehir olmasına müsaade edilemezdi. Öğretmenlerden biri: Çocuklar, korkmayın… Siz bilmezsiniz…Gamsız, bir kere daha zehirlendi de kurtuldu…Ona bir şey olmaz…Haydi, oyununuza! diye bağırdı. Küçükleri, yarı zorla dağıtmağa başladılar. Bazıları ağlamağa devam ediyor, bazıları hocanın sözleriyle kendilerini teselli ederek: “Gamsız, gayretlidir…Bir şey olmaz!” diyorlardı. Hatta küçük ellerini açarak onun için dua edenler bile vardı. Öğretmenler, nihayet başka bir çare düşündüler. Bayram yerini iki üç dakika uzakta bir başka ağaçlığa nakl etmek…Battaniyeler, paketler toplandı ve kafile, Gamsız’ı yalnız bırakarak hareket etti. *** Çocukların arasında derhal gizli bir teşkilat yapılmıştı. Üç beş dakikada bir talebeden ikisi kayboluyor, gizlice Gamsız’ı görmeğe giderek ondan haber getiriyordu. Havadis, derhal küçükler arasında yayılıyor, en miniminileri bile bunu öğretmenlerden saklıyordu.
Bir saat sonra yine acı bir haber geldi. Gamsız, ölmek üzere idi. Saklandığı taş kovuğundan çıkmış, mütemadiyen çırpınıyordu. Ağzı, gözü, ayakları kan içindeydi. Artık ne emir, ne tehdit, çocukları zapt edemedi. Hep birden ağlaşıp bağrışarak koşmağa başladılar. Öğretmenler, ikisini, üçünü zorla yakalasa, sekizi, onu kurtulup kaçıyordu. Mamafih, artık köpeğe yaklaşmadılar. Gamsız’ın çırpınması korkunç bir şeydi. Kâh yerde debeleniyor, ayaklarıyla toprakları kazıyor, kâh kanlı ağzını gökyüzüne kaldırarak, tehdit eder gibi, uğursuz bir sesle uluyordu. Nihayet son bir gayretle toparlandı. İçindeki ateşi teskin için ırmağa doğru koşmağa başladı. *** Irmak kenarındaki ince tahta köprünün yanında, beş yaşında iki minimini kız vardı. Bunlar, köpeğin tozu dumana katarak geldiğini görünce korktular. Tahta köprüden karşıya geçmek istediler. Fakat birisi telaş ile ırmağa düştü. Çırpınmağa başladı. Gamsız, bu kazayı görünce birdenbire durdu. Yolunu değiştirdi. Tahta köprüye koştu. Çocuğun arkasından suya atıldı. Onu ağzıyla eteğinden
yakaladı. Öğretmenler yetişinceye kadar onu suyun yüzünde tuttu. Sonra, artık takati kesilmiş gibi kendini bıraktı. Bir iki kere daldı, etrafındaki suları köpürttü ve öldü. Kaskatı kesilmiş vücudu, suyun hafif akıntısına uyarak yavaş yavaş uzaklaştı. Reşat Nuri GÜNTEKİN
Kompozisyonu, paragraf düzeyinde de irdeleyebiliriz. Paragrafı küçük bir kompozisyon olarak düşündüğümüzde paragrafın da yapısal olarak giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluştuğunu görebiliriz. Aşağıdaki paragraflarda bunun örneklerini görebiliriz: * “Güzel kompozisyon yazanlara bakıp onların yazılarına imreniriz. Keşke biz de onlar gibi Giriş Gelişme yazabilsek, diye iç geçiririz. Fakat güzel yazmak durduk yerde ortaya çıkacak bir durum değildir. Her şeyden önce iyi bir okuyucu olmayı ve ardından da içindeki duygu .ve Sonuç düşünceleri sürekli yazıya dökmeyi, yani çalışmayı gerektirir.”
“Yıllarca evvel, İstanbul’da poyraz rüzgârına ihtiyaç duyduğum zamanlar olurdu. İşte o Giriş zamanlar Boğaz’ın Kireçburnu sahiline giderdim. Sahile inince kıyı boyu yürürdüm. Gelişme Yürüdükçe Karadeniz’den esen rüzgâr, bir şifa gibi serinlik ve zindelik verirdi.” Sonuç
* “Genç yazarlarımızın çoğu, özen düzen düşünmeksizin, kalemlerinin ucuna nasıl gelirse Giriş öylece yazıp gidiyorlar. Yazdıklarını önemli bulmuyorlar, bir günde unutulup geçeceğini Gelişme biliyorlar da onun için mi özenmiyorlar? Onun için mi baştan savma ile yetiniyorlar? Hayır, hemen hepsi en büyük sorunlarla uğraştıklarına, o sorunları çözümleyecek doğruları bildiklerine kanmışlar. Kendi kendilerini kandırmışlar. Tuttukları yolun bütün bir ülkeyi, ondan da öte, kişioğlunu kurtaracağına inanıyorlar. Getirdik-
leri, yaymak istedikleri doğruların yüceliği yanında biçim güzelliği, deyişin akıcılığı, bir sözün yerinde kullanılması nedir ki? Öyle küçük şeylere bakar mı, öyle küçük şeyler üzerinde durur mu hiç onlar?” Sonuç
KONU Bir yazıya temel olan duygu, düşünce, durum, yargı ya da olaya konu denir. “Bu metinde ya da paragrafta anlatılan, üzerinde durulan, değinilen, ele alınan nedir?” gibi sorulara aldığımız yanıt bize konuyu verir. Kompozisyon yazarken konuyu belirlemek ve konuyu sınırlamak çok önemlidir. Bir konuyu genel olarak ele alıp anlatmaya çalışmak çok zordur, bu yüzden sınırlandırmak gerekir. Örneğin “Toplum” genel bir kavramdır; fakat “Yaşlı insanlara karşı saygımızı hangi söz ve davranışlarla gösteririz? Konusunu rahatlıkla anlatabiliriz. “Teknik” yerine “Mutfağımızdaki tekniğin yeri”, “Davranışlarımız” yerine “ Öfkelerimiz” hatta daha da sınırlandırarak “Öfkelerimizin psikolojik temelleri”, “Bizi en çok öfkelendiren durum, tavır ve davranışlar nelerdir?”konularını işlemek işimizi kolaylaştırıp kısa zamanda daha nitelikli yazılar yazmamıza yardımcı olacaktır. Şimdi örnek paragraflarımızı inceleyelim:
* “Güzel kompozisyon yazanlara bakıp onların yazılarına imreniriz. Keşke biz de onlar gibi yazabilsek, diye iç geçiririz. Fakat güzel yazmak durduk yerde ortaya çıkacak bir durum değildir. Her şeyden önce iyi bir okuyucu olmayı ve ardından da içindeki duygu ve düşünceleri sürekli yazıya dökmeyi, yani çalışmayı gerektirir.” Bu metinde ele alınan, nitelikli ve güzel kompozisyon yazabilmek ya da daha genel olarak kompozisyon yazabilmektir. * “Sanat derslerinin, öğrencilerin seçmeli ders gereksinimlerini karşılamak dışında, çok daha önemli faydaları vardır. Bu derslerle öğrenciler, sanatın farklı dallarını tanımış olacaklardır. Bu da onlara yeni ufuklar açacaktır. İnsanlar, sadece kendi mesleklerinin esiri olmaktan kurtulacak. Estetik duyguları gelişecek, sanat aracılığıyla diğer insanlarla iletişimleri pekişecektir.” Bu metinde ele alınan, sanat eğitiminin faydaları ya da daha genel bir biçimde sanat eğitimidir. Dikkat edilirse konu olumlu ya da olumsuz bir yargı bildirmez, daha geneldir. Sözcük ya da söz öbeği biçimindedir: Kompozisyon yazabilmek, güzel yazabilmek, sanat eğitimin faydaları…
1.Konu Tespiti Bir yazı yazmadan önce yapılacak ilk iş, konunun tespit edilmesidir. Konu, üzerinde durulan, hakkında söz söy-
lenen, yazı yazılan, bir olay, bir düşünce, bir duygu ya da bir sorundur. Çevremizdeki insanlar, doğa, tanık olduğumuz olaylar ve bizi etkileyen pek çok unsur yazma konusu olabilir. Konu iyi tespit edilmezse, yazı daha ilk cümleden itibaren dağılır, anlaşılmaz bir durum alır. Konu tespitinde dikkat edilmesi gereken noktalar 1. Ele alacağımız konu hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmamız gerekir. Yeterli bilgimizin olmadığı bir konuda yazı yazmamız doğru değildir. 2. Yazımızın hitap ettiği hedef kitleyi göz önünde bulundurmalıyız. Yazıdaki ifadelerimizi hedef kitleye göre oluştururuz. Söz gelimi, çocuklar için yazılan bir yazıyla, büyükler için yazılan bir yazımın, konu aynı olsa bile ifadeleri farklı olacaktır. 3. Konu tespitinde amaç çok önemlidir. Niçin bu konuda yazıyoruz? Konuyu seçerken bu soruyu kendimize mutlaka sormalıyız. Konu tespiti örnekleri Konulan nitelikleri bakımından ikiye ayırabiliriz: a. Duygu ağırlıklı konular b. Düşünce ağırlıklı konular Duygu ağırlıklı konular, daha çok iç dünyamızla ilgilidir. Bu tür yazılarda kendi zevklerimizi, isteklerimizi dile getiririz.
Sevgi, dostluk, arkadaşlık, gurbet gibi konular duygu ağırlıklıdır. Düşünce ağırlıklı konularda ise çevremizdeki insanları, olayları ve doğayı kendi bakış açımızla değerlendiririz. Aşağıdaki konular, düşünce ağırlıklıdır. Okumanın Önemi Demokrasinin Yararları Alışkanlıklarımız Eğitim Adalet Sağlık Çevre Dil 2. Konuyu Sınırlandırma Bir konuyu tüm boyutlarıyla ele almak zordur. Konuya sınırlı bir açıdan bakarsak işimiz kolaylaşır. Konunun sınırlarını belirlemek, bilgilerimizi denetimimiz altına almamıza yardımcı olur. Konuyu sınırlandırmanın sağlayacağı diğer yararlan şöyle sıralayabiliriz: * Ele alacağımız konuyu belirginleştirmiş oluruz. * Konuyla ilgili kaynaklara daha kolay ulaşırız. * Konu dışına çıkmaktan kurtuluruz. * Eksik ya da fazla bilgi vermemiş oluruz.
ÖRNEK 1 SEVGİ (EN GENEL KONU) KONULAR A)İNSAN SEVGİSİ B) VATAN SEVGİSİ C) DOĞA SEVGİSİ D) HAYVAN SEVGİSİ 1) ANNE, BABA SEVGİSİ 2) KARDEŞ SEVGİSİ SINIRLANDIRILMIŞ KONULAR 3) ARKADAŞ SEVGİSİ Yukarıda görüldüğü gibi "sevgi" genel konusunun içinden çıkarılacak konular vardır. "İnsan sevgisi" hakkında bir yazı yazmak istediğimiz zaman "sevgi" konusunu sınırlandırmış oluruz. "Anne, baba sevgisi" hakkında yazmak istediğimizde ise "insan sevgisi" konusunu sınırlandırırız. ÖRNEK 2 KÜLTÜR (EN GENEL KONU) GELENEKLER DIRMA BAYRAMLARIMIZ DIRMA
:
BİRİNCİ SINIRLAN-
:
İKİNCİ SINIRLAN-
BAYRAMLAŞMA : LANDIRMA BAYRAM ZİYARETİ : LANDIRMA BÜYÜKLERİ ZİYARET : DIRMA
ÜÇÜNCÜ SINIRDÖRDÜNCÜ SINIRBEŞİNCİ SINIRLAN-
ANA DÜŞÜNCE Ana düşünce, bir yazının ya da yapıtın oluşturulmasının temel nedeni, amacı ve yazıda ya da yapıtta öne sürülen, savunulan görüştür. Bir konunun belli bir görüş açısından ele alınmasıyla ortaya çıkan genel bir yargı cümlesidir. Paragrafın konusu saptandıktan sonra; "Bu konudan hangi sonuç çıkarılır?", "Bu parçada hangi düşünce savunulmaktadır?", Bu parçada vurgulanan, asıl anlatılmak istenen nedir?” sorularına alınacak cevap ana düşünceyi verir. Ana düşünce, tümevarımla oluşturulan paragraflarda sonuçta, tümdengelimle oluşturulan paragraflarda ise giriş bölümünde verilir. Az da olsa bazı paragraflarda gelişme cümlelerinin içinde yer alır. Kimi durumdaysa parçanın geneline yayılmıştır. İşte bu nedenlerdendir ki ana düşünce kesin olarak başta veya sonda bulunur diyemeyiz. Şimdi örnek paragraflarımızı inceleyelim: * “İster olay öyküsü olsun, isterse durum öyküsü; benim öyküm, okunduktan sonra belleklerden uçup gitmemeli. Konusuyla, özüyle, diliyle, biçimsel ustalıklarıyla, okuru
kuşatmalı. Kişi, öyküyü okuyup bitirdikten sonra değişmeli. Yıllar sonra o öykünün anımsanan, insanı etkileyen bir yanı bulunmalı. Sait Faik’in “”Hişt Hişt” adlı öyküsü, lirizmi ve şiirselliğiyle, Sabahattin Ali’nin “Değirmen” adlı öyküsü iletisiyle böyle değil mi?” Bu metinde ana düşünce giriş cümlesinde verilmektedir. Yazar, okunan bir öykünün türü ne olursa olsun insanı derinden etkilemesi gerektiğini vurgulamıştır. * “Çocukluğumuzun anılarda kalan o güzelim oyunları yok artık. Saklambaç, körebe, birdirbir, istop, uzuneşek… gibi birçok oyun bilgisayar oyunları karşısında eski önemini yitirmiştir. Bilgisayarın gerçek olmayan dünyasında oynanan oyunlar çocuklarımızın arkadaşlık kurmalarını ve insanlarla olan ilişkilerini olumsuz etkiler. Eskiden oynanan oyunlarda çocuklar birbirleriyle kaynaşıp, arkadaşlık ilişkilerini güçlendirirken, şimdi bilgisayarın arkadaşlığını tercih ediyorlar.” Bu metinde ana düşünce gelişme bölümündeki bir cümleyle verilmektedir. Yazar, bilgisayarın sanal dünyasında oynanan oyunların, çocukların arkadaşlık kurmalarını ve insanlarla olan ilişkilerini olumsuz etkilediğini vurgulamaktadır. * “Gurur, insanın kendisini olduğundan büyük görmesi veya değerini abartılmış biçimde göstermesidir.Yetenek, bilgi ve çalışkanlıkla orantılı olmayan bir gurur, hem övünmenin değerini gölgeler hem de insan ilişkilerini olumsuz yönde etkiler.Gururlu kişi, kendini sürekli olarak her işi başaracak güçte görür. Bunun
içindir ki başarısızlıklar karşısında çabuk yıkılır, yenilgisinin sebeplerini de kendisinde değil de başkalarında aramaya kalkar. Bir insanın gerçek değeri, alçak gönüllü olduğu halde çevresinde yarattığı saygı ve sevgiyle ölçülür. Çünkü insan, söyledikleriyle veya kendi kendine büyüklük taslamasıyla değil, yaptıklarıyla değerlendirilir.” Bu metinde ana düşünce sonuç bölümünde verilmektedir. Yazar, insanın kendini büyük göstermesiyle değil, yaptıklarıyla değerlendirildiğini vurgulamaktadır. YARDIMCI DÜŞÜNCELER Her biri ana düşüncenin bir yönünü oluşturan, onu ortaya çıkarıp destekleyen düşüncelere (yargılara) yardımcı düşünce denir. "Bu paragrafta aşağıdaki yargılardan hangisine değinilmemiştir? Bu parçadan aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz? Bu parçada söz edilen kişiyle/eserle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?” tarzında sorularla sınavlarda karşımıza çıkmaktadır. Şimdi örnek paragraflarımızı inceleyelim: * “Beyazıt kıraathanelerinden birinde bir arkadaş bekliyordum. Kıraathane pek tenha idi. İki üç kişi sönmüş sobanın yanında alçak sesle dertleşiyor; bir ihtiyar memur, burnunda gözlük, elinde bir gazete ile uyukluyordu.” Bu metinde; Yazarın Beyazıt’ta bir kahvede olduğuna,
Yazarın orada bir arkadaşını beklediğine, Kıraathanenin tenha olduğuna, İçerdeki sobanın sönmüş bir durumda bulunduğuna, İçerideki insanların nelerle ilgilendiğine değinilmiştir. * “Okuma kültürü küçük yaşlarda edinilir. Çocuğa daha iki üç yaşlarında iken, bol bol resimli kitaplar göstererek bu resimleri bıkmadan bir bir anlatarak, yine kitaplardan kısa kısa hikayeler, masallar okuyarak, onlarda kitaba karşı bir merak uyandırmak gerekir.” Bu metinde; Okuma alışkanlığının küçük yaşlarda edinildiğine, Çocuklara daha çok küçük yaşlarındayken bol resimli kitaplar gösterilmesinin yararlı olacağına, Kitaplardaki resimlerin çocuklara bıkmadan anlatılması gerektiğine, Çocuklarda kitaba karşı uygulamalı olarak merak uyandırmanın zorunlu olduğuna değinilmiştir. * “Çevremdekilerin söylediklerine kulak asmam. Davranışlarımı onların söylediklerine göre düzenlemem. Kafama koyduğum her işi eninde sonunda yaparım. Bir işe girmeden önce iyice düşünür, o işle ilgili hesaplar yaparım. Böylece başarısızlık oranını en aza indiririm.” Bu metinde yazar; Bir işe girmeden önce iyice düşündüğü ve onla ilgili hesaplar yaptığı için tedbirli ve planlı,
Kafasına koyduğu her işi eninde sonunda yaptığı için de kararlı olarak nitelendirilebilir. * Konfüçyüs şöyle diyor: “Sen bana bir yumurta versen, ben sana bir yumurta versem, ikimizin de birer yumurtası olur. Ben sana bir bilgi versem, sen bana bir bilgi verse, ikimizin de ikişer bilgisi olur.” Bu metinden; İnsanın bildiklerini başkasına öğretmesi gerektiğine, Bildiklerini başkasıyla paylaşan insanların bir kayba uğramayacağına, Bilginin, maddi olanakların tersine paylaşıldıkça çoğaldığına, ulaşılabilir. PARAGRAF ÇEŞİTLERİ Paragraflarda çok değişik konular işlenebilir. Her yazı türü, konusuna uygun paragraflardan oluşur. Makalede yer alan paragraflar düşünce ağırlıklıyken, anıda yer alan paragraflar, gerçek bir yaşantıdan kaynaklandıkları için olay ve duygu ağırlıklı olurlar. Paragraflar içerikleri açısından “olay, düşünce, betimleme, çözümleme” olmak üzere dörde ayrılabilir: Düşünce Paragrafı : Belli bir konu üzerinde belli bir bakış açısı olan, bu bakış açısını ortaya koyan, bunu savunan ve tartışan bir paragraf türüdür. Kısaca, bir düşüncenin başkalarına ulaştırılması amacıyla oluşturulan
paragraflara düşünce paragrafı denir. Daha çok makale, fıkra, deneme gibi yazı türlerinde düşünce paragrafları kullanılır. Düşünce paragrafları, genellikle açıklayıcı ve tartışmacı anlatım biçimleriyle kurulur. Bu paragraflarda bir ana düşünce ve bu ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler yer alır. Örnek : “Kişisel gözlemlerin öne çıktığı yazıların getirdiğini, bilimsel araştırmalar getiremez. Aydınlar için çok önemli olan bilimsek araştırmalar, yazarlara yetmez; onlar için kişisel saptamalar çok daha önemlidir. İnsanın insandan alabildiğini; deneylerin sayıların alması olanaksızdır.” Olay Paragrafı : Olmuş ya da olabilecek türdeki olayları, kişi, yer ve zaman göstererek anlatan cümlelerden oluşmuş paragraflardır. Bu paragraflarda belli bir olay yer alır. Olay paragraflarına, roman, öykü, masal gibi edebiyat türlerinde rastlanır. Bu paragraflarda temel amaç okuru olay içine çekmek, olay içinde yaşatmaktır. Olay paragrafları genellikle öyküleyici anlatım biçimi kullanılarak kurulur.
Örnek :
“Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım. Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı.” Kaşağı – Ömer Seyfettin Betimleme (Tasvir) Paragrafı : Bir olayı, bir varlığı, durumu, çevreyi ya da bir kavramı göz önünde canlandıracak biçimde anlatan paragraflara betimleme paragrafı denir. Gözlemlenen her varlığın, tasarlanan her kavramın duyu organlarımız ve duygularımız üzerinde bıraktığı iz betimlenebilir. Bu tür paragraflar çoğunlukla roman, öykü, gezi ve anı gibi yazı türlerinde kullanılır. Örnek : “Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?...Görülecek şeydir o... Yamulmuş duvarlar, tavana
yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı... Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar... Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar... Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır...” Değirmen – Sabahattin Ali Çözümleme (Tahlil) Paragrafı: Bir meseleyi, bir fikri, bir özelliği, parçalarına ayırma yoluyla inceleyen paragraftır. Bu tarz paragraflarda bir kişinin ruh durumu da çözümlenebilir. Örnek : “Düşündüm kaldım. Para için çalışmadığını iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, bakışına göre sanatının aşığıydı. “filan Usta gitti, bu sanatı da götürdü.”diyecekler diye bu dükkânı bekliyordu. O nazarında filan şey filan şekilde yapılır, başka türlüsü sanata saygısızlık olurdu. Bunu yıllarca, belki yüzyıllarca ustalar böyle yapmışlar. Öyle ya onun arkasında bu yolda, bu yöntemde gelmiş geçmiş ustalar, deneyimli kişiler vardı. Dükkânlarını Halik’e ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara sunulmuş bir olağanüstülüktü.”