Dr. Hikmet Kıvılcımlı
İhtiyat Kuvvet Milliyet (Şark) Yayınları
İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) Dr. Hikmet Kıvılcımlı
(Bu sürümün Türkçeleştirilmesi Bibliotek yayınlarınca yapılmış. Mayıs 1992’de basılmış)
Dijital Yayınlar İndir – Oku – Okut - Çoğalt – Dağıt Bu kitap Köxüz sitesinin dijital yayınıdır. Kar amacı olmadan, okumak ve okutmak için, indirmek, dijital olarak basmak ve dağıtmak serbesttir. Alıntılarda kaynak gösterilmesi dilenir.
Yayınları
GİRİŞ Marx "başkalarını ezen halkın kendisi özgür olamaz" der. Bugünkü emperyalizm altında ileri ülkeler proletaryasının başına gelen de budur. Bugün bütün uygar kapitalist ülkelerde komünizme karşı sosyalizmi, sosyal-demokrasiyi, yani sömürgeci soygunla uzlaşmayı tutan halk, aynı zamanda kendisinin işletilip soyulmasını, yani sömürgeler gibi anavatanı da ezen şu köhne bir kabuk haline gelmiş kapitalist ilişkileri ve buıjuvazinin her gün biraz daha zorba ve şiddetli egemenlik ve saltanatını, kendi başına bir süre daha bela etmekten başka bir şey yapmıyor. Sömürge, yansömürge, bağımlı ülkeler adını başka ülkelerden çalınan fazla kârdan bir kemik parçası uman halklar, kendi kulluklarını efendiliğe benzeten, "hizmetçi" kullanan Doğu miriyvolan gibi, köleleşmenin derin çukurunda biraz daha bocalamaktan ileriye geçemiyorlar, çünkü köleleştirme sisteminin olası gediklerini kapatmış, yırtıklarını yamamış oluyorlar. Tüıkiye'de yabancı ve ezilen bir ulus varmıdır? "Tarih dcvrimcileri"ne sorarsanız adem evladı içinde bütün uygarlıkları yaralan uluslar, tıpkı Adem'in oğullan gibi bir asıldandır: Türk! Kuzey yönünden Alp dağlanna, Grönland'dan Antil adalanna kadar bütün dünya Türk tür!.. Fakat gözümüz gözümüz önündeki mistik ideo emperyalizm şakasını yeterli görerek işin somut gerçekliğine bakarsak, oldukça buıjuva ve buıjuva aydını kellesinin kelini kaşım kaşım kaşndıracak bir bambaşkalıkla karşılaşmamak olanaklı değildir. Nasıl, dünyadan geçtik, şu kayıtlı 10 milyon, nüfus sayımınca 13,5 milyon nüfuslu Tüıkiye'cikte bile mi, başka uluslar var? Bu küçükbuıjuva kendinden geçişini afokondan öldürecek olan böyle bir olasılık, kışkırtabileceği her türlü isteri krizlerine karşın, bir olasılık değil, canlı bir gerçekliktir. Ve zaten Çankaya Köşkü ile Yıldız Sarayı arasında, patırtılı ve teatral bir med-cezirle yalpavuran dünyayı saran son Türkçülük keşif ve teorileri, bu gerçeğin manevi iç zembereklerinden boşandırdığı Hegelyanist tepesi taklak bir itiraf cezbesinden başka bir şey midir? Ara sıra gazetelerde okursunuz. Bir özel muhabir, Giresun'un ötesindeki halkın Laz değil Türk olduğunu kanıtlamış olmak için Lazlığa şöyle bir pas atar: "Esasen mert (Aman Fransızlar duymasın!) cesur,
doğuştan zeki, yetenekli, yurtsever, konuksever olan Lazların Türklerden tek farkları, özel bir dilleri olmasından ibarettir.nl Ya da "dil devrimi"ne İlişkin
şöyle bir "hükm-i karakuşi" gözümüze çarpar: "Dörtyol'da Türkçe'den başka bir dil konuşmayacak: Dörtyol-Özel: Kaymakamlık tarafından genel yerlerde Türkçe'den başka bir dili konuşanlar hakkında şiddetli kovuşturma yapılarak ağır cezalar verileceği tellallarla ilan edildi."'
Kimbilir hangi matmazelden yüz bulamayan bir burjuva züppesinin aşk intikamı kadar farfara ve ömürsüz doğup ölen "vatandaş Türkçe konuş!" naralarım andıran bu tür sözde gerçekler, Türkiyemizin kuzeyini, güneyini, doğusunu ve batisini saran gerçekliklere karşr srkrlmrş "yurtsever" kuburlardan başka bir şey midir? Fakat biz bunları ve buna benzer olayları, aşağı yukarı tüm Balkanlar'da ortak olan ünlü "azınlıklar" çıbanı varsayarak geçeceğiz. Konumuz, devrim strateji ve ilişkilerinde önemli bir yayılım açacak olan geniş, çalışkan, ezilen kitlelerdir. Bu nitelikte ezilen yığınlar Türkiye'de var mıdır? Evet, bu yığınların herkes anlamasın diye belirsiz ve esrarengiz ve anonim bir adı vardır: Doğu ya da Doğu illeri! Bu öyle karanlık bir tanımdır ki, Cumhuriyet buıjuvazisi bugün ona istediği anlamı verir, onun beğendiği biçimlerde sunar; ve kimse ne Kemalizmin ne demek istediğini, ne denilmek istenenin ne olduğunu bir türlü anlayamaz. Fakat biz ne anonim şirketler Kemalizmiyiz, ne esrara inanan küçükbuıjuva aydınıyız. Onun için bu anonim esrar perdesini kaldırarak altında gözlenen "meduza başı"nı görmekten kılımız kımıldamaz. Ve eğer Lenin'in deyimiyle "Joli Marksistler" -yani buıjuvazinin hoşafına giden "Marksistler"- olarak kalmak istemiyorsak, bu sorunu olduğu gibi koymaya, "anonim esrar perdesi" altodaki somut maddeyi, adtyla sanryla çağrrmaya zorunluyuz: Türkiye'deki Doğu sorunu ve Doğu illeri nesnesi bir milliyet davasıdırl Evet, Türkiye iç ve dış ilişkilerinde ve siyasetinde olduğu gibi, içeride ve dışarıda görünüşünde de "diyalektik" bir ülkedir. Şöyle ki, dışa karşı bağımlı durumundan kurtulamayan kapitalizm Türkiyesi, içe karşı ceber-rutlu, eski deyimle "müseltan ve mefnehum" bir süzerendir. Ünlü izafiyet teorisinin Türkiye'nin sosyal bünyesinde ortaya çıkışı yadırganmamalıdır: 1- Türkiye'nin kendisi, Doğunun su götürmez ezilen "Ulus'larından biridir. Buna inanmayan ve bunu bilmeyen kalmamıştır. Fakat: 1. I.Ferit: "Karadeniz Halkı", Cumhuriyet, 17.1.1933. 2. SonPosta, 23.9.1932.
2- Tüıkiye kendi içinde, örtbas edilemez bir, Doğunun ezen ulusudur. Buna inanan ve bunu bilense, sanıldığından pek azdır. Daha doğrusu bu ikinci şıkkı bilenler, belki yalmz mistik Kemalizmin kendisiyle, bir do özellikle "arabayı çeken" ve "bunu taşıyanlardır. İşin kaçmaya, iyiye yormaya gelir yanım kuyruk yalayıcılar bol bol arayabilirler. Bu olanın ciddiliğini biraz daha belirginleştirmekten başka şeye yaramaz. Dünyada Türkiye, Doğu ile Batıyı birbirinden ayıran boğaz ya da bağlayan köprüdür. Bu durumundan esin aldığı için mi nedir, Tüıkiye içinde bulunduğu emperyalist dünyaya pek benzer. Dünyanın yer yer ikiye bölünüşlerinden biri de, oldukça anlamsız olmakla birlikte, dört yöne göre bölünüşüdür. Helkesin ağzında dolaşır, yeryüzünde Doğu ve Batı diye iki zıt kutup var. Bunun gibi, bundan daha az anlamsız olmamak üzere, yine böyle bir bölünüş de Türkiye için ağızlarda dolaşır: Doğu illeri, Batı illeri. Bu kavranılan anlamsız buluyoruz, çünkü Doğu ile Batı arasındaki zıtlık, sanki sosyal olaylan salt iklim belirtileriyle açıklama gibi, bir yandan güneşin doğmasıyla öte yandan batmasından ileri geliyormuş gibi gösteriliyor. Bununla birlikte her zaman için "galat-ı meşhur lûgat-ı fasihten yeğdir."* Söze değil öze bakarsak, görürüz ki, dünya içinde bir "Doğulu" bir "Batılı"ya nasıl bakarsa, Türkiye içinde de Doğululuk ile Batılılık birbirlerini aynı gözle görürler. Batılının gözünde Doğulu yalnızca bir "vahşi"dir; bir Doğulu içinse Batılı bir "düşman"dır... Bu ne demek? Birinci olarak bu, şu demektir: Genellikle Batı ve Doğu iki ayn cinsten bölge sayılıyor ve ne Batılı ne Doğulu sorunu sınıfsal bakımdan koymuyor. Oysa Doğuda da Batıda da insan yığınlan, sınıf ve çelişkili birer toplum bireyleri olduklarına göre, aynca ikiye bölünürler İ- Egemen sınıflar; 2- Ezilen sınıflar. Herhangi bir toplumda egemen smıf, egemen kavrayışını en uzak kitlelere kadar yaydığı için, genellikle ağızlarda dolaşan ve kafâlan kurcalayan anlamlar, basmakalıp terimlerden ibaret kalmaya mahkûm oluyor.. Gerçekte gerek Doğunun gerek Batının egemen sınıflanyla egemen kavrayışlan arasındaki karşıtlık ticari bir rekabet, "sen yeme, ben yiyeyim, senin olmasın, benim olsun" davasıdır. Sorunun içyüzünü böylece açığa vuramayan Doğu ve Batı egemen sınıflan, gün gibi aydm sorunlan pandomim şekline sokuyorken, kendi aralarında, tekelci kapitalizmin suyunca, uzlaşma fırsatlarını hiç kaçılmıyorlar, ikinci olarak şu demektir ki, özellikle: 1 - Batıdaki ezilen sınıflar, egemen sınıfların sistematik propagandalan * yaygın yanlış, yaygın olmayan doğru sözden üstündür, (y .n.)
altında, Doğulu hakkında yalnız bir şeyi öğrenebiliyorlar: Doğulu vahşidir! Neden vahşidir, nasıl vahşidir, yok. 2- Doğudaki ezilen sınıflar ise Batıdakilerin tamamen tersine, Batılının ne olduğunu etiyle, kemiğiyle, derisiyle, her gün duyuyor. Ve Baülıdan her yediği tekme, dipçik ve süngü önünde şu kanıyı kökleştiriyor: Baülı düşmandır! Hangi Baülı düşmandır, yok. İki taraf da sanıyor ki, gerek vahşilik, gerek düşmanlık anadan doğma bir huy, doğal, yaradılıştan gelen bir zorunluluktur. Tekrar edelim, bunu böyle sananlar, özellikle iki tarafın da geniş, çalışkan, ezilen sınıflarıdır. Yoksa gerek Doğunun, gerekse Baümn egemen sınıfları, birbirlerinin ne kadar vahşi, ne derece uygar, ne biçim dost, ne tür düşman olduklarım domuz gibi bilip duruyorlardrr. Buraya kadar söylediklerimizin aym zamanda hem dünya içindeki, hem de Türkiye içindeki Doğu ve Batı, Doğulu ve Baülı için olduğunu eklemeye gerek var mı? İyi ama, bu Doğu ve Baü kelimeleri altında ne saklanıyor? Dünya içindeki Doğu ve Baü bölünüşü, öz sınıf bölünüşünün nasrl bir uzanüsı, dalı budağı ise, Türkiye'deki Doğu ve Batı illeri bölünüşü, esas itibarıyla sınıf bölünüşünden doğar. Fakat daha özel anlamı, ezen ulusla ezilen ulusun ilişkisi oluşundadır. Biz Türkiyemizden ayrılmayalım. Türkiye'de Doğu ve Baü bölünüşü ulusallık* bakımından nedir? Daha açık koyalım. Batıda egemen ulus Türk olduğuna göre, Doğuda hangi uluslar ezilendir? * * *
Türkiye'de bugün Doğu illeri denilen yerin ne olduğunu göreceğiz. Bu Doğu Ulerinin evvel ezel, ünlü ya da bilinmeyen, her nasıl olursa olsun iki adı vardı: Ermenistan-Kürdistan. Buralara bizzat Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilen isimler bunlardır. Bugünün haritasında böyle isimler bulunmamasına karştn, bu iki isimden anlaşılan, Doğu illerinde Ermeni ve Kürt uluslanmn bulunup bulunmadığım araştrrmak gerekecekür. Buracıkta, önce birincisine kısaca bir işaret edelim. Ermenilik Osmanlı tmparatorluğu'nda, Çarlık Rusyası ile İngüiz emperyalizmi arasında Orta Asya pazarları üzerinde başlayan rekabete kilit ve anahtar noktasr, bugünkü Doğu illerinde bir Ermenistan hükümeti ya da özerkliği
kurup kurmamak sorunuydu. Bu soruna bir zamanlar "Şark Meselesi" denirdi. Osmanlı imparatorluğu derebeyi saltanat şeklini koruduğu sürece Doğu illerinde iki zümre vardı: 1- Kürtlük: Daha çok derebeyi klan ve aşiret sistemleri içinde, dağınık, siyaset dışı bir kalabalık şeklindeydi. 2- Ermenilik: Genellikle buıjuvalaşan ve istanbul, Trabzon gibi önemli ticaret merkezlerindeki kodaman kapitalist ırkdaşlanyla sıkı sıkıya bağlı, İngiliz metalannı İran yaylasından İç Asya'ya taşımakla görevli bir küçükbuıjuva çoğunluğu üzerinde kurulmuş bezirganlrk sistemi demekti. Emperyalist çelişkilerin dış kışkırtmalan yüzünden biraz daha şiddetle alevlenen Kürt-Ermeni karşıtlığı, bu iki zümre insanın arasındaki din, dil vb. farklarından çok, adeta bu rejim farkından doğma bir derebeyi-buıjuva karşıtlığı oldu. İki kutup, Osmanlı Avrupasmda geniş çapta rol oynayan müslüman-hıristiyan (derebeyi-burjuva) karşrtlrğr, daha çok tarihsel ve konumsal koşullar yüzünden Doğu illerinde, Balkanlar'dakinin tersine, ikincilerin yenilgisiyle çözümlendi. Meşrutiyet buıjuvazisi Doğu sorununun terörü altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeniliğe çullandı. Zaten Osmanlı saltanatı içinde kalmış uluslar içinde -Balkanlar bir yana bırakılırsa- siyasal bilinç ve örgüte kavuşmuş en keskin istemler ileri süren yığın, Ermenilerdir. Meşrutiyet buıjuvazisi, birçok alanda olduğu gibi, Ermeni ulusçuluğuna* karşı da derebeylikle elele verdi. Elele verdiği derebeylik, öteden beri iki ayn rejim karşıtlığıyla Ermeniliğe karşı tutulan Kürt derebeyliğiydi! İttihat ve Terakki devlet aygıtı yasadışı bir kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milis örgütler halinde silahlandırıldı. Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada ender görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan Türk Meşrutiyet burjuvazisi kadar ve belki ondan çok daha fazlasıyla yararlananlar Kürt derebeyleri oldu. Ve Kürdistan'da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla biraz daha şişman oldu. Bugün Ermeni sorunu deyince ne anlıyoruz? Verilen resmi rakamlara inanmak gerekirse, Ermenistan'da 900.000, Türkiye'de 75.000, Suriye'de 150.000, Yunanistan'da 35.000 kadar Ermeni vardır. Bugün Doğu illerinin "mesame"lcri içinde gizlenip kalmış Ermeni ırkından bir hayli insan var. Fakat bunlar, dinleriyle birlikte dillerini de günden güne kayıp ediyor ve egemen Kürt psikolojisi ve etkisi altında Kürtleşiyorlar. Doğu illerinde "dönme" sıfatıyla tanınan eski Ermeniler, adeta yaşamlarını kurtaranların * ulusçuluk: milliyetçiilik (y.n.)
bir tür gönüllü köleliğini unutmak ve unutturmak için, Ermeniliklerim henüz unutmamış olmalarına karşın, eski anılarına karşı bir ölüm sessizliğiyle duyarlı olmak zorunluluğundadırlar. Birkaç kuşak soma herşeyi unutmaya mahkûm olan bu "dönme" 1er, bugün Doğu illerinin en yoksul demirbaş marabaları halinde, bugün bile zaten aralarında daha çok bir din farkı olan ve ırk ve kültürce aym kökten geldikleri, yüzyıllarca aym doğal ve sosyal çevrenin beraberi olduklan Kürtlerle kaynaşmış ve Ermeniden çok Kürtleşmiş bir durumdadır. Onun için bu dönmeleri Doğu illerinin Kürt toplumundan ayırmak oldukça yapay ve güç olacaktır. Bu artık Kürtleşmiş sayrlabilecek olan Ermeniler dışındaki gerçek Ermenilere gelince, yukandaki rakamlar bunlar hakkında yeterli bir fikir verebilir. Genel olarak komünizm ve özel olarak Sovyet Devrimi, bütün uluslar davası gibi Ermenilik sorununu da fiilen çözmüş durumdadrr. Bir defa sayrca Ermenilerin dörtte üçünden fazlasr (%77,9) Ermenistan Sovyet Cumhuriyetine girmiştir. Böylece dünyada biricik işçi ve köylü devleti, Ermenilerin yurt sorununu kökünden çözmüş bulunuyor. Fakat Cumhuriyet burjuvazisinin Sovyet devrimine yalnız bu sorunda borçlu olduğu huzur, bundan ibaret değildir. Komünizm ve Sovyetler devrimi, emperyalizmi sevindiren, komünizme ve Türkiye'nin başına bela olabilecek bir Ermeni sorununu tamamen tasfiye etme yolunda bulunuyor. Bu tasfiyenin yönünü çağdaş sınıf mücadelesi şöyle meydana çıkanyor: A- Komünizmin Rolü: Ermeni ulusu ezilen olduğu kadar kahraman bir yığındır. Fakat kuşkusuz bu kahramanlık örnekleri içinde en büyük yararlrğr gösteren, bütün değerlerin yaraücısı olan sımf, yani Ermeni çalışkanlandır. Ermeni proletaryası da, bütün ülkelerin işçi sınıflan gibi, sosyal sömürüden olduğu kadar, ulusal baskılardan da kurtulmuş yaşamak ülküsünü taşrmakta haklıdır.) Onun için bütün yeıyüzünde, bütün ulusal baskılann manivelası, yine ve daima sımf zulmünün itici gücüyle işlemektedir.! Sınıf bilincine kavuşan her kiüe gibi Ermeni proletaıyası da, bütün zulümlere karşı girişilecek biricik mücadelenin sınıf savaşı olduğunu öğrenmiştir. Komünizm, Ermeni çalışkanlar sınıflarına madde ve manevi örneklerle göstermiştir ki, gerek ulusal gerek sosyal kurtuluşta, düşman sınıflann ve emperyalizmin oyuncağı olmamak için, gerçekçi ve dünya ölçüsünde bir görüş ufku ve Leninist bir taktik zorunludur. Bu taktikle Türk buıjuvazisinin Ermeni halkına yapüğı zulmü unutmak sözkonusu büe değü. Fakat Türk buıjuvazisinden alınacak en büyük inti- kamın, Türkiye çalışkan yığınlanyla ve dünya proletaıyasıyla elele vere-
rek, başta bizzat Ermeni burjuvazisi gelmek üzere Tüıkiye kapitalizmini, tüm dünya emperyalizmini tepesi aşağıya getirmek olduğunu unutmamak gereklidir. Bu bakışın, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti dışında kalmış Ermeni çalışkan sınıfları arasında günden güne yerleştiğine her gün yeni ve anlamlı örnekler görüyoruz. Ermeni proletaryasının bir Pilsudski Lehistanı kurmaya ne kadar düşman oldukları, emperyalizmin Ermeni yiğitliğini sömürmek için çevirmek istediği manevralar karşısında takındığı tavır ve açtığı kavgalarla besbelli oluyor. Eskiden beri Ermeni siyasi partileri iki önemli koldu: 1- Taşnakyanlar (Milliyetçi Ermeni örgütü); 2Hınçakyanlar (Sosyal-demokrat Ermeni örgütü). Dünya devrimleri çağında bütün sosyal-demokrat partilerde olduğu gibi, Ermeni sosyal demokrasisinde de sağ ve sol akımlar elbet olmuştur. Bu sayede bugün bir Ermeni komünistliği, Ermenistan dışında da gücünü hissettiriyor. Bunun en canlı örneklerini, Ermenistan dışında Ermeniliğin en kalabalık ve çokluk -sayıca resmen varolan Ermenilerin sekizde birinin (%12,9)- bulunduğu Suriye'de görüyoruz. O Suriye'de ki, Ermeni halkı oraya Türk buıjuvazisi ile Kürt derebeylerinin kılıcından canını kurtarmak için kaçmışü; orada Ermeni proletaryası, dünya proletaryasının bilinçli bir parçası olduğunu gösterircesine, sımf niteliğini ulusal kinin üstünde tutmayı biliyor. Bugün Yakındoğu işçi sınıflarına ömek olacak bu sınıf bilincine, nasılsa buıjuva basımna sızmış iki habercik tanık olsun: 1- Taşnaklann Hınçaklara Saldırısı: "Suriye'den verilen haberlere göre Beyrut'ta Ezenak isminde çıkan, Taşnak Komitesi yanlısı bir gazete, Le Liban isminde diğer bir Ermeni gazetesi aleyhine önemli bir makale yazmıştır. Bu makalenin çıktığı günün akşamı Taşnaklar sözkonusu gazete yönetimini basmışlar, hurufatı dağıtmışlar ve malzemeleri tahrip etmişler. Mürettiplere ve yazarlara adamakıllı bir dayak atmışlardır." Doğruluk derece
si belli olmayan bu haberin sonu şöyle bitiyor: "Le Liban gazetesi Hınçak Komitesine mensup olduğundan bu komiteye mensup Ermeni işçi Taşnaklara diş bilemekteymisler. "3
2- Komünistlerin Taşnaklara Saldırısı: "Ermenistan bağımsızlığının 13. yıl dönümü münasebetiyle Beyrut'taki Ermenilerden Taşnak cemiyetine mensup olanlarla komünist Ermeniler arasında karşılıklı gösteriler olmuştur. Taşnakların bulundukları kilise komünistler tarafından taşa tutul muş, arbedede 3 kişi ölmüştür."
B- Sovyet Devriminin Rolü: Ermenistan Cumhuriyeti dışında
kalan Ermeniler arasındaki hoşnutsuzluğu emperyalizm, daima kendi tarafına yontan bir nalıncı keseri haline getirmeye uğraşmış ve uğraşmaktadır. Özellikle Irak, Suriye, Türkiye sınırları emperyalizmin bu türden tahriklerinin gerek ekonomik gerek siyasal çeşitlerine sahiptir. Bu bölgelerde Kürtlük gibi Ermenilik de, kimi Suriye, kimi Irak, kimi Kürt ulusal harekeüerine karşı Fransız ve İngiliz emperyalizmleri ve onların yerli uşakları tarafından -eski zamanda kale duvarlarım delmeye yarayan koçbaşı gibi- ikide birde kullanılır. Buıjuva basımnda sık sık şöyle haberlere rasüarız: "Halep, 21 (Özel)- Suriye içindeki Deyrizör'den son günlerde Hasiç kasabasına gönderilip yerleştirilen yüzelli kişilik silahlı bir Ermeni kafilesi kanlı bir isyan çıkarmıştır. Ermeniler kasabanın hükümet konağına hücum ederek, Suriye Cumhuriyet bayrağını indirmişler, sonra 'istiklal isteriz' diye bağırmışlar, yaygaralar koparmışlardır. Bu isyana önayak olanların birkaçı tutuklanmış, fakat az sonra Fransızların müdahalesi üzerine serbest bırakılmışlardır. Vb... "4 Ermeni buıjuvazisinin bu tür gösterilerden ne beklediği bilinemez. Belki de onun amacı, Doğu illerinde öteden beri içinden tanıdığı ekonomik ilişkiler sürecinde rol oynamak, kaçakçılık ticaretini sistemleştirmektir. Bununla birlikte bu gösterilerden bizim anladığımız şu iki sonuçtur: 1- Ermeni halkını yok yere emperyalizmin damataşı ve safrası haline getirmek: Yukandaki Hasiç olayı, Fransa'nın Türkiye ile Suriye ...5 karşı oynadığı bir oyundur. Ondan bir yıl önce Irak hükümeti Irak Kürtlerine karşı, kuzey Irak'da (Musul ve Kerkük'de) "bir hıristiyan çoğunluğu vücuda getirmek" için "Kürt, Asuri, Ermeni kardeşliği fikri"ni ortaya atarken, gerçekte Kürt akınına Ermeni şeddini siper etmekten başka ne yapryordu? Yazrk ki, orada ölenler hiç kuşkusuz Ermeni buıjuvalan ve zenginleri değil, yine Ermeni fukarası ve işçisidir. 2-Kürt hareketine diken olmak: Gördük, Irak hükümeti Barzan Kürtlerinin önüne geçmek için Ermenileri kullamyordu. Ağn Dağı isyanı sırasında şöyle bir haber görülüyor: "Beyrut'tan Adana gazetelerine bildiril diğine göre, Taşnaklar tarafından Romanya, Bulgaristan, Fransa ve Yuna nistan'dan gelen temsilcilerin de katılımıyla Lübnan'ın Tecemdun köyünde bir toplantı yapmışlar, bu toplantıda kısaca, Kürt devriminin Ermeni yurdu davasına bağlı olup olmadığı sorunu ve diğer konular görüşülmüştür." 6 4. SonPosta, 22.9.1932. 5. Bir kelime okunamadı.
Bu kısa haber bize gösteriyor ki, Ağrı olayı gibi ne olacağı büsbütün belirsiz ve ikinci derecede bir harekette Ermeni buıjuvazisi, ortada ne fol ne yumurta olmamasına karşın paçaları sıvıyor. Yarın daha önemli bir harekette Kürt ve Ermeni çatışmasının nerelere varabileceği bundan anlaşılmaz mı? Ermeni burjuvazisinin Taşnak Cemiyeti bu psikolojiyle her gün yeni bir macera aramaya ve biraz daha çok anarşiye ve nihilizme dökülmeye doğru gidiyor. Son zamanlarda Makedonya komitecileriyle de şansım denemeye varıyor. Uğurlar olsun. Bizi ilgilendiren Ermeni kapitalistleri ve emperyalizmin uşakları değil, Ermeni halkı, Ermeni proletaryasıdır. Somnu bu açıdan koyarsak, hiç olmazsa Türkiye'nin bugünkü sınırlan içinde, salt bir Ermeni yoksul hareketi, bir kitle hareketi olmaktan tamamıyla uzaktır. Başka bir deyişle, geniş halk tabakalan içinde derin hareketler uyandıracak bir Ermenilik sorunu Türkiye içinde olanaksızdır. Türkiye'nin dışında ve komşulanndaki Ermeniliğe gelince, yukarıda değindiğimiz Ermenilik ve komünizm noktası, Ermeni proletaryasıyla burada vermek istediğimiz Sovyetler Birliği'nin rolü, o sorunu da belli başlı bir taktik ya da strateji davası olmaktan çıkarıyor. Sovyetler Birliği, yıllardan beri bir barınak arayan mülteci Ermeni proletaryasına ve çalışkan halkına kucağım açtı ve özgür bir yurt sunuyor. Balkanlar'da, Suriye'de emperyalizmin kancık oyunlanna kurban gitmemeye lâyık olan Ermeni çalışkanlarını Sovyet vatandaşlığına çağırıyor. Bu çağrı olumlu ve açıktır, daha 1931 yılı sonlarında İstanbul'a Ermenistan Ticaret Komiseri Şahurdikyan bu iş için gelmişti. Gazeteler sorunu şöyle anlattılar: Sovyetler temsilcisi şurada burada "sık sık sırıır olaylarına neden olan Ermenileri de Ermenistan'a götürmek için girişimde bulunacaktır. Gerek Suriye, gerekse Yunanistan'da bulunan Ermenilerin Batum 'a kadar nakil masraflarını Cemiyet-i Akvam sağlamaktadır. Sevkedilecek genç Ermeni işçileri Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'da açılmış olan çeşitli fabrikalarda çalışma hakları 50 Rubleden 300 Rubleye kadar ücret alacaklardır."' Bu sorunda da Kemalizm dünya proletaryasının ve Bolşevizmin bir daha elini öpsün der, asıl konumuza geçeriz.
Yöntem ve Plan Şurası muhakkak ki ulusallık sorunu, Komintern'in olduğundan çok partimizin en zayıt cephesidir. Oysa dünya devrimleri çağında proletarya
devriminin yarattığı yeni uluslararası dengeyle birlikte, geri ülkelerin ulusal kurtuluş hareketleri ve bu hareketierin proletarya devrimiyle olan ilişkileri, denilebilir ki 3. Enternasyonali ikinciden ayıran en önemli karakteristik noktalardan biridir. Diğer noktalardan biri de, Türkiye'nin kendisi bu ulusal kurtuluş hareketierinden önemli bir tanesine sahne oldu. Fakat bu kurtuluş hareketi Kemalist buıjuvazinin iktidar ve diktatörlüğü altına girdiği için, kapitalist niteliklerden ve çelişkilerden kurtulamadı. Ve kurtulamazdı da. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Türkiye dış ilişkilerinde ezilen bir ulus olmasına karşın iç ilişkilerinde ezen bir ulus rolünü oynamaktan geri kalmadı. Bugün Türkiye nüfusunda önemli bir toplam tutan iki ulusal varlık var: Türklük-Kürtlük. Siyasal, ekonomik egemenlik ve üstünlük Türk buıjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı mistik ve belirsiz "Doğu illeri" sözcüğü alünda, özel ve gizli bir sömürge, şiddetli bir asimilasyon ve daha doğrusu bir yoketme siyasetine uğratrldr. Kemalizmin bu sömürgeci, yoketme siyaseti, birçok tarihsel ve siyasal zorunluluklar yüzünden, uluslararası denge içinde bugüne kadar adeta tarafsız bir ilgi ya da ilgisizlikle görüldü. Hattâ belki emperyalizm Türkiye'nin bu "Doğu sorunu'na daha büyük bir ilgi göstermeyi, çeşitli manevralanna uygun buldu. Tarihsel ve siyasal nedenler arasmda en önemlisi, Kemalizmin Doğu illerinde şimdiye kadar emperyalizmin oyuncağı olan derebeyi unsurlarla çarprşryor görünebilmesi sayesindedir. Oysa derebeyliğin Kürdistan'da a - ' yaklandırdığı ya da ayaklandırabildiği ytğtnlar için sözkonusu olan şey, dini alet etmek ya da emperyalizme alet olmaktan çok, ekonomik ve ulusal baskıya karşr bir tepkiydi. Yani Kürt halkı zulüm denizine düşen herhangi bir insan gibi, emperyalizm ya da feodalizm yılanına sarılmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu ezilen halkı acıklı durumunda yalmz bırakmamak için onun özel dummunu incelemenin ve saptamanın zamanı artık gelmiş de geçmiştir. Çünkü bizzat "emperyalizme alet olan" zümreler büe, bu kitleler arastnda artık salt dini kışkırtmalardan başka yöntemlerle propaganda ve hareket yaratma girişimindedirler. Bu ve buna benzer girişimler karşrstnda Kemalizmin şimdiye kadar aldığı tavır, şimdiden sonra da uygulayacağı yöntemler için de örnektir: Kanlı uslandırma seferleri -üan edilmemiş sürekli sıkıyönetim- askeri yoketme siyaseti! Kemalizmin "Doğu illeri"ndeki yengin taktiği budur. Türkiye proletaryasryla onun keşif kolu, bu militarist diktatörlükten aym derecede bütün ezüenlerin bilinçli kılavuzu olmak zorundadır. Doğu iüeri somnu bir ulusallık sorunu olduğuna göre, sorunu bu bakımdan
araştırmakta -dünyada yeni devrim dalgalarının yakınlığı oranında- geri ve geç kaldığımız kesindir. Leninizmde ulusallık sorunu yöntemce soyut olmaktan çok somut bir davadır. Lenin ulusallık sorununu ele alıp incelerken tutulacak yöntemi şöyle tanımlar: "Varolan ilkeler sözle değil, fakat somut tarihsel durumun ve herşeyden önce ekonomik durumun açık tahlili; ezilen sınıfların, işçilerin, sömürülenlerin çıkarlarını, güdücü sınıfların çıkarlarından başka bir şey olmayan, ulusal denilen çıkarların genel kavranışından iyice ayırtmek gerekir. Gene, ezilen, bağımlı ve hukuk eşitliğinden yararlanmayan ulusları, ezen, sömüren, bütün haklara sahip olan uluslardan dikkat ve özenle ayırtetmek gerekir. Böylece yeryüzü nüfusunun büyük bir çoğunluğunun en zengin, ekonomik açıdan en ileri, küçük bir kapitalist uluslar azınlığı tarafından köleleştirilmesini, finans-kapital ve emperyalizm dönemine özgü olan bu köleleştirmeyi, maskelemeyi dener. Demokratik burjuva yalanına karşı koymak gerekir." 8 Lenin'in bu metodolojik saürları, bize herhangi bir ulusallık sorununu nasıl koymak gerektiğini yeterince öğretiyor. Buna Leninizmin yine ulusallık sorunu hakkındaki öteki ilkelerini de eklersek, ulusallık sorununu araştırırken hangi noktalardan yürüyeceğimiz daha belli olur. Bu noktalan şöyle saptayabiliriz: 1- Ulusallık somnu varolan ve mutlak ilkelere göre değil, somut: a) Tarihsel b) Özellikle ekonomik tahlillerle araştınlır. 2- Ulusallık sorununda egemen sınıflarla ezilen sınıflann (işletenlerle işleyenlerin) çıkarlan birbirine kanştınlmamalıdır. 3- Ulusallık sorununda egemen ulusla ezilen ulusun (ezenlerle ezilen lerin) çıkarlanm iyice ayırtetmek gerekir. 4- Ulusallık sorununda demokratik burjuva palavralannı ulusal kurtu luş hareketinden ayırtetmek gerekir. Ya da Stalin'in dediği gibi, ulusallık somnu reformla (Teşkilat-ı Esasiye ile) değil, devrimle çözümlenir. 5- Ulusallık sorunu özü gereği bir kitle sorunudur. Yani: a) Ortada bir ulus bulunmalı; b) Somn, Lenin'in "horoz dövüşü" dediği ulus kavgalan değil, "halkın geniş kitleleri içinde bir tepki fışkırtır" olmalı. 6- Ulusallık sorununun şu söylenenlere göre aslı bir köylü sorunudur. Burjuva devrimleri çağında köylü hareketi, demokrasi devriminin bir parçasıydı. Fakat bugünkü proletarya devrimi çağında egemen ulus fînanskapitali, ezilen ulusun özellikle köylüsünü soyup soğana çevirdiği için, köylü sorunu küçük-burjuva niteliğiyle egemen ulusa karşı bir ezilen ulus 8. Lenin: Bütün Eserleri, c.XXV, s.286.
sorunu ve böylece de bir dünya devrimi sorunu olmuştur. 7- Ulusallık sorunu bir dünya devrimi sorunu olduğuna göre, olumlu ya da olumsuz niteliği, ancak dünya devrimine oran ve görecelilikle belirir. Girişte genel olarak açüğımız sorudan soma vardığımız manüksal sonuç şu oldu: Türkiye'nin içindeki Doğu sorunu genel olarak bir ulusallık sorunudur, özel olarak Kürt ulusallığı sorunudur. Sorun böylece durulaşürıldıktan soma, araştırılacak konular aşağı yukan şunlardır: 1- Türkiye'de bir Kürt ulusu var mı? 2- Sosyal olarak Kürt ulusu davasr özü gereği bir köylü sorunu mu dur? 3- Kürt köylülüğü sömürge baskrsr alünda mıdır? 4- Kürt ulusu bu baskılara karşr ne gibi tepkiler gösteriyor? (Bu tepki lerde sınıfların rolü?) 5- Kürt ulusu davasrmn dünya devrimi ve Türkiye proletarya devri miyle ilişkileri nelerdir?
Kürt Ulusallığı TARİHSEL DURUM Yunanlı Herodot, Kızılırmak'ın alt nehir yatağının batısına Kato-Asya derdi. Romalılar, Fırat sınırına kadar uzanan aym bölgeyi Küçük Asya adıyla anarlardı. İşte bu aşağı ya da Küçük Asya denilen Anadolu'nun ötesi, bugün Doğu illeri dediğimiz yerdir. Gerek Yunan, gerekse Roma uygarlıklan tarafından Anadolu'dan ayrı tutulan bu ülke, Arap-İslam istilasına kadar Pers Imparatorluğu'nun elinde kaldı. 13. yüzyıl sonlarına doğru Selçukluların, 15. yüzyü ortasından sonra Timur torunlarının hükmünde yaşadı (Akkoyunlular). Osmanlüar ilk kez Yavuz Sultan Selim döneminde İranlüarla yapüan Çaldtran Savaşt'ndan sonra, yani 16. yüzyılın son çeyreğine doğru, Diyarbakır ötesine kadar Kürdistan'ı ele geçirdiler. Fakat o bezirgan derebeyi istilacrhğrmn içyüzü malûm, o zamanki devlet sınırlarında zapt ve istilanın anlamlan, bugünkülere oranla adeta metafizik bir belirsizlik, görecelilik ve istikrarstzlık içindeydi. Onun için Osmanlr Imparatorluğu'nun Doğu ve Bati (Iran ve Avusturya) arastnda bitmez tükenmez zigzaglan sırasında, Yavuz'dan çok sonra daha uzun süre, ta Sultan V. Murat dönemlerine kadar, Kürdistan'da İran derebeyleri ve şatolan hüküm sürdü. Kürdistan bölgesinin uzat tarihi gözönünden geçerken şu sonuçlar belli oluyor: 1- Kürdistan yaylası Anadolu'dan ayrı bir ülke olarak kalmıştır: Gerek Yunan uygarhğr, gerek Roma İmparatorluğu döneminde bu aynlık ufak tefek faiklarla aynen kaldı. Ondan sonra Bizans ve Pers devletlerinin doğal sınırlan uzun süre hep Anadolu yaylasıyla Kürdistan yaylasının sınırlan oldu. Roma uygarlığı gibi kadim imparatorluklann daha geç bir örneğinden başka bir şey olmayan Osmanlı İmparatorluğu içinde Kürdistan, Anadolu üe bilişikliğiyle, mağrur Acemlerden Türklere geçen yan-bağımsız derebeylikler halinde sarp bir ada gibi kaldı. 2- Kürdistan yaylası dört yol ağzıdır: İslam Araplığı (ya da Arap bezir ganlığı) Irak'ta Basra ve Küfe karargâhlarını kurduktan sonra iran'ı zaptet mek isterken, Kürdistan düğümünü ele geçirmişti. Cevdet Paşa Muaviye'den kaçan İranlılar "...9 nam mevkide toplanmışlardı" diyor, "ki
buradan Pers ve Azerbaycan ve Dağıstan yollan aynlıyor." Hattâ iranlılar "bir kere dağılırsak sonradan toplanamayız" der. Yüz bin ölü bırakıncaya kadar savunmada bulunmuşlardır. Fakat Kürdistan Doğuda, Hint, Çin, Orta Asya ve Rusya pazarlarına giden karayollarının başında değildi. O zamanki bilinen Batı, Avrupa dünyasının başlıca uğraklan olan Ak ve Karadeniz yollarının da iki koldan (Halep ve Trabzon'dan) uğrağıydı. Zaten Anadolu'nun sömürgeliğinin bir anlamı da buydu. 3- Kürdistan yaylası her uygarlığın uğrağı oldu: Doğuyla Batı arasında deniz yollarının bilindiği dönemlerde, bu en büyük köprü rolünü oynayan bölge, zorunlu olarak bütün istilacı uygarlıkların gelip geçtiği bir kervansaray halini aldı. Bunu kanıtlamaya kalkışmak boşuna zahmettir. Yalnız karakteristik bir ömek: Eski Müzeler Müdürü Halil Bey Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuasında Amida isimli kitabın bibliyografyasını yaparken, Kara Amid (Diyarbekir) beldesinin İslamiyetten Osmanlılığın eline geçinceye kadar tam 23 hükümet görüp geçirdiğini kaydediyor. Osmanlı İmparatorluğu, bütün öteki imparatorluklar gibi, Kürdıstan'ııı sosyal bünyesinde herhangi bir değişiklik değildi. Yine daima ataerkil klan ve aşiret manzarasını koruyor. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu adına, belirli yol uğraklarında yan misafirhane, yan devlet kılıklı şatolar kuran bazı resmi deıebeyler, bu yollardan geçecek bezirgan kervanlarının, çevredeki aşiretlere karşı güvenliğini gözetiyordu. Bazen 20 saatlik yan çaplı bir çember içindeki geniş bir ülke (bugünkü 5-10 Türk ili) içinde bulunan tüm aşiretler, imparatorluğun oradaki temsilcisi derebeye boyun eğerdi. Başlarından bir imparator gitmiş, diğeri gelmiş; bu, yerli aşiretlerin umurunda bile değildi. Onun için aşiretler üstünde saltanat sürmek, görünüşte bir ip cambazlığını becerebilmek demekti. Derebeyi Osmanlılığın son dönemlerine doğru Türk burjuvazisi adına, yabancı kapitalizmin dayattığı reformlarla yan yana, saltanat devletinin merkezileşmesi başladığı ve güçlendiği zamanlarda, Kürdistan'daki klan sisteminin kılı kımıldamadı. Hattâ Tanzimat-ı Hayriye sıralarında küçük derebeyliklerin "ilga" edilmesi, Kürdistan aşiretleri için bir felaketten çok, bir nimet olmuştur. Tam merkeziyelli bir devlet ağı kuruluncaya kadar, aşiretler daha başıboş ve serbest kalmışlardı. Meşrutiyet burjuvazisinin sahneye çıkışı, Kürdistan aşiret ulularının, ağa ve beylerinin ekmeğine yağ değil, kaymak sürmüştür. Söylediğimiz gibi Kürdistan'da ulusal uyanış, iç gelişme ve dış kışkırtmalarla büyüyen Ermeniliğin, tarihinde ender görülür bir ölçüde çapul edilmesi, bir sanatlan da çapul olan ağa, bey ve ululan biraz daha
tombullaştırmak ve güçlendirmekten başka bir sonuç vermedi. Tarihin tersi cilvelerinden biri de Kürdistan yaylalarında gerçekleşti: Yalmz ekonomik temel üst katlan etkilemez, üst katlar da hattâ aym derecede ekonomik temeli etkilerler. Siyasal egemenliği elinde tutan Türk buıjuvazisi, ekonomik olarak geri bir klan sistemi, Kürt aşiret ve beyleriyle elele vererek, daha yüksek bir ekonomik gelişimi temsil eden Ermeniliğin hemen hemen Türkiye'deki kökünü kazıyabilmiştir. Türk burjuvazisi birdenbire, koca Kürdistan'dayalmz Kürtlükle karşı karştya kaltvermişti. Bereket versin, Osmanlı çorbasma henüz şalgamından turpuna kadar her nesne kanştuabüiyördu. Zaten Türklük büe, daha ancak Kürdıstan'ııı merkezinden gelmiş bir Kürt memurunun (Ziya Gökalp'in) derleyip toplamaya kalkıştığı ve Duıkheim'dan saçmaladığı bir dayanışmacılık perdesi altında Türkçülük ideolojisiyle yeni uyanıyordu. Galiba olan basit bir değiştokuştu: Türklük, Kürtlüğe maddeten şişmanlama olanaklannı (Ermeni çapulunu ve katliamını) bağışlıyor, buna karşılık olarak Kürtlük de Türklüğe manen kabarma ideolojisini (Ziya Gökalp Türkçülüğünü) sunuyordu. Ateşkesle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun zafer arabasından inmeye bir türlü razı olmayan Meşrutiyet buıjuvazisi temsilcileri, hattâ hanedan temsilcilerinden daha kötü bir sonla olmamışa döner. Cumhuriyet burjuvazisi dünya proletarya devriminden aldığı hızla yeni yeni sahneye çıkarken, Bolşevik devriminin sınırlarında birkaç bekçi köpeği dikmek isteyen emperyalizm, bilinen Beyaz Ermenistan ve Beyaz Gürcistan gibi bir de Beyaz Kürdistan kurma amacındaydı. Asıl o zamanki Türkiye'nin belli başh merkezlerinde Kürt aydrnlan taralından, zayıf, kansız bir Kürtlük akrm ve örgütü başgöstermişti. Kürtlük akımı, daha bu ilk taze uyanış dönemkideyken dünya ölçüsünde görüş yokluğuna, ya da sosyal bünyenin ağırlığına kurban gitti. 1- Dünya ölçüsünde görüş yokluğuna kurban gitti: Çünkü Türkiye'de ktsaca "mütareke yıllan" denilen dönem, dünyada açılan proletarya devrimleri çağmm en dalgalı ve fırtınalı bir aşamasıydı. Dünya ölçüsünde bir görüş ufkuna sahip olabüen, hattâ dünyaya bile gerek yok, burnumuzun dibindeki Çarlığı deviren Bolşevik ülkelerinde olan biteni, ne kadar az olursa olsun fark eden herhangi bir siyasal akım, çarçabuk görüp anlayabilirdi ki, bugün dünyada rol oynayan en büyük güç dünya işçi sınıfirun ideolojisi, komünizm ve Bolşevizmdi. Yeryüzünde herhangi bir geri ülkenin ulusal kurtuluşu ancak ve ancak bu büyük güçle elele verdiği zaman cidden ve sürekli olarak tutunabilir, olumlu bir rol oynayabilir. Şu halde
eğer sözkonusu olan bir Kürt ulusal hareketiyse, bu hareketin biricik şaşmaz yolu vardı: komünizmle elele vermek. Yani yakın Sovyet devriminden hız ve yön almak... Yeni doğmuş Kürt ulusçuluğu bunu yapmadı. Oysa Türk buıjuvazisi yaptı. 2- Sosyal bünyenin ve geçmişin ağırlığı altında ezildi kaldı: Kürdistan'm egemen ve yengin sosyal bünyesi, klan ve aşiret ululuğu ve beyliği sistemiydi. Bu sistem geleceği değil, geçmişi özleyebilirdi. O zaman geçmişe dört elle sarılmış: a) Türkiye'de saltanat; b) Dünyada emperyalizm vardı. Onun için Kürdistan'daki yengin nitelik bu ulusal ve uluslararası katmerli karşı-devrimin peşinden sürüklenmeye zorunlu oldu. Marksizmin temel ilkesini bir daha doğruluyor: Varlık düşünceyi saptıyordu. Eğer birinci şıktaki görüş ufkuna düşünce, ikinci şıktaki Kürdistan'm sosyal bünyesine varlık dersek, o düşünce kıtlığım bu varlığın baskısından başka hiçbir şey açıklamaz. Onun için biz o zamanki Kürtlük akımının temsilcilerini budalalıkla, kafasızlıkla suçlayacak kadar hayalperest olamayız. O bunalımlı dönemde bütün zırhlılarına, fiyakalı taburlarına, gayet camgöz ve paralı casus ve hafiyelerine karşın emperyalizm, ölüm titreyişleri geçiren şaşkm bir canavar haline dönmüştü. Onun Kürtlüğe, Ermeniliğe vb. o sırada gülümser görünüşü bile, ölüm dönemindeki bir tetanoslunun "rire hyppocratique: Hipokratik eziliş"inden, Sokratvari srrrtrşmdan başka bir şey değildi. Bu sırıtış, ondan medet umanları pençesine geçirmek isteyen vahşi bir hayvanın hilekâr çehre oyunundan farksızdı. O zamanki Kürt ulusçuluğu bunu göremedi, fakat görüş ufkunu bu kadar daraltan şey zekâsızlığı ve yeteneksizliği değil, içinden doğduğu ve temsilcisi olmak istediği Kürdistan sosyal bünyesinin ruhuna yaptığı baskıydı. O zamanki Kürt ulusalcılığı, tarihsel durumu yüzünden kendisine hâlâ derebeyleri lider yaptı. Bir iskeletten farksız olan Sultanla uzlaştı. Hâlâ anavatanda patlayan işçi hareketi önünde vahşi hayvanlara özgü bir panik psikolojisine düşmüş emperyalizmden medet umdu. Anadolu'da daha bir depreşme ve toplaşma başlangıcı sezilmek üzereyken, Bedirhanilerden (Kâmran-Celadet-Cemil), halifenin gizliliğine dayanarak, İngiliz binbaşısı Noel ile birlikte, yanlarına aldıkları 15 Kürt atlısına yaslanarak,•"Malatya'ya savaş yoluyla girdikleri zaman Kürt bayrağım" çekmeye kalkışıyorlardı (Gazinin Nutku). Kürt ulusalcıları, ezilen Kürt miriyvolarımn içine girerek Kürt köylülüğünü barut gibi ıhtılalcileştirecek devrim sloganları ve örgütleri yaratacak ve Anadolu köylülüğünün ulusal kur-
tuluşuyla eşit haklı ve ortak anti-emperyalist cepheli bir müttefik gibi kaıdeşleşecek yerde, sultanın ve musallat emperyalizmin, Anadolu'da yeni beliren ulusal harekete karşı aleti olma tehlikesine düştü. Malatya'da İngiliz binbaşısı ve onbeş Kürt atlısıyla Bedirhanileri karşılayan Mutasarrıf Bedirhani Halil ile Harput Valisi Galip yönetiminde Sivas Kongıesi'ni bozmaya kalkışmak, ne yaptığını bilmemek, o zamanki taktiğe göre dosta kılıç çekip, düşmanın kucağına düşmekti. Kürtçüleri ölüm darbesiyle vuran etkenlerin başında şu iki neden gelir: 1- Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık hareketinin özü gereği bir geniş çalışkan köylülük sorunu olduğunu bilememek, yani nesnel olarak kiüeden kopmak. Oysa o ikiyüzlü Cumhuriyet burjuvazisi küllü ayıbıyla birlikte, hiç olmazsa palavra ve sahtekârca da olsa, bir "memleketin efendisi köylüdür" ikiyüzlülüğüyle Türk köylülüğünü aldatmak silahım kullanmıştı ve hâlâ da kullanıyor. 2- Öznel olarak Kürtçülüğün belini ortasından baltayla kıran ikinci önemli etken, onun örgütte de derebeyi artıklarına dayanması, ağa ve bey şeflerle ve kadrolarla iş görmeye kalkışmasıdır. Oysa bir Kürt aydınlan ve köylülüğü bloğu pekâlâ olanaklı olabilirdi. Bu nesnel ve öznel etkenler yüzünden, İstanbul'da Mardin yoluyla gelen ve 13. Diyarbakır kolordusunun bir süvari alayına karşın olaysızca Malatya'ya karşılanarak giren Bedirhaniler, üçbuçuk subaym örgütlü müdahalesi önünde çil yavrusuna döndüler, 11 Eylülden sonra Erzurum Kongresi'nde bunlarla uzlaşmanın daha doğru olacağım söyleyen askeri örgütün Malatya cüzüne, Mustafa Kemal şu telgrafı çekiyordu: Urfa ve civannda İngiliz güçleri azlıktır. "Kürtlerin de sosyal olarak başardı olsalar bile askeri güçler karşısında ne dereceye kadar başarılı olacaklarını takdir buyurursunuz." (Gazinin Nutku) Başka bir deyişle, Cumhuriyet burjuvazisi Kürt ağa ve beylerinin "sosyal olarak başanlı" olabileceklerini bile tahmin etmiyordu. Ve gerçekten de öyle oldu. Hemen hemen aynı tarihlerde, taşra buıjuvazisi adtna Mustafa Kemal Paşa, İstanbul buıjuvazisi adtna Bahriye Naztn Salih Paşa, imzaladıklan 11 Eylül 1919 tarihli ikinci protokolde, makamı saltanat, hilafet hakkında bir sürü güvenceden sonra şu saürlan imzalıyorlardı: "Kürtlerin bağımsızlık amacı görünüşü altında yapılmakta olan söylentilerin önüne geçme konusu görüşüldü." Artık ondan sonra, doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız, her Kürt hareketinin alnına ünlü damgalar basrldr durdu: 1- Karşı-devrimcidir; 2- Yabancı pa-rasıyladır. O zamanki durumu tahlil eden bir milletvekili, Sakarya'dan sonra Fransızlarla güney anlaşması biterken, Zalim Çavuş adında birinin
Koçgiri taraflarındaki "talanını" şöyle açıklar: "Alişar namlı haydutlar... Dirlik, Refahiye, Kuruçay, Kemah çevresini birleştirerek özerklik verilmesi için telgraflar çekmiştir... Yabancı parası ve parmağı bu oyunu oynuyordu. "10
Nicelikçe Kürtlük Türkiye Cumhuriyeti'nde Anadolu'nun ve Kuzey Karadeniz kıyılarının dışında bir "Doğu illeri" kavramı ve damgası var. 17 il sınırını içine alan bu bölgeye, rastiantıyı Allah saymayanlar için, herhalde bir kapris eseri olarak böyle bir ad takılmış sayılamaz. Bu bölge bir coğrafya bölünümünden ve kıtasından ibaret de değildir. Çünkü Kemalizm, güya genel bir yasa kisvesi alünda oluşturduğu Genel Müfettişlikler oyununu yalmz bu bölgenin başına "Birinci Müfettişlik" adıyla oynadı. Ve herkesten iyi Kemalizm bilir ki, bu öyle kuru bir merkeziyet, yani genel işlerde halkın işlerini kolaylaştırmak vb. saçmalan gibi, bir buıjuva devleti için boşuna masraflı olacak bir külfetten ileri gelmez. Birinci Müfettişlik, hâlâ halkının baş ucunda asılmış bir Demokles'in kılıcı, bir ilan edilmemiş köpekçe sıkıyönetim, bir en yırtıcı ebedi terördür. Bu nitelikler gözönünde tutulduktan soma, bütün bu bölgenin önce bir ayırtedilişinin, soma militarist bir zulüm sistemiyle yönetilişinin Kemalizmin keyfi ya da babasımn hayrı için yapılmış ve yapılmakta olmadığı kolay anlaşılır. Doğu illeri bölgesinin asıl adı Kürdistan'dır ve bunun böyle olduğunu anlamak için, hattâ Doğu illerinin içlerine doğru Başbakanvari bir yolculuk yapmaya bile pek gerek yoktur. Türkiye Cumhuriyet atlasım açımz, şöyle kasaba adlarına bir göz gezdiriveriniz: "Dil devrimi"nin bu adlan Türkçeleştirmek konusundaki bütün gayretlerine karşın, büyük çoğunluğunun sizin -yani Türklerin- anlayamayacağı bir dilden olduğunu hayretle görürsünüz: Hakkari-Van-Bitlis-Siirt-Mardin-Harput-Urfa-Malatya-Sivas vb... yalnızca il adlan olan bu kelimelerin Türkçeyle bir ilgisi var mı? Gerçi belli olmaz, bakarsınız bir "tarih devrimcisi" çıkar, bize Atena'nın at-ana olduğunu öğrettiği gibi, örneğin Malatya'nın Türkçe malat-ye kelimelerinden, Mardin'in mert: erkek + inden (erkeğin oturduğu mağara sözlerinden), bilmem Siirt'in seyirtmek lâfından, yok Bitlis'in bitli İsa palavrasından geldiğini ve daha kimbilir neler Türkçeleştiriverir. Aslında il adlan geçmişin birer yadigârı da sayılabilir. Fakat bir ülkenin hangi kavime ait olduğunu gösterecek asıl adlar, küçük kasabacık ve köy 10. Urfa milletvekili Şeref: "Birinci Millet Meclisi", 3.1.1932.
adlarıdır. Biz gelişigüzel bir örnek olmak üzere, Başbakan İsmet Paşa'nın Büyük Millet Meclisi'nde temsil ettiği seçim bölgesini ve Doğu illerinin en Batı ilini, yani Malatya'yı ele alalım ve onun da köy adlarını değil de daha ikinci derecede olan ilçe ve bucak adlarını resmi devlet yıllığında görelim. Malatya ilinin sekiz ilçesiyle bucak merkezleri şunlardır: 1- Malatya: Merkezinde Porga, İspendre, Tahir, Kuzene, Kal'a; 2- Ariha ilçesinde: Sürgü, Levent, Guracık; 3- Arapgir ilçesinde: Şotik, Motmur; 4- Pütürge'nin: Keferdiz, Merdis, Tahsis, Sinan; 5- Eğin ilçesinde İlçi (sakın Lenin'in kökeni olmasın?), İnseti, Ağın Paşkeli; 6- Kâhta ilçesinde: Tokariz, Merdis, Alut, Sincik (Bremişe); 7- Adıyaman: Samsat, Kuyucak, Karıcık, Çalgan, Tut; 8- Hekimhan: Hasan Çelebi, Gelengeç. Bu durumda Cumhuriyet burjuvazisinin Doğu illeri dediği Kürdistan'm bugünkü Türkiye sınırları içinde yeri, tuttuğu yer nedir? 1928 ve 1929 tarihli T.C. yıllığına göre: "Türkiye'nin kayıtlı genel nüfusu" 10.915.909 kişi; yüzölçümü 762.730 km2'dir. 17 Doğu ilinin (Erzincan, Erzurum, Elazığ, Urfa, Beyazıt, Bitlis, Hakkari, Diyarbakır, Siirt, Şebinkarahisar, Gaziantep, Kars, Gümüşhane, Mardin, Maraş, Malatya, Van) sözedilen devlet yıllığınca nüfusu 2.738.267 kişi ve yüzölçümü 251.131 km2'dir. Yani Doğu illeri Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfusça %24,7'si, toprakça %32,8'i oranındadır. Yuvarlak hesap söylenecek olursa, Türkiye Cumhuriyeti'nce yarı resmi şekilde sınırlan çizilen Kürdistan, bugünkü Türkiye'nin nüfusça dörtte biri, toprakça üçte biri demektir. Fakat bu oranlar kuşkusuz Türkiye içinde Kürt çoğunluğunu oluşturan iller için böyledir. Yoksa Kürt halkının bulunduğu bölgeler, bu 17 ilin sınırlanndan çok daha geniştir. Baüda Sivas ve Adana, kuzeyde Ardahan ve Artvin illerinin sınırlanın aşar. Yukanda Zalim Çavuş'un "talan" ettiği, Alişanlann özerklik istedikleri bölgeler, kısmen Sivas iline dahildir. Doğu taraflarında seyahat eden bir Kürt düşmanı, Beyazıt ve Ağn dağı bölgelerinde Kürtlerin salgınından söz ederken şunlan yazıyor: "Fakat derebeylere zayıf düşmesi ve sonra da ilga edilmesi sonucunda Dicle sularında gezgin bir biçimde yaşayan bu Kürtler, buraları istila ederek ülkeyi çekirge saldırısına uğramış bir tarla gibi harap etmişlerdir! Ve tahribat çok derindir." Pek acıklı olarak devam etmektedir: "Kürtler buralarda da kalmamışlar, yavaş yavaş daha kuzeye, Kafkasya'ya sokulmuşlardır. Gürcistan sınırında, Ardahan'ın otlaklarında, hattâ Yalnız Çam geçidinde (Artvin ili) bile bunları aynı vahşilikle, kaba ahlâkla, aynı toplum örgütüyle görmekteyiz. "n 11. YusufMazhar: Ararat Eteklerinde, Cumhuriyet, 10.7.1930.
Fakat Kürtlük deyince, onu yalnız Türkiye sınırlan içine sığdırmak yctcd i değü. Eski dünyada bugün Doğu ve Baü diye bir sınıflama nasıl olanaklıysa, üpkı öyle iki Balkan vardır: 1- Baü Balkanlan; 2- Doğu Balkanlan... Baü Balkanlarını bilmeyenimiz yoktur. Genel olarak Balkanlar dediğimiz Avrupa kısmı. Fakat Asya Balkanlan ya da Doğu Balkanlan diye henüz adı konulmamış bir Balkanlar var ki, onun herkesçe belirli ve bilinen tek bir adı yok. Muz gibi yiyenin niyetine göre çeşni değiştiren birçok adı var. Bu Balkanlar, bugünkü Kürdistan'm sınırlan üstündedir. Avrupa Balkanlan gibi, Asya Balkanlarının da, büyük ve tarihsel geçitliliği yüzünden, Kürt, Ermeni, Arap, Süryani vb. gibi birçok ırk ve kavim karmakanşık, içli dışlı, bir arada bulunurlar. Avrupa Balkanlan gibi Asya Balkanlarında da bu Arap saçı haline gelen ırk ve uluslar, ikide birde çatışı dar, şu ya da bu yabana devletin ad ve hesabına komitecüer yetiştirirler. Bir faikla ki, Asya Balkanlarında Doğululuk egemendir. Asyalılık mühürü bütün şiddetiyle hüküm süıer. İşte Kürtlük denince ve bu Asya Balkanlılığı içinde, oldukça türdeş bir ırk ve geçim birliği temsil eden bir nüfus anlaşılır. Kürt deyince yalnız Türkiye sınırîan içinde bulunanlar haürlanmamalı. Baü İran'da, Kuzey Irak'ta, hattâ Suriye'de de Kürtler vardtr. Kürtlerin Kafkaslar'a kadar çıktığım yukanda görmüştük. Ağn* isyanr, Türkiye'ye karşr İran Kürtleri içinde hazırlandı; Ağn isyanından, birkaç ay sonra başta Barzan şeyhi olmak üzere, Irak hükümetine karşı krşkırtrlan Kürt hareketi Irak'ta patlamrş ve yıllarca sürmüştür.
Nitelikçe Kürtlük (Ulus Olarak) Niceliğine, miktar ve sayısına kısaca işaret ettiğimiz Kürtlük nitelikçe ne haldedir? Başka bir deyişle ulus olarak bir Kürtlük var mıdır? Bunu araştırmak için önce ulus denilen gerçekliğin: 1- Tarihsel; 2- İstikrarlı bir olay olduğunu hatırlamak gerekir. Sırasıyla soralım: 1- Kürtlük istikrarlı bir varlık mıdır? Evet. Kürdistan denilen bölgenin yüzyıllardan beri tanrnmış sosyal özelliği ve bu bölgelerde oturan insan kümelerinin içinde belki en eski bir kavim olarak ("tarih devrimcileri" duymasın) Kürtlerin bulunuşu, bugün bir olay olan Kürtlük topluluğunda su götürmez bir istikramı varolduğunu, Kürtlüğün bir fatih peşinde koşarak toplaşmış gelgeç bir kalabalık olmadığım, belki şimdi de dahil olmak üzere şimdiye kadar üstünden sel gibi aşıp geçen binbir fatihe karşın bir varlık olarak kaldığım kanıtlamaya yeterlidir. 2- Kürtlük tarihsel bir olay mıdır? Buna
da evet. Gerçekte Kürt kavmi ve Kürt aşiretler topluluğu, yüzyıllardan beri varoluşuna karşın, bağımsız bir Kürtlük, bir Kürt ulusu davası, ancak dünya proletarya devrimleri çağına karşılık gelen, Doğunun ezilen uluslanndaki ulusal uyanış tarihinden önce ciddi bir şekilde başlamış değildi. Osmanlı İmparatorluğun'da derebeyi sistemi galip geldiği sürece Kürdistan içlerinde Kürtlük akımı değil, aşiret gayreti egemendi. "Bağımsız Kürdistan" sözü, Kürtlüğün ulus olarak bir başka ulusa karşı konulusu, ancak yalan dönemin ve bugünün sorunudur. Tarihte Kürtlük olayından sözederken, bu böylece bilindikten sonra bilinen "ırk" tasansını da unutmayalım. Türk buıjuvazisi, o ender "tarih devrimciliği" hızıyla bütün "uygar" ulusların Türk olduklarını kanıtlarken, "vahşi" Kürtlerin de "iıken" aslmda Türk olduklarım ya da safkan Türkleri Kürrteşlirdiklerini ileri sürmekten geri kalmıyor. Adı geçen yazar bu noktaya şöyle değinir "Yanımda aydın geçinen bir kişi vardı. Ev sahibinin durumunu görerek, 'Azeri Türkler burada Kürtlerin üzerinde ne derin etkiler yapıyorlar... bak adama! Bu Kürtten çok Türkü andırıyor' demişti. 'Zavallı şaşkına olayı tersine görmesi gerektiğini anlatamadım, Çünkü o bir Türkün Kürtieşebileceğini aklına sığdıramıyordu. Fakat gerçek böyleydi ve böyledir de. "n
Tabii ciddi bir konuda "Kürtleşmiş" olanların hangi ııktan olduklarım anlamak, kan muayenesi yöntemlerine başvurmak ancak Kemalist ulusçuluğunun, o da nalıncı keseri türünden harcıdır. Oysa böyle bir yöntemin mantıksal sonucunu Anadolu Türklerine de uygulamaya kalkışmak gibi Kemalizm için tehlikeli, bizim için boşuna bir olasılık da vardır. O zaman kimlerin kanlarında nelerin bulunduğunu "Allah bilir"di. Fakat ulusun tarihsel ve sosyal bir kavram, ırkınsa doğal ve çevresel bir nitelik olduğunu bilenler için bu üzüntü ve yapmacıkların anlamı yoktur. Onun için biz insanların Kürtleşmiş ya da Türkleşmiş olduklarına değil, bugün sosyal olarak Kürt mü, Türk mü tanındığıyla yetineceğiz. Bu iki ana hat çizildikten' sonra ulusallık sorununun özelliklerini de arayalım. Ulus deyince somut olarak nasıl bir topluluk akla gelir: 1- Yurt birliği: 2- Öz dil birliği; 3- Kültür birliği; 4- Ekonomi birliğini tüm olarak temsil eden bir topluluk. Kürtler böyle bir topluluk mudur? Bakalım: 1- Yurt Birliği: Yukarıda geçen düşüncelerden sonra Kürtlerin, yüzyıllarca süre Anadolu'dan coğrafya açısından bağımsız, özel dünya yollarının geçit ve uğrağı olmuş, iklim ve doğaca az çok türdeş bir yurt içinde, bir arada yaşamış bir topluluk olduklarını kanıtlamaya gerek kal12. Yusuf Mazhar: A.g.y., 19.7.1930
maz. 2- Öz Dil Birliği: Kürtçe, Türkçe ile taban tabana zıt bir dildir. Fakat acaba bütün Küıtlerce konuşulan biricik bir dil var mı? Burada şu iki noktayı unutmamak gerekir: a) Öz Dil Birliği: Ulusal bir birlikten sözederken, mutlak istisnasız dil birliği değil, öz dil birliği kastedilir. Bugün Kürdistan'ın bazı il merkezlerinde ekonomik çıkarlan Türk buıjuvazisiyle az çok uzlaşabilen bazı Kürt buıjuvalan ile Kürt aydınları arasında Kürtçeden kozmopolit bir tiksiniş vardır. Bu durum hâlâ bugün bile Türkiye'nin kültür merkezinde yaşayan monşerleşmiş Türk burjuvalarında görülenden farksızdır. Fransızca ya da Fransızlaşünlmış Türkçe konuşmayı bir üstünlük sayan Türk buıjuvalan, bir Anadolu Türklüğünün varlığını nasıl inkâr etmezse, tıpkı öyle, Doğu illerinin Türkleşmiş gözüken kocaman Kürt tüccar, müteahhit ve memurlan da biricik bir Kürt dilinin varlığını yok edemez. Aslen ulus dili olarak dil birliği denince, geniş halk tabakalarının konuştuğu ana dil, öz dil akla gelir. Doğu illeri denilen Kürdistan'ın halk dili böyle bir dildir, b- Şive Farkları: Kürdistan'ın eski uygarlıklara uğrak bir dört yol ağzı oluşu, çok eski zamanlardan beri, burada ana hatlarında ortak biricik bir dilin doğmasma ve yaşamasına olanak tanrmıştir. Fakat sosyal bünyenin hâlâ bugün bile yan klan ve yan derebeyi durumunda kalışı, çeşitli bölge ve zümrelerin Kürtçeleri arasrnda bazı faikların bulunmasını gerektiriyor. Ama bu fârklan gereğinden fazla büyütmemeli; hele Türkiye gibi, önemli bir azınlığın en ufak kültürel varlığına bile tahammül edilemeyen bir ülkede, en belirsiz siyasal hareketin bağışlanmaz bir cinayet sayıldığı kısırımda, bu fârklan pek doğal bulmak gerekir. Bununla birlikte, çeşitli şiveler arasındaki farklar, herhangi bir Doğu ulusu içinde bulunabilecek farklardan daha büyük değildir. Yerinde inceleme yapmış olan yoldaşlarımızın verdikleri: bilgilere göre, Kürdistan'da ve Kürtler arasrnda, adeta birbirinden farklı iki dil gibi sayrlan iki şive var: asri Kürtçe, Zazaca... Oysa bu şiveler arasrndaki belli başlı faiklar, şu üç tür nüanstan ibarettir 1- ikinci derecede harflerin değişimi: Örneğin bazt kelimelerin asıl Kürtçe'sinde p,g,d harfleri, Zazaca'srnda sırasryla c, t, b gibi harflere dönüşüyor. Ya da asd Kürtçe denilen şivedeki e, i sesli harfleri Zazaca'nrn ov-oy seslerine dönüyor. Bugünkü Türkçe, çeşitli il ve bölgelerde bu kadarcık değişikliklere uğramaz mr? Örneğin bir buğday kelimesini alalım. Bu kelime Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yalnız helkesin bildiği şu şekillere girer buğda, buğdey, buydey, boğday, buğday, bûdey. büyde vb... ö harfi sertg yaday
harfine dönüyor ya da büsbütün kalkıyor, y harfi olmamışa dönüyor. Seslilerden u harfi û, o, ü; a harfi e oluyor. Fakat bütün bu değişiklikler, Tüıkiye'de bir Türk ulusu bulunmadığım gösterebilir mi? 2- Eklemelerin değişmesi: Örneğin asıl Kürtçe'de im, dim ile biten kelimeler Zazaca'da î, e eklemeleri ile bitiyor. İstanbul yöresindeki geliyorum, Anadolu'da ya aradan m kaldırılarak geliyom ya da büsbütün tuhaf eklerle gelipdurum, gelippatuım biçimlerine girmez mi? 3- Başka dillerden gelme: Kürtçe'de en çok Farsça olmak üzere, batıya doğru gittikçe artan tek tük Türkçe ve güneye doğru indikçe Türkçe'den az fazlaca olmak üzere Arapça kelimelere rastlanır. Fakat yabancı kelimelerin binbir çeşidiyle dolu olan Türkçe, bu yönden Kürtçe'yi geride bile bırakır. Yalmz burada bir yön akla gelir. Tarihsel kökenlerine bakılırsa, Kürtler eski iranlı istilacıların, Kürdistan yerlileriyle kaynaşmasından doğma sayılır. Bu itibarla Kürtçe'de Farsça'nın büyük bir etkisi olabilir. Fakat fiillerinin bünyesine bakılacak olursa, Kürtçe köklerini ayrı bir dil saymak gerekir. Her ne olursa olsun, hattâ Kürtçe'nin Farsça'dan çıkma bir dal budak olduğu kabul edilse bile, bugünkü Kürtçe ayrı bir birliktir. Ve nasıl Azeri lehçesiyle Osmanlı Türkçesi bugün Azerbaycan ve Türkiye gibi iki başka ulus yurdunun gerçekliğine engel değilse, tıpkı bunun gibi, ailevi bağlan uzanan bir Kürtçe de, bağımsız bir ulus dili olmaktan geri kalamaz. 3- Kültür Birliği: Kürtlerin kendilerine özgü bir zihniyeti, bir "ulusal ruh"u var mı? Kürtleri yalandan tanıyan yoldaşlarımız bize, geri nitelikte de olsa, Kürtlerde güçlü bir karakter özelliği bulunduğunu anlatmışlar ve Kürtleri her tanıyan için bunu teslim etmeme olanağı bulunmadığı söylemişlerdi. Gerçekten Kürdistan'm her yanında Kürtlüğe özgü ortak niteliklerin bulunduğunu, o kadar ki, bu niteliklerin buıjuvazinin bile ödünü patlatacak kadar sağlam ve sarsılmaz olduğunu, bizzat burjuva yazıcı lan da sıkıntıdan terieye terleye anlatırlar. Doğu illerindeki oldukça özgün incelemelerinde biricik olan Yusuf Mazlıar anlatıyor "Kafkasya'dan göç etmiş Dağıstanlı Türkler buraya yerleşmişler... Bunlardan Diyadin civarında Taşlı Çay köyü etrafına yerleştirilen 3-4 bin kişi, Kürtlerin zulmünden kurtulmak için, hemen bir aşiret oluşturarak onların birçok adetini aynen kabul edip izleyerek dört yanlarını saran bu ilkel insanlar arasında varlıklarını zorla ve kısmen koruyabilmişlerdir. Dağıstanlıların başkanı olan Murat beyle görüşmüştüm. Bunların, isteklerine göre geçindikleri, sakin yaşama ve az çok insani duygulara karşı Kürtlerin nasıl düşmaıâık beslediklerini bu adamın dilinden dinlemelidir? (Bu soru işaretini biz koymadık.) Bu saldırganlıklar Dağıstanlıları gereği gibi değiştirmiştir. Diğer
Dağıstanlılar yerleştikleri başka bölgelerde, böyle oluşumlarla kendilerini savunamadıklarından Kürtlere yenilmişler, kaynaşmışlar, adeta asimile olmuşlardır. Bu olgunun ortaya çıkmasını her yerde görüyoruz. Hattâ Erzincanlı gibi güçlü bir Türk muhitinde (bakın o "güçlü Türk muhiti"ne...) il merkezinin geceleri ışıkları görünecek kadar yakınında bir köy halkı Kürtlerin saldırganlıklarından, zulmünden kurtulabilmek için Kürt olmaktan başka çare bulamamışlardır. Bu olay 20-30 yıl önce tamamlanmıştır. Bunu Erzincan'da bilenler hâlâ vardır. Eğer sorarsanız size Mecidiye köyünün, Geçit köyünün Kürtleştiğini söylerler. Şimdi isyanın görüldüğü bölgelerdeki köyler -Gümüştepe, Beyazıtağa, Kızılkaya, Karabulan vb... Hattâ asilerin reislerinden Kör Yusuf un oturduğu Soluksu gibi- Türk adları taşıdıkları halde buralarda bir tek Türk kalmamıştır. "ls
Gerçi bu itiraflarda, üretici güçlerin oldukça geri olduğu bir bölgede, insan kümelerinin nasrl çarçabuk daha ilkel örgüt şekillerine döndükleri de var. Fakat dikkat edilirse bu şekil değiştiriş, salt bir sosyal bünye değiştirişinden ibaret kalmıyor. Kürtlerin yalmz yaşayış biçimine, uyulmuyor, aym zamanda olduğu gibi Kürt dilini ve kültürünü benimseyiş ve Kürtleşiş kendini gösteriyor. Bu örnekler Kürt kültürünün ve düşüncesinin oradaki yaşayış biçimlerinin de hızlıca yardımıyla ne kadar etkili olduğunu yeterince anlaür. Ve bu zihniyet bütün Kürdistan içinde az çok nüanslanyla birlikte, ortak ve geneldir. Türk buıjuvazisi Kürtlüğe karşr iki tür önlem kullamyor: 1- Yerleştirme siyaseti; 2- Göç ettirme siyaseti... Rum ve Ermeni azmlrklan üstünde denenen ve Türk buıjuvazisinin epey istediği gibi dönen bu siyaset, Kürtlüğe karşı tutunabilecek mi? Yani Kemalist buıjuvazi Türkiye'nin üçte birine varan Kürtlüğü ortadan kaldırabüecek mi? Birinci önlem, yani yerleştirmeyle, bütün korumalara karşın ters sonuçlar elde edildiğini buıjuvazi bizden iyi bilir. Doğu ülerinde yerleştirilen göçmenler, hattâ il merkezlerine en yalan olan köylerde büe, ya Kürüeşip kayboluyor ya da geldiği gibi kaçmaya zorunlu kalıyor. Göç ve yok etme yöntemlerine gelince, ilk olarak ülkenin üçte birini bir yandan diğer yana kaldırıp atmak ne olanaklıdır, ne de buıjuvazinin beklediğini verir, ikinci olarak ulu orta yoketmecilik özellikle şu kültür konusunu ilgilendiren önemli sonuçlar vermektedir. Kürt halkrnın cidden nesli boldur. Verdiği kurbanlar, ezen Türklüğe karşı ezilen bir Kürtlük varolduğu kanısını, tüm Kürdistan halkı içinde geneüeştirmek, yaymak ve derinleştirmekten başka hiçbir ürün vermiyor. Şu halde, Türk burjuvazisinin egemenlik ve 13. Yusuf Mazhar: A.g.y.., 19.7.1930
baskısının süre ve şiddetiyle doğru orantılı olarak Kürtlüğün düşüncesi ve kültürü genişleyecek ve türdeşleşecektir. Kürdistan halkının öyle bir "Kürt kafası" deyişi vardır ki, bu kafa ezildikçe büyüyen ve kesildikçe çoğalan masal devlerinin başlarına benzer. 4- Ekonomik Birlik: Tarihsel ulus gerçekliğinin oluşumu demek, özel anlamıyla bir ülkede kapitalizmin doğuşu demektir. Fakat bugün biz o çorak kapitalizm-öncesi dünyasında değil, emperyalizm dünyasındayız. Emperyalizmse değil kapitalizm-öncesi, değil kapitalizm, kapitalizmin de "çürüyüp dağılan" ve ölüm aşamasıdır. Emperyalizmin bu özelliğinin bir. ' ifadesi de, kapitalist ilişkiler çerçevesine sığmayacak kadar geniş ve evrensel bir ekonomik ağın tüm yeryüzünü sarmış olmasındadır. Şu halde daha sorunun somut içine girmeden önce, ayda ya da bir başka yıldızda bulunmadığına göre, Kürdistan'm da yeryüzünde olduğunu, yani biricik dünya kapitalist ekonomisi içinde sayılabileceğini kabul etmek gerekir. Sorunu genellikten ve soyutluktan çekip çıkarırsak, bir ülkede ulusallık ilişkilerinin doğması, pazar ilişkilerinin o ülke ölçüsünde genişleyerek gelgeçlikten ve rastlantısallıktan kurtulması anlamına gelir: Kürdistan'da egemen üretim biçimi henüz ataerkil kapalı ekonomi olmaktan kurtulmuş değildir. Fakat bütün geri ülkelerde ortak olan bu nitelik, Kürdistan ölçüsünde geniş ve oldukça sürekli pazar ilişkilerinin doğmuş olmasını reddetmez. Onun için böyle pazar ilişkilerinin varolup olmadığını değil -çünkü vardır- fakat Kürdistan'a özgü, yani Türkiye'den az çok bağımsız bir pazar ilişkilerinin bulunup bulunmadığım saptamak yeterlidir. Kürdistan'm kendisinin bağımsız pazar ilişkileriyle Anadolu'dan ayn kalışını bize açıkça gösterecek iki su götürmez olay var: 1- Kaçakçılık; 2- Gümüş para... A) Kaçakçılık: Güney sınırlanndaki bitmez tükenmez çapul sahneleri, güney sınırlanna Türkiye'den kaçan Ermenilerin yerleşmesi, güney sınırlarına yakın Hoybon Kürt İstiklal Cemiyeti'nin karargâh kurması, güney sınırlarının bir kaçakçı karakolları zinciriyle kuşak gibi kuşatılması... İşte dört olay ki, Kemalist burjuvazi için tanımı gayet kolay birer sorun: vatanhainliği! Fakat biz biliyoruz ki, bir şeye sövmekle, o şey yok edilmiş olmaz. Haydi 250-300 kişilik çetelerle ikide birde Urfa ovalarında, davarım, devesini, sürüsünü "hat altına" götüren "çapul sahnelerini, genel olarak kaçakçılığa zemin hazırlayan keşif kolu saldırılan sayalım. Fakat diğer manevi saldın tarafım, "Ermeni yurdu"nu, "Kürt bağımsızlığı"nı nereye bağlayacağız? Ya bu müthiş ve sistematik
kaçakçılığın kendisi neden? Hiç kuşkusuz bütün bu sorguların topuna birden yanıt veıebüecek olan şu "her yerde hazır ve nazır" "alim, semi basir", "lâşerike leh ve lâ naziıe leh" olan pazar "celle celâlüh"* hazretleridir. Emperyalizmin Nusaybin hattını bıraktırmayan pazar, Ermeni ve Kürt ajitatörlenııe sınır boyunca siper aldırtan pazar, Erzurum'dan ve Erzincan'dan kalkıp Gaziantep'te krediyle kaçak alışverişine gelenlerin kıblesi ve cazibesi pazar! Bu pazar Kürdistan pazarıdır ve Kürdistan pazan bu pazardır. Kaçakçılığın en büyük nedeni kim ve nedir: 1- Kemalizm; 2- Kürdistan pazan. a) Kemalizm: Evet şaşdacak bir şey yok. Kaçakçılığı en çok kovala yan gibi, en büyük davet eden de Kemalizmin ta kendisidir. Cumhuriyet burjuvazisinin çelişküeri bir değüdir. İç pazan tekelci ve tefeci sermayenin kurbanlık koyunu haline getiren ve bu müthiş bunalım yıllarında, dünyanın hiçbir yerinde görülmedik derecede yüksek tekelci fiyatlan halka dayatarak hayaü ateş pahasına çeviren Kemalizm, kaçakçılığa en büyük yemi hazırîayan bir sistemdir. Nitekim bunu bir komünist değü, bizzat finans-kapital yayın oıganının en suntuıiu başmakalesi de itiraf eder: "Öyle yapılmalı ki, o kadar geniş ve o kadar az mangayla sınırlanan bir ülkede, bir sınırın iki yanındaki halk, fiyatça oldukça farklı yaşam koşullarına tabi olmamalıdır. Yani varsayılan demiryollarının yürüdüğü aynı sahra üzerinde kurulmuş iki köy, örneğin şekeri biri okkası yirmi kuruşa, diğeriyse yetmiş kuruşa yemek zorunda kalmamalıdır. (Yani Kemalizm Türkiye'ye egemen ol mamalıdır gibi bir şey.) Yoksa ne yapılırsa yapılsın kaçakçılık önüne geçilemez olarak kalacaktır. "u
b) Kürdistan pazan: Tabii Türkiye'nin bütün sınırlarının "iki ta rafindaki halk, fiyatça oldukça farklı yaşam koşullanna tabi"dir. Oysa kaçak ticaretin normal alışveriş derecesine girdiği Doğu illerinde buna ne den yalnızca bir tek değildir. Belli başlı nedenlerin önünde burjuvazinin "o kadar geniş, o kadar az mangayla sınırlanmış" deyişinden de anlaşüacağı üzere, Kürdistan pazannrn, İç Anadolu'dan çok doğal ve tarihsel nedenlerle Suriye'ye bağlr oluşu gelir. Sözgelimi: a) Trablus, Nizip, Besni, Malatya; b) Sarayprnan, Suruç, Siverek, Elazığ; c) Resulayn, Viranşehir, Diyarbekir, Osmaniye, Palu, Kiğı, Erzincan vb. yollanyla ta Karadeniz yayla lanna (belki oradan İstanbul'a) ve Erzurum, Kars yaylalanna, Van gölünün ötelerine kadar sistematik olarak işleyen kaçakçılık, kervanlarım yüzyıllardan beri geçtikleri yerlerden geçirmekten başka bir iş yapmıyor. * yüceliğin yücelsin, görüp anlayan, ortağı ve benzeri olmayan (y .n.) 14. Milliyet, 10.12.1931.
Cumhuriyet burjuvazisi, Fcvzipaşa-Diyarbckir hattıyla Ergani Balar Madeni şirketini sevindirdiği kadar, kaçakçılığı da yerindirmek ve bütün orclulanmn "tedip seferlerine, gezici-sabit jandarma ve it sürüsü gibi milis kıtalarımn yoketme terörüne karşın, henüz yabancısı ve uzağı kaldığı Kürdistan pazarım fethetmek istiyor. "Kaçakçılar" dizisinin yazan diyor ki: "Fakat Trablus Türk demiryolu son bir yıl içinde kaçakçılığa oldukça ket vurmuştur. Trablus, Nizip-Besni yoluyla en çok kaçağını Malatya'ya sokardı. Malatya demiryolu, Malatya pazarında kaçağı sınırladı. Doğuya giden demiryolları kaçakçılığa, fesatçılığa karşı çekilmiş bir kılıçtır. ",5
Bu kılıç Kürdistan pazarının geleneksel ve doğal bağlarım ne dereceye kadar kesip atacak? Bunu zaman gösterecektir. Hattâ gösteriyor bile. Özel kaçakçılık mahkemelerine, gümrük ordularına karşın, burjuva basınında şanlı bir zafer gibi bir haftada, lalan yerde şu kadar kaçak eşyaya el konulması "kervanın yürüdüğü"nü gösteriyor.
Güneyde Yakalanan Kaçakçılar ve Kaçak Eşya "Ankara 8 (a.a.)- Bu ayın ilk haftası içinde gümrük muhafaza kıtaları tarafından güney sınırımızda 40 kaçak olayı izlenmiş ve 4 yaralı, 43 kaçakçı yakalanmıştır. Bu olaylarda beş bin kiloya yakın kaçak gümrük eşyası ve otuz bin adet sigara kağıdı, üç silah, otuz dört kilo esrar, kırk hayvan elde edilmiştir" (9.2.1933)
Fevzipaşa'da Yakalanan Kaçak Eşya "Fevzipaşa 24- Halep'ten kaçak eşyayla gelmekte olan 20-25 kişilik bir kafile sınırda muhafızlarla çatışmış ve eşyaları bırakıp kaçmışlardır. İçlerinden bir tanesi yakalanmıştır. Burada mağazalarında kaçak eşya bulunduran iki tüccar hapse mahkûm olmuştur." (Mart 1933)
Neden? Çünkü biz, sosyal koşulların doğaya üstün geleceğine inananlardanız, fakat hele şu anarşik, kapitalizm düzeninde insan iradelerini oyuncak haline getiren pazar ilişkileri, hele Kürdistan gibi asırlık gelenek* "Diğer taraftan Suriye'den Aymtaplılann çok fazla sayıda kaçak eşya ithali gümrüklü malın satışım tamamen durdurmuştur. Bu durum karşısında tüccar şaşkın bir hale gelmiştir. Kaçakçılık o kadar çoğalmıştır ki, burası adeta bir transit merkezi halini almıştır. Halep'den getirilen mallar, Sivas, Zile, Tokat, Merzifon, Niksar kaçakçıları tarafından o bölgeye ve Samsun ve Erzurum'a kadar getirilmektedir. Kaçakçılık yüzünden Haleb'e kaçakçılar tarafından her gün binlerce alim aşınlıyor. Buna karşılık ihracat yapılamıyor." (Ali Nihal: "Elbistan'da Vaziyet-i İktisadiye", Cumhuriyet, 22.11.1930. 15. Neşir Hakkı: "Kaçakçılar", Milliyet, 24.2.1931.
lerine doğal kolaylıkları temel yapmış bir bölgede, sanıldığından fazla hükmünü sürdürecektir. Sonra demiryolunun çektiğini yapay kılıç ne kadar saf çelikten olursa olsun, acaba Doğu illerine, örneğin Bursa ipeğini, hiçbir zaman kaçak yapay ipeğin iki kati fiyatına olsun taşıyıp getirebilecek midir? Hayır. Doğu illeri ya da Kürdistan etrafında kopan ekonomik ve siyasal fırtınalarda emperyalizmin hiç mi rolü yoktur? Aksine çok büyük rolü vardır. Kuşkusuz o kadar ucuza sürülen metalar onun üretim fazlasıdır. Hattâ emperyalizm yalnız stok lan nı boşaltmakla da kalmıyor, kaçak ticaretinin merkezlerini de sanayi girişimleriyle yükseltiyor. Sözgelişi Antakya ve İskenderun'da onbinlerce Ermeninin birleştiklerini ve yer yer bayındır kasabacıklar kurduklarım anlatan "Kaçakçüar" yazan diyor ki: "Buralar sınıra uzaktır. Fakat kaçak malı işleyen tezgahlar buralara kurulur."
Bol bol yetiştirilen metalanm kaçak depolarından sımr boyundaki askeri garnizonlar arkasında güvence altına alan emperyalizmdir. Güney demiryollarında hani hani kaçak mal taşıtarak zenginleşen emperyalizmdir. Karşrlık olarak Türk mallarına oldukça ağn gümrükler ve nakliye tarifeleri basarak, kıtiık çeken Suriye'ye Türk buğdayı yerine Amerikan buğdayı yedirten, yine emperyalizmdir. Örneklerini hep buıjuvazi versin: "Güney treni kaçak taşıyan, kaçak ticaretinden kazanan bir hat oluyor... Saraypınarı istasyonunun meydanı, yüzlerce buğday çuvalıyla doluydu. Suriye buğdaya, ekmeğe muhtaçtı. Fransızlar yönetimindeki güney demiryolunun Türk tarım ürünlerini çok pahalıya taşıyan tarifesi, gümrüklere konan ağır rüsum, Türk malını ta Amerika'dan getiriyor fakat komşu malını yiyemiyordu." Fakat
emperyalizm daima emperyalizmdir. Onun evrendeki hedefi, yasal-yasadtşt çapuldur. Şu halde, bu yamp yakınmalar niye? Burada ibretle görülecek olan sorun, emperyalizmin talanı değil, onu bilmeyen yok; bu talanın Kürdistan sınırlannda neden bu kadar elverişli zemin bulduğudur. Bu niçinin iki nedeni var: a) Manevi (siyasal) neden: Türkiye'de genel olarak kapitalist düzen ve özel olarak bu düzenin Kürdistan'daki baskrsr, kaçakçtltğtn ideolojik ve psikolojik hakir çrkanlrşrm gerektirir. Gerçekten de Türkiye'de düzen kapitalizm olunca, Kürdistanlılann da Batı illerindeki buıjuvalar gibi fazla kâr peşinde koşmasında "ayıp" ya da "günah" aranabilir mi? Soma Kürdistan'da her gün çeşiüi ve yasadışı -evet buıjuva yasalanmn bile yasallığı dışında- soygundan ve çapuldan başka yapüğı hiçbir şey yokken, bu ezilen bölge nüfusundan Cumhuriyet buıjuvazisinin çıkarlarına balta vurma hırsı ve arzusu nasrl silinebilir? "Vatanhainliği" güzel... Fakat bu
Batı illeri burjuvalarının malikanesi demek olan "vatan"da, genel olarak Doğu illerinin uyruk ve kul yerine konulmaktan ve hakaret görmekten başka ne mevki ve çıkan vardır? Onun için "Kaçakçılar" yazannda okuyoruz: "Fakat bugün Ermeni Resulayn, kaçak kullanmayı bir vatan ihaneti olarak görmeyenlerin yüzünden büyüdü büyüdü. Bu kaçakçı ocağı da, bugün 350 dükkanlı, şöyle böyle ila yüz evli bir çöl kasabası oldu." Gerçekten yazıcı
burada bilerek ya da bilmeyerek, Kürdistan halkındaki, Doğu illerinin kafasında ve yüreğindeki ideoloji ve psikolojiyi okumuş oluyor. Bir Doğu illi "kaçak kullanmayı bir vatanhainliği" değil, belki bir intikam borcu, bir öçalma sayıyor. Nitekim, yakalanmış bir kaçakçı hakkında, şu satırlar çiziştiriliyor: "Sattığı malın %50'sini ödeyerek almıştı. Korkusu yoktu. Gene dönse kendisine kredi açarlardı. Fakat bu kez nasılsa tutulmuştu, kaçakçılık şanına, kaçakçılık onuruna leke sürülmüştü." (Dikkat! Yani Doğu illi, kaçakçılığı "ihanet" değil, bir "şan" ve "onur" sayıyor. Artık bol bol dua edebiliriz.) "Viranşehirli kaçakçı bütün ülkeyi viran etmek için her seferinde 40 altın, 50 altın çalarak yurduna ihanet ediyor, bunu ne günah ne ayıp sayıyordu. (Makyavelist siyasetin nerelerinde emekliyor bu küçük-buljuvacık?) Biz önce bununla, bu düşünceyle mücadele edeceğiz."
Oysa bir buıjuvazinin, hele Kemalist buıjuvazinin asla "mücadele" edemeyeceği, etse bile hep şapa oturacağı şey, tam da bu "düşünce" değil midir? b) Maddi (ekonomik) neden: Hep yukandan başlıyoruz. Önce manevi ve siyasal nedenlerden sözettik. Bu tümevanmsal bir yöntem. Yoksa zaten böyle nedenlerden sözediş bile, onlan açıklayacak tarihsel maddeci temellerin bulunduğunu göstermekten başka bir şey ifade etmez. Doğu illide neden böyle bir "vatanhainliği" hareketini şan ve onur bilen ideoloji ve psikoloji yayılmıştır? Bu boğazı sıkılan bir insanın psikolojisi olduğu kadar, göbek bağı kesilen bir çocuğun debelenmesine de benzer. Bu ruhsal durumun derin bir etkeni de, Doğu illerinin bağımsız Kürdistan pazan oluşundadır. Bunu bize buıjuva diliyle söyleyecek, biri Kürdistan'm en batı, diğeri en doğu bölgelerine ait iki ömek: Batıdan örnek: "Elbistanda ekonomik durum: Ülkenin ekonomik durumunun almış olduğu acıklı halini sunmak isterim. Elbistan (Doğu illerinin en batısı olan Maraş'ın en kuzey noktası) tahılı bol ve Suriye'ye yapacağı, davar, döşeme denilen kilim ve birçok ilk madde sevk ve ihraç eden, oldukça önemli bir kasabadır. Burası eskiden bütün ithalatım Halep'ten yapardı. Kurtuluş Savaşı 'ndan sonra İstanbul ve Mersin 'den yapmaya başla-
mıştır. "16 Doğudan örnek: "Eskiden İskenderun, ta Van 'a kadar Doğunun iskelesiy-di. Bugün demiryoluyla Malatya'ya bağlı olan Mersin onunla rekabet ediyor, fakat İskenderun bugün bizim için kaçak limanıdır. "n
Bu iki örnek bize Kürdistan pazarının, hâlâ Anadolu'dan ayrı çıkış kapısı olan bir birliği temsil ettiğini göstermez mi? Yunus Nadi efendi, emperyalizmden smır dostluğu ve "iyiniyet" gördük mü diye sorduğu bir başmakalesinde: "Şimdiye kadar hayır (diyor). Mandater Fransa ile imzalanan sözleşmenin açıklıkla belirtmesine karşın, lıayır. Tam tersine, kaçakçılığın ve güvenliksizliğin resmi ellerle teşvik e-diliyor gibi olduğunu varsaydıracak bir durum yargılamasında bulunmaktan kurtulamadık
ve kurtulamryoruz." Fakat daha aşağıda emperyalizmin neden bu "teşvik"lerinde başanlı olduğunu farkında olmadan ağzından kaçınyor: "Türkiye'den çıkıp gitmiş olan Ermeni mültecileri Türk sınırları boyunca sıralamaktaki amacı, her şeyden önce dostane görmeye olanak var mıdır? "
Yani emperyalizm kaçakçı karakollarım "Türk sınırları boyunca sıralamak" için herşeyden önce varolan maddi durumdan ve unsurlardan yararlanıyor. Gerçekten, dikkat edilecek olursa, bütün kaçakçılık sistemi, hep Kürdistan'ın eski kurtlan taralından görülür. Örnekler: "Süryani Mardinli Yorgi, buranın (Meydan Akbez'in) baş kaçakçısıdır. Halep'deki garnizonun müteahhit i diye tanınır. İstihbarat işleriyle de çokça
ilgilidir derler."19 Yani eski Kürdistanlı, şimdi Kürdistan sınırında kaçakçılık ederken, hem müteahhitlik, hem casusluk şeklinde emperyalizmle el eledir.
"Arap pırıarı haftada onbeş vagon kaçak sarf eder. Bu kârlı sürüm noktasını önce çuvalyırtan Onhannis Taşcıyan keşfetmiştir. Bu Suruç'da (yani Urfa ilinde) doğma Ermeni, eski Taşnaklardan. Dayandığı çete sermayesinden yararlanarak vb..."20 "Kulhacı ve Arslantaşı, Serap pınarının tali depolarıdır. Kulhacı'da Melik Ahmet ve Hain Bozan, Arslan Taşı'rıda Hırço bu Ermenilerin aracıdır. Bunlar bizim topraklarımızdaki akrabaları aracılığıyla çokça kaçak sokmuşlardır... Türkiye haritası içinde adam gibi yaşamaya zorunlu kılınan babaları İbrahim paşa denen ünlü şakinin (demek ki taşradan da ünlü şaki yetişilmiş!) dönemini Cumhuriyet zamanında da yaşatmasına izin verilme16. Ali Nihat: "Elbistan'da...", Cumhuriyet, 22.11.1930. 17. N. Hakkı: a.g.y. 18. Y.Nadi: "Cenup Hudutlarımızın Arkasında Neler Oluyor", Cumhuriyet, 18.12.1931. 19. N. Hakkı: a.g.y. 20. N. Hakkı: a.g.y.
yen Milli aşireti sergerdelerinden Halil ve avenesi buradaki Ermeni kaçakçdarla el ele ve haşhaşadır... Mardinli Şeyh-ül Buruz, Viranşehirli Agopoğlu Şükrü, Viranşehirli Mirço, tenekeci Bogos, Mardinli İş, Liceli Haço, Halepli Ebu Ahmed, buranın en ünlü kaçakçısıdır (burası ta Erzincan'a kadar mal süren Resulâyn). Bir Haleplinin dışında diğerleri Kürdistanlı... Akçakale'nin egemeni baş kaçakçı Ekber Ekberyan 'dır. Büyük sermaye, geniş kredi bunun elindedir. Akçakale, Urfa dan (Doğu ilinden) kaçan Ermenilerin, çetelerin, Suriye'nin dört bir yanında toplanan Taşnak döküntülerinin karargâhıdır. "21
Emperyalizmin siyaseten durgun göründüğü günlerde, ekonomik ve sistematik olarak kullandığı olanaklar: 1- Bağımsız Kürdistan pazarı; 2- Bu pazarın eski etkinleridir. Bizim bu ilginç manzaradan çıkaracağımız sonuç, ne Kemalizmin nasıl bir kapanda kuyruğunun kıstırılmış olduğu, ne emperyalizmin İskenderun ve Antakya'yı elinden bırakmakla Cumhuriyet burjuvazisine oynadığı oyun ve aradaki kördövüşü değil, yalnızca bu konumuzu ilgilendiren olaydır. Doğu illeri ekonomik olarak bağımsız bir pazardır. Ya da Türkiye'den çok ve Anadolu'dan fazla Suriye ile bağlıdır. Bu pazarı sömüren emperyalizm, hattâ gelin alayı şeklindeki mahfelerle* kaçak eşya sokmanın hünerini, yani yerel koşul ve ilişkilerin ıcığını, cıcığını bilen Kürdistan pazarının eski etkenlerini kullanıyor. 2- Gümüş Para: Kaçakçılık denilen perdenin arkasında nasıl Kürdistan ekonomik birliğini temsil eden bir bağımsız pazar ilişkilerinin tepkisi gizhyse, gümüş para tekerleklerinin üstünde yürüyen de, Doğu illerinin kenefine özgü değişim ilişkileridir. Bu gümüş para gerçekliği, biraz da ataerkil ekonominin kapalı ve defineci özelliğiyle ilgilidir. Fakat aslında Doğu illerinin gümüş parası, Doğu illerinin kaçakçılığından kıl kadar ayırtedilemez. Kaçakçılık+gümüş para+Doğu pazarı üçüzü, Kürdistan'm ekonomik dininin "teslis"inden başka bir şey değildir. Şu 21. N. Flakkı: a.g.y. * "Urfa'yı iyi tanıyan bu hainler buranın büyük servetini emmek için her hileyi düşünmüşlerdir. "Birkaç ay önce, Urfa'nın Harran kapısı önünde bir gelin alayı görülür. Telli pullu bir deve, üzerinde bir mahfe, etrafta kalabalık. "Bu muazzam gelin alayı merasimle Urfa'ya girerken, bir zabıta memurunun gözüne güneydeki Ermenilerle çok teması olan bir kaçakçı uşağı göze çarpar. Polis aralarına sokulur, mahfeyi incelemeye başlar. Kaçakçılar yakalanacaklarım anlayınca her biri bir yana kaçarlar. Gelin ve devesi ortada kalır. Başıboş çöle dönen deveyi yakalarlar. Bir de ne görsünler? Allayıp pullayıp ülkeye soktukları gelin, kaçak ot ipek, kaçak bez, kaçak lavanta, kaçak kauçuktan başka bir şey değilmiş." (N.Hakkı: a.g.y.)
halde gümüş para olayına değinirken ve v». imlik I ttmıll eden "teslis" üçüzünün bir köşesine dokunmuş olmaktan başka birşey yapmış olmuyoruz. Bağımsız Doğu pazan "mlı'Su, gümüş para MÎÎÎÎH »inlini "oğlu"dur. Kaçakçılık da, bu oğıılun şu I.mı ılnnviiılıtk ı «loğıifiıthıt I »imli Kili, kim ki kaçakçılık der, gümüş para ilci ve I >n|tn | H Î / H H dm I Dıluhnı nı kovuk ve Suriye'ye sürümsüzlük yüzünden "nlıur, uhlıı|tıı m ıklt lntlr inlen n(S/ ölmeye başlayan, 9 f, hemen gümüş parayı söyler "iı,ıi,ı !'„„H4, rinde olduğu gibi madeni para geçmekledir " Kllnlhlılll pıi/ıZZMI, I Illc-İI I (Itıltlll bir tepkiyle Kanalizmin Alkilimi, yanı Cm • 1 httı t s <• 1 puiıiDim ıııııılnnııdııu içeri uğratmıyor. Ve hattâ sınırlan dışmda bile kovalıyor .Şu kapitalist düzenin ...22lerine bakın ki, evrenin Türklüğünü kanıtlamaya kalkıyor ve sonra Türklüğü, karşıki dağlarla birlikte yarattığına inanan K e m a l i z m , Ü l k e n i n yarısında hâlâ sultanların tuğralanyla süsln kıtıtı*A ve mecidiyenin I n ı ı ı ı ı ı n a s ı u ı , on yıllık atıp tutmalarına karşın bııj'.ıın yoııne/hfte gelnıek-h'iı lni'jka ı l l ı l ü s ü n ü yapamıyor. Kürdistan içinde, ('ıııııhııııyel but jnvazisi-ııiıı ve ııiıııtı bekçisi Kemalizmin nasıl bir "yabancı" sayıldığını, on sadık V ıılit illini elsin: "llilindiği gibi sınır illerimizde ve genellikle eski doğu \nilıitilu (j Viı\ihde dilin, mecidiye ve bunların aksamı geçiyor. Para biri-ııtiiHirin ,ı,lm,ı İmiıihndıi 'not' diyorlar ve tıpkı yabancı döviz gibi yabancı it ,t«r/ hu i)lt>mr lıihl tutuluyor. Bütün alışverişler madeni para üzerinden
.'.' itil t-'HilMM l4l)H*<H*4t MillH a > l < M ı l n m ı l M 1
Uîtl„n
19 M I H
Sosyal ilişkiler ve Köylülük SINIFLAR Doğu illerinin "namuslu" bir istatistiğini bulmak hayaldir. Bununla birlikte, buıjuva basımn verdiği rakamlara göre (Milliyet, 7.1.1931) son nüfus sayımında, Doğu illerinde 2.673.478 kişide 1.798.888'ine "mesleksizler ya da mesleği bilinmeyenler" deniyor. Doğu illeri nüfusunun %67,60'ını (yani üçte ikisinden fazlasını) oluşturan bu kategori içinde, hiç kuşkusuz bütün varolan sınıfların aşıntı ve döküntülerinden tortulaşmış "declase"Ier (sınıftan kopmuş, sınıfsızlar) önemli bir miktar tutar. Bunlar arasında çeri çobanlıktan artmış, serserileşmeye kadar varmış, yan dilenci, yan lümpen unsurlar çoğunluğu tutar. İş Bankası'nm yönetim kurulu başkanı, Trabzon-Iıan karayolundan sözederken, Kemalist "halkçı" demagoglara özgü bir "suret-i haktan" görünüşle Doğu illeri halkım şöyle tanımlıyordu: "Bu yol öyle bir bölgeden geçecek ki, onun halkı bugün işsiz, güçsüz ve muzdarip, yazgısına ilenen bir durumda bulunuyor."' işte Doğu illeri
nüfusunun bu üçte ikisinden fazlasını oluşturanlan içinde çoğu -biz diyelim nüfusun yansına yakım, siz deyin yansından fazlası- bu "işsiz, güçsüz ve muzdarip, yazgısına ilenen bir durumda" olan insanlardır. Bir devrim kıyametinde olumlu rollere kadar ve belki daha çok olumsuz rolü ağır basabilecek olan ve sanayi işsizlerinden farkı, ilkelliğiyle tam "lümpen proletarya"dır. Çoğunluğunun şehirde değil de kırlarda dağınık bulunmasıyla ayırtedilebilecek olan bu zümreye bu kadarcık işaret etmekle yetineceğiz. Bu yalnız "işsiz, güçsüz ve muzdarip" insanlık, kuşkusuz sosyal kökleri asla derinleştirilmemiş olan yerel ayaklanmalarda ve isyanlarda, amaçsız ve disiplinsiz bırakıldıklan oranda, bozguncu rolünü oynamıştır. Elle tutulur amaçlı ve demir disiplin bir sosyal devrimde bile, bu zümreler, dağınık, güdülmesi köylüden çok daha güç bir anarşi unsuru olabilir. Biz, Doğu illerinin üretim süreci içinde aktif rol oynayan unsurlara gelelim. Yine buıjuvazinin verdiği rakamlara göre, bir "meslek" sahibi
diye gösterilen zümrelerin toplamı 873.673 kişi olarak gösteriliyor. Öz nüfusu temsil edenleri bunlar sayacak olursak, bu toplam içindeki sınıf ve zümrelere bölünüşleri şöyle ayrılıyor: 1- Ziraatçılar: 753.406; 2- Sanayi erbabı: 37.453; 3- Ticaretle uğraşanlar: 33.404; 4- Çeşitli meslek erbabı: 25.228; 5- Serbest meslek erbabı: 6.689; 6- PTT'ciler: 7.646; 7- Memur: 9.847; 8-Yargıçlar: 917... Bu rakamlar sınıf ilişkileri açısından sınıflandırılacak olursa şu sonuçlar elde edilir: 1- Köylülük; 2- Diğer sınıf ve zümreler... Ve bu iki cephenin karşılaşürılmasında, köylülüğün adeta tek parça ve ulu bir kitle halinde yükseldiği ve tüm nüfusun %86.24'ünü kapladığı anlaşılır. Doğu illerinin onda dokuzuna yaklaşan bu büyük yığının gözden geçirilmesini biraz, daha aşağıya bırakarak, burada ona "karşı" koyduğumuz "diğer sınıf ve zümrelere bakalım. Bunlar içinde başlıca şu zümreler var: 1- Şehir ve kasaba küçük-buıjuvalan; 2- Tefeci, ticaret sermayedarlan; 3- Aydınlar ve devlet memurları. Bunların Türk buıjuvazisiyle ilişkilerine göre kısaca bölünüşlerine bakalım: 1- Şehir Küçük-buıjuvaları: Bunları "sanayi", "ticaret" ve "çeşitli meslek" erbabı denilenler arasında aramak gerekir. Sanayi erbabı nüfusun %4,28'i, ticaret erbabı %3,82'si, çeşitli meslek eıbabı %2,88'i olarak gösteriliyor. Biliyoruz ki, Doğu illerinde lam kapitalist sanayi denilecek bir şey henüz gelişmiş değildir. Şu halde, istatistikte "sanayi erbabı" diye gösterilen sımf, yalmz ve tamamen "zanaatkârlar" diye bildiğimiz küçükburjuvalaıdır. Ticaretle uğraşanlar yukandaki sayısına göre %3.82'dir. Fakat bunlar, küçük-buıjuva ve sermayedarlardan çok, adeta prekapitalist ekonominin bezirgan ilişkilerini temsil eden ve doğal ekonominin çevresinde birikmiş, onu kurt gibi kemiren küçük tacirler, çerçiler, ufak dükkancılardan ibarettirler. Bunlann %3,82'den %2'si şehir küçük-buıjuvalan sırasına girebilir. Çeşitli meslek erbabından da hiç olmazsa %2,88'den %1'inin bu şehir küçük-buıjuvalığı kategorisine girdiğini kabul edecek olursak, şehir küçük-buıjuvalannın nüfusa oram %7,25'i bulur. Demek Doğu illerinde, köylülük dışındaki sınıf ve zümreler toplamının yansından hayli fazlası bu şehir küçük burjuvalandır. Bunlann, Tüık burjuvazisiyle genel olarak ezilen sınıflar arasında buluna-cağı biliniyor. Fakat Türk burjuvazisine karşı bu Doğu illeri küçük şehir burjuvalarının dostluğu ve düşmanlığı şöyle Imı/ili'imlılliı
1- Türk burjuvazisiyle çıkar bi/lıkiflip-l I »i'ichuyllk H|iiHİıbvi VP HİM
ettikçe, şehir kiiçük-huıjııvn/ısıııııı, kııtuılıı dn MUM, lıll m)t|l#tlt) flldon
gidiyor demektir. Fakat Türk buıjuvazisinin genişleyen devlet sistemi, Doğu illeri şehir küçük-buıjuvalanna kalabalık bir asker, jandarma ve memur müşterileri kazandırıyor. Hem de bu yeni müşteriler herhalde derebeyler kadar "az saygın" bir ödeyici değildir. 2- Türk burjuvazisiyle çıkar karşıtlığı: Türkiye'de kapitalist sanayi Batı illerine tekelleştirilmekte devam ediyor. Baüda sanayinin gelişimi, Doğu şehir küçük-buıjuvalarına, hele küçük zanaatkarlara ekmek bırakmaz. Bütün kapitalist ülkelerde orta sınıfların başına gelen budur. Fakat Doğu illerinde şehir küçük-buıjuvalarının başına gelen, bu normal gelişim akıbetierinden daha beterdir. Çünkü kapitalist gelişimin ilerlediği ülkelerde, aşınan ve dökülen şehir küçük-buıjuvalan için, gelişen yeni ve ileri sanayide, mutiak olmasa bile, göreli oranlar dahilinde bir iş güç bulmak 0lanakhdır. Oysa Doğu iüiler için bu olanak iki baktmdan sınırlıdır: a) Bir kere Türkiye'de gelişecek sanayi, buıjuvazinin yordamınca ve ülkenin yaylımıncadır. Sanayice bu kadar geriliğine karştn, daha bugünden, birçok üretim daltnda buıjuvazi yeni fabrikalar açılmaması ta leplerini üeri sürmeye başlamıştır. Şu halde, Türkiye ölçüsünde, geniş bir işgücü talebi, bütün aşınan orta tabakalar arztnı kapatacak kadar olamıyor. b) Ondan sonra, genel olarak Türkiye için bu yetersizlik kesinken, so run özel olarak Doğu iUerine uygulamışa, yetersizliğin yokluk derecesine doğru düştüğü kolay anlaşüır. Çünkü burjuvazi, Doğu illerinde Kürt pro letaryasr yaratmamak için olduğu kadar, Bati sanayim tehlikeli bir rakiple boğuşturmamak için de, oralarda da genel olarak sanayi gelişimini -tek tük finans-kapital gerekleri bir yana bırakürrsa- adeta sistematik olarak men ediyor. c) Son olarak, buıjuva devletinin ekonomik, mali ve siyasal zulmü bu tabakaları büsbütün tedirgin eder. Bu durumda Doğu illeri şehir küçükbuıjuvalarının sonu ne olabilir? Başta sınıfından olmak (deklaselik) gel mek üzere, özellikle proleterleşmekten çok, köylüleşmeye doğm bir geri çekilme... Onun için ekonomik olarak büe Doğu şehir küçük-burjuvalan, demokratik bir devrim hızına -bu hız onun dükkancığını talan etmeye var madıkça- bile karşr koymaz; belki hız başarılı olduğu oranda, devrimin senden, benden gürültücü ve coşkulu taraftan olur. Onun için, şehir küçük-buıjuvalan, şehir burjuvalarından çok, zaten organik olarak içli dışlı bulunduklan Doğu köylülüğüne bağh ve eğilimlidirler. 2- Aydınlar: Daha çok "çeşitli meslek erbabr" ile memurlar ve "serbest meslek erbabr" arasrnda aranmalıdır. Önce, serbest meslek erbabrnın
%90'ı ve belki daha fazlası, memurların da hiç olmazsa %75'i yerli aydınlardır. Çeşitli meslek erbabının da, yine en aşağı şehir küçükbuıjuvalan dışında, %1,88'inden %1,5'u da Doğu illeri aydınlanndan sayılabilir. Bu tahminlere göre, serbest meslek %0,68 + çeşitli meslek %1,5 + memur %1,59 = %3,77... Yani meslek sahibi Doğu illiler içinde %3-3,5 kadar bir aydın toplamı bulmak olanaklı. Bu aydınlar içinde kuşku yok ki, hattâ mutlak çoğunluğu bile tam bir orta eğitim görmüş sayılamazlar. Onun için bilgi ufuklan, belki bir şehir küçük-buıjuvazisiniııki kadar bile pek denemez. Ne çare ki, bunlar, özellikle memurluk gibi ve buna benzer durumlara -koyunun bulunmadığı yerlerde keçiye Abdurrahman Çelebi rütbesi verilişi gibi- bir geçtiler mi, çarçabuk kendilerini etraflannı saran halk tabakalarından yüksek görmeye özenirler. Geçim biçimleri bir sanayi işçisininki kadar bile olmadığı halde, halkın sırtından geçindikleri bilinçlerine yansıyarak, onlan birer "kabaıamazsın kel Fatma", birer "le dinden vaniteaux"* haline getirir. Doğu illeri aydınlannı Türk buıjuvasinin zafer arabasına bağlayan etkenler şu iki kategoride toplanabilir: a) Manevi Bağlar: Bütün bu aydınlar, istisnasızca, Türk okullannda eğitim görürler. Çünkü Türk buıjuvazisi, Kürtlük azınlığının kültür ge reksinimini değil, varlığım bile "yemin billah" ile inkâr eder. Türk kültürünün mutlak etkisi altında yetişen bu aydınlar içinde, Kürtlüğü "Batı" buıjuvalan gibi bir vahşilik olarak görmek modadır. Doğulu aydınlardan, hele yüksek eğitim görmüşleriyle büyük şehirlerde oturanlar arasında Kürtlüğünü hiç olmazsa açıkça kabul edenleri parmakla gösterilebilir. Onun için görünüşte olsun, bu aydınlar içinde çoğunluğa yakın bir oram "Türkleşmiş" gözükürler. b) Maddi Bağlar: Ekonomik olarak bu aydınlar çalışkan Kürt köylülüğünün Kemalist buıjuvazi tarafından çapulunda hazır bulunur ve aracı olurlar. "Bal tutan parmağım yalar." Değil Doğu illerinde, Batı ille rinde bile, "mukaddes ve mübarek" buıjuva kurumlannın en ufak eleştirisini suç gözüyle gören ve sorumluluk kelimesinin yalmzca finanskapitale karşı tanındığı ve halk için tuti kuşundan daha bilinmez olduğu Türkiye'de, Kemalizm aslanının parçaladığı Kürt köylülüğü ve yoksul halkı bedeninden dökülen kırık kırsıklar, Kürt aydın tilkilerinin de karnım doyurmaya yarar. Bununla birlikte, bu genel karakteristiğe karşın, türdeş olmayan Kürt * kendini beğenmiş, (y.n.)
aydınlanın şu iki kategoriye ayırmak gerekir: a) Üst zümre aydınlar: Bunlar, ya serbest meslekler (özeüikle doktor hık ve avukatlık) gibi çıkarlan buıjuva zenginliğiyle sıkı sıkıya bağh ve zaten ancak "hah vakti yerinde" olan sımf ve zümreler içinden çıkabümiş zümrelerdir; ya da ta bizzat derebeylik ve tefeci sermayenin kasaba ve şehirlerde yerel yönetimlerde temsilciliğini ve halka karşı savunuculuğunu yapan önemli mevkileri tutmuş yanm yamalak aydınlardır. Bunların ezici çoğunluğu "conompu" (satın alınmış, bozuk) unsurlar, siyasal ve ekono inik olarak "tok" yaratıklardır. Oxford Üniversitesinde yetişmiş bir Hint li, Entelicens Servisin bayrağı altına sığınan bir Gandici, bu yüksek taba ka Kürt aydınlarının ideoloji ve psikolojisine akrabadır. İsterlerse suratlarına düini pek az bildikleri Kürtlük yerine, kültürüyle yetiştikleri Türklüğün maskesini geçirirler ve ağalarının ya da efendüerinin bir işaretiyle Mustafa Kemal'den çok Kemalist geçinirler. Vatan ve mület adına, falan olayı yürekleri parçalayan telgraflarla kınarlar. Bunlarda Doğu illüik adına kalan şey, hemen hemen bir Batılı kadar olamamaya boynunu teslim etmiş, Doğunun "aşağı"lığını tevekkülle kabul eylemiş karanlık bir alçakgönüllülük, korkak bir siniktik ve kişiliksizlikten ibarettir. Amaçlan olabüdiğince kabarmaktır. Bereket versin ki bu zümre, niceliği derecesinde nitelikçe büyük değüdir.* b) Alt zümre aydınlan: Bunlar daha çok halk içinden, orta halli köylülerden ya da deklase küçük asülerden gelirler. Bunlann "alt zümre" oluşları, aydınlık derecelerinden çok, Kürdistan'ın alt tabakalanna yakınlıkları gereğiyledir. Yoksa alt zümre aydınlan içinde, mutlaka "üst zümre" aydınlanndan daha az bilgili, daha az görüş ufuklu insanlar vardır anlamına gelmez. Alt zümre aydınlar, üst zümrenin "açıkça" * Islanbul Halkevi'nde "Maraş'm Kurtuluş Günü" kutlanıyor. "Törende Gaziantep Kahramanı Kılıç Ali Bey coşkun bir nutuk" söylüyor. Bu nutkun "coşkun" denilen yanı, kuşkusuz şu melodramatik "Gazi"nin Allahlaştırılışı olacak: "O kimdir? O... yeterlidir... bu... Onu bilmeyen yoktur! Ona tarihlerin üstünde insanlara, insanca yaşamak zaferi derim. O, Gazi demektir." Fakat bizi, "müthiş bir alkış tufanı içinde" söylenen bu "Ali Cengiz oyunu"ndan tok, arada sessiz sedasız geçiştirilen ve gürültüye kaynayan, Doğu illeri aydınlığının Kemalizmle ilişkisine dair, bizzat bir Kemalist meddahın ağzından çıkmış iki başka satırcık daha ilgilendirdi O (eski mtislümanlar Allaha "hû" derlerdi, yani "O"; Kema-listin mistisizminde "O" Gazi'dir) kılıcıyla birlikte Maraş'a gittiği zaman bir şeyler görememiş olacak ki, bizim "kahraman" Kılıç'ın söylevinde: "Son yolculuğu sırasında Maraş'ta azlığı dikkat çeken bir yeni gençlik gördüğünü ve üzüldüğünü" öğreniyoruz.. Tırnak içindeki sözler aynen (Cumhuriyet, 12.2.1933).
söylemediğini söyler. Türklüğü üstüne almaz, Kürtlüğünü açıkça söyler. Bunlardan Kürtlüğe karşı en berbat sömürge zihniyetini uygulayanlar vardır; fakat onlarda bile bu uygulamanın haksızlığına, yanlışlığına ait için için bir kam vardır. Yalnız bu kanısını açığa vurmaz. Zaten vursa bile, ilk olarak olan biteni açıklayabilmek için elinde hiçbir belirli, bilinen ölçü yoktur, ikinci olarak, bu olanların kaçınılmazlığını, o Doğu kaderciliğiyle felsefeleştirmiştir. Bu felsefe alt zümre aydınım bir kabus gibi sarmış, savaş cephesinin boğucu gazlan gibi ezmiş ve sersemletmiş bulunuyor. Üst zümre aydım silik ve sahte bir mangır gibi kişiliksizdir. Alt zümre aydını aman vermez bir sel baskınına uğramış insanlar gibi sanlıp tutunacak bir saman çöpü bulamaz. Bazen can havliyle kişiliğini kurtarmak için yanındaki felaket arkadaşlarının boğazına, fakat pek de istemeyerek sanlır; için için kaynayan hoşnutsuzluklarım boşaltacak yer bulamaz. Bu iki kutup arasındaki fark neden? Buna yukanda da işaret ettik: 1- Üst zümre aydmı: Türk buıjuvazisinin çapulunda yaptığı omuz daşlığını ödüllendirir. Kemalist sistem sayesinde komprador vuıgunculuk la, yavaş yavaş önce az çok para sahibi olur. Sonra bu parayla Kemalist tündüğün bir parçası olan tefeci sermayedar haline gelir. Tefeci sermaye darlıktan toprak sahipliğine geçmek, üst zümre aydım için yeryüzünün bi ricik ülküsüdür. Şu halde bu zümre kendiliğinden aşağı halk tabakalarına değil, üst tabakalarına ve Kürdistan'm burjuva unsurlarına yalandır. "Gözü yukanda"dır. 2- Alt zümre aydını: Hürriyet'le yapılan resmi çapul-soygun ve "yağma Hasan'ın böreği"nden aldığı ufâk payla, maaşının ve kazancının yetersizliğini ve açığım ancak kapatabilir. Onun için "yükselmek", tefeci ve toprak sahibi olmak uzak bir seraptır. O seraba kavuşmak istemez değil, ama kavuşamayacağım da bilmez değil. Hattâ yoksul Kürt halkının soyuluşunda ufak bir aksaklık, onu, gösterişli işlere bayılan Kemalizmin, "güya suistimal mücadelesi"ne yem bile edebilir. Onun için, alt zümre aydım, burjuva unsurlarından çok, yoksul halka yalandır. Yalnız Kemalizmin, halkla kendi araşma gerdiği yapay .. .2 "Çin şeddini" kendiliğinden anlayabilecek manevi hamlesi henüz yoktur. Gözleri aşağıda başı düşüktür. Bu iki zümrenin sınırlarında dolaşan iki tipin melezi "geçit unsurlan" bulunduğunu eklemeye gerek var mı? Doğu illeri aydınlığının sayıca azlığına karşın önemi neresindedir? Cumhuriyet buıjuvazisinin yerli halkı ezip soyuşunda maddi manevi aracı ve alet
oluşunda... Hiç unutmamalı ki, Kemalizm Doğu illerinde siyasal örgütünü bu aydınlan avlayabildiği oranda güçlendirir. Ve manevi nüfuzunu aynı zümrelerle propaganda eder. Şu halde Kemalizm Doğudaki temelini iki direğe dayıyorsa, direklerden birisi bu aydınlardır. Cumhuriyet buıjuvazisi Doğuda iki bacakla yürüyorsa, bacağın bir tanesi aydınlardır. 3- Buıjuvalar: Doğu illerinde buıjuva unsurlan var mı? Var. Bu unsurlann zümreleri nelerdir? Doğu illerinin klasik anlamıyla "buıjuva"dan çok, "burjuvalaşan" unsurlar içinde egemen tip, ticaret sermayedan ile tefeci sermayedardtr. Bu iki başlrca kategoriden sonra gelenler finanskapitalistler ve en belli belirsiz olanlar da sanayi kapitalistleridir. Sanayi sermayesi burada hâlâ koza döneminde el imalathanesi aşamasındadır. Banka sermayesi Batıdaki rolüne Doğuda da girişmek üzeredir. Geç gelmesine karşın bölgenin bütün sivrilmiş kapitalistlerini biricik finans-kapital kampında derlemek ve Türk buıjuvazisinin kasalanyla bağlayarak, İş ve devlet bankalarının uydusu durumuna getirmek girişimindedir. Burjuva unsurlann oranr %1-1,5 civarında Doğu illerinin burjuvalaşma sürecine uyan unsurlar başlıca şu üç kökten gelir: 1- Ağalardan, 2- Tüccarlardan, 3- Aydınlardan. 1- Aydınlardan: Nasıl geldiğini bölümünde anlattık. Bunlar müte ahhitlikten genel hizmetler denilen şekle kadar çeşitlidirler. 2- Ağalardan geliş: Ağa deyince çoğunlukla derebeyi ve derebeyi artığr toprak ve emlâk sahipleriyle çok az ve seyrek olarak da bazı kalın ve refah içindeki köylüleri anlatmak istiyoruz. Bunlar kısmen kendiliklerinden, kısmen Kemalizmin yönetsel ve siyasal önlemleriyle yavaş yavaş ölüler halinde kalan topraklannı, yine kısmen çm çm öten gönüller çeken çü akçeye çeviriyor ve akçeleri işletmenin kapitalistçe yollarım, bazen arama dan bile buluyorlar. Daha çok rantiye kapitalizme eğilim gösteriyoriar tanm burjuvalarr. 3- Tüccarlar Bu zümreye: a) İşi küçükten büyüten bezirganlar, mani fâturacılar vb. azmanlan, bir sözcükle özellikle tüccarlar; b) Kaürcdar (büyük ya da küçük bir tür ticaret kervanedan); c) Kaçakçı tüccarian girer. Bu üç grupta burjuvalaşan unsurian, ilişki ve ügüerine göre halkla Kemalizm arasrnda dizersek, Kemalizme en yalan olanların başında aydınlıktan gelme buıjuvalar, sonra ağalıktan gelmeler, en sonra da üçüncü zümre gelir. Üçüncü zümre içinde de, jöne Kemalizmle en çok çelişki içinde olanlar, tersine hizadakiler, yani aşağıdan yukanya önce kaçakçılar, sonra kaürcılar, sonunda özellikle tüccarlardır.
Kategori gereğince tanımlan şu olan, Doğu illerinin buıjuvalaşmış unsurlan içinde yukandaki stratejik sınıflama, daha çok yatay olarak bir bölümdür. Oysa yalmz böyle bir sınıflama da yetmez. Aynca dikey olarak da bir sınıflama yapmak gerekir. Yani aşağıdan yukanya doğru da tabakalan ayırtetmek gerekir. Başka bir deyişle, bu üç kategori içinde küçük kapitalistlerle daha kalın ve kodamanlan aym çıkar ve düşünceli değildirler Genel kural olarak denilebilir ki, buıjuvalaşan unsurlar içinde daha büyük olan sermayeliler, daha küçük sermayelilerden çok Türk buıjuvazisiyle emek birliği ve sömürü beraberliği kurmuşlardır. a- Buıjuvalaşnıış aydınlar, eskiden beri bağlı olduklan Kemalist devlet aygıüyla içli dışlıdır. Onun için Türk buıjuvazisi ile hemen hemen sızıltısız bir klik halinde bulunur. Henüz Türk buıjuvazisiyle ciddi bir uyuşmazlık sorunu yok gibi. b- Burjuvalaşmış ağalann Kemalizmle bir geçmişte, bir gelecekte olmak üzere iki mız noktası vardır. Bu kategori hoşnutsuzdur, çünkü: 1Geçmişteki ve aslındaki sınıfın izlerini psikolojisinde taşır; 2- Şimdiki durumda ve gelecekte, Kemalist burjuvazinin sinir sistemi demek olan finans-kapital, şebekesini büyüttükçe, bu zümrenin çokça bir kısmına karşı tefeci sermayeyle başlamış olan karşıtlık gibi çaüşmalara uğrayacakür. Bu zümreden ...3 tanm kapitalisti olma becerisini gösterenlere karşıysa, Türk burjuvazisinin çoktan güveni kalkmıştır. Doğu illerinde tanmın makineleşmesi değil, ilerlemesi bile Kemalizme dokunuyor. Onun için oralardaki traktörleşme girişimleri, her zaman sözle verilen vaatlere karşın, bürokrat faaliyet içinde boğuntuya getiriliyor. Ve sadakati su götürmez unsurlar buluncaya kadar ömek çiftlikten öteye geçemiyor. Bu yüzden bu zümre buıjuvalaşmış Doğu illileri içindeki tepkiler, "ulusal" denilen öz buıjuva eğiliminden çok, "karşı-devrim" denilen geriye özlem biçiminde kalıyor. c- Üçüncü kategorinin üç türü içinde Kürdistan- tarihi ve ekonomik koşullan bakımından en ortodoksu, burjuva temsilcisi katırcılar oluyor. Bunlar kaçakçılıkla da bulaşır, özellikle tüccarlık da yaparlar. Fakat içlerinde Kemalizmin mutemedi olan milletvekillerinden en hoyrat pîranlara kadar gayet farklı, fakat Kürdistan burjuvazisinin bütün özelliklerini temsil eden tipler yetişir. Kürdistan'm iç köylerine doğru dal budak salan değiş-tokuş ilişkilerinin temsilcileri, özellikle bu üçüncü kategori tüccarlardır. Bunun-
la birlikte, bunlar iç köylerde de henüz bağımsız birer güç şeklinde gözükmüyorlar. Özellikle aşiretier arasında ticaret yapabilmek için, ya aşiret başlarıyla tanışmış ya da oranın yerlisi olmak gereklidir. Talandan kurtulabilmek ve serbestçe ticaret yapabilmek için klasik koşul, ağanın akrabası olmakür. Yoksa doğrudan doğruya aşiret içine girmek bir serüven olur. Ağa zaten sorulursa malı satmaz. Fakat perakende mal satmaz, yoksa yıllık ürününün fazlasını toptan saüşa çıkartmaz değil. Bu saüşlar gibi, genel olarak şehirle köy arasındaki değiş-tokuş, hele aşiretlerin asıl sosyal bünyeyi oluşturdukları bölgelerde -ki bu bölgeler Kürdistan'ın büyük bir kısmım tutar- hep ağayla içli dışlı hısım akraba olmuş tüccarlar tarafından olur. O zaman ağamn adamları aym zamanda tüccarın koruyucuları olur. Bu tüccarlann çoğunluğu, oldukça sermaye birikürebilirse, toprağa döner. Köy tefecisi, üretici güçleri az çok geliştirmiş toprak sahibi ve tarım kapitalizminin rüşvetleri olur, bazen de ağalaşmaya kadar giderler. Bunlar Türk buıjuvazisinden çok Kürt köylülüğüne ve Batı illeri pazarlarından çok Suriye pazarına bağımlıdırlar. Sıkıyönetimde ağalan gölgede bırakmak ve ağır ekonomik ve mali baskılarla bütün varlığına baçtan çok ortak çıkarak ekonomik ve siyasetçe zulmüne uğradıklan Kemalizme candan düşmandırlar. Bununla birlikte, derebeyi artığı üişkilerle de daha dost sayılamazlar. Onun için "ehveni şer"dirler. Köylülük Oranlan Doğu illeri nüfusunun onda birini bulan bu sınıf ve zümrelerden sonra Doğu ülerinde koskoca bir "köylülük" kütlesi var demiştik. Bu büyük yığın içinde farkhlaşma eğüimi ne olursa olsun, egemen ilişkiler henüz klan ve derebeyi ilişkileri olduğu için, köylülük deyince, buıjuvazinin "tarımcı" dediği sözcüğün altında gizlenen bey ve ağalığı bir yana bırakınca, geri kalan tüm toprak üreticüerini gözönüne getirmek olanaklıdır. Biliniyor, derebeylik Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat-ı Hayriye'den beri resmen "ilga edilmiş"tir. Fakat bu ilga ancak derebeyliğin kendi kendine lavedilecek haline geldiği, zayıfladığı yerler için ve merkezi derebeylik namına yapılmışü. Kürdistan derebeyliği olduğu gibi kalmışü. Nitekim Gülhane Hümayunundan çok sonra, 19. yüzyüın ikinci yansım geçtikten sonr?. 1855'lerde eski "kesim",yani derebeyi aidaü yerine de merkeziyetti sayılan aşar konulabilmişti ki, bu şekü de, doğal ekonomiyi "tekerrür" ettirme düzeninden başka bir şey değüdi. Cumhuriyet burjuvazisi de "yaşı benzemesin" dedeleri gibi, yani Tanzimatçı burjuvazi gibi, de-
rebeyliği bir daha ilga etti. Fakat ekonomik gerçeklikler, o Büyük Millet Meclisi duvarlarından geçmeyen ferman okumalarla değil, ancak geniş kitlelerin kollektif hamleleriyle etkilenebildiğine ve Kemalist burjuvaziyse herhangi bir kitle hareketinden evvel ezel ödü patlar bir nesne olduğuna göre, bu seferki ilga da İsmet Paşa'mn srk srk başvurduğu "zaman" hazretlerinin keyfine bırakıldı. Başka bir deyişle, şapka devrimi, dil devrimi, din devrimi, tarih devrimi diye bütün burjuva reformlarını davul zurnayla ilan ederek kamuoyunu boşlamamayı güden Kemalizm, bumu dibinde ülkenin üçte birini (ve belki yansından fazlasını) ahtapot gibi sarmış derebeyi ve artıklan ilişkilerini gençliğe ve kütlelere hedef göstererek, demokratik burjuva devriminin en zorunlu görevlerini olsun başarmayı tehlikeli bir oyun bildi. İşte onun için, tam kapitalizm gelişiminde, gayet farklılaşmış çeşitli zümre ve kategorilere, ta tanm burjuvazisinden, tanm proletaryasına kadar karşıt kutuplar arasında sıralanan tabakalara bölünen köylülük, Doğu illerinin yan-derebeyi ve yan-klan egemen sistemi içinde, henüz birçok tabakanın tohum halindeki amalgamı gibi.hcnüz tekdüze ve bütün görülen bir yığm görünüşünü kaybetmemiştir. Fakat hele burjuvazinin tanmcı diye andığı büyük %86,24 oram içindeki bütün insanların bir makastan çıkma çıkarlı, biricik bir hamur oluşturduklan samlmamalı. Tersine köy nüfûsu deyince, bunu da ikiye bölmek gereklidir: 1- Genel olarak bey ve ağa denilen sınıf; 2- Ezilen köylülük. Ancak böyle bir ikiye parçalanıştan sonradır ki, iki belli başlı sınıf gözümüze çarpar. Ve o zaman köylülük deyince, ufak tefek farklılıklara karşın egemen beyliğe ve ağalığa karşı, genel çıkarlan ortak biricik bir köylülük sınıfi gün gibi aydm ve belli olur. Bu iki sınıfi ayn ayn inceleıken, aym zamanda her ikisinin karşılıklı ilişkilerine de değinelim: 1- Beylik ve Ağalık (Aşiret): Kürdistan sosyal bünyesindeki egemen sistem ortaçağa özgü ve "efradını cami ağyarını mani" bir derebeylik/feodalizm sayılamaz. Ezberden yargı verileceğine, olana yakından bakılacak olursa ta Urfa, Malatya'dan Erzurum, Van, Erzincan'a kadar uzanan bölgelerde aşiret sisteminin egemen olduğu görülür. Derebeylik Kürdistan tarihinde de yer tutmuştur. Fakat orada derebeyliği temsil eden, ancak eski Türk ve İran egemenlikleri olmuştur. O egemenlikler zamanında, Kürdistan'm belli başlı tümsekleri ve kervan uğraklan üstünde kurulmuş karalı beyazlı yalçın kaleler türemiştir. Fakat bu derebeylikler, aşiretlerin bünyesinde kendi damgalarını sağlayamamaksızın, aşiretlerin üstünde adeta zeytinyağının su üstünde kalışı gibi kalmışlardır. Yağ
dökülür ya da yanar yanmaz, eski saltanatların kandili sönmüş, fakat kandilin dibindeki su olduğu gibi kalmışür denilebilir. Fakat uzun yıllar ve belki de yüzyıllarca yan yana ve alt alta-üst üste yaşamış olan ortodoks derebeyi sistemiyle aşiret sistemi arasrnda, hiçbir ilişki ya da müdahale olmamıştır demek, soyutlamanın cıvıttırılması olur. Kandilin içinde yanan zeytinyağı bittikten sonraki su, kandüe yağ konmadan önceki suya nasü hiç benzemezse ve yanan yağdan sonra birçok kirli ve zehirli leke ve mundarlıklar yadigâr kalmışsa, tıpkı öyle Kürdistan aşiret sistemi de, gelmiş geçmiş derebeylerden bir dizi artıklarla rengini, saflığım kaybetmişti. Aşirete aşiretliğini kaybettiren bir yön de, kapitalizmde ve kapitalizmin son aşamasında bulunuşundadır. Onun için beylik ve ağalık sözcükleri altında tanımlanan aşiret sistemi, bugünkü Kürdistan'da sosyal organizmanın hücresi demek olan klan şeklinin derebeyleşmiş ve buıjuva düzenindeki örneğidir. Onun için bu sisteme deyim yerindeyse "feodaloklan" demek daha doğm olur. Aşiretin ekonomik temeli yer yer ufak tefek değişiklikler gösterir. Özü doğal ekonomi kalmak üzere aşirette çobanlıktan kervan ticaretçiliğine kadar, adeta doğal bir evrim sürecinin basamak basamak aşamalarına rastlanılır. Aşiret arasında köylülüğün ağalara, ağaların beylere bağımlı oluşu gibi bir hiyerarşi yardır. Fakat bu hiyerarşi bağı, hiç de derebeylikteki kadar güçlü ve devamlı değildir. Örneğin Dersim'den Ararat'lara kadar uzanan, ne ismi ne cismi bugün bilinmeyen bazı kabile taslaklarına bağlı, Sadi, Izal, Haran, Haydaran, Demenek, Alan, Haryan gibi aşiretler var. Bunlardan bazılarının arasındaki kişisel hısım akrabalık gibi bağlan bir yana bırakılırsa -çünkü başka aşiretten kadın alan davar almış gibidir- hemen her aşiret, hattâ bazı yedilerin deyimince "muüak surette hürüdür. Aşiretlerin ekonomik etkinlikleri özü itibanyla oldukça ilkel bir kara saban bozuntusuyla tanmdır.Hattâ pek çok iç köylerde hâlâ kadim kölelik döneminin el değirmenleri hüküm sürer. İşte bize, doğal ekononimin aile işbölümüne ufak bir örnekle başlayan kısa bir manzara: "Bir konağın önünde çardağın ilerisinde (Yazar, Çaldıran'dan taş ormanı 'Gireler'in kıyısında Haydaranlı aşiretinin merkezi Soluksu köyünde misafirdir) üç kadın vardı ki, birisi hamur yoğuruyor, ikincisi bunu kalın bir yufka yapıyor, üçüncüsü de yufkayı altla ateş yanan bir saç üzerinde pişiriyor. Yufkanın hamuru darı ve arpa karışımının düz taş altında elle ezilmesinden oluşan bir unla yapılmıştı ki, bu haliyle bir kepek peltesine benziyordu. (Bu Kürtler tahılı değirmende öğütmeyi bilmezler)." 4 4. Yusuf Mazhar: "Ararat Eteklerinde", Cumhuriyet, 207.1930.
Üretici güçlerin bu derece ilkel olduğu yerlerde barınacak binalar, genellikle Çal Karmitilerinin kulübelerinden farksız bir çamur tümseği, Kürtlerin giydikleri kavuk külahlara benzer yuvarlak ya da damlı kulübelerden ibarettir.İç düzenleri yeraltı deliklerinden oluşur. Aym gezgin yazar bir aşiret reisinin "konak"ını şöyle betimler: "Bu (konak) uygar yerlerde içinde hayvan bile bağlanmayacak kadar karanlık, nemli, havasız bir yeraltıydı. Eğer Haydaranlı aşiretinden bir Kürde İstanbul sokağında rasgelir sorarsanız, Soluksu'daki Haydaranlı aşiret reisinin bu konağını (Karnak) sarayı gibi betimleyerek kendisine yalandan ibaret bir gurur yapar."
Aşiretin geçim çekirdeği budur. Fakat bu yer "ortalama"dır. Aşiret geçiminin iki ucundan biri çobanlıkta, diğeri bezirganlıktadır. Sürmeli Çukur'da dolaşan Yusuf Mazhar, bize çobanlık biçiminin egemen bulunduğu yerlerden birini gösteriyor: "Buralar eskiden çok bayındırmış... Fakat şimdi çoğu aşiret beylerinin ve beylere güvenen köy ağalarının malı olan koyun sürülerinden ibaret bir servete sahiptir ki bunlar alanın beslemeye ve yetiştirmeye uygun olduğu miktarın pek altındadır."
Marx Kapital'inde, ilk değiş-tokuşun göçebe kabileler arasında ve toplu bir şekilde başladığım söyler. Kürdistan'm kışın Suriye ve Irak'a, yazın Erzurum yaylalarına doğru inip çıkan çoban ve göçebe aşiretleri, buranın ücra köşelerindeki değiş-tokuşlarda önemli etkendirler. Kemalizm bile, bunlara aralıksız güneye mal satmalarım ve oradan para getirmelerini tavsiye ederek o yolda döviz bekler. Bir tür kervan bezirganlığı yapan bu göçebe aşiretler, kuşkusuz kollektif alışveriş temsilcisidirler. Ve kaçakçılıkta büyük bir rol oynarlar. Bu bakımdan Kemalist buıjuvaziyle, adeta her gün silahlı mücadele durumunda kalırlar. Birbirlerini yemeleri, Kemalizmi rahat bırakmalarına neden olur. Böyle bir ekonomi üstünde kurulacak sosyal örgütün biçimi biliniyor. Toplum ekonomisi çobanlıktan tarıma geçerken, toplumun niteliği de artık ilkel komünizme veda eder. Anahanlığın masum ve yumuşak insan ilişkilerinden, babahanlık döneminin zoıbalığına ve ilk sınıflı toplumun diktatörlüğüne dönüşür. Bu dönemde babahan hep ve ruh, öteki bireyler hiç ya da madde haline gelir. İşte Kürdistan aşiretlerindeki ağanın niteliği, bu derebeyinden çok babahan ve ulu bencilliğine yakındır. Yusuf Mazhar uğradığı yerlerde gördüğü babahanları şöyle anlatır: "Aşiret başkanları bunların güç odağıdır.... Kuzey bölgesinde Kürd bireysel kazanç sahibidir. Fakat kazandığı, başkanın emrindedir. Bu nedenle
başkanlar aşirette nüfuza sahiptirler... Başkanların bu gücü bazı durumlarda aşiretin önemli ve (siyasal) işlerinin parayla görülmesini de sağlamaya yetiyor.
(Nitekim burjuvazi bunu epey kullanıyor.) Aşiretle bireysel hak yalnız beydedir. Diğer halkın hakkı beyin nefsinden kaynaklanır."
Onun için de ağanın evi, hattâ köyü, babahanın türbesi kadar kutsaldır. Yukarıda bir konak betimlenmişti. "Burası kör Hüseyin paşanın kardeşi Yusuf beyin evi ve Haydaranlı aşiretinin ocağıymış. Haydaranlı aşiretine mensup Kürtlerin gözünde bu köy ve konağa büyük bir saygı beslenil-miştir." Hemen
bütün davalarda, bu tür bir başkanın hüküm sahibi olması doğal değil midir? Oysa burjuva yazan bu sonucu görünce şaşakalıyor: "Hayret edilecek (diyor) -ya da nedenleri derinliğine incelenecek- halen bir köylünün uğradığı bir tecavüzden dolayı aşiret başkanına başvurmasıdır. Kesinlik kazanmayan olaylar hükümetin bilgisi dışında bırakılır. Bazen kesin olaylarda
bile hükümetin haberi olmaz." Bu metinden de anlaşüacağı gibi, hattâ "kesin olaylar"ın bile hükümete yansıması için, olay faülerinin başka aşirete kaçması gereklidir. Yoksa aym aşiret içinde hükümete yer verilmez. Bu ekonomik ve sosyal "havayi nesimi" içinde yaşayan halkta yaygın bir "ulu" -ya da Kürdistan halkının ağzından, Türk basınının kurtancı karşılığı olarak hiç düşmeyen- "sahip" gereği düşüncesi kendiliğinden anlaşılır. Adı geçen gezginci yazar, kendisini düşman aşiret sınırından geçiren ağanın silahlı adamlanndan biriyle konuşuyor. Bu adam Celali mültecisiymiş. "Bugün (diye devam ediyor yazar) en büyük endişesini, iki aşiretin barışması halinde kendisini eski aşiretinin intikamına terk edecekleri oluşturuyordu. Ben dedim ki, bu kadar korkuyorsun, daha uzaklara git. İnsan çalıştıktan sonra her yerde yaşayabilir, istersen seni Hasankale'ye göndereyim... Orada daha çok çalışmadan, bundan iyi geçinirsin; gönül rahatın da olur. Kürt delikanlısı söylediğim sözü kafasının içinde bir süre evirip çevirdikten sonra geçirdiği hayattan ayrılmayacağını anlattı. Türkçe'yi iyi bilen biri: Beyefendi... Biz oralarda yapamayız. Bizim beyimiz olmazsa halimizi kim sorar? Bize kim sahip olur? Elimizden kaza çıkarsa bizi kim arkalar?'dedi."
Buıjuva basımmn bütün maaşlı buıjuva ve küçük-burjuvacıklann Mustafa Kemal hakkında, başka sözcüklerle de olsa buna benzer serenatlan yapanlardan ayrı gayrı olmayan yazarcık, Kürt delikanlısının bu sosyal olarak doğal ideoloji ve psikolojisini şöyle betimliyor: "Bunlarda bağımsızlık ve özgürlük duyguları temelinden yok ve ruhları özsaygıdan uzak."
Kürdistan aşiretlerinin, ataerkil bünyesini belli eden gelenekgöreneklere karakteristik bir ömek de, kadının konumudur. Bir kızı seven
oğlanın babası, kızın ailesine bir kişi gönderir, söz alırsa bu kez yine oğlan tarafından birkaç kişi giderek kızın babasıyla pazarlığa girişir. Yoksullar için bin, orta halliler için 5 bin, ağalar içinse 15 bin kuruş (gümüş) para kadar bir "kalınt" (yani başlık) kesilir. Soma bir yemeni ya da seccade gibi bir "dilbağı" (nişan) bağlandı mı, artık kız satılmıştır. Kıza kimse kanşamaz. Düğün hazırlığı bitince oğlanın babası "mum dağıtır", atlılar gider, kızı alır getirirler. (Arada söylemiş olalım ki, burada asıl nikah "scyit"lcrin yaptığıdır. Hükümete, ünlü sözcüğüyle, "muhbir-i sadık" düşman tarafından ihbar edilmezse, evlenmenin tescili mescili yoktur.) Böylece satılan kızın yeni sahibi kocasıdır. Koca satın aldığı karısını öldürmek de dahil olmak üzere .öldürmeye kadar cezalandırmakta haklıdır, kimse kanşamaz. Yalmz kızı öldürdüğü zaman, babasına "kızın kaııııı" öder (yani bir miktar para ya da birkaç dönüm toprak verir) ve sorun kapanır gider. Ortaçağ Avrupasmda da iki tür derebeylik vardı: 1- Fani, 2- Ruhani... Kürdistan'daki ağalık için de böyle bir betimleme yapmak olanaklıdır: 1- Seyitlik ve şıhlık (ruhani), 2- Asıl ağalık (fâni). Seyitler (Türkçe "efendi", "sahip"ler) özel deyimiyle "din hizmetlileri"dir. Ve ağalığa oranla bağımsızhklan tamdır. Bunlann adeta Avrupa'daki keşişlere karşılık gelen "talib"leri, yani bir tür "ruhani koruyucu"lan, bir de müridleri vardır. Bu müridler ağadan, halktan ve herkesten olabilir. Seyidin bir tür ümmeti ya da uyruğudurlar. Seyitler mezhepçe imam Cafer'i Muhammet'ten üstün tutan bir tür Bektaşi babalandır. Hattâ daha önce seyid kabilelerinden en büyük (Seyit Sabun'a) birkaç yıl bir kere "niyaz" (bir tür ruhani bâc) götürürlermiş. Bunlar namaz kıldırmaz; namazı "Türklere ait" bir sorun sayarlar. Bugün Doğu illerinde tanınan yalmz üç seyit kabilesi vardır, ki bunlar da hiyerarşilerine göre: Seyit Sabun, Baba Mansur ve Kınşan'dır. Hişerarşi küçüğün büyüğüne "niyaz" (din cezbesi) verişiyle maddeleşir. Seyitlik aşiret klanının kapalı kastlığını ideoloj deştiren ve dinleştiren öıgüttür. Sözgelimi seyit ancak seyitle evlenebilir. Kürtle, talibiyle evlenemez. Fakat seyidin talibi de başka dinden adamla evlenemez. (Hele Ermeni ile evlenirse telin, afaroz edilir.) İşte adeta bir tür ağalık üstüne ağalık demek olan seyitlikle, asıl dünyevi ve fani ağalık arasında ekonomik ve siyasal, nüfuz bakımından bir rekabet kolayca alevlenebilirdi. O zamana kadar pusuda yatan bu rekabet, Şeyh Sait isyanıyla birlikte, epey ilginç bir biçim aldı. Ve bir zamanlar Meşrutiyet buıjuvazisi ile el ele vererek Ermeniliği mülksüzleştiren Kürdistan ağalan, Şeyh Sait işyarımda da, eze-
li doğaları gereği cumhuriyet burjuvazisiyle birleşerek, seyitliği mülksüzlcştirmeye giriştiler. Görünüşte Zazalara karşı Dersim Kürtleri çıkıyordu. Fakat işin daha derinliğinde bu maddi ağalıkla manevi ağalığın çarpışması da gizliydi. Kemalizm dini dogmalar biçiminde Türklüğe düşmanlık geleneğini devam ettiıen seyitliği ve tekkeleri bu şeküde yasak etmiştir. Bu yasağın bütün burjuva yasaklan gibi içyüzünü araştırmak uzun süıer. Yalmz şurası unutulmamalı ki, bugün seyitlik, yalnızca kendi biçiminde yan yasadışıhğa geçmiş olmaktan başka türlü etkilenmiş gözükmüyor. İç Kürt köylerinde bütün tören ve öıgütüyle olduğu gibi yaşıyor. Yukanda söylediğimiz seyit kabüeleri, seyit kabileleridir. Yalnız daha önce olduğu gibi, şimdi Bektaş-ı Veli'ye niyaz götürülmüyor. O kadar... Hâlâ ta Kars'a ve Gula'ya kadar "devr"e giden seyitler vardır. Hattâ bunlar arasında hükümetin eline nasılsa düşmüş bazılan, yolda tekrar kaçırtılacak kadar nüfuzlar bile yaşarlar. 2- Köylülük: Burada Kürdistan nüfusunun hiç kuşkusuz onda sekizini oluşturan büyük yığma doğrudan doğruya değiniyoruz. Fakat köylülük deyince onun ağalıkla ilişkisini temel olarak alıyoruz. Tezimiz de bu. Kürdistan köylülüğü deyince, başlıca dört tip gözönüne gelir 1- Doğrudan ağa yönetimindeki köyler; 2- Serbest (muhtarla yönetilen) köyler; 3- "Ameliye"ler; 4- İskân edilen köylüler. a) İskân edilmiş köylüler: Türk butjuvazısınııı özellikle il merkezlerine, yani devlet nüfuzunun az çok duyulduğu yakın yerieıe, özellikle kadim Osmanlı Avrupasından ayartarak ya da değiş-tokuş şeklinde zoria yerinden yurdundan ederek sürüklediği ve buralarda iskân ederek, aklınca Türk kültürünü yayma aracr yapmak istediği Türk köylü kolonileri var. Bunlar tipik köylüdürler. Fakat önce iskân edildikleri köylerin ortak şikayetleri, sonra Kemalizm yasalarının bilinen esnekliği yüzünden, bunlara vadedilen muafiyet yülan çoğu zaman sakatlanır. Onun için bu unsurlar, zaten azınlık oluşturduklan bu bölgelerde, ayncalıklı ve yabancı durumların çevrelerinde uyandırdığı düşmanlığın da katılmasıyla, ekonomik olarak tutunmaya zaman bulamadan, bir tür "harcanır"lar. Aslen Kürtlüğün ve çevredeki doğal ve sosyal koşulların müthiş asimilasyon etkisi bu Türk kolonilerini hemen ufalür. Ve en sonunda, ya ortadan bir birlik ve bütünlük olarak kaldtnr, ya da aşiretleştirerek yine Kürtleştirir. Yusuf Mazhar, Sürmeli Çukufu betimlerken şöyle diyor: "Köyler seyrek ve harap, nüfus azdır... Köylerin halkı Kürtleşmiş Azeri
Türkleridir ve her köy bir aşirete bağlı olduğundan, o aşiretin baskısından ve diğer aşiretlerin de saldırısından korunmuş kalır."
Bu bakımdan Doğu illerinin bu tip köylülüğü, Türk burjuvazisi için bir dayanak olmaktan uzaktır. Pek yeni iskân edildikleri bazı yörelerde, olsa olsa, Şeyh Sait işyarımda örneklerine rastgelindiği gibi bu unsurlar Kürtlerle birlikte silah depolarım yağma ederek küçük mülklerinde olan biteni beklemekten ve ender olasılıklarla da bozguna uğrayan Türk hükümetine görece bir geri çekilme noktası oluşturmaktan başka rol oynayamazlar. b) "Ameliye"ler: Doğu illerinin köy ekonomisi çehresine damgasını vuran en özgün ve herhangi bir sosyal altüstlükte önemli bir yedek güç oluşturacak olan zümre, bu Türkçe'deki amele sözcüğünün karşılığı olan "ameliye"ler yığınıdır. Bunlar belki yukarıda sözü geçen serseri-dilenci, koy lümpenleri kadar yoksul ve devrimci ruhludurlar. Ve köy lümpenlerinden farkları, üretici ve yaratıcılıklarım inanılmaz bir dayanıklılıkla korumuş olmalarıdır. Ameliyeler ya hiç toprağı»olmayan, ya da devede kulak kabilinden, hiçbir zaman ne kendisini ne de hele ailesini geçindiremeyecek kadar küçük bir toprağı olan, onun için bir tür tanm işçiliğiyle geçimini sağlayan, köy üreticileridir. Ameliyeler, dünyanın en yoksul insanlandır. Kürdistan'm paıyası konumundadırlar. Bunlann sayısı, hele tanm mevsimlerinde, Kürdistan üretici köylüsünün yansı ve yansından fazlası oranında büyüktür. Çünkü, gerek küçük ekinci konumunda, fakat ağalığa bağımlı olan, ya da doğrudan doğruya beyin toprağında maraba (miriyvo) sıfatıyla işleyen her köylünün yanında, ya sürekli, hattâ bazen kaydı hayat şartıyla adeta çiftlik uşağı, ter oğlanı gibi, ya da geçici, yani bir mevsimlik, birden çok fazla sayıda böyle ameliyeler çalışır.Köylü konusunda da işaret ettiğimiz bu unsurlar, özellikle Kürdistan'm en kalabalık unsurlarıdır. Tarım işçilerinden farkları: İşgüçlerini henüz kapitaliste değil, ağanın yan toprağında yan kiracısı olan miriy voya satmasıdır. Marabadan farkı: Yalnız toprak yokluğunda değil, en ufak bir üretim aracı da bulunmayışındadır. Bununla birlikte, miriyvo ve asıl tanm işçileriyle Kürdistan'm ameliyeleri, ııgatlan, hizmetkârlan arasındaki faik bu kadar bile keskince konamaz. Çünkü bazen ameliydik yapanın da, dediğimiz gibi, "öldürmeyip süründüren" bir toprak parçacığı şeklen bulunabilir. Sonra miriyvo demek, mutlaka toprağı bulunmadığı halde, öküz, saban gibi, üretim aracı bulu-
nan bir üretici demek değildir. Çünkü öyle miriyvolar vardır ki, ne toprağı ne aleti ne de öküzü yoktur. Bütün bunlan ağasından ya da beyinden alır. Ve ürünün de şeklen üçte ikisini mal sahibine verir. Bu köylüler iç Kürdistan'da miriyvolann çoğunluğunu oluştururlar. Bunları hangi zümreye koymalı? Tam toprakbent mi, yoksa taşınabilir üretim araçlı maraba mı, ya da ameliye mi saymalı? Bunlann Doğu illeri bakımından ortak özellikleri, aşiretin babahan ilişkilerinden süreğen ve uzun bir farklılaşma süreciyle yavaş yavaş değişime uğratılarak çıkagelen ve ortak klan mülkiyelinin parçalanmasıyla doğan karşıtlıklara bağlı oluşlanndadır. * * *
Bu iki zümre köylülükten sonra, Kürdistan'da iki tür köy var demiştik: 1- Ağamn yönetimindeki köyler, 2- Serbest köyler. Fakat ağanın yönetimindeki köyler de aynca iki türdür: a) Ağanın köyü, b) Ağa yönetimindeki köy. Başka bir deyişle, üç tür köy var: 1- Ağanın köyü: Ağamn tapu mülküdür. 2- Ağamn yönetimindeki köy: Sözde toprağı ekenlere ait olan, fakat derebeyin patenti altında bulunan köy. 3- Serbest köy: Yani muhtarla yönetilen ve güya ağamn kanşmadığı köy... Gerçekte bu üç tür köy de bugün fiilen Kürdistan ağa-bcylerinin emrindedir. Ya aradaki fark nedir? Bunu anlamak için kadim ekonomi şekillerinden kapitalist ekonomiye doğru başlayan eğilimlerin köylerde ortaya çıkardığı sonuçlan hatırlamak yeterlidir. Bu sonuçlan göz önünde canlandırmak için şu iki süreci tekrarlayalım: 1-Derebeylikte: Avrupa derebeyliği, toprağında köylüyü sömürürken yeni yöntemlere başvurmuştu. Derebeylik görmüş ve anlamıştı ki, köylü toprakbent olarak, çalıştığı toprakta fazla yaratıcılığa önem vermiyor ve kendinin olmayan toprağın tükenişini kayıtsızlıkla karşılıyor. Oysa bu köylüde, ola ki yamlsama kabilinden olsa, bir şeye ve bir toprağa sahip oluş hırsı uyandınldı mı, köylünün çalışma çabası ve üretim yeteneği öncekinden çok fazla artıyor. O zaman (11. yüzyıldan sonra) derebeyliklerin yanında "censive" edilen, yani haraç ya da cizye veren komünler doğmaya başlıyor. Komünler ya da köyler: 1- Bir soylu tarafından bir takım soysuzlara verilmiş tasarruf alanlandır. 2- Bu alanlarda oturanlar, derebeyin şahsından çok makamına bir oens, cizye ya da haraç verirler. Derebeyler bu alışverişte kârlı olacaklardır. Çünkü, haraç veren köylüler eskisinin iki katı çalışmaya başlamışlardı. Oysa eskisinden pek fazla bir
faikla yaşamadıkları halde, derebeyine daha çok haraç verebiliyorlardı. Çünkü bütün artık ürünler her zaman derebeyine aitti. 2- Klanın dağılması: Özellikle Marx tarafından Ingütere'de sermaye birikişi sırasındaki köy olaylarının saptanış şekillerinde buna ilişkin pek çok ömek gösterilmiştir. Çözülmeye başlayan klanın o zamana kadar ortak olan mülkiyeti ortaklığım kaybetmeye başlar. Fakat bu kaybediş senyörlerin lehinde olur. Klanın sıradan bireylerinin o zamana kadar tanınmrş bir kişisel mülkleri olmadığı için klan kodamanları firsatı kaçılmazlar. Topraklarının sınırlarındaki küçük mülkleri de birer birer çitle ördürerek kendi sınırlan içine alı dar. Buna engel olmanın ne olanağı ne de sonucu vardır. Ve eski klan ululan yeni toprak sahipleri haline gelir. İşte bugünkü Kürdistan köylülüğü içinde olan biteni kavramak için bu iki süreci bir anda düşünmek gereklidir. Bugünkü Kürdistan, aşağı yukan bu iki tür sürecin aym zamanda sarmaş dolaş olarak hüküm sürdüğü bir alandır. Kürdistan sosyal bünyesinin bu özelliğini büdikten sonra artık ora köylülüğünün ve köylerinin niteliği daha kolay anlaşılır: 1- Ağanın köyü: Aşiretin ortak topraklarının aşiret kodamanlan ta rafından şahsen benimsenilişi ve zorla gasp edilişidir. Köylü konusunda bir ağanın hangi yöntemlerle köylünün topraklarım zaptettiğini bizzat buıjuva yazarlarından okumuştuk. Bugün ağa zulmüyle kıvranan birçok miriyvonun ağzından dinlersiniz: Şu kadar yıl önce falan mezra, baba lanrun ve filan komşularının mülküymüş. Kürdistan ağalığı hâlâ bugün bile, Kemalist buıjuvaziyle el ele vermiş, bazı köylüye toprak dağıtma pa lavralanna karşın, ağa ve bey mülkiyetini yoğunlaşürmak faaliyetindedir. Toprağım elde edemediğini bir başkasma vurdurur; malını alır; vuran da dağa çıkar. Madem ki burada köylü artık ağanın toprak-bendi demektir. Gerçi toprağa demirbaşlanış bugün "yasal olarak" kaldınlmışür. Fakat sosyal olarak değil... Yukanda Yusuf Mazhar'la "sahipsiz" olamayan Kürt deli-kanlısının konuşması "aşiretbentlik"e bir örnektir. 2-Ağanın yönetimindeki köyler: Yani bütün yönetsel yetkileri ve uy gulama güçleri ağanın elinde toplanmış olan, ağaya doğrudan doğruya bağımlı köyler. Bunlar adeta, Avrupa'daki 11. yüzyıldan sonra beliren komünle ağanın mülkiyeti arasında bir geçiş tipidir. Yani tam "komün sensitive" büe değildir. Çünkü köylünün kişisel mülkiyeti bile henüz res men olsun tam sayılamaz. Yani hem bireyin tasarrufu var, hem de eski klanın ortak mülkiyeti tanınır. Bu şekle yukanda sözü geçen gezginci ya zar da rastlıyor ve onu şöyle karakterize ediyor:
"Güneyde olduğu gibi buralarda köylüler beylerin hesabına çalışmazlar... Herkesin kendine mahsus çifti, çubuğu, hayvanı, toprağı vardır... (Biraz da lahana turşusuna buyurun) Buralarda Kürtleşme olayı (yazara göre klan sistemi demek Kürtlük demektir!) halkı bireysel tasarruf eğiliminden yalıtacak kadar eski değildi ve ekonomik etkenler bu olayda doğrudan doğruya etkili olmamışlardır. (Anlamı şairin kanunda...) Fakat herkesin bireysel olarak sahip olduğu tasarruf hakkının aşiret başkanına zorunlu olarak ait oluşu vardır. Aşiret başkanı gelenekle belirli sınırlar çerçevesinde çoğunlukla her kişinin tahammül edebileceğini bildiği bir derecede bu hakka katılır... Fakat katılım biçimi dolambaçlı ve bazen zalimce bir aldatmacadan ibarettir. Ve kişinin tahammül derecesi de son sınırdır. Bu nedenle köylüler çok yoksuldur..."
Serbest köyler: Tekrarlamaya gerek yok ki, bunları adı "serbest köy"dür, sanı "la communa censitive"in aşağı yukarı kendisidir. Ondan fâfkı ortaçağ komünlerinin ortodoks derebeyi ilişkileri içinde, bizim serbest köyümüzün ise dünya kapitalizminin emperyalizm aşamasında bulunuşundadır. Serbest köylerde mülkiyet daha çok kişiye malolmuş durumdadır. Köyün yönetimi de resmen buıjuva düzenini hoşnut kılacak şekildedir. Muhtarla yönetilir. Fakat bu görünüşle böbürlenecek kadar Kemalist olmaya olayın tahammülü yoktur Ağalığın da kendine göre Kemalizm kadar bir esnekliği vardır. Kemalizmin arasıra yaptığı seçim komedyaları kadar ağarım da demokrasi tuluatında aktörlük yapamayacağını sanmayın. Adet yerini bulsun diye herkesle birlikte Kemalizmin şu "serbest köy"lerinin de bir muhtar ve bir de idare heyeti seçilir. Fakat seçilen muhtar ve heyet ağarım adamlarından başkası olamaz. Bu biçim ağarım arayıp da bulamadığıdır. Kürdistan köylüsünü dinlerseniz, size ağaların uzak köyleri kendiliklerinden serbest bıraktıklarını anlatırlar. Gerçekten ağanın bu biçimden kaybettiği şey çok azdır, fakat kazandığı o kadar az değildir. Çünkü bu kez haraç vermeyen köylü yoktur. Haraç alındıktan sonraysa, köylünün serbest, yani daha çok çalışır olması daha kârlı bir iştir. Ondan sonra ağa, Kemalizm ve kısmen de çalışkan köylülükle (çalışkan köylülükle "kısmen", çünkü manevralarının içyüzünü bilmeyecek köylü yok gibidir) kendi arasına su geçirmez bir perde germiştir. Köyde olan biten ağanın direktifi altodadır. Fakat bu olan bitende ağa için bir "sorumluluk" yanı ortada bulunamaz. Böylece ağa ezeli deve kuşu masalını oynar. İşle Kürdistan köyleri bu sistem altoda yaşar. Bu köylerde yaşayan ya da zulüm gören köylüler, ya önce işaret ettiğimiz ameliyeler, ya yarattığı
ürünün üçte ikisini ağaya ve yansını Kemalist devlete veren miriyvolar, ya da adı "serbest" haraç veren, vergi veren, vermezse ağanın, jandarmanın, tahsildarın talanına uğrayan serbest, "özgür" köylülerdir. Bu üç tipin arasında tabiri caizse "kıl kadar fark yoktur". Çünkü bugün özgür köylü olamn yarın miriyvolaşması ve öbür gün ameliye haline gelmesi, Kemalizmin sayesinde yasalaşmış ya da bilinen demagojinin özel deyimiyle "tedvin edilmiş" bulunur. Kürdistan köylülüğünün bu tarafta daha çok ağalıkla olan ilişkilerinin hepsine birden değiniyoruz. Fakat Kürdistan ağalığıyla Kemalizmi birbirinden ayırmak ne kadar zor!.. Kürdistan'da bugün, ağalığın köylülük üzerinde yaptıklanm birer birer saymak ve her sayışta ve olanda Kemaliz min elini ve boyunu boşunu görmemek olanaksızdır. Baüda olduğu gibi Doğuda da Kemalizm ile ağalık biricik soygun dünyasında -arz küresinde olduğu gibi- iki karşıt kutup halinde kendiliğinden bulunur. Evet kapitalizmle derebey-klan sistemi birbirinin taban tabana karşıtı olabilir. Fakat bugünkü emperyalist dünya içinde karşıtiann birliği adeta diyalektik bir zorunlu kural hükmüne gelmemiş midir? Onun için, ağalığın daha özel ve üstyapısal niteliklerini daha aşağıdaki özel konusuna bırakarak, burada ağalığın ve aşiret sisteminin Kürdistan köylülüğü üzerindeki klasik ekonomik baskısına son bir kez daha işaret edelim. Haraç ve cizyeden söz ettiğimizi anlamak için çarpım tablosuna gerek yok. Kürdistan köylülüğünden -Kemalist burjuvazi değil- ağalık ve beylik kaç türlü haraç ve bac alır? Kaç türlü ağalık varsa, o kadar türlü... Kaç türlü ağalık vardır? İki türlü: a) Ruhani ağalık (seyitlik, niyaz): Buıjuvazi dinin dünyayla ilgisini ol-
dukça inceltir ve yüceltir ve Türkçe'deki bilinen anlamıyla bu inceltilişi tam "taüı selemen" haline getirdikten sonra ilahi tevekküle susayanlara sunar. Feodal dinin bu kadar inceliğine ve maskelenmeye gereksinimi yoktur. Gerçi o biraz, Fransızların melodram, bizim ortaoyunu dediğimiz kılık kıyafette sahneye çıkar. Ama hiç olmazsa Türkçe ezan gibi "devrimci" dramlara da kalkışmaz. İstediğini mistik bir şaklabanlıkla açıkça ister. Alacağım aldıktan sonra, kapitalist ekonominin, sivrisinekten yağ çıkartan "arü-değer" aşısına karşılık, bezirganlığın eşdeğer yasasına uyarak aldığına karşüık "hiçbir şey" de olsa, bari sanılan "bir şey" verir. Kürdistammızm seyitieri işte bu ikinci kategori dindaşlardandır. Kürdistan seyiti, Kemalist tahsildarlar gibi her ay başmda değil, yüda bir kerecik ve makineli tüfek taşıyan jandarmayla değil, dağarcığım taşıyan eşeğiyle bir-
likte "devr"e çıkar. Ettiği niyaz, aldığı niyazdır. Ve türbesinde "çırağı" yaktığı için, ahiretini aydınlatmak isteyenlerden "çıralık" derler, toplanır. Ruhani ağalarımız ahiret ticaretinde bir aldıkları bir de sattıkları ve yine aldıkları çıralık ve niyazın talipleri seyitlerini görmeye gelirler. Seyit ve eşeğiyle karşılaşınca seyitin önünde "rükû"ya varırlar ve eşeğini öperler. Seyit dualı bir "gülbank"dır çeker. Esseyidin ayağım öpen bahşişini önüne bırakır; bu alınan niyazdır. "Çıralık" bir "aminle toplanır. Tören cuma geceleri olur. Seyit müridlerinden üç telli bir tamburayı eline alır. Köylüleri önünde diz çöker. Yer yer "şeriat yolu"ndan vaaz eder. Bu yol kara kaplı "buyruk"da yazılır. Sonra tabii gelsin çıralık çeyrek ya da mecidiyeleri. Verdikleri cennet, gördünüz mü bir kere... Öyle burjuva dininde olduğu gibi septik bir cennet değil, somut, şu kadar gümüş kuruşluk bir cennet. Artık cennetin anahtarı (yani gümüş kuruş), günahkâr müridin işlediği suçun derecesince pahalıdır. Tabii bütün "ruhani" sistemler gibi seyitliğin ruhani alışverişi de bundan ibaret kalamaz. Doğdun, öldün, hastalandın, sağ kaldın, evlendin, boşandın, seyit efendinin "nefesi" seninledir. Doğu illilerin "manevi baskı" dedikleri bu ahret soygunu, sözün kısası, şu maddi dünyanın en ilişilmeyen noktalarını bile Meryem ananın bikrine döndürür. Yalnız Meryem'in kızlığına dokunan amcası hazretleri testereli bir ceza çekmeye uğradığı halde seyitlerimizin her marifeti "Allah karim", "mecidiye" ile ödenir. Örneğin hiç kimse şeyh ya da seyitten izin almadıkça evlenemez. Toprakta "söz" onundur. Kemalizm seyitlikle mücadele ediyor mu? Elbette... Hattâ halka cennet satıyor, gizli ayin yapıyor, manevi baskısını arttırıyor diye, şeyh ya da seyit aleyhinde ihbarda bulunan rakiplerini "suçu sabit olmadığından", "ihbar vaki"i yapanları iftiracı sıfatıyla adaletin pençesine teslim ederek... Bilmem bizim üniversite "pire-fesörleri ya da presörfeleri", ünlü yat borusu çalan bilgiçlikleri ölçüsünde bir "Küıdistaniyat" icat edebilmiş ve orada buna benzer örnekleri "kül halinde" ve enine boyuna incelemişler inidir? Yalmz, şu tarihsel maddeciliğin dayattığı ekonomik determinizme bakın ki, tıpkı ortaçağ derebeyliğinin ruhanileri gibi, bizim seyitler de, Şeyh Sait isyanının olmasına kadar bir tür afaroz bile uygularlarmış. Ve afaroz edilenin seyiti kendisine yanaşamaz, kaptst önüne taş diker ve halktan da kimse oraya yaklaşamaz olurmuş. "Lanetli" din dışı sayıldığına göre, ölünce müslüman mezarlığına kabul edilmez ve bu durum 15-18-28 yıl sürermiş. Gam yemeyin, melunluğunuza "şu kadar" parayı bulabilen olursa "buyruk"tanbu işten kurtuluş yolunu çıkanrlarmış... b) Fani ağalık (beylik, haraç): İster bağımlı isterse serbest olsun, haraç
vermeyen köylü yoktur. Haraç, ya aynî olur, ya da nakdî. Aynî vergide, örneğin ağa bir köye gider, halkı toplar, hepsine özel takdir ve değeriendirmesine göre bir keçi, öküz, yatak vb. gibi keser, biçer ve alır. Nakdî vergi de adamına göre 200'den 700'e kadar madeni (gümüş) kuruş kadar. Ağanın en az aldığı haraç 10-50-100 gümüş kuruştur. Pek alamadığı derecede yoksul olanlar da var. (Kemal izmdcn farkı, Kemalist burjuvazi milyonerden de, hasın olmayan Kürt paryasından da aym yol vergisini alır. Kapitalist adalet ve eşitliği, derebeyi baçlan üe böyle boy ölçüşür.) Haraç yılda en çok üç kez alınır. Ve beyin hükmünün (tahsüdann hükmü "misillu") temyizi yoktur ve itiraz edilemez. Ağalar, 1933'de Türkçe'ye çevrilen Hükümdar'ı ömürlerinde ellerine almamış olduklan halde, sosyal-doğal yetenekleriyle en kusursuz Makyavelizm pratisyenleridir: "Bu nedenle köylüler pek yoksuldur. Bu düşüncenin sonucu köylüleri bey ve ağalara bütün bütün bağımlı kılmak oluyor... Beyin hesabına köylü şakilik eder ve aşiret anlaşmazlıklarında onun emriyle yaşamını feda eder. Hükümete karşı bey namına yalan söyler ve itaat etmemeye çalışır."
Derebey-klan ağalrk ve beyliğinin geniş alanı içinde, geçmişin bu taşınmaz yüküyle yan yana, Kemalizmin mali ve siyasal boyunduruğu+pazar ilişkilerinin kemirici tahribati+bu ilişkilerin oldukça geliştiği yerlerde tefeci sermayenin çapulu vb., özel bölümlerinde incelenmeye değer ve köylülüğü inleten ayn zulüm koşullandır. Bu konuyu kapatmadan önce biz, biri Doğu illeri köylülüğüne özgü, diğeri tüm Türkiye köylülüğünde ortak olan iki küçük noktaya krsaca işaret ederek, Kemalizmin etkisini özel bölümüne bırakacağız: 1- Kürdistan'a özgü pazar ilişkilerinde: Bir ömek: Kürdistan'rn dolaşım aracı gümüş paradır. Bugün dünyada en istikrarsrz ve dalavereli para demek olan gümüş paranın bir adı da sömürge parasr olsa gerek. Gümüş para bu yönüyle Türk ve Kürt burjuvalanmn Kürdistan köylülüğüne ne çorap ördüklerini anlamak için, son bunalım yıllan sırasmda, gümüş paranın kağıt parayla olan eşdeğerindeki inip çıkmalan hatırlamak gereklidir. Bir kez genel kural olarak, köylünün ürünlerini sattığı mevsimlerde gümüş paranın fiatı dörtte bir oranrna kadar düşer. Ve tersine köylü devlet borçlarını, veıgüeri ödeyeceği tarihlerde, bu sorunların kurtluğunda baro-
metre haline gelen yerel tüccarların şaşılacak duyarlılıklan ve manevraları sayesinde hemen kağıt para çıkar ve gümüş para bir çeyrek derecesinde alçalır. Böylece Kürdistan köylülüğü, elindeki paranın alım gücü yan yanya düştüğü halde, her şeyin tam eşitçe olduğuna kanar ve bu kârlı köy ajitasyonunda yağlanan daima bu şehir burjuvalandır. Bununla birlikte, bu yan yanya ziyan, kambiyo piyasasında döviz bulabilenler içindir.İç köylerde, Kürdistan köylüsünün van tahsildarın insafına bağlıdır. Doğu illerinde bir kağıt lira 28-30 gümüş kuruş ederken, köylü tahsildara bir liralık vergisini 3 mecidiyeden (yani 60 gümüş kuruştan) hesaplayarak verir. O zaman köylünün aldanışı %25 ya da % 50 iken %100'ü bulur çıkar. Kaçakçılık ve onunla mücadelenin doğurduğu zikzaklar gibi öteki inip çıkmalar ayn konudur. Bu tür özel zikzaklardan sonra, gümüş paranın bir de genel eğrisi gelir. Son dünya bunalımının ilk 1930 yılı ile 1932'lerdeki kağıt ve gümüş paranın denkliğini ve çeşitli ürünlerinde bu oranlarla karşılaştırmasını göz önüne getirirsek, Kürdistan köylüsünün, yalmz bu "görünmez" işlem nedeniyle ne derecelere kadar soyulduğu daha aydın bir şekilde gözükür. 1930 yılında bir kağıt para 20 ile 28 gümüş kuruş arasındaydı. 1932'de 58-60 gümüş kuruşa çıktı. Böylelikle önce bir hamlede Türkiye'nin eğer yan değilse -bir Siirt milletvekiline göre ülkenin yansında gümüş para akar- hiç olmazsa üçte birinde, küçük köylülüğün kıyıda köşede kara gün için saklayabildiği beş on akçeceğizi daha önce 100 ederse bugün 50 etmeye başladı. Fakat facia bu kadarla bitse yine iyi. Bir de bu paranın gerçek alım gücü ve köylü bütçesinde açtığı gediği anlamamız için pazardaki eşya fiyatlarına bakalım. Rastgele, köylünün en çok aldığı ve sattığı iki metayı elimize alalım: 1930'da yağın okkası 30 kuruşken, 1932'de 33 kuruştur, oysa basma 1930'da 5-6 kuruşken, 1932'de 13 kuruşu buluyor. Bu rakamlardan ne anlaşılır? Şu anlaşılıyor ki, paranın alım gücü %50 düştüğü halde, köylü kendi ürününü ancak %10 kadar fiyatlandırabiliyor. Çünkü o alışverişinde fiyat birimi olarak gümüş parayı tanır. Gümüş paraysa her zaman aynı 30 kuruş olarak görünüyor. Fakat madalyonun ters yüzü büsbütün başka şekildedir: Köylü önce 100 kuruşa aldığı malzemeyi şimdi ortalama 250 kuruşa alıyor, diğer bir deyişle köylünün sattığı ürün onda bir oranında arttığı halde, satın aldığı sanayi ürünleri iki mislini bulmuştur!.. Ve hazin olan şu ki, köylü bu müthiş altüstlüğün rakamını olsun eliyle yakalayalamaz bir halde, ıstırabının bilinçaltını patlatan kızgınlığı ve gerginliği altında eziliyor. 2Kürdistarı'a özgü olmayan kapitalist ilişkilerde: Ağalığın büyük
toprak sahipliğinden tefeci sermayedarlığa doğru geliştiği bölgelerde, tefeci sermayeyle köylülük arasında bütün ilişkiler aynen ve aslına uygun bir şekilde ve belki aslından da daha feci tarzlarda alır yürür. Tefeci sermayenin hattâ büyük toprak sahiplerine bile musallat olmaya başladığı bölgelerde, ağalığın yayın organları ya da yeni icra ve iflas yasalarından şikayetçi olan tefeci-ticaret sermayedarları temsilcileri tarafından sızan olaylar Doğu illerini de sarmaya başladığım gösterir. İki kısa örnek: Elbistan'da: "Tüccar köylüye kredi üzerine işlem yapar, alacağını hasılat zamanı alır. İhracat yapılamıyor, durumun en kötüsü, köylüye kredi üzerine işlem yapılmaması ve köylünün ürününün para etmemesidir. En iyi unun okkası bir kuruş madeni paradır." Urfa'da: "Ekonomik durum: Bölgemizden Suriye'ye ihracatımız geçen yıla oranla fazladır. (Yukarıdaki "ihracat yapılamıyor" diyordu.) Köylü tarlasını ekmiş sayılır. Yalnız tahıl ihracatı az olduğundan fiyat çok düşüktür. Buğdayın kilosu altı yedi kuruştur. (Yukandaki unun okkası 1 gümüş, yani 2 kuruş ile yüz paradır diyordu! Her neyse...) Yalnız şikayet edilecek bir nokta varsa köylünün tefeciler elinde inlemesidir. (Sonra asıl amacı ekliyor.) Köylü demekle yalnız çifte yapışan ekinci değil, tarımla (çiftine yapışmadan) uğraşan toprak sahipleri de aynı durumdadır. Bunu sürekli olarak Milli gazetede yayınlamıştım. %25 ile 75 faiz veren ekinciler vardır. Hapis cezasının kalkması bunların korunmasına yeterli değildir. Çünkü tefecilerin ikinci yıl para vermemesi onlar için daha kötü bir ceza olur. Bunlar zincirleme ve ard arda borç altında kıvranan ve tefeciler
adına çalışan ve kazanan biçarelerdir."6 Sosyal durum ve felakeüerle, doğal afetleri burada tekrarlamak uzun sürer.* İşçi Sınıfı ve Köylülük Buraya kadar geçen açıklamalar, bundan sonra gelecek olanlann da göstereceği gibi Kürdistan içinde eğer bir ulusal baskı ve bir ulusçuluk sorunu varsa, bu sorun özünde köylü sorunundan başka bir şey olamayacağı5. Cumhuriyet, 22.11.1930. I
6. Urfa Milli gazete sahibi: Cumhuriyet, 26.12.1930. * "DOĞUDA KURAKLIK Mardin 23- Civardaki Harran ilçesi tamamen, Sürüş, Viranşehir ilçeleriyle diğer bir kısım köylerin mezraları kısmen kuraklıktan kurumuştur. Hattâ hayvanların yemesi için de ot yetişmemiştir. Bu yöre köylüleri Siverek, Diyarbakır taraflarına doğru hayvanlanyla birlikte nakletmektedirler. Bu köylüler, köylerini geçici olarak terketmişlerdir. Geçenlerde de Suriye'deki bir kısım köylüler gene otsuzluk yüzünden bizim araziye nakletmişlerdir."
m yeterince gösterir. Kürdistan'da proleterleşen unsurlar, genellikle bir tür "Kürt paıyası" adını almaya layık olan ve ora nüfusunun içinde önemli bir toplam tutan başlıca ameliyelerdir. Bunlara köy plebleri, "aşiret tarım isçileri" de denilebilir. Pek büyük bir toplam tutmadığı muhakkak olan ev sanayiyle el imalathaneleri işçileri, nakliye işçileri (sürücüler, demiryolu işçileri vb.), şehir işçileri (fırın, elektrik, hamal ve hele inşaat, yapı islileri, un ve kereste fabrikaları işçileri) sayıları ve oram, herhalde Doğu illerindeki buıjuvalaşmış ve buıjuva unsurlardan birkaç kaü fazla bir toplamı tutarlar. Son Fevzi Paşa-Malatya-Ergani-Diyarbakır hattı, ErzurumSivas hatü, Sivas-Samsun hattıyla buna benzer bayındırlık işleri, hele Ergani bakır madeni gibi, Türk buıjuvazisinin son zamanlarda büyük bir önem vermeye başladığı ihraç işletmeleri, Kürdistan'da bugünden yarına varlığım hissettirecek büyük yoğunluklu ve güçlü bir Kürt proletaryasının kitlesini hazırlamak üzeredir. Kürdistan yoksul halkının kara yazgtstm değiştirmekte keşif kolu rolünü oynayabileceği su götürmeyen Kürt işçileri bugün henüz "kendi içinde sınıf' konumundadır. Batıda olduğu gibi Doğuda da işçi sınıfının niteliği ve niceliği hakkında, Kemalist buıjuvazinin "susuş kumkuması" mutlaktır. Onun için tam ve doğru rakam üzerinde düşünmenin olanağı yok. Fakat Doğu illerinde az çok inceleme yapabümiş yoldaşların gözlemlerine bakthrsa, oralarda hiç olmazsa aydınlar derecesinde, yani %3 kadar küçük büyük sanayi, nakliye, maden işçüeri bulunduğunu kabul etmek zorunluluktur. Tabii şehir küçükburjuvazisi dediğimiz esnaf üreticüer arasındaki ünlü deyimiyle "bin yühğı bir kuruşa" çalışan çırak-işçüeri bu oranın içine almıyoruz. Buraya kadar geçen rakamlardan yuvarlak hesap bir sonuç çıkartmak istersek Doğu iUeriııdeki sınıfların kitlece oranlan şöyledir: Ezüen köylülük %85, diğer küçük-burjuvalar %7, şehir proleterleri %1,5, orta ve büyük ağalar ve beyler %l,5, aydınlar %2, şehir buıjuvalan %0,5. İşte Kürdistan'da, herhangi bir strateji planında rol oynayabilecek sınıfların birimleriyle olan oranlan aşağı yukan ve yuvarlak hesap bu rakamlarla gösterilebilir. Şehir burjuvalarının toprak kapitalisti denecek unsurları 200 kişide bir kişi olarak gösteriliyor, ki az değü, belki çoktur büe. Şehir küçük-burjuvalanm %7 olarak gösteriyoruz. Yukandaki araştırmamızda, bunları %7,25 buluyorduk. Kuşkusuz her iki oran da oldukça yüksektir. Yukanda yinelediğimiz gibi, eğer şehir küçükburjuvalaının işlettikleri çırakları bu orandan ayrracak olursak, asıl
küçük-burjuvalann oranı belki de %5, hattâ %4'lere kadar düşebilir. Fakat yine, burada bile bile bir örnek: Doğu illeri çıraklarının henüz geleneksel babahan zihniyetinde ve esnaf psikoloj isiyle dolu olduklarını varsayarak, bu çırakları da esnaf, şehir küçük-burjuvasr sayıyoruz. %86,5 olarak gösterilen tarımcılar içinde yalmz %85'ini köylülük, %1,5'unu ağalık ve beylik saymak lehinde bir oran olur. Aydınlara gelince yukandaki araştırmamızda, bunları %3-3,5 bulmuştuk. Fakat bunlardan bir kısmmı Türkleşmiş, diğer kısmının da Kemalist devlet aygıtına köpekçe bağlanmış entegre olduğunu göz önüne getirirsek, gerçek Kürt aydınlannın %2'yi geçmeyeceğini teslim etmek gerekir. Bu yuvarlak oranlara göre, devrim stratejisinde rol oynayacak sınıflar hangileridir ve bu sınıflar arasındaki ilişkiler nasıl olabilir? Herşeyden önce, Kürdistan devrimi ulusal bir zulümden kurtuluş olduğuna göre, köy küçük-buıjuvazisinin, yani ezilen köylülüğün devrimidir. Fakat emperyalizm döneminde, her sosyal devrim zorunlu olarak dünya proletarya devrimiyle tek bir cephe kurarak yaşayabileceği için, bütün bu tür devrimlerin olduğu ülkelerde, proleterler ne kadar azınlıkta olurlarsa olsunlar, devrimci rollerini oynamaya çağnhdırlar. Genel kural olarak konulan aym sorunu buradaki özelliği içinde inceleyelim. Nüfusun %85'ini oluşturan ezilen Kürt köylülüğü herhangi bir devrimde hangi sınıflarla müttefik olabilir? Kürdistan'm şimdiye kadar geçirdiği ayaklanma ve devrim deneyimlerine bakalım. Kürt köylülüğü başlıca iki sınıfin rehberliği alünda iki önemli ayaklanma yapmış görünüyor: 1- Şeyh Sait ayaklanması, 2- Ağn ayaklanması... Şeyh Sait ayaklanmasında Kürt köylülüğü doğrudan doğruya ve belli başlı sımf olarak, ruhani ve fâni bey ve ağalarının rehberliğini kabul etti. Fiyaskonun kanlı sonucu Kürt köylülüğü için müthiş bir ders ve ceza oldu. Ağn ayaklanması daha çok bu ağa ve beylerle buıjuva devrimcilerinin "ulusal" denilen damgasını taşır. Ondaki yıkılış da, Kürt köylülüğünün hâlâ iliklerini sızlatan bir uğursuzluk oldu. Şu halde, Kürdistan ezilen köylülüğünü kurtarmak konusunda Kürt ağa ve beylerinin ve Kürt buıjuvazisinin bu işte ne becerebildikleri meydandadrr. Kürt ağalanyla Kürt buıjuvalan kozlannr oynadrlar. Şimdi Kürt köylülüğü, her ikisinin rehberliğine karşr olan güvenini derinden derine kaybetmiştir. Geriye kim kalıyor? Kürt köylülüğü kendisine, hangi sınıflan müttefik ve yol gösterici bulabilir? Çünkü bu kadar örgütsüz, bu kadar cahil ve dağrnrk brrakrlmrş büyük bir yığın, kendisine sadık ve candan bir müttefik ve yol gösterici smıfbulamadrkçabaşanh ve mantiksal sonuçlu
bir mücadeleye ve zafere kavuşamaz. Derebeylik ve ağalık bu rolden bilfiil itildiğine göre, Kürdistan'da Kürt köylülüğünün kurtuluş mücadelesinde yol gösterici ve müttefik olacak hangi sınıflar kalıyor? Aydınlarla proletcrier. Kürt proletaryası ne kadar yeni, siyasal mücadelede deneyimsiz ve öıgütsüz olursa olsun, Kürdistan köylülüğüne yol gösterici olmaya aday mıdır? Evet, biz Kürt proletaryasının bu adaylığını yalmz nicelik oranı bakımından kestirebiliriz. Birisi (burjuvazi) %0,5, diğeri (beyler, ağalar) %1,5 gibi oranlarda olan iki sınıf, köylülüğü ayaklanmaya sürükleyebüdi. %1,5 gibi bir oranla, nicelikçe gerek Kürt ağa ve beyler sınıfi, gerek Kürt burjuvazisi sınıfindan ayn ayn hiç de aşağı kalmayan Kürt proletaryası vardır. Eğer bu sımf öıgütçü ve mücadeleci yeteneğini geliştirerek Kürt aydınlarının ve de özellikle ve hele köy sadık ameliye aydının çıkarım ve emek birlikteliğini sağlayabilirse, Kürdistan'ın bağımsız siyasal ve sosyal kurtuluş mücadelesinde, Kürt köylülüğünün en aldanmaz ve en yetenekli yoldaşı olabüir. Böylece Kürdistan'da Kemalist burjuvaziye ve kısmen Kemalizmle sarmaş dolaş olmuş Kürt burjuvazisine, Kürt ağalığına karşı, Kürtköylülüğü+Kürtproletaryası+Kürt aydınlan... Kürdistan devriminin stratejik ilişkileri böyle olabilir.
SÖMÜRGE SİYASETİ TBMM'nin yamacında ve başkanının arkasında asılı duran büyük bir levhada şöyle yazarmış: "Hakimiyet milletindir"; biz görmedik... Doğu illerinin ta Kızılırmak vadilerinden Ağn yamaçlarına kadar uzanan alnına şöyle bir yafta yapıştırılmıştır: "Hakimiyet jandarmanındır..." Bunu gözümüzle görüyoruz. Fakat bir gün, sahtekârlığı sevmeyen bir el, her iki levha ya da yaftayı alıp da tersine çevirecek olursa görülür ki, her ikisinin de arkasında daha iri ve gerçek harflerle yazılan ve asıl olan şey budur: "Hakimiyet buıjuvazinindir". Bunun böyle oluşu, Türk buıjuvazisinin orada henüz aldatabildiği çalışkan Türk kütleleri, kısmen ulus demagojisiyle intihara uysallaştırabilmesi; burada (yani Doğuda) ise Kürtlüğü Türk ulusu yapmanın olanaksızlığı yüzünden soygununu, düpedüz ve açıkça yalmz "süngü" gücüne dayanarak yapmaya zorunlu tutulması yüzündendir. 1931 sonlarına doğru, dekoratif sırıtışında Fransız devlet adamlarına özgülük bulunan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Doğu illerinde teftiş gezisine çıkarken, okuyoruz: "Teftiş gezisi adet olmuş turlardan biridir. Bununla birlikte, çevrenin özelliği, devamlı endişeyi gerektiren o yörede doğal durumun geri dönüşü hakkında yakından bir gözlemi getirecektir.
Siyasette bir "çevrenin özelliği devamlı endişeyi gerektirir" neden olur? O yöredeki insan kitlelerinin tümünü saran derin bir hoşnutsuzluk bulunduğu için... On yıllık Cumhuriyet rejimine karşın, Türk buıjuvazisi neden hâlâ "devamlı endişe" üzeredir? Nasıl oluyor da, derin hoşnutsuzluğu giderilemedi? Orada "doğal durumun geri dönüşü" hakkında gözlemde bulunamadı? Türk buıjuvazisini "o yörede" sıkan nedir? Yukanda araştırdık, orada bir Kürt ulusu var. Bu ulus aslı gereğince geniş köylü tabakalannın kurtuluş hamlesine vurulan darbelerle, her gün kabarıyor. Sorunun ulusal ve onun da başlıca köylü sorunu olduğu anlaşıldıktan sonra, sıra bu ülkenin "endişeyi gerektiren özelliğini" görmeye ve Türk buıjuvazisinin burada belirli "doğal durumun geri dönüşü" hakkında ne yaptığım anlamaya gelir. Bir daha, şeyleri adıyla çağıralım: Türk burjuvazisi, bir zamanlar ilân ettiği gibi Kürt ulusunu kardeş mi sayıyor, yoksa ona en berbat sömürge yöntemlerini mi uyguluyor? Yukarıdan beri olan sözün gelişi ikinci şıkkı 7. Cumhuriyet, 27.10.1931.
oluşturabilirdi. Derhal ağalar yerlerine döndürüldüler. Ve o zaman Köylülere Armağan broşüründe bazı eh kalem tutanların yazmaktan sakınamadıklan facialar fash başladı. Bununla birlikte, Kemalist burjuvazi bir kere nasılsa bozuştuğu ağalığa karşı Kürdistan'da kendini tutacak unsurlar yaratmak gereğini hissetti. İskân siyaseti yetemezdi. "Köylüye toprak" en parlak bir yem borusu olabilirdi. Ve boru çalındı. Birinci sahne: Burjuvazi hesaplamıştır. Kürdistan ağalarım modern toprak sahipleri ve tefeci sermayedarlar haline getirecek. Örneğin Fransa; 1902 yılında 5.702.752 köylü aüesi içinde 300 hektardan fazla toprağr olan en büyük toprak sahipleri 4.280 kişi kadardt. Burjuvazi de büyük toprak sahipleri için aşağt yukarı bu oram yeterli gördü. Örneğin 3.010 dönüm (334 küsur hektarlık) toprak Kürt bey ve ağalarına bıraktlacak, ağaların fazla topraklan hükümetin güvencesi altında, topraksrz köylüye ztrntk para, satılacak. Kemalist burjuvazi bunu ciddi bir plan dahilinde değil, en çok gücünü hissettireceği tek tük bölgelerde, şöyle bir deneme tarzrnda yapmaya girişti. Sözgelimi kaymakamla genel müfettiş yardımcısı köye giderek bir ilân verdi. "Marabalar ya toprak satın alın, ya da sizi süreceğiz!" İlk bakışta dehşetli "halkçı" gözüken bu ilânın, biraz düşününce ne pis ve zalim bir burjuva yöntemi olduğu kolayca anlaşüabilir. Buıjuvazi, bir zaman gezmeye götürdüğü ağalığı tekrar, hem bu kez daha tehlikeli ve fena olarak köylünün başına musallat ediyor. Onunla siyasal ve yönetsel alanda birleşiyor. Sonra köylüye dönüp, ağadan korkmayın, sattığı toprakları saün alın diyor. Fakat ağa uzun sözü sevmez. Kısaca haber verir: Benim toprağrm "yrlan kemiğidir, yiyenin boğazında kalır". Köylü, herşeye razrdrr, tekbir avuç toprağr olsun... Ağaya şu teklifi yapar: Hükümete vereceğim 20 yıllık taksidi 5 yılda ödeyelim, geri kalan 15 yılda aym taksitieri bir daha ağaya ödeyelim... Fakat burada henüz "kuram" aşamasındayız. İkinci sahne: Jandarma yüzbaşısınla katip efendi kayıt ve tescil işlemlerini yapmak ve köylüye toprak "dağıtmak" üzere gelirler. Katip efendi zaten ağamn amcasının oğludur. Ağamn evine konuklatürılır. Bir kuzu dolması ziyafetinde toprak paylaştırılrr: a) Ağamn alacağı 3.010 dönüm yerine 30.100 dönüm ayrılrr (defterde yazan üç bindir, ama saklanan toprak bunun on kaü fazladrr); b) Ağamn bütün kansı, kardeşi, oğlu, kızı, kısrağr aynca birer tapuyla bu dağtümdan hisselerini alrrlar. Öyle ya, ağamn yalnız şahsına üç bin dönüm değil miydi? c) Ağamn toprakları o kadar geniştir ki, bu dağıtımdan sonra da satılığa çıkanlacak, zaten ağamn
söyler. Şu halde, bugün Kürdistan'da sömürge yöntemlerinin uygulandığını nelerden anlayabiliriz? Başlıca üç noktadan: 1- Ağalıkla uzlaşması; 2- Ekonomik yöntemleri; 3- Siyasal yöntemleri...
Ağalıkla Uzlaşma Avrupa kapitalistleri, geri Doğu ülkelerine saldırdıklan zaman, oradaki büyük derebeyi saltanatlarını tahrip ve yağma etmişlerdi. Bugünkü emperyalizm döneminin kapitalizmi, eskiden yok ede ede, dinamitleye dinamitleye ufaladığı derebeylik üstünde bugün yeni bir saltanat kurmaktadır. Bu saltanat finans-kapitalin derebey süzerenliği tacıyla taçlanışı demektir. Gerçekten bugün, Avrupa emperyalistlerinin sömürge siyasetlerindeki yönetim biçimleri, yerli derebeylerle el ele vermekle niteliklenir. Son demine gelen her sınıf gibi, kapitalizm de mazide yapışacak tutanak arar. Sözgelimi Hindistan sömüıgesinde topraktan intifa ve yararlanma hakkı derebeyi devletinin tekelindedir. Anavatan sermayesine, toprak veıgisi yerine yıllık "redevance" veren "zemindar"lar ya da "tağlukdarlar"dır. Iran, Fas, Mısır vb. de emperyalizm, koca toprak sahiplerinin yerli örgütlerini kullanarak toprak rantım yakalar. Öte yandan en ilkel yaşama araçlarından yoksun kalan çalışkan köylülük, aç ve aylak geniş bir lor nüfusu halindedir. Ülkede tek tük ve serpilmiş bir halde bulunan yerli sanayiler, fâzla lor nüfusu ememez ve bu nüfus göç edecek, yerinden kıpırdayacak halde değildir. O zaman çalışkan sömüıge köylülüğü zemindaıiann ebedi serileri, toprakbentleri, paryaları haline gelirler. Şu halde, bir ülkede yabancı kapitalizmin yerli derebeylik ve artıklanyla el ele vermesi, bir sözcükle o ülkenin sömürgeleşmesi demektir. Doğu illerinde, Türk burjuvazisiyle Kürt ağalığı arasında bir uzlaşma ve elbirliği var mı? Var. Bunu şu üç bakımdan kısaca gözden geçirmek yeterlidir: 1- Toprak sorunu; 2- Yönetim; 3- Mahkeme... 1- Toprak Sorunu: Türk burjuvazisi tüm Türkiye hakkrnda olduğu gibi, Doğu köylüsü için de toprak vaadinde bulundu. Şeyh Sait ayaklanması üzerine, Kürt ağalanndan bir kısmım Batı illerinde gezmeye götürdüğü zaman, Kürt köylülüğü o halka özgü olan doğal ve devrimci güdüsüyle ağaların topraklarına sessizce el koymaya başladı. Kürdistan köylülüğünün bu durumu, adeta bir an için toprağı kişisel mülk olmaktan çıkartmış gibiydi. Oysa Kemalist burjuvazinin amacı, böyle korkunç bir manzaraya seyirci kalmak değildi. Aslında ağa nüfusunun kırılmaya yüz tutması halk arasında her türlü zulme karşı bir ayaklanma yeteneği de
oluşturabilirdi. Derhal ağalar yerlerine döndürüldüler. Ve o zaman Köylülere Armağan -broşüründe bazı eli kalem tutan 1 ann yazmaktan sakınamadıklan facialar faslı başladı. Bununla birlikte, Kemalist burjuvazi bir kere nasüsa bozuştuğu ağalığa karşı Kürdistan'da kendini tutacak unsurlar yaratmak gereğini hissetti. İskân siyaseti yetemezdi. "Köylüye toprak" en parlak bir yem borusu olabüirdi. Ve boru çalındı. Birinci sahne: Buıjuvazi hesaplamıştır. Kürdistan ağalarını modem toprak sahipleri ve tefeci sermayedarlar haline getirecek. Örneğin Fransa; 1902 yılında 5.702.752 köylü ailesi içinde 300 hektardan fâzla toprağı olan en büyük toprak sahipleri 4.280 kişi kadardı. Burjuvazi de büyük toprak sahipleri için aşağı yukarı bu oranı yeterli gördü. Örneğin 3.010 dönüm (334 küsur hektarlık) toprak Kürt bey ve ağalarına bırakdacak, ağaların fazla topraklan hükümetin güvencesi altında, topraksız köylüye zırnık para, satılacak. Kemalist burjuvazi bunu ciddi bir plan dahilinde değil, en çok gücünü hissettireceği tek tük bölgelerde, şöyle bir deneme tarzında yapmaya girişti. Sözgelimi kaymakamla genel müfettiş yardımcısı köye giderek bir ilân verdi. "Marabalar ya toprak satın alın, ya da sizi süreceğiz!" İlk bakışta dehşetli "halkçı" gözüken bu üânın, biraz düşününce ne pis ve zalim bir burjuva yöntemi olduğu kolayca anlaşılabilir. Burjuvazi, bir zaman gezmeye götürdüğü ağalığı tekrar, hem bu kez daha tehlikeli ve fena olarak köylünün başına musallat ediyor. Onunla siyasal ve yönetsel alanda birleşiyor. Sonra köylüye dönüp, ağadan korkmayın, sattığı topraklan satın alın diyor. Fakat ağa uzun sözü sevmez. Kısaca haber verir: Benim toprağım "yüan kemiğidir, yiyenin boğazında kalır". Köylü, herşeye razıdır, tek bir avuç toprağı olsun... Ağaya şu teklifi yapar Hükümete vereceğim 20 yıllık taksidi 5 yüda ödeyelim, geri kalan 15 yüda aym taksitleri bir daha ağaya ödeyelim... Fakat burada henüz "kuram" aşamasındayız. İkinci sahne: Jandarma yüzbaşısıyla katip efendi kayıt ve tescil işlemlerini yapmak ve köylüye toprak "dağıtmak" üzere gelirler. Katip efendi zaten ağanın amcasının oğludur. Ağamn evine konuklatünlır. Bir kuzu dolması ziyafetinde toprak paylaştınlır: a) Ağamn alacağı 3.010 dönüm yerine 30.100 dönüm aynlır (deflerde yazan üç bindir, ama saklanan toprak bunun on katı fâzladır); b) Ağarım bütün kansı, kardeşi, oğlu, kızı, ktsrağt aynca birer tapuyla bu dağrümdan hisselerini alırlar. Öyle ya, ağanın yalnız şahsına üç bin dönüm değü miydi? c) Ağamn topraklan o kadar geniştir ki, bu dağıtımdan sonra da satılığa çıkarılacak, zaten ağanın
da pek işine yaramayan, en çorağından bir miktar toprak kalmıştır. İşte köylüye dağıülacak (yani parayla saülacak) toprak budur. Bu toprak satılır. Ama kime, önce ağanın adamlarına... Yani gene ağaya.. Artık büyük dağıümdan sonra da, daha bir kısımcık toprak kaldıysa, yukandaki tehditlere karşın, gözü kararmış köylülere nihayet saülır... Ameliyata girdik. Ve Kemalist devlet aygıüyla Kürdistan ağalığım, ziyafet sofrasımn başında kucak kucağa "toprak devrimi" yaparlarken buluyoruz. Üçüncü Sahne: Ağamn amcasının oğlu her topraksız köylüye 50 dönüm yazar, fakat köylüye verilen gerçek tarla 30 dönümü geçmez. Ağa yalmz burada %40 ilk çapulunu, Kemalist devlet aygıü sayesinde yapmışür. Bununla birlikte, köylü buna da razıdır. Karşılığı 20 yılda birleşik faiz biçiminde ödenecek. Bir köylünün ortalama ne vereceğini hesaplayalım: 8 lira devlete vergi (bu işte devletin amacı da bu... Çünkü bunu ağadan alamıyordu) + 12 lira da ağaya toprak parası, yani 20 lira nakit olarak ödenecek. Buğdayın okkasını 2 kuruşa satabilen mutlu. Bir köylünün bu parayı bulabilmesi için demek bin okka ürün elde etmesi gereklidir. 1931 yılında Diyarbakır ömek çiftliğinde ortalama bir dönümden 67 kilo ürün alınıyordu. Bizim köylümüz ortalama 50 okka dönümden alsa, 30 dönümden 1500 okka buğday alacak demektir. Şimdi bir başka hesaba geçelim: Biliniyor, aşar 4-5 yıldır kaldınlmışür. Bu sorun hakkında bir Kürdistan köylüsüyle Kemalist yargıç arasında şöyle bir konuşma geçer: "Yargıç: Ağanın aşarını neden veriyorsunuz? idare meclisi kararı var, %2'den fazla vermeyin!.. Köylü: Öyle ama... O şehir çevresindeki köyler için. Bizim köyde olmaz..."
Köyde olan şudur: Köylü aşar olarak l,25+10+"noksan ard" 2/10 + tohum 3/10 = 6,25/10 ürünü, yani yukandaki 1500 okka. buğdayın 937,5 okkasını bu üç yere yaüracak, elinde kalan 562,5 okkadır. Bunu yesin mi satsın mı? Toprak alan köylünün tam 50 dönümü de olsa ve 50'sinden de buğday alsa ve ürün hiçbir kaza belaya uğramadan tam verimle hasat edilse 2500 okka eder. Bunun 1537,5 okkasından geri kalan tam 1000 kilo buğday bile olmayacak. Vergiyle toprak taksidini vermek için bu buğdayı satabilirse ne yiyecek? Sonunda yalvara yakara toprağını ağaya satmayacak ya da bırakıp bir yana kaçmayacak mı? Dördüncü Sahne: Bir ağa, şu maskara "toprak dağıümı"nı onaylayan muhtann, şu kadar bin liralık harmanını yaktınr. Cumhuriyet burjuva adaletini istediği vicdani ve maddi, bütün subut ve kam unsurlannı bir çırpıda hazırediveren ağa, aynı muhtan hırsızlık suçuyla da aynca 5
günlük yerdeki cezaevine iletir iletmez, o zamana kadar toprak alma törenini bekleyen bütün köylüler, noterdeki sözleşmeyi imzalamaya gitmekten vazgeçerler: Ağamn toprağı gerçekten yılan kemiğidir. Köylünün de boğazında kalmıştır. Bununla birlikte adalet yerini bulmuştur: Kemalizmin köylüye "toprak dağıttığının" kanıtını mı istiyorsunuz? Bütün ismi noter defterine geçmiş olan köylüler her yıl düzenli olarak 20 Ura toprak için veriyorlar. Hem de bu toprak kendisinin değil, eskisi gibi bilfiil ağanındır. Toprağı benimseme cesaretini gösteren tek tük küstahlara gelince, bir gece ağanın adamlan tarafından evlerinde basılır, birkaç kadın ve çocuk ölüsü yanında bütün erkekler yaralı düşer ve olanca mallan yağma edip götürülür... Yine hem de, ortada ne tanık var ne de kanıt!... Ezeli Sahne: Kapitalist, sermaye biriktirişinde ne kadar doymazsa, ağa da toprak hırsında o kadar sınırsızdır. Kemalist burjuvazi, basmakalıp düşlerine devam ededursun, ağa doymak nedir bilmez genişleme hırsım çeşitli kanallardan tatmine uğraşır. Bunun için iki yol vardır: 1- Feodal yöntemler: Meşe sürterek tarla çalmak: bir köyde daha önce hepsi hepsi 42 tarla varken, sonradan ağamn 105 tarlası meydana gelir. Ağa verimli bir toprağa göz mü dikti, o topraklar üzerindeki köylüleri bir birine düşürür, arada birisi vurulur, diğeri "katil" sıfatıyla Kemalist adale tin pençesine... Kurtulmasının bir tek yolu var: Toprağım ağaya devrede rek, onun hazırlatacağı çeşitli ihtiyar heyeti iyihal kağıtlan, uydurma jandarma zabıt varakalan ve yalancı tanıklarla kurtulmak. Toprak ağarım elindedir. Dünyada ağamn bilmediği ve bulamadığı hile mi yok!.. Örneğin falan suyun başında, bir köylücüğün atasımn atasından kalma ağaçlık, bereketli bir bağı var. Sınırlan yıllardan beri biliniyor. Bir gece ağarım adamlan bağa girerler. Bütün asmalar yere kadar köklerinden yolunur. Peşinden toprağın üzerinden bir sürgü geçirilir. Ertesi gün bakan, orada dün ağaçlık bayındır bir bağın varolduğuna ilişkin bir iz bile göremez. Ağa toprağa arpa ektirmiştir. Sınırlar, ağamn toprağıyla kaynaşmışta. Artık eski bağ sahibi, eceline susadıysa tırtıllara dilekçe vermeye gitsin. 2- Kapitalist yöntemler: Meşrutiyet buıjuvazisinin Ermeni talanından beri yeni yöntemler, salt bürokrat yöntemler olmuştur. Tapu memurlan ağanın ya akrabalan ya da adamıdır. Ermeniler kesilirken hükümetin müttefiki olan ağalar, derhal varolan bütün Ermeni mallanm bedavadan üzerlerine yazdınvermişleıdi. Hâlâ bugün Doğu illerinde birkaç "terkedil miş mülkler" denilen -Fikret'in deyimiyle- "han-ı yağma" vardır. Her gün biraz kabaran ağa bunlan bir "üslub-u hakimaney"le sınırlan içine alır.
Böyle yapamazsa, Kemalizm tarafından ağaya eksiltmeyle müzayedeye çıkarılır. Kullanılmayan yerin üstünde yıllardan beri yerieşmiş, ev, bağ, bahçe yapmış, tarla açmış yoksul ve çalışkan köylüler doludur. Onların ruhu büe duymadan ağarım malı oluverir. Bundan da ömürleri var! Bir köyde Türkçe büen, istanbul kaldırımı çiğnemiş vb. nitelikte yeni bir ağa türer. Bir gün bu yeni ağa, karakol komutam ve iki süngülü jandarmayla gelir; hiçbir şeyden haberi olmayan güzelce bir tarlanın önceki sahibi köylüye çık der... Bıe aman... Köylü neden çıkacağım sorar. Ağa, elinde o toprağın kendisine, şu hiçbir şeyden haberi olmayan sahibi tarafından satıldığınıbütün yasal belge ve yollarla kanıtlar. Deliller, şaşalayan köylünün suratına çarpılır. Çaresiz, köylü valiliğe koşar. Tapu memuru, herşeyin yasal olduğunu ve işlemin tamam olduğunu büdirir. Ve sonra galiba oldukça acıdığı için, köylünün kulağına fisüdar "Bu işlemlerin sahte olduğunu biz biliyoruz ama, ne. çare herif bir keıe tanık kanıt bulup mahkemede hak kazanmış. Sona valiye gelip çatmış. Sizi kim dinleyecek. Hiç yorulmayrn..." Ve köylü son meteliğiyle satın aldığı süaha sanlarak dağa çıkar. O zaman Kemalizmden şu unvanı kazanır: canavar eşkiya!.. Tarih nasıl bir "tekerrür" olmasm! Yıllardan beri Kemalizmin köylüye toprak "dağrtüğr" bir bölgeden bakın ne "hoş seda"lar geliyor: "Palu 'da halk kitleleri büyük toprak ve emlâk sahipleri adına çalışmaktadır. Hükümetin son zamanlardaki ünlü faaliyeti, bey ve ağa yetiştirmeye uygun bir anormal tasarruf yöntemi yerine çok makul önlemlerin uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Böylece halk ağa ve beyden kurtulunca toprak ve sahibi olunca hükümete karşı özverisi artmış olacaktır. (Bununla birlikte, 1928-29'dan beri beş yıldır Kemalizmin güya toprak sorunuyla uğraştığı bu yerde sözün sonu şöyle gelir:) Palu kasabası halkından hiç kimse yoktur ki bir köy sahibi olmasın. En önemli toprak ve emlâk Cemşit beyin ailesinden olay beylerin elindedir.1,8
2- Yönetim: Yukandaki "toprak sorunu" sistem olarak Kemalizm üe Kürt ağalığı arasındaki gizli uzlaşmanın derecesini ve derinliğim yeterince gösterir. Bir kere olaylan küçük memurların yolsuzluğu saymak da safdüliğin daniskası olur. Özü gereği bu sorun şöyle konulabilir Uluslararasr burjuvazi, burjuva devriminin bir parçası ve zorunluluğu olduğu halde toprak mülkiyetini kaldırarak toprağı ulusallıştıramadı ve çalışkan sınıfların arü-değerlerini büyük rantiye toprak sahipleriyle paylaşmaya razı oldu; tek, "özel mülkiyet"in kutsallığına söz konmasın diye. Bizim 8. B. Turgud: "Şeyh Said ve Şark Derebeyliğinin Beldes ı Olun Palu'nun Tarihçesi", Son Posta, 1.11.1933.
ulusal buıjuvazi, yani Kemalizm de, ikide birde hırlaştığı ve tepiştiği Doğu derebeyliğini, bütün gösterişlerine ve prestijini koruma zorunluluğuna karşın atamadı ve ezilen Kürt köylülüğünün ek-ürünlerini Doğu ağa ve beyleriyle paylaşmak zorunda kaldı; tek, kapitalizm öncesi ilişkilerden kurtulacak olan Doğu illerinde herhangi bir ulusal hareket olmasın dive... Sorunun içyüzü bu olunca, Doğu ağahğıyla Kemalist burjuvazinin sarmaş dolaşlığında anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. Nitekim Kemalist devlet aygıtının en küçük hademesinden en büyük erkânına kadar, ağalıkla yapılan uzlaşmada çeşit çeşit kahramanlara rastgelmek için Doğu illerini bilenlerle iki sözcük konuşmak yeterlidir. O zaman öğrenilir ki, bir haraca çıkışta, bütün köylünün evindeki çuval sicimine kadar derleyip toplayarak konağına getiren ve köylünün getirdiği yağlar için küp müp yetmeyince bir bina kadar saçtan hazineler yapan Erzincanlı Mustafâ ağa, Kemalist devlet aygıtının en önemli temel direği olan İsmet paşayı oğluna kirve etmiştir!.. Ağalar 1927'den beri yoksul Kürt halkı üstündeki egemenliklerini yeni yöntemlerle başarmaya başladılar. Yine eskisi gibi silahlı adamlan var, fakat jandarma karakollanyla da gayet sıkı, özel ve yan-resmi bağlan vardır. Bu silah farkı bakımından böyle... Fakat köylüye karşı bütün ağalar TBMMne kadar etkili olmayı bilirler ve bütün burjuva devlet aygıtıyla bütünleşmişlerdir. Şimdi Kürt ağalan da birçok işlerini Türk tefecisi gibi, Kemalist devleti maşa gibi kullanarak becermeye yavaş yavaş alışıyor. Tabii karşılık olarak, Kemalizm de birçok işini ağarım himmetiyle başarır. Gerçi ara sıra ortaya çıkan çekinilmez çarpışmalarda sık sık genç jandarmalar harcanır. Ama buna karşılık da, cumhuriyet hükümeti eline düşen ağalan epeyce "sağar". Kapitalizm düzeninde, aym zümre kapitalistler arasında bile olabilen bu gibi rekabet türünden olaylar bir yana bırakılırsa, her türlü karşılıklanyla birlikte Doğu ağalığı ve Kemalizm aynı ip üstünde oynayan iki cambazdır. Unutmamalı ki, bu anlaşmada beraberlik aym sınıflann zümreleri arasında değil, birbirine oldukça zıt iki ayn smıf arasındadır. Onun için, bugünkü Tüıkiye ile Yunanistan dostluğuna, TürkYunan uluslarının kardeşliğine benzer. Basit uyuşmalardan fazlası, bu beraberlikten beklenemez. Ama tam birlik yoktur diye, bir uzlaşma da yoktur denemez. Ağalıkla Kemalizm arasındaki uzlaşma -ister dostça ister düşmanca olsun- vardır. Ömek: Genel olarak yönetimde: "Beyleri" en çok kuşkulandıran şey halkın hükümetle temas etmesidir. Bu teması önlemek için her çareye
başvururlar. "Hükümetin isteklerini o kadar çabuklukla imza ederler ki egemen olmayan bazı yönetim memurları bundaki kolaylıktan vazgeçemiyorlar." "Tahsildar vergiyi mükelleften istemez. Mübaşir adliyenin emrini almadan tebliğ edemez. Bir şey incelenecekse halka sorulmaz... vb." 9
Bir burjuva yazarından daha fazla ne söylemesi istenebilir: Vergiyi ağa toplar, Kemalist adaletin nüfuzunu ağa temsil eder, jandarma işi ağamn üstündedir vb... Tahsildar, mübaşir, savcı hep ağayla el ele vererek çalışırlar. Hem bu söylendiği gibi "bazı yönetim memurları" na özgü değildir. Doğu illerinde en ufak bir işin hakkından gelmek isteyen memur ne kadar büyük ve küçük olursa olsun, ağalann haremine girmeye ve beylerle senli benli olmaya zorunludur. Yoksa en kısa zamanda ayağımn altı karpuz kabuğu oluverir!.. Hem bu, tekrar edelim, salt yerel memurlara özgü de değildir. En büyük devlet büyükleri de önemli bir iş için "halka sorulmasına" olanak bırakmaz. Örneğin "Malazgird 16 (AA.)- İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Hozat'ta kasaba halkını, gelen aşiret mensuplarını kabul etmiştir. Halk ve aşiret mensupları hükümetin kurtarıcı elini bu bölgeye uzatarak cumhuriyetin feyzlerindenyararlanma olanağını rica etmişlerdir.."10
Buıjuva vekilinin halkr ve aşiret mensuplarının kabul edişinin anlamını bugün Türkiye'de anlamayacak tek adam yoktur. Hozat kasabası, yukanda aüı geçen Palu kasabası gibi, her biri birkaç köy sahibi olan "halk" ile doludur. Aşiret namına bir bakan görmeye gelenlerin kimler olacağım tekrarlamayalım. Şu halde İçişleri Bakam da, ağalarla büyük toprak sahiplerini "kabul" etmiş ve onlarla konuşmuştur. Eğitimde: "Kaymikeyim" (bu Kürdistan'daki kaymakamın telaffuzudur) bir öğretmen getireceği zaman hangi köye verilmesi gerektiğini ağadan sorar. Ağa köye devletin gönderdiği bir öğretmeni sokmak istemez. Fakat hayır da demez. Öyle bir köy gösterir ki, orada din dersi istemeyen asi kızılbaşlar oturur. Tabii öğretmen köye vanr varmaz, kızılca kıyamet kopar ve hoca ardına bakmadan sıvışır. O zaman ağa kaymakama şu gerçeği söyler: "Canım bu meretierin çocuklanm okutayım da yann çocuklanmın burnuna mı dikilsinler?" Ve zaten Genel Müfettişten "Kürtleri okutup da Kürdistan'da bir Arnavutiuk mu yapalım!" karannı bellemiş olan kaymakamın düşüncesi de başka yoldan beyler ve ağalannkiyle birleşir. Onun için bu Kürt sorununun acı haüralan arasrnda şöyle öykülere rastgelirsiniz: Bir maraba çocuğu nasılsa erkekli kızlı ağa çocuklanmn kafilesine kanşarak birlikte ders almak becerisinde bulunur. 9. YusufMazhar: a.g.yCumhuriyet, 22.7.1930. 10. Cumhuriyet, 17.11.1931.
Belki de yaşamsal bir önem gören çocuk, ağazadelerin bir yılda öğrendiğini, devam ettiği bir ay içinde kavrar. Dummu öğrenen ağa sınıfı teftişe gelir. Bu durumu gözleriyle görünce -kendilerinkinden yaşça çok küçük olan- maraba yavrusunu "namahrem kızlar"la (önceden bir ay hiç sesini çıkartmamışken şimdi) bir arada okutmayı namusça uygun bulmaz. Öğretmenin kulağına "ne yapalım ağa emretti" diye fısıldayarak çocuğu sınıftan uğratır... Babası öğretmene itiraz edecek olur, aym yamtın tedhişçi darbesi!.. Çapul: Orneblili Şeref "Birinci Millet Meclisi" hatıratında, Doğu illerinde Dersim hakkında şöyle bir tasvir yapar: "Bu yerler, bu dağlar ve bu taşlıklar fesat, eşkiyahk, cahil ve gaflet ocaklarıdır. Burada yaşayan insanlar ilkel adamlardır. Bir taş kovuğunun içinde, başını bu taşa dayayarak yüz bin yıl önce yaşamış ataları gibi, hâlâ o örneği gösterip duruyor. Bunun yalnız birkaç yüz sözcü/dük bir dili ve eline öldürmek için şeyhin, beyin verdiği tüfeği vardır, işte bunlar bu dağların sakinleridir. Becerileri de yalnız adam öldürmek ve rastgelen köyü, insanı, kervanı soymak ve hepsini götürüp müemmine, şeyhe, seyite vermektir.""
Aşiretler talanadır. Bu kesin, fakat Marx'ın Kapital'inde Roma için dediği gibi, sonsuza dek yeniden oluşan talan edilecek bir şey bıüamaksızın talan yapılamaz. Zaten aşiretler en çok birbirlerini talan ederler. Yalmz talanla geçinen üç milyon nüfusu tasvir etmek, hem ağanın, hem Kemalizmin ayrı ayrı talan ettiği çalışkan Kürt miriyvolanm İş Bankası'nın hissedarları yerine koymaktan farklı mıdır? Onun için Kürtlerin "yalmz öldürmek ve rastgelen köyü, esnaf kervanı soymak" ile değil, belki maraba olarak beye haraç, Kemalizme vergi vermekten canı çıkıncaya kadar çalışmakla geçindiğini haürdan çıkarmak için cumhuriyet burjuvazisinin atadığı milletvekili olmak gerekir. Burada doğru söylenen yön, Kürt fukarasının, çapul edilen şeylerin hepsini müemmine, şeyhe, seyite götürdüğüdür. Ama sorun buracıkta ve böyle bitmez. Talanı örgütleyen ağadır. "Kolbaşı'lann emrinde hareket eden birer kolla yollan kestirir. Davarlan çevirtir vb... Talandan gelen metalann gayet az bir kısmım kolbaşıya, bir iki gönül okşayıcı sözcüğü de adamlanna bağışlar. Geri kalan eşyamn oldukça büyük bir kısmım yüksek mülkiye ve jandarma memurlanna ayınr. Ağalarla kaymikayimin arasındaki mektuplaşmalara bir göz atan, çok kere Kemalist devlet aygıtıyla ağalık arasındaki sıkı dayanışma ve özelleşme derecesi karşısında gözlerine inanamaz. Bazı mektuplannda kaymikayim, ağaya aşırdığı koyunlan kendisine 11. Orneblili Şeref: Milliyet, 2.1.1932.
gönderirse, şimdiye kadar olduğu gibi sorunu kapatacağım, yoksa bu kez işin pek açığa çıkması yüzünden fena edeceğini bildirir. Bu gibi omuzdaşlıklar, talan yapan ağadan daha baskın birine ait mallar için yazıya dökülür. 3- Burjuva Adaleti: Cumhuriyet döneminde Karagözle Hacivat heyetine sokulan o Lanifrel, o ulus adına yargılayan savcı, Baü illerinde oldukça, perde kurup şcm'a yakar ve bu penlenin arkasında oynarlar. Doğu illerinde ne perde ne de şem'aya gerek yoktur. Gerçi heybetleri orada da hayal gölgesi şahıslardan farksızdır. Ama oyunları, Batı illerinin komünist mahkemelerinden fârksızcasına, hattâ ona taş çıkartırcasuıa ve ortaoyunvari perdesiz merdesizdir. Burjuva adaleti, dünyanın pek az yerinde, Kürdistan'da olduğu kadar sinik ve maskesiz sırıtır. Kemalist buıjuvazi Doğu illerinde yalnız subaylarına güvenir. Çünkü orada fiilen egemen güç jandarma ve askerdir. Fakat bu asker ve jandarmayla adalet arasında su sızdırmaz bir emek beraberliği var. Kemalizm derebeyliğin -hasbelkaderbükemediği elini öper görünürken, ısırma siyasetini uyguluyor ve jandarma+savcı blokunu siyasete mihver yapıyor. Ağalığı devrimci yöntemlerie yok edemeyeceğini ve yok etmek istemediğini hisseden Kemalizm, o kendiliğindenci ve bilinçsiz buıjuva kaderciliğiyle Doğu illerinin geleceğini, kendisinin de pek iyi anlayamadığı, Mat akınüya kapılmışcasına uymaya zorunlu olduğu bir "yavaş gelişim" siyasetine bel bağlamış görmekten hoşlanmıyor. İşte Doğu illerinin "adalet"i bu buıjuva "yavaş gelişim"ciliğinin tam ete kemiğe bürünüşüdür. Ağalığı asla ürkütmeden eritmek! Bu görev jandarmayla adalet arasrnda paylaşılmıştır. Adaletin bu öz rolü, onu bazen kutsal kitaplarda betimlenen Allah kadar mutlak yetkili, Bazen leblebicinin çırağı ya da ağanın keloğlanı, lokanta garsonu kadar, emre amade" kılar. Ağalığın sorumsuzluğuyla kapitalizmin "idare-i maslahatçılığı" Kemalist adaletin karakteristiğidir. Belli bazr srnrrlar içinde, nasıl adamlarına dayanan derebeyi, başka hiçbir güç ve sorumluluktan korkmaksızın dilediğini yaparsa, erlerine emir veren subay, mübaşirlerine "hüküm ki" diyen yargıç -burjuvaziye karşr hiçbir hesap verme sorumluluğu olmadığr oranda- yaptıklarından dolayı sorgu suale uğramayan Allahdtr. "Hak gücündür" kavramrnrn ne olduğunu gözüyle görmek ve eliyle tutmak isteyen, Doğu illerine gitsin. Orada öyle "hakkrm" diye haykrran ağalar vardır ki, gözlerinin madeni panltısında, bu "hak"kımn adalet huzurunda kaç altına alınıp satıldığını öğrenmekten daha kolay hiçbir şey yoktur. Onun için burada "hakkrm"
diye bağırabilen mutiaka güçlü sayılır ve haklı değil, güçlü olduğunu zanla saygı görür. işte bu tür bir adaletin, yoksul Kürdistan halkıyla temasa geçişi cidden acıklıdır. Doğu illeri "zorunlu hizmet"i süresince, emekliliğinin sağlayamayacağı bir dünyalık hazırlığım amaç bilen Kemalist adalet, temsilcilerle bukalemun gibi her dönemin rengine girmekte ve her tür soyguna uymakta ömeksiz olan derebeylik, "hem ye hem yedir" sloganıyla bir kere el ele verdiler miydi, artık Kürt fiıkarasrmn başına gelen düşünülsün... Anayasanın yasakladığı "işkence, eziyet, angarya" Kürdistan halkının uğradıklan yanında pek hafif deyimlerdir. Doğu illerinde burjuva adaletinin hummalı etkinliği hakkında bir fikir edinmek için, şu iki ilginç olayı biraz düşünmek yeterlidir: 1- 1933 yık başlarında bir İstanbul akşam gazetesi, İstanbul'da her bin nüfusa bir avukat düştüğünü yazıyordu. Oysa Doğu illerinin, merkez ilçelerinde biz diyelim her yüz, siz deyin her on kişiye bedel bir avukat bulunabilir. Orada öyle şehirler vardır ki, çarşısında varolan dükkanların yansı avukat ve arzuhalci dükkanıdır. Bunlann ticareti adalet alımsatımıdır. 2- Dil devrimcileri ne kadar sevinseler yeridir Kürdistan halkı adaletin resmi dili sayesinde epey Türkçe öğrenmiştir. Fakat Kürt köylüsünün öğıendiği Tüıkçe, inşam güldürmekle ağlatmak arasında şaşkın bırakacak derecede ibret parçalayıcıdır. Halkın en çok bildiği "bilgi" ve "Tüıkçe" hep adliye hileleri, mahkeme oyanlan ve adliyece deyim ve terimleridir: Tüıkçe su ve ekmek istemesini bile bilmeyen öyle köylüler vardır ki, bize "merkumum raporunda darp âsâri müşare ve ilh" tarzında bir mahkeme zabitinin bütün cümlelerini tekrarlayabilirler. Bu şiddetli adalet süreci, bu Kemalist adliye değirmeni hava için dönmüyor. Kürdistan yoksul halkının kemiklerini öğütüyor. Birkaç ömek: Tefeci örneği: Köylü ağadan 3000 kuruş senetle ödünç alır. 1000 kuruşunu arada öder. Tam ürün zamanında ağa 2000 kuruşunu ister, oysa köylü hemen o dakika ödeyecek durumda değil. Ağa, köylüye ceza olairak bu kez önce aldığı 1000 kuruşu da inkâr ederek -çünkü ağa köylüyü her kazığa bağlar, ama köylü ağadan verdiği 1000 kuruşa karşılık imza isteyemez, ağa için bu hakarettir! - icraya 3000 kuruş alacaklı gibi başvurur. Soruna tanık var ama, kim ağanın aleyhinde tanıklık edebilir? Zaten köylü kendini toplamaya zaman bulamadan "adalet" tarladaki ürüne haciz koymuştur bile...
Derebeyi: Herhangi bir işten içerlediği köylünün tarlasını, ağa söktürür ve adamlarına kendi tohumlarını attırır. Aç kalan köylü ağayı şikayet etmeyi göze alacak babayiğitlerden ise bir dilekçeyle kaza mahkemesine başvurur. Kaç dilekçe verirse hepsi de sistematik olarak kaybolur. Çünkü mahkeme başkatibi ağamn akrabasıdır, savcı gizli ve sadık dostudur. Aradan yıllar geçer, bir tek yurdundan olan köylü, oldu olacak bari ağaya bir şey yapabilir miyim diye tekrar başvurur... Fakat geç kaldın Tatar ağası: Üç yıl önce olan olay, son tecü yasası gereğince olmamış sayılır. Kemalist adaleüe şu kadar madeni altına uyuşan ağa, herhangi bir köylüyü istediği gibi mahkûm ya da beraat ettirme gücündedir. İsterse beraat ettirir, ağanın kardeşi ya da damadı, yargıçlara bir ziyafet çeker. Ya da bir gece savcı beyi evinde özel olarak ziyarette bulunur. "Filan adamı bana bağışlayın" dedi mi, samk ya da tutuklunun suçu hakkında "vicdani kam" oluşması olanağı yoktur. Ufak bir formalite hazırlığından sonra "suç sabit olmadığından" adı geçenin beraatine gidilir. İster mahkûm ettirir: "Bey bizim olmazsa hatırımızı Mm sorar? Bize Mm sahip olur! Elimizden bir kaza çıkarsa bize kim arka çıkar?" Doğu ülerinde tanıklık, para akçesi 5 mecidiyeden 15 mecidiyeye kadar değişen alınır satılır bir metadır. "Davasının cürmü bilir!" Ağamn enirinden az bir sapıtma, yoksul Kürt köylüsü için ölümlerden ölüm beğenmeyi gerektirir. Bir hırsızlık, bir yaralama, bir katil vb. isnatiarı olmamış suçu iki kere iki dört edercesine, Cumhuriyette buıjuva adaletinin dilediği tanık ve kanttlarıyla birlikte hazırlamverir. Ertesi günü jandarma onbaşısı gerekli olan zabıt varakasını düzenler. Ağamn muhtar ve yönetim kumlu ilân ilmühaberlerini mühürler ve hemen cumhuriyet savcısının tutuklama müzekkeresi kesilir. Aylarca tutukluluk ve yıllarca mahkûmiyet elde bir... Bu Kemalizm+ağalık ittifakı karşısında Kürdistan köylüsü, buıjuva kaldırım şairlerinin ve saülık basımn yazarlarının beceremedikleri edebiyaüarı yaraür: "Yoncamı damıma kaldırsam, çoluğum çocuğumla yakılacağımı bilirim, (iyi anlatmıyor, hükümetçe satılan bir toprağın yoncasını biçen miriyvo) Tarlada bıraktım, cayır cayır yakıldı. Kime şikayet edersin... Ağa, marabanın
köpeği
demirimi yedi
dese,
inanırlar.
Biz
ağanın
köpeği
ekmeğimizi,
pekmezimizi, elimizi yedi aman desek, 'yalan söylüyorsunuz ağanın köpeği toktur' cevabını verirler..."
İşte Kemalist adaletin Kürt köylüsü ağzıyla tanımı: Adalet madem köylünün ağaya ait demiri yediğini kabul eder. Çünkü ağa bu yalanını mecidiyelerle tuttuğu tanıklara kanıtlayacak yasa yollarım elinde tutar. Ağa köylünün marabaya ait ekmeği yiyebileceğini işitmek bile istemez.
Marabanın bütün duaları adalet gözünde "kul mücerret" kalır.* Yalmz bu adalet sermayesi "faslında" kapitalist Kemalizm ağalığı kul-lanayım derken, ağalık Kemalizmi öyle bir kullanır ki, "adalet" hammefendi, Galata yosmasının vizitesi en aşağı olanlardan da aşağı düşer. Örneğin, ağa düşmanım gerisine (silahlı adamına) vurdurur. Düşman da bir ağaysa "arayanı" vardır. Şu halde adalet gayrete gelecektir. Kim vurdu? Ağamn adamlarından biri... Hangisi olduğunu bir ağa bir de vuranın kendisi (ve tahminen köylünün deyimiyle bir de Allah) bilir. Onbaşıyla ağa tutanak belgesinde anlaşırlar. Ağa her gün sırtında sadist zevkini sopayla tatmin ettiği miriyvolanndan en şapşalım jandarmaya ve adaletin pençesine teslim eder. Memo yerine Azvo'yu tutuklattırır. Çünkü Memo yine yarınki, ertesi günkü talanda ya da düşmanla kavgada eli silah tutan bir güçtür. Azzo ise insanlığı çiğnene çiğnene toprağın demirbaş bir davan halinde hayvanlaştinlmış sayısız miriyvolanndan biridir. Azzo adaletin cübbeli ve külahlı huzurunda mahşer gününün terazisini ve zebanilerini görmüş gibi ne diyeceğini çoktan şaşırmışür. Sorulan şeylere ya gülmek ya da ağlamakla yanıt verir. Bereket pek de aklı yerinde görülmediği için Azzo mahkûm edilemez. O zaman ağa bir taşla birçok kuş vurmuştur: En kötü miriyvosunu bile kaybetmedikten başka, cinayeti güme getirmiş, çerisini cezadan kurtarmış ve Kemalizm sayesinde nüfuzunu iki kat etmiştir. Yok mahkeme bir grubu mahkûm ederse, adam sende günde beş altı birey başka aşiretlerden kaçıp ağamn himayesine sığınmıyor mu? Ağasına feda olsun kuzular... Kuzulann parasını verdi ağa!..
Bu kısa açıklamadan kolayca anlaşılabilir ki, Doğu illerinde ağamn bütün erkanıyla varolması ve yeni koşullara uyması, yeni soygun biçimlerini talim etmekten başka bir değişiklik tanımaması ancak Kemalizmin silahlı silahsız yardımı ve elbirliği sayesindedir. Bilinemez belki * Bilmem burjuva cumhuriyetinin hangi yasasının hangi maddesinde yazılıdır ya da yazılı değildir. Yalnız her Doğu ilinin, her Kürt yoksulunun kulağında küpe gibi taşıdığı bir suç vardır: "makam"ı işgal suçu! Bir maraba, herhangi biçimde verdiği dilekçelerin yürümediğini, davalarının adalet önünde kaybedildiğini vb. gördükten sonra hâlâ inat eder, ayak direr ve şikayetine devam ederse derhal makamı işgal suçuyla gözaltına alınır. Sıkıysa şikayet et!
Kemalizmin Doğu illerinde varolması da karşılık olarak ancak ağalığın silahlı silahsız yardımı ve elbirliği sayesindedir. Çünkü marabalar ve yoksul köylüler arasrnda ağaya ya da beye karşı direnmek isteyen en ufak bir hareket üzerine ağa derhal ilçeyi, ili, hattâ daha sonra TBMM'ni haberdar eder. Köylü isyan girişimindedir. O zaman bütün jandarmalar, çevre askeri kollan, uçaklar kıpırdamak isteyen köylülüğü olduğu yerde dondurur. Hükümete karşr koymak becerisini gösteren herhangi bir isyan hareketinde derhal Kemalizmden maaş alan sadık ağalarla milis kuvvetieri ezilen Kürt halkının çevresini sarar. Kemalizm "tam name-i hazreti şehriyanna" mevlut okutarak halk hareketi kışkırtmaya kalktığı zaman, bu karşı devrimi besleyişini çalışkan Türk köylüsünün dindarlığına yüklediği gibi, Kürdistan'da ağalıkla ve köylerle kapalı ittifakını da Doğu illeri nüfusunun gericiliğiyle açıklamaktan hoşlamr. Gerçekte Kemalizm kurtuluş savaşr sırasında nasıl geniş ve demokratik bir köylü hareketinden korktuğu için saltanah sonuna kadar Sultanın biz/al kendisi çekilip gidinceye kadar halka karşı bir kalkan gibi kullandıysa, tıpkı bunun gibi, bugün de Kürdistan'da gene geniş ve demokratik bir köylü hareketinin varabileceği aşamalardan ödü patladığı için, Kiirdİstan yoksul halkına karşı ağalığı ve beyliği kalkan gibi kullanıyor ve Kürtlüğün derebeyce parçalanışından kapitalist egemenlik çapulu adına uçsuz bucaksız bir zevk alıyor. Kürt yoksul halkı da Kemalizmin her gün sırtında oynayan saünyla pratik bir şekilde öğretmiştir ki, Kemalizm Doğu ülerinde derebeyi ve derebeyi artıklanyla müttefiktir. Onun için cumhuriyet burjuvazisinin ara sıra kürsü yüksekliğinden derebeyliğe karşı sözde savurduğu palavralara asla kulak asmryor. Ağalığa karşr mücadeleye geçtiği gün karşısında bütün yırücrlrğryla Kemalist devlet aygıtını bulacağını biliyor. Onun için ağalığı kaldırayrm derken daha zalim ve katmerli bir uçuruma yuvarlanma tehlikesine düşmekten korkar. Şimdiye kadar geçen deneyimler, cumhuriyet burjuvazisinin sömürgeleştirdiği Kürdistan'da, derebeyliği tuttuğundan başka bir şeyi kanıtlamamışım Adı geçen burjuva yazan bile bir yerde bunu oldukça açık bir şekilde şöyle itiraf ediyor: "Bu alanda yaşayan halkın sürdüğü hayattan daha emin, daha mutlu bir yaşam varolabileceğim inanmadıkları şüphesizdir. Onlarda böyle bir kanı vardır. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktan (yani ağadan kurtulayım derken, hem ağa hem sermayenin tuzağına uğramaktan) korkar br."12 12. YusufMazhar: a.g.y.. Cumhuriyet, 12.7.1930.
I
Aynı yazar "bu duyguyu, bu kanıyı eski dönem"lerin doğurduğunu söylüyor ve "Cumhuriyet de düzeltecektir" diyor. Ama buraya kadar olan ömek ve açıklamalarımız bile buıjuva "cumhuriyet"inin bu "belirtileri" ne dereceye kadar ve nasıl "düzelttiğini" yeterince göstermez mi?
Ekonomik Sömürü Doğu illeri meyva (üzüm ve kayısı vb.), hayvansal ürünler (yağ, süt, deri, yün), otlu ürünler (pirinç, patates vb.) açısından bereketli tanmsal bir bölgedir. Bugün doğal ekonominin buradaki genişliğine ışık tutacak şekilde hemen her ilde pamuk ve kenevir yetişir. Bununla birlikte bazı bölgelerinde tütün ve afyon, hattâ incir, zeytin ve kereste de pazara çıkanlabilir. Fakat Doğu illerinin sömüıge ekonomisine özellikle elverişli olan varlığı, zengin ilk madde kaynaklanyla dolu oluşudur. Yeraltında gömülü duran madenler arasında kurşun, gümüşlü kurşun, demir ve kükürt gibi Türkiye'nin başka yerlerinde bulunanlardan başka, o kadar sık rastlanılmayan çinko, kırmızı boya, tuz, şap, sünger taşı gibi madenler hesaba katılacak zenginliklerdir. Ama Doğu illerinde özeÜikle modem sanayide, hattâ bunalıma karşın önlemlerini ve pazardaki değerlerini kolay kolay kaybetmeyen bakır, manganez, kalayla altın, gümüş gibi değerli madenlerin, özellilde kömür, petrol adlı enerji kaynaklanyla yan yana duruşu, bu bölgedeki ilk madde hazinelerinin anlamım büsbütün canlandırır. Doğu illerinin ekonomik bakımdan üzerinde durulacak bir üçüncü niteliği, boş işgücü kaynağı olabilmesidir. Bu bölgelerin ekonomik gerçeğine karşın nüfus hayatiyeti, tarihsel etkenlerle kısmi bir güç gösterir. Bunu anlamak için, Doğu illeriyle Batı illeri arasında doğum, ölüm ve nüfus itibanyla kısa bir karşılaştırma yapmak yeter. T.C. Devlet Yıllığı (1928-29) adlı resmi kitabın rakam lan nı alalım. Elazığ, Beyazıt, Hakkâri, Diyarbakır, Gaziantep, Van dışında olmak üzere 11 Doğu ilinde bir yıl içinde doğanlar 46.589, ölenler 18.864 kişidir. Yani doğanlar ölenlerden ikibuçuk kez (%247,8) daha fâzladır. Bu doğum ve ölümleri nüfusa oranlarsak, doğumlar nüfusun (11 ilin nüfus toplamı 1.914.167 olduğuna göre) %2,48'i, ölümlerse %0,98'i oranındadır. Nüfus toplanılan (Doğuda 11 ilde 1,9 milyonken) 1.592.366 kişi olan 7 ilde doğanlar 33.148 iken, ölenler 20.876'dır. Bu ilde (İzmir, Manisa, Edime, İsparta, İçel, Burdur, Bolu) doğum ölümün ancak bir buçuk katı, %158,7'dir. Başka bir deyişle ve yuvarlak hesap, Batıda yılda 3 kişi doğarsa, 2 kişi ölür, oysa Doğu illerinde yılda 5 kişi doğduğu halde ancak 2 kişi ölüyor. Başka bir deyişle nüfus
Batı illerinde yılda birden az fazla artıyorsa, Doğu illerinde hemen üçe yakın artıyordur. Doğu illerinde doğumlar daha çok, ölenler daha az. Batı illerinde, Doğuya oranla doğumlar daha az, ölümler daha çoktur. Onun için Doğu illerinde her yıl nüfus %1,50 arttığı halde 7 Batı ilinde aym yıl içinde nüfus ancak %0,67 oranında artıyor. Doğuda nüfûs her yıl Batıdan iki buçuk-üç kat fazla artıyor. İşte Türk buıjuvazisi Doğu illerini ve Kürdistan'ı, bu üç noktadan sömüıge yöntemleriyle sömürüyor 1- Tüketim ilk maddesi; 2- Üretim ilk maddesi; 3- İşgücü... Bunlara bir dördüncüsü olarak maliyenin saürım da eklersek, Türk burjuvazisinin Kürdistan'ı ekonomik olarak ezişine az çok dikkate değer örnekler bulunmuş olur. Bugün sömürge deyince ne anlıyoruz? Anavatan finans-kapitalinin emrinde tutulan tekeller ve açık metalar pazarı ve ilk madde kaynağı olan, siyasal olarak bağrmlr bir ülke. Finans-kapitalin anavatanı, sömürge ülkenin sürekli tanmsal kalmasrnı, bu pazar ve ilk madde kaynağım elinden kaçırmamak ister. Şu halde bir bölgenin sömüıge durumunda tutulduğu, bir sözcükle o bölgede sanayi gelişimin siyasal amaçlarla durdurulmasından anlaşılır. Türk buıjuvazisi Doğu illerinde böyle bir amaç izliyor mu? Evet. Türkiye finans-kapitalinin organı Doğu hakkındaki yazıda ne diyor: "Her toplumsal reformun birinci aşaması hemen hemen gerçekleştirilmiş sayabileceğimiz düzen ve emniyetin kurulması ve geliştirilmesidir. "n "Düzen ve emniyet" için mi reform gerek, yoksa reform için mi düzen ve emniyet? Bunu
tartışacak değiliz. Yalmz bundan iki şey anlıyoruz: 1- Sekiz on yıllık cumhuriyet buıjuvazisi henüz Doğu illerinde düzen ve emniyeti tamamen "kurup geliştirdiğine" kendisi de ikna değildir. 2- Fakat bu düzen kurulursa, Doğuda "siyasal ve ekonomik iyileştirmeleıJ' yapacaktır. Dikkat ediyorsunuz, Batı illerinde neredeyse Yalova'daki Gazi tesislerine "Yalova sefası devrimi" diyecek kadar her değişikliğin adına "devrim" diyen Kemalizm, Doğuda bu kelimeyi ağzına almaktan korkuyor. Yalnızca masum ve çekingen bir iyileştirme. Hattâ bu kelimenin bile Kürtçe gazetelerde Türkçesinden değil, Fransızcası olan "reform "dan söz ediyor. Bu reformlar neler olabilir? Eğer köylüye bu "toprak dağıtımı" (bazı ağaların fâzla toprağını satmak) ise bunun, "düzen ve emniyet'in hemen hemen gerçekleşmiş sayıldığım o 1931 tarihlerinde, Doğu illerindeki örnekleriyle yukanda görmüştük. Ondan başkaysa acaba nedir? Yukandaki 13. Economic Orient, 16.9.1931, s.444.
satırların üstünden bir yıldan fâzla zaman geçtikten sonra, devlet sanayisi karşısındanda telaşa düşen Türk burjuvazisine güvence vermek için Gazi ile eski İş Bankasr Müdürü, İktisat Bakam Celal, baü ve güney illerinde tura çıktıkları zaman, Celal Balıkesir Ticaret Odası'ndaki söyleşisinde: "Yeni tesis edilecek fabrikalardan bir kısmımn Doğu illerinde tesis edileceğini, çünkü bu konudaki ilkenin dengeli bir ekonomi sistemi olduğunu söylemiştir. "14
Fakat buıjuvazinin sözüne değü, özüne; palavrasına değil, yapüğı işe bakmak Bolşeviklerin adetidir. Önce İktisat Bakam beyefendinin bu sözü söylediği yer bile Türkiye'nin Batr ilidir. Eğer bu sözü Diyarbakır'da söylemiş olsaydt, bir derece anlamlı olabilirdi, ikinci olarak, aym adam ve Gazi bu "inceleme gezi"lerinde Doğu illerinin en baü tarafinda Adana sınırındaki Gazi Ayıntab'ın ötesinde, hattâ şöyle resmi bir "inceleme" yapar olsun görünmediler. Söyledikleri söze karşın gezüerinin çizdiği sınır Doğu illerini Bati ülerinden ayıran sınırdtr. Bu da gösteriyor ki, Türk burjuvazisi Kürdistan'r sanayileştirmeye gelmiyor. Bu gelmeyişini, özellikle daha aşikâr bir şekilde göze batıran olay şudur 1932 yılında Sovyetler Birliği'nin verdiği 16 milyonluk krediyle, Türkiye'de dokuma ve şeker sanayi kurulacak. Sovyet uzmanları Tüıkiye'ninkilerle birleşiyor, ülkede inceleme yapacaklar. Fakat bu incelemenin alam, Gazi hazretlerinin inceleme alanıyla tıpatıp aym geliyor. Uzmanlar -hattâ yerel talep ve ısrarlara karşın- Doğu illerini dışarda bırakan bir sınır içinde incelemede bulunurlar. Yani "yeni tesis edüecek fabrikalardan bir kısmımn Doğu ülerinde tesis edüeceği", olan bitene göre, İktisat Bakanının uydurduğu bir lâfttr. Hattâ Sivas'ta büe bir şeker fâbrikasr açmak isteyen Çekoslovaklara izin verilmedi (Bunda İş Bankası'nın rolü de ayn tabii). Kemalizm her konuda Doğu ülerinin sanayice ve hattâ ekonomik olarak ilerlemesine engeldir. Cumhuriyet burjuvazisi için Doğu illeri, ekonomi dışı bir bölgedir. Kemalizmin Türkiye'de sermaye biriktirmek için, son yıllarda oldukça gürültüyle ortaya attığı kooperatifçiliği bile Doğu illerine çok gördüğü göz önüne getirilirse, Doğu illeri hakkında ne düşündüğü açıkça anlaşılır. Birinci Genel Müfettiş Macaristan'dan M. Canadi adında birini getirterek, diktatörü olduğu 9 üde inceleme yapünyor. Bu uzmanın yazdığı kitap, buralara kooperatifin zararlı geleceğini anlatmış! 1932 yılı ortalarına doğru Mület Meclisi'ndeki "bağımsız" İzmir milletveküi bu kitaba dayanarak, Türkiye'de kooperatifçiliğin "zararlr" olduğunu, Halk Partisi'nin yanlış yolda yürüdüğünü iddia ediyor. Halk Partisi genel sekreterinin yanıtı şu
oldu: "Uzmanın söz ettiği bazı illerimizde bugün derhal tarımsal kooperatifler yapılması olanağını bana sormuş olsalardı, ben de bu kitabı okuyarak aynı yorumda bulunurdum."15
Ekonomik reform yapılmaz, çünkü "düzen ve emniyet hemen hemen gerçekleşmiş", yani henüz gerçekleşmemiştir. Kooperatifler hemen yapılmaz. Çünkü her halde düzen ve emniyet yok! Hangi demagojide bu kadarlık kaypaklık bulunmaz? Uzman, kooperatif "zararlıdır, Halk Partisi "olanaksız"dır diye yorumlar. Oysa her ikisinin de anlamı, hattâ burjuvazinin kendisi için bile, köylü kitlelerini daha yalandan ve öıgütlü şekilde soymak ve sermaye biriktirmek için bir nimet olan, kooperatif kadar her rejime uyabilen esnek bir oluşumu, Kemalizmin on, yıldan sonra hâlâ Kürdistan'da uygulamaktan korktuğudur. Türk burjuvazisi Kürdistan'da ve Doğu illerinde her türlü ekonomik örgütü binbir ihtiyatla karşılıyor, çünkü ekonomik olarak orasını sömürgeleştirmek, siyasal olarak orada Kürtlük davasmr uyandtrmamak istiyor. Örneğin Kürdistan'da fabrikalar açılırsa bir Kürt sanayi proletaryası meıkezileşecek, bu proletarya ekonomik ve ulusal baskıya karşı Kürt buıjuva ve ağalarım gölgede brrakrrcasrna harekete geçebilecektir. Kürdistan'da tanm kooperatifleri kurulursa ağalrğın karşısında dağınık ve yenik inleyen Kürt köylülüğü içinde sınıf farklılaşması ve bunun sonuçlanyla birlikte örgütlü direniş belirir ve bu direniş yeteneği Kemalizmin işine gelmez. Kemalizmin Doğu illerindeki ekonomi siyasetini anlamak için şu kısa noktalan gözönünde tutalım: 1- Finans-Kapital: Kemalist buıjuvazi Doğu illerini layıkıyla sömürebilmek için iki şeye muhtaçtır: a) Orada kendisine müttefik hazırlamak; b) Oralarda kendisine ekonomik öıgüt ve kuruluşlar kurmak. Bu iki işi bildiğimiz gibi dünyamn bütün sömürgeci anavatan egemen sınrflan öteden beri uygularlar. Bu iki kuşu vuracak bir tek taş vardır finans-kapital hazretleri. Finans-kapital sayesinde Kemalizm şu sonuçlan elde edebilir: a) Yerel değerleri finans-kapitalistleştirmek, b) Finanskapitalle kaynaşan değerlere bağlı sınıf ve zümreleri Kemalizmin kuyruğuna takmak, c) Belli başlı değişim merkezleri demek olan il merkezlerini bu finans-kapitalin nüfuz ve sömürüsüne uygun gelecek şekilde bezemek ve her türlü girişimi finans-kapital enirinde toplamak, d) Tarımı finans-kapitalin enirine sokmak vb... Herhangi bir anavatan herhangi bir sümüıgede bu birbirinden çıkan sonuçlan bir şebeke gibi yayamadıkça tutunamaz. 15. Meclis zabıtları, Cumhuriyet, 27.6.1932.
a) Yerel değerleri finans-kapitalistleştirme: Ağn dağı ayaklanması temizlendikten sonra, Türk burjuvazisi yalnız zor ve şiddetle işlerin yürüyemeyeceğini, Doğu illerinin ekonomi mekanizmasında rol oynayacak bir sistem kurmanın zorunluluğunu daha iyi anladı. Ve ondan sonra yavaş yavaş Doğu illerindeki dağınık servet billurlarını, kendi devlet aygıtunn koyacağı finans-kapitalin çevresinde derlemeye girişti. Bu öıgütün başında, Doğu illerinin içkide özellikle özel bir terör sistemini uyguladığı ve koyu Kürdistan egemenliğinde bulunan, Birinci Genel Müfettişlik bölgesinin dokuz üini biricik bir bankanrn altında toplamak gelir. Bunu doğrulayan haberler, 1931'den beri başladığı halde ancak 1932'de asıl biçimini buldu: "9 Doğu ili kendi aralarında bir banka açıyorlar: Diyarbakır (özel)- Genel Müfettişlik bölgesi içindeki 9 ilin katılımıyla Diyarbakır'da bir yardım bankası açılıyor. Diyarbakır özel yönetim bütçesinden 15.000, Mardin de 6000 lirayla hissedar kaydolunmuştur. Diğer iller özel yönetimleri de bütçelerinin mali açıdan izin verdiği ölçüde tahsisat vermişlerdir."16 "Diyarbakır'da 300 bin lira sermayeli bir banka kuruldu: Diyarbakır (özel)Birinci Genel Müfettişlik bölgesine giren Diyarbakır, Elazığ, Urfa, Mardin, Siirt, Muş, Hakkâri, Beyazıt, Van illeri özel yönetimleriyle bazı kişilerin katılımı sonucunda 300 bin lira sermayeli bir Yardım Bankası kurulması kararlaştırılmıştır.""
Bu iki kısa haber açıktır: Devlet (özel yönetim) baş mayayı (sermayeyi) tohum gibi aüyor. Ve bu ilk tohum çevresinde üpkı doyum halindeki bir şeker eriyiğine aülmış billurun çevresinde olduğu gibi, çorak dağınık servetler (bazı kişilerin katılımı) billurlaşıyor. Avrupa'daki büyük kapitalistlerin yaptiklannı bizde Kemalist devlet aygıü yapıyor. Tabii bu Doğu Bankası ya da Yandım Bankası Cumhuriyet burjuvazisinin kodaman bankalarından birinin patenti altında. Fakat yine tabii, bu kısa haberler içinde onun görünmez varlığmı sezmek olanaksızdır. b) Yerel sınıf ve zümrelerden müttefik derlemek: Tüık burjuvazisinin Doğu illerinde dayandığı sınıf ve zümreler hangileridir? Biliniyor, başta büyük toprak sahipleriyle koca müteahhitler gelmek üzere, genel olarak burjuvalaşan ve burjuvalaştıkça kozmopoliüeşerek Türkleşen zümreler ve sonunda iskân edilenlerden tutunabilen ve sivrilen bazı Tüık aileleri... Yukanda banka sermayesine katıldıklan belirtilen "bazı kişiler" daha önce Kemalizmin ağalıktan tefeci toprak sahipliğine doğm geliştirmeye uğraşü16. SonPosta, 26.10.1932. 17. Son Posta, 3.11.1932.
ğı kişilerle, devlet hazinesinin kurdu haline gelmiş, burjuvalaşmış unsurlarda". Nitekim buıjuva gazetesi de belirtiyor: "Bu banka iskân edilen göçmenlere, köylülere, çiftçilere), emlâk sahiplerine, sanayi erbabına kredi verecektir." 300 bin liralık bir sermayeyle hangi sanayi erbabına yardrm edebileceğini sonraya bırakalım. Fakat burada açık bir şekilde gözüken özellik Kürdistan'm tanm sımflanyla olan bağlantıydı. Adt geçen çiftçi tanm sermayedan ve emlâk sahibi de toprak sahibi olduğuna göre, banka özellikle bu iki smrfi içine alacak ve bunlann gücünü kendi gücü yapacak bir kuruluştur. Ya köylü? Evet köylüye de "kredi" verilecek, fakat tıpkı Ziraat Bankası'nm Batıda yaptığı türden, tanm kapitalizmiyle büyük toprak sahiplerinin tefeciliğini sistemleştirerek, tanm kapitalistleri aracılığıyla köylüyü tefecilerle tepeleyerek. O zaman Kemalizmin görüşüne göre, Doğuyla Batının arasındaki lâik, yalnızca Batıda tefecilik denilen şeyin, Doğuda "talancılık" adım almasından ibaret kalacaktır! Böylece Doğu illerinde finans-kapital hazretleri yerleşip yerel servetleri finans-kapitalleştirerek kökleştikten (kendine sömürü müttefikleri bulduktan) sonra ne yapacak? Türk buıjuvazisi, Türkçe'deki tiryaki sözünce "kör kardeş" gibi bunu "kendinden bilir"... Kemalizm Türkiye'de evvel ezel işlemiş bulunan emperyalizmden hayli ders almıştır. Emperyalizm, Türkiye'ye dal budaklannı saldıktan sonra ne yapmışti? Bu finanskapitalin sayesinde: a) Türkiye merkezi şehirlerde bayındırlık ve imar işlerinin ayrıcalıklarını üzerine almak; b) Türkiye'nin tanmsal ürünlerini ticaretin kodamanlan elinde tekelleştirmek. Dün emperyalizmin Tüıkiye hakkında uyguladığı yöntemleri bugün Cumhuriyet buıjuvazisi Kürdistan'a aynen uygulamaktan başka bir şey yapmıyor. c) İmar ve bayındırlık ayrıcalıklarını zaptetmek: Doğu illerinde burjuvalaşan unsurlar, özellikle son zamanlarda bütün gücü şehir iman ve bayındırlık işlerine verdiler. Yeni binalarla sağlam ve devamlı bir rant sağlamak; bir şehrin bütün burjuva üretimlerini bir darbede paramparça ederek, o kısım üretimi birdenbire dünkü ağazade toprak sahibiyle müteahhit vb. kodamanın eline geçirmek (örneğin bir şehrin bütün küçük ve serbest finnlannı kapattırdıktan sonra, açılan değirmen fabrikasına bağlı birkaç fırınla ve yalmz fabrika unundan yapılmasına izin verilen ekmekle bütün şehrin ekmek gereksinimi tekelleştirmek başlıca biçimlerden biridir); belediye bütçesiyle uyuşarak şehrin aydınlatma işini bir elektrik santralcıhğıyla bir elde toplamak vb. işte finans-kapital canavarının deyim yerindeyse kendisine "yuva" yapışı Doğu illerinde böyle gelişip devam
ediyor. Yardım Bankası'nı haber veren fıkra şöyle bitiyordu: "Toprak sahipleriyle köylüye kredi açacak olan bu banka özel yönetim ve belediyelerin yapamadığı (yani finans-kapitalin yapmakta çıkar gördüğü) bayındırlık işlerini de yaparak Genel Müfettişlik bölgesinde ekonomik hareketlerin gelişimine etken olacaktır." 18
Bankanın önemli bir hedefi de "bayındırlık işleri" oluyor. Buıjuva diyaleküğiyle güya belediye ve özel yönetimlerin yapamadıklan işleri yapmayı üzerine alıyor. Oysa bizzat şu bankanrn sermayesinde en büyük ve ilk hissedarlar bu belediye ve özel yönetimlerden başka kimdir? Kemalizm burada da kapitalist yetiştiriyor. Fakat bu kapitalistleri, üpkı yabancı kapitalisüer gibi resmi devlet sermayelerinin beraberliğinde ve bir tür denetiminde yetiştiriyor. Taki kendi çıkarlarına sadıklaşürsın... Bu imar ve bayındırlık ayncalığı ve tekelleri ekonomik yapı cüzlerinin karşılıklı doğa yasası yüzünden elbette tek tük bazı istisna gelişimlere kapı açıyor. Fakat, bu sanayi ne kadar kapitalist nitelikte olursa olsun, her zaman Bati illerindeki Tüık buıjuvazisinin temel sanayisiyle rekabet edebilecek türden olamaz. d) Tarımsal ürünleri tekelleştirmek: Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türkiye'nin tarımsal ürünlerinin ihracı tamamen yabancı finans-kapitalin elinde toplanmıştı. Cumhuriyet burjuvazisi bu ticareti yavaş yavaş ve kısmen eline geçirmekle uğraşıyor. Bununla birlikte, büyük ölçüde tarımsal ürünlerin ihracatı bugün hâlâ yabana finans-kapitalin tekelindedir. Doğu illerinin tanmsal ürünleri de bugün Tüık finans-kapitalinin elinde tekelleştirilmektedir. Hattâ bu yalnız yukandaki bankayla değü, belki onu gölgede bırakacak derecede büyük bir sermaye kiüesiyle yapüıyor. 1931 yılında bu konuda başlanan girişim belki Türkiye'nin tüm yeıli Türk ticaret gruplannr gölgede bırakacak büyüklüktedir. "Doğu illeri ürünleri: Trabzon 16 (AA.)- Doğu illeri hayvanatı ile yumurta ve meyvelerini tat ve tazeliğini koruyarak ihraç edecek düzenek kurmak üzere bir milyon (iş sınırı yanm milyondur!) lira sermayeli bir şirket kurma girişiminde bulunulmuştur. Bu şirkete hükümetin 200 bin lirayla katılacağı, Trabzon'un 200 bin, Erzurum'un 300 bin lirayla dahil olacakları ve diğer kasabaların da toplam 300 bin lira sağlayacakları sözü verilmiştir."19
16. yüzyıl Avmpasmm "Doğu Hindistan Kumpanyalan"nın bir min18. SonPosta, 26.10.1932. 19. Cumhuriyet, 18.6.1931.
yatürünü andıran bu türden finans-kapital birikişleri açıkça yazılıp çizildiği gibi, bütün merkezi devlet, yerel yönetim ve belediyelerle en kodaman Karadeniz banker ve tüccarlarım, en büyük emlâk ve toprak sahiplerini birbirleriyle hal ve hamur ederek, Doğu illerinden Batrya doğru yuvarlanan, yuvarlandıkça ezip çiğnediği, bünyesi içine aldığı küçük mülkleri yuta yuta gelen, geldikçe şişmanlayan, büyüten, dağlaşan tam efradrnı cami, ağyarım mani adıyla sanıyla bir finans-kapital çığıdır. 2- Pazar ve İlk Madde: Türkiye'de 1927 sanayiyi teşvik yasasıyla gelişmeye başlayan sanayi şubeleri hemen hemen kasa yöntemine eriştiler sayılabilir. Ağn sanayinin Tüıkiye'de kurulacağım beklemeyi, mucizeye inananlara bırakalım. Son zamana kadar iç pazara yetmez görünen şeker ve dokuma sanayi de, bu yıllar içinde İş Bankası île Çeklerin açacakları şeker, Sovyetlerin gönderdikleri dokuma lâbıikalanyla artık Tüıkiye pazarım dolduracak demektir. Bazı üretim kollan artık varolan ve açık Türkiye pazarlarım doldurmuş, dışanda pazar aramaya kalkışmış durumdadır. Türkiye'ye yeni pazarlar geıek, yoksa olmaz! Bu yeni pazaılan nereden bulacak? Kendisine şimdiye kadar yan bakan Kürdi stan içlerinde az çok yan kapalı bir ekonomiye bağlı duran Doğu illerinde... Bu bir. İkincisi: Türkiye şu aşın üretimle "sık nefes"liğe uğramış emperyalizm döneminde, dünya pazarına mamul sanayi eşyası çıkanp satmaya kalkışacak kadar Donkişotluğu olanaklı görmüyor. Onun için sanayi üretici güçlerini kendi kabuğu içinde kendi yağıyla kavrulacak çaptan ileri götüremeyeceğini biliyor. Onun için Doğu illerine ve Kürdistan'a oranla bu bakımdan kul geçinen Türkiye buıjuvazisi, dünya pazan ilişkilerinde emperyalizme ister istemez bağımlıdır. Türkiye'nin bu bağımlılığı bugün siyasal alanda azalmış görülmesine karşın, ekonomik olarak devam etmekten geri kalmamıştır. Bu bağımlılığın ifadesi Türkiye'nin dünya pazarına ancak tanm ürünleriyle ilk maddeleri ihraç edebilmesidir. Kürdistan ve Doğu illeri yukanda işaret ettiğimiz gibi zengin değerde maden damarlanyla doludur. Dünya bunalımı tanmsal ürünlerini yok pahasına indirdiği zaman, yeni ihracat metalan olarak bu yeraltı ilk maddelerinden fiyat tutacakların işletilmesi, büsbütün emrivaki oldu. Örneğin Kars'ın Kağızman taraflarında 3 milyon altın liralık toz alta madeniyle zenginlik derecesinin sının bile henüz çizilemeyen Ergani taraflarındaki bakır ve gene altın madenleri, Tüık buıjuvazisinin iştahım bütün şiddetiyle kamçılamaktan geri kalamazdı. Hele maden işlerinin müteahhitliğini üstüne almış İş Bankası'nın eski genel müdürü yeni İktisat Bakanlığına geleli beri madencilik
perspektifi büsbütün arttı. Madenlerden alınan resim %1'e indirildi. Patlayıcı maddeler madencüeıe maliyet fârklanyla sağlandı vb... Başmda Deutsche Discmto Bank'ın bulunduğu Otavi Nord Deutsche Raffinerie Metallgesellschaft -Otto Wollff Hirsch Kupfer fırmalanndan mürekkebi güçlü bir Alman grubu, yan yarıya Tüık- Alman hisseli bir sendika oluşturarak Eıgani'de fâaliyete hazıriandı. Herhangi emperyalist bir ülke sömüıgelerinde pazar ilişküerini genişletmek ve orada gömülü duran yeralü hazinelerini işletmek için ne yapar? Önce bundan önceki finanskapital kısmında gördüklerimizi, sonra da iç pazadan açmak ve yeraltlannı karıştırmak için zorunlu olan diğer tesisleri kurar. Bu tesislerin başmda ne gelir? Anavatan mallarım içeriye, ilk maddeleri dışanya taşıyacak araçlar. Bunların başmda da: demiryollan! İşte İsmet Paşa hükümetinin finanskapital şebekesinden sonra "ülkeyi demir ağlaria örmek" siyaseti de, ekonomi politik açısından bu anlama gelir. Samsun-Sivas, Ankara-Sivas demiryollarının inşası, Toros ve Mersin-Adana hatlannın hükümetçe satın alınması, aynca adı geçen Kağızman'a kol atacak olan Sivas-Erzurum, diğeri Fevzi Paşa-Malatya çizgisiyle Ergani bakır madeninden geçecek ve Van gölünün petrol kaynaklarına doğru uzanacak olan iki demiryolunun başlangıçtandır. İstanbul'a kamyon satın almak üzere gelen Van ve Sürt bölgesi bayındırlık işleri müteahhidi tüccardan Nuri Bey, nakliye siyaseti ve anlamını şu satırlarla özetliyor: "O tarafın bütün derdi, bundan önce de gereksinimi ulaşımsızlıktır. Halk eski hükümetlerin kötülüklerinin cezasını çekmektedir. Her türlü tarımsal faaliyete uygun olan bu yerlerde emeğinin hiçbir karşılığını alamadığı için mutsuz olup, fazla üretime gayret etmemekte ve ürününün kazancını görmemektedir. Hizan ve çevresinde geniş fındık bahçeleri bile bulunduğunu söylediğim zaman beni hayretle dinliyorlar. Siirt'ten tahıl, yağ vb. şevkine olanak mı vardır? İhracat istasyonu olan Mardin'e bir günlük yol olduğu halde, bir ton eşyanın kamyonla nakil ücreti 90 liradır. Benim Mersin'den 34 liraya aldığım bir ton çimentonun, yerine nakli 300 liraya mal olmuştur. Artık durumu siz karşılaştırın. Görevim dolayısıyla dolaşıyorum. Anadolu çok doğurgandır. Araç olsa, rakip ülkelerle rekabetimiz işten bile değildir. Ülkeyi canlandıracak, aziz İsmet paşanın yol ve
araç nakliye siyasetidir."20 Bir Türk burjuvasının. bütün Türk buıjuvazisi adına Kürdistan'da su-lanışı, bundan başka türlü ifade edilebilir miydi? Türk burjuvazisinin Kürdistan'da bütün deıdi ne Birinci Müfettişlik terörü, ne jandarma saltana-
20. Cumhuriyet, 26.9.1930.
ti, ne ağa baskısı asla değil, yalnızca "yol gereksinimi"dir. Oysa, harika ağzından çıkan sözler besbelli ediyor ki, bu "gereksinim" ancak oralarda, müteahhitlikle resmen ve ticaretle özel olarak yoksul Kürdistan halkım sömürge çapuluna uğratmak için uğraşan Türk buıjuvazisinin "bütün derdi"dir: 1) Çünkü o yerlerde "geniş fındık bahçeleri" ne kadar "her türlü tanmsal faaliyete uygun"dur. 2) Çünkü 150 km.lik mesafede (Siirt-Mardin) taşınacak Kürdistan tanm ürünlerinin tonuna 90 lira gibi ağır bir masrafı veren kodaman Türk tüccarlan, istediğinden âlâ ve süper normal bir kân ükınna tamamen koyamaz. 3) Çünkü Türkiye'yi haraca kesen İstanbul'un yan yabancı, yan yerli büyük çimento şirketleri, çimentolannı Doğu illeri pazanna fiyaünın on katı kadar bir nakliye masrafıyla gönderdikçe, Kürdistan pazanm layıkıyla tekelleştirmiş ve sömürmüş sayılamaz. Sözünü ettiğimiz Alman-Türk finans grubunun Ergani sendikası, bakır madenini Sinop ya da Mersin limanına nakil ettirmenin yerine -tarih öncesinden beri olduğu gibi- develerle taşımaya kalkarsa yayan kalır, vb...
Buraya kadar söylediklerimizden ne çıktı? Türk buıjuvazisinin Kürdistan pazanm açmak ve soymak için, orada genel olarak bayındırlık işlerini ve özel olarak ulaşım araçlannı geliştirmesi, zifafa girecek damadın suratım usturalatmaya razı olması gibi şart ve zorunluluk olduğu değil mi? Nitekim bir müteahhit ve tüccar Türk kapitalisti, "o tarafın bütün derdi yol gereksinimi ve ulaşımsızlıktır" demedi mi? Bu açıklamanın tek mantıksal sonucu olarak, Kürdistan'da ekonomik sömürüsünü güçlendirmek isteyen Türk burjuvazisinin orada hiç olmazsa yol faaliyetini canlandırması ve güçlendirmesi gerekmez mi? Evet, oysa aslında bizzat kendisi, geri bir ülkede bulunan Tüıkiye sermayesi bu noktada bile son finans-kapital gruplannın (örneğin Ergani bakır madeni şirketinin) sığınmalan dışında, hattâ bu "yol gereksinimi"ni tatmin etmekte bile Kürdistanı da ilerletmemek için sistematik bir plan izler. Bunu anlamak için Kemalizmin bir Doğu illerinde, bir de Bati illerinde izlediği yol siyasetini, bizzat kendi resmi belgelerinin verdiği rakamlarla kısaca karşılaştırmak yeter. Karşılaştırmanın orantılı olması için Bati illeri içinde özel ve genel gelirleri, genel olarak Doğu illerindekilerle eşit olanlannı seçtik. Karşılaştırmaya girecek olan illerden, 1- Doğu illeri: Erzin-
can, Erzurum, Elazığ, Urfa, Beyazit, Bitlis, Diyarbekir, Siirt, Şebin Karahisar, Ayıntap, Kars, Gümüşhane, Maraş, Malatya, Van olmak üzere 15 ildir. 2- Batı illeri iki gruptur: a) Sağlam şose oranım arayacaklarımız: Edirne, İçel, Burdur; b) Yeni inşa edilmekte Olan şose oranım arayacaklarımız: Edirne, İçel, Bolu illeridir. Bunlann önce her birinin yüzölçümlerine oranla bir, bir de özel gelirlerine oranla varolan yollanmn yüzdesini bulmak ve sonra bu varolan yollar içinde sağlam olanların oranıyla yapılmakta olan yollann oranını saptamak için, sözü edilen devlet tebliğinden aldığımız rakamlan derleyelim: 15 Doğu ili Yüzölçümü Özel gelir toplamı (TL) Varolan yolun uzunluğu Sağlam şose Yeni yol Tekrar edelim, karşılaştırma için
alHıöımı? Rah illerini hiıvııt- i i r l i
222.501 7.24-5.622 8.225+992 2.702+192 864+885 ot,,-rr.a
Kir,
Edime, İçel, Burdur 24.025 1.443.162 1.519+455 754+649
Edime, İçel, Bolu 22.795 1.697.911 2.125+427
1.066+201
olrl.?
olmayanlardan seçtik. Örneğin dört Batı ili içinde özel geliri en çok olan Edirne'nin özel geliri 728.264 liradır. Diğer biri 600 bin küsur ve öteki ikisi 300 bin küsur lira özel gelirli illerdir. Doğu illeri içinde ise, yalmz Malatya'nın özel geliri 1.209.870 lira, Diyarbakır'ın 720.268 lira Erzurum'un 694.720 lira vb. dir. Ne hacet, biz bütün 15 Doğu ilini birden üç Batı iliyle karşılaştınyoruz. Yüzölçümü itibanyla a grubu (Edirne, İçel, Burdur) 15 Doğu ilinin %10.7'si, b grubu %10,2'si; özel gelir bakımından a grubu 15 Doğu ilinin %19,9'u, b grubu (Edirne, İçel, Bolu) %23,3'ü oranındadır. Bunlan yuvarlak hesaba çevirelim: Şu 15 Doğu ili diğer 3 Bati ilinin yüzölçümce on kati, özel gelirce beş kati oranından daha büyüktür. Türk burjuvazisinin Bolşevizmden öğrenip kullanmaya özendirdiği sözcükler pek çoktur. Fakat Bolşevizmle Türk kapitalizmi arasında, temelden birbirine zıt iki rejim farkı olduğu için orada doğru olan sözler, çok kere bizim burjuvazinin ağzında, halkı kandırmaya yarayan modem birer yalan şeklini alır. Örneğin, yukandaki müteahhit tüccar, Doğu illerindeki "yolsuzluğu", "eski hükümetlerin kötülükleri" ile açıklıyor. Acaba bu söz doğru mu? Yani saltanat dönemi Batı illerinde fazla yol yaptırarak, Doğu
illerini büsbütün ihmal etmiş midir? Bunu olaylar ve rakamlarla araştıralım: Gerçekten kilometre kareye düşen genel yol uzunluğu 15 Doğu ilinde ortalama 36,6 m., a grubu Baü illerinde 63,2 m. (km. falan değil ha!) ve b grubu Baü illerindeyse 93,2 m.dir. Bu rakamlara bakınca, kilometre kare başına, Doğu illerine oranla a grubunda iki kati, b grubunda üç katr fazla yol gözüküyor. Ve bu oran göz önünde tutulunca, denilebilir ki, saltanat hükümeti Doğu illerine bir yol yaptirdıysa a grubu illerine 2, b grubu illerine 3 yol yaptirmrştrr. Çünkü kuşkusuz varolan yolların toplam uzunluğu eskiden kalmadır. Fakat biz sorunu bir ilin yüzölçümü itibarıyla değil, o ilin zenginlik derecesini gösteren, örneğin özel geliri itibarıyla koymaya zorunluyuz. Yani gerek Osmanlı İmparatorluğu döneminde, gerek bugünkü Cumhuriyet burjuvazisi döneminde bir ilde yaprlabilecek yol, o ilin genişliği hesaba katilarak değil, ekonomik gelişme derecesine bakılarak yapılabilirdi. Ekonomik gelişmeye delil olaraksa, elimizde bir ilin özel gelirinden başkası yok. Daha doğrusu, devlet bir ilden ne kadar para alırsa, o ile de o kadar yol yapabilir varsayıyoruz. (Demiryolu hatlan bunun dışmda.) İşte yukandaki oranlan her ilin özel gelirine oranla tekrarlayacak olursak, şu rakamlan elde ederiz.. Her üden alman özel gelirin birer lirasr başma ne kadar uzunlukta yol düşüyor? 15 Doğu ilindeki tüm özel gelir toplamının her lirası başına varolan bütün yollardan, düşen yol uzunluğu 1,1 m.dir. (Yani Doğu illerinde her özel gelir lirası başına 1 metre 10 cm.lik yol düşüyor.) A grubunda her özel gelir lirasına 1,05; b grubuna 1,2... Bu oranlara göre. Eğer varolan Türkiye illerinin yollan genellikle saltanat döneminden kalmış vaısayılıısa, Osmanlı İmparatoriuğu döneminde, aşağı yukan gerek Doğu, gerekse Batı illerinde yapılan yolların uzunluğu her ilin özel gelirine göre, her ilin zenginliğiyle doğru orantıhymış. Şu halde, "eski hükümetleri" ne savunmayı ne de suçlamayr düşünmeksizin diyebiliriz ki, imparatorluk her ile gücünce vermiş... Fakat acaba Cumhuriyet buıjuvazisi de böyle mi yapmıştır? Yoksa Doğu illeri üvey il, Batı illeri öz il mi sayılmıştir? Bu soruya yanıt vermek için şu iki noktayı araştıralım: 1- "Eski hükümetlerden ne kadar yol kalmışsa kalmış, fakat Cumhuriyet hükümetleri bu yollan Doğu illerinde ne dereceye kadar ve Baü illerinde ne oranda koruyabilmiştir? Başka bir deyişle, varolan yollar içinde sağlam şoselerin oram Doğuda ne kadar, Baüda ne kadar? Bunu bulursak,
Cumhuriyet buıjuvazisinin Doğu illerini mi, yoksa Batı illerini mi daha çok gözettiği anlaşılır. 2- Her ilde yeniden yapılmakta olan yollar ne orandadır? Eğer Doğu illerinde yeniden inşa edilen yollar Batı illerinde yeniden inşa edilenlerle aym orandaysa, sorun yoktur. Cumhuriyet burjuvazisi her iki tarafta da aym bayındırlık siyaseti izliyordur. Aksi halde sorun da terstir. Sağlam yolların oranı: 15 Doğu ilinde kilometre kareye düşen sağlam yol 12,2 m.; a grubu Batı illerinde kilometre kareye düşen yol 31,4 m.dir. Fakat bir de özel gelire göre bakalrm. Her lira başma 15 Doğu ilinde düşen yol 0,3 m., oysa a grubunda 0,5 m.dir. 15 Doğu ilinde varolan bütün yollara oranla sağlam kalan yollar %32,8, a grubunda sağlam yollar bütün yolların %49,1'idir. Yani yuvarlak hesap edilirse sağlam kalan yollar Doğu illerinde hemen hemen üçte bir, Batı illerinde hemen hemen yan yanyadır. Bu hesapça varolan yollardan konulanların durumu Batıda Doğudan %40 daha fazladır. Başka bir deyişle, Kemalizm Batı illerinin yollarına. Doğu illeri yollanırdan hemen hemen iki katı kadar daha fazla dikkat ve özen göstermiştir. Bütün Doğu illerim değil de özel geliri, a grubu Batı illerinin özel gelirinin (1,4 milyon) hemen aym olan üç Doğu ilindeki sağlam yolların bütün yollara oranını araştınrsak (bu üç Doğu ili Diyarbakır, Van, Erzincan'dır ve özel gelirleri toplamı 1.428.186 liradır) a grubu illerinde sağlam şosenin oram %49,1 olduğu halde, 3 Doğu ilindeki sağlam şosenin (tabii varolan yollar toplamına) oranı %15,9 olarak bulunur. Yemden inşa edilen yollar 15 Doğu ilinde yeniden yapılan yollar kilometre başına 3,8 m.dir. B grubundaysa kilometre başına 47,7 m. yeniden yol yapılmaktadır. Özel gelirin bir lirası başına Doğu illerinde 0,1 m., b grubu Batı illerinde 0,7 m.lik yol yapılıyor. Yani Kemalizm Batı illerinde Doğu illerine oranla 7 kat fâzla yeniden yol yaptınyor. Oysa her iki kısım illerden de aym miktar para topluyor! 15 Doğu ilinde, varolan yolların uzunluğuna oranla yapılan yolların uzunluğu %10,5'dir. B grubu 3 Bat ilinde bu oran %50,6'dır. Yani Kemalizm Doğu illerine onda bir oranrnda yeni yol eklediği halde, Batr illerine yan yanya yeni yollar katmaktadır. Tekrar edelim. Bu oranlar, Kemalizmin topladığı özel gelir bakımından aym gelirde olan Batı ve Doğu illeri içindir. Yeniden yol yapma konusunda, Kemalizmin Doğu illerini ne kadar geri bıraktığını anlamak için 15 Doğu ilinin toprakça onda biri ve özel gelirce de beşte biri oranında küçük olan 8 Batı ilinde yapılan yeni yol-
lann rakamlarına bir göz atmak yeter. 15 Doğu ilinde yeniden 864+885 kilometrelik yol yapıldığı halde, 3 Batı ilinde 1066+201 kilometrelik yol yapılıyor. Yani 3 Batı ilinde kendisinden 5-10 katı büyük olan 15 Doğu ilinden %12,3 (eksik değü) fazla yeniden yol yapılmaktadır!... Bu oranları bulmak için asıl rakamları bizzat Kemalizmin resmi yayınından alıyoruz. Şu kısa karşılaştırmalarla varabileceğimiz genel sonuç şudur: 1- Kemalizm Doğu ülerine, hattâ sömürü için zorunlu olan yol yapma konusunda büe geri bir sömürge işlemi yapıyor. 2- Bu siyaset Kemalizmin tarihiyle birlikte başlar. Kemalizm Kürdistan'ı layıkıyla soyabilmek için, oranın tanmsal ürün ve ilk maddelerini tefeci fiyatianyla yok pahasına çekebümek ve kendi sanayi ürünlerini orada pazarlayabilmek için hiç olmazsa, bütün emperyalist anavatanlann sömürgelerinde yaptıklan kadar olsun. Doğu illerinin yoüanm düzeltmeye zorunludur. Kürdistan'ın kapalı ekonomisini parçalamak için bundan daha doğal bir zorunluluk yoktur. Ne çare ki Kürdistan aslında "kendisi muhtaç-ı himmet bir dede" durumunda olan Türk finans-kapitali gibi, piç bir kapitalizmin sömürgesıdiı. Onun için orada Kemalizmin uyguladığı ekonomik yöntemleı, hatta normal bir sömürgecilik bile değil de adeta bir sömürgecilik alü, en aşağı sömürgeciliktir. 3- Maliye Saürı: "İla maşallah" Kemalizmin maliye siyasetinin ne ayar bir nesne olduğunu burada tekrarlayacak değiliz... Zaten Kemalist devlet aygıünın Türk köylüsüne uyguladığı sistem, bugünkü Hint ve Çin köylüsünün başındaki satırdan farksız değil... Burada iki sözcükle kaydetmek istediğimiz şey, Kemalist devlet aygıümn Kürdistan ve Doğu illeri üstündeki baskısında, genel olarak köylülüğü soyuşundaki başka özelliklerden birkaçrm haürlatmaktır. A- Kitapta yazılı vergiler (sözde yasal vergiler): Bunlardaki bir nicelik bir de nitelik bakımından özelliklere kısaca değinelim: a) Nicelikçe vergüer: Vergiler Kemalizm sahneye çıkalı beri en aşağr on kaüna çıkanlmışür! Aşar genellikle Doğu illerinin iç köylerinde sözde kalkmışür. Gerçekte, eskiden nasrl sekizde bir aşar alınıyorsa, bugün de aynen -on katına çıkanlmış arazi vergisinden başka ürünün sekiz kaü vergi olarak almıyor. Yol parası Baü illerinde 10-12 lirayı geçmediği halde Doğu illerinde 15 lirayr bulur. Aşağıda göreceğimiz nedenler yüzünden, toprağın verimli ya da verimsiz, olması da hesaba kaülmaz. Ortalama on dönüm (yani bir hektardan iki dönüm fazla) toprağı olan bu köylü, her tür verginin toplamı olarak yılda 70 lira vermeye zorunludur. Dönüm başına
7 lira!... Fakat verginin niceliğini, bir veren köylü bir de allah (yani pazar) bilir. Çünkü Doğu illerinde geçerli para gümüştür. Yukanda kaydettiğimiz gibi, gümüşün piyasası zemin ve zamana göre oynar. Ortalama olarak Kürdistan'da bir liranın 30 kuruş olduğu tarihlerde tahsildar köylüden 1 lira için 3 mecidiye (yani 60 kuruş) alır. Kürdistan köylüsünün bu yük altından nasıl kalkacağım sormayın Çünkü bu kalkma, doğrudan doğruya kalkışır. Yani bireysel ya da kolleklif ayaklanma şeklinde olagelir... b) Nitelikçe vergiler: Vergilerin niteliği deyince şu üç özellik derhal göze çarpar: 1- Modern cizye: Geçmiş derebeyi bezirgan saltanatlannın zamanında merkezi vergiler, derebeyi yöntemiyle bireysel güce göre perakende değil, bir ağa ya da reisin hükmündeki topluluğa toptan bir cizye şeklinde biçilirdi. Bugün Kemalizm de genel olarak Doğu illerinde yerel özellikle re uyarlayarak, bu cizye yöntemini modernleştirmiştir. Dönüm kavramı zaten Kürdistan halkı için meçhuldür. Onun için vergiler dönüm başına değil, genel olarak bucak başına kesilir. Tabii bu toptan verginin çalışkan Kürdistan köylüsü içinde hangi ellerle ve ne şekilde paylaştınldığı kendi liginden anlaşılır. 2- Modern talan: Vergiler Tüıkiye Cumhuriyeti yasalarına göre halk tan üç taksitte alınırlar. Oysa Doğu illerinde -Türk polisinin bilinen deyi miyle- orman yasası egemendir. Onun için vergiler tahsildann işine geldi ği zamanda ve bir kerede alınır. O zaman hürriyet edebiyatçılannın, ünlü demagojilerinde sultan zaptiyesinin köylüyü lalan edişine ilişkin çizilen sahneler, Cumhuriyet burjuvazisinin Kemalist jandarma ve tahsildarı tara findan harfi harfine "temsil" edilir. Köylünün nesi var, nesi yoksa, yalağı, çanağı, çömleği, davan ve herşeyi gaspedilerek haraç mezat olunur. Buna "modern talan" adı verilemez mi? Doğu ilinin vergiler anketine verdiği yanıtım bir daha okuyalım: "Gazetenizde vergilerin ağırlığından söz ediyorsu nuz. Bize kalırsa, bu sorunu yalnız İstanbul halkına sormamalıdır. Bir kez de Ana dolu çiftçilerinin durumunu incelemeli ve hangi vergilerin köylüye ağır geldiğini onlara sormalıdır. Bu anlamda tahsilatın ne şekilde yapıldığı da öğretilmelidir. Anadolu 'da bir köy tahsildarının bir kaymakam, bir şube başkam kadar yetkisi vardır. Köy tahsildarı vergisini bir taksitte vermeyen köylüye eza cefa ettiği gibi, onun altındaki yatağını vb. de derhal açık arttırmaya çıkarır. Bu doğru bir hare ket midir?" 21 c) Vergi sahtekârlıklan: Yukandaki vergi sisteminin baltası al21. Kemahlı A.: "Vegiler Hakkında Anket", Cumhuriyet, 22.11.1930.
tada köylü ne yapar? Ya isyan eder dağa çıkar, ya da ezüip mahvolur. Fakat mahvolmak istemeyen köylünün boğazına geçireceği son bir cankurtaran vardır ki, onun boynunu son kez olarak boyunduruklamaktan başka bir sonuç vermez. Hele... Evet, köylü son bir çare olarak tahsildarla anlaşmayı ve vereceği veıgüıin yansım tahsildara, rüşvet vererek, öteki yansından kurtulmayı dener. Baü illerinde, yoksul köylü için ehveni şer bir çare olan bu yöntem, özellikle Doğu illerinde bütün facialarını oynar. Bir ömek: Muço'nun 50 koyunu var. Yalnız 20'sini yazdınr. Aksiliğe bakın ki -o her Doğu ülinin başmda, kapitalist düzenden ve ağalıktan başka, bu iki sistemin musallat ve yadigân sıfaüyla eksik olmayan- bir "düşman ketim"i tahsüdara haber verir. Tahsildar gelir. 30 koyundan üçer lira alacak olsa 90 lira eder. Muço bu parayı rüyasında görmemiştir. Tahsildarla uzlaşmaktan başka çaresi yok. Uzlaşır; 30 değil 9 koyun çalınmış yazdır ve bu 9 koyun için 27 lira resmi veıgi verir. Geri kalan 21 koyun için köylü tahsüdara 2 mecidiye altaı+15 kağıt para, yani 25 lira kadar bir rüşvet verir. Sözde uzlaşılır. Fakat az zaman sonra aynı-tahsildar, aldığı rüşveti az görür. Daha ister. Köylü veremeyince, geri kalan 21 çalınmış koyunun 63 lira vergisini talep eder. Bu ani darbeden şaşalayan köylü şaşkınlığını katmerleyen bilgisizliği yüzünden Surunu savcıya anlatır. O tahsildara rüşvet verdiğini bir dilekçeyle büdirmesini söyler. Dilekçe verilir verilmez, köylü hapishanededir. Rüşvet alan tahsüdar serbest gezdiği halde, köylü rüşvet verdiği için zindanda!.. B- Kitabında yazılmayan vergiler (sözde yasadışı vergiler): Öncekilere "sözde yasal" dedik, bunlara da "sözde yasadışı" diyoruz; çünkü "yasal" dediğimiz veıgilerin gerek nicelik gerek niteliğinde öyle antikalıklar var ki bunlar hiçbir kitapta yazmaz. Şu halde yasadışı dediğimiz veıgiler öyle ulu orta, gelişigüzel ve açık saçık istenir ve alınır ki, değme yasal vergilerini her devlet bu kadar zorbalık ve şiddetle tahsile kalkışamaz. Onun için bunlara yasal da desek olur. Bir sözcükle Kemalizme göre, zaten her alanda olduğu gibi vergilerde de yasalla yasadışının sının, derebeyi sınırlan gibi bir şeydir. O sınırlarda dünyanın en vahşi çapullan, saldınlan haklara ulaşır. Kitapta yazılmayan vergilere örnekler çoktur. Biz burada iki ömek verelim: Sürekli baç (tayyare veıgisi): Emperyalist işgal ordulan, soyduklan sömürgelere ayrıca kendi masraflarım da ödetirler. Türkiye halkı gibi ve ondan pek fazlasıyla da çaresiz Kürdistan halkı Doğu illerini kasıp kavu-
ran asker ve jandarma masrafını taşır, fakat sorun bununla bitmez. Kürt paryalan, ikide bir başlarına bomba yağdıran uçaklara en çok ve sonsuz haraç verici olmak gibi acıklı bir talihe çatmışlardır. Ortaçağ Avrupasında, kafile kafile oradan oraya dolaşan bir serseri dilenciler tipi ve srnıfi saptanır. Kürdistan'm da herhangi bir horoz ötmez gün batmaz kasabacığına uğrarsanız orada ilk gözünüze çarpan şey, her mahalleden fışkınp çıkan, süngülü asker bölüklerinden sonra bu "serseri-dilenci"lerdir. Yalnız Kurdistan'daki serseri-dilencilik biri resmi, diğeri gayn resmi olmak üzere iki türdür: 1- Gayn resmi dilencilik: Bilindiği gibi "mesleksizler ya da mesleği bilinmeyenler" grubudur. Bunlar şu zavallı ülkenin zavallılığının canlı sürü halinde sürünüşüdür. 2- Resmi dilencilik: Ya da "eh bayraklı dilencilik" Tayyare Ccmiycti'nin sanatıdır. Her Kürt kasabacığında jandarma karakoluyla yan yana ya da alt alta üst üste, önünde bir ay yıldızlı bayrak saikan "Türk Tayyare Cemiyeti" levhası görülür. Bunu ortaçağın serseri dilenciliklerine benzetmiştik. Fakat öıgüt ve soygun yönünden Tayyare Cemiyeti, her tepede bir şato kurmuş, yanında silahlı adamlan yatan bir derebeyi ya da bütün geçitleri tutmuş, Zaloğlu Rüstem tipinde bir eşkiyaya daha çok benzer. Çevre köyler Kemalizm sayesinde Tayyare Cemiyeti'nin uyruklanyla yerleştirilmiştir. Bu kez köylünün bütün ürünlerinin ve hayvanlarının %l,i, ister istemez Tayyare Cemiyeti'nindir. Ondan başka örneğin her çift hayvanından bir lira "tayyare ianesi" almak ya da haraç isteyen derebeyi, kurtulma parası isteyen eşkiyamn da Tayyare Ccmiycti'nin de Tanzimat-ı Hayriye döneminden beri kaldırılmış olan "kesim"e benzer şekilde köy başma şu kadar lira hükmi karakuşisini savurmak ve bunu köyde, zengininden, tüccarından değil -çünkü bunlar Kemalizmin güya müttefikleridir- yoksul halktan sızdırmak her günün "olağan" genel işlerindendir. Bir başka Doğu ilinin nasılsa çıkabilmiş sesini bir başka kez daha dinlemek sırasıdır. "...Bundan başka çift hayvanlarının her birinden bir lirayla tayyare ianesi alınıyor. Alım ve satım üzerinden aslında tayyare ianesi alındığına göre artık köydeki çift hayvanlarından hiç olmazsa 20 kuruş alınmalıdır. Bundan başka Tayyare Cemiyeti örneğin bir köye 60 lira iane yazıyor. Oysa bu iane yalnız köyün zürra kısmından almıyor. Diğer ticaretle uğraşan daha zenginlerden alınmıyor. "22
Nöbet nöbet baç: Kürt ilinin bir adı da "isyan illeri" olmuştur. Şimdiye kadar daima başansızlıkla sonuçlanmış isyanlarda Kemalizmin gönderdiği uslandırma seferleri, Kürt halkım bir koyun sürüsünü kurdun parçalayışından daha yırtıcı militarist bir terörle, eline geçen Kürtleri yere 22. Diyarbakır muhabirinden: Vergiler anketine cevap, Cumhuriyet, 26.11.1930.
kadar dişler, soma sefer masrafi yaptım diye aym bölgeler halkından eski zamandaki feodal iftarlarında verildiği gibi "diş kirası" alır. Yani isyanın masrafim da aynca açlıktan yıkılan köylere ödetir. Bu söylediğimiz de bir komünistin sözüyle kalmasın. Bakın Türk finanskapitali -kimse anlamasın diye- gençliği "vatandaş Türkçe konuş" palavrasıyla sokağa uğratmasına karşın, kendisi "Fransızca konuştuğu" zaman bu "diş kirasından nasıl söz eder? Konu, durmadan açık veren bütçenin dengesidir. Açıkların nasıl kapandığım anlatmaktadrr. Finans-kapitalin Franstzca organı tamamen şöyle der: "Bununla birlikte, (Ağrı dağı) fitne hareketinin önlenmesi gibi, önceden görülmez bir tür mesai vardır ki, ancak ve aynı ilin bütçesinin başka fasılları üstünden gerçekleştirilebilecek ekonomilerle sağlanabilirlerdi. Yapılmış olması gereken de budur." 23
Siyasal Baskı "Vurun tutulmayın, s..n, s n!"... Bütün eski Babıali, yeni Ankara Caddesi ile Taş Hanin terbiyeli maymununa çevrilmiş edebiyatçı küçükbuıjuvalan, bütün "münevver ve mütefekkir insanlık" gibi katmer katmer utanca düşüp bazı işlerde sıkıntıdan dökündükleri gül kokulu ter içinde boğulsunlar. Haber haberdir. Sonra, haber verelim ki bunu yalnızca "aslına sadık" biçimde yansıtmaktan başka kast ve günahımız yoktur. Bu slogan Kürdistan'rn başma modem bir Atilalık kesilmiş olan Birinci Genel Müfettişlik tarafından aynen, bütün muhafız, subay, jandarma ve asker kıtalarına "yasadışı" olarak tamim edilen paroladır! Kemalizm "ordular ilk hedefiniz Akdeniz" dedikten sonra, bütün "vatan" da tekmü Tüık burjuvazisini toplayan Halk Partisi'nin bayrağı üstüne, halka karşr çekilmiş Kemalist yatağanrn üstüne, her göze görünmez casus mürekkebiyle yazdan bu yukandaki slogan, tüm ağa, tefeci, finafis-kapitalist, kaim memur blokuna hitaben söylenmiş, bu yurdu biz sizin için fethettik dogması ile yan yana dizilmedi mi? Kemalizmin bayrağr bu iki sloganı da sentetize eden bir "Gâve" (demirci Kawa)dtr. Yalmz Ankara'da dalgalanan bu bayrağın üstündeki sloganlardan "biz senin için fethettik" nasıl Baü illeri tarafından gözükürse, Doğu illerinin tarafina bakan Kemalist bayrağrn yüzündeyse, "vurun tutulmayın!" vb. parolası yanar. Onun için "vurun tutulmayrn vb." sloganım Kürdistan'da gerçekleştiren Birinci Genel Müfettişlik, o bölgedeki Kemalist siyasetin maskesiz cisimlenişidir; Kürdistan'da uygulanan' sömürge siyasetinin özüdür. 23 .L 'Economiste d'Orient, 10.1.1931.
Genel Müfettişlik 1926 yılından beri teröre başlayan Kemalizmin Ülkede tutunabilmek için gerekli bölgelerde uygulanabilecek sürekli terör aracım el altında bulundurmak için "yasa"yla yasallaştudığı sömürgcci. militarist diktatörlüğe dayanan bir kurumdur. Kürdistan'da 1927 sonlannda ilk kez uygulandı. İçişleri Bakam müfettişliğin yalmz Kürdistan'a özgü kalmasını, aradan beş altı yıl geçtikten sonra şöyle açıklamak istemişti: para bulamadığından, adam bulunmadığından! "Bütçede karşılığı olmadığı içitı yalnız Doğu bölgesinde uygulanmıştır. Müfettişi bulunmadığı için yalnız Doğu bölgesinde uygulanmıştı." 24 Oysa biraz
daha aşağıda, "Birinci (sanki ikincisi varmış gibi) Genel Müfettişliğin ödeneği Kürdistan'da uygulanışının!" oranın genel ve özel yönelimi için bir zorunluluk olduğunu aym demeçte okuyoruz: I - Genci yönetim zorunluluğu: "Bu doğrudan doğruya genel yönetime ve emniyet ve asayiş sorununa ait olan bir özelliktir ki, aslında Genel Müfettişliğin kurulmasında asıl amacı oluşturan özellik de bu olmuştur." N i t e k i m daha
yukanda bu asayiş sorununu daha somut olarak şöyle koyuyordu: "Genel Müfettişlik Doğuya girmeden önce Doğuda 30 ile 40 kişi arasında değişen on çete vardı ve Ağrı dağında 2000 silahlı çete alay-ları mevcuttu. Güney sınırlarımız akın diyarları gibi saldırıya maruzdu." 2- Özel yönetim zorunluluğu: Finans-kapitale "yuva eşelemek"te "Genel Müfettişlik özel yönetimi mesailerinde de illerin mesaisini birleştirdiler, karakollar yaparak yolların düzen ve emniyetini sağladılar. Bayındırlık işlerine başlandı. Ülkede hiçbir fabrika yokken un fabrikaları açtırıldı. Elektrikler yaptırıldı. Doğu illerimizde de Batıdaki gibi bayındırlık faaliyeti başladı. Diyarbakır'ın eski halini bilen varsa, şimdi aradaki farkı takdirle görür. Osmaniye, Elazığ da öyledir. Van'da da bayındırlık faaliyeti başlamıştır. Van bir şehir haline gelmek üzeredir. Van'ın en büyük yoksunluğu nüfusudur. Nüfus olmayınca doğal olarak bayındırlık da geç olur."
Bu açıklamadan bir daha anlaşılıyor ki, Birinci Müfettişlik yönetiminin Doğuda iki amacı var: 1- Finans-kapitale yuva yapmak; 2- Bu yuvayı güvence altına almak. Nitekim sütunlar doldurarak İçişleri Bakanının demecinden de Kürdistan'da ezilen bir köylülük olduğundan, bu köylülüğün derebeylikle olan ilişkisine ve Cumhuriyet buıjuvazisinin Kürt köylülüğü hakkında düşündüklerine ilişkin tek bir satır değil, kelime bile yoktur. Ezilen Kürt halkı hakkında İçişleri Bakanının ağzından dökülen sözler şunlardır: asiler, şakiler, çeteler, eşkiyalar... yola getirmek, amansız bir takip, birer birer yok etmek, bir tek nefer kalmayıncaya kadar 24. Şükrü Kaya: Meclis'te gensoruya yanıt, Cumhuriyet, 26.6.1932.
hepsini tepelemek vb... Sonra hiç sıkılmadan sürek avından söz eden bir avcı iştahıyla ağzı sulana sulana, Kemalizmin Kürdistan siyasetinden söz eden aym Bakan, bilinen buıjuva tersliğiyle Doğu illerinde "bayındırlık" olması için nüfus istiyor, "nüfus" için "bayındırlık" değil. Tıpkı yün satabilmek için kırpılacak koyun sürüsü isteyen buıjuva gibi... Doğu illerinde özellikle Birinci Genel Müfettişliğe bağımlı olan bölgede Çin-Japon savaşı gibi, ilân edilmemiş bir sıkıyönetim kasırgası ortalığı kasıp kavurur. Yayın adına eksiltme ilanlarını yayınlama koşulunu yerine getiren tek tük il gazetelerinden başka hemen hemen hiçbir şey yoktur. Diyarbakır'da köylü ağalara Gazi'nin mucizelerini sayıklamaya yarayan tek tük övgü broşürleri, Birinci Genel Müfettişliğin ağalık içinde kalan ajitasyonunu yazar. Urfâ'da çıkan bir gazete, doğrudan doğruya demagojik bir perde altında büyük toprak sahipliğinin yayın organlığını yapar. Bir sözcükle, burada hattâ Baü illerindeki basın derecesinde, hiç olmazsa kapitalist unsurlann bir tür özeleştirisini beceren araçlar da yoktur. Çünkü Türk buıjuvazisi Kürt ağalığına güvenemez. Hattâ güven değil, tahammül büe edemez. Halk Partisi bütün ağa, tefeci, finans-kapitalist, hattâ kısmen de aydın sınıflarının en "mezhebi geniş" blokunu tekelleştirmiştir. Onun dışmda yasal bir parti değil, hattâ "müştakilvari" bir eleştiri bile Kemalizmin tüylerini kirpi gibi diken diken eder. Baüda böyle diken üstünde oturan cumhuriyet burjuvazisi, Doğu illerinde değil siyasal, hattâ kooperatif kadar kansrz bir ekonomik oluşumu (bizde kollektif şirket ya da geçici kıedi kooperatiflerini) bile "zararlı" bulur. Halkın en ufak bir şikayeti en kötü bürokratlıktan yoketme tehditlerine kadar her tür ve tarzda basünlır. Bir köylü bir dilekçe yazdırsa, onun köşesine kimin tarafından yazıldığını gösterecek bir miza kondurmaya zorunludur. Ta ki, gereğinde yazan bulunup pişman edilsin, ya da derdini yazdıracak adam bulamasın... Kürdistan'da yazılan her dilekçe için mutlaka bir kaü fidye ve iki kaü da posta masrafı alınır. Bu yüzden dilekçe verebilmek için, o Doğu illerinde pek ender rastlanabüen türden, cebinde 2-3 lira bulunan bir adam olmak şarttır. Yoksul, halktan bir Kürt için bütün bu töreni yerine getirmek, "ilgili makama" bir dilekçe vermek için yeterli değüdir. Eğer dilekçe hoşa gitmez bir şikayetse, kayıt ve posta ücretlerinin alınmasına karşın sepete atılır. Çünkü güya numara vermek için buıjuva demokrasisinin icat ettiği kayıt işlemi adeti, Doğu illeri için göstermeliktir. Hiçbir köylü,
verdiği dilekçenin kayıt numarasını hiçbir zaman öğrenemez. Yani damga resminin gelin artsın diye, düzenlice en masum dilekleri bildiren dilekçeler bile beş on defe tekrarlanmadıkça yerini bulmaz. Kayıp olurlar. Fakat bir sorunun herhangi bir memurcuğa dokunur şekil aldığı görülmesin. Eğer şikayet eden köylü ve halktan biriyse, şikayet derhal boğulur. Ve şikayetçi hiç ummadığı bir taraftan en beklemediği bir darbeyle sersemleşir. Şikayet etliğine ve edeceğine bin kere pişman olur. Çünkü bütün Küıdistan memurlarının en büyüğünden en küçüğüne kadar nasıl bir hiyerarşileri varsa, üpkı bunun gibi uyulması zorunlu olan bir gizli anlaşmaları, halka karşı adeta işaretle anlaşan harikulade bir birleşik cepheleri ve memur dayanışması vardır. Bu açıklamayı neden kaydettik? Türk burjuvazisinin, en aşağı sömüıge işlemine uğrattığı Kürdistan halkına, hattâ kendi kapitalist yasalarının saptadığı yurttaş halklarım bile yasak ettiğini hatırlatmak için. Yoksa bütün Kemalizm yönetiminde şu iki nokta asıldır: 1- Şikayet eden ağa ya da buıjuva ve (bu ikisinin yararına karşıt olma mak koşuluyla) aydınsa, dilekçe yöntemi hiçbir arızaya uğramaksızm rolünü oynar. Halktan bir bireyin dilekçesi, aylar ve yıllarca süründükten sonra, bir hasır altında can verir. 2- Fakat varsayalım ki, Kürdistan halkından birinin dilekçesi "yüksek makam"a ulaştı... Ne olacak? Millet Meclisi'nin daima yaptığı gibi önce "ait olduğu vekalete", oradan "Birinci Genel Müfettişliğe", oradan il, ilçe, bucak aracılığıyla sonunda mutlaka, halkın şikayetçi olduğu memurun ya da onun arkadaşının eline geçecek değil mi? Millet Meclisi'nin talep ettiği ajitasyonu kendisinden şikayeti bulunan memurluk ya da o memurluğun bağlı olduğu ağalık yapmayacak mı? Bu kadar tehlikeli bir maceraya hangi zavallı köylü katlanabilir? İşte bütün bunlar s Doğu illerinde zorunlu hizmete gönderilen ya da gönderilmeyen öyle bir memur tipi yaratmıştır ki, Senegal ya da Çin Hindi'ndeki Fransız memuru, bunun yanında belki de insaflı kalır. Bu yüzden Kürdistan'da herşeyb bir gizlilik havası içinde akar. Ağa memurla, memur buıjuvaziyle koklaşa koklaşa, kulaktan ağıza ya da bir romanın adı gibi "dudaktan kalbe" fiskos ederek işler pişirilir. Doğu memuru oldukça kârlı bir yağmadadır. Yavaş yavaş aşınan eski bir sosyal yapı üstünde aşındıran yasayı temsil eder ve incelerken, Doğu illeri memuru, hem yasayı, hem de_aşınan rejimi kemire kemire yaşayan bir sansar gibi işler. Arada, burjuva yasası tam burjuva memurunu ve buıjuva memuru da tam buıjuva yasasını kara tencerenin yuvarlanıp isli kapağım buluşu gibi bulmuştur. Ke-
malizm bu efendilere, göze görünmeden yanık sesle şu öğüdünü vermiştir: "Yiyin efendüer, yiyin! Bu han-ı iştiha sizin. Yiyin doyuncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya değin" Ne eleştiri, ne teftiş, ne şikayet, ne soru ne de yanıt! Savaşa girmiş bir ordunun bireyleri -Doğu memuruna oranlabelki yaptıklarından daha çok "sonımlu"durlar. Kemalizm sermaye biriktiriyor! Hiç şikayet, hiç teftiş, hiç sorumluluk olmuyor mu? E, devede kulak kabilinden oluyor. Fakat bunlar: 1- Ya büyük ağalarla burjuvaların ahbap çavuşvari şikayetleri; 2- Ya da bu "han-ı yağma sofrast"nda öteki memurlarla gizlilik dayanışmasını bozanlara karşı omuzdaşlaşmış memurların ortak boykotu cezalandırma şeklinde oluyor. Ki bu da pek ender ve istisna hallerden sayıhr. Kemalizm Doğu üi memurluğunu o kadar başı boş bırakmıştırki, bu resmi klik bazen bindiği dalı kesen yobaz-lar kadar küçük çıkarlan içinde boğulur. Ve kapitalist düzen için şaşümayacak biçimde, bizzat dayandığı sistemi ve devlet iktidarım tehli-keye düşürür. Şeyh Sait ayaklanmasında Doğu illerinin idarc-i maslahatçı memuru az hızlandırıcı rolü oynamamıştır. Zaten her zaman oynadığı öz rol de budur. Bir örnek: Diyarbakırlı mı ne? Herhalde Türk burjuvazisinin i.' kendi kültürüyle idealize edebildiği ender aydınlardan biri, öğretmen Meh-met Emin şeyhlerin ayaklanma kararlaştırdıklarım vali Cemal'e söyler. Vali böyle bir şey yoktur ve olamaz der. Mehmet Emin işi İçişleri Ba- kanına yansıtacak kadar ileri gider. Bakanlık validen sorar. Valilik aym yanıtı tekrarlar. Öğretmen durmaz, bir daha Bakanlığa başvurur. Bu ısrarı gören vali -galiba "makamı işgal" maddesini inceleyerek- öğretmeni yaka- ladığı gibi hapse atar! Fakat gafletin kabağı gene öğretmenin başında pat- 1ar. İlk ayaklanmada darağacına çekilen vali değil, Mehmet Emin'dir. Sivil örgütü bu olan Kemalist devlet aygıtım, jandarma ve hele asker yöntemlerini düşünmek olanaklıdır. Yol kesmek yalmz eşkiya ve ağaların harcı değildir. Şehir ortasında bile, bir jandarma eri, istediği Kürdü, istediği angarya için çevirir. Askerlerin bir önemli kazanç kaynağı da tenha sokaklarda rastgeldikleri kimseden anlamadığı türlü evrak istemek, genellikle böyle "uygar" törenden şaşalayan Kürt köylüsünü bir iyi patakladıktan soma, birkaç mecidiye ya da kuruşunu alarak, lütfen serbest bırakmaktır. En büyük şehir ortasında oynanan bu sahnelerden soma, köydeki jandarmanın yaptıklari ya da yapabilecekleri uzun facia destan- lannı doldurur. Kürdistan halkının dilinde jandarmanın adı "yumurtacı"dır. Bir müfreze herhangi bir ajitasyona ya da takibe çıkmasın. Artık önüne gelen köy halkı, bilsin bilmesin -büyük ağaların buyruğuyla- çala kırbaç
mavzer falakasıyla birer birer işkenceden geçirilir. İşin daha kötü tarafı, Kürdistan köylerini bir afet gibi saran müfrezelerin bu işkenceleri uyguladıktan sonra, aynca izzet ve ikram görme haklarındandır. Dayağı yiyen köylü, yumurtasını, sütünü, ekmeğini, davannı da bu istilacılara yedirmek zorundadır. Karakol jandarmasının sosyal ve yönetsel bütün sorunlarda mutlak bir iktidarı vardır. Köyde karakolla köy ağası el ele işlerler,Ağa, soygununu jandarma aracılığıyla yaptırtır. Miriyvolannı karakola sevketmekle sindirir. Karakol bir kimse hakkında ağanın işaret ettiği şekilde bir tutanak düzenledi mi, artık o belgenin hükmünü bozacak yeryüzünde hiçbir güç yoktur. Büyük Millet Meclisi köylerdeki soruşturmasını jandarma aracılığıyla yaptırır. Karakol soruşturmayı isterse yapar, isterse yapmaz. Daima istediği şekilde yapar. Karakol bir Kürdü öldürmeye kadar yetkilidir. Kaçü vurdum der, sorun kalmaz. K emalizm, köyde ağalıkla en güzel sentezlerinden birisini oluşturan ve temsil eden karakol düzenini siyasal ve sosyal alanda bırakmaz. Karakol yalmz Kemalizmle ağalığın soygununa alet olmakla kalmaz, bizzat karakolun kendisi de, çeyre köylerin kaymağım sömüren" bir soyguncudur. Jandarmalar arasında karakola gitmek bir tür kârlı şanstır. 1- Nöbet yok, sorumluluk yok vb... 2- Masraf da yok: "Kaıakoldakiler on para harcamazlar", para arttırırlar. Kemer yaparlar. Yaşasm "yumurtacı"lık!... Asker basüğı yerde ot bitirmeyeıek, bütün kuşkulandığı köyleri gazy ağıyla yakmak için jandarmaya yardımcılıkla görevlidir. Örneğin, bir köyün eşkiya yataklığı ettiğinden kuşkulandı mı, köyün çevresi bombalı ve makinalı tüfekli müfrezelerle sarılır, içeridekilere çıkmaları için kısa bir süre verildikten sonra, yağlı paçavralarla ve gaz dökerek, köyün bütün canlı ve cansız mevcuduyla birlikte dumanı havaya savrulur. Tekrarlamaya bilmem gerek var mı? Köylü köyünde yalnız canım kurtarabilirse kurtarır, İçişleri Bakam "Türkiye hakkında eskiden beri etkili olmuş dingin bir düşünce vardır" başlangıcıyla, yukarıda söylediğini yani nüfuz azlığım, aşağıda reddetmek ve örneğin Belçika'ya oranla Türkiye nüfusunun az olmadığım ve azalmadığını kanıtlamak için, bu Türkiye'de "dağ taş var, oysa Belçika'da dağ taş çöl gibi bir şey yoktur." diye ancak Kemalist demagojide görülen "anlamı şairin karnında" dedikleri cinsten bir cevher yumurtladığı meclis demecinde, Kürdistan Birinci Genel Müfettişliğinin ordu, jandarma el ele vererek başardığı önemli faaliyetlerden birini de şöyle anlatıyor: "Genel Müfettişin iyiliklerinden birisi de orada 1. Dünya Savaşı ve ateşkes zamanından kalan silahları toplayabilmesidir. Bilirsiniz ki bir yılda yalnız Mardin ilinde 9 bin mavzer toplanmıştır. Bunlar Genel
Müfettişliğin örgütün çalışmasını birleştirip düzenleyen doğru görüşleri sonucudur. Kuşkusuz ordumuzun 8. kolordu komutanlığının ve subaylarının (asker yoktur) yüksek görüşleri ve başarıları başta gelen etkenlerdir. Bu bahaneyle oralarda yurt ve cumhuriyet için çalışanlara minnet sunmak ve kutsal kanlarını dökenleri rahmetle anmak görevimdir."
Buıjuvazi ne zaman iktidarını sağlamlaşürdıysa, o zaman daima halk kitlelerinin silahlarını toplar. Engels'in Fransız devrimleri örneklerinde smıf ilişkileri için çıkardığı bu sonuç, bizde ulusal azınlıklara karşı aynen tekrarlanan ezeli yöntemdir. Osmanlı İmparatorluğu, sağlığmda Balkan uluslarına ve azmlıklanna bu yöntemi uygulamıştı. Cumhuriyet buıjuva zisi, aynı yöntemi bugün Doğu illeri halkının üstünde hükmettiriyor. Rumeli azınlıklarına nasıl belli olmasın diye, kum torbalarıyla dövüle dövüle kan küstürüldüğünü, her türlü işkence ve baskı alünda ölüm su nulduğunu bugün iktidarda güdücü rol oynayan Kemalistlerden çoğu iyi bilirler. Bu bildiklerini, bu gibi zulümlerin ekilmesiyle hangi kinlerin biçildiğini ve sonucun nereye vardığını hiç düşünmeden, Kürdistan'da bir i daha deniyorlar. Bu işler söylendiği kadar basit değildir. Bir ilden bir yılda 9 bin mavzer toplamak için hiç olmazsa 20-30 bin kişiyi sıra dayağından geçirmek gerekir. Hele o illerde henüz sımf mücadelesi doğrudan doğruya ve ulu orta silah mücadelesi, sosyal ilişkiler silah ilişkisi şeklinde olagel mektir. Zaten İçişleri Bakam da, sorunun içyüzüne dokunuyor. "Başta... 8. ordu komutanlarının, subaylarının yüksek görüşleri"ni getiriyor. Çünkü silah gücü ancak süah gücüyle kalkar ve silah ancak silahla zaptedilir. Silahların çarpışmasından hangi gerçek şimşeklerinin çıktığını bugün baştakiler bile sormaz. Nitekim "evvel emirde vatan ve cumhuri yet için çarpışanlardan söz eden Bakan beyefendi, bu demeci 1932 yılı or talannda yapüğına göre, bugün ezüen Kürdistan'ın başmda yanan sinsi ve bitmez tükenmez iç savaş yangınını yeterince anlatmış oluyor. Bakan beyefendi aynı zamanda "kefen soyucu" burjuva ikiyüzlüğüne özgü pariak sözlerle ve bir mezar talkıncısının görevini yapan soğukkanlılığıyla din üfürükçülüğünü taklit ediyor; "kutsal kanlarını dökenleri rahmetle anıyor". Bu yobazca ifâdeyi siz Kürdistan'daki anlamıyla düşünün. Bir asker için on Kürt köylüsünü, bir subay için on Kürt köyünü yok eden Kemalist buıjuvazi, elbette "kanlarını dökenleri rahmetle anmakla" kalmıyor, yoksul Türk çocuklarını, ezilen Kürdistan halkıyla boğaz; laşüran, akan kanlan sermayeleştiren Kemalizm, iki tarafta da gaddar kinleri, kanlı hınçlan vargüçle kışkırtarak bu sayede Kürtlüğü "yoketme"ye uğraşıyor.
Bürokrasi cenderesi, jandarma terörü, yalınkılıç ordu saldınsı... İşte Kürdistan'da Türk buıjuvazisinin sömüıge siyaseti... Bürokrasi-jandarmaoıdu zulüm üçüzünün oluşturduğu temel üstünde yükselen Kemalist siyasetin birkaç özelliğini daha saptayalım: 1- Ağalıkla ilişki: Kürdistan'da patlayan her ayaklanmadan sonra Türk buıjuvazisi ağalığa karşı yeni bir tehdit savurur. Çünkü hisseder ki patlayan kanlıkavga içinde Türkler Kürtlerle boğuştuğu kadar birbirinden başka iki rejim de boğazlaşır. Fakat hiçbir zaman yerine getirilmeyen ve getirilemeyecek olan bu taktik tehditler ortalığın yatıştırılmasıyla birlikte unutulur. Yine Kemalizm ağalıkla sarmaş dolaş yaşar. Ve bir daha herkes "yavaş gelişim"e ısmarlanır. 1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra bir kısım ele başı ağalar Batı illerine sürüldü. Fakat çok geçmeden ağalar kâh kendi iradeleriyle savaşarak, kâh Kemalizmin iznine dayanarak aşiretlerinin başına döndüler. 1936 Ağn dağı ayaklanması sırasında burjuva basım aym teraneyi tutturdu: "Hükümetimizyerel ve yönetsel önlemler almakla meşguldür. Aşiretler ortadan kaldırılmış, reislerin adamları dağıtılmış, topraklar halka dağıtılmıştır. Bundan sonra reisler 500 dönümden fazla toprağa sahip olamayacaklardır. Toprak sahibi edilen köylüye, krediyle tohumluk
dağıtılmaktadır." 25 Fakat bütün bu "nikbin onamalara karşın, aşiretler dipdiridir ve ağalık ayak üstünde, eh kırbaçkdır. Çünkü Kemalizm, sınıf ilişkilerine doğrudan doğruya bağlı olan hiçbir sosyal sorunda "halkçı" olainadı. Yani buıjuva demokrasisini kuramadı. Ve daima gerçek devrimci yöntemlerden ödü patladı. Bu belki helkesin külahım*dolduran yaygaralara zıt gelir. Fakat zaten zıtlıkların gereği buradadır. Aşiret arazisi denilen şey, yukanda da söylediğimiz gibi, aşiret ağasının özel mülkü değildir. Klanın ortak mülkiyeti, babahan sisteminden derebeyi ilişkilerine kadar uzanan bir dizi dejenere rönesansa uğramış ve aşirette bir zaman herkesin olan toprak yavaş yavaş ağaların malı haline sokulmuştur. Toprağın ağa malı haline gelişi, Osmanlı İmpaçratoriuğu'nda sultanlar tarafından başlamış ve Türk buıjuvazisiyle birlikte tam kıvamım bulmuştur. Sultanlar bazı işlerine yarayan reislere fermanla şu kadar köyü peşkeş çekmişlerdir. Fakat Osmanlı İmparatorluğu'nda bu gibi peşkeşler genellikle tımar ve zeamet yöntemlerinde olduğu gibi toprağı belirli kişilere mutlak olarak mülk etmezdi . Mülkiyetten çok bir tür kullanım, hattâ yönetici kullanım hakkı verilirdi. Türk buıjuvazisi, kapitalist yasalarla birlikte, padişahlann ağalara verdikleri bu kullanım hakkım özel mülkiyet hakkına çevirmekte
gecikmedi. Nitekim, yüz milyonlarca ufak mülk, daha hâlâ son zamanlara kadar bir dizi formaliteden sonra, böyle kapanın elinde kalırcasına kişüere mülkleştirilmiyor mu? Şu halde hattâ hukuksal olarak büe, aşiret toprağı ağamn hiçbir zaman malı olmamışür. Burjuvazi istese, hiçbir "yasal", engele çarpmadan toprak mülkiyetini çalışkan köylülere mal edebüir. Fakat "istemek yapabilmektir". Tüık burjuvazisiyse bunu yapamaz. Bunu yapamayınca pek âlâ tam tersini yapabilir. Nitekim, Doğu ülerinde son kadastro çalışmalarıyla yapüğı da budur: ağaların özel mülkiyetlerini sağlamlaştırmak! Kemalizmin ağalığa yaptığı bu hizmete karşüık ağalık da yavaş yavaş büyük toprak sahipliğine (500 dönüm lâftır, ash 3.010 dönümdür) doğru gelişirken, yeni "örtünme" yöntemlerine başvuruyor. Eskisi kadar açık saçık gezmiyor. Ağalığın Kemalizmle bu son uzlaşma manevrası şu iki taktik ile belli olur: a) Tesettür (Örtünme): Batıda Kemalizm nasü Türkiye'de "kapitalist"lerin ve "sınıfların bulunmadığım yemini billahla tekrar ediyorsa tıpkı öyle, Doğuda da ağalık artık herkesin bir olduğunu, ağa-maraba kal madiğim hayrete değer bir "incclik"le doğrular durur. Sımf savaşırım en kesin ve son aşamalarına kavuştuğu çağımızda, bu modern taktik, son savaş yöntemlerinin demagojisinde Kemalizmle ağalığın iyi anlaştiğrnı göstermez mi? b) Maşa kullanma: Eskiden ağalık kendi hükmünü yürütmek için bir sürü silahlı adam ve uyruk kullanmaya ve tabii bunların masrafına katian maya zorunluydu. Kemalizmle anlaşalı beri, artık bu gibi külfetlere yer kalmamıştır. Ağa toprak sahipliğine dönüşmeyi göze alabildiği oranda, halkı soymakta, ağalığın hoyrat işlemlerinden daha nazik dolambaçlı ve şaşırtıcı yöntemler, ağaya eskisinden daha uygun soygunlar sağlar. Onun için Kemalizm döneminin ağalan, eskilerinden daha az masrafla daha çok soygun yapabiliyorlar. Başka bir deyişle kendi elleriyle ateşi tutacak yerde, Kemalist paşalann maşasıyla yakalıyorlar. Sürgünden geldikten soma ağa köylüden öteberi istedi, herhangi bir çapul yapmaya girişti de baş edemedi mi, karakolla çoktan anlaşmıştır: Tehdit, iftira, yalancı tanık vb. ile biraz geç de olsa, hiç de güç olmayan yoldan amacına kavuşur. 2- Göç Ettirme ve Yerleştirme: Fakat Kemalizm yediği ekmek gibi biliyor ki, Kürt ağalığıyla el ele vermek, asla Türk mütegallibesi ve tefeciliğiyle uzlaşmak kadar istikrarlı ve emin bir şey değildir. Gittikçe "ulusal" ve tek olan Kürdistan hareketieri bazen, hele küçük ağalan çoğu kez peşinden sürükler. Zaten ağalık da kendi beslediği silahlı adamlarla,
maaşını Tüık burjuvazisinden alan jandarmanın arasındaki farkın farkında olmuyor değildir. Onun için Kürdistan'da sosyal ve siyasal karışıklıklar alevlendikçe, Tüık burjuvazisinin başvurduğu bir başka çare de göç ettirme ve yerleştirme siyasetidir. Örneğin daha Ağn ayaklanması bastınlııken ve ayaklanma haberleri sütununda bu konulara rastlarız: "Ankara 30 (telgrafla)- Hükümet Doğuda genel bir temizlik yapmaya karar vermiştir, iskân edilmemiş hiçbir aşiret bırakılmayacak, göçebeliği tamamen kaldıracak, bu kitle arasında devlete karşı olanlar uslandırılacaklardır. Böylece kabile hayatı Doğu yöresinde son günlerini yaşıyor. Türkiye tek bir düzen çevresinde toplanmış fesattan arındırılmış namuslu yurttaşların ülkesi olacaktır."26 Böyle ömür hayaüer gazete sütunlanndaki kadar hayatta da kolay üân edilip uygulansaydı ne iyi oluverirdi. Ne çare ki parlak haberle gözleri kamaşan burjuva kalem uşaklanna karşın evdeki pazar buıjuva çarşısına asla uyamaz. Nitekim, ondan sonra göç ettirme ve yerleştirme hakkında ne yapıldığım aym basımn sütunlarında izlerseniz, yılda bir habere zor rastlarsınız. Yukandaki haber 1930'dayazümıştı: "(1931) Ankara 3 (AA.)- İran sınırımızın doğusunda gezgin bir kabile durumunda olan Halikanlı aşiretine bağlı 405 aile Batı illerinde yerleşmek Üzere ülkemize göç ederek hükümetimize başvurmuştur. Hükümet bu aşiret üyelerinin Batı illerine yerleştirilmesini kararlaştırılmıştır." "Trabzon 17Batı illerinde yerleştirilecek olan Halikanlı aşiretinden bin kişi bugün Anafarta vapuruyla sevk edilmişlerdir." "(1932) Dün şehrimize Adana yoluyla ve trenle 9 aile getirilmiştir. Bu şehre getirilen bu aileler, elli kişilik bir toplam tutmaktadır. Bu ailelerin Çanakkale bölgesinde yerleştirilmesine karar verilmiştir." İşte bu kadardır ol hikâyet... 193l'de daha bin kişi göç ettirilip yerleştirildikten sonra 1932'de ancak 50 kişiyi buluyoruz.'.. Neden? Tabii bunda, göç ettirme ve yerleştirme işlerinin oldukça masraflı olması gibi nedenler de var. Fakat başta gelen neden, hiç kuşkusuz bu yöntemlerin buıjuva sömürü hedeflerine aykın düşüşündedir. Gerçekten de kapitalist, aletieri değil, canlı aletieri sömürür. Türk buıjuvazisi de Kürdistan'ın dağım taşım değil, oradaki ezilen ve canlı halk kiüelerini soyabilir. Böyle herhangi bir göç siyaseti sürdükçe, Kürdistan'ın ıssızlaşması, orada sömurülecek çalışkan insan yığınlanmn yokluğu boş yere masrafa karşılık kann yokluğu gibi ters bir sonuç Türk buıjuvazisini hemen korkutmuştur. Nitekim 1931 sonundan beri göç ettirme ve yerleştirme hareketi
durdurulmuştur. Çünkü İş Bankası'nın yönetim kurulu başkanının gezisi nedeniyle Türkiye finans-kapitali de, aynı yılın sonlarında bu noktayı şöyle saptamıştır: "Hükümet bu kabilelerden bir miktarını Ege Anadolusunda yerleştirmektedir. Eğer bu göçmenlerin yerine derhal gecikmeksizin yeni göçmenler geçirilmezse, bu bölgeler nüfus yokluğuna ve ıssızlığa ısmarlanacak, ki hiç de ekonomik bir gelişme olmayacaktır. "21
Demek Kemalist burjuvazi, gerek ağalıkla mücadeleyi gerek göç ettirme ve yerleştirme siyasetim başaramamaya mahkûm olmuştur. Ağalıkla Türk buıjuvazisinin bütün boy ölçüşme girişimleri zorunlu olarak uzlaşmaya varmıştır. Artık Kemalizmden bu ülkede ciddi bir ağa karşıtlığı beklenemez. Göç ettirme siyaseti de gördüğümüz gibi, mali ve sosyal nedenlerle tutunamaz. Bilindiği gibi, önce Kemalizm mali güç gereğiyle sürekli bir "ekonomik" göç ettirme siyasetine devam edemez. Parası yoktur. Fakat hepsi bu kadar değildir. Araya belki bu mali yokluktan daha önemli olan sosyal nedenler karışır da. Kürdistan halkının ne müthiş bir asimilasyon yeteneği olduğunu, içine aldığı bütün yabancı insanları nasıl hemen hazmedip Kürtleştirdiğini buıjuvazi de bizim kadar bilir. Aşiret topluluğunun Kürt köylülüğü ruhunda öyle derin bir etkisi vardır ki, Doğu illerinde yerleştirilen Türk göçmenler ya su içindeki zeytinyağı damlası gibi çevre Kürtlükten soyutlanmaya -ki bunun uzun süre sürmesinden daha olanaksız hiçbir şey yoktur- ya da çevresiyle ilişkiye girdiği oranda eriyip birliğini kaybetmeye zorunludur. Bir Kürt erkeği bir Türk kızıyla evlense, Türk kızı girdiği ailenin hemen ayırtedilemez bir parçası olduğu ve Kürtleştiği halde, Türk erkeğin aldığı Kürt kızı, hiçbir zaman Türk ailesiyle ham ve hamur olamaz ve daima ana baba evinin Kürtlüğünü temsil eden ve bunu başarıyla yapan bir parçası olarak kalır. Bu klanve aşiret sisteminin müthiş kollektivitesinin, dağınık aile sistemlerinden çok daha güçlü ve etkili olduğunu gösterir. Madem ki ağalık uzlaşmaya, göç ettirme ve yerleştirme sonuçsuzluğa mahkûmdur, şu halde Türk burjuvazisi ne yapabilir? Sonucu karanlık bir yotetme, baskı ve asimilasyon siyasetine girmek... İşte Kemalizmin Kürdistan'daki sömüıge siyasetindeki bu üç yönteme de bir değinelim: 3- Yoketme Siyaseti: Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlarda çok denediği yoketme siyasetini, meşrutiyet burjuvazisi, "Doğu Balkanlan"nda Ermenilere karşı uyguladı. Bunu uygulayan İttihat ve Terakki Fır27. Economiste d'Onent, 10.12.1931, s.444.
kası öncüleri, yaptıklannın hesabını sonra bir bir kanlarıyla ödemelerine karşın, az çok başanlı olmuşlardı. Fakat meşrutiyet buıjuvazisi, yukanda belirtiğimiz gibi, bu siyasetinde kendi başına yalnızca uslandırma seferleriyle herhangi terörist Genel Müfettişlik baskısı altında değil, Kürdistan'da iki karşıt sosyal gücü çarpıştırarak ve görünüşte "millet" değil "ümmet" ilkesine dayanan Osmanlı saltanatı sayesinde müslüman Kürtlüğü Hıristiyan Ermeniliğe, gerçekte tefeci düzenini kapitalist ilişkilere saldırtarak başanlı olabilmişti. Bugün Kürdistan'da açıkça bir Kürt toplumu var. Ve Kürtler başka unsurlan hızla asimile ediyor, emiyor. Sosyal rejim bakımrndan, eski derebeyi klan sistemini kemiren kapitalist ilişkiler var. Yani ortada bir şeyin karşıtı ve çarprşmasr var, fakat bu seferki karşrtlrk kapitalist ilişkilerin lehinde gelişmek zorunluluğunda olduğu için, Kürdistan'da Kemalizmin ekonomik çapulu sürdüğü oranda ve bu çapulla doğru orantrlr olarak, bir Kürt ulusu akrmt ve hareketi büyüyecektir. Bu tarihsel bir zorunluluktur. Şu halde bir adliyecinin komünistler hakkında söylediği gibi, bu iş vurdukça tozuyacakür. Bununla birlikte Kemalizm lanı kan dolu çeşmeden bir kere içmiştir. Artrk "baştn alamaz bela yağmurundan"... Ayaklanmalardan sonra başlayan uslandırma seferleri, şu kadar kilometre mesafe içinde karşılaşılan bütün köyleri ateşe vermek ve kaçmaya girişen köylüleri dere içlerinde bire kadar kurşuna dizmek şeklinde sürer. Ayaklanma hareketinden sonra, çok kere ikinci ayaklanmaya kadar, ayaklanmayla doğrudan doğruya bağlı çete hareketleri dönemi açılır. Örneğin Şeyh Sait ayaklanmasından sonrası için İçişleri Bakam şöyle diyordu: "Genel Müfettişlik Doğuya girmeden önce Doğuda 30 ile 40 kişi arasında değişen 100 tane çete vardı. Ağrı dağından 200 silahlı çete alayı
mevcuttu." Bunlara karşı iki kategori önlem alınır: 1- Tecü yasasıyla enselemek: Birçok tehlikeli unsur Kemalist buıjuvazinin bu "yasal" vaadine inanmaya hazırdır. İçişleri Bakanı "Bu yasa sayesinde Doğuda ve Güneyde birçok asi aşiret sığındı, birçok çete dağdan indi. Bugün onlar da ülkenin sadık birer evladı olarak ülkeye hizmet etmektedirler. Bir kısmının yola ettirilmesi
böyle idari olmuştur, "diyor. Fakat aldanıp da tecil yasasma inanım ve köye dönenlerden çoğu, bugün değilse yarın, herhangi sıradan bir bahaneyle, bazen de hiç nedensiz ansızın yolda vurdurulur, ya da hapiste çürütülür. 2Doğrudan terör üam: Doğu illerinde ortodoks Kemalizm budur. Zaten Kürt gencinin de er geç sonu budur. İçişleri Bakam: "Diğer bir kısmı hakkında amansız bir takip başladı. Bunların içinde çok ünlü olanları vardı; ilk akla Yado, Resul vb. gelir. Bu eşkiyalar da Erzurum 'a kadar gele-
biliyorlardı. Bunlar son nefesine varıncaya kadar birer birer yok edildi. Bunca Şeyh Sait'in döküntülerinderni. Bunlar da yok edilmiştir. En sonra Şeyh T ahir denilen adamın ceddi öldürüldü."
Biliriz ki, eşkiya genellikle köylünün varolan rejimden çektiği zulme karşı yaptığı tepkidir. Gerçekte elebaşılar dağıtılmak istenen "ruhani megaloman. şeyhlerden, seyitlerden, hattâ ağalardan pek çoğuydu. Fakat bunlar ayaklanmalarım köylünün derin hoşnutsuzluğu aleyhine dayanarak yapabiliyorlardı. Onun için Kürt köylülüğü, dağa çıkanları bütün dünya köylülüğü gibi korur, besler ve bakar. Şu halde yapılan "yoketme" hareketleri yalmz şeyhlerin cesetleriyle sınırlı kalmıyordu. Tersine yukarıda jandarma ve asker seferleri hakkında işaret ettiğimiz şekillerin en kötüleri, çalışkan ve ezilen Kürt köylülüğünün can ve kanıyla oynuyordu. Bugün hâlâ da oynuyor. Ve galiba Kemalizmin ömrü oldukça da oynayacaktır.* Türk buıjuvazisi görünüşte emperyalizme karşı kopardığı sahte yaygaralarda "Doğunun ezilen uluslan"nın hakkında hani hani secde ettiği halde, nedense bu hakkı Kürt ulusuna teslim etmek şöyle dursun, yeryüzünde Kürt ulusu diye bir şeyin varlığını işitmek bile istemiyor. Fakat adıyla sanıyla bir ulus öyle Kemalizmin sandığı kadar kolay örtbas edilemeyeceği için, cumhuriyet burjuvazisi vargücünü böyle ayaklanma ve ayaklanma arkasından gelen ayaklanma döküntüleri ve çete savaşlan fırsatlarını hiç kaçırmayarak, bu ulusu yoketmeye veriyor. Ve dağınık Kürt köylüsünü büsbütün parçalayan budur. Ağalık içindeyken kopardığı her umutsuz hareketi vahşi bir zevkle de karşılamıyor değü. Ve her harekette binlerce ve onbinlerce ezilen Kürt köylüsünü mahvetmeyi lezzetle ilân ediyor. Ağn dağı sancısı tuttuğu sıra şöyle haberlere rastlıyorduk: "Büyük Ağrı'nın sisten görünmeyen yüksek zirvelerinde dehşetli kar fırtınaları vardır. Ordumuz bütün Doğu yöresinde tam bir demir pençe şeklinde egemendir. Hele hareket alanına yakın olan yerlerde kuş bile uçurulmuyor." (31.7.1930) İçişleri Bakanı aym sorunu daha açık, bir iftiharla tekrarlıyordu: "Ağrı dağı ayaklanması 1930'da olmuştur. Onun ayrıntıları burada çok anlatıldı. Ağrı dağının etkenleri tamamen yokedildi. Edilmeyenler de kaçtı. Fakat bu yıl kışın Ağrı'dan İran'a kaçanlar mevsimin sıfırın altında 35-40 derece soğuk yaptığı bir sırada Ağrı'dan içeri girdiler. Oraya memur olan askerlerimiz Ağrı'nın ta tepesine kadar çıkarak ve soğukluk içinde bir tek asker kalmayıncaya kadar hepsini tepelediler." 28
Kemalizm bize dişlerini gösteren bu gülüşle sorabilir: Ne yapalım? A28. Cumhuriyet, 26.6.1932.
yaklanmacılara karşı başka türlü hareket edilemez. Çeteleri bastırmak zorunluluktur. Yaşm yaııııda kum da yanar, emperyalizmin parayla avladığı seyitlere, şeyhlere meydanı bıraksaydık, Kürdistan'ı bir ingiliz, Fransız ya da İtalyan sömüıgesi yaptırsaydık, daha mı devrimci hareket etmiş olurduk? Zaten Kemalizmin her zaman söylediği de budur. Fakat biz de kendisine şunları soralım: Bilyenle geniş halk tabakalarını ayaklandıran isyan nedensiz olurmu? Doğuillcrindcki isyanların nedeni sadece ağalığın gerici hamlesi ve yabana parmağı yüzünden olabilimu? Eğer ortada ezilen geniş halk tabakalan olmasa o tabakaların Yerinden oynatılmasına olanak var mıdır? Şu halde isyanların böyle devam edebilmesinde kim asıl rolü oynar? Şeyh Sait ayaklanmasına yalnızca karşı-devrimcidir diyelim. Ya son Ağn dağı sorunu da öyle mi? Bu sorulardan sonra ayaklanmaların en büyük nedeninin Kemalizm olduğu daha kapsamlıca anlaşılır. Bunu aşağıya bırakalım. Kürdistan'da köylü devriminin biıharfini bile ağzına aİmayan, Doğuya demokratik burjuva devrimini büsbütün yasak eden, buna karşılık Kürt ağalığıyla el ele vererek Kürdistan'ı ekonomik ve siya-salolarak sömürgeleştiren Cumhuriyet buıjuvazisi elbette Doğu avaklan-malanndaki konumunu herkesten daha iyi bilir. Bu ayaklanmalan yapanlar belli olabilir, fakat bu ayaklanmayı kışkırtan Kemal iznidir. Çünkü Kemalizmin iktidarından önce, Kürdistan'da böyle kapsandı ayaklanmalar yoktu. Ve Kemalist sistemin kuruluşundan onlarca yol geçtikten sonradır ki, Kürdistan Doğunun Balkanı ve ayaklanma bölgesi, ateş ülkesi haline geldi. Ayaklanmanın içyüzü bulunduktan sonra, artık uslandırma seferierinin uygulanması, eşkiya öıgütü, Birinci Genel Müfettişliğin donanımı vb. yoketme şekillerindeki vahşet, zulüm ve canavarlığın anlamı ancak kapitalist düzenin doğası olarak açıklanabilir. Bununla birlikte, biz cumhuriyet bıujuvazisüıüı Doğuda sistematik yoketme siyasetini nasıl örgütlediğine dönelim. Ağn dağı (1930) isyanından sonra, Birinci Genel Müfettişliğin şahsında Kemalizm, Kürdistan ağalığıyla yeni ve fiili bir anlaşmayapü: milis örgütü!.. Büyük ağalığın küçük ağalara ve tüm Kemalizmle uzlaşmış ağalığın devlet aygıüyla birlikte Kürdistan yoksul halkına karşı çete öıgütü bir müis hareketidir. Ağn dağı ayaklanmasıyla birlikte yeni bir biçime giren Kürdistan ayaklanması Tüık burjuvazisine karşı-devrimle (ağalıkla) daha sıkı elbirliği yaparak, halk hareketine karşı yeni yöntemler kullanmanın zorunluluğunu öğretti. Bu yöntem Kürdistan halkım birbirine kırdırtmak ve daha az jandarma ve asker harcatma yönünden de tasarrufa elverişliydi.
Ve Kemalizme hiçbir masrafa mal olmuyordu. Yalnız Kürdistan halkının sırtından geçinen asalaklarla silahlı çapulcuların sayısını arttınyordu. Cumhuriyet buıjuvazisi, milis örgütüne yalnız silah ve cephane verir; milisin geçimi büyük ağaların ambarlarından, yani Kürdistan çalışkan köylüsünün sırtından çıkar. Yönetimi, hükümet denetimi altında, büyük ağaların kol başlan ve bazen yakın akrabaları tarafından olur. Onun için Ağrı dağı ayaklanmasının üstünden iki ay geçmeden, Birinci Genel Müfettişlik Urfa'nın Milli Gazetesi'ne. şu demeci veriyordu: "Halkımızın cumhuriyete fiilen gösterdiği bağlüıkve sadakati her zaman minnetle anabilirim. Doğu illerimize dış gerici saldırı hareketlerine karşı, savunmak üzere halkın rekabet edercesine, milis örgütüne dahil olmaları ve canlı hareket ve eserleriyle bunu kanıtlamaları inkâr edilemez. Urfa'da olduğu gibi diğer Doğu illerinde de
milis örgütü kurulmuştur." 29 Doğu illerinde milis Öıgütü eskiden jandarma ve askerin yapüğını daha derin ve geniş ölçüde yaptıkça, halka karşı uygulanan zulüm yöntemleri, milis örgütünde artık burjuva bireyciliğinden çıkmış, tam derebeyi kollektivitesi biçimine gir-miştir. Malum kapitalist düzende bir suçtan ancak o suçu işleyen sorumludur. Her koyun kendi bacağından asılır. Fakat Doğu illerinde bu tür düzen hiç olmamış gibidir. Bir suç işleyeni ele geçirmek isteyen Kemalizm, birkaç jandarmayla birlikte bir koyun sürüsü kadar kalabalık ağa milisini suçlunun köyüne saldırtır. Köyde suçlunun çoluk çocuğu, anası, babası, kansı, kardeşleri ve uzak yakın bütün akrabası silahlı bir çember içine alınarak, dağlara çıkılır. Yolda kadın ve çocuklara istenilen rezalet ve hakaret yapılır. Zaten çoğu zaman bu işe sevkedilen milisler hükümetin aradığı adamın aynca kişisel olarak, yani ağa tarafından "düşmanfdırlar. Düşmanlannın çoluk çocuğunu ele geçiren bu cahil insanlar gerek hükümete ve ağaya yaranmakta gerekse -ve en çok- ellerine düşen kurbanlardan azami yaran çekebilmek amacıyla bir tür insan "sürek avı"na beraberce sürükledikleri mazlumlan yolda bin türlü işkence ve hakarete uğratırlar. Bu zavallı kadın ve çocuklan da neden peşlerine alıyorlar diyeceksiniz... Basit; facianın büyüklüğü önünde dağa çıkarım artık ölümü göze alıp da kansını kızını bu halde görmektense, teslim olmayı göze alması için. Çoluk çocuk dağdan dağa sürüklenip parçalanması, masum "terör" kurbanlannın her gün canlanna tak deyip, istenilen adamı teslime razı olmalan ve kendi candan sevdiklerini pusuya düşürmekte, ağalık ve Kemalizmle el ele vermeleri için yine bir üçüncü nokta diğerlerinden hiç de daha az suçlu değildir. Belki çok kere o özel kin, maddi zorunluluklar 29. Cumhuriyet 24.10.1930.
yüzünden daha önemlidir. Bilen biliyor... Milisler ağarun Kemalizme hizmet ettirdikleridir. Birinci Genel Müfettişin "her zaman minnetle andıdığı" bağlılık ve "iyiniyet" ağaların bu hizmetinden başka bir şey değildir. Eh! Milisler melek değildir. Yer içerler, ağaysa silahlı adamlarını adeti üzere çapul la geçindirir. Şu halde izlenen adamların -ki tekrar edelim, bunlar hemen hemen her zaman ağarun özel düşmanlandır- evini barkını güya arama bahanesiyle altüst etmek, hısım akrabasından işe elverişli ne var ne yoksa hepsini birden talan etmek. Ağamn parasal gücü için olduğu kadar, milislerin geçimi, maaşı için de gereklidir. Yoksa "babası hayrına" hiç kimse hizmet etmez değil mi? Milisin bu söylediğimiz birinci bölüm fâaliyetini, jandarma ve asker de pek âlâ yapabiliyordu. Ve gene de yapar. Milisin bu tür faaliyette nitelikçe olmaktan çok, nicelikçe rolü vardır. Yani yapılan iş hep aynıdır, yalnız milisin araya karışmasıyla bu iş birkaç katı büyümüş ve ağırlaşmıştır. Çünkü özel kin bakımından, zaten eskiden de, jandarmanın çoluk çocuğunu peşlerine takıp orman orman gezdirdikleri, o çevrede o adama düşman olan ağaların işaret ettikleri kişilerdi. Eskiden ağamn Kemalizmle birlikte ezmek istediği kişilerin çoluk çocuğu jandarma ve askerlere yağma ettiriliyordu. Şimdi bu işi jandarmayla birlikte milisler, daha çok ve daha sistendi bir şekilde yapıyorlar. Faik bu. Fakat Kemalizmin hiçbir zaman yapamadığı bir şey var ki, milislerin önemli özelliklerinden biri, bu şeyi yapabilmelerindedir. Milislerin bu ikinci görevleri, baştan ağanın yaran adına ve iradesi altında, Kemalizm için bir tür casusluk rolünü oynamalandır. Köyde en küçük bir harekeli doğmadan ağaya haber vermek, kuşkulu kişilerin bütün hareketlerini geceli gündüzlü izlemek konusunda Kemalizm diz boyu altın dökse, milislerden aldığı hizmeti ödeyemez. Onun için, Kemalizm için Kürdistan ağalığı tıpkı Emniyet'in birinci şubeleri kadar kutsaldır ve Kürt ağalığı+Türk burjuvazisi "kutsal ittifakı" altın değerindedir. Kemalizm Doğuda süngü üstünde oturuyor. Eğer yapmış olduğu yasalarla Kürdistan'da yaşamaya kalksa, öldüğü gündür. Kemalizmin bütün işlerinde egemen olan ruh, yani "fevk'al kanun" yaşama ruhu, özellikle Doğu illerinin yoketme siyasetinde en köpekçe ucubelerim enikler. Zulüm ve yoketme güçlerinin eline düşen Küıt köylüsünün ölüm dirimleri yeni sistemin elindedir. 1- Tutulduğu köyden hapishaneye kadar olan yolda Kürt köylüsünü yaşamına ağa egemendir, isterse adamlarından birine ya da jandarmaya küçük bir işaret verir. Sevkedilirken Kürt bir derenin içinde kurşuna dizilir. 2- İkinci ölüm yolu, bir hapishaneden diğer
hapishaneye giden yoldur. Ağa tutuklanan adamı öldürmek istemez, ya da o yetkisi sınırlanmışsa, hapishaneye gelen sanık, evrakla birlikte başka bir mahkemeye nakledilir. Bu Kemalist adaletin hükmüdür. Bu kez yokedilmek istenen Kürt köylüsü iki hapishane arasrndaki yolda, kaçtı diye bal-öldürtülür. Bu ikinci yoketme yöntemi, bu ilk komünist 15'leri Karadeniz'de baltalayan yöntem bildiğimiz gibi Kemalizm kadar eskidir. Fakat Kemalizm bu yöntemi Kürdistan'da uyguladrğr kadar, belki hiçbir yerde klasikleştirmemiştir. Örneğin elli kişilik bir kafile, üç kol halinde, ya da üç otobüsle yola çrkanlrr. Yolda birinin jandarmalan nedense yorulur ve dinlenmek için geri kalrr. Ya da bir kamyonun lastiği patlar. Sonra bir daha artrk geri kalan kafilenin adrnr işiten olmaz. Ve yalntz, bütün ezilen kütieler arasrnda dehşetle uyanık duran, uyumayan gizli çalışma sayesinde kulaktan kulağa yayılır. Bazen terör olsun diye, bile büe resmi makamlar taralından şu şekilde duyurulur: "Yolda kaçmaya kalkrşanlar, jandarmalar taralından ölü olarak ele geçirilmişlerdir." Oysa ayaklarından boyunlarına kadar zincir ve kelepçe içinde perçinlenen çaresiz yaratıkların değil kaçacak, yerlerinden kıpırdayacak halleri yoktur. Kısacası isyan zamanında, Kemalizm ne kadar Kürt köylüsü öldürebilirsem kârdtr der. Normal zamanlarda da binbir baskıyla suçladığı Kürt köylülerini, kaçaksa evini köyünü yıkar, ele geçerse nakilde kaçtı diye vurur ve bu "amansrz" yoketme siyaseti, Doğu illerinde bir Kürtlük bulunmadtğr ve bulunamayacağmr kanıtlamak için uğraşır. Milis örgütü bu yoketme siyasetini derinleştirir. Ekonomik sömürü ve siyasal-sosyal Baskı ağalığın ve Kemalizmin "temizleyemediği" çaresizleri birbirine kırdtrtr, hapishaneler dolar. Salt toprak sorunu yüzünden, Kemalizmin çözemediği ve çözemeyeceği bu sosyal dava yüzünden, Kürdistan halkınrn birbirini'ne kadar yediğini ve Kemalist sosyal ve siyasal rejimin bu açıdan ne kadar-verimli olduğunu görmek için bir Doğu ve bir de Bati hapishanelerindeki "katil" mahkûm oranlarım yapmak yeter. Bir Doğu, bir de Batı hapishanesinde mahkûmlar toplamına göre, katillerin sayrsr, bize Kemalizmin Doğu illerinde sömürü ve zulüm rejimi olarak ne kadar ağır bastığını, gösterebilir.îstanbul hapishanesinde krizden çok uzak dönemlerde 1340 yılında katiller hukuk mahkûmlannrn %8,9'unu geçmez. 134l'de bu oran %7,9 a düşmüştür. Yani kapitalizm geliştikçe, İstanbul'da hırsızlık vb. gibi adi suçların oram katillere oranla artar. Oysa Doğu illerinde dünya bunalımının ortasrnda 396 tutuklunun 222'si katildir, yani %54-60! Doğu illerinde Baü illerinden 6-7 kat fazla insan öldürenler var.
istanbul'da bir kişiye karşılık Doğu illerinde 6-7 kişi ölürse bunda sosyal düzenin ağırlığından başka hangi neden aranabilir? Sosyal yapının kendi ağırlığından başka Türk buıjuvazisinin ekonomik sömürü ye siyasal baskı altoda sömüıge zulümlerinin her türüne uğrayan Kürdistan halkı bu yoketme siyasetine karşı kaç türlü tepki gösterir? Özellikle şu iki şekilde: 1- Köy yakıp dağa çıkmak: Örneğin, falan kazanın lalan köylerinden 15 kişi uğradıkları zulümden kurtulmak için kendi-evlerini yakıp dağa çıkar. Hattâ başkalarım da beraber gelmeye teşvik etmek için diğer evler den de birkaçım ateşe verirler. Diğer köylüler dağa çıkmaz, fâkat arkadan bir tabur asker gelir. Her iki köye de ateş açılır. 7 kişi ölür, köylü de karşılığında ateş açmaya zorunlu olur ve çoluk-çocuğu silahlanyla birlikte dağa çıkar. Cumhuriyet ordusu her iki köyü ta temelinden cayır cayır ya kar. İşte Kürdistan'm her köyünde her gün işitilen öykü... 2- "Tırtıllara dilekçe" vermek: Kürdistan'da şikayetin ne demek olduğunu yukanda gördük. Burada bunlardan birini, az çok karakteristik bir şekilde, gerek halkın acı derecesini, gerekse bu acının Kemalizm, bürokrasisinden karşılanış tarzını buıjuva diliyle anlatılmış bir şekilde saptayalım. Ağn dağı isyanından sonra, genelkurmay başkam Fevzi Paşa Doğuda... (Halk mübareği bir şey sanıyor): "Savur kadınlarının Fevzi Paşaya şikayetleri: Savur'dan bildirildiğine göre genelkurmay başkanı Fevzi Paşa refaketinde birinci genel müfettiş ibrahim Taliğ, Mardin valisi Talat beyler olduğu halde Savur'a gitmiş arabasından hükümet konağına inerken bir takım köylü kadınlar 'yanıyoruz el aman diye feryat ederek adı geçene dilekçeler vermişlerdir. Bu dilekçelerde bazı kişilerden zulüm gördükleri iddia ve kaymakam Osman Sabri beyden zımnen şikayet
edilmekteydi. "3" Buradaki zalim "kişiler" tahmin edilebileceği gibi ağalıkla milis öıgütüdür. Ve halk bu arada kaymakamı da (Kemalist devlet aygıtının temsilcisi sıfatıyla) bu işin yarımda biliyor. Fakat bildiğini açıkça söyleyemeyeceği için "zımnen" anlatıyor. Bütün bu şikayetin buıjuva basmı için anlamı, kuru bir "iddia"dan ibarettir. Bu "yanıyoruz el aman" haykınşına Kemalist üçlü (Kemal, İsmet, Fevzi Paşalar) den biri nasıl karşılık verir? Aynı buıjuva gazetesine göre j şöyle; "Fevzi paşa, dilekçeleri okuduktan sonra İbrahim Tali beye vermiş, o da herhangi bir haksızlığa yer verilmeyeceğini dilekçecilere bildirmiştir." Yani Türkçe'deki ünlü deyimiyle "it ite, it de kuyruğuna" buyurur... Milis suistimali hakkındaysa, Birinci Genel Müfettişliğin ne düşündü10 .Cumhuriyet, 18.10.1930.
ğü, yukandaki olaydan 6 gün sonraki demecinden belli olur. "Kimliği meçhul birkaç imzayla dilekçenin casus raporlarına, ihbarlarına benzeyen bu başvuruda Urfa milislerinin güvenliği ihlal eden hareketlerinden söz edilerek şehir dışında yapılmış bir öldürme olayına işaretle gereksiz olan-örgütün kaldırılması isteği dile getiriliyor. Bu suçlama tamamen gerçek dışıdır. Mazbut bir şekilde olan örgüt mensuplarından güvenlik ve asayişi ihlal eden hiçbir hareket, şimdiye dek hiçbir olay olmadığı hükümetçe bilinmektedir."
4- Baskı: Gerek kültür, gerekse yönetim yönünden, Kemalizmin Kürdistan'da izlediği amaç, orada bir Kürt halkının varlığım inkâr etmek, bu varlığı her konuda yok etmek, ezmek ve susturmaktır. Yönetsel ve kültürel niteliğin hedefi budur. Yönetsel baskı: Ağn dağı ayaklanmasından sonra, Cumhuriyet buıjuvazisi yeni bir belediyeler yasası yapti. Bu yasa meşrutiyet buıjuvazisinin düzenlediği eski yasayı bile fazla demokrat buluyor ve belediyenin yönetme gücünü, yani lâfta değil işte belediyeyi fiilen hükümetin emrine veriyor. Buıjuvazi Türk işçisinin gücünü hissettirdiği büyük şehirlerden özellikle İstanbul'da bunu uyguladı. Fakat bu konunun asıl yaman uygulanışı Kürdistan'da oldu. Bugün Birinci Genel Müfettişliğe bağlı 9 ilin hemen bütün ilçelerinde seçilme ile bir belediye başkanı yoktur. Kürdistan'da Tüık burjuvazisinin doğrudan doğruya etkisi altında tutabüdiği birkaç il merkezi dışında tutulursa, geri kalan her belediyenin fiili yönetimini o bölgenin hükümet başkanı elinde tutar. Her kaymakam aym zamanda bütün muhtar, millet meclisi vb. seçimlerini yapüran belediye başkanıdır da... Dikkat edilirse Doğu illeriyle Baü illerinde aym belediye yasasmm uygulaması birbirinin zıttıdır. Baüda vali belediye başkanıdır. Yani büyük şehirlerin belediyesi Kemalist devlet aygıtının demokrasi tanımaz bir parçasıdır. Çünkü Baü illerinde belediye yasasının pratik hedefi Türkiye işçi smıfimn devrimci hareketidir. Doğuda belediye başkant kaymakam, yani daha çok büyük olmayan kasabaların belediyesi, Kemalist devlet aygıtının bir parçasıdır. Çünkü Doğu illerinde belediye yasasının pratik hedefi Kürdistan halkının isyancı harekettir. Nitelik yönünden Doğuyla Baü arasında bu fark var. Fakat nicelik yönünden belediye yönetiminde büsbütün terörist yöntem, ancak Doğu illerine özgüdür. Hiç kuşkusuz Hindistan sömürgesinde emperyalizm bu konuda geniş yetküer tanımıştır. Çünkü anavatan o sömürgenin toprak sahipleri ve buıjuvalanyla çok daha ileri yöntemler sayesinde bir ittifak kurmuştur. Oysa Tüık buıjuvazisi Kürdistan sömürgesinde uygulamaya zorunlu kaldığı bar-
bar sömürgecilik yüzünden henüz müttefiki bulunan ..31 ağalıkla bile pek ısınmış bir halde değildir. Onun için tıpkı hükümet karşısında, hattâ Büyük Millet Meclisi gibi, kaymakam karşısında belediye meclisinin de ismi var cismi yoktur. Onun için Kürdistan devlet aygıtı bakımından jandarmayla tahsildarların üstünde ve Genel Müfettişlikle valilerin altoda diktatör kaymakamlarda-. Doğu illerinde yeıel yönetim lâftır. Heışey militarist ve terörist Kemalizmin en zorbaca emir ve yasaklamasına bağımlı tutulur. Ağn ayaklanmasından soma Doğu illeri belediyeleri hakkında gazetelerde, sık sık şöyle telgraflar okumaya başladık: "Van, Malatya, Siirt, Erciş Beşiri belediyelerine vali ve kaymakam bakacak.'02 Aym tarihten önce Cumhuriyet'te çıkan bir liste, Kürdistan'm hemen bütün ilçelerinde belediyeleri kaymakamların eline geçirtiyordu: "Ankara 16 (telefonla)Beyazıt, Hakkari il merkezleri belediye başkanlığı valiler, Sinan, Lice, Kuik, Muradiye, Saray, Başkale, Şitak, Palu, Malazgirt, Geban, Nazimiye, Diyadin, Puzluca, Tutak, Soruç, Sivere, Viranşehir, Gerze, Çapakçur, Mutki, Pervazi, Bulanık, Varto, Şemdinan, Beytülşebab ilçelerinin belediye başkanlıkları kaygıakamlar tarafından yapılacaktır." 33
Kültürel baskı: Bir Doğu ili (Siirt) milletvekili ve İş Bankası kodamanı olan Milliyet baş yazan Mahmut "Şaık ve Cenup Vilayetlerimizi Hususi bir İdareye mi Tabi Tutuyoruz?" başlıklı bir baş makalede bize Doğu illerinin genç aydın tabakalarına işleyen şu haberi veriyor "Yazık la Doğu ve Güney illerimizin halkı arasında çirkin, yalan birçok düşünce ve kanı yayılmış. Bu uydurma şeyleri, en akıllı geçinen bazı gençler ve aydınlar da kazanmış. Güya hükümetin bu yöre halkına karşı özel bir düşüncesi varmış!.. Bu halkı, hele Kürtleri okutmamak, onları sonsuz bir karanlık içinde bırakmak düşüncesindeymiş! En kötü memurları bu bölgeye gönderiyormuş. En önemlisi liseler açılmıyormuş."
İşte İş Bankası'nm ve Halk Partisi'nin güvenilir Doğu milletvekili Doğu ve Güney illeri gezisinden bu izlenimlerle dönüyor... Milletvekili Mahmut "bu ve buna benzer birçok" şeyi "iftira" diye nitelendiriyor. Bu sözü işitince siz de kendi kendinize hayret edebilirsiniz. Acaba hangisi iftira? Yoksa Kemalizm Doğu illerinin Kürt çoğunluğunun mahallerinde, Kürtlüğün kültürel haklarını mı tanıyor? Hayır. Kemalizm, değil Kürtlüğün kültürel haklanın, varlığını bile tanımaz. İşte aynı yazı Söylesin: "Gerçek şu ki, hükümetin bu bölge halkı için gizli ve özel birpo31. Dört kelime okunamadı. 32. Milliyet, 9.3.1931. 33. Cumhuriyet, 17.11.1930.
litikası yoktur. Onun gözünde Türk vatanı küldür (yani Kürdistan diye bir şey yok!) yurttaşları ayrı ayrı işlemlere tabi tutmak (galiba Türke Türk, Kürte Kürt demek) Cumhuriyet yönetiminin parolasına uymaz. Aslında böyle bir yol ihtiyarları için ortada bir neden de yoktur. (Çünkü...) karşımızda Türkten başka ırklara mensup olduğunu iddia edenler var mı? (Hemen hemen varsa boyunu görelim gibi bir şey.) Tartı tersine bu bölgede herkes Türk ulusu, Türk kültürü istiyor."
Siirt milletvekili Kürdistan'da Türkten başka ırk düşünemiyor. Oysa Anadolu'da bile Türkün dışmda az mı ırk vardır? Fakat sözkonusu olan ırk mı ya? Kültür bugün bir ırkın mı, yoksa ulusun mu niteliğidir? Aynı ırktan sayılan Balkanlarla Türkler, bugün ulus olarak farklr kültürden değil midir? Şu halde Kürdistan'da bir ırk değil, bir ulus olarak Kürtlük var mı yok mu onu arayacağız... Bunu ise yukanda aradık ve bulduk: Doğu illerinde, köylü sorununa dayanan bir Kürt ulusu davasr vardtr. Türk burjuvazisi bu ulusun kültürel hakkım tanıyor mu? Hayır. Değil bu ulus ve kültür hakkı, hattâ "Türkten başka ırk"lann bulunabileceği bile olanaksızdır. Şu halde, Kemalizm Kürdistan'da bal gibi sömüıge siyaseti \zliyor. Çünkü bir ulusun en ilkel haklanndan olan kültür hakkını tanımıyor. Başka bir nokta daha var: İngiltere Mısır'da, Hindistan'da, Güney Afrika'da ve Kanada'da İngilizce'yi elinden geldiği kadar çok yaymak ister. Hattâ bu İngiliz sömürgeleri içinde halkı yalnız İngilizce konuşanlan bile vardır. Anavatan sömürgeyi kendisine daha iyi bağımlı kılabilmek için onu kültürel tutsaklığı altına almaya da uğraşır. Hattâ sömürge siyasetinin ekonomiden soma gelen önemli bir genişleme koşulu da bu kültür etkinliğini kökleştirmektir. Bugün, Doğu illerinin pek azında konuşulan Türkçe, Fransızlann Tunus ve Suriye sömürgelerinde konuşulan Fransrzca'ya oranla daha azdrr. Anavatan ezdiği uluslar içinde kendisine satın alacağı sınıf ve unsurlan kendi kültürüyle yetiştirdiği oranda sadık kul yapabilir. Tıpkı bunun gibi, Türk buıjuvazisinin de Kürdistan'da Tüık kültürünü yayması, Türk okulu açması sömürge siyasetinin alfabesidir. Siirt milletvekili de "aslında böyle bir yol ihtiyan için bir neden de yoktur" derken, bunu kastediyor. Yani Kürdistan'da Türk kültürünü yaymamak için ortada bir neden yoktur. Oysa olaylar, olaylardır. "Son istatistiklere göre Diyarbakır ve Erzurum beldesi en az maarif bölgelerdir."34 Neden? Siirt milletvekili bu nedeni aklınca bize veriyor: "Etkinin başlıca nedeni bütçe darlığıdır. "Bu Kemalist ve temsilci mületvekilini her zaman bu büt34. Cumhuriyet, 8.10.1930.
çc darhğıyla ikna edebilir. Fakat az çok siyaset ve sosyolojiyle temasa geçenler bunu yutabilir mi? Bolşevik devrimi zamanında hiç olmazsa bugünkü Kürdistan kadar geri olan bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti hakkında herhangi bir tarafsız fikir yürütmek için Kemalist basmda yazılabilenlerden bir ömek okuyalım: "1919-1921 tarihlerinde Ermenistan okullarında öğrencilerin toplamı 47 bindi. Şimdi 217 bin kişiye ulaşmıştır. Ermenistan'da 9 yüksekokul vardır ki, bunların öğrencileri 8 bindir. Teknik okullar ve işçi üniversiteleriyle birlikte yüksekokul öğrencisi 32 bine ulaşıyor. Ermenistan'da Ermeni ve azınlık dillerindeki kitaplar olağanüstü çoğalmıştır. Ermenistan'daki Türk ve Kürt azınlıkların yararına çok iş
yapılmışır. Bu ulusal azınlıklar için ayrıca okul şebekeleri vardır. "S5 İşte, ulusal baskı, sömüıge siyaseti gütmeyen bir sistemde kültürün gelişmesi böyle olur ve azınlıklar böyle haklandınhr. Boğulmaz... Yoksa herşeyi "bütçe"yle açıklamaya malum bürokrasi kafasıyla özenirse, Maliye Bakanlığına verilecek bir işaretle daha nelere kadir olunmazdı? "Tekrar, ediyorum (diyor Siirt milletvekili) bu halkta ayrılık eğilimleri yoktur. Türk camiasından ayrı bir durumda yaşama isteği hiçbir ilçede yer tutmuş değildir. Kürtlük adına söz söyleyenleri ve ajitasyon yapanları buralarda herkese karşı kınıyorum."
Ancak "amin" sesleriyle karşılanabilecek olan böyle "resmi onaylar" isyan ocaklığından Doğu Balkan lan şekline giren Kürdistan hesabına gülünç derecede kuru avuntular değil midir? Bir tek halk muhtarının, bir tek köylü belediye üyesinin, bir tek Kürt milletvekilinin, bir tek yerel bağımsız ve halka tercüman olan gazetenin bulunmadığı Kürdistan içlerinde Kürdük adına söz söyleyenleri lanetleyen bulunur mu? Elbette, Kürdistan'da Kemalizmle uzlaşan büyük ağalık ne güne kalmış!.. Çünkü ağalık, zaten ekonomik ve sosyal bakımdan daha yüksek bir aşamayı temsil eden ulus kavramının taban tabana zıttıdır. Zaten Kürdistan'da Kemaliz-min ağalıkla ittifakının bir anlamı da bu değil midir? Ağaların uyruğu ha-linde yaşayan insan yığınları, bir ulus öıgütünce birleşmiş insanlardan daha kolayca yabancı bir ulusal baskıya razı olmazmı? Maraba kendisine ağa demlen "sahib"i tanır. Onun için Kürt ağasının Türk beyi diye bir sa-hibi bulunmasını bile doğal görür. Hele kendi sahibinin Türk ya da Kürt olması bir toprakbent için en sonra düşünülecek konulardandır. Böyle kuzuyu kim kırpmaz? Bu baskı sistemlerine karşın Kürdistan'da bir ayrılık eğilimi, hem de denize düşenin yılana sarılmasından daha kötü psikolojiler yaratan bir ayrılık eğilimi egemendir, geneldir, müthiştir. Ve Kemalizmin 35. Cumhuriyet, 27.1.1933.
orada, hattâ kendi kültürünü bile yaymaktan çekinmesinin birinci nedeni, o bütçe mütçe değil, bu korkudur. O zaman şu saürlan daha iyi anlayabiliyoruz: "Aslında bir devletin herhangi bir halk kitlesini hattâ kendisinden ayrı bir ırktan olsa bile, kör cahil bırakarak yönetmeye kalkışması çoktan iflas etmişti r."
Evet, bir sömürgeci ülke "kendisinden ayn ırktan" olan sömürgelerine büe kendi kültürünün yengisini saldırür. Fakat o bizim Kemalist buıjuvazi için değil... Birinci Genel Müfettişliğin topladığı gizli bir konferansımsı toplanüda, Kemalist memurlar, oybirliğiyle şu sonuca varmışlardı: "Kültleri okutalım da, başımıza yeni Arnavutluk belası mı açalım!.." Ne gerek, Kürdistan halkı bütün bunları bilmese bile, gözünün önünde olan biteni görmeyecek kadar kör müdür? Bugün Kürdistan'da yaşayan Kemalizm, her gün Siirt milletvekilinin söylediği gibi "yeni kurumlar kurmak" şöyle dursun, İstanbul'un her ilçesinde bir iki yeni lise açıltrken, Kürdistan'daki orta okullan, öğretmen okullarım birer birer kapatmakta, bütçe varltğının bütün oyunlarım Doğu illerine yüklemekten geri kalmıyor. Liseler Silvan sınrnndan Doğuya geçirilmiyor. "Ne çare ki, her insanda tam bir inceleme ve mantık gücünün varlığını varsayamayız, halkın aklı daha çok gözünde ve
kulağındadır." Bu satırlan biz değü, aym "sadakaüu" Siirt milletvekili yazıyor. Ve makalesini şöyle bitiriyor: "Eğer halk, kendileriyle sürekli temas halinde öldüğü, memurlar aleyhinde bir şikayet konusu bulamazsa, hainlerin yapmak istediği her türlü suçlama ve iftiralar doğal olarak etkisiz kalır."
Tamam! Biz de bunu söylemedik mi? Ateş olmayan yerden duman çıkar mı? İş Kemalist buıjuvaziye "Doğu illerini sömürge yaptın!" demekte değil, bu denilene Kürdistan halkrm inandrrmaktadrr. Doğu illeri buna hemen inamyor. Çünkü Siirt milletvekilinin de fârkında olmadan ağzından kaçırdığı gibi, halk söylenen lâftan çok kendi gözüne ve kulağına inanır! Lâftan ne çıkar? Örneğin bugün, eski müslüman ağalarının İstanbul'da tortulaşan döküntülerine, asi bir soygun ve çapul özlemine tutulan birisi, Ermenistan Cumhuriyeti Sovyetlerin sömürgesidir demeye kalkışsa, buna develer de gülmez mi? Neden? Çünkü rakamlar ortada. Bolşevizm tohumlan Ermenistan'da 12 yıl içinde okul öğrencisinin sayısını %461,7 (dört buçuk katından fâzla) arttırmıştır. Türk buıjuvazisi Kürdistan'ı gerilikle istediği kadar suçlayabilir. Yukandaki kültürel gelişimin ekonomik temelini bence bizzat Türk basım bile bize öğretebilir: "Sovyet devleti Ermenistan 'da ağır bir yük almıştır.
Sovyet yönetiminin ilk yıldaki işi onbinlerce Ermeniyi açlıktan ve ölmekten kurtarmak, ona Rusya'dan erzak ve tohumluk getirmek olmuştur. Sovyet yönetiminden önce Ermenistan'da sanayi yok gibidir. Tarımsal üretimin değeri daha ancak yirmi milyon ruble tutuyordu, oysa Ermenistan'da sonradan yaratılan sanayi 1931 'de 78 milyon ve 1932'de 144 milyon rublelik imalat sağlamıştır. Bu sanayide 60 bin amele çalışıyor. Erivan, Lenirıakan ve kara kilisede yeni sanayi merkezi kurulmuştur. Bundan başka muazzam pamuk, kimyevi malzeme ve makina fabrikaları kurulmuştur. Ülkenin elektrik donanımı hızla ilerlemiştir. Erivan ve Leninakan çevresinde muazzam sulama düzeneği yapılmıştır. Drogar'da yapılan elektrik fabrikası bir ay önce açılmıştır. Bu fabrika 22.500 kilovat elektrik üretmektedir. 1919'da Ermenistan elektrik donanımı, ancak 450 kilovat elektrik üretiyordu. Şimdiyse bu miktar 36 bin kilovata çıkmıştır. Ermenistan'da tarım bile sanayi gibi çok ilerlemiştir. Sovyet yönetiminden önce Ermenistan'da ekilen alan ancak 82 bin hektardı, Şimdi 400 bin hektara çıkmıştır. Bunun 30 bin hektarına pamuk ekilmektedir. 125 bin hektar arazi kanallarla sulanmaktadır. Ermenistan'daki tarım alanının %40'ını kollektif yani ortak çiftçilikler oluşturmaktadır. Zamanında Ermenistan geri kalmış bir tarım ülkesiyken, şimdi ileri bir sanayi ve tarım yurdu olmuştur." 36
Ermenistan iç ve dış savaşlar geçirdi ve ancak 1923'lerden sonra kendine geldi. Şu durumda Türkiye Cumhuriyeti üe yaşıt da, neden aym sürede Sovyet Cumhuriyeti Ermenistanı hiç bulunmayan sanayi üretimini 144 milyona, elektriği 78 katma, tarım ekinini dört beş katına, yalmz kanallarla sulanan toprağı eskiden ekilmiş toprağın hemen bir buçuk katına yükselttiği halde, Kemalist Cumhuriyet Kürdistan'da yapa yapa iki un fabrikası açarak ekmeğin okkasını İstanbul'dakinden bir buçuk kaü fazlasına yükseltmekten başka bir halt edemedi? Çünkü Kemalizm, Kürdistan'ı bir sömüıge, hem de barbarca ezilen ve soyulan bir sömürge yapmıştır. Böyle bir sömüıgede, yerli halkın ulusal varlığım bile inkâr eden Kemalizm, hiç orada kültür gelişimine hizmet edebilir mi? 5. Asimilasyon: Türk buıjuvazisi göç ettirme, yerleştirme ve yoketme siyasetleriyle bir yandan aşındırmaya uğraştığı Kürtlüğü, yalmz bu yolla tüketme olanaksızlığını gördü. O zaman, yani son zamanlarda şu son iki yöntemi de kahredici bir şekilde uygulama ve geliştirme gereğini hissetti: a) Yönetsel, kültürel baskı siyaseti; b) Asimilasyon siyaseti. Kemalizmin öteden beri diline doladığı nakarat hep bu "Kürtçe'nin buralarda yaygınlaşmasının (Küıdistan'da Kürtçe'nin yaygınlaşmasrnın!) nedenle-
ri büsbütün başkadır. Bu nedenler arasında eski saltanat yönetiminin ihmalini, kayıtsızlığını en başta kaydetmek gerekir. "3? "Bu hareketler (Kürt isyanları) eskiden ekilen tohumların sonucudur. Vaktiyle ekilen fırtına tohumları bugün bize yıldırımlar biçtiriyor. Bunlar geçmişin kötülükleridir. Eğer o hareketleri yapanlara Türk oldukları arılatılsaydı bu üzücü olaylar olmazdı. Genel Müfettişlik atanmasına gerçekten inanıyorum." 38 Fakat bu nakarat bile o Kemalizmin pek şaklabanca becerdiği "cesaret gösterirken hırsrzlrğmı söyleme"lerinden biri değil mi? "Ah! O kör olası Osmanlı İmparatorluğu" denilmek isteniyor. "Neden bu Kürdistan'ı Türkleştirmemişler?" Ne yapalım beyler, sizin bugün dünyayı "Türkleştirme" arzunuz ne kadar zorunluysa, Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün ırk ve kavimleri "ümmetleştirmek ya da uyruklaştirmak" ile yetinmesi de o kadar tarihsel bir zorunluluktu. Çünkü Kemalizm kapitalizm düzenidir; Osmanlılık derebeyi düzeniydi. Kemalizmde evet olan Osmanlılıkta hayır olacakü. Kapitalizmin ak dediğine derebeylik kara diyecekti vb... Yok eğer cumhuriyet burjuvazisinden şikayeüer varsa ondan da yanaşınız. Daha ne yapsındı? Bu İttihat ve Terakkiciler ki, sizi bugün uzlaşüğımız Kürt ağalığından çok daha tehlikeli bir rakip olan Ermeni sermayedarlarının ulusallık davasından kurtarmıştır. İş olacağına varır. Meşrutiyet burjuvazisinin Ermeniliğe atabildiği satırı şimdi siz Kürtlüğün sırtında deniyorsunuz. Her tarihsel dönem kendi yasasım yürütür, fakat her dönem tarihseldir; gelir geçer ve geçince de yargrsrm bir daha dönmemek üzere geçirip götürür. Ama nasıl oluyor da, bu beyler Kürdistan'da Türkten ayrı bir birliğin olmadığım kanıtlamaya yeterli gelecek olan Kürtçe'nin yaygınlaşürılmasını olsun saklamayı unutmuyorlar. Bu peşinden anlam çelişkisini sürükleyip götürmez mi? Her neyse, bu işte etekleri tutuşan Türk burjuvazisinin bir kere gözü kararmışta. Onun için Doğu sorununda daha büyük karşıüıklar için çırpınmaktan kurtulamayacakta. Doğu illerinde Türk kültürünü yaymak için en ilkel önlem orada okullar açmakta, oysa bir yerde okul açmak ola ki yabancı kokusunu taşıyan da olsa, o yer halkının kültür düzeyini az çok yükseltir. Zulmün fırtınalar kopardığı bir ülkedeyse herhangi bir tür kültür ışığının aydınlığı gözleri açabilir, ezilenlerin kurtuluşuna yeni ufuklar açabilir. Ne malum. Türklüğün akımı için baş ideologu yetiştirebilen Kürdistan'm, bir gün kendidüşünürünü de yaratmayacağı? O kadar olanaksızmıdır? Ne yapmalı? İşte Türk Buıjuvâzisini kıvrandıran som.."Kültür gücüyle yapama37. Siirt milletvekili: M7//>e/, 21.1.1931. 38. Şükrü Kaya: Meclis söylevi, Cumhuriyet, 26.6.1932.
yacağını anlayan Kemalizm, yasa zoruyla ve parlak nutuklann terörüyle asimilasyon siyasetine girişiyor. Kültürel asimüasyon yumuşak, okşayıcı yöntemlerle "sızma siyaseti"dir. Oysa Kemaüzm bu siyasette büe militarist asker-banker-yunker zügıtından ayrılamıyor. Kemalizmin Kürdistan'da-ki yeni asimüasyon siyasetine iki örnek: a) Parlak uygulama tehditleri: Başbakan İsmet Paşa 1932 yürnın sonlarında Doğu illeri gezisinden döndüğü zaman, bütün Türkiye aydın ve küçük-buıjuvalarının yüreklerim hop hop hoplatacak ve ağız sularım zırıl zınl akıtacak türden parlak birer nutuk attilar. Bu nutukta bir kere: "Sonra dahası var; nefsimize güvenerek söyleyebiliriz M, Türkiye'ye düşen işlerin ana ve temel esaslarının ne olduğunu en doğru olarak biz Türkler biliriz" diye epey (bravo sesleri, şiddetli alkışlar) dırladıktan sonra, ta aşağıda "çok sevineceğimiz, mağrur olacağımız gibi abartmayla ifade edici önlemlerden kaçınmak için durumumuzu endişe etmeyeceğimiz bir durum şeklinde ifade ediyorum." Bu tekerlemeler arasmdaki "durumumuzu endişe" etmek, Türkiye'ye ait işlerin "ne olduğunu en doğru olarak biz Türkler biliriz" kekelemeleri, üstlerindeki yaldızlardan çırılçıplak edilirse, "korkmayrn yahu! Ne korkuyorsunuz, korkacak bir şey yok, korkumuzu hiç olmazsa kimseye çaktırmayalrm vb." gibi palavract avuntulardan başka bir anlama gelmez. Gerçekten İsmet Paşamn ağzmda gevelediğinin "ne olduğunu en doğru olarak biz Türkler biliriz." Bu kesin ama, paşamız lahana tur-şusuyla perhizi birlikte önerecek kadar acemi doktorluklara kalkarsa, bunun ne olduğunu "doğru olarak" anlamak için Kemalist burjuvaziden diplomalı Türk olmaya gerek kaldı mı? Örneğin Türküm diyen anonim şirketler gibi, Kürdüm diyen Türk yurttaşlarımız içinde de, lahana turşusuyla perhizin yan yanalığından çıkan şiir ve edebiyat dolu karşıtlığı kaldıracaklar bulunmaz mı? Perhiz: "Ülkenin güvenliği, asayişi, yurttaşların güveni, yasaların yazılı olduğu gibi uygulanması ve bütün yurdun Türk ulusunda, Türk devletinde ısınmış ve kaynaşmış olması düşüncesiyle her yıl bir öncekinden gözle görülecek, elle tutulacak kadar açık, ileri, güçlüdür (alkışlar). Ülkenin doğusunda ve batısında dört köşesini her yıl hiç olmazsa bir iki kez dolaşırız. Bu yıl Doğu illerinde birçok yer gezdim. Yurttaşın Türk ulusuna ve Türk devletine olan bağlılığı ve Türk devletinin Türk yasalarının yurdun her köşesinde yürürlükte olma nüfuz ve gücü açık bir şekilde göze çarpmaktadır." 19 Lahana turşusu: Daha aşağıda "Belki bugün de bazı yerler için sıkıntı 39. İsmet Paşa Hazretieri: Cumhuriyet, 21.11.1932.
sanılabilir. Özellikle bu kelimeyle söyledim, ama yakın bir zamanda, çünkü yılların çoğu yüzde yetmişi, sekseni, doksanı gitmiştir. Yakın bir zamanda ülkenin her yanında ulusal işlerin aynı şekilde görülmesi, Ankara'da olduğu kadar doğal bir durum olacaktır. Bu yıl yolculuklarımdan iki önemli izlenimle döndüm. Biri yurttaşların Türk devletinde kendisini ilgili görme duygusu çok gelişmiş ve çok kaynaşmış bir durumdadır. Diğeri bizim ulusal düşüncemizde ve iç siyasette gereken önlemleri hem zaman geçirmeden, hem doğru olarak bulmakta isabet ettiğimizin yıllarla sürekli olarak güçlenmesidir." Önce "yasaların yazılı
olduğu gibi uygulanmasını" açık, ileri, güçlü ve daha bilmem nasıl görüyor? Sonra "yakın bir zamanda ülkenin her yanından ulusal işlerin aym şekilde görülmesi" umudunu "olacaktır" gelecek sayfasıyla vaad ediyor. Bu görüş ve vaad ediş bize bir şey gösteriyor: "Yasaların yazılı olduğu gibi" ya da "ülkenin her yanında... aym şekilde" uygulanması "yüzde yetmiş, seksen, doksan" lâftan ibarettir. Kemalist başbakan "resmen, alenen ve açık, ileri, güçlü" bir şekilde ilân ediyor ki, Türk burjuvazisinin kitapta yazılan yasalanyla hayatta olan uygulaması arasında "ülkenin batısında, doğusunda, dört köşesinde" dağlar kadar fark vardır. Neden? Çünkü: "Hiç kuşku yoktur ki, Cumhuriyet Türkiyesinin bütün geçmiş dönemlerden en esaslı farklarından birisi de ulusal bir devlet olmasıdır. Türkiye'nin Türkün devleti ve yurdu olmasıdır. (Bravo sesleri, alkışlar) Bütün geçmiş yüzyıllardan bir anda görülen ve daima görülecek olan esaslı bir farkımız budur. Bu ülke Türkiye'dir. Burada yaşayan Türkler ve Türk yurtseverliği ve Türk ulusçuluğu bu ülkenin yönetiminde, yazgısında etkili ve egemendir. (Bir daha
bravo sesleri, alkışlar)" Bu nutuk emperyalizme karşı söylenmiyor. Zaten bugün Tüıkiye'de hangi yabancı sermaye Türk kılığına girmedi, yurttaş olmadı? Nutkun bu "önemli" anlamını anlayabilmek için "olayı izler halde" almak, başbakanın onu Kürdistan gezisinden döner dönmez söylediğini asla unutmamak gerekir. O zaman kolayca kavranılır ki "Türk yasalan ancak Tüıkler içindir. Türk olmayan bahtsızlara yasaların yazılı olduğu gibi uygulanması" sözkonusu olamaz. "Cumhuriyet Türkiyesinin bütün geçmiş dönemlerden en esaslı farklarından birisi" de budur. Zavallı Kürdistan köylüsü, müşkül bir durumda kaldıkça, daima şunu telkin etmekte geri kalmaz: "Biz Kürdük, vahşiyük". Türk buıjuvazisi ise ona "vahşi" olduğunu kabul ettirmiştir, Mat "Kürt" olduğunu asla unutturamamıştır. Şu halde bu büyük çalışkan halk kitleleri, Kürdistan denilen yerlerde oturdukça, Kürt zihniyeti ve Kürt diliyle yaşadıkça "bu ülkenin yönetiminin yazgısmda etkili ve egemen"
olamayacaktır. Çünkü "Tüık" değildir. Başka hiçbir şey değil, bütün alınyazısı anadan Kürt olarak doğmuş ve öyle yaşamış olmakür. Ve Türkiye Cumhuriyeti altında Kültler "yönetim ve yazgıca" mahkûmdurlar. Başbakanın nutku bunu söylüyor... Çare? Türkleşmek... Nasıl? Başbakan "kolay" diyor ve Kürtlerin Türkleşmesi için şu reçeteyi veriyor "Türk ulusalcısı ve Türk yurttaşı olmak için, bu ülkede yaşayan herhangi bir bireyden anormal hiçbir şey istemiyoruz. Türk olmayı sevmek ve Türk olmayı kabul etmek, Türk ulusuna mensup olmanın verdiği bütün haklara sahip olmak için yeterlidir. (Bravo sesleri, alkışlar) Yasal durum böyledir, içyüzümüzde samimi olan kanımız ve durumumuz böyledir. (Al bir daha: Bravo sesleri, alkışlar) Doğuda ve Batıda ülkenin her yanında dolaştığımız zaman kendisinin Türk olduğunu bilen, kabul eden herhangi bir yurttaşın her Türkün sahip olduğu haklardan herhangi birinden yoksun kalması endişesine izin vermedim. Herkesi inandırdım ki, Türk olmayı gurur duyulacak bir özellik olarak yürekten kabul eden ve böyle çalışan yurttaş benim gibi, benim bütün hukukum gibi her hakka sahip olmak için bütün nedenlere sahiptir. Bu kanımı her yerde söyledim ve bu sözlerimde oldukça içtenim. Böyle biryönetim ve zihniyetin devletin ulusal devlet ve Türk devleti olmasındaki Esasları ancak güçlendirir! Onun artmasına, genişlemesine ve yükselmesine hizmet eder. (Nihayet şiddetli alkışlar)" İsmet
Paşa'ya göre -"tarih devrim-cüeri"nin o derin safsatalarına karşın- Türkiye'de yaşayan herhangi bir biıeyin yurttaş haklarının tanınması için ona yalnız "Tüık olmayı kabul" etmesi değil, aym zamanda "Tüık olmayı sev"mesi, "Tüık olmayı gurur duyulacak bir özellik olarak yürekten kabul etmesi" gerekir ve yeter. Müslümanlıkta bir "eşhedü enlâ ilahe illahlah..." cümlesi "ümmedi mu-hammed" işlemi görmek için yeterlidir, fakat Kemalizm daha "gerçekçi"dir. "Türk olmayı kabul" ettim diyenin bir de yüreğini muayene ediyor. Doğru mu, değil mi diye... Oysa bunun olanağı var mı? Bir Fransız kapitalisti, Türkiye'ye yatırdığı sermayesini dış kapitalistlerin rekabetinden korumak için, belki Kemalizmden çok Kemalizm ve Türk yanlrsr olabilir. Hattâ isterse dinini dilini bile değiştirebilir. İsterse, yani bunda bir kâr görürse... Ki gerçekten bugün Türkiye'de çalrşan herhangi Fransrz sermayesinin, dünyanın hiçbir yarımda görmediği bir kâr içinde çalkalandığı kesin olduğuna göre, Türkiye'deki bütün yabaner kapitalistleri birer T.A.Ş. olmaktan başka yararlr bir yol bulamamrşür da... Onun için yürekten Türktürler. Ama Kürdistan çalışkan ve yoksul halkr için iş böyle mi? Hayır. Tersine, Türk olmak ne kadar "gurur duyulacak bir özellik" olursa olsun, maddi yoksulluğun ve acının dehşetlisine Türk buıjuvazisi-
nin çapulu yüzünden uğramış bulunan Kürt köylüsü öyle manevi bir "özellik"i yürekten kabul istese, kendini zorlasa da edemez. Çünkü bunda bir yaran yoktur ve olamaz da. Çünkü Kürt köylüsü "Türküm" de dese, bu yürekten kabul ettiğini de söylese, bir sömüıge köylüsü gibi ezilecektir. O zaman, ona din değiştirmekte bin kere daha güç olan ulus değiştirilmesi önerildikçe, Kürt köylülüğü de yüreğine sokmamak isteyen bir yılan görmüş gibi ürkecek ve Türklükten nefreti, "vagon-li" şirketinin muhabbetinden besbeter olacaktır. Yavuz Paşa'nm verdiği bu "önemli nutkun" üstünden en az iki buçuk ay gibi kısa bir zaman geçmemişti ki, buıjuva basının birinci sayfasının birinci sütunlarında, üstünde tipik Kürt köylüsü giyimli birçok insanın bulanık resmini taşıyan şöyle bir haber okuyoruz: "Ulusal bir nüfus siyaseti izlenmesi arifesindeyiz: Ankara (Özel)- İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp geçen yıl hükümet tarafından Mdlet Meclisine sunulan iskân yasası taslağı, çok olasıdır ki, Meclis'in sonbahar oturumunda tartışma konularından birini oluştursun. Derin bir inceleme ürünü olan bir taslak programla çalışmak için hazırlanmış değerli bir projedir. Bu projenin yasallaşması ile emperyalist saltanatın ülkede bıraktığı temelsiz miraslardan bir tanesi daha kökünden yıkılmış olacaktır. Halifeliğin Osmanlılara' geçişi, mezhep gayret ve mücadeleleri, müslümanlığın camia yerine geçmesi tslamlaşan nüfus kitlelerini ve halkı müslüman olan ülkü nüfusunu Türklüğü temsile engel oluşturuyordu. "Kanuni Süleyman yasalarıyla Türk kültürüne benzemeyen bazı zümrelere eski zeamet örgütünde bazı onarımlar ve biçimler yaratılarak ayrıcalıklar tanınıyor: hattâ bu ayrıcalıklar aşiret başkanlarına, beylerine verilmekle kalmıyor, voyvodolara da tanınıyordu ki, bunların tasfiyesi Osmanlı saltanatının dura dura, eriye eriye tamamen dağılışına kadar sürmüştü. Artık normal bir sistem içinde ulusal yapımızı korumaya, sağlamlaştırmaya, ulusal kültürümüze ve çağdaş uygarlığa daha çok uyum sağlamaları istenmiş olan nüfus kütleleri üzerinde verimli bir şekilde devlet eliyle işlemeye, Türk nüfusunu nitelik ve nicelikçe geliştirmeye, bir nüfus siyaseti izlemeye karar verilmiştir. Yeni nüfus yasası projesi, bu amacı sağlayacak bütün esasları içermektedir."40
TEPKİLER Sosyal Psikoloji Kürdistan halkı ve özellikle Kürt köylülüğü ekonomik olarak klanfeodal sisteminde yaşıyor. Fakat bu sistem kapitalist ve bezirgan ekonomilerle de içli dışlıdır Derebeyi-Beziıgan-Kapitalist... Bu dört tür ekonomik ilişkinin arapsaçı olduğu bu ülkede, bir de aynca sömürgecilik denilen yaman kamçının şakladığını tasarlayalım; artık her zaman ekonominin dört başlı bir canavar gibi şahlandığım ve Doğu köylülüğünü bütün sosyal ve siyasal ilişkilerinde ne kadar şaşkına döndürdüğünü, ne derece antipatileştiğini tahmin edebiliriz. Böyle bir ekonomi ve sosyal yapının içinde, Kürdistan halkım saracak psikolojide aym derecede kargaşalıklar olacaktır. Bu psikolojide egemen nitelik babahan sistemine dayanmaktır. Fakat babahan psikolojisinin de derebeyi psikolojisine dejenere oluşu, sonra bu soysuzlaşmış psikolojiye -çürüyüp dökülünce ve çözülüp dağılma özelliklerini damgalayan- bezirgan+kapitalist mikrobunun bükere girmiş olması, zavallı Kürdistan köylülüğünde iler tutar bir sosyal psikoloji bırakmamıştır. Kuşkusuz bütün bu dört tür sosyal psikoloji özü itibarıyla egemen psikoloji, yani egemen smıf psikolojisidir. Fakat egemen sınıfların bu soysuzlaşüncı psikolojisine karşı çıkan alt ve ezilen yığınların psikolojisi de özü itibarıyla maraba psikolojisinden sıyrılamamıştır Kuşkusuz son ekonomik gelişmeler, gittikçe bir Kürdistan proletaryasının bağımsız psikolojisine doğru manevi gelişmeleri de krşkrrtacaktır. Fakat bugün için Kürdistan halkının topyekün psikolojisi en köpekçe değiş-tokuş psikolojiyle soysuzlaştınlmış babahan+yarr toprak kölesi psikoloj isidir. Bu psikolojinin başmda bütün köylülükte ortak olan söylentilere inanrşlar gelir. Fakat bu boş inançlar mehdi beklemekten, çok daha karanlık ve aykrrr konulara kadar genişleyen berbat bir şekildedir. Kürdistan köylülüğü "yasa" kadar genel bir etkiye değil, ağasının keyfi gibi pek dar, pek oynak bir yasaya bağrmlr ola ola herşeyin kişide doğduğuna, bir kişi ki bir şeyi güçle koparır o şeyi mutlaka yapabileceğine, fakat yapılan ve edilen herşeyin mutlaka bireysellikten çok daha insanüstü tılsımlı
güçlerden ileri geldiğine vb. inanır. O zaman, miriyvo ve ameliyelerin gözünde kişiler hurafeleşir ve hurafeler kişileşir. Kürdistan yığınlarının psikolojisinde ilk özellik, eskilerin "seri'ülteessür" dedikleri gibi dehşetli ve çarçabuk bir alınganlıkla herşeyin mutlaka hoşa gider olmasını istemek, işteyince de öyle varsaymaktır. Sosyal ruhsal çocuklaşmışlık adının verilebilmesi olanaklı olan bu durum belki her insanda vardır. Tarihimizde her sınıf kendi manüğını, kendi çıkarının ölçüsüyle ölçer. Bu durum gülünç olmaktan çok, maddi bir zorunluluktur. Zorbaca ya da tapu hileleriyle gasp ettiği toprakta kendisine Allahtan gelme bir kutsal mülkiyet hakkı bulunduğunu una eden ağa, en zeki işçi ve köylüleri soyup soğana çeviren, biriktirdiği sermayesine dayandıkça herşeyin "akıl"dan çıktığına inanan aptal buıjuva, nasıl bunu kavrayışlarında gülünçten daha başka şeyseler, Kürdistan köylülüğü de hoşuna giden her uydurmaya mutlaka inanmakta ve kendi duyarlılığına seslen-meyen en mantıksal olayları inkâretmekte. Bu öyle bir mantıktırki, ilk insan topluluklarında rastîanan" klanlık: prolojik" kavramına doğru yaklaşılır. Kürdistan köylülüğünde göze çarpan üçüncü psikolojik durum, çelişkili psikolojik durumdur. Bu çelişkiyi şöyle bir diziyle verebiliriz: a) Müthiş yalan söyleme yeteneği, müthiş yalana inanma yeteneği; b) Müthiş kendini beğenme ve övme, müthiş benliksizlik; c) Müthiş küstahlık, müthiş alçakgönüllülük vb... Kütleler içinde yayılan bu çelişkiler psikolojisi, kuşkusuz bütün diğerleri gibi köylülüğün kendi "özgün malı" olmaktan çok geleneksel bir din egemen psikolojisinin babahan derebeyi psikolojisinin artık büsbütün çürümüş ve dağılmış manzarasıdır. Pazar yasalarının en kan içici ve parçalayıcı şekliyle Kürdistan'ı kasıp kavurmasr, değişimin elle tutulur kişisel örneğine, paraya karşr yaman bir zaytflrk ruhu doğurtur. Derebeyliğin egemen olduğu dönemde Allah para-laştrrrldrğr, para haline dönüştürüldüğü halde, burada para Allahlaştinlmaktadrr. Ve paraya tapma en miskin, en az paraya tapma, belki çok az bir şey olduğu kadar en sinik şekliyle yoksul Kürdistan'da hüküm sürer. Konuşulan sözler arasında, en çok yer tutan "mecidiye Allah kerim" ile "Allah kerim mecidiye"dir. Beş mecidiyeye bir adamın katil oldluğuna tanıklık edilir. Beş mecidiye için katiedilen en yakın ve sevgili akrabanın kanı aranmaz, beş mecidiye için adam öldürülür... Bu dört tür olumsuz psikolojik niteliğini, olayları olduğu gibi teslim etmekten başka hiçbir amaçla saptamadığımızı eklemeye gerek yok.
Aslında bütün ezilen sınıflar gibi, Kürdistan halkı da, kusurlarının olduklan gibi yüzlerine vurulmasından alınmaz. Bütün bunlan kendisi de derinden derine karanlık bir bilinçaltıyla sezer ve bütün bunlardan kendi kendisinden tiksinişe benzer bir acıyla ve açıkça şikayetçidir. Bir zaman Batı illerinde duyulan "Türk ulusu adam olmaz" palavrası, bu düşünceyi besleyen bir Kürdistan "edebiyat-ı Cedide"sinin varolmayışına karşın, bugün Kürdistan'da işitilir "Kürt ulusu adam olmaz"... Fakat bu psikolojik durum bile, bütün o dört kategori psikolojiye karşı çalışkan Kürtlük içinde olumlu ya da olumsuz şekilde başlamış bir tepkiden başka ne anlama gelir? Kuşkusuz biz bu olumsuz psikolojiyi, Kemalizmin çıtkırıldım salon aydınlan ve "kütüphane fareleri" gibi Kürdistan halkının herhangi bir uygar işleme gelemeyeceği, sonsuza dek vahşi kalacağı ve yokedilmeye layık olduğu şeklinde bayağı saçmalayışlanna yem vermiş olmak için değil, tersine ezilen Kürdistan halkının layık olduğu ekonomik ve siyasal haklarına kavuşması, sömürge zulmünden kurtuluşu için, sorunun olduğu gibi konularak pratik alanda yanılmalara meydan bırakmamak içindir. Bu olumsuz karakteristikten ne gibi pratik sonuçlar çıkabilir? Sırasıyla şunlar: 1- Paraya Allahtan fâzla tapış, Kürdistan'da bugünkü ağalık+Kemalizm birleşimi egemen oldukça, Kürdistan halkını bol para dökecek herhangi emperyalist müdahalelerine, doğal bir dereceye kadar ve hep gelgeç de olsa alet yapabilir. 2- Çürüyüp dağılış halinde olan çelişkiler psikolojisi, Kürdistan köylülüğünün herhangi kesin bir mücadele anında birden direncinin parçalanmasını, bir panik psikolojisine yenik düşmesini gerektirir. Şu halde Kürdistan köylülüğüne, sosyal kurtuluş hareketinde yolgösterici ola cak çelişkiler içinde sallanmalarında bir müttefik gereklidir. 3- Kürdistan köylülüğünün hurafeleri kişileştirme ve kişileri hurafeleştirme psikolojisi, klan+feodal sistemlerinden biraz daha sıynlabilmiş olan Anadolu köylüsündeki mehdi bekleme psikolojisinden daha karanlık bir biçimdedir. Bunun Kürdistan milyonlan dilinde başka bir deyimi de vardır: sahip... Babahan ilişkilerin en koyusu içinde yaşayan Kürt köylülüğü, çektiği işkenceleri, kendisini benimseyecek ve koruyacak bir sahip yokluğuna atfeder. Bu durum, ikinci sonucun daha kangıenleşmiş ifadesidir. Bugün Kürt köylülüğü son ve umutsuz bir acıyla henüz eski sa hiplerinden, ağalardan bir şey beklermiş gibi görünüyor. Fakat Kürt köylülüğünün ruhunu içinden okuyanlar iyice anlarlar ki, köylülük ağalığın Kemalist devlet aygıtıyla el ele verdiğini ta benliğinde, içinde
hisseder. Fakat "zor oyunu bozduğu" için, ağaya hâlâ sahip demek zorunluluğu var. Oysa "zorla güzellik olmaz". Burjuvazinin zorla dayandığı "saygı" duygusu gibi, Kürt köylülüğünün ağalığa karşı bir "itaat"i var. Fakat köylülük "saygı" göstermeye zorunlu olduğu Tüdc burjuvazi gibi, "itaat"ten aynlamadığı Kürt ağalığının da kendisine sahip olamayacağım biliyor. Kürt köylüsünün aradığı sahip, sevdiği ve ardından gitmek istediği kurtarıcı kılavuzdur. Kürdistan yoksul halkı öyle bir sahip anyor ki, bu ona sahip çıksın. Yani dar zamanında yardıma ve yol gösterici olsun. Fakat sahip olmasın, yani başına bir efendi, bir bey, bir ağa kesilmesin. Bir sözcükle, Kürdistan halkı, kendisiyle dert ortağı, kendisinden daha derli toplu harekete yetenekli, kendisine bir lütuf olarak değil, bir kurtuluş görevi olarak yol gösterici olacak bir yoldaş anyor. Sözcüklere bakmayın, babahanca dilde "yoldaş" sözü "sahip" şekline de girebilir, şaştlacak bir şey yok. 4- Kürdistan halkının, belki de kapitalist manüğrndan bambaşka, bizim düşünüş tarzımızdan apayn bir "yoğurt yiyişi" vardrr. Bundan ne sonuç çrkar? Kürdistan halkını karşrtlar içinde kıvranmaktan kurtararak ona "kurtancr krlavuz yoldaş" olacak sınrf ve örgütlerin, eğer deyim yerindeyse "Kürtçe konuşmalan" gerektiği... Yazık ki tarihöncesinden ortaçağa kadar doğal ve sosyal parçalanışlarla başkalaşmanın türlerine uğrayan insanlık, kapitalizm döneminde de, bir rejimin eşitsiz gelişimi yüzünden, ekonomik ve uluslararası olma eğilimine karşın, insan yığınlan arasında, çelişkili farklılaşmayı arttırmaktan geri kalmadt. Onun için, mantıktan mantık-öncesine kadar uzanan bir dizi düşünüş biçimlerinde rasüayacağımız ömek ve nüanslan hesaba katmaya zorunluyuz. İşte "Kürtçe konuşmak" derken, Kürdistan halkının mantığıyla, onun düşünüş diliyle anlaşmayı kastediyoruz. Yoksa yanılmak, yanıltmak tehlikelerinden kurtulunamaz. Kürdistan halkının kurtuluş müttefikliğini gören sınıf, o halka karşı kullanacağı taktikte bu özel mantiğt göz önünde tutmaya her zaman zorunludur. Yukanda bunun küçük bir örneğini de gördük: Örneğin bugünkü Kürdistan köylülüğü, kendisine bir sahip ister. Bunu işiten insan, eğer söze değil, bu sözün altında gizlenen maddi anlama dikkat etmezse şaşıp kalabilir. Nasıl olur, bütün Kürt halkının çektiği hep Kürt yâda Tüık sahiplerinden değil midir? Kürt köylülüğü bu gibi zalim sahiplerden kurtulmadıkça, kendine gelebilir mi, vb ? Oysa sorun hiç de böyle telaşlara bırakmaz: Kürt fukarası sizinle Kürtçe konuşmuştur, siz onun anlamım Türkçe ya da Arapça anlıyorsunuz. Kürtçe konuşmayı iyi
bilmiyorsunuz. İşte bizim Kürdistan halkında mantıksal içerikteki psikolojik özelliklerden anladığımız... Bu olumsuzluklara, Kürdistan halİa gibi bütün çalışkan köylülükte de ortak olan birçok olumlu özelliği eklemek için sayıp dökmeye gerek görüyoruz. Yalnız, bir strateji araştırmasında yer tutması gereken ve bugünkü Kürdistan yoksul halkında daha ilk bakışta göze çarpan iki noktaya işaret etmeden geçmek "Tepkiler" bölümünün daha kolay anlaşılmasında herhalde bir noksanlık bırakmak değildir. İki nokta: 1-Pervasızlık: Kürdistan halkı hayata o kadar doğal çocuktandır ki, onlar için ölmek ve öldürmek en basit mücadele biçimleridir. Bütün zulüm görenler gibi şu kötü yaşamdan iyice bıkmış olan Kürdistan köylülüğüne göre, yaşamakla ölmek birbirinden pek ayırtedilmeyen iki biçim zorunluluktan başka bir şey değildir. Onlar için çarpışırken ölüm korkusu yoktur. 2-Rejimden yılgınlık: Kemalizmle uzlaşmış ve bu uzlaşmanın kay maklı tadına konmuş olan, Kürt ağalarla Türk buıjuvalan bir yana bırakılırsa, Kürdistan halkı içinde varolan sosyal ilişkilerden illahlah de meyen bir tek kişi yoktur. Orada herkes, Lenin'in deyimiyle istemiyoruz, tahammül edemiyoruz diyor. Bunun anlamı malum. Bu psikolojik girişten sonra, genel olarak Kürdistan'da varolan rejime karşı yapılan tepkileri gözden geçirelim. Yukandaki karakteristikten sonra, bu tepkiler üzerinde çok durmayacağız. Bunları üç kategoride görelim: 1- Anarşik-tepkiler, 2- Siyasal tepkiler, 3- Ayaklanmalar...
Anarşik Tepkiler Ezilen köylünün ilk tepkisi silahım alıp dağa çıkmaktır. Geçen açıklamalarımızda, Kürt köylüsünün neden ve nasıl, hattâ evini ve barkını bırakıp dağa çıktığım görmüştük. Anadolu'nun yoksul Türk köylüleri de, anarşik tepkilerinde, eşkiyahğa dökülüyorlardı. Fakat Kürdistan'daki gibi eşkiyalık gerek nicelik ve gerekse nitelik olarak Anadolu'daki eşkıyalıktan çok daha dehşetlidir. Gerçekten de bu eşkiyalıklar dönem dönem patlayan ayaklanmalarla da bağlıdırlar. Fakat İçişleri Bakanlığının sandığı gibi hiç de yalnız "ayaklanma döküntüleri"nden ibaret değildir. Belki gerek ayaklanmalar ve gerekse eşkiyalık doğrudan Kemalizm+ağalık zulümlerine karşı, aynı tepkilerin türlü biçimlerinden biridir. Zulüm gören köylü, en canavarca şekillerde zalimleşmeye zorunlu bırakılır. Çeteler, yazın çoğalıp kışın azalarak büyüyüp küçülen, fakat hemen her zaman sayılan 15-20'yi
geçer gezgin oluşumlardır. Örneğin okursunuz: "Diyarbakır muhabirimiz yazıyor: Savur ve Midyat bölgelerinde sürekli olarak eşkıyalıkla halkı rahatsız eden azılı eşkıyalardan Dayırboranlı Ahmet Aziz çetesi takip kollarımız tarafından sıkıştırılarak, bunlardan 18'i ölü ve 24'ü de diri olarak tutulmuşlardır. Beşiri ilçesi halkının başına bela kesilen Ramanlı Abdullah 15 kadar yandaşıyla jandarmalarımızın takibinden kurtulamamış ve çatışmada çete tamamen yokedilmiştir."1 Kürt çeteleri Kürdistan içlerindeki etkinlikleriyle kalmazlar. Bu etkinliklerini ta orta Anadolu'ya kadar genişletirler. Bir örnek: "Çorum 11 (Özel)- Çorumun bazı ilçelerinde, tahminen Sungurlu bölgesinde yollar tehlikeli bir durum almaya başladı. (Sonra jandarmasız yola çıkan bir fen memurunun acıklı hali anlaülır.) Cevad bey bir arabayla Ilgın karakoluna 4 km. mesafedeki dere içine gelince 5-6 kişi meydana çıkarak kendisini durdurmuşlardır. Çevrede tek tük adamlar görülmesinden eşkıyaların 15 kişi kadar olduğu anlaşılmaktaydı, Haydutlar arabacı, yol çavuşu ve fen memurlarının tamamen eşyasını aldıktan sonra Kürtçe bir şeyler konuşarak ormanlığa kaçmışlardır. " 2 Unutmayalım ki bu Sungurlu Doğu illerinden üç dört il öte bir yer. Ankara ilinin hemen srmrı üzerinde. Kemalizm, olayın Ankara'ya kaç saatiik mesafede geçtiğini bizden iyi bilir. Çetelere karşı hükümetin aldığı iki önlem vardrr: 1- Hileyle faka bastırmak, 2- Tarama yöntemi... 1- Hile: Örneğin birkaç ilde birden eşkiyaların affedildiğine, teslim olurlarsa bir daha yapmamak üzere ceza görmeyeceklerine ilişkin gizli açık ilanlar yapılır. Fakat bu ilanların gazetelere yansıtılışı şöyledir: "Tes lim olmaya davet edilen eşkıyalar... Muş, Erzurum, Beyazıt, Van illeri bölgelerinde soygunculuk ve eşkiyalık yapan 58 eşkıyanın 20 Temmuz 1931 tarihinden itibaren bir daha yapmama koşuluyla hükümete teslim ol madıkları taktirde eşkiya ilan edilecekleri içişleri Bakanlığının emri üzerine ilân edilmiştir. "*3Kazara köyüne inenlerin başrrıa geleni bugün Doğu ille rinde bilmeyen azdır. 2- Tarama: Bütün il kaymakamları ve jandarma güçleri, gezici alaylar la el ele vererek köy köy, yaka yıka işkence ve dayakla eşkiya tararlar: "Muş (özel)- Yeni valimiz Mithat Bey, burada asayiş ve inzibatın yüküm lülüğünü sağlamak için büyük bir gayret sarf etmektedir. Dokuz ilçenin kay makam ve jandarma komutanlarının da katıldığı takip müfrezeleri bir anda 1. Cumhuriyet, 4.12.1930. 2-Cumhuriyet, 16.8.1931. 3- Cumhuriyet, 7.8.1931.
tarama hilesine başlamışlar ya da kısa bir zaman içinde Bitlis, Malazgirt, Çapakçur, Suluhan ve çevresinde ölü ve diri olarak 21 eşkiya yakalamışlardır." 4
Bu gibi taramalar çok kere Kürdün sürekli ormanda saklı bulundurduğu silahım da almak için iyi bir olanaktır. Eşkiyalann takipleri arkasından güya eşkiyalığın kökü böyle kazınırmış gibi silahlan toplama gelir: "Diyarbakır muhabirimizden: Bu üç ilçede halk, eskiden kendilerini eşkıyadan korumak için silah sağlamak ve kullanmak zorundaydılar. Bu başarılar (eşkıyaların tutulması) üzerine, halk ellerinde bulunan silahları takip müfrezelerine teslim etmektedir." 5
Bununla birlikte öyle bölgeler vardır ki, Kemalizm orada aşiret sisteminin kendi yönetsel örgütü yerine geçmiş olmasına pişkince aldırmaz. O zaman aşiret başkanlarının çapulculuk örgütünü de hoş görmeye zorunlu olur, Örneğin: "Doğu illerinde inceleme gezisi yapmakta olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Çemişgezek'i gezerken kasabayı pek geri bir halde bulmuş, nedenini sormuştur. Kendisine bunun nedeninin Dersim eşkıyaları tarafından yapılan saldırılar olduğu anlatılmıştır. Dağlarda yaşayan Dersim haydutları kasaba halkının başına bela kesilmişlerdir. Dersimde eşkiyalık yeni bir şey değildir. Çok eski zamanlardan beri sürüp gelmektedir. Fakat bu kezki inceleme, bunlara karşı kesin önlemler almanın gereğini bir daha anlatmış, bu konuda gereken kararlar verilmiştir." 6
Fakat bu "kesin önlemler" on yıldan fazla süren Kemalist rejimde alınamadığına göre, ondan sonrası için de alınamaz. Çünkü Kürdistan'da ağalan aşiret sistemleri halinde egemen kılmak ve aşiret karşıtlıklanndan yararlanarak Kürdistan'a egemen olabilmek gereklidir. Çetelerin ele geçmesinde en çok yardımı olanlar, Kürdistan'm yerlisi olarak jandarmalar ve milis örgütüyle bunlann köylerde bağlı olduklan ağalar, ağa adamlandır. Sonunda kuşkulu köy halkını zincirlemecesine müfrezelerin peşine takıp canlan çıkıncaya kadar dağdan dağa sürünmek vb. gibi yöntemleri tekrarlamaya gerek yok... Şu halde çeteyi tutturan ihbar ve işkenceler aracılığıyla yine ihbarlardır. Örnek: "Haydutlar bu ayın dördüncü gecesi Nemrut dağı çevresinde yol kesip kapatmak, sonra da yolcuları soymak girişiminde bulunmuşlardı. Fakat eşkıyaların bu kötü amaçları haber alınır alınmaz üzerlerine bir müfreze yollanmıştır, ikinci olay: Eşkıyaların gece şehrimiz çevresindeki bir köye geldikleri jandarma karakol komutanı Abdülkadir çavuş tarafından 4. Son Posta, 4.2.1933. 5. Cumhuriyet, 4.12.1930. 6. Cumhuriyet, 17.11.1931.
haber alınmış ve merkeze bilgi verilmiştir.Bu
konu daha çok uzatılabilirdi.
Siyasi Tepkiler Kürt köylülüğünün maddi ve manevi durumunu gördük: En koyu babahan ilişkiler içinde boğulan, en karanlık cahillikle yolunu göremez durumundadır. Kürdistan aydınları sinmiş ve susmuş için için titriyor, o da mehdi bekliyor. Kürdistan'da varolan tanm işçisi genel olarak köylülük içinde önemli bir nicelik ve nitelik oluşturuyor. Fakat köylülükle olan organik bağı bu zümrenin henüz bağımsız ve geniş bir öıgüt ve hareketini olanaksız bırakıyor. Doğu illerindeki genel olarak sanayi işçisi, küçük yani kalabalık bireyleri olmayan fabrikalarla el imalathaneleri hakkındaki demirli demirsiz nakliye araçlan işçisidir. Bu dağınık ve her türlü örgütten yoksun işçi sınıfi içinde de henüz Kürdistan'a özgü bir hareket, hele siyaset belirmiş değildir. Bu bakımdan Doğu illerinde siyaset derecesinde yükselmiş herhangi bir oluşum ve hareket ancak üst sımflara ve Kemalizme karşr kalabilmiş olan eski egemen srnrflara özgü olacağı gibi mantıksal bir sonuca varmamak olanaklı değildir. Onun için son zamanlara kadar Kürdistan'da gelmiş geçmiş bütün siyasal örgüt ve faaliyetlerin ruhu Kemalizmle henüz uzlaşmamış Kürt ağalığı ve beyliğinin ideolojisi olmuştur. Sımf ilişkileri bakımından, Kürdistan'da olan siyasal tepkiler içinde diğer zümrelerden de hoşnutsuz unsurlar yok değüdir. Fakat biz unsurlan değil, bir hareketin sınıfsal yönünü kastediyoruz. Fakat Kürdistan siyasal hareketleri arasrnda, mutlak olarak Kemalizmle uzlaşmamış bir kısım büyük bey ve ağalarından başka sınıf ve zümreleri kabul etmemek, olaylan olduklan gibi görmemek olur. Nitekim Kürdistan hakkındaki siyasal hareketlere büyük bey ve ağalardan başka iki önemli ve dikkate değer sınıf ve zümre daha kanşmıştır: 1- Kürt aydınlan, 2- Küçük soylular. Kapitalist, fabrikasını işletmek için teorik memurlar, pratik usta başlan nasü kullanıyorsa, denilebilir ki Kürdistan davası çevresinde kopan gürültülerde de büyük ve kalın Kürt ağalan, Kürt aydınlanyla küçüksoylulan sağ ve sol eli gibi kullanır. Ağalar, düşünen unsur olarak aydınlan ve yapan unsur olarak bu küçük soylulan kullanıyor. Fakat madem ki her siyasi hareket son zamanlara kadar zorunlu olarak Kemalizmle uzlaşmamış "muhalif' Kürdistan ağalığının egemenliği altında oldu, şu halde: 1- Bu hareket kaderince emperyalizmin aleti oldu; 7. Son Posta, 21.8.1932.
2- Bu hareket, yukarıda söylediğimiz anarşik tepkiler, yani çeteler kadar bile olsun çalışkan yoksul köylülüğe yalan ve layık olamadı. Emperyalizmin kucağına düşmek ve yoksul Kürt köylülüğünden uzaklaşmak... İşte Kürdistan'm en son siyasal tarihçesinde adı duyulmuş bütün siyasal örgütlerin içeriği bu oldu. Bu kısaca karakteristiğini yaptığımız siyasal örgüte örnek, Şeyh Sait ayaklanmalarından sonra, Güney sınırlan çevresinde oluşan "Hoybon" (Kürdistan Kürt Muhipleri Cemiyeti) dir. Mütareke yıllarında Hürriyet ve İtilaf kaışı-devrimcilerinin kurduklan İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi bir şey. Bu cemiyetin başmda hep eski hanedan ve paşa oğullan var. Ta mütareke yıllarında, sultanın parmağıyla ve yedi sekiz Kürt süvarisiyle bir Kürdistan yapmak için dünyayı emrine amade sanan Bedirhaniler ve Cemilpaşazadelerin adı, bugün de Kürt Muhipleri Cemiyeti'nin başındadır. Onun için bu Cemiyet İngiliz, İtalyan, Fransız emperyalizmlerinden başka, yüzellilikler, hanedan gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun artık gülünç bir iskeletinden başka hiçbir şey olmayan döküntüleriyle, Kürt-Çerkez Cemiyeti, Ermeni Taşnak Cemiyeti gibi hedefi büsbütün belirsizleşmeye yüz tutmuş ve mihverini kaybetmiş oluşumlarla düşüp kalkmakla zaman geçiriyor. "Kiminle düşüp kalktığım söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!" Hoybon cemiyetinin de el birliği ve söz birliği etmek istediği sistem, zümre ve örgütlere bakılınca, içyüzünde onlardan hiç de farklı olmayan, yani bugün dünyada kurulan değil, ölen bir düzenin, devrimin değil karşı-devrimin yoluna girmiş bir örgüttür. Hoybon cemiyetinin amacı geçmiş olunca, Kürdistan geleceğinde bu hedefle hiçbir şey yapamayacaktır. Çünkü ezilen Kürdistan halkının kurtuluş hedefi ister istemez geçmişte değil, gelecektedir. Bağımsızlık Kürdistan için ancak bir gelecek sorunudur. Kürdistan köylülüğünün gözü ister istemez geriden aynlıyor, ileriye yöneliyor. Bunu anlamayanların, bu ezilen halk yığınlan üstünde onların her gün biraz daha zayıflayan saygınlıklarım ve boş inançlarını kamçılayarak fırtınalar koparması, bu yığınlan Türk militarizmine boş yere kırdırmaktan başka bir sonuç bulmalan olanağı yoktur. Böyle bir sonuçsa hanzade ve paşazadelere emperyalizm tarafından maddi bir iltifat ve hâlâ kendileri için ölenler var kanısıyla manevi bir hoş kuruntu vermekten başka neye yarar? Kürdistan'a ne kazandınr? Muhalif büyük ağalığın öıgütü içeriğinden henüz sıynlamamış olan Hoybon cemiyeti yukanda işaret ettiğimiz iki tür sapıkkğıyla köksüz ve çiçeksiz bir kütük, iki bacağından olmuş bir kötürüm durumuna
düşmüştür. 1- Emperyalizmle ve genel olarak dünya gericiliğiyle biricik cephe yapmışür. 2- Genel olarak Kürdistan yoksul halkından ve özel olarak Kürt köylülüğünden kopmuştur. 1- Emperyalizmle el ele verme: Yukanda açıkladık. Hoyboncular özellikle üç büyük sömürgeci galip emperyalizmle sıkı fıkıdırlar: İngiltere-Fransa-Italya... Bu üç devlet arasında ismi açıkça en az geçmiş olan, belki hiç geçmemiş olan İtalya'dır. Türkiye ile görünüşte ve işine geldiği oranda dost geçinen faşist emperyalizm daima en gizli şekilde saman altından su yürütüyor. Gerçekte Afiika'daki rekabetinden kurtulmak isteyen Fransa'nın önünde Mussolini İtalyası, kendisine çoktan beri yeni ufiıldar anyor ve Kemalizmin rüyasrnda bile görmediği yöntemlerle el altından türlü Kürt ağalarına çok sevdikleri madeni liretleri sayıyor. Son zamanlarda güya Fransa tarafindan, İtalya'ya, Suriye'ye smrrsrz Anadolu bölgelerinin peşkeş çekilmesi ve "buyurun" denilmesi... Hiç de bir yanlr, yani İtalyan emperyalizminin "teklif ediyorlar, ama ben istemiyorum" demeye getirdiği, kendi bilgisi ve arzusu dışmda olmuş olaylar değildir. Anadolu ovalan üstündeki emperyalist düşünceler, genel olarak emperyalizmin tüm yan-sömürgelerde çevirdiği kombinezonlar, manevralardan ibarettir. Emperyalizmin başım kaşındıran bir şey varsa, o da Kürdistan'rn Trablusgarp'daki Sudan çölüne değil, Ermenistan gibi bir Bolşevik • • lkesine smın bulunuşudur. Yoksa, çoktan Birinci Genel Müfettişliğin makamında bir İtalyan "genel valisi"ni görürdük... İngiliz ve Fransrz emperyalizmleri, şimdilik olsun Kürdistan'daki siyasal ajitasyonlan, ufak tefek "stratejik" savaş hileleri biçiminde kullanmakta yetinir görünüyorlar. Onların düşündükleri, Kürdistan'r Kemalizmin ödünü patlatacak şekilde ellerinde bir koz gibi tutmak ve kendi yönetimlerinde serkeşleşen eski sömürgeleri içinde de aym Kürdistan'ı bir statüko etkeni gibi kullanmaktır. Örnek: İngiltere: Son zamanda Hoybon cemiyetini altüst eden sorunlar arasrnda, Tüık gazetelerine kadar yansryan bir İngiliz generali de var. "Geçen sene Dick isminde bir İngiliz generali Mısır'da Bedirhanilerden Süreyya'ya büyük bir para vermiştir. Bu parayla Hoybon Cemiyeti türlü ülkelerde gizli örgüt yapacak..." "Geçen yıl Dick adında bir İngiliz generali, Hoybon cemiyetine önemli bir miktar para yardımında bulunmuştur." 8
Hiç kuşkusuz bu İngiliz generali Hoybon'a babasının hayn ya da Kürtlüğü sevdiği için para vermez. Hele böyle "önemli bir para", "büyük bir para"yr "bağış" yapabüecek olan İngütere'de kişiler değü, ancak Ehtel8 .SonPosta, 16.1.1933,20.1.1933.
licens servisi olabilir. İngiliz emperyalizmi bu "yardım"ı neden yapar? Dikkat ettiysek, yukarıda bu paranın hedefi yalnız Tüıkiye'de değil, "türlü ülkelerde gizli örgüt" yapmaktır. Bu türlü ülkeler içinde hiç kuşkusuz başta Tüıkiye de var. Fakat Türkiye'den başkalan da var, entelijans servisi parasını o kadar sınırlı işlere terk etmez. Kürdistan'm bir Doğu Balkanları oluşturduğunu yukanda anlatmıştık. Yani Kürtlük yalmz Tüıkiye'de değil; bütün Tüıkiye ile doğu ve güney sınırlan olan devletler içinde de az çok kalabalık fakat şimdiye kadar sesi çıkmamış bir mazlum azınlıktır, işte İngiliz emperyalizmi, satın almak istediği herhangi siyasal bir Kürt öıgütünü bütün bu cephelerde gereğinde Tüıklere, gereğinde diğer devletlere karşı kullanmayı düşünür. 1930'da başlayıp 1933'lere kadar süren Irak'taki Şeyh Mahmut sorunu, siyasal bir Kürt davasınm Irak'a karşı İngiliz emperyalizmince tutulmuş bir biçiminden başka bir şey değildir. Örneğin 2.12.1930'da Kerkük gazetesi, Şeyh Mahmud'un 1927 saldınsına karşın: "Kürdistan da halkı isyana davet etmesi ve tahrike çalışması üzerine, A, B fırkasının gönderildiğini yazan Kürtler, Irak hükümetinin teklif ettiği yeni seçimlere katılmayacaklarını ve Sevr anlaşmasında olduğu gibi kendilerine özerklik verilmesini istediklerini bildirmişlerdir." 9 25.5.1931 tarihli gazetelerde
şu haberleri okuyoruz: 1- Şeyh Mahmut: Bir İngiliz uçağıyla Fırat kıyılarında kuracağı sürgün yerine nakledilmekle yetinilir. 2- "Asi Kürtlere el altından yardım eden Irak ordusu askeri danışmanlarından bir İngiliz binbaşısı Süleymaniye'de tutuklanmıştır. Harekâtı İngilizler yönettiklerinden kendi hesaplarına hareket eden şeyhi yakalamak istemediler."10
12.1.1933. Güçlü Barzan çeteİeri Serkeser'e saldırmış vb... Bu, ingilizlerin Irak'a karşı Kürtlüğü tokuşturmasıdır. 7.9.1932'de Kürt "eşkiya"lan bir tüccar kervanıyla birlikte 20 arabalı bir kervana daha saldırmışlar. "Amerika'nın Tahran ve Kudüs konsolos-larıyla diğer bir Amerikalıya kurtuluş fidyesi alma amacıyla el koymuşlarsa da bir müddet sonra hepsini serbest bırakmışlardır." İşte Hoybonculann ingiliz
emperyalizmiyle ittifakı bu açıdan, yani Kürt halkım ne kendisine ne de başkasına hayır ve huzur vermeksizin sürekli olarak kırdırmak için emperyalizme peşkeş çekmek açısından görülebilir. Fransa: ingiltere için Irak neyse, Fransa için de Suriye odur. Onun için bağımsızlık hevesine düşenleri ve Arap ulusalcılarım ikide birde ürkütmek için Hoybonculardan yararlanmasını biliyor. Örneğin Ağn dağı ayaklanmasından soma Şam hükümeti, Şam'da oturmaya memur ettiği Kürfle9. Cumhuriyet, 9.12.1932. 10. 4.5.1931.
ri serbest bırakıyor. O zaman belediye meclisi üyelerinden Ömer Şemdin, Saadet, Haçoramin, Celadet, Kadri, Cemü Paşazadelerin Hoybon Cemiyetinin çağrılı olduğu bir ziyafet ve yemek: "Ziyafette birçok Kürt bulunmuştur. Kürtlerle Suriyelilerin pek eski ilişkileri olduğundan, Kürdistan düşüncelerinden söz ederek söylevler çekilmiştir." 11 Bu ziyafet ve söylevler, Ağn dağında başanlı olmamakla birlikte az kafa tutar gibi olan, Türkiye'yi borçlar sorununda yola getirmeye yeterli gelecek derecede ürküten Hoybonculara platonik bir tatmindi. Bu Türklere karşı Fransa... Fakat Suriye'ye karşı Fransa da aym Kürüük siyasetini "koç başı" gibi kullanır. Örneğin, yukandaki tarihten iki yü kadar sonra, işi azıtmak isteyen " Vatani "lere karşı, hemen hemen aym addaki Hoybonculann şu yeni girişimini okuruz: "Adana (Özel)- Kader Dey, Haço Ağa ve Cemil paşazadelerdir. Şam'da oturanlar birkaç kişi ve bazı Süryaniler ve Ermeniler, geçenlerde Şam'da toplanarak bazı Bedirhanilerin de katılımıyla kendi aralarında uzun uzadıya inceleme ve tartışmada bulunmuşlar ve sonuçta şu kararı vermişlerdir: Suriye'den tamamen ayrı, bağımsız bir Elcezire hükümeti kurmak. Fakat bu karardan haberdar olan Şam hükümeti durumu Fransa komiserine bildirdiği için (mahkeme, ceza falan gelecek sanmayın!) bu adamlar birer ikişer toplanılmış ve Cemil paşazade Ekremle Bedirhaniler polis gözetimine alınarak, diğerleri de (artık işleri bittiği için olacak) geldikleri yerlere sürülmüştür." 12
2- Kitleden kopmak: Hoybon ki, bugün Türkiye'deki Kürdistan'ın bağımsızlığım hedef bilen bir cemiyettir. Oysa Kürdistan halkı bu cemiyetin adım bile yeni yeni duyuyor. Çünkü Hoyboncular Kürdistan'ın halkıyla ve halkı için değil, Kürt beyleriyle ve türlü ağalanyla temas ederler. Onlann amaçlan Kemalizmi kaldınp, onun iskemlesine Bedirhanileri oturtmak, Türk Buıjuvazisinin soygunu yerine Kürt ve emperyalist burjuyazileriyle Kürt ağalrğrnın soygununu geçirtmektir. Bu düşünce Hoybonculan hattâ ara sıra kışkırttıklan ayaklanma hareketlerine karşın, Kürdistan halkı içinde bir örgüt ve propaganda varlrğt durumunda tutunabilmekten menetmektedir. Genellikle Hoybonculuk kaçakçı sınırlan üzerinde kalıyor. Sık sık gazete sütunlannda görülen haberler bunlar: Türk Sözü gazetesinden naklediyoruz: "Halep'te çıkan El Müşyan gazetesi Halep'te Türkiye aleyhinde gizli bir dernek olduğuna ve sınırlarda ayaklanma çıkartmak istediklerine ilişkin önemli bir haber yayınlayarak Türkiye Cumhuriyetinin ve Fransa yönetiminin dikkatini çekmiştir. Gerçekten de Halep'te gizli bir dernek vardır. Ve bunlar her fırsattan yararlanmaktadırlar. 11. Cumhuriyet, 12.4.1931. 12. Cumhuriyet, 2.1.1932.
Sınırlardan sürekli Türkiye Cumhuriyeti aleyhine karışıklıklar çıkarmaya
çalışmaktadırlar. ,"13 Fakat kazaıa Türkiye sınırlan içine sokulup da orada herhangi bir örgüt kurma girişiminde bulundular mı, ya Kemalizmle kuşkulu uzlaşmalara girişmeye kalkışarak kendi kendilerini batınrlar, ya da suyun üstünde yüzen zeytinyağı gibi, Kürdistan yoksul halkının dışında kalarak Kemalizmin gülünç oyuncağı haline gelirler. 1930 yılının son aylarında Şeyh Said'in oğlu Selahattin'in başına gelen böyle dipsiz maceralardan biridir. Irak'ta General Hamilton'un sağladığı 3 bin lira ücreüe Bağdat Harbiye Okulu'nda eğitimini bitirmek üzere olan Selahattin, orada yüzellilikler ve Kürt Muhipler Cemiyeti ile tanışrp anlaşüktan sonra Hınıs'a geliyor. Ya da gazetelerin dediği gibi "Genel aftan yararlanarak Türkiye'ye dönmeye ve burada faaliyete geçmeye karar veriyor." Hınıs'da "bir süre gizlenerek yerel bazı reislerle temas sağlamaya çalışmıştır. Bunlardan yüz görmeyince Selahattin Erzurum'a geçme çarelerini araştırır..." Örgüt için gelen
Hoyboncunun temas ettiği insanlar "yerel bazı reisler", yani Hoybonculann "muhalif' bildikleri ağalıkür. Fakat bu ağaltğtn çoğu çoktan Kemalizmle statükoya razı olmuşlardır. Yeni maceralara aülmaya hiç niyetli değildirler. Yoksul Kürt köylülüğünü Kemalizm olmaksızın kolay kolay soymanın bugün güçleştiğini anlamışlardır. Onlar Kemalizmin, Kemalizm onların olmak üzeredir. Tabii Hoyboncu bu adamlardan "yüz göre"mez. Fakat Hoyboncu dayanmak istediği ağalıktan yalmz yüz bulmamakla kalmaz, daha başka şeyler de bulur. Yani ağalık Hoyboncuya yalnız "defol" demez. Usulüyle baştan savarken yavaşça "kaymikayim"i de işten haberdar eder. Ağamn Kemalizm için bir adı da "muhbir-i sadık"ür. O zaman Kemalizm, pençesi içine sıkıştırdığı yeni avım bir daha kaçırmayacağından emin bir tavırla izler. Ve bir faka bastırmak için bahaneler hazırlar. Selahattin için gazeteler şöyle yazıyordu: "Hükümet bir süreden beri hainlerin hareketine vakıf olduğundan kendilerini haberleri ol-
madan gözetim altında tutuyordu..." Sorun açıkür: Türk polisi eski Doğu ili milletvekillerinden, yeni buıjuvalaşnıış Kemalizm uşaklarından birini, bizim açıkgöz Hoyboncunun yanına bir "devrim" hareketi yardımcısı olarak "refakat" ettirir. Yedisi yuvarlak, yedisi uzun biçimde üstlerinde hançerli bir el bulunan 14 tane "Güney Kürdistan Cemiyeti" mührü kazılır. Şimdi mühürler hazır. Şu halde bunlar bunlar bulundu: Nasrettin Hocanın yöntemiyle isyana üç nalla bir at kaldı". Sonuç Hoyboncu Ankara'da şu kadar yıla mahkûm! Kemalizm onu asmak yoluyla durdurabilir-
di. Fakat ne olur ne olmaz bir gün belki gerekir diye saklıyordu. Artık aradan yıllar geçer, bir daha bir Hoyboncu'ya Kürdistan içlerinde rastlanılmaz. Bunun başka türlü olmasına da sınıfça olanak yoktur. Çünkü Hoybon Cemiyeti Kürt ağalığına ve beyliğine dayamrdı. Oysa Kürdistan ağalığı, sınıf olarak Türk buıjuvazisiyle az çok sürekli bir uzlaşmaya gitmiştir: İki taraf da birbirine dokunmayacak ve birlikte yoksul Kürdistan halkım soyacaklar! Bununla birlikte bu demek değildir ki, Hoyboncular içinde mutlaka Kürtlük davasında içten, yani Kürdistan halkı için düşünür tek bir kimse bile yoktur. Zaten biz bireylerden değil, genel olarak bu siyasal örgüt içindeki sınıfları ele alarak, o sımf çıkarlarına göre, o örgütün açılımına değinmiştik; bununla birlikte değinirken gördük ki Hoyboncular içinde şimdiye kadar egemen rolünde kalan eski muhalif Kürt ağalığı olduğu halde, fiilen yine son zamanlara kadar, bu rolü tutanların bir düşünen, bir de yapan iki unsuru vardır: 1- Kürdistan aydınları, 2- Küçük soylular. Büyük muhalif Kürt ağalığı davasında kolayca ve hemen başarılı olsaydı, belki bu iki unsuru az çok tatmin eder ve onlarla herhangi bir uzlaşma ve anlaşma yapabilirdi. Fakat başansızlık sürdükçe, bu üç sımf ve zümre arasında sürtünme ve çatışmaların başlamaması olanağı yoktu. Nitekim bu konuda, gene en kesin malzeme bulunmadığı için, yalmz buıjuva basınından sızan haberlere bakılırsa, son zamanda Hoyboncular içinde bu çatışmalar belki de sözü edildiği gibi yalmz üstünkörü bahanelerle patlak veren bilinçaltısal biçimlerde başlamıştır bile. Sorun İngiliz generali Dick'in verdiği paralardan çıkıyor güya... Fakat bunun çıktığı doğru bile olsa sorunun bu olmadığım az çok siyasal örgüt mücadeleleriyle teması olanlar bilir. 1932 yılı temmuzlannda Hoyboncular içinde bir tür aşırılar hiddetinin doğduğunu Kemalist basında okuruz. Aym gazetede halktan toplanan parayı Haço ağa yediği için "kızılca kıyamet kopmuştur. Özellikle aşiret halkı arasında hemen bir heyecan başgöstermiş, hattâ Haço'yu ve avanesini parçalamak amacıyla gösteriler düzenlemişlerdir."14
Bundan alü ay kadar sonra gazetelerde "Türkiye hakkında çok bozguncu amaçlarla kurulan Hoybon Cemiyeti dağılmak üzeredir" diye verilen haberlerde "güvenilir kaynaklardan verilen bilgiye göre, Suriye'de bulunan bir kısım Hoybonlular Ankara'ya başvurarak aflarını ve Türkiye'ye kabullerini
istemişlerdir. ,"15 biçiminde hiziplerinin tam tereddüte kadar varabildiği işa14. Son Posta, 18.8.1932. 15. Son Posta, 16.1.1933.
netler de vardı. Nitekim Bedirhani Celadet o tarihlerde yapılan bir toplantıda kendisini suçlayan bir Cemil paşazade ile Haço ağayı "Türkiye hesabına bağımsız Kürt hareketlerini baltalamakla suçlamıştır" der.
Bu karşılıklı suçlamaların sözlerine değil, çarpışan zümre eğilimlerine bakılırsa, "bağımsız Kürt hareketi"ni Türkiye'ye satabilecek sınıfı, Haço ağa değil, onun efendisi makamında olan Bcdirhanilcrin temsil etmesinden doğal bir şey yoktur. Nitekim aym toplantıda Haşlak Haço ağanın (Bedirhanilcrin hizmetçisi konumundan gelmedir) kendi "aşağı" zümresine özgü olan sesini şöyle haykırırken tanıyoruz: "Zaman zaman bağımsız bir Kürt hükümeti kurmak için yapılan bu toplantılar, işte bu zevatın (Bedirhaniler ve avenesinin) keselerini doldurmak için bir tuzak biçimini alıyor. Öğreniniz ve biliniz!"16
Biz Bedirhanileıdense, Haço"ya daha çok inanıyoruz. Ayaklanmalar Ayaklanma, ezilen Kürdistan köylüsünün yemek içmek kadar zorunlu gereksinimi ve her günkü işidir. Yalnız bu kez geçenki pratik ara sıra daha geniş ve daha siyasal bir biçimde alevlenir; o zaman... tam o zaman da değil ya, bu alevlenişin Avrupa basınında yazıldığı "mızrağın çuvala giremez" hale geldiği zaman, bizim "lahana yapraklan" da, "ayaklanma varmış" diye buram buram açılmaya başlarlar. Ve biz de ayaklanma varmış deriz. Bir buıjuva yazan gözdağı verme sırasında Kürdistan'daki sürekli ayaklanmayı ateşe tapar kazanına, kaynayan bir "kazan"a ve bizim "ayaklanma" dediğimizi de bu kazanın "taşmasına" benzetiyordu: "Ararat'ın çevresinde Kürtler ayaklanmış, İran'da bir takım Kürt çeteleri isyan dalgaları halinde bizim tarafa akmış! "Bunu işittiğimiz zaman -ben- ne hayret ettim, ne telaş: Çünkü oralarda isyan ruhu ateşe tapar ocağına konulmuş kazan gibi sürekli kaynar. "Demek oluyor ki, bu kez birkaç zehirli soluk, ateşi fazla alevlendirmiş, birkaç hain parmağı bunları fazlasıyla kışkırtmış ve ezeli isyan kazanı taşmış..." Ve aynı yazı dizisinin sonlan şu satırlarla bitiriyor: "Ayaklanma çıkarılan bölgelerin durumunu bilenlerin hayret ettikleri şey, ayaklanmanın alevlenmesi değil, bu kadar hızla bastırılmasıdır."11
Kendi istediği sonuçlan çıkartmak için de olsa bu buıjuva yazannın yaptığı bu gözlem "aslına mutabık" ür. Kürdistan'da ayaklanmanın olması değil, ayaklanma oldu denmesi, hele o ayaklanmalann kökünden kazındığı 16. Son Posta, 20.1.1933 17. Yusuf Mazhar ag.y., Cumhuriyet.
nın söylenmesi şaşılacak şeylerdendir. Ama biz yine "normal" ayaklanmalar hakkında iki sözcük söyleyelim... Her günkü ayaklanma pratiklerini saymayalım. Cumhuriyet buıjuvazisinin iktidara ulaştığı tarihten beri, Doğu illerinde iki geniş siyasal ayaklanma hareketi oldu. Bütün ayaklanmalar gibi, bu iki ayaklanmanın da "motor"u, aym yoksul Kürdistan halkı oldu. Fa-kat .bu motor her iki ayaklanmada da kendi hesabına işlemediği, başkalarının hesabma işletildiği için iki ayaklanmanın anlamı ve yönü ayaklanmayı yöneten sınıfların durum ve çıkarlarına göre başka başka oldu. Birincisine Şeyh Sait, diğerine Ağrı dağı ayaklanmasr denildi. Bütün bu ayaklanmaların ortak bir nitelikleri vardır:; salgınlıklart... Bir başladılar mı enfes bir hızla, varolan temel devlet aygıtlarını panik derecesinde bozguna uğratarak çorap söküğü gibi yayılmaları... Bu nitelik Kürdistan halkının niteliği, Kürt köylülüğünün zulüm karşrsrnda patlak vermek için firsat kollayan ve her gün biraz daha keskinleşen devrimciliğidir. Halkın bu eğilimini Kemalist devlet aygıü o kadar iyi bilir ve bu eğilimin çığ gibi yuvarlanışından o derece yılgındır ki, ayaklanma hareketi ortalığa yıldırım hızıyla yayılan bir söylenti halinde dolaşırken, bir kasabaya gelen 40 mavzer ya da beşliyle silahlı Kürt çetesi, bu kasabada varolan bütün köy halkını çevresine toplayabildiği gibi, mitralyöz ve hattâ topu olan bir tabur askerle, makineli tüfekli tüm jandarma güçlerini ufak bir çarprşmaya gerek bırakmadan silahlarım atip kaçmaya mecbur brrakabilir. Kürt ayaklanmalarında, hiç umulmadık bir hızla birkaç şehrin bir günde zaptcdil i verişi, daima bu ayaklanmada ezilen halkm tepkisindeki özelliklerle açıklanabilir. Bunda pek de anlaşılmayacak bir şey yoktur. Leninizm daha 30-35 yıl önce soyguncu devlet aygıtlarının "zulüm" ektikleri yerde "kin biçmek"e hazır olmalarım söylerken tarihsel maddeciliğin yüzyrllarca çağırdrğr şarkryr bize bir daha çevirmekten başka bir şey yapmıyordu. Nitekim Türk burjuvazisi bile bu gerçeği anlamış görünüyor. Yalmz daha edebiyatlr bir dille suçu üstüne alınmıyor ve "geçmiş"e yüklüyor. "Vaktiyle ekilen fırtına tohumları bugün bize yıldırımlar biçtiriyor. Bunlar geçmişin günahlarıdır,"18 Bununla birlikte bir daha unutmayalım: Motor başkalan için işledi. Onun için nasıl işlendiğini gayet kısaca hatırlayalım. 1- Şeyh Sait Ayaklanması: Ruhani ağalığın yönetiminde ve Şeyh "Sait" ideolojisi altında patlak verdi. Fakat Doğu illerinin mesleksiz+hizmetkâr+amehye+miriyvo yığınlarının o müthiş zaptolunmaz çığı, 18. Şükrü Kaya: Meclis demeci, 26.6.1932.
hemen bütün ağırlığını hissettirdi. Yukarıda söz etmiştik: Şeyh Sait ayaklanması birbirlerine pamuk ipliğiyle bağlı olan ruhani ağalıkla fani ağalığın arasım daha belli bir şekilde açmaktan, sonra fani ağalığın Kemalizmle el ele veıeıek ruhani ağalığa karşı son bir darbe indirmek istemesinden başka bir sonuca varmadı. Hattâ öznel iddiaları bir yana bırakır da, nesnel durumu gözönüne alırsak. Şeyh Sait ayaklanması herşeyden önce fani ağalığın ruhani ağalığa karşı kurduğu bir tuzaktır. Çünkü Şeyh Sait ile birlikte ayaklanma sorunu çevresinde konuşan ve ayaklanmanın merkez komitesi rolünü oynayacak olan diğer üç beylikten ikisi, Şeyh Sait'ten aynlır aynlmaz, herşeyi Kemalizme haber verirler ve bu ihban yapanlar ruhani değil fani ağalardır. Kürdistan ayaklanmalarının eğer salgın halinde hemen yayılışı, su gibi akıcılığı ve biraz da tahripkâriığı ezilen halkın özelliğiyse, bu ayaklanmaların çarçabuk "teslim" oluşu, bozgunu ve bir hayli de anarşikliği kancık ruhlu ağalığın ezeli orostopolluğundan ileri gelir. Şeyh Sait ayaklanmasında halk hareketi, şeyh ve seyitlerin ne bir harekelini ne bir işaretini ve tabii ne de belirli bir yönetimini beklemeden tam kendiliğinden patladı. Ve şeyhler, seyitlerle birlikte bir kısım yandaş tanı ağalan da, Mat hepsini de başka başka yönlerde, birer saman çöpüne yakın teslimiyetle aldı ve bir deli sel gibi peşinden sürükleyip götürdü. Fakat ayaklanmacılar içinde ne kadar smıf ve zümre ayaklandıysa, o kadar da istek ve tutku kalkıştı. Bu eğilimler içinde mülk sahipleriyle mesleksizler arasındaki derin ve uçurumlu çelişkilerle aynlmış olanlar vardı. Ortak hoşnutsuzluk bütün karşıt eğilimleri zembereklerinden bir kere boşalttıktan sonra, bu eğilimler hemen birbirlerine düşürmesi kadar doğal bir şey yoktu. Hele ayaklanma hareketi içinde en ufâk bir smıf disiplinini ve bilincini temsil eden güdücü örgüt çekirdeğinin bulunmayışı, ruhani ağalığın manevi nüfuz taslağına hemen dizginleri elinden kaçırtmak zorunluluğunu dayattı. O zaman köyde ruhani ve fani ağalık, şehirde de küçük ve büyük buıju valık, dalgalanıp gelen mülksüzler ve dünyada hasın olmayanlar tufanı önünde kalakaldı. Ezilen halkın kendi içinden doğmuş bir sınıf öıgütüne sahip olmayışı tahripkârlığına zemin hazırlıyor, fakat başta çapulcu ağalığın anarşik zihniyeti, güçleri büsbütün dağıtarak büsbütün talancılığa dejenere ettiriyordu. İşte öıgüfsüz hareket+çapulcu ağalık ruhu+mülksüzler tepkisi olarak patlayan isyan, bir senteze bir türlü varamayan boşuna bir anarşi şekline dönüşmeye başladı. Ayaklanma, başlangıcında fani ağalığın ruhani ağalığa ihanetiyle başlamıştı. Fakat en sonra tüm mülklü sınıfların hep birden mülksüzlere
karşı ihanetiyle bitti. Köyde marabalar ağaların konaklarım da karakollarla aym zamanda yağma ettiler. Bu ruhani ve fani ağalığı birdenbire şaşırtıverdi. Şehirleri basan dağımk ve "başıboş" açlar ve ayaklanmacüar kafilesi, derebeyliğin, kapitalizmin, yani bütün egemen sınıflı toplumlar da yukarı sınıfların örgüüü bir şekilde yapüklan yağmacılığı herhangi bir sınıf siyasetinin taktik ve strateji gereksinimlerine bakmaksızın ve örgütsüzcesine uluorta, gelişigüzel yapmaya koyuldular. Hele ağa etkisi nin kamufle olması yüzünden şehirlerdeki büyük burjuvaların serveüerini paylaşmaya kalkükları gibi, kulübesine çekilmiş küçük buıjuvalann da tuzuna ekmeğine sahip çıkmak gibi aykın ve tehlikeli yöntemlere de sap landılar. Zaten bu mülksüzleştirmeler de mülksüzler sınıfının geniş toplu luk gereksinimlerine ve bir plan ve düzene göre, bir amaç için yapılıyor değildi. Kişisel yağmacılığa da hızla soysuzlaşıyordu. Tüm şehir buıjuva ve küçük-buıjuvalan bu anlamsız yağmacılıktan dehşete düşmüşlerdi. Ve iş bu aşamaya döküldükten soma ayaklanma artık çoktan çekiciliğini kay betmiş, büyük ayrılrklarla paramparça olmuş ve kendi içindeki en büyük düşmanlarına, kalabalık tarafsızlar kısmım kattırarak, karştstnda Kemalizmdcn başka ve onunla birleşmeye hazır birleşik bir düşman cephe ya ratmışü. Köyde birçok ağa zaten dalkavukluk etmek için aradıkları fırsatiardan birini, bu kez konaklanmn da yağma edilmiş olması gibi daha içten gelen bir gereksinimle yakalayarak Kemalizme el alündan yardtm vaat ettiler. Şehir küçük-burjuvalan depolardan yağma edip nöbet bekle dikleri ocaklanm, birer mazgal haline koyarak çapulculuğa karşı ansızın cephe tuttular. Beş on gün önce arkasına bakmaya zaman bulamadan tüm Kürdislan halkının dehşetti kini önünde paldır küldür kaçan Kemalist güçler, kendi kendini bozan ayaklanmanın üstüne, gayet kolayca zafer ka zanan, fakat bu kolaylık oranında vahşetini, çapulculuğunu arttırarak "us landırma seferleri" örgütledi. Kürdistan köyleri yanıyordu. Şeyh Sait ayak lanması iki sözcükle budur. Onun için koyu karşı-devrimci içeriği altrnda boğuldu gitti. Bu ayaklanmada ağalığın evvel ezel anarşik, çapulcu ve zalim niteliği, ebedi hainliğiyle ayaklanmayı arkadan vurdu. Ve ayaklanmanın bozgununda bir önemli etken de bu aşiret parçahhğı oldu. Bu kuşku götürmez. Nitekim Ağn dağı ayaklanması sırasında eline kalemi alan Yusuf Mazhar, bir kere de bu yönü şöyle anlatın "Ayaklanmanın başlıca Zilanlılar, Celaliler, Haydariler tarafından yayıldığını tahmin ediyorum. Şeyh Sait'in kıyamı altüstlüğünde buralarda fiili hareketlerin gerçekleşmemiş olması bu
tarihte o haşarelerirı aralarının açık olmasındandır. Yoksa bu çapulcular öyle bir fırsatı teperler miydi hiç?" Fakat halkın yanan motor gücüyle işlediği bütün ayaklanmalarda olduğu gibi, Şeyh Sait ayaklanmasında da bozgunun belli başlı nedeni iç etkenlerdi. Ayaklanmayı içinden fetheden üç belli başlı etken: 1- Ruhani ağalık tarafından ve ağalık çıkarlan adına ağaca yönetiliyor olması, 2- Bizzat ağalık tarafından en büyük ihanete uğraması, 3- Yansız kalmaya yeminli unsurları yok yere kendine düşman etmesidir. Şeyh Sait ayaklanmasında Doğu illeri halkı ve Kürt köylülüğü büyük bir ders aldı; ağalığın bu ayaklanmayı boğduğunu ve ağalığın bir halk ayaklanmasına gelemeyeceği gün gibi aydın oldu. Genellikle ruhani ağalık ve kısmen fani ağalık, isyancı halkın gözünde» bir ayaklanma için her türlü prestijini kaybetmiş ve iflas etmişti. 2- Ağn Dağı Ayaklanması: Bizzat buıjuvazinin de kabul ettiği gibi, Şeyh Sait ayaklanmasından içerikçe bambaşka ve hattâ daha "önemli" oldu. Ayaklanmanın artık geri çekilmeye başladığı tarihlerde, Kemalist basın şöyle yazıyordu: "İki kolordunun butun araçlarıyla tam bir hafta meşgul olmasını gerektiren olay, kuşku yok ki Şeyh Sait ayaklanmasından daha önemliydi."''' Tabii burjuva gazetesi "önemli" derken bile ayaklanmayı bir haftaya düşürerek önemsizleştirmeye uğraşıyor. Ayaklanma bir hafta değil, bir aydan çok fazla sürmüştür. Bizzat aynı gazetede a yaklanma kollan "19-20 Haziran gecesi Gevrişamyan çevresinde sınırı geçerek H aydaranlı'daki akrabalarının yanına kadar sokulmuşlar ve sınır üzerindekiHanik köyüne saldırmışlar" diye gösterildiğine göre, ayaklanmanın o tarihte başladığım varsayarsak, 20 Temmuz 1930'da okunan şu satırlar: "Ağrı'daki durum eski şeklindedir. Bombardımanların yenilgin ve umutsuz bir hale getirdiği eşkiya, hiçbir hareket yapamayarak sonunu beklemektedir. " 20 İradan bir ay geçtiği halde ayaklanmanın henüz devam ettiğini gösterir. Fakat Ağn Dağı ayaklanmasının önemi, nicelik, süre ve devam açısından değil, daha çok nitelik açısındandır. Nitelik farkı, gerek kullanılan ayaklanma araçlan, gerekse ayaklanma hedefi gereğince daha başkaydı. Araç: Şeyh Sait ayaklanmasında eline bir mavzer ya da yatağan kapan "Şeyh Sait efendinin askeriyim" diyebilirdi. Teslim olan bölüklerin makinalı tüfek ve mitralyözleri asiler tarafından muzır birer hayvan gibi yokedilirdi, kullanılacak yerde kırılıp aülırdı. Onlar biraz da seyitlerin "üfürük" 19. Cumhuriyet, 11.7.1930 20. Cumhuriyet, 20.7.1930.
gücüne dayanmış görünüyorlardı. Oysa Ağn isyancüan en modem silahlarla işe giriştiler ve kullandıklan araçlar çok çeşitliydi. "Düşünceye katıları kuşkular sırasıyla güçlendi. İran sınırları bize karşı açık bir ordugâh halindedir. Hoybon Cemiyeti fesat tohumları hazırlamaktan vazgeçmiş değildir. Lavrence Hacı Mehmet' namı altında Bağdat'ta bulunuyor. Eşkiyaya dışarıdan yardım sağlayan bir neden de, bu aşiretlerin mitralyöz, makinalı tüfek gibi son bilimsel silahlarla hazırlanmış olmalarıdır." 21
Amaç: Şeyh Sait ayaklanmasında, ayaklanmanın hedefinin, herkesin kendince, her smıf ve zümrenin kendi çıkarınca anladığı belirsiz anlamt var ya da yoktu: şeriaü kurmak! Oysa bu aynı sözcükten Şeyh Sait'in anladığı, bir tür Kürdistan papalığı kurmak; ağaların anladrğr bütün Kemalist buıjuva yöntemleri yerine tam ortaçağ derebeyliğini geçirmek; şehir burjuvalannrn umduğu, Tüık buıjuvazisinden bağımsız Kürt burjuvazisinin Kürdistan halkını rakipsiz sömürü düzenine girmek; şehir küçükburjuvalanmn beklediği ünlü olduğu kadar bilinmez olan adalet; bütün mülksüzler ve yoksul köylülüğün peşinden koştuğu ilahi bir refaha kavuşmak vb. idi. Ayaklanma öyle bir muzdu ki, onu yiyenin niyetine göre koku veriyordu. Ağn ayaklanmasr öyle olmadr. Onda muhalif Kürt ağalığıyla muhalif Kürt buıjuvazisi kendi sınıfsal ve birleştirilmiş hedeflerini herşeye egemen kılmayı bilerek, bu hedeflere elle tutulur şeküler bile vermişlerdi. "Bütün düşmanca bir amaç yolunda toplandığı sonunda anlaşıldı. Kıyamı hazırlayanlar meğer İran sınırlarındaki Kürt aşiretleri de dahil olmak üzere bir 'Nasturi Kürt krallığı' kurmaya gayret etmişler." 22
Ağn ayaklanması patlak verdiği zaman bütün burjuva basım "son gerici unsurlar yeni bir gerici atağr yapma hırsıyla" tarzında, tarihi bir tekerrür saymaya alışkın ruhlannca, Doğu olaylarına bir daha basmakalıp "karşı-devrim" damgasını yapıştırmışlardı. Önce yavaş yavaş, sonunda lam iki yıl sonra bir meclis tartışmasında gazeteye gelen İçişleri Bakanının resmi demeciyle bu karşı-devrim niteliği yalanlandı: "Sonraki hareketleri kastediyorlarsa, onlar karşı-devrimden çok siyasiydiler! Ayrılıkçı hareketlerdir." Bu kayıtiardan anlaşıldığına göıe, Kemalizm için iki türlü ayaklanma var 1- Karşı-devrimci: Bunun anlamı yalnız derebeyi, ağa ayaklanması (Şeyh Sait ayaklanması gibi); 2- Ayrılıkçı: Yani ulusal derülen buıjuva ayaklanmalan. Kemalizme göıe, Ağn dağı ayaklanması "karşıdevrimci olmaktan çok" ayrılıkçıdır. Kemalizm dini siyasetten ayırdığı ve 21 .Cumhuriyet, 15.7.1930. 22. 15.7.1930
Şeyh Sait ayaklanmasını salt dini bir hareket saydığı için karşı-devrimi siyasi saymıyor. Onda böyle saçmalar çoktur. Kusuruna bakılmaz. Yalmz bizce önemli olan bir noktayı tekrar edelim: Herhangi sosyal bir hareket, bugün ulusal ölçüde sınıf içeriğince ölçüldüğü gibi, uluslararası ölçüde, ancak dünyanın bulunduğu devrim ve karşı-devrim cephelerinde tuttuğu konuma göre yer alır. işte, Kürdistan'm başından geçen Şeyh Sait ve Ağn ayaklanmalarım bu açıdan incelersek şu sonuçlara vannz: 1- Şeyh Sait ayaklanması: a) Ülke içinde, ağalığın kapitalizme karşı saldınsı olduğu için karşı-devrimciydi. b) Dünya içinde, emperyalizmden medet umduğu için yine karşı-devrimciydi. Şu halde, Şeyh Sait ayaklan ması gerek ulusal, gerek uluslararası ölçüde karşı-devrimciydi. 2-Ağn dağı ayaklanması: a) Bir ülke içinde, bir ulus olarak ezilen Kürtlüğün ezen Türk burjuvazisine kaışı ayaklanması olmak istedi. Bu ka pitalist zulmüne karşı çıkan ulusal kurtuluş hareketi, bu harekette çalışkan alt sınıfların da kurtuluşu temsil edildiği oranda, bir ülke içinde olsun ileri ve devrimci bir hareket sayılabilir, b) Dünya içinde Ağn ayaklanmacılan Lavvrence'lı emperyalizme dayandı. Emperyalizm demek dünya karşı devrimi demektir. Şu halde Ağn ayaklanması, dünyaya oranla karşıdevrimci bir harekettir. Fakat bugün gerek karşı-devnm, gerekse devrim cepheleri dünya çapında birer sistemdirler ve sistem olarak karşılaşırlar. Şu1 halde dünya içinde bir hareketin karşı-dcvrim cephesinde mi, devrim cephesinde mi bulunduğu, dahil olduğu sisteme göre belirir. Çünkü tüm, parça üzerinde hep egemendir. Herhangi sosyal bir hareket, dünya içindeki iki hareket sisteminden birinin parçası olmaya zorunludur. O zaman ise, parçası olarak içine girdiği sisteme göre devrimci ya da karşı-devrimci olur. İki Doğu ayaklanması arasındaki lâik, dünya içindeki konumlarından çok, bir ülke içindeki özellikleri bakımındandır. Şeyh Sait ayaklanması, din kisveli ağalığın açıkça maziye doğru kıyameth bir koşuşuydu. Ağn dağı ayaklanması, daha çok Kürdıstan'taki Kemalizmle uzlaşamayan burjuva+ağa unsurlanrun, fakat daha modem olan burjuva sloganlarım, yani ulusalcılık ilkelerini ideoloji edinerek harekete geçmesi ve halkın hoşnutsuzluğundan yararlanmaya girişmesiydi. Nitekim Kemalist basmda yayınlanan Ağn dağı bildirileri, açıkça Kürt ulusunu öne sürüyordu: "En büyük bir ulus olmaya layık Kürt kardeşler! Bütün ulusların bağımsızlıklarını kurtardıkları bugün Türk yönetiminde kavrulan aziz Kürt ulusunun hâlâ tutsaklık halinde yaşamasına tahammül edebilecek misiniz? " 23
Kürdistan halkı Ağrı dağı ayaklanması karşısında ne yaptı? Kemalist basın bu sorun çevresinde sistematik bir ört-bas etme propagandasına girişmiş olmasına karşın çelişki içindedir. Ayaklanmanın başlangıcından iki ay kadar soma, sözkonusu ayrılıkların henüz bir bir devam ettiği bir sırada, Birinci Genel Müfettiş İbrahim Tali Bey, İstanbul gazetelerine izlenimlerini anlaüyordu: "Suriye sınırlarından daha bazı yeni saldırılar gelebilir. Fakat bütün bu saldırılara karşı önlemler alındı. Aslında bunların arkalarından halk arasından gidecek kimse olmayacağı görülecektir." Fakat bu yukanda söylediğini hemen
unutuveren Genel Müfettiş, daha aşağıda "bunların arkalarından gidecek kimseler" in bulunduğunu da ünlü adliye terimiyle Şöyle İtiraf ediyordu: "Bu konuda beslenen siyasal arzular böylece geçerlilik kazanmış oluyor. Sınırı geçenlerin silahlı tehditleri üzerine bir kısım halk zorla onlara katılmıştır." 24
Türk buıjuvazisine göre, halk "zorla", yani istemeye istemeye ayaklanmışür. Oysa bu iddia gülünçtür. Kürdistan halkım tammayan ve Ağrı ayaklanması sırasında halk arasında yıldırım hızıyla dolaşan söylentilere kulak kapayan bir kişi, eğer Kemalist değilse, olan sonucun büsbütün tersi olduğunu açıkça söylememezlik edemez. Şurasım mutlak olarak kabul etmek gerekir ki, Ağrı dağı ayaklanmasında ve hattâ ayaklanmadan önce, halk bütün gönlünü ve hayallerini böyle bir ayaklanmaya kapürmıştı. Belki o ayaklanma da başarılı olsaydı, Kürdistan halkı düş kırıklığına uğrayacak, zulmün yalmz dövüştüğünü görecek, boş yere aldandığını anlayacaktı. Fakat sonu ne olursa olsun, ezilen halk bugün kendisini ezenlere karşı çevrilmiş ,..25 ayaklanma hareketini bütün varlığıyla özlüyordu. Bütün Kürdistan halkı için ortak olan psikolojinin tam ayaklanma bölgesinde tersine dönmesi anlaşılmaz bir şeydir. Zaten Kemalizmin militarist gizli etkinliğine karşrn bunun böyle olduğu olayların dilsizliğinden de anlaşılmıyor değildi. Ağrı ayaklanması daha başladığı gün buıjuva basım bir tek şeyden istekle söz ediyordu: yoketme, Kürtlüğü mahvetmek... "Hükümetimiz çok ciddi ve seri önlemler alarak, eşkiyanın geriye kaçmasına da olanak vermeyerek tamamen yokedilmelerini azmetmiştir. " Ve bu yoketme yalmz ayaklanmacı unsurlara değil, ayaklanma bölgesinde çoluğuna çocuğuna kadar bütün Kürt köylülüğüne uygulandt. Ayaklanmanın basürılmaya başlandığı günlerde srk srk şöyle kayrtlara noüanıyordu: "Ayaklanmacılara katılan Ağrı eteklerinde dört köy yıkılmış24. Cumhuriyet, 18.8.1930. 25. Bir kelime okunamadı.
tır." Uslandırmaya memur kolordu komutam Salih Paşanın gazetelerde yayınladığı bildiriler şu satırlarla doluydu: "Karşı-devrimci eşkıyaların tümüyle yok edilmeleri ve ocaklarının söndürülmesi için, kıtalarımız vb... eşkıya sürüleri çok perişan ve bozguna uğramış bir halde Zilan ve Hacı diri derelerine sığmmışlarsa da kıtalarımızın yavaşça sıkışan çemberi içinde hiçbiri kurtulamayarak yol edilmiştir. "16
Türkiye içinde söndürülecek ocakları bulunan "karşı-devrimci eşkiyalar", hiç kuşku yok ki, Türkiye'ye uzaydan gelmiş olamazlar. Ve işte düzgün çehresinde Şişli ruhunun sırıttığı paşamız böyle eşkiya sürülerini "hiçbiri kurtulamayarak yok" etmekten söz etmiştir. Ağn dağı ayaklanmasında Kürdistan halkının katılım derecesini gösterecek bir başka işaret de, yalmz tutuklamada bile bir yıldan fazla süren Adana mahkemesidir. Kemalizm, bire kadar kırmakla doymadığı Kürdistan köylülerinin kılıç artığım ünlü Birinci Genel Müfettişlik yöntemiyle tüketme olanağım kaçılmadı. Şu kısa haberi okuyalım: "Adana 27- Ağrı eşkıyalarından 700 kişinin mahkemesine Adana Ağır Ceza Mahkemesinde bu hafta içindi başlanacaktır. Şimdiye kadar şehrimize 192 kişi getirilmiştir." 21
Bunun anlamı nedir bilir misiniz? Beyazıt'tan 700 kişi olarak çıkardan sanıklardan yalnız 192'sinin Adanana sağ ve salim olarak kavuşabildiği... Ötekiler yollarda ne mi oldu? O "ne siz sorun, ne biz söyleyelim" konusudur. Şu küçük kıssadan çıkan hisse şudur: 1- Ağn ayaklanmasında Kürdistan halkı, ayaklanmayı manen ve maddeten tuttu.* 2- Ayaklanmacılar halkı tutmadı ya da tutmayı bilemedi. Çünkü bir halkı ayaklanmada tutmak demek: a) O halka ayaklanmanın ne vereceğini bir amaç olarak göstermek; b) O amaç uğruna halk kitlelerini hazırlayarak örgütlemek gereklidir. Ağrı dağı ayaklanmasını görenler, halka yani özellikle yoksul Kürdistan köylülüğüne elle tutulur hemen hiçbir maddi hedef göstermemelerine karşın, bu halkın genel sempatisini kazanmışlardı... Fakat halk içinde değil, hâlâ aşiret ağalan ve yanar döner Kürt zenginleri arasında sonuçsuz ve kısır örgüt girişimlerinden ileri geçemedikleri için, hem ayaklanmayı kaybettiler, hem de ebediyen değilse, epey uzunca bir süre için halkın güvenini de kaybettiler. Acaba Kürt ulusalcılan sosyal ve siyasal davalarda kuru Bakuninizmin söylediğini hiçbir zaman anlamayacak mı? 26. Cumhuriyet, 15.9.1930. 27. Cumhuriyet, 28.11.1931. * Hattâ İzmir'de bile "Kürt ordusu geliyor. Bu hafta İzmir'e girecek!" gibi heıze savurmuş Kürt Ahmetler bulunmuş ve adliyeye verilmişti. (Cumhuriyet, 9.8.1930).
PARTİ VE "DOĞU" 1- Türk burjuvazisinin ezilen Kürt köylülüğü hakkındaki iltifâtlan biliniyor. Bunlar, köleleştirilmiş mazlum Asya uluslan hakkında salon edebiyatlarından en bilimsel burjuva ideolojilerine kadar bütün kapitalist Avrupa'nın bol bol harcadığı deyimlerin, terimlerin ve betimlemelerin kabataslak alaturka bir kopyasıdır. Avrupalı hâlâ bugün bile bir Türk için aym şeyleri düşünüyor. Fakat Türk buıjuvazisi şimdi yumurtadan çıkmış bir civcivin beyinsizhğiyle dünkü kabuğunu -ezilen Kürdistan halkı için ebedi ve parçalanmaz bir kabuk- duvarlan mutlak çimentoyla örülmüş bir kale ve zindan gibi göstermekten zevk duyuyor. Kaldırım basınının uçkur peşkir konulan sırasında Kürtler hakkında söylenenleri bir yana bırakalım. Resmi bildirilerde Kürtlüğü bir vahşi hayvanlar "sürü"sü sayan düşünüşü tekrarlamayalım. Kendisine sosyal araştırmacı süsü veren bir buıjuva yazarının Kürtlük hakkındaki âkillerini kısaca okuyalım. Orada Tüık burjuvazisinin Kürdistan yoksulluğu hakkında düşünceleri kendiliğinden belli olur: "Anlaşılıyor ki Türkiye'nin düşmanları Iran içlerinde" diyor Yusuf Mazhar Bey. "Bu aşiretlerin aralarını bulmaya çalışmışlar, başarılı da olmuşlar. Sınırın bu yanına saldırmaya ve köyleri ayaklandırmaya neden oldukları bu bilinçsiz, ilkel adamların bayındır bağlara üşüşen vahşi hayvanların zararlarını gidermek için yapılan önlemlere başvurma şeklinde önlem almaya zorunlu bıraktıkları Cumhuriyete -acaba o düşmanlar- bir kötülük yapabilmiş olduklarını düşünerek gönül hoşluğu mu duyacaklar? Bugün Ararat ve Süphan dağlarının eteklerini basan kan sellerinden -bu kanı damarlarından akıtan insan şeklindeki yaratıklar hesabına- o düşmanlar bir şey kazanmış olduklarını mı sanacaklar? Onlara kıymışlardır. Ben ayaklanan bu Kürtlere -bir vatan evladı olma duygusuylauğrayacakları sondan dolayı hiç acımam. Hattâ hükümetin bunlar hakkında ihsan ve merhametle hareket etmesini uygun görmem. "Çünkü bunlar -tarihin tanıklığıyla sabittir ki-Amerika'nın kızılderililerirıden fazla yetenekli oldukları halde, oldukça zalim ve gaddardırlar. Hilekâr ve bazı duygulardan, uygar eğilimlerden tamamen yoksundurlar. Bunlar asırlardan beri ırkımızın başına bela kesilmişlerdir."
"Uygar" Türk burjuva aydınlarının ezilen Kürt köylüsü hakkındaki düşüncesi budur Kam helal "insan şeklindeki yaratıklar" bir "Amerikan
kızıldeıililerinden oldukça zalim ve gaddar"; "bayındır bağlara inmiş vahşi hayvanlar" "bu yeni şeylerden, uygar eğilimlerden tamamen yoksun"; "bilinçsiz ve ilkel adamlar" vb... Kemalist burjuvazinin ideologluğuna göıe, "Kürtler adam olmaz". Bir zamanki "Tüık ulusu adam olmaz" lâfi, şimdi Kürtlüğe özgü biçilmiş bir kaftan olmuştur. Şu halde madem ki adam olmazlar, bunun mantıksal sonucu kendüiğinden çıkar. Tıpkı "uygar" Avrupa korsanlarının ve korsan devletlerinin yapüğı gibi, "uygar eğilimlerden tamamen yoksun" olmayan kutsal ve aziz Tüık kapitalizmine tarihsel bir misyon düşüyor: Avrupa beyazlannın yeryüzünden nam ve nişanlarım kaldırdıklan Aztekler ve Inkalar gibi, kızüderilüerden "oldukça zalim" olan Kültleri dünyadan silmek!... Bilinen yoketme siyaseti: "Bu Kürt kulesindeki karanlık ruhu, kaba duyguları, gaddar eğilimleri kırmanın olanaklı olmadığına inanıyorum. Bunu uzun bir gelişimden beklemek, bunların zaman zaman böyle ayaklanmalar çıkararak ya da ülkede asayişi bozarak, hırsızlık ederek hükümetin daima meşgul olmasına, halkın sürekli rahatsız olmasına neden olur. Güney Kürtleriyle Kuzey Kürtleri arasında büyük farklar vardır. Umarız ki, hükümet sorunu bu noktada izleyerek bir Cumhuriyetin sloganına yakışan (!) kesinlik ve ciddiyetle çözer."
"Kürt kitlesi" Kemalist burjuvazinin hiç kuşkusuz "halk"ı değildir. Belki burjuvazi de, "halk"ını ve hükümetim "rahatsız" eden hayırsız asayiş düşmanı bir ayaklanmacılar yığınıdır. Bununla birlikte aralarında Kuzey, Güney ve aşiret aynlıklan bulunan bu kütleleri önce "bölünüz", fakat "egemen" olmayınız. Bu Avrupa sermayesinin bugünkü sömürge yöntemidir. "Yok" ediniz. Avrupa'da kapitalizm doğalken sömüıge geri kavimlerinde aynı yöntemi uygulamıştı. Tüık burjuvazisi böyle diyor. 2- Kürt burjuvazisi: Ne yapıyor? "Türkleşen" önemli bir kısmı çoktan Kemalizmin zafer arabasını taşımakla meşgul. Daha az önemli olmayan bir başka kısmıysa, kendi kendini inkâr derecesinde silik benlikle üıkmüş, şuraya buraya sinmiş susuyor ve titriyor. Hoybonculann temsü etmek isledikleri yan-ağa ve yan-buıjuva eğilimli Kürt ulusu akımıysa, yukanda Kürdün şimdiye kadar izlediği yöntemlerie halk içindeki nüfüzunu baltalamaktan başka bir şey yapamadı. Yukanda siyasal hareketler konusunda değindiğimiz gibi, Kürt ulusalcılığı Ağn dağı bozgunundan sonra oldukça şiddetli bir farklılaşma yoluna girmiştir. Bu farkltlaşma eğiliminde ne dereceye kadar yeni hedeflere yöneliş var, ne dereceye kadar yeni mücadele yöntem ve biçimleri araşürma yönü gizli? Bunu zaman gösterecektir. Fa-
kat şurası kesin ki, şimdiye kadarki mücadele yöntem ve biçimleriyle Hoybonculuk ölmüştür. Hem bu ölümün gömme törenini de bizzat Türk buıjuvazisiyle birlikte Hoybonculuğun çok güvendiği dış güçler ve emperyalizm yapmıştır. Hoybonculuğun teorik tutumdaşı, Sevr antlaşmasının Kürtlüğe verdiği haklara dayanan bir macera ve ezilen uluslar kavramıyla alay yoluydu. Sevr yolunu tıkayan bugün bütün bir dünyadır. Dünya savaşırım galipler anlaşmasından bugün bizzat o galiplerin kendileri bile söz edemez hale gelmişlerdir. Zaten ulusal bir kurtuluşu lalan emperyalistin filan türlü zulüm beratından beklemek, zehir dolu bardağı "hayat suyu," diye içmektir. Küıt burjuvazisi Kürdistan'm dışında sınırlar üzerinde ajitasyonla bir iş yapacağım umuyordu. Dışarıdan körüklemekle kalmak, sosyal davarım içine girmekten korkmak, sonuçsuz ve anarşik maceralardan başka ne verebilir? Onu geçen deneyimler de yeterince gösterdi. Kaldı ki, hele Ağn dağı ayaklanmasından sonra Kürt buıjuvazisinin bu dışandan ve uzaktan ajitasyonuna karşı da Kemalizm önlemlerini aldı. Artık bu yol da yan tıkanmış sayılabilir. Suriye ve Irak'la İngiliz ve Fransız emperyalizmleriyle iyi kötü bir suçlulann geri verilmesi ve ona yakın dostluk anlaşmalan imzalandı. Hele İran'la yapılan son İran-Türk dostluk anlaşması, bu tür anlaşmalardaki hedefi en köpekçe satirlarla ifade eder. 1932 Iran-Tüık dostluk anlaşmasının beşinci maddesi aynen şudur: "Madde 5- Akit taraflar kendi ülkeleri içinde diğer taraf ülkenin huzur ve güvenliğini bozmak ya da hükümetini değiştirmek amacını güden oluşum ve toplaşmaların ortaya çıkmasına ve yerleşmesine ve gene diğer ülkeye karşı propaganda ya da herhangi bir başka araçla mücadele amacında bulunan kişilerin ya da toplulukların yerleşmesine yol açmamayı taahhüt eder.nl
Zaten bundan önceki ayaklanma hareketleriyle ununu elemiş ve eleğini çiviye asmış olan Kürt ağalığı ve kısmen de Kürt burjuvazisi artık bu son önlemlerle eski olanaklarım kaybetmiş ve son kozunu oynamış durumdadır. Bu iki kategori düşünce, ezilen Kürdistan halkım kurtaracak, ezilen Kürdistan halkından başkası olmayacağı, yani Türk burjuvazisinin olduğu kadar, hemen hemen Kürt burjuvazisinden de Kürdistan köylülüğüne bir hayır beklenemeyeceği bir lapalis gerçeğini bir daha tekrarlamış oluyor. Kuşkusuz Doğu illerinde kapitalist ilişkiler geliştikçe, bugün Kemaliz1. Cumhuriyet, 5.11.1932.
nuıı "fetih" müteahhitliğini yapan Küıt burjuvalan da Türk yasalarının ve yönetiminin Kürdistan'taki sömüıgevari uygulanımı önünde muhalefetierini arttıracaklardır. Hattâ bugün büe Kemalizme en sadık görünen Kürt burjuvalan içinde hiç olmazsa ikinci derecede kapitalistler arasrnda bu melanet tohumlan filizlenmemiş değildir. Şehir ekonomisindeki üstünlüğü ve geniş ilişkileri sayesinde gerek şehir gerek köy küçük-buıjuvalan üstünde egemen olan Kürt burjuvazisi, tekelci Kemalist finans-kapitalle çarpıştıkça bugün gizliden gizüye kışkırttığı hoşnutsuzluğu belki bir gün öıgütleyecek beceriyi de gösterebüecek koşullarda bulunabilir. Gelen her ne olursa olsun bugün Kürt ağalığı gibi Kürt burjuvazisinin de "göbek bağr" Kemalizme bağlıdır: Kemalist finans-kapitalin ordu ve devlet aygıtlanyla ekonomik, yönetsel ve siyasal kurumlarının müteahhitlerine dayanır. Şu halde bütün muhalefetine karşın Kemalizme sadık uyruk görünmeye zorunludur. Bu çelişkidir. Fakat hangi buıjuvazi, hangi sorunda çelişkisizdir? Şu halde Kürdistan, .halkı ve Kürt köylülüğü ulusal ve sosyal baskılardan kurtuluş savaşında bir dönüm noktası üstüne gelmiş bulunuyor. Bu dönüm noktasının başlıca karakteristikleri şunlardır 1- Kürdislan'uı geniş halk tabakalan, iki önemli ayaklanmanın verdiği derslerle aydınlandı: a) İçeride: Ne Kürt ağalığından ne de Kürt burjuvazisinden kendisine kurtuluş yolunda içten yoldaş olmayacaktır. b) Dışanda: Emperyalizm denilen nalıncı keseri binbir manevrasıyla hiçbir zaman Kürdistan halkının gerçek kurtuluşunu istemeyecek ve yalınız ezelden beri olduğu gibi Kürdistan sorununu da kendi tarafina yontmakla yetinecek, Kürdistan köyüne "koç başı" yapmak isteyecektir. 2- Kürdistan yoksul halkı, geçen deneyimlerden iki kere iki dört ederce sine öğrenmiştir ki, ulusal kurtuluşun başanlması için: a) Elle tutulur bir amaç gereklidir: Anlamım yalnız Kürt kitlelerinin pek anlamadığı kum bir ulusalcılık kavramı, geniş yığınlan yerinden oy natmaz. Kürdistan halkım çelikten bir yay gibi yerinden oynatacak olan şey, köylünün ve yoksul halkın siyasal ve ekonomik, genel ve ortak çrkarlan olabilir. Türk burjuvazisi bile Ağn ayaklanmasından sonra Kürdistan halkı arasrnda yaptrğr demagojide, köylüye toprak vereceğini söylüyordu. Kürt ulusalcrlrğt bu esastan yürütmedikçe hiçtir. b) Yeni savaş yöntem ve biçimleri gereklidir: Ayaklanma bir sa ııattır. Her sanat gibi ayaklanmanın da bilimini bilmek zorunludur. Kürt ulusu adma şimdiye kadar hareket edenlerin ikide bir yaptrklan eski
dönemden kalan "huruç" hareketleri, yoksul Kürdistan halkım Kemalist militarizme barbarcasına kırdırmaktan başka yarar sağlamayan Bakuninist Puçizmden ibaret kalıyor. Ulusal bir ayaklanma, halk kitlelerinin büyük ölçüde ayaklanmasıyla başanlır. Halk kitlelerinin ayaklanması içinde tutkun, bıkmaz ve usanmak nedir bilmez doğru ve sağlam bir propaganda ve öıgüt hazırlığı şarttır. Böyle hazırlıksız ayaklanmaya kalkışanlar, bir uçurumu hız almadan atlamak isteyenler gibi beyin üstü düşmeyi kesinkes bekleyebilirler. Böyle bir hazırlık, hattâ varolan yöntemleri -kısmi eleştiri ve düzeltmeyle de değil- bütün maddi organlarıyla birlikte yeni baştan ve bambaşka savaş yöntem ve biçimleri kurmakla olanaklıdır. 3- Kürdistan'da öteden beri devam eden çete çatışmalarının birçok so nucu arasında bir diğeri de, Haçolan küçük Kürt soylularım da yavaş yavaş deklase ediyor, sınıfindan olduruyor. Ve bu Haçolann varolanlardan farklan, eskiden beri az çok siyasal iktidarın tadını tatmış, siyaset ve yönetim işlerinde daha deneyimli ve açıkgöz olmalarıdır. Kemalizm büyük ağalıkla olan ittifakını ilerlettikçe ve çete başı rolünü oynayan küçük soyluları yoksullaştirdıkça, şimdiye kadar beyliğin ağalığın kulu olan bu küçük soylular zümresinin de önemli bir kısmı, ağalığa karşı yoksul Kürdistan köylülüğünden yana geçmektedir. 4- Kürdistan'a Türk finans-kapital ekonomisi ve siyaseti işledikçe ölü kaplumbağa hızıyla da olsa, Kemalizme özgü bir sınıf farklılaşması başlangıçları, şehirlerde olduğu gibi Kürt köylülüğü içinde de kendisini gösterir. Sınıf farklılaşması, şehirde Kürt proleterlerini Kürt kapitalistine ve Türk buıjuvazisine karşı koyduğu gibi köyde de miriyvo ve ameliye lerle büyük toprak sahiplerinin ve Kemalist devlet aygıtının arasım git tikçe daha çok açar. 5- Kemalizmin bugünkü Kürdistan'da bir tek tezi var: asimilasyon ve yoketme siyaseti! Bu tez, bütün Kürdistan'da ne kadar şiddetle uygulamışa -varolan bir ulusun canlılığı, 20. yüzyılda sessiz sedasız pek kolay yokedilemeycceğine göıe- o kadar şiddetle tepkisini doğuracak, Kemalizmin te ziyle doğru orantılı olarak Küıdistan halkını baştan başa saran bir anti-tez büyüyecektir. Bu. anti-tez, Türk buıjuvazisinin siyasal ve ekonomik baskı cephesine karşı, bütün Kürdistan halkının ortak yazgısını temsil eden biricik Kürt'lük cephesidir. Bu bakımdan Kemalizm, Almanya'da Bonapartizmin oynadığı rolü oynayacak. Kürdistan bir tarlaysa, onun üstünden geçen Kemalist terör bir silindir olacak ve ekinleri önce ezecek, fakat sonra top rağa yeni kökler saldırarak büsbütün güçlendirecektir.
6- Türk burjuvazisi Kürdistan'ı layıkıyla soyabilmek için orada iyi kötü bir aydın tabakası yaratmaya zorunludur. Yeni harfleri kullanışı, ister istemez Kürdistan halkı içinde okur-yazarlann sayısını artünyor. Bu akım bir yanda Kürdistan halkına görüş ufku daha genişçe yeni müttefikler hazırlarken, öte yanda Tüık burjuvazisinin dayatmak istediği Türk kültürüne karşı bir tepki uyandırıyor ve Kemalizmin "vahşi Kürt" diye yoksul Kürdistan halkına reva gördüğü "aşağr kast" işlemine derinleşen ve bilenen bir kin büyültüyor. * * *
Bu sorun karşısında partinin şimdiye kadar takındığı tavır, ciddi ve acımasız bir eleştiriye değer. Partinin Doğu sorununda heışeyden önce hiç unutmaması gereken şu noktayı vurgulamak gerekir 1- Sorun çetindir: Bu kesin. Hele sorunun uluslararası ölçüde az işlenmiş bir konu olması ezberîenilmiş klasik ve kolay düsturlara sığdınlamayacak kadar özgün, dokunulmamış, erden olması davayı büsbütün çetinleştirir, ve çetrefilleştirir. Fakat hiç unutmamalı, çetin ve çetrefil sorunlan ya hiç ağza almamak ya da baskakalıp fomıüllerie sıyrılıp çıkmak, ancak 2. Entemasyonal'in oportünist sosyal-demokrat partilerinin şanıdır. Bolşevik parti, ayaklanma ve devrimlerin çocuğu yangına göz kırpmadan bakan devrim partisidir. Bolşevizm, her çetin ve çetrefil sorunun harekete ve devrime yepyeni bir yayılım ve bir hrz veren bir özü bulunduğunu asla unutamaz. Çetin ve çetrefil diye sorundan kaçamavız. 2- Sorun Acildir: Sorundan yalnız kaçmamak, kaçamamak da yetmez. Fıkır fikir kaynayan davadan çekinmek bal gibi oportünizmdir. Amenna! Fakat dahası var: Sorun aceledir, sanıldığrndan çok daha aceledir. Bunu basit bir örnekle anlatmak için şunu hatırlayalım, Batıda bildiri_dağrüyoruz, Doğuda ayaklamyorlar. Batida burjuvazi ne kadar piç olursa olsun.kendi devrimini yapti; Doğuda Türk burjuvazisinin yapmadığı ve yapmayacağı demokratik burjuva devrimi böyle boğuluyor. Böyle bir durum ne bizim ne kimsenin keyfini bekleyemez. Ergeç kendine bir çığır açar. İş bu çığırın şimdiye kadar olduğu gibi sapık ve karşı-devrimci içeriktemi, yoksa devrimci biçimde mi açrlabileceğindedir. İş bu iki şıktan birisini galip getirebileceğini bilmektir! Sorunun genel manzarası bu olunca, biraz da özelliğine girelim. Sorunun özelliği bir karşı-devrim bir de devrim bakımından incelenişiyle ortaya çıkar. 1- Karşı Devrim Sorunu: Kürdistan'ın karşı-devrimle olan
ilişkisi, akla şu iki noktayı getirir: (a) Gerilik. Hiç kuşkusuz Kemalizmin sayesinde, Doğu illerinde büyük çoğunluk henüz feodalo-klan rejimi altındadır. Aşiretler ve göçebelik biçimi hemen hemen dokunulmamış durumda yaşayabilir. Böyle bir ülke geridir. Fakat geri ülkede sosyalist sloganların atılmaması, ancak merhum 2. Enternasyonal ideolojisinin mezar taşıdır. Bolşevizm, ülke nüfusunun onüçte biri göçebe ve %97'si köylü {10 milyon göçebe, 130 milyondan fâzla köylü) olan ülkede proletarya devrimini başardı ve bugün sosyalizme girdi. Bolşevizmin asgari programının atılmayacağı yer. çoktan yeryüzünde kalmamıştır. Şu halde Bolşevikler arasında, bir ülke geri olduğu için oraya sosyalist sloganlarla girip girmemek sorunu, tartışma konusu bile oluşturmaz. Fakat bizim burada üzerinde durmamız gereken asıl özellik, geri Kürdistan'm geriliğiyle uygun savaş slogan ve biçimleri bulmaktır. Eğer biz Türkiye'ye Kemalizmin iddia ettiği gibi bir ve tek finans-kapital vatanı saymaya eşdeğer olacak şekilde, Tüıkiye'de biricik bir köylü sorunu var sayar ve Kürdistan köylülüğünün sömüıge koşullarını hesaba katmazsak, iflah olmaz softalığa düşer ve Leninist taktik ve stratejinin yöntemlerine elveda etmiş oluruz. Şu halde: 1- Doğu illerine de tüm dünya gibi sosyalist sloganlarla girmek her komünist partisinin boyun borcu. 2- Fakat bu boyun borcunu, yalmz genel olarak köylü sorunu hakkındaki yöntemlerle yerine getirmeye kalkmak, yine 3. Enternasyonal'in çizgisinden çıkmak, ikincinin çizgisine girmek olur. (b) Karşı-devrim hareketi: Şimdiye kadar Kürdistan'da olan ayaklanmalar, genellikle dünya emperyalizminin ekmeğine yağ sürmek için dünya emperyalizmine alet ve oyuncak olmak, ona dayanmak şekliyle olup bitti.. Şu halde karşı-devrimci içerikteydiler. Hattâ "ayrılıkçı" denilen Ağn ayaklanması bile böyle bir macera oldu. Bu manzara önünde Kürdistan'da olan her harekete yalnızca karşı-dcvrimcidir damgasını basmak, acaba tatmin edici bir marifet midir? Onu burjuvazi bizden iyi yapıyor; Kürdistan Kemalizme göre karanlık bir kuyu, bir karşı-devrim batağıdır. Bu kuyuda Türk kapitalist militarizminin kılıç parıltısından başka ışık verilemez; o karşı-devrim batağı ancak mahmuzlu Kemalist çizmelerle çiğnenmeye layıktır vb... Fakat Kemalizmin aym şekilde kılıç parıltısından başka bir ışık göstermediği ve mahmuzlu çizmelerle bir çamuru çiğner gibi çiğnediği Türkiye proletaryası için Kürtlük sorunu bir ortak felaket sorunudur. Şu halde Kürdistan ayaklanması dendi mi, onda "karamik ile eyi taneyi", karşı-devrimle devrim taraflanm birbirinden avırtetmek gerekir. Onun için soruna önceden edinilmiş yargılarla değil, yeni bir şey bulmak
isteyenlerin bilimsel araştırma gözü açıklığıyla yalandan, daha yalandan bakmalıyız: 1- Doğu illeri halkı eski rejimi istiyor mu? Evet, Doğu illeri köylülüğü Kemalizmi istemiyor ve açıkça eski dönemleri aradığını söylüyor. Fakat Kürt köylüsünün bu sözünden yalmz söylediğini anla mak, ne söylemek istediğini anlamamakla birdir. Yukanda onun psikolojisindeki geçmişe özleme işaret etmiştik. Doğu köylülüğü eski dönemi ararken, yalnızca yeni döneme, cumhuriyet buıjuvazisinin sömürüsüne karşı, kendine özgü diliyle protestoda bulunuyor, o kadar. Tıpkı "sahip" araması gibi bir şey. Fakat biz, Kürdistan yoksul halkının geçmişi özleyişini onun deva bulmaz, bir gerici olduğuna, devrim için bir tehlike olduğuna, şu halde mahkûm bırakılmaya layık bir sürü olduğuna katar vermeye kalkarsak, bu, bizim siyaset sahnesinde kendi idam hükmümüzü kendimizin imzalaması olmaz mı? Karşı-devrimci psikolojiyle kapitalist sömürüye protestoda bulunan insan yığınlarına, biz kurtuluşun geride değil, ileride olduğunu göstermezşek, hâlâ devrimci hamleyi temsil ettiğimize kimi inandırabüiriz? Sorunu daha anlaşılır bir şekle sokmak için bir ömek alalım. Bugün Anadolu'da ezüen çalışkan Tüık köylülüğü de halifeliği istemiyor mu? Saltanat döneminde "daha rahat" yaşadığım id dia etmiyor mu? Tabii tefeci sermayedarla tanm sermayedarlarını değil, asıl çalışkan orta ve yoksul köylüleri, ortakçıklan kastediyoruz. Onlar da bir kesimde 12-13 lira yol parasını isteyen Kemalizm karşrsında hattâ baç ve haraç dönemini aramıyoriar mı? O zaman Tüık köylüsüne de gerici di yebilir miyiz? O zaman köylü sorununu da ulus sorunu gibi rafa koyup bir güzel "işçi partisi", hoşa giden sendikal örgüt, yani gerici bir parti olabilir miyiz? 2- Doğu illerindeki hareketler hep karşı-devrimci mi oldu? İsterseniz buna da evet! Fakat bu evet de Kemalizmin ekmeğine yağ sürecek hiçbir şeyi kanıtlamaz. Şimdiye kadar olan olmuş; bu olan karşı-devrimciymiş. Olabilir... Fakat ondan sonra bizim komünistçe görevlerimiz başlar. Ayaklanma girişimini gösteren bir hoşnutsuzluk geniş çalışkan kitieler içinde doğduktan sonra, bu girişim şimdiye kadar sapıktı, gericiydi diye onu kendi haline bırakabilir miyiz? Bırakırsak belki Kemalizm, Tüık bur juvazısı bundan çok memnun olur. Fakat acaba o girişim bıraktığımız yerde, bıraktık diye kalır mı? "Akacak kan damarda durur mu"? Madem ki kalmaz ve durmaz, şu halde Kürdistan hareketini bırakmak, onun eskiden olduğu gibi bundan sonra da karşı-devrim yolunda bocalamasını bir emri vaki olarak kabul etmek demektir. Karsı-devrimi emrivaki olarak kabul et-
mek, onunla dövüşmemek-, devrimcilikten vazgeçmek, karşı-devrimin içine düşmek, karşı-devrimi tutmak demek değil midir? 3- Sorunun konuluşu: Doğuda bir Kürt ulusu sorunu var mıdır? Bütün saptayabildiklerimiz buna evet der. Bir Kürt ulusu var. Çünkü Leninizmde ulus sorununun durumu şudur: "Her ulusal baskı halkın geniş kitleleri içinde bir tepki yaratır ve ulus olarak baskı gören halktaki karşı tepki eğilimi, ulusal ayaklanmadır." Ulus olarak baskı gören Kürdistan halkının geniş kütieleri tepkilerini ayaklanma biçiminde defalarca ilkle etti. Yalmz bu ayaklanmaların başmda şimdiye kadar Kürt ağalan, hanedanlan ve bir kısım Kürt buıjuvalan bulunduğu için ayaklanmaların ibresi emperyalizme doğru eğilmişti. Haydi bir daha yineleyelim, Kürt ayaklanmalan şimdiye kadar karşı-devrimci bir nitelikte olmuştu. Bu yineleme "kabak tadı" verdi. Sorunun yeni biçimine bakalım. Marksizmde olaylann mantığı dinamiktir. Yani Lenin'in dediği gibi olaylan kötü matematik kafasıyla ölçmemek, yüksek matematik davası gibi işleme uğratmak gerekir. Bize bugün Kemalizm ve onun irili ufaklı çömezleri Doğu isyanlarının eksi-olumsuz, yani karşı-devrimci olduğunu hikaye edebilirler. Bizim hikayeye değil, harekete inancımız var. Biz biliyoruz ki dün helkesin eksi-olumsuz dediği şey, bugün ya da yarın aıtı-olumluya dönebilir. Bize Kürdistan ayaklanmalannın dün eksi-olumsuz, yani karşıdevrimci olduğunu kanıtiayanlar, bunun yarın da böyle olabileceğini iddia edebilirler mi? Fakat biz bu eksi-olumsuzun,.bir gün aıtı olumlu, devrimci olabileceğine yalmz felsefe yüksekliğinden bile egemen olabilenlerdeniz. Ve işte sorunun devrimci oluşu buradadır. 2- Devrim Sorunu: Kürt ulusu sorunu, şimdiye kadar emperyalizm kucağında karşı-devrim aleti olarak kaldı demek doğrudur. Oracıkta kalmak en hafif deyimiyle pasifizmdir. Çünkü Maıksizm, 2. Enternasyonal sosyal şovenizmi gibi, dünyayı merceksiz ya da teleskopla izleyen bunak buıjuva bilimi, Lenin'in sözüyle Kautsky kocakanlığı değildir. Lenin'in daima üzerinde durduğu ve geliştirdiği gibi, Maıksizm: 1- Olaylan gözlemek ve açıklamak, 2- Olaylan değiştirmek, devrim yaptırmak bilimidir, insan çabasının bir olayı değiştirmesi, o olaym koşullarım, nedenlerini bilmekle olanaklıdır. Kürdistan hareketinde böyle bir durum -karşı devrimci niteliğe devrimci niteliğe geçmeye elverişli yasalar- var mıdır? Kürt ulusu anti-emperyalist, uluslararası komünizm safina atlayabilir mi? Bunu başlıca iki yönden inceleyebiliriz. a) Kemalizm anti-emperyalisttir: Gerçekten Tüık buıjuvazisi kısa tarihçesine küçük bir göz atmayla kolay anlaşılacağı gibi, şimdiye kadar
eğer istikrarlı bir bağımsızlık havası içinde yaşayabildiyse, ülkede ekono mik ve kültürel egemenliğini kurmaya zaman bulduysa, bunu ancak dünya komünizminin ezilen uluslar safinda, emperyalizme karşı yapüğı savaşa borçludur. Bu bakımdan Türkiye'deki bağımsızlık hareketi dünya devri mine karşrt değil, ona yardrmcr ve şu halde bizzat kendisi de devrimci oldu. Bu yargrlamadan sonra kum manüğrn varabileceği şöyle "doğal" bir som şunun ya da bunun aklına gelebüir: Acaba bugün devrim cephesinde bulunan Tüık buıjuvazisine karşı, yine bugüne kadar karşr-devrim cephesinden aynlamayan Kürdistan ulusal hareketini tutmak karşr-devrim olmaz mı? Gerçekten, eğer göz göre göre emperyalizme alet olan bir Kürtlük hareketini, her ne pahasına olursa olsun anti-emperyalist Kemalizme karşı tutmak bu söylenen sonuca varabüir. Fakat soyut mantık, canlı olayların aynnülr gerçekliğinden kopmuş, ezberlenen formülleri yinelemekten iba ret olan basmakalrp mantık, İslam felsefesindeki cenab-ı hak gibi "nelere kadir değil"? "Teori dostum daima soluktur, daima yeşil olan yaşamın ağacıdır"... Bu konuda düşüncemizi yabancı sınıfların varlıklarının etki siyle sakatlamamak, Türkiye işçi sınıfının maddi tarihinin dışına fıdatıp saptırmamak için herşeyden önce hepimizin hiçbir zaman unutmaması ge reken iki noktayı tekrarlayalım: a) Öncelikle, korkmayalım: Bir savaşa girmişiz. Smıf savaşı. Bunun bütün gereklerini pervasrzca karşrlamayr göze almadıktan sonra bir adım atmanın olanağı yoktur. Marksizm, hele yakın Leninizmin tarihinde, yalmz kuru manüğın canlr Bolşevizme karşr ne "devrimci" suçlamalara kalkrşüğrnr görmeyenimiz yoktur. 1905 devriminin yenildiğini, yerini koyu bir karşı-devrime brraktiğrnı gören Plehanov: "İşçi sınıfi eline silah almamalıydı" dedi. Çünkü kuru mantık ve burjuva manüğr, içjn savaş, ancak mutiak zafer olasrlıklart yüzde yüz sağlandrktan sonra yapılmalıdır. Ya düşman gücü sana saldınrsa? O zaman iki şık var: 1- Hiç eline silah almamak ve miskince ölüme ve tutsaklığa bel bağlamak; 2- Ne kadar hazırlıklı ve güçlü bulunuluyorsa, o hazırlık ve güçle düşmana karşr koymak. Hiç olmazsa, düşmana varlığım tanrtmaktır. Kuru buıjuva manüğı -kendisi için değil- işçi sınıfı için birinci şrkkr, yani kendi kendisini inkâr etmeyi daima tavsiye edegelmiştir. 1917 Ekim devrimi geniş köylü kitlelerini işçi sınıfına toprak aracrlrğryla müttefik yapüğr zaman, yine işçi srnrfi içinde uluslararasr soyut buıjuva manüğını incelte incelte satmak isteyen bir "Marksist" 2. Enternasyonal, bir doktriner "devrimci" Kari Kautsky, köylüye küçük mülk şeklinde toprak dağrtan Bolşevizmi karşr-
devrimcilikle suçladı. Oysaki o zaman da şu iki şıktan biri vardır: 1- Ya soyut ve mutlak "herkesten çok" "devrimci"lik yapıp köylü tabakalarının toprak talebini hiçe sayarak toprağı dağıtmamak, böylece Macaristan'da, İtalya'da vb. ülkelerde sonradan defalarca görüldüğü gibi, işçi sınıfını köylü mütefiğinden ayırarak, proletarya devrimini koyu faşizm karşıdevrimine feda etmek, 2- Ya da önce Rusya'da, sonra Çin'de olduğu gibi toprağı üstünde çalışanlara dağıtarak işçi+köylü ittifakını perçinlemek ve böylelikle proletarya ve Sovyetler devrimini yaşatmak... Tekrara gerek yok ki, işçi tulumunu giyinmiş buıjuva mantığı hep birinci parlak "devrimcilik" şıkkını bize tavsiye edegelmiştir. 3. Entemasyonal'in savaş sonrası deneyimleri böyle binbir örnekle doludur. Bulgar karşı-devrimi, "köylü hükümeti" ile Çankof beyaz muhafızlarının boğazlaşmasını iki burjuva çekişmesi sayan zihniyetin ürünü oldu. Leh terörü ulus ve köylü sorunlarında zamanında taktiğini kuramayan öıgütün sapıklığı sayesinde tutundu. Şu hâlde sözcüklerden korkmayacağız. Tersine sözcüklerin altında ve içinde bulunan sımf ilişkilerini devrime bağlayacağız. Bunu yapmadıkça komünizm softalığından kurtulmuş sayılmayız. b) Değişime inanalım: Biz Kürt ulusu sorununu koyarken bir olanaksızlıktan söz etmiyoruz. Lawrence'ın sterlinleri uğruna silaha sarılan paşazade ve beyzadelerden değil, ezilen Kürdistan köylülüğünün ayaklamşından söz ediyoruz. Bu ayaklanma eğer şimdiye kadar olduğu gibi Bedirhanilerin, Cemil paşa oğullarının beceriksiz yönetimi altında yürürse, yalnızca şimdiye kadarki sonuca vanr. Boş yere yenik düşer ve yoksul Kürdistan halkını kılıçtan geçirtir. Bizim dediğimiz bu değil. Bizim dediğimiz, Kürdistan halkının ulusal ve sosyal kurtuluş hareketinde artık bir zorunluluk haline gelen devrimci, ileri ve anti-empeıyalist yöneliş ve yönetimdir. Kürdistan'm şimdiye kadar ağalık ve buıjuva batağı içinde bocalayan ters talihini yenmektir. Bu ters talihi yenebilecek biricik güç yoksul Kürdistan halkına, çoktan özlediği, bugüne kadar aramaktan bunaldığı yeni, ileri, devrimci bilinci sunmak, dünya komünizminin örgüt+ajitasyon+propaganda yardımım ve gücünü onunla kaynaştırmak olabilir. Bu yapıldıktan sonra, Kürdistan ezilen halk hareketinin doğal yolunu bulması için artık hiçbir keramet ve mucizeye gerek kalmaz. Değişimin, olumsuzun (karşı-devrimin) olumluya (devrime) çevrilişi yıldırım hızıyla günün sorunu haline gelir. Bunu yapacak olan rastlantılar değil, Tüıkiye'nin devrimci işçi sınıfının keşif kolundan başkası olamaz. Ve keşif kolu bunu yapamadıkça, ne keşif kolu ne de devrimci olamaz. Çünkü Leninizmde sömüıge ve ezilen ulusların aynlmasmı propaganda
etmeyen sosyalistler: "Devrimci propagandalarım ve kitlelerin devrimci hareketini ulusal boyunduruğa karşı mücadeleye kadar genişletmeyen sosyalistler, monarşik ve emperyalist burjuvazinin kanı ve çamuruyla örtünen leşler gibi hareket edenlerdir (a. b. ç.) " 2
Türkiye Komünist Partisi "leş" midir? Hayır, bunu zaman daha iyi gösterecek. Fakat bu genel düşüncelerden sonra olayların yasa ve koşullarına dönerek araştırmamıza devam edelim: 1- Türk burjuvazisinin devrimciliği oldukça görecelidir. Hiç unutmayalım, Kemalizmin emperyalizme düşmanlığı, emperyalizm Tüıkiye yoksul halkım, çalışkan köylü ve işçilerini ezdiği ve soyduğu için değil, bu eziş ve soyuşta aslan payını kendine ayırdığı ve Türk burjuvazisine artı-değerden, fazla-üründen yalnız kırıntı bıraktığı içindir. Türk buıjuvazisinin emperyalizme düşmanlığı, koyunlarını komşusuna sağdırmak istemeyen mal sahibinin düşmanlığı gibidir. Bir gün koyunlar biz koyun değiliz, insanız diye ayaklanırlar ve mal sahiplerinin sağmalı olmaktan kurtulmak için birleşirlerse, o zaman dost düşman mal sahibi ve komşuların ortak tehlikeye karşı birleşmeleri olanaklıdır. Nitekim Hindistan sömürgesinde, Çin yan-sömürgesinde çalışkan köylülük ve işçi sınıfları, yalmz ulusal değil, kendi sosyal kurtuluşlarım da islemeye kalkıştıklan zaman, o zamana kadar ulus ve vatandan söz ederek emperyalizme kaışı duran burjuvazinin birdenbire emperyalizmle uzlaşmaya girişmesi böyle olmuştur. Bu bakımdan Kemalizm hiç de "sağlam ayakkabı" değildir. Nitekim Lozan anlaşmasından bugüne kadar cumhuriyet buıjuvazisi her alanda, içerde dışarda emperyalizmle uzlaşma becerisini, maddi olanakların çerçevesini kırmayacak derecede uzlaşmaktan geri kalmadı. Fakat Türkiye işçi sınıfının örgütsüz ve zayıf davranışı, Tüıkiye'de ezilen azınlıkların emperyalizme dayanırcasına hareketi, Türk buıjuvazisini ve Kemalizmi açıkça emperyalizm cephesine geçmekten sürekli olarak alakoydu. Şu halde Türkiye'nin sömüıge yöntemleriyle soyduğu Kürdistan yoksul halkının genel ve sürekli çıkan hiçbir zaman Kemalizmden daha az sermayedarlığın tümüne ve dolayısıyla sömüıgeci emperyalizme karşı daha az düşman değildir ve olamaz. Türk burjuvazisi yan sömürgelikten bile kurtulduğunu iddia ediyor. Kürdistan halkı en beter sömüıge baskısı altoda inliyor. Acaba hangisi daha içten ve derinden emperyalizm düşmanı olabilir? Kuşku yok ki sömürge zulmüne en çok uğrayan halk... 2- Baırdistan 'ın kurtuluşu burjuvazinin eseri olamaz: Kürt burjuvazisi2. Lenin: Marksizmin Bir Karikatürü.
run Kürt ulusçuluğunu az çok tanıyoruz. Kürdistan halkı ondan ümidüıi tamamen kesmek üzeredir. Türk burjuvazisinüı Kürdistan'da on yıllarca egemenliği, eski dönemleri gölgede bırakacak derecede bir sömürge soygunundan başka ciddi bir sonuç vermedi. Gerçi ara sıra Kemalizmin Doğuda derebeyliğe atip tutan palavralarım herkes duydu. Fakat herkesin bilmediği ve işitmediği gerçek, Kemalizmin ve cumhuriyet devlet aygıtının Kürdıstan'dakı klan-derebeyi sistemine yapışırcasına uyması, ağalıkla ve bir kısım en kaim Kürt burjuvalanyla el ele vererek aman vermez bir tarz-da Doğu illeri çalrşkan halk tabakalarını soyuşu ve en barbar sömürge yöntemleriyle ezişidir. Uzun yılların biriken dersleri de ayrıca öğretiyor ki, Kemalizm zoru görmedikçe Doğuda en ufak bir reforma bile girişmemiştir. Şeyh Sait ayaklanmasıda bir kısım ağalan Baü illerine sürgün etti. Ağasız halkuı başı boş kaldığını görünce birdenbire ürkerek ağalan tekrar eski saltanatlan başma getirdi. Ağn ayaklanması üzerine, cumhuriyet buıjuvazisi köylüye toprak dağıtma (yani satma) işini, örneğin dört yıllık bir plaıı dahilinde daha acele uygulayacağını ilân etti. Fakat bu demagojinin de ömrü, yakın tehlikenin geçişme kadardı. Ondan sonra ağalıkla olan kutsal ittifakını yavaş yavaş kusursuzlaştrrdr: Kema-lizmden başka lütuf ve ihsan bekleyecek tek bir miriyvo kalmış mıdır bugün? Türk buıjuvazisi kadar pısınk ve sosyal hareketlerden ödü patlamış bir sınıftan hattâ demokratik buıjuva devrimi alanında daha ne beklenebilir? Hiç. Çünkü sözgelüni Doğuda hiç dokunulmamış bir halde duran demokratik buıjuva devrimi davasını Kemalizmin iyileştirmesi, reformlarla bile çözülemeyecek durumdadır. Oysa bu dava bütün keskin davalar gibi, yanm reformlarla değil, tam devrim yöntemleriyle çözülebilir. Böyle bir çözüşse, hiçbir zaman Kemalizmin harcı değildir. Şu halde Türkiye işçi simli ve çalışkan halkı gibi, Kürdistan ezilen halkı da Kemalizme Türkçe'nin ünlü şıklarından birini uygulamakta artık gecikmez: "Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli". 3- Kürdistan halkının kurtuluşundan vazgeçmek devrimden vazgeçmektir: Tüık buıjuvazisi anti-emperyalisttir. Devrimi tutmak için her ne pahasına olursa olsun Türkiye'de Kemalizmi tutmak gerekir. Şu halde Kemalizme karşı olan ezilen Kürt halkının kurtuluş hareketi beklesin vb. tezi, partimiz içiıı pek de yeni bir tez olamaz. Bu tez, Türkiye'deki devrimci hareketleri Kemalizme kuyruk etme tezidir, ki eski kuyrukçulardaıı olan kuyruk sallayıcı Kadroculardan bu teorilerin türlülerini dinlemiştik. Ezilen bir halk kitlesini Kemalizme feda edebilenler için asıl özverinin ucu bucağı yoktur. O zaman, Kemalizmin "devrimciliği"ne inananlar,
TÜRKİYE'DE ULUSAL SORUN 473 karşımıza dikilip mantıklarını şöyle sonsuza kadar uzatabilirler. a) Kürtlük sorununu kurcalamamak. Çünkü emperyalizme dayanmış olan bu hareket anti-emperyalist olan Kemahzmi baltalayabilir. b) Türkiye'de Türk köylüsünün devrimci hazırlanışını da bir yana bırakmak akıl kândır. Çünkü Allah korusun köylü kalkar Menemen olayında olduğu gibi halifeyi ve şıhlan yemden kurmak sevdasına düşer. Ülkede devrim yapalım deıken karşı-devrime düşebiliriz ve Türkiye'yi em peryalizme karşı zayıf düşürerek devrim cephesinde bir gedik açmış olabi liriz. c) Sonunda ister misiniz, Tüıkiye'de işçi sınrfimn bağımsız ve dev rimci hareketine meydan vermekle sınıf mücadelesinin sağlanması, antiemperyalist ve "devrimci" davranan Kemahzmi belki bozguna, belki de emperyalizmle ittifaka sürükleyebilir... Neme lazım, hazır "antiemperyalist" cepheyi bozup da ne olacağı belirsiz "serüven"leıe atlamaya neden kalkışmalı? Vb., vb... Neıeyevarürğımız ortada: Kuyrukçuluğun bile ancak Kadroculuğa soysuzlaştığı zaman açıkça itiraf edebildiği nesne... Kemalizme Kemalizmden çok inanmak, Türk buıjuvazisinin sözde "devrimciliği" önünde tam ve mutlak teslimiyet; her türlü devrimci hareketten yüzgeri etmek, hattâ ufacık reform talepciklerinden, hattâ örneğin iş yasası istemekten (çünkü o da Kemalizmi ürkütür ve belki emperyalizme yaklaştınr) vazgeçmek... Bütün silahlan Halk Partisi'nin silah deposuna teslim ederek İpek Iş'in işlemeli ihramlarından birine bürünüp, Ankara Arafatmın Çankaya Kalesi çevresinde hacı olmaya gitmek... Bu tür burjuva aydınlığına özgü "müminlik", Türk Bolşevik Partisinin içinden temizleneli yıllar geçti. Biz Türkiye komünistleri sorunun taban tabana karşıtını görenlerdeniz. Kürdistan ezilen halkını emperyalizmin kucağına atan Kemalist sömürgeciliğinin zulmüdür. "Denize düşen yılana sanlır" der Türkler. Türkiye köylülüğüne geçmişi arattıran, bugünkü tefeci + mütegallibe + finans-kapital asker-banker-yunker sisteminin görülmemiş soygunundan başka bir şey değildir. Tüıkiye proletaryasına gelince, o bütün dünya biricik işçi sınıfının bir parçası olan Türkiye işçi sınıfı, yeryüzünde gerek sömürge, gerek anavatan soygunlannı ve tarihte gelmiş geçmiş tüm insanın insanı soyması yöntemlerini kökünden kazımakta, şu halde yalnız emperyalizmi değil, her türlü sermayedarlığı bile yeryüzünden kaldırmakta çıkarlan birdir. Şu halde Kemalizmle karşılaştırma kabul etmez derecede ileri ve güçlü emperyalizm düşmanı ancak Tüıkiye işçi sınıfıdır. Tüıkiye
proletaryası kardeş Kürdistan proletaryası ile el ele verip de gerek Anadolu'nun soyulan, soğana çevrilen çalışkan Türk köylülerini ve gerekse mazlum Kürdistan köylülüğünü Sovyetler Devrimi sloganryla insanltğrn ilk ve son kez gördüğü büyüklükteki yaman devrim kryametine kavuşturduğu f gün, Anadolu ve Kürdistan Sovyetler devrimi, bugünkü Kemalist. Türkiye'nin binbir karşıtlıkla kemirilen "ulusal" birliğinden nitelikçe nicelikçe uçsuz bucaksız oranda müthiş aşılmaz ve yenilmez bir antiemperyalist kale olacakür. İşte Türkiye Komünist Partisi, bu ka~ leyi kuracakür. Kürdistan halkr bu kaleyi kurmaya gelir mi? Buna krsmen yukanda yanrt verdik. Aym sorunu bir başka noktadan aynca araşüralrm. b) Kürdistan halkı anti-emperyalist olur mu? Kürdistan halkr kendi kurtuluş hareketini komünizm devrimiyle birleştirebilir mi? Ya da antiemperyalist olabilir mi? Bu iki sorunun anlamr, ezilen Kürdistan halkı komünizm sloganlan ve komünizm için mücadeleyi tutar mr? Komünizme gelir mi? Kürdistan halkının komünizme gelmesi için iki şey gerek: 1- itici gücü onu emperyalizmden ayırsrn; 2- Çekim gücü onu komünizme çeksin. a) itici güç: Kürdistan halkı emperyaliz.me karşı olabilir mi? Geçirdiği on yıllık deneyimler -hiç olmazsa zengin Hoyboncular dışındatüm Kürdistan halkına, Kürt ağalan, beyleri, burjuvalan gibi uluslararasr emperyalizmin de Kürt bağımsızlığına yardımı dokunamayacağı dersini az çok öğretti. Tüm Kürdistan halkında bu yaıgı üstü küllenmiş, M a t için için yanan bir bilinçaltı ateşi halinde gizli bir varlık korur. Bu külün kalkması, bilinç altına egemen olan yargının bilince çıkartılması için Kürdistan'da -ama sakın Kemalizm tarafından değil, çünikü oradan gelen her etki en şiddetti ve ters etkileri uyandrnr- sözgelimi bir komünist örgüt taralından yapılacak en hafif ve hattâ üstünkörü ajitasyon yeter. Bununla birlikte, bu ajitasyon ve propaganda işinden daha güçlü bir şekilde Kürdistan halkını emperyalizmden ayıracak olan harekettir. Bu hareketin birbirine bağlr iki ifadesi vardrr: i- Yalnız Türkiye'deki değil, bütün Kürtlüğün kurtuluşunu gözetme: Kürt halkr (işçi ve köylüleri) Türkiye'ye özgü bir ulusal yazgı değildir, İran sınrrlanndan Irak, Suriye'ye kadar, eski Osmanlr tmparatorluğu'nun bileşimi olan, şimdiki cumhuriyet sınırlan çevresinde özellikle İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin sömürgesi halinde ezilen ve soyulan bir Kürtlük var. Türkiye smrrlan dtşrndaki Kürtlerin sömüıge koşullarım tekrarlamak bir totoloji olurdu. Çünkü onlar, adı üstünde, sömüıgedirler. Bizim burada, Türkiye içindeki Kürtlerin de dışımızdakilerden farksızcasına
sömürge yöntemlerine tabi olduğunu göstermemiz,. "Doğu Balkanları" üstünde çırpman Ingiliz-Fransız-Türk vb. sömüıgesi durumundaki bütün Kürtlük azınlıklarının kaderce ortak bir bütün oluşturduğunu kanıtlamak içindi. Şu halde Kürdistan halkının kurtuluşu demek olan ayrı bir devlet oluşturmaya karar verme hakkı, Kürtlüğün kendi alınyazısına, siyasal bağımsızlık derecesinde kendisinin sahip olması hakkı, yalnız Türkiye'deki Kürtlerin değil, Doğu Balkanları üstünde parçalanmış olan bütün Kürtlüğün bir tek sosyal ve siyasal yapı halinde kurtuluşu demektir. Bu kurtuluşun idealleştirildiği gün, Irak ve Suriye'de Kürtleri, eski zamanın "koç başı" gibi sömüıge halkına karşı tokuşturmakta çıkarlan aym olan emperyalizm, Kürtlükten layık olduğu silleyi yemiş olacaktır. ii- Kürtlüğün sömürge kurtuluşu ancak tüm dünya ezilen uluslarının kurtuluşuyla el ele yürüyebilir: Ezilen Kürdistan halkı, kurtuluşu ezen anavatanlara karşı bir savaş açarak başarabilir. Herhangi bir savaşta düşman cepheyi açıkça görmek ne kadar zorunluluksa, müttefik güçler bulmak da o derece gereklidir. Kürdistan'm düşmanı genel olarak dünya emperyalizmi, özel olarak Türkiye kapitalist sınıfıdır. Şu halde müttefiklerini de özel olarak Tüıkiye içindeki ezilen ve soyulan sınıflar arasında araıken, genel olarak, tüm dünya ezilen uluslanyla, örneğin Suriye, Irak vb. gibi sömürgelerin işçi ve köylü sınıflarıyla emperyalizme karşı ortak cephe kurmaya zorunludur. Bu bakımdan da gene Kürtlük davası, emperyalizme düşman olmaya, maddi görevi gereği zorunludur. 2- Çekim gücü: Kürtlüğün sömüıge kurtuluş hareketini, komünizm yoluna çekecek olan güç bellidir, a) Tüm dünya ezilen halklarının kurtuluşunu idealleştiren, gerçekleştiren, dünya devrimcisi bütün dünya proletaryası ...3 yani genel olarak komünizm ve 3. Enternasyonal. b) Buıjuvazi tarafindan ezilen ve soyulan bütün Tüıkiye ezilen sınıflarının kurtuluşunda kendi kurtuluşunu gören ve gerek Türkiye çalışkan köylülüğünü ve gerekse ezilen Kürdistan halkını kurtarmak istemedikçe ve kurtarmadıkça kendi kurtuluşunun olanaksız olduğunu iyi bilen Türkiye proletaryası, yani Tüıkiye Komünist Partisi... * * *
Şu vardığımız mantıksal sonuçtan sonra daha pratik bir soıgu açalım: Kürtlük komünist sloganları tutar mı? Bu sorguya yanıt vermek için Kürtlük sözcüğünün anlamını bir daha göz önüne alalım: 1- Egemen Kürtlük: Türk buıjuvazisiyle zar zor birleşmiş Kürt ağalan, beyleri ve 3. Bir kelime okunamadı.
buıjuvalan; 2- Ezilen Kürtlük: Kürt köylülüğü, Kürt miriyvolan, Kürt ameliyeleri ve işçileri... Biz komünizmi tutacak Kürtlerden söz ederken ezilen Kürtlüğü kastediyoruz ve onlar komünizme dört elle sarılmaya hazırdırlar. Bunun pratik, oldukça pratik kanıünı mı istersiniz? İşte size iki olay: 1- Normal zamanlarda: Kürt yoksullarının fazla babahan olduğu, öldüm allah ağasından ayrılamayacağı, ağanınsa onu ikide bir empeıyaliz me ya da Kemalizme satacağı gibi bir saçmalık var. Fakat bu yargı önce insan alınyazısında tarihsel maddeciliğin anlamım sindiremeyen, insanların "salt düşünce"yle, hattâ Allah taralından harekete geldikleri kanısını geviş getiren babayiğitlerle Kürdistan yoksul halkım ya tanımayan ya da tanımamazlıktan gelmekte çıkan olanların harcıdır. Gerçekte Kürt yoksul lan ve köylülüğü en normal zamanlarda bile her gün ağaya isyan eden, ağayr sürekli inkâr eden bir unsurdur. Örneğin, aşiret kaçaklandtr. Bu küçük ve sınırlı gibi görünen olay, Kürdistan içinde kapsamlr bir nitelik tir. Ve Kürt yoksullarının egemen görüldüğü ve dolayrsryla onun emper yalizme satılık mal olmaktan ne kadar kolay aynlabildiğini gösterir. Fa kat bu normal zamanlarda böyle. 2- Ayaklanma günlerinde: Kürt yoksulunun kendi yolunu ne çabuk bulduğunu yukanda bir örnekle görmüştük: Şeyh Sait ayaklanmasında Kürt ağalarının birdenbire Kemalizmle el altından uzlaşmaya zorunlu oluverişi, ayaklanan Kürdistan yoksullarının bizzat ağalan da "yağma" etmiş olmasrdır... Demek kesin günde, Kürdistan yoksul halkı sınıfsal konumu nu pekâlâ hissedebüiyor. İş, bunu ona büinci ve slogan şeklinde öğretebilmekte ve yaptirabilmektedir. Şu halde Türkiye Komünist Partisi'ne iki görev düşüyor: 1- Ezüen Kürdistan halkıyla bağlanmak; 2- Bir Kürdistan Komünist Partisi'nin kuruluşunu kardeşçe hazıdamak... Bu iki görev de hiç olmazsa bugün için teorik olmaktan çok pratiktir. Ata binmek ata binmekle olur. Ve teori ancak pratikle atbaşı gidecektir. Bununla birlikte, bu iki nokta üstünde son iki kelime ile ufak bir işaret yapmak yeter: 1- Taktik ve strateji: Strateji bakımından Türkiye işçi sınıfının Kürdıstan'dakı yedek müttefiklerine yukanda kısmen işaret etmiştik. Baü illerinde gelişen yedi kapitalist sanayi, Doğu illerindeki doğal ekonomiyi parçalarken, varolan küçük sanatlan da yokeder. Buna karşılık değü Kürdistan'da, bütün Türkiye'de açılan yeni sanayi girişimleri açıkta hazır
kalan işgücünü emecek kadar geniş değildir. Zaten geniş olsa bile, Kürdistan halkının omuzlan üstüne çıkan yoksulluk o kadar ağırdır ki, uzak şehirlere göç bile edecek halleri yoktur. Onun için genel olarak sömürgelerde görülen süreç buraları da kasar kavurur. Köylülüğe doğru geri çekiliş, koyu kara cahillik... Yoksul halk tabakalarının toplu, örgütlü ve sürekli mücadele yeteneğini baltalar. Bugün Kürdistan'da Türk işçileriyle onun keşif koluna müttefik olacak sınıflar genel olarak ezilen Kürdistan köylülüğüdür. Bu köylülüğün ortalama %25'i ameliye ve hizmetçi ağalığa özgü bir tür tarım işçisi ve %50'den fazlası da miriyvo sayılsa, hiç olmazsa %75 köylülük topraksızdır. Yani Komünist Partisi'nin tanmsal programım ölümü göze alarak tutacaktır. Kürdistan'daki şehir proleterler sınıfi %1,5 kadardır. Bunlar şehir plebleriyle sanayi işçisi arasında sayılacak işçilerdir. Kürdistan'm küçük aydınlarından hiç değilse nüfusun %1 kadan, bir sömüıge kurtuluşu için gösterilecek yolu bekleme durumundadır. Şehir küçük-buıjuvalan %7,6'yı buluyor. İşte partinin müttefik ve bağ arayacağı sınıf ve zümreler bunlardır. Komünizmin Kürdistan faaliyetinde, keşif kolu hiç kuşkusuz bugünkü Türk proletaryasının yardımı ile, Kürt proletaryası (Kürdistan işçi sınıfi) olacaktır. Kürt işçileri bütün bir ezilen ulus adma girişeceği sömürge sosyal kurtuluş savaşında büsbütün dayanıksız kalmamak ve devrimde proletarya egemenliğini korumak için şu klasik Bolşevik yöntemleriyle hareket edecektir. a) Stratejice: Kürt proletaryası orta sınıfla, yani küçük-burjuvazisi+ Kürt aydınlan davasına bağlayarak, başta ameliyelerin özel öıgütü gelmek üzere tüm miriyvolan, bu sayede de bütün Kürt köylülüğünü kendine çekecek ve hep birden Kürdistan işçileriyle köylülerinin demokratik dik tatörlüğüne götürecektir. b) Taktikçe: Kürt proletaryası, Türk proletaryasının kardeş yardımıyla ve keskin Bolşevik smıf mücadelesi yöntemiyle harekete geçecek, Kürdistan'da başlayan demokratik buıjuva devrimine proleter damgasını vuracak, sömüıge kurtuluşunu sosyal kurtuluşa ve sosyalizme doğru asgari programdan başlayarak geliştirecektir. 2- örgüt: Bu işleri yapacak Kürt proletaryasının bir genelkurmayı oluşturulmalıdır Kürdistan Komünist Partisi. Fakat böyle bir öıgütün kurulması için deyim yerindeyse, ağabeylik görevi Tüıkiye Komünist Partisi'ne düşer. Türkiye Komünist Partisi, uzun siyasal deneyimlerini, Kürdistan'm içinde yaşadığı koşullara uyarlayarak bu görevi yapabilir. Partimize bu bakımdan düşen iki önemli yetiştirici ve hazırlayıcı rol vardır a) Ideo-
loji rolü, b) Örgüt rolü. a)İdeoloji rolü: Savaş içinde yetişecek kardeş Kürt partisine, Türkiye Komünist Partisi Marksizm-Leninizmi silah olarak vermelidir ki, bu silah Kürt proletaryasınr olduğu gibi, onun aractltğtyla Kürt orta smrflanm ve köylülüğünü de harekette ağa+buıjuva+küçük-buıjuva ideolojisinin zararlt etkilerinden tamamen komşun. Kürt işçisini yabanct smrflann ideolojik etkisi alünda brrakacak yerde, diğer smrflarr kendi ideoloji ve örgüt egemenliğine candan inandtrsın. Örneğin ayaklanma komünizmce bir sanatür. Bu sanatm işçisi bütün işçiliklerin yaraüctst ve nedeni olan işçi sımfinrn biricik idealizmi, komünizm, Leninci Marksizmdir. Bolşevizmde ayaklanmayla oynanmaz. Ayaklanma bir Puçizm, üç beş yüz kişinin işi değildir. "Halkın geniş kitleleri içinde bir tepki fişkırtan" (Lenin) ayaklanmadır. Hiç kuşku yok ki, Kürdistan halkı böyle bir ayaklanmamn sanatçılanna muhtaçtır. Bu sanatçıları yetiştirmek, bu sanatı en yüksek ve en göz kamaştincr şekliyle gerçekten uygulamak için koşul, keşif kolunu, örgütlerini burjuvaziyle ve hele burada ağa ve küçük-buıjuva ideolojisinden kesin sınırlarla ayıracak ve her türlü maceracı "devrimcilik"lere kapılmaktan alakoyacak olan Marksizmi, en büyük devrim bilimini özümlemek, benimsemektir. b) Örgüt rolü: Kürdistan'da merkez komitesinden hücrelerine kadar bütün unsurlarıyla tam bir Bolşevik parti yaratmakta Türkiye işçi srnrfinın keşif koluna önemli zorunluluklar gelir dayanır. Herhangi bir siyasal akrm içinde taktik bakımından yönelişlerde aldanmamak, harekette kütlelerin yanlış sürüklenişlerine meydan bırakmamak ve hattâ kapılmamak için, bağımsız Kürdistan Komünist Partisi'ne doğru gelişmek idealdir. Böyle bir örgüt partimizin gizli fâaliyet deneyimlerin den çok yararianabilir. Bununla birlikte, partimiz özde kardeş olmakla bir likte, önce ana örgütü, sonra ağabey öıgüt olduğuna göre, Kürdistan'ın yeni yerel ve özel koşullarına göre büsbütün özel savaş şekü ve sloganlan bulmakta, özellikle ilk zamanlarda bütün gücü ve olanaklarıyla uğraşmalrdrr. Nereden başlamalr? Bugünkü Kürdistan'da, herhangi bir komünist düşünüşü ve örgütü yaratmak için bölgenin özelliklerine bakınca iki noktadan iye girişmek zorunluluğu vardır: i- Kadro yetiştirmek, 2- Partizanlar hareketi. Bunlardan birincisi partimizin emekleme döneminde iyi işlenmiş ve bugün belirli yönlerde yetecek kadar meyvalanm ve derslerini vermiş deneyimler hazinesinden bol bol beslenebilir, ikincisi, özellikle Kürdistan'ın
özel durumuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu alandaki deneyimler hazinesini partimizin tanhçesinde bol bol bulmanın olanağı yoktur. Fakat partimiz biricik dünya partimizdir. Komintern'in uluslararası deneyimleri o kadar zengindir ki, yeni savaş ideoloji ve örgütü hazine değil, deryalar kadar geniş ve bereketli bir kaynak olabilir. Bu iki ana halka için birçok sıçrama, yapay köprü ya da mancınık yapılabilir. Zemin, geçen açıklamalarımızdan da az çok anlaşılabileceği gibi, uygundur. Bununla birlikte, biz yine Lenin ustamızın "doğal ulaşım"ını son bir kez daha hatırlamış olalım. Köylülük için genellikle koyduğumuz doğal ulaşım yollan aynen Kürdistan köylülüğünün özelinde de ihmal edilmedikçe, mutlaka ürünlerini verecek ve hedefe ulaşacaktır. Bu doğal ulaşım yollan sırasında, örneğin daha ilk düşünüşte akla gelenler şunlardır: Kürt aydınlarının halka yakın zümrelerini, türlü kurum ve noktalarda aydınlatmak ve yetiştirmek, onlardaki yüzyıllık ürkekliği devrimci çelikleme yöntemiyle silmek, büyük şehirlerde Kürdistan halkından sık sık rastlanılan Kürt proleter, müstahdem ve hattâ küçük-burjuvalan içinde tutkunca ve özel olarak çalışmak. Türkiye'nin Batı illerinde bile, bazı şehirlerde Kürdistan halkından toplanmış olanların bir erdemi vardır: Bu toplananlar eğer halktan kişilerse, genellikle babahan psikolojisinin, bu zümreye karşı şehirlerde beslenen duygularla da kışkırtılması yüzünden, hepsi de bir tür komünite, topluluk halinde kollektif yaşarlar. Özel Kürt mahalleleri, Kürt sokaklan vardır. Çoğunluğu proleter ailelerden oluşan bu semtler, denilebilir ki, Türkiye Komünist Partisi'nin özel işi için, Türk ve Kürt proletaryalarının sıkı el birliği için Tüıkiye ve Kürdistan halk kitlelerinin ortak hareketi için başlangıçta işlenecek bitmez tükenmez birer maden daman değil midir? * * *
Bu konuya Marx'ın sözüyle başlamıştık. Son sözü yine Lenin'e bırakalım: "Sömürgelerle Avrupa küçük uluslarının kalkışması olmaksızın sosyal devrimin olanaklı olduğunu düşünmek, bütün boş inanları ile küçîikburjuvazinin devrimci ittifakı olmaksızın bilinçsiz proleter ve yarı proleter kitlelerinin soylular, papazlar ve istibdat aleyhinde ve Ulusal boyunduruğa karşı hareketi olmaksızın, sosyal devrimi düşünmek sosyal devrimden vazgeçmek yüzgeri etme anlamına gelir. 'Saf, temiz bir sosyal devrim bekleyen boşuna bekler. Öyle bir devrim lâfta kalan bir devrimdir, ki gerçek devrimde değildir."4 4. Lenin: Markslzmln Bir Karikatürü.