Emekcunun Gundemi 17

Page 1

emekciningundemi1@gmail.com

Sayı: 17

Eylül 2008

25 Ykr.

sayısı ise yüzlerle ifade edildi. * Grev ve örgütlenme özgürlüğü ortadan kaldırılarak sendikalar kapatıldı. * Sendikalara ve kitle örgütlerine siyaset yasağı getirildi. * Fabrikada, sokakta, zindanda en ufak bir hak arayışı kanla bastırıldı. * Üniversiteler kışla haline getirilerek öğrenciler ve öğretim üyeleri YÖK’le teslim alınmaya çalışıldı. Bu tablo uzatılabilir ama bu kadarı bile darbenin kanlı yüzünü göstermeye yeter. Bugün de başta MGK ile 82 Anayasası olduğu gibi durmakta, 12 Eylül rejimi tüm kurum ve kuruluşlarıyla yönetmeye devam etmektedir. Dahası çalışan ve ezilen kesimlere kan kusturulmaktadır. İşçi ve emekçiler 24 Ocak sosyal yıkım kararlarının ardından sayısız saldırı yasaları ile bunaltılmış, hakları tümden ortadan kaldırılmış durumdadır. Sendikal örgütlenme, söz, basın, toplantı, gösteri ve örgütlenme vb. haklar önündeki katı engeller olduğu gibi durmakta, dahası ağırlaştırılmış bir şekilde sürmektedir. Bugün aynı generallerin ordusu kardeş bir halkın haklı ve meşru mücadelesini inkar ve imha yoluyla boğmaya çalışmaktadır. NATO gibi sicili katliamlarla dolu savaş örgütünün üyesi ülkemiz, ABD’nin boydan boya savaş üssü durumundadır. Yolsuzluklar, işkenceler, faili meçhul cinayetler, darbeler, her türlü karanlık ve kirli ilişkilerin adresinde kokuşmuş düzenin diğer kurumlarıyla birlikte ordu da bulunmaktadır. Komşu halklara saldırganlık, savaş uçaklarının komşu halkları bombaladığı üsler ordu denetiminde ülkemizde bulunmaktadır. 12 Eylül darbecilerinin elindeki kan bugün de ABD-Pentagon hizmetindeki ordunun elindedir. Ordu ne ülkenin gözbebeği, ne de yurtseverdir. Tümüyle ABD’nin 60 yıldır bölgedeki uşağı ve jandarması konumundadır. Düzce’de sendikalaşmadan dolayı işten atılan, Avcılar Ambarlı’da Liman işçilerinin daha başka yerlerde kafasına jop vuran darbecilerin ordusudur. Kuşkusuz darbeler sadece bizim ülkemize özgü de değil. Güney Amerika’da, Şili’de, Bolivya’da, El Salvador’da, Arjantin’de Asya ve Afrika ülkelerinde darbeciler nedeniyle milyonlarca insan hayatını yitirmiş, milyonlarca kişi ağır yıkım ve tahribatın sonuçlarını hala yaşamaya devam etmektedir. Vietnam’da 3 milyon insanın ölmesinden, Kore’de Çin Hindi ülkelerinde milyonlarca insan ölümünden, Nagazaki-Hiroşima’da atom bombasıyla birkaç dakikada 300 bin insanın buharlaşmasından, Endenozya’da üç-beş gün içinde 1 milyon ilerici-aydının katledilmesinden, Afgan, Lübnan, Irak, Filistin halklarına dönük emperyalist savaştan ve başta ABD olmak üzere dünya nüfusunu, açlık ve yıkıma terkeden kapitalist sömürü sistemi sorumludur. 12 Eylül darbesinden bu yana 28 yıl geçmesine rağmen 12 Eylül karanlığı hala sürüyor. Darbeciler devlet katında hala imtiyaz ve saygı görmektedir. Sermaye düzeni her defasında onları ödüllendirmektedir. Dolayısıyla 12 Eylül düzeni hüküm sürüyor. Bugünkü işbirlikçi rejimin sözde demokrasidemokratik açılımlar üzerinden aldatıcı politikaları, emekçilerin bilincini bulandırılmaya ve bekleyiş içerisine sokarak etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Gerçek demokrasi ve özgürlük, işçi ve emekçilerin yaşamlarını çekilmez hale getiren sermaye düzenine karşı mücadeleden ve sömürü düzenini yıkmaktan geçmektedir. Fabrikalarımızda ve işyerlerimizde hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi yükseltmek, bu uğurda örgütlenmek, bizlere her zamankinden daha çok sorumluluk yüklemektedir.

12 Eylül düzeni hüküm sürüyor! Çeteleşen devletten ve çürüyen düzenden hesap soralım! 12 Eylül askeri faşist darbeden bu yana 28 yıl geçti. Pentagon’un bilgisi ve denetiminde işçi, emekçi hareketi ile devrimci hareketi ezmeye dönük gündeme sokulan kirli ve kanlı darbenin toplum nezninde yarattığı ağır yıkım ve tahribat bugün de sürmektedir. Darbeciler daha ilk günde kısmi hak ve özgürlükleri ortadan kaldırdı. İşçi sınıfının mücadelelerle elde ettiği sosyal kazanımların bir çırpıda gaspetti. Her türlü hak arama, örgütlenme vb. girişimleri kanla bastırdı. Buna bugün de yürürlülükte olan 1982 Anayasası’yla hukuki bir çerçeve getirildi. Güya “ülkenin selameti ve istikrarı” adına iktidara el koyduklarını açıklayan generaller çetesinin gerçek amaçlarının sermaye sınıfı ile ABD emperyalistlerinin çıkarlarını korumak olduğu daha ilk günlerde görüldü. IMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım saldırısı olan 24 Ocak Kararları’nın hayata geçirilmesi darbecilerin baskıcı rejimi sayesinde oldu. O günlerde tescilli işçi düşmanı sermayedar Halit Narin’in ‘gülme sırası bizde’ söylemi gerçekte darbenin ve darbecilerin hangi sınıfın hizmetinde olduğunun açık bir ifadesi oldu. Darbenin yarattığı bilançoyu sunmak; 12 Eylül rejiminin amacını ve tanınan niteliğini anlatabilmenin en iyi yolu olacaktır. Darbe ile birlikte * 650 bin kişi gözaltına alındı. Ağır işkencelerden geçirildi. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. * 7 bin kişi için idam cezası istendi. İdam cezası verilen 517 kişiden 49’u infaz edildi. Bunların arasında Erdal Eren gibi daha 18 yaşına basmamış gençler de bulunmaktaydı. * 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. * 927 yayın yasaklandı. 39 ton gazete, dergi sakıncalı bulunarak imha edildi. 937 film yakıldı. 400 basın mensubu yargılandı, binlerce yıla mahkum edildi. * 3854 öğretmen ile 120 öğretim görevlisinin işine son verildi. * 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. * 14 kişi cezaevinde insanlık dışı uygulamaları protesto etmek için yapılan açlık grevlerinde yaşamını yitirdi. Kaybedilen, vurularak öldürülen insan

“Kapitalizm savaş demektir!” -2-

Sınıf hareketinden...

4-5

DESA’nın direngen işçisi -7-


sızlaştırma saldırısı devam ediyor. İşçilere açıktan ihanet eden ve teşhir olan sendika temsilcisine karşı ciddi tepkiler oluşmuştu. Tabanın bu basıncını daha fazla görmezden gelemeyen işbirlikçi sendika, hain temsilciyi değiştirmek zorunda kaldı. Düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına karşı işçilerin tepkileri büyümeye devam ediyor. Özköseoğlu: Yaklaşık 70 kişinin çalıştığı fabrikada son dönemde 30 işçi işten atıldı. Bu toplu işten çıkarma saldırısına karşı hain sendikacılar kıllarını dahi kıpırdatmadılar. Sınıf devrimcilerinin metal işçilerini metal TİS’lerinde duyarlı ve tepkili kılmaya yönelik dağıttıkları bildiriler, işçiler tarafından ilgiyle karşılandı. Paksan: Bölgemizde Birleşik Metal-İş Sendikası’nın MESS kapsamındaki tek fabrika. Sendika merkezi tarafından belirlenen “TİS Komitesi”nin tabanın iradesini açığa çıkaran bir yapısı yok. Yoğunluğunu genç işçilerin oluşturduğu fabrikada genç işçilere yönelik esnek çalıştırma saldırıları var. Sendikalı işçilerin bölgedeki diğer fabrikalardaki metal işçilerine dönük ciddi sorumlulukları var. Geçen dönemki TİS sürecinde göstermelik tepkilerin dışına çıkılarak fiili bir mücadele yolu seçilmeli. Kardeşler Elektrik: 130 kişinin çalıştığı fabrikada örgütlü bulunan ÖzÇelik-İş Sendikası’nın sözleşme süreçlerindeki pasif tutumuna karşı işçiler tepkili. Küçükçekmece İşçi Platformu‘nun “TİS sürecinde inisiyatif tabana!” başlıklı bildirisine işçiler büyük ilgi gösterdi. İşçiler, servislerde bildirileri kendileri dağıttılar. Bölgemizde böylesi bir olumsuz tablo sürmekteyken bu süreci tersine çevirecek, sessizliğe son verecek olan müdahalenin kendisi ancak bu bölgede bulunan öncü metal işçilerinin ortaya koyacağı mücadele ve kararlılıktır. Bu mücadele için uygun araç ve yöntemler yaratılmalı, TİS gündemini örgütlü örgütsüz tüm fabrikalarda, sanayi sitelerinde gündemleştirilmelidir. Taban inisiyatifleri bu süreçte TİS komitelerini oluşturmalıdır. Gerek fabrika gerekse de havza ve bölge düzeyinde oluşturulacak TİS komiteleri, işçilerin sürece aktif bir biçimde katılımlarını sağlayacaktır. Yanı sıra, havza ve bölge düzeyinde Türk Metal-İş Sendikası ve Birleşik Metal-İş Sendikası, Öz Çelik-İş Sendikasına bağlı fabrikalarda kurulan TİS komiteleri arasında bağ kurulabilirlerse, birleşik bir mücadelenin de zemini oluşacaktır. Bizler TİS sürecinin asıl muhatapları işçiler olarak patronlara karşı ortak bir mücadele silahını kullanabilmeliyiz. Faşist Türk Metal-İş Sendikası’nı sarsmak, esneklik saldırısını püskürtmek, insanca yaşanacak ücret 35 saatlik iş haftası taleplerini gündemleştirmek, metal işçilerinin tabandan birleşik mücadelesini geliştirmek, var olan mücadeleyi daha da yükseltmeliyiz.

Metal TİS’leri ve bölgemizdeki

metal fabrikalarda son durum...

Yaklaşık 100 bin işçiyi ilgilendiren metal sektörü toplu iş sözleşmesi süreci başladı. Metal işçileri yeni dönem TİS sürecine birçok sorunla beraber giriyor. Fabrikalarda toplam kalite çemberi uygulamaları ile üretim süreci ciddi bir şekilde esnekleşmiş bulunuyor. Esnek çalışma ile birlikte ağır ve yoğun çalışma koşulları katmerleşiyor. Sermeye hükümetinin uygulamaya soktuğu sosyal yıkım saldırıları, düşük ücret ve zam politikaları ile işçiler tam bir kuşatma altına alınmış durumda. Bunun yanı sıra sendikal örgütlülüğe dönük saldırılar ile teşeronlaştırma saldırısı devam ediyor. 2008-2010 Metal TİS’leri metal işçileri için bir önemli bir süreç. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı yeni İş Yasası -diğer bir adıyla “Kölelik Yasası”esnek çalıştırmayı yasal kılıfa soktu. Bu sürecin ardından imzalanan toplu iş sözleşmelerinde MESS tarafından sürekli gündeme getirilen esnek çalışma meddeleri kabul edilmemişti. MESS’in, bu sözleşme dönemindeki en önemli saldılardan biri esnek çalışma olacaktır. Diğer önemli bir konu ise ücretlerdeki hızlı gerilemedir. Ücretler her geçen gün eriyor. Ayrıca eski işçi ile yeni işçilerin ücretleri arasında oluşan ücret makası metal işçileri için hayati önemde bir sorundur. Yanısıra son yıllarda yeni örgütlenen işçileri sendikalı olmanın “ayrıcalıklarını” bu sözleşmede görmek istemektedir. Bölgemizde MESS Metal TİS’leri kapsamında bulunan fabrikalardaki tablo genel durumdan çok faklı değil. Borusan-Supsan: Borusan Holding, 2002 yılında 6 Siğma kalite çemberi uygulamalarını fabrikalarında uygulamaya başladı. Bu uygulama ile birlikte hızla esnek çalışma koşulları devreye sokuldu. Bu sistemin uygulanması birlikte ağır ve yoğun çalışma koşulları nedeniyle iş kazalarında hızlı bir artış meydana geldi. Otamasyon sistemlerinin geliştirilmesiyle birlikte işçiler neredeyse makinalar arasında kaybolmakta, adeta 3-4 makinanın altında ezilmekte. İşçiler, bunca sorun yaşamasına karşın işbirlikçi Türk Metal Sendikası bürokratları, bu duruma müdahale etmeleri gerekirken bizzat patronun sözcülüğünü yaparak işçileri arkadan hançerlemektedirler. TİS sürecinde özellikle yeni ve genç işçilerin ücret makasının kapanmasına yönelik yer yer sesli homurdanmaları geçmeyen tepkileri sözkonusu. NET Civata: Son dönemde alınan 30-35 taşeron işçi ile fabrikada sendika-

öbür yanda halklar arsında kin ve nefret tohumları ekilEmperyalist savaşalar gölgesinde kutlanan 1 Eylül çelişkisi… erek yeni çatışmalara ve kargaşalara zemin hazırlanır. Daha sonra ise savaşları ve emperyalist müdahaleleri başlatacak, onları haklı çıkaracak yeni argümanlar devreye sokulur. “Terörle mücadele”, “Medeniyetler çatışması” ya da “demokrasinin tesis edilmesi” gibi yakın dönemde de sıkça karşılaştığımız bu argümanlar her türden emperyalist saldırganlığı meşrulaştırmanın 50 milyondan fazla insanın hayatına mal olan, yüz milyonlarcasına da en birer araçları haline gelirler. ağır acıları yaşatan ikinci emperyalist paylaşım savaşının başlangıç tarihi olan Kapitalizm, işçi ve emekçileri sadece ağır sefalet koşullarını dayatmakla 1 Eylül, her yıl “Dünya Barış Günü” olarak kutlanıyor. Savaşların insanların kalmaz aynı zamanda onları gerçekleşen bu haksız savaların da gerçek kurbanve halkların üzerinde yol açtığı ağır yıkımlara değinilen bu etkinliklerde asıl ları olmalarını sağlar. Savaş öncesi dönemlerde emekçilerden kesilen kaykonuşulması gerekenlerden yani; savaşları doğuran nedenlerden hiç söz naklar silah ve savunma sanayine ayrılırken savaş edilmiyor. Savaşların gerisindeki nedönemlerinde ise savaş ekonomileri izlenerek en denlerin es geçildiği bu tür etkinlikağır sömürü koşulları dayatılır. Silah tekellerinin en lerde öne çıkarılan ise ikiyüzlüce bir çok kar ettiği dönemlerdir de bu aynı zamanda. “barış” söyleminden öteye geçmiyor. Ama daha da önemlisi Kapitalizm farklı uluslardan Elbette bu sahtekârca tutum nedenmilyonlarca emekçiyi cephelerde birbirine siz değildir. Zira “barış” söylemi kapikırdırarak gerçek bir kitle katliamı gerçekleştirir. talist sömürünün ve de emperyalist Bu gün de emperyalist nüfuz mücadelelerinin saldırganlıkların üstünü örten, giçıkarmış olduğu yeni savaşlara tanık olmaktayız. zleyen bir örtü görevi görüyor. EmAfganistan, Irak savaşları daha hafızlardan silinperyalist kapitalizmin yeryüzündeki memişken şimdi de Kafkaslar’da yeni bir savaş hâkimiyeti devam ettiği sürece de tüm yaşanıyor. Afrika’dan Ortadoğu’ya Kafkaslar’a barış “çağrılarına” karşı savaşların kadar dünyanın neredeyse üçte birlik bir sonu gelmiyor. coğrafyasında emperyalist kapitalizmin savaş tamKapitalizm ve savaş madalyanın iki tamları çalıyor. Dünyayı kasıp kavuracak yeni bir yüzü gibidir. Sınırları belli bir alanda emperyalist paylaşım savaşına doğru hızla ilerliyher zaman için yeni pazarlara ulaşaoruz. bilme kaygısı ve de aşırı üretimin devresel krizlerine çözüm yolu olarak üretici İşçi ve emekçiler sorumlusu olmadıkları ancak sonuçlarını doğrudan güçlerin tahrip edilmesinin seçilmesi, savaşlar ve kapitalizm arasındaki ayrılyaşamlarıyla ödedikleri bu haksız ve gerici savaşların tarafı olmayı reddetmeli maz ilişkiyi verir. Yani kısacası savaş, kapitalizmin doğasında vardır. ve tüm güçleriyle karşı çıkmalıdırlar. Bunun yolu da 1 Eylül vesilesiyle ikiyüBu yüzden de pazarların paylaşıldığı sınırların çizildiği “geçici barışların” zlüce sarılan “barış” söylevinden öteye “kapitalizm savaş demektir, barış hüküm sürdüğü daha sakin dönemlerde kapitalist devletler, yeni paylaşım sosyalizmle gelecek” şiarını yükseltmekten geçer. İşçi ve emekçiler kapitalsavaşlarına kadar güç biriktirirler. Silahlanmaya ve savunma sanayine devasa izme karşı savaşmadıkları sürece gerçek barışı da asla ulaşamayacaktırlar. kaynaklar ayırırlar. Bir yanda çılgınca bir silahlanma yarışı devam ederken

Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek!

2


Direnişlerden... Direnişlerden... Direnişlerden... 100 günü aşan kararlı mücadele...

sürdüren 12 işçi üzerindeki baskıların arttığını belirten Kristal-İş Bölge Temsilcisi İsmail Ayer, bu işçilerden birinin Çimse İş’e geçtiğini, üçünün ise kadro dışı yerlerde ve baskı altında çalıştırılarak istifaya zorlandığını kaydetti.

Federal Mogul’da 90 işçi atıldı...

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından TÜMTİS’e üye olduğu için işten atılan 133 sarı otobüs işçisinin direnişi sürüyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi, sarı belediye otobüslerini; önce BURULAŞ adına işlettildi, olmadı, Deniz Ulaşım diye bir şirket kurdurttu ve Evin Taşımacılığa ihale ettirdi. Bunun yasal olmadığını anlayınca, bu defa doğrudan BURULAŞ aracılığı ile Evin Taşımacılığa ihale etti. İşçiler bu oyunlara karşın sendikamıya üye oldular. “İşçi kıyımına sessiz kalmayacağız! Onurumuzdan, sendikamızdan vazgeçmeyeceğiz!” diyen işçilerin kararlı mücadelesi gerçekleştirdikleri eylemler ve basın açıklamalarıyla devam ediyor. 100 günü aşkındır fabrika önünde eşleriyle ve çocuklarıyla her gün bekleyen işçiler mücadelelerine devam ediyorlar.

UNO işçileri direnişte!

Uzun bir süredir Tek Gıda-iş Sendikası'nın örgütleme çalışmasını yürüten işçilerden 10’u geçtiğimiz günlerde işten atıldı. UNO patronu da HAK-İŞ’e bağlı Öz Gıdaİş Sendikası’nı yetkili sendika olarak fabrikaya sokmaya ve Tek Gıda-İş Sendikası'na üye olan işçiler zorla istifa ettirilmeye çalışılmakta. Baskılar geçtiğimiz hafta işten atma saldırısına dönüştü. 2 Eylül günü fabrika önünde direnişe geçen 10 işçi, 4 Eylül günü hukuki olarak haklarını almak için Tek Gıda-İş Sendikası'nın yardımı ile yasal başvuruda bulundular. Fabrika önünde direnişe geçen işçiler ise kararlı oldukların dile getirdiler. Direnen işçiler, direnişlerini sürdüreceklerini şu sözlerle ifade ediyorlar: “Biz burada olmazsak şimdiye kadar işten atılmalar yaşanacaktı, bizim direnişte olmamız çalışan arkadaşlar için de şimdilik güvence sağlıyor. İşe geri alınmayabiliriz fakat fabrikanın örgütleme çalışmasına destek sunmak için de buradayız.”

Paşabahçe’den 4 işçi atıldı

Eskişehir’deki Paşabahçe Fabrikası’nda örgütlü Kristal-İş Sendikası’na üye 4 işçi işten atıldı. İşçilerin 2003 yılında Çimse-İş Sendikası’ndan istifa edip Kristal-İş’e üye olmalarıyla başlayan süreçte uzun süreli direnişler yapılmıştı. Çimse-İş’in 2007 yılında yetkiyi almasının ve üç yıllık toplusözleşme imzalamasının ardından Kristal-İş üyeleri de toplusözleşmeden faydalanmak için Çimse-İş’e üye olmuşlardı. Toplusözleşmeden yararlanmayı reddeden ve Kristal-İş üyeliğini

Metal patronları 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşme görüşmeleri döneminde işçilere çeşitli bahanelerle kapıyı gösteriyorlar. Sözleşme görüşmelerinde esnek çalışma maddelerini hayata geçirmek için saldıran metal patronları kimi yerde ücretsiz izin uygulaması kimi yerde ise “talep daralması” vb. gerekçelerle işçi atımına başvuruyorlar. Bu saldırıların yaşandığı fabrikalardan biri de Federal Mogul’dur. Geçtiğimiz günlerde bu fabrikadan 90 işçi işten atıldı. İzmit bölgesi de MESS sürecinde metal patronlarının çeşitli denemeler yapacakları pilot bölge konumunda yer alıyor. İzmit’teki büyük metal fabrikalarında işten atma saldırıları hız kazanıyor.

Desa mağazları önünde eylemler...

Sefaköy ve Düzce’deki Desa Deri fabrikaları önündeki sendikal örgütlenme mücadelesi DESA mağazaları önünde gerçekleştirilen eylemlerle devam ediyor. Deri-İş Sendikası, geçtiğimiz günlerde Nişantaşı’nda Desa Deri’nin üretim yaptığı Marks&Spencer mağazası önünde ve İstiklal Caddesi üzerinde Halep Pasajı’ndaki Desa mağazası önünde eylemler gerçekleştirdi. Direnen DESA Deri işçileriyle sınıf dayanışması her geçen gün büyüyor. Geçtiğimiz günlerde bu çerçevede bir dizi eylem yapıldı. Bu amaçla çeşitli kentlerde dayanışma platformları kuruldu. Ayrıca DESA Deri işçileri yasal süreci işleterek sendikal örgütlenme hakkına sahip çıkmaya devam ediyorlar.

Olay Medya’da işten çıkarma!

TMSF’nin (Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu) el koyduğu Olay Medya Grubu’nda Türkiye Gazeteciler Sendikası üyesi İsmail Kemantaş ve Esat Kaplan işten çıkartıldı. Yaşanan kıyımın ardından açıklama yapan TGS Yönetim Kurulu şunları söyledi: “Gazetecilerin sendikalaşma çabalarını hoş görmeme eğilimine daha önce ATV-Sabah yönetimi sırasında şahit olduğumuz TMSF yönetimi, Olay Medya'daki bu uygulamasıyla mevcut anlayışını koruduğunu bir kez daha göstermiştir. Yasalar ve uluslararası sözleşmelerle tanınan ‘örgütlenme hakkı'nı hiçe sayan bu uygulama, TMSF yönetiminin anayasal hak olan sendikal örgütlenme hakkını özümseyemediğinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır."

3


Sınıf hareketinden... Sınıf hareketinde Hey Tekstil’de işçi hakları var!

Hey Tekstil büyüyor, büyüdükçe yeni fabrikalar açıyor. Yeni fabrikalar açtıkça daha da büyüyor, binlerce işçinin “ekmek kapısı” oluyor. Peki bu ekmek kapısı nasıl bu kadar palazlanıyor? Nasıl büyüyor? Aynur Bektaş mı sabah akşam çalışıyor, yoksa görevli müdürleri mi? Kim çalışıyor, tabii ki işçiler. İşçiler, sendikasız ve düşük ücretlerle sabah akşam çalışıyor, Hey Tekstil büyütüyor. Peki karşılığı ne oluyor, bir bakalım: Çalışma ortamı sıcak ve yorucu. Ağustos ayının ortalarında ütü-pakette çalışan bir işçi çalışırken kalp krizi geçiriyor ve iş başındayken ölüyor. İşçi kardeşimiz kalp krizi geçirirken çok düşünceli görevliler ise sevk işlemleriyle uğraşıyor. Sonuç ortada: Bir ölüm. Peki bu ölüm, Aynur Bektaş için çok mu üzücü bir durum, tabii ki hayır. Çünkü kuralları koyan ta kendisi, başkası değil. İşçiye bu kadar değer verdiğiyle övünen bir fabrikada işçi ölüyor fakat ses-soluk yok. İş sözcüleri ne diyor, ya da ne diyebilir? Bu ölümün iki sonucu var. Biri patronun sorumsuzluğu. Diğeri ise Hey Tekstil işçilerinin ölüm karşısında bile sessiz kalmaları. Ölümün hemen ardından sanki hiçbirşey olmamış gibi çalışmaya devam edilmesi. Yani ölen bir işçi arkadaşı için dönüp bakılmaması. Hey Tekstil işçisi bu tablo karşısında insanlığını sorgulaması gerekiyor. Bizler, evet evimize ekmek götürmek için çalışıyoruz, fakat ya insanlık onurumuz ne olacak? Emeğimizi satar gibi onu da mı satıyoruz, satacağız? Biz işçiler düşük ücretle çalıştırılıyoruz, ses çıkarmıyoruz. Sendikasız çalıştırılıyoruz, ses çıkarmıyoruz. Sağlıksız koşullarda çalışıyoruz, ses çıkarmıyoruz. Aşağılanıp hakarete uğruyoruz, ses çıkarmıyoruz. Zorunlu mesaiye kalıyoruz ses çıkarmıyoruz. Arkadaşımız yanı başımızda ölüyor, ses çıkarmıyoruz. Sabah-akşam demeden çalıştırılıyoruz, ses çıkarmıyoruz. Pislik içindeki yemek kaplarında yemek yememiz isteniyor ses çıkarmıyoruz. Fabrikadaki sular ise içilecek gibi değil fakat yine ses çıkarmıyoruz. Bu sessizlik, duyarsızlık bizi insanlığımızdan uzaklaştırır. Şunu unutmayalım, kurttan post, patrondan dost olmaz! Bir makina bozulduğunda hemen hiç zaman geçirmeden tamir ediliyor, bakım yapılıyor, ya işçiler? Onların bir makina kadar değeri var mı acaba? Kendi gücümüze güvenelim, haklarımız için işyeri komiteleri kuralım, sendikalarda örgütlenelim!

Sabri Özel’de maaşların gecikmesine tepki: İş bırakma...

Sabri Özel Fabrikası İkitelli civarında kurulu olup marka üreten ve yüzlerce işçinin çalıştığı bir fabrika. Para babalarını giydiren fabrika, işçinin maaş ve haklarına gelince nedense bir o kadar “yokluk” içinde. Uzun zamandır maaşların hem düşük hem de geç ödenmesi, fiş paralarının verilmemesi, yorucu çalışma koşulları gibi birçok sorun mevcut fabrikada. Ağustos ayının başında maaşların yine geciktirilmesine tepki gösteren işçiler, 1 saatlik iş durdurma eylemi yaptı. Ardından Küçükçekmece İşçi Platformu bildiriyle Sabri Özel işçisine seslendi. Sabri Özel patronunun tüm yalvarmalarına ve işçilerin dini duygu-

4

larını sömürme girişimlerine rağmen işçiler işbaşı yapmadı. İşbaşı yapmama eylemi ertesi günde devam etti ve ardından maaşlar nasıl olduysa kasadan çıkıverdi. Sabri Özel, işçilere “Hak verilmez, alınır!” şiarını biraz geç te olsa öğretti. Sıra diğer fabrikalarda...

Astel sömürü koşulları sürüyor!

Astel’de yoğun, yorucu çalışma temposu her geçen gün katlanarak sürüyor. Bu çalışma temposuna uyamayan işçilere kapı gösteriliyor. Peki Astel’de örgütlü sendika ve fabrika temsilcileri ne iş yapıyor? Bu haliyle “hiçbir” demek yerinde olur kuşkusuz. Sendika işyeri temsilcilerini seçim yoluyla seçtirmiyor ve işçilerin böyle bir irade ortaya koymasından korkuyor. Bu durumda sendikadan, işten atılmalara, ağır çalışma koşullarına, iş kazalarına, düşük ücretlere ve yaklaşan toplu iş sözleşme sürecinde işçiden düşünce almasını beklemek saflık olur. “Daha hızlı, daha hızlı çalış”, sağlıksız ortamda “sen hiçbirşeyi düşünme, sadece çalış” diyen patrona Astel işçisi artık dur demelidir. Astel işçisi biraraya gelmeli, sorunlarını tartışmalı, mücadelenin ve örgütlenmenin yolunu tutarak hakkını aramalıdır. Bunun dışında başka bir seçenek yok!

Nur Elif Fabrikası’nda hak gaspları sürüyor...

Nur Elif Yenibosna’da kurulu orta ölçekli bir tekstil fabrikası. Diğer tekstil fabrikalarında olduğu gibi sendikasız çalıştırılmanın yanı sıra sigortasız işçi çalıştırılıyor. 150 işçinin çalıştığı fabrikada işçiler hiçbir sosyal güvencesi de yok. Nur Elif işçileri sendikasız, sigortasız ve güvencesiz çalıştırılmaya karşı örgütlenmeli ve haklarını kazanmak için kararlı bir mücadele yürütmelidir.

Erenco’da işçi atılmaları sürüyor!

Yenibosna’da kurulu olan ve Lacoste gibi markalara çalışan Erenco’da işçi atılmaları sürüyor. Bundan aylar öncesinda küçüleceğini ve fabrikaya Yenibosna’dan taşıyacağını söyleyen Erenco patronu, yüzlerce işçiyi kapı dışarı etmişti. Ancak bu işten atma saldırısının ardından birkaç ay sonra yeni işçi almaya başladı. Erenco patronu, işçilerin tepkisini üzerine çekmemek ve işçilerin örgütlü bir şekilde hareket etmesinin önünü kesmek için çeşitli yalanlara başvurmuş durumda. Düşük tazminatlarla işten atılan işçiler ise mağdur olmuş durumdalar.

Premier işçileri iş durdurdu

Güneşli’de kurulu olan 65 işçinin çalıştığı tekstil fabrikası olan Premier’de yoğun mesailer ve mesai ücretlerinin tam verilmemesi, sigortaların yatmamasından kaynaklı işçiler iş bıraktı. Ardından Küçükçekmece İşçi Platformu tarafından bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Ertesi günü tekrardan işçiler iş bırakarak yemekhanede toplandılar ve patronla görüşmeyi talep ettiler. Patron temsilcisi müdür mesai ücretlerinin istedikleri gibi olacağını kabul edenlerin çalışmasını, etmeyenlerede kapıyı göstermesi sonucu 30 işçi iş bıraktı. İşçiler haklarını alamadıkları takdirde Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne başvuracaklarını belirttiler.

Surtel Kablo örgütlendi

SURTEL KABLO işçileri, BMİS İstanbul 2 No’lu Şubesi’nin 6 aylık örgütlenme faaliyetinin ardından örgütlendiler. 110 çalışanın olduğu fabrikada, işçilerin büyük çoğunluğu, “bundan sonra adam yerine konulmak istiyoruz!” diyerek sendikaya üye oldular. İstanbul Sefaköy-Halkalı’da kurulu olan fabrikada yıllarca örgütsüz çalışan işçiler, ücretlerinin ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için sendikada örgütlenme yoluna seçtiler. Örgütlü olduklarında güçlü olacaklarını farkına varan işçiler, böylece yıllarca sömürülmelerini asıl nedeni olan örgütsüzlüğe son verdiler.


en...

Sınıf hareketinden... İÇDAŞ’ta iş kazaları devam ediyor...

500 sanayi kuruluşu içinde 15 sırada yer alan Türk-Metal Sendikası’nda örgütlü olan İçdaş Fabrikası’nda iş “kaza”ları sık sık yaşanıyor. İş kazalarının sıkça yaşandığı İçtaş’ta 20 Ağustos günü yeni bir iş “kazası” daha yaşandı. Bakımları tam yapılmayan eritme kazanının patlaması sonucu 2 işçi yaralandı. Yaşanan iş kazası rağmen fabrikada hiçbir şey olmamış gibi üretime devam edildi. Her gün fabrikalarda “iş kazaları” yaşanmayı devam ediyor. İçdaş’ta da yaşanan ne ilk ne son iş kazasıdır. İşdaş patronun aşırı kâr hırsı sürdüğü sürece bu “iş kazaları”na yeni-

leri eklenecektir.

Özköseoğlun’da işten atmalar...

Yenibosnada kurulu, sanayi fırınları ve ekmek fırınları üretimi yapan ve Türk-Metal Sendikası’nda örgütlü olan fabrikada, TİS sürecinin ardından toplam 30 işçi işten atıldı. Fabrikada bir taraftan işten atmalar devam ederken diğer yandan süreli sözleşmeli işçi alımları da devam ediyor. Böylece sürekli olarak kadro değiştiriliyor. Bu uygulama yoluyla işçileri daha düşük ücrete ve daha kötü çalışma koşullarına razı ediyorlar. belirtti. Bir tekstil işçisi Texim’de yaşadıkları direnişin deneyimlerini anlattı ve şimdi çalıştığı işyerinde örgütlenme çalışması yürüttüğünü belirtti. Kağıt işçileri ise örgütlü olmalarına rağmen sorunlarının örgütsüz işyerleriyle aynı olduğunu, tabandan örgütlenmenin ve ortak bir mücadele yürütmenin öneminden sözetti. İşten atılan bir Güven Elektrik işçisi ise, işyerindeki sendikalaşma deneyiminden ve mücadelenin sürdürülmesinden, MESS kapsamındaki işletmelerdeki işçiler de TİS süreci karşısında işletmedeki işçilerin ilgisizliğinden bahsettiler. Söz alan örgütsüz metal işçileri de işyerlerindeki sorunlardan bahsederek örgütlenme ihtiyacına vurgu yaptılar. Toplantıda 18 işçi söz alarak konuştu. Yapılan tüm konuşmalarda birlikte davranmanın önemine, taban örgütlülüklerinin oluşturulmasına ve süren direnişlerle sınıf dayanışmasının yükseltelmesine vurgu yapıldı. İkinci bölümde sinevizyon eşliğinde bölgede tek direniş olan Desa direnişi ve bu direniş ile ülke genelinde yaşanan diğer direniş ve grevlerle sınıf dayanışmasını yükseltmek için izlenmesi gereken yol ve yöntemler tartışıldı. Direnişlerin birleşik bir karaktere bürünmesi için “ortak komite, ortak direniş!” şiarının pratikte somutlanması için çaba harcanması gerektiği belirtildi. Etkin bir ön hazırlık çalışması temelinde örgütlenen toplantı sonucu bir takım kararlar alınarak toplantı bitirildi. Toplantı sonucu aşağıdaki kararlar alındı: 1- Desa ve direnişteki diğer işyerlerine yönelik sınıf dayanışmasını güçlendirmek için, bu direnişleri “Desa Direnişiyle Dayanışma Platformu”nun gündemine taşıyarak toplu bir ziyaretin örgütlemesi, dayanışma için işyerlerinde dayanışma komiteleri kurulması yönündeki çabaların güçlendirilmesi. 2- Desa direniş ile dayanışma gecesi düzenlemek için bir an önce hazırlıklara başlanması. 3- 15 gün içinde metal ve tekstil sektöründe ayrı ayrı toplantıların düzenlemesi. 4- Aylık işçi toplantıları ve işyeri toplantıları örgütlemek için çalışma yürütülmesi. 5- MESS TİS’leri kapsamındaki işyerlerindeki işçilerle bağ kurulması ve sürecin ortaklaştırması için çaba harcanması. Toplantının ardından Desa Direnişi ile Dayanışma Komitesi'nin, “Desa’da direniş kazanacak!” başlıklı bildirisi İnönü Mahallesi’nde ve Sefaköy’de toplu olarak dağıtıldı. Toplantıya 80 civarında işçi ve emekçi katıldı. Toplantının yapıldığı salona “Sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi-emekçi barikatı!”, “Köle değil işçiyiz, sendikasız, sigortasız, iş güvencesiz çalışmayacağız!” pankartları asıldı.

Küçükçekmece İşçi Platformu Metal’de TİS sürecini ve sınıfa saldırıları tartıştı

(07.09.08) - Metal sektöründe 100 bin işçiyi kapsayan MESS Grup TİS görüşmeleri sürüyor. 3. tur görüşmelere rağmen henüz işçiler lehine tek bir madde kabul edilmiş değil. Öte yandan sermayenin sosyal yıkım saldırılarına karşı süren direnişler ile örgütlenme çalışmaları çeşitli işkollarında devam ediyor. Bu tablo ve gelişmeler üzerinden Küçükçekmece İşçi Platformu olarak, Metal TİS’leri ile tek tek direnişlere planlı müdahale çerçevesinde gündeme aldığımız “İşçiler TİS’leri ve direnişleri tartışıyor” başlıklı bir işçi toplantısı gerçekleştirdik. İki bölümden oluşan toplantının ilk bölümünde ağırlıklı olarak Metal TİS’leri ile sektördeki işçilerin sorunları ve çözüme yönelik müdahaleler ortaya konuldu. İlk bölümün iki konuşmacısı da 100 bin işçiyi kapsayan Metal TİS görüşmelerinden gelinen aşama ile örgütlü sendikaların tutumlarını ortaya koydular. Türk Metal çetesinin metal işçilerini gelişmelerden bilinçli olarak habersiz bırakarak yeni bir satış sözleşmesine imza atmaya hazırlandıkları belirtildi. Bu sürece etkili bir müdahale açısından taban örgütlenmesine dikkat çekildi. Yine özelde Küçükçekmece bölgesindeki MESS kapsamında bulunan Borusan-Sübsan, Net Cıvata, Paksan, Özkeseoğlu ile Kardeşler Elektronik işletmelerinde TİS dönemi yaşanan işten çıkarılmalar, ağır çalışma koşulları, düşük ücret ve uzun çalışma saatleri, esnek çalışma vb. saldırılar somut örnekler anlatıldı. Küçükçekmece İşçi Platformu’nun bu sürece yönelik müdahaleleri ifade edilerek, bu toplantının sadece sorunların tartışıldığı değil, aynı zamanda çözüme dönük bir iradenin ortaya çıkarıldığı bir kürsü olması için söz işçilere bırakıldı. Söz alan işçiler canlı tartışmalar yaptılar. Yapılması gerekenler üzerine düşünce ve önerilerini ortaya koydular. Tekstil işçileri daha çok ödenmeyen mesai ücretleri, sigortasız ve uzun çalışma koşullarına karşı işyerlerinde komiteler kurarak örgütlenmeye başladıklarını, sektörde sınıf bilincinin zayıf olduğunu, işçilerin patronlar ve işbirlikçiler tarafından baskı altına alındıklarını, tüm bu saldırıları geri püskürtmenin yolunun birlikte davranmak ve tabandan işyeri komiteler kurarak mücadeleyi büyütmekten geçtiğini belirttiler. Bir seramik işçisi işyerinde komite ile buraya geldiklerini, sendikaya (Çimse-İş) gittiklerinde muhatap bulamadıklarını, sendikalaşmanın önündeki engellerin sadece sermaye sınıfının olmadığını aynı zamanda bu tür sendikaların da sendikal örgütlenmenin önünde birer engel olduklarını

Küçükçekmece İşçi Platformu

5


Onlara sefahat, bize sefalet! “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, doyuncaya, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin!”

Yüzyıllar önce dünyanın farklı yerlerinde işçi kardeşlerimizin “insanca yaşam” talebini patronlar “asgari ücret” adı altında kabul etmek zorunda kaldılar. Asgari ücretin patronlar tarafından kabulu ise vahşi sömürüyü ortadan kaldırmadı kuşkusuz. Asgari ücret, işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret demektir. Türkiye’de asgari ücretin baba, anne ve iki çocuktan oluşan 4 kişilik bir aile üzerinden belirlenmesi gerekmektedir. Açlık sınır 4 kişilik bir ailenin asgari mutfak giderlerini kapsamaktadır. Patronlar kârı azaltacak her türlü maliyeti mümkün olduğunca en alt seviyede tutmaya çalışır. Ücretler aşağıya çekildikçe ve işçi sınıfının yaşadığı sefalet derinleştikçe sermayenin kârı ve birikimi o ölçüde artar. Asgari ücret, patronlar açısından işçiye ödemek zorunda olduğu en düşük ücret olarak

Türkiyeli işçi daha çok çalışıyor! Birleşik Metal-İş Sendikası’nın araştırma sonuçlarına göre Türkiye, değerlendirmeye alınan 54 ülke içinde ve seçilen kriterlere göre, çalışılan süreye bağlı alım gücü sıralamasında 40. sırada. Sıralama sonuçlarına göre İsviçreli işçi istediği ürünü alabilmek için en az çalışmak zorunda olan işçi iken, Tanzanyalı işçinin bazı ürünleri almaya ömrü bile yetmiyor. 1 kg et satın almak için bir işçimiz 2 saat 48 dakika çalışmak zorunda iken bir Alman işçisinin 27 dakika, Finlandiyalı bir işçinin ise 47 dakika çalışması yeterli olabiliyor. Araştırmaya göre ortalama haftalık çalışma sürelerine göre Türkiyeli işçi 45 saatlik haftalık çalışma süresi ile verili 60 ülke arasında imalat sanayiinde en çok çalışan işçiler

6

değerlendirilirken, biz işçiler için bitmeyen sefalet demektir. İMF ve Dünya Bankası’nın yetkilileri Türkiye’de asgari ücretin çok yüksek olduğunu söylüyorlar. Hatta daha da ileri gidip, Türkiye’de asgari ücretin İspanya, Fransa ve ABD gibi ülkelerin bile çok üzerinde olduğunu iddia edebiliyorlar. İMF ve Dünya Bankası emrediyor, AKP hükümeti uyguluyor. Son iki ay içerisinde akaryakıta gelen peşpeşe zamla birlikte, elektriğe, telefona, suya, doğalgaza ve birçok zorunlu tüketim maddelerine zam geldi. Herşeye zam geliyor fakat ücretlerimiz yerinde sayıyor ya da komik oranlarda bir artış oluyor. Sermaye sınıfı kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alıyor. Bu bir tesadüf mü? Bugünlerde okullar açılıyor. Sefalet ücretleriyle çocuğumuzu okutmaya çalışacağız. Boyalı basında yazıyor, Tayyip Erdoğan tatilinin ilk sabahında 42 çeşitten oluşan kahvaltı ile güne başladı. 6 çeşit peynir, 5 çeşit reçel, 2 çeşit bal, kaymak. Üzümlü kek, cevizli kek, fırında patatesli poğaça, domates, yumurta, zeytin çeşitleri, 4 çeşit sütlü ürün, 2 çeşit yöresel börek, kekikli salatalık, krep... Kahvaltı sofrası değil saltanat sofrası sanki. İşçiler, kardeşler, Hayatı üretiyoruz; yiyeceği, giyeceği, teknolojiyi her şeyi üretiyoruz. Fakat yoksulluk içinde yaşıyoruz. Faturaları ödeyebilmek için didinip duruyoruz. Sabah akşam demeden patronlar için çalışıyoruz. O kadar çalışmamıza ve üretmemize rağmen bu yoksulluk neden? İnsanca yaşanabilir bir ücret bizim hakkımız değil mi? Yoksa tüm insanlık dışı çalışma koşullarına rağmen hak insanca yaşamaya yeten bir ücret bizim hakkı mı değil mi? Kim çalıştırıyor koca koca makinaları. Hayatı kim döndürüyor. Defteri, kalemi biz üretiyoruz fakat çocuklarımızı okutmakta güçlük çekiyoruz. Büyük büyük hastaneler dikiyoruz fakat tedavi olamıyoruz. Neden çünkü paramız yok! Yapılan araştırmalara göre Türkiyeli işçi dünyada en çok çalışan işçi fakat karnını doyuracak bir ücret alamıyor. İMF ve Dünya Bankası, bu sefalet ücretini bile bize çok görülüyor. Bugün aldığımız asgari ücret ile ev kirasını zor-zor ödebiliyoruz. Peki bizler ne yiyeceğiz, içeceğiz, nasıl yaşayacağız? Bu kimin umurunda? Tabii ki zenginlerin değil işçi arkadaş. Bu sorun bizim sorunumuz. İnsanca yaşanabilir bir ücret talebiyle mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor. Biz mücadele etmedikçe kimse bize birşey vermez. Sadaka niyetine dağıtılan bir paket makarna, bir kila pirinç için birbirimizi ezmek durumunda kalırız. Böylece insanlık onurumuzu ezmelerine izin vemiş oluruz. Patronlar eziyorlar, sömürüyorlar, aşağılıyorlar, hastalanınca kapı dışarı ediyorlar. Nasılsa kapıda kölece çalışmayı kabul edecek milyonlarca işsiz var. Bizler “ya köle gibi çalışın” diyorlar ya da işsiz kalmamıza yol açarak bizleri sefalet içinde ölümü mahkum ediyorlar. İşçi arkadaş, Bizler milyonlarlarız, hayatı kuruyoruz. Biz olmazsak bu çark dönmez. Patronlar sınıfı olmadan döner fakat biz olmazsak hiçbir şey olmaz. Hayat durur. Patronlar sınıfı sadaka toplumu yaratmaya çalışıyorlar. Bu düzene boyun eğmeyelim, insanca yaşanabilir bir ücret için mücadele bayrağını yükseltelim, örgütlenelim!

arasında 8. ülke. Dünyamız iletişim ve teknoloji alanında yaşanan değişimle birlikte giderek çelişkilerinde belirginleştiği bir süreci yaşıyıor. Türkiye bu süreçte arada kalmış bir ülke durumunda. Pek çok alanda kalmış bir ülke durumunda. Pek çok alanda en alttakilerle aynı konumda yer alıyor. Oysa Türkiyeli emekçiler böyle bir durumu hakketmiyor. Çalışma sürelerine baktığınızda Türkiye işçisi dünyanın en çalışkan işçlieri arasında. Ancak ücretlere baktığınızda sonlarda yer alıyor. Bu Türkiye’deki sömürü düzeyini açıkça ortaya koyuyor. Türkiye’yi rekabet adına sömürünün açık alanı haline getirmeye çalışanlar bu ülke insanına kötülük yaptıklarının ve bu ülke insanının bu kötülükleri unutmayacağının farkında olmalıdır. Türkiye ucuz işgücünün, sömürünün değil, niteliğin, eğitimin, bilginin ve refahın ülkesi olmalıdır. Planlamayı değil, rekabeti kutsayan yeni liberal politikalarla bunu gerçekleştirme şansı yoktur.


Emekçi Kadın Desa’nın direngen kadın işçisine…

Direnişten öğrendikleri ve direnişinin bizlere öğrettikleri!

Halkalı fabrikalar yolu üzerinde bulunan Desa deri fabrikası önünde 65 günü aşkın bir direniş yaşanıyor. Bu direnişi herhangi bir işçi direnişinden ayıran birkaç özellik var. Önce aynı patrona ait Düzce’deki Desa’da başlıyor sendikal örgütlenme mücadelesi. Oradan buraya sıçrıyor fakat Sefaköy’deki işçiler Düzce’nin işçileri gibi patronun ayak oyunlarına karşı tok bir tutum takınmakta kararlılık gösteremiyor. Baskılar karşısında geri adım atıyor. Yaklaşık 500 işçi içinden bir tanesi Emine Abla, patronun bu baskılarına karşı çıkarak arkadaşlarını ve sendikayı satmayacağını patronun yüzüne haykırıyor. Bunun sonucunda işten atılıyor ve tek başına bugün iki ayı aşkın süredir bu onurlu direnişi kararlılıkla sürdürüyor. Bir kadın işçinin tek başına da olsa böylesi zorlu bir mücadeleye baş koyması gerçekten kendisi adına onur verici bir tutumdur. Patronun her türlü saldırısını böylelikle göğüsleme gücünü savunduğu davanın haklılığından ve gücünden alarak ‘tüm işçi sınıfı adına’ direndiğini tok bir bilinç açıklığıyla söylemektedir.

Desa direnişi zengin derslerle doludur... Öncelikle bu direnişin başka önemli yanlarını da anlamakta yarar var. İşçi sınıfı kadını ve erkeği ile bir bütündür. Dünyanın her yerinde tüm işçileri birbirine bağlayan ulus, din, dil, ya da benzeri şeyler değil fakat aynı kaderi paylaşmaları ve aynı sömürü düzeninin kölelik çarkında gelecek umutları ve özlemleri, insanca yaşam koşulları ellerinden alınmış bir halde yaşamlarının köleleştirilmesi vardır. Ve köleleştiren kölelik düzenine karşı mutlaka mücadele etmenin tek çıkış yolu olması gerçeği. İşte bu köleleştirme sonucunda kadın işçilerin payına her zaman daha fazlası düşmüştür. Kadın işçiler dünyanın dört bir yanında iki kat daha fazla sömürüye maruz kalıyor ve bunun karşılığında yine ürettikleri değerden daha az pay alıyorlar. Çalışma ve yaşam koşulları, sosyal, siyasal hakları ya da toplumsal yaşamın tüm alanlarında gösterdikleri varlık hiç olmadığı kadar geri bir durumdadır. Tüm bu alanlardaki geriliğin başlıca nedeni örgütlülüğün zayıf olmasıyla ilgilidir. Ve işte ancak bu örgütlülük üretim ve hizmet alanlarından doğru ortaya konulacak bir çabayla sağlanabilecektir. Ancak bu bugünkü örgütsüzlük koşullarında kolayından olmayabiliyor. Kadın işçiler hakları için mücadele etmede gerekli girişkenliği yeterince gösteremiyor. Göstermeye kalktığında bin bir engelle karşılaşabiliyor. Patron, polis baskısı yanında birde aile eş gibi sorunlar çıkıyor. Fakat verdiği mücadelenin haklılığına bir kez inandığında, bu uğurda önüne çıkan her engeli aşma gücü ve iradesini de daha fazla gösteriyor. İşte Desa’nın direnen işçisi Emine ablamız, bunun canlı bir örneğidir. Bu yanıyla onun direnişi ‘tüm işçi sınıfı adına’ olduğu gibi aynı zamanda tüm kadın işçiler adına da sayılmalıdır. Ve özellikle kadın işçi, emekçilerin daha fazla desteğine gereksinimi vardır. Çünkü kadın işçi ve emekçilerin dayanışması bu direnişin eksik kalan yanını tamamlayacak ve böylece sesini, soluğunu daha gür bir şekilde kamuoyu ve bölgedeki işçilere taşıyacaktır.

Direnmenin onuru... Tek başına da olsa tüm sınıf kardeşleri adına direnmenin onuru ve gururunu haklı olarak taşıyor Emine abla. Neden taşımasın ki. 9 yıldır emek verdiği ter döktüğü, çocuklarından fazla ilgilendiği işinden fabrikadan sendikaya üye oldu diye bir çırpıda kapı önüne konuldu. Önce sendikadan istifa etmesi için baskı uygulandı, para teklif edildi. Oda olmayınca işten atıldı. İşten atmakla mücadelesini bitireceğini sanan patrona hemen fabrika önünde direnişe geçerek cevap verdi. Bundan sonra da patronun baskısı devam etti. Direnişini baltalamak ve içeride çalışan işçilerle görüşmesini engellemek için her yolu denedi. Olmadı Sefaköy polisini devreye soktu. Dayanışma için desteğe gelenler gözaltına alındı. Kendisi tehdit edildi. Polis tarafından sürekli takibe alınıyor vs. Kısacası bunun gibi daha pek çok baskıyla yüz yüze geldi. Daha da gelecektir. Önemli olan direnmede gösterdiği kararlılık kadar hedefe kilitlenmesidir. Çünkü hedefine kilitlenmeyen hiçbir çaba ya da mücadele sonuca götürmez. Bu yüzdende özellikle içerideki işçileri etkilemeye yönelik bir çaba daha çok önem kazanıyor. Tabii, sendikanın bu durumda geçmiş yıllarda olduğu gibi örnek alınan bir pratik ortaya koyması gerekiyor. Direnişi emekçi kadınlara esin kaynağı olmalı ve ona esin vermelidir! Emine ablanın direnişinin anlam ve önemi yeterince açıktır. Direnişin başından bugüne kadar gösterdiği kararlılık ilgiyi ve desteği fazlasıyla hak ediyor. Pratik planda ilerici kurum ve kuruluşların işçi sınıfı devrimcilerinin desteğini sürekli almasına rağmen eksik kalan yanı halen de vardır. O da işçi emekçi kadınların göstereceği ortak dayanışma ruhudur. Bilinmeli ki, kadın emekçiler mücadele içerisinde çok çabuk kaynaşıyor ve ilerleme sağlıyorlar. Bu durum değerlendirildiğinde ortaya hiç olmadığı kadar avantaj çıkarabilir. Mesela Desa ile dayanışma platformu gibi Desa ile emekçi kadın dayanışması platformu kurulabilir. Ya da zaten var olan platform güçlerini birleştirip bölgedeki emekçi kadınları bu iş için bir araya getirmeye çalışabilir. Bu yapıldığında görülecektir ki emekçi kadınlar, karınca misali dayanışmaya seferber edilebilecektir. Bunun koşulları vardır. Yeter ki o gözle bakmasını bilelim. İşte bu koşulları yarattığımızda Emine ablanın direnişi emekçi kadınlara esin kaynağı olabilir ve ona esin verebilir. Ancak bu durumda direniş gerçek anlamda işçi ve emekçilere mal edilebilir. İşçi sınıfının haklı davasına dönüştürülebilir. Ama önce kıvılcımın aleve dönüştürülmesine hız vermek gerekiyor.

7


Kültür Sanat Köşesi KİTAP TANITIMI: Friedrich Engels

İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu Amerikalı Henry Colman, "İngiltere'de, ailesi olan bir yoksul olmadığım için tanrıya şükrediyorum."

Adres:Tolga Cad No:65 İnönü Mah.Sefaköy Tel : 697 71 53

BİM

Tolga Cad.

Sefaköy İşçi Kültür Evi yeni adresinde:

Sefaköy İKE

Engels'in 1844'teki İngiliz işçi sınıfına ilişkin tanımları acaba ne ölçüde güvenilir ve kapsamlıdır? Daha sonraki araştırmalar, bu tanımları ne ölçüde doğrulamıştır? Kitabın tarihsel değeri hakkındaki yargımız, büyük ölçüde bu sorulara verilecek yanıtlara bağlı olmalıdır. Engels'in tanımı, dolaysız gözleme ve eldeki diğer kaynaklara dayanmaktadır. Açıkça anlaşılıyor ki, Engels sınai Lancashire'ı, özellikle Manchester yöresini yakından tanıyordu; Yorkshire'ın bellibaşlı sanayi kentleri olan Leeds'e, Bradford'a, Sheffield'a gitmiş, Londra'da haftalar boyu kalmıştır. Hiç kimse ciddi olarak, Engels'in gördüklerini çarpıtarak sunduğunu öne sürmüyor. Zamanın İngiltere'sini anlatan bölümlerden anlaşıldığına göre, III, V, VII, IX ve XII. bölümlerin önemlice bir kısmı doğrudan gözleme dayanmaktadır ve bu bilgiler, öteki bölümlere de ışık tutmaktadır. Unutulmamalıdır ki, (çoğu yabancı ziyaretçinin tersine) Engels yalnızca bir turist değildi; aralarında yaşadığı işadamlarını bilen Manchesterlı bir işadamıydı; çartistlerle ve ilk sosyalistlerle birlikte çalışan ve onları bilen bir komünistti; ve —yalnızca İrlandalı bir fabrika kızı Mary Burns'le, onun akrabaları ve dostlarıyla olan ilişkileri sayesinde değil— işçi sınıfının yaşamı hakkında ilk elden önemli ölçüde bilgi sahibi olan biriydi. O nedenle kitabı, o yılların sınai İngiltere'si hakkındaki bilgilerimiz için önemli ve birincil bir kaynaktır. Kitabın geri kalan bölümleri için ve kendi gözlemlerinin doğrulanması için Engels, başka kişilerin verdiği bilgilere ve basılı bilgilere dayanmış, olanaklı olan yerlerde kapitalizme yakınlık duyan kaynaklardan alıntılara yer vererek, o kaynakların siyasal yanlılığını dengelemeye özen göstermiştir. (Önsözünün son paragrafına bakınız). Çok ayrıntılı değilse de bel-

EFELER

geleri iyi ve tamdır. Belgeleri kitabına geçirirken bazı hatalar yapmasına (bazıları sonradan Engels tarafından düzeltildi), ve resmî makamları, aynen alıntılamak yerine özetleme eğilimi olmasına karşın bu, kanıtlarını kendi keyfine göre seçtiği ve yanlış alıntıladığı suçlamalarını kanıtlamaz. Kendisine hasım olan editörleri, koskoca bir ciltte "yanlış sunuş" diyebilecekleri yalnızca birkaç örnek bulabilmişlerdir, onlar da ya ufak-tefek şeylerdir ya da yanlıştır.* Gerçekten bazı kaynaklar var ki Engels onlardan yararlanmamıştır, ama o kaynakların bir kısmı da ortaya bir şey koyuyor idiyseler bile, o koydukları şey daha da ürkütücü bir görüntü idi. Makul ölçülerle, Emekçi Sınıfın Durumu yetkinlikle belgelenmiş bir çalışmadır; sağlam kanıtlara dayanarak ortaya çıkarılmıştır. Proletaryanın durumunu gereksiz ölçüde karanlık gösterdiği, ya da İngiliz burjuvazisinin iyilikseverliğini takdir etmediği yollu suçlamaların yanlış olduğu görülecektir. Dikkatli bir okur, Engels'in tüm işçileri çaresiz ve açlıktan ölmekteymiş gibi gösterdiği, onların yaşam standardını ölmeyecek kadarlık bir standart diye tanımladığı, proletaryayı farklılaşmamış bir yoksullar kitlesi olarak sunduğu türünden savların ya da kitabı okumamış eleştirmenlerin ona atfettiği öteki aşırı ifadelere dayandırılan öteki savların hiçbir temeli olmadığını görecektir. Engels, işçi sınıfının durumunda hiçbir iyileşme olmamıştır gibi bir yadsıma içinde değildir. Burjuvaziyi habis ruhlu tek bir kitle olarak göstermemiştir. Burjuvazinin temsil ettiği şeye ve davranışına sebep olan nedene duyduğu nefret, iyi niyetli insanların dışındaki kötü niyetli insanlara duyulan nefret türünden naif bir nefret değildir. O nefret, sömürücüleri kolektif olarak "varlıkları paslanmış, onulmaz bir bencillikle yozlaşmış, derinden demoralize bir sınıf" durumuna otomatik olarak getiren kapitalizmin acımasızlığına yönelttiği eleştirinin parçasıdır. Engels'in eleştirmenlerinin çoğu, sırf onun ortaya koyduğu gerçekleri kabul etmek istemedikleri için itiraz ediyor. Komünist olsun ya da olmasın, o yıllarda dışardan gelip İngiltere'yi ziyaret eden birinin gördüğü korkunçluklar karşısında şok geçirmemesi olanaksızdı. Bu duyguyu çok saygıdeğer birçok burjuva liberal Engels'inki kadar yakıcı ifadelerle ortaya koymuştur — ama onun çözümlemesi olmadan. "Uygarlık kendi mucizelerini yaratır" diye yazmıştı Manchesterlı de Tocqueville, "ve uygar insan nerdeyse vahşiye döner." "Yaşadığım her gün" diyordu Amerikalı Henry Colman, "İngiltere'de, ailesi olan bir yoksul olmadığım için tanrıya şükrediyorum." Engels'inkilerin yanına koymak üzere, sanayicilerin, katı yararcı kayıtsızlıkları hakkında çok sert değerlendirmeler bulabiliriz. Gerçek şu ki, Engels'in kitabı, 1845'te olduğu gibi bugün de, o dönemin işçi sınıfı hakkında yazılmış en iyi tek kitaptır. Son zamanlarda ideolojik bir hoşnutsuzlukla hareket eden bir grup eleştirmen dışında birbirini izleyen tarihçiler kitabı böyle görmüşlerdir ve görmeye de devam ediyorlar Son 125 yıldır, özellikle Engels'in yakın kişisel bilgisinin bulunmadığı alanlarda yapılan araştırmalar, işçi sınıfının durumu hakkındaki bilgilerimize yeni bilgiler eklemiştir; o nedenle Engels'in kitabı bu konuda söylenmiş son söz değildir. Kendi döneminin kitabıdır. Ama ondokuzuncu yüzyılı araştıran bir tarihçinin ve işçi sınıfı hareketiyle ilgilenen herkesin kitaplığında, bu kitabın yerini başka hiçbir kitap alamaz. Bu kitap, insanlığın özgürleşmesi kavgasında bir kilometre taşı ve vazgeçilemez bir yapıttır.

İşçi Bülteni Özel Sayı: 347 * Fiyatı: 25 YKr * Eylül 2008 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Mollaşeref Mah. Millet Cad. 50/10 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.