Liselilerin Sesi 44. sayı

Page 1

Aylık Liseli Gençlik Dergisi * Sayı: 44 * Mayıs 2012 * Fiyatı: 1TL


İÇİNDEKİLER Dershaneler kapanıyorsa açılan ne? Düzenin “sütü bozuk” çıktı YGS 'kalkarken' yeni sınavlar... Türkiye’de anadil gerçeği

Yaz dönemi çalışması üzerine

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...

Mayıs şehitleri yürünecek yolu aydınlatıyor!

Özgür Bir Gelecek İçin Liselilerin Sesi Ayten Özdoğan Mayıs 2012 Sayı: 44 Fiyatı: 1 TL. (KDV dahil) Sahibi ve Sorumlu Y. İşl. Md.:Ayten Özdoğan EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. Baskı: Özdemir Matbaacılık-Davutpaşa cad. Güven Sanayii Sitesi C blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel:0212-577 54 92 Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mah. Simsar sokak, 5/3 Fatih/İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52 Fax: (0212) 534 95 90 Yayın Türü: Yaygın-Süreli

L is e li le rin S e si’ nd e n Yeni bir sayımızla daha merhaba... Bu sayımızı tüm dünyada milyonlarca işçinin, emekçinin ve gencin doldurduğu 1 Mayıs alanlarının yarattığı coşku ile hazırladık. Türkiye’de ve dünyada yaşanan 1 Mayıs coşkusu ile milyonların mücadele kararlılığını sayfalarımıza taşıdık. Hemen arkasından, devrimci önderler Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın sermaye devleti tarafından katledilişlerinin 40. yılında komünistler tarafından anma etkinliklerinin devrimci ruhunu yaşadık. Devrimci mücadelenin sembolü olan bu üç yiğit devrimci önder için yapılan anma etkinliği ve yürüyüşüne de yer verdik sayfalarımızda. Elbette ki bunları mücadele çağrımızla birlikte ele aldık. Zira sermaye emekçilere ve gençliğe azgınca saldırmaya devam ediyor. Saldırıları püskürtebilmenin tek yolu ise devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltmekten geçiyor.

liselilerinsesi@yahoo.com.tr Eksen Yayıncılık büroları Kemalpaşa Mah. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3 İzmit / KOCAELİ Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 /224) 220 84 92 Cemal Gürsel Cd. Shell karşısı Vakıf İşhanı Kat:3 No 306 ADANA Tel: 0(322) 363 19 94


1 Mayıs’ın coşkusuyla, Denizler’in yolundan devrim mücadelesini yükseltmeye!

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, bu yıl da büyük bir coşkuyla kutlandı. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de 1 Mayıs’ta birçok alanda işçiler, emekçiler ve gençler mevcut sistemden duydukları rahatsızlıkları dile getirmek ve taleplerini haykırmak için alanlara çıktı. Toplumun bütün ezilen kesimleri biraraya gelerek, hep birlikte kapitalist sistemin dayatmaları karşısında devrim ve sosyalizm özlemlerini haykırdılar. Kuşkusuz bu yılki 1 Mayıs’ta binlerce liseli de kendi yaşadıkları sorunları ve taleplerini haykırmak için alanlarda birleştiler. Liseliler kendilerine dayatılan paralı, gerici, elemeci eğitim anlayışını kabul etmeyeceklerini ve bunların kaynağı olan kapitalist sisteme karşı devrim ve sosyalizm mücadelesinde yer alacaklarını göstermiş oldular.

1 Mayıs’ın yarattığı coşkuyla mücadeleyi büyütmeye 1 Mayıs geride kaldı, fakat 1 Mayıs’ta alanlarda haykırdığımız taleplerimiz için mücadeleyi daha kararlı ve yaygın bir şekilde sürdürmek bizleri bekleyen bir sorumluluktur. Zira kapitalist sistemden kaynaklanan ve eğitim sistemi içerisinde yaşadığımız sorunlar olduğu yerde durmaktadır.

Eleme sistemi, ezberci ve gerici eğitim anlayışı, paralı eğitim uygulamaları karşımızda durmaya devam etmektedir. Yani bir eğtim-öğretim dönemini daha geride bırakırken sorunlarımız orta yerde durmaktadır. Tabi buna karşı örgütlenerek mücadele etme sorumluluğu da bizleri beklemektedir.

Mücadele bayrağını daha da yukarı taşımaya! Kısa bir süre sonra karneler alınacak. Bu kokuşmuş düzenin eğitim anlayışının bir yansıması olan karneler güya bizlerin başarısını belirlemek amacıyla veriliyor. Oysa bu karnelerin asıl sahibi bizlere bu eğitim sistemini dayatanların ta kendisidir. Karnelerde yazan notlar bizzat bizlere verdikleri “eğitimin” ne kadar çürmüş olduğunu bir kez daha gösterecektir. Bizler bu çürümüş kapitalist sistemi ve onun sunduğu bozuk eğitim anlayışını kabul etmeyen liseli genç komünistler ve devrimci güçler olarak geleceğimiz ve özgürlüğümüz için mücadeleyi büyütmeli, kavgada yerimizi almalıyız. Geleceğin gerçek sahipleri olarak, Denizler’in devrettiği mücadele bayrağını daha yukarı taşımak için devrim ve sosyalizm mücadelesine güç katmalıyız.

3


Dershaneler kapanıyorsa açılan ne?

Eğitimde bir dönem daha bitmek üzere. YGS'nin yıkıcı sonuçları hala birçok gencin hayatını karartırken yap-boz tahtasına çevrilen eleme sınavlarında yeni değişiklikler gündeme geldi. Liseli gençliği tek başına üniversiteden değil hayattan da eleyen sistemin tartışma götürmez gerçeği üzerine eğitimdeki dönüşüme ek olarak YGS'de de değişiklikler gündeme alındı. Bir yanı yüz yenilemek ve biriken tepkileri bertaraf etmekken diğer yanı eğitimde uzun vadeli çıkar hesaplarının yolunun düzlemesidir. En “adil” sistem arayışı içerisinde diğerlerine göre daha yeni olmasına karşın şifre gerçeği sonrası ömrünü yitiren YGS'ye alternatif sistemler yaratılmaya çalışılıyor. Eğitim sisteminde köklü değişimlere gidildiği bir dönemde YGS'nin kaldırılacağı ve dershanelerin kapatılacağı açıklamaları basit bir sınav değişimi olarak ifade edilemez. Burada değişen köklü eğitim sistemindeki son basamak olacaktır. Çünkü bugün sermaye devletinin çok yönlü saldırıları altında liseli gençlik ve eğitim alanı özel bir yıkım stratejisi ile karşı karşıyadır.

4

4+4+4 yasası, YGS değişikliği gibi somut olarak atılan adımlarla eğitim sisteminde ticari eğitim uygulamaları ve patronların ihtiyaç duyduğu ucuz işgücü kaynağı değişimleri daha köklü değişimlere konu olmuştur. Yeni sınav tartışmalarında öne çıkan başlık dershanelerin kapatılacağına dair tartışmalar oluyor. Eleme sınavlarının kopmaz bir uzantısı olan dershanelerin kapatılmasının yıllardır imkansızlığına dem vuruyoruz. Öğrenci sayısı milyonla ifade edilen bir rant mevzisi, sınavın eleme mantığı dolayısıyla lise müfredatı dışındaki eğitim ihtiyacı gibi iki temel tanımla dokunulmazlığa sahip bu alan için “değişim” sinyalleri veriliyor. Patronların düzeninde esas olan ve şaşmaz bir şey varsa bir uygulama değişime gidiyorsa ve de bunun için mücadele gibi bir dış basınçla yapılmıyorsa değişim daha fazla sömürü daha fazla rant demektir. Bu yanıyla dershanelerin kapatılacağı açıklamalarının ardı sıra yeni eğitim modelleri ve sınav sistemleri sunulmaya başlandı. İlk açıklamanın sıcaklığı geçtikçe hedefledikleri


sistem de netlik kazanmaya başladı. Dershaneler kapanıyor, fakat özel okula evrilerek! Yani eğitimde fırsat eşitsizliği demek olan dershaneler varlığını sürdürmekle kalmıyor daha yüksek pay sahibi oluyor. Dershanelerin özel okula dönüşmesiyle birlikte devlet öğrencilerini bu okullara yönlendirecek uygulamaları devreye sokacak. Sözlere bakıldığında karşılanamayan nitelikli eğitim ihtiyacı böylece çözülecek. Fakat eğitimde niteliği özel ya da devlet diye ayırmak kaba bir tahrifattır. Dershaneler kamu hizmeti değil paralı bir iş ilişkisi kurar. Dershaneler öğrenciye yarışa hazırlanan at muamalesi yapar. Sosyal hayattan koparan, öğrenci sevgilisi olması durumda dershaneden atan zihniyet nasıl daha nitelikli eğitim sunar? Özel okullara geçiş için ücretin yarısı devletten yarısı veliden karşılanacak. Daha önce yapılacak sınavda başarılı öğrencilere özel okul bursu sunmayı planlayan dinci gerici AKP hükümeti yasal mevzuata takılmıştı. Şimdi yollarındaki taşı temizleyerek ticari eğitime emin adımlarla yürüyorlar. Bu sistemin uygulamaya konmasıyla birlikte devlet okulları gittikçe işlevsizleştirilecek ve devlet okullarında meslek liseleri ağırlık kazanacak. Geçtiğimiz dönem içerisinde Meslek liselerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar yeni durumla teyit ediliyor. Meslek liselelerinin sayılarını artırmaktan bahsedip bunu yeni okul açarak değil varolan liseleri dönüştürerek yapacaklarını beyan etmişlerdi. Bu dönüşümden doğacak lise ihtiyacı da dershanelerin evriminden karşılanacak. Yani düne kadar üniversiteye gitmek için dershaneye ihtiyaç duyan öğrenci için şimdi önkoşul özel okul olacak. Özel okula gidebilecek parası olmayanlar içinse üniversite hayal olarak kalacak. Dershanelerin özel okula evrimi yıllar içerisinde dillendirilen ve ilk ufak adımları atılan eğitimde dönüşümün en kritik dönemeçlerinden biridir. Sonuç itibariyle devasa rantın döndüğü, yüzlerce ayrı patronun beslendiği bir alanın neredeyse baştan aşağı yeniden kurulması planlanıyor. Tabii bu değişime patronlar cephesinden olumsuz bakanlar da var. Küçük ölçekli dershane sahipleri özel okul statüsü kazanamayacakları için düzenlemeye karşı çıkıyor. Fakat kapitalizm, doğası

gereği daha fazla kar için kendi sınıfından olanların üstüne basarak yükselmekten geri durmuyor. Geleceği çalınan biz liseli gençlik için plan yapn, proje üreten çok. Ama bizim taleplerimizi bizden başka dillendirecek yok. Dershaneleri bu düzen kapatacaksa kendi ihtiyacı için kapatacaktır. Ancak biz sokaklarda olmadıça.

Teşvik’ten özel okullara ayrıcalık Dinci-gerici parti şefi Tayyip Erdoğan’ın YGS öncesi 4+4+4 yasası kapsamında açıkladığı uygulamalar Teşvik Sistemi ile hayat bulmaya başlıyor. Teşvik sistemi içine özel okulları desteklemek için somut maddeler yerleştirilirken Maliye Bakanı Mehmet Şimşek uygulama için burjuva basına görüşlerini bildirdi. “Yarısı aileden yarısı bizden” diye sunulan başlık altında özel okulların teşvikten nasıl yararlanacağı ve sermaye devletinin yeni dönem hedefleri aktarıldı. Yeni teşvik sistemine göre il ayrımı olmaksızın yapılacak her özel okul 5. bölge tanımından yararlanacak. Mehmet Şimşek yaptığı açıklamada özel okulların payının çok düşük olmasından bahsedip “Özel okulların eğitim sistemimizdeki payı yüzde 2 düzeyinde. Bunun yüzde 20’lere çıkması lazım” diyerek uzun vadeli hedefleri sıraladı. Özel okul masraflarının 1500 TL’sini devlet karşılayacak, parası olan üstünü tamamlayacak. Maliye Bakanı bu hesapla devletin okullara ayırdığı kaynak yükünden kurtulacaklarını söylüyor. Ayrıca, zarar yokmuşçasına bir de bu uygulama sayesinde artan parayla devlet okullarını iyileştireceklerine dair vaatler sıralanıyor.

5


Eğitime ve geleceğimize ‘4+4+4’lük darbe!

28 ve 29 Mart günlerinde Eğitim Sen üyesi öğretmenlerimiz ve onlara destek verenler, başta Ankara olmak üzere kitlesel eylemleriyle 4+4+4 kapsamında ilköğretim de eğitimde fırsat eşitliği hakkının gasbedilmeye çalışılmasını duyurmaya çalışıyorlardı... Ben de Bursa’da eylemdeydim. Hükümetin bu yasayı yangından mal kaçırırcasına Meclis Genel Kurulu'ndan geçirme gayretleri sürerken öğretmenlerimizin ve diğer emekçilerin sokaklarda yerlerde sürüklendiğinin, gaz ve copla kuşatıldıklarının haberleri geliyordu. Sokaklarda seslerini duyurmak için uğraşan emekçilere savaş ilan etmişti AKP. Bir yanda Eğitim Sen, KESK bayrakları diğer yanda biber gazı, cop, panzer, tazyikli su. AKP bu yasayı kanla geçirmişti. Eylemde yürürken bir kadının biz öğrencilere bakarak bize söylendiğini gördüm. “Siz mi değiştireceksiniz?” diye bize çatıyordu. Kendisinin de anne olduğunu söyleyerek televizyondaki görüntüleri öne sürüyor ve dayak yediğinizle kalıyorsunuz diyordu. Halbuki bir anne nasıl bu kadar kayıtsız olabilir di? Bir arkadaşımızla sinemaya gidiyor olsak, bize 40 tane soru sormazlar mı? Kiminle, hangisine gidiyorsun? Kaçta geleceksin? Geç kalma vb… Ama çocukların nasıl bir yaşama götürüldüğünü belirleyecek 4+4+4 üzerine meydanlarda kıyamet kopuyor, bu

6

annenin ya da bizim annelerimizin bu projeyle ilgili söylediği tek bir şey yok. Sormuyorsun anne, sormadığın gibi benim de sormama engel oluyorsun. Benim geleceğimi çalanlarla ortak oluyorsun… Emekçilerin çocukları aç ve okulsuz… Eğitim zaten paralıydı. Her ne kadar anayasada devletin kamusal eğitim verme yükümlülüğünden söz edilse de bizlerden toplanan 10-20 liralık paralarla bu yazılanlar çoktandır kağıt üzerinde kalmıştı. Şimdi 4+4+4, “İlköğretim devlet okullarında parasızdır” ifadesinin yasadan çıkartılması, temel eğitimin de 'özelleştirilmesinin' önünün azgınca açılması anlamını taşıyor. Böylece eğitimde yılları bulan büyük neo-liberal dönüşüm tamamlanıyor. AKP sağlıktan eğitime ne varsa her şeyi piyasanın insafına terk ediyor. Burjuva çocuklarının gittiği seçkin ve paralı okullarda 7 yaşından beri dershane-sınav sistematiğinin 'müşterisi' olan çocuklar… Devlet okullarında 40 kişilik dersliklere doluşan 'öğretmensiz' çocuklar… Epeydir biz öğrenciler zengin ve yoksulların çocukları olarak sistem tarafından ayrıştırılıyorduk. Şimdi aramıza koca bir uçurum girecek. Ayrıca kademeli eğitim uygulaması ile dershane sektörü iyice palazlanacak. Yıllardır eğitimin bütün kademelerini “sınav odaklı” hale


getirenler, dershaneye gitme yaşını alabildiğine erkene çekiyor, 8’e indiriyorlar. Şimdi soruyorum sana anne; hadi biz neyse de, iç güveysinden hallice yaşayıp gidiyoruz, peki yemek bulamadığı için çocukları ölen aileler çocuklarını okutabilecekler mi? Onların okul masraflarını karşılayabilecek mi? Okulların birer müşterisi olan çocuklar ilk 4 seneden sonra sınıflarından torna tezgahlarına yollanmayacaklar mı? Ustasının küfürleri eşliğinde üç kuruşa çalışan bu çocukların da bir anneleri var… Onların o 3 kuruşuna muhtaç olan… Onları ne dershaneye ne de okula gönderebilen…

İşçisin sen işçi kal…

Bu uygulama çocukların hangi kesimden olduğuna göre onları eğitimden ayrıştıracak, nereye gideceğini belirleyecek… Hani sen bana “böyle işlere kafa yorma, dersine çalış, üniversiteyi kazan” diyorsun ya; artık işçilerin çocuğu işçi, köylülerin çocuğu köylü olacak. Hani ben işçi olmaktan hiç gocunmam, çünkü bilirim hayatın ancak o nasırlı ellerle var olduğunu. Ama senin bana doktorluğu, daha okuma bilmeyen kardeşime öğretmenliği yakıştırdığın hayallerin daha şimdiden tuzla buz oldu. Onlara kul olmamızı istiyorlar… Bizim gibi çocukların, işçi ve emekçi çocuklarının o daha iyi, seçkin okullara gitme Anne, onlar rahatça yönetebileceği insanlar imkanı olmayacak. Meslek liselerine gidecek, 11olmamızı istiyorlar. Ensemize vurup lokmamızı 14 yaşlarında staj adı altında sömürüleceğiz. almak istiyorlar. Sormayalım, sorgulamayalım, 8 yıllık kesintisiz eğitimde azalan çocuk işçi onlar ne derse biat edelim… AKP’nin eğitim sayısı yeniden hortlayacak. Dünyanın en büyük 10 tezgahından geçmiş, kapitalist iktisadi ilişkilere, ekonomisini hedefleyen AKP, emek piyasasını da dinci-gerici ideolojiye uygun programlanmış buna uygun düzenleyecek. En barbar ve ucuz bireyler ve toplum... Böylece onlar bizim işçilik olan çocuk işçilik, bu piyasada kalıcılaşacak. yarattığımız zenginliklerle sefalarını sürerken, İş yasalarında buna eşlik eden düzenlemeleri de bizler ses çıkarmayacağız, daha çok çalışıp, daha az düşündüğümüzde kapitalistler, sizleri alacağız ama “bu kadarına da” şükredeceğiz. İşte çalıştırmaktansa biz çocukları çalıştırmayı tercih din derslerinin, imam hatiplerin küçük yaştan edecek. itibaren karşımıza çıkarılmasının sebebi bu. Din, Senin öğretmen olmasını istediğin küçük sorgulamaz, sorgulatmaz. Mutlak kabullere dayanır. kardeşim, 11 yaşında çırak olacak. O soracak sana, Peki soruyorum sana anne; 5 yaşındaki yavrunun evde iş yaptırmaya kıyamadığın, soracak… Yağlı elinden topunu alıp, onun okul sıralarında nice elleriyle sarsacak seni; sen neredeydin anne? hurafelerle yetişmesine göz mü yumacaksın? 8 Bunlar hayata geçirilirken neden sustun diye yaşındaki bir çocuk “kendi seçimi” ile imam soracak. Onun yüzüne bakabilecek misin? hatipleri, dini eğitimi tercih eder mi? Ya da ilgi Bursa’dan bir Liselilerin Sesi oukuru alanına göre mesleğe yönelebilir, buna göre okulunu seçebilir mi? Erdoğan “dindar nesil” istediklerini açıkça söyledi. İtiraz edenlere de “tinerci mi” olsunlar dedi. Yani dindarsındır ya da tinerci. Onlar toplumu böyle ayrıştırırken ve sana sadece dindar olma seçeneğini sunup emekçi çocuklarını rezil ideolojileriyle zehirlerken, senin kızının onlara kul olmasına seyirci mi kalacaksın anne? Oysa Tayyip Erdoğan başta olmak üzere onların çocukları Amerika'nın özel okullarında, üstelik her yıl yüzbinlerce dolar harcayarak eğitimlerini sürdürüyorlar.

7


YGS 'kalkarken' yeni sınavlar... Sermaye devletinin sözcüsü Tayyip Erdoğan, Seul'deki Nükleer Güvenlik Zirvesi yolunda burjuva medyanın yayın yönetmenleriyle görüştü. Erdoğan eğitimde dönüşüm hazırlıklarını açıkladı. Üniversiteye giriş sisteminin köklü değişimler geçireceğiyle ilgili açıklamasında Erdoğan, “dershaneleri ve sınavları kaldırmaktan” söz etti. Açıklamanın ardından tüm burjuva medya bu pembe hayalleri yaymaya başladı. Haberlerde özel olarak açıklamanın altını dolduran yorum ve bilgiler işlendi. 4+4+4 yasasıyla eğitimde köklü değişimler geleceğini ve bu değişimlerin “halkı memnun edeceğini” belirten Erdoğan planlarını somut olarak açıklamasa da bu işi burjuva medya ve bakanları üstlendi. “Özel okullardan hizmet alınacağı” tanımıyla sunulan çalışma işçi ve emekçilerden toplanan vergilerin patronlara peşkeşi anlamına geliyor. Özel okul doluluk oranlarındaki sınırlılık bu yolla güçlendirilecek. Bu uygulamanın zeminini düzlemek için son günlerde “Özel okulların devlet okullarının faydalandıkları ayrıcalıklardan mahrum kalması” işleniyor. Öğrencilere verilen süt, tablet bilgisayar ve kitap yardımlarının özel okullara verilmemesi üzerinden eşitsizlikten dem vuruluyor. Dinci gerici partinin şefinin yaptığı açıklamada asıl “yeni” olan kısım dershanelere yönelik olandır. Fakat bu konudaki açıklamalar netleştikçe görülüyor ki dershaneler de

8

kalkmıyor. Özel okullara duyulan ihtiyaç burada devreye giriyor ve dershaneler özel okullara dönüşüyor. Milli Eğitim Bakanı'nın tarif ettiği yeni eleme sınavı sistemi de beklediğimiz gibi sınavları ve dershaneleri kaldırmıyor. Kalkan sadece YGS ismidir. YGS kaldırılıp yerine “Olgunluk Sınavı” adı altında yeni bir sınav sunuluyor. Böylece daha başta ifade ettikleri tüm “yeni” ibaresi gerçekliğini yitiriyor. Sınav isimleri üzerinde değişiklikten öteye geçemeyen sistem, bunu pazarlamak için binbir yalana başvuruyor. ÖSS kalktığında da sunulan bu yalanlar tekrarlanıyor. Aslında YGS kalkmıyor isim değiştiriyor. Çünkü getirilen sistemde “olgunluk sınavı” sonrasında LYS uygulaması sürüyor. Esasına yönelik hiçbir değişim olmadan sadece isim değiştirilerek sahte bir “yenilik” sunuluyor. Dershaneleri kaldırmaktan söz ettikleri düzenleme tam tersinden ihtiyacı daha alt sınıflara çekecekir. Bu yanıyla dershaneler kalkmayacağı gibi eğitim sisteminde daha temel bir özneye dönüşecektir. Kaldı ki Tayyip Erdoğan'ın açıklamasında yer alan detaylarda da dershanelerin kaldırılmayıp okula dönüşmesi ifade ediliyor. Fiziki ve teknik olarak ders desteği üzerine kurulan bir kurumun eğitim alanına dönüşme imkanı bulunmuyor. Fakat bunun nasıl önümüze çıkacağını


ilerleyen süreç gösterecektir. Bu açıklamaların insanların elindeki imkanların 'boşa harcanmaması' vurgusuyla sunulması ise bayağı bir ikiyüzlülüktür. İşçi ve emekçilerin en ufak birikimine göz dikilirken dershanelere ödenen parayı koruma iddiası boş bir iddia olmanın ötesine geçemez. Erdoğan'ın açıklamalarının ardından yayınlanan yazılarda sınavların kalkmadığı isim ve şekil değişikliğinden ibaret olduğu görülüyor. Özellikle Ömer Dinçer'in açıklamayı ete kemiğe büründürmek için ortaya koyduğu tablo her şeyi belirginleştiriyor. Ömer Dinçer sınav tarihlerini zamana yayarak 4 sınavdan en yüksek puanın sayılacağı “stressiz” yeni dönemi müjdeliyor. Stresin kaynağı sınavın tek olmasında değil fırsat eşitsizliğinden kaynaklandığını onlar göremez. Ayrıcalıklı kesimin sınav başladığı anda kendilerinden önde olduğunu bilmek ve sınav sonrasında da aynı ayrıcalıklardan yararlanacaklarını bilmek işçi ve emekçi çocuklarındaki stresin kaynağıdır. Son YGS öncesi ve sonrasında yaşanan kalp krizi ve intihar eden öğrencilere bakıldığında bunun somut kanıtı görülecektir. Çok açık olan bir gerçek var ki sermayeye hizmet eden bir iktidar, dershaneleri ve sınavları kaldırmaz. Bugüne kadar eşitsizliğin sembolü olan eleme sınavlarının ne zaman kalkacağı açıklansa eğitimde daha ağır yıkımlarla sonuçlanmıştır. ÖSS'yi kaldırdıklarında eşit ve adil sınav sistemi denerek YGS sunulduğunu hatırlamakta fayda var. Eleme sınavları ancak gençliğin geleceği için mücadele etmesiyle kalkar. Bu sistemde bize ne bir gelecek ne de güvence sunulabilir. Bize vaatler ve yalanlar sunanlar bizim üzerimizden kendi sefalarını sürdürmektedir. Bugün sömürü çarklarını sıklaştıranlar sessizliğin gücüyle elimizdeki kırıntıları da gasp etmek istiyorlar. YGS üzerinden söyledikleri her söz dolaysız olarak eğitim sisteminde yapılacak dönüşümlere endeksleniyor. Kapıda bekleyen saldırılara karşı tek yol sokakta olmaktır. Sokaklarda yükselen sesten nasıl korktuklarını geçen yıl YGS eylemlerinde görmüştük. Şimdi görevimiz korkularını gerçek kılacak, geleceğimizi kazanacağımız mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

Dindar nesil için seferberlik...

Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre okullarımızda en az 100 bin öğretmen açığı var. İlköğretim okullarında ve liselerde hemen her branştan öğretmene ihtiyaç var. Fakat AKP hükümeti bunun da çaresini bulmuş!.. Bu derslere Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosundan alınıp ilköğretim okulları ile liselere müdür ya da müdür yardımcısı olarak atanan imamlar ya da hatipler giriyor. Bunlar elbette ki bizlere matematik ya da fizik öğretmiyorlar. Başbakan Erdoğan’ın istediği dindar nesil için seferber olmuşlar. Oysa ki şu anda 250 bine yakın öğretmen adayı atanmayı bekliyor. Atanamayan öğretmenler insanlık dışı koşullarda, güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak sözleşmeli çalışıyorlar. Yıllarca okuyup, dirsek çürüten bu insanlar arasında, insan onuruna yakışmayan bu çalışma koşulları yüzünden intihar edenler oldu. Sınıf ve branş öğretmenlerine “kadro-bütçe yok” diyen Milli Eğitim Bakanlığı, 4+4+4 Yasası’yla müfredata konulan “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamber’in Hayatı” derslerini yeni eğitim yılına yetiştirmek için Ağustos ayında 5 bin İlahiyat Fakültesi mezununu atayacağını açıkladı. Bunun yanında 5 bin de ek kadro açılacak! Bu kadronun tamamı, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınacak. Yani matematik, İngilizce, coğrafya, kimya, fizik öğretmenlerinin olmadığı okullarda en az iki din kültürü öğretmeninin olması sağlanacak...

9


Düzenin “sütü bozuk” çıktı

Geçtiğimiz günlerde okullarda dağıtılan süt nedeniyle yine öğrenciler zehirlendi. Bu durum ilk defa yaşanmıyor. Daha önceki yıllarda da benzer durumlar yaşanmıştı. Öğrencilerin sağlığı onlar için pek bir önem arz etmiyor. Dağıtılan bu sütler nedeniyle yüzlerce öğrencinin zehirlendiği ve birçoğunun hastanelere kaldırıldığı bir durumda dahi bu işin sorumluları, yalnızca kendilerini kurtarma derdine düşmüşlerdir. Dağıtılan sütün sağlıklı olmadığı veya iyi muhafaza edilmediği için bozulduğu gerçeğinin üzerini örterek zehirlenme olayında yine zehirlenen öğrencileri suçladılar. Burjuva medya ile birlikte suçlu psikolojisinin yarattığı saldırgan ruh haliyle “hassas nesil”, “süte alışık olmadıkları için zehirlendiler” vb. saldırgan söylemlerle yine zehirlenen öğrenciler suçlandı. Ayrıca daha bu sütler dağıtılmadan önce velilere yollanan kâğıtların imzalanmasını isteyerek dağıtılan sütten kaynaklı yaşanabilecek bütün sorumluluğu velilerin almaları istendi. Olaydan sonra da çözüm olarak sundukları ise, bundan sonraki senelerde

10

sütü önce öğretmenlerin içmesi ve bozuk olup olmadığını denetlemesi oluyor. Yani öğretmenlerimiz birer kobay olarak kullanılmak isteniyor. İşte onların insanlara verdiği gerçek değer bu kadar. Dağıtılan bu sütlerin sağlıklı olup olmadığını denetlemek ve bunları uygun koşullarda muhafaza etmek gibi daha net ve bilimsel bir çözüm ortada duruyorken onlar insanları kobay olarak kullanmayı düşünüyorlar. Bir dahaki sefere yine zehirlenmeler yaşandığı takdirde bunun sorumlusunun öğretmenlerimiz olduğunu söyleyerek kendilerini kurtarmaya çalışacaklardır. Onlar temsilcisi oldukları bu kokuşmuş kapitalist sisteme uygun hareket ediyorlar. Zira bu sistem özünde insanlara hiçbir değer vermeyen, insan sağlığını ve yaşamını hiçe sayan bir anlayışa sahiptir. Tek amacı daha fazla kar olan bu sistemin temsilcileri, biraz daha fazla para harcayarak daha sağlıklı ve kaliteli bir sütü öğrencilere dağıtmak yerine kalitesiz ve daha ucuz bir sütü tercih ederek birilerine rant alanı sağlamayı tercih etmektedirler.


Liselerde faşist baskılar sürüyor...

Sermaye devleti, kendine muhalif olan ve hak arayan kitlelere yönelik azgın bir faşist terör ve baskı uygulamaya devam ediyor. Bu baskı ve terörden gençlik de payına düşeni fazlasıyla alıyor. Her geçen gün öğrenci gençlik soruşturmalara, uzaklaştırmalara, gözaltı ve tutuklamalara maruz kalabiliyor. Onlarca lise ve üniversite öğrencisi en demokratik ve meşru haklarını istedikleri için bu gün cezaevlerinde. Yaşadıkları sorunlar karşısında tepki gösteren ve bir şeylerin değişmesi gerektiğini savunan öğrenciler okul idarelerinin çağırdığı polisler tarafından darp ediliyor, gözaltına alınıyor, aileleri çağrılarak tehdit ediliyorlar. İstanbul'daki İsmail Erez Endüstri Meslek Lisesi'nde öğrencilerin kantin fiyatlarını ve yiyeceklerin sağlıksızlığını protesto etmek için kendi yemeklerini getirdiklerinde yaşadıkları bu konuda her şeyi açıkça gözler önüne seriyor. Buradaki arkadaşlarımız getirdikleri yiyecekleri tenefüs saatinde hep birlikte yerken okul müdürü polislerle birlikte geliyor ve öğrenciler baskı ve tehditlerle sindirilmeye çalışılıyor. Burada yaşanan örnek aslında liseli gençlik üzerinde uygulanan baskının ne derece yoğun yaşandığını açıkca gösteriyor.

Bu baskılar boşuna değil. Onlar da çok iyi biliyorlar ki, liseli gençlik geleceğin sahibidir. Bugün nasıl bir kimlik kazanırlarsa yarın da ona göre hareket edeceklerdir. Tam da bu yüzden onlar bizim üzerimizde yoğun bir baskı ve sindirme politikası izliyor, tek tip kıyafet üzerinden son derece yoğun baskılar uyguluyor, okulun etrafını çevirdikleri dikenli tellerle bizleri adeta cezaevine sokuyorlar. Bütün bu çabaları bizleri sermaye düzeninin istediği gibi sindirilmiş, susturulmuş, tek tip bireyler yapmak içindir. Böylelikle bizleri yaşadığımız sorunlar karşısında düşüncelerimizi, tepkimizi ortaya koyabilmekten uzak birer kimliğe büründürmeyi hesaplıyorlar. Onların istedikleri düşünmeyen, sorgulamayan, tek tip bireyler olmamalı, tam tersine, hem kendi yaşadığımız, hem de toplumsal olarak yaşanan sorunlar ve haksızlıklar karşısında tepkimizi ortaya koyabilmeliyiz. Bu insan olanın yapması gerekendir zaten. Aksi durumda başkalarının belirlediği kimlikler olarak yaşantımızı boş bir şekilde devam ettiririz. Okullarımızda yaşadığımız her türlü sorun karşısında hep birlikte hareket etmeli, geleceğimizi kendi ellerimize alabilmek için de örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz.

11


Türkiye’de anadil gerçeği Dil, insanların düşündüklerini, hissettiklerini, algıladıklarını, kelime ve işaretlerle ifade etme aracıdır. Dil, düşünme, anlama, anlatma, kavrama aracıdır. Dil, bir kültür mirasıdır. Anadil ise, çocuğun başta annesi olmak üzere, ailesi, soyu, çevresi ve ulusundan sistemli ve bilinçli bir öğrenim süreci olmadan öğrendiği dildir. Anadil kişinin içinde yaşadığı çevre ve kültürle ayrılmaz bir bütündür. “İnsanın zihnine gelen düşünceler, ne türlü olursa olsunlar, ancak dilin malzemesi temeli üzerinde doğabilir ve var olabilirler... Dilin, insanlar arasında bir haberleşme aracı, toplumdaki düşünce alışverişinin bir aracı olarak, insanların birbirleriyle anlaşabilmelerinin ve insanın tüm faaliyet alanlarındaki, hem üretim alanındaki, hem de ekonomik ilişkiler alanındaki, hem siyasal alandaki hem de kültürel alandaki, hem toplumsal hem de günlük yaşamdaki birleşik çalışmasını düzenlemesinin bir aracı olarak topluma hizmet etmesi onun özgül özelliklerini oluşturur.(...) Eğer dilin böylesi özgül özellikleri olmasaydı, dil bilimi bağımsız bir bilim olarak var olma hakkını yitirirdi." (J. Stalin, Marksizm ve Dil) Dil yaşayan bir varlıktır. Onu kullananlar tarafından yaşatılır. Yaşamı kendi anadiliyle öğrenen, yorumlayan bir insan, gerçek anlamda bilimsel bir üretim yapacaksa, mevcut olanı geliştirip ilerletecekse yani var olanı ezberlemenin ötesine geçip, onu hayatta somut karşılığı olacak bir şekilde anlayıp anlamlandıracaksa, bunu en iyi kendi anadilinde yapabilir. Bilindiği gibi Türkiye çok uluslu bir ülkedir. Ancak Türkiye’ye inşa sürecinde ulus-devlet misyonu yüklenmiştir. Durum böyle olunca da, diğer etnik kimlikler, diller, inançlar kendilerini Türk ulusunun, her türlü kültürel egemenliğine

12

dayalı baskı ve asimilasyon politikası altında ezilip, içten içe yok olma süreciyle yaşatmaktadırlar. Bu süreç dilleri, ulusal kültürleri yok olmaya götürmektedir. Farklı uluslar Türkleştirilmek istenmişler, bir çok ulus kendi etnik kimliğini unutmuş, Türkleşmişlerdir. Direnenler ise katliama, baskıya ve asimilasyona tabi tutulmuşlardır. Ve bir ulusu yok etmenin, kimliksizleştirmenin yolu ilk olarak o toplumun kültürel varlıklarını yok etmekten geçmektedir. Dil ise kültürün hayat damarlarından biridir. Asimilasyon dille başlar; çünkü kültür dille aktarılır. “Anadil sorunu ulusal sorunun bir ayağıdır. Sermaye devleti anadil talebine, her ilerici talebe olduğu gibi çözümsüzlük anlayışıyla baktığından dolayı çözümlenemez bir hal almıştır. Ulusal sorun, dil sorunu kalıcı ve gerçek anlamıyla ve mahiyetiyle mevcut sermaye sisteminin yıkılması ile çözülecekse -ki ancak böyle çözülecek- anadilde eğitimin yasaklanmasının temel nedeni bu sistemdir, onun


ortadan kalkması ile gerçek anlamda anadilde eğitim gerçekleşecektir. Eğer ulusal sorun mevcut sistem içerisinde belli 'demokratik' adımlar ve/veya 'açılım'larla 'çözülecekse', anadilde eğitim de bu 'çözüm'ün sınırları içerisinde mümkün olacaktır.“ (Ekim Gençliği, Sayı: 122, Aralık 2009-Bir talep ve ötesi: Anadilde eğitim) “Ulusal sorunun çözümü bu düzene sığmamaktadır. Bu durum anadil sorununu da düzen dışı bir çözümle mümkün kılacaktır. Şunu açıkça ifade edelim ki; bir insana anadilinin öğretilmesi ile anadilde eğitim aynı şeyler değildir. Kendini yalnızca ilkiyle sınırlayan bir yaklaşım, anadilin yok sayılmasının bir yansımasıdır. Biz bugün anadilde eğitimden bahsederken üniversitelerde bir takım bölümler açılmasından, enstitüler kurulmasından, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak okutulmasından bahsetmiyoruz. Anadilde eğitim dediğimiz, bir insanın bütün bir eğitimini anadilinde almasıdır. Doğumdan itibaren kullandığı dille ilköğretimde, lisede, üniversitede eğitim almasıdır. Bunun dışındaki çözümler sözde çözümlerdir. Bir insanın anadilini sadece aile ortamında öğrenemeyeceği açıktır. Anadil bilimsel yöntemlerle, belli bir sistematik içinde öğrenilmelidir. Bireyin ve toplumun gelişmesi için bu şarttır.” (Ekim Gençliği, Sayı: 122, Aralık 2009-Bir talep ve ötesi: Anadilde eğitim)

Kapitalist sistemde tam bir çözümsüzlük hali alan dil sorunu sosyalist düzende kısa bir dönemde elde edilebilecek bir haktır. Ekim Devrimi tarihi ve Sovyetler Birliği bu açıdan izlenmesi gereken yolu göstermektedir. Ekim Devrimi'nin hemen ardından tüm ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile birlikte, tüm dillerin hak eşitliği ve tüm ulusların kendi anadilleriyle hem sanatsal, hem de bilimsel üretimlerde bulunmasının önü açılmıştır. Araştırmalara göre; "Sovyet rejimi içinde yaşayan 150 bin Kürt insanı, Türkiye'de yaşayan 20 milyonluk Kürt halkından daha çok edebiyat, sanat, teknoloji ve bilim üretmiştir." Marksist- Leninist bakış açısına göre ulusal sorun düzen-devrim savaşının sonucunda, bir sosyalist devrimle çözülebilir. Anadilde eğitim talebi ancak bu düzen dışına çıkılarak cevaplanabilir. Çünkü burjuvazi iktidarı aldığı günden beri halkları yok saymış, imha etmeye çalışmış, kültürel asimilasyon politikalarıyla, kültürel fakirliğe itmiştir. Bu sebepler çözümün bu düzen sınırlarına sığmayacağını açıkça göstermiştir. Bir ulusun başka bir ulusa olan sömürüsünü bitirmenin yolu, insanın insana olan sömürüsünü bitirmekten geçer. Tüm bu reel durumları göz önünde tutarsak çözüm ancak ve ancak sosyalizmdedir.

Esenyurt DLB

13


Yaz dön Her bir liseli genç komünist, devrimci kimliği güçlendirmeye, parti ve devrim davasıyla daha ileriden bağ kurmaya özel bir çabayla yönelmelidir. Yeni dönem mücadelesinin en temel ihtiyaçlarından biri kavgada çelikleşmiş devrimciler olduğu yerde liseli genç komünistlerin öncelikli görevi de bu ihtiyaca yanıt vermek, devrimci kimlik ve devrimci yaşam açısından sınıfın devrimci partisinin yarattığı değerleri özümsemek olmalıdır. Yeni Habipler, Ümitler, Haticeler ve Alaattinler ancak böylesi bir çaba ve irade yaratılabilir, mücadele içerisinde ölümsüzleşen komünistlerin devrettikleri bayrak ancak böyle dalgalandırılabilir.

14

Bir eğitim-öğretim döneminin daha sona ermesi ile beraber yaz dönemi başlamış bulunuyor. Bu dönemde okulların kapalı olması nedeniyle lise koridorlarındaki mücadele duracak ancak liselilerin mücadelesi elbette tatile girmeyecek. Yaz döneminde devrimci mücadele fabrikalarda, mahallelerde ve meydanlarda, kısacası liseli gençliğin olduğu her yerde soluksuzca devam edecek.

Sınıfın ve sınıf çalışmasının parçası olmak Okulların tatile girmesi ile birlikte başta meslek liselilerin ve emekçi çocuklarının önemli bir kısmı tatile gitmek yerine fabrikalara gidecek, aile bütçesine katkı sunabilmek için kapitalist sömürü çarklarının merkezinde ucuz işgücü olacaktır. Yaz aylarında fabrikalardan atölyelere, organize sanayi bölgelerinden sanayi sitelerine kadar her üretim alanı ucuz emek sömürüsü için genç işçi çalıştırır. Geleceksizliğin dolaysız yansımaları tüm berraklığıyla bu alanlarda liseli gençliğin karşısındadır. Bu sömürü çarkları arasında genç işçilerin düşük ücretlerle kölece çalıştırılması ve çok yönlü olarak ezilmesi, emekçi çocuğu liseli gençlerin düzene öfkesini bileyen gerçekliklerdir. Kapitalist sömürüyü bizzat yaşayarak görecek olan liselilere işçi sınıfının parçası olduklarını/olacaklarını hatırlatmak ve onlara sınıf kavgasında yerlerini alma çağrısı yapmak, liseli genç komünistlerin öncelikli görevlerindendir. Bir yandan fabrika ve atölyelerde sınıf kimliklerini güçlendirecek olan liseli genç komünistler, diğer yandan da devrimci sınıf mücadelesinin vücut bulduğu her alanda ve her görevde en ön saflarda yer tutmalıdırlar. Devrimci mücadeleyi yaşamın her alanına taşımak, gençlik içerisinde işçi sınıfı devrimciliğinin bayrağını taşıyan liseli genç komünistler için devrimci teorinin pratikle buluşması anlamına da gelmektedir.

Planlı bir yaz çalışması Dışarıda emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarına aktif taşeronluk rolü üstlenen, içerde de devrimci-ilerici sol güçlere ve Kürt halkına dönük faşist baskı ve devlet terörünü yoğunlaştıran sermaye hükümeti, önümüzdeki eğitim-öğretim döneminde eğitimin ticarileştirilmesi ve gericileştirilmesi yönündeki saldırılarını da derinleştirecektir. Sermaye devletinin çok yönlü ablukasına ve saldırılarına yanıt verebilmek ise, yaz döneminden başlayarak mücadele görevlerine sarılmayı gerektirmektedir. Yaz sürecinin politik önemini buradan okumak da oldukça önemli bir noktada durmaktadır.


nemi üzerine Teorik ve pratik ayaklarıyla birlikte, yaz dönemi için sistematik bir planlama yapılması herşeyden önce gelecektir. Öyle ki, üç aylık bir maratonun sonunda liselere dönüldüğünde aradaki zamanı devrime kazanabilmek esas olacaktır. Bunun için de yaz dönemine planlı bir devrimci eğitim çalışması, mücadele alanlarında kavgayla bütünleşme çabası ve liseli gençliğin örgütlenmesini kesintisiz sürdürme adımları üzerinden bakmak gerekmektedir. Yaz dönemi liseli genç komünistlerin nitelik gelişimi için belli olanakları barındırmaktadır. Bunların gerçek anlamda birer olanağa dönüşmesi ve sonuç yaratması ise ancak planlı ve sistematik bir çabanın ürünü olabilir. Tam da bu nedenle yaz dönemi iyi planlanmalı, eksikleri gidermeye ve devrimci kimliği her anlamda güçlendirmeye yönelik bir müdahale ile yeni döneme hazırlanılmalıdır.

Teorik-politik eğitim Yaz döneminde yüklenilecek temel alanlardan biri teorik-politik eğitim olmalıdır. Planlı ve sistematik bir çalışma ile hayata geçirilecek eğitim süreci, temel başlıklar üzerinden birçok soruyu cevaplamaya ve bir dizi tartışmayı tüketmeye olanak sağlayacaktır. Bu süreçte gerçekleştirilecek eğitim kurgusunun ilk konusu, felsefe, ekonomi-politik ve sosyalizm olarak ifade edilebilecek üç ayağı üzerinden Marksizmin öğrenilmesi, onun devrimci ve bilimsel özünün kavranması olmalıdır. Bugün içinden geçtiğimiz sürecin yarattığı tüm tahribata ve anti-propagandaya rağmen meşruluğunu ve doğruluğunu kaybetmeyen Marksisit öğretiyi kavramak, gelecek mücadelesinin yapı taşı olmalıdır. Eğitim çalışmasının bir başka konusu olarak devrimci gençlik hareketi tarihi ele alınmalıdır. Bugünün gençlik mücadelesini yürütme iddiası

taşıyanlar, mücadeleyi devrimci gençlik hareketi tarihinden öğrenmeli, devrimci gençlik mücadelesini büyütme çabalarını geçmişin mirasını yüklenerek sürdürmelidirler. Lise çalışmasının sorunları bu süreçteki bir diğer önemli başlığı oluşturmaktadır. Liseli genç komünistler gençlik hareketinin ve çalışma yürüttükleri alanların sorunlarını irdelemeli ve bunlara somut çözümler üretmelidir. Bunun yanında DLB'nin liseli gençlik hareketi içerisinde tuttuğu yere ve DLB çalışmasının güncel sorunlarına dair de çok yönlü bir tartışma süreci işletilebilmelidir. Eğitim sürecinde bireysel çabalarla kolektif bir çalışmanın bütünleşmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Bu açıdan, dönem arasında yapılan Devrim Okulları etkinlikleri, yaz çalışmasının bir parçası olarak yeniden ele alınmalıdır.

Dava ile bağlarımızı güçlendirelim! Tüm bunlarla beraber, her bir liseli genç komünist, devrimci kimliği güçlendirmeye, parti ve devrim davasıyla daha ileriden bağ kurmaya özel bir çabayla yönelmelidir. Yeni dönem mücadelesinin en temel ihtiyaçlarından biri kavgada çelikleşmiş devrimciler olduğu yerde liseli genç komünistlerin öncelikli görevi de bu ihtiyaca yanıt vermek, devrimci kimlik ve devrimci yaşam açısından sınıfın devrimci partisinin yarattığı değerleri özümsemek olmalıdır. Yeni Habipler, Ümitler, Haticeler ve Alaattinler ancak böylesi bir çaba ve irade yaratılabilir, mücadele içerisinde ölümsüzleşen komünistlerin devrettikleri bayrak ancak böyle dalgalandırılabilir.

15


“Yaşasın 1 Mayıs! Bijî 1 Gulan!” 1 Mayıs başta Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin bir ucundan diğer ucuna, Kürdistan’ın birçok bölgesine kadar 110 ayrı noktada kutlandı. Büyük bir coşkuyla sermaye düzenine boyun eğilmediğini, diz çökülmediğini göstermek için işçiler, emekçiler ve gençler alanları doldurdu. Devrimci Liseliler Birliği İzmir ve Bursa'da kendi pankartlarıyla alanlardaydı. İstanbul'da yüzbinler çatışmalarla kazanılan, sendikal bürokrasiyi kürsüden kovan Taksim ruhunu taşıyarak 1 Mayıs’ta meydandaydı. Tiyatroculardan, taraftar gruplarına, Lise Mezunları Derneği’nden işçi bölüklerine herkes 1 Mayıs coskusunu Taksim Meydanı’nda bayraklaştırdı. İzmir'de en kitlesel 1 Mayıslar’dan birine Konak Meydanı ev sahipliği yaptı. Sermayenin saldırıları karşısında mücadele kararlılığı haykırıldı. DLB kortejiyle ve coşkusuyla liseli gençliğin sesini 1 Mayıs’a taşıdı. Taksim kaçağı sarı sendikacıların da kutlama yaptığı Bursa'da DİSK ve KESK tarafından yapılan 1 Mayıs mücadele kürsüsü oldu. DLB, komünistlerin kortejinde işçi ve emekçilerin ilgi odağı oldu. Ankara da 1 Mayıs kutlamalarının bir diğer merkeziydi. Gençliğin yoğun katıldığı 1 Mayıslar’ın başını çekti. Yalova'da Kent merkezindeki yürüyüşte, Yalova’da kurulmak istenen Vopak Kimyasal depolama tesisleri ve Kömür Yakıtlı Termik Santrali de protesto edilirken, 4+4+4 eğitim sistemine karşı çıkan küçük kız çocukları da “Çocuk Gelin İstemiyoruz”, “Çocuklar Gelin Olmak Değil Eğitim İstiyor” dövizlerini taşıdı. Adana'da binler alanlardaydı. Direnişçi işçilerin de alana gelmesiyle coşku arttı. Çaycuma'da 1 Mayıs, 6 Nisan’da Filyos Çayı üzerindeki köprünün bir bölümünün çökmesiyle yaşanan facia nedeniyle buruk kutlandı. Sendikalar ve kitle örgütü temsilcileri, çayda yaşamını yitiren kişilerin yakınları ile halen cesedi bulunamayan 7 kişinin ailesi,

16

köprünün çöktüğü alana kadar yürüdü. Hopa'da 1 Mayıs günü Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan Hopalılar, Metin Lokumcu’yu da unutmadı. Çeşitli sendikalar, siyasi partiler ve kitle örgütleri tarafından organize edilen kutlama programı çerçevesinde Hopa ÇAYKUR Çay Fabrikası önünde toplanan kitle, çeşitli sloganlar atarak Cumhuriyet Meydanı’na kadar yürüdü. Giresun'da KESK ve Türk-İş’e bağlı sendikalar, bazı siyasi partiler ile öğrenci gruplarının katılımıyla yürüyüş düzenlendi. Yürüyüş için toplanan grupların ellerindeki pankart ve dövizleri tek tek inceleyen polisler, ‘provokasyona yol açabilecek, yasalara aykırı söylemler, ifadeler, yasal olmayan oluşumların temsil edilmesi’ gibi gerekçelerle bazı pankart ve dövizlere el koydu. Konya'da 12 Eylül sonrası ilk kez 1 Mayıs kutlandı. KESK Konya Şubeler Platformu öncülüğünde bir araya gelen bazı işçi sendikaları, kitle örgütleri yürüyüş ve ardından gerçekleştirilen mitingle kutlama yaptı. Didim’de 1 Mayıs Platformu tarafından düzenlenen 1 Mayıs mitingi geçen yıllara nazaran kitlesel ve coşkulu bir atmosferde gerçekleşti. 1 Mayıs Platformu adına bir konuşma yapıldı. Miting Türkçe ve Kürtçe yapılan konuşmalarla devam


etti. Konuşmalarda tüm direnişteki işçiler selamlandı.Sosyalist Kamu Emekçileri de alandaki yerlerini aldılar. Kayseri'de BDSP, Kayseri İşçi Birliği, Karayolu İşçileri Birliği, Metal İşçileri Birliği, Gıda İşçileri Birliği kortej oluşturdular. Kayseri İşçi Birliği’nin, en fazla işçi katılımının olduğu 1 Mayıs çağrısına işçiler yanıt verdi. Yaklaşık 120 işçi 1 Mayıs’a katıldı. Özelleştirmeye karşı bayrak açan karayolu işçileri “Özelleştirme saldırısına geçit yok!” pankartı altında bir araya geldi ve sendika ağalarını protesto etti. Erbosan, Milenyum, Şule, İstikbal, Mondi işçilerinin içinde yer aldığı metal işçileri ve gıda işçileri de “Birleşen işçiler yenilmez” pankartı altında toplanarak taleplerini haykırdılar. Bu kortejdeki katılım oldukça anlamlı bir görüntü ortaya çıkardı. Yaklaşık 4000 işçi ve emekçi katıldı Antakya’da 1 Mayıs saygı duruşuyla başladı. Ardından Tertip Komitesi adına konuşmalar yapıldı. Konuşmalarda, ‘77 1 Mayıs şehitleri anılarak bu davanın peşini bırakmama çağrısı yapıldı. Mitinge 3000’e yakın kişi katıldı. Komünistler mitinge “Emperyalistler, işbirlikçiler Ortadoğu’dan elinizi çekin” ve Arapça “Yaşasın halkların kardeşliği” yazılı pankart ve kızıl flamalarla katıldılar. BDSP kortejinde Alaattin Karadağ’ın fotoğrafları da taşındı. Mersin’de Genel-İş ve bu yıl fabrika pankartıyla yer alan Birleşik Metal-İş üyesi Çimsataş işçileri kitlesel bir katılım sağladılar. BDSP’liler “İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak” pankartı arkasında BDSP imzalı kızıl flamalarla mitinge katıldılar. Kitlenin tamamı alana giriş yapmadan dağılmalar yaşandı.10 binin üzerinde katılımın olduğu Mersin 1 Mayısı çekilen halayların ardından sona erdi. Lüleburgaz’da Kristal-İş ve Tes-İş’in arasında kalan BDP’ye sözlü ve fiziki saldırı yapılmaya

çalışıldı. Bunun üzerine Eğitim-Senli emekçiler ve duyarlı kitle duruma müdahale etti. Mitinge yaklaşık 4000 işçi-emekçi katılım sağladı. Komünistler ise alana Deri-İş kortejinde katılarak 1 Mayıs’ta yer aldılar. “Yaşasın 1 Mayıs, birlik, mücadele ve dayanışma günü!” pankartı açıldı. Eskişehir’de 1 Mayıs, özünden uzak ve coşkusuz bir şekilde kutlandı. Devrim şehitleri için saygı duruşunda duruldu ve İstiklal Marşı okundu. Bu durum farklı şekillerde protesto edildi. BDP bu sırada alana girmeyip marş bittikten sonra alana giriş yaparken, Ekim Gençliği okurları ise oturma eylemi yaptı. Tokat’ta Hüseyin Akbaş Stadyumu önünde toplanan kitle Gaziosmanpaşa Caddesi üzerinden Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. Öğrenci temsilcisi, bir dizi öğrencinin evlerinin aranarak “Çocuğunuz 1 Mayıs’a katılırsa terörist olur”, “Çocuğunuz 1 Mayıs’a katılırsa orada onları gözaltına alırız!” vb. tehditlerde bulunulduğunu belirtti. Yaklaşık 1000 kişinin katıldığı etkinlik halayların ardından sonlandırıldı. Çanakkale’de 1 Mayıs, yaklaşık 2000 kişinin katıldığı mitingle kutlandı. Ekim Gençliği okurları “Yaşasın 1 Mayıs! Özgürlük, devrim, sosyalizm” şiarlı pankart ile alanda yerini aldı. Kortejde kızıl bayraklar taşındı. Van'da Kürdistan 1 Mayıs'larının en kitlesellerinden biriydi. Kürt gençlerinin katılımı ve canlılığı belirgindi. Diyarbakır'daki 1 Mayıs bu senenin ilklerinden biriydi. Newroz coşkusuyla işçiler, emekçiler ve Kürt halkı alanlarda birlikte mücadele kararlılığını haykırdı. Dersim'de 1 Mayıs kutlamalarında polisin arama noktasındaki saldırısı üzerine çatışma çıktı.

17


Dünya'da 1 Mayıs mücadele çağrısıyla geçti Dünyanın dört bir yanında da işçi ve emekçiler birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ı gösterilerle kutladı. Birçok başkentte yüzbinlerce işçi ve emekçi, çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve asgari ücretlerin yükseltilmesini talep etti. Emperyalist işgallerin, mali krizlerin arka arkaya geldiği bir dönemde işçi ve emekçiler burjuvaziye yanıtı alanlardan verdi. Sınıfın mücadele günü 1 Mayıs’ta yüzbinlerce işçi ve emekçi sosyal hakların kısıtlanmasına karşı protestolarını alanlara taşıdı. 1 Mayıs'ta dünyanın dört bir yanında işçi sınıfının mücadele şiarları haykırıldı. İnsanlığın kurtuluşu için sosyalizmin gerektiği söylendi. Emperyalist kapitalist sistemin tüm ablukasına, baskı ve anti propagandalarına rağmen 1 Mayıs kızıl rengini korudu. Bu yılın 1 Mayıs kutlamalarına Avrupa ve Amerika gibi emperyalist devletlerin yaşadığı ekonomik kriz damgasını vurdu. Servet-sefalet kutuplaşması 1 Mayıs alanlarının tamamında öne çıkan konuydu. 1 Mayıs bir kez daha emperyalist kapitalistlere Manifesto'da bahsedilen, komünizm heyulasını hissettirdi. İşçiler, emekçiler ve gençler başka bir dünyanın özlemi ve talebiyle meydanları doldurdu. Asya'dan Amerika'ya dünyanın bir ucundan diğerine işçi ve emekçiler mücadele kararlılığını 1 Mayıs alanlarına taşıdılar. Amerika'da Wall Street'i İşgal Et Hareketi grev çağrısı yaparken, Fransa'da Sarkozy’nin, işçileri bölebilmek için provokatif “gerçek emek” kutlaması öne çıktı. Hollanda ve Belçika gibi, sosyalist

18

mücadelenin sınırlı kaldığı ülkelerde 1 Mayıs sönük ve ruhsuz geçerken Yunanistan gibi sınıf hareketinin canlı olduğu yerlerde grevlerin coşkusuyla 1 Mayıs alanını yüzbinler doldurdu. Çelik işçilerinin 6. ayını bulan grevinden denizcilerin grevine kadar birçok sektörde işçiler grevleriyle 1 Mayıs'ı karşıladı. Dünyanın en büyük 1 Mayıs kutlaması yine Küba'daydı. En gerici iktidarların baskısı altında dahi emekçiler binlerle alanlardaydı. Rusya, Ukrayna, Kazakistan gibi sosyalizmin inşası sürecini yaşamış ülkelerde geçmişe özlem öne çıkan vurguydu. Binler alanlara SSCB bayrakları, Lenin ve Stalin posterleri ile çıkarak 1 Mayıs'ı kutladı. Avrupa'nın geneline yayılan özellikle Almanya’daki 1 Mayıs kutlamalarında öne çıkan Türkiyeli devrimci örgütlerin varlığıydı. TKİP Paris, Rotterdam, Basel, Bielefeld, Frankfurt, Köln, Wuppertal, Dortmund, Nürnberg, Berlin, Stuttgart 1 Mayıs kutlamalarına kendi pankart ve flamalarıyla katılarak komünistlerin şiarlarını alanlara taşıdı. Japonya’daki 1 Mayıs kutlamalarına nükleer enerji karşıtı mücadele damgasını vurdu. Eylemin gücü ve niteliğiyle Japonya hükümeti nükleer enerji politikalarını durdurmak zorunda kaldı. Mısır'da halk hareketinin simgesi olan Tahrir Meydanı 1 Mayıs'ta da boş kalmadı. Hatta belki de ilk kez safları net bayrakları kızıl olanlar bir bütün olarak Tahrir Meydanı’ndaydı. Filistin'de 1 Mayıs İsrail'in operasyonlarıyla başladı. Siyonist İsrail ordusu şafakla birlikte Filistin topraklarına girerek çok sayıda evi bastı.


Gençlik geleceğine sahip çıkacak, emperyalist saldırganlığa geçit vermeyecek! Suriye'ye yönelik emperyalist zorbalığın aracı olarak kurulan “Suriye'nin Dostları Grubu” ikinci toplantısını Nisan ayının ilk haftası Türkiye'de yaptı. Bu toplantıdan Suriye'ye yönelik yeni savaş ve saldırganlık kararları çıktı. Zaten bir dönemdir Suriye'ye yönelik emperyalist müdahalenin koşullarını oluşturmak için dünya kamuoyunu hazırlamaya çalışan emperyalistler, bu toplantılarla emellerine ulaşmada bir adım daha attılar. Ortadoğu'yu adeta bir kan gölüne çeviren, mazlum halkların cellatlığına soyunan emperyalistlerin bu haince planlarında Türkiye sermaye devletine biçtikleri rol ise tüm çıplaklığıyla ortadadır. Bugün Suriye'ye dönük saldırganlığın ve emperyalist müdahalenin bayraktarlığını en başta Türk sermaye devleti yapmaktadır. Amerikan'ın sadık bir uşağı olduğunu her fırsatta kanıtlayan Erdoğan ağzını her açtığında Suriye'ye dönük emperyalist bir müdahalenin çağrılarını duymaktayız. Elbette bu çağrılar sadece dünya kamuoyuna değil, aynı zamanda ülke içindeki işçi ve emekçileri de etkilemeye dönük yapılmaktadır. Öyle ki bir gün Suriye'de yapılan “devlet terörü” kınanarak sanki Suriye halkının çıkarları savunuluyormuş maskesine bürünülürken öteki gün “vatandaşlarımızın can güvenliği” edebiyatını sarılıyorlar. Üstelik bu propaganda tam bir ikiyüzlülükle sergilenebiliyor. Zira aynı katliamların katmerlisi gün be gün başta Kürt halkı olmak üzere devrimcilere, işçilere, gençliğe karşı bizzat kendileri tarafından gerçekleştiriliyor. Sıradan demokratik bir talebin bile o çokça dillerine doladıkları “despotik Esad rejiminden” hiç de aşağı kalmayan tutum ve yöntemlerle karşılandığına her gün şahit oluyoruz. Değil sıradan demokratik bir talebin, sadece hükümete muhalif olmanın bile tutuklanmanın ve her türlü devlet şiddetine maruz kalmanın bir gerekçesine dönüştüğü bir yönetimden ve onun temsilcisinden “demokrasi nutukları” duymak elbette ki mide kaldırıcı

bir durumdur. Fakat nasıl ki sermaye devletinin bir sınıfsal karakteri varsa, emperyalizme göbekten bağlı hükümetin başı olarak Erdoğan gibilerin de yuları bizzat emperyalist efendilerin elindedir. Bu yüzden her türlü hafifliğe, aymazlığa karşın emperyalizmin çıkarları doğrultusunda davranmak onun gibilerin en temel özelliğidir. Tüm tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi, emperyalistler özgürlük götürmenin değil kendi çıkarları doğrultusunda halkları köleleştirmenin peşindedirler. Bu çerçeveden bakıldığında bizzat emperyalistlerce oluşturulan ve sermaye devletinin de içinde özel bir rol aldığı sözde “Suriye'nin Dostları Grubu'nun” Suriye halkı için değil emperyalist çıkarlar için çalıştığı rahatlıkla anlaşılabilir. Sermaye devleti tarafından geleceği elinden çalınan bir gençlik kuşağı olarak bizler bu yalanlara kanmamalı, kendi geleceğimize sahip çıkmanın “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” temelinde Suriye halkıyla dayanışmadan geçtiğini görebilmeliyiz. Bugün Suriye'ye dönük gerçekleşecek emperyalist bir müdahalede akacak kan hem bizlerin hem de Suriye'nin emekçi gençliğinin olacaktır. Bugün Suriye'nin emekçi halkıyla dayanışmanın yolu emperyalistlerin planlarını bozmak için sokağa ve eyleme çıkmaktan geçmektedir.

19


“Denizler'in yolunda düzene başkaldırıyoruz!” etkinliği gerçekleştirildi...

Ekim Gençliği'nin uzun bir süredir hazırlıklarını yürüttüğü “Geleceğine sahip çık!” kampanyası, 6 Mayıs'ta gerçekleştirilen coşkulu ve kitlesel etkinlikle sonlandırıldı. Denizler'in katledilişinin 40. yıldönümüne denk getirilen “Denizler'in yolunda düzene başkaldırıyoruz! Özgürlük, devrim ve sosyalizm için geleceğimize sahip çıkıyoruz!” başlıklı etkinlik, İstanbul Aksaray'daki Su Gösteri Sanatları Sahnesi'nde yapıldı.

"Devrim ve sosyalizmin sesini yükseltmeye!" Etkinlikte çeşitli illerdeki üniversitelerden biraraya gelen genç komünistler “Denizlerin yolunda düzene başkaldırıyoruz!” şiarını yükselttiler. Saygı duruşu ile başlayan ve Türkçe ve Kürtçe sunuşun yapıldığı etkinliğin programı, Ekim

20

Gençliği adına yapılan konuşmayla devam etti. Konuşmada, aylardır yürütülen kampanya çalışmalarının tablosu aktarıldı. Ekim Gençliği'nin "Geleceğine sahip çık!" çağrısını üniversite kampüslerinde yankılandırdığı vurgulandı. Konuşmada, emperyalistlerin Suriye'ye yönelik saldırganlığı teşhir edildi. Türk sermaye devletinin yükselttiği savaş çığırtkanlıkları karşısında "Kardeş halklara sahip çık!" şiarının yükseltildiği vurgulandı. Son dönemde artan faşist baskı ve teröre de değinilerek gözaltı ve tutuklama terörüne dikkat çekildi. Özellikle Newroz kutlamalarının ardından aralarında Ekim Gençliği okuru ile BDSP'lilerin de bulunduğu onlarca kişiye yönelik yapılan ev baskınları hatırlatıldı. Sermayenin eğitim alanındaki saldırılarının teşhir edildiği konuşmada, Denizler de anıldı. Denizler'in yolunu parlamentoya çıkaranların karşısında bu


mirasın gerçek taşıyıcılarının devrim ve sosyalizm kavgasını büyüten genç komünistler olduğu söylendi.

Türküler Denizler için... Etkinlik Adalılar, Mehmet Ekici, Grup Düşler Vadisi'nin sahne almasıyla devam etti. Etkinliğin ikinci bölümü Ekim Gençliği'nin kampanya sürecindeki faaliyet ve eylem görüntülerinden oluşan sinevizyonun gösterimi ile başladı. Kısa giriş sinevizyonu yerini, devrimci gençlik hareketi tarihini anlatan sinevizyonun gösterimine bıraktı.

Kavga yoldaşları etkinliği selamladı BİR-KAR, BİR-KAR Gençliği ve çeşitli bölgelerden genç komünistlerin mesajlarıyla da etkinlik selamlandı. Esenyurt İşçi Kültür Evi Tanyeri Şiir Topluluğu'nun dinleti sunduğu etkinlik programı, okunan şiirlerin ardından Devrimci Liseliler Birliği adına yapılan konuşmayla ilerledi. Kürsüye "Yaşasın Devrimci Liseliler Birliği!" sloganı eşliğinde çıkan DLB temsilcisi aynı slogan eşliğinde kürsüden indi. “Bizi müşteri görenlerin karşısında durup haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkıyoruz” denilen DLB konuşmasında Habip, Ümit, Hatice ve Alaattin'in genç yoldaşlarının kavgayı sürdüreceği söylendi. Sefaköy İşçi Kültür Evi Şiir Topluluğu ise Denizler'in idamını anlatan ve Denizler'in kendi sözlerine dayanan bir şiir dinletisi sundu.

"Yeni Ekimler mücadelesini büyütmeye!" Etkinlikte konuşan BDSP temsilcisi, bayrakların kızıldan maviye döndüğü bir dönemde sözde devrimci mücadele diyenlere karşı inatla yürünen çizgiye dikkat çekti. Denizler'e sahip çıkmanın yolunun parlamentodan değil sokaklardan geçtiğini belirten BDSP temsilcisi, “Denizler'e sahip çıkmak demek Alaattin'in yolundan yürümek demektir” dedi. Ekim Gençliği'nin bu açıdan gurur duyulacak bir tablo yarattığını söyleyen BDSP temsilcisi, gençliği yeni Ekimler mücadelesini büyütmeye çağırdı. Etkinliğe katılan direnişçi ART işçisi, fabrikadaki kölelik koşulları, iş cinayetleri ve patron baskısını anlattı. Tutsak sınıf devrimcileri İhsan Yiğit Demirel ile Burcu Deniz de gönderdikleri mesajlar ile etkinliği selamladı. Hopalı gençlerden oluşan Meluses'in seslendirdiği ezgiler salonda canlı ve coşkulu bir atmosfer yarattı. Meluses'in ardından sahneye İTÜ Halk Müziği Topluluğu çağrıldı.

21


Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...

Başeğmeyen bir neslin temsilcileri

“Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim ateş böceklerini yakalamak isteyen çocukların peşine takılır gün gelir yanıp sönen mavi ışıkları polis arabalarının”* Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan sermaye devleti tarafından katledileli tam 40 yıl oldu. 6 Mayıs 1972 şafağını sarsan bir haykırıştı onlarınki. Onlar idam sehpalarında devrime olan bağlılığın ve kararlılığın simgeleri ve başeğmeyen bir neslin ilk temsilcileri oldular. İdamlarından 40 yıl sonra bile yapılan karalama kampanyalarına rağmen, Türkiye halkları içerisinde saygınlıklarını korumayı başaran bu devrimci önderlerin mücadelesi, bugün komünist gençliğin ellerinde, daha yukarıya taşınıyor.

‘68 gençliğinin reformizmden kopuşu ‘68 devrimci gençliği ve Denizler’in mirasının bu denli önemli olmasının bir sebebi de, onların Türkiye sol hareketi tarihinde ileri bir atılımda bulunmuş olmalarıdır. Çünkü ‘68 gençlik hareketi, 60’lı yılların TİP parlamentarizmiyle de bir hesaplaşmadır özünde. Gençliğin militan eylemlerinin önüne geçen ve gençliği reformizmin bataklığına sürüklemeye çalışan TİP yönetiminin sınırlarının dışına taşan ve kendi meşru alanını yaratan bir süreçtir '68. “68 devrimci

22

gençlik hareketi, tüm ideolojik zayıflıklarına karşılık gençlik hareketi tarihinde yeri doldurulamaz bir kesiti ifade etmektedir. Devrimci bir önderlik boşluğuna rağmen gençlik, el yordamıyla zayıf omuzlarının kaldırılamayacağı kadar ağır bir yükün altına girme iradesini göstermiş ve tüm toplumu derinden sarsmıştır. ‘68’de söz konusu olan köylü hareketlerine katılan, işçi grevlerine destek olan bir gençliktir. Filistin kamplarında eğitim görmüş ve savaşmaya göndermiş bir gençlik hareketidir 68 gençlik hareketi. Ülkede doğru dürüst çeviri bulunmazken, bilime, ideolojiye aç olan kuşaktır 68 kuşağı. Ardı arkası kesilmez bir araştırma ve sorgulama sürecidir ‘68.” ** Gençlik hareketi, bu yıllarda kendi yolunu açmaya çalışmış ve kendisine bir yol çizmiştir. Bu yol Denizler şahsında, THKO olarak cisimleşmiş ve Türkiye siyasi tarihinde ilk silahlı örgüt böylece kurulmuştur. İlerleyen süreçte faşist sermaye devletinin baskıları da gittikçe artmaya başlamıştır. Denizler’i faşist sermaye devleti gözünde tehlikeli hale getiren süreç ise gençlik hareketinin sınıf hareketiyle birleşmeye başladığı dönemdir. 15–16 Haziran direnişi, haşhaş mitingleri gibi süreçlerde gençlik hareketi sınıfla bütünleşerek daha militan bir hatta geçmiş ve artık faşist sermaye devleti gözünde tehlikeli bir yere gelmiştir. Bu yüzden THKO kadrolarından Sinan, Kadir ve Alparslan Nurhak dağlarında eylem hazırlığındayken katledilmiş; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ise yakalanarak cezaevine gönderilmiş ve kısa zamanda da sermaye devletinin


önceden planladığı gibi idam edilmişlerdir.

Bir ölür bin doğarız! 6 Mayıs 1972’de üç gençlik önderini idam ederek, birçoklarını da farklı tarih ve yerlerde katlederek devrimci hareketi yok edebileceğini düşünen faşist sermaye devleti bunu başaramamış, tam tersine “Bir ölür, bin doğarız!” şiarı somutta doğrulanmıştır. Üç fidanın zalimin elinde toprağa karıştırılıp binlercesine dönüştüğü tarihtir 6 Mayıs. Ataol Behramoğlu’nun bu dizeleri onlar için yazılmıştır sanki: "Ve cellât uyandı yatağında bir gece. Tanrım dedi bu ne zor bilmece. Öldükçe çoğalıyor adamlar. Ben tükenmekteyim öldürdükçe." Bugün Denizler Türkiye halklarının mücadelesinde hala daha bayraklaşmaktadırlar. Türkiye sol hareketi tarihine devrime bağlılık, inanç ve kararlılıkla dolu bir miras bırakarak, “Denizler!” olmuşlardır.

"Denizler'in devrettiği kızıl bayrak komünistlerin ellerinde!"

Anıları mücadelemizde yaşayacak Parlamentarist, reformist hattan kopmayı başaran Denizler üzerine yapılabilecek birtakım teorik eleştiriler de vardır elbette. Ama şurası kesindir ki Denizler’in mücadelesinin bugünkü temsilcileri, bizzat Denizler’in ayrışarak koptuğu reformizmi mahkûm edenlerdir, Denizler’in uğruna ölüme gittikleri mücadeleyi, onların eleştirileri üzerinden de daha da büyüterek ilerletenlerdir; onları bir “yakınlık kurma” nesnesi olarak gösteren ve Denizler’in mahkûm ettiği reformist pratikleri sürdürenler değil. Denizler’in bıraktığı devrimci miras genç komünistlerin elinde devrim ve sosyalizm mücadelesi ile bütünleşmiştir. "O sahneyi çok iyi somutladım. Bir mitinge gider gibi gideceğim idama. Asılma günü gelip çattığında o sevdiğim giysilerimi giyeceğim. Postallarımı, parkamı... Beyaz ölüm gömleğini giydirmek isteyecekler. Giymeyeceğim. Traş falan da olmayacağım. Önce gidip orada, oturup bir sigara yakacağım. Sonra demli bir çay içeceğim. Rodrigo’nun o ünlü konçertosunu dinlemek isterim orada. Sanırım asılacak bir insanın son isteğini geri çevirmezler. Sonra urganı kendim geçireceğim boynuma. Ve dönüp, orada asılmamı seyredenlere, burada ölen yalnızca bedenim diyeceğim. Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncem yaşayacak" diyerek yürümeye başlamıştı Deniz... Anıları mücadelemizde yaşayacak. *Sunay Akın. **Türkiye’de Devrimci Gençlik Hareketinin Doğuşu.

İ. Kızıl

Denizler'in idam edilişinin 40. yıldönümünde Ekim Gençliği tarafından İstanbul'da gerçekleştirilen merkezi etkinliğin ardından Galatasaray Lisesi önünde buluşan komünistler, Denizler'in 6. Filo'yu denize döktüğü Dolmabahçe'ye kitlesel ve coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) ve Ekim Gençliği tarafından düzenlenen yürüyüş ve anmada, Denizler'in devrim ve sosyalizm kavgasında yaşadıkları ve Denizler'in devrettiği kızıl bayrağın bugün komünistler tarafından taşındığı vurgulandı. Araç trafiğine kapatılan güzergahtan Dolmabahçe'ye inen BDSP ve Ekim Gençliği kitlesi, 6. Filo'nun denize döküldüğü alanda basın açıklaması ve anma etkinliği gerçekleştirdi. Alanda çember oluşturulmasıyla başlayan anma etkinliğinde ilk olarak, Denizler ve parti şehitleri nezdinde tüm devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından BDSP ve Ekim Gençliği adına okunan ortak açıklamada ise Denizler'in, kuşandıkları çelikleşmiş devrimci irade ile bu topraklarda on yıllardır kesintisizce süren direniş ve başkaldırı geleneğini filizlendirdikleri ifade edildi.

23


Mayıs şehitleri yürünecek yolu aydınlatıyor! Mayıs bir ezginin sözleri gibi kanlı, kızıl Mayıs. Devrim tarihinden bahsederken Mayıs ayının yeri ayrıdır. Çünkü Mayıs ayında şehit düşenlerle tarihin yazımı değişmiştir. Devrim mücadelesinin yolunda yürümekle kalmayıp On'lar o yolu düzleyenlerdir. Hepsi de bir Mayıs günü toprağa düşmüştür. Mayıs ayı bundandır ki devrim çiçeklerinin açtığı ay olarak bilinir. Denizler'den İbo'ya, Haki Karer'den Dörtler'e ve de Nurhak şehitlerine kadar hepsi birbirinden yiğit devrimci önderlerin katledilmesine tanık olmuştur Mayıs. Kızıl Mayıs'ın ruhunu anlamak aslında toprağa düşen her bir devrimcinin diğerlerinden ayrımını anlamaktır. 1 Mayıs işçi sınıfının kavga günü de elbette şehitlerle yazılmıştı tarihe. İşçi sınıfının kimliğini bulduğu, kölelik düzeninin ilelebet sürmeyeceğini ilk haykırışı, ilk savaş ilanı 1 Mayıs'ta böyle tarih sahnesinde yerini aldı. Tek başına dünyadaki varoluşuyla değil Türkiye topraklarında da 1 Mayıs kan bedeliyle kazanıldı. Sınıf mücadelesinin her yükselişinde 1 Mayıs şehitlerle çatışmalarla yerini aldı. Mayıs'ın ilk günü başladı kızıllık ve songüne kadar aynı tonda sürdü. Kan kırmızısıydı renk... ‘68 Gençlik Hareketi’yle başlayan süreci devrimci kopuş halkasına taşıyan, devlete karşı direniş geleneğini yaratan, yurtsever kimliğini sosyalizm bilinciyle taşıyanların anlaşılmasıyla Mayıs ayı anlaşılabilir. Denizler idam sehpasında, İbo işkence tezgahında, Haki Karer Antep sokaklarında, Dörtler Diyarbakır zindanlarında, Nurhak şehitleri dağlarda kavganın kızıl çiçeğini kanlarıyla suladılar. Mayıs'ı anlamak şehitleri anlamaktır dedik. Tarihin sayfalarında kalmaması gereken şehitlerin anlatılması için Nurhak'tan başlamak gerekir. Türkiye topraklarında emperyalizme karşı biriken öfkenin taşıyıcıları Malatya

24

Kürecik'teki Amerikan Radar üssüne eylem için yola çıkmışlardı. 31 Mayıs 1971'de Nurhak'ta karşılaştılar düşmanla son mermilerine kadar çatışmadan geri durmadılar. Devlet onları ancak katlederek alabildi. Bugün Amerikan emperyalizmi yine Malatya'da. Füze kalkanıyla Ortadoğu halklarına karşı saldırıları için yeni üsler kuruyor. Denizler devraldılar Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga'dan Nurhak'taki bayrağı. Şarkışla'da yakalandıklarında yere düşmedi, Ankara Ulucanlar’a kadar taşındı. 6 Mayıs 1972 şafağında sloganlarıyla darağacını düşman karşısında kürsü yapıp ölümsüzlüğe yürüdüler. Tarih ölüm taşıdı 72'de. Direnişi çağırdı hergün Denizler'in idamından bir yıl sonra işkence tezgahında ser verip sır vermeme kararlılığı hergün yeniden celladın yüzüne haykırılıyordu. Denizler'in darağacındaki şiarlarını işçilerin, köylülerin ve emekçilerin karşısında kararlılıkla taşıyan, komünist olduğunu düşmanın karşısında büyük bir gururla açıklayan İbrahim Kaypakkaya'yla Türkiye devrimci hareketinin zindanlarda devrimci tutumu artık bayraklaştı. Bugün ismini taşıyan ezgileri bile seslendirenlere


devletin tahammülü yok. İbo adı sermaye devleti için hep yenilgi olarak hatırlanacaktır. Bundan dolayı İbrahim Kaypakkaya'yı ananlara yılları bulan hapis cezası isteniyor. Haki Karer ise diğer hedefler gibi katledilmesiyle tek bir insanı yok etmek değil tüm devrim mücadelesine zarar vermek güdüsüyle özel olarak seçilmiş bir hedefti. Haki Karer Karadeniz kökenli PKK'nin önder kadrolarından biriydi. Kendi kurtuluş kavgasını Kürt halkının özgürlüğünden gayrı düşünmediği için hiç tereddütsüz mücadele görevlerini omuzladı. İşçi ve emekçileri bölmek için kullanılan her argümana cevaptı Haki Karer. Ne Kürt'tü ne de Alevi. Ama Antep'in emekçi sokaklarında ezilen halkların, işçi sınıfının mücadelesi için adım atmadık sokağı bırakmazdı. MİT tarafından kontra-gerilla yöntemler devreye sokularak 18 Mayıs 1977'de katledildi. Ama Haki Karer unutulmadı. Yurtsever hareketin her yeni kadrosu onun adına duyduğu saygıyla kavgada yerini aldı. 12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakır zindanı devletin tecrit ve işkenceyle sistematik saldırı altında tuttuğu bir merkezdi. Direnişi, iradeyi kırmak için her yol ve yöntemin hayata geçirildiği bu zindanlarda Dörtler kendilerini

yakarak düşmana yanıt verdi. Diz çöktürmek için ölümle tehdit edilenlerin kendilerini yakarak karşı duruşu göstermesi devletin yenildiği yerdi. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin feda eylemi için Haki Karer'in ölüm yıldönümünü seçmişlerdi. Tek başına direnişi değil geçmişi de temsil ettiklerini söylemek için, Haki Karer'in yok edilemediğini, birken dört olduğu göstermek için 18 Mayıs 1981 sabahında dört anka kuşu küllerinden yeniden doğdu. Diyarbakır zindanlarında Dörtler, karanlığa yakılan meşale oldular. Tarihimiz yürünecek yolu gösteriyor. ‘68 gençlik hareketinin düzenden kopuşunu temsil eden Mayıs şehitleri yolumuzu aydınlatıyor. Bugün devrim şehitlerini tek başına geçmişten yadetmek için hatırlayanlar türedi. Mayıs şehitlerinin yarattığı değerleri gölgelere iten, nostaljiyle geçmişte yaşayanlara rağmen bu kavga hep ileri yürüyor. Düzen bir yandan suç ve suçluyu övmek yasasıyla devrimci önderlerin anılmasını engellemek, engelleyemediği yerdeyse içi boş anmalarla geçmesi için çabalıyor. Burjuva medya düne kadar isimlerini dahi yok saydığı devrimcilerin şimdi hayat hikayelerine yer veriyor. Ülkelerini sevmelerinden dem uruyor. Onları devrim savaşçıları olarak değil de birer idealist olarak lanse ediyor. Olması gerekense devrimci kimlikleriyle militan ve direnişçi şehitlerimizin yaşamını gelecek kuşaklara aktarabilmektir. Düzenin sol maskeli partilerinden reformistlere kadar resimleriyle yürüyüp Onların yürüdükleri devrim yolundan yürümeyenlere bayrağı devralanlar olarak alternatif olmalıyız. Şehitlerimiz devrime ait değerlerdir. Darağacında, zindanda, işkence tezgahında bedel ödeyerek bugün kavgayı var eden koşulları yarattılar. Devrimci olmak tarihinden öğrenerek, geçmişin dersleriyle hep ileriye yürümek savaşı sürdürmektir. Onlara borcumuz devrim için mücadeleyi yükseltmektir.

25


6 Mayıs etkinliğinde DLB adına yapılan konuşma...

Merhaba dostlar, yoldaşlar! Öncelikle, “Denizler'in yolunda düzene başkaldırıyoruz! Özgürlük, devrim ve sosyalizm için geleceğimize sahip çıkıyoruz!” şiarıyla örgütlenen ve çalışmaları aylardır sürdürülen etkinliği ve tüm katılanları Devrimci Liseliler Birliği adına selamlıyorum.

ticarethaneye çeviren sermaye düzeni, öğrencileri de müşteriye çevirmektedir. Emekçi çocuklarının eğitim hakkını engellemekte, onları koyu bir geleceksizliğe mahkum etmektedir. Sosyal yıkım saldırılarıyla işçi ve emekçileri sefalete makum etmekte, onları modern köleler haline getirmektedir. Yanısıra, dizginlerinden boşalmış faşist baskı ve terör ile işçileri, emekçileri ve gençliği baskı altına almaya çalışmakta, ülkeyi sermayenin saldırılarının rahatça hayat bulabileceği dikensiz bir gül bahçesine çevirmek istemektedir. Tüm bunların yanında, içerde ve dışarda savaş ve saldırganlık nidalarını yükseltemektedir. On yıllardır Kürt halkına yönelik imha ve inkar savaşı sürdüren sermaye devleti, şimdi de kardeş halkalara yönelik savaş çığırtkanlığı yapmakta, ülke topraklarını emperyalistlerin savaş ve saldırı üssüne çevirmektedir.

Yoldaşlar!

Yoldaşlar! Bugün devrim ve sosyalizm kavgasında ölümsüzleşen üç yiğit devrimci önderi anıyoruz. 6 Mayıs 1972'de sermaye devleti tarafından katledilen Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan şahsında tüm şehitlerimizi anıyoruz. Ancak onları anmak, sıradan bir yıldönümünü hatırlamak, geçmişin anılarını yad etmek değil bizim için. Biliyoruz ki onları anmak, mücadeleyi yükseltmek demektir. Onları anmak, liselerde ve üniversitelerde devrim bayrağını dalgalandırmak demektir. Onları anmak, sosyalizmi anlamak ve anlatmak demektir. Yaşamlarını adadıkları devrim davası için dövüşmek, aynı kararlılık, fedakarlık ve inançla devrime bağlanmak demektir.

Yoldaşlar!

26

Bugün sermayenin çok yönlü saldırıları ile karşı karşıyayız. Liseleri ve üniversiteleri

Çürümüş sermaye düzeninin ve devletinin karşısında yapılacak tek şey devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmektir. “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” yeni bir dünya için kavgayı büyütmektir. Bu sömürü düzeni ancak böyla yıkılabilir. Baskı ve zulüm ancak böyle son bulabilir. Milyonlarca işçi, emekçi ve gencin geleceği ancak böyle aydınlanabilir. Bizler Devrimci Liseliler Birliği olarak, bugün saygıyla andığımız devrimci önderlerimizin yolunda düzene başkaldırıyor, devrim ve sosyalizm kavgasını büyütüyoruz. Liselerde ve sokaklarda onlardan devraldığımız bayrağı onurla dalgalandırıyoruz. “Yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekiçinin haklı davasını savunmak için” verilen kavgada birer sıra neferi ruhuyla yer alıyor, Denizler'in sesini, devrimin ve sosyalizmin sesini liselerde yankılandırıyoruz. Habip'in, Ümit'in, Hatice'nin ve Alaattin'in genç yoldaşları olarak bir kez daha haykırıyoruz; Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm! Yaşasın devrim ve sosyalizm!


Nazım Hikmet 15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963

... işte bir bir kırıyorlar dalıylan yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini çünki biliyorlar vakit dar oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç hayatı pekiştiren kökümüz var dünyayı emeğe kazandırmak için hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren kanağacına sözümüz mü var ...

Arkadaş Zekai Önger

Ahmed Arif 1927 - 2 Haziran 1991

Devrimci ı z ı m ı r a l ı ç sanat saygıyla anıyoruz...

Orhan Kemal 15 Eylül 1914 - 2 Haziran 1970


Mayıs şehitleri ölümsüzdür!

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmezdir!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.