İşçi Bülteni Özel Sayı 337
Tersaneler cehennem Tersane işçilerinin sesi işçiler köle kalmayacak!
ROTA
Aylık bülten 12 Ağustos 2008 Fiyatı 50 YKr
Tersanelerde işçi canı sudan ucuz!
Gisan Tersanesi’nde Emrah VAROL (19), Ramazan ERGÜN (25), Ramazan ÇETİNKAYA (36) isimli işçi arkadaşlarımız patronların ihmali ve umursamazlığı nedeniyle akıllara durgunluk verecek bir şekilde cinayete kurban gitti. Turkuaz 1 isimli Tanker gemisinin filikasının denize düşme açısının test edilmesi için yapılan denemede işçiler denek olarak kullanıldı. Sonuçta 3 kardeşimiz bu akıl almaz ihmal karşısında yaşamını yitirdi. Şimdi GÜLDESAN firması ile GİSAN Tersanesi arasında sorumluluğu birbirlerinin üzerine yıkma savaşı başladı. Çünkü yaşanan bu üç ölümde “işçilerin suçlanması” mümkün değildi. Daha önceki cinayetlerde sorumluluk hem taşeron, hem tersane hem de devlet yetkilileri tarafından işçilere yüklenirdi. Oysa bu cinayet patronun sorumsuzluğu nedeniyle açık bir şekilde yaşanmıştı. Dolayısıyla bu konuda savunacak herhangi bir şey kalmamıştır. Filikanın halatının kopması ve patlamaz denilen camların patlaması ile kum torbaları yerine işçilerin kobay olarak kullanılması sonucu 3 işçi arkadaşımız aramızdan ayırmıştır. İşte “düzelttik, düzeltiyoruz” dedikleri Tuzla! “Bir daha kimsenin burnu kanamayacak” dedikleri Tuzla!
Devlet ve hükümet yetkilileri asalak tersane patronlarının hizmetinde! Asalak tersane patronlarının ve onların çıkarlarını koruyan devlet yetkililerinin yaptıkları açıklamaların ne kadar boş olduğunu hepimiz bu ölümlerle bir kez daha yaşadık. Aslında Tuzla’da yapılan tek şey tersanelerindeki Ortaçağ’ı aratmayan çalışma koşullarına makyaj çekilmesiydi. Devletin en üst makamlarının yapmış oldukları tüm güzellemelere, tüm o sözde çabalarına karşın ağır çalışma ve sömürü koşulları tüm yakıcılığıyla ortada duruyor. En başından itibaren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in girişiminde somutlaşan müdahaleler işçileri suçlayıcı müdahalelerdi. Devlet kademesinin en altından en üstüne kadar söylenen her söz, atılan her adım GİSBİR’in kendini yeniden şekillendirmesi çerçevesinde ele alındı. Bu gözde sektörün kan içici bezirgânları başbakanlık düzeyinde aldıkları güçle saltanatlarını ‘şah’a kaldırmanın yolunu düzlemiş oldular. Zira 19 Haziran 2008 günü Tayyip Erdoğan, işçi temsilcilerini kabul etmediği patron ve patron temsilcileriyle yapmış olduğu toplantının tutanakları dikkate değerdir.
Rota’dan... ROTA 1 yaşında! Büyük bir emek ve çabayla aylık olarak yayınladığımız bültenimiz bu sayıyla birlikte 1. yılını doldurmuş bulunuyor. ROTA: Bu 1 yıllık zaman dilimi içerisinde Tuzla tersaneler cehenneminde yaşanan onlarca iş cinayetine, sayısız hak gaspına, yoksulluğa, sefalete, ağır çalışma ve sömürü koşullarına tanıklık etti. Yaygın ücret gaspları, kayıtdışı çalıştırma, her türlü hak gaspı ve iş cinayetleri… Ortaçağ çalışma koşullarıyla boy ölçüşebilecek düzeydeki bu cehennemi ROTA’nın mimarı işçiler, kendi çalışma alanlarından doğru yalın bir şekilde hem işçi arkadaşlarına hem de dış kamuoyuna anlattı. Bu konuların en yakıcı olanı hiç şüphesiz iş cinayetleriydi. ROTA: Kesintisiz her sayısında bir ya da birkaç cinayeti işledi. BİRLİK çağrısı yaptı. Zira ROTA yayınlandığı günden bugüne, bu 1 yıllık zaman dilimi içerisinde bu cehennemin 23 işçiye mezar oluşuna tanıklık etti. ROTA: 1. yılındaki bu yeni sayısında bir kez daha iş cinayetine tanıklık etti. GİSAN Tersanesi’nde çalışan 3 işçi arkadaşımız deney malzemesi olarak kullanıldı. Filikanın halatlarının kopması ve camlarının patlaması sonucu 3 arkadaşımız yaşamını yitirirken 13 arkadaşımızda yaralandı. Acılıyız, üzgünüz. Fakat öfkeliyiz de aynı zamanda... geleceğe dair umutlarımız var. İnsanca bir yaşam ve gelecek yaratma mücadelesinin bir parçasıyız çünkü. ROTA: Salt bu acıları, sıkıntıları yansıtmakla kalmadı. Fakat aynı zamanda bu ağır çalışma ve sömürü koşullarına karşı biz işçilerin hayatta kalma mücadelesine, hak arama mücadelesine, isyana, kavgaya da tanıklık etti. ROTA: Tuzla cehenneminde isyan ateşidir. Bizzat mücadelenin sıcak ateşi içerisinde pişerek, deneyimlere yaslanarak, her şeyden önemlisi sabırlı, soluklu bir mücadelenin ürünü olarak açığa çıktı. ROTA: Sadece sömürü ve direnişi değil aynı zamanda sömürüye karşı direnişin sağlam ve sarsılmaz politikasını da tekrar tekrar işleyerek kazanılabilecek biricik yolu da anlattı. Bu süre zarfında patronların işçi cesetleri üzerinden büyüttükleri servetlerinden, taşeronluk sisteminin katmerli sömürüsünden, sigortasızlıktan, ücret gasplarından, barınma sorununa kadar Ortaçağ’ı aratmayan bu cehenneme karşı örgütlü mücadeleyi yaratma çabasının önemli araçlarından biri oldu. Bu örgütlü iskeleti oluşturmaya çalışırken işçi sınıfının sadece ekonomik isteklerini ve mücadelelerini değil aynı zamanda sınıfın siyasetini de önemsedi. Ülkedeki ve dünyadaki siyasal gelişmeleri döne döne işledi. ROTA: 2. yılına adım atarken ileriki sürecin yoğun mücadeleleri içerisinde önemli bir araç olacağı umudunu veriyor. Zira ROTA, işçilerin kendi yaşadıkları çalışma ve yaşam koşulları ile mücadelelerini yansıttıkları önemli bir araç. ROTA: Bu önemiyetini yeniden şekillendirerek ve güçlendirerek sürdürecektir. 2. yılına giren ROTA bütün tersane işçilerini örgütlü mücadeleye, kavgaya ve zafere çağırıyor. ROTA Yazı Kurulu
MK
Biz tersane işçilerinin mücadele taleplerini hiçe sayan, onlara itibar etmeyen, fakat aynı zamanda gemi inşa sektörünün büyümesini öngören bir takım kararlar alındı. Bu, bugüne kadar bu cehennemde yaşanan kölelik koşullarının devlet yetkilileri düzeyinde onaylanması demekti. Toplantıda alınan ilk karar tersaneler bölgesinin “Endüstri Bölgesi” olarak ilan edilmesidir. Bu ne demektir? Serbest bölgelerdeki gibi sömürü ve kölelik koşullarının dizginsiz sürmesi anlamına gelmektedir. Patronlar ve onların düzeni için de gittikçe palazlanmak anlamına gelmektedir. Üretim potansiyelini arttırmak, ticari imkânlardan yararlanmak, yabancı sermayeyle ilişkileri güçlendirmek, “Endüstri Bölgesi” ilanından anlaşılması gereken bunlardır. Burada ne işçilerin temel yasal haklarından bahsedilebilir ne de “en kutsal hak” olan yaşama hakkından. Alınan bir başka karar GİSBİR’in ihtiyaçları çerçevesinde şekillenen “kalifiye işçi” eksikliğinin giderilmesidir. Zira sektör Tuzla’yla sınırlandırılamayacak ölçüde genişlemekte ve bu konuda ciddi bir boşluk açığa çıkmaktadır. Bu açıdan başta SEDEF Tersanesi’nin sahibi olan Kalkavanlar’ın Yumurtalık Bölgesi tersanelerinin ihtiyacı ile gemi yapım patronlarının diğer fertlerinin Yalova ve Karadeniz girişimlerinin çıkarları gözetilmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda vasıflıvasıfsız tüm işçilere yaz mevsimi boyunca çevre okullarda eğitim verilmesi bir başka karardır. İşçilerin durumu gözetilerek alınan bir karar gibi görünse de aslında sorun her zaman vurguladığımız gibi işçilerin eğitim sorunu değildir. GİSBİR Başkanı Murat Bayrak’ın “işçi eğitimsiz, cahil” diyerek başlattığı süreç Tuzla’yla “ilgilenen” devletin tüm yetkililerinin kullandığı bir argüman oldu. Oysa sorun işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması, yani patronların aşırı kâr hırsıdır. Bu kâr hırsı bugüne kadar yüzü aşkın işçinin canını almıştır. İş cinayetine kurban giden işçi kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu yıllarca işçilik yapmış kalifiye elemanlardı. Dolayısıyla da “çıplak kabloya dokunma”, “baret tak”, “emniyet kemeri tak” vb. eğitimin verilmesi kendi başına bir şey ifade etmemektedir. Tayyip Erdoğan’ın sermayenin yanında olduğunu gösteren bir başka tutumu ise, sözünü ettiğimiz toplantıda açığa çıktı. Çekek, Tekne İmal ve Tersane İşletme Yönetmeliği’nin devreye sokulması kararıydı... Yıllardır yasadışı bir şekilde ruhsatsız olarak çalışan tersanelerin ruhsat ve modernizasyonunun düzenlemesini öngören bir
yönetmelikti bu. Buna göre yıllardır ruhsatsız ve usule aykırı koşullarda çalışan tersanelerin tamamına yönelik herhangi bir yaptırım uygulanmamıştır. Zaten bu yönetmeliğin içeriğinde de patronları sıkıntıya sokacak herhangi bir yaptırım da yoktu. Burada bahsedilen tersanelerin modernizasyonu ise artık eski üretim yöntemleriyle güçlenen sektörün ihtiyacını karşılayamamasından kaynaklanan yeniden teknik şekillenme ihtiyacıdır. Ruhsatsız ve kaçak yapılaşma bahanesiyle emekçilerin gecekondularını başlarına yıkan Tayyip Erdoğan, ruhsatsız ve kaçak olarak tersane işleten tersane patronlarına ayrıcalıklı davranmıştı. Burada açıklamaya çalıştığımız henüz genç sayılabilecek bir sektörün devlet tarafından tam anlamıyla nasıl sahiplenildiğidir.
Göstermelik önlemlerle Tuzla gerçeğini gizleyemezsiniz! Kriz dönemlerinde bile sarsıntı yaşamayan gemi yapım ve onarım burjuvazisine yüzü aşan işçi cesedine, güvencesiz çalışmaya ve hak gaspına rağmen tanınan bu ayrıcalık sektörün ciddi ekonomik girdiye sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla devlet yetkililerinin gemi sanayisiyle ilgilenmesi bununla ilgilidir. Başbakanlık toplantısından yansıyanlar patronların ihtiyacını karşılamaya yönelik adımlardır. İşçi yararına söylenmiş tek bir şey vardır, o da işçi sağlığı ve iş güvenliği müfettişlerinin sayısının sektör ihtisasına uygun olarak arttırılmasıdır. Bu kararın açığa çıkmasındaki temel etken biz işçilerin yürüttüğü dişe diş mücadeledir. Ancak bu kararın uygulanması konusunda başbakanlığın tek bir adım atmayacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Bu samimiyetsiz kararın dışındaki tüm kararlar işçilerin yaşadığı cehenneme destek verir niteliktedir. Gemi yan sanayisi için organize sanayi bölgesi kurulması, tersanelerin yaptığı anlaşmaların da gözönüne alınarak üretim planlamalarının yapılması gibi kararlar, başbakanlığın işçileri değil de patronları kolladığının açık göstergeleridir. Bunda şaşılacak bir yan yoktur. Zira paranın saltanatının hâkim olduğu bir toplumsal düzende bir hükümetin işçiler yararına herhangi bir şey yapması beklenemez. Biz işçiler, bugüne kadar hep bunu gördük. Hele hele biz tersanede çalışan işçiler için son 1 yıl oldukça öğretici oldu. Tersaneler “gerçeği”ne ilk el atan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, iş cinayetlerini biz işçilere bağladı. Durmadan ve de üstelik
patronlarla aynı dili kullanarak, biz işçileri eğitimsizlikle ve cahillikle suçladı. Yaşanan tüm ölümlerden dolayı biz işçileri suçladılar. Tersane patronlarının bize dayattığı ağır çalışma ve sömürü koşullarına, sigortasızlığa, hak gasplarına hiçbiri sesini çıkarmadı. Bu durum onların doğasına aykırı değil. Çünkü bizler iki ayrı sınıfın unsurlarıyız. Onlar patronları temsil ediyor, bizler işçi sınıfını. İki farklı dünya. Bir tarafta emek harcamadan oturarak kasalarını şişiren patronlar... Diğer tarafta canımızı dişimize takarak kuru bir ücret için çalışan biz işçiler. Onlar kendi sınıfsal çıkarları gereği yüzlerce işçinin ölümüne seyirci kalabilirler, çünkü aslolan onların sefil çıkarlarıdır. Örneğin iş cinayetlerini doğuran ana unsurlardan biri olan taşeronluk sistemini kaldırabilirler mi? Onlara muazzam kâr sağladığı için elbetteki hayır! Üstelik kendi yasalarına göre taşeronluk bu havzada yasadışı işletilirken buna hiçbiri sesini çıkarmıyor. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, ölümlerin nedenini taşeronluğa bağladı. “İstihdam paketi”yle taşeronluğu koşullara bağlayacaklarını söyledi. Hepimiz “İstihdam Paketi”ni gördük. Taşeronluğu kılıfa uydurmaktan başka bir işe yaramadı. Yani kaldırılması gereken taşeronluk sistemini dahi patronların çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdiler. Tüm bu yaptıkları ve yapmadıkları karşısında mücadele eden işçileri de sürekli olarak “provokatör”lükle suçladılar. Bu genel tabloya bakıldığında devletin üst düzey yetkililerinin bu kadar Tuzla’yla ilgilenmelerini anlamlı bulan, onlardan beklenti içerisine giren işçi arkadaşlarımız da oldu. Ama yukarıda tüm bu saydıklarımızı göz önünde alındığında devletin neden Tuzla’ya önem verdiğini görebilmek mümkün. Müfettişlerin, milletvekillerinin ve bakanın sözde incelemeleri sırasında bile ölümler peş peşe yaşandı. Bunun karşısında ne yaptılar? Göstermelik bir takım cezalar dışında herhangi bir şey yapmadılar.
Gerçekleri karartarak sorumluluktan kurtulamasınız! Denilebilir ki meclis bünyesinde kurulan komisyonun “Tuzla Raporu” her şeye rağmen bir anlam ifade ediyor. Milletvekillerinin tersaneler için hazırladığı bu raporun bizleri ilgilendiren kısmı zaten yıllardır ifade ettiğimiz şeylerdi. Bizler çözümün ne olduğunu biliyorduk. Zaten bütün o söylenenler 4857 sayılı İş Kanunu’nun gerektirdiği şeyler. Yani milletvekillerinin yeni bir şey bulmuş gibi bir takım tedbirleri kamuoyuna sunmalarının
Adım adım GİSAN katliamı! Filikaların denize düşme açısının hesaplandığı deneyde işçiler kobay olarak kullanıldı. Kum torbası, su torbası vb. konulması gereken filikalara işçiler dolduruldu. Denemenin yapıldığı yer iskeleydi. Filika denemeleri genelde iskele’ye uzak yerlerde yapılır. Filika denemesi başarılı olsaydı dahi derinlik yeterli değildi. Dolayısıyla filikanın zemine çarpması sonucu birçok işçi de ölebilirdi. Filika denemelerinden önce dalgıçlar deneme yapılacağı yerde derinlik ölçümü yapmak zorunda, oysa dalgıçların olmadığı cinayetten sonra anlaşıldı. Cinayetten sonra işçilere yardım edebilecek herhangi bir bot vs. güvenlik mekanizması yoktu. Dolayısıyla denize düşen işçilere yardım etmek oradaki işçi arkadaşlarına düştü. Filikalar patlamaz camdan yapılır. Oysa camlar
2 Rota
patlamış filikaya su dolmuş ve 3 işçi böyle yaşamını yitirmiştir. Filikaların içerisinde oksijen tüpünün bulunması bir zorunlulukken, hiçbir oksijen tüpü bulundurulmamış. 3 işçi oksijen tüplerini kullanarak hayatta kalabilirdi. Kum torbası yerine insanların konulması ilk test için mümkün değildir. Oysa ilk testte insan kullanıldı. Filikaların sağ ve sol tarafında fırlatmayı sağlayan iki tane hidrolik kol var. Bu kolların denemesi yapılmamış. Çünkü bu hidrolik kolların aynı anda filikayı fırlatması gerekir. Aksi halde filika dengesiz bir şekilde ters dönüp suya çakılabilir. Olayda böyle oldu. Hidrolik kolların filikayı aynı anda fırlatmamasından kaynaklı halatlardan biri koptu.
hiçbir samimiyeti yoktur. Aslolan 197 maddelik bu raporun uygulanabilirliğidir. Buna rağmen raporun kendisi tersane patronlarına dokunmamaktadır. Raporda açıklananları bugüne kadar yerine getirmeyerek 100’ü aşkın işçiyi katleden patronların yargılanması gerekmektedir. Bizler biliyoruz ki, raporda açıklananların ve daha fazlasının uygulanma koşulu biz işçilere bağlıdır. Bizler insanca yaşam ve çalışma koşulları yaratma mücadelesi veren öncü işçiler, hazırladığı rapora rağmen Meclis bünyesinde kurulan komisyonu ve diğer devlet yetkililerinin müdahalesini kendi adımıza umut verici bulmuyoruz. Bugüne kadar sergilemiş oldukları pratikler hep bunu göstermiştir. Nitekim Gisan Tersanesi’nde yaşanan iş cinayeti de bu konuda somut bir örnektir. Devletin kurumları bu konuda çözümsüzdür. Gisan katliamında da bu durum böyledir. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Gisan cinayetinden sonra 2 gün ortalıkta görünmemiş, gelişen kamuoyu tepkisi nedeniyle ancak cinayetin 3. günü Tuzla’ya gelmiştir. Çünkü bakan Çelik’in bu konuda söylediği her söz, attığı her adım, her seferinde yaşanan ölümlerle boşa düşmüştür. Bu kez bakanın suçlayabileceği herhangi bir işçi ortada yoktur. Dolayısıyla Bakan Faruk Çelik’in, 13 Ağustos 2008 tarihinde GİSAN incelemesinde yaptığı konuşma bir kez daha çözüm ve samimiyetten uzaktır. Elbetteki Çelik, kapatılacak derken, tersanelerin taşınmasından bahsediyor. Ancak mesele kendi başına tersanelerin geniş bir alana taşınmasıyla ilgili değildir. Sorun tamamen aşırı kâr hırsına dayalı toplumsal düzendir. Sorun, “parlayan yıldız”ın iş cinayetlerini doğuran nedenlerle birlikte daha geniş bir alana taşınması sorunudur. Hal böyleyken; eğer taşıma işlemine hız verirlerse bundan sonraki katliam merkezinin Yalova olacağı gerçeğidir. Dolayısıyla bakanın söylediği tersanelerin taşınması durumu işçinin yaşam garantisi olmayacağı gibi, insanca yaşam ve çalışma koşulları için de umut vaat etmemektedir.
Tersane işçisi birleşmeli ve güçlü adımlarla greve yürümeli! Bizler, bu cehennemi yaşayan işçiler olarak, GİSBİR sermayesine hizmet eden devletin bizim adımıza yapacağı olumlu tek bir şey bile yoktur. İnsanca yaşam ve çalışma koşullarını yaratabilmenin koşulu talepler uğruna verilecek amansız bir mücadeledir. Unutulmamalıdır ki; devletin Tuzla’ya göstermiş olduğu bu “ilgi”, aldığı göstermelik tedbirler mücadelemizin yarattığı basıncın ürünüdür. Haklarımızı kazanmanın, Ortaçağ köleliğine son vermenin yolu örgütlenmekten geçmektedir. Bulunduğumuz işyerlerinde yaşadığımız cehennem koşullarına karşı kendi komitelerimizi kurmalı ve büyük bir greve hazırlanmalıyız. Unutulmamalıdır ki haklarımızı almanın tek yolu iyi örgütlenmiş gerçek bir “grev”den geçmektedir. Ne patronların baskısı ne de taşeron terörü, ne de aramıza sokulmak istenen nifak tohumlarına pabuç bırakmamalıyız. Ayrıca bir takım biçimsel düzenlemelere de prim vermemeliyiz. Zira düzenleme adı altında kaşıkla verdiklerini kepçeyle almaktadırlar. Hepimiz biliyoruz ki, haklarımızı durup dururken patronlar bize vermez. “Hak verilmez alınır” bilinci ve kararlılığıyla meşru mücadele rotasında ilerlemeli, haklarımızı söke söke alabilmeliyiz. Bunun için örgüt vazgeçilmezdir. Bütün tersane işçilerini örgütleri olan Tersane İşçileri Birliği Derneği’nde birleşmeye ve greve güçlü adımlarla yürümeye çağırıyoruz..
Göstermelik eğitimlerle sorunu çözemezsiniz!
Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetleri ve “iş kazaları”na karşı yoğun bir mücadelenin ardından tersane patronları örgütü GİSBİR ve Çalışma Bakanlığı daha fazla sessiz kalamayarak olaya müdahale etmek zorunda kalmıştır. Ama tersanelerde gerçek bir birliğin sağlanamamasından ve yeterli sınıf bilincinin olmamasından kaynaklı GİSBİR, yaşanan cinayetleri “işçilerin cahilliği”ne bağlamış, Çalışma Bakanlığı da GİSBİR’in sözcülüğünü yapar gibi ona onay vermiştir. Çalışma Bakanlığı yaptığı araştırmalarda kazaların sebebini işçinin eğitimsizliğine bağlamıştır. Hatta bakanlığa bağlı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Genel Müdürü, “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası”nda sorun işçilerin cahilliğinde diyebilmiştir. Ancak kazaların asıl sebebi işçinin cahil olması değil; tersane patronlarının aşırı kâr hırsıdır. Yani işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmamasıdır. O yüzden biz tersanelerde yaşananlara “iş kazası” demiyor, iş cinayeti diyoruz. Çalışma Bakanlığı ve GİSBİR ortak bir çalışma ile 17 Temmuz’dan 1 Eylül tarihine kadar yaklaşık 20 bin tersane işçisine bir günlük iş sağlığı ve iş güvenliği eğitimi vermeye başlamıştır. Eğitim sabah 09.00’dan akşam 17.00’ye kadar 45’er dakikalık derslerle iş sağlığı ve güvenliği müfettişleri tarafından veriliyor. Dersler sırasıyla şöyle: * İş sağlığı ve iş güvenliği genel prensipleri, * Yanma, parlama, patlama riskleri, * Taşıma ve kaldırma riskleri, * Kişisel koruyucu donanım kullanımı, * Yüksekten düşme, * Raspa, boya, kaynak çalışması riskleri, * Elektrik çarpması... Derslerde anlatılan konulardan çıkan sonuca göre, tüm sektörlerin çalışma durumuna, üretim şekline göre uygulaması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğü var. Bu tüzüğe göre alınması gereken tedbirleri işveren sağlamalıdır. Devletin yetkili kurumları bu alınan önlemleri denetlemeli, gerekli tedbirler alınmamış veya çalışma ortamında
risk faktörü varsa işverene cezai yaptırım uygulayarak tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Eğer hala tedbir almıyorsa işyeri önlemler alıncaya kadar kapatılmalıdır. İşçiye düşen görev ise, alınan tedbirlere göre hareket etmeli, kuralları harfiyen uygulamalıdır. Burada en önemli nokta tersanelerde işveren yani tersane patronları İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’ne göre alınması gereken tedbirlerin hiçbirini almamaktadır. O yüzden tersane işçisinin oluşan “kazalar”da bir suçu yoktur. Çünkü tersane patronları üzerine düşen görevlerin hiçbirini yerine getirmemektedir. İş sağlığı ve güvenliği müfettişlerinin derslerde sık sık dile getirdiği gibi, iş kazalarının sorumlusu büyük oranda işverenlerdir. Bize verilen eğitimin bir günle sınırlandırılamayacağı ve tersanelerde çalışma ortamının içinde sürekli bir eğitime tabi tutulmazsak hiçbir anlamının olmayacağıdır. Ayrıca verilen eğitimin sadece günlük olarak karşılaştığımız küçük çaptaki iş kazalarını önleyebileceğidir. Buradan çıkaracağımız sonuca göre tersane patronlarının işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini almadığı sürece, iş cinayetleri ve sakatlanmalar devam edecektir. Kullanılan vinç, forklift benzeri araçların bakımları düzenli yapılmadıkça, iskele ekipmanlarının standartlara uygun olup bu iskeleleri iskele kurma eğitimi almış ekiplere yaptırmadıkça, CE belgeli kişisel koruyucu donanım ekipmanlarını sağlamadıkça, tersanelerinin kapasitesinin üstünde üretim devam ettikçe ve en önemlisi taşeronluk sistemi kalkmadıkça, ne ölümler ne de sakatlanmalar bu tersanelerde biter. Tersane işçisi arkadaşlar, verilen iş sağlığı ve güvenliği eğitimi sadece oluşan dış kamuoyu tepkisini bertaraf etmek içindir. Bizim tersanelerde yaşadığımız sorunların tek bir çözümü vardır. Tersanelerde işçilerin birliğini sağlayarak tek tek tersanelerde işyeri komiteleri kurarak ve belirleyeceğimiz talepler uğruna tüm tersanelerde iş durdurarak taleplerimizin kabul edilmesini ve GİSBİR’le protokol imzalanıncaya kadar direnişe geçmektir. İstanbul Tersanesi’nden TİB-DER üyesi bir işçi
Rota 3
Kağıttan gemiler yapmak… Çocukluğum geliyor da aklıma, ne çok isterdim kağıttan uçaklar, gemiler yapabilmeyi. Dün gibi hatırlıyorum. 5 yaşıma yeni basmıştım. Benden 2 yaş büyük olan ablam okula başladığında nasıl düz çizgi çizeceğinin yanında bir de kağıtları nasıl titizlikle katlayıp onları hiçbir işlevi olmasa da suya koyup yüzdürebileceğimiz gemilere ya da havaya atıp “kiminki daha uzağa gidecek bakalım” diye heyecanla bağırarak yarıştırabileceğimiz uçaklara dönüştürebileceğini öğrenmişti. Bir gün okul dönüşü hızla merdivenlerden yukarı çıkmış, nefes nefese kapıdan içeri girmiş ve çantasını bir köşeye fırlatıp okulda yaptığı gemileri göstermişti bana. Sonra anlatmaya başlamıştı: “Bak şimdi, defterimden bir sayfa koparayım, nasıl kolay olduğunu görürsün.” Kağıdı eline aldığında gözlerimi ayırmadan izlemiştim onu. Sayfanın üst kısmını iki kenarından tutmuş, tam ortasında düz bir çizgi oluşacak şekilde alttaki iki köşeyle birleştirmişti. Sonra bana da aynı defterden kopardığı bir sayfa uzattı ve aynısını yapmamı istedi. Ama yapamadım. Onu sonuna kadar izledim, bütün sıralamayı ezberledim, her bir katlayışı tek tek biliyordum, ama beceremedim. Ellerimin titreyişini şaşkınlıkla izlemişti ablam. Nasıl olur da iki ucu birleştiremezdim, akıl sır erdiremiyordu, hiçbir zaman da erdiremedi. Oracıkta ağlamaya başlamıştım. Ağlamaktan utandım, sonra onu içten içe kıskandığımı farkettim, sinirlendim. O, sabah okula gitmek üzere evden çıkdığında ben de hemen üzerinde bir türlü anlayamadığım şeyler yazan sayfaları gizli gizli koparıp kağıttan gemi yapmaya çalışıyordum. Ona yapabileceğimi göstermek istiyordum. Ama eve dönüp defterinin sayfalarının yırtılmış olduğunu farkedince gördüğü “en yaramaz, en huysuz” çocuk ben oluyordum. Büyüdüm. Ellerim de büyüdü ve büyüdükçe daha da güçlü olmasına rağmen kağıdın karşısında titremesine engel olamadım. İki ucu bir türlü doğru şekilde denk getiremiyordum. 5 yaşındaki o “yaramaz, huysuz” çocuk kadar sinirleniyordum bu duruma. Kahrolası ellerim! İstesem bir vuruşta şu gemileri yıkabileceğimi düşünüyordum onlarla. Patronların suratlarına bir yumruk savurup nasıl da korku salabilirdim. Kahrolası nasırlı ellerim! “Burada sizden binlerce var, hepsi güçlü, kuvvetli, ama ne işe yarıyorlar yük taşımaktan başka, kaynak yapmaktan başka? Elleri para sayan şu adamlara gemiler yapmaktan başka ne işe yarasınız ki siz?” Düşünmeyi bıraktım. Küfürler gelip geçiyordu yanımdan. Ağızdan çıktıktan sonra hepsi aynı hedefe doğru yöneliyordu. 3 hafta önce buraya ilk geldiğimde kendime “kocaman gemileri yapan bu adamlar acaba kağıttan gemi de yapabiliyorlar mıdır?” diye sormuştum. Elleri ne kadar da güçlü görünüyordu, ama bir o kadar da yorgun. Demiri o kadar sıkıca tutuyorlardı ki ve çekici öylesine kararlılıkla vuruyorlardı ki, kendime sorduğum bu aptalca soruya cevap aramaktan vazgeçmem çok uzun sürmedi. Çok uzun sürmeden de titrek ellerime bir şeyler tutuşturdular. Gemi yapacaktım! Küçük bir kovada değil, koca okyanuslarda yüzdürebileceğim bir gemi! Ablam geldi aklıma o an, eve koşarak girdiği o günü hatırladım. Şimdi görseydi beni acaba ne düşünürdü? Görmesini istemiyordum. Kaldığım o küçücük rutubetli odada, o kasvetli odada beni soğuktan titrerken görmesini
4 Rota MK
istemiyordum. 15-16 kişi aynı odada kalıyorduk ama bu bile birbirimizi ısıtmamıza yetmiyordu. Rutubet bütün ciğerlerimize kadar işlemişti, kokusunu bütün vücudumda duyabiliyordum. Hayır, kesinlikle beni bu halde görmemeliydi! Yarı uykulu yarı uyanıkmışım meğer aklımdan bunlar geçerken. Beni göz kapaklarım kapanmış, başım yana doğru düşmüş görünce bacağıma attığı bir tekmeyle kendime getiren o tanımadığım, fakat patronla arasının iyi olduğunu tahmin ettiğim adam sayesinde bu saçmalıkları düşünmeyi bıraktım. İşime koyuldum hemen. Ellerim çıplaktı, gözlerim de öyle. Bütün o aletleri, tahtaları, çekiçleri, demirleri nasırlı ellerimde hissedebiliyordum. Gözlerim ise yanıbaşımdaki o kaynak aletinden gelen ışığın oyununa geliyordu, gelip geçenleri çok iyi seçemiyordum. Tek anlayabildiğim tüm yaşamlarını buraya hapsetmiş, ensesi güneşten kararmış, yüzleri kir pas içinde kalmış o adamların ses tonlarındaki endişe ve korkuydu. Anlatmaya başladılar bana dönüp: “Sen buraları bilmezsin. Burada sadece çalışırsın. Günde 15-16 saati bulur bu. İzin verirlerse on beş dakika içinde yersin yemeğini. Sonra vakit kaybetmeden işinin başına dönersin. Hani şu göbekli adamlar var ya, işte onlardan sürekli azar işitirsin. Karşılık vermeye kalkma sakın, maaşından keserler söylediğin her bir cümleyi. Bakacak karın ya da çoluğun-çocuğun yoksa belki umrunda olmaz bu. Ama bende tam 5 oğlan var, nasıl karşılık veririm? Bir de okumuş yazmış adamlar vardır burada. Eline sürekli bir şeyler verirler. ‘Kölelik düzenine hayır!’ diye bağırıp dururlar. Sakın kanma onlara. Geçen gün patron geldi çoğunu işten attı. Eğer onların verdikleri şeyleri alıp okursak bizi de atacağını söyledi. Kovulursam n’aparım? Memlekette karım para bekler, çocuklar ekmek bekler. Her neyse, boşver şimdi bunları. Yüzlerce, hatta binlerce adam vardır burada. Sık sık kaza haberi gelir, ya da birileri yine ölmüştür. ‘Tanımam etmem’ diye
düşünürsün önce, ama sonra ölüm yanıbaşına kadar gelince işte o zaman benim sesim gibi titremeye başlar sesin. Bir taraftan ‘Kölelik düzenine, ölümlere hayır!’ diyen o okumuş yazmış adamların sesi çınlar kulaklarında, bir taraftan da ‘sizi işten atarım, paranızı da vermem’ diyen ses. İşten atılamam, çocuklar aç bekler. Neyse, kafanı şişirdim. Göbekliler bakıyor, hadi kolay gele!” Kaynak makinasını aldı tekrar eline ve sanki hiçbir şey söylememiş gibi işine koyuldu. Gece rutubet kokulu odaya gidince sabaha kadar bana anlattıklarını düşündüm. Ben gemi yapmak istemiştim sadece. Kağıttan yapamadığım gemileri düşünmeden, nasırlaşmış ama artık titremeyi kesmiş ellerimle gerçek bir gemi yapacaktım. Fakat karşılaştıklarım ürkütmüştü beni. Burada sanki kimse yaşamıyordu. Herkesin değeri o ellerinde sıkıca tuttukları aletler kadardı. Ekmeği o aletlerdi. Olur da düşürürlerse kendi değerlerinin de düşeceğine inanırlardı. Belki de haklıydılar. Sabah olmak üzereydi. Kapıdan yüzlerce insanın bağırışlarını duydum. Herkes koşuşturuyordu. Bir taraftan da “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” diye gür bir sesle haykırıyorlardı. Kalktım, kapıya yöneldim. Ne olduğunu sordum. - Yeni bir ölüm haberi geldi. - Ne zaman olmuş? - Yarım saat önce. - Nasıl olmuş? - Patlama olmuş, yanarak ölmüş. - Peki siz nereye gidiyorsunuz? - Hesap sormaya! Ben sadece gemi yapmak istemiştim. Kağıttan yapamadığım gemileri. Burada ölümleri izlemek, öldürenlerin ceplerini doldurmak değil. Hiç düşünmeden katıldım aralarına. Haykırışlarına eşlik ettim gür bir sesle. “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” (Bu öykü tersane işçilerinin mücadelesine omuz veren bir İstanbul Üniversitesi öğrencisi tarafından kaleme alınmıştır...)
Liman-İş Sendikası Arser İş yeri Temsilcisi Recep Çakmakçı ve direnişçi işçilerden Ergül Lale ile konuştuk…
“Örgütlenmek zorundayız, başka çaremiz yok!” düzenlenmiş. Bizler Arser çalışanıyız. Zaten bunlar bize “Marport’a geçiş yapın” diye imza attırmak istediler, imza atmadık. Dolayısıyla bu çıkışlar yasal değil. Bundan dolayı direnişteyiz, direnişimiz devam edecek….
ROTA: Çalışma koşullarınızı ve sendikaya üye olma süreciniz ile direnişinizin nedenlerini anlatır mısınız? Recep Çakmakçı: Çalıştığımız sektör olan liman sektörü tersane sektörüyle büyük benzerlikler gösteriyor. Tuzla tersanelerinde neler yaşanıyorsa buradaki çalışma koşulları da aynı. 20 Haziran’da sendikaya üye olduk, 21 Haziran’da Arser çalışanlarını illegal yollarla Marport’a geçirdiler. Biz bunu hiçbir şekilde kabul etmedik. Onların bize sunduğu formlara imza atmadık. Kabul etmedik onları. Daha sonra 5 işçi işten çıkarıldı. 5 işçinin atılmasından sonra 33 işçi daha çıkarıldı. Ardından 16, daha sonra da 3 işçinin işine son verildi. Toplam 57 işçinin iş akdi feshedildi. 16 Temmuz günü tüm çalışanlar olarak liman kapısında direniş yaptık. İçeri girmek istedik, iki gün içerisinde bizi almadılar. Manyetik kartlarımızın şifrelerini kırarak ve güvenliklerin zor kullanmasıyla bizi içeriye almadılar. 410 kişinin iş akdini feshettiler. Bunu da normal yollarla değil telefon açarak, mesaj yollayarak ve noter kanalıyla bize bildirdiler. Toplam 410 kişinin işine son verdiler. Biz, bu çıkışları kabul etmedik. Gelen çıkışlar zaten Marport şirketinin adına
Ergül Lale: Ben altı yıldır burada çalışıyorum. Operatör olarak çalışıyorum. Bizim bir hastamız olduğu zaman izin vermiyorlar. 14-15 gün aralıklarla izin veriliyor, şartlarımız bu. İzin istediğimiz zaman “yok” diyorlar. Kendilerinin keyfi ne zaman gelirse o zaman izin veriyorlar. Bir cenaze ya da düğün olduğu koşullarda dahi izin vermiyorlar. Yakınlık derecen olacak o zaman izin verecekler. Yani her türlü bahaneyi uyduruyorlar. Biz de baktık olacak gibi değil sendikalaşmaya karar verdik. Örgütlendik, örgütlendikten hemen sonra 5 yöneticimizi işten attılar. Biz zaten Avrupa standartlarının çok çok üstünde çalışıyorduk. Kendilerinin işyerinde dağıtmış olduğu bir kitapçık vardı. Bu kitapçıkta 20 km. hızın üstüne çıkmama, artı daha güvenli çalışma koşullarının nasıl olması gerektiğini anlatıyordu. Bu kitapçıktaki standartlara uyduğumuzda kaza olmuyordu. Ancak biz bu koşulların çok üzerinde bir tempoyla çalışıyorduk. 5 arkadaşımızı işten çıkardıktan sonra, o kitapçıkta yazan standartlara uygun çalışmaya başladık. O kitapçığın standartlarına indiğimiz için bize “iş yavaşlattınız” diyerek 52 işçi arkadaşımızı işten attılar. Gerekçe göstermeden attılar. 52 işçi arkadaşımızı işten attılar diye biz zaten önceden söylemiştik, 406 kişi sendikada örgütlü olduğumuz için topluca işi bıraktık. Şu anda noter kanalıyla zor durumda olduklarını 52 işçiyi çağırdıklarını bildirdiler. Onlar da bizi sattı gittiler. Yani biz namus, şeref sözü vermiştik, namusu ortaya koymuştuk. Namus, şeref sözü veren arkadaşlarımız içerde şu an çalışıyorlar. Bizim bir tek isteğimiz var. Sendikayla işe geri dönmek. Sendikayla dönmezsek zaten bizi 3-5 gün çalıştıracak, yanımıza işçi verecekler biz operatör yetiştireceğiz, bütün haklarımız da yanacak, ondan sonra bizi işten atacaklar. Biz oraya sendikayla dönmek zorundayız, örgütlenmek zorundayız, başka çaremiz yok.
“Liman-Tersane omuz omuza!” Ambarlı Limanı’nda Arkas Holdinge bağlı Arser AŞ.’de direnişte olan işçileri ziyaret ettik. Sabah erken saatlerde Dernek binasında işçi arkadaşlarımızla bir araya geldik. Çay içip sohbet ettikten sonra Ambarlı’ya doğru yola koyulduk. Ambarlı’ya vardığımızda Liman-İş Sendikası’nın Bölge Temsilciliği’ne yakın bir yerde araçlarımızdan indik. Burada “Yaşasın sınıf dayanışması! Liman işçisi yalnız değildir!/TİBDER” imzalı pankartımızı açarak yürüyüşe geçtik. Binaya varana kadar sık sık “Liman-tersane omuz omuza!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarını coşkulu bir şekilde haykırdık. Direnişte olan liman işçisi arkadaşlar bizi kapıda alkışlarla karşıladılar. Kapı önünde Dernek Başkanımız Zeynel Nihadioğlu kısa bir konuşma yaptı. Nihadioğlu konuşmasında şunlara söyledi: “Liman işçileri kardeşlerimiz, iş cinayetleri, yoğun iş temposu, örgütsüzlük, sosyal hakların gaspı, bizimle aynı sorunları yaşıyorsun. Bizler Tuzla cehenneminden geldik. Orada Ortaçağ koşullarına karşı bir mücadele yürütüyoruz. Sizler de bizim gibi ağır çalışma ve sömürü koşullarına karşı bir mücadele başlattınız. Bizler ilk günden beridir direnişinizi takip ediyoruz. Patronların, jandarma ile birlikte giriştikleri baskı ve tehditleri de biliyoruz. Mücadeleniz haklıdır, meşrudur, bu yüzden hiçbir güç sizi yıldırmamalıdır. Bizler tersane işçileri olarak kavganızı kavgamız olarak görüyor. Kazanana kadar yanınızda olacağımızı ilan ediyoruz.” Yapılan konuşmanın ardından binaya geçilerek direnen işçilerle sohbetimizi koyulaştırdık. Burada Liman-İş Sendikası işyeri baştemsilcisi aynı zamanda sendikanın bölge başkanı Recep Çakmakçı, direnişin nasıl başladığını ve gelişim sürecini anlattı. İşçi arkadaşlarla uzun süren sohbetler gerçekleştirdik. Ardından Tuzla’daki gelişmeleri soran işçi arkadaşlara Tuzla tersanelerinde yürüttüğümüz dişe diş mücadeleyi anlattık. Yaşadığımız deneyimleri işçi arkadaşlarımızla paylaştık. Aylık çıkardığımız bültenimiz olan Rota’yı işçi arkadaşlarımıza verdik. Ardından her direniş ziyaretimizde olduğu gibi Bir tarafında tersane, diğer tarafında liman yazılı baretlerimizden birini direnen işçilere, diğerini ise direnişin başından beri babasının yanında olan işçi arkadaşımızın çocuğuna hediye ettik. Pankartımızı sendika binasının girişine astıktan sonra alkışlarla oradan ayrıldık.. Tersane İşçileri Birliği Derneği
Direnişteki Aster Liman işçilerine saldırı... Ambarlı limanında direnişlerini sürdüren Arser işçileri patronun tetikçilerinin hedefi oldu. Saldırı 3 Ağustos günü yaşandı. Bir süredir Marport taşeronları tarafından tehdit edilen işçilerden birkaçı, yaşananlar ile ilgili Büyükçekmece Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmaya gittiler. Savcılıkta ilgili işlemlerini tamamlayan işçiler daha sonra sendikalarına dönmek için harekete geçtiler. Beylikdüzü Migros önünde işçilerden ikisinin bulunduğu otomobilin önü, 7-8 kişilik patron tetikçisi çeteciler tarafından kesildi. Ellerindeki levye ve sopalarla araca ve içerisindeki işçilere saldıran çapulcular bu esnada “ismim ve plakam budur, jandarmaya mı polise mi, istediğiniz yere şikâyet edin!” vb. pervasızca sözler sarfettiler. İşçileri öldüresiye dövdüler. İşçilerden Ferhat Terzi tedavisinin ardından taburcu edilirken, durumu daha da ciddi olan Fatih Bozkurt Bakırköy Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Hiçbir baskı ve saldırının mücadelelerini engelleyemeyeceğini söyleyen işçiler, daha sonra hep birlikte direnişlerini sürdürdükleri sendika şubesine geçtiler.
Rota 5 MK
Gisan Tersanesi’nde katliam 3 ölü 16 yaralı!
İşçinin canı kum torbası! Bu çarkı bozacağız!
GİSAN Tersanesi’nde yapımı tamamlanan Turkuaz 1 isimli tanker gemisinin filikasının denize inme açısının ayarlanması için yapılan test işleminde filikanın halatları koptu. İçine kum torbası yerine 16 işçi yerleştirilen filikanın denize düşmesi sonucu Emrah VAROL (19), Ramazan ERGÜN (25) ve Ramazan ÇETİNKAYA (36) isimli 3 işçi kardeşimiz yaşamını yitirirken 13 işçi de yaralandı. Yaralanan işçilerden birinin durumunun ağır olduğu gelen bilgiler arasında. Tersanelere devletin tüm resmi kurumlarının çektiği makyajın ürünü olan bu katliam bir kez daha devletin atmış olduğu sözde adımların çözüme ne kadar uzak olduğunu göstermiştir. Zira atılan adımlar biçimseldir, kamuoyunun ve işçilerin tepkisini dindirmeye dönüktür. Meclis’in açıkladığı raporun ne kadarının uygulanabilirliği vardır, tartışma konusuydu. Tersane işletmesine dönük çıkarılan yönetmelik ise tersane patronlarının çıkarlarının kollanmasından başka bir şey ifade etmemektedir. Yıllardır söylüyoruz; yaşanan iş cinayetlerinin temel nedeni tersane patronlarının aşırı kâr hırsıdır. Ölümleri “işçilerin cahilliğine, ihmaline” bağlayan patron ve yandaşlarının bu açıklamalarının herhangi bir dayanağının olmadığını yaşanan her ölüm göstermiştir. Son ölümlerde de görüldüğü gibi 3 işçinin canı bir filika halatının fiyatına feda edilmiştir. Dahası kum torbası kullanılması gereken yerde 16 işçinin hayatı tehlikeye sokulmuştur. İhmalden bahsedilecekse patronların işçi katleden ihmalinden bahsedilmelidir. Ayrıca daha fazla ölümün olmaması da tamamen tesadüftür. Biliyoruz ki tersane patronları için işçinin üç
6 Rota
kuruşluk değeri yoktur. 105. ölüm bunu bütün açıklığıyla göstermektedir. Ne de olsa işçiler ücret karşılığı çalıştırılıyor. Bunun için de kum torbası olarak da kullanılabilirdi! Patron için bunun herhangi bir önemi yok. Şimdi bir kez daha yetkili bütün kurumlar timsah gözyaşları dökecekler. Tersaneyi 3-5 gün kapatıp mevcut tepkileri yatıştırmaya çalışacaklar. Bu ölüm bile göstermiştir ki tersane kapatmak ölümlerin önüne geçmemektedir. Bu konuda yapılması gerekenler açıktır. Biz yıllardır söylüyoruz. Patronların istediği ve savunduğu 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında yer alan işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri dahi alınsa bu kadar ölüm yaşanmaz. Oysa onlar yasadışılıklarıyla biliniyor. GİSBİR cumhuriyeti içerisinde kendi yasalarıyla davranıyorlar. Bu devran böyle sürmez. İşçi kanıyla beslenenler bu kadar rahat bir şekilde saltanat süremeyecekler. İki elimiz yakalarında olacak. Taleplerimiz bellidir. Uygulanması zor değildir. UYGULATACAĞIZ! Ölümlerin yaşanmaması için direnmekten başka bir yolumuz olmadığını da biliyoruz. DİRENECEĞİZ. Bu güne kadar devletin hep onları kolladığını gördük. Şu halde söz bizim. Son sözü biz söyleyeceğiz. Birbirimize kenetlenerek söyleyeceğiz. Eylem alanlarında, direniş meydanlarında söyleyeceğiz. Yaşamak için dişe diş bir kavgaya girilmesi gerektiğini de biliyoruz. Bundan çekinmeyeceğiz. GİSBİR’in korkusunu büyüten budur ki korkularını büyütmeye devam edeceğiz. Tersane İşçileri Birliği Derneği 11.08.2008
GİSAN Tersanesi’ndeki toplu cinayete karşı yürüdük… Tuzla tersaneler havzası ölüm kampı olmaya devam ediyor. Tersane işçilerini kum torbaları ile eşdeğer tutan asalak tersane patronlarına karşı kölelik zincirlerini kırmak için mücadele eden Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) olarak 3 işçinin denizde boğularak katledildiği, 13 işçinin de yaralandığı GİSAN Tersanesi önüne yürüyüş düzenledik. Torlak Tersanesi önünde “Patronlar sarayda işçiler mezarda!/TİB-DER” pankartını açtıktan sonra sloganlarla GİSAN Tersanesi önüne kadar yürüdük. Aynı dakikalarda GİSAN önünde eylem yapan TKP ve Yurtsever Cephe üyeleri bizi sloganlarla karşıladı. Eylemde TİB-DER imzalı “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Yaşasın tersane işçileri birliği!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Katil GİSAN hesap verecek!”, “Artık ölmek istemiyoruz!” sloganlarının atıldığı eylemde pankartın önünde bir tersane işçisinin çocuğunun taşıdığı “Babamın iş cinayetine kurban gitmesini istemiyorum!” dövizlerini taşıdık. Açıklamayı derneğimizin başkanı Zeynel Nihadioğlu gerçekleştirdi. Nihadioğlu yaptığı açıklamada yaşanan iş cinayetini aktarırken sermayenin ‘yetkili kurumlarının’ katliamlar karşısındaki sessizliğini ve suç ortaklığını vurguladı ve şunları söyledi: “GİSAN Tersanesi’nde 3 işçinin canı bir filika halatının fiyatına feda edilmiştir. Şimdi bir kez daha yetkililer müeyyidelerden bahsedecek. Oysa bu sorun ne tersanelerin kapatılmasıyla ne de işçilerin eğitimiyle çözülebilecek bir sorundur. Sorun daha derinlerdedir, sistemdedir. Devlet Tuzla gerçeği üzerinden işte bu sistem gerçeğine dokunamamaktadır.” Nihadioğlu’nun konuşması sorunların çözümünün mücadeleden geçtiğinin vurgulanması ile son buldu: “Sorunlar bellidir, çözüm de bellidir. İşçi katili tersane patronları yargılanmadan, taşeronluk sistemi kaldırılmadan, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınmadan ölümleri önlemek mümkün değildir. Yetkililerin bu konuda yapmış oldukları yasal düzenlemeler oldukça yetersizdir ve hiçbir şekilde patronlar üzerinde caydırıcılığı yoktur. Tersane kapatma oyununun da hiçbir kıymet–i harbiyesi yoktur. Biz bu konuda atılmış sözde adımları samimiyetsiz çabalar olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla yetkililerden de herhangi bir beklentimiz yoktur. Ölümün acısını her gün yaşayan işçiler olarak kenetlenerek, mücadele içerisinde kendi yaşam hakkımızı kazanacağız.” Eylemimize Çapa Tıp Fakültesi’nde direnişlerini sürdüren Çağ temizlik işçileri dedövizleriyle katıldılar. TİB-DER’in eylemlerine sürekli olarak katkı sunan DİSK/Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası Bölge ve bağlı şubeler de eylemde yer aldılar. Genel-İş adına eyleme Genel-İş Anadolu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir ve Genel-İş 1 No’lu Şube Sekreteri Kemal İkisivri katıldı. Eylemde Veysel Demir ve direnişçi bir Çapa işçisi kısa bir konuşma yaptı. Konuşmaların ardından eylemimizi sloganlarla bitirdik. Tersane İşçileri Birliği Derneği
Tersane işçileri “filika cinayeti”ne karşı Taksim’de! Tuzla’da 11 dava Oyunu tersane işçisinin birliği bozacak! bitti öldüren kurtuldu! Tuzla’da son kaza için hukukçular “her ölüm için 20 yıl istenebilir” diyor. Ancak iki yılda 11 davada hiçbir tersane yöneticisi cezaevine girmedi…. Tuzla Tersaneler bölgesindeki Gİ-SAN Tersanesi’nde meydana gelen ve 3 işçinin ölümü 12 işçinin de yaralanmasıyla sonuçlanan filika kazasından sonra tersanelerde ki ölümlü iş kazalarıyla ilgili açılan ceza davalarını araştıran SABAH, bir gerçeği ortaya çıkardı. Ölen işçilerin 20062007 yılları arasında sonuçlanan 11 dava dosyası incelendiğinde, dava açılan tersane yöneticilerinin bir gün bile hapis yatmadığı ortaya çıktı. Yöneticilerin bir kısmının cezaları ertelenirken, bir kısımı da para cezası ile kurtuldu. Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Ahmet Gökcen ise, son olayda sorumlular haklarında Yeni Türk Ceza Yasası’nda 83. maddede yer alan ‘Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi’ suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis istemiyle dava açılabileceğini ve her bir ölüm için 20 yıl hapis cezası isteneceğini söyledi. İki yılda Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi’nde 11 dosya şu şekilde sonuçlandı:
Hapis paraya çevrildi! Torlak Tersanesi’nde Süleyman Birinci öldü. Nihat Torlak ile Dursun Ali Bilgin 870 YTL para cezasına çarptırıldı. Cezalar ertelendi. 2. Sadıkoğlu Tersanesi’nde Ömer Memiş öldü. Çetin Akın’ın 9 ay hapis cezası 2 bin 558 YTL para cezasına çevrildi. 3. Çelik Tekne Tersanesi’nde Selim Mişli öldü. Kemal Taşran ile Cumhur Caymaz, 6 ay hapis cezasına çaptırıldı, 2 bin 160 YTL paraya cezasına çevrildi. 4. Gemak Tersanesi’nde Burhanettin Omurcan öldü. Serhat Akyılmaz’a bin 45 YTL para cezası verildi. 5. Sedef Tersanesi’nde Serdar Kömürcü öldü. Hikmet Çobancı, Çetin Akın ve Hayrullah Taşyapan 2’şer ay hapis cezasna çarptırıldı. Cezalar 710’ar YTL para cezasına çevrildi. 6. Tuzla Tersanesi’nde Ekrem Gürcan öldü. İzzet Kocatepe ile Turan Çakır’a verilen 1 yıl 8 ay ay hapis cezası 12 bin YTL’ye çevrildi. 7. Dersan’da Ömer Göktürk öldü. Nurettin Öztürk, Metin Eşrefoğlu’nun 1 yıl 8 ay cezaları ertelendi. 8. İstanbul Tersanesi’nde Antaş Firması’nda Sezai Demiral öldü. Sorumlular 14 bin YTL ceza aldı. 9. İstanbul Tersanesi’nde Hüseyin Korur öldü. Tersane yetkilileri 13 bin YTL para cezasına çarptırıldı. 10. Hidrodinamik Tershanesi’nde Tufan Kaya’nın ölümünden sorumlu tutulanlar para cezası aldı. 11. Tuzla Tersanesi’nde Servet Davulcu’nun ölümü sonrası Ahmet Hamza’nın 3 ay cezası paraya çevrildi. (Bu haber, 14 Ağustos 2008 tarihli SABAH gazetesinden alınmıştır...)
Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) GİSAN’da üç işçinin iş cinayetine kurban gitmesinin ardından tersane önünde yaptığı eylemle filika cinayetini lanetlemişti. TİB-DER üyesi tersane işçileri 17 Ağustos Pazar günü ise Taksim’de gerçekleştirdikleri yürüyüşle iş cinayetlerini protesto ettiler. Taksim Trmvay Druağı’nda toplanan tersane işçilerine yürümeleri için izin vermeyen çevik kuvvetle yaşanan bir sürelik gerginliğin ardından Emek Sineması’na yürüyüş başladı. GOP İşçi Platformu ve OSB-İMES İşçileri Derneği’nin dövizleriyle destek verdiği yürüyüş Galatasaray lisesi önüne gelindiğinde tekrar polis barikatıyla kesildi. Bir süre barikatın kalkmasıyla tersane işçileri alana alındılar. Üzerinde filika katliamında yaşamını yitiren Emrah Varol, Ramazan Ergün ve Ramazan Çetinkaya’nın fotoğrafları bulunan temsili tabutu taşıyan işçiler “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Yaşasın tersane işçileri birliği!”, “Katil GİSBİR hesap verecek!”, “Katillerden hesabı işçiler soracak!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Artık ölmek istemiyoruz!” sloganlarını attılar. Burada konuşan Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİBDER) Başkanı Zeynel Nihadioğlu devletin yetkili kurum ve kişilerinin tersaneler üzerindeki yaptırımsızlığına dikket çekerek sorunun sistem sorunu olduğunu ifade etti. Nihadioğlu’nun konuşması sık sık “Katillerden hesabı işçiler soracak!” ve “Katiller işçiye hesap verecek!” sloganları ile kesildi. Basın açıklamasını Dernek yönetim Kurulu üyesi Cahit Atalay’ın okuduğu eylemde şu ifadelere yer verildi:
“Çalışma Bakanı Faruk çelik Tuzla tersanelerindeki işçi ölümleriyle 10 ay boyunca ilgilendiklerini söylüyor. Müfettişlerimiz orada diyor. Denetimlerimiz ve müeyyidelerimiz sürüyor diyor. Oysa bütün bu söylenenlerin safsatadan ibaret olduğunu hepimiz açık bir şekilde gördük. Tuzla’da devlet ebetteki vardır! Ancak daha çok Gemi inşa sektörünün dünya dördüncüsü olmasıyla ilgilenmektedir. Bu ilgi ve alaka işçi öldüren zihniyetin kendisidir. Çalışma bakanlığına geldiği günden bu güne kadar Faruk çelik arkasında 30’u aşkın işçi cesedi bırakmıştır. Dolayısıyla da kendisinin de diğer yetkililerin de döktükleri gözyaşlarının timsah gözyaşları olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bugüne kadar ki icraatlarıyla patronların yanında olan Çalışma Bakanı Faruk Çelik derhal istifa etmelidir.” DİSK / Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 3 No’lu Bölge Başkanı Veysel Demir ise destek için geldiği eylemde yaptığı konuşmada “Oysa ki gidenlerin hepsi birer candır, bu canlar bizim evlatlarımız, babalarımızdır, bu canlar bizim yoldaşlarımızdır; biz sınıfız!” dedi. “Saldırıları demokratik yöntemler ile olduğu kadar sınıftan gelen gücümüzle de engellemeye çalışacağız” diyen Demir sözlerini Tersane İşçileri Birliği ile sonuna kadar dayanışma içinde olacağını ifade ederek sonlandırdı. OSB-İMES İşçileri Derneği adına yapılan konuşmada da tersane işçileriyle dayanışma çağrısı yapıldı. Eyleme 150 kişi katıldı. Eylemin ardından Sarıyer Belediyesi’nde başlattıkları grevlerinin 3. gününe giren Genel-İş üyelerine dayanışma ziyareti gerçekleştirildi.
Her yer Tuzlalaşıyor! * Türk-İş’e bağlı T. Harb-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Pendik İstanbul Tersanesi’nde 4 Ağustos günü saat 09.00 sularında işçilere iş dağıtımını yapmakla görevli olan Yusuf Aksungur, bir geminin içinde küçük çaplı bir yangın olduğunu fark etti. Ayağıyla yerdeki yangını söndürmek istedi. T. Harb-İş üyesi Aksungur, elbiselerinin tutuşması sonucu vücudunun dörte üçü yanarak hastaneye kaldırıldı. Aksungur, 5 Ağustos günü GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi’nde tedavi altındayken yaşamını yitirdi. * Pendik Limanı’nda UND gemisinden yük indirimi sırasında Yaşar Recep Rumen isimli işçinin damarı kesildi. Damarları kopan Rumen kaldırıldığı Pendik Devlet Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.
Tersaneler cehenneminde iş cinayeti… Gemsan Tersanesi’nde 29 Temmuz günü bir iş cinayeti gerçekleşti. Bu tersanenin bünyesinde iş yapan Atlas Gemi adlı taşeron firmada bakımcı olarak çalışan İbrahim Çelik, kompresör dairesinde meydana gelen patlama nedeniyle başına metal cisimlerin çarpması sonucu hayatını kaybetti. Son yaşanan iş cinayetiyle, Meclis Araştırma Komisyonu’nun yayınladığı raporun gerçekte hiçbir hükmünün olmadığı gözler önüne serilmiştir. Günlerdir “artık tersaneler ölümlerle anılmayacak” denilerek üzerine yaygara koparılan raporun sadece söylemden ibaret olduğu bir kez daha görülmüştür.
Rota 7
Tersanede çığlık: “Öldürün ulan, öldürün, ben kolay tükenmem!” Ahmed Arif’in görkemli şiiri “Otuz üç kurşun”un dizelerini, Tuzla tersaneleri kıyamına uyarlamak gerekirse söylenecek tek söz “Öldürün ulan, öldürün, Ben kolay tükenmem” olsa gerek. Kapitalist sistemde ödünç hayatların yaşandığı birer mahpushane olan işyerlerinde her gün işe başlayan işçi sessiz sedasız, kimselerin bilmediği bir dilde işe başlarken Ahmed Arif’in “Otuz üç kurşunu”nu söyler, her gün katillerine meydan okur; kimileyin muzaffer döner eve, kimileyin bir filika cinayetinde olduğu gibi “mağlup”! Lakin her sabah ve her gece bir uzun isyan, serzeniş, başkaldırı bitmez. Ahmed Arif’ten ilhamla şöyle seslenir “otuz üç kurşunluk/kuruşluk” tersane işçisi ve bilumum mahpushanelerde ödünç bir hayatı sürdürenler:
Bu tersane Tuzla tersanesidir Tanyeri atanda Pendik’te Bu tersane İstanbul yavrusudur Tanyeri atanda Süleymaniye’ye karşı Bir yanın ter basar, ateş altıdır Bir yanın derya deniz Yükseklerde demir sacların pası Gizli ölümler su altında Ve amele taifesi Yoksullar takımı Yiğitlik inkâr gelmez Güvenli çalışmada ölmediler Bin yıllardan bu yan, bura amelesi Gel haberi nerden verek Balık sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Yüz beş paramparça yürek Yüz beş kan pınarı Akmaz Donmuş bu koyda Öldürülmüşüm Tersanelerin kuytuluk bir koyunda Vakitlerden bir çay vaktinde Yatarım, Boğulmuş, sere serpe Öldürülmüşüm Düşüm, denizlerden mavi Bir hayra yoranım çıkmaz Canım alırlar ecelsiz Sığdıramam kanunlara Şifre buyurmuş bir gözü aç it
Öldürülmüşüm hiç kaçamaksız, çaresiz Halkım hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Bir parça ekmek değil Kirli tersane suyu Bardak bardak boğazımdaki Ölüm buyruğunu uyguladılar Turuncu filikaları Ve uyur-uyanık seher yelini Kıyamete çevirdiler Sigortalı, güvenli, sendikalı çalışmaya ısındırılmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz Gayrı kader kurbanına çıkar adımız Sigortasıza Sendikasıza İşsize Hırsıza Halkım, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Bir parça ekmek değil Kirli tersane suyu Bardak bardak boğazımdaki Öldürün ulan Öldürün Ben kolay tükenmem Tersanede söylenmiş sözüm Demir saclara akmış terim var Halden bilene Laftan anlayana Yoldaşlarım Vurun kardaş demiş Bugün kurtuluş günüdür Ve şaha kaldırmış atını Hedefe kilitlemiş öfkesini Halkım hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Bir parça ekmek değil Kirli tersane suyu Bardak bardak boğazımdaki (Yüksel Akkaya-sendika.org’dan alınmıştır...)
İşçi Bülteni Özel Sayı: 337 * Fiyatı: 25 YKr * Ağustos 2008 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİ * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Mollaşeref Mah. Millet Cad. 50/10 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92
MK