Zinhar 12

Page 1

KIŞ

#VISPO

2020

ZiN HAR

sayı

►Entropik Hafıza ►Modern vs Modern ►Türlerin Devamı

İleri Poetika

WWW.SONBARBAR.COM

12

#GÖRSELŞİİR


SAYI

12

İÇERİK 4

Entropik Hafıza

Her varlık ve varlığın her katmanı kendiliğini bu dile gelmezlikle sırlamaz mı?

6

Bilinç-Dışı Müteahhit ve Bellek İnşa İhalesi Her Süpermen’in bir de kriptoniti olmak zorunda mı?

8

Türlerin Devamı

Bir sakıncalı ve tuhaf durum da, edebiyat ile edebiyatçının aynı şey olduğunu sanmamız.

11

Modern vs Modern

Birbirlerini bu kadar dışlayan çiftlenimleri yaratan güçler, nelerdir?

2004- 2020 sonbarbar.com | Tasarım Ayşe Kongur | e-posta kongur@gmail.com Ücretsiz bir yayındır. İstenildiği şekilde düzenlenip, yeniden üretilebilir.

WWW.SONBARBAR.COM


Serkan Işın, Katranark

3


SAYI

12

Entropik Hafıza Yazının hatırlama ile ilişkisi. Bütün bu yazıyı kurmaya çalışırken, şu anda ben, tam da bu noktada ne hatırlamaya çalışıyorum? Hatırlamaya çalıştığım şey, tüm katmanları ile kendini ele mi veriyor? Zihnim ya da nerede saklamaya eğilimli isek, oralara erişirken kullanacağım tüm araçlar. Yazının sonunu görebilir miyim örneğin? Onu, derleyip toparlayıp, dergiye gönderdikten sonra, yayınlandıktan sonra, neler olacak, bunları bilebilir miyim? Açık konuşalım, yazmamızı ve yazdığımız şeyin yazılmış olacağını garanti eden ne? Eğer termodinamik ile çatışamıyorsak, şimdi dile gelmemiş ne varsa, kafamda, orada, içeride, dışarı çıkarken ne kaybedecekler? Her varlık ve varlığın her katmanı kendiliğini bu dile gelmezlikle sırlamaz mı? Dile gelen her bir zerre, artık ifade edilebilir kütleler haline geliveriyor. Enerjinin en yoğun halinden, kullanılabilir olana doğru ilerliyor. Söz, burada kısa devre olarak işleri halledebiliyordu, en azından bize böyle söylendi. Ama Söz’ün de unutmanın kipi ile iş birliği yaptığından şüphelenme hakkımız yok mu? Çocukluk hatırlarımızın, bizi ele verecek tüm aksaklıkların ya da gizli saklı düşüncelerimizin hepsi nerede? Belleğimiz, tıpkı bilgisayarlarda depolama işine yarayan sabit disk gibi çeşitli zamanlarda, birbirinden uzak noktalardan duran verileri sıraya sokabileceği türden bir işlem yapabilir mu (defrag)? Belleği simüle ettiğimiz tüm araçlardaki sınırlar nereden çıkıyor? İzdüşümlerine çılgınca bağlandığımız “bellek” metaforu, bir farktan mı ibaret? Belki de Zaman hastalığı diyebileceğimiz türden (khrono-pati?) bir etkiye maruz kalıyoruz? Belleği tavsir etmeye ne zaman karar verdik? Ona yenildiğimiz zaman?

4


Serkan Işın, 2005’ten sevgilerle

Onu fethettiğimiz zaman? İç ile dış arasındaki o kadim farklardan doğan her bir zerre, Belleğin fonksiyonu mudur? Söz’ün, bir yetinin en değerli ürünü olmaktan öte türlü gerçekler karşısında bizi çaresiz bırakan bir yanı olduğunu, üzerine bindirilmiş ve motive edilmiş, yüklenmiş öğeleri ile ekonomik sayılan bu aracın, enformasyon artışı ile arızalar verdiğini, hata yaptığını, Zaman’ın ve Mekan’ın ürettiği -her an ve durmadan- Bilgi, parçalara bölünmeye başladığı andan itibaren Belleğin kipi ya da malzemesi olmaya başladığını iddia edebiliriz, ediyoruz. Peki Şiir için bunun bir anlamı var mı? Edebiyat, kuruluş günlerinden bu yana yaptığı ilerleme ile Söz’ün güvenirliğini sarstı mı, sarsmadı mı? Bugün, Yazı üretilebilirliği, bir örnekliği ile, daha önce kutsal mertebesine erişmiş, birçok sırrı alıp, yeniden üretip, onları bize açarken, biraz fazla ileri gitmedi mi? Söz, ağırlığı ve değerini, taşıdığı tüm göstergelerin tarihselliğinden, paylaşılabilirliğinden, anlaşılabilirliğinden, hatırlanabilirliğinde alırken, yazı bugün, sadece ve sadece ağırlıksızlığı ve birimsizliği seçmiyor mu? Yazının en karmaşık ve en sade formu olan Matematik, zihnin işaretleştirmelerine göz kırparken, evrenin işleyişi konusunda gayet güvenilir kalabilirken, neden yerelin ürettiği hiç bir bilgiyi nefaseti ile taşıyamamaktadır? Notlarıma bakmadan, kitapları karıştırmadan, bu yazıyı tamamlayabilecek miyim?

5


SAYI

12

Bilinç-Dışı Müteahhit ve Bellek İnşa İhalesi Kendimi, çoğunlukla, etrafımdakilere bir anlatının ya da artık bir anlatı olabilecek olan şeyin -kısaca Şimdi-Olmayan’ın neden birden fazla yoldan anlatılabileceği hakkında kısmen ateşli ve kısmen yorgun şeyler söylerken buluyorum.

Her Süpermen’in bir de kriptoniti olmak zorunda mı? Yoksa bunca büyük bir güç, olağanüstünün sınırlarından taşmaya her zorlandığında, o eşik duruma kıvamında eriştiğinde, onu dengeleyecek, haddini bildirecek birşey olmalı mıydı? Örneğin Tarih, kendi akış hızının ötesine geçebiliyor muydu? Bu ani ivmelenme ile gövdeyi, bütünlüğü içinde koruyabiliyor muydu? Çok yakınlarda bir makale, bu soğuk soruya cevap arar gibi, yarı mistik, yarı delice bir fikir ortaya attı. Makaleye göre CERN hazırlanan düzeneğin durmadan bozulmasının sebebi, sadece geçmişten derlenip toparlanarak hazırladığımı hata envanteri olamazdı, gelecek de, bugün yaptığımız işe geçmiş kadar kadar karışma ve onu bozma etkisine sahip olabilirdi.

6


Serkan Işın, 2005’ten sevgilerle

7


SAYI

12

Türlerin Devamı Edebiyat bir üst başlık gerçi (daha da üstü Sanat?), bunun altına efendi efendi sığıştırdığımız, tıkıştırdığımız şeylere tür diyoruz. Türler, aslında modern aklın ürettiği kavramlar gibi görünüyorlar, onun kendi anlatısı içinde ‘sınır’ ve ‘ihlal’ kardeşler olduğu için, önce kategorilerine ayıracak bilim, onun için bir araç tür. Zaten bu da bir bilim, sınıflandırma yani. Ama edebiyat bir bilim mi, o tartışılır. Çoğu kez insanlar edebiyat eleştirisinin bazı kurallara bağlı olduğunu falan sanıyorlar, formel yaklaşımın bir halta yaradığını gören oldu mu, orasını bilmiyorum ama en azından edebiyat tarihi ve eleştirisi (sosyolojisi) bize bir romanın, tür içinde mi dışında mı olduğunu söylemek konusunda o kadar da başarılı değil (yani bir kurul kararını kimse iplemez Tutanamayanlar hakkında, işin kötüsü genel olarak Tutunamayanlar’a göre hiza almak gerekebilir). Aynı şey şiir için de geçerli. Bugün hala şiirin, bir tür olarak neleri barındırdığında, şiir kabul edilmesi gerektiği konusunda karar verilebilmiş değil. Elimizde sadece tutmuş verimler galerisi var. Bu galeriden kafamızın bastığı kadarı ile bazı parçaları alıp, bunları taklit ettiğimizde, iyi şiir yazılmış diyoruz. Oysa burada şiirin DNA’sı diyebileceğimiz kesin bir yapıtaşı var mıdır, yok mudur, emin değiliz, bunu sezebiliyoruz anca, haz alıyoruz bundan, tamamen subjektif. Ama şiir gibi türlerin, alt türlere ayrılabileceğini, tarihsel bilgi ışığında çeşitli (hiyeraşik olmayan) kategoriler inşa edilebileceğini, kategoriler arası geçişin de gayet kolay olabileceğini söylemenin vakti geldi de geçiyor sanki. Bir sakıncalı ve tuhaf durum da, edebiyat ile edebiyatçının aynı şey olduğunu sanmamız. Orada yazan şey ile bunu yazan arasında bir bağ varsa bile, bu bağın bu kadar güçlü olduğunu iddia etmek, yazara fazla kredi vermek, eserin kendisi ile bağ kuramamak anlamına geliyor.

8


Serkan Işın, 2005’ten sevgilerle

Aslında şiir ile kurduğumuz bağ da öyle hakiki bir bağ falan değil, demek oluyor bu. Şiiri okumuyoruz, şiiri okurken, konuşurken konuştuğumuz şeyleri seviyoruz. Günümüz şiiri hakkında konuşurken, hala “bağlı-olma” fazından kanıt getiren, eleştiri yapan birileri var, her zaman çıkıyor. Ama şiirlerimizin ancak aklımızda kalan, içimize işleyen yerlerinden bile tutup, birbirimize okuyamıyoruz. Mesela şurada “şunu demiş” diyoruz, “şunu diyor adam” diyoruz. Orada onu diyen adam değil, şiirde konuşan özne, şairin kendisi ise bile bunu söyleyemeyiz. Çünkü orada konuşan persona/kişi zaten dışarıda bu olamadığı için konuşuyor ve tuhaftır “zikri ile fikri bir” olsa da, o şiirin uzamı/boylamı dışında bunu dile getirmeyi seçtiğinde, şiirin alanından kurtulduğu için başka türlü “anlatıyor”. Yani aslında düşüncemizi taklit ederken kullandığımız bir yol Şiir ya da Öykü ya da Roman. Edebiyat türlerini birbirinden ayrıştırmaya uğraşırken, bunu “roman yazan kişilerin ortak özellikleri” gibi magazinsel yollardan değil, tam tersine yazılan romanların kendilerine bakarak yapıyoruz. Bu anlamda Türün Bekâsı için en

9


SAYI

12 ahmakça roman prototiplerine, şiir verimlerine sadık kalmaya çalışıyor

çoğu kişi. Oysa Roman da, Şiir de, Resim de Sanatsal Bilgi’nin -bu anlamda değillenemez olanın- ışığı altında hayatlarına devam edebiliyorlar. Bu durum, artık can sıkıcı hale geldi. Çünkü ‘edebiyat/çı ahlakı’ gibi bir kavram, Türün Estetik Bilgisi yerine geçmeye başladı. Yazılan her şiir, Türün bildiğimiz anlamı ile Kurucu Baba kıvamında yaşadığının kanıtı mı değil mi, ondan bahsediyoruz. Eseri kendi içinde değerlendirdiğimiz, onun sınırlarını ve ihlallerini gördüğümüz yok. Bu anlamda İzlenimci Eleştiri ile Hazcı Okuma’nın içine düşüyoruz. Buna verbomotor tepkileri de ekleyince, birden sanki eleştirinin geldiği yer karışıyor. Aslında bu Sanatsal Bilgi olduğu için çok rahatız, eğer Bilimsel Bilgi olsaa idi, elimizde kanıtlar olurdu. Derdi ki bu “yanlış çünkü” ya da “evet doğru çünkü”. Bunları Sanat için söyleyebilmek, iddia etmek, deli saçması bir fikir konusunda sonsuza kadar tartışmayı vaad ediyor bize. Bizi geveze kılıyor, başkalarına “kötü” derken, kendimizi “iyi” hissediyoruz çünkü bunun bize Serkan Işın, 2005’ten sevgilerle

kazandırdığı hazzı seviyoruz. Yatırım yaptığımız “duygu” Türün Bekası için başkasını mahkum etmeye çalışmak. Fakat, Tür, diğer türlerle girdiği o gayrı-meşru ilişki ile bugün Tür olarak hayatına devam ediyor.

Günümüz şair ve eleştirmenin bu kadar hazcı aynı zamanda hazza düşman (kendisinde ket vurduğu için diğerinde de istemeyen hal) hali, onu trajik kılıyor. Çoğu kez böyle durumlar olur, biri gelir, bize “soysuz/köksüz” olduğumuzu söyler. Aslında Tür Kahpe ve hep öyleydi, bunu kendimize itiraf ettiğimizde Dünya çok, çok daha güzel bir yer olacak.

10


Modern vs Modern Bu “anlatı” Aydınlanma Projemiz’in kimliği hakkında bize ne söylüyor? Gerçekten böyle mi oluştur ya da böyle mi görünmektedir? Ya da böyle özetlenebilir mi? Gerçekten karşımızda “marifetli bir pehlivan” var mı, her sorunumuzun cevabı okumadığımız kitaplarda ve/ya önemsemediğimiz bir coğrafyada mı? Batı kendi köklerini ve kuruluşunu anlatırken sadece Yunan’dan mı faydalandı? Ve her karşılaşma sadece yiğitlik, dövüş, meydan okuma, yenme ve yenilme mi demek? Aydınlanma’nın tek bir uygulaması mı var? Örneğin Hümanistlerin Eski Dünya ve onun düzenine başkaldırmaları kadar sahici itici güçleri var mıdır (Coğrafi keşifler, kitabî değil, gezginin öne çıkması, sömürgeleştirme vs.) yoksa tamamen bürokratik bir merkezi planlama örneği midir? Aslında bizde, modern olan ile olmayan arasındaki fark, o kadar bariz midir? Birbirlerini bu kadar dışlayan çiftlenimleri yaratan güçler, nelerdir? Gerçekten o ayrımlar bu kadar keskin midir? Sorular devam ettikçe, aslında bizim Modern olarak bildiğimiz Çağdaşlaşma’nın bizzat (Muassırlaşma) bir öteleme faaliyeti olduğunu, içselleştirilmediğini, ne Makine Kültü, ne de yeniden üretim, ne de endüstrileşme, ne de biçim deliliği gibi Batılı Aklın verimlerine sıcak baktığını, ne de seküler kalabildiğini, dünyevileştirilmiş bir inanç sistemine gittiğini söyleyemiyoruz. Çelişkileri, her yıl siyasal gündeme iliştirilen üst başlıklardan izleyebiliriz. Yani Akıl neredeyse hiçbir zaman tartışmadan galip çıkamamıştır. Çünkü yerini almaya çalıştığı şeylerin sadece hayaletleri ile dövüşmeyi tercih eden bireyin, iktidarın, sanatçının elindedir. Çünkü Apollonesk (modern) olanın kendini Varlık’ta sınaması ancak Mekan ve Zaman ile mümkün olmaktadır. O zaman şu sorulabilir, ürettiğimiz kavram çiftleri bize trajediden başka ne getirebilir? Ve gerçekten bu kadar sıkı bir yapıya alternatif üretebilmek için, elimizde ne vardır?

Serkan Işın, Braftazoid Masallar, detay

11


KIŞ

#VISPO

2020

Zeynep Cansu Başeren, zcb, aşırı çeşitlenme

WWW.SONBARBAR.COM

#GÖRSELŞİİR


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.