LabMedya 50

Page 1

08-10 Kasım 2018 / İstanbul Fuar Merkezi HALL 11 / B 120 www.anamed.com.tr

sales@anamed.com.tr

0 216 331 17 07

MILESTONE H E L P I N G C H E M I S T S

Laboratuvar ve sağlık gazetesidir.

BİLİME ADANMIŞ BİR HAYAT: GERTRUDE BELLE ELION

Yıl: 9 • Sayı: 50 • KASIM - ARALIK 2018

62

ICFT3

Shimadzu’dan Yeni Nesil taşınabilir FTIR: IRSpirit

Her daim

Prof. Dr. Kadir HALKMAN

04

hazır!

BİTKİSEL OLMASI HER ZAMAN MASUM MU? Ecz. Başak OLGUN

ŞİZOFRENİNİN GENETİK SEBEPLERİ ÇÖZÜLDÜ / 30

36

İKİ ANNEYLE, BABA OLMADAN YAVRU FARELER ÜRETİLDİ / 34

MİSKÇİLİK Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ 55 YIL SONRA İLK KEZ BİR BİLİM KADININA VERİLDİ / 44

40

558 MİLYON YILLIK SIRRI KOLESTEROL ÇÖZDÜ! / 19

HİPERPROLAKTİNEMİ Dr. Mahmut YAZICI

50

SUÇLU KİM? KARBOHİDRATLAR MI, YAĞLAR MI? Her dönem muhakkak ki toplumlarda yaygın görülen hastalıklar vardır, kimi zaman bu “veba” oldu kimi zaman da “suçiçeği.” Bilim ve teknolojinin ilerlemesi bazı hastalıkları yenmemizi sağladı ama hayat şartlarının değişmesi, yeni hastalıkların ve problemlerin oluşmasına neden oldu.

48 www.labmedya.com • bilgi@labmedya.com

ŞAŞIRTAN GERÇEKLER

Sonbahar ası kampany Velp Arex6 digital 575 euro

42 Velp Arex 6 375 Euro

www.cihazlab.com


Analizde Güven... Millex® şırınga ucu filtreler Millex® filtreler gaz, sıvı ve iyon kromatografisi gibi hassas enstrümental analizler için idealdir. Yüksek kimyasal dayanımı her çeşit örnek ile çalışmaya imkan sağlar. Hızlı Akış Oranı %20’den fazla büyütülmüş filtreleme alanı ile 33 mm Millex® filtrelerin akış oranı ve verimliliği arttırılmıştır. Düşük Tutunma Hacmi Arttırılmış filtreleme alanına rağmen, tutunma hacmi %20 oranında azaltılmıştır. Yüksek Çalışma Basıncı 8.6 bar'lık çalışma basıncı ile hızlı filtreleme imkanı sağlar. Düşük Çözülebilir Madde Farklı membran ve gövde alternatifleri, çok farklı numune ve solvent çeşidiyle kimyasal uyumluluğu garanti eder. Otomatik Üretim Süreci Millex® filtrelerin otomasyon üretim koşulları, kontaminasyon riskini minimuma indirir.

Millex® 33 mm

Non-steril

Steril

Yüksek akış hızı ve düşük protein bağlama

0.45 µm

50 adet/paket A712933 A712943

Naylon Membran

0.22 µm

A714923

A714928

-

-

0.45 µm

A714943

A714948

-

-

Millipore Express® (PES) Membran

0.22 µm

Yüksek akış hızı ve filtrasyon kapasitesi

0.45 µm

MCE Membran

0.22 µm

A716933 A716943 -

A766933 A766943 A767933

A766936 A766946 A767936

0.45 µm

-

A716938 A716948 -

A767943

A767946

Membran tipi

Gözenek çapı

Durapore® (PVDF) Membran

0.22 µm

Yüksek kimyasal uyumluluk ile hem su bazlı hem de organik çözeltilerle kullanma

Genel amaçlı kullanım

1000 adet/paket A712938 A712948

50 adet/paket A762933 A762943

250 adet/paket A762936 A762945


3

www.labmedya.com

EDITÖRDEN Merhabalar... Azimle ve özenle çalışıp ortaya çıkardığımız LabMedya, 50. sayısıyla karşınızda! 9. yaşını kutladığımız bugünlerde; her sayımızın merakla beklendiğini duyuyor ve yönümüzü değiştirmeden daha ileriye adım atmak istiyoruz. İlkler her zaman zordur. Birçok şeyi baştan belirlemeyi, basamak basamak düşünmeyi ve gözden geçirmeyi gerektirir. Biz de ilk günden beri sade fakat bir o kadar da idealist hedeflerimizi tüm sayılarımızda vurgulamak istedik. Dünya’da ve ülkemizde gerçekleştirilen özgün çalışmaları sizlerle aktararak, doğru bilginin paylaşımını kolaylaştırmayı hedef edindik. Çok çabaladık ve ilk günkü heyecanımızı hep koruduk. Bu bir ekip işi, LabMedya olarak çok çalışkan ve kaliteli bir ekip ile yayıma hazırlanıyoruz. Sizlere daha iyi yazılar sunmak için elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanıyorum. Şimdilerde de takipçilerimize sosyal medya hesaplarımızdan düzenli olarak bütün haberlerin dijitalini sunuyoruz, hatta daha fazlasını! 50. sayıya girmenin başarısıyla bir ilk daha başlatıyoruz, LabMedya TV!

Bu kanalda Türkiye’nin köklü bilim insanlarının, araştırmacıların, sektöre yön vermiş kişilerin röportajları yer alacak. LabMedya Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER’in moderatörlüğüyle; ilk çekimimizi “Popüler Kültürde Kimya” başlığı altında ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Salih ÖZÇUBUKÇU ile gerçekleştirdik. Kendisine katkılarından dolayı çok teşekkür ederim. Merak ediyorsanız Youtube kanalımızdan röportajın tamamını izleyebilirsiniz. Yıllar geçmesine rağmen okuyucu kalitemizden hiç ödün vermemiş olmamızın nedenini Ulu Önder Atatürk’ün “Yaşamak demek, çalışmak demektir” sözünü slogan belirlememize bağlıyorum. Sizin katkılarınızla ve amacımıza ulaşmanın, sektörde tek olmanın verdiği gururla hız kesmeden ilerlemeye devam etme hedefindeyiz. Bu güne kadar her sayımızda değerli

yazılarını bizden esirgemeyen; Prof. Dr. Kadir HALKMAN’a, Akademik Editörümüz ve motivasyon kaynağımız; Dr. Emir Alper TÜRKOĞLU’na, Hep yanımızda olan yazarlarımız; Prof. Dr. Aziz EKŞİ’ye, Dr. Mahmut YAZICI’ya, Prof. Dr. Nazan APAYDIN DEMİR’e ve Prof. Dr. Zafer KARAER’e, Bu sayıda bize yeni katılan; Dr. Melih NURHAN’a, Klinik Psikolog Rukiye KARAKÖSE’ye ve Ecz. Başak OLGUN’a ayrıca teşekkür ederim. Gönüllü yazarlarımızı da unutmuyorum tabi ki. Onlarda bizimle birlikte çalışıyor ve emek harcıyor. Yazan, düzenleyen, hazırlayan, destek olan ve okuyan herkesin ellerine sağlık. Umarım daha nice sayı ve yaşlarda editör yazımla buluşuruz. Bizi takip eden tüm okuyucularımıza teşekkür ederim. Sevgiler...

Ecem KOÇER

Sayı: 50 | Kasım - Aralık | 2018 ISSN: 2148-953X

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Akademik Editör Dr. Emir Alper TÜRKOĞLU Editör Ecem KOÇER Yardımcı Editör N. Berat DURMAZ Grafik Tasarım Gülden KARADENİZ Danışma Kurulu Prof. Dr. Kadir HALKMAN Prof. Dr. Aziz EKŞİ Melek MALKOÇ Uzm. Yelda ZENCİR Özlem Etiz SAĞDAŞ Nevin KOÇAKER Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN Mali Danışman İrfan BOZYİĞİT SMMM İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel: 0 312 342 22 45 Fax: 0312 342 22 46 e-posta: bilgi@labmedya.com Abonelik Songül AÇIL abone@labmedya.com Yayın Türü Yerel Süreli

www.prosigma.net - info@prosigma.net Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi KASIM 2018 - Ankara OKURA NOT Labmedya Gazetesi’nde yayınlanan yazılarda ve makalelerde öne çıkarılan görüşlerin sorumluluğu LabMedya yayın organına ve/veya Prosigma Firması’na değil, yazarlara aittir. Yazarlar sundukları çalışmaların içinde yer alan şirketlerle danışmanlık ya da başka iş ilişkileri içinde olabilirler. Aynı zamanda reklamlar; reklam verenlerin sorumluluğundadır. Ürün tanıtımı sayfalarında yayınlanan ürün bilgileri, ilgili firmaların sunumları olup üretici firma sorumluluğundadır.

A N A L I Z V E L A B O R AT U VA R T E K N O L OJ I L E R I F UA R I www. exp oa n al ytech.co m

18-20 NİSAN 2019

ICEC – LÜTFI KIRDAR ISTANBUL

LabmedyaTV / Youtube

6 TL /

KDV DAHİLDİR

WHAT IS LABMEDYA ?

www.labmedya.com/en


4

GIDA

www.labmedya.com

Prof. Dr. Kadir HALKMAN Ankara Üniversitesi Gıda Müh. Böl.

ICFT3 Merhaba, Bir de baktım ki LabMedya 50. sayı için köşe yazımı hazırlıyorum. Ne zaman köşe yazarı oldum ben de anlamadım. Geçen 49 sayı içinde sadece teknik yazılar da yazmışım, gıda güvenliği konularına da girmişim. Özellikle süt ve yoğurt ile beslenme konularındaki yazılarım bazen çok beğenildi, bazen de sanayinin ağzı ile konuştuğum iddia edildi ve bu şekilde eleştirildim. Hiç dert değil, yazılarımın tümünün arkasındayım. Bir yazıyı herkes beğenirse zaten bir terslik var demektir. Nice 50 sayılara LabMedya… Yazının başlığı ICFT3. Bu, bizim kısaltmamız. Açılımı: 3rd International Congress on Food Technology. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi ile Gıda Teknolojisi Derneği olarak beraberce 10-12 Ekim 2018 tarihleri arasında Nevşehir’de gerçekleştirdik. Bu serinin ilk kongresini 2010 yılında Antalya’da ve ikincisini 2014 yılında Kuşadası’nda yapmıştık. Ben Kadir Halkman, dernek başkanı olma sıfatı ile yine kongre başkanı idim.

Bu kongrede öncekilere göre biraz daha az katılım oldu ama yine de dünyanın dört yanından önemli kişiler oradaydı. Brezilya, Bulgaristan, Hollanda, İngiltere, İran, İspanya, İtalya, Japonya, Malezya, Tayland ve Yunanistan’dan katılan yabancı uzmanlar kongremize renk kattı, Türk uzmanlar ile bilgi paylaşımında bulundu. Yerli ve yabancı öğrenciler, bu uzmanlarla kendi çalışmaları hakkında tartışma fırsatı buldu. Kapadokya’ya daha önce gelmiş ve gelmemiş tüm katılımcılar için sosyal turlar düzenledik, Uçhisar’daki geleneksel atölyelerde çömlek yapmayı deneyenlerden tutun da, balon turuna katılanlar bile oldu. Önceki kongrelerimizde olduğu gibi lisans öğrencilerine olabildiğince destek verdik. Parasal açıdan beklediğimiz geliri elde edemedik. Bunun başlıca nedeni katılımın beklediğimizden daha az olması idi. Malum, Türkler bu gibi konularda en son günü bekler. Bildiri kayıt aşamasında da böyle olmuştu. Kayıt ödemesi için son günü beklerken döviz fiyatları fırladı gitti ve euro üzerinden yapılan kayıtların

ödenmesinde bazı meslektaşlarımız ödeme güçlüğü nedeniyle bildirilerini geri çekmek zorunda kaldı. Yerli katılımcılar için bir başka olumsuzluk ise bildiri özeti ve tam metin basımında oldu. Akademik değerlendirme ölçütlerine göre ICFT3, uluslararası katılımlı bir kongredir ve bu gibi kongrelerde hep bildiri özeti basılır. Kongre katılımcıları sundukları bildiri özeti ile akademik yükseltme için puan alırlar (idi). 2018 yılı başında alınan bir karar ile puan almak için bildiri tam metni basılmış olması gerektiği ilan edildi. Oysa kongrelerin amacı konu üzerindeki bilim insanlarını bir araya getirmektir.

2018 yani kongrenin en yoğun olduğu gün öğle saatinde bitti. “Bu fotoğrafta gördüklerimiz, kim” diye soracak olursanız, öğrencilerim.

Yabancı katılımın beklenenin altında olması ise yaşadığımız coğrafya ile doğrudan ilişkili olsa gerek. Yine de 19 yabancı ve 208 Türk olmak üzere 227 katılımcı ile kongreyi tamamladık. Daha fazla katılım olup gelirimiz artsaydı, daha fazla öğrencimize destek olurduk.

17 Eylül 1998 ile 07 Mayıs 2018 tarihleri arasındaki yaklaşık 20 yılda benimle doktora yapan dokuz öğrencimin yedisi. Bunların beşi üniversitede akademisyen…

Yorulduk mu? Tabi ki evet! Hem de çok yorulduk. Ama kongre sonrasında iki akşam deliksiz uyuduk ve yorgunluk adına bir şeyimiz kalmadı. Benim tüm fiziksel ve ruhsal yorgunluğum 11 Ekim

TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK RAFTAN ISITMALI VAKUMLU ETÜVÜ Türkiye’nin YENİ LABORATUVAR CİHAZLARI ÜRETİCİSİ

www

Kullanıcı dostu dokunmatik ekran Dijital vakum kontrol Termo raf Mükemmel sıcaklık kontrolü Evrensel KF16 vakum bağlantısı Çoklu dil seçimi Dahili vakum kabini

+90 312 278 40 47

Bu fotoğrafı çektirdikten sonra bende yorgunluk kalır mı? Sevgiyle,

Dijital Vakum Kontrolü

Raftan Isıtma

Dokunmaik Ekran



6

JİNEKOLOJİK ONKOLOJİ

www.labmedya.com

YUMURTALIK KANSERİ KİLO ALDIRIR MI? Ayyüce TÜRKMEN Dokusunda pek çok farklı hücre bulunan yumurtalıkların ana yapısını epitelyum hücreler oluşturur. Epitelyum hücrelerde ya da embriyonik döneme ait hücrelerde kontrolsüz bölünme ve çoğalma sonucu yumurtalık kanseri oluşabilir. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine

(CDC) göre yumurtalık kanseri; kadınlarda görülen kanserlerin sadece %3’ünü oluşturuyor. Amerikan Kanser Derneği (ACS) yumurtalık kanserinin kadınlar arasında en ölümcül beşinci kanser olduğunu belirtiyor. Bu kanser tipi, her yaşta görülebilmesine rağmen kadınlarda genelde 45 yaşından sonra ortaya çıkıyor.

Yumurtalık kanseri erken dönemlerinde belirgin belirtilere sahip olmayabiliyor ancak ilerleyen evrelerde belirtilerin ortaya çıkması daha olası. Karında şişme, sık idrara çıkma, çabuk doyma, karın ağrısı, adet dışı kanama gibi belirtiler yumurtalık kanserini işaret ediyor olabilir. Yumurtalık kanseri riskini

arttıracak nedenlere bakacak olursak; yumurtlamayı arttırıcı ilaç kullananlarda, hiç gebe kalmamış olanlarda, ailesinde meme ve yumurtalık kanseri olanlarda bu durum fazla görülüyor. Son yıllarda ABD’li araştırmacıların yaptığı çalışmalara göre aşırı kilolu olma durumu da kadınların yumurtalık kanseri riskini arttırıyor. Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü (AICR) 16.000’i yumurtalık kanseri geliştiren, dört milyon kadını kapsayan 25 çalışmayı analiz etti. Araştırmacılar vücut yağının yumurtalık kanseri gelişimi için anahtar risk faktörlerinden biri olduğunu buldular. Yağın yumurtalık kanseri ile bağlantılı olduğuna inanılmakta. Çünkü yağ hücreleri östrojen, leptin ve kansere yol açabilen büyüme faktörleri gibi hormonları salgılıyor. Yağ aynı zamanda kanserle bağlantılı olan yüksek inflamasyon seviyelerine de yol açıyor. Ovarian Cancer Australia’nın CEO’su Alison Amos; yağın yumurtalık kanserinde uzun süredir etkin rol oynadığından şüphe duyduğunu ve yapılan bu büyük çalışmanın daha fazla kanıt sağladığını belirtti. Çalışma sonucu elde edilen bulgulardan biri, vücut kitle indeksi üzerindeki her beş ek nokta için yumurtalık kanseri gelişiminde %6’lık bir artış olduğunun tespit edilmesi. Rutgers Kanser Enstitüsünden Dr. Elisa Bandera; “Yumurtalık kanserinin önlenmesi konusunda bilmediğimiz çok şey var ama şimdi kadınlara sağlıklı bir kiloyu sürdürmenin bu ölümcül hastalığa karşı korunmaya yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz” dedi. Yumurtalık kanseri tedavisinde izlenen yol ise; çoğunlukla cerrahidir. Kitlenin çıkarılması hayati organlara zarar verme riski taşıyorsa önce kemoterapi ile kitlenin küçültülmesi hedeflenir. Ameliyat sonrasında eğer kanser vücuda yayılım göstermiyorsa kemoterapiye gerek kalmayabilir. Tedavi sırasında hastalar kilo alabilir. Kilo alımına neden olan kanser tedavileri arasında hormon tedavisi veya kemoterapi bulunur. Bazı kanser ilaçları da vücudun aşırı miktarda su tutmasını sağlar bu da kilo alımından sorumlu olabilir. Kaynaklar: Medicalnewstoday / Memorial / Healthline / Coach.nine


GC-FID Teknolojisinde Çığır Açan Yenilik

P

olyarc sistemi, kolon sonrası, FID’den önce monte edilen, bütün organik molekülleri metana çeviren, mevcut GC veya GCMS sistemlerinize takılabilen katalitik bir mikro reaktördür. FID’de pik vermeyen veya çok düşük sinyal veren maddelerin hassasiyetini artırırken maddenin yapısına oksijen, azot gibi hetero atomların girmesi ile değişen FID responsunu da eşitler yani 1 mol karbona verdiği cevap bütün maddeler için aynıdır. Bu sayede kalibrasyon yapma ihtiyacını ortadan kaldırır. Polyarc sistemi, bütün gaz kromatografi kullanıcılarının daha hızlı, daha doğru, daha ekonomik sonuçlar vermelerini sağlar. Şimdiye kadar standart hazırlayarak bilinmeyenin miktarını bulmaya çalıştınız veya standardını bulamadığınız durumda relatif % alan sonuç verdiniz. Artık Polyarc Evrensel Karbon Deteksiyon Sistemi ile GC-FID‘de standardınız olmasa da, kalibrasyon çizdirmeden, tek enjeksiyon ile daha hızlı, daha kolay, daha ekonomik ve daha doğru miktarsal sonuç verebilirsiniz.

Günümüzde • Tek tip respons faktörleri ile artan doğruluk • Evrensel ve oksijen içeriğine göre artan hassasiyet • Tek enjeksiyonda sonuç

Eskiden • Tahmini respons faktörleri • Oksijen içeriğine göre farklı FID yanıtı • Birçok kalibrasyon standartları ve enjeksiyonları

Alev iyonizasyon tespiti ile GC (GC / FID)

Polyarc Sistemi ile GC / FID FID

Injector

Polyarc™ Injector

H2 air

FID Aux EPC

Inlet

He Inlet

MS

Polyarc

FID

R1 R2 CFT Splitter

Column Column

Column Oven

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

Oven

Figure 1. Configuration of a Polyarc®/FID and MS for simultaneous compound identification and quantification.

Oven

www.sem.com.tr


8

KISA KISA

www.labmedya.com

GİYİLEBİLİR VE TAŞINABİLİR PİL

B3 VİTAMİNİ GEBELİKTE DÜŞÜĞÜ ÖNLÜYOR!

HAYVAN ORGANLARI İNSANLAR İÇİN KULLANILACAK MI?

Bilim insanları, her alanda başarılı olmaya ve adlarından sık sık söz ettirmeye devam ediyor. Şimdi de vücuda uyumlu sıvılarla çalışan esnek ve taşınabilir piller üretmeleriyle gündemdeler.

Hamilelik kimine göre kolay bir zaman dilimi olurken kimine göre de zor bir süreç. Yapılan yeni bir çalışma da; B3 vitamini takviyelerinin düşükleri önleyebileceği iddia ediliyor.

Bilim insanları, domuzların DNA’sından tehditkâr virüslerini çıkardıktan sonra domuz organlarının insanlar için kullanılmasına daha da yaklaşıldığını öne sürdü.

Tehlikeli kimyasallarla karışmayan ve biyolojik açıdan uyumlu sıvılarla yer değiştiren ince bir esnek pil geliştiren bilim insanları; bu pillerin implante edilebilir cihazlara da uygun olduğunu ifade ediyor.

Avustralya’daki bilim insanlarının 12 yıllık çalışmasına göre; basit bir vitamin desteğinin düşükleri ve doğum kusurlarını önleme potansiyeli olabileceği görüşünde. Araştırmacılar, bebeklerin organlarının rahimde düzgün bir biçimde oluşmasını engelleyen NAD adlı gelişimsel molekülde bir eksiklik tespit ettiler.

Hayvanların DNA’sından insanlara organ nakli için büyük bir engeli aşıldı. Bu çalışma yeni dokulara olan talebi karşılamak için hayvanların organlarını nakledebilme yeteneğini ortaya koyuyor.

Bükülebilen pillerden biri salin solüsyonu ve bir diğeri de hücre kültürleri kullanan sodyum bazlı sıvılar içeriyor. Bu yenilik, giyilebilir cihazları ve hatta medikal implantların nasıl güçlendiklerini anlamak için önemli bir buluş niteliğinde değerlendiriliyor.

Eğer çalışmalar sonlandığında tahminler tamamen doğru çıkarsa hamilelik döneminde yaşanan bazı sorunlara da çözüm bulunmuş olacak. Bu sayede anneler düşük tehlikesini en aza indirgemiş olacak.

Kaynak: Chem

Büyük etik sakıncalar da dahil olmak üzere bazı zorluklar tabi ki devam ediyor. Aşılır mı bilinmez ancak uzmanlar; bu buluşun ksenon-transplantasyon (bir başka canlı türünden insana yapılan organ nakli) olarak da bilinen domuzdan insana yapılan nakiller için önemli bir adım olduğunu belirtiyor.

NASA’nın geçtiğimiz haftalarda yaptığı basın toplantısında; “Tek yıldızın etrafında 7 tane dünya benzeri gezegen bulundu” açıklamasının ardından bir yeni bilgiyle daha karşı karşıyayız. Astrofizik Dergisi’nde yayımlanan bir makaleye göre yeni kanıtlar bulundu. En yakın güneş benzeri yıldızın yaşanabilir iki gezegene sahip olduğu ortaya çıktı. Güneş benzeri yıldızın, yaklaşık dört büyük gezegen tarafından yörüngede olduğunu açığa çıkaran araştırmacılar, bu evrenin ikisinin de yaşanabilir olduğunu düşünüyor. Yıldızın uzaylı yaşamını destekleme potansiyeli sadece fantezi gibi görünmüyor olabilir. Devam eden araştırmalardan sonra neticelenecek olan bu bilgi birçok algıyı değiştirecek gibi görünüyor.

Cildinizde yara olan bölge üzerinde elektrikli bir cihaz dolaştırıldığını ve sadece birkaç gün içinde iyileşeceğini düşünün. Yeniden programlanabilen nano-çip teknolojisi, hücre ve dokuyu iyileştirebilme yeteneğine sahip. Buna Tissue Nanotransfection (TNT) adı veriliyor. Sadece fareler ve domuzlar üzerinde test edilmiş bu çalışma vücut parçalarının onarımı için umut veriyor. Altındaki dokuya spesifik genler vermek için yoğun bir elektrik alanı içeren prototip cihaz cilde oturuyor. Bu genler de vücudun yakınında veya başka yerlerde kullanılabilen yeni hücre türlerini oluşturuyor.

ALZHEİMER HASTALARI UNUTTUKLARINI HATIRLAYACAK! Nöro-dejeneratif bir hastalık olan alzheimer; hastalarda ani hafıza kaybı ve zihinsel kapasitelerinde düşüş ile kendini gösterir. Bunun nedeni bir miktar beyin hücresinin ölmesi ve beynin çeşitli bölgelerinin körelmesidir. Yeni çalışmaya göre, Alzheimer hastaları kaybolan anıları geri getirebilir. Beyin hücrelerinde beta-amiloid ve tau proteinlerinin birikmesi ile ilişkili nörolojik bir durum olarak nitelendirilen bu hastalığın hafıza oluşturma süreçlerine müdahale eden bir enzimin bozuk çalışmasına neden olan proteinin keşfi sayesinde ortaya çıktı. Bu önemli bulgu, alzheimer hastalarında hafıza kaybını belki de önleyebilecek ve hatta tersine çevirebilecek.

Kaynak: Nature Nanotechnology

HİDROJEN ENERJİSİNDE MALİYET DÜŞÜYOR!

UYURKEN BEYNİNİZ YENİ ANILAR OLUŞTURABİLİR!

Su ve alüminyumdan hidrojen üretimi, yakıt hücreleri için alternatif bir hidrojen kaynağı olabilecek.

Yeterli uyku alınmaması durumunda kişinin bellek, dil becerisi ile bilişsel fonksiyonların işlevlerinde bozulma meydana geldiği daha önce bildirilmişti.

Tipik olarak, suyun oksitlenmesine maruz kalan alüminyum; reaksiyonun oluşmasını önlemek için koruyucu bir bariyer oluşturur. Ancak bu durumda, hidrojen üreten reaksiyon devam eder ve yakıt hücreleri; diğer enerji uygulamaları için taşınabilir, uygun fiyatlı bir hidrojen kaynağı olanağı sağlar. Bilim haberleri arasından dikkat çekici olan bu gelişme, hidrojen enerjisinde maliyet düşürücü olabilir. Bu, hidrojen gazını basınçlandırmaya ve taşımaya ihtiyaç duyulmayana kadar hidrojen yakıt hücrelerini kullanmayı daha kolay hale getirebilir. Bekleyip göreceğiz.

Kaynak: Cell Reports Kaynak: The Astrophysical Journal

Bilim insanları sadece bir kez cilde yerleştirerek dokuyu iyileştirebilecek nano-çip cihazı tasarladı.

Kaynak: Science Kaynak: The New England Journal of Medicine

EN YAKIN GÜNEŞ BENZERİ YILDIZ

NANO-ÇİP TEKNOLOJİSİ GELİYOR!

Kaynak: Journal of Power Sources

Ancak uykuda uyarılan nevroplastik süreçlerin doğası belirsizliğini koruyor. Şimdi de bilim insanları, uyku evresine bağlı olarak hafıza izlerinin uyku sırasında oluştuğunu veya bastırıldığını açıkladı. Araştırmacılar, uyuyan insan dinleyicilerine akustik ses örnekleri çaldılar. Hızlı Göz Hareketleri (REM) veya hafif non-REM (NREM) ile takip ettikleri deneklerde uyku esnasında yeni bir gürültüye tekrar tekrar maruz kalmasından sonra uyandığında davranış performanslarında iyileşmeler gözlemledi. Fakat derin (NREM) uykusu esnasında deneklerin aynı sese maruz kalmaları durumunda, uyandıklarında bozulmuş performanslarıyla karşılaşıldı. Kaynak: Nature Communications



10

BİYOLOJİ

www.labmedya.com

GENETİK TESTLE GEREKSİZ KEMOTERAPİYE SON! kanseri için genetik bir tarama testi olan 21-gen testi (Oncotype DX®) sayesinde hastalığın gidişatı ile ilgili olarak; klinik verilerin ötesinde bilgiler sağlanması sayesinde, bu hastaların bir kısmı için farklı tedavi yöntemleri düşünülüp düşünülemeyeceği konusu merak uyandırdı. Kadınların korkulu rüyası olan meme kanserinin tekrarlama ihtimalini belirleyen genetik test; ameliyattan sonra gereksiz yere kemoterapi alma riskini büyük oranda ortadan kaldırıyor. Meme kanserinin, genetik mutasyonların büyük oranda ortaya konduğu kanser türlerinden biri olduğunu söyleyen araştırmacılar; “Son yıllarda dünyada kullanılmaya başlanan yeni gen testiyle, meme kanseriyle ilişkili 70 asıl, 465 kontrol geni değerlendirilerek hastanın kanserinin tekrarlayıp tekrarlamayacağı büyük oranda belirlendi” açıklamasını yaptı.

“2 1 - G E N” T E S T I IL E IH T I YA CI O L M AYAN H ASTA L A RA G E REK S I Z Y E RE “K OR U Y U C U K E M O T E RA P I ” V ERI L M E S I NI N Ö NÜ N E G E ÇI L I Y OR . Viyana’da düzenlenen Avrupa Kanser Kongresi’nde sunulduktan hemen sonra New England Journal of Medicine’da yayımlanan çalışma sonuçlarına göre, meme kanseri tedavisi kılavuzlarında köklü değişiklikler yapılması kaçınılmaz görünüyor.

KİŞİSELLEŞMİŞ TEDAVİ

Amerika Birleşik Devletler Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) mutabakat toplantısında alınan “Memede sınırlı kanser nedeniyle uygulanan tedavi sonrasında; hastaların çoğuna tümörün hormonal durumu, hastanın menopoz durumu ve koltuk altı kanser yayılımı bakılmaksızın çoklu kemoterapi (KT) uygulanması” yönündeki tavsiye kararından bu yana, şartları sağlayan tüm hastalara KT verilmesi yaygın klinik uygulama haline geldi. Bu süre içinde kullanıma giren ve meme

Meme kanserinin ameliyattan sonra uzak organlarda ya da meme dokusunda tekrarlama riskinin bulunduğunu belirten bilim insanları şöyle bir ifade kullanıyor. “Meme kanseri hastalarının birçoğuna ameliyat sonrasında hastalığın tekrarlamasını önlemek amacıyla koruyucu amaçlı kemoterapi başlanıyor. Ancak kemoterapi sancılı bir süreç. Yan etkileri sebebiyle kişinin hayat kalitesini düşürüyor. Üstelik genetik özelliklerine bağlı olarak hastaların hepsinde ameliyattan sonra kemoterapi verilmesi gerekmiyor. Tüm kanser tedavi ve çalışmalarında artık kişiselleştirilmiş,

kişiye özel tedaviler öne çıkıyor.”

70 GEN NÜKS TESTİ Yakın dönemde geliştirilen, Avrupa’da 112 merkezde 7 bin hastaya uygulanan ve tümörün biyolojisini tam olarak ortaya koyan “70 gen meme kanseri nüks testi”nin hastalara fayda sağladığı kesinleşti. Bu kapsamdaki gen analizi testi, tümörün en temel 7 gelişme yöntemi (büyüme/çoğalma, damarlanma, bölgesel yayılım, damar içine girme, kan dolaşımında yaşama, damar dışına çıkma, kaynak aldığı bölge dışındaki bir çevreye uyum genleri) ile ilişkili olan genler bağımsız olarak değerlendiriliyor. Test; 5 yıl boyunca 7 bin hasta üzerinde denendi ve başarılı sonuçlar elde edildi. Yapılan çalışmada cerrahi uygulanan erken evre meme kanserli 7 bin hastanın yüzde 64’ünde düşük tekrarlama oranı saptandı ve bu kişilerde kemoterapinin gereksiz olduğu gözlemlendi. Bu sebeple onkologlar; ülkemizde de “Erken evre, hormona duyarlı ve koltuk altı tutulumu olmayan ya da 1-3 lenf bezi tutulumu olan meme kanserli hastalara” nüks testini tavsiye ediyor. Ülkemizde de bazı onkologlarca uygulanan bu test sayesinde; erken evredeki hastaların sonuçları Hollanda’da değerlendirilerek, ameliyat sonrasındaki süreç kemoterapi uygulanmadan da sürdürülebiliyor.

AİLEDE KANSER OLMASI, RİSKİ ARTIRIYOR Meme kanserinde en sık karşılaşılan belirti, ağrılı veya ağrısız ele gelen

UTS 4.1 / OTOMATİK TABLET TEST SİSTEMİ • Kalınlık, çap/uzunluk, ağırlık ve sertlik gibi fiziksel test parametrelerinin ölçümü • Ağırlık kontrolü için entegre terazisi mevcuttur. • 12-24-48 istasyon ile farklı numune analizleri sıralı olarak otomatik yapılabilmektedir. • Sertlik ölçümü max . 800 Newton’a kadar ölçüm yapabilmektedir. Patentli OZB pozisyonlama sistemiyle her tipteki tablet şekliyle tekrarlanabilir sonuç vermektedir. • FDA ve 21 CFR part11 uyumlu,Data Integrity protokollerine uygun software ile kontrol • PH 21 tek bir software ile aynı anda tüm cihazların kontrolü sağlanmaktadır.

Küçükbakkalköy Mh. Dudullu Cd. Brandium Residence NO:23/25 R1 Blok D:4 Ataşehir/İSTANBUL www.bmskimya.com info@bmskimya.com +90 216 504 80 56

kitlelerdir. Bunun dışında; meme başında kanlı veya şeffaf akıntı, içeri doğru çekilme, derisinde soyulma, kabuklaşma, meme cildinde yara, portakal kabuğu görünümlü benzeri ödem, şekil bozukluğu ya da asimetride farklılıklar diğer önemli belirtiler arasında yerini alıyor. Dünyada her yıl 1 milyon 700 binden fazla kadını etkileyen meme kanseri, ülkemizde her 8 kadından birini tehdit ediyor. Aileden geçen bozuk genler; obezite, alkol-sigara, çocuk doğurmamış olmak, 55 yaşından sonra menopoza girmek meme kanserine yakalanma riskini artırıyor. Genlerin yapıtaşı olan DNA molekülünde meydana gelen değişiklikler, aralarında kanser de olmak üzere birçok hastalığa sebep oluyor. Meme kanseri, genetik mutasyonların en belirgin olduğu kanser türlerinden biri. Öyle ki, en bilinen gen bozukluklarından BRCA1 ve BRCA2 geni mutasyonu taşıyan bir kadının meme kanserine yakalanma riski yüzde 10’lardan yüzde 70’lere çıkıyor. Her ne kadar hatırı sayılır sayıdaki meme kanseri hastasının tedavi planında KT kullanımını engelleyerek, kökten bir değişiklik yapma potansiyeline sahip olsa da; 21-gen testinin yaklaşık 12.500TL’lik maliyeti var. Ortaya koyduğu sonuçların mevcut kılavuzlarla birlikte hâlihazırda oluşturduğu iki başlı durum nedeniyle, önümüzdeki günlerde konu üzerinde yoğun tartışmalara ve eleştirilere maruz kalması bekleniyor. Kaynak: Nejm.org

BMS Kimya güvencesi ile artık Türkiye’de...

DISI-4A-Touch / DAĞILMA CİHAZI • Kolay kullanım • 3 ya da 6 tüplük basket düzeneği • Her sepet düzeneğinin ayrı ayrı kontrol edilmesi, teste başlanması ve sonlandırılması • Test sonunda sesli alarm modülü • Her sepetin sıcaklık ve dağılma sürelerinin ekranda gösterilmesi • Sıcaklık protokolü, istatistik ve test sonucu içeren rapor çıktısı • FDA ve 21 CFR part 11 uyumlu,Data Integrity protokollerine uygun software ile kontrol • PH 21 software ile aynı anda tüm cihazların kontrolü sağlanmaktadır.


BİYOLOJİ

www.labmedya.com

11

LABORATUVAR FARESİ ANITI: DNA İPLİĞİ ÖREN FARE R USYA’D AKI L AB OR ATUVAR FAR E SI HEYKELI, DNA AR AŞTIRM ALARI IÇIN KULLAN ILAN T ÜM L ABORATU VAR FAR E L E RIN I ONUR L AN DIRM ASI AMACI Y LA RU S B IL IM INS AN LARI TAR AF I N D AN HAZI R L A N DI.

Bu heykel aslında; bilimsel araştırmalar için kullanılan hayvanlara insanlığın duyduğu minnettarlığın bir sembolü olarak düşünülmüş. Rusya Novosibirsk’te Institute of Cytology and Genetics’in avlusunda bulunan heykel için; bilim insanlarının yaptığı açıklama şu şekilde; “Bugün genetik hakkında bildiklerimizin birçoğunu laboratuvar farelerine ve bilim insanlarına borçluyuz. Birçok bilginin sonucunu deneylerde kullanılan kobay hayvanlarından elde ettik. Bu nedenle Rus Novosibirsk’teki Sitoloji ve Genetik Enstitüsünde yer alan DNA şeridi ören bu şirin gözlüklü fare heykelini yaptırdık.” Enstitüden Prof. Nikolai Kolchanov; 1,8 metre uzunluğunda olan anıt

heykelin “İnsanlık için, yeni ilaçların geliştirilmesinde, genetik hastalıkların tanımlanmasında, bu hastalıkların moleküler ve fiziksel mekanizmalarını incelemek için kullanılan deney hayvanına olan şükranlarını sembolize ettiğinden” bahsediyor. Fare heykelini yapan yerel sanatçı Andrew Kharkevich; heykelin laboratuvar farelerini ve bilim insanlarının görüntüsünü birleştirdiğini vurgulayarak şu açıklamayı yapıyor. “Farenin gözlerini dikkatlice incelerseniz, bilimsel bir keşfin müjdesini veren simgelere sahip olduğunu anlayabilirsiniz.” Kaynak: Neatorama


12

PSİKOLOJİ

www.labmedya.com

KENDİNİZİ YALNIZ MI HİSSEDİYORSUNUZ? Yalnızlık çağımızın salgınlarından biri. İngiltere’de bununla ilgili bir bakanlığın bile kurulduğunu belki duymuşsunuzdur. Güvensizleşen toplum giderek yalnızlığa doğru itilmek zorunda kalıyor. Bu da kişileri olumsuz hissettiriyor. Dünyanın birçok bölgesinden 55 bin kişinin katıldığı bu anket; İngiltere'deki akademisyenlerle Londra'daki Wellcome Collection’un işbirliği ile hazırladı.

YAŞLILAR MI YOKSA GENÇLER MI DAHA ÇOK YALNIZLIK DUYGUSU YAŞIYOR?

YA L N I Z L I K HISSI K O NUSUNDA BI L DIĞ IMIZI S A ND I Ğ I MI Z AMA YA NI L DI ĞI MI Z B I R ÇO K KONU O L D UĞUNU G Ö S T E R IY OR A RA Ş T I RMAL AR . İ Ş TE SO N D Ö NE MDE YA P I L A N YA LNI ZL I K A NK E TINDE O R TAYA ÇI KAN BU L G UL AR …

Yalnızlık hissi yaşayan birini hayal etmek gerektiğinde akıllara hemen yaşlı bir insan gelir. BBC’nin yaptığı bu deneyde 75 yaş üstü yaşlıların yüzde 27'si kendilerini yalnız hissettiğini söylüyor. Ancak yaş grupları arasındaki farklar oldukça çarpıcı. 16-24 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 40'ı yalnızlık hissine kapıldığını ifade ediyor. Daha ileri yaştaki insanlara da hayatlarında kendilerini en yalnız hissettikleri dönem sorulduğunda gençlik dönemi olduğunu vurguluyor. Kısaca; yalnızlık hissi modern yaşamla ilgili bir sorundan ziyade, genç olmakla bağlantılı faktörlerden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Gençlik yıllarını genelde özgür yaşam, eğitimin tamamlanıp hayatın akışını kontrol etme dönemi olarak düşünürüz ama bunun aynı zamanda bir geçiş dönemi olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Evden ayrılma, üniversiteye başlama, yeni bir işe girme vs. tüm bunlar insanı eski arkadaşlarından ayırdığı gibi, bu aynı zamanda kişinin kim olduğunu ve dünyadaki yerini anlamaya çalıştığı bir dönem olma özelliğini taşıyor. Ayrıca gençler genelde bu duyguya pek de alışkın değiller; bunun geçici olduğunu henüz bilmedikleri gibi onu aşma yollarını da bu nedenle keşfetmeyebilirler. YALNIZLIK DUYGUSU OLUMLU BIR DÜŞÜNCE OLABILIR MI? İnsanların yüzde 41'i yalnızlığın olumlu olabileceğini düşünüyor. Bu bulgu, Nörolog John Cacioppo'nun fikirleriyle paralellik gösteriyor. Ona göre, hoş

bir duygu olmasa da yararlı olduğu için insanlar yalnızlık duygusunu duyumsayacak şekilde evrildi. Bu güne kadar insanlar işbirliği yaparak varlığını korudu. Bir gruptan dışlanmışlık duygusu hisseden insan; yalnızlık duygusunun yarattığı dürtüyle insanlarla ilişki kurmaya, arkadaş edinmeye, eski ilişkilerini canlandırmaya yönelir. Ancak bu duygunun kronik hale gelmesi sorun teşkil eder, kişinin esenliği ve hatta sağlığı üzerinde ciddi etkileri olabilir. Uzun süreli yalnızlık hissi ile bir yıl sonra artan depresyon riski arasında bağlantı olduğu biliniyor. Kronik yalnızlık hissi söz konusu olduğunda; yalnızlığın olumlu etkilerine inandığını söyleyen insanların sayısında düşüş görüldüğü sonucu ortaya çıkıyor.

YALNIZLIK HISSINE KAPILAN INSANLARIN SOSYAL BECERILERI NASIL? Yalnızlık çeken insanların arkadaş edinmekte zorlandığı ve sosyal becerilerini geliştirmelerinin yararı olacağı varsayılır genellikle. Oysa bulgular bunu doğrulamıyor. Sosyal etkileşimin en önemli unsurlarından biri, diğer insanların ne hissettiğini anlamaktan gelir. Çünkü tepkilerimizi buna göre ayarlarız. Bu beceriyi ölçmenin bir yolu, çeşitli insan yüzleri veya sadece gözleri göstererek ne tür duygular çağrıştırdıklarını sormaktır. Yapılan bu ankette yalnızlık hissi yaşayanlarda herhangi bir fark görülmüyor. Yalnızca duygusal dengesizlik skorlarında fark oluşuyor. Yani belki de sosyal becerilerden ziyade, yalnızlık hissi halinde bazı sosyal ortamların yarattığı endişe duygusu işi zorlaştırıyor.

KIŞ AYLARINDA INSANLAR KENDISINI DAHA MI YALNIZ HISSEDIYOR? İlginç ama insanlar kışın kendisini daha yalnız hissetmiyor. Noel veya yılbaşı dönemlerinin, insanların kutlama

amacıyla aile ve arkadaşlarıyla bir araya geldiği dönem olduğundan dolayı bu sonucun ortaya çıktığı düşünülüyor. Ayrıca kuzey yarımkürede bu dönemler kış aylarına denk geldiği için, günlerin kısa olması ve soğuk hava şartları insanları diğer mevsimlere göre daha çok eve kapatıyor. Ancak bulgular, yalnızlık duygusu yaşayan kişiler açısından kışın diğer mevsimlere göre daha kötü olmadığını gösteriyor. İnsanlara kendilerini yılın hangi dönemlerinde daha yalnız hissettikleri sorulduğunda, katılanların üçte ikisinden çoğu kışın farklı olmadığını ifade ediyor. Hatta yaz mevsimlerinde, çevresindeki kişilerin tatile gitmesiyle geride kalmanın verdiği yalnızlık hissi bariz ortaya çıkıyor. Bu nedenle kişilerin yalnızlık hissini sadece bir dönemle sınırlı görmeyip bütün bir yıl açısından bakmakta fayda olacağı kesinlik kazanıyor.

YALNIZLIK YAŞAYAN İNSANLARIN EMPATİ DUYGUSU DAHA MI GÜÇLÜDÜR? Yapılan ankette iki tür empati ölçü alındı. Biri, insanların fiziksel acıları karşısında duyulan empati. Buna “duygudaşlık” da denilebilir. Elini kapıya sıkıştıran birinin duyduğu acı karşısında üzülme derecesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Diğeri ise başkalarının sosyal acısı karşısında duyulan empati. Bu duruma da; okulda zorbalığa maruz kalan, bir partiye davet edilmeyen veya sevgilisi tarafından terk edilen biri için duyulan üzüntü örneği verilebilir. Fiziksel acı karşısındaki empati bakımından yalnızlık hissi duyan kişi ile diğerleri arasında bir fark görülmüyor. Ancak bu insanların sosyal acı karşısında duydukları üzüntü, ortalamanın üzerinde sonuçlar veriyor. Yani son olarak şu fikir ortaya atılıyor: Belki de kendileri dışlanmışlık duygusunu yaşadıkları için o insanlara karşı daha fazla empati hissediyorlar. Ne dersiniz olabilir mi? Kaynak: BBC Future


Fourier Transform Infrared Spectrophotometer

IRSpirit

Her daim Shimadzu’dan Yeni Nesil taşınabilir FTIR: IRSpirit Kompakt yapısı ile çalışma ortamınıza kolayca uyum sağlar; hassas ve hızlı tarama özellikleriyle boyundan büyük işler yapar. IRSpirit, yatay ve dikey pozisyonda çalışmaya olanak sağlayan tasarımı, farklı model ve aksesuar seçenekleri, kullanıcı dostu IR Pilot yazılımı ile FTIR analizlerine yeni bir soluk getirecek. IRSpirit

• IRSpirit-T model: DLATGS sıcaklık kontrollü dedektör • IRSpirit-L model: LiTaO3 dedektör • 3 sene garantili seramik ışık kaynağı • 6 sene garantili sıcaklık kontrollü lazer kaynağı • Dalgasayısı aralığı: 7800-350 cm-1 • 0,9 cm-1 maksimum rezolüsyon değeri FTIR sistemleri ilaç, kimya, gıda, polimer, yapı kimyasalları ve çevre gibi farklı uygulama alanlarında kontaminant analizleri, hammadde kabul testleri, tanımlama testleri, miktar tayinleri ve spektral analiz gibi çalışmalar için kullanılmaktadır.

IRSpirit Fourier Transform Infrared Spektrofotometre

©ANT Teknik, 2018 All rights reserved.

hazır!


14

ROBOTİK

www.labmedya.com

DRONLAR ARTIK NEFES VE KALP ATIŞINI TESPİT EDİYOR! Son yıllarda insan yaşamını kolaylaştırmada göz ardı edilemeyecek katkıda bulunan dronlar (diğer adıyla insansız hava araçları - İHA) hayatımızın pek çok alanında kendine yer bulmuş

GLOBAL PAZARDA EN YÜKSEK FAYDA / MALİYET ORANINA SAHİP ÜRÜNLER

durumda. Avuç içine sığabilecek kadar küçük casus dronlardan, daha büyük ve füze taşıyan dronlara kadar bu insansız hava araçlarını çeşitlendirebiliriz. Peki, dronların son zamanlarda geliştirilen

TEMİZ ODA VE BİYOGÜVENLİK

En Uygun Çözüm Sİ GA RANTİ

Görülemeyeni kontrol altında tutmak, güncel teknoloji, özgün tasarım ve yüksek kalite gerektirir. Kopya cihazların kullanıcıya maliyeti her sene katlanarak artar.

Mevcut tesis içinde aynı anda birden fazla GMP biyolojik üretim ihtiyacına inşaat revizyonsuz akıllı çözüm; Metisafe modüler temiz oda üniteleri; Hesaplanamayan yorucu zaman kayıpları ve başağrılarını tekrar tecrübe etmek istemiyorsanız, 15 senelik Metisafe saha performans verimiz karar almanızı kolaylaştıracaktır; Metisafe’in bakım, onarım, validasyon ve enerji tasarrufları sayesinde 10 yıl kullanım sonunda kopya cihazlar ve geleneksel temiz odaların toplam maliyetleri kadar kazanç elde edilmektedir.

Biotechnology

www.metisbio.com | info@metisbio.com

sensör teknolojisiyle insanların hayatını kurtarabileceğini hiç düşündünüz mü? Güney Avustralya Üniversitesi’ndeki bir grup araştırmacı, Biomedical Engineering Online’da dronların gökyüzünden kalp ve solunum hızlarını başarıyla ölçebildiğini gösteren bir çalışma yayınladı. Bu sayede dronlar; arama kurtarma çalışmalarında doğrudan görev alabilecek, deprem ve benzeri afetlerde büyük yığınların altında yaşayan insan olup olmadığını tespit edebilecek. Diğer yandan özellikle deniz kazalarında kaybolan kişileri bulmak için uzun süre harcanıp zaman kaybı yaşanabiliyor; fakat dronlar insan hayatı için saniyelerle yarışılan bu gibi durumları kısa süreler içinde çözebiliyor. İki doktora öğrencisi, 15 sağlıklı insan ile hem iç hem de dış mekânlarda bir dizi test gerçekleştirdi. Dron, denekleri yaklaşık 3 metrelik mesafeden takip ederek bireylerin; sabit, hareketli ve değişen koşullarının videolarını kaydetti. Ekip, görüntü işleme teknikleri ve algoritmaları kullanarak insanların yüzlerinden ve boyunlarından hayati değerlerini hatta cilt tonlarındaki değişiklikleri bile kaydedebildi. Dron ile ölçülen bu hayati değerler; elektrokardiyogram, nabız oksimetresi gibi mevcut yöntemler ile ortaya çıkan veriler kadar doğru sonuç verdi. Profesör Javaan Chahl, bu çalışmasıyla ilgili şunları belirtti: Bu teknoloji hayata geçirilmeden önce etik değerler ve gizlilik açısından çözülmesi gereken bazı konular var. Diğer yandan yapay görüntüleme sistemleri, toplumun yararına kullanılmak üzere. Özellikle de biyomedikal alanda çok büyük bir potansiyele sahip. Profesörün bu açıklamalarına göre ilerleyen çalışmaların İHA varlığında, hedef lokasyonlarda ve poz değişikliklerinde daha dayanıklı olan teknikler geliştirmek üzerine olacağı düşünülüyor. Bu sayede dronlar, şimdiki becerilerine ek olarak ilk yardım görevlileri tarafından kalp atışlarını takip ederek aynı anda birçok hayati değeri kaydedip dron veri dosyanızı oluşturabilir. Kim bilir, belki ilerde doktor veya herhangi bir sağlık çalışanına ihtiyacımız olmadan kendi “dron veri dosya”mızı oluşturabileceğiz. Kaynaklar: Blogs.discovermagazine / Donanimhaber / Techinside / Bilimma


PEDİATRİ

www.labmedya.com

15

ANNE SÜTÜ MÜ, MAMA MI? Yüksek Gıda Mühendisi Ceren İNCE

Yeni doğan bebeklerin tüm gıda bileşenlerini yeterli miktarda içermesi nedeniyle anne sütüyle beslenmesi çok önemlidir. Bebeklerin büyümesi, fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından da oldukça faydalıdır. Anne sütüyle beslenmeleri mümkün olmayan bebekler, genellikle bebek mamalarıyla beslenmektedirler. Ancak bu durum, her zaman ikinci planda tercih edilmesi gerekir. Anne sütü ve emzirmek hem bebek hem de annede hastalık risklerini azaltırken; mama ile beslenmek bebekte obezite, tip 2 diyabet gibi hastalıkların görülme sıklığını artırmaktadır. Bebeğin beslenme şekli, beslenme alışkanlığını da belirlemektedir. Süt çocukluğu döneminde anne sütüyle beslenme obeziteye karşı koruyucu etki göstermektedir. Yapılan çalışmalar anne sütü ile beslenen bebeklerle, hazır mama ile beslenen bebeklerin bileşimlerinde farklılık olduğunu ortaya koymuştur. Hazır mamalarla ve karışık beslenmenin obezite riskini arttırdığı bulunmuştur. Anne sütü ile beslenenlerde obezite görülme oranı %2,8 iken; mama tüketenlerde %4,5 olduğu bildirilmiştir. Bebek maması formülasyonu ile yapılan beslenme, değişen bağırsak mikrobiyom özellikleriyle ilişkili bulunmuştur. Bulguların 3 ay formülasyonla beslenme ve daha sonraki değişmiş mikrobiyom ile bağlantılı olduğu görülmüştür. Bağırsak mikrobiyotasının değişmiş hali belirlendikten sonra, aşırı kilolu olma eğilimi ortaya çıktığı görülmüştür. Bağırsakta emilen besin miktarı ve besleyici madde miktarını içeren faktörler, kalori alımına katkıda bulunan ve sonuçta adipoz dokularında depolanan enerji miktarını etkileyen kritik elementlerdir. Epidemiyolojik çalışmalarda; erken çocukluk döneminde yüksek enerji, karbonhidrat ve yağ alımından bağımsız olarak yüksek protein alımı, adipozite ve yüksek beden kitle indeksi (BKİ) ile ilişkili bulunmuştur. Yüksek protein alımı 2 yaşına kadar büyümeyi etkilemekte ve okul çağına doğru da obezite görülmesine neden olmaktadır. Anne sütü ve bebek formülasyonu arasında iyi tanımlanmış bir başka farklılık protein içeriğidir. Anne sütündeki protein içeriği, bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bebek beslenmesi konusunda öneri

geliştiren DSÖ, UNICEF, AAP, ADA ve ESPGHAN gibi önemli otoritelerin bildirileriyle paralel olarak bir karara varıldı. Bebeklerin ilk 6 ay tek başına anne sütü almaları tüm gereksinimlerini karşılandığı yönünde…

Aynı zamanda 6. aydan sonra başlanan tamamlayıcı besinlerle birlikte 2 yaşına kadar anne sütüne devam edilmesi öneriliyor. Sonuç olarak, farklı tamamlayıcı besinlerin temel ilkeler doğrultusunda hazırlanıp uygun zamanlarda uygun miktarlarda bebeğe

verilmesi dengeli bir büyüme ve gelişme sağlayacaktır. Kaynaklar: JAMA Pediatr / Düzce Tıp Dergisi / Academic Food Journal / NCBI


16

POPÜLER BILIM

www.labmedya.com

GENETİK YATKINLIK MI YAŞAM TARZI MI? SON YILLARDA KALP D AM AR H ASTAL I K L A RI N I N DA H A GEN Ç YAŞLARD A GÖRÜLM ESI IŞIN TE M E L I N DE GE N E TI K YATKIN LIKTAN Ç OK YAN LIŞ BESLEN ME V E YA Ş A M TARZ IN IN YATTIĞIN I GÖSTERM EKTEDI R. Günümüzde çeşitli genomik çalışmalar; farklı popülasyon grupları arasında obezite, diyabet ve kalp rahatsızlığı riski ile ilişkili genleri tespit etmiştir. Bunların yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarıyla ilişkileri araştırılıyor. Yeni Hint-İngiliz araştırması da bunu tartışıyor. Bu çalışma, genetik olarak şeker hastalığı ve kalp hastalığı gelişmesi konusunda daha fazla eğilimli kişilerin sağlıklı beslenme, bilinçli fiziksel aktivite ve yaşam tarzı değişikliği ile risklerini azaltabileceklerini buldu. Araştırma ekibi, MC4R ve TCF7L2 genleri ile kardiyo-metabolik özellikler arasındaki ilişkinin diyet faktörleri ve fiziksel aktivite tarafından değiştirilip değiştirilmediğini incelediler. Düşük yağlı diyet tüketen kişilerin riskli gen varyantı taşımalarına rağmen daha iyi kolesterol seviyesine sahip olduklarını gördüler. Özellikle; çoklu doymamış yağ asitleri (PUFA) düşük diyet tüketenlerin, aynı TCF7L2 gen varyantını taşımasına rağmen iyi kolesterol seviyeleri daha yüksek sonuçlar verdi. Aynı şekilde fiziksel aktivite olarak da incelendiğinde sedanter yaşam tarzı olanların kalp hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek bulundu. Kalp hastalıklarının gelişiminde genetik miras kadar çevresel faktörler ve yaşam tarzının da etkili olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda kalp hastalıklarında genetik yatkınlık mı yoksa yaşam alışkanlıkları mı daha etkili sorusuna cevap aranmıştır. Amerikan kalp birliği verileri; kalp damar hastalıklarının ortaya çıkmasında genlerimizin bize hediyesinden çok, çocukluk ve orta yaşa kadar geçen dönemde yaşam tarzımızın etkili olduğunu göstermektedir. Bunun anlamı, sağlıksız bir yaşam tarzının genetik olarak kendisine zemin hazırlayan kişiler arasında kalp rahatsızlığını kolayca tetikleyebileceği anlamına gelir. Bu yüzden genetik yapımızı bir tarafa bırakıp; • Beslenmemize dikkat edelim. • Sigara ve alkolden uzak duralım. • Stresle başa çıkalım. • Spor yapalım. Kaynak: Popülerbilim


BİLİM VE TEKNOLOJİ

www.labmedya.com

17

HUBBLE, UZAY-ZAMANI “BÜKEN” DEV GALAKSİ KÜMESİNİ GÖRÜNTÜLEDİ Hubble, Einstein’ın 1912 yılında tahmin ettiği kütleçekimsel merceklenmenin en güzel örneklerinden birisini görüntüledi. İşte dev galaksi kümesinin uzay-zamanda oluşturduğu ilginç görüntü! NASA’nın emektar uzay teleskobu Hubble, ilerleyen yaşına rağmen yakaladığı muhteşem fotoğraflarla bizleri büyülemeye devam ediyor. Yandaki karede, Einstein’ın bundan yaklaşık 100 yıl önce tahmin ettiği kütleçekimsel merceklenme’nin en güzel örneklerinden birini görüyoruz. Fotoğraf, dev kütlelerin tıpkı uzay-zamanı büktükleri gibi ışığı da büktüklerinin muhteşem bir kanıtı. Fotoğrafta yer alan SDSS J1138+2754 isimli galaksi kümesinde, yüzlerce farklı galaksi kütleçekimi etkisiyle bir arada bulunuyor. Bu galaksi kümesinin kütlesi o kadar büyük ki uzay-zamanda çok ilginç bir bozukluğun oluşmasına neden oluyor.

“YERÇEKIMININ MUHTEŞEM GÜÇLERINI ÇOK KOLAY UNUTUYORUZ” Yerçekimsel kırılma olarak da bilinen bu

ilginç fenomen; en basit anlamda evrenin dev objelerinin (bir galaksi kümesi gibi) devasa kütleçekimleri nedeniyle tıpkı uzayzamanı büktükleri gibi ışığı bükmesi ve arkalarındaki cisimler için bir mercek görevi görmesi anlamına geliyor. Konuyla ilgili bazı açıklamalar yapan ESA; “Günlük hayatımızın çok büyük bir parçası olduğu için yerçekiminin muhteşem güçlerini kolaylıkla unutabiliyoruz. Ancak galaktik ölçüde kütleçekiminin gücü çok net ve büyüleyici bir şekilde görülebiliyor. Dev galaksi kümesi; arkasından gelen ışınları büküyor, çeviriyor ve Dünya’ya doğru farklı yollar izlemeye zorluyor” ifadelerini kullandı. Fotoğrafta bazı uzak galaksilerin birden fazla konumda görülebildiğini söyleyen uzay ajansı, “Galaksilerin geniş cisimler olması nedeniyle bir ucundaki ışık diğer ucundaki ışığa göre farklı bir şekilde kütleçekim lensinden geçiyor. Galaksilerin ışıkları Dünya’ya ulaştığında lensin sol alt tarafındaki gibi yansıtılmış olarak veya sağ üst taraftaki gibi bükülmüş olarak görünebilir” sözlerini kullanıyor.

EINSTEIN’IN ÖNGÖRÜSÜ TUTMADI Albert Einstein kütleçekimsel merceklenme fenomenini 1912 yılında, henüz genel görelilik kuramını yayınlamadığı zamanlarda öngörmüş. Einstein ayrıca o zamanların teknolojisini de göz önünde bulundurarak bu durumun asla kanıtlanamayacağını da eklemiş. İnsanoğlunun bu kısa zaman içerisindeki teknolojik gelişimi, Einstein’ın da beklentilerini aşmış gibi görünüyor. NASA/ESA’nın yayınladığı bu muhteşem fotoğraf elbette kütleçekimsel merceklenmenin en büyüleyici örneklerinden birisi. Ancak bu ilginç

fenomenin astronomik keşiflerde de çok önemli bir yeri var. Örneğin NASA’nın geçtiğimiz aylarda duyurduğu evrenin en uzak yıldızı keşfi de yine aynı fenomen sayesinde mümkün olmuş ve tam 9 milyar ışık yılı uzaklığında bulunan yıldız, dev galaksi kümelerinin kütleçekimsel mercekleme etkisi yardımıyla keşfedilmişti. “İkarus” ismi verilen bu yıldızdan Hubble’a ulaşan ışınlar, milyarlarca yıl süren yolculukları sırasında merceklenme etkisiyle yaklaşık 2000 kat büyültülmüş ve keşif de bu sayede mümkün hale gelmiş. Kaynak: Space

Proses ve Laboratuar için Hassas Çözümler …

pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm probları

Titrasyon

Viskozite ölçümü

pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm cihazları

İstiklal Mah. Bahçe Sok. No:13/6 34762 Ümraniye-İstanbul t: +90 216 550 78 86 f: +90 216 550 78 87 info@sumertek.com

Armatürler

Taşınabilir tip pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm cihazları

www.sumertek.com


18

GIDA

www.labmedya.com

KIRMIZI ETTEN FAZLA PROTEİN İÇEREN HAMAM BÖCEKLİ EKMEK Şimdi şu ekmek fotoğrafına bir bakın. Normal görünüyor değil mi? Oysa bu ekmek, kısmen hamam böceklerinden üretildi.

da yem olarak veriliyor. Bu böceklerin en büyük özelliği ise, kafeste tutulduklarında çok kolay ve hızlı üremeleri…

EKMEK TARIFINDEKI UNUN YALNIZCA YÜZDE 10’U BÖCEKTEN!

Brezilyalı gıda mühendisleri, küresel nüfus artışı karşısında hayvansal proteinin yetmeyeceği düşüncesiyle Afrika ülkelerini örnek aldı ve böceklerden yapılan bir un türü geliştirdi. Birleşmiş Milletler (BM) 2050 yılına dek dünya nüfusunun yaklaşık 9.7 milyara ulaşacağını öngörüyor. Küresel gıda yetersizliği riskine karşı BM’nin önerisi, insanların böcek tüketimini de rejim alışkanlıklarına katması. Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde böcek, protein kaynağı görevinde. Böcekler hem doğada varlar, hem de masrafa neden olmuyorlar. Ancak ekmeğin şehirlerde birçok insanı yerinden zıplatan hamam böcekleriyle yapıldığı örnekler pek yok. Brezilyalı araştırmacılar da unu yaparken, Nauphoeta Cinerea cinsi hamam böceğini (ıstakoz ya da benekli hamam böceği de deniyor) kullandılar. Kuzey Afrika kökenli bu haşere, tarantula örümcekler ile kertenkeleler gibi egzotik ev hayvanlarına

Brezilya’daki Rio Grande Üniversitesi’nden gıda mühendisleri Andressa Jantzen ve Lauren Menegon, hamam böceklerini iki sebepten seçmiş; birincisi protein zengini olmaları (kırmızı et yüzde 50, hamam böcekleri ise yüzde 70 protein oranına sahip). İkincisi ise; milyonlarca yıl evrimsel süreçlere rağmen genetiğini koruyarak hayatta kalmış olmaları. İki araştırmacı, ekmekleri üretmek için kilosu 51 dolar olan kurutulmuş hamam böceklerini laboratuvarda öğütmüş. Jantzen, “Bu canlılar evrimle beraber değişen çevreye ayak uydurmayı sağlayan çok iyi bir yapıya sahip olmalı” diyor.

PROTEIN BOMBASI Ekmeğin üretiminde; yüzde 10’luk kısmında böceklerden yararlanılmış ve yüzde 90’ında normal buğday ürünleri kullanılmış. Bu bile şaşırtıcı sonuçlar almaya yetmiş görünüyor. Andressa Jantzen; hamamböceklerinin ekmekteki protein içeriğini yüzde 133 artırdığını söylüyor. Geleneksel ekmeğin 100 gramlık bir diliminde 9.7 gram protein varken, hamam böcekli ekmekte 22.6

gram var. Üstelik bu tarife göre yağ oranı da yüzde 68 daha az. Brezilyalı araştırmacıya göre, bu ekmeğin tat olarak diğerlerinden çok büyük bir farkı da yok. “Ekmeğin tadı, kokusu, dokusu ve renkleri ile ilgili duyusal analizler gerçekleştirdik. Önemli bir değişiklik gözlemlemedik ama bazıları ekmeklerde hafif bir yer fıstığı tadı hissedebilir” açıklaması dikkat çekiyor.

YENILEBILECEK HAYVANLAR: ARI, KARINCA, KELEBEK, AKREP Bu haberler üzerine Beslenme Uzmanı Prof. Enio Viera, insanların böcek tüketimi ile ilgili çalışmalara başladı. Viera’ya göre, beslenme alışkanlıklarımıza daha birçok hayvanı katabiliriz: Arılar, karıncalar, kelebekler, çekirgeler ve akrepler gibi... Böcekleri yemek olarak kabul etmenin kültürel bir zorluk yarattığına da dikkat çeken Viera, “Oysa birçok kez tozlaştırılmış böcek yiyor, farkına bile varmıyoruz” açıklaması yapıyor. Ayrıca, böceklerin çevreye etkisinin birçok geleneksel gıda türüne oranla daha hafif olduğunu söylüyor. “1 kg kırmızı et üretmek için 250 metrekare toprak gerek. Oysaki hamam böceklerini 30 metrekarelik alana koyup aynı oranı yakalayabiliriz. Üstelik suya da daha az ihtiyaç duyulur. 1 kg kırmızı et için 20 bin litre su gerekirken, 1 kg böcek için bin litre yeterli.”

Brezilya Böcek Yetiştiricileri Kuruluşu’na göre, tropikal iklimi sayesinde Brezilya 95 tür ile en büyük yenebilir böcek çeşitliliğine sahip. BM’ye göre de dünya üzerinde böcek yiyenlerin sayısı 2 milyarın üzerinde.

MARKETLERDE SATILACAK MI? Jantzen ve Menegon; şimdi de kek, bazı yağ türleri ve tahıllı gofretler gibi böcekten geliştirdikleri yeni besleyici ürünler üzerinde çalışıyor. Öte yandan Brezilyalılar; şimdilik süpermarket raflarında hamam böcekli ekmeğe rastlayamayacak çünkü ülkedeki sağlık yetkilileri halen haşerelerin sadece diğer hayvanları beslemek için kullanılmasına izin veriyor. İspanya ise böcekli gıdaları ticarileştirmeye başladı. Örneğin Carrefour süpermarket zinciri, ülkede cırcırböceği ve bazı larva türleriyle yapılmış atıştırmalıklar satıyor. İngiltere’de de Eat Grub şirketi, fırınlanmış çekirge ve kurtçuklarla evlere sipariş hizmeti veriyor. ABD’li araştırma şirketi Global Market Insights’a göre, küresel yenebilir böcek pazarı önümüzdeki 5 yılda 700 milyon doları aşabilir. Peki, sizin hamam böcekli ekmeği denemeye cesaretiniz var mı? Kaynak: BBC


PALEONTOLOJI

www.labmedya.com

19

558 MİLYON YILLIK SIRRI KOLESTEROL ÇÖZDÜ! K O L E S T E R O L MO L E KÜL L E R I 558 M ILYON YIL ÖN C ESIN E IŞIK TU TTU; I Ş TE K A RŞ I N I ZDA H AY VA NL AR ÂL E MININ B IL INEN EN YAŞLI Ü YESI “DIC KIN SON IA” Rusya’nın kuzeybatısındaki Beyazdeniz kıyılarında bulunan 558 milyon yıllık bir fosilde kolesterol molekülleri tespit edildi. Avustralya Ulusal Üniversitesi (ANU) araştırmacılarının; Ediakara dönemine ait Dickinsonia soyağacına mensup çok

hücreli canlının fosilinde, yağ molekülüne rastlamasıyla bazı kavramlar netlik kazanmış oldu ve bu durum yıllardır bilim insanlarının üzerinde çalıştığı fosilin bir hayvana ait olduğu bilgisini kesinleştirdi. Fosil bulunduğu yerde o kadar iyi korunmuştu ki, içinde hala kolesterol

molekülleri olduğu gözlemlendi. “Paleontoloji’nin kutsal kâsesi” olarak kabul edilen fosilin daha önce bir mantara ya da dev bir amibe ait olabileceği düşünülüyordu. Halkalı denizanasına benzeyen fosilin bir mantara ait olduğunu gösterebilecek bir kimyasal yapıya rastlanmadı. Bu keşifle;

Dickinsonia en eski hayvan fosili olarak kayıtlara geçti.

EDIAKARA ÇAĞI’NDAN GÜNÜMÜZE; DICKINSONIA Bilim insanları; Dickinsonia’nın 1.4 metreye kadar uzayabilen, şekil olarak kaburgaya benzeyen bir hayvan olduğunu söylüyor. Aynı üniversitede öğretim görevlisi olan Ilya Bobrovskiy’ye göre de Dickinsonia fosilini, tek hücrelilerin var olduğu döneme ve büyük hayvanların zamanına ışık tutuyor. “Avustralya’da bulunan birçok fosil, hava şartları yüzünden zarar görmüş. Paleontologların onlarca yıldır incelediği konu işte bu yüzden gün yüzüne çıkamamıştı. İçinde organik madde bulunan Dickinsonia fosili bulmamız gerekiyordu” açıklamasını yapan Bobrovskiy; bu fosilin çok hücreli basit yaşam formlarının yeryüzüne yayılmaya başladığı Ediakara Çağı’nda yaşadığını da ifadelerine ekledi. Dickinsonia’nın neye ait olduğu daha önce net değildi. Ancak ANU’da görevli olan Prof. Jochen Brocks’un yaptığı son araştırmalara göre; bulunan yağ molekülleri bu hayvanların oldukça büyük olduğunu ve 558 milyon yıl önce yaşadığını işaret ediyor. Yani şimdiye kadar bilinenin aksine, çok daha eski tarihlerde hayvan yaşamının olduğu düşünülüyor.

PALEONTOLOJİNİN EN BÜYÜK GİZEMİ Brock; “Bilim insanları 75 yıldır, Ediakara dönemine ait Dickinsonia ve diğer tuhaf fosillerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ancak bir doktora öğrencisinin getirdiği sonuçları görünce gözlerimize inanamadık” diye konuştu. Ediakara dönemine ait bir fosilde yağ molekülleri bulunmasıyla paleontolojinin en büyük gizemlerinden Dickinsonia fosilinin sırrı da çözülmüş oldu. Böylece Avusturalya’daki 70 yıllık tartışma da sona erdi. Kaynak: Newatlas


20

FARMAKOLOJI

www.labmedya.com

HOMEOPATİK TEDAVİ NEDİR? Uzman Biyolog Seda YALÇINKAYA

Bitkisel, vitamin ve besin takviyeleri gibi tamamlayıcı ve alternatif tıp (CAM) kullanımı son yıllarda oldukça gelişme göstermiştir. Geleneksel yöntemlerle tedavi sonuçlarının iyileştirilmesi amacıyla da bazı hastalar üzerinde çeşitli CAM teknikleri uygulaması yapılmıştır.

Amerika Birleşik Devletlerindeki hastaların %20-60’ı tavsiye edilen ilaçlarla birlikte CAM’ın bazı formlarını kullanmaktadır. Avusturya’da ise, kanser hastalarının %27’si üzerinde CAM tekniklerinden bazıları uygulanmaktadır. Kullanılan yöntem

pratisyen hekimler tarafından geniş anlamda tavsiye edilirken, hastaların da kendi inisiyatifinde gerçekleşmektedir. Onkologların ise bu yöntemleri nadiren tavsiye ettiği de belirtilmektedir. Bu alternatif yollardan biri olan

homeopati, günümüzde tıp camiası tarafından kabul görmüştür. Hastaların ilaç geçmişini anlatırken, CAM kullanımlarını rutinde rapor etmemeleri ise önemli sorunlardan biridir. Bu durum, CAM tekniklerini ve geleneksel yöntemleri birlikte kullanan hastalar için bir karmaşıklık oluşmasına sebep olmaktadır. Homeopat; rahatsızlığın sadece hastalıklı kısımlarını değil, hastayı tedavi etmeye dayanan dünya çapında uygulanan tıbbi bilimler ve terapötiklerin (tedavi ediciler) bir dalı olarak bilinmektedir. Homeopati; sağlıklı bireylerde semptomlara neden olan maddelerin, hastalıkları nedeniyle benzer belirtiler gösteren hastaları iyileştirmek amacıyla kullanılabileceği belirten (benzerler yasasını temel alan) en popüler CAM formlarından biri olarak bilinmektedir.

LABORATUVARINIZIN PARÇASI OLMAK İSTİYORUZ. Tüm proses ve analizlerinize çözüm üretmek için yanınızdayız. 1800 °C’ye kadar fırınlar, 650 °C’ye kadar yüksek sıcaklık etüvleri, Kamara Fırınlar, Tüp Fırınlar, Split Fırınlar, Rotary Fırınlar, Atmosfer Kontrollü Fırınlar ve fazlası...

Klasik tıp tedavisinde mikroorganizmaların vücutta üremelerini azaltan antibiyotikler ya da ağrının azalmasını sağlayan ağrı kesiciler kullanılmaktadır. Bu ilaçların vücutta emilimi gerçekleştiğinde hastalık hafifler fakat etkin oldukları süre bittiğinde ilacın tekrar alınma ihtiyacı doğar. Homeopatide ise bilinenin aksine, doğadaki kaynaklar kullanılarak hastalığın nasıl yok edileceği çalışılmaktadır. Homeopati ile tedavide; hastanın tüm yaşamı hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktadır. Kısaca hasta; zihinsel, bedensel ve ruhsal özellikleriyle bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Hastanın bulgularına uygun olan ilaç, en düşük dozda hastaya verilmektedir. İlaçların, seyreltildikçe etkilerinin artması ve dolayısıyla yan etki oluşturmaması da önemli bir detaydır.

1600 °C TÜP FIRIN

1600 °C KAMARA FIRIN

650 °C ETÜV

Ergazi Mahallesi 1695. Cadde, 1819. S ok ak No:5 B at ıkent 0 6370 A nk ara t :+9 0 312 257 13 31 f : +9 0 312 257 13 35 w w w.prothermfurnace s.com mail@ prothermfurnace s.com

Homeopatik tedavide, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak ve belirtileri hafifletmek amaç edinilmiştir. Bu tedavi ülkemizde henüz yaygın olmamakla birlikte dünyada; baş ağrısı, alzheimer, kanser, hipertansiyon, insomnia gibi bazı hastalıkların tedavileri için yapılmış çalışmalar bulunmaktadır. Kaynaklar: Journal of Traditional and Complementary Medicine / Complementary Therapies in Medicine / Pharmacology and Life Sciences


BMS Kimya güvencesi ile artık Türkiye’de...

ARCTIKO DİK / YATAY TİP ULTRA DERİN DONDURUCULAR & BUZDOLAPLARI Paslanmaz çelik kolay temizlenebilir iç yapı Çok bölmeli iç kapı sayesinde sıcaklık değişimi minimuma indirilmiştir Alarm sistemleri (yüksek/ düşük sıcaklık, kapı açık, prob hata) USB çıkış portundan cihaz verilerini bilgisayara kaydetme özelliği;

-90 İNTEGRA DİK TİP SOĞUTUCU

-86 İNTEGRA YATAY TİP SOĞUTUCU -86 İNTEGRA DİK TİP SOĞUTUCU

Bu veriler cihaz içi sıcaklık, alarm durumu, kapı açılıp/ kapanma dakikası Standart RS-232, RS485, USB veri çıkış sistemleri Cihaz ayarlarını korunması için digital güvenlik şifresi 0,1°C gösterge hassasiyeti Digital kontrol paneli, ana ekran üzerinden; Cihaz içi sıcaklık, Ortam sıcaklığı, Güncel tarih ve saat, Kompresör çalışma durumu, Batarya durumu Alarm durumları izlenebilmektedir.

Küçükbakkalköy Mh. Dudullu Cd. Brandium Residence NO:23/25 R1 Blok D:4 Ataşehir/İSTANBUL www.bmskimya.com info@bmskimya.com +90 216 504 80 56


22

SAĞLIK

www.labmedya.com

UÇAK İNİŞE GEÇTİĞİNDE ASLA UYUMAYIN! HAR VAR D’DA GÖREVLI BILIM IN SAN LARI, UÇAK INIŞE GEÇ M EYE H AZ IRLAN DIĞIN D A HEM EN UYAN M AN IZ I ÖN ERIYOR. AKSI TAKD IRDE KU LAKLARIN IZ DA KALIC I H ASAR OLUŞABILIR.

Uçak yolculukları aslında bilmediğimiz ve arka planda süregelen birçok detay içeriyor. Ne zaman uyumalı, ne zaman uyanmalı ve ne zaman ne yapılması gerektiği gibi birçok detay akıl kurcalıyor olabilir. Pilotun yüksek sesli anonsu uyanmak için en doğru zaman diyebiliriz. Bu yüzden uçakta, bazı anonsların kulağınıza olağandan daha sesli gelmesi tesadüf değil. Uçağın kalkış ve özellikle iniş vakitlerinde uyanık olmanız önemli. Birçok kişi, ani yükseklik değişiminde kulaklarının patlayacak gibi olduğunu söylüyor. İşte bu durum; kulağın dışındaki basınçla, iç basıncın eşit olmamasından kaynaklanıyor. Bu his, genellikle inişlerde ve ani irtifa değişimlerinde yaşanıyor.

“ESNEYIN YA DA YUTKUNUN” Bu bağlamda havalimanına inmeye yakın uykunuz varsa bol bol esnemeniz veya yutkunmanız en doğrusu olacaktır. Henüz ülkemizde böyle bir uygulama olmasa da sakız veya şeker dağıtılması genel geçer bir uygulama olarak dikkat çekiyor.

MLF SERİSİ

MİT SERİSİ

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ

MCO SERİSİ ÇEKER OCAK

Sakız çiğnemekte ki asıl amaç; basıncın östaki borusunda ince bir kanal açmasını sağlayarak dengeyi kurabilmek. Esnemek ya da yutkunmak da aynı etkiyi gösteriyor. İşte bu yüzden bazı havayolu şirketleri inişten önce sakız dağıtıyor. Ancak uzmanlara göre, uyku sırasında basınç dengelenmediği için östaki borusu tıkanabiliyor ve kulakta basınç travması meydana gelebiliyor. Basınç travması, genelde birçok kişinin hayatının bir döneminde yaşayabileceği basit bir rahatsızlık olarak görülüyor. Fakat östaki borusunun uzun süre tıkalı kaldığı durumlarda enfeksiyon oluşabiliyor ve kulak zarının arkasında sıvı birikintisine neden oluyor. Bu da ağrıya ve duyma güçlüğüne yol açıyor. Hatta bazı ağır durumlarda hastaların kulaklarından kan bile gelebiliyor.

MCİ SERİSİ

ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR

MİN SERİSİ İNKÜBATÖR

“PILOTUN INIŞ ANONSUYLA UYANIN” İrtifa farklılıkları; dalgıçlarda ve dağda araba süren kişilerde de rahatsızlığa neden olabiliyor. İngiltere’de yayımlanan Independent gazetesine göre; bunu önlemek için yapılacak en iyi şey, ne kadar uykusuz olunursa olunsun pilotun iniş anonsuyla uyanmak… Kaynak: Turkish.smobi.net



24

SAĞLIK

www.labmedya.com

İSMINI R ENGI N DEN , K IR MIZIDAN AL AN , B U YÜZDEN DE ESK I T ÜR K Ç E‘ DE "ALMA" DIYE B I L I NEN, YAKLAŞIK 10 0 0 FAR K L I ÇEŞIDINDEN B AHSEDI L EN ELMA; HEM B ESI N DEĞER I HEM DE ULA ŞIL MASI EN K OLAY MEY VEL ER I N B AŞINDA GELIYOR .

VAKUM?

KOLAYCA KONTROL ALTINDA! Yeni vakum kontrolcüsü

VACUU·SELECT® uygulamalarınızı tanır. www.thebettervacuum.com

ELMANIN İNANAMAYACAĞINIZ 7 FAYDASI! Kompostosundan kurutmasına, pastasından, reçeline kadar birçok türünü bildiğimiz elmanın, sağlımıza da oldukça önemli katkısı bulunuyor. Diyet listelerinin ilk sıralarında yer alan elmanın; • 100 gramı (1 adet) 52 kaloridir. • 100 gram kabuksuz elma 56 kaloridir. • 100 gram kurutulmuş elma 302 kaloridir. • 100 gram fırınlanmış elma 37 kaloridir. • 100 ml elma suyu 49 kaloridir.

KAN ŞEKERİNİ DÜZENE SOKUYOR Elmada bulunan lifler sayesinde gün içinde yenilen yiyeceklerin sindirimi kolaylaşıyor. Ayrıca yine elmanın içinde bulunan bazı maddeler glikozun kişinin kan dolaşımına girişini yavaşlatıyor. Konuyla ilgili çalışma yürüten bazı uzmanlar; bir günde bir elma yiyen kişilerde şeker hastası ve diyabet olma riskinin neredeyse yüzde 28 daha az olduğunu dile getiriyor.

ALZHEİMER'LA SAVAŞIYOR Elmada bulunan “kuersetin” antioksidanı sayesinde kişinin beyin hücrelerinin bozulmasını engelleniyor. Ancak bu sonuç henüz fareler tarafından yapılan bir deneyle araştırıldı, günümüz teknolojisiyle incelendiğinde de insanlarda da aynı etkiyi gösterebileceğinin ihtimali uzmanlarca yüksek bulunuyor. Birçok hastalıkla savaşan kişiler elmayı sık sık tükettiğinde olumlu sonuçlarla karşılaşacaktır. Kabuğunun da faydalı olduğu konusunda hemfikir olan uzmanlar elmayı yıkadıktan sonra muhakkak kabuğuyla birlikte tüketilmesi gerektiğini ifade ediyor.

DİŞ ÇÜRÜMESİNE ENGEL OLUYOR Technology for vacuum systems

Diş eti sağlığı önem verilmesi gereken noktalardan biridir. Özellikle ağız yoluyla bulaşan birçok hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle elmayı ısırarak yemek dişetlerini uyardığı için tükürük salgısını

arttırıyor. Aynı zamanda elmanın tatlı oluşu bu durumu tetikliyor. Bu sayede fazlalaşan tükürükler ağız içindeki mikropları önleyerek dişin çürümesine engel oluyor.

KAN BASINCINI DENGELİYOR Çağımızın hastalığı olan hipertansiyon ülkemizde birçok kişide bulunuyor. Eğer bu hastalığa genetik yatkınlığınız da varsa önlemek için bazı tedbirler almakta fayda var. Mesela elma yiyerek başlayabilirsiniz. Elma yiyen insanların elma yemeyen insanlara oranla daha az hipertansiyona yakalandığı araştırmalar sonucunda ortaya çıkan veriler arasında yerini alıyor. Elmanın bir özelliği de kişide uyandırdığı tokluk hissi sayesinde kilo vermeye yardımcı olmasıdır. İçinde bulunan bol miktarda su ve lif bu duruma katkı sağlıyor. Amerika ve Brezilya'da elmanın faydalarıyla ilgili yapılan bir çalışmada, günde 3 elma veya armut yiyen kişilerin daha hızlı kilo verdiği gözlemleniyor.

KOLON KANSERİNİN ÖNÜNE GEÇİYOR Elmada bulunan antioksidanlar özellikle kansere karşı kişiyi koruyor. İçinde bulunan lif sayesinde de bağırsaktaki mayalanan kolon kanserine karşı savaşan yardımcı kimyasallar oluşturuyor.

YÜKSEK KOLESTEROLÜ ÖNLÜYOR Kalorisi yok denecek kadar az olan elmanın çözünebilir lif kaynağı olarak bilinen “pektin” bakımından zengin olması yüksek kolesterolü dengeye sokmakta yardımcı oluyor. Damar hastalığına neden olan “LDL” kan kolesterolü seviyesini aşağıya çekerek size sağlıklı bir yaşam sunuyor.

KALP RAHATSIZLIKLARINI UZAKLAŞTIRIYOR

Özellikle mevsiminde ve taze olarak tüketilen elma en sağlıklı ara öğündür. Yeşil veya kırmızı fark etmeden bolca tüketmek kalbe uzun süreli eşlik eden bir dost görevi görür. İçinde bulunduğu antioksidanlardan daha verimli bir şekilde faydalanmak için kabuğuyla beraber tüketilmesi daha etkili olacaktır.

Elma kadar sirkesinin de faydaları oldukça fazla, saymakla bitmiyor. • Cilt sorunlarıyla savaşır. Suyla birlikte karıştırılıp yüze sürüldüğünde sivilce, akne ve siyah lekeleri gidermede yardımcı olur. • Saçlara parlaklık verir. Suyla birlikte seyreltilip, duşta saçların durulanmasında kullanıldığında, saça doğal bir parlaklık verir. • Cildi nemlendirme özelliği vardır. Doğal bir tonik gibi kullanılabilir. • Siğil tedavisinde kullanılabilir. Siğil bulunan yere bir miktar sirke sürülüp, yara bandıyla kapatılır. Üç dört gün düzenli bir şekilde kullanılırsa, siğil tedavi edilir. • Bakterileri öldürür. • Güneş yanıklarını, kızarıklıklarını giderir. 10 dakika boyunca sirkeli suyun içinde vücudunuzu dinlendirirseniz, vücudunuz ferahlar. • Migrene iyi gelir. • Seyreltilmiş elma sirkesi; dişlerin beyazlamasına yardımcı olup, kahve ya da çaydan kaynaklı lekelerin temizlenmesini sağlar. • Reflü probleminde yardımcı olur. • Gıdaların bozulmasını engeller. • Mide rahatsızlığına ve hazımsızlığa iyi gelir. • Mikrop öldürücü olması nedeniyle, ağızda gargara yapılarak kullanılması boğaz ağrılarına iyi gelir. • Meyve ve sebzelerin temizlenmesinde yardımcıdır. • Temizlik malzemesi olarak kullanılabilir. • Çiçek ve bahçe bakımında kullanılabilir. Kaynaklar: uplifers.com / wellhealth / hubpages / organikyaşam



26

BİLİM VE TEKNOLOJİ

www.labmedya.com

“AYNA AYNA SÖYLE BANA FORMUMU NASIL KORUMALIYIM?” BU AKILLI AYN A; SIZ I 360 DEREC E TARI Y OR V E VÜ C UD UN U Z D AKI DEĞIŞIM LERI TAKIP E DI Y OR. BU S AY E DE FORM D A KALM AN IZ A YARD IM C I OLACA K ÖL Ç ÜM L E RI DEĞERLEN D IRM EN IZ E YARDIM C I OLUY OR. San Franciscolu girişim Naked Labs; vücudu 3B olarak tarayabilen akıllı ayna ve döner tartıdan oluşan bir sistem tasarladı. Mobil uygulamayla çalışan ayna, vücudunuzun 3B modelini yaratabiliyor ve sağlığınızla ilgili değişimlerini takip edebiliyor. 3 parçadan oluşan sistemin; birincisi akıllı ayna. Üç boyutlu olarak nesneleri tarayabilen, üç adet gömülü Intel RealSense derinlik sensörüyle donatılmış. Her seferinde mükemmel pozlama elde etmenize yardımcı olacak yerleşik bir lazer hizalama sistemine de sahip. Aynada ayrıca her tarama sonunda elde edilecek yaklaşık 4 GB’lık veriyi alıp kullanılabilir bir modele sıkıştıran dizüstü bilgisayar sınıfı bir işlemci de bulunuyor.

Dünyada “Civa Analizörleri” konusunda pazar lideri olan “NIC” firmasının yeni ürünü “NIC-MA-3 SOLO” civa analizörü

Sistemdeki bir diğer parça, döner tartı. Tartının kendi bataryası var ve elektriği prize takılı olan aynadan alıyor. Üzerine çıkıp sabit bir pozda duruyorsunuz, 15 saniye boyunca dönerken ayna vücudun her milimetresini tarıyor. Sonuçta da oldukça yüksek çözünürlüklü bir model ortaya çıkıyor.

Mercury Analyzer

NIC-MA-3 SOLO Numune hazırlama olmaksızın doğrudan analiz Kompakt tasarım, sadece 13 kg Hem masaüstü hem de portatif civa analizi deneyimi Geniș lineer çalıșma aralığı 5-12 dakika analiz süresi USEPA 7443, ASTM D-6722, ASTM D-7623, UOP-1009-15, JIS K0102 metotlarına uygunluk Çamur, toprak, biyokütle, mineral, hayvan dokuları, atık su, sediment analizleri Gaz kullanmayan kompakt yapısı ve kimyasal numune hazırlamaya ihtiyaç durmaması sebebiyle düșük analiz maliyeti Bilgisayar kontrollü sistem, Windows bazlı yazılım Yazılım aracılığıyla gerçek zamanlı, sürekli kontrol Grafik arayüzlü kullanıcı dostu yazılım

TRİO TEKNİK CİHAZLAR Kartaltepe Mah. Sedat Simavi Sok. No:32 D-2 Bakırköy/İSTANBUL T: 0 (212) 466 35 38 - F: 0 (212) 466 35 39 info@trioteknik.com

www.trioteknik.com

Sistemdeki bir diğer özellik de mobil uygulama. Tarama sonucu elde edilen veri, akıllı telefondaki uygulamaya gönderiliyor. Boyun, omuzlar, göğüs, üst kol, bel, mide, kalça, baldır çevresi ölçümlerinizi alan sistem; yağ oranınızı, yağ kütlenizi, kilonuzu ve benzeri şeyleri kaydediyor. Tüm bu verileri size vererek; sağlığınızı değerlendiriyor ve kondisyon hedeflerinize doğru ilerleyebilmeniz için mükemmel bir ölçüm seti sunuyor. Aynı zamanda bu sistem giyim sektöründe büyük değişiklikler yaratabilir. Örneğin dünyanın herhangi bir yerinde vücudunuza mükemmel şekilde oturacak özel kıyafetler diktirebilmenizi sağlayabilir. Kullanımı daha farklı nasıl biçimlenir bilinmez ancak fiyatıyla ilgili tartışmalar devam edecek gibi görünüyor; çünkü bu ayna tam olarak 1.395 dolar... Kaynak: Nakedlabs


RdH B Ja + Hw = Proz

Riedel-de Haen

TM

Laboratuvar SOLVENT VE KİMYASALARINDA Lider Üretici

Burdick & Jackson

TM

Honeywell

Productivity 2

Flk Fluka

TM

TÜRKİYE YETKİLİ DİSTRÜBİTÖRÜ

avant ajlı ürünler için fırsatı yakalayın

Farklı çözümlere, Güçlü üreticiler...

.com

L a b o r a t u v a r Ü r ü n l e r i n d e O n l i n e A l ı ş v e r i ş i n Ye n i A d r e s i

Part of Avantor

Güçlü kaynak, güvenilir ve tecrübeli ellerde….

Kalıp fırınları Ön ısıtma fırınları Külleme fırınları Boru fırınları Hazneli fırınlar Eritme fırınları Yüksek ısı fırınları İmbikli fırınlar Vakum fırınları Lehimleme fırını Kurutma dolapları

Etüvler Vakumlu etüvler İnkübatörler ve soğutmalı inkübatörler Malzeme test kabinleri İklimlendirme kabinleri İklimlendirme simülasyon kabinleri Aydınlatmalı iklimlendirme kabinleri Ultra derin dondurucular CO2 inkübatörler

Araştırma ve endüstri için özel kimyasalların lider global üreticisi. Özel uygulama ihtiyaçlarına çözüm sunan 27000 den fazla araştırma kimyasalları

Türkiye tek yetkili temsilcilik...

bilime giden yol...

LABSİS LABORATUVAR ÜRÜNLERİ A.Ş. Tatlısu Mah. Erkaya Sok. Yüksel Office No:1 Kat:2 34774 Ümraniye / İstanbul Tel:+90 (216) 365 95 95 Fax:+90 (216) 540 21 51

www.labsis.com.tr www.labmarketi.com


TÜRK

İY

YENİ E

Bİ İL E

E’DE

PARTİKÜL KARAKTERİZASYON SİSTEMLERİ

Lazer Partikül Boyut Ölçüm Cihazları (0.01µm-5000µm) Nano Boyut (DLS) Ölçüm Cihazları (0,3 nm-8 µm) Zeta Potansiyeli Ölçüm Cihazları

www.bilimlab.com.tr

Yenişehir Mah. Aral Sk. Özkanca Plaza No:17 K:8 34779 Ataşehir / İstanbul T: (0 216) 575 08 54 (pbx) F: (0 216) 575 08 53 info@bilimlab.com.tr


BİYOMEDİKAL

www.labmedya.com

29

BEYİNDEKİ AKTİVİTELERİ DAHA İYİ GÖRÜNTÜLEYEN TEKNİK GELİŞTİRİLDİ MIT(Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)'deki araştırmacılar; elektrik sinyallerinin beynin içine tam olarak nasıl yayıldığını tespit eden bir görüntüleme tekniği geliştirdi. Hızlı elektriksel uyarılar yoluyla iletişim kuran nöronları takip edebilmek; düşünce, duygu ve davranışların beyin tarafından nasıl koordine edildiğini anlamak için en önemli basamaklardan biri. Manyetik rezonans görüntüleme(MRI); beynimizin çalışma şekli hakkında önemli bilgiler sunuyor ancak sadece belirli bir uyaran tarafından aktive edilen bölgeler hakkındaki verileri aktarıyor. Öte yandan elektrotlar da beyindeki aktivitelerin takip edilmesi için sıkça kullanılan ve hızlı sonuç veren araçlardan biri. MIT biyoloji mühendisliği bölümünden Doç. Dr. Edward Boyden; ''Bir kişinin beynine elektrot yerleştirmek; sadece o kişinin telefon konuşmasını dinleyerek anlamak gibi'' açıklamasını yaptı ve bu tekniğin yetersiz olduğunu ifade etti. Bu iki teknik yerine çok daha kesin ve işe yarar sonuçlar almak isteyen Edward Boyden ve ekibi; insan beyninde bulunan 86 milyar nöronun üstesinden gelebilmek için daha kapsamlı bir görüntüleme tekniği üzerinde çalışıyor. Beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçmek için tamamen farklı bir yaklaşım üzerine yoğunlaşan araştırmacılar; nöronlara yerleşebilen ve ışığa duyarlı olan bir protein geliştirdi. En önemli avantajı ise proteinlerin kırmızı ışığa maruz kaldığında hücrenin ne kadar gerilime sahip olduğunu gösteren flüoresan sinyalleri veriyor olması. Yani bu protein ile bilim insanları nöronların hangi durumlarda ne oranda gerilim uygulayarak iletişime geçtiğini tespit edebilir. En ilginç ve çalışmayı benzersiz yapan nokta ise bu proteinin geliştirilmesi sırasında gerçekleşti. Ekibin oluşturduğu proteinin ışığa karşı son derece duyarlı olması ve ışığa maruz kaldığında milisaniyeler içinde tepki vermesi gerekiyordu. Bunun için ekip, üretilen milyonlarca proteini tarayabilen ve çalışma için en uygun proteini belirleyebilen bir robot geliştirdi. Milyonlarca aday protein arasından araştırma için en faydalı olacak 5 protein robot tarafından belirlendikten sonra ekip; bu proteinlerin 8 milyon adet mutasyonunu oluşturdu. Bu mutasyon turunun ardından “Robot Archon1” en yüksek performanslı proteini seçmeyi başardı. "Bir geni alırsan, milyonlarca mutant gen

yapabilirsin ve sonunda en iyi çalışanları seçersin'' diyen Edward Boyden; robotun izlediği yolu ''evrimin doğadaki işleyişi”ne benzetiyor. Robot; proteinler ve onların mutantları arasından en iyi olanları seçmiş ve en sonunda oluşturulabilecek en yüksek performanslı proteini belirlemişti. Archon1'i bu kadar iyi performanslı yapan özellik ise gerilim ölçme konusundaki

hızının yanında doğru değerleri tespit etmesiydi. Hücre zarına yerleşen Archon1 böylece hücrelerdeki gerilimi en doğru şekilde tespit edebiliyordu. Bu proteini kullanarak farelerin, balık lavralarının ve solucanların beyin aktivitesini ölçen araştırmacılar; sonuçlardan oldukça memnun. Araştırmalarını geliştirmek ve şeffaf

olmayan organizmalarda da flüoresan sinyalleri almayı amaçlayan ekip, ilerleyen dönemlerde bu teknik ile insan beynindeki aktivitelerin de kolayca tespit edilebileceğini düşünüyor. Beyin aktivitelerinin anlamlandırılmasıyla alzheimer, epilepsi ve diğer beyin bozukluklarını anlama yolunda da önemli mesafelerin kat edilmesi bekleniyor. Kaynak: Newatlas

ÜRETİMDE TECRÜBE BULUŞMA NOKTASI

ÜRETİMİNİ YAPTIĞIMIZ ÜRÜNLER • ÇALKALAMALI İNKÜBATÖRLER (SOĞUTMALI&SOĞUTMASIZ) • SALLAYICILAR • GERBER SANTRİFÜJÜ • SOĞUTMALI SU BANYOLARI • KLİMATİK TEST KABİNLERİ • KAN BANKASI SOĞUTUCULARI • VAKUMLU ETÜVLER • ETÜV&İNKÜBATÖRLER • DESİKATÖR KABİNLERİ • YÜKSEK SICAKLIK FIRINLARI • KİMYASAL OKSİJEN İHTİYACI (COD) REAKTÖRLERİ • MİKROBİYOLOJİK EMNİYET KABİNLERİ • ÇEKER OCAKLAR • KİMYASAL SAKLAMA DOLAPLARI

Protek Lab Grup Profesyonel Labaratuvar Çözümleri Özanadolu Sanayi Sitesi 1458. Sokak No:30 İvedik OSB OSTİM-ANKARA +90 312 324 49 83-84 +90 312 324 59 74 proteklabtr.com


30

GENETİK PSİKOLOJİ

TÜRKİYE

DİSTRİBÜTÖRÜ

www.labmedya.com

HE R 10 0 IN SAN D AN B IR INI E TKILEYEN C ID DI B IR HASTALIK OLARAK L IT E R AT ÜRDE YERIN I AL AN ŞIZOFREN I, H ALK AR ASI NDA GEN ELLIKLE KIŞIL IK BÖLÜN M ESI YA D A ÇOKL U KIŞILIK OLARAK B IL INSE DE TAM M AN ASIYLA “B Ö L ÜNM Ü Ş-AKIL” ANL AMI N A GELIR VE BIR B E Y IN HASTALIĞID IR.

ŞİZOFRENİNİN GENETİK SEBEPLERİ ÇÖZÜLDÜ Beyin hücreleri arasında sinyal geçişini engelleyen genetik değişimlerin de şizofreninin temel sebebi olduğu çok güçlü bir ihtimal. Bilim insanları, beyindeki nöronlar arası sinapslarda gerçekleşen kimyasal uyarının iletimini harekete geçiren ve engelleyen genler ile şizofreni arasında çok güçlü bir ilişki tespit etti. Araştırmanın bulguları, bireysel çevresel şartlarla da ortaya çıkabilen ama çoğunlukla kalıtımsal genetik sebepleri ile şizofreniyi anlamamızı sağlıyor. Bu anlamda araştırmanın dört önemli noktası bulunuyor.

0212 252 12 27

www.biltekas.com info@biltekas.com

• GABAerjik: Sinyal mekanizmasının zarar görmesinin, şizofreniye ne kadar etkisi olduğu ilk kez tespit edildi. • Merkezi Sinir Sistemi (CNS) dışında “gen kopya sayısı” bozulmalarının bir etkisi görülmedi. • Şizofreni NMDAR ve ARC komplekslerinin dâhil olduğu, bulgularla

desteklendi. • Buna ek olarak, glutamaterjik sinyallerinin bozulmasının hastalığa etkisi tespit edildi. Sonunda neredeyse en yanlış anlaşılan hastalıklardan biri olan şizofrenide, neyin yanlış gittiğini anlamaya başlıyoruz. Neuron dergisinde yayımlanan bu öncü araştırma ile hastalık, daha geçerli bir şekilde modellendi ve gelecek dönem tedavileri için yön gösterici bilgiler toplamı derlenmiş oldu. Araştırma dâhilinde 11.355 şizofreni hastası ile sağlıklı insanların DNA’ları karşılaştırdı. Hastalarda; sinaps uyarısı ve uyarının engellenmesi ile ilgili görevlerde olan genlerde, gen kopya sayısı (copy number variations) olarak adlandırılan çok sayıda mutasyon gözlendi. Şizofreninin nörogelişimsel bir hastalık olduğu fikrini

destekleyen araştırma, bilim dünyasında tamamen genetik temellere odaklanıyor olmasından dolayı büyük bir heyecan yarattı.

sıklaşması olarak kendini gösteriyor. Diğer benzer çalışmalarda şizofreninin yaklaşık yüzde 60 ila 80 oranla genetik temelli olduğunu ortaya koyuluyor.

Günümüzde şizofreni tedavileri; dopamin nörotransmiterleri üzerine odaklanmış halde ancak son dönemdeki çalışmalar ile glutamat ve GABA nörotransmiterleri üzerinden yeni yaklaşımlar geliştirilebileceği düşünülüyor. Dopamin sentezini kontrol eden; glutamat ve GABA sistemleri arasındaki dengeyi kuracak ilaç tasarımlarında, bu çalışma temel alınabilecek bir niteliğe sahip. Geçen yıl içinde, bilim insanları 100’den fazla genin şizofreni üzerinde minör etkileri olduğunu tespit etti. Bu etkiler ergenliğin son dönemleri ve erken dönem yetişkinlik süresinde halisünasyon görme, yanılsamalar ve olmayan sesler duyma durumlarının

Kanıtlar hem çevresel hem genetik etkenlerin hastalıkta rol oynadığını net bir şekilde gösterirken, bilim insanları da hastalığın biyolojik temellerini anlamak üzere gen çalışmalarına odaklandı. Genetik yıkımların, beynin kimyasal dengesini bozabileceği ve aynı şekilde de şizofreniye ve benzeri hastalıklara sebep olabileceği bu araştırma ile tekrar ortaya çıkarılmış oldu. Gelecekte yapılacak olan benzeri çalışmalar temel alınarak; bireylerde şizofreninin gelişme ihtimali ve doğru mekanizmaların hedeflendiği tedavi yöntemlerinin, kişisel genetik durumlara göre tespit edilebileceği düşünülüyor. Kaynaklar: Cell / Neuron



PROSES TEKNİK SİSTEMLERİ

Cam Reaktör Sistemleri Cam Distilasyon Sistemleri Cam Evaporasyon Sistemleri Extraksiyon Sistemleri Filtrasyon Sistemleri Proses Üniteleri Kristalizasyon Üniteleri Atex Çözümler

DAHA FAZLASI İÇİN....

w w w. c a l i s k a n l a b . c o m


SICAKLIK KONTROL SİSTEMLERİ

Proses Termostatları Chiller

Sirkülasyon Banyoları Kalibrasyon Banyoları

Su Banyoları Yağ Banyoları

Ç A L I Ş K A N L A B G Ü V E N C E S İ Y L E S T O K TA N T E S L İ M

ÜRÜN KATALOĞUMUZU ÜCRETSİZ TALEP EDEBİLİRSİNİZ.

Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi 2492. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA Tel : 0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45 - 0 (539) 505 40 40 Faks: 0 (312) 278 37 23 - e-mail : info@caliskancam.com w w w. c a l i s k a n l a b . c o m - w w w. l a b o r a t u v a r c i h a z l a r i . c o m


34

GENETİK

www.labmedya.com

İKİ ANNEYLE, BABA OLMADAN YAVRU FARELER ÜRETİLDİ Çin Bilimler Akademisi’ndeki uzmanlar iki anneyle, baba olmadan yavru fareler ürettiklerini açıkladı.

aynı başarı sağlanamadı. İki babalı fare yavrularının hepsi doğduktan birkaç gün sonra öldü.

Normal üremenin kurallarını bozabilmek için genetik mühendislik bilimini önemli ölçüde kullanmak gerekiyor. Bilim insanları “bimaternal” (iki anneli) hayvanların sağlıklı olduklarını ve yavruların daha sonra kendi yavrularına da sahip olduklarını açıkladı. Ancak iki erkek fareden yavru üretme konusunda

NEDEN BÖYLE BIR ŞEY YAPILDI? İnsanlar da dâhil memeliler, sadece cinsel üremeyle çoğalabiliyor. Bir başka deyişle annenin yumurtası ve babanın spermi gerekiyor. Ancak doğanın geri kalanında aynı kurallar geçerli değil, bazı dişi balıklar, sürüngenler, amfibik canlılar ve kuşlar tek başlarına üreyebiliyor. Çinli araştırmacıların amacı da, aynı cinsiyetten ebeveynlerle yavru fare üretebilmek için eşeyli üremenin hangi kurallarını bozmak gerektiğini anlamaktı. Bu da bu kuralların neden bu kadar önemli olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktı. Francis Crick Enstitüsü’nden Prof. Robin Lovell-Badge “İlginç bir çalışma, bizi hindilere çevirebilmek için neler yapılması gerektiğini çözmeye çalışıyorlar” dedi. (Hindiler de cinsel ilişkiye girmeden üreyebiliyor)

PEKI, NASIL YAPTILAR? Genetik biliminin son buluşları kullanılarak deney gerçekleşti. İki anneyle işler daha kolaydı. Araştırmacılar; dişi farenin birinden yumurta, diğerinden de yarı kromozomlu embriyonik kök hücre aldı. Her ikisinde de DNA’nın oluşması için gerekenin yarısı vardı. Ancak bunları bir araya getirmek yeterli değildi. Uzmanlar gen düzenleme teknolojisiyle, bu iki yarıyı birbiriyle uyumlu hale getirebilmek için üç farklı genetik komutu sildi. İki babadan yavru üretmek ise daha karmaşık bir süreçti. Bunun için bir sperm, bir yarı kromozomlu embriyonik kök hücre, genetik bilgileri çıkartılmış bir yumurta ve tüm bunların uyumlu olabilmesi için yedi genin silinmesi gerekiyordu.

KURALLARI BOZARAK NE ÖĞRENDILER? Normal yolla; dişi kopya ve erkek kopya olmadan üremek mümkün değil. Buna genetik damga deniyor ve spermdeki DNA ile yumurtadaki DNA farklı damgalar vurarak nasıl çalışacağını değiştirebiliyor. Genetik damgalamadaki bazı hataların Angelman sendromu gibi hastalıklara yol açtığı söyleniyor. Araştırmacıların, iki anneden yavru fare üretebilmeleri için silmeleri gereken DNA parçaları da bunlardı. Çalışmayı yapan Dr. Wei Li; “Bu araştırma bize neyin mümkün olduğunu gösterdi. İki anneli farelerdeki hataların silinebileceğini ispatladık ve ayrıca memelilerde iki babalı üreme engelinin de zamanla aşılabileceğini gördük” dedi. Kaynak: BBC



36

SAĞLIK

Eczacı Başak OLGUN Eski çağlardan beri tedavide kullanılan ilaçların, bitkiler olduğunu biliyoruz. Hatta Sümerler ve Eski Mısırlılar döneminde söğüt ağacı kabuğunun kaynatılarak veya toz haline getirilerek ağrı kesici bir ilaç gibi kullanılmasını sağlamıştır. Söğüt ağacında hastalıklara iyi gelen madde ise Salisilik asittir. Hala en çok kullanılan ağrı kesiciler arasındadır. Bitkiler doğanın bize armağanı, mucizelerinden sadece bir kısmı… Tıbbi olarak kullanılan 3 bine yakın endemik bitki de ülkemizin zenginliği! Ama bitkisel ürünlerin doğal olması her zaman güvenli olduğu anlamına gelmiyor. Özellikle kronik hastalığı olan, sürekli ilaç kullanan, organ nakli olan kişilerin çok dikkatli olması gerekir. Etkinliği ve güvenliği klinik kontrollü aşamalarla kanıtlanmamış bitkisel ürünler önerilmemelidir. Peki ya, doz kontrolü? Kullandığınız ilaçlarla etkileşimi? Beslenme tarzınızla oluşturabilecek yan etkileri? Bunların kaçından haberimiz var? Daha bitki çaylarını kaynatmamız gerektiğini bile bilmiyoruz! İlk sorumuzdan başlayalım. Doz kontrolü her yerde olduğu gibi burada da karşımıza çıkıyor. Sonuçta 8-9 litre su

www.labmedya.com

BİTKİSEL OLMASI HER ZAMAN MASUM MU? içtiğimizde zehirlenme ihtimalimiz var. Su bile dozunda…

TOKSIKOLOJININ BABASI PARACELSUS: ‘’BÜTÜN MADDELER ZEHIRDIR. ZEHIRLE ILACI AYIRAN DOZDUR’’ Adaçayı antiseptik özelliğinden dolayı boğaz ağrılarında, yutkunma güçlüğünde kullanılır ama fazla doz kullanımı hamilelerde düşüğe neden olabiliyor. Ayrıca fitoöstrojen içeriğinden dolayı erkeklerde ve bazı hormon bozukluklarında kullanımı sınırlandırılmalıdır. Aynı şekilde fitoöstrojen içeren keten tohumu, yeşil çay, maydanoz bitkisine de dikkat etmek lazım. Maydanoz da düşük riski olan gebelerde kullanılmaması gereken “tamamen bitkisel”lerden… Bitki çaylarının kontrolsüz kullanımı karaciğerinize dokunabilir. Bu yüzden günde 3 fincandan fazla bitki çayı tüketilmemesi gerekir. Aleo vera’nın sarı tabakasındaki jeli, ciltte tahrişe neden olabilir. Dikkatli kullanım gerekir, yenmesi takdirde zehirlenme belirtileri gösterir. Zehirleyebilecek diğer bitki ve mantar türlerine bu yazıda yer veremiyorum bile…

Enerji arttırmak için kullanılan ve hatta vitaminlerin içeriğinde olan gingeng (Kore ve Sibirya), fazla kullanımda taşikardi riskini arttırabiliyor. Ayrıca mide bulantısı, baş ağrısı, uyku düzeninin bozulması, göğüste baskı, ciltte kuruluk gibi etkilerinde görülmesi mümkün… Unutkanlık için kullanılan gingko biloba bitkisi vazodilatasyon yaptığı için migren hastalarında kullanılmaması gerekir. İbuprofenle etkileşime girebilir. Yine aynı şekilde yanlış kullanımından doğan sorunlardan birisi de kabızlık… Bir diğeri ise sinemeki bitkisi, fazla kullanıldığında probiyotiklerimize zarar verdiğinden dolayı bağırsak tembelliği ve alışkanlık yapıyor.

BITKILERIN KULLANDIĞIMIZ ILAÇLARLA ETKILEŞIMI Sarı kantaron ve greyfurt TİP 3 A4 enzim inhibitörü olduğu için ilaç etkileşimleri yüksektir. Hatta son zamanlarda nar meyvesinin de ilaçlarla etkileşime girdiği bulundu. Sarı kantoron bu özelliği yüzünden dâhilen değil de açık yaralarda haricen kullanılması gerekir. Üzerlik bitkisi MAO inhibitörü gibi etki gösterdiğinden antidepresanlarla kullanılması önerilmez. Çok kuvvetli bir kan sulandırıcı olan varfarin ile koyu yapraklı bitkilerin, sarımsağın, zencefilin çok tüketilmesi iç kanama yapabiliyor. Işgın otu (physillıum) lityumu bağlayarak lityumun emilimini inhibe eder. Kış mevsiminde çok kullanılan ekinezya bitkisi de bağırsaktaki CYP3A4 aracılı metabolizma nedeni ile zayıf oral biyoyararlanımı olan ilaçlarla (verapamil, siklosporin A, takrolimus vb.) veya CYP3A4 ile metabolize olan terapötik indeksi dar olan ilaçlarla birlikte kullanımına dikkat edilmelidir. Valerian (kedi otu) ise benzodiazepinlerle ve diğer sedatif-hipnotik ilaçlarla birlikte kullanılmamasına özen gösterilmelidir. Kısaca kullandığımız ürünlerin bitkisel kaynaklı olması onun bize asla zarar vermeyeceği anlamına gelmiyor. Verdiğim örnekler daha da arttırılabilir. Dozu ve bitkinin cinsi çok önemlidir. Tıbbi bitkilerin, yanlış kullanıldığında ilaçlar gibi yan etkilere sahip olduğunu atlamayıp içtiğimiz her şeye dikkat etmek sağlıklı olacaktır. Sağlıklı ve huzurlu günlere…

SAÇ DÖKÜLMESİNE SON!

Tanju ÖZSOY

Sandal ağacının kokusunu taklit eden sentetik olmayan bir bileşik, laboratuvar koşullarında tasarlanan bir çalışmada insan derisindeki saç büyümesini teşvik etti. Bu bileşik, saç köklerinde koku reseptörlerini tetikleyerek çalışıyor ve bu durum hücre ölüm oranını azaltarak büyüme faktörü üretimini arttırıyor. Manchester Üniversitesi bilim insanlarından Ralf Paus, The Independent’a verdiği demeçte bu araştırmanın oldukça şaşırtıcı bulguları olduğunu belirtiyor. Paus, ayrıca çalışmanın basit ve kozmetik olarak yaygın kullanılan bir koku verici tarafından normal bir insan mini organının (örneğin saç) yeniden yapılandırılabilmesi ve düzenleyebilmesi açısından önemli olduğunu söylüyor. Bilim grubundaki bazı araştırmacılar tarafından laboratuvar ortamında yapılan önceki bulgular, yara iyileşmesi sırasında insan derisinde bulunan OR2AT4 reseptörünün sandal ağacı bileşiğine maruz kaldığında hücre büyümesini teşvik edici keratinositleri harekete geçirdiğini tespit etmiş. Bu nedenle de Paus ve meslektaşları bütün dikkatlerini OR2AT4 reseptörü üzerinde yoğunlaştırmış. Araştırmaya dâhil olmayan İngiliz Dermatologlar Derneğinden Nicola Clayton, çalışmanın insan kıl folikül reseptörü kullanılarak tasarlanması açısından etkileyici olduğunu belirtiyor. Saç dökülmesi gibi önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek bir konuda, OR2AT4 reseptörünü hedefleyen bileşiklerin kullanımı konusunda birçok laboratuvar ve klinik temelli çalışmanın yapılacağı kesin gibi gözüküyor. Kaynak: The-scientist


Ürünler ve Fiyat listelerimize www.introgen.com.tr web sitemizden ulaşabilirsiniz


38

YAPAY ZEKA

www.labmedya.com

KANSERE KARŞI EN BÜYÜK KOZ: YAPAY ZEKÂ Senanur AKGÜÇ Londra’daki Kanser Araştırmaları Enstitüsünden bir ekip, kanser çeşitlerinin nasıl ilerleyip gelişeceğini tahmin etmek için yapay zekâyı kullandı. Yapay zekâ bilgileri hızlı değerlendirebilir ve araştırmacılara hızlı bir şekilde yardımcı olabilir. “REVOLER” (Kanserin

TROFLAB Laboratuvar Ürünleri San.Ve Tic.Ltd.Şti

laboratuvarınızdaki çözüm ortağınız

. İşletme Kimyasalları · Analitik Kimyasallar · Laboratuvar Sarf Malzemeleri ve Teçhizatları · Kalite Kontrol ve Laboratuvar Cihazları · İş Güvenliği Malzemeleri . Methenamine for Timed Burning Tablet (zamanlı yanma test tableti)

Tekrarlanan Evrimi) adı verilen yeni bir teknik yapay zekâyı kullanarak kanser hücreleri içinde oluşan DNA mutasyonlarındaki kalıpları seçer ve elde ettiği bilgiyi oluşabilecek genetik değişiklikleri tahmin etmek için kullanır. Çalışma ekibinin lideri olan Andrea Sottoriva, araştırmayla ilgili şu bilgileri verdi. “Karmaşık veri kümeleri içinde gizli kalmış mutasyonların belirli kalıplarına dayanarak tümörlerin gelişiminde gelecekteki adımlar hakkında tahminlerde bulunabilecek güçlü bir yapay zekâ aracı geliştirdik. Bu araçla kanserin kozlarından birini -öngörülemeyen bir şekilde evrilmesiniyok etmeyi umuyoruz. Bu yapay zekâ aracını daha sonraki aşamalarda müdahale etmek içinde kullanabiliriz.” Eğer bir tümörün nasıl değişim geçireceği tahmin edilebilirse, hastanın hayatta kalma şansı arttırılarak tümör hücrelerinin, gelişmesi ya da direnç geliştirme şansına sahip olmadan önce kanserin durması için daha erken müdahale edilebilir. Ekip; tekrarlanan tümör mutasyonlarının belirli dizileri ile sağkalım sonucu arasında bir bağlantı buldu. Bu da DNA mutasyonlarının tekrarlayan modellerinin prognoz göstergesi olarak kullanılabileceğini düşündürdü. Yeni makine öğrenme tekniği, benzer hastalarda bulunan tümörler hakkındaki bilgileri aktarıyor. Bu metot genetik mutasyonların, tümörler içinde ortaya çıkması sırasındaki kalıpları yapay zekâ ile belirliyor ve bir tümörün kalıbını diğerinin mutasyonunu tahmin etmek için kullanıyor. Yapay zekânın; çok miktarda veri kullanımı gerektiren ve insanların gerçekleştirmesinin çok zaman alıcı, zahmetli hatta imkânsız olduğu bu görevle uğraşmasının uygun olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar; akciğer, meme, böbrek ve bağırsak kanseri ile ilgili önceki çalışmalarda bildirilen, 178 hastadan alınan 768 tümör örneğini kullandı. Her bir tümördeki değişiklikleri doğru saptamak ve karşılaştırmak için verileri her bir kanser türünde ayrı ayrı analiz etti.

www.troflab.com.tr | info@troflab.com.tr

0(212) 659 61 95 - 659 61 96 0(212) 659 61 97 Mahmutbey Mahallesi 2450. Sok. 29. Ada No:101 İSTOÇ - BAĞCILAR / İSTANBUL

Bütün bunların sonucunda; bilim insanları yinelenen kalıpları tanımlayarak mevcut kanser biyolojisiyle birleştirebilecek ve tümör gelişiminin gelecekteki yolunu tahmin edebilecekler. Kaynaklar: Labnews.co.uk / BiyoMedya


PSİKOLOJİ

www.labmedya.com

39

GÜRÜLTÜ VE PSİKOHİJYEN Uzm. Klinik Psikolog Rukiye KARAKÖSE

G Ü R Ü LT Ü ; IL K B AKI ŞTA Ö NE MS IZ GIBI GÖRÜ N SE DE, GÜN LÜ K H AYATIMI ZDA E N Y OĞUN O LARA K K A R Ş I KAR ŞI YA KAL DI ĞI MIZ KIRLILIK TÜ RLERIN DEN BIRID IR. RU H S A ĞL I ĞI ÜZE RI N DE T E HDIT OL UŞ TURAN Ç OK C ID DI BIR PROBLEM DIR. Gürültü, “gelişigüzel bir yapısı ve ses spektrumu olan, istenmeyen ses” olarak tanımlanır. Bir başka tanımda gürültü, zaman içerisinde bir sesin tayfsal yapısında (sesin frekans özelliğinde) gelişigüzel düzensizliklerin olması olarak açıklanır. Genel olarak ise beğenilmeyen, hoşa gitmeyen veya dinlenilmesine tahammül edilemeyen kısaca herhangi bir değeri olmayan sese veya seslere gürültü deriz. Hoşa giden rahatlatıcı seslere insanların ihtiyacı vardır. Sesin uyumsuz, düzensiz olması, kabul edilebilir olmaması ve istenen düzeyden yüksek çıkması o sesin gürültü olarak tanımlanması için yeterlidir. Özellikle büyük kentlerimizde gürültü yoğunlukları yüksek seviyede olup, Dünya Sağlık Örgütü’nce belirlenen ölçülerin üzerindedir. Bu nedenle İşyerleri Tüzüğü ve Kazalardan Korunma Yönetmeliğinin “Gürültü” ile ilgili bölümleri, belirli aralıklarla kontrol muayenelerini ya da diğer bazı önlemleri öngörmektedir. Kent gürültüsünü artıran sebeplerin başında trafiğin yoğun olması, sürücülerin yersiz ve zamansız klakson çalmaları ve belediye içerisinde bulunan endüstri bölgelerinden çıkan gürültüler gelmektedir. Meskenlerde ise televizyon ve müzik aletlerinden çıkan yüksek sesler, zamansız yapılan bakım ve onarımlar ile bazı işyerlerinden kaynaklanan gürültüler insanların işitme sağlığını ve algılamasını olumsuz yönde etkilemekte, fizyolojik ve psikolojik dengesini bozmakta, iş verimini azaltmaktadır.

GÜRÜLTÜNÜN OLUMSUZ ETKILERI Yüksek gürültü düzeyi; rahatı, emniyet hissini ve dolaylı olarak da çalışma verimliliğini etkiler. Gürültünün giderek artması kişiler üzerinde önce rahatsızlık duygusuna neden olmakta, arkasından konuşmayı zorlaştırmakta ve en sonunda da işitme gücünü azaltmaktadır. Düzeyi yüksek gürültü içinde uzun süre çalışmanın veya bulunmanın, işitme gücü üzerinde olumsuz ve onarılamayacak sonuçlar doğurduğu bilinmektedir. Gürültünün kronik baş ağrısı yaptığı, insanı alınganlaştırdığı ve öfkeli yaptığı da yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. Gürültünün insan üzerindeki olumsuz etkilerini kısaca şöyle sıralayabiliriz: • Fizyolojik etkiler, • Performans değişimleri, • Psikolojik rahatsızlıklar, • İşitme kayıpları. Gürültüye maruz kalan insanların uyku saatleri bozulur, iş verimleri düşer. Konuşulanların anlaşılamaması, işitme duyarlılığında geçici olarak azalma, yorgunluk, bezginlik gibi psikolojik problemler ortaya çıkmaktadır. Ani gürültüye maruz kalan insan vücudunda ani bir kas gerilmesi oluşur ve böylesi bir refleksin önlenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla gürültülü bir ortamda bulunan canlıların rahat etmesi mümkün değildir. Aynı zamanda fiziki dayanıklılığı da olumsuz etkilediğinden, gürültü vücut direncini de azaltır. Gürültünün bir diğer zararı da insan kalbine verdiği rahatsızlıktır. Araştırmacılar gürültünün kalp atışlarını

düzensizleştirdiğini, kanı koyulaştırdığını ve kan damarlarının kasılmasına sebep olduğunu ispatlamışlardır. Bu yüksek sese maruz kalma süresi ve gürültünün şiddeti, insana vereceği zararı etkiler. Endüstri alanında yapılan araştırmalar göstermiştir ki işyeri gürültüsü azaltıldığında işin zorluğu da azalmakta, verim yükselmekte ve iş kazaları azalmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre; meslek hastalıklarının %10’u, gürültü sonucu meydana gelen işitme kaybı nedeniyle oluşmuştur. Meslek hastalıklarının pek çoğu tedavi edilebildiği halde, işitme kaybının tedavisi yapılamamaktadır.

GÜRÜLTÜNÜN PSIKOLOJIK ZARARLARI Gürültünün insan üzerindeki geçici ve kalıcı zararları bir yana bırakılsa dahi sıkıntı, gerginlik, isteksizlik bile yeterince olumsuz etkilerdir. Gürültüden duyulan rahatsızlık, dinleyicilerin bir tepkisi olarak bilinmektedir ve zamana, zemine, gürültünün türüne göre yarattığı rahatsızlığın şiddeti de değişmektedir. Mesela gece saatlerinde duyulan bir ses, insanı gündüz saatlerinde duyulandan daha fazla rahatsız etmektedir veya düzensiz bir yapıya sahip ses, kişileri düzenli yapıya sahip olan sesten daha fazla rahatsız etmektedir. Ayrıca anlamsız olduğuna inanılan sesler de yine rahatsızlık unsuru olma özelliğine daha yatkındırlar. Bir diğer örnek ise kaynağını görebildiğimiz nitelikteki gürültüler, kaynağını göremediğimiz gürültülerden daha fazla rahatsızlık verici niteliktedir.

Gürültü psikolojik olarak sürekli gerilim, sinirlilik, şüphecilik gibi durumlara neden olur. Morali etkiler ve verimi azaltır. Gürültünün verdiği bu rahatsızlıklar kişilere ve durumlara göre değişebilir. Aniden meydana gelen gürültü insanların korkmasına ve kızgın hissetmesine neden olabilir. Aynı zamanda dinlenmeye engel olarak uykuyu da aksatır. Uyku problemi ise günümüzde son derece ciddiye alınması gereken bir rahatsızlıktır. Araştırmalarda uykuya dalma güçlüğü, uykuyu sürdürme güçlüğü, sabah erken uyanma ya da toplam uyku süresinin kısa olması gibi durumlardan birinin varlığı uykusuzluk olarak kabul edilmektedir. Şiddetli uykusuzluğu olan hastaların yaşam kalitesi önemli oranda azalmakta; buna karşın tedavi amacıyla doktora başvuru oranı düşük kalmaktadır. Halk sağlığına ilişkin çalışmalarda çoğunlukla göz ardı edilen gürültü faktörünün günümüzde özellikle büyük şehirlerde ciddiyetle ele alınması elzemdir. O halde ne diyoruz; doğal yaşam formlarını olumsuz etkileyen her şey kirleticidir ve kirliliktir. Gürültü de bunlardan biridir. Ancak gürültü kirliliği kaçınılmaz değildir; hep birlikte kontrol altına alabiliriz. Korunmak için psikohijyenle ilgili farkındalık geliştirmek ilk adım olabilir. Bize düşen belki de sadece insan olabilmek, dahası insan kalabilmek için bile bu zor zamanda epey çaba gerekiyor. Ne dersiniz, zor olsa da buna değmez mi?


40

KİMYA

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

Bu yazımda “Geleneksel yapısıyla Osmanlıda koku” konusu üzerinde duracağım. Bugün çok büyük bir pazar olan parfüm sektörünün kökleri çok eskiye dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde pek çok âdetin görünenden farklı bir yüzünün olduğu ve bu yüzde koku ve çiçek gibi çok zarif bir lisan kullanıldığı gözlenir. Mesela kız görmeye gittiğinizde şayet mevsimi ise vazo içerisinde taze beyaz zambak, mevsimi değilse; billur şişeler içinde zambak kokusu götürülmesi buna örnek olarak verilebilir. Bu vazodaki beyaz zambağın ya da billur şişedeki büyüleyici kokunun anlamı; “Allah’ın emriyle kızınıza talibiz” demektir. Burada akla “Neden beyaz zambak?” sorusu gelebilir. Bu çiçeğin seçilmesinin nedeni Osmanlıda ve sonrasında temizliğin ve saflığın beyaz zambak ile ilişkilendirilmiş olmasıdır. Anadolu’da halen bugün bile beyaz bir ten ya da çok iyi yıkanmış bir çamaşır “zambak gibi” deyimi ile ifade edilir. Bu zambak eşliğindeki ziyaret esnasında gelen gül şerbeti eğer karanfilli geliyorsa “Bizce de uygun, kızımızı isteyin” demektir. Yani çiçekler ve kokular bir alfabenin harfleri olarak da görülebilir. Toplum, özellikle evlilik ve gönül işlerinde sessiz ve çok zarif bir lisan geliştirmiştir. Ama kokunun etkisini ve kullanım alanını bununla sınırlandırmak mümkün değildir. Gerek üretimi, gerek ticareti ve gerekse yaygın kullanım alanı ile bu çok büyük getirisi olan bir pazardır aynı zamanda. Şayet gül şerbeti sade geliyorsa “Bizim rızamız yok” demektir. Özelliklede hat sanatçılarının, mürekkep içine yazdıkları hata göre bazen gül, bazen misk, bazen de amber kullanılması adettendir. Yine bir evin penceresinde kırmızı çiçek olması o evde gelinlik çağına gelmiş bir kız olduğuna; sarıçiçek olması ise o evde hasta olmasına delalettir. Osmanlı’da buluğ çağına gelmiş kızlar görücüye çıkmak istediklerinde erguvan kokusu kullanıldığı bilgisi de bugünlere kadar ulaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda koku kültürüne dair arşivler tutulmuştur. Çeşm-i Bülbül’lerden, tombaklardan yapılan ilk lüks parfüm kaplarıyla koku günlük hayata girmiş ve tarih dönemlerini bile güzel koku isimleriyle anmayı tercih etmiştir. Geleneksel Osmanlı parfümleri teknik olarak kokulu sular, kokulu yağlar ve galiye gibi özel kokulu macunlardan ibaret. Kolonya gibi alkol içerikli kokular ise 19cu yüzyılın son çeyreğine dek

www.labmedya.com

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA PARFÜM SANATI (MİSKÇİLİK) Osmanlı parfümcülüğünde hiç yer almamıştır. Osmanlı parfümleri denilince ilk akla gelen buhur suyudur. Buhur suyunun terkibine ve hazırlanışına ilişkin kayıt ise Topkapı müzesi arşivinde bulunan 1708 tarihli Çamaşırcı Başı Yusuf ağanın defterinde yer almakta. Bu kâğıda göre Padişah Çamaşırcı Başı tarafından sunulan buhur suyunu kabul ettiğinde 15 Altın Çamaşırcı Başına biner akçe de diğer yoldaşlara ihsanda bulunurdu. Bazı kaynaklar buhur suyunun saray dışında imal edilmediği ve halk arasında bilinmediği yalnızca sarayda imal edilip hükümdar devlet ricali ve saray erkânına dağıtıldığını yazsa da bu ifade gerçeği yansıtmamaktadır. 1640 tarihli Es-ar defterinde ve Evliya Çelebi seyahatnamesinde buhur suyunun İstanbul’daki misk satıcılarında ve gülsuyu esnafında bulunduğu halka satıldığı görülüyor. Osmanlıda sıkça bahsi geçen diğer bir koku da gülsuyudur. İslam inanışında Hz. Muhammed’in teri olarak kabul gören gül, aynı zamanda bu coğrafyanın en önemli kokulu çiçeklerinden biridir. Bu durum gülsuyu ve gülyağının değerli bir meta olmasına yol açmıştır. Gülsuyu, Osmanlı geleneklerinde de önemli bir yer teşkil etmiştir. Hem yabancı devlet elçisine, hem de ziyarete gelen bir komşuya gülsuyu ile birlikte buhur ikram edilir. Bununla beraber Mevlit gibi dini toplantılarda, hac karşılamalarında konukların ellerine gülsuyu serpme âdeti vardır. Yeni yapılan ya da onarılan camilerin ibadete açılmadan önce gülsuyu ile yıkanması, gül kokusunun İslam dinindeki ayrıcalığı göstermesi bakımından önemlidir. Gülsuyu Osmanlı mutfağına güllaç, su muhallebisi, güllabiye ve şerbetlerle girerken cilt ve göz hastalıklarına karşı da ilaç olarak kullanılmıştır.

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA KOKU KÜLTÜRÜNÜN DIĞER ÖGELERI Osmanlı’da gül dışında, misk ve amber de çok rağbet gören kokular olmuşlardır. Koku merakı; sadece güzellik, sağlık ve temizlikle sınırlı kalmamıştır. Hattatların Kur’an-ı Kerim’i kopyalarken kullandıkları mürekkebin, misk ve amberle karıştırıldığı el yazmalarında bugün bile fark edilmektedir. Geçmişten günümüze, bu amaçla

kullanılan doğal kaynaklar neredeyse hiç değişmemiştir. Yasemin, sümbül, gül, zambak, reyhan, ıtır, tefarik, sandal, öd ağacı, ful, kakule, tarçın, karanfil hala en seçkin kokuların hammaddelerini oluşturmaktadır. Sarayda; kimsenin ağzının, vücudun, ayağının kokmaması ve bunun içinde belli kurallar çerçevesinde yıkanması gerekirdi. Esans kullanımı statüye göre değişirdi. Valide Sultan’ın 70 gram esans kullanma hakkı varken; cariyelerin ayda 3 gram esans kullanma hakkı vardı. Üç gram esans çubukla sürüldüğünde 1 ay bile kullanılabilirdi.

Lobmeyr Islamic Enamelled Glass Scent Perfume Bottle, Signed & Inscribed With Motto

MISK VE AMBERDEN YAPILAN “GÂLLIYE” NEDIR? Osmanlı’da buhur suyu ve gül suyu dışında başka parfümler de kullanılmaktadır. Bunlar özellikle 17’inci yüzyıla ait kayıtlarda yer alıyor. Gâlliyeler hakkındaki en eski bilgilere 1640 tarihli Es’ar Defteri’nde rastlanıyor. Macun kıvamında olan gâlliyelerin ana bileşenleri misk ve amberdir. Bu yüzden oldukça pahalılardır. Gâlliye; misk ve amber karışımına sümbül, tütsülenmiş söğüt, saf beyaz mum ve nişasta eklenerek hazırlanmaktadır. Bu kokular “Gâliyedan” denilen küçük kaplar içinde saklanır ve parmak ucuyla çok az

alınarak saç ve kaşlar üzerine sürülerek kullanılır. 20’nci yüzyılın başlarına kadar seyyar esans satıcılarının çantalarında bulunabilen ve erkeklerin bıyıklarına sürerek kullandıkları galiyeler; Kaye-i misk-i fiamator ve Kalye-imisk-i Mısır olmak üzere iki şekilde anılmaktadır. Osmanlı’da kullanılan diğer bazı parfüm isimleri ise; ma-i kadı, ma-i amber, ma-i asilbent, ma-i maverd ve ma-i yasemindir. Evliya Çelebi’nin verdiği bu listeye, cilt üzerinden uygulanmasa da kişisel bir parfüm formu olarak değerlendirilmesi gereken şemmame’leri de katmak gerekir. Şemmameler; giysi üzerinde taşınarak koku yayan ya da elde tutularak koklanan, hatta yazı takımında koku yayması için bulundurulan küçük toplardır.

ÜZERLIK Üzerlik tohumlarını kurutmak halen yaygın olarak uygulanan bir gelenektir. Kahve; amber, damla sakızı veya mercanköşk ile kokulandırılırken; kokulu nargilelerin içilmesi de bu duruma günümüz örneği olarak verilebilir. Bugün de nazara karşı üzerlik; adaçayı, günlük yakmak, tüm odalarda bu tütsü dumanı ile kötü etkilerden kurtulmak için kullanılmaktadır. Yine adaçayı da bu amaçla yakılan bir bitki olup gelenek olarak günümüzde de yer yer devam etmektedir. Son olarak Sigmund Freud’un da dediği gibi “Duygusal bir tepkiyi tetiklemenin en hızlı yolu kokudur.”

Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir’in kaleme aldığı “Parfüm” kitabı Kimya biliminin sanatsal yönünü konu alıyor. Parfümün sezgisel ve sanatsal bir kombinasyon olduğunu savunan yazar, kokunun kişinin ruhunu ve karakterini yansıttığına inanıyor. Yazarımız, bu kitabıyla okurlarını büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Ayrıca kitabın, ülkemizde yazılan en kapsamlı ve bilimsel parfüm içeriğine sahip olduğunu ifade ediyor. Parfüme ilgi duyan herkese tavsiye ediyoruz.


Nastech Zamanı

Zamanınızın Buharlaşmasına izin vermeyin!

Δ20 Kuralına saygı

75 % kapasite ile yoğunlaştırıcı

Kural 20 °C. Isıtma sıcaklığı, buhar sıcaklığı, soğutma sıcaklığı farkları en az 20 °C Örneğin

Yoğunlaştırılmış çözücünün yüksekliğini kondenserin bobinleri üzerinde izleyin. Bu yükseklik yüklemeyi belirler. Basınç, çözücünün kaynama noktasını belirler.

1 0 ° C Soğutma Sıcaklığı ∆ 20 °C (Yoğunlaşma) 3 0 °C Buhar Sıcaklığı

Kondanser Aşırı Yüklü > Basıncı arttırın (ör. 300 ila 430 mbar) > Soğutma sıcaklığını düşürün > Delta 20 kuralına saygı göster

∆ 20 °C (Buharlaştırma) 5 0 ° C Banyo Sıcaklığı

Çok düşük basınç, kaynama noktasının oda sıcaklığına çok yakın olmasından dolayı toplama balonunda tekrar buharlaşmaya neden olabilir. Sıcaklık farkının arttırılması, daha yüksek bir buharlaşma oranının yanı sıra daha yüksek bir enerji tüketimiyle sonuçlanır..

Konderser Azalıyor > Basıncı azaltın (ör. 340 - 300 mbar) > Isıtma banyosu sıcaklığını artırın > Delta 20 kuralına saygı göster Optimum kondenser yükleme Damıtma dengededir - buharlaşma için enerji girdisi ve kondenser üzerinden enerji çıkışı dengede.

İpucu: Arabirimin solvent kütüphanesi, mevcut ısıtma banyosuna ve soğutma suyu sıcaklıklarına göre ideal boşluğu ayarlar. Parametrelere henüz ulaşılmamış olsa bile, damıtma işleminin hemen başlatılmasını sağlar.

İpucu: Daha yüksek damıtma verimi elde etmek ve düşük kaynama noktalı solventleri damıtmak için, Yüksek Performanslı yoğuşmayı çift soğutma alanı (3000 cm²) ile kullanın.

Basıncı optimize edin

Daha büyük şişeler kullanın

pressure

Vakum, çözücünün kaynama noktasını düşürmek için kullanılır. Damıtma daha düşük bir sıcaklıkta gerçekleştirilebilir..

time

Pressure

pressure fluctuation

Auto-Stop

Time

Yavaşça başlayın Ani taşmaları ya da köpürmeyi önlemek için basıncı istenen ayar değerine yavaşça azaltın.

% 50' ye varan performans artışı Buharlaşma şişesi hacminin iki ye katlanması, performansı %50'ye kadar artırabilir.

Çalışma basıncını akıllıca seçin İlgili çözücü için tavsiye edilen değerleri araştırmak için bir çözücü tablosu veya entegre bir solvent kütüphanesi kullanın..

Dolum seviyesini 1/2 altında tutun İşleme sebeplerinden ötürü - çözücü seviyesi, buharlaştırma balonunun 1 / 2'sinin altında tutulmalıdır.

Basıncı kararlı tut Ani basınç değişimleri damıtmayı durdurur ya da çarpma yaratır. Bir örnek kontrol sistemi, bu gibi olayları indirir.

Balonu derine daldırın Buharlaştırma şişesi içindeki çözücü seviyesi, ısıtma banyosu ortamının seviyesinden daha düşük olmalıdır.

AutoDest sensörü Sistem tarafından sürekli olarak ayarlanan belirli ayarlarla otomatik damıtma yapar.

İpucu: Zaman kazanmak için daha büyük bir açıklığa sahip balon kullanın! Ürününüzü işlemin sonunda çıkarmayı kolaylaştırır ve kullanıcının temizliği daha kolaydır.

Köpük sensörü Sistemi geçici olarak havalandırarak numunenin kondenser içine köpürmesini önler. İpucu: Katılımsız otomatik damıtma için, köpük sensörünü AutoDest sensörü ile birlikte kullanabilirsiniz.

Temel kullanıcı eğitimi BUCHI AKADEMİSİ “Kullanıcı”

Gelişmiş eğitim kursları, bilimsel destek ve fizibilite çalışmaları ve sürekli danışmanlık programları sayesinde laboratuvar personelinin zaman verimliliğini artırın. Sertifikalı servis uzmanımız, personelinizi kolay bakım ve aşınma parçalarının değişimi ve temel sorun giderme konularında eğitecektir..

Dönme, buharlaşma için mevcut yüzey alanını ve ayrıca banyodaki ve çözücüdeki türbülansı büyük ölçüde artırır. Bu türbülans banyodan ısı transferini artırır. Dönüş hızını maksimum değerle hazırla > Yüksek damıtma oranı > Darbeleme / köpürmeyi azaltabilir

App İpucu: Monitör Uygulaması canlı bir görünüm sunar ve işlem parametrelerinin grafiklerini görüntüler. Push bildirimleri de zamanınızı daha iyi kullanmanıza izin veren bilgisayarınıza veya cep telefonunuza gönderilir!

Dönüş hızını artır

Hızlı reaksiyon süresi BUCHI BAŞLAT “Install”

Başlangıçtan itibaren en yüksek verimi elde etmek için profesyonel kurulum. Enstrümanların kurulumunu iyileştirmek, işlemleri hızlandırmak ve prosedürlerde zaman tasarrufu sağlamak için özel uygulama eğitimi ve özel destek çözümleri sağlanmaktadır.

Dönüş hızını düşük tutun > Yüksek viskozite örnek > Tozların kurutulması İpucu: Numunelerinizi kurutmak için Arayüzdeki Kurutma modunu seçin. Kurutma modu, bir bulamacın kurumasını sağlamak için belirli bir süre boyunca kullanıcı tanımlı aralıklarda dönüş yönünü değiştirir..

Nastech Turkey Laboratuvar Çözümleri Sultançiftliği Mahallesi Sultan Murat Caddesi No:26/4 Çekmeköy / İstanbul 0 850 888 0 627 | 0216 484 0 004 www.nastech.com.tr | satis@nastech.com.tr


42

GIDA

www.labmedya.com

SUÇLU KİM? KARBOHİDRATLAR MI, YAĞLAR MI? Yüksek Gıda Mühendisi Osman EREN

İ LK I N S A N D A N BU YANA B I ZL E R S Ü R E KL I H ASTA L I K L A R L A M Ü CA D E L E H ALI N D E Y I Z. HE R DÖN E M M U H A K KAK K I T OP L U M L A R DA YAY G I N G Ö RÜ L EN H ASTA L I K L A R VARD I R , K I M I ZAMAN BU “ V E BA ” O L D U K I MI Z A M A N D A “SU ÇI ÇE Ğ I ” . B I L IM V E T E K NO L O J I N IN ILE RLE M E S I BA Z I H ASTA L I K L A R I DA YE NM E M I ZI S AĞ LA D I A M A H AYAT Ş A R T L A R I NI N DEĞ I Ş M E S I Y E N I H ASTA L I K L A R I N V E P R O BL E M L E R I N O LU ŞM A S I NA N E DE N O LD U . Günümüzün en yaygın problemlerinden biri hepimizin bildiği obezite. Problem deniliyor; çünkü hastalık olup olmadığı konusunda uzmanlar bile hemfikir değil. Obezite; cerrahisi, ilaçları, tedavi süreçleri ile devasa bir “sektör” haline gelmiş durumda. Şüphesiz ki sağlıksız (fast food) beslenme ve hareketsiz yaşam, bu durumun oluşumundaki en önemli etkenlerinden. Obezite; diyabetten

kalp-damar hastalıklarına, depresyondan kansere kadar çok farklı hastalıkların tetikleyicisi olabiliyor. Bu problemin faktörlerinden biri olarak gösterilen “Sağlıksız beslenme” kelimelerinden kasıt tam olarak nedir sizce? Aslında bu konuda da bir fikir birliği olduğunu belirtmek zor. Kimi uzmanlar basit karbohidratları (şeker) baş sorumlu olarak görürken, kimi uzmanlar da yağları suçluyor. 1980’den 2000 yılına kadar ABD’de obezite oranında %100’lük bir artış meydana gelmiştir. Son 40 yıldır yağ yönünden düşük seviyeli bir beslenme tavsiye edilse de obezite oranlarında herhangi azalma meydana gelmediği görülüyor. Bilakis artışın meydana gelmesi şüphelerin yağ dışında farklı bir etken üzerine yoğunlaşmanın gerekliliğini ortaya koyuyor. Halk arasında “Mutluluk hormonu” olarak da bilinen “Seratonin”nin salgılanması; gıda alınımı ile kontrol ediliyor. Bilimsel araştırmalara göre, karbohidrat alımı bu hormonun salgılanmasını tetikliyor. Bir diğer değişle karbohidratlar, beynin ödül mekanizmasında rol alıyor. Bunu doğrulayacak bir şekilde, bazı insanların karbohidrat almanın kendilerini mutlu ettiklerini ifade etmeleri teori ile pratiği uyumlu hale getiriyor. “Mutlu” olan beyin daha çok mutluluk istiyor ki bunun sonucu da daha fazla şeker tüketme isteği ile neticeleniyor. 1971-2000 yılları arasında günlük diyette karbohidratlardan alınan enerji yüzdesinde ve miktarında bir artış görülürken yağlardan alınan kalori yüzdesinin, günlük alınan toplam kaloriye oranla azalması söz konusudur; fakat alınan toplam yağ miktarında herhangi önemli bir değişiklik olmamıştır. Şeker alınımındaki artış özellikle alkolsüz içeceklerde bulunan “Sakkaroz” ve “Yüksek Fruktozlu Mısır Şurubu” tarafından temsil ediliyor. 1970’lerden

bu yana şekerli içeceklerin boyutlarının ve tüketiminin artması, basit karbohidrat tüketiminin artmış olduğu anlamını da doğal olarak taşıyor. Basit karbohidratlar (şeker) dışında kompleks karbohidratların tüketiminde ne kadar artış olduğu ise tam olarak belli değil. Sadece Türkiye için konuşursak; ekmeklik buğdayların rüşeym (embriyoöz) ve kepek kısmının alınıp, ekmek hamurunun nişasta olan buğdayın orta kısmından yapılması neticesinde kompleks karbohidrat tüketiminin azaldığı sonucunu da çıkarabiliriz. Burada kepek ve rüşeyme değinecek olursak, bu iki öğe çok önemli besin maddeleri barındırıyor. Rüşeym, buğdayın embriyosudur yani bir nevi buğdayın yaşam kaynağı. 1 ton buğdaydan ancak 1 kilo elde edilebilir ve içerisinde yüksek oranda E vitamini, doymamış yağlar, diyet lifi, bitki sterolleri ve protein gibi besin maddeleri ihtiva eder. Kepekte ise yüksek oranda lif ve B grubu vitaminler bulunuyor. Özellikle bağırsak sağlığı için bu bileşenlerin vücuda alınması çok önemli. Ancak fazla oranda alınan kepeğin bağırsaklarda mayalanıp mide de ekşime yaptığı ve çeşitli rahatsızlıklara neden olduğunu öne süren görüşler de mevcut. Günümüzde sadece obez olarak tanımlanan kişi sayısında değil, normal kilolara sahip insanlarda bile günlük alınan ortalama kalori değerinde artışlar meydana geliyor. Karbohidrat yönünden zayıf beslenmenin kilo kaybı sağladığı belirlendi evet; ancak aynı derecede düşük yağlı beslenmenin de kilo kaybına neden olduğu gözlemlendi. Özetle hem şeker hem yağın azaltılması kilo kaybı sağlıyor; fakat karbohidrat tüketiminin azaltılması sonucu meydana gelen kilo kaybının daha fazla olduğu bunun gibi çeşitli araştırmalar ile ortaya konuluyor. 1990’lı yıllarda vücutta birikmiş yağların, aşırı yağ tüketimi ile ilgili olduğuna dair çeşitli çalışmalar yapıldı ve bunun için bazı hipotezler öne sürüldü. Hayvan

deneylerinde yağ tüketiminin obeziteye neden olduğu gözlemlenirken; insan klinik çalışmalarında ise düşük yağlı gıdaların kilo vermeyi sağladığına dair çalışmalar yayınlandı. Şu durumda yağları veya karbohidratları hayatımızdan çıkarmalı mıyız? Elbette bunun cevabı, menfi olacaktır. Beslenme de temel kavram denge olmalı. Bilim insanları; tam tahıllı karbohidratların yani lifli gıdaları tüketmenin insülin direncinde kontrol sağladığı için önemli olduğunu rapor ediyor. Obezitede ki temel kavramın da insülin direnci olduğunu söyleyen araştırmacılar; yıllardır direnç mekanizmasını çözmenin ve bunu yenmenin yolarını arıyor. Tip 2 diyabetli 10 hasta üzerinde yapılan düşük karbohidrat diyetli bir çalışmada; 2 hafta sonunda hastalarda yaklaşık olarak 1,5 kilo verdiği gözlemlendi. Aynı zamanda plazma trigliserid ve kolesterol seviyelerinde de bir azalma olduğu belirlenirken, lifli gıdaların sadece insülin direnci için değil aynı zamanda sindirim sistemi için de çok önemli fonksiyonlara sahip olduğu tanısı ortaya kondu. Sonuç olarak; stresli yaşam koşulları, çevresel sorunlar, şehir hayatının getirdiği problemler nedeniyle günümüzde hastalıkların profilleri mecburen değişti. Dün çok nadir olarak görülen bazı sorunlar, bugün çok yaygın hale gelmeye başladı. Obeziteyi tek bir faktöre indirgemek elbette mümkün değil; fakat bu sorununun önlenemez bir durum olmadığı artık kesinleşiyor. Dengeli beslenme ve hareketli yaşam çoğu hastalıkta olduğu gibi obezitede de çok önemli engelleyici bir rol oynuyor. Sağlıklı kişinin yaşam biçimi; lifli gıdalar, yeterince protein, yağ, vitamin ve minerallerden oluşan yani içerik yönünden zengin bir beslenme olması gerektiği savı daha da güç kazanıyor. Kaynaklar NCBİ / memorial / sciencedirect / nutricionhospitalaria


ECZACILIK

www.labmedya.com

BURUN SPREYİ VE SES DALGALARIYLA BEYNE DOĞRUDAN İLAÇ GÖNDERMEK MÜMKÜN!

MERK E ZI S I N I R SI ST E M I Y L E I L GIL I H ASTA L I K L A RI N T ED AV I S I ; D O Ğ R UDAN ILAÇ E NJ E K T E ED I LE M E D I Ğ I NDE N D I Ğ E R L E R I NE GÖR E D AHA Z O RD U R . Bu sorunu ortadan kaldıran yeni yöntem ise oldukça merak uyandırıyor. Kan-beyin bariyeri; merkezi sinir sistemi ile vücudun diğer kısımlarını birbirinden ayıran, kimyasal maddelerin ve yabancı cisimlerin geçişini kontrol eden, beyin sağlığı açısından oldukça hayati öneme sahip bir mekanizmadır. Bu mekanizma; beyni ve sinir sistemini dış etkenlere karşı korurken, tedavi amaçlı gönderilen kimyasalları da engelleyerek tedavi zorlaştırır. Washington Üniversitesi bilim insanları daha önce yaptığı bir araştırmada; burun spreyi vasıtasıyla vücuda alınan ilaçların bu bariyeri geçerek doğrudan beyne gidebildiğini keşfetmişti. Şimdilerde ise bu yöntem geliştirilerek, ilaçların beyin içerisinde gerekli olan yere gönderilmesini sağlayan bir metot oluşturuldu. Ancak beyin, ilaçların doğru adresi bulması için oldukça karışık bir yapıya sahip. Bu nedenle bu ilaçlar, beynin derinliklerindeki dokulara ulaşmada istenilen düzeyde başarılı olamayabiliyor. Ekip yeni geliştirdikleri bu teknikle; nano parçacık halindeki kimyasalları beyinde istenilen noktaya göndermeyi başardı.

İlaç; yine sprey aracılığıyla burundan vücuda verilirken, mikro kabarcıklardan oluşan bir ultrason ajanı normal yolla vücuda enjekte ediliyor. Sonrasında beynin istenilen bölgesine ultrason dalgası gönderilerek ajanlar uyarılıyor. Ses dalgalarına maruz kalan mikro kabarcıklar genişleyip birleşerek nano parçacık yapısındaki kimyasalları beynin derinliklerine taşıyor. Kabarcıklar ses dalgalarının etkisiyle titreşmeye başladıklarında ise barındırdıkları ilacı etrafına, yani beynin istenilen bölgesine salıyor. Bu sayede ilacın, hastalıklı bölgeye doğrudan gönderimi sağlanıyor. Yöntem; ilacın etkisini arttırdığı gibi vücudun diğer bölgelerine yayılmadığı için istenmeyen yan etkiler de görülmüyor. Metodu fareler üzerinde deneyen bilim insanları; sprey aracılığıyla altın nano parçacıkları göndererek ultrason dalgalarıyla beyin sapına başarıyla ulaşmasını sağlamış oldu. Yapılan PET taramasında altının diğer organlarda minimum düzeyde biriktiği tespit edildiğinden bir sonraki adım kararlaştırıldı: Kemoterapi ilaçlarını doğrudan beyindeki tümöre göndermek… Metodu daha da ileriye götürmek isteyen ekip tekniği geliştirerek, genellikle çocuklarda görülen ve tedavisi en zor tümör olarak bilinen DIPG (Diffuse Intrinsic Pontine Glioma) için kullanılmasını mümkün kılmak istediklerini belirtiyorlar. Kaynak: Newatlas

İşinin Profesyonelleriyle ANAHTAR TESLİM LABORATUVAR KURULUMU

43


44

FİZİK

www.labmedya.com

NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ 55 YIL SONRA İLK KEZ BİR BİLİM KADININA VERİLDİ 2018 Nobel Fizik Ödülü, Kanadalı bilim kadını Donna Strickland ile Amerikalı bilim adamı Arthur Ashkin ve Fransız bilim adamı Gerard Mourou’ya verildi. Donna Strickland, 55 yıl sonra bu ödülü alan ilk bilim kadını oldu. Ödül; Donna Strickland’a lazer fiziği alanındaki çalışmaları nedeniyle verildi. Strickland optik cımbız adı verilen ve biyolojik sistemleri araştırmak için kullanılan bir lazer tekniği geliştirdiği için ödüle layık görüldü. Bu sayede Donna

Strickland, ödül alan tarihteki üçüncü bilim kadını oldu. Daha önce bu ödül; 1903 yılında Marie Curie’ye, 1963 yılında ise Maria Goeppoert-Mayer’e verilmişti. Amerikalı bilim adamı Arthur Ashkin ve Fransız bilim adamı Gerard Mourou da aynı alanda gerçekleştirdikleri çalışmalar başarılı görülerek ödülü Strickland ile paylaştı. Mourou ve Strickland; lazerle göz cerrahisi alanında da kullanılabilecek, yüksek yoğunluklu ve çok kısa lazer atışları elde etmeyi başardı. 3 bilim insanı; Nobel Fizik Ödülü ile birlikte 9 milyon İsveç Kronu’nun da (yaklaşık 6 milyon TL) sahibi oldu. Kanada’nın Waterloo Üniversitesi’nde görev yapan Doktor Strickland; ödül ile

ilgili olarak “Bunun çılgınca olduğunu kabul etmelisiniz ki benim de ilk tepkim bu oldu. Acaba gerçek mi diye kendime sordum” açıklamasıyla duygularını ifade etti. Nobel Fizik Ödülü’nü en son kazanan Almanya doğumlu Amerikalı bilim kadını Maria Goeppert-Mayer; atom çekirdekleri buluşlarıyla ödüle layık görülürken; 1963 yılında kayda geçen bu başarıdan 60 yıl önce ünlü fizikçi Marie Curie radyoaktivite ile ilgili buluşları neticesinde bu ödülü kazanmıştı. Marie Curie de ödülü eşi Pierre Curie ve Antoine Henri Becquerel ile paylaşmıştı. Kaynaklar: EduLife Canada / BBC

İŞTE TÜM EVRENİN HARİTASI! Günün birinde evrenin uzak köşelerine turistik amaçlarla gidebilmek mümkün hale gelirse yanınıza almanız gereken bir şey var, harita. Pablo Carlos Budassi isminde bir sanatçı NASA teleskoplarının ve diğer uzay araçlarının çekmiş olduğu fotoğrafları bir araya getirerek tüm evreni tek bir görsele sığdırabilmeyi başardı. Budassi’nin oluşturmuş olduğu evren haritası alışageldiğimiz dünya haritalarından oldukça farklı. Öyle de olması gerekiyor çünkü tek kelimeyle “Evren” deyip geçtiğimiz devasa hacmin içerisinde 400 milyardan fazla galaksi ve 300 sextilyon (3×1023) kadar yıldız olduğu tahmin ediliyor. Böylesine muazzam bir büyüklüğün haritasını çizebilmek için farklı bir harita tekniği

kullanmak kaçınılmaz. Budassi’de evren haritasını logaritmik harita tekniğini kullanarak oluşturmuş. Bilindiği gibi her harita belli bir ölçekte çizilir. Ölçek, haritalandırılan bölgenin harita üzerinde hangi oranda küçültüldüğünün bir ifadesidir. 1/2 ölçekli bir haritada resmedilmiş bölgenin gerçeğin yarısı kadar küçültülerek çizildiği anlaşılır. Logaritmik haritalarda ise daha farklı olarak sabit bir ölçekten bahsedilemez. Bu haritalarda ölçek merkezden dışa doğru azalır. Bu da haritanın merkezindeki objelerin daha büyük ölçekli yani daha detaylı çizildiği anlamına gelir. Devasa alanların çiziminde logaritmik haritalandırma tekniği tercih edilir. Yukarıda gördüğünüz Budassi’nin

evren haritası, tahmin edebileceğiniz gibi merkezine güneşi alıyor. Onun çevresinde dünyamızla birlikte güneş sisteminin diğer gezegenleri sıralanmış. Harita üzerinde Mars ve Jüpiter arasında kalan asteroit kuşağı ve güneş sisteminin etrafını saran bir kuyruklu yıldız kümesi olan Oort bulutu da yer alıyor. Harita merkezinden uzaklaştıkça samanyolu galaksisinin sahip olduğu diğer yıldızlara ve daha da ötede başta bize en yakın galaksi olan Andromeda’ya ve diğer galaksilere yer verilmiş. Ölçeğin giderek büyümesiyle en dışta kalan galaksileri karmaşık kozmik ağın birer parçası olarak ışıldayan iplikçikler halinde görüyoruz.

ışıması olan kozmik mikrodalga arkaplan ışıması. En dıştaki bütün haritayı çevreleyen gri halka ise kuark – gluon plazması. Kuark - gluon plazması, evreni büyük patlamadan sonraki ilk birkaç mikrosaniyede tümüyle dolduran bir parçacık çorbası olarak düşünülebilir. Budassi’nin oluşturduğu harita bilinen tüm evreni tek bir görsele sığdırmayı başarabildiğinden hem bilimsel hem de sanatsal açıdan önemli bir çalışma olarak görülüyor. Gelecekte gerçekleşmesi olası olan turistik uzay gezilerinde yanımızda götürmemiz gereken evren haritasının ilk taslağı da böylelikle oluşturulmuş oluyor. Kaynaklar: Science Alert / Science.Mic / Herkesebilimteknoloji

Bu ışıldayan şeritleri saran ilk halka evrenin en erken elektromanyetik


ETKİNLİK

www.labmedya.com

45

LABMEDYA KİEV’DE “ICINSE” VE “ITWCCST” KONGRESİNDE! LabMedya olarak; 07-10 Eylül 2018 tarihleri arasında Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri olan Kiev’de gerçekleşen “2. Uluslararası Doğa Bilimi ve Mühendisliğinde Yenilikler Konferansı” (ICINSE 2018) ve “4. Uluslararası Türk Dünyası Kimya Bilimi ve Teknolojileri Konferansı”ndaydık. (ITWCCST 2018) Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda yoğun ilgi gören kongre; yeni projelere ve yeni ilişkilere kapılar açtı. Ukrayna’da gerçekleşen; Sakarya Üniversitesi ve Ukrayna Ulusal Teknik Üniversitesi tarafından düzenlenen bu konferansa; dünyanın dört bir yanından bilim insanları katıldı. Organizasyonun temel amacı;

üniversiteler, şirketler, kurumlar, topluluklar, ajanslar, dernekler, araştırmacılar, bilim insanları ve uzmanları bir araya getirerek; onlara doğal bilimler ve mühendislikteki son gelişmeleri ve yenilikleri sunmaktı ki başarıyla sona erdi. Özellikle genç araştırmacıların ve doktora öğrencilerinin yoğun ilgi gösterdiği 4. Uluslararası Türk Dünyası Kimya Bilimi ve Teknolojileri Kongresinin kapsamı ise oldukça geniş. Tarım Kimyası, Analitik Kimya, Biyokimya, Kataliz, Kimya Mühendisliği, Kromatografi ve Ayırma Teknolojisi, Çevre Kimyası, Gıda Kimyası, Yeşil Kimya, Heterosiklik Kimya, Hümik Asit, İnorganik Kimya, Tıbbi Kimya,

Metal ve Malzeme Kimyası, NanoKimya, Organik Kimya, Organometalik Kimya, Petrokimya, Farmasötik Kimya, Fotokimya, Fiziksel Kimya, Fitokimya, Bitki Kimyası, Tekstil Kimyası, Su Kimyası gibi birçok içeriğe sahip. Uluslararası konferansta yer alan tüm katılımcılar; bilimsel ve mesleki çalışmalarının yanı sıra, doğal bilimler ve mühendislik alanlarındaki çeşitli bilgi ve tecrübelerini paylaştı. Türkiye, Litvanya, ABD, Meksika, Ukrayna, Azerbaycan, Kuveyt, Kazakistan, Bulgaristan, Mısır, Cezayir, Belarus, Bosna Hersek, Bangladeş, Irak, Polonya, Hindistan, İran, Yunanistan, Güney

Afrika, Ürdün, Malezya, Lübnan, Fas, Brezilya ve Pakistan’dan katılan birçok kişi organizasyondan oldukça memnun ayrıldı. Özgün bir platform niteliği taşıyan kongre; Sakarya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih SAVAŞAN’ın ve Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yılmaz DAŞÇIOĞLU’nun destekleriyle gerçekleşti. Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet TUTAR’a ve bu kusursuz organizasyonda bize ev sahipliği yapan, tüm emeği geçenlere LabMedya olarak teşekkür ediyoruz.

SpectraAlyzer NIR teknolojisi ile HIZLI ve GÜVENLİ analizler…

UN ANALİZLERİ

GIDA ÜRÜNLERİ ANALİZİ

Buğday, mısır, pirinç ve diğer nişastalı ürünlerde · Renk · Nem · Nişasta · Gluten · Sedimentasyon · Kül · Protein

Toz, püre ve yağ halindeki numunelerde · Nem · Kül · Şeker · Yağ · Protein · Nişasta · Asitlik

ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI ANALİZLERİ · Nem · Peroksit sayısı · Yağ

· Yağ asitleri · Asitlik

ŞARAP VE İSPİRTOLU İÇKİLER

TAHIL ANALİZLERİ

· Şeker (Glukoz/Fruktoz) · pH · Organik asitler · Toplam asitlik

· Gliserin · Yoğunluk · Renk

Buğday, kanola, mercimek, fasulye, bezelyede · Nem · Sertlik · Nişasta · Protein

İstiklal Mah. Bahçe Sok. No:13/6 34762 Ümraniye-İstanbul t: +90 216 550 78 86 f: +90 216 550 78 87 info@sumertek.com

www.sumertek.com


ÇEVRE VE DOĞA

www.labmedya.com

ET VE SÜT ÜRÜNÜ TÜKETEREK GEZEGENİ KORUYABİLİR MİYİZ? YAPI LAN YEN I BIR ARAŞTIRM AYA GÖRE BESI H AY VA N C I L I ĞI ; DÜNYAN IN IH TIYAC I OLAN KALORIN IN %18'INI K A RŞ I L A RK E N TAR I M ALAN LARIN IN %83'ÜN Ü ISTILA EDEREK GE ZE GE N E E N B ÜY ÜK Z ARARI VERIYOR. Hepimiz ister istemez doğaya karşı bir duruşa sahibiz. Kimimiz tepkisiyle değer yaratmaya çalışıyor, kimimiz de tepkisizliğini koruyor. Sanayi devriminden bu yana yavaş yavaş yok etmeye başladığımız gezegenin ne kadar etkilendiğini artık gizleyemiyoruz. 2050’de inkâr edemeyeceğimiz bir gerçekle yüzleşeceğiz. Okyanuslardaki plastik sayısı, balık sayısından daha fazla olacak. J. Poore ve T. Nemecek tarafından Science dergisinde yayımlanan araştırma besi hayvancılığının gezegene etkisini değerlendiriyor ve Dünya’ya diğer tüm faktörlerden daha fazla zarar verdiğini ortaya koyuyor.

Te k

Hızlı ve etkili seperasyon Hedef bileșik kolon büyüklüğüne ve akıș hızına bakılmaksızın her zaman 4 kolon hacminde solventle ayrıștırılarak çalıșma süresini en aza indirirken iyi bir ayırma elde eder. Minimum solvent tüketimi Doğa dostu

LASH EPCLC ALRT F A 70 SM 01

46

- 5-200 ml/min - 1 l/min 5-4 m 00 50 1 ml /m ı, 5 l l in a n ka

Türkiye Yetkili Distribütörü

Araştırmanın veri tabanı 119 ülkedeki 40 bine yakın çiftliğe dayanıyor ve dünya üzerinde tüketilen besinlerin %90’ını kapsıyor. Çiftlikten sofraya kullanılan toprak, iklim değişikliği emisyonları, içme suyu kullanımı, su kirliliği ve hava kirliliği gibi pek çok faktör incelenmiş ve değerlendirilmiş. Araştırmanın sonuçları ise çok sade ve oldukça açık… Et ve süt ürünleri kalori ihtiyacının %18’ini, protein ihtiyacının %37’sini karşılıyor. Ancak dünyadaki çiftlik alanlarının %83’ünü hayvancılık işgal ediyor. Tarım kaynaklı sera gazı emisyonlarının da %60’ını hayvancılık üretiyor. Daha önce yayınlanan bir başka araştırma ise; dünya üzerindeki tüm memelilerin %86’sının insan ve insanların yemek için yetiştirdiği besi hayvanlarından oluşturduğunu ortaya koyuyor. Yani, hayvancılık insanlığın besin değeri anlamında ihtiyaçlarının küçük bir kısmına tekabül ediyor. Karşılığında ise gezegene en büyük zararı veriyor ve vahşi yaşamı da ortadan kaldırıyor. Oxford Üniversitesi’nden Joseph Poore; vegan beslenmek, dünyaya verilen zararı azaltmanın en etkili tek yolu olduğunu söylüyor. Keza sadece sera gazı değil, hava kirliliği, su kirliliği, toprak ve su kullanımı gibi çok faktörün de olumlu etkileneceğini de ekliyor. Poore; yerinde bir benzetmeyle şunu da ekliyor; otu, çimeni ete dönüştürmek kömürü enerjiye dönüştürmeye benziyor çünkü emisyonlar cephesinde muazzam maliyetler yaratıyor. Kaynak: Bigumigu


OFTALMOLOJİ

www.labmedya.com

47

LENS KULLANANLAR DİKKAT!

KÖRLÜĞE YOL AÇAN ENFEKSİYON ARTIYOR İNG I LT E R E ' D E KI G ÖZ UZMANL AR I , N ADIR GÖRÜ LEN VE KÖRLÜĞE YOL AÇA N BI R ENFE K S I Y O N NE DE NIY L E KONTAKT LEN S KULLAN AN LARI H IJYEN KU RALLA RI N A D I K K AT E T M E LE R I KO NUSUNDA UYARD I. Londra'daki Moorfields Göz Hastanesi hekimlerine göre; önlenebilir bir hastalık olan "Acanthamoeba keratitis" gözün ön yüzünde enflamasyona neden oluyor ve en fazla risk kontakt lens kullanıcılarında görülüyor.

“LENSLERLE DUŞ ALINMAMALI, YÜZÜLMEMELI” Lensleri çıkarıp takarken hijyen kurallarına dikkat edilmemesi enfeksiyonun bulaşması riskini artırıyor.

Özellikle lenslerle duş alınması ya da yüzülmesi riski en çok arttıran faktörler arasında. Enfeksiyona yakalanan hastaların görme yeteneklerini yüzde 25 oranında kaybettiği ya da tamamen kör oldukları belirtiliyor. Göz Hastalıkları

uzmanları, enfeksiyon vakalarının 2011'den bu yana kaygı verici şekilde arttığına dikkat çekti. İngiliz Oftalmoloji Dergisinde yayımlanan verilere göre 2000 ve 2003 yılları arasında hastanede yılda 8-10 vaka görülürken; 2011-2016 yılları arasında vaka sayısı 65'e çıktı.

LENS KULLANICILARI, RISKLERIN FARKINDA MI?

35. YIL Tüm Temel Laboratuvar Cihazları

Biltek Güvencesiyle

Araştırmayı yöneten eden UCL Oftalmoloji Enstitüsü ve Moorfields Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. John Dart; "Enfeksiyon vakalarındaki artış, kontakt lens kullanıcıların risklerin farkında olmalarını gerektiriyor" açıklamasını yaptı. Bir ayrıntı daha var ki, dikkat çekici! Kiste yol açan bir mikroorganizma olan "Acanthamoeba" musluk sularında da görülüyor. Uzmanlar bu vakaların nedenlerini ise şöyle sınıflandırıyor; enfeksiyona yakalanan kişilerin etkili olmayan kontakt lens solüsyonları kullanmaları, lenslerini suyla temas ettirmeleri ve hijyen kurallarına dikkat etmemelerinden kaynaklandığını ifade ediyor. Prof. Dart, "Kontakt lens kullananlar, önce ellerini iyice yıkayıp kurulamalı. Bu kişiler yüzerken, yüzlerini yıkarken ya da banyo yaparken lenslerini mutlaka çıkarmalı" diye konuştu.

“KONTAKT LENS GÜZELLIK IÇIN KULLANILMAMALI!”

Oruçreis Mahallesi, Tekstilkent Caddesi Tekstilkent Sitesi A3 Blok No:22 Esenler / İstanbul t: 0212 252 12 27 t: 0212 252 99 91 f: 0212 252 41 67 info@biltekas.com www.biltekas.com

2012'de İngiltere'nin güney bölgelerini kapsayan bir araştırmada bu enfeksiyona yakalanan kişilerin oranının oldukça yüksek olduğu belirlenmişti. Ancak şimdi bu oranın 2-3 kat daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Acanthamoeba Keratitis Hasta Destek Grubundan Irenie Ekkeshis; "Düzenleyici kurumlar ve optik sektöründe çalışanlar bu sonuçları dikkate almalı. Kontakt lensler bir tıbbi araç ve güvenli kullanıma ilişkin uyarılar içermelidir" dedi. Kaynak: BBC


48

ŞAŞIRTAN GERÇEKLER √ Amerika’da yapılan test sonuçlarına göre Dünya’da içinde mikroorganizma ve bakteri bulunmayan tek su ‘Zemzem’ suyudur. √ Düzenli olarak bilgisayar oyunları oynayan insanların karar verme mekanizmaları çok daha hızlı çalışıyor. √ NASA, bugüne kadar yaptığı bilimsel araştırmalarının sonucunda ışık hızından daha hızlı bir yolculuğun imkânsız olduğunu söylüyor. √ İnsan vücudu yaşamı boyunca 2 adet olimpik yüzme havuzunu doldurabilecek kadar tükürük salgılıyor. √ Bir adet alüminyum içecek kutusunu geri dönüştürerek tasarruf edilen enerjiyle bir televizyon tam 3 saat boyunca çalıştırılabilir. √ Değerli taşların çoğu birkaç elementten meydana gelir, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur. √ Dünya, bir bowling topundan bile daha pürüzsüzdür. √ Yakın zamanda çikolatada bulunan bir bileşen, yaşlı insanlarda oluşan hafıza kaybının bir kısmının önüne geçebilecek. √ Günümüzde bir USB bellek, Apollo uzay aracının Ay’a gitmek için kullandığı bilgisayar sisteminden çok daha güçlüdür. √ 1981’den beri iklim değişikliklerinin yılda ortalama beş milyar dolar değerinde tarım ürünü kaybına yol açtığı tahmin ediliyor. √ Bazı psikologlar; internet trollerinin narsisist, psikopat ve sadist olduğu sonucuna varmış. Ne dersiniz doğru olabilir mi?

www.labmedya.com

OBEZITE BILIŞSEL YETENEĞI TEHDIT MI EDIYOR? Ebrar PEKER

‘Araştırmacılar, yaşlılıkta daha yüksek düzeyde karın yağına sahip olmanın, bilişsel işlevde bir azalma ile ilişkili olduğu sonucuna vardı.’ Alzheimer dahil olmak üzere demanslar giderek artan bir endişe kaynağı. Nüfusun yaş ortalaması arttıkça, alzheimerın görülme sıklığı da artmakta. Şu an dünya çapında tahmini 47 milyon insan demanstan etkileniyor. Bu sayının 2030'a kadar 75 milyona yükselmesi beklenmekte. Bu hastalıkta yer alan risk faktörlerinin dikkate alınması önemli bir konu. Yaşlandıkça gelişen demans riskini oluşturan faktörlerden biri de obezitedir. Obezite psikopatoloji riskini arttırdığı gibi, psikopatoloji de obezite riskini arttırmakta. Obezite ve psikopatoloji arasındaki ilişkinin aksine bazı çalışmalar, yüksek kilolu insanların depresyon riskinin daha düşük olduğunu savunan “jolly fat” hipotezini dayanak göstererek obezlerin daha iyi mental sağlığa sahip olduğunu ileri sürmekte. Ancak yapılan çalışmalarda obezite ve major depresyon, bipolar bozukluk, agorafobi, düşük bilişsel fonksiyon, alzheimer gibi rahatsızlıklar arasında ilişki saptanmıştır. Daha önceki çalışmalar, aşırı kilolu yetişkinlerin bellek ve görsel görevlerde de yeterince başarılı olmadığını göstermiştir. Ancak, bu ilişkinin ileri yaşta devam edip etmediği tam olarak anlaşılmamıştır. Önceki araştırmacılar; bu konuyu sorgulamış olsalar da her defasında çelişkili sonuçlar elde etmişler ve her bir çalışmada farklı bilişsel test türleri buldukları için sonuçları bir araya getirmekte ve analiz yapmakta zorlanmışlar.

KARIN YAĞI VE BILIŞSEL FONKSIYON BAĞLANTILI MI? Obezitede, organizmada pek çok metabolik ve fizyolojik değişiklik görülmekte. Bu değişiklikler bilişsel fonksiyon üzerinde etkili olabilmekte. Artmış kilo ve azalmış bilişsel fonksiyon arasında bu muhtemel ilişkiyi destekleyen çalışmalar mevcut. Son zamanlarda, araştırmacılar bu soruyu daha geniş çaplı bir araştırmayla

yanıtlamaya çalışmışlar. Kuzey İrlanda'daki St. James Hastanesi ve Trinity College Dublin'den bir araştırma ekibi, Ulster Üniversitesi Beslenme ve Sağlık İnovasyon Merkezi'nden bilim insanlarıyla İrlanda’da bir araya geldi. Bilim insanları Trinity Ulster Tarım Departmanı’nın yaşlanma kohort çalışmasından elde edilen verilerine göz attı. Bu çalışma İrlanda ve Kuzey İrlanda'da 60 yaş üstü binlerce yetişkin hakkında bilgi içeriyor. 5.186 katılımcıdan her biri bir dizi bilişsel test kullanılarak değerlendirildi. Bulgular British Journal of Nutrition (İngiliz Beslenme Dergisi)'nde yayınlandı. Analizler sonucu daha yüksek bel-kalça oranına sahip bireylerin bilişsel performansının azaldığı tespit edilmiştir. İlginç olarak, daha yüksek vücut kitle indeksi (BMI) ölçümleri aynı eğilimi göstermemiştir. Daha yüksek BMI'ların bilişsel performansı koruduğu görülmüştür. Araştırmacılar bu durumun BMI'nın her zaman vücut yağının güvenilir bir ölçüsü olmadığına inanıyor. Çünkü BMI sadece ağırlığı ve uzunluğu dikkate alır. Örneğin, vücut geliştiriciler yüksek BMI'larına karşın çok az vücut yağına sahiptir ancak sağlıksız değillerdir. Çünkü kas kütleleri fazladır. Daha yaşlı bir popülasyonda ise, BMI hesaplanırken genel yüksekliği etkileyebilen ancak insanlar üzerindeki etkisi farklı şekilde gözlenebilen büzülme ve omurga çökmesi gibi faktörler hesaba katılmaz.

KARIN YAĞI BILIŞSELLIĞI NEDEN ETKILER? Bilim insanları, karın yağının bilişsel yetenek üzerindeki etkisinin; inflamatuar belirteçlerin artmasına bağlı olabileceğine inanmakta. Obezitede, C-reaktif proteinin (CRP) ve çeşitli metobolitlerin seviyesinde artış olduğu çeşitli çalışmalarda rapor edilmiştir. C-reaktif protein seviyesindeki artışın bilişsel performans düşüklüğüyle bağlantılı olduğu bulunmuştur. Çalışmalar, semptomlar ortaya çıkmadan önce kandaki inflamatuar belirteç seviyelerinin demansa kadar artış gösterdiğini belirtmekte.

Önemli görülen bir başka molekül hemoglobin A1c (HbA1c)’ydi. HbA1c, diyabetli kişilerde ortalama kan şekeri konsantrasyonlarını değerlendirmek için kullanılan bir hemoglobin formu. Diyabetli kişilerde hipokampüsteki insülin duyarlılığı nedeniyle bilişsel yeteneğin azalmış olduğu görülmekte. Hipokampüs beyindeki hafıza merkezi. Hipokampal hücreler, önemli işlerini yapmak için çok fazla enerji harcar, bu nedenle genellikle ekstra glikoza ihtiyaç duyarlar. Hipokampüse normal glikoz miktarını vermek için insülin gerekmese de bu özel glikoz artışları insülin gerektirir. Bu da hipokampüsün özellikle insülin açıklarına duyarlı olmasını sağlar. İnsülin beyin fonksiyonlarını düzenleyerek mental sağlığın gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca hafızada da önemli bir role sahiptir. Beynin medial temporal bölgesinde yer alan insüline duyarlı glikoz taşıyıcıları ve insülin reseptörleri normal bilişsel fonksiyonun sürdürülmesinde önemli bir role sahiptir. Bu nedenle insülin salınımındaki değişiklikler bellek fonksiyonunda bozukluklara neden olabilir. Yeterli insülin olmadan, savunmasız hipokampüs yeni anılar yazmak için uğraşır, zamanla küçülmeye başlar. Hafızanın azalması alzheimerın en erken belirtilerinden biri olup hastalığının sonunda bütün beyni yok ettiği gerçeğini gözler önüne serer. Son dönemlerde yapılan araştırmalar obezite ve bilişsel bozukluk arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Obezite vücutta insülin direnci ve benzeri birtakım komplikasyonlara sebep olarak bilişsel fonksiyon üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Hem obezite hem de bilişsel gerileme; bireyler ve toplum üzerinde büyük bir sorumluluk oluşturduğundan, bu araştırma hattı hayati önem taşımaktadır. Potansiyel olarak obezite seviyelerini azaltarak, demans prevalansı da kısıtlanabilir. Böylece bilişsel fonksiyonlarda görülen bozukluklar da önemli ölçüde azaltılabilir. Kaynaklar: Medicalnewstoday / Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi


TRIDENT Termal İletkenlik (k) için 3 metodu bir arada barındıran

TEK SİSTEM

ASTM D7984

ASTM D7984 ASTM D5334 ASTM D5334 ASTM D5930 ISO 22007-2

ASTM D5930 ISO 22007-2

ANKARA İSTANBUL İZMİR Kuloğlu Sok. No: 17/1 Bayar Cad. Sıtmapınar Sok. No: 17/5-6 Mansuroğlu Mah. 273. Sok. Ada Sitesi 06690 Çankaya / ANKARA 34747 Kozyatağı / İSTANBUL B Blok No: 20/5 35535 Bayraklı / İZMİR Tel : +90 312 441 86 60 Tel : +90 216 373 77 63 Tel : +90 232 348 24 46 Faks: +90 312 441 86 57 Faks: +90 216 373 78 85 Faks: +90 232 348 49 92 www.terraanaliz.com.tr | info@terraanaliz.com.tr


50

ENDOKRİNOLOJİ

www.labmedya.com

Dr. Mahmut YAZICI Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı

HİPERPROLAKTİNEMİ (PROLAKTİN HORMON FAZLALIĞI)

V Ü C U D U N H O R MO N ÜR E T I M I NI N M E RKE Z B A N K A SI O LAR A K K A B U L E D I LE N P RO L A KTIN H O RM O N U NU N A ŞIR I S A L G I L A NMASI DU R U M U NA H I PE RP RO L A K TINE MI DENI L M E K T E D I R .

Prolaktin yüksekliği sadece hastalık nedeniyle olmaz. Gebelik, stres, vücudun keselenmesi, vücuda masaj uygulanması, iki gün içinde cinsel temas, aşırı proteinli beslenme, meme başının uyarılması ve egzersiz ile bazı ilaçlar (antidepresifler, bazı psikiyatrik ilaçlar, bazı antihipertansifler, östrojen preparatları ve doğum kontrol hapları vs.) prolaktin düzeyini artırabilir.

MAKROPROLAKTIN NEDIR? Makroprolaktin prolaktinin moleküler yapısındaki bir bozukluktur. (Prolaktin hormonu ile immunglobulinG kompleks bileşiği: big prolaktin) Yani bir hastalık değildir. Prolaktin düzeyi yüksek olan hastaların yaklaşık % 20’sinde makroprolaktin vardır.

Nedeni • Hipofiz bezinde tümör: Prolaktinoma, • Hipofizin travmaya uğraması, • Hipofiz bezindeki sarkoidoz veya tüberküloz gibi hastalıklar, • Hipofizin radyasyona (ışın tedavisine) maruz kalması, • Tiroid bezi yetmezliği varsa prolaktin yükselir, • Kronik böbrek yetmezliği ve siroz gibi bazı müzmin hastalıklarda da prolaktin yükselebilir, • Bazen polikistik over sendromunda da hafif prolaktin yüksekliği olabilir.

KLINIK Prolaktinomaların çoğu iyi huylu tümörlerdir ve ilaç tedavisine cevap verir. Prolaktinomalılarda prolaktin hormon yüksekliğine bağlı olarak kadın hastaların çoğunda (%80’lere kadar) memeden süt gelmesi (galaktore), adet azalması veya olmaması (amenore), çocuk sahibi olamama (infertilite), cinsel istekte azalma, vajinal kuruluk, sıcak basması, ağrılı cinsel ilişki, tüylenme, kemik erimesi (osteoporoz) ve kilo artışı görülür. Bu şikâyetlerin çoğu yüksek prolaktin nedeniyle yumurtalıktan östrojenin az salgılanmasına bağlıdır. Erkek hastalarda ise testosteron azalması ve buna bağlı cinsel istekte azalma ve ereksiyon sıkıntısı (impotans), vücut kıllarında azalma, testislerde yumuşama, sperm sayısında azalma ve memelerde büyüme (jinekomasti), osteoporoz görülebilir. Bazı erkeklerde enerji azalması, kas kitlesinde ve kan hücrelerinde azalma olur. Hipofizdeki tümörlerin %30-40’nı

prolaktinomadan oluşmaktadır ve kadınlarda daha sıktır. Hipofizdeki tümörün çapı 1 cm’den büyük ise makroadenom küçük ise mikroadenom denilir ve çoğu mikroadenomdur. Bu tümörler göz sinirine bası yapabildiği için önem taşırlar. Tanı konulduğunda genelde kadınların büyük çoğunluğu mikroadenom iken, erkekler makroadenom halindedir ve göz sinirine baskı yapabilir. Göz sinirine baskı yapmış olan prolaktinomalılarda baş ağrısı (%50), görme alanı kaybı ve sakarlıklarla sık olarak karşılaşılır. Yine makroadenomlularda diğer hipofiz hormonlarında oluşabilecek eksikliklere bağlı şikâyetler olabilir.

TANI Saydığımız şikayetlerden bir veya birkaçı bulunan kişilerde teşhis için serum prolaktin düzeyi ölçülür. Yaklaşık 15 dakikalık aralıklarla salgılandığından yarım saat ara ile ölçülmesi daha sağlıklı bir sonuç getirecektir. Beraberinde alışılagelen tetkiklerde planlanmalıdır. İlaç kullanımı özellikle araştırılmalıdır. Prolaktin düzeyinde yükseklik varsa bunun tiroid yetmezliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için tiroid hormonlarına bakılır. Kadınlarda gebelik testi unutulmamalıdır. Eğer prolaktin yüksek tespit edilmiş ise, hipofizde tümör olup olmadığını anlamak için hipofiz MR tetkiki, yoksa tomografi yapılabilir. Hipofizde tümör varsa hipofizin diğer hormonları incelenmelidir. Büyük tümör varsa görme alanı incelemesi şarttır.

TEDAVI Prolaktin yüksekliği olan hastalarda

ilk tercih ilaç tedavisidir. Endokrin ve metabolizma hastalıkları uzmanının uygun göreceği ilaç (Türkiye’de kabergolin ve bromokriptin mevcuttur) verilecektir. Bu ilaçların en sık rastlanan yan etkileri; bulantı, tansiyon düşmesi, halsizlik, nadiren depresyon ve kabızlıktır. İlacın dozu yavaş yavaş artırılarak ve gece alınması tercih edilerek yan etkiler nispeten azaltılabilir. İlaç tedavisiyle hem serum prolaktin düzeyi normale gelir ve hem de tümör küçülmeye başlar. En az iki yıllık tedaviyi takiben, tümör boyutlarında en az %50’lik küçülme sağlandığında mikroadenomu olan hastalarda cabergoline ya da bromokriptin dozu yavaşça azaltılarak hasta değerlendirilir. Tümör büyükse tedavi kesilmeksizin ilaca devam edilmelidir. Gebelik isteyenlerde bromokriptin ilacı tercih edilmekte olup gebelik gerçekleşince emzirme bitimine kadar ilaç kesilmelidir. Gebelik sırasında mikroadenomun büyüme riski %1 civarındadır. Şikâyet olmadıkça bu hastalarda görme alanı ya da prolaktin düzeyi takibine gerek yoktur. İlaç tedavisini tolere edemeyen, tedaviye dirençli ya da gittikçe büyüyen, hipofiz köküne ciddi bası yaptığı belirlenmesi gibi durumlarda makroadenomaya cerrahi tedavi düşünülmelidir. Bu operasyon hipofiz konusunda deneyimli beyin cerrahisi uzmanı ile endokrinoloji uzmanının bir araya gelerek oluşturacakları fikir doğrultusunda planlanmalıdır.


SAĞLIK

www.labmedya.com

51

“ M Ü Z I K YAL AN SÖY L E ME Z. BU DÜ N YAYA D E Ğ I Ş E B IL E CE K O L AN B IR ŞEY VARSA BU AN C AK M Ü ZI K A RACI L I Ğ I Y L A OL AB ILIR.” JIM I H EN D RIX

ŞARKI SÖYLEMEK STRESİ AZALTIYOR VE SİNÜSLERİ AÇIYOR! Aslı Nur AKAYDIN Yapılan yeni bir araştırmanın sonuçlara göre; müzik dinlemek sağlığı daha iyi hale getiriyor! Ağrıyı azaltıyor, stresi dengeliyor ve rahatlamanıza yardımcı oluyor. Müziğin faydalarına erişmenin en iyi yollarından biri şarkı söylemek! Şarkılar; zihin, beden ve ruh birlikteliğiyle hissederek söylendiğinde birçok olumlu etki bırakıyor. Yapılan bu araştırma da bunu kanıtlıyor. Şarkı söylemek sağlığı geliştiriyor, mutluluğu arttırıyor ve hatta yaşamı uzatabiliyor. Şarkı söylemek beyin gelişimi için de oldukça faydalı, üstelik stres ve kaygıyı azaltan hormon oksitosinle birlikte

haz duygusu veren hormon endorfin salgılandığı için fikirlerinizi olumlu yönde değiştirebiliyor. Oksitosin aynı zamanda depresyon ve yalnızlık hissini azalttığı için dünyayla bağlantıyı güçlendiriyor. Dolayısıyla başkalarıyla birlikte şarkı söylemek kişiyi çok daha iyi hissettiriyor. İsveç Gothenburg Üniversitesi’ndeki araştırmacıların yaptığı bu çalışmaya göre; birlikte şarkı söyleyen insanlar öylesine birbirlerine bağlanıyorlar ki senkronize kalp ritmine sahip oluyor. Daha önce herhangi bir koroya dâhil olan biri bu olumlamayı tasdikleyebilir. Araştırmada yer alan ilginç bir örnek var ki, okunmaya değer. Birlikte şarkı söyleyen birkaç kişinin büyüleyici sesi

ortaya çıktığında, şarkı söyleyenler arasında açıklanamaz bir birliktelik görülüyor. Şarkı söylemek aynı zamanda nefes alma üzerinde derin bir konsantrasyon gerektiriyor. Bu da vücudun üst bölgesindeki temel kas gruplarına etki ediyor ve hem akciğer hem de kalp damar sağlığı için çok faydalı geri dönüşümeler sağlıyor. Çalışmanın lideri Björn Vickhoff konuyla ilgili açıklamasında; “Şarkının belirli cümleleri arasında nefes alıp verdiğiniz için düzenli ve kontrollü bir forma kavuşuyorsunuz. Nefes egzersizleri sayesinde neredeyse vücudunuzda

yoga yapmış kadar etki bırakıyor. Rahatlamanıza yardımcı oluyor ve kalbe iyi geliyor.” Ayrıca; şarkı söylemenin daha düşük kortizol seviyelerine yol açtığı da açıklandı. Bu da bağışıklık sistemini geliştirirken stresi azaltıyor demek. Son olarak, Harvard ve Yale Üniversitesi’nin 2008’de yapmış olduğu ortak bir çalışmanın bulgularına göre; şarkı söylemek ortalama yaşam uzunluğunu arttırıyor. O halde daha stressiz, daha mutlu ve uzun bir yaşam için; nerede olursanız olun şarkı söyleyin! Çeviri: Higherperspective


52

BİLİM VE TEKNOLOJİ

SİLİKON VADİSİ ŞİRKETLERİNE KADIN YÖNETİCİ ŞARTI GETİRİLDİ! Kaliforniya eyalet yönetimi tarafından alınan karara göre Silikon Vadisi'ndeki halka açık şirketlerin, yönetim kurullarındaki kadın yönetici sayısını artırması gerekiyor. ABD'de yer alan San Jose Vadisi ya da bilinen adıyla Silikon Vadisi; ev sahipliği yaptığı dev şirketlerle dünyaya teknoloji ihraç ediyor. Eyalet yönetimi şimdilerde ise bugüne kadar çeşitli avantajlar sunduğu şirketlerden, yönetici kadrolarında kadınlara yer vermesini istiyor. Kaliforniya Valisi Jerry Brown tarafından imzalanan yasal düzenleme uyarınca, Silikon Vadisi'ndeki halka açık şirketlerin yönetim kurullarında en az bir kadın yöneticinin bulunması gerekiyor. Şirketlere, yönetici kadrosunu yasal düzenlemeye uygun hale getirmeleri için 3 yıllık süre tanınıyor. 2021 yılının temmuz ayına kadar yönetim kurulu beş kişiden oluşan şirketlerde en az iki, altı veya daha fazla kişiden oluşan şirketlerde ise en az üç kadın yönetici bulunması gerekecek. Düzenlemeye uymayan şirketlere; ilk ihlallerinde 100 bin dolar, sonraki ihlallerde ise 300 bin dolar para cezası kesilecek. Konuyla ilgili açıklama yapan Jerry Brown; Silikon Vadisi'ndeki şirketlerin bunca zamandır sahip oldukları bütün ayrıcalıklar göz önünde bulundurulduğunda, bu şirketlerin yönetim kurullarında ''Amerika'nın yarısından fazlasını oluşturan'' kişilerin de yer alması gerektiğini belirtti. Son yıllarda işe alım ve ücret noktasında cinsiyet ayrımcılığı iddialarıyla gündeme gelen Silikon Vadisi'nde; şimdiden kadınların da iş hayatına katılması için farklı programlar yürütüyor. Kaynak: Cnet

www.labmedya.com

AVRUPA’DA TIBBI LABORATUVAR ENDÜSTRISINI DEĞIŞTIREN EĞILIMLER Selin MUSTAFOV

SAĞL I K HIZME TL E RIN IN T OPL UMA SU N ULU ŞU DÜNYADA D EĞIŞIYOR. GÜNÜMÜZDE HASTAL AR, TIBBI B AKI MI N M ERKEZ IN DE YAŞADI KL ARI IÇ IN T E KNOL OJID EKI SON G E L IŞM ELERE PAR AL E L OLARAK T I B B I L AB ORATUVAR T E STL E R IN IN YAPI L MASIN A IZ IN V E R IY OR . Laboratuvar endüstrisinde ortaya çıkan yenilikleri takip etmek, özellikle Avrupa’da hızla büyüyen in vitro tanı, klinik laboratuvarlar, moleküler teşhisler ve hasta başı test sektörleri açısından oldukça önemli. Avrupa’daki tıbbi ve in vitro tanı cihazları etrafındaki düzenlemeler de gelişmekte olup; bunlar da risk sınıflandırması, geliştirilmiş şeffaflık ve klinik kanıtlar hakkındaki yeni kurallar dâhil olmak üzere mevcut sistemi modernize etmek için

önemli iyileştirmeler içeriyor. Bu yeni düzenlemeler kapsamında, üreticiler cihaz sınıflandırılmasını ve uygunluk değerlendirmesini yaparak yeterli gereksinimleri karşıladığını göstermesi gerekiyor. Kısacası; Avrupa tıbbi laboratuvar test ekosistemi daha güvenli, daha hızlı ve daha verimli hale geliyor. Bu teknoloji ve düzenlemeler, hastanın güvenliğini ve bakımını sağlık hizmetinin merkezine koyarak geliştirmesi için önemli bir yerde bulunuyor.

2018’DE AVRUPA TIBBI LABORATUVAR ENDÜSTRISI Hasta başı testi Her geçen gün hasta başı testi, hızlı bir gelişim aşamasına giriyor. Hastalık daha erken bir aşamada teşhis edilebildiğinden tıbbi kararlar hızla alınabiliyor. Yeni nesil hasta başı testler; gelişmiş cihazlar için kullanılan elektrokimyasal, yüzey plazmon rezonans (SPR), beyaz ışık yansıma spektroskopisi (WLRS) vb. gibi etiketsiz biyosensörler ile piyasaya giriyor. Ayrıca, biyobelirteçlerin miktar saptaması için; çeşitli sayıda hasta başı test ölçümleri, taşınabilir ve kolay kullanımı olan testler klinik ve biyokimyasal çözümleyiciler kullanılarak geliştiriliyor. Üstelik 3 boyutlu baskı; hasta başı test cihazlarının performansını iyileştirmek için büyük bir potansiyel gösteriyor. Nesnelerin interneti (IoT) IoT, laboratuvar testlerindeki artan maliyetleri azaltmaya yardımcı olurken aynı zamanda hasta bakımına

erişimi artırmaya yardımcı olabilir. ABI Research tarafından hazırlanan bir rapora göre, laboratuvar ekipmanlarına bağlanılabilirlik ve bu durum aracılığıyla çalışan servislerin 2020 yılına kadar verimliliği 3.02 milyar teşhis testine kadar yükseltilebilir. Laboratuvar Otomasyonu Verimliliği en üst düzeye çıkarmak ve maliyetleri yönetmek için klinik laboratuvarın uzun vadeli başarısı kritik hale gelmiş durumda. Robotik otomasyonların, hasta odaklı teknolojilerde gözle görülür büyüklükte bir fark yaratacağı kuşkusuz ki gerçek. Otomatikleştirilmiş flebotomi, transport süreçlerinde kullanılan dronlar ve yapay zekâ alanında ortaya çıkan farklı gelişmelerle; sağlık hizmetlerinin erişiminde daha fazla artış bekleniyor. Yeni nesil DNA dizilimi (NGS) Çok sayıda yeni nesil dizilemenin gerçekleştirilebilir hale gelmesinden bu yana, DNA dizilişinin maliyeti önemli ölçüde azalmış ve sekans verilerindeki karmaşıklıklarının çözülmesinde büyük gelişmeler olmuştur. Örneğin; in situ dizileme, doku heterojenliğini incelemek için yeni fırsatlar sunuyor. NGS ise; genomik, transkriptomik ve metilomikteki çok daha fazla veriyi proteomik, metabolomik ve sisteomikte daha verimli hale getirerek ucuz, dost canlısı ve daha esnek verimli seçenekler sağlıyor. Kaynak: Labbulletin



54

GIDA

www.labmedya.com

ŞEKER, GÖRÜNDÜĞÜ KADAR MASUM DEĞİL!

BU H ABERI OKUYUP PAZ A R TE S I GÜN Ü SAĞLIKLI YAŞAM D I Y E TI N E BAŞLAYABILIRSIN IZ . Ç Ü N K Ü M A S UM BU LDU ĞUN U Z ŞEKERIN VÜC UDA V E RDI ĞI Z ARAR SAN DIĞIN IZ D AN D A H A FA ZL A …

Şeker tüketen insanlarda tip 2 diyabet, kalp hastalıkları ve kanser riski artıyor ama bunun sorumlusu tek başına şeker olmayabilir. Bir zamanlar insanların şeker tüketimi sadece meyvelerin olgunlaştığı mevsimlerle sınırlıydı. 80 bin yıl önce avcıtoplayıcılar meyveyi arada bir ve kuşlarla rekabet halinde yiyebiliyordu. Bugün ise yılın her günü şeker tüketiyoruz. Neredeyse şeker; en büyük kamu sağlığı sorunu haline geldi. Kimi hükümetler şekerli yiyecek ve içeceklere ekstra vergi getirdi, okul ve hastanelerdeki otomatlardan kaldırdı. Sağlık uzmanları ise şekerin tümüyle diyetimizden çıkarılması gerektiğini söylüyor. Bugüne dek bilim insanları, yüksek kaloriye dayalı beslenmeden bağımsız olarak şekerin sağlık üzerindeki etkilerini kanıtlamada zorluk çekti. Ayrıca sadece bir besin grubunu zararlı olduğunu düşünerek kafa karıştırmanın, o besinin hayattan tamamen çıkarılmasına yol açabileceğinden tehlikeli sonuçlar doğurabileceği söylentileri de gün geçtikçe artıyor. Şeker veya “şeker katkısı” denilen kavram; mutfakta kullanılan şekeri, tatlandırıcıları, bal ve meyve suyunu içerir ve yiyecekiçeceklerin tadını güzelleştirmek için katılır. Ancak şeker, basit ve karmaşık karbohidratlar için kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir. Karbohidratlar sindirim yoluyla

glikoza dönüşür ve vücudun her hücresinde enerji kaynağı olarak işlev görür. Karmaşık karbohidratlar tam tahıllarda ve sebzelerde bulunur. Basit karbohidratlar ise daha çabuk sindirilerek hemen kana karışır. Yediğimiz yiyeceklerdeki laktoz, sakaroz ve glikoz gibi doğal şekerler ile yüksek oranda früktoz içeren insan yapımı mısır şurubu bu türdendir.

EN TEHLİKELİSİ MISIR ŞEKERİ Şeker; 16. yüzyıldan sonra sömürgeler ticaretiyle biraz daha yaygınlaştı. 1960’larda ise glikozun fabrikalarda früktoza dönüştürülmesi ile glikoz ve früktoz içeren mısır şurubu ortaya çıktı. Mısır şekeri diğer tüm şeker türleri içinde kamu sağlığı açısından en tehlikelisidir ve “şeker” deyince insanların aklına gelen bu türdür. Bir süre önce yapılan bir araştırmada; günlük kalorilerinin yüzde 25’ini bu tür şekerden alan insanların, kalp hastalıklarından ölme riskinin iki katından fazla olduğu görüldü. Tip 2 diyabet de şeker tüketimiyle bağlantılı görülüyor. Yapılan bir diğer araştırmada da; günde birden fazla hazır meyve suyu tüketen kadınların diyabet olma ihtimalinin, bunları hiç içmeyen ya da arada bir içen kadınlara kıyasla iki kat daha fazla olduğu görüldü.

Ancak kalp hastalıkları ve diyabetle ilgili yaşanan sorunun şekerden mi kaynaklandığı net değil.

HAZIR MEYVE SUYU İLE OBEZİTEYE DAVET Lausanne Üniversitesi’nden Profesör Luc Tappy’ye göre; diyabet, obezite ve yüksek tansiyonun nedeni aşırı kalori tüketimi, şeker ise bu kalori kaynaklarından sadece biri… “Diyetin bileşimi ne olursa olsun, harcanan enerjiden fazla kalori tüketildiğinde vücutta yağ birikmesi, insülin direnci ve karaciğer yağlanması olur. Fazla enerji harcayan ve aynı miktarda kalori alan insanlar, yüksek früktoz/şeker içeren bir şekilde beslense bile vücutları bununla başa çıkabilir” ifadelerini kullanan Tappy; egzersiz sırasında yüksek früktozun performansı artıracak şekilde yakıldığına da değindi. Örneğin atletlerde; yüksek miktarda şeker tükettiği halde kalp ve damar hastalıkları daha nadir görülür. Şeker katkısının tip 2 diyabet, kalp hastalıkları, obezite ve kansere yol açtığına dair yeterli veri bulunmuyor. Fazla tüketimin bu hastalıklarla bağlantısı biliniyor ama bunun doğrudan bu hastalıklara neden olduğunu gösterecek şekilde klinik

deneylerle kanıtlanması gerekiyor. Şekerin beyni nasıl etkilediğini gösteren araştırmalar da var. Avustralya’dan Matthew Pase’nin araştırması, fazla şekerli içecek tüketenlerin beyin hacminin daha küçük olduğunu ve hafızalarının daha zayıf işlediğini gösteriyor.

“ŞEKER SİZİ YAŞLANDIRIYOR” Günde iki şekerli içecek içenlerin beyninin içmeyenlere kıyasla iki yıl daha yaşlı olduğu da ortaya çıkan veriler arasında yerini aldı. Ancak Pase; deneylerinde sadece şekerli içecek tüketimini esas aldığını, beyin sağlığında tek başına şekerin sorumlu olup olmadığı konusunda kesin konuşulamayacağını belirtiyor. Şekerin farklı türlerinin sağlığımıza etkileri konusunda farklı fikirler olsa da belki de şeker üzerine aşırı kafa yormamak en iyisi. McGregor’a göre, “Beslenmeyi fazla karmaşık bir hale getirdik, zira herkes nihayetinde kendisini mükemmel ve başarılı hissetmek istiyor. Oysa böyle bir şey yok” Kaynak: BBC/future



56

KİMYA

www.labmedya.com

BE N K E ND I TA RAF I MI SE ÇTIM B E YA Z OLD UM . BI R I Ş I YA P I Y O R SAN E N IY ISI YAPMALISIN , A MA Y E T M E Z I Y I TAR AF I DA SE ÇMELISIN .

TARAFIMIZ BEYAZ OLSUN Bunu bana uzun zamandır düşündürten şey, bilginin insanlığa faydalı tarafını seçip seçmemek. Şaka ile karışık da olsa meslek gereği zehirli madde üretme tekliflerine kapalıyım! Dijital dünyada beyaz, gri ve siyah şapkalı hacker ayırımı gibi her meslekte aynı uygulama olması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazıktır ki, uyuşturucu sentezi ve imalatı meslektaş olarak kabul etmekten imtina edeceğim ve bundan sonra siyah kategoride anacağım kimselerdir. Bu bir seçimdir ve tarafını belli eden rengini de belli etmiş olur. Tüm inancım ve gayretim dünyanın ve insanlığın faydasına hizmet etmektir, bu bir manifestodur. Bana öğretilen bilim de budur. Dünyayı daha iyi yer yapan kimyadır, iyileştiricidir, geri dönüştürmektir, iyileştirmektir. Okuduğum 2018 Dünya uyuşturucu raporu; mesleğime başka bir gözle ama beyaz tarafımla bakmamı sağladı. Siyah tarafta olanlar; bu sektörü yeni zehirlerle beslerken adını anmaktan imtina edeceğim, çünkü insan beyni iyi kötü ayırt etmiyor ya da kısaca “reklamın iyisi kötüsü olmaz” deyip özendirici olmak istemem. Yoksa raporlarda envai çeşit özendirici isim, renk, yaşatılan deneyimlerin seviyeleri detaylıca yer alıyor. Daha da trajik olan, yıllarca mesleğini yapıp bir televizyon dizisinden etkilenip siyah tarafa geçenler. Bu yüzden reklam yapmayacağım.

Türkiye’de yayınlanan 2018 Türkiye Uyuşturucu Raporu’na göre, 2017 yılında 2016 yılına oranla görülen uyuşturucu olayı %45,87 artış göstermiş. (T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, 2018 Türkiye Uyuşturucu Raporu, Ankara, 2018, s:15) Yine çok trajik olan kadınların bu döngüdeki mağduriyeti ve istismarı! Meslek bir yana; tepkim hemcinslerimin, üstelik de annelik vasfına sahip olanların en fazla etkileniyor olması, özellikle yetiştirdikleri çocukları ve aileyi etkilemeleri açısından önemli. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi tarafından hazırlanan “World Drug Report 2018” raporunda özel bir bölüm olarak kadınlarda uyuşturucu kullanımı, temini ve etkileri değerlendirilmiş. Esrar, kokain ve opiatlar kullanan kadınlardan erkekler daha fazla. Opioidlerin ve sakinleştiricilerin tıbbi olmayan kullanımının yaygınlığı, kadın ve erkeklerde karşılaştırılabilir olduğu belirtiliyor. (United Nations publication, World Drug Report 2018 Women and drugs, Viyana, 2018, s:11) Çok farklı başlama ve bağımlı olma sebepleri olmakla beraber, erkekler genellikle kadınlara göre daha fazla dışa vurma davranış problemleri (davranış bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve anti sosyal kişilik bozukluğu gibi) gösteriyor. Kadınlar ise depresyon veya anksiyete gibi rahatsızlıklarla mücadele ediyor. (United Nations publication, World Drug Report

Nejla KILIÇ ARSLANER / Kimyager

2018 Women and drugs, Viyana, 2018, s:12) Partner şiddetine maruz kalma kadınlarda uyuşturucuya başlama sebebiyken bunun yanında çocuklukta yaşanılan travmalar (duygusal, fiziksek ya da seksüel) da önemli sebepler arasında yerini alıyor. “Dünya Sağlık Örgütü tarafından üretilen küresel tahminler, dünya genelinde üç kadından birinin yaşamları boyunca fiziksel ve / veya cinsel yakın eşten şiddete ya da eş olmayan cinsel şiddete maruz kaldığını göstermektedir” deniliyor raporda. Türkiye’nin de önemli gerçekleri ne yazık ki bunlar… Bu demek oluyor ki; şiddetle savaşmak aynı zamanda uyuşturucu ile savaşa katkı sağlayabilir. (United Nations publication, World Drug Report 2018 Women and drugs, Viyana, 2018, s: 16) Ama geldik yine beyaz tarafa. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Medicinal Cannabis Konferansı’nda kenevirin medikal uygulamalarından; kanser, anksiyete, kronik ağrıların tedavisinde kullanımı, ayrıca kanabinoidler dışında terpenlerin önemi ve kullanımı ele alınmış. Bilim insanlarının bu çalışmaları beyaz tarafa hizmet ederek, insanlığın yararına kullanılmalı ve elbette devlet kontrolünde ilerlemelidir. Bunun dışında kenevirin bataklık kurutma, oksijen üretme gibi çevresel faydalarının yanında özellikle tekstil ve kâğıt endüstrisinde önemli yeri olduğunu belirtmekte fayda var. Kâğıda göre defalarca geri

dönüştürülebilir olduğu, ayrıca sabun ve kozmetik alanında da beyaz tarafa hizmet edebileceği hatırlanmalıdır. Belirtmek gerekir ki; Türkiye’de Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen bölgelerde haşhaş ekimine izin verilmiş olup, “Yasal ekim alanlarında üretilen haşhaş kapsülleri Toprak Mahsulleri Ofisi taşra teşkilatları vasıtasıyla üreticilerden satın alınarak işlenmek üzere Afyon Alkaloidleri Fabrikasına sevk edilmektedir. Afyon Alkaloidleri Fabrikasında üretilen morfin ve türevleriyle yurt içi ve yurt dışı ilaç fabrikalarının alkaloid hammadde ihtiyaçları karşılanmaktadır”. (T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, 2018 Türkiye Uyuşturucu Raporu, Ankara, 2018, s:11) Kenevir konusunda da; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını tarafından yetiştiriciliği yapılmasına izin verilmektedir. Böylelikle kontrol altında beyaz tarafa hizmet etmesi garantilenmektedir. (T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire başkanlığı, 2018 Türkiye Uyuşturucu Raporu, Ankara, 2018, s:11) Daha iyi bir gelecek için tarafımızı seçelim ama beyaz olsun… Kaynaklar narkotik.pol.tr / unodc.org / medicinalcannabisconference.com / tarim.com.tr / focusdergisi.com.tr



58

BİLİM

www.labmedya.com

ARAŞTIRMA ENSTITÜLERININ HARITASI İŞBIRLIKLERINI TEŞVIK EDIYOR! Beste TÜRKOĞLU

Yeni ortaklıkları ve işbirliklerini teşvik etmeyi amaçlayan bir Avrupa projesi, kullanıcıların kıtadaki 1.000 araştırma tesisine erişmesini sağlayan bir araç geliştirdi. Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen MERIL-2 projesi, kullanıcıların tüm Avrupa araştırma altyapısını etkileşimli olarak veri tabanında keşfetmelerini sağlayan görselleştirme aracını tanıttı. Artık kullanıcılar; enstitünün büyüklüğü ve konumu, kullanıcıların profilleri ve araştırma olanakları gibi bilgiler hakkında oluşturulan verileri görebilme ve keşfetme imkânına sahip. Avrupa Bilim Vakfı Genel Müdürü JeanClaude Worms, “Bilim insanlarının bazen kendilerine tanıdık gelmeyen araştırma altyapılarına erişmeleri gerekiyor. MERIL için vizyonumuz, Avrupa’daki araştırma enstitülerinin peyzajının tam bir resmini sunarak bilimsel çevreyi desteklemektir” dedi. Ayrıca Worms, “Yeni görselleştirme aracı, proje için önemli bir dönüm noktası. Bilgiyi net ve erişilebilir bir şekilde sunarak MERIL verilerinin kullanımını kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Aracımızı kullanan araştırmacıların yeni kaynakları ve işbirliği fırsatlarını keşfedeceğini umuyoruz” ifadelerini kullandı. Bu araç, bilimsel topluluk içinde yeni ortaklıklar ve işbirliklerinin teşvik edilmesi amacıyla araştırma altyapıları hakkındaki bilgilerin keşfine yardımcı olmak için tasarlandı. Üstelik bu çalışma, kanun düzenleyicilerin bir ülke ya da kıtadaki tesislerin dağılımını görmelerini sağlayacak. Böylece altyapı erişilebilirliğindeki yeterlilik noktaları ya da boşluklarının nerede olduğunu belirleyebilmelerine imkân verecektir. Kaynak: Labnews.co.uk

3 BOYUTLU BEYİN ORGANOİDİN İLAÇ TASARIMINDAKİ ROLÜ Özcan ÇALIŞKAN

İ NSAN B E Y NININ N ASIL ÇAL I ŞT I ĞIN I, T E PKIL E RIN I, DAMAR L AN M A V E DIĞE R NÖ R OL OJIK SÜR E ÇL ERI DAHA IY I ANL AYABILM EK IÇIN OR GANOID LER ÜZE R INE YAPI L AN ÇAL I ŞMA LAR SON Y I L LARD A B ÜY ÜK BIR H IZ KAZANDI .

Sadece insan beyin organoidiyle sınırlı kalmayıp, bazı insanımsı (neandertal gibi) türlerin beyin organid tasarım çalışmalarının da bilim sahnesinde yer aldığı günümüzde; ilaç tasarımında organoidlerinin araştırma ve geliştirmedeki önemi de üzerinde durulması gereken bir konu. Wake Forest Enstitüsü Rejeneratif Tıp (WFIRM) bilim insanları, ilaç keşif ve hastalık modellemede potansiyel uygulamalara sahip olabilecek 3 boyutlu bir beyin organoidi geliştirdi. Bu organoid, nöronlar ve bağışıklık hücreleri de dâhil olmak üzere normal organlarda bulunan altı ana hücre tipini içeren normal insan beyni anatomisine benzeyen ilk doku olma özelliğine sahip. Yayınlanan bu çalışmada; araştırmacılar gelişmiş 3 boyutlu organoidlerin normal insan beynini taklit eden, tamamen hücre bazlı doğal ve fonksiyonel bariyerin oluşumunu sağladıklarını bildiriyor. Kan beyin bariyeri, kanı beyinden ayıran ve yaralanmaya neden olabilecek yabancı maddelerden koruyan yarı geçirgen bir zardır. Bu geliştirilen model; kan beyin bariyerinde hastalık mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına, ilaçların bariyerin içinden geçmesine ve bariyeri geçtikten sonra

ilaçların olası etkilerine müdahale edebilecek. WFRIM yöneticisi Anthony Atala; etkili tedavilerin yetersizliği ve araştırılan ilaçlarının başarı oranlarındaki düşüklük sebebini test etmek için insan dokusuna benzer bir yapının olmamasına bağlıyor. Geliştirilen bu organid ile bilimin daha etkin tedavi seçeneklerini bulabileceği ve hasta yaşamını iyileştirmeye yardımcı olabileceği düşünülüyor. Şimdiye kadar araştırmacılar, beyin organoidlerini kan beyin bariyerinin bozulmasını test etmek için inme taklitlerini kullandı ve modelin geçirgenliği büyük ve küçük moleküller sayesinde başarıyla test edildi. Modelin geliştirilmesi ile hem nörolojik durumlar için hem de kan beyin bariyerini geçemeyip güncel tedavilerden kaçan bazı virüs tiplerinin neden olduğu hastalıklar için daha hızlı ilaç keşfine vesile olacak. Ayrıca tasarlanan benzeri çalışmalar; alzheimer hastalığı, MS (Multiple Skleroz) ve parkinson hastalığı gibi nörolojik durumların hastalık modellemesine olanak sağlayabilir ve böylece araştırmacılar, deneysel süreçte planlanacak yolu ve ilerlemeleri daha net öngörebilecek. Kaynaklar: News-medical.net / LabMedya, 48; 61.


servis@sem.com.tr

Türkiye’nin Her Noktasına Servis Hizmeti!

Aplikasyon

Eğitim

IQ/OQ/PV Kalibrasyon ve Validasyon

TEKNİK SERVİS MEMNUNİYETİ

%92,8

SERVİS MÜHENDİSİ MEMNUNİYETİ

%96,3

İLK ZİYARETTE ARIZA GİDERME ORANI

%70,92 TÜM ARIZALARA 48 SAATTE MÜDAHALE ORANI

SEM Servis;

%80,54

Sem Laboratuar Cihazları, teknoloji lideri firmalarla; başta sektör lideri ‘‘Agilent’’ olmak üzere temsilcisi olduğu diğer şirketler aracılığıyla da hizmetlerini sürdürmektedir. Satış sonrası hizmetlerimiz arasında; • • • • • • • •

Bakım Onarım Aplikasyon Kalibrasyon ve ayar Kullanıcı Eğitimi IQ/OQ/PQ ve Validasyon Danışmanlık ve Yerleşim Projelendirmesi Yedek Parça Temini Kromatografi

Kütle Spektrometresi

Spektroskopi

Genetik ve Diagnostik

Temel Laboratuvar Cihazları

• • • • • • •

• • • • • • • • •

• • • • • • • • • •

• • • •

• • • • • • • • • • • • • •

GC Micro GC GC Sample Introduction HPLC UHPLC GPC/SEC CE

GC/MS GC/MS Transportable GC/MS Triple Quadrupole Ion Trap GC/MS LC Single Quadrupole LC Triple Quadrupole LC-ToF LC-ToF Rapid Fire

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02 www.sem.com.tr

Atomic Absorption MP-AES ICP-OES ICP-MS ICP-QQQ UV-Vis Fluorescence FTIR FTIR Microscope FTIR Portable

Mikroarray Tarayıcı Bioanalyzer PCR Cihazı GeneSpring GX

Viskozimetre Tekstür Renk Ölçüm Cihazı Santrifüj Otoklav Liyofilizatör Hassas Teraziler Biyogüvenlik Kabini Etüv pH Metre İnkübatör Erime Noktası Tayin Cihazı Nem Tayin Cihazı Reometre

SEM

444 736 1


60

TAMAMLAYICI TIP

www.labmedya.com

NÖRALTERAPİ PENCERESİNDEN TAMAMLAYICI TIP dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinirsel ileti.

Dr. Melih NURHAN Nöralterapi Uzmanı

“GELE N E K S E L V E TAMAM L AY I C I T I P” F I Z I K S E L V E RUHSAL H ASTA L I K L A RD A N K O RUNM A , BU N L AR A TAN I KO Y M A , IY I LE Ş T I RM E V E YA T E D AV I E T M E NI N YANIN D A S A Ğ L I Ğ I N IY I S Ü R D Ü R Ü L M E S INDE DE K U L L A N I L A N; FARK L I K Ü LT Ü R L E R E Ö Z GÜ T E O R I , I NANÇ V E T E C RÜ BE L E R E DAYAL I , I Z A H I YAPIL A B I L E N V E YA YAPIL A M AYA N BI LG I , BE CE R I V E UY G U L A M A L A R I N BÜ T Ü N Ü D Ü R . Nöralterapi ise, bedenin elektrofizyolojik iletişiminin bozulması nedeniyle ortaya çıkan ağrı ve hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılır. Bedenin etkilendiği fiziksel ve ruhsal travmalar vejetatif (otonom) sinir sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışmasını bozar ve bu sinir sisteminde anormal tepkileri ortaya çıkarır. Vejetatif sinir sisteminde ortaya çıkan bu anormal tepkiler; hastalıklar ortaya çıkmadan önce hastanın kendi psikolojisi ile ilgili olduğu söylenen ve modern tıbbın açıklayamadığı anlamsız şikayetleri ortaya çıkarır. Sonuçta disfonksiyon ve hastalıklar ortaya çıkar. Normalde sağlıklı bir beden bu disfonksiyon ve hastalıkları ortadan kaldırmaya çalışır. Nöralterapi vücudun kendi kendine yapması gereken fakat aşırı yüklenmeden dolayı yapamadığı iyileştirme etkisini açığa çıkarır. Nöralterapi bir regülasyon yani düzenleme tedavisidir. Vücutta 3 tane dolaşım düzenlenmiş olur; kan

Bir dokunun kan dolaşımı yani perfüzyonu artınca o doku beslenir, lenf dolaşımı artınca doku metabolitlerinden arındırılır; yani temizlenir. Sinir iletisi artan, düzenlenen doku ise daha düzenli çalışır. Dolayısıyla beslenen, temizlenen ve düzenli komut alan dokunun kendini iyileştirme kapasitesi artar. Nöralterapi bu sistemlerin regülasyonu ile hem hastalıklarla mücadelede hem de sağlıklı halin korunmasında (koruyucu hekimlikte) çok etkin kullanılan bir yöntemdir.

NÖRALTERAPI NASIL ETKI EDER? Nöralterapi otonomik gangliyonlara, periferik sinirlere, skar dokulara, akupunktur ve triger noktalarına, deri ve diğer dokulara lokal anesteziklerin uygulanması ile iyileşmeyi sağlayan bir tedavi yaklaşımıdır. Sert ve yoğun iritasyonlar (kimyasal – fiziksel – travmatik) sonucu hücre kendi imkânlarıyla tekrar repolarize olamaz, bu hücre sürekli depolarize olarak kalır. Artık frajil ve dengesi bozulmuştur, diğer deyimle hastadır. Doğal dengesi bozulan hücre genel bilgi akışına katılamaz, fonksiyonlarını yerine getiremez. Böylece sürekli olarak ritmik bir şekilde deşarj olduğu için bozucu impulslar – içtepi – frekanslar göndererek “bozucu alan” oluşturur. Uygulanan lokal anestezikler hücrenin bozulmuş olan elektriksel potansiyelini düzelterek, bozucu alan etkisini ortadan kaldırır ve ortaya çıkmış olan fonksiyon bozukluklarını ve hastalıkları iyileştirir.

BOZUCU ALAN NEDIR? Vücudun herhangi bir yerindeki önceden geçirilmiş veya hali hazırdaki lokal irritasyon; (inflamatuvar, kimyasal, fiziksel veya travmatik olabilir) patolojik bir saha (bozucu alan) haline gelebilir ve nörovejetatif sistemi bozarak diğer vücut fonksiyonlarının bazılarında da rahatsızlığa neden olabilir. Geçirilmiş olan ameliyatlar, hastalıklar, kullanılmış ilaçlar, bağırsak florasındaki bozulmalar, yaptırdığımız diş tedavileri, dolgular, trafik kazaları, kırıklar, yanıklar, yaşadığımız ev, içtiğimiz su, kullandığımız cep telefonu, giydiğimiz elbiselerin dokusu, doğum, kürtaj, özelliklede sezaryen ile yapılmış doğumlar ve bunlar gibi vücudu etkileyen tüm olaylar, vücudun zayıf olduğu yerlerde hastalık ortaya çıkartabiliyor. Bozucu alanlar; hastalık ortaya çıkarmadan önce insanlarda verimliliğin

azalması, genel kırgınlık, kronik yorgunluk, immün mekanizmasının (bağışıklık sisteminin) bozulması gibi sorunları ortaya çıkarır. İşte nöralterapi bu dönemde bile etki eder. Bu sorunların ortadan kalkmasını sağlayarak, hastalıkların ortaya çıkmasını engeller.

NÖRALTERAPI HANGI RAHATSIZLIKLARDA ETKILIDIR? Nöralterapi hemen hemen her hastalıkta kullanılabilen bir tedavi metodudur. Anatomik bir eksiklik, genetik bir bozukluk tablosu, cerrahi gerektiren pek çok durum, nöralterapi endikasyonlarını oluşturmaz. Özellikle klasik tıbbın yetersiz kaldığı uzun süreli, geçmeyen ağrılarda çok etkindir. Nöral Terapi ağrı tedavisi için öncelikli tercih edilmelidir. Kulak çınlaması (tinnitus), vertigo (baş dönmesi), meniere hastalığı, migren, trigeminal nevralji (şiddetli yüz tipi baş ağrısı), gerilim tipi baş ağrısı, küme tipi baş ağrısı, nöropatik ağrılar, bel ve boyun fıtıklarında ağrının azaltılması, boyun, sırt ve bel ağrıları gibi kas kökenli ağrıların azaltılması, bel ve boyun kireçlenmesi, yumuşak doku romatizması, zona, sedef (psoriasis), yüz felci, unutkanlık, carpal tunel sendromu (el bilek sıkışması), adet düzensizlikleri, premenstrual sendrom (adet öncesi rahatsızlıklar), dismenore (ağrılı adet görme), varisten kaynaklanan ağrıların azaltılması, alt extremite dolaşım bozukluğu, huzursuz bacak sendromu, stres, psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları, kronik yorgunluk sendromu, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, allerjik kökenli hastalıkların tedavisi ve tiroid hastalıklarının tedavisi noktalarında nöralterapi fayda sağlıyor.

NÖRALTERAPI NASIL UYGULANMAKTADIR? Nöralterapi bir enjeksiyon tedavisidir. Uygulamalarda genellikle ince, küçük iğne uçları kullanılmaktadır. Cilde çok az miktarda lokal anestezik verilmektedir. Amaç iğne yapmak değil, sistemde düzenleyici biyoelektriksel bir etki yaratmaktır. İğneler sinire yapılmamaktadır. Çocuk ve yaşlılar dâhil olmak üzere her yaşta hastaya uygulanabilir. Tansiyon, şeker, kalp gibi hastalıklar ve hastanın kullandığı ilaçlar tedaviye engel değildir. Doğal bir tedavi olarak kabul edilen nöralterapi ilaç tedavisi değildir. 90 yılı aşkın bir süredir Batı’da uygulanan Nöralterapinin hiçbir yan etkisi yoktur. Nöralterapi hastalığın doğrudan kaynağına yönelik ve kalıcı bir tedavi yaklaşımıdır. Çok uzun süreli seanslar

gerektirmemektedir. Her seans bir önceki seansa göre planlanmakta olup, haftada 2-3 seans uygulanabilir. Tedavi süresi hastaya özel değişmekle birlikte genelde 10 seansı geçmemektedir. Integratif Tıp Derneği’nin koordinasyonunda, üniversiteler ve devlet eğitim araştırma hastaneleri bünyesinde kurulan “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Üniteleri, Sağlık Bakanlığı”nın aynı adı taşıyan Daire Başkanlığı tarafından “Eğitici” olarak yetkilendirilmiş bulunmaktadır. Sözü geçen üniteler her geçen gün bu konuda eğitim almış hekim sayısını ve kalitesini artırmayı amaçlamaktadır. Bunun için yılın belirli zamanlarında eğitimler düzenleyerek, Sağlık Bakanlığı onaylı sertifikasyon programları hazırlamaktadır. Konunun Sağlık Bakanlığı tarafından da kabul görmesi ve 2014’te yönetmelik çıkarmasıyla yasal zemine oturan Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları, aynı zamanda etkin bir denetim mekanizmasına da sahip oldu. Bu sayede, konunun ehli olmayan kimseler tarafından bir takım uygulamalar yapılmasının da önüne geçilmiş oldu. Yılın belirli zamanlarında, daha çok büyük şehirlerde olmak üzere düzenlenen sempozyum, çalıştay, kongreler ise temel eğitimlerini almış hekim arkadaşlarımızın deneyimlerini paylaşma, bilgi ve becerilerini geliştirme anlamında çok yararlı bir platform oluşturmakta. Bu çalışmalar, şifa arayan hastalarımız açısından da oldukça faydalı. Türkiye’de Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları bundan bir kaç sene öncesine kadar yok denecek kadar azdı. Ancak 2014 yılı itibariyle yasal zemine oturmasıyla ivmelendi. Şimdilerde hem sayıca hem de kalite anlamında bu uygulamaları yapan hekim arkadaşlarımın artışı beni sevindiriyor, umutlandırıyor ve gururlandırıyor. İstanbul’da, Ankara’da ve diğer büyük şehirlerimizde Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarına, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi bazı üniversitelerin ve eğitim araştırma hastanelerinin ilgili ünitelerinden, ayrıca bazı özel hastane ve tıp merkezlerinin ilgili bölümlerinden, özel klinik ve muayenehanelerden ulaşmak mümkün… Hastalarımızın, şifa ararken ehil ve etik ellerde olması temennisiyle sağlıklı günler diliyorum. Sevgi ve ışıkla kalın...


BİYOTEŞHİS

www.labmedya.com

61

KRONIK KAN KANSERLERI IÇIN KIŞISELLEŞTIRILMIŞ HASTALIK TAHMINI Elif TANIL Bilim insanları, kan kanseri olan hastalarda gelecekte ortaya çıkabilecek sorunları tahmin edebilen kişiselleştirilmiş başarılı bir metot geliştirdi. Wellcome Sanger Enstitüsü, Wellcome-MRC Cambridge Kök Hücre Enstitüsü, Cambridge Üniversitesi ve işbirlikçileri; geniş bir genetik ve klinik bilgiyi birleştirerek miyoproliferatif tümörü bulunan hastalarda erken teşhis tahmininde bulunuyor. Araştırmada aynı zamanda hastalığın klinik hastalıklar ve hasta erken teşhisiyle bağlantılı desenlerini oluşturan 8 genetik alt grup da tetkik edildi. New England Journal of Medicine’de yayınlanan bu çalışma, kan kanserlerinden muzdarip hastalara yönelik kişiselleştirilmiş ilaç yapımında etkili olabilir. Ayrıca çalışma, hekimlerin hangi hastaların iyi bir geleceği olduğuna ve belirli tedaviler veya klinik denemelerden faydalanabileceğini belirlemesinde yardımcı olabilir.

eksikliği, hekimlerin hastalardaki en uygun tedaviye karar vermelerinin ve gelecekleri hakkında bilgi vermesini zorlaştırmaktadır.

kişiselleştirilmiş metodun günümüzde kullanılan hastalık tahmini yapan bütün taslaklardan daha iyi olduğunu ve buna ek olarak da hastaya kabaca bulunduğu risk gruplarını göstermek yerine daha belirgin tahminlerde bulunulabilme avantajını sağlamış oldu.

KAN KANSERI HASTALARININ GENINDE INCELEME YAPILDI Bu miyeloproliferatif tümörlere sebep olan biyolojik faktörleri anlamak için araştırmacılar; kan kanserlerini taşıyan 2000’i aşkın hastada 69 kanser geninde inceleme yaptı. Bilim insanları elde edilen genetik bilgiyi kullanarak, bu kanserlerin 8 farklı alt tipi olduğunu buldu. Bu genetik alt tiplerin aynı zamanda klinik olarak birbirlerinden farklı oldukları da tespit edilerek, hasta grupları arasındaki gerçek farklar belirlendi. Klinik bilgileri genetik bilgilerle bir araya getiren araştırmacılar; kan kanserlerinden şikâyetçi olan insanların her biri hakkında o kişiye özgü hastalığın tahminini mümkün kılan bir metot geliştirdi. Bu

KIŞIYE ÖZEL TEDAVI YÖNTEMLERI Çalışmadaki araştırmacılardan biri olan Dr. Jyoti Nangalia; “Miyeloproliferatif tümörlerin bazı riskleri olduğu bilgisine rağmen hastalar hakkında kesin kişisel tahminlerde bulunabilmemiz mümkün değil. Yeni çevrimiçi hesaplayıcımız, hastaya ait genetik ve klinik bilgileri alıp o kişinin hastalığının gelecekte nasıl bir ilerleme göstereceğinin tahminini yapabiliyor. Yakın gelecekte bu hesaplayıcı iyi bir tedavi takvimi olduğu düşünülen hastalara güven vermek ve alternatif tedavi yöntemlerinden yararlanma imkânı olan nadir hastalıklara yakalanabilecek insanların

belirlenmesinde kullanılabilir” dedi. Aynı çalışmada yer alan Tony Green ise, çalışmanın miyeloproliferatif tümörleri anlaşılmasında önemli bir yeri olduğunu belirtiyor. Araştırmanın genel mekanizmalara dayalı yeni sınıflandırma ortaya çıkartmakla kalmayıp aynı zamanda ilk kez kişiye özel tahminlerle hasta yönetimine rehber olduğu düşünülüyor. Bu çalışma gelecekte kan kanseri hastalıklarının sınıflandırılmasına bir açıklık getirebilir, yeni tedavilerin denenmesi ve geliştirilmesini daha da aktifleştirebilir. Modern genomik biliminin gücü kullanılarak ilaçların gücü arttırılabilir, etkin klinik süreç ve tedaviler geliştirilebilir. Çalışma; aynı zamanda kan kanseri hastalarının tedavi süreçleri hakkında bir bilinç kazanmasına ve daha detaylı bilgi sahibi olmasına olanak sağlayabilir. Kaynak: Labmanager

LÖSEMI HASTALIĞININ GELECEĞI HAKKINDA BILGI VERIYOR! Miyeloproliferatif tümörler, Birleşik Krallık’ta yaklaşık 30.000 kişiyi etkisi altına alan bir grup kan kanseri hücreleridir. Bu kanserler kronik olmakla birlikte, rahatsızlıktan muzdarip hastalar kan pıhtılaşması veya kanama riski altındadırlar. Buna ek olarak, kanserler hastalığı daha ileri seviyeye dönüşebilir ve pek parlak gelecek sunmayan akut lösemiye dönüşebilir. Hastaların, hastalıklarının gelecekte nasıl ilerleyebileceği hakkında bilgi sahibi olmaları büyük önem taşısa da daha öncelerinde her hastanın şahsına kişisel tahminlerde bulunulabilmek pek mümkün değildi. Günümüzde kan kanserlerini sınıflandırmak için 1950’lerde oluşturulan, miyeloproliferatif tümörlerin üç klinik tipe ayrıldığı sistem kullanılmaktadır. Ancak, bu sınıflandırma sisteminin de sorunları olduğu biliniyor. Bu keskin sınıflandırmanın

Artık Türkiye’de BGB, İlaç, Çevre, Kimya, Biyoteknoloji ve Sağlık Sektörü Endüstrileri için Kromatografi Sarf Malzemeleri Üreticisi ve tedarikçisi konumundadır. BGB Markası, dünyanın her yerindeki laboratuvarlarda yüksek kaliteyi maliyet etkinliğiyle birleştirir. İyi eğitimli çalışanlarımız sizi desteklemeye ve sonuçlarınızı iyileştirmeye odaklanır. BGB biyokimya, eczacılık ve analitik kimyada sahip olabileceğiniz her türlü talebi yerine getirebilmek için kimya ve analitik bilim insanları ile çalışır. Kromatografide 25 yılı aşkın deneyimimiz ile Türkiye’de sizi başarıya yönlendirecektir. Kromatografi Bizim İşimizdir. (BGB Analytik) BGB ANALYTİK LABORATUVAR MALZEMELERİ TİCARET A.Ş Yenişehir Mah. Şefika Sk. Dumankaya Flex Kurtköy Sitesi A Blok Apt. NO: 10/1/6 Pendik/İstanbul

Telefon: +90 216 909 20 48 Mobil: +49 152 34362660

sales.tr@bgb-analytik.com www.bgb-shop.com.tr


62

BİLİM İNSANI

www.labmedya.com

“ Ö V G Ü Y Ü KIMIN AL DI ĞI NI UM U RSAM AD IĞIN IZ DA YAPABILEC EĞIN IZ Ş E Y L E R I NANI L MAZDI R .”

BİLİME ADANMIŞ BİR HAYAT: GERTRUDE BELLE ELION Amerikalı ünlü biyokimyacı ve ecza bilimci Gertrude Belle Elion; 23 Ocak 1918 tarihinde New York’ta doğdu. 14 yaşında Amerika’ya göç eden annesi Bertha Cohen’in kökeni savaştan kaçan Rusya Yahudilerine dayanmaktaydı. 1914 yılında New York Üniversitesi Diş Hekimliği bölümünden mezun olan babası Robert Elion ise Litvanya Yahudisi olup Gertrude’un annesi ile aynı sebeplerden dolayı 12 yaşındayken Amerika’ya göç etmek zorunda kalmıştı. 1929 yılındaki “Büyük Buhran” nedeniyle babası iflas eden Gertrude Elion, 1933 yılında Hunter College’a burslu olarak kabul edildikten sonra çalışma alanını kimya olarak belirledi. Bu alanı seçmesindeki en önemli sebep ise daha küçükken çok sevdiği büyükbabasını mide kanserinden kaybetmesiydi. “Büyükbabam mide kanserinden ölünceye kadar bilime karşı ilgili değildim. Büyükbabamın ölümünden sonra kimsenin bu kadar acı çekmemesine karar verdim” sözleriyle kansere ve birçok hastalığa karşı savaşmaya karar vermişti. “Hiç kimse beni ciddiye almadı. Herkes bir kadının neden kimya ile ilgilendiğini merak ediyordu. Dünya, benden bir kimyager olmamı beklemiyordu.” Bu sözler; Elion’un nelerle mücadele ettiğini anlattığı Marry Ellen Ivery’nin 1997 yılında yaptığı röportajından sadece küçük bir alıntı. Mezuniyetinden sonra iş aramaya başlayan Elion; o dönemde kadınların bilimde başarılı olamayacağı görüşünden dolayı kendine uygun bir yer bulamadığı için bir kimya laboratuvarında gönüllü kimyager olarak çalışmaya başladı.

Kendisine ücret verilmemesi bir yana çalışmakta olduğu laboratuvarın başkanı tarafından, Yahudi olmasından dolayı antisemit söylemlere maruz kaldı. Artan antisemitizme, maddi zorluklara ve kadın olması nedeniyle cinsiyet ayrımcılığına göğüs gererek 1941 yılında yüksek lisansını başarıyla tamamladı.

KENDİNİ BİYOKİMYA VE FARMAKOLOJİYE ADADI Yaşanan olumsuzluklar üzerine şöyle bir açıklama yaptı Elion; “Genç bir adama âşık oldum ve evlenmeyi planlıyorduk. O, subakut bakteriyel endokarditten dolayı öldü. Ölümünden iki yıl sonra penisilin icat edildi. Eğer penisilin daha önce icat edilmiş olsaydı kurtulabilirdi. Bilimsel çalışmalarımı tetikleyen olaylardan birisi de budur.” (Journeys of Women in Science and Engineering: No Universal Constants, 1997) Nişanlısı Leonard Kanter’ın 1941 yılında subakut bakteriyel endokardit sebebiyle ölümünden sonra Gertrude, asla evlenmeyip kendini tamamen işine ve bilime adadı. 1940’ların ortasında ise şimdiki adı Glaxo Smith Kline olan Burroughs Wellcome Fund’a bağlı bir araştırma laboratuvarında çalışmaya başladı ve çalışmalarına ömrünün sonuna kadar burada devam etti. Burada bulunduğu süre boyunca 225 makale yayımladı. İlk önce asistanı olarak, daha sonra da 40 yıl boyunca birlikte çalıştığı George Hitchings’in de meslektaşıdır. “Sevdiğiniz işi yapmak çok önemlidir. Eğer sevdiğiniz işi yaparsanız işiniz size bir yük gibi gelmez. Yaptığım iş sayesinde çeşitli ciddi hastalıkların tedavisi için ilaçlar ürettim. Lösemi, böbrek yetmezliği ve herpes virüsü gibi ölümcül hastalıklara

yakalanan insanların iyileşme süreçlerine tanıklık etmenin heyecanı kelimelerle açıklanamaz” sözleriyle kendini ifade etmeye çalıştı. Gertrude Elion’ın araştırmaları ve çalışmaları, hem yeni ilaçların hem de genel olarak tıp alanının gelişmesinde bir devrim yarattı.

GLAXO SMİTH KLİNE İLE KESİŞEN YOLLARI, LÖSEMİ VE ORGAN TRANSFERİNDEKİ TEDAVİLERDE HALA KULLANILAN BİRÇOK İLACI KEŞFETMESİNİ SAĞLADI Önceki zamanlarda ilaçlar; doğal maddelerden üretilirken 1950’lere gelindiğinde Gertrude Elion, çalışma arkadaşı George Hitchings ile birlikte biyokimyaya dayanan ilaçlar üretmek için sistematik bir yöntem geliştirdi. İkilinin ürettiği ilk ilaçlardan biri lösemi hastası olan birçok kişinin tedavisinde kullanıldı. Yaratıcısı oldukları diğer ilaçlar; sıtma, otoimmün bozukluklar, AIDS, idrar yolu enfeksiyonları, viral herpes, gut ile mücadelede ve organ nakillerinde yardımcı olmak için kullanılan ilaçlardır. Bunların yanında; Hitchings ve Elion, diaminopurine ve tioguanin olmak üzere iki bileşiği başarıyla sentezledi. Bu iki bilim insanının temel biyokimyasal ve fizyolojik süreçleri anlama konusundaki yeni vurgusu, hastalıkların tedavi edilmesinde daha önceleri kullanılan ilaçların geliştirilmesi için boşa harcanan zamanı ortadan kaldırdı. Bir dönem Duke Üniversitesi’nde araştırmacı profesör olarak çalışmalar yürüttü. Ömrü boyunca Ulusal Kanser Enstitüsü’nde, Amerikan Kanser Araştırmaları Birliği’nde ve Dünya Sağlık Örgütü’nde görev aldı. 1967-1983 yılları arasında Burroughs Vakfı’nda Deneysel

Terapi bölüm başkanlığını yürüttü.

“ÇALIŞMAKTAN KORKMAYIN. DEĞERLİ HİÇBİR ŞEY KOLAYCA GERÇEKLEŞMEZ” “Başkalarının sizin şevkinizi kırmasına veya neleri yapamayacağınızı söylemelerine izin vermeyin. Kadınların kimya alanında çalışamayacağı söylenirdi. Yapamamamız için hiçbir sebep göremiyorum” sözlerine sahip olan Gertrude Elion; 1983’te emekli olmasına rağmen çalışmaya devam etti. Bu süreçte AIDS virüsü HIV’ye karşı ilk ilaç olan AZT’nin gelişmesine yönelik çalışmaların denetlenmesine yardımcı oldu. 1988 yılında Elion; Dr. Hitchings ve Sir James Black ile birlikte ilaç tedavisindeki önemli ilklerin keşiflerinden dolayı Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülünü kazandı. 1991’de “Ulusal Bilim Madalyası” (National Medal of Science) ile ödüllendirildi ve “National Inventors Hall of Fame”e üye olan ilk kadın oldu. Kuzey Carolina Üniversitesinde de görev yapan Elion; “Nobel Ödülü’ne sahip olmak elbette iyi ancak ben, geliştirdiğim ilaçların sağladığı yararlar sayesinde zaten ödüllendirildim” açıklamasıyla insanlığa olan yararını bir kez daha gözler önüne serdi. (The New York Times, 18 Ekim 1988) Takvimler 21 Şubat 1999’u gösterdiğinde Gertrude Belle Elion; 81 yaşında hayata veda etti. Ölümünün ardından 2011 yılında “Jewish – American Hall of Fame”e dâhil edilerek onurlandırıldı.



“Hassasiyet kişiden kişiye TERAZİDEN TERAZİYE değişir.”

www.sartonet.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.