LabMedya 44

Page 1

www.anamed.com.tr sales@anamed.com.tr

0 216 331 17 07 HANNA KARL FISCHER VOLUMETRİK ve KULOMETRİK TİTRATÖRLERDE

ya kampan

!!!

6.800 EURO

3.999 EURO

Laboratuvar ve sağlık gazetesidir.

KADIN MUCITLER

Yıl: 8 • Sayı: 44 • Kasım - Aralık 2017

62

*kampanyamız 2017 sonuna kadar geçerlidir.

TRAFIK CANAVARI

LCMS-8045

Sıvı Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (LCMSMS)

Prof. Dr. Kadir HALKMAN

Her koşulda için doğdu

kosmak

GCMS-QP2020

Gaz Kromatografi Kütle Spektrometre (GCMS)

04 NE YEDIĞIMIZI BILMIYORUZ!...

İNSAN RUHU KOPYALANIP ILK E-INSAN YARATILACAK

Prof. Dr. Aziz EKŞİ

30 GEBELIK BULANTILARI

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

12

Rusya'da bir grup bilim insanı, insan vücudunun sahip olduğu düşünülen ruhu bilinçleri taşıyabilen bir enerji olarak kabul ediyor ve bu bilinci kodlar halinde taşıyabileceğine inanıyor.

HASHİMOTO TİROİDİTİ Dr. Mahmut YAZICI

50

15

NASTECH ÖLÜMCÜL VIRÜSLER GERI DÖNDÜ

54

Tehlikeli ve ölümcül virüsler insan ırkını olumsuz etkiliyor. Ancak dünya büyümeye ve gelişmeye devam ederken, giderek daha fazla virüs ve hastalıkla yaşanıyor.

EV ORTAMINDA LABORATUVAR

59

Gelişen teknoloji, tıpta kullanılan tanı aletlerinin boyutlarını evlere girecek kadar küçülttü.

34 ISSN: 2148-953X • www.labmedya.com • bilgi@labmedya.com

Evcil hayvan besleyen çocuklar daha sağlıklı

IŞIK SAÇAN CANLILAR

40

Ateş böcekleri, sarı ya da yeşil ışık üretebilen canlılardır. Ürettikleri ışığı, düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için ve haberleşme aracı olarak kullanırlar.

14

Hatasız kul olmaz

unutun!

bildiklerinizi



3

www.labmedya.com

Emrah AKÇAY İletişim Uzmanı

İNSANLAR I B IR B IR INDEN AYIR AN EN ÖNEML I ÖZELLIK LER DEN B IR ISI K UŞKUSUZ H UY L AR I VE K AR AK T ER L ER IDIR . HER B IR IMIZIN HAYATA K AR ŞI DUR UŞU FAR K L IDIR . B AZILAR IMIZ R ISK ALMAKTAN Ç EK İ N MEZK EN, B AZILAR IMIZ PIMPIR IK L IDIR , K IL I K IR K YAR AR IZ.

ALINGAN AHTAPOTLAR Kimimiz en kalabalık ve yabancı ortamda hemen iletişime geçer, arkadaşlıklar kurarken; kimimiz o kalabalığa girmeye bile çekinir, bir köşede büzüşür kaçmaya çalışır. Bazı şoförler trafikte en ufak tartışmada levyeyi kaparak kavga etmeye koşarken; bazıları öfkelenmez, ara bulmaya çalışır, sağduyudan ayrılmaz. Karakterin ve huyların pek çoğu doğuştan beraberimizde gelir. Bebeklerin pek çok davranışı, büyüdüklerinde de kişilik özelliklerini oluşturur. Peki, hayvanların da karakteri olabilir mi sizce? Bir hayvan diğer bir türdeşinden ayrılır mı? Hayvanların yalnızca içgüdüleri ile hareket ettiği bilinir. Acaba gerçek durum böyle midir? Hatta yalnızca memeliler değil omurgasızlar ya da balıklarda da huydan ve kişilikten bahsedilebilir mi? Psychology Today dergisinin son sayısı böylesi ilginç bir olayı incelemiş uzun bir makale ile. İki çakalın davranış farklılıklarını karşılaştırıyor, sonra bunu diğer hayvan örnekleri üzerinde sürdürüyor. Bu makalede yazılanları sanırım evcil hayvan besleyen okurlar daha iyi anlayacak. Hayvanların kişilik yapılarını inceleyen birkaç araştırmacı var. Pek çoğu biyolog kökenli. Stanley Gehrt, Kaliforniya’daki çakalları inceliyor. Bunlardan bir tanesi, beraber hareket ettiği çakala hiç benzemeyen erkek çakal. Yaban hayat parkından şehir tarafına geçmek için oldukça işlek bir yolun geçilmesi gereklidir ve cesur çakal her seferinde geçer o yolu, eşine inat. Hiçbir çakal bu davranışı tekrarlamamaktadır. Korkaklar kendi bölgelerinde kalarak var olan yiyeceklere razı olurken, cesur çakal her seferinde yeni ve zengin yiyecek kaynakları bulmaktadır. Bir hastanenin bahçesindeki kuğular da dahil. Bunun sonucu bir araba tarafından ezilme ile sonuçlanır ama cesur ve tok bir çakal olarak. 1960’lı yıllarda önce şempanzeler üzerine yapılan araştırmalar, onların birbirinden farklı yaradılışta olduklarını gösterir. Bunun üzerine akademik dünyanın ilgisi bu yöne doğru kayar. Örneğin Davranış Ekolojisti Andrew Sih, inceledikleri neredeyse her türde farklı davranış özellikleri

gördüklerini aktarmaktadır. Çeşitli durumlar karşısında verdikleri farklı tepkileri ve tahmin edilemezliği... Öyle ki, dev okyanus ahtapotlarının bile farklı davranış kalıpları ortaya çıkıyor yapılan gözlemler ve testler neticesinde. Her biri akvaryumlarda farklı davranış biçimleri gösteriyor. Genel itibariyle üç karakter grubunda toplanabiliyorlar: Utangaçlar, pasifler ve saldırganlar... Bizden de örnekler var. Bir veteriner hekim arkadaşım, kliniğe gelen iki kardeş kediden bahsediyor. Kedilerden biri kendi deyimi ile aristokrat bir kadın gibi, kırılgan. Sahibi azıcık kızsa yerin dibine giriyor. Diğeri bir o kadar arsız, kapıdan kovsan bacadan buluyor yolunu. Şırnak’ta görev yaparken bir muhabbet kuşu edindim. Yalnızdım ve çevremde gördüğüm örneklerdeki gibi yalnızlığımı paylaşacak bir kuş olsun istedim. Ne mümkün. Asla yanıma yaklaşmadı, asla elimden yemedi, tek kelime öğrenmedi. Yetimhanede büyümüş, saldırgan bir ergen gibiydi. Tabii bu farklı kişilik özellikleri, hayvanların farklı kaderlerini beraberinde getiriyor. Örneğin çekingen yengeçler belki düşmanları tarafından fark edilmiyor ve akşam yemeği olmaktan kurtuluyor. Ancak kendini göstermedikçe bir eş bulma şansı da ortadan kalkıyor. Bazen hiç çiftleşmeden ölen yengeçler söz konusu olabiliyor. Yaşam şartları da hayvanların karakterlerini etkileyebiliyor. Tehlikeli avcıların bulunduğu bir ortamdaki diken sırtlı balıklar daha cesur oluyor. Dahası, daha cesur balıklar, diğer türdeşlerine karşı daha saldırgan bir hal alıyor. Saldırganlık, dozunda olduğunda çiftleşmek için bir avantaj olabilir. Ancak abartan baskın bir erkek su böceği, havuzdaki dişi-erkek herkese saldırdığından kendisi dahil kimse çiftleşemeyebiliyor. Türün devamı için bir tehlike ortaya çıkıyor. Zaten hayvanların optimal davranışları gösterdiği teorisi de doğrulanamıyor. Karakter özelliklerinin güdümünde çok aşırı davranışlar gösterebiliyorlar. Normalde zengin bir besin kaynağı olduğu için erkeğini çiftleşmeden sonra öldürüp yemesi gereken dişi örümcekler, kimi zaman dayanamayıp çiftleşmeden önce de erkeğini yiyebiliyor. Hayvanların bebekliğinde maruz kaldıkları farklı davranışlar, ilerleyen yıllarda

karakter bozukluklarına da yol açabiliyor ve tür özelliklerinden uzaklaştırabiliyor. Örnek mi? Bebekken yaşlı bir kadın tarafından evde bakılmaya başlanan bir av köpeği, birkaç yıl sonra kadının ölmesi ile sokakta kalıyor. Bir adam bunu av köpeği olarak eğitmek ve kullanmak istiyor. Ancak hayvan azıcık kirli bir kaptan su dahi içemiyor. O denli vahim yani. Yine üç köpek yavrusu üç ayrı aileye veriliyor. Bunlardan biri oldukça zengin bir kadın. Sürekli bakım, özel tıraşlar, kıyafetler. Sonra bir araya getiriliyorlar. İkisi gayet oyuncu, tür özelliklerini gösterirken kokoş olan sahibinin kucağından bile inmiyor, tıpkı bir kadın çantası gibi. Bir başka örnek ise acımasızca dövüştürülen köpeklerden. Köpek daha saldırgan olsun diye bebekliğinden itibaren karanlık bir odada tutuluyor. Bu öylesine bir korku yaratıyor ki, karanlıkta kaldığı anda ağlamaya, inlemeye başlıyor. Karanlık korkusu tüm benliğine yerleşmiş. Tedavi edilmesi yıllar alıyor. Yaşlanmak da karakterler üzerinde değişimler yaratıyor. Gençliğinde oldukça saldırgan olan şempanzeler, ilerleyen yıllarda baskın hallerini ve saldırganlıklarını terk ediyorlar. Daha az saldırganlaşıyorlar. Bizim saçlarımızın beyazlaması gibi onların da postları beyazlıyor. Bu da ayrıca bilge bir görünüm veriyor olmalı. Hayvanların karakter halleri böyle. İlginç geldi mi? Fakat ben veteriner, biyolog ya da psikolog değilim. Öyleyse neden yazdım bunları, öyle değil mi? Etologlar, etoloji ile uğraşan bilim insanlarıdır; yani hayvan davranışlarından yola çıkarak insanı anlamaya çalışan kişiler. Desmond Morris bunlar arasında en önemlilerinden biridir. Uzun yıllar Londra Hayvanat Bahçesi’nin yöneticiliğini yapan Morris, başta “Çıplak Maymun” ve “İnsanat Bahçesi” olmak üzere pek çok başarılı kitap yazmış, eserler vermiştir. Biz de biraz etologluk yaparak, insanı anlamaya çalışalım. Bizim tüm eğitim sistemimiz tek tip insan yaratmak üzerinedir. Çok sevgili hocam Dr. Cengiz Tavukçuoğlu’nun bir hikâyesi var. Ormanda okul açılmış. Öğrencileri kartal, yunus ve çita... Bunlara bir yıl eğitim vermişler ve sonra da bitirme sınavına sokmuşlar. Sınavda her birinin geçmesi gereken üç test var; koşmak, yüzmek ve uçmak... Okullarımızda ve ailelerimizde eğitim anlayışımız aynı

bu şekilde gerçekleşir. Her çocuğun bir birey olduğunu ve farklı kişilik özellikleri ile yeteneklere sahip olduklarını dikkate almayız. Herkes doktor olmalıdır, mühendis, asker vs. Çoğu zaman çocuğun fikri bile alınmaz. Bir ahtapot kadar olsun farklı kişilik özellikleri sorgulanmaz. Sonuç? Hastanelerde mutsuz doktorlar, sayıların içerisine hapsolmuş ressamlar... İnsan, rengarenk bir bütünü oluşturur. Bizi bir başka insandan farklı kılan işte bu değişik kişilik özelliklerimizdir. Bir arkadaşınızı çok severken, diğerinden zerre kadar haz etmezsiniz; nedeni karakterleri ve huylarıdır. Bizim kafa yapımız hep ormanı görmek üzerine kuruludur. Ağaçları seçmez, manzaraya dalarız. Oysa her biri ne kadar farklıdır birbirlerinden. Eğitim ne kadar bireye indirgenebilir, bu elbette bir takım kısıtlara sahip ve sorgulanmalı. Özellikle hangi seviyede ne kadar olacağı. Temel eğitim uzun yıllar boyunca tek tip devam ediyor. Ben hiçbir ilkokul öğretmeninin çocuğun kişilik özelliklerine göre ödev verdiğini görmedim, işitmedim. Hepsi akşam olduğunda sayfalar dolusu ödevi beraberlerinde getiriyorlar. Bir sürü matematik alıştırmaları... Çocuk aklından şiirler yazıyor, ama önünde sayılar üzerine üzerine geliyor. Bilmem ne demek istediğim anlaşıldı mı? Yeni doğan bir bebek daha ana karnında başına gelen her şeyi, duygularını limbik hafızaya kaydediyor, yani duygularımızın merkezine. Bu kayıt bir buçuk yaşına kadar devam ediyor. Ondan sonra üst beyin defterini açıyor ve kayıt başlıyor. Üstelik çocuk altı yaşına geldiğinde, beyni yetişkin beyninin %90’ına ulaşıyor. Yani o küçücük yaşlarda ne yazarsak o kalıyor. Tıpkı karanlıktan korkan köpek gibi, tüm korkularımıza, nedensiz kaygılarımıza, dengesiz davranışlarımıza, bağımlı kişilik yapılarına o evrede sahip oluyoruz. Farkında olarak ya da olmayarak, çocuklara karşı davranışlarımız, onların kişilik yapılarını şekillendiriyor. Evet, çocuklar biyolojik bağları olan kişilik özellikleri ile dünyaya geliyorlar ama bir de beyaz levhayı beraberlerinde getiriyorlar. Biz işte o levhaya ne yazarsak o kalıyor, bir ömür peşlerini bırakmadan. Bizim levhamızda neler yazılı? Bizler başka levhalara neler yazıyoruz? Biraz da bunun üzerine düşündürmek istedim.


4

www.labmedya.com

Prof. Dr. Kadir HALKMAN Ankara Üniversitesi Gıda Müh. Böl.

TRAFIK CANAVARI

Merhaba,

aktaran bir hoca idi.

Normal/ standart/ beklenen/ alışılagelmiş her ne ise; Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi, 1965 doğumlu Prof. Dr. Yaşar Kemal ERDEM, beni gömmeli idi ama ben onu gömdüm. Benden 12 yaş daha genç. Yaşlı akrabalar ve hatta yaşıtlarımın cenaze törenlerinde bulunmak, onları gömmek neyse ama öğrencimi gömmek bana çok ağır geliyor. Başka öğrencilerimin de vefatlarını duydum. ABD Mayo Clinic'te kanser araştırmalarında çalışan öğrencim Dr. Muzaffer Çiçek'in vefatını çok sonra öğrendim. Arada atladığım varsa özür diliyorum ama öğrencim Yaşar Kemal Erdem'i gömmek bana çok ağır geldi.

Ama Yaşar Kemal Erdem'i trafik kazasında kaybetmek! İşte bunu kabul edemiyoruz. Zor geliyor, çok zor geliyor.

Saçma sapan bir trafik kazasında Yaşar Kemal Erdem'i kaybettik. Öğrencisinin deyişiyle ve benim ilavelerimle, "Kaçkarlar'da ayağı kaydı tepeden düştü öldü, Ovit Yaylası'nda ayı parçaladı, okyanusta boğuldu, rüzgârda yelken direği kırıldı ve kırık parça kalbine battı ve öldü." Hepsi kabul. Tam bir doğa aşığı idi. Çok iyi bir bilim adamı idi. Analitik düşünüp, bunu öğrencilerine de

her gün ve her yerde görüyoruz. Bazen kendimiz de trafik canavarı oluyoruz.

İsyan edesi geliyor insanın. "Ulan şerefsiz trafik canavarı, başka adam mı bulamadın da Yaşar'ı hemen Azrail'e teslim ettin?" 2016 Mayıs ayında öğrencimin eşi Lokman, kanser tedavisini yenmişti ama bu denli yoğun kemoterapiyi vücudu kaldırmadı ve kalp yetmezliği nedeni ile vefat etti. Çok yakın tarihlerde kanser tedavisi gören bir tanıdığım da kanseri yendi. Ama sonuçta Lokman vefat etti, öbürü yaşıyor. Lokman, insanlık için önemli ve işe yarar birisi iken, öbürü sadece doğal kaynaklarımız olan oksijen ve suyu gereksiz yere tüketen, tam olarak yaşaması gereksiz biri idi. Gel de isyan etme. Lokman öldü ama öbürü hâlâ yaşıyor. Sonuçta öbürü de öldü ve isyanımı geri aldım. Şimdi ağır isyanlardayım. O şerefsiz trafik canavarını bir yerlerde yakalasam ümüğünü sıkacağım. Adı geçen şerefsiz trafik canavarını

Sınıf arkadaşım, alkollü araç kullanırdı. Alkollü araba kullandığı için vefat etti. Bir başka arkadaşım, çok hızlı araba kullanırdı, o da bu nedenle öldü. Ama Yaşar Kemal Erdem, evine gitmek için bindiği taksinin bir şekilde takla atması sonunda aramızdan ayrıldı. Lastik patladı, emniyet kemeri takılı mıydı? Bunlar boş laf... bunlar boş laf. Yapacak hiçbir şey yok. Bundan sonrasında Yaşar Kemal Erdem artık anılarımızda yaşayacak. Yıllar önce ÖSYM'de bir mesleki sınav hazırladım. 5 seçenekli çoktan seçmeli sınavda 4 yanlışın 1 doğruyu götüreceği bir sınav programı idi. O tarihteki ÖSYM uzmanları en doğru sınav sisteminin 5 yanıt seçeneğinde 4 yanlışın 1 doğruyu götüreceği ya da 4 yanıt seçeneğinde 3 yanlışın 1 doğruyu götüreceği sınav sisteminin, ölçme değerlendirme açısından en geçerli sistem olduğunu, öğrencilerin bildikleri kadar bilmedikleri konusundan da sorumlu olduklarını,

TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK RAFTAN ISITMALI VAKUMLU ETÜVÜ Türkiye’nin YENİ LABORATUVAR CİHAZLARI ÜRETİCİSİ

www

Kullanıcı dostu dokunmatik ekran Dijital vakum kontrol Termo raf Mükemmel sıcaklık kontrolü Evrensel KF16 vakum bağlantısı Çoklu dil seçimi Dahili vakum kabini

+90 312 278 40 47

bilmedikleri soruyu boş bırakmaları sorumluluğunu taşımaları gerektiğini anlatmışlardı. Peki, eğridir doğrudur. ÖSYM ve benzeri sınavlarda, belirli bir süre içinde en çok doğru yanıtı verenler, en az hata yapanlar başarılı kabul ediliyor. Oysa günlük yaşamımızda trafik gibi ağır bir sınav ile devam ediyoruz. Tam olarak bildiğim küfürlerin tümünü sayarak ve 'yetmez' deyip yeni küfürler oluşturmak durumunda kaldığım trafikte; tek bir milisaniyelik hata, tüm doğruları götürüyor. Bu yazıyı okuyan dostlar; Lütfen hızlı araba kullanmayın. Sürücü koltuğunda değilseniz ve her kim olursa olsun sürücüyü hızlı araba kullanmaması konusunda uyarın ve her koşulda emniyet kemerinizi bağlayın. Işıklar içinde uyu sevgili Yaşar Kemal Erdem. Sevgiyle...

Dijital Vakum Kontrolü

Raftan Isıtma

Dokunmaik Ekran



6

www.labmedya.com

BUGÜN GEZEGENIMIZI ISITAN KÖMÜR GEÇMIŞTE NEREDEYSE DÜNYAMIZI DONDURUYORDU Dünyamızı, yakılan kömürler ve diğer karbon bakımından zengin fosil yakıtlar ısıtıyor. Ancak bu yakıtların oluşması gezegenimizin neredeyse tamamen buz tabakası ile kaplanmasına neden oluyordu. Geçen bir milyar yıl içindeki en az iki erken dönemde “Snowball Earth” olarak da bilinen bir buzullaşma görüldü. Yeni çalışmalara göre gezegeni ısıtan karbondioksit seviyelerinin düşüşüyle,

gezegenimiz üçüncüsünden şaşırtıcı bir şekilde "kıl payı" kurtuldu. Almanya'nın Potsdam İklim Etki Araştırması Enstitüsü'nde (Germany’s Potsdam Institute for Climate Impact Research) Paleoklimatolojist Georg Feulner: “Kömürü yakıp atmosfere saldığımız ve şu an küresel ısınmaya ısınmaya ve karbonla eskiden küresel buzullaşmaya neden olan karbon ironik

olarak aynı” dedi. Bugünün kömürünün büyük kısmı 300 milyon yıl önce biten ve 60 milyon yıl sürmüş olan Karbon Çağı’ndan kalma. Bu süre boyunca, fosil kayıtların gösterdiklerine göre dünya’da iki geniş kıtayı tropikal bataklık ormanları kaplıyordu. İlk çağlarda atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu milyonda 1.000 oranı kadar olabilirdi. Bilim insanları

1950'lerde bunları düzenli olarak kaydetmeye başladığından beri bu oran üç kat arttı. Feulner, Karbon Çağı’nın iklimini kıtaların ayrılmasını ve güneşin parlaklığının tahminlerini bilgisayar modelinde yeniden oluşturmaya çalıştı. Fosil kayıtlarını kullanarak, CO2 seviyelerini 100ppm civarına düşürdü. Devasa ormanlar birçok karbonu emdi ve öldüklerinde “bu ölü ormanlar yerkabuğunda kömüre dönüştü.” Havada daha az CO2 ile küresel ısı ortalama seviyeye düşebilir. Ortalama küresel sıcaklıklar 12 ° C ila 2'den düşük olabilirdi (54 ila 36 F arasında). Yağmur kara dönüşecekti ve güney yarımkürede oluşacaktı ve yayılan buz gelen güneş enerjisini yansıtarak uzaya geri gönderip daha çok soğumaya neden olacaktı. Feulner’in söylediklerine göre, düşen ısı CO2 düzeyini 100ppm civarında korumak için yeterli bitkiyi öldürdüğünden, dünya tamamen bir kartopu olmaktan kurtulmuş gibiydi; fakat oluşturulan modeller toplam buzullaşmanın 40ppm civarında olmasını tahmin ediyordu. Kömür hâlâ dünya enerjisinin yüzde otuzunu ve sera gazlarının emisyonlarının yüzde 40’ından fazlasını karşılıyor. Endüstri Devrimi’nin başlangıcından beri CO2 yoğunluğu kabaca milyonda 275 oranında arttı ki bugün bu oran 400’e yükselmiş durumda. Feulner’ın çalışması karbon bakımından zengin fosil yakıtlarının bırakılması gerektiğine ışık tutmaktadır. Feulner: “Buradan öğrenebileceğimiz tek şey, bu fosil yakıt kaynaklarının hâlâ iklim açısından önemli olduğunu ortaya koyuyor. Karbonifer üzerinde kömür oluşumu ve diğer işlemler atmosferden 900 ppm CO2 dışarı attı. Eğer çok fazla kömür yakmaya devam edersek doğal olarak bu durum atmosfere çok fazla miktarda CO2 eklemeye devam edecektir” dedi. Kaynak: https://www.seeker.com



8

www.labmedya.com

VATANDAŞ YAPAY ZEKA

RÜYALAR KONTROL EDILEBILIR MI?

KANSERE KARŞI NANO TEKNOLOJI

MILYONLUK KADAVRALAR

Vizelerin, vatandaşlıkların tartışıldığı bu günlerde, yapay zekaya sahip ve insana en çok benzeyen robot olarak anılan Sophia'ya Suudi Arabistan vatandaşlık verdi.

Vatan gazetesinin haberine göre; 47 katılımcı ile gerçekleştirilen deneyde, bilim insanları üç rüya kontrol etme tekniğini ve bu tekniklerin yan etkilerini test etti. İki hafta boyunca gözlemlenen katılımcılardan ilk hafta normal uyku düzenlerinde uyumalarını ve rüyalarını not etmeleri istendi.

ABD'de yer alan Rice Üniversitesi öncülüğünde geliştirilen kansere karşı nano teknoloji tedavisine dair çalışma bilim dergisi Nature'da yayınlandı. Makaleye göre kanserli hücreleri ışıkla yönlendirilerek bulan nano moleküller kanserli hücrelerin zar yapısında delikler açarak hasarlı hücreleri 1 ila 3 dakika içerisinde imha ediyor.

Egeli bilim insanları Prof. Dr. Okan Bilge ile Yrd. Doç. Dr. Servet Çelik, yıllardır süren kadavra sıkıntısına 50 bin lira maliyetle kurdukları Plastinasyon Laboratuvarı'yla çözüm buldu.

Yapay zekaya sahip ve insana en çok benzeyen robot olarak anılan Sophia da artık bir ülkenin vatandaşı.

İki bilim insanı laboratuvarda yaptıkları işlemlerle kadavra olarak bağışlanan bedenleri hem tamamen plastik hale getirdi hem de her bir plastinat (plastik hale getirilmiş) beden için ödenen 50 bin Euro maliyetten kurtuldu. Ege Üniversitesi Anatomi Bölümü Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Bilge, "Burada ürettiğimiz plastinatları yakın zamana kadar sadece yurtdışından alabiliyorduk. Bunları dışarıdan sipariş verseydik kurulduğumuz 2009 yılından bu yana 1 milyon liralık zararımız olacaktı" dedi.

Örneğin çalışmalarından dolayı bilim dünyasının en prestijli ödülü olarak kabul edilen Nobel’e layık görülen 50 bilim insanı insanoğlunun sonunun nasıl geleceğine dair 10 olasılığı açıklamış, bu iddia da bu listede yer almıştı.

İkinci hafta rüya kontrol etme teknikleri denendiğinde, katılımcıların yüzde 17'sinin rüyasını kontrol etmede başarılı olduğu görüldü. İlk teknikte kişi çevresini sürekli kontrol ederek bulunduğu ortamın gerçek olmadığını anlamaya çalışıyor. İkinci teknikte kişi uykudan beş saat sonra uyanıyor ve tekrar uykuya dalıyor. Son ve en etkili yöntemde ise kişi REM evresinde, uyku ve uyanıklık arasındaki rüyaların en fazla görüldüğü evre, uyanıyor ve tekrar uykuya daldığında rüya görürken gördüğünün rüya olacağına dair kendini telkin ediyor. Uzmanlara göre bu teknik ile fiziksel rahatsızlığı olan kişiler rüyalarında prova yapabilir; hatta sahip olmak istedikleri yetenekler için çalışabilir.

KANSERDE YENI UMUT: YAPAY ZEKA

ÖLÜM TARIHINIZI DNA’NIZ SÖYLÜYOR

VEBA SALGINI TÜM DÜNYAYI KORKUTUYOR

ATOM BOMBASINDAN DAHA TEHLIKELI

Bağırsak kanserinin, geliştirilen bir yapay zeka programıyla bir saniyeden kısa sürede teşhis edilebildiği bildirildi.

DNA’da meydana gelen kimyasal değişimlerin insanların ‘biyolojik yaşı‘nın anlaşılmasını sağladığını kanıtlayan biliminsanları, bu sayede vücut yaşı bilinen kişilerin kaç yaşına kadar yaşayacağının öngörülebileceğini ortaya koydu.

Madagaskar'da görülen ve ülkede 124 kişinin ölümüne sebep olan veba virüsü adaya seyahat edecekler için büyük tehlike arz ediyor. "Kara ölüm" olarak da bilinen vebaya yakalanan kişiler tedavi edilmediği taktirde hayatını kaybedebiliyor. Pire gibi küçük hayvanlar aracılığı ile insana bulaşabilen veba, insandan insana temasla da bulaşabiliyor. Veba virüsü kapan kişilerde yüksek ateş, ağrı, kusma ve bulantı görülüyor. Vebanın en yaygın biçimi olan hıyarcıklı veba (bubonik veba) lenf bezinin iltihaplanmasına ve ağrımasına sebep olabiliyor. Pnömonik veba ise hıyarcıklı veba virüsünün akciğerlere bulaşması sebebiyle ortaya çıkıyor. Vebanın en bulaşıcı türü olarak bilinen pnömonik veba, virüsü taşıyan insanlara ya da insanların kullandığı eşyalara direkt temas yolu ile bulaşabiliyor. Pnömonik vebaya yakalanan kişiler derhal müşahade altına alınmazsa 18 saat içerisinde hayatını kaybedebiliyor. Veba virüsü, laboratuvar ortamında yapılan kan, tükürük ve lenf bezinde bulunan iltihap örnekleri testi ile tespit edilebiliyor.

Rusya’nın Soçi kentinde bu yıl 19’uncusu düzenlenen Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali'nin katılımcılarıyla bir araya gelen Putin, “Farz edelim ki insan, istenen niteliklerde bir insanı yaratabiliyor. Bu kişi dahi bir matematikçi, dahi bir müzisyen olabilir, fakat korku duymadan, üzüntü veya acıma duygusu olmadan ve acı hissetmeden savaşabilecek bir asker de olabilir” diye konuştu. Putin, “İnsanoğlu çok yakın gelecekte gelişiminin ve varoluşunun çok zor ve sorumluluk isteyen dönemine girebilecek. Ve şimdi bahsettiğim gelişmeler atom bombasından daha korkunç bir hal alabilir” ifadelerini kullandı. Rus lider aynı zamanda yeni teknolojilerin etkili bir şekilde kullanılması ve geniş bir şekilde uygulanması gerektiğine, ancak insanoğlunun asla ahlakı unutmaması gerektiğine, çünkü ahlakın olmayışının insanın yıkımına yol açabileceğine vurgu yaptı. Putin, “Bir şeyler yaptığımız zaman ve hangi işi yapıyor olsak da asla işimizin ahlaki temellerini unutmamalıyız. Tüm yaptıklarımız, fayda getirmeli, insanı yıkmamalı, bilakis güçlendirmeli” ifadelerini kullandı.

Hanson Robotics şirketinin ürettiği “Sophia” isimli robot, söylenilenleri anlayabiliyor ve konuşabiliyor. Gelecekte insanların yaptığı işlere talip olması beklenen robotların insanlığın varlığına tehdit olacağını iddia edenlerin sayısı ise hiç az değil.

Japonya'daki Yokohama Üniversitesi araştırmacılarının geliştirdiği yapay zeka ürünü bilgisayar programı, endoskopi görüntülerinde tehlike potansiyeli taşıyan tümörleri tespit edebiliyor. Bilim insanlarının 250 kadın ve erkekteki 306 kolorektal polipi değerlendirmek üzere kullandığı programın görüntüleri inceleme ve hangi polipin kötü huylu olduğuna karar verme süresinin bir saniyeden kısa sürdüğü kaydedildi. Programın kanserli dokuları yüzde 94 doğru teşhis ettiği belirtildi. Araştırma ekibinin lideri Dr. Yuiçi Mori, bu sistemde en kayda değer şeyin, yapay zekanın kolonoskopi sırasında kolorektal poliplerin gerçek zamanlı optik biyopsisine olanak tanıması olduğunu söyledi. Program, İspanya'da Birleşik Avrupa Gastroentroloji Haftası'nda tanıtıldı.

14 yıl boyunca 5 bin kişinin katıldığı çalışma, uzmanlar tarafından yürütüldü. Çalışma kapsamında katılımcıların biyolojik yaşları ve yaşam süreleri kıyaslandı. Buna göre, biyolojik yaşları gerçek yaşlarına kıyasla daha yüksek kişiler daha erken ölüyor. Edinburgh Üniversite’sinden Prof. Lan Deary’e göre, bu çalışmadan elde edilen sonuçlar ‘sağlıklı yaşlanma‘ çalışmaları adına büyük önem taşıyor. Deary, “Sigara içmek, dibayet ve kalp rahatsızlıkları gibi faktörlere ilaveten yaşam süresi tahminlerini geliştiren ve yaşlanmanın yeni göstergelerini tanımlayan bu çalışma heyecan verici” ifadelerini kullandı.

Durham Üniversitesi’nde bulunan bir laboratuvar testinde örnek prostat kanseri hücresi bu yöntemle yok edilirken; nano makine moleküller kanseri hücrelerin zarlarını saniyede 3 milyon kere dönerek deldi. Araştırma ekibinde yer alan uzmanlar kanser hücrelerinin tipine göre farklı tarzı motorize moleküller ürettiklerini belirtti. Geliştirilmeye açık olarak belirtilen bu sistem hakkında konuşan Doktor Robert Pal şu ifadeleri kullandı: “Makine moleküller sayesinde kanser tedavilerinde çığır açılabilir, ölüm oranları azaltılabilir.”

Kadavra bağışlarının düşüklüğü nedeniyle tıp öğrencilerine verimli ders verilemediğini belirten Prof. Dr. Bilge, şimdi ise ellerinde bütün ihtiyaçlarını karşılayacak plastinat beden olduğunu söyledi.



10

www.labmedya.com

TÜRK KANSER ILACI IÇIN DÜĞMEYE BASILDI KA NSER TED AVIS I N D E GENETI ĞI D EĞI Ş T I R I L M I Ş HÜ CREL ER LA BO RATU VARDA OLUM L U SONU Ç V E R D I . HAYVAN D ENEY L E R I DE BA ŞARI L I OL U R S A 2018’DE HASTALA R D A DEN ENECEK .

Kıbrıs’ta düzenlenen 4. Hematolojik Onkoloji Kongresi’nde, kanser tedavisinde devrim olarak nitelendirilen genetiği değiştirilmiş hücrelerin Türkiye’de üretilmesi için çalışmaların başladığı duyuruldu. Hücre ve hücresel tedavi alanındaki çalışmalarıyla dünya çapında başarılara imza atan Acıbadem Altunizade Hastanesi Kemik İliği Nakli Bölümünden Hematoloji Bilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Ercüment Ovalı ve ekibi, hasta kişinin kendi hücresinin laboratuvar ortamında genetiği değiştirilerek geri verilmesi ile yapılan tedavinin 3 kan kanseri çeşidinde işe yaradığını ispatladı.

YAŞAYAN İLAÇLAR “Yaşayan ilaçlar” olarak adlandırılan ve geçtiğimiz yıl ABD’de FDA’den onaylanarak 35 merkezde başlanan tedavinin Türkiye versiyonunu üretmek

için harekete geçen ekip, önümüzdeki günlerde hayvan deneylerine başlayacak. Her şey yolunda giderse projeye hasta kabulüne 2018 yılının ocak ayında başlanacak. ABD’de 450 bin dolara mâl olan tedavinin, ABD ile neredeyse eş zamanlı olarak ülkemizde de yapılabilecek olmasının hem Türk hastalar için yeni bir umut olacağını hem de devlet bütçesine katkı sağlayacağını söyleyen Prof. Dr. Ovalı, projenin sunumunu ilk kez 4. Hematolojik Onkoloji Kongresi’nde yaptı. Prof. Dr. Ovalı, hayvan deneylerinin başarılı olması hâlinde projeyi Sağlık Bakanlığı’na sunacaklarını söyledi. Prof. Dr. Ercüment Ovalı, “Bu bizim buluşumuz değil. ABD’de geliştirilen ilacın Türk versiyonunu yapacağız. Laboratuvar çalışmalarımızda tedavinin lösemi, lenfoma, myeloma da kanser hücrelerini öldürdüğünü gösterdik. Şu an Boğaziçi Üniversitesi’nde farelerde tümör oluşturulmuş durumda. Hayvan deneylerinde büyük yan etkilere sebep olmadan tümörün ortadan kaldırıldığını görürsek Bakanlık’tan onay alıp FAZ-1 çalışmalarına başlayacağız. Bu konuda fazla beklememek gerekiyor. Çünkü önümüzdeki günlerde hastalar ABD’ye giderek 500 bin dolar karşılığında tedavi olmaya çalışacaklar. Umarım sonuçlar Amerika’daki sonuçlarla aynı olur” dedi. Kanser tedavisinde immünoterapinin, yeni bir tedavi yaklaşımı olduğunu anlatan Prof. Dr. Ovalı, elde edilen sonuçların, belli kanserlerde mevcut tedavi başarılarının

çok üstünde bir başarı oranı sunduğunu söyledi.

SAVAŞÇI HÜCRELER KANSERİ YOK EDİYOR ABD’deki tedavide savaşçı T hürelerinin genetik kodu kırılarak, hastaya geri veriliyor. Genetiği değiştirilmiş hücreler, kanser hücrelerine saldırıyor. Yeni tedavi yaklaşımının “CAR-T Cell” olarak adlandırıldığını söyleyen Prof. Dr. Ercüment Ovalı, “Bugüne kadar kanser tedavisinde kimyasal, moleküler, hedefe yönelik ilaçlar kullanıldı. Cerrahi ve radyoterapi yapıldı. Bütün bunlarla hastalığın iyileştirilmesinde ya da sağ kalımın uzatılmasında önemli gelişmeler elde edildi. Kanser tedavisindeki en son yenilik ise hücresel tedaviler. Aslında ‘yaşayan ilaçlar” olarak tarif edilen hücresel tedavileri kemik iliği nakli şeklinde uzun zamandır kullanıyorduk. Fakat "immünoterapi" adı verilen, kişinin kendi hücrelerinin genetiğinin değiştirilmesiyle yapılan tedaviler çok yeni” dedi. Kanser aslında bizim kendi hücremiz olduğunu ve hücre çoğalmasının kontrol edilememesi sonucu hastalık oluştuğunu anlatan Prof. Dr. Ovalı, “Kişinin kendi hücrelerine saldırması genetik olarak engellenmiştir. Bu yüzden hastanın kendi hücresi ile immünoterapi yapılacaksa kanserli hücre ile sağlam

hücre arasında bir bağın olmaması gerekir. ABD’de geçtiğimiz yıl onay alan ve uygulanmaya başlanan CAR-T Cell tedavilerinde bu genetik kod kırılıyor. Hastanın hücresi laboratuvar ortamında değiştiriliyor ve hastaya verildiğinde, kanser hücrelerini tıpkı bir mikrop gibi algılayarak yok ediyor. Ancak bu tedavinin yan etkisi de fazla olabilir. Tedavi edici hücreler kontrolden çıkarsa, ölüme yol açabilir. Fakat CAR- T Cell tedavileri geliştiriyor. Son olarak tedavinin içine ‘intihar geni’ eklendi. Saldırı durdurulamazsa, dışarıdan verilen hücre kendi kendini yok ediyor” dedi.

TEDAVİ BAŞARISI ARTIYOR Amerikalı firmanın "Akut lenfoblastik" "lösemi" adı verilen kan kanserinde hastanın kendi hücrelerini alıp genetiğini değiştirdikten sonra bu hücrelerin kanserle savaşmasının tedavi başarısını çok yüksek oranlara taşıdığını anlatan Prof. Dr. Ovalı, “Bir akut lenfoblastik lösemide her türlü tedaviye dirençli bir çocuğun beklenen yaşama süresi 6 ayın altındadır. Yeni tedavi ile yüzde 95 oranında sağ kalıma ulaşıyorlar. Bu bir devrimdir” dedi. Kaynak: Ziyneti Kocabıyık GİRNE


Her koşulda için doğdu LCMS-8045 ve GCMS-QP2020 ile hızlı ve güvenilir sonuçlar alın!

kosmak

Shimadzu'nun Ultra Hızlı Kütle Spektrometri (UFMS) serisinde yer alan LCMS-8045 ve GCMS-QP2020, benzersiz UFMS teknolojisi ile, analitik laboratuvarlarda fark yaratır. UFMS serisi, yalnızca daha yüksek hassasiyet performansı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda mükemmel veri kalitesi ile analitik sonuçlarda çarpıcı iyileştirmelerin elde edilmesine ve potansiyel uygulama alanlarının genişletilmesine olanak sağlar. LCMS-8045 · Karmaşık matriksler ve zor analizler için yüksek hassasiyet · Metod paketleri (Pesticides, Forensic Tox, Veterinary, Met ID vb.) · LCMS-8050 ve 8060 modellerine upgrade edilebilme özelliği GCMS-QP2020 · 360 L/sn He TMP hacmi · 20.000 u/sn tarama hızı · 2000:1 S/N oranı · Headspace, SPME, Purge&Trap, TD ilave olanağı Shimadzu UFMS serisinde yer alan LCMS/MS, GCMS/MS cihazları veteriner ilaç ve pestisit kalıntıları, su kalitesi, mikro kirleticiler, adli toksikoloji ve biyoanalizler gibi bir çok farklı uygulama alanında kullanılmaktadır.

©ANT Teknik, 2017 All rights reserved.

LCMS-8045

GCMS-QP2020

Sıvı Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (LCMSMS)

Gaz Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (GCMSMS)


12

www.labmedya.com

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

GEBELIK BULANTILARI H A MILELIĞIN ILK AYLARINDA ANNE ADAYLA R ININ E N Ö NE ML I S I KINTILARINDAN BIRI BULANTILARDIR. BAZE N B UNA K USMALAR ILAVE OLUR VE BU GÜNLÜK YAŞANTIYI SIKINTIYA S O KAR.

Sayı: 44

Kasım - Aralık

2017

ISSN: 2148-953X

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Editör Taşkın EROĞLU Grafik Tasarım Gülden KARADENİZ Danışma Kurulu Prof. Dr. Kadir HALKMAN Prof. Dr. Aziz EKŞİ Melek MALKOÇ Uzm. Yelda ZENCİR Özlem Etiz SAĞDAŞ Nevin KOÇAKER Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN Mali Danışman İrfan BOZYİĞİT SMMM İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel: 0 312 342 22 45 Fax: 0312 342 22 46 e-posta: bilgi@labmedya.com Abonelik abone@labmedya.com Yayın Türü Yerel Süreli

Özellikle çalışan anne adayları için zor bir durum. Özel bir şirkette çalışıp da henüz hamilelik haberini paylaşmamışsa durum daha da vahim olur ve stres kaynağı haline de gelir. “Niye oluyor? Önlenebilir mi?” diye doktorlarına sorarlar. Aslına bakarsanız doktorlar da kesin nedenini bilse bugüne kadar kesin bir çözüm bulmuş olurlardı. Hamilelik bulantılarının nedenini açıklamasında şu etkenler ileri sürülmektedir. Hamilelik hormonları, bebeğe ait hücrelerin anne kanına geçmesi ile yaptıkları uyarı, psikolojik ve en önemli durum anne adayındaki bazı hastalıklar. Eskiden kaynana faktörü ileri sürülürdü. Özellikle kaynana ile birlikte yaşayan çiftlerde bu hadiseler sık görüldüğünden kusmaların arttığı durumlarda anne adayları hastaneye yatırılır ve yakınların, özellikle kayınvalidenin ziyareti yasaklanırdı. Ama maalesef tüm önlemlere rağmen ilk 3 ay bitene kadar bulantılar ve kusmalar devam etmektedir.

BEBEĞİN KALBİ ATIYOR MU? Bu bilgilerle hekimler genellikle çok şikayetçi olan kadınlara bulantıların ve kusmaların aynı zamanda anne rahmindeki bebeğin bebeğin yaşadığının bir belirtisi bir belirtisi olduğunu da söylerler. Pratikte bu sıklıkla doğrudur. Çünkü şiddetli kusmalar aniden sona ermişse özellikle "bebeğin kalbi atıyor mu?" diye bakmamız gerekebilir.

www.prosigma.net - info@prosigma.net Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi Kasım 2017- Ankara Ücretsizdir. Labmedya Gazetesi’nde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. WHAT IS LABMEDYA ?

www.labmedya.com

Öneri olarak en çok işe yarayan şey beslenme düzenidir. Sabah yataktan kalkmadan önce bir grisini veya bir parça ekmek vb. şeylerin atıştırılması ve sonrasında kahvaltı yapmak oldukça faydalıdır bulantı için. Kahvaltıda da mideyi rahatlatan yiyecekler yenmeli. Kızarmış ekmek veya etimek diye tabir ettiğimiz hazır kızarmış galetaların yanında beyaz peynir, dil peyniri, biraz reçel kahvaltıda yenmesi uygun

yiyeceklerdir. Kısacası güne dolu mide ile başlamak ilk püf noktadır. İkinci önemli nokta sık aralıklarla atıştırmaktır. Yani 1-2 saat aralıklarla galeta vb. şeyler yenmelidir. Kabukları alınmış meyvalar, muhallebi, sütlaç soğuk olarak yenebilir. Yemeklerde sıcak yiyeceklerden mümkünse kaçınılmalıdır. Tüm tedbirlere rağmen rağmen bulantı devam ediyorsa midedeki sorunlar düşünülmeli ve tekrarlayan bulantılar, kusmalar ile tahriş olmuş olan mide ve yemek borusunu rahatlatmak için antiasit dediğimiz mide asidini gideren şuruplar tüketilmelidir. Bununla birlikte çiğneme tabletleri her yiyecekten sonra alınması faydalı olmaktadır. Ayrıca tiroid hastalıkları açısından da araştırma yapılmalı. Çünkü hipertiroidi dediğimiz ve tiroid bezinin fazla çalışmasıyla özellik gösteren durumda tedavilere cevap vermeyen kusmalar görülür. Bulantı ve kusmayı kesmeye yarayan ilaçlar maalesef geçici bir fayda sağlamaktadır. Bu nedenle çok sıkışmadıkça anne adaylarına önermiyoruz. Ama bazen kusmalar çok sıklaştığında ve anneyi sarsmaya başladığında hastanede içinde bulantı ilaçları, B türü vitaminler içeren elektrolitli serumlar vermek gerekebilir. Serumun veya alınan sıvını yeterli olduğunu gösteren en önemli gösterge idrar rengidir. Hamilelikte idrar açık sarı ve miktarı bol olmalıdır. İdrar rengi açık çay rengine yakın veya daha koyu ise; ayrıca miktarı çok azaldıysa sıvı yetersizdir ve ağızdan alınamıyorsa mutlaka serum ile desteklenmesi gerekir.

“MAYA İYİ” DİYE DÜŞÜNÜYORDUM… Maya’nın ilk haberini aldıktan sonra bulantılar ve onu takip eden kusmalar hemen kendini gösterdi. Yukarıda saydığım faktörlerden eşimin mide sıkıntıları kısa zaman sonra kendini belli

etmeye başladı. Kusmalar ve bulantılar devam etse de her yemekten sonra aldığı çiğneme tabletleri çok faydalı oldu. Fakat en büyük sıkıntımız yemeklerden tiksinti duymasıydı. Artık sokaklarda ve özellikle yeme – içme yerlerinin etrafında dolaşamaz olduk. Çünkü her şey ona kokuyordu. Gittiğimiz şık bir restoranda güzel bir yemek sonrası sıkça çıkardığı oldu. Bu durumda hem arabasında, hem benim arabamda, hem çantasında hatta ofisimde poşetler depolandı ve her kusma hamlesinde önüne bir poşet koymak alışkanlığı meydana geldi. Tabii sosyal yaşamı zorlaştıran bu olaylarda restoranlarda kötü bir tablo oluşturduğumuzu fark ettik. Zira yemek sonrası dolan bir poşet gören yan masadaki müşteriler hemen restoranı terk ediyordu. Arkalarından da biz... Bir süre sonra kızarmış ekmekten de tiksinti geldi, daha sonra çözüm olarak bulduğumuz diğer yiyeceklerden de. Benim günlük işim yeni, bulantı yapmayan yiyecek bulmaktı. Hâlâ ayva mevsimi olmasa bile onu denemeye karar verdik. 3-5 market gezdikten sonra mevsimin ilk ayvasını bularak eve getirdim ve çok şükür işe yaradı. 3 ay bitene kadar ve sonra 1-2 ay daha evde ayva depolandı. 1-2 gün bulantılar çok yoğunlaştı ve eşimin yüzünün solduğunu fark ettim. Tuvalete seyrek gidiyordu. Gittiğinde de koyu renk idrar oluyordu. Su da içemiyordu. Bu durumda artık serum vermek gerekiyordu. Hemşire hanımı alarak evde serum taktık. 2 litre kadar serum ve içinde B türü vitaminler ve bulantı ilacı ile durumu kurtardık. Bu arada baba adayı ve hekim olarak ben bir taraftan eşimin bu haline üzülürken, ona beli etmesem de için için “Maya iyi” diye düşünüyordum. Akşam eve geldiğimde, özellikle ilk 3 ayda eşimin "bulantım bıçak gibi kesildi" diyecek diye ödüm koptu. Evet Maya annen kitap gibi bulantı dönemi geçirdi. Neredeyse yazılanları satır satır yaşattın bize.


13

www.labmedya.com

FACEBOOK LABORATUVAR KURACAK Sosyal medya devi Facebook, ABD dışındaki ilk yapay zeka araştırma laboratuvarını Kanada'nın Montreal kentinde açacak.

S OS YA L M ED YAN I N Ö NCÜ PL ATF ORMU FA CEBOOK , " FAIR MO NTREAL " AD IY L A YENI B I R YAPAY ZEK A L ABORATUVA R I KU RMA K ARARI A LDI . K ARAR M C G I L L ÜNI VERSI TESI 'ND E G ERÇ EK L EŞTI RIL E N T ÖR ENL E D U Y U R U L D U . T ÖR END E K ANAD A B AŞBA K ANI J U S T I N T RUD EAU D A BUL U N D U .

Facebook'un "FAIR Montreal" adı verilen yeni laboratuvarını kurma kararı, Kanada Başbakanı Justin Trudeau'nun da katıldığı Montreal'deki McGill Üniversitesi'nde düzenlenen törenle duyuruldu. Törende Facebook'un Teknoloji Sorumlusu Mike Schroepfer ve çok sayıda davetli hazır bulundu.

KANADA BAŞBAKANI TRUDEAU DURUMDAN HAYLİ MEMNUN "Facebook gibi teknoloji devleri kentlerimize yatırım yapmaya karar verdiklerinde, bu sadece halkımızın birinci sınıf yeteneklerinin bir kanıtı değil aynı zamanda Kanada'nın bir yenilik ve teknoloji merkezi olarak muazzam

bir potansiyele de sahip olduğunu gösteriyor. Facebook'un Montreal'deki yeni laboratuvarı, Kanada'nın küresel bir yapay zeka (AI) güç merkezi ve geleceğin ekonomisinde bir lider olduğunun altını çizecek. Bu yatırım, diğer önde gelen teknoloji şirketlerini burada iş kurmaya ve Kanadalılar için iyi orta sınıf işler yaratmaya teşvik edecek."

YATIRIM DEĞERİ 7 MİLYON DOLAR Gelecek yıl açılması öngörülen laboratuvarda, McGill Üniversitesi'nden Dr. Joelle Pineau'nun başkanlığında 20 araştırmacıdan oluşan bir ekip görev yapacak. Facebook'un bu laboratuvar için başlangıçta 7 milyon dolarlık yatırım yapacağı belirtiliyor. Laboratuvarda, insan konuşmasını

anlayabilen akıllı telefon uygulamalarından sürücüsüz otomobillere kadar yapay zeka kullanılacak tüm yeni nesil teknolojilerin üretilmesi planlanıyor.

SADECE FACEBOOK DEĞİL GOOGLE DA KANADA'YI TERCİH EDİYOR Öte yandan, teknoloji devi Google da geçen Temmuz ayında aldığı bir kararla Kanada'da yapay zeka üzerine çalışacak bir birim kuracağını açıklamıştı. Google'ın Kanada'da yeni bir yapay zeka laboratuvarı kurmak için 5 milyon dolarlık fon ayırdığı ve bu laboratuvarın, ABD'ye girişi yasak olan ülkelerden gelecek ve dünyada çok az bulunan, yetenekli yapay zeka uzmanlarının çalışma ofisi olacağı duyurulmuştu. Firmanın Kanada biriminde halen 200 kişi çalışıyor.


14

www.labmedya.com

HATASIZ KUL OLMAZ TARIHIN BÜYÜK ISIMLERININ DE HER INSAN GIBI ZAYIF YÖNLERI VARDI... SEZ AR OCTAV I A N U S A U G U S T U S , KARANLIKTAN KORKAR, GÖK GÜRÜLTÜSÜ V E ŞIMŞE Ğ IN ILK BEL I R TI L ERI Ü Z E R I N E K O Ş U P S A K L ANIRDI.BÜYÜK BIR FATIH FIR TINADAN KO R KAR MI? Hele Hıristiyanlığın koruyucusu olarak papa tacını giymiş bir kişi, çok kez cinsel ilişkiye girmiş olabilir mi? Elbette ki hayır. Oysa “Yüce değerlerin durduğu yerde kokuşmuş bir şeyler de vardır” diyen Alman dram yazarı Bertold Brecht haklıysa, ünlülerin, o çok sevilen tarihi kişiliklerin de takıntı ve zayıflıklarının olduğunu söylemek akla yatkın. Nitekim, normal insanlar için utanç kaynağı ya da ağır ahlaksal veya hukuksal cezalar gerektiren şeyleri yapmalarına izin vardı. Ancak gizlice... Tarihçilerin dehasının büyüklüğü, politik becerisi, propaganda ya da çoğu zaman zorla uygulanan iradesiyle bu gülünç korkular, sansürlük eğilimler veya açık sapıklıklar gizlenebildi. Böylece hayran olunası ya da tapılası insanlar yaratıldı. Biz de bazılarını kaidelerinden çekip devirmeye kalktık. Peki ne keşfettik bakalım? Aralarında büyük zaman farkı olan çağlarda yaşamış kişilerin, politikaskeri alanda, müzikte ve resimde silinmez izler bırakmış olanların, kişiye özgü zaafları bulunduğu ortaya çıktı: Üstelik büyük harfle tarihin bize aktardığı karakteristiklerle çatışan yanlar. Jül Sezar (MÖ 100? - 44): Büyük fatih, açıkça görülen saç dökülme sorunundan nefret ediyordu. Bu, onun için büyük bir sorundu. Başındaki azıcık saçıyla gülünç çözümlere başvuruyordu. Zafer kazanmış bir general olur olmaz, defne tacı takmaya başladı. Yapraklarla kelliğini gizliyordu. Öyle bir saç tarama biçimi vardı ki, saçları bozulmasın diye kafasını tek parmağıyla kaşıyordu. Sezar’ın cinsel tercihleri üstüne çok şey yazıldı: Yaptıklarını gözlerden gizlemiyor, her iki cinsten arkadaşlarıyla ilişkiye giriyordu. Öyle ki, lejyonerler generalleri hakkında şu şen şarkıları söylüyorlardı: “Sezar Galyalıları yola getirdi, ama Nikhomedes’in (Bitinya kralı, Türkiye’nin Karadeniz’e bakan yüzündeki bir bölge) altına yattı!” ya da “Yurttaşlar, karılarınıza sahip çıkın! Yetişkin dazlak geldi! Galya’yı altına boğdu, ama burada istediğini bedavaya kapıyor!” Sezar Octavianus Augustus (MÖ 63MS 14): Augustus ilk Roma imparatoru olmasının yanı sıra, belki en ünlüsü ve öykünüleniydi. Antik ve modern tarih, Jül Sezar’ın bu evlatlığından büyük politik

başarıları olan, devlet örgütünü bilgece ıslah eden, sanatların cömert koruyucusu olarak söz eder. Ortalamaya göre çok kısa olan Octavianus’un uzun boylu görünmek için topuklu ayakkabı giydiğinden ise pek bahsedilmez. Çabuk soğuk alır, yazın bile kapalı yerlerde durur ve evde bile yün başlık takarmış: Sırf, kendisini uzun süre yatağa bağlayan korkunç soğuk algınlığından korunmak için. İmparator zar atmaya bayılıyor; ama kahvaltı ya da akşam yemeği sofrasına oturmaktan nefret ediyor ve dışarıda atıştırıyordu. Aslında, Augustus aslan kalpli değildi. Ne askeri alanda ne de özel hayatta üvey babasının taktik, stratejik yeteneklerini sergiliyordu (çoğu savaşta, uyumak için çadırına çekiliyordu). “Roma’nın Efendisi” tıpkı küçük çocuklar gibi, şimşek ve gökgürültüsünden korkar, dehşete kapılarak, derhal çok korunaklı bir yer bulmaya çalışırdı. Roma ahlakının katı reformcusu olarak kızı Giulia’yla mahrem ilişkiye girmiş ve buna tanıklık eden Şair Ovidius’u sürgüne göndermişti. Bazı kaynaklara göre, üçüncü karısı Livia onu yatakta genç bakirelerle basmıştı. Justinianus (482-565): Bizans imparatoru, Roma’ya gücünü yeniden kazandırdı. Yönetsel ve mali reformlarıyla büyük hukukçu olarak tanınan onun iki büyük takıntısı vardı: Birincisi, Konstantinopolis sirkindeki araba yarışları ki, hiçbirini kaçırmazdı. Hatta, önemli diplomatik randevularını atlatma pahasına. Günümüzdeki gibi bir “Maviler” takımı kurup idareciliğini üstlenmişti. İmparator olmasına karşın, tribünlere takımının renginde bir kazak giyerek çıkıyor, çılgınca tezahürat yapıyordu. İkincisi, striptiz gösterilerinin sergilendiği meyhanelerin müdavimiydi. Striptiz yapanları seyrediyordu ve tutkusu öyle büyüktü ki içlerinden biriyle evlendi: Theodora kötü şöhretli, ama çok zeki bir kadındı. Eğitilmiş kazlarla sahneye çıkıp insanın kanını kaynatan gösteriler sunardı. Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun kurucusu olan Frank asıllı Charlemagne (742-814): O, 1,92 boyunda bir insan azmanıydı. Değerli savaşçı ve politika ustası, yalnız kalmaktan nefret ediyordu. Mükellef sofralara aşıktı ve görkemli şölenlerde en büyük zaafı ortaya çıkıyordu. Kendini överek saatlerce ve hiç durmadan konuşuyor, konuklarını

sıkıyordu. Onu dinlemek zorunda kalan çakırkeyif ya da sarhoş konuklar sonunda sızıp kalıyorlardı. Bütün gün uzun uzun kestiriyor, öğleden sonra üç saat uyuyor; ama geceleyin dört saatten fazla uyumuyordu. Önemli kararları gece alma huyu olduğundan, bütün saraylıları ayağa kaldırıyordu. Bir “asker” olduğu için, kadınlar dahil, kimseden şiddeti esirgemiyordu. Bir piskoposu, karısının akrabasının sesini eleştirdi diye yumruklamıştı. Alındığı zamanlarda, tam bir kanlı intikamcı kesiliyordu. Hıristiyanlığın koruyucusu ve papanın yardımcısı, aynı zamanda tam bir kadın avcısıydı. Her türlü sosyal tabakadan evli-bekâr birçok kadınla ilişkisi olmuştu. Tüm zamanların en büyük sanatçılarından Michelangelo Merisi Caravaggio (15731610): Sanat ürünlerine ters düşen bir şekilde şiddet yanlısıydı. Alkış topladığı kadar, 16.-17. yüzyıllarda Roma’dan kaçan nice hayat kadını ve hatta erkekle beraber olmuştu. Meyhanelere gitmeye ve barbuta bayılırdı. 15 gün boyunca ara vermeden çalışır, ertesi ay keyif çatardı. Caravaggio, bir silah koleksiyoncusuydu; özellikle kılıç ve hançer toplardı. En iyi kaliteden en az yüz örneği vardı. Silahları kullanmayı da iyi bilirdi. Bu tutku yaşamında kalıcı bir iz bıraktı. 1606’da üstüne yüklü miktarda bahis yatırdığı tenis karşılaşmasındaki bir oyuncuyu kavga ederken öldürdü. Böylece Napoli’ye kaçmak zorunda kaldı.

MOZART, SEKS DELISI VE OKÜLTIZM HAYRANI OLMANIN YANINDA ÇOK DA KÜFÜRBAZDI Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791): Tam bir seks delisiydi. Günde birkaç kez, o da nerede bulursa yaşadığı deneyimlerdi bunlar. Gizli ve karanlık bilgilerin aşığı olarak, yaşamının son yıllarında onu takip eden ve Requiem’i sipariş veren gizemli kişiyi, yaklaşan ölümünün habercisi olarak yorumlamıştı. Çeşitli söz oyunlarına ve bilmecelere bayılıyor, uzun küfür dizileri yazabildiği bulmacaları seviyordu. Bunları dostları ve tanıdıklarına yollayıp skandalın yayılmasını sağlıyordu. Ancak, uygunsuz söz dizelerini özellikle yazdığı bir “ayrıcalıklı” kişi vardı; kız kardeşi... Sürekli taşkınlıklar yapmasının ötesinde,

kaba bir insandı. Sık sık bakanlarına ve askerlerine İtalyanca küfrediyor, emirlerine ve keyfine uysunlar diye tekmeyi basıyordu. Bir de, savaş meydanını çatışmadan önce enine boyuna inceleme takıntısı vardı. Yere serilmiş dev bir kartonun üstüne diz çöker, oraya buraya raptiyeler mıhlardı. Napolyon Bonapart (1769-1821): “Fransızların İmparatoru” genellikle lekeli giysilerle dolaşır, çünkü üstüne yemek ya da mürekkep dökerdi. Berberlere güvenmediğinden sakalını kendi keser ve beceremediğinden çirkin olurdu. Hele aşk ilişkisine girecekse, pek temiz olmayan kadınlara bayılırdı. Karısı Josephine, eşinin isteklerine boyun eğmek zorundaydı. Askeri seferlerden ne zaman döneceğini önceden haber veren Napolyon, kadının günlerce sudan sabundan uzak kalmasını emrediyordu. İkinci Dünya Savaşı’nı kazananlardan biri olan “mükemmel devlet adamı”, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Winston Churchill, alkolikti ve sigara tiryakisiydi. Sabahın geç saatlerine kadar uyurdu. Genellikle öğleden önce uyanırdı. Düzensiz biriydi ve yatakta kahvaltı ederdi. Sık sık ve akşama kadar yatakta otururdu. Öte yandan temizlik hastasıydı. Bazen arka arkaya iki banyo yapar, ilkinde temizlenmediğini düşünürdü. Diplomasiden anlamaz, Charles de Gaulle’e katlanamaz, kıyasıya nefret ederdi. Fransız lider kendisini Jean d’Arc’la karşılaştırınca, Orleans’daki İngilizlerin onu yakılarak idama mahkûm etmek için bir dini mahkeme kurduğunu anımsatmıştı. Picasso için torunu “O bir vampirdi” dedi. Pablo Picasso ise parayı çok seviyor, servetini evde bırakmak fikrine katlanamıyordu. Bu yüzden ceketinin iç tarafına güvenlik zinciriyle bağladığı büyük bir para cüzdanı satın almıştı. Aslında para takıntısı en büyük zaafı değildi, büyük eserlerini para kazanmak için sattığında, çoğu zaman depresyona girerdi. Haftalarca bunalımda kalır, çalışamaz hale gelirdi. Bu, son yıllarındaki büyük çaplı üretimi için geçerli değildi. Bir yaşam öyküsü yazarının yazdığı gibi: “Picasso çoğu zaman, şöyle bir dokunduğu altın olan Kral Midas’a benzetilir.” Kaynak: Focus


15

www.labmedya.com

HASHİMOTO TİROİDİTİ Dr.Mahmut YAZICI Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları

(KRONIK LENFOSITIK TIROIDIT)

İlk kez 1912 yılında Hakaru Hashimoto isimli bir Japon hekim tarafından tanımlandığı için bu ismi almıştır. Müzmin (kronik) bir tiroidittir. Toplumda %2’lik oran ile yaygın görülen ve sıklığı gittikçe artan otoimmun bir hastalıktır. Birçok otoimmün hastalıkla birlikte görülebilmektedir. Kanda otoantikorlar mevcuttur, bunun nedeni tam olarak anlaşılmış değildir. Ancak bazı faktörlerin bu hastalığın oluşmasında

rol oynadığı bilinmektedir. Hashimoto tiroiditinde antikorlar, tiroid hücreleri içinde bulunan tiroidperoksidaz (TPO) ve tiroglobulin (tg)’e karşı oluşur ve bu maddelere saldırarak onları yok etmeye çalışır. Bu olaylar tiroidin şişmesine ve bazı folliküllerin parçalanmasına neden olur. Böylece tiroid büyür yani guatr oluşur. Ancak, zaman içinde parçalanmış folliküllerin tamiri sonucu yerlerini fibroz

(nedbe) dokusu alır. Bir süre sonra, bazı yerlerde nedbe dokusu ve bazı yerlerde hücre çoğalması ile tiroid glandı düzensiz bir yapı arz eder. Zamanla nedbe dokusu artar, iltihabi durum kaybolur ve tiroid glandı küçülür (atrofik tiroidit). Hashimoto hastası, iltihabi hastalığın herhangi bir evresinde hipotiroidiye girebilir. Hipotiroidiye en sık neden olan hastalıktır Hashimoto tiroiditi Graves hastalığı gibi

ailevi bir hastalıktır. 30-50 yaşındaki kadınlarda daha sık olarak görülür ve yaş artıkça sıklığı da artar. Kadınlarda erkeklerden 8-10 kat daha sık karşılaşılmaktadır. Bu nedenle kendisinde Hashimoto tiroiditi tespit edilen kişilerin; anneleri, kızları, kız kardeşleri, hâlâ ve teyzeleri bundan haberdar edilmeli, kuşku durumunda bu hastalıkların araştırılması için girişimde bulunulmalıdır. Hastalığın araştırılması için önce aç karnına serum TSH düzeyi için kan verilmelidir. Bu test sonucu TSH 4 mİU/L üzerinde çıkarsa bu konuda uzman bir hekime (iç hastalıkları, endokrin ve metabolizma hastalıkları) başvurulmalıdır. TANI VE TEDAVI Bazı hastalarda hiçbir bulgu ve belirti yoktur. Bu hastaların tanısı sadece kandaki antikorlarla (anti-TPO ve anti-Tiroglobulin antikorları çok yüksektir) konur, ilerleyen yıllarda kaybolabilmektedir. Hashimoto tiroiditinde önce guatr vardır, ancak yıllar içinde bez küçülür ve hormon salgılayamaz.

OTO-ANTIKORLAR NEDEN YÜKSELIR? Tam olarak bilinmiyor ancak tetikleyen faktörler; üst solunum yolu enfeksiyonu, ani yoğun üzüntü suçlanan faktörler arasındadır. Antikor yüksekliği, ailesel geçiş (genetik) göstermektedir. Hiçbir tiroid hastalığı bulunmadan da bu antikorların yüksek olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır, bu ayırımın da ilgili uzman aracılığı ile çözülebileceği unutulmamalıdır. Genelde bu hastalarda guatr veya guatr olmadan hipotiroidinin belirti ve bulguları mevcuttur. Hastalığın durumuna göre hasta izlenir veya hipotiroidi gelişmişse levotiroksin yerine koyma tedavisi uygulanır. Nodül olmadığı takdirde çok büyük guatrlar dışında (trakeaya "ana solunum borusu" baskı uyguluyorsa) operasyon uygulanmaz. Levotiroksin tedavisi, hastalığın durumuna göre ve ömür boyu uygulanabilir. Hasta, sadece belirli aralıklarla (genellilke 3 ayda bir) izlenir. Levotiroksin, hipotiroidi olan hastalarda eksik tiroit hormonlarını tamamlar, guatrı olan hastalarda ise tiroidi küçülterek hastanın rahatlamasını ve metabolizmanın normale dönmesini sağlar. Hastaların %10-20’sinde 1 yıl içinde ilaç ihtiyacı sona erebilmektedir. Bu ilacını kullanırken hamile kalınması durumunda uzmana danışılmalı ve ihtiyaca göre doz değişimi gerektiği unutulmamalıdır, en büyük yanlış bebeğin gelişiminin olumsuz etkileneceği düşüncesidir, kesinlikle ilaç kesilmemelidir. Hamilelikte ilaç kesilmesi bebeğiniz için ciddi risk oluşturabilecektir.


16

www.labmedya.com

SPACEX DEVASA BIR ROKETE ODAKLANDI SpaceX’in kurucusu ve CEO’su Elon Musk, BFR’nin şirketin tüm misyonları için kullanılacağını söyledi. SpaceX, sonunda devasa roketin (uçuşa hazır değil) yanı sıra Falcon 9 güçlendirici ve Dragon kapsülünü, Mars kolonileştirme BFR (Big F**king Roket) sistemine odaklamayı planlıyor. Adelaide Australia’da yapılan 68.

Uluslararası Uzay Kongresi’nde (IAC) Elon Musk: “Bunu yapabilirsek Falcon 9 ve Dragon için kullanılmış tüm kaynaklar bu sistem için uygulanabilir. Bu gerçekten çok önemli” dedi. Tabi bu BFR’den sonra SpaceX’in sadece Mars’a odaklanacağı anlamına gelmiyor. Yeni sistem esnek olacak ve bu nedenle şirket bunu her türlü misyon için

kullanacak. Bu nedenle şirket bu sistemi; uyduları döşeyerek, önemsiz alanların temizlenmesi ve Uluslararası Uzay İstasyonu’nun yeniden tedarik edilmesine kadar her türlü görev için kullanacak. Uçak yolculuklarını oldukça kısa sürelere indirecek olan BFR projesiyle binlerce kilometrelik yollara birkaç dakika içerisinde varılacak. SpaceX çatısı altında kurulan BFR projesinin

ilkesi “Dünya’dan Dünya’ya” olacak. Dikey uçak yolculuğunun tasarlandığı BFR projesinde ulaşım, deniz üzerine kurulu bir platformdan rokete binerek gerçekleştirilecek. Roket fırlatıldıktan sonra ateşleyici ve kapsül ayrılıyor; ateşleyici fırlatıldığı yere dönerken kapsül ise hedefe doğru yol alıyor. Bu esnada yolcular, uzaydan Dünya’nın eşsiz manzarasını seyredebilecek. Elon Musk'ın yeni projesi BFR dünyanın pek çok noktasına 30 dakikadan kısa bir sürede ulaşım vadediyor. Hatta proje aynı zamanda Ay’a üs kurulmasında da yardımcı olabilir. Musk: “Birçok insanın uzun diye hesap ettikleri yolculuklar bile bir saatten az bir sürede yapılabilir” dedi. İnstagram paylaşımında, koltuk başına maliyetin ekonomi sınıfı bir uçak bileti kadar olabileceğini de ekledi. SpaceX ilk önce 2022’de BFR Mars kargo görevini başlatmayı daha sonra ise 2024’te ilk defa insanları Kızıl Gezegen’e göndermeyi hedefliyor, Musk bunu IAC konuşması sırasında söyledi. “Bazı müşterilerimiz riske girmek istemiyor ve rahatça seyahat etmek için BFR’nin birkaç defa uçuşunu görmek istiyorlar. Dolayısıyla müşterilerimizin rahat olabilmesi için planladığımız şey, Falcon 9 ve Dragon araçlarını ilerlememizi sağlaması için bulundurmak. Eğer ki eski roketi kullanmak istiyorlarsa, eski uzay aracını, kullanabilirler çünkü stokta bulunduracağız. Ancak tüm kaynaklarımızı sonrasında BFR’nin yapımına çevireceğiz.” BFR, Gezegenler Arası Taşıma Sistemi’nin (ITS) teknolojik altyapısının güncelleştirilmiş hali. Musk geçen yıl Guadalajara’da yapılan IAC’de bunu söylemişti. BFR tamamen birleştirildiğinde 106 metre yüksekliğe sahip olacak. Roket şu ana kadar yapılmış neredeyse en güçlü roket olacak ve 150 ton fırlatma kapasitesine sahip olmakla birlikte her seyahatte 100 kişiyi Mars’a taşıyabilecek. Yeni açıklanan BFR sistemi, Musk'ın geçen yıl açıkladığı ITS konseptiyle karşılaştırıldığında biraz ölçeklendirildi: Örneğin roket, 42 yerine 31 adet Raptor motora sahip olacak. Ancak teknolojik altyapısında yapılan en önemli değişiklik, Falcon 9, Falcon Heavy ve Dragon'ın tamamen ortadan kaldırılmasını içeriyor. Kaynak: https://www.seeker.com/space/exploration/ spacex-focusing-on-big-fing-rocket-phasing-outother-systems Çeviri: Prosigma-N. Berat Durmaz


www.sem.com.tr

Resmİn tamamını GÖRÜn AGILENT 7250 GC/Q-TOF SİSTEMİ İLE TANIŞIN. Artan analitik zorluklar, yeni yöntemler ve yeni yaklaşımlar gerektirir. Agilent’ın YENİ 7250 GC/Q-TOF sistemi, analitik spektrumdaki en zorlu GC/MS sorunlarını çözmek için laboratuvarlar için mükemmel performans sunar. Kütle spektrometrisindeki onlarca yıllık araştırma ve inovasyon, GC/MS sisteminin numunelerin tanımlanması, miktar tespiti ve keşif zorluklarının tümü için en iyi araç olduğunu gösteriyor. 7250 GC/Q-TOF Sistemi; rutin tarama iş akışlarından karmaşık matrislerle başa çıkmaya kadar her günün bilimsel zorluklarına dayanır. 7250 GC/Q-TOF sistemi, Agilent MassHunter yazılımı ile birlikte, GC/MS iş akışlarında kapsamlı sonuçlar sağlar. Tanımlayın. Ölçümleyin. Kolaylaştırın.

sem Laboratuar Cihazları Paz. san. ve tic. a.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02


18

www.labmedya.com

Op. Dr. Nurten Koç Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Hassasiyeti Sartorius'tan

NEDEN VAJİNAL DOĞUM? VAJINAL DOĞUM, DÜNYA TAR IHI B O YUNCA, DOĞUMUN DOĞAL VE STANDAR T ŞE KL I OLMUŞTUR. GEBELIK VE DO Ğ UM ANNE IÇIN HEYECAN VERICI, UMUT DO L U B IR SÜR E Ç OLMAKLA BIRLIKTE AYN I ZAMANDA, ANNE NIN IÇGÜDÜSEL OLARAK BE B E Ğ INI KO R UMA DUYGULARIYLA KAPILDIĞ I, KAY G I V E E NDIŞE L E R L E DOLU BIR SÜREÇTIR. Bu süreçteki en önemli konu, anne ve babanın bilgi eksikliği veya kirliliği nedeniyle yaşadıkları, doğuma ait korkularıdır. Bu nedenle gebelik öncesi ve gebelik muayenelerinin düzenli aralıklarla ihmal edilmeden yapılması, annenin doğum konusunda bilgilendirilmesi ve hazırlanması çok önemlidir. Teknolojideki gelişmeler, kadının hem anne hem de iş kadını rolü, ilerleyen cerrahi ve anestezi teknikleri, sezaryen doğumu daha kolay ve sorunsuz algılanır hale getirmiştir. Modern çağın kadını doğum sürecinde yaşanan ağrı, vajinal doğum sonrası yaşanabilecek genital bölgede gevşeme ve sarkmalar vb. nedenleriyle sezaryen doğumu tercih etmekte ve vajinal doğumdan sakınmakta, tüm dünyada ve daha da çok ülkemizde sezaryen oranları artmaktadır.

En ERGONOMİK TASARIM

www.sartonet.com

Sezaryen bir cerrahi girişimdir. Sezaryen doğumda cerrahi ve anestezi riskleri de eklenmiş olur. Operasyon sırasında oluşabilecek karın içi organ yaralanmaları, kanama, akciğere pıhtı gitmesi, kalp durması ve anestezi komplikasyonları gibi risklerde artış vardır. Bu nedenle sezaryen; anne ve bebeğin sağlığını tehdit eden tıbbi durumlarda ya da vajinal doğumun mümkün olmadığı durumlarda yani tıbbi zorunluluk hallerinde gerçekleştirilmesi gereken bir yöntemdir. Doğal vajinal doğum mümkün olduğunca müdahale edilmeden yapılan doğumdur. Çünkü kendiliğinden başlayan doğal bir doğumda beden ve bebek ne yapacaklarını bildikleri mükemmel bir çalışma içindedirler. İdeal olan bedenin bu mükemmel çalışmasını destekleyecek ortam yaratılarak anne ve bebeğinin fiziksel ve duygusal olarak

desteklenmeleridir. Bu sayede hiçbir ilaç ve müdahaleye maruz kalmayan anne, bebeğini tüm doğal hormonlarının etkisi altında doğuracak, doğar doğmaz bebeğini göğsüne alabilecek ve bebeği ile güçlü bir bağ kurabilecektir. Normal vajinal doğum yapan annelerin hastanede kalma süresi sezaryen olan annelere göre kısadır. Anne doğum sonrası kısa sürede günlük aktivitelerine başlayabilir, istediği her şeyi yiyebilir, bebeğinin bakımlarını yapabilir ve bebeğini daha rahat emzirebilir. Normal vajinal yolla doğan bebeklerin memeyi emme becerileri daha iyi ve bağışıklık sistemleri daha güçlüdür. Normal doğumda annenin doğum sayısı açısından kısıtlama yoktur, ancak sezaryende bu sayı sınırlıdır. Çünkü sezaryen sırasında rahimdeki kesi yeri incelir ve sonraki gebeliklerde bu bölgeden rahmin yırtılması riski oluşur. Bunun yanında günümüzde uygun tıbbi koşullarda, sezaryen sonrası doğum mümkün olabilmektedir. Bütün bu bilgilerin ışığında, doğum şekli keyfi olarak belirlenmemeli ancak tıbbi gereklilik durumunda sezaryen kararı alınmalıdır. Burada en önemli nokta, kadın doğum hekimleri ve diğer sağlık personellerinin gebelik izlemi ve doğum sürecinde, anneyi vajinal doğuma hazırlamalarıdır. Biz, Arte Cerrahi Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği olarak anne ve bebek sağlığını önemsiyor. Annelerimizin normal vajinal doğum yapmalarını destekliyoruz.


19

www.labmedya.com

O BEZI TE VE METABOL I Z M A C ERR AHI SI U Z M A N I O P. DR. MU RAT Ü STÜN , P OLI K I STI K OVER S END ROM U OL A N KAD I NL ARI U YAR I Y O R : “P COS HASTAL A R I , T I P 2 DI YABET GEL I Ş I M I A ÇI SI ND AN D AHA YÜ K SEK RI SK TA Ş I Y O R VE D AHA ERK EN YAŞTA D I YABETE YAK AL ANI Y ORL A R . ” Polikistik over sendromu erken yaşlarda en sık görülen hormonal bozukluk olarak neredeyse 12 kadından birinde görülüyor. Yumurtalıklarda çok sayıda kistin oluşmasıyla karakterize olan hastalık klinikte en çok adet düzensizlikleri, akne, kilo alımı, tüylenmede artış ve gebe kalma güçlüğü ile kendini gösteriyor. Obez kadınlarda yaygın olarak görülen bu durumun, diyabet gelişimi ile ilişkisi net olarak bilinmiyordu. Clinical Endocrinology & Metabolism dergisinde yayınlanan geniş kapsamlı bir çalışma bu ilişkiyi net olarak ortaya koyuyor.

POLIKISTIK OVER HASTALARI DIYABET AÇISINDAN RISK ALTINDA Laparoskopik gastrik plikasyon (mide katlama), endoskopik gastrik plikasyon (Apollo), laparoskopik single anastomosis duodenoileostomi (SADI-S) ve laparoskopik gastrik loop bipartitisyon gibi ameliyatların ülkemizdeki ilk uygulayıcısıdır. Obezite ve metabolizma cerrahisi dışında en önemli mesleki ilgi alanı endoskopik tedavi yöntemleridir.

Endoskopik reflü tedavisinde Esophyx yönteminin ülkemizdeki ilk uygulayıcısıdır. Yanı sıra MUSE, GERD-X ve Stretta gibi endoskopik reflü tedavi yöntemlerini de uygulamaktadır. İleri teknolojinin cerrahide mükemmeliyete büyük katkısı olacağına inanan Üstün, yine I-drive bataryalı staplerin tüp mide ameliyatında ilk kez kullanımı, V-Loc sütürün obezite

cerrahisinde ilk kullanımı, Storz Spies laparoskopi sistemi ile ilk tüp mide ameliyatı, ilk üç boyutlu laparoskopik tüp mide ameliyatı gibi teknolojik ilkleri de gerçekleştirmiştir. Op.Dr.Murat Üstün, Obezite ve Obezite Cerrahisi konusundaki çalışmalarına kısmen Londra, kısmen İstanbul’da devam etmektedir.

Yüksek Kalitede Laboratuvarlar için...

LABORATUVAR CİHAZLARI

LABORATORY INSTRUMENTS

DIYABETE YAKALANMA RISKI DÖRT KAT FAZLA Obezite ve Metabolizma Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Murat Üstün, konuyla ilgili olarak şunları belirtiyor: “Polikistik over sendromu olan kadınlarda yapılan araştırmada diyabete yakalanma risklerinin dört kat arttığı ve dört yıl erken tanı konduğu saptandı. 18.500’e yakın hastanın incelendiği çalışmada, polikistik overli kadınlarda ortalama Tip 2 diyabet saptanma yaşı 31 iken, PCOS olmayanlarda 35 vücut kitle indeksi, insülin ve kan şekeri, trigliserid seviyeleri Tip 2 diyabet gelişimiyle ilişkili bulunurken, doğum sayısı Tip 2 diyabet gelişiminde negatif etkiye sahip. Polikistik over'lı kadınlarda vücut kitle indeksi ve tokluk kan şekeri seviyeleri Tip 2 diyabet gelişimini tahminlemek için en iyi araçlardır. Ciddi bir diyabet riski yarattığından, polikistik over sendromu olan kadınların diyabet açısından taranması şarttır.”

NGK SERİSİ Class II

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNLERİ Zararlı mikroorganizmalarla yapılan çalışmalarda

KULLANICI - ÇEVRE - ÜRÜN Adres

Op. Dr. Murat Üstün, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gördü.
1996 yılında Genel Cerrahi Uzmanı oldu.

Telefon Faks E-Posta

: İ.O.S.B. Öz Ankara San. Sit. 1464 (675). Sok. No: 37 Yenimahalle/ANKARA : +9 0 3 1 2 3 9 5 6 6 1 3 : +90 312 395 66 93 : info@nukleonlab.com.tr

www.nukleonlab.com.tr +90 312 395 66 13

nükleon tasarım ekibi

ÜSTÜN KORUMA


20

www.labmedya.com

SONBAHARDA SAĞLIK VEREN BESINLER DR . FE VZ I ÖZ GÖ N Ü L , HEM S AĞL I K L I B I R SON BAHAR VE KI Ş GEÇI RM EY E HEM D E KI LO K ONTROL ÜN E FAYDA SAĞL AYA C A K 10 B ESI Nİ SI RAL A D I .

Sonbahar mevsiminin hissedilmeye başlandığı şu günlerde yeterli ve dengeli beslenmenin sağlık açısından önemine vurgu yapan Dr. Fevzi Özgönül, genellikle yaz aylarında dikkat edilmeye başlanan kilo kontrolünün, bu aylar da yerini ihmalkârlığa bıraktığını belirtti.

ELMA

Dr. Fevzi Özgönül, “Bir çok insanın, kalın giysiler içerisinde kilolarını daha rahat saklayabileceklerini düşünerek, sağlıklı beslenme alışkanlıklarından maalesef uzaklaşıyor. Hem hastalıklardan korunmak hem de sağlıklı beslenip bedenin küçülmesi için sonbahar ve kış aylarında 10 besinin mutlaka tüketilmesi gerekiyor” dedi.

TATLI PATATES

Dr. Özgönül, tüketilmesi gereken 10 besini şöyle sıraladı:

Antioksidan gücü vardır. C vitamini ve kalsiyum açısından zengindir. Bir dahaki sefere elma yerken süper sağlıklı bir besin yediğinizi unutmayın ve keyfini çıkarın.

Her evde bulunması gereken bir besindir. A vitamini açısından zengin olduğu için cildi gençleştirir, bağışıklık sistemini güçlendirir.

HAVUÇ Bu tür köklü sebzelerle bu kış çok güzel çorbalar yapabilirsiniz. Havuç tatlı bir besindir ve son derece sağlıklıdır. Ayrıca liflidir. Kışın etrafınızdaki herkes hastayken sizin sağlıklı kalmanızı sağlayacak yegane besindir.

TURP YAPRAĞI

LABORATUVARINIZIN PARÇASI OLMAK iSTiYORUZ TÜM PROSES & ANALiZLERiNiZE ÇÖZÜM ÜRETMEK iÇiN YANINIZDAYIZ

33

Turp çok fantastik ve lezzetli bir sebzedir. Peki yaprağının da yendiğini biliyor muysunuz? İçerdiği beta-karoten, C, E, B6, B9 vitaminleri ile kalsiyum açısından çok iyi bir sebzedir. Turp yapraklarının yaşlanmayı yavaşlatıcı etkisi de vardır.

BALKABAĞI Balkabağı olmadan sağlıklı kış besinleri listesi olamaz. Her çeşit vitamin açısından zengin olmasının yanı sıra özellikle A vitamini deposudur. Balkabağı çok sağlıklıdır ve kış ayları boyunca sizi soğuktan koruyacak her çeşit minerali barındırır.

DOMATES Domates her ne kadar yaz mevsimi sebzesi ise de kışın sıcacık bir domates çorbasına kim hayır diyebilir. Bu nedenle önerimiz yazın hazırladığınız ve derin dondurucuya attığınız domatesleri kışın kullanmanız. Domates kalp hastalıkları riskini azaltır.

PAZI

.YIL

Kemik sağlığı için faydalı olan K vitamini barındırır. Diyetinize çok faydalıdır, içerisinde tüm vitaminleri barındırır.

ŞALGAM C vitaminiyle dolu köklü bir bitkidir. Sadece kışın değil her mevsim yemeniz gereken bir besindir. Her çeşit kanser riskini azaltır ve son derece lezzetlidir.

BRÜKSEL LAHANASI

ECO Furnaces 110/5

ELV MOS Furnaces 160/05

PLF Furnaces 110/6

Bağışıklık sistemini güçlendirir. Demir, potasyum deposudur ve kemik sağlığı açısından gerekli olan K vitamini bulundurur.

NAR Ergazi Mahallesi 1.Cadde 650. Sokak No.5 Ankara / TURKEY T. +90 (312) 257 1331 - F. +90 (312) 257 1335 info@alserteknik.com - info@prothermfurnaces.com prothermfurnaces.com

Çarşıdan aldınız bir tane eve geldiniz bin tane. Çocukların sevgilisi antioksidan dolu bir meyveyi kış boyunca tüketirseniz cildiniz tazelenir. Nar tüketen kişiler vücutlarının ihtiyacı olan tüm vitaminleri nardan aldıkları için bağışıklık sistemleri güçlenir, daha sağlıklı insanlar olurlar.”


One Click UV/VIS Renk Ölçümü ile Laboratuvarınıza Renk Getirin • Kolay ve hızlı • UV/VIS Excellence spektrofotometreleri ile CIE L*a*b*, Tristimulus, Gardner veya Hazen gibi bir çok farklı uluslararası renk standartlarına göre renk ölçümü • Numune karakterizasyonu için APHA, Pt/Co, Hazen, Gardner, Saybolt, Yellowness Index, EBC, ASBC, Hess-Ivesv gibi renk numaraları • InMotion™‘a bağlanarak otomatik numuneleme, karıştırma ve temizleme • LabX® yazılımı ile veri ve cihaz yönetimi Mettler-Toledo TR, Altunizade Mah. Haluk Türksoy Sk. No: 6-Z1, Üsküdar/İstanbul Tel: 0216 400 20 20

www.mt.com/uvvis-color-measurement


22

www.labmedya.com

TATLANDIRICILAR LABORATUVAR ORTAMINDA ÜRETILIYOR KANSERE Karşı Birlikte Derneği (KANKA) Yönetim Kurulu Üyesi Kayseri Pancar Kooperatifi Başkanı Hüseyin Akay, nişasta bazlı şeker ve yüksek yoğunluklu tatlandırıcıların kanserle olan ilişkisine dikkat çekti. Akay, "Amerika’da uluslararası faaliyet

yürüten bir şirket ambalajlarına 'Biz ürünlerimizde gerçek pancarı şekeri kullanıyoruz' yazıyor. Bizim ülkemizde de firmaların ürünlerinde ibareler koymaları lazım toplumun bilinçlenmesi konusunda yeterli seviyede değiliz'' dedi. Pancar Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı ve KANKA Üyesi Hüseyin Akay,

toplumun tatlandırıcılar konusunda bilinçli olması gerektiğine vurgu yaptı. Akay, şöyle konuştu: "Toplumun da bilinçli olması lazım. İnsanlar tükettikleri ürünün içeriğinde neler olduğunu bilmesi gerekir. Bunu incelemeleri ve sağlık açısından sorun olanların tercih edilmemesi lazım. Özellikle ABD ve Japonya gibi ülkelerde

ürünlerin üzerine üzerine neyden üretildiğini açık bir şekilde yazıyorlar. Ülkemizde henüz insanların görebileceği büyüklükte yazılmıyor. Toplum bilinçlenirse bunların mutlaka yazılması gerekir. Tarım sektöründe, insanlığın yaratılışından gelen tohumları terk ettiler. Yurt dışından gelen yapay tohumları kullanmaya başladılar. Bu tohumu bir kere kullanıyorsunuz ve bir daha kullanma imkanınız olmuyor. Ve bunların genetiğiyle de oynandığı biliniyor. İnsanlar bunu tüketmeye başlayınca bu o zaman sizin bünyenizde de normalin dışında bünyenizin tabi olduğu kanunların ve kuralların dışında bir uygulama oluyor. Bu da bünyeyi bozacak demektir. Hastalıkların özellikle kanserin artmasının sebebi bu olsa gerek. İşte siz de bunu biraz özelleştirerek şeker pancarı ve şeker pancarından elde edilen şekerle ya da onun sanki rakibi gibi olan ürünlerle örneklendiriliyor. Biz bunu sektörümüzde yaşıyoruz, görüyoruz. Doğal şeker, şeker pancarından üretilen şekerdir. Onun dışında yüksek yoğunlukta olan tatlandırıcılar var ki, bunlar kimyasallardır. Kimyasalların insan vücuduna ne kadar olumsuz etki yapacağını sağlıkçılarımız daha iyi ifade ederler."

MLF SERİSİ

MİT SERİSİ

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ

MCİ SERİSİ

ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR

MİN SERİSİ İNKÜBATÖR

MCO SERİSİ ÇEKER OCAK

Hüseyin Akay, laboratuvar ortamında üretilen tatlandırıcıların Türkiye’de kullanma olanağı verilmesini eleştirerek, sözlerini şöyle tamamladı: "Üstelik Türkiye’de üretilmeyen bu ürünler maalesef Türkiye’de yoğun bir şekilde kullanılıyor. Türkiye’ye kaçak yollarla sokulan, laboratuvar ortamında üretilmiş bu tatlandırıcılar oldukça zararlıdır. Sahte bir şeker tadı alıyorsunuz ama aslında gerçek bir şeker olmadığını biliyorsunuz. Onun dışında bir de işte mısırdan üretilen şekerler var. Sektörde ki problemlerden dolayı kontrolsüz hale geldi. Denetim ortadan kalktı. Şeker Kurulunun olmaması ve görevini yapmaması nedeni ile nedeni ile büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bunu piyasada kullanan, kullanmayı tercih eden kuruluşlar var. Bunlar özellikle kâr amaçlı olarak yapıyorlar. "


23

www.labmedya.com

AMBALAJLI ÜRÜNLERDE STANDART YOK ‘AYNI SORUN TÜRKİYE’DE DE VAR’

AYN I A M BAL AJ L I G I D AL ARI N D OĞ U AVRUPA’YA D Ü ŞÜK , B AT I AVRUPA’YA I SE YÜ K S E K KALI T EL I GI TTI ĞI N E YÖN EL I K ŞÜ PHE L E R A R T I Y OR.

İlk adımı atan Letonya, şüpheli görülen 20 ürünü analiz edecek, Almanya’da satılanla arasında fark olup olmadığına bakacak. Avrupa, yumurta krizinin artçılarını tam olarak atlatamadan şimdi de gıda ürünlerindeki standartsızlıkla mücadele etme kararı aldı. Aynı paket ürünün bir ülkeye yüksek, başka bir ülkeye ise düşük kalite ile giriş yaptığı tespit edildi. Konu hakkında harekete geçen Letonya Tarım Bakanı Janis Duklavs “Avrupa Gıda ve Veterinerlik Hizmetleri kurumunun yönetimi, tabir caizse, ‘şüpheli’ ürünlerin, hakkında en çok konuşulan 20’sinden numune almaya karar verdi” dedi. Testlerin epey masraflı olacağını ifade eden Duklavs, testin amaçlarından birini “Ambalajlarda yazan ‘içindekiler’ kısmına bakarak aynı markaların aynı ürünlerinde, beyan edilen bir fark olup olmadığını görmek” olarak tanımladı. Duklavs “Mesela, Almanya ve Letonya’da satın alınan ürünlerin birebir aynı olmasına rağmen, laboratuvar sonuçlarına göre farklı olduklarının anlaşılması halinde, ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır” dedi. Gıda ve Veterinerlik Hizmetleri kurumunun bu kararı, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in 13 Eylül tarihinde yaptığı bazı açıklamaların üzerine aldığı bildirildi. Juncker tamamen aynı ambalaja sahip ürünlerini Batı Avrupa için daha yüksek kalitede üretip Doğu Avrupa’da daha düşük kalitede tutan şirketlerin cezalandırılması için ulusal bazda daha fazla yetki kullanılabilmesi gerektiğini ifade etmiş ve “Slovaklar, dondurulmuş fileto balık ürünlerinde daha az balık yemeyi hak etmiyor” demişti. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Tüketici Haklarından Sorumlu Üyesi Vera Jourova ise geçtiğimiz gün yaptığı açıklamayla son dönemde AB Komisyonu’na tüketicilerden ‘çifte kalite’ mamuller hakkında çok sayıda şikayet geldiğini ifade etti. Tüketicilere, kandırıldıklarını düşündükleri ürünleri satın almama çağrısında bulunan Jourova, şirket veya marka adı açıklamadan, yüzlerce üründe bu sorunun yaşandığına dikkati çekti.

Tüketici Başvuru Merkezi (TBM) Onursal Başkanı Aydın Ağaoğlu, AB ülkelerinde satılan ürünlerle Türkiye’de aynı ambalajda satılan ürünler arasında ciddi farklılıklar olduğu yönündeki tespitlere katıldığını dile getirdi. Ağaoğlu şunları kaydetti: “Bu yönde gelen şikayetler incelendiğinde, bazı markalı spor

ayakkabılarının AB üyesi ülkelerde satılanla aynı kalitede olmadığını, bizzat görev yaptığım Tüketici Hakem Heyeti’nde gözlerimle müşahede ettim. Aynı durumu cep telefonlarında da görüyoruz. Özellikle GSM operatörleri tarafından ithal edilip taahhütle paketlerle tüketiciye taksitli satış şeklinde sunulan cep telefonlarından da çok sayıda şikayet gelmektedir.” diye konuştu. Kaynak: Karar

GEN Plaza Güvencesi ve En Düșük Fiyat Garantisiyle..

3.499,00 USD + %8 KDV

TurboCycler 2

* Kampanya 31 Aralık 2017’ye kadar geçerlidir.

Isıtmalı kapak sistemi

Gradient Blok

7” renkli dokunmatik ekran

USB bağlantı arayüzü Wi-Fi modülü (Ücretsizdir)

Yeni nesil Görüntüleme Sistemleri


24

Görünmeyeni Görünür yapın

www.labmedya.com

Emel Akyüz Msc Biyolog

VACUU·VIEW®

üstün vakum ölçümü + kompakt + kesin + kimyasal dayanıklı

BITKILER, INSANLARIN HE M TE ME L B E SIN KAYNAĞI HEM DE ILAÇL AR IDIR . İNSANL AR ILK ÇAĞLARDAN BERI DE NE ME YANILMA YOLUYLA HANGI BITKIL E R IN Y E NILE B ILE CE Ğ INI HANGILERININ ZEHIRLI V E YA YAR AR LI OLDUĞUNU ÖĞRENMIŞL E R DIR .

BITKISEL KANAMA DURDURUCU Batı ülkelerinde bitkiler ilaç yapımında önemli bir rol oynamaktadır. İlaç sanayisinin genişlemesiyle birlikte birçok ülkede bitkisel ilaçların kullanımı artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünya popülasyonunun %80’inin büyük ölçüde geleneksel halk ilaçlarından yararlandığı belirtilmiştir. Son yıllarda artan hastalıklara karşı sentetik yapılı ilaçların yetersiz kalması ve yan etkilerinin saptanması doğal ürünlerin kullanılması zorunluluğunu arttırmıştır. Bu amaçla birçok bitki mikrobiyolojik ve farmakolojik yönlerden, hatta biyolojik savaşın gündemde olduğu son yıllarda bitkilerin savunma mekanizmasında oynadığı roller bakımından da çok yönlü araştırılmaktadır. Bitkilerin mikroorganizmaları öldürücü ve insan sağlığı için önemli olabilecek özellikleri 1926 yılından bu yana laboratuvarlarda araştırılmaya başlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) araştırmalarına göre tedavi amaçlı kullanılan tıbbi bitkilerin sayısı 20.000 civarındadır.

www.vacuubrand.com

Tıbbı bitkilere merakım üniversite öğrenim hayatım ile başlamış olup yüksek lisans tez konumla birlikte iyice artmıştır. Bitkiler ile ilgili merakımı bilen bir arkadaşımın kanama durdurucu etkisinin olduğunu çok eski zamanlardan beri kullanılan bitki ile ilgili denemeler yapmamı rica etti. Bende elimde bulunan imkanları kullanarak bu bitki ile ilgili öncelikle literatür taraması yaptım ve bitki ile ilgili herhangi bir çalışma yapılmamış olması beni heyecanlandırdı. Farklı dönemlerde

toplanan bitkilerden laboratuvar koşullarında suda bekletme ve kaynatma işlemlerini uygulayarak su ekstresi elde ettim. Kan üzerindeki etkisini görebilmek adına hemşire olan ablamın yardımı ile kan alarak denemelerini gerçekleştirdim. (Fig 1-2)

üzerine deneme için farklı numuneler gönderdim ve rat üzerinde yapılan çalışmada iki farklı ekstrenin kanamayı durdurduğu görülmüştür. Bitkinin etkili olduğu görülmüş olmasına rağmen ürüne dönüşebilmesi için AR-GE

Fig 1-2 Kan ile etkileşim Kanamanın durdurulmasında en etkili

çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Konu ile ilgilenen ve detaylı bilgi almak isteyenler LabMedya ile irtibata geçip bana ulaşabilir.

olay pıhtılaşmadır. Plazma proteini olan ve eriyebilen özellikteki fibrinojenin, trombin tarafından ipliksi proteinlere dönüştürülerek fibrin hâline gelmesine Kanamanın durdurulmasında en etkili olay pıhtılaşmadır. Plazma proteini olan ve eriyebilen Saygılarımla pıhtılaşma denir. Fotograflarda net özellikteki fibrinojenin, trombin tarafından ipliksi proteinlere dönüştürülerek fibrin hâline olmamakla birlikte pıhtılar görülmektedir. gelmesine pıhtılaşma denir. bilmemekle Fotograflarda net olmamakla birlikte pıhtılar görülmektedir. Bitkinin etki mekanizmasını birlikte trombosit ve fibrinojen üzerinde birlikte trombosit ve fibrinojen üzerinde etkili Bitkinin etki mekanizmasını bilmemekle etkili olduğunu düşünmekteyim. Fig 1-2 Kan ile etkileşim

olduğunu düşünmekteyim.

Fotoğraflarını Fotoğraflarınıçekmiş çekmişolduğum olduğumörnekleri örnekleriincelemesi üzerine üniversitedeki bir hocama mail

incelemesi üzerine üniversitedeki bir attım fotorafları incelemesi üzerine deneme için farklı numuneler gönderdim ve rat üzerinde hocama mail attım, fotorafları incelemesi

yapılan çalışma da iki farklı ekstrenin kanamayı durdurduğu görülmüştür. Video link (video sessiz olarak internette verilebilir) Bitkinin etkili olduğu görülmüş olmasına rağmen ürüne dönüşebilmesi için arge



26

www.labmedya.com

AYDINLATMA TEKNOLOJISINDE 134 YIL GEÇTI ED I SON'U N I CADI N D A N B U YA N A 1 3 4 YIL GEÇTI. AYDINLATMA TEK NOL OJ I SI NI N G Ö Z B E B E Ğ I A M P UL HER GEÇEN GÜN GELIŞTIRILIYOR. BI LI M I NSANL AR I , S A Ğ L I K S O R U N L A RINA YOL AÇMAYAN, ÇEVRE DOSTU VE ES TETI K AM P U L L E R E U L A Ş M A K I ÇIN YOĞUN ÇABA HARCIYORLAR.

Thomas Edison'ın ampulü gibi az sayıda buluş, geçen zamanın sınavından alnının akıyla çıktı. Edison, yaklaşık 134 yıl önce, ince bir ipliği vakumda akkor haline getirerek elektrikten ışık üretmeyi öğrenmişti. Günümüzde, milyarlarca insan bu dahiyane buluşla evlerini aydınlatıyor. Elektronik ürünlerin çağdışı kalma hızı değerlendirildiğinde, inanılmaz bir süreğenlik bu. Ancak, yeni ışıklandırma teknolojileri ampulün tahtını sallamaya başladı. Elektriğin yalnızca yüzde 5'ini ışığa çeviren ampuller, nüfus ve üretim artışıyla birlikte maliyeti artan enerjiyi tasarruf etmiyor. Bu koşullar altında, ampulün yüz yıldan uzun süren egemenliğinin pabucunun çoktan dama atılmamış olması şaşırtıcı. Basit teknolojisi ve ucuza mal olması, hem yoksul hem de zengin ülkelerde kurulmuş bol sayıdaki fabrikayla birleşince ampul yaygınlaştı. Buna karşın, daha verimli şekilde ve göze hoş gelen ışığı üreten donanımlar yaratmak kolay değil. 1930'larda ampule seçenek olarak geliştirilen 'deşarj' teknolojisini hesaba katalım. Bu sistemde, bir tungsten telini elektrikle ısıtıp akkor haline getirmek yerine, ampulün içindeki gazdan ya da buhardan elektrik geçiriliyordu: Genellikle de, neon gazı ya da sodyum veya cıva buharı. Böyle bir lamba ampulden altı kat verimli. Oysa, deşarj teknolojisi hoş olmayan mavimsi ya da sarı ışığıyla estetik bir uygulama değildi ve cadde aydınlatmasıyla sınırlı kaldı. Deşarj lambalarının bir uzantısı olan floresanlar, teknolojiyi bir adım ileriye götürdü. Cıva buharıyla dolu bir cam tüpün içi, morötesi ışığı emen ve enerjisini görünür ışığa dönüştüren fosforla kaplanıyordu. Floresanlar ampullerden on kat etkin, dört kat uzun ömürlü; ama sert ve titrek ışığı ile cıva buharının kanser yapıcı etkisi, özellikle birincil müşteri olan ev tüketicisini soğuttu. Hatta 80'li yıllarda, konfeksiyon ürünlerinin renginin anlaşılmasını önleyen beyaz ışığın deri kanseri yaptığına ilişkin dedikodular yaygınlaşmıştı.

20

Tecrübe ve Te k noloj i ni n Buluşma Nok tası ...

MCİ Serisi Çalkalamalı İnkübatörler (Soğutmalı ve Soğutmasız)

MLF Serisi Fırınlar & Kurutma Dolapları

MLO Serisi Dik Tip Otoklavlar

MFH Serisi Laboratuvar Tipi Çeker Ocaklar

MKF Serisi Yüksak Sıcaklık Fırınları (Kül Fırını)

MSB | MSS | MCS Serisi Su Banyoları (SirkülasyonluÇalkalamalı-Soğutmalı)

MDS SERİSİ Su Distile Cihazlari

ÜRETİMİNİ YAPTIĞIMIZ DİĞER ÜRÜNLER Mikrobiyolojik emniyet kabinleri Etüvler kurutma fırınları Su banyoları Test kabinleri Kan saklama dolapları Özanadolu Sanayi Sitesi 1458. Sokak No:30 İvedik OSB OSTİM - ANKARA

Kit saklama dolapları Vakumlu etüvler Hot pleytler Yağ tayin cihazları Seliloz tayin cihazları

MCİ Serisi Dairesel / Doğrusal Sallayıcılar

SOKSALET Cihazı

MDK SERİSİ Desikatör Kabinleri

Otoklavlar Kimyasal saklama dolapları Desikatör kabinleri Soğutmalı inkübatörler

+90 (312) 324 4983 - 84

www.miprolab.com.tr www.proteklabtr.com

+90 (312) 324 5974

satis@proteklabtr.com


www.sem.com.tr

POLAR BİLEŞİKLER İÇİN ANALİTİK GÜVENİNİZİ ARTTIRIN Zaman Kazanın. DB-WAX UI GC kolonlarının spesifik inertliği, ezber bozan performansı, mükemmel pik şekli ve tekrarlanabilirliğini garanti eder ve sorun giderme, yeniden çalıştırma ve kolonları ön yeterliliklendirme konularında zamandan kazandırır. Tasarruf edin. Tekrarlanan sıcaklık döngüsünde, kolonların ömrünün uzamasına dayanır. Ultra Inert performansıyla sorunsuz bir şekilde sonuç elde edin. DB-WAX UI GC kolonları, Agilent’ın J&W DB-WAX GC kolonlarıyla aynı seçiciliğe sahiptir, dolayısıyla aynı bileşik kütüphaneleri kullanırlar.

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02


28

Mikrodalga ile Nem Tayini LMA 200

“TÜRKIYE’NIN 77 MILYON TONLUK TARIMSAL BIYOKÜTLE POTANSIYELI BULUNUYOR” 2030 yılına kadar sera gazı emisyon değerini yüzde 21 oranında azaltmayı hedefleyen Türkiye, enerjide dışa bağımlılığı azaltma politikalarına ağırlık verdi.

DAHA HIZLISINI DAHA HASSASINI bulamazsınız

www.sartonet.com

Tarımsal ve hayvansal kökenli artıklar ve atıklar ile insan faaliyetleri sonucu oluşan katı atık ve arıtma çamurları başta olmak üzere değişik formları bulunan biyokütle kaynaklarının, alternatif, temiz ve yenilenebilir enerji kaynağı olarak önemli bir potansiyele sahip olduğunu belirten Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Günnur Koçar, biyokütle enerjisinin sadece belli bölgelere özgü olmama, daha küçük ölçekte ve ekonomik şekilde enerji üretebilme gibi önemli avantajlara da sahip olduğunu hatırlattı. Koçar, nüfusunun yüzde 35’inin tarımsal faaliyetler içinde yer alması, topraklarının yüzde 55,6’sının ekilebilir alanlardan oluşması ve yüzde 15’inin de ormanlarla kaplı olması sayesinde Türkiye’nin 77 milyon tonluk tarımsal biyokütle potansiyeli bulunduğunu söyledi. Prof. Dr. Koçar, Türkiye için biyokütle enerjisi kullanımının sadece enerji bağımlılığının azaltılması değil, aynı zamanda tarımsal ve endüstriyel atıklardan kaynaklanan kirliliğin önlenmesi anlamına da geldiğini söyledi. Biyokütle enerjisi çevrim teknolojileri sonucunda elde edilebilecek katı, sıvı ve gaz biyoyakıtların, fosil yakıt kullanan mevcut enerji sistemlerinde, olduğu gibi ya da küçük modifikasyonlarla kullanılabildiği bilgisini de aktaran Koçar, “Bu da sıvı/gaz yakıtlı araçlar, termik santraller gibi mevcut alt yapının tamamen tasfiye edilmesini gerektiren teknolojilere göre, biyokütle enerjisinin ekonomik yönden daha cazip ve kısa vadeli çözüm olduğu anlamına

gelmektedir” dedi. Biyokütle enerjisinin diğer bir avantajının da Türkiye’nin sanayi alt yapısının mevcut haline uygun prosesler içermesi olduğunu belirten Günnur Koçar,“Biyogaz, biyodizel, biyoetanol üretimiyle ilgili sistem bileşenlerinin, makina ve kimya endüstrisinin var olan alt yapısıyla üretimi söz konusudur. Bu da yerel üretime yeni bir pazar olanağı sunmakta, istihdam kapasitesinin artırılabilmesine olanak sağlamaktadır” açıklamasında bulundu. Kaynak çeşitliliğinin ve potansiyelin fazla olmasına rağmen, Türkiye’de şu an biyokütle enerjisi konusunda faaliyet gösteren 56 adedi biyogaz üretimine yönelik olmak üzere toplam 69 adet biyokütle gazlaştırma, atık ısı ve pirolitik yağ enerji santrali bulunuyor. Ayrıca 1 adedi biyodizel ve 3 adedi biyoetanol olmak üzere sıvı biyoyakıt üretimi gerçekleştiren toplam 4 adet firma mevcut. Biyokütle enerji sistemlerinde MW başına kurulumda ortalama 2 kişinin, işletiminde ise ortalama 4 kişinin istihdamının gerektiğini belirten Prof. Dr. Koçar, “Ülkemizin biyokütle potansiyeli göz önüne alındığında, potansiyel kurulu güç kapasitesi 20600 MW olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da sistemlerin işletilmesinde 47 bin 400, kurulması aşamasında ise 82 bin 400 kişinin istihdam edilebileceği anlamına gelmektedir” dedi. Prof. Dr. Günnur Koçar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje kapsamında Biyokütle enerjisi ile ilgili 335 adet test-analiz, 16 adet fizibilite çalışması ve farklı illerde 6 adet biyogaz sistemi kurulumu da gerçekleştirilmiştir. Kaynak Enerji enstitüsü Haber: Cem Şimşek


Laboratuvarınıza uygun bir çözüm önerimiz mutlaka vardır...


30

Prof Dr AZİZ EKŞİ Lefke Avrupa Üniversitesi Gastronomi Bölümü

ÇÖZÜM; IYI TASAR L A NM I Ş BIR BE S L E N M E A R AŞT I RM A S I I L E G ID A T Ü K E T I M P R O F I L I NI N O R TAYA K O NU L M A S I D I R . RE FOR M Ü L A S Y O N S T R AT E J I S I NI N B UNA G Ö RE TA R T I Ş I L MASI V E BE L I RL E NM E SI DI R .

www.labmedya.com

NE YEDIĞIMIZI BILMIYORUZ!... Dünya Sağlık Örgütü(WHO) başlattı süreci. Bunun nedeni, bulaşıcı olmayan hastalıkların yaygınlaşması. Obezite ile başlayan artış yüksek tansiyon, diyabet, kanser tipleri ve kalp hastalıklarına kadar uzanıyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri de gıda tüketim profilidir. Daha doğrusu bazı gıda bileşenlerinin gereğinden fazla tüketilmesidir. Tuz, şeker ve doymuş yağ bunların başlıcalarıdır. Bunlara trans yağ da ekleniyor. Çözüm olarak gıda reformülasyonu önerildi. Daha açık deyişle; gıdaların bileşimindeki tuz, şeker ve doymuş/ trans yağın kademeli olarak azaltılması öngörüldü. Hedefe gelince; tuz tüketiminin günde en fazla 6 gram olması, günlük enerjide şekerin payının %10’u(kişi başına günde 50 gramı ) geçmemesi ve doymuş yağ tüketiminin günde 20 gramı aşmaması. WHO’nun tespitini ve koyduğu hedefleri tartışacak değiliz. Diğer ülkelerdeki uygulamaları da bir yana bırakalım. Türkiye’de ne yapıldığına bakalım... Başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Bunun başlıca nedeni, ne tükettiğimizi

bilemeyişimizdir. En yeni beslenme araştırması 2010 tarihli. Birçok verisi diğer araştırma bulguları ile çelişiyor. Günde kişi başına et tüketimi 64.9 gram gözüküyor fakat başka bir araştırma bunun 32.6 gram gösteriyor. Tuz tüketimi bu araştırmaya göre günde kişi başına 4.9 gram iken başka araştırmada 14.8 gram bulunuyor. Günde kişi başına şeker tüketimi bu araştırmaya göre 21.8 gram. Oysa yalnız çayla tüketilen şekerin günde kişi başına 25.7 gram olduğu tahmin ediliyor. Örnekleri artırmanın anlamı yok. Çünkü; veriler doğru olsa bile 7 yıl öncesine dayanıyor ve güncel durumu yansıtmıyor. Gerçi kişi başına şeker, doymuş yağ ve tuz tüketimi dolaylı olarak tahmin edilebilir. Fakat gıda tüketim profili bilinmediği için bunların hangi gıdalardan hangi oranda alındığı belli değil. Dolayısı ile tuzu, yağı ve şekeri ne kadar azaltacağımızı bilemediğimiz gibi azaltmaya (reformülasyona) hangi gıdalardan başlayacağımızı da bilemiyoruz.

dolduruyor. Ne kadar katı yağ tükettiğimizi bilmeden kuyruk yağını övüyoruz. Fazla tuz tükettiğimiz belli ama kaya tuzu üzerinden tuz tüketimini özendiriyoruz. Şeker var diye meyveyi yeriyoruz ama meyvenin C vitamini, antioksidan ve posa kaynağı olduğunu unutuyoruz. Şeker tüketimindeki payı %0.2 dolayında iken meyve suyunun yasaklanmasını öneriyoruz. Böylece bilimi ve etiği hiçe sayıyoruz. Çözüm; iyi tasarlanmış bir beslenme araştırması ile gıda tüketim profilinin ortaya konulmasıdır. Reformülasyon stratejisinin buna göre tartışılması ve belirlenmesidir. Tek bir uzmanın dediğine ya da tek bir araştırmanın sonucuna bilimsel kuşku ile bakılmasıdır. Ve “Başka araştırmalar ne diyor?” diye sormasıdır. Buna karşılık, o konudaki araştırmaların tümünü değerlendiren meta analiz sonuçlarına ve EFSA gibi uzman kuruluşların görüşlerine güvenilmesidir.

Durum böyle olunca boşluğu birileri

LABORATUVARINDA ÖLÜME ÇARE ARIYOR Beyin ölümü gerçekleşen insanları hayata döndürmek için kolları sıvayan Dr. Sergei Paylian, projesinin detaylarını İngiliz gazetesi Daily Mail'e anlattı.

ve bunu tersine çevirmeye çalışması ile sonuçlandı.

Sergei Paylian, Gürcistan'ın Tiflis şehrinde güzel ve genç komşusunun ölümüne tanıklık ettiğinde yalnızca 14 yaşındaydı. O dönemde bir geleneksel Sovyet töreni gereği, genç kızın açık tabutu sokaklarda müzik eşliğinde taşınmıştı. Böylece, Sergei ölüm ile tanışmıştı.

66 yaşındaki Paylian, Florida’da bir diş hekimi ofisini andıran laboratuvarında, ’Bioquantine’ adını verdiği saflaştırılmış madde ile hastalıklara ve ölüme çare bulmaya çalışmakta. Paylian, ‘bioquantine’lerin insanlara enjekte edildiğinde, hastalıklı ve hasar görmüş hücreleri bulup onları sağlıklı bir hale getirdiğini iddia ediyor.

Paylian’ın küçükken tanıklık ettiği bu olay, yaşlanma sürecini takıntı haline getirmesi

Dr. Paylian kurduğu Bioquark adlı şirket, ReAnima adlı insan nöro-rejenerasyon ve

nöro-canlandırması için ileri biyomedikal teknolojinin potansiyelini araştıran geniş bir projenin bir parçası.

stimülasyonu gerçekleştirmekten ve hastaları MRI taramaları ile izlemekten oluşuyor.

Paylian, Latin Amerika'da "yaşayan kadavralar" üzerinde deneysel tedaviler düzenlemeye hazırlanan ReAnima’nın uluslararası danışma kurulunda ve bu kadavraların üstünde deneysel tedaviler gerçekleştirmek için hazırlanıyordu. Tedavi, kök hücrelerin hastanın kendi kanından hasat edilmesini ve vücuduna geri enjekte edilmesinden; Bioquantineleri hastanın omuriliğine enjekte etmekten ve 15 günlük lazer ve medyan sinir

İlk amaç, vücudun yardım almadan kalbi pompalama ve nefes alma yeteneğini yeniden başlatmak; tedaviye başlayan hastaların derhal canlanıp yataktan kalkabilmesi beklenmiyor. Proje, bilinç ve iyileşme düzeylerini artırabilecek gelecekteki gelişmeler için zemin hazırlamayı umut ediyor.



VACUU-VIEW EXTENDED Vakum Görüntüleyici

PC 3001 VARIOPRO

RZ 6 ROTARY VAKUM POMPASI

Vakum Ünitesi (Türkçe Menülü)

MZ 2C NT Vakum Pompası

MZ 1C NT

Vakum Pompası • • • • •

Yüksek Alman Kalitesi Mükemmel Kimyasal Dayanımı 1-2-3-4 Kademeli pompa seçenekleri Dijital modellerde Türkçe dil desteği 70 mbar ~ 0.02 mbar model seçenekleri

YENİ ÜRÜN STOKTAN TESLİM

3’LÜ OTOMATİK PİPET SETİ

OTOMATİK PİPET

DAHA FAZLASI İÇİN....

w w w. c a l i s k a n l a b . c o m


GLOVEBOX SİSTEMLERİ

TEK KİŞİ KULLANIMINA UYGUN İKİ KOLLU SİSTEM 2 kollu Dokunmatik ekranlı PLC kontrol sistemi Geniş ana antichamber Vakum pompası (woosung) Otomatik H2O/O2 pürifikasyon sistemi Ayarlanabilir paslanmaz çelik raf Dahili stand Dahili mini antichamber Otomatik basınç kontrolü Nem analizörü Oksijen analizörü Paslanmaz çelik vakum bağlantıları Zengin opsiyon seçenekleri

İKİ KİŞİ KULLANIMINA UYGUN DÖRT KOLLU SİSTEM 4 kollu Dokunmatik ekranlı PLC kontrol sistemi Geniş ana antichamber Vakum pompası (woosung) Otomatik H2O/O2 pürifikasyon sistemi Ayarlanabilir paslanmaz çelik raf Dahili stand Dahili mini antichamber Otomatik basınç kontrolü Nem analizörü Oksijen analizörü Paslanmaz çelik vakum bağlantıları Zengin opsiyon seçenekleri

ÜRÜN KATALOĞUMUZU ÜCRETSİZ TALEP EDEBİLİRSİNİZ.

Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi 2492. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA Tel : 0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45 - 0 (539) 505 40 40 Faks: 0 (312) 278 37 23 - e-mail : info@caliskancam.com w w w. c a l i s k a n l a b . c o m - w w w. l a b o r a t u v a r c i h a z l a r i . c o m


34

www.labmedya.com

EVCIL HAYVAN BESLEYEN ÇOCUKLAR DAHA SAĞLIKLI EVCI L HAY VANL A R I N ÇOC U K L ARI N GE L I Ş I M I ÜZERIND EK I ETK I S I N I ANLATAN PSI K O L O G GÜ RDAL GÖRHA N , ANNE BABAL ARA Y O L GÖS TERI CI BI L G I L E R VERDI . Görhan, yaptığı açıklamada, hayvan besleyen çocukların diğer insanlarla empati kurmasının kolaylaştığını bunun da onları daha mutlu, huzurlu ve başarılı yaptığını ifade etti. Çocuğun sorumluluk duygusunun gelişmesinde hayvanların öneminin büyük olduğunu söyleyen Görhan, “Ebeveynler, ‘benim çocuğum evde yatağını toplamaz, eşyasını ortalığa atar’ türünden şikayetleri çocuklara sorumluluk kazandırmada zorlandığımızın işaretlerinden birisidir. Evcil hayvan besleyen çocuklarda zaman içerisinde sorumluluk duygusunun arttığı hem hayvanın ihtiyaçlarını karşılamak için hem de kendi sorumluluklarını yerine getirmek için zamanı daha etkin kullandığı bilinmektedir. Dünyada hayvan destekli tedaviler hem fiziksel hem de psikolojik problemlerin çözümünde etkilidir. Yüksek tansiyondan strese kadar birçok problem için hayvanlar tedavide kullanılmaktadır. Hayvan besleyen çocuklarda sinirlilikte ve öfke nöbetlerinde gerileme gözlenmektedir. Yine davranış bozukluğu olan çocuklar için hayvan beslemek davranış sorunlarını azaltmaktadır. İletişim problemi yaşayan çocuklarda da evcil hayvanların çok olumlu sonuçlar sağladığı bilinmektedir. Kişilerin sosyal ve duygusal gelişimini desteklemek için hayvanların hayatımızda olması kişileri rahatlatmakta ve sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlamaktadır. Böylece kazandığı empati yeteneğiyle sosyal etkileşiminde kalite artmaktadır” dedi. Evinde hayvan besleyemeyen kişiler için sokaktaki hayvanlara su ve yemek verilmesi faaliyetinin de yine pozitif ruh hali sağlanmasında önem taşıdığını söyleyen Görhan, “Hayvanların bize zarar vereceği düşüncesini tersine çevirerek dünyayı daha iyi anlamamızı sağlar. Kendinizi çok gergin ve sıkıntılı hissettiğiniz bir anda bir hayvana su vererek onu izlediğinizde gerginliğinizin azaldığınızı hissedersiniz. Çocuklarımızın dünyamızın bir parçası olduğumuzu fark etmeleri ve dünyamızın hayvanlara da ait olduğunu anlamalarını sağlamak

bizim elimizdedir. Özgüveni yüksek ve mutlu insanlar yetiştirmek için evcil hayvanlardan destek almak önemlidir. Evinizde ya da sokaktaki bir hayvanla bağ kurmak ruhsal ve fiziksel sağlığımız için düşündüğümüzden daha etkili ve güzel sonuçlara yol açacaktır” diye konuştu.


www.sem.com.tr

CO2 İnkübatörü Özellikleri • ISOCIDE Anti bakteriyel dış yüzey • 170 litre ve 4 raflı iç hacim • Yüksek nem ve düşük ısı ortamında 90°C'de dekontaminasyon • Kalibrasyon ihtiyacı olmayan çift dalga boylu IR sensör • CO2 tüpü bitmeden yaklaşık bir hafta önce uyarı veren alarm sistemi • Hava geçirmez, kilitlenebilir iç cam kapak

Ürün Grupları 1. CO2 İnkübatörü 2. Biyogüvenlik Kabini 3. Derin Dondurucu 4. İlaç Hazırlama Kabinleri 5. PCR Kabinleri

2

3

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

4

4

5


36

www.labmedya.com

KANSERI YOK EDEN MOLEKÜL BULUNDU İNTIHARA ZORLUYOR

A BD’L I BI L I M I N SANL ARI , VÜCU TTA, K ANS E R L I H Ü CREL ERI I NTI H A R A S Ü RÜK L EY EN VE K AL I TI M SAL O LA RA K GEÇEN O TO-S AVU NM A S I STEM I K EŞF ET T I . FA RELER Ü Z ERI N D E K I DENEY L ER BAŞA R I L I O LDU .

ABD'de bulunan Northwestern Üniversitesi'nde görev yapan Marcus Peter isimli profesör, laboratuvarında genlerin işlevini incelemek üzere yönettiği çalışmasında özel bir RNA (ribo nükleik asit) geliştirildi. Peter bazı genlerden elde edilen bu küçük RNA'ların büyük bir parçasının sadece bulundukları geni değil aynı zamanda kanserli hücreleri de yok etme kapasitesine sahip olduğunu keşfetti. Çalışma sayesinde RNA molekülleri bu zamana kadar hiç olmadığı kadar bilim insanlarının dikkatini çekmeyi başardı.

Bilim insanları, 8 yıl süren çalışmada RNA moleküllerini izlemek için tam 2 bin 920 gün geçirdi. RNA'ların kansere neden olabilecek tüm hücreleri, intihara sürükleyen bir mekanizmayı tetikliyor. Ancak bu etkiyi RNA'ların bir grubu sağlıyor. Uzmanlar küçük müdahale RNA'larının (siRNA) bu hücrelerin yaşamaları için gerekli gen topluluklarını engellediğini söylüyor. Kanserli hücreler bu sayede kendini savunmak için gerekli imkânlardan mahrum kalıyor. RNA'lar, müdahale eden RNA'lara yani siRNA'lara dönüştüğünde tıpkı ninjalara benziyor. Sadece yaşamlarını devam ettirdikleri genleri öldürmekle kalmıyor aynı zamanda diğer öldürücü molekülleri de harekete geçiriyor.

MILYONLARCA YILDIR VAR Profesör Peter'e göre her bir hücremizde var olan bir mekanizmanın geçmişi birkaç yüz milyon yıl öncesinde dayanıyor. Peter tarafından yönetilen çalışma ve Northwestern Üniversitesi'nde gerçekleşen iki araştırma daha bu öldürücü moleküllerin fareler üzerinde başarılı bir etkiye sahip olduğunu kanıtladı. Uzmanlar RNA'ların kanserli hücreler üzerindeki etkisini şöyle tarif ediyor: "Bu tıpkı aynı anda kendini bıçaklayarak, kendini ateş ederek ve bir

falezin üzerinden atlayarak intihar etmeye benziyor. Bu şekilde yaşamaya devam edemezsiniz." Peter ise kanserli hücreyi öldüren mekanizmayı "Oto-savunma mekanizması hücrenin kanserli olduğu anda aktifleşiyor" sözleriyle özetliyor.

gibi mevcut tedaviler, apoptosis olarak bilinen bir yönteme dayanıyor. Bu yöntemde, kaspaz adı verilen proteinler aktive edilerek kanser hücreleri öldürülüyor.

KANSER IÇIN YENI UMUT

'KALAN TÜMÖR HÜCRELERI DE ÖLÜYOR'

Bilim insanı Marcus Peter, kanserli hücrelerin bu yolla ölüme sürüklenmesi mekanizmasına "Hayatta Kalma Geninin Önlenmesi Yoluyla Oluşan Ölüm" (Death Induced by Survival gene EliminationDISE) adını veriyor. Peter, bu mekanizma sayesinde kansere karşı yeni tedavilerin geliştirilmesini umuyor.

KANSER IÇIN BIR UMUT DA İSKOÇ BILIM INSANLARINDAN Öte yandan İskoç bilim insanları da, kanser hücrelerini öldüren, mevcut tedavilerden çok daha etkili olabilecek yeni bir kanser tedavisi yöntemi bulduklarını açıkladı. Glasgow Üniversitesi'nde geliştirilen ve CICD (Kaspaz Bağımsız Hücre Ölümü) adı verilen yeni yöntemin tümörleri tamamen ortadan kaldırabileceği ve hastalığın tekrarlamasını önleyebileceği belirtiliyor. Araştırmanın sonuçları bilim dergisi Nature Cell Biology'de yayımlandı. Kemoterapi, radyoterapi ve immunoterapi

Ancak bu tedaviler yan etki riski içerdiği gibi, genellikle kanser hücrelerinin tamamını öldüremiyor ve bunun sonucu olarak hastalık tekrarlayabiliyor. Araştırmaya başkanlık eden Dr. Stephen Tait, "Tümörü tamamen gerileten bu yöntem, kanser tedavisinde çok daha etkili olabilir. Gerçekte, tedavide tüm tümör hücrelerini öldürmek gerekmiyor. Çünkü, kalan tümörü tamamen temizleyen ve dolayısıyla kanseri ortadan kaldıran bir bağışıklık tepkisi ortaya çıkardık" dedi. Uzmanlara göre apoptosisin aksine CICD yöntemiyle kanser hücreleri ölürken, bağışıklık sistemi imflamatuvar proteinlerle uyarılıyor. Bunun sonucunda, kalan tümör hücreleri de ölüyor. Araştırmada, laboratuvarda geliştirilen kalın bağırsak hücreleri kullanıldı. Yöntemin diğer kanser türlerinde de kullanılabileceği belirtiliyor. Kaynak: CNN Türk

"GENIŞLEYEN EVRENLERIN ÖZELLIKLERI" IKI MILYONDAN FAZLA OKUNDU Ünlü İngiliz Evrenbilimci ve Fizik Profesörü Stephen Hawking'in doktora tezi kamuya açıldığından beri iki milyondan fazla okundu. Cambridge Üniversitesi'nin tezi yayına koyduğu 23 Ekim tarihinde okulun internet sitesi çökmüştü. BBC Türkçe'nin haberine göre, Hawking'in 1966'da yayımlanan "Genişleyen evrenlerin özellikleri" adlı tezini 500 binden fazla kişi indirmeye çalıştı. Üniversiteden Dr. Arthur Smith, bu rakamların "muazzam" olduğunu söyledi. Smith, Hawking'in doktora tezinin şimdiye kadar okulun yayımlandığı en çok okunan araştırma olduğunu soyledi. Hawking, dünyanın dört bir yanından

okunan 134 sayfalık tezini 24 yaşında doktora öğrencisi iken yazmıştı. 1962'den beri Cambridge Üniversitesi'nde olan Hawking, bu tezinin ardından tüm zamanların en etkili bilim eserlerinden "Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere" kitabını yazmıştı. Hawking'in tezinden sonra en çok okunan doktora tezi ise 7.960 indirmeyle 2017 yılında kaydedildi. Daha önce tezi okumak için tezin taranmış versiyonu için 65 sterlin ödemek ya da üniversitenin kütüphanesine gitmek gerekliydi. Cambridge Üniversitesi diğer eski akademisyenleri de yazdıklarını kamuya açmaları için teşvik ediyor.



38

www.labmedya.com

KOKU DUYUSUNDAKI KAYIP ÖLÜMÜN HABERCISI YA Ş I I L E RLEYEN K I Ş I L E R D E, KOKU A L M A D U Y USUNUN A Z A L D I Ğ I , BURNUN Ö L Ü M Ü YAKLAŞIK BEŞ Y I L Ö N C E DEN ‘TAHMIN E D E B I L D I ĞI’ OR TAYA ÇIKTI. PLOS ONE isimli bilim dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, 57- 85 yaş arasında basit bir koku alma testine tabi tutulan 3 bin kişiden bu testte başarısız olanların yüzde 39’u beş yıl içinde hayatını kaybetti.

BEŞ GENEL KOKU INCELENDI Chicago Üniversitesi’nden Jayant Pinto’nun ekibinin 2005’te başladığı çalışmaya, 57 ila 85 yaşları arasındaki 3 bini aşkın kişi katıldı. İlk aşamada katılımcılara, beş genel kokuyu (gül,

deri, balık, portakal ve nane şekeri) tanımlamalarını da içeren basit bir test uygulandı; yanlış tanımlanan her koku, koku alma duyusundaki kaybın şiddetini puanlamak için kullanıldı. Koku testini 2010’da tekrarlamak isteyen biliminsanları, beş yıllık sürede çalışmaya katılan 430 kişinin hayatını kaybettiğini ve ölenlerin yüzde 39’unun testte başarısız olduğunu tespit etti. Bir diğer değişle, ilk testte başarısız olanların, beş kokuyu doğru olarak tanımlayanlara kıyasla beş yıl içinde ölme ihtimalinin daha yüksek olduğu belirlendi. Ancak araştırmacılar, 430 katılımcının hangi sebeplerle öldüğünü incelemediklerini özellikle vurguladı.

AKCIĞER TESTINDEN DAHA ETKILI! Çalışmaya göre, koku duyusundaki kayıp, ölümü akciğer rahatsızlıkları, kalp yetmezliği ve kanser teşhisinden daha isabetli şekilde öngörebiliyor. Araştırmacılar, kullandıkları üç dakikalık koku testinin uzun tıbbi değerlendirmelerden daha güvenilir olduğu ve bu değerlendirmelerin

sonuçlarından daha güçlü sonuçlar verdiğini de öne sürdü. Koku alma reseptörlerini içeren sinir hücreleri, insan vücudundaki kök hücreler tarafından sürekli olarak yenilenen tek bölüm. Ancak yeni koku hücrelerinin üretimi yaşla birlikte düşüşe geçiyor. Bu da kokuların belirleme ve ayırt etme yetimizde kademeli bir düşüşe neden oluyor.

YENILEME ARAYIŞI Araştırmacılar koku duyusundaki kaybın, vücudun yenilenmeye ihtiyaç duyduğunun ama yenileme yetisinin olmadığının belirtisi olabileceği görüşünde. Koku alma sinirleri, sinir siteminin açık havayla temas eden tek parçası. Bu durum, zehir ve mikropların beyne doğrudan ulaşabilecekleri bir rotaya sahip olduğu anlamına geliyor. Buna bağlı olarak da koku alma duyusunda yaşanan kayıp, ölüme neden olacak bir durumun erken uyarısı olabilir. Kaynak: Diken


39

www.labmedya.com

TÜRKIYE’NIN ILK MILLI TÜRBIN GELIŞTIRME LABORATUVARI AÇILDI Türkiye’nin ilk milli türbin geliştirme laboratuvarı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) iş birliğiyle Ankara’da açıldı. ODTÜ’den yapılan yazılı açıklamaya göre, ilk milli türbin teknolojisinin malzemelerinin geliştirileceği araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) laboratuvarı ODTÜ kampüsü içerisinde hizmete

girdi. TÜBİTAK ve ODTÜ’nün kendi öz sermayeleriyle iki yıllık ön çalışma sonrası kurulan ‘İnce Film ve Kaplama Araştırmaları Laboratuvarının toplam 3 milyon liraya mal olduğu bildirildi. Türkiye’nin milli uçak motoru ve milli jet motoru teknolojisinin geliştirebilmesi için gerekli malzemelerin üretilmesi yönünde araştırmaların yapılabileceği laboratuvarda, enerji, savunma, iletişim, elektronik-optik ve uzay teknolojilerinde

Trio teknik güvencesi ile Türkiye'de... TOC ve TN cihazlarının tek satıș yetkilisi

Formacs HT Serisi

Formacs HTi Serisi

Primac SNC100 Serisi

Primacs SLC

• Manual yada otomatik örnekleyici ile çalıșabilme • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Otomatik numune hazırlama, seyreltme ve standart hazırlama • Farklı numune kaplarına uygun tasarım • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre otomatik örnekleyici • Direk enjeksiyon • Partikül içeren numuneler için özel tasarım • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre 100 numunelik otomatik örnekleyici • 3 grama kadar numune çalıșabilme • Dumas yöntemi ile Toplam N/Protein analizi • DIN 19539 a göre TOC, TIC ve TEC analizleri • Tekrar kullanıma uygun seramik numune kapları

• Yüksek sıcaklık yakma yöntemi ile TC, TIC, TOC analizleri • Özel çift fırın tasarımı • 3 grama kadar numune çalıșabilme

Skalar TOC/TN Analiz Cihazları ile Katı ve Sıvı numunelerinizde, yüksek sıcaklıkta katalitik yakma yöntemiyle toplam karbon (TC), toplam inorganik karbon (TIC), toplam organik karbon (TOC), çözünmüș organik karbon (DOC), uçucu organik karbon (POC), uçucu olmayan organik karbon (NPOC) ve toplam azot (TN) değerlerini tespit edebilirsiniz.

Uygulama alanları • İçme suyu, deniz suyu, nehir suyu ve diğer yüzey suları analizleri • Atık su analizleri • Arıtma çamuru analizleri • Toprak analizleri • Gübre analizleri

TRİO TEKNİK CİHAZLAR Kartaltepe Mah. Sedat Simavi Sok. no:32 D-2 Bakırköy/İSTANBUL T: 0 (212) 466 35 38 - F: 0 (212) 466 35 39 info@trioteknik.com

www.trioteknik.com

de kullanılabilecek katman malzemelerin geliştirilebileceği ifade edildi. Laboratuvarda İstanbul-Ambarlı doğalgaz enerji santralinin türbin motorları için malzeme geliştirileceği vurgulanan açıklamada, Türkiye’nin diğer bütün doğalgaz enerji santrallerinin türbin motorları için de malzeme teknolojisi geliştirilebileceği kaydedildi. Kaynak: Enerji enstitüsü

BORDAN ÜRETILEN YEŞIL ENERJI KEŞFEDILDI Petrol, elektrik ve doğalgazdan daha ucuz olan yeşil enerji bir AR- Ge firması tarafından keşfedildi. Dünya bor rezervinin yüzde 72’sini içerisinde barındıran Türkiye’de yeni bir enerji kaynağı keşfedildi. Balıkesir’deki bir Ar–Ge firması yaptığı açıklamada ileri teknoloji ile işlenen bor madeninin işlenme esnasında diğer yakıt türlerinden çok daha az maliyet ile ortaya çıkan yeni bir enerji kaynağı oluştuğunu belirtti. Bor türevli olan enerji kaynağına yeşil enerji adının verildiğini belirten Ar-Ge firması sahibi Faruk Durukan, dışarıdan hiçbir destek alınmadan kendi kaynakları vasıtası ile teknoloji laboratuvarlarında bor madeninden elde edilen sıfır değere sahip ara eleman katkılı etil bor ürününün diğer yakıt türlerine göre çok daha ucuz olduğunu söyledi. Yeni buluş hakkında detaylı bilgi veren Durukan, bor madeninin saflaştırılması ile elde edilen Sodyumpentaborat ara elemanının sıfır dereceye kadar indirilmesinin başarıldığını, saflaştırmanın gerçekleştirildiği her değerde farklı bir alanda kullanılmak üzere ara ürün katkı maddesi olarak kullanılan bor madeninin kullanım şekli olan 14’ünün işlenmesi için ile Türkiye’de gerekli teknolojinin olduğunu ülkemizde madenin 8 şeklinin işlenebildiğini söyledi. Gerçekleşen son buluşun dünyanın en ucuz enerjisi konumunda odluğunu, petrol, elektrik, doğalgaz gibi pek çok enerji kaynağından çok daha ucuz olduğunu belirten Durukan, dünya rezervinin yüzde 72’sinin bulunduğu ülkemizde yaşanan bu gelişmenin çok önemli olduğunu, dünya biliminin henüz sıfır su molekül yapıya sahip sodyumpentaborat anhidratı üretiminden haberdar olmadığını söyledi. Kaynak: Enerji enstitüsü


40

www.labmedya.com

IŞIK SAÇAN CANLILAR Ateş böcekleri, sarı ya da yeşil ışık üretebilen canlılardır. Ürettikleri ışığı, düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için ve haberleşme aracı olarak kullanırlar. Ateş böceklerinin en önemli özellikleri ışıktan en çok verimi elde edebilmeleri ve bunu yaparken neredeyse hiç enerji tüketmemeleridir. Bu nedenle, bilim insanlarının yıllardır araştırma konusu olmuşlardır. Buna rağmen insanlar, henüz ateş böceklerininki kadar verimli ışık üretemediler. Herhangi bir canlının ışık üretip, ısısından etkilenmemesi ne ilginç bir durumdur! Bu durumu, şu şekilde açıklayabiliriz; insanların bulduğu ampuller, ışık üretirken aynı zamanda ısı da yayarlar. Buna rağmen ateş böcekleri, ışık üretirken nasıl oluyor da bu ısıdan etkilenmiyor? Çünkü aydınlanmak için kullandığımız ışık ile ateş böceklerinin ürettikleri ışık birbirinden farklıdır. Bilim insanları da bunu taklit etmeye çalışmaktadırlar. Ateş böceklerinin ürettikleri ışık türüne “soğuk ışık” denilmektedir. Bu ışık türü üretilirken dışarıya ısı verilmez. Bu yüzden soğuk ışıklar, oldukça verimlidir. Ateş böceğinin dışında başka canlılar da ışık üretiyor. Özellikle deniz canlıları... İşte o canlılardan bazıları:

Işık Üreten Comb Jelly Comb Jelly tıpkı denizanaları ve deniz Anemonları gibi hassas canlılardandır. Genellikle mikroskobik bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir türün ise çok geniş bir biçimde açılabilen ve diğer Comb Jellyler de dahil olmak üzere pek çok canlıyı yutabilen ağızları vardır. Comb Jellynin vücudunda sıra halinde ince tüyler bulunur. Bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır. Bundan başka hemen hemen tümünün sırtında tıpkı dikiş yerine benzeyen, özel ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır. Türlerin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı Comb Jelly dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlar için kullanılan bir şaşırtma yöntemidir.

Işık Yayan Denizanası Denizin derinliklerinde yaşayan ve ışık saçmada usta olan olan Atolla Wyvillei adlı denizanası da bu kategoriye girmektedir. Gözlerinden ışık yayarak tehlikelere karşı kendini koruyabilen bu canlı adeta şov yaparak izleyenleri de büyüleyebilir.

Yeşil Işık Saçan Mantarlar Japonya'nın Wakayama bölgesinde yağmur yağmaya başlayınca kendini gösteren

mantarlar parlayabilme özelliğine sahiptir. Mycena lux-coeli adlı bu mantarlar chinquapin ağaçları üzerinde yetişirler. Büyürken yeşil renkte ışık saçan mantarların üst kısımlarının çapı 2 cm'dir.

Işık Saçan Mürekkep Balığı Okyanusun kapkaranlık derinliklerini aydınlatan Hawai isimli bir mürekkep balığı bulunmaktadır. Kısa kuyruklu olan bu balık, Vibrio fischeri denilen bir bakteriyle Vibrio fischeri denilen bir bakteriyle dostluk kuran bu balık özel organları sayesinde ışık yaydığı gibi başka canlıların yerini de net bir şekilde algılayabiliyor. Bu canlıların her birinin kendilerini ait irisler ve lensleri de bulunmaktadır.

Işık Saçan Başka Bir Mantar Canlılar fizyolojik ve metabolik özelliklerini üremek ve atıklarından kurtulmak için kullanırlar. Bu mantar ise atıklarını dışarıya bırakmak için başlığının altını kullanırlar. Bu atıklardan bazıları ise Lusiferaz'dır bu madde ise ışık saçmak için kullanılan bir enzimdir.

Işık Yayan Panellus Stipticus Mantarı Panellus stipticus adlı bu canlı genelde besinini ölü organik maddelerden alan bir organizmadır. Bu mantar türü oldukça serttir ve yağmur yağdığı zaman yetişir. Bu mantarlar kanın akmasını durdurmak amaçlı da kullanılabilirler.

Yeşil ve Mavi Işık Saçan Canlı Bu canlı denizin derinliklerinde yaşayan yuvarlak ve taraklı olan Bathocyroe Fosteri'dir. Atlantik yakınlarında bol miktarda bulunan bu canlı 5cm boyundadır. Çok narin olarak bilinen bu canlı yeşil ve mavi renklerde ışık saçarlar.

Dinoflagellatlar Dinoflagellatlar, tek hücreden oluşmuşlardır ve kamçılı grubuna aittirler. Bu canlıların çoğu su planktonudurlar ancak tatlı su alanlarında da görülebilirler.

Kristal Denizanası Aequorea Victoria olarak bilinen kristal denizanası genellikle Kuzey Amerika'nın sahillerinde bulunur ve en etkili şekilde ışık saçan su organizmalarından birisidir. Hidroza familyasına ait olan bu canlı muhteşem bir şekilde ışık etrafına ışık saçar.

Işık Saçan Dişi Ateşböceği Bir ateş böceği türü olan Lampyris noctiluca genellikle erkeklerden 2 kat daha fazla büyük olurlar. Ayrıca erkeklere nazaran dişilerde kanat yoktur ve dişiler ışık çıkarabilirken erkekler ışık çıkaramazlar.


KÜÇÜK HACİMLİ NUMUNELERDE VİSKOZİTE ÖLÇÜM KOLAYLIĞI

Cone Plate seçeneği sayesinde çok küçük hacimli numunelerde sıcaklık kontrollü olarak viskozite ölçümü yapma imkanı sağlar.

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

• • • • • • •

Kan Serum İlaç Boya Krem Reçine Sıcak tutkal vb.

www.sem.com.tr


42

www.labmedya.com

NOBEL TIP 2017 ÖDÜLÜ:

İNSAN FİZYOLOJİSİNİ DÜZENLEYEN BİR SAAT bir proteini kodladığını gösterdi. Daha sonra, bu genden kodlanan başka protein bileşenleri de tespit eden bilim insanları, böylece hücrelerin kendi içinde biyolojik saati nasıl işlettiğini açığa çıkardı.

İÇ SAATİMİZ NASIL ÇALIŞIYOR?

U ZUN Y I L L ARD I R , I NSANL AR D A D A H I L OLM AK Ü Z ERE C A N L I OR GA NI Z M AL AR I N , 24 S AATL I K BI R GÜNE AD APTE OLABI L M EL ERI N E YA RDI M CI OL AN I ÇSEL , BI Y OL OJ I K B I R SAATI N VAR OL DU Ğ U BI LI NI Y ORD U . A M A BU I Ç SEL SAATIN M OLEK Ü L ER D Ü Z E Y D E NASI L I ŞL ED I ĞI BI LI NM I Y ORD U .

Karoliska Enstitüsü Nobel Kurulu, tıp alanındaki 2017 Nobel Tıp Ödülü sahiplerini açıkladı. Bu ödüller, sirkadiyen ritmin moleküler çaptaki kontrol mekanizmalarını keşfeden Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young’a verildi. Medimagazin’de yer alan haber, Nobel Ödüllü bu üç bilim insanının 24 saatlik biyolojik ritmin işleyişini nasıl aydınlattıklarını anlatıyor. Buna göre, meyve sineği ya da sirke sineği olarak adlandırılan sinek türü üzerinde çalışarak normal günlük biyolojik ritmi kontrol eden bir geni ayrıştırmayı başaran 2017 Nobel Ödüllü üç bilim insanı, bu genin gece boyunca hücrede biriken ve gündüz de çözünen

İç saatimiz fizyolojimizi büyük bir hassasiyetle günün önemli safhalarına göre uyarlar; davranış, hormon seviyeleri, uyku, vücut ısısı ve metabolizma gibi kritik fonksiyonları düzenler. Dış çevre ile bu iç biyolojik saat arasında geçici bir uyumsuzluk doğduğunda, mesela uzak bir yere seyahat edip “jet lag” yaşadığımızda sağlığımız olumsuz etkilenir ve yaşam tarzımızla iç saatimiz arasında bir uyumsuzluk doğacak olursa çeşitli hastalıklar için risk oranı artar.

ÖNCE BİTKİLERİN BİYOLOJİK SAATİ İNCELENDİ Çoğu canlı organizma, çevredeki günlük değişimleri öngörür ve buna uyum sağlar. Gökbilimci Jean Jacques d’Ortous de Mairan, 18. yüzyılda mimosa bitkilerini gözlemlemiş ve yapraklarının gündüz güneşe doğru açıldığını ve akşam karanlığında kapandığını keşfetmişti. Bitkinin sürekli karanlıkta kaldığında nasıl davranacağını merak eden Mairan, güneş ışığına maruz kalmasalar bile yaprakların normal günlük alışkanlıklarına devam ettiğini gördü. Bu da bitkilerin kendi biyolojik saatine sahip olduğunu açıkça gösteriyordu. Diğer araştırmacılar, yalnızca bitkiler değil, aynı zamanda hayvanların ve insanların da fizyolojisini günlük değişim dalgalanmalarına adapte etmeye yardımcı olan bir biyolojik saatin varlığını keşfetti. Ancak sadece iç biyolojik saatimizin nasıl işlediği gizemli kaldı.

SAAT GENİNİN AYIRT EDİLMESİ Seymour Benzer ve öğrencisi Ronald Konopka 1970’li yıllarda sirkesineklerinde biyolojik saati kontrol eden genlerin

ayrıştırılması için çalıştı ve bilinmeyen bir gendeki mutasyonun sineklerdeki biyolojik saati bozduğunu gösterdi. Benzer ve öğrencisi bu geni “period” olarak adlandırdı, fakat bu genin biyolojik saati nasıl etkilediği çözülemedi.

PER PROTEİNLERİ 24 SAATLİK BİR DÖNGÜYLE BİYOLOJİK SAATİ KOORDİNE EDİYOR Jeffrey Hall ve Michael Rosbash, “period” genini diğerlerinden izole etmeyi başardı ve sonra bu gen tarafından kodlanan “PER” adlı proteini keşfetti. Keşfettikleri bu protein, gece boyunca periodgeni tarafından kodlanarak hücrede birikiyor ve gündüzleri çözünüyordu. Böylece, PER proteinlerinin 24 saatlik bir döngüyle biyolojik saati koordine ettiği ortaya çıkmış oldu.

KENDİ KENDİNİ DÜZENLEYEN BİR SAAT MEKANİZMASI Sonraki hedef ise, gün içindeki bu sirkadiyen salınımların nasıl oluşturulduğunun ve devam ettirildiğinin, yani genin ne zaman üretmesi ne zaman durması gerektiğini nasıl bildiğinin anlaşılmasıydı. Jeffrey Hall ve Michael Rosbash şöyle bir hipotez üretti: PER proteinleri belli bir seviyeye ulaştıklarında period geni aktivitesini durduruyordu, yani bir geridönüt sistemi dahilinde kendi sentezini kendi düzenleyerek döngüsel ritmin devamını sağlıyordu. Bu hipoteze daha detaylı bakacak olursak, period geni aktif olduğunda mesajcı RNA’ları(mRNA) yani sentezlenecek proteinin kimyasal şifresine karşılık gelen molekülleri üretmesi gerekir. Bu mesajcı RNA’lar, hücrenin sitoplazmasına taşınır ve PER proteininin kalıp halinde üretimini sağlar. PER proteinleri, aynı zamanda periodgeninin aktivitesini de kontrol eden hücrenin çekirdeğinde birikir. Protein birikimi artınca çekirdekten period genine üretimi durdurucu bir geridönüt gider.

PROTEİNLER ÇEKİRDEĞE NASIL GİRİYOR? Bu model ne kadar cezbedici olsa da eksik kalan bazı parçalar vardı. Mesela periodgenin aktivitesinin durdurulabilmesi için, sitoplazmada üretilen PER geninin genetik materyallerin barındığı çekirdeğe ulaşması gerekiyor. Peki bu nasıl gerçekleşiyor? Bu soruya da cevap bu yılki Nobel Tıp Ödülü’nün üçüncü sahibinden geliyor. Michael Young 1994’te “timeless” adını verdiği ikinci bir gen keşfetti. Bu “timeless” geni TIM adında bir proteini üretiyordu ki bu protein sirkadiyen saatte oldukça büyük bir rol oynuyordu. Young, bu proteinin PER proteiniyle bağlantılı çalıştığını, iki proteinin de hücre çekirdeğine girebilmesini ve period geninin aktivitesinin durdurulmasını sağladığını gösterdi.

PROTEİNLERİN SALINIM ARALIKLARI NASIL DÜZENLENİYOR? Michael Young keşfettiği başka bir genle, “doubletime” ile DBT proteini üretilerek PER proteininin üretiminin ertelendiğini keşfetti ve böylece 24 saatlik bir döngü tam anlamıyla yakalanmış oluyordu.

İNSAN FİZYOLOJİSİNİ DÜZENLEYEN BİR SAAT Bilim insanlarına göre, ortaya konulan çalışmalar biyolojik saatin bizim fizyolojimizdeki kompleks ve geniş etkilerini kanıtlıyor. Biyolojik saatlerimiz, günün farklı aşamalarına göre vücut içi döngülerimizi ayarlıyor ve uyku düzeni, beslenme davranışı, hormon salınımı, kan basıncı, vücut ısısı gibi birçok faktörü de düzenlememize yardımcı oluyor. Kaynak: NTV


www.coleparmer.com

Cole-Parmer kataloğundaki

150.000’den fazla ürün güvencesiyle Türkiye’de

Sümer Analitik ve Medikal Teknolojier San. ve Tic. A.Ş. Atakent Mah. Emrah Sok. No.2A 34760 Ümraniye-İstanbul | T: +90 216 550 78 85 F: +90 216 550 78 87

www.sumertek.com


44

www.labmedya.com

DÜNYA D A CANL I TÜ RLERI NI N ÇEŞ I T L I L I Ğ I SÜ REKL I AZ AL I Y O R . 2100 YI L I NA D EK NESLI TÜ K ENEN C A N L I TÜ RLERI NI N SAYI S I 1000'I BU L ABI L I R . PEK I B U K ONU D A N E YA PI LA Bİ L İ Nİ R

BIYOLOGLAR: “SOYU TÜKENMIŞ CANLI TÜRLERINI YENIDEN OLUŞTURULABILIRIZ” Bazı canlıların neslinin tükenmesi her zaman yeryüzünde yaşamın bir parçası olmuştur. Ama 65 milyon yıl önce dinozorları ortadan kaldıran ve bugün neredeyse karşı karşıya olduğumuz kitlesel bir şekilde soy tükenmesine çok daha seyrek rastlanır. Bilim insanları, günümüzdeki hızla giderse 2100 yılına dek 269-350 kuş ve memeli türün soyunun tükeneceğini tahmin ediyor. Ancak soyu tükenme riski olan canlılar için oluşturulan özel liste uygulamaları işe yaramazsa bu sayı 1000'e kadar çıkabilir. Bitki ve omurgasız hayvanlardaki soy tükenmesi konusunda ise fazla bilgi sahibi değiliz. Ama omurgalı hayvanlardaki kayıp, ekosistemin diğer kısımları konusunda da fikir veriyor. Biyolojik çeşitlilik bakımından dünyanın hızla kayba uğradığı doğrudur. Biyolojik çeşitlilik, canlı organizmaların çeşitliliği olarak tarif edilir; ama aynı zamanda her canlı türü içinde ve bu canlı türleriyle ekosistemler arasında da çeşitlilik söz konusudur. Biyolog EO Wilson bu kaybı, iklim değişikliği tehdidinin gölgesinde kalan "gizli ve büyük bir trajedi" olarak tanımlamıştı. Ama bu konuda yapılabilecekler de var.

YERYÜZÜNDE YAŞAM NEDEN DAHA AZ ÇEŞIT IÇERIYOR? Bunun kısa yoldan cevabı: İnsan yüzünden.

Son dönemlerdeki soy tükenmesi vakalarında ortak faktör insan olmuştur; doğal yaşam ortamlarına insanın zarar vermesi. Burada tarım önemli bir rol oynar. Örneğin Amazon ormanlarının önemli bir kısmı ağaçtan arındırılarak soya fasulyesi ekimi ve hayvancılık için alan açılmıştır. Şehirlerin kurulması ve genişlemesi de başka bir etkendir. Örneğin New Orleans ve Kalküta'da şehri çevreleyen bölgelerde bataklıkların kurutulması ile şehirleri büyütme çabaları, kanalizasyon sistemi ve kirlilik, canlıların yaşam alanları üzerinde olumsuz etkilerde bulunuyor. Ayrıca insanların bilerek veya kazara bir ortama soktuğu yeni canlı türlerinin de yıkıcı etkileri oluyor. Geçmişten beri o doğal ortamda yaşayan canlılar birçok durumda, hastalıklara daha dayanıklı ve daha az doğal saldırganı olan bu yeni işgalci canlılarla rekabet edemiyor. Özellikle adada yaşayan canlılar bu olumsuzluklara daha açık olabiliyor. Mauritius'taki dodo, Guam'daki uçan tilki buna en iyi örnektir. İnsan etkinliğinden kaynaklı iklim değişikliği de önemli bir etken. Ekosistemleri tahrip eden bu faktör, soy tükenmesini tetikleyen nedenler bakımından da liste başına tırmanabilir. İklim değişikliğinden yararlanan ve zarar gören canlılar olacaktır. Ama belli bir ortam için uzmanlaşmış, yaşadığı bölgeden uzaklaşmayan, farklı doğal

ortamlarda yeni topluluklar kuramayan canlılar soy tükenmesine en ideal adaylardır.

İNSAN IÇIN ÖNEMI NE? Son yıllarda doğanın insana sunduğu olanakların değerini parasal olarak ifade eden eğilimler ortaya çıktı. Bitkilerin karbon depolaması, böceklerin bitkilere polen taşıyarak ürün oluşumuna katkısı, ağaçların suyu filtreden geçirmesi vb. şeklinde sıralanabilecek hizmetlerin dünya çapındaki değeri yıllık125-145 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Fakat bu hizmetlerin birçoğu zorunlu ve vazgeçilmez olması, örneğin yeşil alanların insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkilerinin parayla hesap edilememesi gibi nedenlerle bu yaklaşımı eleştirenler de var. Bir tek türün sayısının azalması önemsiz gibi görünebilir, ama bunun ekosistem üzerinde çok daha geniş etkileri olur ve bazı balık türlerinde olduğu gibi ekosistemin tümüyle çökmesine neden olabilir.

PEKI BU GIDIŞAT DURDURULABILIR MI? Tarih kitapları insanların 60 bin yıllık öyküsünde canlı türlerini nasıl soy tükenmesine yönelttiğine dair karamsar tablolar çizer. Ama geleceğimiz de öyle olmak zorunda değildir. Bu süreci yavaşlatma, hatta tersine çevirme gücü

de insanın elinde olabilir. Farklı ülkeler veya dünya çapındaki ekolojik ve biyolojik çeşitlilik koruma girişimleri de genetik alandaki yeni teknolojiler de bu alanda umut verici olabilir. Uzmanlar, soyu tükenmiş canlı türlerinin yeniden oluşturulması çalışmalarının haberlere konu olduğunu, ama dengesiz artışla başka canlılar için tehdit teşkil eden canlıların üremesini sınırlandırma konusundaki çalışmaların genetik teknolojide bugün uygulanabildiğini söylüyor. Farelerin her yeri istila etmesi, Yeni Zelanda'da arıların, Avustralya'da kurbağaların istilası gibi sorunlarda gen teknolojisiyle kısırlaştırmaya başvurulabilir. Peki insan müdahalesi doğadaki canlılara tehdit oluşturmak yerine doğayı koruyabilir mi? Umarız öyle olur. Bugüne kadar yaşanan altı kez geniş kapsamlı soy tükenmesi vakalarına yenilerini ekleme ihtimali ile karşı karşıya olduğumuz bu dönemde, doğayla ilişkilerimizi yeniden gözden geçirerek çözümler bulmamız gerektiği kesin.



46

www.labmedya.com

AKVARYUMDAKI KÖPEKBALIĞININ “BAKIREYKEN” DOĞUM YAPMASI HERKESI ŞAŞIRTTI İlk defa bilim insanları “bakire” bir köpekbalığının eşeyli üremeden eşeysiz üremeye geçtiğine tanık oldu. Bilim insanlarının Avustralya’da yayımlanan Nature gazetesine paylaştıkları bu bilgi, köpekbalığının “çiftleşmeksizin” yumurtladığı ile ilgiliydi. Üç yıldır yanında herhangi bir erkek köpekbalığı bulunmayan, Leonie adındaki zebra köpekbalığı şu anda üç yavruya sahip. Elbette ki bu olay bir zebra ya da leopar köpekbalığının ilk defa yaptığı bir “eşeysiz” üreme durumu değil, daha önce köpekbalıklarında görülen bu durumun “çiftleşmeksizin” meydana gelmesi, bilim insanlarının ilk defa şahit olduğu bir şey.

Leonie, önceden Reef HQ Akvaryumu’nda erkek köpekbalığı ile birlikte zaman geçirdikten sonra yumurtlamıştı, ancak 2012’de farklı bir akvaryuma konuldu ve yanında herhangi bir erkek köpekbalığı da yoktu. Yeni akvaryumunda yeni yumurtalar bırakmaya devam etti ama ya kısırdı ya da değildi; yaptığı şeyin tavuklardan farkı yoktu. Her nasılsa erkek köpekbalığından ayrıldıktan üç yıl sonra bilim insanları şaşkınlık içerisine düştüler; çünkü Leonie’nin yumurtaları çatlamaya başlamıştı. Eşeyli üremeden eşeysize, döllenme olmadan geçiş köpekbalıkları için bir ilk, bu durum Fulya Balıkları ve Colombian Rainbow Boa’da görülmüştü. Daha önce eşeyli

üreme olmadan eşeysiz üreme olayı, normalde bu şekilde davranmayan birçok canlıda da gözlenmiştir. Kentucky’deki Louisville Hayvanat Bahçesi'nde yine “çiftleşmeksizin” yumurtlayan Ağlı Yılan da bilim insanlarını şaşırtmış çünkü herhangi bir depolanmış sperm bulunmuyordu. Yılan olayında, hiçbir şekilde döllenme olayı olamazdı çünkü hiçbir zaman yanında bir erkek yılan bulunmamıştı. Ama Leonie’nin oldu ve zebra köpekbalığı doğum yaptı. Queensland akvaryumu'ndaki bilim insanları depolanmış spermden şüpheleniyorlardı. Fakat daha ileri düzey araştırmalar sonucunda yavrulardaki genetik çeşitlilik iki ebeveyne değil sadece birine aitti!

TÜRÜN HAYATTA KALMA MÜCADELESI MI? Bilim insanları hâlâ köpekbalıklarının, yılanların ve diğer canlıların neden bir eş ile değil de bazen kendiliğinden yumurtladığı hakkında tam bir bilgiye sahip değil. Journal of Heredity’nin

(Kalıtım Gazetesi) 2010'da yayımlanan Kevin Feldheim'in yazısında "Bu durumun, Feldheim: “Bu durumun, dişilerin erkeklerden soyutlanması sonucundan dolayı ortaya çıktığını düşünüyoruz. Ortaya çıkan yavruların doğurgan olup olmaması sorusu bu konu hakkındaki en ilgi çekici soru. Bir çalışma, eşeysiz üremeyle hayata gelmiş bir köpekbalığının daha sonraları da eşeysiz üremeye devam ettiğini göstermiştir” dedi. Daha az genetik çeşitlilik ile çocuk sahibi olmak ideal değildir, ama Feldheim’a göre dişinin bu durumu çoğalmak için son çare olarak görüldüğünü düşündürüyor. Feildheim: “Örneğin, dişiler erkeklerin nadir ya da hiç bulunmadığı bir adada kolonize edilirse, eşeysiz üreme dişiler için hâlâ genlerini aktarabilecekleri bir yoldur” diyor. Bilim insanları eşeysiz üremenin normal üremeye göre türler arasındaki yaygınlığını bilmiyor, Feldheim bu durumun memeliler için geçerli olmadığının altını çiziyor. Kaynak: nationalgeographic



48

www.labmedya.com

ANTIBIYOTIK DIRENCINE ÇÖZÜM YÜZYIL ÖNCE KEŞFEDILMIŞ BIR VIRÜS OLABILIR

ANTI BI Y OTI K D I R E N C I , BA K TERI L ERI N B E L L I ANTI BI Y OTI K L E R E YA N I T VERMEM ESI D U R U M U , D Ü NYA ÇAPI ND A BÜYÜY EN BI R T E H D I T ARZ ED I Y OR.

Bu sebeple, 2050’ye kadar yılda 10 milyon kişinin ölümü öngörülüyor. Sorunun önüne geçmek için yeni ilaç geliştirmek ise pek de kolay değil. Pek çok büyük ilaç firması yeni antibiyotik geliştirmeyi durdurmuşken, geliştirilmekte olan ilaçlar da onay aşamasında çeşitli engellerle karşılaşıyor. Durum böyle olunca, bazı üreticiler farklı çözümlere yöneldi, bu çözümlerden uzunca bir hikayesi olan biri “faj tedavisi”. Tedavi, adına bakteriyofaj (kısaca faj) denen, bakterileri öldüren virüsler aracılığıyla yapılıyor. 1900’lerin başında keşfedilen bakteriyofajlar, bakteriyel enfeksiyonu olan hastaların tedavisi için

potansiyel teşkil ediyor. Antibiyotikle tedavi edilen enfeksiyonlara karşı farklı bir yaklaşım olarak Doğu Avrupa ve dağılan Sovyetler Birliği’nde yaygın şekilde kullanılmışlar. Bakterilerle savaşmaya programlı oldukları için, fajlar insan sağlığı için geniş kapsamda fazla bir tehlike taşımıyor. New York Times köşe yazarı Carl Zimmer, Business Insider’a, 2015’te; “Burada, normal antibiyotiklerde olmayan büyük bir potansiyel var” diyor. “Bence, esasen, virüslerin bakterileri öldürmesini sağlayacak tıbbi tedavileri nasıl onaylayacağımız üzerine çalışmalıyız” diye ekliyor. Onay yolları üzerine bir konuşma, birkaç firmanın konuya girmesiyle başladı bile. Henüz erken aşamalardaki deneyler, antibiyotik direnci ile baş etme şeklimizi bir gün değiştirebilir.

KONU BAŞLIKLARI Bilgisayar-Destekli İlaç Tasarımı (İlaç Tasarımında İn siliko Yöntemler) Medisinal Kimya, Yeni İlaç Keşfi ve Ar-Ge’de: Yeni Teknoloji, Metot ve Yöntemler Doğal Ürünler Fermantasyon Organik Sentez Jenerik İlaç Ar-Ge’si İlaç Kimyası ve Üretiminde Yeni Renk: Yeşil Kimya Genomiks / Proteomiks / Metabolomiks / Medikal Biyoistatistik Veteriner İlaçlarında Ar-Ge Zirai İlaçlarda Ar-Ge Klinik çalışmalar: Etik Konular Biyoyararlanım / Biyoeşdeğerlik Çalışmaları

Farmakodinamik ve Farmakokinetik Bulguların Analizi

Bildiri Özetlerinin Son Teslim Tarihi : Bildiri Kabulünün Duyurulması : Kesin Programın Duyurulması : Reklam ve Sergi Alanının Son Katılım Tarihi :

İlaç Üretimi Proses Geliştirme ve Optimizasyonu İlaçta Formülasyon Çalışmaları Kontrollü İlaç Salım Sistemleri İlaçta Kalite Tasarımı (QbD) İlaçta Analitik Yöntemler: Metot Geliştirme ve Validasyon Stress-Testleri ve Stabilite Çalışmaları Hibrit Analitik Metotlar (Hyphenated Analytical Techniques) Biyobenzer İlaçlar, Aşılar ve Üretim Teknolojileri / Monoklonal Antikorlar Nanoteknoloji Nanobiyoteknoloji Yetim İlaçlar ve Bireysel İlaç Tedavisi Patent Drug Master File / Ruhsatlandırma

02 Mart 2018 Cuma 05 Mart 2018 Pazartesi 09 Mart 2018 Cuma 21 Mart 2018 Çarşamba (Gece Saat 00:00’a kadar)

w w w.ilackongre si.org

KONGRE TAKVİMİ

S a l i h D e n l i 0 ( 5 3 0 ) 4 9 2 2 1 14

İlaç Tasarımı ve Keşfinde Akademik ve Endüstriyel Stratejiler

Bu Kongre Bir “KİMYAGERLER DERNEĞİ” Organizasyonudur

YENI SEÇENEKLERE IHTIYAÇ DUYULUYOR AmpliPhi Biosciences şirketinin CEO’su Dr. Paul Grint, faj tedavisini doktorların bir gün ciddi enfeksiyonlara karşı antibiyotiklerin yanında kullanacağı bir araca dönüştürmeye çalışıyor. Şirket, faj temelli çalışmalarını; sinüs enfeksiyonlarında Staphylococcus aureus ve kistik fibrozisi olan hastalarda akciğer enfeksiyonlarıyla ilişkili Pseudomonas aeruginosa tedavisi üzerine sürdürüyor. Bu çalışmaların hızlanmasının farklı sebepleri var; birincisi, antibiyotiklere büyük bir ihtiyaç duyuluyor. Eylül ayında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünyada antibiyotiklerin “bitmekte” olduğuna dair uyarıda bulundu. WHO Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus bir basın açıklamasında; tüberküloz da dahil olmak üzere, antibiyotiğe dirençli enfeksiyonlar için araştırma ve geliştirme konusunda çok acil daha fazla yatırıma ihtiyaç var, diyor; aksi takdirde, insanların yaygın enfeksiyonlardan korktuğu ve basit cerrahi operasyonların bile riskli olduğu zamana geri döneceğiz. Faj tedavisinin FDA onay sürecinden geçişini hızlandırmak adına çeşitli

geliştirmeler yapıldı. Grint’in Business Insider’a yaptığı açıklamada, "Bu geliştirmelere bakterilerin sıralanması da dahil" diyor, tedavi için kesin olarak doğru fajı belirlemeye yardımcı olacak. Ayrıca, AmpliPhi firmasının tedaviyi üretmek için, FDA tarafından belirlenen düzenleyici standartlara uygun bir yöntemi var.

FAJ TEDAVISININ ABD’DE KULLANIMI Faj tedavisi yüzyıldan fazla süredir elimizde olsa da, Grint diyor ki; "Hâlâ doktorları ve araştırmacıları konuya dahil etmek için, özellikle ABD’de çok sayıda eğitime ihtiyaç olacak." Temmuzda, FDA ve Ulusal Sağlık Enstitüleri, AmpliPhi ve diğerlerinin katılımıyla bakteriyofajlar konulu bir workshop düzenledi. San Diego’da University of California’daki bir grubun da dahil olduğu başka araştırmacılar da faj tedavisi üzerine çalışmalarda bulunmakta. 2016’da UCSD araştırmacıları, AmpliPhi’nin tedavi yöntemini üniversitede ilaca dirençli enfeksiyonu olan bir profesöre uyguladılar. Böyle de olsa, ABD faj tedavisini dünyayla yavaşça ve dikkatle paylaşıyor. Şu an için AmpliPhi, FDA’nın “insani amaçla” izin verdiği hastalarda tedaviyi uygulayabiliyor; bu da, diğer antibiyotiklerin yetmediği ve vaka bazında durumları kapsıyor. Avustralya’daki Faz 1 çalışmalarından elde edilen bilgilerin, ABD’de Faz 2 deneylerini hızlandırması umut ediliyor. Şirketin hedefi deneyleri 2018’in ikinci yarısında başlatmak, yani bakteriyel enfeksiyonları virüslerle tedavi etmeye başlamamıza hâlâ biraz zaman var. Kaynak: Bilim.org Yazar: Elif Süzmeçelik Kaynaklar: •http://www.sciencealert.com/century-old-virusessave-millions-human-lives-antibiotic-resistancehealth-medicine •https://www.businessinsider.com.au/ ampliphi-phage-therapy-treatment-bacterialinfections-2017-10


49

www.labmedya.com

BARYON BAĞLARI EVRENI N G Ö Z L E M L E N E B I L I R MADDESININ YARI SI D ÜN YA D A I L K K E Z I K I G ÖKBILIMCI EK I P TARA F I N D A N B U L U N M U Ş T U.

www.expoanalytech.com

Bilim insanları evrenin sıradan madde, karanlık madde ve karanlık enerjiden oluştuğunu düşünüyorlar. Ancak bilim insanları son ikisini henüz kesin olarak gözlemleyemediler. Uzay modelleri, önceki gözlemlerde bulunduğu gibi, evrende iki kat daha fazla sıradan madde (proton, elektron ve nötronlardan oluşmaktadır.) olduğunu öne sürüyor. Bu eksik madde sonunda bulundu ve uzmanlar, bunun galaksileri sıcak gaz filamanları ile birbirine bağlayan "baryon" denilen atom altı parçacıklardan oluştuğunu belirtiyor. Bu filamanlar, 100.000 °C (180.032 °F) ve 10 milyon °C (50 milyon ° F) arasındaki sıcaklığa sahip gazdan oluşur. Parçacıklar iki gökbilimci ekip tarafından bulundu. Bir grup Edinburgh Üniversitesi uzmanlarından oluşurken, diğeri Fransa Uzay Astrofizik Enstitüsü bilim insanlarından oluşuyor. Baryon filaman teorisi daha önce bilim insanları tarafından önerilmiş olsa da, teyit edilmemişti, çünkü gaz X ışını teleskopları tarafından yeterince sıcaklığa sahip değildi. Araştırmaya dahil olmayan University College London’dan Astrofizikçi Richard Ellis, New Scientist’e verdiği demeçte, henüz bu gazı gözlemleyebilen bir araç olmadığını söylüyor: “Şimdiye kadar yapılan tamamen spekülasyonlar üzerindeydi.” Bilim insanları daha önce baryon gazı bulunduğu iddia ederken, iki gökbilimci grup kesinlikle kaçan parçacıkların ipliklerini gözlemlemek için yola çıktılar. Her iki ekip, – büyük patlamadan kalan yüksek sıcaklıktaki elektronların daha soğuk bölgelerdeki küçük parçacıklarla etkileşime girmesiyle oluşan- SunyaevZel’dovich efekti olarak bilinen Büyük Patlama’dan kalan ışığın, sıcak gazdan geçtiğine dair bir olgudan yararlandı. Işığın bir kısmı, gaz parçacıklarıyla çarpışarak dağılırken , kozmik mikrodalga arka planında mat bir yama bıraktı. 2015 yılında Avrupa Uzay Ajansı’nın Planck uydusu, gözlemlenebilir evren boyunca bu büyük etkinin bir kısmını

haritalandırmıştı. Galaksiler arasındaki gaz filamanları çok hafif olduğundan, ürettikleri loş parçalar Planck’ın haritasında direkt olarak görünmüyordu. Sloan Sayısal Gökyüzü Araştırması tarafından yaratılan 3 boyutlu evren haritaları kullanan iki ekip, filamanlarla bağlı olduğunu düşündüğü galaksilere odaklandı. Daha sonra Planck imajlarında baryon şeritlerini gözlemlenebilir kılmak için her galaksinin çevresindeki alanları birleştirdiler.

ANALIZ VE LABORATUVAR TEKNOLOJILERI FUARI 19-21 NISAN 2018

Baryonlar, "kuark" adı verilen evreninin büyük kısmının temel yapıtaşlarından da küçük atom altı parçacıklardır. Araştırmacılar, filamanlı baryon şeritlerinin evrenin sıradan maddesiyle ilgili boşlukları doldurduğunu belirtiyor. Edinburh ekibi, çalışması için bir milyondan fazla galaksinin görüntülerini bir araya getirirken, Fransız ekibi ise 260 bin galaksi çifti üzerine veri yığınları üzerine çalıştı. Ekipler, Sloan Sayısal Gökyüzü Araştırması'nda elde edilen verileri kullanarak baryon bağları ile birbirine bağlı olan galaksi çiftlerini seçtiler. Astrofizikçi Dr. Hideki Tanimura tarafından yönetilen bir başka ekip, gaz bağlantılarının evrendeki sıradan madde için ortalamanın üç kat kadar yoğun olduğunu buldu. İskoç ekibi, tellerin altı kat daha yoğun olduğunu bulurken, galaksiler arasında filaman oluşturacak kadar yoğun olduğunu keşfetti. Dr. Tanimura, New Scientist’a verdiği demeçte, “Farklı mesafelere sahip filamanlara baktığımız zaman bazı farklılıklar olmasını bekliyoruz. Eğer bu faktör dahil edilirse, bulgularımız diğer grupla uyum gösteriyor: Kayıp Baryon sorunu çözüldü!

ORGANIZASYON

Kaynak: Sözcü Çeviri: Reha BAŞOĞUL BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR.


50

www.labmedya.com

İNSAN RUHU KOPYALANIP ILK E-INSAN YARATILACAK

RUSYA 'D A BI R G R U P BI LI M I NSANI , I N S A N VÜ CU D U NU N SA H I P OLD U ĞU D Ü ŞÜ N Ü L E N RUHU BI L I NÇL ER I TAŞI YA BI L EN BI R ENERJ I OL ARAK K A B U L ED I YO R VE BU B I L I N C I K ODLA R HAL I NDE TAŞI YA BI L ECEĞI N E I NANI Y OR. Z AM A N ZA M AN D I NI ÖR GÜTL ERL E K A R Ş I K ARŞ I YA GEL EN GR U P Ü Y EL ERI PRO JE Y E OL D U K Ç A I NANM I Ş D U RU M D A . BU T EORI D EN Y O L A ÇI K AN BI L I M I NS A N L A R I I NSAN VÜ CU D U N U N YA ŞLA NM ASI NA V E ESK I M ESI NE ÇAR E BULMAK Y ERI NE B I L I N C I TAŞI M A F I K RI NE D A H A SI CAK BAK I Y ORL A R . 2045 YI L I ND A I S E BU FI K RI GERÇE Ğ E D ÖN Ü ŞTÜ REREK I L K E- I NSANI YARAT M A N I N M Ü M K Ü N OL ABIL E C E Ğ I D Ü ŞÜ NÜ L Ü Y OR. İ L K OLARA K AVATAR L A R YA RATI L ACAK VE D A H A SON RA ÖL Ü M CÜL BI R H ASTANI N B E Y N I BU AVATARL ARA AK TARI L ACAK . D A H A SON RAK I D ÖNEM L E R D E I SE B EY NI K OPYA L A M A K VE I LK E- I NSANI YA RATM AK M Ü M K Ü N OLACAK .

Ölümsüzlük... Ebedi yaşam... Sonsuza kadar yaşayan ruh... İnsanoğlunun yüz yıllardır süren ve bitmeyen arayışı. 200 yıldır da çok çeşitli tıbbi yöntemlerle bu arayışa bir karşılık bulmaya çalışıldı. Bu yöntemler insan ömrünü iki katına çıkarsa da ölümsüzlüğe hâlâ bir formül bulunamadı. Şimdi ‘Russia-2045’ projesindeki bilim insanları bir enerji olduklarına inandıkları ruhu sağlıklı bir bedene transfer ederek ölümsüzlüğü sağlayacaklarını iddia ediyor. Biz de projenin başındaki Dmitriy İtskov’u Moskova’daki merkezlerinde bulduk ve amaçlarını sorduk Engin bir ruha sahip olduğuna inanan insanoğlu tarih boyunca cılız beden sorununa çözüm aradı. Mayalar’dan Eski Mısır’a kadar bu arayış sürdü. Ortaçağ kimyagerlerinden günümüz bilim insanlarına kadar ‘ömrü nasıl uzatabiliriz’, meselesi hep güncel kaldı. Yaklaşık iki yıl önce Rusya’da, kendilerini ‘Ölümsüzlük şirketi’ olarak tanıtan bir grup Rus bilim insanı ‘Russia-2045’ projesiyle ortaya çıktı. Bu çalışma grubu en geç 2045 yılına kadar insan ruhunun yerini tam olarak tespit edeceklerini ve bu ruhu kopyalayarak yapay bedene taşıyacakları iddia ediyor. Geçen günlerde ‘Russia-2045’ üyeleriyle Rus Ortodoks Kilisesi arasında ciddi bir fikir düellosunun yaşanması üzerine ‘ölümsüzlük şirketi’nin izini sürmeye başladık. Birkaç günlük araştırma sonunda ‘Russia-2045’ projesinin merkezini bulduk. Şirketin başındaki Dmitriy İtskov (30) ile konuştuk.

TIP ÖLÜME ÇARE BULAMADI İtskov, 20. yüzyıl boyunca ölümsüzlüğün veya en azından insan ömrünün uzatılmasının tıpta arandığını söyleyip ölümsüz insan projesinin bugüne kadar yapılmış benzeri çalışmalardan farklı olacağını anlatıyor: “Rus profesör Vladimir Skulachev’in insan bedenindeki hücrelerin oksitlenmesini durdurma yöntemi beklenen sonucu vermedi. 1990’da keşfedilen ‘telomeraz’ fermenti insan hücrelerini hızlı ve yaşlanmadan çoğaltıyordu. Fakat bu yöntemle kanser hücreleri de hızla çoğalmaya başladı. Geçen yüzyılın ortalarında dondurularak muhafaza edilmiş hasta bedenlerde onarımı imkansız hasarlar tespit edildi. Kök hücre sayesinde gençleşme yöntemi de sonuç vermedi. Tüm bu çalışmalar sonucunda 200 yıl önce ortalama 40 yıl olan insan ömrü günümüzde 80 yıla yükseltilebildi. Tıbbi çalışmalara bakarak insan ömrünün gelecekte 10-20 yıl daha uzatılabileceğini söyleyebiliriz. Ancak ölümsüzlükten bahsetmek kesinlikle mümkün değil.” İtskov’a göre, Russia-2045 projesi tıptan çok farklı bir yoldan ilerleyecek. Hatta bu projede neşter ve kan söz konusu olmayacak. Ölümsüz ruha sibernetik teknoloji ve cyborg

ile ulaşılacak. Ruhun hasta bedenden ayrılışını gönüllü ve cazip bir prosedür haline getirecekler. Ruhu daha sağlıklı bir ortama geçmeye davet edecekler.

PROJEDE 25 BİLİM İNSANI VAR Aşırı iddialı ölümsüz insan projesine hangi cesaretle başladığını sorunca, “İnsanın ölümsüz hale getirilebileceğine inandığım için bu işe giriştim” yanıtı alıyoruz. ‘Russia-2045’ projesine başlamadan önce Rusya’da ve dünyada bir dizi uzmanla görüşmüş, 25 Rus bilim adamını projeye davet etmiş: “Geçenlerde Rusya’nın Çelyabinsk şehrinde yaşayan profesör Vyaçeslav Ryabinin’i projemize davet ettim. Ryabinin, en karmaşık organlardan karaciğerin yerini alan dünyanın en mükemmel makinesini icat eden kişi.” ‘Russia-2045’ projesinde İtskov’un çalışma arkadaşlarından biri de Dr. Aleksander Bolonkin. Rus bilim adamı Bolonkin, elektronik ölümsüz insan fikrini ilk kez 20 yıl önce ortaya atmış. 1990’da Rusya Bilimler Akademisi’ne e-insan düşüncesini sunmuş, destek bulamayınca ABD’ye göç etmiş. Elektronik insan yaratma düşüncesi ABD hükümetinden de destek almış.

BEYNİN ŞİFRELERİNİ ÇÖZECEĞİZ İtskov, sibernetik teknolojiyi seçme sebeplerini de anlatıyor: “Canlı cansız yapı bir arada hayatımıza girecek. İlk önce çok daha kaliteli işitme cihazları, ardından yapay retina... Sonra beyinden komuta alan mekanik ayak, kol ve eller eskilerin yerini alacak. Beyne monte edilecek minyatür işlemciler yakın bir gelecekte Parkinson hastalığını yenmeye yarayacak. Biyomekanik cyborg’lar sadece hastalara hizmet etmeyecek. Örneğin insanın bedenen bulunması mümkün olmayan ortamlara beyniyle kontrol ettiği cyborglar gönderilecek. Japonya’daki radyasyon saçan nükleer santral gibi, uzayın keşfi gibi alanlarda yakında bu akıllı robotlar kullanılmaya başlanacak.” Ama Russia-2045 grubunun asıl hedefi beyin. Beynin şifrelerini çözerek ruhun gizliği olduğu yeri bulmak en büyük amaçları: “Bizim grup, insan ruhunun iddia edildiği gibi 21 gram olduğuna inanmıyor. Biz ruhun bir madde olduğuna değil, bilgi taşıma özelliğine sahip bir tür enerji olduğuna inanıyoruz. Bunu kanıtladığımızda insan beynini kopyalayarak ilk e-insanı yaratmış olacağız.”

ÖLÜMSÜZ İNSANI STEVEN SEAGAL DA DESTEKLİYOR Geçenlerde Rus Ortodoks Kilisesi’nin tepkisini çektik. Kilisenin neden kızdığını

tahmin ediyoruz. İnsanı ölümden kurtaracak çalışmalar ilerledikçe düne kadar geçerli bir dizi dogma belki de yıkılacak. Bu durum kilisenin pek hoşuna gitmiyor. Hele Rus Ortodoks Kilisesi’nden saygıdeğer rahip Feofan Kryukov bizimle işbirliği yapmayı kabul edince yıldırımları iyice üzerimize çektik. Tıpkı Ortaçağ’da Kopernik örneğindeki gibi... Ama bir yanağımıza tokat yesek de öbür yanağımızı dönmeye hazırız. Aslında, ölümsüz insan projesinde tüm dinlerle diyaloğa hazırız. Bu projedeki tüm çalışmaların topluma açık yapılacağını ilan ettik. Dünyadan destek de alıyoruz. Örneğin iki gün önce ünlü aktör Steven Seagal bizim projeye desteğini açıkladı. Yakında ‘Russia-2045’ ölümsüz insan projesi uluslararası boyut kazanacak.

AVATAR’DAN E-İNSANA AŞAMALAR Dmitriy İtskov’un başında bulunduğu ölümsüz insan çılgın projesinin aşamaları: 2015: Hollywood filminden ödünç alınmış adıyla Avatar ortaya çıkacak. İnsan beyninin gönderdiği sinyallerle komuta edilebilecek bu cyborg filmdeki örnekten farklı olarak biyolojik değil, tamamen biyonik olacak. 2020: Yapay bedene ölümcül bir hastanın beyninin gönüllü olarak aktarım deneyi gerçekleşecek. 2030: Beynin kopyalanması mümkün olacak. Ruhu içinde gizlediği sanılan beyin tamamen sayısal data bilgiye dönüştürülecek. 2045: İlk e-insan yaratılacak.

PROJENİN MUHALİFLERİ DE VAR Ölümsüz insan projesinin hiçbir zaman gerçeğe dönüşmeyeceğini iddia edenler de var. Bunlardan biri Rusya Teknik Bilimler Doktoru Pavel Voronin. Voronin’e göre bırakın ruhun bilgisayara aktarılmasını, yapay şuur yaratmak bile yakın ve uzak gelecekte prensip olarak mümkün değil. “İnsan beyninde yaklaşık 200 milyar nöron yani sinir hücresi bulunuyor. Bu hücrelerin içindeki bilgi birikim modeli ve yapısı kabloyla dışa aktarılabilecek türden değil. Hücreye dokunulduğu an hem hücrenin kendisi hem içindeki bilgi yok olmaya mahkum” diyor. İnsan beyninde bir santimetrekarelik sinir hücresi alanındaki bilgi akışının yapay modele dönüştürülmesi için Voronin’e göre Avrupa’daki tüm bilgisayarların bir ay boyunca birbirine bağlı çalışması gerekiyor. Nerdun HACIOĞLU/MOSKOVA


LABSİS LABORATUVAR ÜRÜNLERİ A.Ş. Tatlısu Mah. Erkaya Sok. Yüksel Office No:1 Kat:2 34774 Ümraniye / İstanbul Tel:+90 216 540 17 72 Fax:+90 216 540 21 51 - info@labsis.com.tr

Bilime giden yol...

www. labsis. com.tr


52

www.labmedya.com

YA PAY Z E KA, FAVORI R E S T O R ANIMIZI S E Ç M E K TEN HAVA D U R U M U TAHMINLERINE V E K Ü R E S EL GIDA S I K I N T I S I N I GIDERMEYE K A D A R B IRÇOK ALANDA G Ü N L Ü K H AYATIMIZI Z E N G I N L E ŞTIRIYOR.

YAPAY ZEKA VE MAKINE ÖĞRENIMI: BILGISAYARLAR NASIL ÖĞRENIR? Kökleri hâlâ bilim kurgu alemine bağlı olan yapay zeka (AI), genelde bilinmedik bir yerden gelen, dışarıda gerçekleşen bir şeymiş izlenimi verir. Yapay zeka, aslında günlük hayatlarımızın büyük bir parçasını oluşturuyor, ama biz bunu fark etmiyoruz. Bankaların şüpheli harcama uyarıları, akıllı telefonların egzersiz hatırlatmaları, Siri ve Cortana’nın ses tanıma özelliği yapay zekaya örnek olarak verilebilir. “Yapay zeka temel olarak insanların özellikle programlamasına gerek kalmadan makinelerin mantık yürüttüğü, öğrendiği ve dış dünya ile etkileşim kurduğu bir yapıdır,” diyor Intel’de makine öğreniminden sorumlu direktör Nidhi Chappell. Yapay zeka, hayatın başka alanlarda da gelişmesini sağlıyor. Spordaki biyometriklerin ölçülmesi ile elde edilen veriler, bir atletin oyun süresinin yaralanma olasılığını nasıl etkilediğini ölçmeye yardımcı olabilir. Çiftçilerin en fazla mahsulü toplamak için ne zaman sulama yapmaları gerektiğini bilmelerini ve meteorologların kar erime hızını ölçmelerini sağlar. Akıllı şehirler verileri enerji yönetimi için kullanırken, sağlık sektörü uzmanları hastalıkları tespit etmek, genom sıralaması yapmak ve tedavileri takip etmek için yapay zekadan faydalanır. Yapay zeka, pek çok kavramı bir araya getiren bir terimdir. Bu kavramlardan biri de, biriktirilen verilere dayalı matematiksel algoritmalar oluşturarak bilgisayarların “düşünmesini” mümkün kılan teknik ve araçlar bütünü olan Makine Öğrenimidir (ML). Kavramlardan bir diğeri ise, Makine Öğreniminin bir alt grubu olan Ayrıntılı Öğrenmedir (DL). Bu grup, görüntü tanıma ve dil işleme gibi eylemleri gerçekleştirmek için sinir ağı modellerini kullanır.

“Büyüyen bir çocuk düşünün” diyor Chappell. Bu çocuk, dünyayı gözlemler, insanların nasıl etkileşim kurduğunu fark eder ve kimsenin açıkça belirtmesine gerek kalmadan toplumsal normları öğrenir. “Yapay zeka da aynen bunun gibi, kimsenin açıkça programlamasına gerek kalmadan öğrenen makinelerden oluşuyor.” Chappell, yapay zekanın üç işlevi yerine getirdiğini söylüyor. Bunlardan birincisi, modelleri tespit etmek için verileri kullanarak dünyayı algılamak. İkincisi bu modelleri tanımak ve üçüncüsü ise, bu tanıma eylemine dayanarak harekete geçmek. Mesela, yaptığınız dağ yürüyüşlerinin fotoğraflarını Facebook’ta paylaşıyorsunuz. Sistemdeki algoritmalar, bir dağın tepesinde aynı insanla çekilmiş bir sürü fotoğrafınız olduğunu fark ediyor. Söz konusu kişiyi tanıdığı ve dağ yürüyüşlerinden hoşlandığınızı anladığı için, hoşunuza gidebilecek başka kişileri ve yürüyüş rotalarını öneriyor. “İşte bunların hepsi makine öğrenimi,” diyor Chappell. “Makineler her geçen gün daha akıllı hale geliyor, daha iyi kararlar vermemize ve daha hızlı araştırma yapmamıza yardımcı oluyor.”

ŞÜPHECILERI İKNA ETMEK Makinelerin dünyayı ele geçirdiği korkusu, yani yapay zekaya yönelik önemli ölçüde bir şüphecilik söz konusu. Ancak Chappell, bilgisayarların öğrenebilme becerisinin, insanlığa birçok konuda yardımcı olduğunu savunuyor. “Yapay zekanın gerçekleştirdiği şey, aslında insanların yapmakta olduğu şeyleri zenginleştirmekten ibaret” diyor. “Makinelerin insanların yerini almasını sağlamaya çalışmıyoruz, aksine insanları

daha fazla zeka ile zenginleştirmeye çalışıyoruz. Böylelikle hayatlarımızın daha kolay olmasını sağlıyoruz.” Chappell, araba kullanırken kağıttan haritalara bakarak yol bulma günlerinin çoktan geride kaldığını söylüyor. Günümüzde insanlar, yolların değiştiğini, köprülerin inşa edildiğini öğrenebilen, trafiği takip ederek sürüş süresini optimize edebilen, yoğun veri içeren dinamik harita uygulamalarına güvenebiliyor. Hem yapay zeka hem de makine öğrenimi teknolojileri, eğitim, finans ve tıp gibi birçok alanda yıllardır kullanılıyor. Chappell, yapay zekanın toplumu harekete geçirmeye devam ettiğini söylüyor. Yapay zeka, çevrimiçi tacizleri azaltmak, insan kaçakçılığı gibi sorunlara çözüm bulmak, tarımsal verimi arttırarak dünyadaki açlığı azaltmak için kullanılabilir. Sivrisineklerin göç modellerini tahmin ederek ve hastalık bulaştırma olasılığı olan türleri belirleyerek Zika gibi virüslerin yayılmasını önlemeye yardımcı olabilir.

VERILERIN YÖNETILMESI Chappell, öğrenim süreci ne kadar sofistike hale gelirse, makinelerin öğrenmesi için o kadar fazla verinin gerekli olacağını söylüyor. Bilgi işlem gücünün performansı yükseldikçe, bilgisayarların öğrenme hızı da artıyor. “Bir makineye öğrenmesi için sağlanan veriler arttıkça, makinenin tahminleri o kadar doğru oluyor” diyen Chappell, öğrenme sürecinin karmaşıklığının artması ile veri gerekliliklerinin de artmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor. Makine öğrenimi yaygınlaştıkça, veri gereklilikleri de inanılmaz boyutlara gelecek. Intel CEO’su Brian Krzanich 2016 Intel

Geliştirici Forumunda (IDF) yaptığı konuşmada, ortalama bir insanın Snapchat’te paylaşım yapmak, e-posta göndermek ve oyun oynamak gibi normal aktiviteleri yaparak günde 600 ila 700 MB veri ürettiğini söyledi. Krzanich, 2020 itibariyle bu oranın günde 1,5 GB olacağını belirtti. Bu, işin yalnızca insan kısmı. Ortalama bir otonom araç günde 4000 GB, akıllı bir fabrika günde 1 milyon GB veri üretiyor. Chappell, otonom arabaların yapay zeka ve makine öğreniminin işleyişine ilişkin iyi birer örnek olduğunu söylüyor. Bir arabada kendi kendine öğrenen bir bilgisayar bulunabilir, ancak yoldaki diğer arabaların buluta veri göndermesini sağlayarak diğer arabaların da öğrenmesi sağlanabilir. Bunu, kitle kaynaklı veri gibi düşünün. Örneğin, bir arabanın önündeki inşaat tabelasını görmesi yalnızca o arabaya yarar. Ancak bu bilgiyi buluta gönderebilirse, diğer otonom arabalara da uyarı iletmek mümkün olur. Yoldaki bu engeli ne kadar çok araba “öğrenirse,” trafik o kadar akıcı olur. Yapay zeka, makine öğrenimi ve ayrıntılı öğrenme kavramları, bilim kurgudan çıkarak bilim gerçeği halini aldılar. “Yapay zeka tüm çevremizde,” diyor Intel Başkan Vekili ve Veri Merkezi Grubu Genel Müdürü Diane Bryant. “İnsanların dünya ile etkileşim kurma yöntemlerini yeniden şekillendiriyor.” Deb Miller Landau iQ Managing Editor


TLC Smart Flash Chromatography System AKROS

Set the TLC plate

Scan TLC

TLC image will be analyzed, stored in the computer and the optimal method will be developed automatically

AKROS develops the optimal chromatography method automatically with the use of the data of the TLC image


54

www.labmedya.com

ÖLÜMCÜL VIRÜSLER GERI DÖNDÜ

Kuduz Hastalığı (Rabies): En çok Asya ile Afrika da görülmekle birlikte tüm dünyada rastlanır. Geç kalınmadığı takdirde tedavisi yapılabilmektedir. Bu virüsten ötürü yılda ortalama 26 ila 55 bin kişi hayatını kaybetmektedir.

TEHLI KEL I VE ÖL Ü M C Ü L VI RÜSL ER İ NSAN IR K I NI OL U M SU Z ETK İLİ Y OR. ANC A K DÜNYA BÜ Y Ü M E Y E V E GELI Ş M EY E D EVA M ED ERKEN, GI D ER E K DA HA FAZ L A VI R Ü S VE H ASTAL I K L A YA ŞANI Y OR. Z I K A VI RÜSÜ M U HTEME L E N BI ZI ETK I L EY EN E N YEN I S AL GI NL AR D A N BI RI DI R. BU , SI V R I S I N E K SOKM ASI Y L A YAY I L I R . HAM I L E K AD I NL A R I V E BEBEKL ERI NI CID D I ŞEK I L D E ETK I L E R .

Tıbbi araştırmaların ilerlemesi, aşıların ve tedavilerin geliştirilmesi sayesinde, bu virüslerin çoğunu: Polio, Kızamık ve Çiçek hastalıklarındaki gibi etkili şekilde önlenebilir, iyileştirilebilir veya yönetebilir hale getirebiliriz. Bununla birlikte, modern dünyada bile, karmaşık bilimsel ve tıbbi teknolojinin bize ulaşması durumunda, bizi test etmeye devam eden bazı virüsler hâlâ var. Clinell Direct, bilim adamlarının ve doktorların bulmaya çalıştığı 6 en ölümcül virüs hakkında ayrıntılı bilgiyi sizler için hazırladı. Marburg Virüsü: Almanya'da görülmeye başlanan virüs ile 1.377 kişi hayatını kaybetmiştir. Bilim insanları aşı tedavisinin olmadığını söylemektedirler. Virüse yakalanan kişinin ölme olasılığı %24 ile %88'dir. Ebola: Sudan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ortaya çıkmış ve 11.315 kişinin ölümüne yol açmıştır. Aşı tedavisinin şu an mümkün olmadığını fakat yakın zaman bu konuda önemli gelişmeler yaşanacaktır.

H.I.V: En çok Batı Afrika'da görülmekle birlikte ve tüm dünyada rastlanır. 34 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. Hastalığa yakalanan kişi ömür boyu tedavi görmezse hayatını kaybeder. Çiçek Hastalığı (Smallpox): İlk olarak erken uygarlık olan Hindistan ve Mısır da görülmüştür. Bu zamana kadar 300500 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İlk başlarda tedavisi yokken sonraları çiçek aşısı geliştirilmiştir. Grip (Influenza): Antik Yunanistan'da ortaya çıkmıştır. Dünya çapında yılda 500.000 kişi gripten ötürü hayatını kaybetmektedir. Hiç kimse nereden ve tam tamına ne zaman geldiği konusunda kesin bir şey söyleyemiyor. Tek bilinen Kara Afrika'nın ormanlarında doğduğu... 1976-1999 yılları arasında Zaire, Sudan, Gabon ve Uganda'da binlerce kişinin ölümüne yol açan Ebola virüsü bir süredir sessizliğini koruyordu. Hatta, iyimser bir görüşle, hastalığın kökünün kazındığı düşünülüyordu. Ta ki, geçen yıllarda Kongo'da yeniden ortaya çıkıp, bir hafta içinde 120 kişinin ölümüne yol açıncaya kadar... Çünkü, virüsler ne yazık ki tam anlamıyla ortadan silinmiyorlar. Doğa, varlıklarını sürdürmek için onlara her zaman geniş olanaklar sağlıyor. Bir süre için geri çekiliyorlar ve elverişli koşulların belirmesiyle birlikte yeniden ortaya çıkıyorlar. Üstelik, günümüzün gelişkin kitle ulaşım araçları sayesinde, bir noktadan diğerine çok kısa sürede ulaşabiliyorlar. Oysa geçmişte, virüsler sadece orduların hareketliliğine göre yayılıyorlardı. Örneğin, M.S. 162 yılında Roma İmparatoru Marcus Aurelius, Doğu seferinden Roma'ya kızamık mikrobuyla birlikte dönmüştü. Bir asır sonra Roma lejyonlarının Avrupa'ya taşıdıkları hastalığın adı "kızıl"dı. 1346 yılında, Kırım'dan gelip İtalya kıyılarına demir atan geminin ambarları veba mikrobu taşıyan farelerle doluydu. Virüsler hep bu güzergâhı izlemedi. Zaman zaman Avrupa'dan başka kıtalara da hastalıklar yayıldı. 1495 yılında Amerika kıtasına ayak basan Kristof Kolomb, beraberinde yeni kıtaya frengi mikrobunu taşıdı. İspanyol fatihlerin Latin Amerika'ya taşıdıkları kızıl, kızamık, tifo ve grip gibi

hastalıklar, bu kıtanın yerli halkından Meksika'da 3 ile 24, Peru'da 1 ile 8 milyon kişinin hayatına mal oldu. Yine beyaz gezginlerin aracılığıyla Çin'e ulaşan grip salgını, milyonlarca kişiyi kırıp geçirdi. Günümüzde virüslerin bir noktadan diğerine ulaşmaları için orduların seferlerine ya da gezgin maceraperestlere gerek yok. Her gün tam 1,4 milyon insan kıtalararası seyahat ediyor ve virüsleri dünyanın her bölgesine taşıyor. Böylece, tropikal ormanların içinde yıllarca sıkışıp kalmış olan bazı virüsler, onlara karşı hiçbir bağışıklık sistemine sahip olmayan insanların yaşadığı topraklara ulaşıyorlar. İnsanlık da gittikçe artan ulaşım ağı sayesinde, bugüne kadar hiç bilmediği virüslerle tanışıyor. İşte tipik bir örnek... "Oropouche" virüsü, ilk kez 1960 yılında bir tesadüf sonucu Brezilya'nın başkenti Brazilia ile Belem kenti arasındaki otoyolda ezilmiş bir maymunda saptandı. Bir yıl sonra, Belem kentinde bu virüsün yol açtığı bir salgın göründü ve tam 11 bin kişi öldü. Amazon ormanındaki bir maymunda saptanan virüs, kuzeydeki bir kente nasıl ulaşmıştı. Sonunda olay açıklığa kavuştu. Virüs, kente hindistancevizi taşıyan kamyonlardaki sinekler aracığıyla gelmişti. Bir başka örnek yine Latin Amerika'dan. Bundan birkaç yıl önce, Arjantin hükümeti, pampanın bazı bölgelerine mısır ekilmesini kararlaştırdı. Mısır tarlalarıyla birlikte "Calomys musculinus" türü farelerin sayısı da arttı. Tabii farelerle birlikte, kanamalı Arjantin ateşi hastalığına yol açan "Junin" virüsünün nüfusu da... Nitekim birkaç yıl içinde bu hastalığın yayıldığı alan tam 7 misli büyüdü. Bugün yılda 450 bin kişi bu ateşli hastalığa yakalanıyor. Amerikan Doktorlar Enstitüsü'nün uzmanlarına göre, yeni ekim alanlarının açılması, otoyol ve yol yapımının yaygınlaşması, son yıllarda sayıları iyice artan yapay göller, virüslerin ve hastalıkların yayılmasında çok önemli bir rol oynuyor. Ama ne yazık ki, bütün bu projeler hayata geçirilirken, kesinlikle çevredeki sinekler ve onların taşıyabileceği hastalıklar konusunda en küçük bir inceleme bile yapılmıyor. Bir kez doğal yuvalarından çıktıktan sonra, bu virüsler hızla yayılmaya başlıyorlar. Halk arasında kaplan sineği

adı verilen "Aedes albopictus" birçok virüs için ideal bir ulaşım aracına dönüşüyor. Uzmanlara göre, bu sinek deng, Potosi, Xingu ve Fort Sherman hastalıklarının etkeni olan virüsleri kolaylıkla bir yerden diğerine taşıyabiliyor. Bu sinek, son yıllara kadar sadece Asya'da görülüyordu. 1972'de Tokyo'dan gelen bir şilep aracılığıyla ABD'ye ulaştığı sanılıyor. Günümüzde, bu sineğe Avrupa'nın birçok gölünde rastlanıyor. 1998'de Fransa ve İtalya'da deng hastalığına rastlandı. Yine gemi aracılığıyla Avrupa'ya gelen bir başka virüs ise, Seul virüsü... Daha çok farenin sırtındaki tüylerin arasında yaşayan bu virüs, kanamalı ateşe yol açan Hantaan virüsünün Asya versiyonundan başka bir şey değil... Virüslerin bir başka yayılma yöntemi de kan nakilleri ve hemofili hastalarının kullandığı malzemeler. AIDS virüsünün Japonya'ya bu yolla geldiği sanılıyor. Hepatit hastalığının yayılmasında kan nakli çok büyük bir yer tutuyor. Yine İtalyan Sağlık Bakanlığı, 1992'de Siena kentine getirilen 8 laboratuvar maymunundan birinde Ebola virüsüne rastlandığını açıkladı. Bugün birçok Avrupa ülkesinde, 1990 yıllarında yeni doğan çocuklara verilen kanlar nedeniyle, bu kuşakta hepatit hastalıklarının hayli yaygın olduğu belirtiliyor. Tehlike bu kadarla da sınırlı değil. Virüsler, çoğu zaman cesetlerin hormonlarında, kornealarında ve dokularında belli bir süre daha varlıklarını koruyabiliyorlar. Bu cesetler üzerinde çalışmalar yapan adli tıp doktorları, stajyer öğrenciler ve araştırmacı eczacılar her an hastalığa yakalanma riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar. Ancak asıl tehlike, artık yeryüzünden tamamen silindiği düşünülen bazı virüs hastalıklarının geri dönmesi. California Vadisi'nde, 1950 yılından bu yana sıtmaya rastlanmıyordu. 1990'da ise, tam otuz ailede sıtma hastalığı saptanmış. Yine Asya'dan gelen bir denizcinin taşıdığı sıtma mikrobu yüzünden, Nevada'da 35 izci ve bir o kadar da turist bu hastalığa yakalanmış.



56

www.labmedya.com

GDO NEDİR; NE DEĞİLDİR? GEN ETI ĞI D EĞI Ş T I R I L M I Ş OR GA NI Z M AL AR ( G D O ) , BI YOT EK NOL OJ I K Y ÖN TEM L ERE DAYA NARAK CAN L I L A R I N SA HI P OL D U ĞU GEN DI Z I L I M L ER I N I N DEĞI Ş TI RI L M ESI I L E MEVCU T ÖZ EL L I K L E R I N I N DEĞI Ş TI RI L M ESI VEYA CANL I L ARA Y ENI Ö Z EL L I K L E R KAZA ND I RI L M AS I ILE EL D E ED I L EN OR GA NI Z M AL AR I N GEN EL AD I D I R. Gıda güvenliği tüm ülkelerde tüketiciler için büyük öneme sahiptir. GDO’lu tarımsal ürünlerin 1996 yılında dünya ticaretine girmesinden sonra bu konu değişik çevreler tarafından tartışılmaya ve araştırılmaya başlanmıştır. GDO’lar: tarım, tıp, sağlık, sanayi, kimya gibi çeşitli alanlarda kullanılmakla beraber hâlâ küresel olarak kulanılmamaktadır. GDO'nun tarımda kullanımı ilk 1996 yılında 1.7 milyon hektarla başlayıp, 2014'te elde edilen verilere göre 170 milyon hektara ulaşmıştır. Genetiği değiştirilmiş organizmalar nesil olarak 3 grupta incelenir. 1. Birinci nesil GDO’lu ürünler: Herbistlere dayanıklılık, böceklere ve çevresel strese dirençli ürünlerin üretimi amaçlanmıştır. 2. İkinci nesil GDO’lu ürünler: Verim artışı ve beslenme kalitesini artırmak esas alınmıştır. 3. Üçüncü nesil GDO’lu ürünler: Biyo yakıt üretimi, hastalıkların tedavisinde kullanılan aşı ve ilaç üretimi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.

GDO’LARIN KULLANIM ALANLARI VE AMAÇLARI Genetiği değiştirilmiş organizma üretimi gün geçtikçe artmakta ve her alanda karşımıza çıkmaktadır. Bitki biyoteknolojisi ve özellikle gen teknolojisi alanındaki gelişmelerin 1980’li yıllardan itibaren hız kazanmış ancak bilinen izinli ilk GDO “FLAVRSAVR™”dır. Bu GDO’ya 1994’te ticari üretim izni alınmış ve transgenik domates çeşidi olarak geliştirilmiştir.

1995’te Bacillus thuringiensis (Bt) mısır ekimi yapılmıştır. 1998'de GDO’lu ürünlerin etiketlenmesi ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. En yaygın ürünler ise: soya, pamuk, mısır ve kanola, pirinç, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, kasava ve papayadır. Bitkilerde uygulanan gen teknolojisinin hedefi mevcut bitkilerden daha üstün özellikli bitkilerin yetiştirilmesini amaçlar; zararlılara, herbisitlere, hastalıklara ve strese dayanıklılık, zehirli, alerjenik maddelerin azaltılması, sekonder metabolitlerin üretimi ve kirlenmiş toprakların temizlenmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Gıda alanında GDO’un bazı ürünlerde hangi amaçta kullanıldığı aşağıda verilmiştir. GD ürünler

Hedefleri

Domates

Herbisitlere dayanıklılık, raf ömrünü uzatmak

Patates, muz, domates

Yenebilir aşı üretmek

Patates

Nişasta oranını artırmak

Patates, domates

Toksik madde oranını azaltma

Biber, domates

Çekirdeksiz ürünler

Soya, mısır, patates

Antibiyotik ve insektisitlere direnç

Kanola, ayçiçeği

Doymamış yağ oranını artırmak

Domates, çilek

Kutuplarda yaşayan bir balık geni transferi ile soğuğa dirençli ürün elde etmek

Çilek, şeftali, ananas

Olgunlaşmayı geciktirmek, raf ömrünü uzatmak

Patates

Kolera ve diyarenin önlenmesi

Muz

Virütik hastalıklara dayanıklılık

Üzüm

Çekirdeksiz üzüm elde etmek

Papaya, patates

Virüslere dirençlilik

Tablo:1 Genetiği değiştirilmiş meyve ve sebzeler (2013,S.ÖZMERT ERGİN, H.YAMAN, Genetiği değiştirilmiş gıdalar ve insan sağlığı üzerine etkileri)

GDO’NUN YARARLI ETKILERI NELERDIR? • Toksik ve alerjenik etkiler yönünden bir çok teste tabi tutulup alerji oluşturma olasılığı klasik eş değerlerinden daha düşük olduğu tespit edilmiştir. • Yatay gen tranferi doğada gözlemlenebilmektedir. Fakat GDO’lu ürünlerdeki antibiyotiğe direnç geninin patojen mikro organizmaya geçmediği belirlenmiştir. • GDO’lu moleküller doğada bulunan havyansal ve bitkisel genleri içerirler. Sindirim sonucunda kana karışır ve metabolizmada yer alırlar. Fakat gıdalarla alınan genlerin bütün olarak insana geçtiğini gösteren bilimsel veriler bulunmamaktadır. • GDO yardımıyla amino asit miktarı yüksek tahıllar elde edilmiştir.

• Aşıların pahalı olması, taşınması ve uygulamasının zor ve masraflı olmasından dolayı bazı sebze ve meyvelere genler aktarılarak patojen mikroorganizmaların çeşitli proteinlerini sentezleyen bitkiler elde edilerek bu bitkilerin aşı olarak kullanılmasına çalışılmaktadır. Hepatit B, diyare, kolera, kızamık ve birçok hastalığa karşı genetiği değiştirilmiş meyve ve sebzeler kullanılmaktadır. • Meyve ve sebzelerin genetiği değiştirilerek raf ömrü ve organoleptik kalitesinin artılmasını sağlar. • Genetiği değiştirilmiş hayvanların, hemofili hastaları için pıhtılaşma faktörü veya diyabet hastaları için insülin gibi farmakolojik proteinleri üretmek amacıyla kullanıldıkları belirtilmektedir. • Genetiği değiştirilmiş organizmaların ilaç endüstrisinde; vitamin, monoklonal antikor, aşı, anti-kanser bileşikleri, anti-oksidanlar, plastikler, fiberler, polyesterler, afyonlu ilaçlar/uyku ilaçları, interferon, insan kan proteinleri ve karotenoid üretmek; gıda endüstrisinde ise; protein, enzim, stabilizatör, kıvam artırıcı, emülgatör, tatlandırıcı, koruyucu, renklendirici ve tat verici gibi gıda karışımlarını üretmek amacıyla kullanıldıkları bildirilmektedir. 2013’te yapılan bir çalışmada Kosakovska ve ark (2013) tarafından Japon bıldırcınlarında GDO’lu soya ve Mon810 mısır ile beslemenin büyüme ve transgenic DNA'nın varlığı üzerinde etkisi araştırılmış, sonuçta PCR analizi ile bıldırcın etinde herhangi transgenik DNA'ya rastlanmamıştır. Ayrıca bıldırcının büyümesine herhangi bir etkisinin olmadığı da saptanmıştır. 2012’de yapılan bir çalışmada Reichert ve ark (2012) GDO’lu mısır ve soya ile beslenen çiftlik hayvanlarının iç organlarının histopatolojisine etkisi incelenmiştir. Bu çalışma sonucunda piliç, yumurta tavuğu, domuz ve sığırların karaciğer, böbrek, dalak, pankreas, mide, bağırsak, kas, yumurtalık organlarında GDO’suz mısır ve soya ile beslenenlere göre herhangi bir fark oluşmadığı bildirilmiştir. McNaughton et al., (2007) yaptığı çalışmada GDO'lu DAS-59122-7 (günlük diyetinde %53-70 oranında ilave edilmiş) ile GDO'suz mısır ile beslenmiş tavuklarda bazı performans kriterlerine etkisi araştırılmıştır. Bu araştırmaya göre, erkek ve dişi broilerlerde gerek 42 günlük ağırlık, gerek böbrek ağırlıkları ve gerekse karaciğer ağırlıklarında GDO'lu ve GDO'suz mısırla beslenenler arasında da

fark oluşmadığı saptanmıştır. GDO'lu ürünlerle Hayvan beslenmesinde bir diğer önemli konu da uzun zaman sürecinde beslenen hayvanlardaki etki ve ayrıca bir generasyondan diğerine geçtiğinde GDO'lu ürünlerin etkisidir. Bu konu iel ilgili olarak yapılan çalışmalarda (Brake and Everson 2004; Kilic and Akay 2008; Rhee et al. 2005) GDOsuz ürünler ve GDO'lu BTmısır, glyphosate soya ve GDO'lu patates ile beslenen hayvanlarda sağlık yönünden GDO'suzlarla beslenen hayvanlara göre herhangi bir negatif etki saptanamamıştır. GDO’lu gıdaların potansiyel zararları hakkında hâlâ araştırmalar devam etmektedir. Besin kalitesindeki değişiklik, gıda güvenliği, alerjik reaksiyonlar, toksik etkiler, gen patentleme, terminatör teknolojisinin etkisi, çevresel kaygılar, biyolojik ve genetik çeşitliliğin tehdidi gibi zararlar söz konusu olabilir; ancak GDO’lar hakkında olabileceği düşünülen bu zararlar hâlâ deneylerle kanıtlanamamıştır. GDO ile ilgili araştırmalar ve deneysel çalışmalar devam etmektedir. Aynı zamanda dünya genelinde GDO’lu ürün yetiştiriciliği ve tüketimi de hızla artmaktadır. Şeyda ŞENTÜRK – Büşra ÇAKIR derinuzay.org KAYNAKLAR Özcan,S., Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi 2(2): 01-34, 2009ISSN:1308-0040Modern dünyanın vazgeçilmez bitkisi mısır:Genetiği değiştirilmiş mısırın üretime katkısı Çetiner,S.,GDO nedir? Sorular ve yanılar-2 Çoban,A.,İlter Türkoğlu,F.,Demir,G.,2010,çevre biyoteknolojisi temelinde genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerle arıtım Özmert Engin,S.,Yaman,H., Gümüşhane University Journal of Health Sciences: 2013;2(2),Genetiği değiştirilmiş gıdalar ve insan sağlığı üzerine etkileri Pamuk,Ş., Kocatepe Vet J (2010) 3 (2): 91-100, Genetiği Değiştirilmiş Gıdalara Genel Bir Yaklaşım Atsan,T., Kaya,T.E., ULUDAĞ. Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2008, Cilt 22, Sayı 2, 1-6, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) Tarım ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri Kaynar,P., Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi 2009; 66 (4): 177-185, Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)’a Genel Bir Bakış Çelik,V., Balık,D.T., Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 23 (1-2) 13 – 23 (2007), Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) Kossakowska A K, Katarzyna Sartowska, Anna Linkiewicz, Grzegorz Tomczyk, Beata Prusak and Grażyna Sender, 2013. Evaluation of the effect of genetically modified Roundup Ready soya bean and MON 810 maize in the diet of Japanese quail on chosen aspects of their productivity and retention of transgenic DNA in tissues. Archiv Tierzucht 56 (2013) 60, 597-606 597 REICHERT M, WOJCIECH KOZACZYŃSKI, TERESA AGNIESZKA KARPIŃSKA, ŁUKASZ BOCIAN1, AGNIESZKA JASIK, ANNA KYCKO, MAŁGORZATA ŚWIĄTKIEWICZ, SYLWESTER ŚWIĄTKIEWICZ, IWONA FURGAŁ-DIERŻUK, ANNA ARCZEWSKA-WŁOSEK, JULIUSZ STRZETELSKI, AND KRZYSZTOF KWIATEK, 2012 ,Bull Vet Inst Pulawy 56, 617-622, Histopathology of Internal Organs of Farm Animals Fed Genetically Modified Corn and Soybean



See Science in a New Light

Learn • Experience • Engage Discover more at www.pittcon.org

February 26 – March 1, 2018 Orlando, FL USA Orange County Convention Center


59

www.labmedya.com

EV ORTAMINDA LABORATUVAR

G EL I ŞEN TEKN O L O J I , TI PTA K U L L A N I L A N TANI AL ET L E R I N I N BO Y U TL ARI NI E V L E R E GI RECE K K A D A R KÜ ÇÜ LTTÜ . BO Y U T L A R I K Ü ÇÜ L EN V E K O L AY K U L L ANI M L I H A L E G EL EN ARA Ç L A R L A EVD E AT E Ş V E TANSI Y ON Ö L Ç M E K , K AND AK I G L I K O Z M I K TARIN I YA D A VÜ CU D U N YAĞ O R A N I N I BEL I RL EM E K I Ş T E N B I LE D EĞI L . HAT TA YA Ğ ÖL ÇEN CI H A Z L A R I N G EL I ŞM I ŞL ER I G Ü N D E EN ÇOK N E K A D A R K AL ORI A L M A N I Z GEREK TI Ğ I N I B I L E SÖ Y L Ü Y O R .

Hastaların evde tedavisine yönelik yöntemler de her geçen gün kolaylaşıyor. Horlamanızı engellemek ya da uyku kalitenizi artırmak için bileğe takılan küçük cihazların yanı sıra yürürken, ip atlarken harcadığınız kaloriyi görmeniz, nefesinizin kokup kokmadığını anlamanız da dijital teknoloji sayesinde mümkün. Evde küçük bir laboratuvar oluşturabilecek, cihazlardan bazıları şöyle:

GENETIK TESTLER Gelişen teknoloji sayesinde özellikli genetik testler için evde laboratuvar kullanılacak, Hamilelerde uygulanan bu test ile kan örneğindeki DNA’sı analiz edilerek, Down sendromu gibi bir takım kromozomsal bozuklar var mı kontrol ediliyor. Bu sayede cerrahi işlem gerektiren amniyosenteze gerek kalmayacak.

ERKEKLER IÇIN SPERM TESTI Hamilelik testleri gibi evde kullanım olanağı sağlayacak test cihazı hastaneye gitmeye çekinen erkekler için kurtarıcı olacak. Hastanelere gitmekte sorun yaşayan erkeklerin sorunlarına tanık olunması üzerine, hamilelik testleri gibi evde kullanılabilecek sperm test cihazı üretmeye karar verildi. Ev tipi sperm test cihazları 2018 yılından itibaren tüketici ile buluşacak.

ölçer satılıyor. Özellikle kronik tansiyon hastalarını sürekli eczaneye gitmekten kurtaran, yaşlılara evde kontrol olanağı sağlayan cihazlar mevcut.

SANIYEDE ATEŞINI ÖLÇ Eskinin cam tüp içindeki cıvalı ateş ölçerleri önce dijital oldu, sonra da elektronik. Dijital olanlar, saniyede ateş ölçerek, özellikle bebeklerde kullanım rahatlığı sağlıyor.

DIJITAL ŞEKER ÖLÇER Dijital şeker ölçen cihazlar, hafıza ve ortalama alma özelliklerine sahip. Yani daha önceki ölçümlerinizi görebiliyor, haftalık, hatta isterseniz 14 günlük ölçümlerinizin ortalamasını alabiliyorsunuz. Doktorun önerdiği şekilde kullanılan cihazlarla yaptığınız ölçüm sonucu insülin ihtiyacınız varsa insülin kalemi ve kartuşlarıyla istediğiniz oranda insülini kolaylıkla enjekte edebiliyorsunuz.

HORLAMAYA SON

TANSIYONA YAKIN TAKIP

Horlama durdurucu, bileğe takılan saat büyüklüğündeki bir cihaz. Küçük kalem pille 6 ay çalışıyor. Ses sensoruyla 55 desibelin üzerine çıkan horlamalarda, 3'üncü horlamanın ardından vücuda sivrisinek ısırığı benzeri elektrik gönderen cihaz, hem horlayan kişinin yatış pozisyon değiştirmesini sağlıyor. Hem de gırtlaktaki kasları hareket ettiriyor.

Mekanikten elektroniğe piyasada mekanik ve elektronik onlarca marka tansiyon

Kalp pili kullananlar hariç, herkesin kullanabileceği cihaz 8 saatte otomatik olarak duruyor.

AKUPUNKTURLA UYKU Sol bileğin iç kısmına takılan ve 1 küçük pille çalışan ‘‘dreamate’’ adlı cihaz, akupunktur yöntemine dayalı çalışıyor. Bileğin içindeki ‘‘altın üçgen’’e minik elektrik akımlarıyla 30 dakika masaj yapan cihaz, melatonin salgılanmasını artırarak, kesintisiz ve kaliteli uyku sağlıyor.

ALKOLÜNÜ ÖLÇ Alkolmetrelerle trafik polisinden önce siz ölçüm yapabilir, kaç promil alkollü olduğunuzu görebilirsiniz. Ayrıca ağzınızın diğer insanların algılayabileceği kadar kokup kokmadığını ölçebilirsiniz. Cildine meraklı hanımlar ise nemlendirici ve benzeri ürünleri kullanmadan önce, edinebilecekleri cihazla ciltlerinin o sabahki nem durumunu öğrenebilirler.

DIJITAL ATLAMA IPI Yürürken adımlarınızı saymanız, belinize takacağınız küçük bir cihazla olanaklı. Ayrıca bunu saatler ve akıllı telefonlar da yapabilmekte. Dijital atlama ipiyle kaç kalori harcadığınızı görebilirsiniz.

NE KADAR YAĞINIZ VAR Teknoloji artık evimizdeki basit baskülleri de zamana uydurdu. Yeni tartılar, aynı zamanda vücut yağlarını ölçüyor. Bu cihazların ev tipleri, kaç kilo olduğunuzu ve vücudunuzdaki yağ oranını gösteriyor. Böylece obeziteyle aranızdaki uzaklığı da öğreniyorsunuz.


60

BI RA Z K I L L I TOP R A K SU YLA K ARI ŞTI R I L I R , SON RA... İ ŞTE SERA M I ĞI N I NAN I L M A Z BAŞARI ÖY K Ü SÜ, YA K LA ŞI K 20 BI N YI L Ö NCE BÖY L E BAŞLA M I ŞTI . BU MUCI Z EVI M AD DE GÜ NÜ M Ü Z D E AR T I K KI R I LA N K EM I K L E R I N YER I NI AL I Y OR, S A Ğ L I K L I FR EN SI STEM L ER I N I N ÜR ETI M I ND E KULLANI L I Y OR, TÜ RB I NL ERI N D A H A HI ZLI ÇAL I ŞM AS I N I SAĞLI Y OR VE TEK NOL OJ I Y I UZAYA TAŞI Y OR. İN SANOĞL U NU N E N CESU R HAYAL L E R I N I GERÇ EK L EŞTI RE N B U MA D D ENI N SI RR I N E ?

www.labmedya.com

KIMYADA SERAMIK Almanya'nın Buching kentinde bulunan ve çevreden pek de dikkat çekmeyen bir binalar kompleksinde, teknoloji tarihine geçecek yeni bir başlık daha yazılıyordu. Kapalı kapılar ardında, grafit seramiğinden küçük silindir şeklinde bir piston üretildi. Gece kadar siyah ve 50100 milimetrelik yarıçapa sahip bu küçük mucize, yeni kuşak otomobil motorlarında devrim yaratmaya hazırlanıyor. Buching'deki Sintec Seramik GmbH şirketinin yöneticisi Ulrich Goetz, gelecekte bütün motorlu araçların karbon pistonlarla çalışacağını iddia ediyor. Şimdiye kadar kullanılan alüminyum örnekleriyle kıyaslandığında pek çok avantaj ssunuyor; çok daha güçlü yakıt ve yağ kullanımından tasarruf sağlıyor, daha hafif, zararlı emisyonlar daha düşük ve sıcağa karşı daha dayanıklı. Dirençli ve ucuz, doğaya saygılı ve sağlıklı. Araştırmacıların, mühendislerin ve endüstrinin düşleriyle isteklerini harekete geçiren bu madde, 21. yüzyılın

kilit malzemelerinden biri olarak nitelendiriliyor. Seramiğin sadece mutfaklara, banyolara döşenen fayans ve karoların üretiminde kullanıldığı dönemler çoktan geride kaldı. Yüksek teknoloji üretim teknikleri ve mükemmelleştirilmiş sentetik hammaddeler, o basit seramiği, sadece otomobillerde değil; hava, uzay ve raylı sistem araçlarında, bilgisayar ve makine üretiminde, tıpta, elektrik nakil sistemlerinde, üretim teknolojisinde, ev işlerinde de kullanılabilecek esnek bir yüksek teknoloji harikasına dönüştürdü. Günümüzün en çağdaş ve teknolojik maddesi, ilginçtir ki, aynı zamanda insanların ürettiği ve kullandığı en eski sanatsal malzeme. Öyküsü 20 bin yıldan önceye, insanoğlunun su karıştırıldığında kilin yoğrulabilir ve şekil verilebilir olduğunu keşfettiği Eski Taş Devri'ne kadar uzanıyor. Kilden yapılan kırılgan formlar, ateşte bırakıldığı zaman sertleşiyor ve daha dayanıklı

hale geliyordu. Bu, teknik gelişim tarihi açısından çok önemli bir andı. El sanatları alanında ilk üretilenler, büyük olasılıkla ibadet amaçlı kullanılan ve insan ile hayvanları tasvir eden kil heykelciklerdi. Neolitik Çağ'da (M.Ö. 6.-2. yüzyıllar) kilden heykellerin yanı sıra, günlük kullanım amacıyla kaplar da üretiliyordu. O zamana kadar su ve hamur tekneleri ağaçtan oyuluyor, keseler tabaklanmış hayvan derilerinden dikiliyor ve su kapları kurutulmuş kabaklardan yapılıyordu. Ama ateşte pişirilen kil kaplar ve tencereler yiyecekleri ve sıvıları daha iyi saklıyordu. Bu, özellikle besin maddelerinin saklanmasında ve ticari faaliyetlerde eşsiz bir adım oldu. Şerit halinde süslemeleri olan kilden kaplar, bütün Avrupa'da ve Asya'da çok sevilerek üretilen, satılan eşyalardı. Arkeologlar, kısmen bu sanatsal süslemelerden yola çıkarak kapların anavatanını bulabiliyorlar.

11 – 15 June Frankfurt / Main BE INFORMED. BE INSPIRED. BE THERE. › World Forum and Leading Show for the Process Industries › 3,800 Exhibitors from 50 Countries › 170,000 Attendees from 100 Countries

LaboratoryTechniques @ACHEMA THE LAB IS WHERE IT ALL STARTS. # labtechniques

www.achema.de


61

www.labmedya.com

DÜNYA KIMYA DEVI, TÜRK ŞIRKETIYLE MASAYA OTURDU Dünyanın en büyük ilaç ve kimya şirketlerinden Merck, Türkiye’deki varlığını hayvan sağlığı alanında güçlendirecek

DÜNYANI N EN B Ü Y Ü K ILAÇ V E K I M YA ŞI RKETL ERI ND EN B I R I OLA N AL M AN M E R C K , TÜ RK ŞI RK ETI VI L S A N VETERI NER İ L AÇ L A R I AD LI F I RM AY I SAT I N ALMA K I ÇI N M AS AYA OTU RDU .

bir hamle yaptı. Alman devi, Türk şirketi Vilsan Veteriner İlaçları adlı firmayı almak için şirketin sahibi Vimar Gıda ile masaya oturdu. Taraflar, Rekabet Kurumu'nun da onayı ile hisse devri için son imzaları atacak. Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre anlaşma sağlanırsa Merck, bu alanda Türkiye’deki ilk yatırımını yapmış olacak.

1627 ArabLab ad 2018_238x170

5/10/17 11:04 Böylece HintliPage Alivira,1 Kuveytli

finans

şirketi NBK, ABD’li yatırım fonu Riverside gibi firmaların yer aldığı Türkiye hayvan gıda ve sağlığı pazarına küresel bir oyuncu da girecek.

15 MILYAR EURO CIROSU VAR Hayvan sağlığı sektöründe Türkiye’nin önemli firmalarından olan Vilsan, 1986 yılında kuruldu. büyükbaş, küçükbaş, at, kanatlı sağlığı, pet, kültür balıkçılığı alanlarında üretim yapan Vilsan, Ortadoğu, Doğu Avrupa, Afrika, Orta Asya, Uzakdoğu Asya ve Güney Amerika’ya ihracat gerçekleştiriyor.

2014’te Vilsan 30 milyon liraya Vimar’a satıldı. Vilsan’ı almak için görüşme yürüten Merck ise dünyanın en eski tıbbi ürünler ve kimyasallar firması olarak biliniyor. 1668’de kurulan firmanın 70 ülkede 50 binden fazla çalışanı var. Hisseleri Frankfurt Borsası’nda işlem gören şirket geçen yılı 15 milyar Eurociroyla kapattı. İstanbul Ticaret Odası'na kaydı Eylül 1995'te yapılan Vimar Gıda'nın Yönetim Kurulu Başkanı ise Mustafa Baysan. Kaynak: CNN

ATTENTION TURKISH LABORATORY INDUSTRY YOUR UNIQUE OPPORTUNITY TO MEET 10,000+ BUYERS FROM OVER 100 COUNTRIES @ ARABLAB 18–21 MARCH 2018 w w w . A R A B L A B . c o m


62

www.labmedya.com

KADIN MUCITLER

Bazı genel icatları yapanların kimler olduğunu biliyoruz. Özellikle Benjamin Franklin, Tesla, Graham Bell gibi büyük mucitlerin adını hep duymuşuzdur. Ancak unuttuğumuz ya da araştırmadığımız bazı icatlar vardır ki onlara kadın eli değmiş günümüzde de kullanılmaktadır. Asıl bizleri hayrete düşüren erkeklerle özdeşleşen arabalar konusunda ilk buluşları kadınların yapmasıdır. Neler mi? İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz yazımız dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmış kadınları anlatmaktadır.

Cam Sileceği: Mary Anderson 1866’da Alabama’da Greene County’de doğmuştur. Gayrimenkul, çiftlik işletimi, bağcılıkla uğraşmış ve bu özelliklerinin dışında insanlığa hediye ettiği bir buluşla adından söz ettirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Alabama’da Mary Anderson 1903 senesinde büyük bir buluşa imza atmıştır. Ancak adı neredeyse hiç bilinmez. 743.801 numaralı Amerika Birleşik Devletleri’ndeki patent Mary Anderson’a aittir. Ne midir bu? Arabaların ön camları yağmurda ve karda kaplanmakta bu nedenle de sürücüler o dönemde büyük sıkıntı çekiyorlardı. Mary Anderson geliştirdiği cam sileceğinin 1903 senesinde patentini aldı ve araba firmalarına götürerek projesini anlattı. Bu keşfi satarak para kazanmayı umut ediyordu. Araç firmaları bunun mantıklı olmadığını söyledi. Yatırım maliyetleriyle elde edilecek kârın arasında uçurum olacağını, kârlı bir yatırım olmadığını düşünerek ret ettiler bu fikri. Çünkü direksiyonun hemen yanında bulunan manuel bir düzenek ile çalışıyordu bu cam sileceği. Kişi sürüş sırasında camı temizlemek istediğinde kolu hareket ettiriyor, cam temizleniyor ve görüş pürüzsüz bir hal alıyordu. Ancak bu manuel sistemin kazalara sebebiyet vereceği düşüncesi hakim oldu. O nedenle kullanımı çok benimsenmedi. Mary Anderson sadece araçlar için değil kauçuk ve ahşap silecekleri tramvayda da uyguladı. Lakin bu keşiften on sene sonra aldığı patentin süresi dolunca tüm araçlarda bu cam temizleyici silecekler kullanıldı. Patentin süresinin bitmesi ve boşluktan yararlanan araba üreticileri Mary Anderson’un buluşuna herhangi bir ücret ödemeden bu fikri kullanmaya başladılar. Bununla birlikte 1917 senesinde “Fırtına Ön Cam Temizleyicisi-Storm Windshield Cleaner” isimli bir patent daha alındı. Bu patenti yine bir kadın aldı; Charlotte Bridgwood… Mary Anderson’un manuel olarak yaptığı cam sileceğini otomatik hale Charlotte Bridgwood getirdi. Charlotte Bridgwood 18 Ağustos 1861’de Ontario, Hamilton’da dünyaya gelmişti. Bilim adına yaptığı bu icat dışında da önemli bir özelliği vardı. O da "Dünyanın ilk film yıldızı” olan Florence Lawrence’ın annesi olmasıydı. Charlotte Bridgwood bu buluşunun patentini alıp hükümete sunsa da doğru bir şekilde patentleyemediği için hiçbir kâr elde edemedi. Arabalardaki Dönüş Sinyali ve Fren Lambaları: Florence Lawrence adı geçmişken daha fazla bilgi vermek gerekir. Kendisi dünya tarihindeki ilk film yıldızı olarak bilinmektedir. Annesi

Charlotte Bridgwood araçlardaki otomatik cam sileceğini keşfederken Florence Lawrence ise hem film yıldızı olmuş hem de annesinin izinden giderek buluşlarına devam etmiştir. Hollywood’da 250’den fazla filmde oynayan Florence Lawrence ilk otomatik sinyalizasyon kolunu ve ilk mekanik fren sinyalini tasarlamıştır. Fakat bunları patentlememiştir. Çünkü annesi Charlotte Bridgwood daha önce cam sileceğini keşfettiği hatta patentini aldığı halde araç üreticileri tarafından bulunan boşlukla dolandırılmış ve asla para kazanamamış, bu nedenle de Lawrence patent alma gereği duymaz. 1907’de Baby Flo, The Child Wonder Whistle adlı filmde oynar ve sinemada bir filmde oynayan ilk kadın olur. Kazandığı para ile kendisine bir araba alır. Annesi gibi parlak fikirli olan Florence, 1914’te araçlardaki ilk mekanik sinyal kolunu icat eder. Bu direksiyonun yanında bir kol vasıtasıyla gerçekleşiyordu. Hangi yöne dönülecekse mekanik kola basılıyor ve aracın arka kısmındaki bayrak havaya kalkıyor, hangi yöne dönüleceği arkadaki sürücü tarafından anlaşılabiliyordu. Aynı prensiple frene basıldığında da aracın arkasında bir kırmızı “DUR” yazısı çıkıyordu.

Dikiz Aynası: 5 Ocak 1882'de doğan Dorothy Elizabeth Levitt, hız sınırını aşan, dikiz aynasını icat eden ve araba üzerine kitap yazan ilk kadındır. Babası Joseph Levi kuyumculuk ve çay ithalatçılığı yapan zengin bir işadamıdır. Annesi Julia Raphael ise emekli bir otelcinin ve elmas tüccarının kızıydı. Ekonomik olarak iyi şartlarda büyüyen Dorothy Napier&Son şirketine sekreter olarak girdiğinde kendisini tüm dünyanın tanıyacağını tahmin bile edemiyordu. Napier şirketi 1899’da otomobil üretimine girer. Sonra da yarış otomobilleri üzerine ağırlık verir. Çok geçmeden kadınların da hızlı araba kullanabileceğini göstermek için Dorothy’yi reklam yüzü olarak belirler. Hız testlerine giren Dorothy çok geçmeden dünyanın ilk su hızı rekorunu kırar, araba konusunda uzmanlaşır. Kraliçe Alexandra ve Kraliyet Prenseslerine, Victoria, Maud, Prenses Louise’a nasıl otomobil süreceğini öğretir. Temmuz 1903'te Dorothy, İngiltere'nin uluslararası Harmsworth Trophy'sini kazanır. İngiltere'nin Cork şehrinde düzenlenen Trefle A-Quatre’yi kazanarak şampiyon olur. İlk su hızı rekorunu, 40ft çelikten yapılmış, 75hp'lik Napier sürat teknesiyle 19.3mph'ye ulaştırarak üç kez kazanır. Aynı yıl Napier'i Cowes Yarışları’nda kullanarak birincilik alır. 1905 yılında aracını Bouton'dan Liverpool'a sürerek ve iki gün içinde geri döner ve bu mesafeyi hızla kat ederek en uzun sürüş rekorunu kırar. O günden sonra “Dünya'daki En Hızlı Kız” unvanını edinir. Şahane değerlendirmeler alması, aracının sürüşüne ve tamirine ilişkin kullanışlı ipuçları içeren The Woman and the Car (1909) adlı bir kitap yazmasını sağlamıştır. Kadınlara yönelik yazılan bu bilgilendirici küçük el kitabında, Dorothy kadınlara küçük bir el aynasını yanlarında taşımasını tavsiye eder. Araçlarda kadınlara kolaylık olsun ve sürürken kaza yapmasınlar diye ortaya atılan bu fikir büyük beğeni toplar. İşte ilk kez dikiz aynası bu şekilde dillendirilir ve Dorothy bu icadın patentini 1914'de alır. Sonra da dünyadaki tüm araçlarda kullanılır. Dünyanın ilk su hızı rekorunu elinde tutan, ilk İngiliz kadın yarış pilotu, kadınlarda dünya kara hızı rekoru sahibi ve arabalarla ilgili ilk kitap çıkaran kadın olan Dorothy E. Levitt dikiz aynasının mucidi olarak tarihe geçer.

Eve gider hemen bir icat tasarlar. Fabrika müdürüne sunar. Bu tezgahlardan parça fırlamaması, fırladığı zaman işçinin yaralanmamasını sağlayan bir düzenektir. Önlem olarak geliştirdiği bu cihaz fabrikada kabul görür ve kullanılmaya başlanır. Tezgahtan uçan bir parçayı hem engellerken hem de cihazın durmasını sağlar. Bu şekilde sayısız işçinin yaralanmasını engellemiş olur. Bugün fabrikalarda kullanılan bu sistemi ilk olarak Margaret E. Knigt yapmıştır. Ancak bu geliştirdiği iş güvenliği konusundaki icadın patentini almaz. Henüz 12 yaşındadır ve patent nedir onu bile bilmemektedir. Bunun yanı sıra 1870’de kağıt besleme makinelerinin geliştirilmesi konusunda bir patent alır. Kağıt torba, tek tabaka kesme makinesi(1890), tek parça kesme makinesi(1893), numaralandırma mekanizması (1894), kanatlı pencere çerçevesi (1894), birleşik döner motor (1902), döner motor(1902), içten yanmalı motor (1913) icat eder. Knight, 1867'de Springfield, Massachusetts'e taşınır. Burada Columbia Paper Bag Company şirketine girer. 1868'de kağıt torbaları üretir. Bunu seri halde yapan bir makine icat eder. Ahşaptan yaptığı bu makinenin yıpranma payını hesap eder o nedenle de demirden yapacaktır. Bu demir makine seri halde kağıt torba üretecek ve bu kağıt torbalar alışverişlerde kullanılacak çevre kirliliğine sebep olmayacaktır. Bu süreçte icadını gören Charles Annan isimli kişi tasarımı çalar. Gider patenti Knight’tan önce alır. Knight hemen dava açar ve kazanır. 1871'de de kağıt torba için patenti alır. Knight teknoloji konusunda göstermiş olduğu çabalardan ötürü 1871'de Kraliçe Victoria tarafından Kraliyet Lejyonu ödülünün sahibi olur. İcatlarından biri olan orijinal çanta yapma makinesi, Washington DC'deki Smithsonian Müzesi'nde sergilenmektedir.

Kurşun Geçirmez Yelek: Stephanie Kwolek 1923’te Pittsburgh Pennysylvania’da dünyaya geldi. Babasını 10 yaşında kaybettiğinde bir an önce ailesi için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Ama yaptığı buluş ile sadece ailesine değil tüm dünya için büyük bir önem arz etti. 23 yaşında Stephanie Kwolek Carnegie Mellon Üniversitesi’nde kimya eğitimi aldı, akabinde de DuPont isimli şirkete girdi. DuPont; çakmak, kalem, elyaf, polyester, naylon, lastik, teflon, Zodyak, likralı kumaş, kol düğmesi, silah; kısaca gıdadan otomotive, tekstilden mutfak araç-gereçlerine birçok alanda faaliyet gösteren 200 yıllık bir şirkettir. İşte Stephanie Kwolek de bu köklü şirkette işe başlar ve emekli olana kadar da buradan ayrılmaz. Stephanie Kwolek dokuz yıl boyunca lastikler üzerinde çalışma yapar. Amacı araba lastiklerinde kullanılmak üzere hafif plastik elde etmektir. Böylece araçlar hafif lastiklerle daha az yakıt tüketecektir. Araştırmaları sonucu 1965’te “Kevlar” isimli bir maddeyi keşfeder. Kevlar malzemesi çelikten çok daha sert bir alaşımdır. Bu nedenle 1971’de kurşungeçirmez yeleği icat eder. Stephanie Kwolek’in bulduğu kevlar, hayatın birçok noktasında kullanılmaya başlar. Yamaç paraşütünden, gemi halatına, fiber optik kablolardan, uzay mekiği yapımına kadar birçok alanda kullanılmaktadır.

İçten Yanmalı Motor, Kağıt Torba Makinesi ve Çanta Yapma Makinesi: 14 Şubat 1838 tarihinde York Maine’de dünyaya gelir Margaret E. Knigt. Amerika’da ilk patent alan kadın olarak da bilinmektedir. Ancak Hannah Slater ve Mary Kies de ilk patent alan kadınlardandır. Günümüzde fabrikalarda kullanılan bir sistemi tasarlayan kişidir Margaret E. Knigt. Ne mi bu? Babasının ölümünden sonra Manchester, New Hampshire'a taşınır ailesiyle birlikte. Burada kardeşleriyle pamuk fabrikasına girer çalışmak için. Henüz 12 yaşındayken tanık olduğu bir yaralanmadan oldukça etkilenir. Bir tezgahtan çelik uçlu bıçak fırlar ve işçi yaralanır.

Gazlı Fırın ve Doğalgazlı Isınma Sistemleri: 1865’te Morristown New Jersey’de doğan Alice H. Parker 1910 senesinde Howard Üniversitesi’nde eğitim gördü. Morristown’da yaşamını sürdürürken evindeki şöminenin evi yeterince ısıtmadığından mustaripti. Evin her yerini ısıtacak bir tasarım yaptı. Bu günümüzde doğalgazla evlerin ısıtılmasının ilk düşüncesiydi. 23 Aralık 1919’da bu dizaynının patentini aldı. Parker’ın düşüncesi günümüzde

kullanılan termostatın da öncüsü oldu.

Katlanabilir Yatak: Sarah Elizabeth Goode 1855’te Ohio, Toledo’da doğan Afrika kökenli bir Amerikan vatandaşıdır. Doğduğunda köledir. Indiana doğumlu babası Oliver bir marangozdu. Kocası Archibald da marangozluk yapmaktaydı. Hatta bir mobilya mağazası vardı. Küçük evlerde yaşayan insanlar için yer sıkıntısı baş gösteriyordu. Bu Sarah E. Goode için de geçerli bir sorundu. Müşterileri de küçük evlerde yaşadıkları için haneye uygun yatak üretimi yapıyorlardı ve Sarah’ın aklına bu yer sorunsalını çökmek için bir fikir geldi. 14 Temmuz 1885’te patentini aldı ve ilk katlanabilir yatağı bu şekilde keşfetmiş oldu. Öyle ki 1900’lerin başında ortaya çıkacak olan ucundan tutularak duvara itilen ve bir kütüphaneye dönüşen Murphy yataklarının da fikir kaynağı olmuştur. İşaret Fişeği: Martha Coston 12 Aralık 1826 tarihinde Maryland, Baltimore’da dünyaya geldi. 15 yaşındaydı ve oldukça zekiydi. Henüz 21 yaşında olan Benjamin Franklin Coston ile evlendi. Onunla birlikte bilimsel çalışmalara imza attılar. Zamanla Benjamin Franklin Coston, ABD Donanması’nın bilimsel laboratuvar direktörü oldu. Gemiler arasındaki iletişimi sağlamak için renk kodlu gece sinyalleri ve işaret fişeği üzerinde çalışmalar yaptı. 1847 senesinde ABD Deniz Kuvvetleri’nden istifa ederek Boston Gas Company şirketinin başkanı oldu. Yaptığı kimyasal deneyler sonucu zehirlendi ve sağlığı bozuldu. 1848’de de vefat etti. Eşi Martha Coston kocasının ölümünden sonra oldukça zor günler yaşamaya başladı. İki çocuğu ve annesiyle birlikte yokluk içinde yaşam savaşı verdi. Bir gün kocasının Deniz Kuvvetleri’nde yaptığı çalışmaları karıştırırken gece sinyalleri ve işaret fişeklerinin olduğu notlara denk geldi. 1858’de New York’taki havai fişek gösterilerini izlerken işaret fişeği üretebilir miyim diye düşündü. Denizdeki gemiciler için hayat kurtaran bir buluş olacaktı bu. Coston Manufacturing Company’yi kurdu ve çalışmalara başladı. 5 Nisan 1859’da piroteknik gece sinyali ve kod sisteminin ABD’deki 23.536 numaralı patentini aldı. Farklı renk kombinasyonları kullanarak gemilerin birbirlerine sinyal vermelerini ve kıyıya sinyal göndermelerini sağlayan bu buluş büyük yankı uyandırdı. ABD Donanması’ndan Kaptan Mc Cauley 1859’da Deniz Kuvvetleri Sekreteri Isaac Toucey’ye fişek parmakların (İşaret fişeklerinin) kullanılmasını önerdi. Böylece denizciler için büyük bir yararlılık gösterecek olan bu icat hayat da kurtaracaktı. Akabinde Martha Coston’a ulaşıldı ve ABD Donanması 300 işaret fişeği istedi. Sonra da 6.000 dolarlık tüfekler için fişek siparişi verdi. Coston, İngiltere, Hollanda, Fransa, İtalya, İsveç, Danimarka gibi ülkelerde de yaptığı icadın patentini aldı. Avrupa pazarına açılmak istedi. Amerika’daki iç savaş baş gösterince 1861’e kadar Avrupa’da kaldı. Bu sırada iç savaştan ötürü ABD Hükümeti patenti satın alarak devlet kontrolünde fişeklerin üretilmesini istedi. Coston patenti 40.000 dolara sattı. Ancak hükümet 20.000 dolar verdi. Martha Coston 1871’de kendi adına yeniden patent talebinde bulundu ve 115.935 numaralı patenti aldı. “Piroteknik gece sinyallerindeki iyileştirme” isimli bu patent ile kendisi üretmeye devam etmek istedi. Akabinde de ABD hükümetini dava etti. 15.000 dolar tazminat aldı. Hak kaybına uğrayan Martha Coston 1904’te vefat etti. Ancak kocasının notlarından bularak geliştirdiği bu icatlar insanlık tarihinde büyük faydalar göstermiştir.


KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR AKILLI EVAPORASYON

Standartların ötesinde, 2200 cm² kondenser alanı ve vakum kaçaklarını önleyen yeni bağlantıları ile %40 daha fazla evaporasyon

Yeni, FDA onaylı, şeffaf ve UV-resistant hortumlar ile daha yüksek kimyasal dayanıklılık

Yeni yüksek kimyasal dayanıklılıkta, uzun ömürlü bakım contası ile uzun vadede bütçede tasarruf. Ayrıca, çok agresif kimyasallarla çalışmaya uygun FFKM vakum contası

Patentli Easy-Clip flask tutucu başlık sayesinde, buhar tüpü ve flask sıkışmaları önlenir, cam malzeme kırılmaları ve kazaların önüne geçilir.

210 °C'ye kadar ısıtma yapabilen banyo. Banyoda kuruma ve ayarlanan sıcaklığın aşımı durumunda meydana gelebilecek banyo yanmalarına karşı koruma

Endüstri lideri bir çözümle vakum kaçaklarını önleyen, vazelin kullanımını sonlandıran yeni ventilasyon ve numune yükleme vanası

Banyo kablosu koruma sınıfı korozyon ve kısa devreleri önleyen IP 67

Sınırsız Evaporasyon: Cihaza bağlanabilen otomatik modül Distimatic Bench-top 24/7 kesintisiz evaporasyon sağlar.

Banyo için ayrı bir on/off tuşu ile görsel olarak kullanıcıyı uyaran aydınlatmalı gösterge

Banyonun stabilitesi ve sağlam duruşunu sağlayan ısıtma banyosu ile ana gövde arasında metal destek ünitesi


çok mu iddialı oldu? membran filtrasyon sisteminde iş yükünüzü hafifletin

KAMPANYA I : C 010

1.950 €

10 PK EZ-PAK FİLTRE ALANA EZ CURVE HEDİYE (Otomatik filtre açma cihazı) Kampanya içeriği: * 10 pk EZHAWG474: 0,45 mikron, 47 mm beyaz/siyah kareli sürekli form 600 adet/pk *1 adet EZCURVE01 KDV dahil değildir.

2.750 €

KAMPANYA II : C 020 MEMBRAN FİLTRASYON SİSTEMİ ALANA EZ CURVE HEDİYE (Otomatik filtre açma cihazı) Kampanya içeriği: * 1 adet EZFITMIC03 - 3’lü Manifold Filtrasyon Sistemi * 1 adet EZSTREAM1 - Yeni nesil sessiz, erlen gerektirmeyen vakum pompası * 1 pk MZHAWG101 - 100 ml steril huni+EZ-Pak 0.45µm 47 mm beyaz/kare filtre (150 adet /pk) * 1 adet XX6200006P - Pens *1 adet EZCURVE01 KDV dahil değildir.

Kampanyamız stoklarla sınırlıdır. DETAYLI BİLGİ VE İRTİBAT İÇİN: www.orlab.com.tr info@orlab.com.tr Tel : +90 312 286 40 70 Faks : +90 312 205 50 30


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.