LabMedya 43

Page 1

Laboratuvar ve sağlık gazetesidir.

FRED HOYLE ELEMENTLERIN ÜSTADI...

Yıl: 8 • Sayı: 43 • Eylül - Ekim 2017

62

Suda mikro kirletici analizleriniz için, otomatik numune işleme dünyasına dalın!

SORUMSUZ HABERLER

Su analizleri dünyasında otomasyonu

LCMS-8050

kesfedin

LCMSMS

FREESTYLE™ XANA™ Otomatik Numune Hazırlama Sistemi

Prof. Dr. Kadir HALKMAN

GCMS-TQ8040 GCMSMS

04 BİZİ BİZ YAPAN FARKLAR, YOL AYRIMLARI VE YABANCILAŞMALAR Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

54

BEN KIMIM?

KOKU(Y)ORUM

Yük. Kimyager Hasan ÖZ

36

Akyuvarlarımız bir günden az bir sürede, deri hücrelerimiz keza o kadar hızlı; mide zarı birkaç gün, ciğerimiz bir hafta; kemiklerimiz ise birkaç yılda bir yenileniyor. “O zaman neden yaşlanıyoruz?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ama bu sorudan çok daha derin hatta felsefeye girebilecek bilimsel bir soru var önce.

YAŞLANMANIN ÇARESI BU SEFER BULUNDU MU?

TÜRKIYE’DE GIDA KONTROLÜ YETERLI MI? Prof. Dr. Aziz EKŞİ

49

26

ABD’nin Houston kentinden araştırmacılar, yaşlı hücrelerin gençleşmesini sağlayan bir teknoloji geliştirdi.

DÜNYAYI NASIL ALGILADIĞINIZI BILIYOR MUSUNUZ?

03

Hepimiz dünyayı duyularımızla algılıyoruz ama her birimiz verileri farklı yöntemlerle seçiyoruz...

56 ISSN: 2148-953X • www.labmedya.com • bilgi@labmedya.com

Dünya’nın en büyük beş sorunu

GEÇMIŞE IŞIK TUTACAK KEŞIF

44

Bebek maymun (kafatası) fosili insanoğlunun uzak geçmişini aydınlatıyor.

40

Metabolizmayı hızlandırmanın püf noktaları!

30 ANALIZ VE LABORATUVAR TEKNOLOJILERI FUARI www.expoanalytech.com

19-21 NISAN 2018

ORGANIZASYON

BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR.



3

www.labmedya.com

H EPI M I Z D Ü NYAY I DU YUL ARI M I Z L A A LG I L I Y ORU Z A M A H ER BI RI M IZ VER I L ERI FARK LI YÖN TEM L ERL E S EÇI Y ORU Z , YAN I KI M I M I Z GÖRERE K , KI M I M I Z D OK U NA R A K , KI M I M I Z D U YARA K . B U DA AY NI OL AY I N H ERKESTE FARKL I ET K I LE R BI RAK T I Ğ I N I , FA RKL I ŞEK I L D E A LG I L AND I ĞI NI I FA D E ED I Y OR. B U FA RKL I L I K ÖĞRE N M E , DÜ ŞÜ NM E, K ARA R VER M E TARZ L AR I M I Z I DA ET K I L I Y OR.

HER INSAN FARKLI BIR DUYUSUYLA DÜNYAYLA ILETIŞIME GEÇER Önce konunun temeli olan NLP’den kısaca bahsetmek isterim; NLP yani Neuro Linguistic Programming “Sinirsel Dil Programlama Yöntemi” yaşamımızda üzerinde düşünmeden, otomatik olarak gerçekleştirmiş olduğumuz algılama, düşünme ve davranış süreçlerini, bilinçli hale getirme ve geliştirmede etkin olarak kullanılan bir yöntem olarak tanımlanıyor. NLP’nin 1970’li yılların başında henüz bir öğrenci olan Richard Bandler ile dil bilim profesörü John Grinder’in çalışmaları ile ortaya çıktığı, birçok bilim adamının çalışmaları referans alınarak bu yöntemin temellerinin oluşturulduğu biliniyor. NLP’nin altyapısını, insanların çevrelerini nasıl algılayıp ne şekilde tepki gösterdikleri, nasıl iletişim kurdukları ve davranış kalıpları üzerinde yapılan araştırmalar oluşturuyor.

DÜNYAYI NASIL ALGILADIĞINIZI BILIYOR MUSUNUZ? Eliz Esra Şimşek

NLP insanları temsil sistemlerine göre 3 ana gruba ayırıyor. Görsel, işitsel ve dokunsal… Tatsal ve kokusal grupları da var, ancak ağırlıklı olarak insanlarda bu 3 temsil sistemi bulunuyor. Görseller; zihinlerinde hep görüntülerle yaşarlar, düşünürken, bir şeyler hatırlamaya çalışırken, konuşurken bakışları hep yukarıya doğrudur. Vizyon sahibi olurlar, zihinlerindeki görüntüyü karşılayan seçimler yaparlar. Göz teması kurmaktan hoşlanır, yüz yüze görüşmeleri tercih ederler. Konuşmaları genellikle hızlı ve tempoludur. Görselliğe çok önem verirler, düzenlidirler, hem çevresinin düzenli olmasına, hem de giyimine çok özen gösterirler. Ayrıca görsel hafızaları da çok iyidir. Yazmayı, çizmeyi, hayal kurmayı severler. Konuşmalarında görmekle ilgili ifadeler çok kullanırlar “ben öyle görmüyorum”, “gözümde tütüyor” vb. İşitseller; dünyayı seslerle, sözlerle algılarlar. Aynı zamanda iç sesleri de güçlüdür. Düşünürken, konuşurken gözleri genellikle kulak hizasında sağa veya sola doğru bakar. Detaycı ve planlıdırlar. Telefonda iletişim kurmaktan hoşlanırlar, konuşmaları her zaman oldukça akıcı ve ifadeleri açıktır. Duyduğu şeyleri unutmazlar, iyi dinleyicidirler. İşitseller için müzik vazgeçilmezdir, ortamın sesini çok önemserler. Konuşmalarında duymaya yönelik ifadeler kullanırlar “sesini özlüyorum”, “cıvıl cıvıl”, “kulak kesilmek” vb. Dokunsallar; için duyguları, hisleri çok önemlidir, dünyayı böyle algılarlar. Düşünürken, karar verirken hislerini ön planda tutarlar. Konuşurken, düşünürken bakışları genellikle aşağıya doğrudur. Yavaş karar alırlar, şu anda ne hissettikleri önemli olduğundan kararlarına buna göre yön verirler. Çok yavaş konuşurlar, iletişimde fiziksel temasa önem verirler. Görseller hızlı konuştuğundan onlarla iletişim kurmakta zorlanabilirler. Rahat

kıyafetler ve konfor onlar için çok önemlidir. Konuşmalarındaki ifadeler hep hissetmeye dönüktür “Her şeyin iyi olacağını hissediyorum”, “Kendimi baskı altında hissediyorum”, “İşler çok yoğun” vb. Dokunsal temsil sistemine sahip olan insanlar fiziksel temasa önem verirler Temsil sistemlerinin genel özelliklerini özet olarak verdim çünkü ana temsil sistemleri ve diğer alt sistemlerle ilgili birçok kitap ve yazı bulabilirsiniz. Önemli olan kendinize ve çevrenizdekilere bu açıdan bakmaya başlamanız ve iletişim kalitenizi artıracak bu araçtan faydalanmanız…

Şimdi de bu bilgileri nerelerde kullanabileceğinize bakalım: 1. Ağırlıklı temsil sisteminizin dışındaki sistemleri de geliştirebilirsiniz. Mesela işitsel temsil sisteminiz zayıfsa, çevrenizden iyi bir dinleyici olmadığınıza dair şikayetler alıyor olabilirsiniz. Bugünden itibaren iyi bir dinleyici olmak konusunda kendinizi geliştirmeye başlamaya ne dersiniz? Bu değişim çevrenizdeki kişileri daha doğru algılamanızı böylece ilişkilerinizi güçlendirmenizi sağlayabilir! 2. Çevrenizdeki kişilerle sahip olduğunuz temsil sistemini paylaşarak size uygun iletişim şekliyle yaklaşmalarını sağlayabilirsiniz. Görsel olduğunuzu farz edelim, ama sevgiliniz size sadece sevgi sözcükleri söylemekten hoşlanıyor… Küçük bir sürpriz veya hediyeyle sevgisini görmeyi tercih edeceğinizi bilmesi harika olmaz mıydı! Ya da dokunsal iseniz sadece sarılmasına ihtiyacınız olduğunu…

3. Ekiplerinizin daha etkin olmasını sağlayabilirsiniz. Yöneticiyseniz ekibinizdeki üyelerin temsil sistemlerine uygun iletişim yöntemlerini seçmek, iş sonuçlarınızdaki performansınızı olumlu etkileyebilir. Siz görsel temsil sistemine sahipseniz ve grafik, tablo ve slaytlarla ekibinize bir şeyleri anlatıyor ve çoğunlukla görsellere uygun ifadeleri kullanıyorsanız, işitsel veya dokunsal temsil sistemine sahip olan üyelerden daha az verim elde ediyor olabilirsiniz. Ekibinizi tanımak ve onlara uygun iletişim yöntemleri yaratmaya ne dersiniz? 4. Eğitimlerden daha verimli sonuçlar elde edebilirsiniz. Şirketinizde verilecek eğitimlerde eğitim araçlarının ve eğitim dilinin her temsil sistemine uygun şekilde hazırlanmasını sağlayarak katılımcıların daha başarılı sonuçlar elde etmesine etki edebilirsiniz. 5. Çocuklarınızın tüm temsil sistemlerinin gelişmesini sağlayabilirsiniz. Günümüzde çocukları genellikle görsel yönden geliştirecek etkenler oluyor, özellikle işitsel temsil sisteminin gelişimiyle ilgili çabalar oldukça az ve okul döneminin etkin olması bakımından bu yönlerinin gelişmesi de oldukça önemli. Temsil sistemlerini ve geliştirilebileceğini artık biliyorsunuz, çocuklarınız 0-6 yaş aralığındayken hem evdeki aktivitelerini hem de okul öncesi eğitim sürecini tüm temsil sistemlerini geliştirecek bir yaklaşıma göre planlayabilirsiniz.


4

www.labmedya.com

Prof. Dr. Kadir HALKMAN Ankara Üniversitesi Gıda Müh. Böl.

Merhaba, Çoğumuz arkadaşlarımıza şaka yaparız. Bazen dozunu ayarlayamadığımız da olur. Şaka yapmaya kalkarken, yakınlarını ciddi şekilde kıranlar da oluyor. Bir de adam işletme dediğimiz türden şakalar var. Hatırladığım kadarı ile 1970’li yılların sonu idi, bir televizyon programında Cine5 şifresini kırmak için, evde kullandığımız mutfak havlusuna, bir sıvı döktüler ve şifreli olduğu için karartılmış ekranı, bu havluyla sildiklerinde karşımıza şifresi kırılmış Cine5 çıktı. Muhteşem bir zekâ ürünü olan bu şaka, televizyonda yayınlandıktan sonra birçok mühendis, doktor gibi okumuş yazmış kişiler bu şakayı yedi. Yani işlediler ve ertesi gün bakkallardan, eczanelerden Cine5 şifresini kıran ilaç aradılar. Aynı programda bunun gibi başka şakalar da vardı. Ben de arkadaşlarımı

SORUMSUZ HABERLER işlettim, tabi ki onlar da beni işlettiler. Arkadaşımın bilgisayarına virüs bulaşmış, [sana da bulaşmış olabilir] diyerek bilgisayarı ile beraber Hacettepe Acil’e gönderdim. Çok gücendi ama sonra barıştık. Televizyonlarda ve bilgisayarlarımızda, kamera şakaları izliyoruz. Bir kısmı gerçek zekâ ürünü iken, bir kısmı tam olarak eşek şakası. Son zamanlarda e-postanın yerini ciddi şekilde WhatsApp aldı. Her gün birbirimize WhatsApp iletileri gönderiyoruz. Güzel fıkralar, karikatürler, videolar, uyarılar, fotoğraflar gönderiyoruz. Bir fıkrayı arkadaşlarımıza gönderirken sorgulamaya gerek yok. Adı üzerinde fıkra. Ancak, bazı iletileri hiç sorgulamadan arkadaşlarımızla paylaştığımız da oluyor. Bu bizim iyi niyetimizin sonucu ama

insanları paniğe düşürüyoruz. Özellikle sağlık ile ilgili haberler çok hızlı yayılıyor. Birileri, ne amaçla olduğu anlaşılamayan nedenlerle saçma sapan iletiler hazırlıyorlar. Bazıları belirli bir firmayı karalama kampanyasından ibaret. Bunu anlamak kolay. Hedef gösteriliyor ve ne yazık ki hedef gösterilen firma zarar görüyor. Yakın bir arkadaşımdan bir video geldi. Hayvanlar canlı canlı bir tambura atılıyor, döner bıçaklar hayvanı tümüyle parçalayarak aşağıya indiriyor sonra, bir sosis fabrikasından görüntüler. Yabancı bir video. En sonunda [bir daha sosis yer misiniz?] şeklinde bir sorgulama var ama firma ismi açıkça görülüyor. Asılsız karalama kampanyası ama inanan olacaktır. En azından hayvanın derisi, boynuzları ve kemiği, sosis üretiminde kullanılamaz.

katkısından bahseden WhatsApp iletileri geldi. Aynı ileti 4-5 yıl kadar önce e-posta ekinde gelmişti ve o zaman da gıdada kullanılan solitin adlı bir madde olmadığını, haberin tümüyle uydurma olduğunu yazmıştık. Şimdi birileri aynı saçma yazıyı ısıtıp yeniden servis ettiler. Bu gibi asılsız haberler, insanlarda korku yaratıyor. Sırf bu amaçla yazılıp servis edildiğini düşünüyorum. Yani birileri, insanların korkması ve paniğe kapılması ile besleniyorlar. Bir çıkarları olmalı. Bunlar, şaka olsun diye yazılacak şeyler değil. Gıda konusunda her zaman şunu söylüyoruz: Bir sorun olursa bizden duyarsınız, arkadaşınızdan değil. Sevgiyle,

Son zamanda solitin adlı bir gıda

DÜNYANIN İLK GÖZ İÇI ROBOTIK CERRAHISI BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTIRILDI O X FORD ÜNIVERSITESINDEN BIR GRUP CERRAH, DÜNYADA ILK KE Z R O BOT DESTEKLI GÖZ IÇI CERRAHISINI INSA N G Ö ZÜNDE B AŞAR IY LA G E RÇEKLEŞTIRDI. Oxford Üniversitesi Biyomedikal Araştırma Merkezi tarafından fonlanan randomize çalışmada 6 hastaya standart manuel cerrahi uygulanırken 6 hastaya robotik cerrahi uygulandı. Çalışmada tüm hastalara genel anestezi altında aynı cerrahi işlem uygulandı (internal limitan membran soyulması ya da epiretinal membran temizliği). Robotik cerrahi gerçekleştirilen hastalarda ortalama cerrahi süresi 213 saniye, standart manuel cerrahi uygulan grupta ise 130 saniye oldu. Operasyon

sırasında robotik cerrahi grubunda iki retinal mikrohemoraji ve bir retinal yırtık oluşumu görülürken, manuel grupta 5 retinal mikrohemoraji ve 2 retinal yırtık izlendi. Sonuç olarak her iki grupta da cerrahi başarı ile sonuçlandı ve herhangi bir komplikasyon izlenmedi. Cerrahiyi gerçekleştiren ekipten Dr. Robert MacLaren istatistiksel olarak anlamlı fark olmasa da robotik cerrahi uygulanan hastalarda ameliyat esnasında görülebilen retinal kanamanın daha az sayıda görüldüğünü ifade etti. Dr. MacLean şu

şekilde devam etti: “Robotik teknoloji ile insan elinin kapasite ve yeteneğinin ötesine geçmek mümkün olabilecek. Robotik bir cerrahi sistem, retinanın altına gerçekleştirilecek olan operasyonlarda ya da gen terapisi veya kök hücre enjeksiyonları gibi retinanın altına yapılacak olan enjeksiyonlar sırasında çok büyük avantajlar sağlayacak.” Kaynak: http://www.arvo.org /Eye - Medscape - May 29, 2017.



6

www.labmedya.com

DÜNYANIN EN SAĞLIKLI ÜLKELERİ... Bloomberg Global Health Index‘in 163 ülke arasında yaptığı, ortalama yaşam beklentisi, ölüm sebepleri ve yetersiz beslenme, yüksek tansiyon ve tütün ürünleri kullanımına bağlı risklere göre yaptığı değerlendirmenin sonucunda ortaya çıkan, dünyanın en sağlıklı 10 ülkesi ile karşınızdayız.

Avustralya’da lokal malzemelerden üretilen yemekler bir trend değil yaşam tarzı. Bunun yanına bir de muhteşem sahilleri kattığınızda Avustralyalılar’ın neden bu kadar mutlu ve sağlıklı olduğu ortaya çıkıyor.

taze deniz ürünleri ve serbest dolaşan hayvanların etine yer veriyorlar. Bu sağlıklı beslenme ve aktif yaşam sayesinde ülkede ortalama yaşama süresi 80 yıl.

katılımcıların %80’i her gün meyve ve sebze tükettiklerini söyledi. Üstelik İsrailliler yaşları ilerledikçe daha da sağlıklı besleniyor.

İSRAIL

İTALYA

İZLANDA

AVUSTRALYA

Açık havada spor yapmaya çok düşkün olan İzlandalılar, günlük beslenmelerinde

İsrail’in beslenme rutininde sebze, balıklar ve doymamış yağ yer alıyor. Devlet destekli tarım araştırma organizasyonu Volcani Center’ın yaptığı araştırmada

İtalya’da beslenme zeytinyağı ve sebze üzerine kurulu, dolayısıyla kolestrol seviyesi çok düşük. Bloomberg‘in haberine göre, ortalama yaşam süresinin 80 yıl olduğu ülkede bir doktor fazlalığı da var.

JAPONYA Beslenme ve egzersiz kombinasyonu sayesinde dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip ülkelerinden biri olan Japonya’da hara hachi bu yani %80 doyana kadar yemek yemek uzun yaşamanın sırlarından biri gibi gözüküyor.

LÜKSEMBURG Belçika, Almanya ve Fransa arasında konumlanan bu küçük ülke peynir, et ve patatesiyle herkesin hayali. Okullarda fiziksel aktivitenin teşvik edilmesi ise sağlıklı yeni nesiller yetişmesinin önünü açıyor.

SINGAPUR Yaşamak için dünyanın en pahalı yeri olan Singapur, Asya’nın en sağlıklı ülkesi. Gastro sahnesiyle ünlü olan bu şehir-ülkede, kaliteli sağlık hizmetleri de oldukça uygun fiyatlarla sunuluyor.

İSPANYA İspanya mutfağı denince akla zeytinyağı, taze sebzeler, yağsız et ve kırmızı şarap geliyor. Üstelik İspanyollar Avrupalılara göre çok daha az fast food tüketiyorlar. Tabi sağlıklı olmalarında iyi bir siesta‘nın da rolünü unutmamak lazım.

İSVEÇ Az karbonhidrat, çok zararsız yağ ağırlıklı bir diyete sahip olan İsveç, Nordik ülkeler arasında en uzun yaşam beklentisi olanlardan biri. Eğer fika ve saunalar ülkesi İsveç’e taşınmayı düşünüyorsanız tembelliğinizi arkada bırakmalısınız. Avrupa Komisyonu’nun 2013 yılında yaptığı bir araştırmaya göre İsveçliler düzenli egzersiz yapan en kalabalık nüfusa sahip.

İSVIÇRE US News & World Report‘un dünyanın en iyi ülkesi seçtiği İsviçre’nin sağlıklı ülkeler listesinde yer alması elbette şaşırtıcı değil. Dünyanın en iyi sağlık sistemlerinden birine sahip olan İsviçre’de uzun yaşam beklentisi de oldukça fazla. Alpler’deki temiz hava ve kayağın buna etkisi ise mutlak.


90 dakika boyunca boyunca yüksek yüksek sıcaklıklaraa kkaarrşşıı ddaayyaannııkkllııddıırr!! laboratuvar tasarımında tasarımındaemniyetli emniyetlisaklama saklamadolapları, dolapları, Modern laboratuvar OMNILAB güvencesiyle güvencesiyle Türkiye Türkiyestoklarında! stoklarında! Şimdi OMNILAB

DÜPERTHAL CLASSIC Serisi DÜPERTHAL CLASSIC Serisi 90 dakika yangına dayanıklı 90 dakika yangına dayanıklı

DETAYLI BİLGİ İÇİN: DETAYLI BİLGİ İÇİN: info@omnilab.com.tr info@omnilab.com.tr OMNILAB LABORATUVAR MALZEMELERI SAN. VE TIC. LTD. ŞTI. OMNILAB SAN. VE TIC. LTD. ŞTI. 1201 / 1 SK.LABORATUVAR NO:2 SU PLAZAMALZEMELERI K:3/306 MERSİNLİ - 35170 İZMİR 1201 / 1 SK. NO:2 SU PLAZA K:3/306 MERSİNLİ 35170 İZMİR 0(232) 469 42 44 | www.omnilab.com.tr 0(232) 469 42 44 | www.omnilab.com.tr

ESNEK● GÜVENİLİR● KİŞİSEL● ESNEK● GÜVENİLİR● KİŞİSEL●


8

www.labmedya.com

İNSAN BEYNI BILGISAYARA BAĞLANIYOR

BILIM KELLIĞE ÇÖZÜM BULDU

GÜNEŞLENMEDEN BRONZLAŞMAYI SAĞLAYAN ILAÇ KANSERI ENGELLEYEBILIR

YAŞLILAR NEDEN HUYSUZ OLUYOR?

Elon Musk, yeni duyurduğu haberle bilimkurgu romanlarını aratmayacak bir alana el atıyor; insan beynini bilgisayara bağlamak. Yakın bir gelecekte insanlar düşüncelerini bilgisayara yükleyebilecek ya da bilgisayarda bulunan verileri kolaylıkla beyinlerine aktarabilecekler. Bu sayede insanın bilişsel kabiliyetlerini daha yüksek bir seviyeye çekilebileceği düşünülüyor. Geliştirilecek teknoloji ile insan kendi düşüncelerine ve bilgilerine sahip yapay bir zeka oluşturabilme becerisi kazanacak. Fakat Musk bu konuda rakipsiz değil, Facebook da geliştirmekte oldukları ‘Building 8’ adlı gizemli bir teknoloji ile aynı alana el atmaya hazırlanıyor. Bu yönde atılacak adımlar öncelikle yapay zeka üretiminde insanların bilgi ve birikimlerinin bilgisayarlara aktarılmasını sağlayacak gibi görünse de, projelerin başarılı olması durumunda ölmeden önce insanların beyinlerindeki tüm bilgi ve anılarını bilgisayarlara aktararak yapay bir zeka üzerinden varlıklarını ve birikimlerini sürdürebilmeleri mümkün olacak.

Huffington Post’ta yer alan habere göre, 52.000 erkeğin DNA’sına dayanan bulgular, birinin kel olma ihtimalini ve hatta yeni tedaviyi belirleyebilmesi için genetik bir testin yolunu açabilir.

En son bulgular, saç yapısı ile ilgili düzinelerce gen ortaya koyarken, kellik ve benzeri rahatsızlıkları tedavi etmek için ilaç hedefleri ortaya koyabilir.

Bilim insanları güneş ışığının etkisini taklit ederek derinin bronzlaşmasını sağlayan bir ilaç geliştirdi. Deri örnekleri ve farelerdeki testlerde başarıya ulaşan ilaç derinin melanin pigmenti üretmesini sağlıyor. Testlerdeki bulgular, normalde bronzalaşamadan güneş yanığı olan kızıl saçlı insanların bile bu ilaçla bronzlaşabileceğini gösteriyor. Massachusetts General Hospital’da araştırmayı yürüten ekip, bu ilacın hem cilt kanserine karşı hem de ciltteki yaşlılık belirtilerine karşı kullanılabilmesini umuyor. Deriye sürerek uygulanan ilaç, sürüldüğü bölgenin bronzlaşmasını sağlıyor. Güneş ışığına maruz kalarak gerçekleşen bronzlaşma, derinin zarar gördüğü bir süreci de içeriyor ve ultraviyole ışığa maruz kalmaktan kaynaklanan cilt kanserine yol açabiliyor. Cell Reports dergisinde detaylıca anlatılan testleri yürüten ekipten David Fisher, ilacın gelecekte güneş kremlerine de katılabileceğini söylüyor.

Yaş ilerledikçe neden huysuz oluyoruz? Bu sorunun yanıtını İskoçya’da yapılan bir araştırma ortaya çıkardı. İskoçya’da yapılan bir araştırma, insanların 52 yaşından itibaren mizah anlayışlarını kaybetmeye başladıklarını ortaya koydu. Glamorgan Üniversitesinden bir grup bilim adamı, gerek kadınların, gerekse erkeklerin bu yaştan itibaren olayların gülünç yönlerini görebilme yeteneklerini yitirmeye başladıklarını ve dolayısıyla daha asabi ve somurtkan olduklarını gözlemledi. 60’ından sonra erkeklerin kadınlara nazaran 4 kat daha fazla “dırdırcı” olduğunu gösteren araştırma sonuçları, insanların yaşamlarının farklı dönemlerinde farklı gülme alışkanlıklarına sahip olduklarına da işaret ediyor. Örneğin, bir bebek günde 300 kez gülümserken, 20-30 yaşlarındaki bir kişi de bu sayı 4’e kadar geriliyor. Gülmenin vücudun mutluluk hormonu salgılamasına yardımcı olduğunu hatırlatan bilim adamları, insanlara “gülmeyi unutmayın” tavsiyesinde bulunuyor.

MIKROALGLER ILE BIYO-DIZEL ÜRETMEK MÜMKÜN

ALZHEIMER TEHLIKESINE KARŞI MINYATÜR BEYIN ÜRETTILER

TÜKÜRÜKLE ŞARJ OLAN BATARYA GELIŞTIRILDI!

İNSANLAR ‘UZAKTAN KUMANDA’ EDILEBILECEK!

National University of Mexico’dan bilim insanları tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre, atık sularda üretilen mikroalgler yardımıyla 3 saatte biyo-yakıt üretmek mümkün.

Çağın hastalığı Alzeimer’ın etkisini azaltmak isteyen bilim insanları cilt hücresinden geliştirdikleri ‘minyatür beyinle’ binlerce Alzheimer hastasına umut ışığı oldu. Cilt hücrelerinden elde edilen bir tür minyatür beynin hastalığın neden olduğu hasarı durdurabileceği iddia ediliyor İngiltere’nin Aston Üniversitesi bilim insanları, çağın hastalığı Alzheimer’a ‘Dur’ diyebilecek bir gelişmeye imza attıklarını duyurdu. Gazete Habertürk’te yer alan habere göre; Laboratuvar ortamında yapılan yöntemde insandan alınan cilt hücreleri onları kök hücre haline getiren 4 tip gen ile birlikte bir kabın içine kondu. Kaptaki özel solüsyonun tetiklediği süreçte kök hücreler iki minik kürecik haline dönüştü. Bilim insanlarına göre bu küçük beyin kürecikleri ön beyinden serebral kortekse (Beynin karar merkezi) kadar pek çok bölümün yanı sıra anne karnında 6’ncı ayını dolduran bebeğin beyninin nöron kapasitesine de sahip.

İnsanlık daha fazla ve daha çeşitli enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyor. Günümüzde her türlü elektronik cihaz için tonla farklı batarya kullanıyoruz. Ama bunların çoğu ya yeterli kapasiteye sahip değil veya acil durumlarda taşınmaları zor ve üretimleri pahalı. Bu yüzden dünyanın farklı yerlerinde araştırma ekipleri alternatif batarya teknolojileri geliştiriyor. Tükürükle çalışan bu batarya da o yenilikçi fikirlerden biri. New York’daki Binghamton Üniversitesi’nde geliştirilen bu batarya kağıt bazlı ve çok minik mikrobik yakıt hücreleri içeriyor. Dondurulmuş exoelektrojenik hücreler, bir parça tükürük ile temasa geçince tepkime gerçekleşiyor ve elektrik üretmeye başlıyorlar. Bu bataryaların soğuk ortamda tutulması ömürlerini uzatıyor ama kapasiteleri düşmüyor. Tükürük de dünyanın her yerinde kolayca temin edilebilcek bir malzeme olduğu için kullanımı çok pratik.

Bilim insanları, laboratuvar farelerinin beyinlerine özel parçalar yerleştirerek, hareketlerini kontrol altına aldıklarını açıkladı.

Bu yeni tedavi yöntemi, başarılı olursa, daha önce meydana gelen hafıza kaybını tedavi edemeyebilir ancak hastalığın daha da ilerlemesine engel olabilir.

Üretimi çok ucuz olan bu bataryalar, pahalı ve ağır pillerin taşınmasının ve depolanmasının mümkün olmadığı yerlerde kullanılmak için tasarlanmış.

Biyo-dizel üretiminde elde edilen enerjinin yaklaşık %45’i mikroalglerin toplanmasına harcanıyordu. Bu sebeple araştırmacılar mikroalglerin biyo-dizele dönüştürüldüğü süreç üzerine yoğunlaştılar. Ayrıca bilim insanları mikroalglerin doğal çevrelerini değiştirmediler ve genetiği değiştirilmiş türleri de kullanmadılar. Yaygın kullanılan yöntemlerle bütün bir biyo-dizel üretim süreci haftalar sürüyor. Mikroalglerin gelişmesi ise 24 saatten az sürüyor ve çok hızlı bir şekilde biyodizele dönüştürülebiliyorlar. Mikroalgler geliştikten sonraki süreç yaklaşık 3 saat sürüyor. Yani mikroalgler ile, sürekli biyoyakıt üretilebilir. Su arıtımında kullanılacak küresel enerjinin 2030 yılı itibarıyla %44’e yükseleceği ön görülüyor. Biyo-dizel kullanımının da sera gazlarının emisyonlarını azaltılmasına yapacağı çevresel katkı sayesinde oldukça faydalı olduğu söylenebilir.

Araştırmanın başında bulunan Edinburgh Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Saskia Hagenaars, “Yüzlerce yeni genetik sinyal belirledik. Cinsiyetin birçoğu erkek tipi kelliklere ait sinyallerin annelerinden miras kalan X kromozomundan geldiğini görmek ilginçti.” Bir kişinin kellik ihtimalini önceden tahmin etme henüz biraz uzak olsa da, araştırmacılar şimdi nüfusun alt gruplarını daha büyük bir riskle tespit edebiliyorlar. PLOS Genetics’te yayımlanan çalışmadan önce, kellik ile ilgili yalnızca bir avuç gen tespit edilmişti.

Amerikalı bilim insanları, laboratuvar farelerinin beyinlerine özel parçalar yerleştirerek, hareketlerini kontrol altına aldıklarını açıkladı. Buffalo Üniversitesi’nden Arnd Pralle liderliğindeki bir ekip, önce farelerin beynindeki hareket kontrol merkezinde yer alan belirli nöronlara DNA dizeleri ve nanopartiküller yerleştirdi. Elektromanyetik dalgalalarla ısıtılan partiküller, el ve kolların hareketini yöneten nöronları da ısıtarak harekete geçirdi. Komutları uygularken farenin uzuvlarının kontrolünü tamamen yitirdiği tespit edildi. Çalışmanın beynin fonksiyonları ve yapısına ilişkin yeni araştırmalara ışık tutması bekleniyor.



10

www.labmedya.com

EV YOĞURDUNUN 9 FAYDASI Y O Ğ U RD U N KALSIYUMUN B AŞLIC A K AY NAK L AR INDAN OL DUĞUN U B IL IY OR U Z A M A D I Ğ E R FAYD A L A RINDAN PEK ÇOĞUMUZU N H AB ER I Y OK . OY SA H ER GÜN DÜZEN L I O LA R A K T Ü KE T I LD I Ğ I N D E B A Ğ I Ş I KL IĞI GÜÇLENDIR MESINDE N B AĞIR SAK SAĞL IĞINI K OR UMASIN A, YA Ğ YA KI M I N I HIZ L A ND IRMASINDAN TAT LI K R IZ IN I ÖN L EMESIN E DEK VÜCUDUMUZ IÇ IN ÇO K Ö N E M LI FAY D A LA R I VA R . Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Özge Öçal, yoğurdun sadece kalsiyum kaynağı olmasıyla değil, içerdiği protein ve yararlı bakteriler ile de sofraların baş tacı olmayı hak ettiğini belirterek “Özellikle günlük süt ile evde mayalanan yoğurdun probiyotik içeriği artıyor ve bağırsaklar için daha da faydalı bir hal alıyor” diyor. Yetişkinlerin günde bir kase, çocukların da en azından günde 6 yemek kaşığı ev yoğurdu tüketmeleri gerektiğini vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Özge Öçal, ev yoğurdunun 9 faydasını anlattı, yoğurt yapımı tarifi verdi.

BAĞIRSAK SAĞLIĞINI KORUYOR Katkı maddesinden uzak evde yapılan doğal yoğurtlar, hazır yoğurtlara göre daha yüksek miktarda probiyotik içeriyor. Bu bağırsak dostu bakteriler ise, bağırsak duvarında bulunan ve besin emilimini sağlayan villusların yapısını koruyarak bağırsak hareketlerini düzenliyor. Bu sayede kabızlık, ishal, hazımsızlık gibi sıkıntıların da önüne geçiyor.

YAĞ YAKIMINA DESTEK OLUYOR Yoğurt içerdiği kalsiyum sayesinde özellikle karın bölgesinde oluşan yağlanmanın azaltılmasında etkili oluyor. Yapılan çalışmalar diyetlerinde yoğurt tüketenlerin, tüketmeyenlere oranla kilo kaybının daha fazla olduğunu gösteriyor.

TANSIYONU DÜZENLIYOR Amerikan Kalp Vakfı’nın yaptığı ve 15 yıl süren bir çalışmada, düzenli yoğurt tüketmenin yüksek tansiyon riskini

azalttığı ve her gün bir kase yoğurt tüketen kişilerin büyük tansiyonlarının normal değerlerde olduğu ortaya konuluyor. Yoğurdun sağladığı bu etkinin, içerdiği yararlı bakteriler sayesinde olduğu düşünülüyor.

BAĞIŞIKLIK SISTEMINI GÜÇLENDIRIYOR Yoğurt, bağışıklık sistemini destekleyen, hastalık ve enfeksiyon gibi durumlarla savaşan T hücrelerinin aktivasyonunu artırıyor ve daha güçlü hale getiriyor. Bağırsak sağlığı için önemli dost bakteriler sayesinde de bağışıklığı destekleyerek vücudu enfeksiyona karşı dirençli hale getiriyor. Aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendiren immunoglobulin A’dan da zengin bir besin.

DIŞ VE KEMIK SAĞLIĞINI DESTEKLIYOR Beslenme ve Diyet Uzmanı Melis Torluoğlu “İçerdiği kalsiyum sayesinde çocuklarda diş ve kemik oluşumunu destekleyen yoğurt, yetişkinlerde de özellikle yaşın ilerlemesiyle beraber oluşan osteoporoz, kemik yoğunluğunda azalma gibi hastalıkların önüne geçiyor. Bu yüzden her gün üç porsiyon süt ve süt ürünü tüketilmesi ihmal edilmemeli” diyor.

KOLESTEROLÜ DÜZENLIYOR Özellikle kaymaksız olarak tüketilen ev yoğurdu kolesterolün düşürülmesine destek oluyor. Bu etkisini bağırsak villuslarının sağlığını sürdürmesini sağlayan yararlı bakteriler sayesinde

yapıyor. Bağırsaklarda oluşan emilim bozukluklarını önleyerek, fazla yağın dışkı ile vücuttan atılmasını sağlıyor ve bu şekilde kolesterol seviyelerinin yükselmesini önlüyor.

CILT VE DERI HASTALIKLARINA KARŞI KORUYOR Bilimsel çalışmalar yoğurdun, içerdiği yararlı bakteriler sayesinde ciltte oluşan sivilce ve kızarıklıklara iyi geldiğini gösteriyor. Probiyotik bakteriler sayesinde aynı zamanda kadınlarda sıklıkla karşılaşılan vajinal mantar enfeksiyonlarına karşı da koruyucu rol oynuyor.

KAS GELIŞIMINI DESTEKLIYOR Yoğurt içerdiği protein sayesinde özellikle egzersiz sonrası yıpranan kasların onarılmasında görev alıyor. Protein dokuların gelişmesi ve onarılmasını sağlayan temel besin öğesidir. Doğru protein kaynakları tüketerek de kas gelişimi ve yıpranan kasların onarımını sağlamak mümkün. Bu protein kaynaklarının başlıcalarından biri de süt ve süt ürünleri.

sağlamaktır. Üstelik kan şekeriniz ne kadar dengeli olursa abur-cubur ve tatlı istekleriniz de o kadar az olacaktır. Özellikle canınız tatlı istediğinde ise ev yapımı meyveli yoğurt yaparak ya da meyve ve yoğurdu blenderdan geçirdikten sonra dondurarak son derece sağlıklı tatlılar elde edebilirsiniz” diyor.

SÜT SEÇIMINDE BUNLARA DIKKAT! • Yoğurt yaparken tercih edeceğiniz sütün sağlıklı ve hijyenik kurallara uygun olarak size ulaşması çok önemli. Zira süt mikroorganizmaların üremesi için çok iyi bir ortam oluşturduğundan çok kolay bozuluyor. • Yoğurdunuzu günlük sütten yapmaya ya da açık süt alıyorsanız güvenilir yerlerden almaya dikkat edin. • Günlük süt alsanız dahi ocağa koyduğunuzda mutlaka kaynatın. Özellikle iyi kaynamayan açık sütlerden başta tüberküloz, brusellozis ve kuduz olmak üzere birçok hastalık bulaşabiliyor.

TATLI ISTEĞININ ÖNÜNE GEÇIYOR Yanlış duymadınız! Bir kase yoğurt tüketerek tatlı isteğinizi önleyebilirsiniz. Beslenme ve Diyet Uzmanı Özge Öçal, “Bir kase yoğurt protein, karbonhidrat ve yağ miktarını dengeli bir şekilde içerdiği için kan şekerinin dengelenmesini sağlıyor. Sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri de kan şekerinin dengeli olmasını

• Açık sütü kaynatırken fokurdadıktan sonra ocağın altını kısıp, en fazla 5 dakika daha kaynatın. *Yapılan çalışmalar, gereğinden fazla kaynatılan sütteki vitamin ve minerallerde büyük kayıp olduğunu ortaya koyuyor. Kaynak: Vekamedya


Su analizleri dünyasında otomasyonu

kesfedin

Suda mikro kirletici analizleriniz için otomatik numune hazırlama dünyasına dalın! FREESTYLE XANA ile yüksek hacimli su numunelerinizi çok hızlı ve yüksek hassasiyetle analize hazırlayabilirsiniz. · 1 - 10 L hacimli su numuneleri için otomatik numune hazırlama · Otomatik SPE ve EVAporasyon üniteleri ile 7 gün 24 saat aralıksız ön hazırlık · Enjeksiyona hazır numunelerin GC, GCMS, GCMS/MS ve LCMS/MS viallerine aktarımı · Her marka/model analitik cihaz ile uyumlu · 3 ml ve 6 ml hacimli tüm SPE kartuşlarının kullanımına uygun · EVAporasyon ünitesi ile istenilen solvente numuneyi alma olanağı, böylece hem LC hem de GC analizlerine uygun numune hazırlığı (15 farklı solvent)

FREESTYLE™ XANA™

· 24 saatte 65 adet numune hazırlayabilme olanağı

Su Analizleri İçin Otomatik Numune Hazırlama Sistemi

İçme suları, atık sular, nehirler, göller, kıyı ve geçiş sularında yapılan pestisit, ilaç etken madde, hormon, akrilamid, aromatik amin, APEO, PFOS, PAH, fitalat, perfloro içeren yüzey aktif madde, sentetik tatlandırıcı vb. analizleri içindir.

GCMS-TQ8040

Gaz Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (GCMSMS)

©ANT Teknik, 2017 All rights reserved.

LCMS-8050

Sıvı Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (LCMSMS)


12

www.labmedya.com

AKILLI INSANLAR KIMSENIN ÇÖZEMEDIĞI PROBLEMLERI NASIL ÇÖZÜYOR? R I CHARD FEYNMAN 1965 YILINDA NOBEL FIZIK Ö DÜL Ü’NÜ KAZANMIŞTI. O DÖNEMLERDE, TÜM ZAMANLARIN EN BÜY ÜK F IZIKÇILE R INDE N B IR I O L ARAK GÖRÜLÜYORDU.

Sayı: 43

Eylül - Ekim 2017 ISSN: 2148-953X

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Editör Taşkın EROĞLU Grafik Tasarım Gülden KARADENİZ Danışma Kurulu Prof. Dr. Kadir HALKMAN Prof. Dr. Aziz EKŞİ Melek MALKOÇ Uzm. Yelda ZENCİR Özlem Etiz SAĞDAŞ Nevin KOÇAKER Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN Mali Danışman İrfan BOZYİĞİT SMMM İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel: 0 312 342 22 45 Fax: 0312 342 22 46 e-posta: bilgi@labmedya.com Abonelik abone@labmedya.com Yayın Türü Yerel Süreli

www.prosigma.net - info@prosigma.net Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi Eylül 2017- Ankara Ücretsizdir. Labmedya Gazetesi’nde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. WHAT IS LABMEDYA ?

www.labmedya.com

Lisans eğitimini MIT’de alan ve doktorasını da Princeton Üniversitesi’nde yapan Feynman, o yıllarda hemen hemen tüm üniversitelerin matematik bölümlerine olan ilgisiyle ve en parlak matematik öğrencilerinin bile çözemediği problemleri çözmesiyle ünlenmişti. Feynman bunu nasıl yapabildiğini, kendi kitabında şöyle anlatmıştı: “Birgün lise öğretmenim Mr. Brader dersten sonra okulda kalmamı söylemişti. Sonra da ‘Feynman, çok fazla konuşuyorsun ve çok ses yapıyorsun. Nedenini biliyorum; çok sıkılıyorsun. Bu yüzden sana bir kitap vereceğim. Arkaya otur ve bu kitabı incele. Bu kitaptaki her şeyi öğrendiğinde, yine konuşmaya devam edebilirsin’ demişti. Ben de fizik derslerinde Pascal’in neler söylediğiyle veya derste işlenen konularla hiç ilgilenmedim. En arkada bu kitapla ilgileniyordum. Woods tarafından yazılmış Advanced Calculus’tü ismi. Fonksiyonlar, belirsiz sayılar, eliptik fonksiyonlar ve daha bir sürü muhteşem şey karşımdaydı. Bu kitap aynı zamanda integral simgesi altındaki bazı parametreleri nasıl değiştirebileceğimi bana öğretmişti. Bu, birçok üniversitede gösterilmeyen bir şeydi. MIT’deki veya Princeton’daki öğrenciler bazı integral sorularını çözemiyordu çünkü problemi standart metotlarla çözmeye çalışıyorlardı. Ben ise integrali diferansiyel denklemde deniyordum ve bazen işe yarıyordu. Böylelikle integral sorularını çözmek konusundaki ünüm arttı.” Zihinsel modeller: Cevapları aramak için umulmadık yerlere bakın. Bu konuyla ilgili “Beyin fırtınası: Tartışma becerilerini kullanarak problem çözme ve fikir oluşturma tekniği” başlıklı yazımıza gözatabilirsiniz.

ZIHINSEL MODELLER Zihinsel model aslında dünyaya bakma şeklidir. En basit haliyle, zihinsel model düşünmek için kullandığınız bir dizi aracı ifade eder. Her bir zihinsel model başka bir çerçeve sunar, böylelikle dünyaya veya belli bir probleme bu çerçeveden bakabilirsiniz. Feynman’ın stratejisi de kendi entelektüel sandığında tuttuğu benzersiz bir zihinsel modeldi. Aslında Feynman matematik doktorası yapan diğer öğrencilerden daha zeki değildi, sadece problemi farklı bir açıdan görüyordu. Bu konuyla ilgili “Var olan problemleri görmezden gelmenin psikolojik etkileri ve çözüm önerileri” başlıklı yazımıza da gözatabilirsiniz. Aynı soruna yaklaşmak için ne kadar fazla bakış açısı varsa elinizde, zihinsel modelleriniz de o kadar gelişmiş olur. Örneğin zamanınızı nasıl düzenlemeniz gerektiğini bilmiyorsanız, elinizdeki birkaç zihinsel modelden birini seçip uygulayabilir ve başarıya ulaşabilirsiniz.

ARAÇ KURALI Abraham Kaplan “The Conduct of Inquiry” isimli kitabında “araç kuralı” adını verdiği bir konseptten bahsediyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Ufacık bir çekici düşünün, yapabileceği her şeyin temeli çakmaya dayanıyor.” Kaplan’ın araç kuralı, “Eğer bir çekiciniz varsa, her şey çivi gibi görünür” kuralını anımsatıyor. Yani eğer dünyayı görmek için elinizde tek bir çerçeve var ise, karşılaştığınız tüm problemleri bu çerçeveye sığdırmaya meyilli olursunuz. Eğer zihinsel modelleriniz kısıtlıysa, çözüm üretme potansiyeliniz de sınırlı olur.

YENI ZIHINSEL MODELLER NASIL GELIŞTIRILIR? 1. Değişik kitaplar okuyun Herkesin okuduğu kitapları okuyorsanız, bir süre sonra herkesle aynı şekilde düşünmeye başlarsınız. Sınıf arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız veya eşinizle aynı şeyleri okuyorsanız, karşılaştığınız sorunlara onlardan farklı bir çözüm geliştirmeyi beklemeyin. Bu yüzden ya Feynman’ın yaptığı gibi ya herkesin okuduğundan farklı kitaplar okuyun ya da kendi ilgi alanınızın dışındaki kitapları karıştırın. Bir başka deyişle, cevapları aramak için umulmadık yerlere bakın. Zihinsel modeller: Her bir zihinsel model başka bir çerçeve sunar, böylelikle dünyaya veya belli bir probleme bu çerçeveden bakabilirsiniz. Bu konuyla ilgili “Problemlerinize bir de buradan bakın, içinizdeki bilim insanını uyandırın!” başlıklı yazımıza gözatabilirsiniz. 2. Alakasız fikirlerin nasıl da birbirleriyle alakalı olabileceğini gösteren şemalar çıkarın Yeni bir kitap okurken veya birini dinlerken, edindiğiniz yeni bilgilerin daha önceki bilgilerinizle ilişkili olabileceği alanları not edin. Birçoğumuz, edindiğimiz bilgileri ayrı ayrı silolar olarak görmeye meyilliyiz. Bu genelde öğretmenlerin kullandığı bir yöntem. Oysa gerçek hayatta bilgiler birbirinden ayrı unsurlar değil. Benzer şekilde dışarıdan alınan zihinsel modeller, asıl ilgi alanınız olan konularda derinleşmenizi de sağlar. Kaynak: Lifehack


13

www.labmedya.com

TÜRK KADINININ İLGİNÇ LİTERATÜR HİKAYESİ KİMYAGER ZEYNEP ÇİMŞİR

N ED EN EVD EK I T E M I Z L E Y I C I L E R I I Ç I NDEKI KIMYASALLAR YETMIYORMUŞ GIBI DAHA B AŞKA KI M YASAL L ARL A K A R I Ş T I R M A K I S T E R IZ.. İçimize sinmeyen ne olur? Kendimizi zehirleyecek kadar neden kasti hareket ederiz, canımızın değerini hiç bilmeyiz.

geçiren zehirlenmeye bir de bu yazıyla kısaca göz gezdirelim.

İsterim ki Türk kadını başka konularla girsin dünya literatürüne. Ama olsun belki bu güzel günlerin bir başlangıcıdır. Hepimiz bir şekilde denk gelmişizdir bu tarz zehirlenmelere. Özellikle son zamanlarda epey ses getiren ve Türk kadınını dünya literatürüne geçiren tuz ruhu-çamaşır suyu zehirlenmesine.

Sodyum Hipoklorit dezenfektan sektöründe bilinen iyi bir hammadde olmakla birlikte evlerdeki temizlik açısından ve gene aynı şekilde dezenfektan gücü bakımından oldukça sık kullanılan bir üründür. Bakterisid, virüsid, tüberkülozid, fungusid, sporisid özelliklerinden ve ekonomik olmasından dolayı tercih edilmesi de bir diğer yönüdür.

Aslında bu konu ile ilgili bir çok yazı dizisi olmuş olsa da uslanmamakta inatçıyız sanırım. Sağlık her şeyden önce gelse de ihmalkarlığımız daha ön plana çıkıyor. Şimdi gelin hep birlikte bizleri literatüre

ÇAMAŞIR SUYU

TUZ RUHU Hidrojen ve klor elementlerinin birleşmesi

ile oluşan aşırı asidik bir üründür ve insan dokularına şiddetli zararlar verebilir. Eğer tuz ruhu ve çamaşır suyunu birbirine karıştırırsak ortaya klor gazı çıkacağından dolayı zehirleme etkisi de yüksek olacaktır. Klor gazı insanlar üzerinde ölümcül vakalarla da sonuçlanan boğucu etkiye sahiptir. Klor gazı özellikle de suya değdiği zaman hidroklorik asit ve hipoklorik asit meydana getirmektedir. Bu yüzdendir ki vücut içerisinde de bu gazı soluduğumuzda evvela akciğer gibi nemli bölgelere etki etmektedir. Bu gibi durumlarda kişiler açık havaya çıkarılmalı ve derin derin nefes alınması sağlanmalıdır. Ayrıca istenmeyen başka bir tepkime olmaması açısından kişilere bir şey yiyip içirilmemesi ve kusturulmaması tavsiye edilir. Nemli bir

maske ile çalışılırsa da klor gazının direkt etkisinden bir nebze kurtulabiliriz. Naçizane önerim her zaman laboratuvar ortamında çeker ocak altında çalışılmalı ev gibi ortamlarda ise mümkünse cam-çerçeve-kapı açık çalışılmalıdır. Ayrıca gene mümkün olduğu kadar kısa sürede ortamdan ayrılmanız daha yararlı bir hareket olacaktır. Ve kesinlikle beklenmedik bir etki görüldüğünde doktora görünülmekte fayda vardır. Sağlıklı günler...


14

www.labmedya.com

ZIHNINIZDE BAHAR TEMIZLIĞI YAPMANIN FORMÜLÜ Tarihçiler, bugünkü birçok geleneğin, geçmişten gelen dini temelleri olabileceğini söylüyor.

B AHAR AY L ARI N I N G E L I Ş I , H E P I M I Z E EVIMIZI YENI D EN TEM I Z LE M E Y I , D Ü Z E N L E M E YI, YAPTI ĞI M I Z TÜ K E T I M L E R I Y E N I D E N GÖZDEN G EÇI RM EY I HATIR L AT I R . YA N I A N N E L ERIMIZIN “B AHAR TEM I Z L IĞ I ” K AV R A M I N I N T E MELLERI VAR A NLAYACAĞI NI Z…

Sadece bu değil, önceleri odun sobasıyla ısınan, gaz lambasıyla aydınlanan evlerde soğuk geçen kış mevsimi boyunca pencereler, kapılar sıkı sıkı kapatılırdı. Baharın gelişi ise kapıların ve pencerelerin açılmasını, aylardır gaz ve yanık kokusuyla dolan evlerin baharın taze kokularıyla yenilenmesini ifade eder. Artık birçoğumuzun evi modern LED lambalarla aydınlanıyor, ısıtma sistemleriyle ısınıyor. Ancak bahar aylarının gelmesiyle birlikte evlerimize sızan o temiz ve mis gibi hava hala gerçekliğini koruyor. Peki doğanın temizlendiği, yenilendiği, çevremizi temizlediğimiz bu dönemde, neden zihnimizi de temizlemiyoruz? İşte baharın gelmesiyle birlikte zihninizde temizlemeniz gereken 7 nokta:

KIYASLAMA

Follow us on social media

Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayı bırakın. Hayatınızı, başka insanların başarılarıyla ölçümlemekten vazgeçin. Olduğunuz yer ile başkalarının olduklarını gösterdikleri yer arasındaki boşluğu hesaplamaktan kurtulun. Bunu yapmanın en iyi yolu, kendinizi başkalarıyla kıyaslamak yerine son 12 ayda ne kadar ilerleme kaydettiğinizi göz önünde bulundurmaktan geçiyor. Geçen yıl bu zamanlarda bilmediğiniz, sahip olmadığınız, deneyimlemediğiniz neler vardı? Kaydettiğiniz ilerlemeyi hesaplayın. En basit haliyle, başkalarına değil kendinize odaklanın.

TÜKENMIŞLIK instagram.com/mercklifesciencetr/ linkedin.com/in/mercklifesciencetr/

Neden her zaman yorgun olduğunuzu söylüyorsunuz? Eğer yorgunsanız erken uyuyun, banyoya girin, geceleri sosyal medyada dolaşmak yerine doğal seslerden oluşan bir müzik dinleyin, kitap okuyun, yarın giyeceklerinizi hazırlayın, çantanızı düzenleyin. Yeterince dinlenmek için sihirli bir yöntem yok. Daha düzenli olarak ve kendinize zaman ayırarak dinlenebilirsiniz.

BAHANE UYDURMA Sahip olmak isteyip de sahip olamadığınız şeyleri düşündüğünüzde kendinize neler söylüyorsunuz? İş yerinde terfi mi etmek istiyorsunuz, daha iyi bir vücuda sahip olmak mı istiyorsunuz, blog mu yazmak

istiyorsunuz, tatmin edici bir ilişki mi istiyorsunuz? Bunlara sahip değilseniz, kendinize bahaneler sıralamadan önce “Ya bu konudaki inancım gerçek veya yeterli değilse?” diye sorun. Bunlara sahip olan insanları inceleyin. Ancak bu incelemeyi yaparken kıyaslama değil gözlemleme özelliğinizi kullanın. Yaptığınız gözlemler sizde ne uyandırıyor? Siz de bunlara sahip olabilir misiniz?

SUÇLULUK Suçluluk insanı öldüren bir duygudur. Aynı zamanda suçluluk, geçmişte yaşadığınızın bir göstergesidir. Sağlıksız, yapıcı olmayan, hatta gereksiz bir duygudur. Suçluluğa zihninizde bu kadar fazla yer ayırmanıza gerek yok. Suçluluk duyduğunuz şeyleri gözden geçirin ve zihninizde suçluluk duygusuna yer vermek yerine, bu duygudan çıkardığınız derslere, öğrendiklerinize yer verin.

PIŞMANLIK Şunu unutmayın; o sırada sahip olduğunuz veya bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yaptınız. Aslında hepimizin yaptığı şey bu. Kendinize biraz izin verin.

KIN İş yerinde hak ettiğiniz başarıyı elinizden alan bir yönetici veya size kötülüğü dokunan bir aile üyesi… Onları düşündüğünüzde kolayca sinirlendiğinizi fark ediyorsanız, düşünmemeyi deneyin. Affetmek bazen kolay olmayabiliyor. Eğer siz de affedemiyorsanız, tamamıyla zihninizden silip atmayı deneyin. Böylelikle hissettiğiniz olumsuz duyguları da yok olacaktır.

KARGAŞA Kıyafet dolabınızda yıllardır giymediğiniz kıyafetlerle birlikte yaşamaya bir son verin. Yıllardır kullanmadığınız ve muhtemelen bozulduğu halde banyoda bekleyen kozmetik malzemelerden kurtulun. Dolaplar, çekmeceler, kitaplıklara el atın ve etrafınızdaki dağınıklığı düzene sokun. Bahar temizliğine çevrenizi de eklemeyi unutmayın. Kaynaklar: Greatist Guardian


15

www.labmedya.com

İNSÜLIN DIRENCI NEYIN HABERCISI? Dr.Mahmut YAZICI Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları

“İN ANI N ÇOK AZ YI YO RU M , SU I Ç S E M YARI YOR, K I L O VER EM ED I ĞI M G I B I DAHA D A AL I Y OR U M ” G I BI YAK I NM ASI O LA NL AR ŞEK ER H ASTAL I ĞI NI N H ABER CI SI OL AN I N SÜ L I N D I RENC I N E S AHI P OL ABI L I RL E R . Ülkemizde arttıkça artan obezite “insülin direnci” olarak adlandırılan metabolik sorunu da beraberinde getiriyor. İnsülin direnci vücutta yağ depolanmasına neden olduğu için kilo alımı, karaciğer yağlanması, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, kolesterol yüksekliği, polikistik over, kadınlarda tüylenme fazlalığı, kalp ve damar hastalıklarına neden olabilir. Pankreastan salgılanan ve şekeri düzenleyen bir hormon olan insüline olan direnç, aslında insülinin etkisini yeterince gösterememesi olarak tanımlanabilir. insülin direnci olanlarda şeker kontrolünü sağlamak için normale göre 3-4 kat insülin salgılanmak zorunda kalınır. Gittikçe daha çok salgılanmak zorunda kalınan insülin nedeniyle zamanla pankreas yetmezliği ve şeker hastalığına kadar gidebilir. Hem ev hem de işyeri hatta okul ortamında cep telefonu/bilgisayar odaklı hareketsizlik ve bol kalorili ve hızlı beslenme çalışanları ve öğrencileri obezite gerçeği ile karşı karşıya getirmektedir. Bu sorun bel çevresi yağlanmasına bu da insülin direncine davetiye çıkarmaktadır. Ağır bir yemeği takiben, gereğinden fazla bir ağırlık/yorgunluk hissi, uyuklama hali; ellerde titreme, terleme, midede kazınma, kilonun kontrol edilememesi, sık tatlı yeme isteği, bel çevresinin giderek genişlemesi, koltuk altı, kasık, boyun bölgelerinde esmerleşme, karaciğerde yağlanma, adet düzensizlikleri gibi insülin direnci belirtileri fark edilince mutlaka bir endokrinoloji ya da iç hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır. Ülkemiz erişkin yaş grubunun dörtte bir kadarının şekeri yüksek yani insülin dirençleri mevcut ve bu kişilerin çoğu bundan haberdar değiller. Türk kadınının yaklaşık yarısı şişman ve bu nedenle kalp krizi ve diyabet açısından risk altındadır. Yani ülkemiz için insülin direncinin ne derece önemli ve ilerleyici bir hastalık olduğu göz önünde bulundurulmalı ve iş işten geçmeden kontroller yaptırılıp önlemleri alınmalıdır.

İnsülin direnci tedavisinde öncelik yaşam tarzı değişiklikleridir. İyi bir uyku düzeni, aktif dinamik bir yaşam tarzının benimsenmesi ve sürdürülebilirliği çok önemlidir. İnsülin direnci tedavisi yaş, cinsiyet, aktivite durumu, iş ve özel yaşam şekline göre bireyselleştirilmelidir.

en önemli öğün olduğu unutulmamalıdır. Haftada 0.5-1kg ağırlık kaybı hedefimiz olmalıdır. Yanımızda yürüyen kişiyle nefes nefese kalmayacak kadar bir tempo ile her gün yarım saat (haftada 5 gün 45 dakika veya 3 gün bir saat) yürüyüş yağ yıkımına ciddi katkı sağlayacaktır.

Tüm besin ögelerini yeterli ve dengeli bir şekilde içeren 3 ana ve 2-3 ara/ mini öğünler önemli olup sık aralarla beslenme takip eden öğündeki gereksiz fazla tüketimi engelleyecektir. Kahvaltının atlanmaması hatta ötelenmemesi gereken

Yaşam felsefe değişikliğini uygulayamayanlara veya uyguladıkları halde başarı elde edemeyenlere iştah ve hafif kilo kaybı oluşturan metformin gibi bazı ilaçlar önerilebilir. Metformin diyabet gelişme riskini %30 azaltmaktadır.


16

www.labmedya.com

NEDEN MEGA ŞEHIRLER IÇIN AĞAÇLAR ÖNEMLI? Mega şehirler dünya nüfusunun yani 7,5 milyar insanın yaklaşık yüzde 10’una ev sahipliği yapmaktadır. Ağaçlarla yaşadığımız çevreyi daha temiz daha ekonomik daha hoş bir yer hale getirebilmek ve daha iyi bir hizmet alabilmek için mega şehirlerimizin her birine yılda 500 milyon dolardan fazla yatırım yapabiliriz. Geçtiğimiz günlerde Ecological Modelling adlı gazetede yayımlanan,

bir uluslararası araştırmacılar ekibi 10 mega şehir üzerinde araştırmalarda bulunduklarını, ağaç temelli ekosistemden faydalanmak için yıllık ortalama 505 milyon dolar harcanması gerektiğinin bunun da kilometre başına ağaç dikileceği düşünülürse 1,2 milyon dolara eşdeğer olduğu açıklandı. Başka bir bakış açısından bakarsak bunun anlamı mega şehirde yaşayan her bir birey için 35 dolarlık (122 TL) bir ücret anlamına

geliyor. Çalışmanın başyazarı, Theodore Endreny ağaçların sunacağı hizmetin daha fazla dikilerek kolaylıkla iki katına çıkarılabileceğini belirtti. Endreny: “Mega şehirler bu faydalanmayı yüzde 85 oranında arttırabilirler. Eğer ağaçlar kendileri için belirlenmiş alanı tamamen kaplayabilmişlerse, havayı temizleyebilir, kirlenmiş suları arıtabilir, binaların kullandığı enerjiyi azaltabilir ve insanların yaşam şartlarını iyileştirebildiği gibi aynı zamanda diğer canlılara da yaşam kaynağı olabilir” ifadesinde bulundu. Araştırmada hem şu anda bulunan ağaçların bulunduğu alanlar hem de dikim yapılabilecek alanlar içinde barındırılıyor. 10 mega şehirde biyosisteme katkıları açısından beş kıta ve biyomları göz önünde bulundurularak tahminlerde bulunuluyor. Şehirler; İstanbul, Türkiye; Pekin, Çin; Buenos Aires, Arjantin; Kahire, Mısır; Londra, İngiltere; Los Angeles, Amerika; Mexico City, Meksika; Moskova, Rusya; Mumbai, Hindistan; Tokyo, Japonya. Araştırmacılar çevreyi ağaçlarla donatmanın faydaları olarak; hava kirliliğinin azalması, yağmursuyu akışı, binaların ısıtılması ve serinletilmesinde harcanan enerjide ekonomik olmada ve karbon salınımında azalma gibi durumların görülebileceğini tahmin ediyor. Endreny: “ Ağaçlar doğrudan ve dolaylı olarak binaları soğutuyor ve insanları sıcak hava dalgalarından koruyor. Doğrudan bakarsak havayı soğutuyorlar, dolaylı olarak bakarsak da yağmursuları sayesinde/yağmursuyu terlemesi ile sıcak havayı soğutuyor” dedi. Kentsel ağaçlar birçok insanın farkında olmadığı faydalara sahipler. Bu faydalar, solunumda tehlike arz eden havada bulunan partikülleri yapraklarında tutarlar, yazın güneş ışığından ısınan evleri soğutmada ve kışın esen soğuk rüzgârlara karşı da yalıtımda enerji tasarrufu yapmanızı ve ağaçların yokluğunda artan karbon salınımı yüzünden iklim değişikliklerinin neden olduğu zararı azaltmada büyük fayda sağlar. Napoli Parthenope Üniversitesi’nden Prof. Sergio Ulgiati: “Bütün bu sonuçları daha geniş çapta sosyo-ekonomik sistemlere yaydığımızda doğanın, bireysel ve toplumsal refahımızı nasıl ‘ücretsiz’ bir şekilde karşıladığını görebiliriz. Ekonomik açıdan daha derin bir farkındalıkla baktığımızda doğanın bize sunduğu ücretsiz servis sayesinde kaynakları doğal sermaye korunumuna yatırmada ve doğaya verdiğimiz zararı karşılayabilmek konusunda çabalarımızı arttırabilir. Böylelikle sosyal zenginlik, ekonomik istikrar ve refah artacaktır. Bu ortak araştırmaya takiben, üniversitemizde, araştırmacılar ve yerel hissedarlar tarafından elbirliği ile yürütülen bir Kentsel Refah Laboratuvarı kurulmuştur” dedi. Kaynak:laboratoryequipment Çeviri: Prosigma – N. Berat Durmaz


''Daha hızlı, daha pratik''

SIGMA 1-14 Mikro Santrifüj

SIGMA 1-14K Soğutmalı Mikro Santrifüj

SIGMA 1-14 ve SIGMA 1-14K

• Maksimum hız: 14.800 rpm

• Maksimum Hız: 15.000 rpm

• Maksimum Kapasite: 24x2 ml

• Maksimum çöktürme: 16.163xg

• Maksimum Çöktürme: 16.602xg • Sıcaklık Aralığı: (-10°C)-(+40°C) / R134a

• Zaman ayarı: 10 saniye ile 99 dakika arasında 1 saniye aralıklarla

• 10 adet program

• Bakım gerektirmeyen fırçasız tip motor

• 4˚C’de kesin soğutma performansı

• Son döngüyü hafızada saklama • Sürekli ve kısa süreli çalışma modu • 2 adet hızlanma ve 2 adet yavaşlama eğrisi • Belgelendirilmiş RoHS Uyumu ve EN 61010-2-020 Normu

SIGMA 2-16P Masaüstü Santrifüj

SIGMA 2-16KL Soğutmalı Masaüstü Santrifüj

SIGMA 2-16P ve 2-16KL

• Maksimum Hız: 15.000 rpm

• Maksimum Hız: 15.300 rpm

• Maksimum Kapasite: 4x100 ml

• Maksimum Çöktürme: 20.627xg

• Maksimum Çöktürme: 21.913xg

• Zaman Ayarı: 10 saniye ile 11 saat 59 dakika arasında 1 saniye ve 10 saniye aralıklarla

• Sıcaklık Aralığı: (-10°C)-(+40°C) / R134a

• Dengesiz yüklemelerde kullanıcıyı uyarıcı ikaz sistemi (görsel ve işitsel)

• Zaman Ayarı: 10 saniye ile 99 saat 59 dakika arasında 1 saniye aralıklarla

• Bakım gerektirmeyen fırçasız tip motor

• Rotor tanıma özelliği • 2 adet hızlanma ve 2 adet yavaşlama eğrisi

• Rotor tanıma ve devir gösterme özelliği

• Sürekli ve kısa süreli çalışma modu

• 10 adet hızlanma ve 10 adet yavaşlama eğrisi

• Belgelendirilmiş RoHS Uyumu ve EN 61010-2-020 Normu

• 4˚C’de kesin soğutma performansı

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

www.sem.com.tr

• 50 adet program


18

www.labmedya.com

Hassasiyeti Sartorius'tan

SAÇLARIN DÖKÜLMESININ VE BEYAZLAMASININ NEDENI BULUNDU! SAÇ FOLIKÜLLERININ DIBINDEKI ÇIKINTIDA YER ALAN DERI KÖK HÜCRELERININ SAÇ BÜYÜMESINDE ROL ALDIĞI ZATEN BILINIYORDU. ANCAK BU DERI HÜCRELERININ SAÇ HÜCRELERINE DÖNÜŞMESINI NEYIN SAĞLADIĞINDAN EMIN OLUNAMIYORDU. BU YÜZDEN ARAŞTIRMACILAR SAÇ BÜYÜMESINI UYARACAK BIR ÇALIŞMAYA BAŞLAYAMIYORLARDI. Çoğumuz yaşımız ilerledikçe saçlarımızın beyazlaması ya da dökülmesi sorunlarıyla karşı karşıya kalırız. Fakat bu problem ne kadar yaygın olsa da altında yatan biyolojik neden üzerine çalışmalar sürdüğü için şimdilik saçımızı boyamak ya da peruk takmak gibi bazı geçici çözümlerle yetinmek durumundayız. Neyse ki bu durum artık değişebilir. Çünkü bilim insanları farelerde kılların büyümesi ve renklenmesini sağlayan spesifik hücreleri tanımladılar. Bu çalışma saç beyazlaması ve dökülmesinin tedavisi konusunda atılmış büyük bir adım olabilir. Aslında bu keşif bir rastlantı sonucu meydana geldi. Araştırmacılar sinirler üzerinde tümörlerin büyümesine neden olan Neurofibromatosis Type 1 adlı bir genetik bozukluğu araştırırken saç oluşmasına öncülük eden hücreleri buldular.

En ERGONOMİK TASARIM

www.sartonet.com

“Bu proje tümörlerin nasıl oluştuğunu anlama çabasıyla başlamış olsa da geldiğimiz noktada saçların neden ağardığını ve saçların büyümesini sağlayan hücreyi keşfetmiş olduk. Bu bilgiyle ileride saçlarla ilgili kozmetik sorunların çözümünde ilerleme kaydedileceğini umut edebiliriz.” diyor Teksas Üniversitesinden araştırmacı Lu Le. Saç foliküllerinin dibindeki çıkıntıda yer alan deri kök hücrelerinin saç büyümesinde rol aldığı zaten biliniyordu. Ancak bu deri hücrelerinin saç hücrelerine dönüşmesini neyin sağladığından emin olunamıyordu. Bu yüzden araştırmacılar saç büyümesini uyaracak bir çalışmaya başlayamıyorlardı. Tümör oluşumu üzerine araştırma

yapılırken bulunan yeni veriler bu hücreleri ayıran proteinin keşfedilmesini sağladı. KROX20 denilen bu protein daha çok sinir gelişimi ile alakalı. İşte bu proteinin, deri hücresinin saç hücresine dönüşmesini tetikleyen bir role sahip olduğu fareler üzerindeki çalışmada anlaşılmış oldu. KROX20 hücrelerin kök hücre faktörü denilen bir proteini üretmesini sağlıyor ve bu moleküllerin hücre içerisinde birlikte bulunmasıyla saç kökü yukarıya doğru harekete geçiyor. Pigment üreten melanosit hücrelerle etkileşim sonucu ise ortaya renkli ve sağlıklı saçlar çıkıyor. Ancak burada tek bir adımda dahi sorun yaşanması sıkıntılara yol açıyor. Araştırmacılar KROX20 hücrelerini ortadan kaldırdıklarında farelerin kıllarında büyüme gözlenmediğini belirtiyorlar. Kök hücre faktörü geni yok edildiğinde ise kılların beyazladığı görülüyor. Şimdilik sadece fareler üzerinde yapılan ve Genes & Development’ta yayımlanan bu araştırmanın sonuçları konusunda heyecanlanmak için biraz erken. Ancak yine de olası sonuçların sadece saç dökülmesi ve beyazlaması konusunda değil yaşlanmayı durdurma konusunda dahi bize bir şeyler öğreteceğini ümit edebiliriz. Kaynak: rasyonalist.org Çeviri: Mümin Can Referanslar 1. ScienceAlert, “Scientists Think They’ve Finally Found The Mechanism Behind Grey Hair And Baldness <http://www.sciencealert.com/finally-scientistshave-discovered-the-cells-behind-grey-hair-andbaldness>


19

www.labmedya.com

EVRENDE KARBON TEMELLI HAYAT NEDEN YAYGIN? Karbon’dan oluştuk, oksijen soluyoruz ve su içiyoruz. Ancak yapı taşlarımız olan atomlar ve bize hayat veren oksijen atomları Big Bang (Büyük Patlama) ile oluşmadılar. Hepsi eski, kısa ömürlü ancak devasa Nesil-III (Population-III) yıldızların kalplerinde füzyon ile dövüldü.

tanıdığımız diğer canlılara benzer canlılar arıyoruz, en çok onlardan bulma ihtimalimiz olduğunu biliyoruz. Bu kısa yazımız ile size evrenin potansiyeli ve bizim yapı taşlarımızın sıradanlığı hakkında bir perspektif kazandırmaya çalıştık. Yıldızları görebildiğiniz bir gece gökyüzüne bakın ve düşünün, sizi siz

yapan her şeyin aynısı o yıldızlarda ve onların yörüngelerinde dönen yüzlerce, binlerce, hatta sayısız dünyalarda da mevcut. Belki de onlardan birinde bir şey ya da biri, başını gökyüzüne kaldırıp aynı şeyi merak ediyordur. Yani, umarız…

Yazar: Berkan Alptekin Kaynakça: http://map.gsfc.nasa.gov/universe/uni_life.html http://www.solstation.com/x-objects/first.htm http://rallen.berkeley.edu/teaching/F04_GEO302_ PhysChemEarth/Lectures/Lec5.pdf

Kaynak: kozmikanafor.com

Güneşimizden yüzlerce kat daha büyük olduğu düşünülen bu yıldızlar yaklaşık bir kaç milyon yıllık ömürlerini tamamlayarak birer süpernova görkemi ile patladılar ve böylece evrene bizim yapı taşlarımız saçıldı. Bugün uzay-zamanda uzaklara/geçmişe bakarak evrenin ilk milyon yıllarını inceleyip bu ilk yıldızları görmeye çalışıyoruz. Kolay değil evrende 12-13 milyar yıl geçmişe bakıp, galaksilerin bile soluk benekler olduğu yerlerde bu ilk yıldızları bulmaya çalışmak.

GÜVENLİK KABİNLERİ

Bu ilk yıldızların ölümü ile büyük patlamadan beri sadece hidrojen, helyum ve lityum içeren evrene ilk kez oksijen ve karbon atomları saçıldı. Günümüzde evrende en çok bulunan elementler sıralamasında hidrojen ve helyumdan sonra oksijen ve karbonun gelmesi de bu yüzdendir. Bu iki atomun üretimi ilk yıldızların doğumu ile başlamıştır, bir anlamda sizi siz yapan bütün atomlar neredeyse evrenle yaşıt olabilirler. Çevrenizde gördüğünüz her yaşam kırıntısı, karbon ve oksijenle şekillenmiştir. Nasıl ki yıldızların temel yapı taşı helyum ve hidrojen ise, hayatın yapı taşı da bu iki elementtir. Evrenin genelinde olduğu gibi Güneş Sistemimizde de bu miktar dağılımı benzerdir, oksijen ve karbon üçüncü ve dördüncü sıradadır. Güneş sisteminin oluşumu sırasında gezegenler farklı miktarda element kompozisyonu ile oluşmuş olsa da oksijen ve karbon miktarının yüksekliği dünyamızı yaşanır kılmıştır. Dünyamızda yaşamın karbon bazlı oluşu şans değildir, başka hiçbir atom, karbon ile oluşabilecek organik bileşenler miktarının yanına yaklaşamaz bu sebeple evrende keşfetmeyi beklediğimiz canlı türlerinin de çoğunun karbon bazlı olmasını beklemekteyiz. Elbette orada bir yerde karbon yerine silikon ya da sülfür temelli ve su yerine amonyak, metan ya da başka hidrokarbonlar kullanan canlılar vardır. Ancak bu karbon bolluğunda bu canlıların yüzdesi çok daha az olacaktır. Bu yüzden bize ya da en azından Dünya’da

NGK - Class II

NLF - Class I

Mikrobiyolojik Güvenlik Kabini Kullanıcı, çevre, ürünleriniz için koruma...

İNKÜBATÖRLER

Standart İnkübatör NIN - 30 / 55 / 120 lt. Soğutmalı İnkübatör NSI - 55 / 120 / 250 lt. Çalkalamalı İnkübatör NCI - 55 / 120 lt.

Laminar Hava Kabini Laboratuvarlarda birinci sınıf koruma...

ETÜVLER

ÇEKER OCAKLAR NST Serisi 30 lt. 55 lt. 120 lt.

Pro Serisi 120/150/180 lt. Tezgah Üstü 90/120/150/180 lt. Standart 90/120/150/180 lt.

www.nukleonlab.com.tr +90 312 395 66 13


20

www.labmedya.com

MIŞIL MIŞIL BIR UYKU IÇIN! Siz de gececi misiniz? Şöyle deliksiz bir uyku uyamayanlardan mısınız? Ufacık bir sesden dolayı uykusu açılan sonra da uyuyamıyorsanız bu haberimiz tam size göre… Uykunuzu iyi almamışsanız sabah mutsuz uyanırsınız ve günlük yapmanız gereken işleri aksatmaya meyilli olursunuz. Daha sık unutkanlık yaşarsınız ve bu da aksilikler yaşamanıza neden olur. Daha kaliteli bir uyku çekmek ve sabahları zinde uyanmak istiyorsanız, koyunları saymak yerine bu birkaç maddeyi uygulayın.

YATMADAN ÖNCE KITAP OKUYUN Yatmadan önce kitap okuma alışkanlığı edinirseniz, hem bahane edip gün içinde

okuyamadığınız kitaplarınızı bitirirsiniz hem de elektronik cihazlardan uzak kalmış olursunuz. Bu da gözünüzü daha az yorar ve beyninizi telefon veya benzeri bir aletle uyarmanızdan alıkoyar. Böylece uykunuzun gelmesi daha kolay olur.

HER GÜN DÜZENLI BIR SAATTE UYUMAYA ÖZEN GÖSTERIN Uykunuz gelmemiş olsa bile, kendinize bir saat belirleyin ve o saatte yatağa girin. Bu alışkanlığı edinirseniz sonunda beyninize de bunu öğretmiş olacaksınız.Bir süre sonra o saatte uykunuz gelmeye başlayacak ve böylece doğal yollardan uyku düzeninizi sağlamış olacaksınız. Yatağınıza her gün saatte girin ve sadece gözlerinizi kapatın. Hatta uyku

LABORATUVARINIZIN PARÇASI OLMAK iSTiYORUZ TÜM PROSES & ANALiZLERiNiZE ÇÖZÜM ÜRETMEK iÇiN YANINIZDAYIZ

gözlüğü kullanmanız size yardımcı olabilir.

UYUMA SAATINIZE YAKIN ZAMANLARDA YEMEK YEMEYIN Aslında akşam saat 20.00’dan sonra yemek yememeniz sağlığınız açısından çok yaralıdır. Ama sizin için uygun değilse bile en azından yatma saatinizden en az 2 saat önce yemek yemeyi kesin. Yatmaya yakın yemek yemek sindirim ve boşaltım sisteminizi harekete geçirir ve uykuya dalmanızı zorlaştırır.

UYUMADAN ÖNCE YOGA YAPIN Bazı yoga çeşitlerini uyumadan önce rahatlamak ve kolayca uykuya dalabilmek için deneyebilirsiniz. Yoga yapmak vücudunuzu gevşetir. Ruhunuzu da dinlendirmiş olursunuz ve uykuya sizi mükemmel bir şekilde hazırlar. Üstelik düzenli şekilde yoga yaparsanız kaslarınız gevşer ve güçlenir. Bu sayede yatağınıza vücudunuzda hiçbir ağrı hissetmeden girmeye başlarsınız.

UYUMADAN ÖNCE ILIK SÜT IÇIN Psikologlar uyumadan önce ılık süt içmenin bebeklikten gelen bir içgüdüyle, kişinin kendini rahat hissetmesini sağladığını söylüyor. Bu sayede bebekler gibi uyumanıza yardımcı oluyor. Sade süt içemiyorsanız, süt bazlı içecekleri deneyin.

KAFEIN TÜKETIMINI AZALTIN Uykunuzu gerçekten düzene sokmakta kararlıysanız, kafein tüketimini minimuma indirmeniz gerekiyor. Yatağa girmeden önce kafein içeren her türlü besinden uzak durmalısınız. Kahve, çay hatta çikolata dahi yememelisiniz.

ELEKTRONIK CIHAZLARINIZI KAPATIN

33

.YIL

Son yıllarda insanlar yatmadan önce telefonlarını kontrol etmeden uyuyamıyorlar. Fakat telefon ekranına uyumadan önce bakmak uykunuzun kaçmasına neden oluyor. Çünkü telefon ışığı vücudunuz tarafından uyarıcı olarak algılanıyor. Yatmadan önce telefonunuzla olan ilginizi kesin.

KLASIK MÜZIK DINLEYIN Ya da sizi sakinleştiren, rahatlattığını düşündüğünüz şarkılardan oluşan bir playlist hazırlayın. Yukarıda saydığım maddeler işe yaramıyorsa bir de bunu deneyin. ECO Furnaces 110/5

ELV MOS Furnaces 160/05

PLF Furnaces 110/6

Ergazi Mahallesi 1.Cadde 650. Sokak No.5 Ankara / TURKEY T. +90 (312) 257 1331 - F. +90 (312) 257 1335 info@alserteknik.com - info@prothermfurnaces.com prothermfurnaces.com

GÜN IÇINDE KENDINIZI YORACAK IŞLERLE MEŞGUL OLUN Kendinizi yormayacak bir işte çalışıyorsanız (mesela ofis çalışanıysanız), hareket etmenizi sağlayan tüm fırsatları değerlendirin. Mesela işe metroyla gidiyorsanız yürüyen merdivenlerde beklemeyin ve yürümeye devam edin. Başka bir alternatif olarak ise akşamları 1 asat yürüyüş yapın hatta koşun. Vücudunuzu gün içinde yorarsanız gece erkenden uyumak daha kolay hale gelecektir.


UV/VIS ile Sonuçlar Göz Açıp Kapayıncaya Kadar Elinizde

UV7

UV5

UV5Bio

UV5Nano

Yüksek Standartlar için Mükemmel Performans • Farmakope regülasyonlarına uyumda üstün teknoloji • Kolay kalibrasyon, yüksek performans • LabX PC suite yazılım desteği

Hızlı ve Kolay

Yaşam Bilimlerine Uygun

Tek Damla ile Nano Ölçüm

• Tek tuşla kolay kullanım • Kompakt tasarım • 1 saniye içinde sonuç alma

• Yaşam bilimlerine uygun tanımlı metotlar • Tüm aplikasyonları destekleme • Metot kısa yolları oluşturma

• Minimize edilmiş numune hacmi • Kesin ve garantili sonuçlar • Küvet tutucu ile esnek çalışma imkanı

Mettler-Toledo TR, Altunizade Mah. Haluk Türksoy Sk. No: 6-Z1, Üsküdar/İstanbul Tel: 0216 400 20 20

www.mt.com/uv-vis


22

www.labmedya.com

SAĞLIKLI KAFA IÇIN TÜYOLAR! Bilim camiasının hala sırlarını çözemediği, en sıra dışı organ olan insan beyni, karmaşık yapısı ile gizemini korumaya devam ediyor. Gelişen teknoloji sayesinde her geçen gün beynimiz hakkında yeni ve şaşırtıcı bilgiler öğreniyoruz.

2. İnsanda sağ beynin fonksiyonu olarak güzelliği sevme eğilimi vardır. Kadınlar, beyinlerinin bu bölgesinin fazla çalışmasından kaynaklanan biyolojik eğilimleri gereği estetik duyusuna, erkeklerden daha çok önem verir.

1. Sol beyin, rasyonel ve stratejik

3. Yeni edindiğimiz bilgileri 24 saat

düşünceler üretip uzun vadeli planlar yapar. ‘Eğer’ ve ‘fakat’ sözlerini çok kullanır. Sağ beyin ise duygusaldır. Sıcaklık ve yakınlığa önem verir. Daha yuvarlak düşünür. En çok ürettiği kelimeler, ‘hemen’ ve ‘şimdi’ dir. Sol beyin gerçekleri, sağ beyin duyguları, ön beyin doğruları analiz eder.

içerisinde tekrar eder, konu üzerine kafa yorar ve hayal kurarsak, beyinde bir network oluşur ve öğrenilenlerin kalıcılığı sağlanır. Bu şekilde kimyasal kayıt yapılır.

4. Gece uykusu gündüz öğrenilenleri pekiştirir. Beyin için “en ideal uyku”

olan gece uykusu, beyinde bulunan sinir hücreleri arasındaki bağların geliştirilmesini sağlar. Bu sayede beyin gündüz öğrendiklerini gece kayda geçirir.

5. Beyni aktifleştirmek için rutinden uzaklaşın. Sabah rutininizde değişiklik yapın. Örneğin kahvaltıdan sonra giyinmeyi deneyin ve işe giderken farklı bir radyo kanalı dinleyin. Araştırmalar, bu değişikliklerin beyin aktivitesinde ciddi artışa yol açtığını kanıtlıyor. Görev ne kadar rutin ve otomatik olursa söz konusu aktiviteler de o kadar düşüyor.

ZEHIRLI YUMURTA SKANDALI TÜRKIYE’YE DE SIÇRADI Alman haber Ajansı Dpa Avrupa’da skandala yol açan fipronil bulaşmış yumurtalara Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplam 40 ülkede rastlandığını yazdı. Avrupa’da skandala yol açan ve Avrupa Birliği ülkelerine Hollanda ve Belçika’dan yayılan ilaçlı yumurtaların dünyada toplam 40 ülkede tespit edildiği bildirildi. o ülkeler arasında Türkiye de var. Sadece 4 Avrupa ülkesi etkilenmedi Alman Haber Ajansı dpa’ya konuşan AB Komisyonu Sözcüsü Anca Paduraru, bugüne kadar 28 üyeli AB’nin 24’ünde, içinde fipronil maddesi bulunan yumurta tespit ettiklerini, sadece Portekiz, Güney Kıbrıs, Litvanya ve Hırvatistan’ın bu yumurtalardan etkilenmediğini açıkladı. Dpa’nın haberine göre AB üyesi olmayan ve aralarında Türkiye, ABD, Rusya ve Güney Afrika’nın da olduğu 16 ülkede daha bu tip yumurtalara rastlandı. Bugün Estonya’nın başkentinde bir araya gelecek AB tarım bakanları, fipronili yumurta ile bundan sonraki müdahale yöntemlerini ele alacak.

FIPRONIL NEDIR?

MLF SERİSİ

MİT SERİSİ

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ

MCO SERİSİ ÇEKER OCAK

Fipronil maddesi hayvanlardaki pire, bit ve keneleri yok etmek için kullanılan bir böcek ilacı. Maddenin, kümes hayvanları gibi insanların tükettiği hayvanlarda kullanımı yasak. Ancak hayvanların bu maddeye temas etmesi durumunda tüy ve deri tarafından emilen madde yumurtalara da bulaşabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü, fipronil maddesini “orta derecede tehlikeli” olarak tanımlıyor ve yüksek miktarlarda tüketildiğinde böbrek, karaciğer ve tiroit bezlerine ciddi etkileri olabiliyor. Skandalın ortaya çıkışından bu yana Avrupa’da milyonlarca yumurta imha edildi Skandalın ortaya çıkışından bu yana Avrupa’da milyonlarca yumurta imha edildi

KRIZ NASIL BAŞLADI?

MCİ SERİSİ

ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR

MİN SERİSİ İNKÜBATÖR

Soruşturma ekipleri şimdiye dek bazı tavuk çiftliklerinde kümes temizliği için kullanılan zehirli böcek ilacının yumurtalara da geçtiğini tespit etmişti. Ağırlıklı olarak Hollanda ve Belçika’daki bazı tavuk çiftliklerinde üretilen ve fipronil içeren yumurtalara Almanya’daki süpermarketlerde rastlanması üzerine skandal ortaya çıkmış ve milyonlarca yumurta raflardan geri çekilip imha edilmişti. Daha sonra Fransa, Britanya ve komşu ülkeler aracılığıyla birçok AB ülkesine yayıldığı tespit edilen yumurtalar da geri çekilmişti. AB nezdinde başlatılan soruşturmalarda Belçikalı yetkililerin içine fipronil maddesi karışan yumurtalardan haberdar oldukları ortaya çıkmış ve bu ülke ile Hollanda’da sürdürülen operasyonlarda bazı çiftlikler basılmış ve sorumlu olduğu düşünülen kişiler gözaltına alınmıştı. Almanya Tarım Bakanı Christian Schmidt 8 Ağustos’ta, zararlı böcekle mücadelede kullanılan zehrin yumurtalara kasıtlı olarak bulaştırılmış olabileceğini söylemişti.


23

www.labmedya.com

T OP L U M I ÇI ND E O LDU K ÇA YAY G I N G ÖR Ü L EN KANSI Z L I K , B12 , B 19 V I TAM I NL E R I V E DEM I R EK SI K L I Ğ I N D E O R TAYA ÇI K AN V E G Ü NL Ü K HAYAT I S ANI L D I ĞI ND AN Ç OK D AHA FAZ L A ET K I L EY EN BI R S AĞLI K PROBL E M I .

KAN DEĞERLERINI ARTIRAN BESINLER NELERDIR? Uyku kalitenizden ruh halinize, gün içindeki enerjinizden iş hayatınıza çok fazla olumsuz etkileri olabilen kansızlık, dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken bir sağlık durumu. Eğer siz de gün içinde halsizlik, yorgunluk, sebepsiz yere ağırlaşma, gereğinden fazla üşüme gibi problemler yaşıyorsanız kan değerlerinizi kontrol ettirmenizde fayda var. Bu gibi durumlarda takviye vitaminler

kullanılabileceği gibi, tükettiğiniz besinlerden de yardım alabilirsiniz. Uplifers olarak kansızlığa iyi gelen, kan değerlerini arttıran besinleri sizler için derledik.

ISPANAK Demir açısından oldukça zengin olan ıspanak, kan değerlerini artıran

besinler arasında üst sıralarda yer alır. Tüketeceğiniz 100 gram haşlanmış ıspanak günlük demir ihtiyacınızın %20 ’sini karşılıyor. Ayrıca ıspanağın içerisinde bulunan besin değerlerinin kırmızı etin besin değerlerinden daha kaliteli olduğu biliniyor.

KURUYEMIŞLER Ay çekirdeği, badem içi, fındık içi, ceviz gibi kuruyemişler diğer birçok faydalarının yanı sıra kansızlığa en iyi gelen besinler arasındadır. Protein ve demir açısından oldukça zengin değerlere sahip bu kuruyemişleri ara öğünlerinizde tüketmeniz, bir yandan enerjinizi artırırken bir yandan da kansızlığa karşı önlem almanızı kolaylaştırır.

MEYVELER Antioksidanlar açısından zengin olan meyveler, en çok halsizliğe ve yorgunluğa iyi gelmeleriyle bilinir. Bunun temel nedeni ise çoğu meyvenin içerisinde barındırdığı yüksek orandaki demir. Özellikle karpuz, üzüm, greyfurt, nar, avokado, çilek gibi meyveler kansızlığa en iyi gelen meyveler arasındadır. Hazır yaz ayları gelmişken siz de öğünlerinizin yanına ya da sonrasına karpuz ve üzüm eklemeyi ihmal etmeyin.

KUŞKONMAZ Potasyum açısından oldukça zengin olan kuşkonmaz, aynı zamanda barındırdığı A. B. C ve K vitaminleri açısından adeta bir hazinedir. Düzenli aralıklarla kuşkonmaz tüketmek, kan değerlerinizi artırmakla birlikte, vücut direncinizi güçlendirecek ve belli hastalıklara karşı sizi korur.

MAYDANOZ En lezzetli yemeklerin, salataların olmazsa olmazı maydanoz hepimizin mutfağında neredeyse her daim bulunan bir sebze. Kolay ulaşılabilir ve tüketilebilir olmasının yanı sıra maydanoz içinde bulunan demir sayesinde kan değerlerinizi artıran besinler arasında. İster yemeklerinizin yanında, ister tek başına, ister salatalarınızda kolayca kullanabilir ve kansızlığa karşı verdiğiniz mücadelede maydanozdan faydalanabilirsiniz.

KIRMIZI ET Kansızlık denince akla gelen ilk besinlerden biri kırmızı et. Demir, çinko ve protein açısından zengin olan kırmızı et, kansızlığa karşı her zaman baş savaşçı niteliğinde. Ancak vejetaryen ya da vegansanız yukarıda saydığımız alternatifler de en az kırmızı et kadar etkili. Devamı: http://www.uplifers.com/kan-degerleriniartiran-besinler-nelerdir/#ixzz4mVDozxtU


24

www.labmedya.com

Görünmeyeni Görünür yapın VACUU·VIEW®

üstün vakum ölçümü + kompakt + kesin + kimyasal dayanıklı

EN SON SIZI RAHATSIZ EDEN BIR KONUDA AKLINIZA HARIKA BIR FIKIR GELDIĞINDE YA DA BIR SORUNU ÇÖZDÜĞÜNÜZDE BULUNDUĞUNUZ YERI VE ZAMANI DÜŞÜNÜN. TAM OLARAK NEREDEYDINIZ? MUHTEMELEN BU SORUNUN CEVABI HER ZAMAN DUŞ OLACAKTIR.

EN IYI FIKIRLER AKLIMIZA NEDEN BANYODAYKEN GELIR? Yaratıcılık aslında size banyoda olduğunuz için gelmez, fakat genellikle insanlar bu durumla yaratıcılığı ilişkilendirmektedir. Peki insanların aklına mükemmel fikirlerin gelmesini sağlayan ve yaratıcılığı ateşleyen banyo seanslarının diğer zamanlardan farkı ne? Banyodayken genellikle sosyal medyayla ilgilenmiyor ya da rapor yazmıyoruz, sadece hayal kuruyoruz.

düşünmeyi kapsayan negatif görev ise bu noktada deaktif hale geliyor. Bu dünyada başardığımız tüm mükemmel işlerimizi aslında pozitif dikkat ağına borçluyuz. Odaklandığımızda; kitap yazabiliyor, baraj inşa edebiliyor, çocuk büyütebiliyoruz. Kendi kültürümüz bize odaklanmamız gerektiğini, odaklanırsak ancak bir şeyleri başarabileceğimizi söylüyor.

Banyodayken kendinizle baş başa kaldığınız için mükemmel fikirlerin kaynağı orasıymış gibi görünüyor. Bir şeyi bilinçli bir şekilde yapmadığımızda beynimizde neler olup bittiğinin üzerine fazla düşmüyoruz ve yeteri kadar önem vermiyoruz; fakat aslında hayal kurduğumuz anlarda beynimizde ışıklar yanıyor. Bu durumdayken beynimizin birçok bölgesi aktif hale geliyor, hatta bunun bir şeye odaklandığımız zamandakinden bile daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat bir kere pencereden dışarıya bakarsak ve zihnimizdeki uzayın derinliklerine yolculuk yaparsak, beynimizdeki negatif görev ağı aktif hale geliyor. Tüm o nöronlar, genellikle bilinçaltı seviyesinde olan ve daha önce fark etmediğiniz şeylerle ilgili bağlar kurmaya başlıyor. İşte burası tüm o yaratıcı içgörünün çıktığı yer! O duruş süresinden gelen içgörüler olmadan problemleri çözemeyiz ya da şu anda yaptığımız birçok şeyi gerçekleştiremeyiz. Eğer yaratıcı içgörü için gereken ihtiyacı karşılayamazsak, bağ kurmayı sağlayan yaratıcılığımızı besleyemezsek, potansiyelimize asla ulaşamayız. İşte bu yüzden en iyi fikirler duşa girdiğiniz zaman aklınıza geliyor; çünkü orası hiçbir şey yapmadan, kendimizle baş başa kalabildiğimiz tek yer!

PEKI BUNUN NEDENI NEDIR? Düş kurduğumuzda ya da herhangi bir şeye odaklanmadığımız anlarda, beynimiz daha önce aralarında bir bağ olduğunu görmediğimiz şeylerle bağ kurmaya başlıyor. Sinir ağları, yaratıcı içgörünün canlanmasını olmasını sağlıyor.

www.vacuubrand.com

Bunun arkasında nörobiyolojik bir hikaye yatıyor: Beynimizde iki ana dikkat ağı bulunuyor: Pozitif ve negatif görevler. Bu görevler sırayla aktif olmaktadırlar. Eğer bir şeye odaklanırsak ya da bir şey yapmak için irade gücümüzü kullanırsak, pozitif dikkat ağı aktif hale geliyor. Hayal kurmayı, konuyla alakası olmayan şeyler

Bu da bilinçli düşünmenin yaratıcılığı ortaya çıkarmadığını veya problemlere inovatif çözümler çözümler sunmadığını söyleyen bir araştırmanın, neden bu sonuca vardığını açıklıyor. Örneğin; araştırmacılar katılımcılara yaratıcılık gerektiren görevler verdiğinde, insanlar işe başlamadan önce birkaç dakika ekstra zamana sahip olsalar dahi, gerektiği kadar yaratıcı fikirler üretemiyorlar. Bu noktada,

o ekstra zamanı bilinçli düşünmeye değil, başka yöne doğru çevirmeniz gerekiyor. Bu, beynimizin içgörü yaratımı için gereken bağları kurmasını sağlıyor. Bu yeni bağlantılar temelde, yaratıcılık gerektiren görevlerde performansımızı geliştirerek inovatif fikirlere doğru bizi yönlendiriyor. Yapılan araştırmalara göre, yaratıcılık gerektiren görevlerde bilincinizi farklı bir noktaya doğru çevirmek size fayda sağlıyor. Başarının kalbinde yaratıcı içgörü yatıyor Sonuç olarak; yaratıcı içgörü her zaman başarının kalbinde yer alıyor ve bu güç merkezi insanları hem rahatlatıyor hem de hedeflerine ulaşmalarını sağlıyor. Hiçbir şey ‘Eureka’ anının, siz herhangi bir çaba göstermeden bilincinizde uyanması kadar kolay ve güçlü olamaz. Bunun anlamı, sessizliği geliştirmeden ve her gün hayal kurmadan en etkili hedefinizi keşfetmeniz ve en başarılı işinize ulaşmanız ne yazık ki mümkün değil demek. Toplumda genellikle, hayal kurdukları zaman insanların kendilerini suçlu ve endişeli hissettiren bir karşı kültür kavramı bulunmaktadır. Meşgul olduğumuz zaman kendimizi önemli ve üretken biri gibi hissederiz, hayal kurarken de genellikle önemsiz. Fakat başarılı olmak için, yalnızca sessizliği tolere etmeniz yetmez, aynı zamanda geliştirmeniz de gerekir. Kaynak:Psychologytoday.com



26

www.labmedya.com

YAŞLANMANIN ÇARESI BU SEFER BULUNDU MU? ABD’NIN HOUSTON KENTINDEN ARAŞTI R MACILAR , YAŞLI HÜCRELERIN GENÇLEŞMESINI SAĞLAYAN B IR TE KNO L O JI GELIŞTIRDI... ABD’nin Houston kentinden araştırmacılar, yaşlı hücrelerin gençleşmesini sağlayan bir teknoloji geliştirdi. Araştırmaya göre telomeraz adı verilen belirli bir proteinin üretimini tetikleyen hücrelere RNA ekleyerek eski hücrelerin yaşlanmasını

MLF Serisi Fırınlar & Kurutma Dolapları

MCİ Serisi Çalkalamalı İnkübatörler (Soğutmalı ve Soğutmasız)

MFH Serisi Laboratuvar Tipi Çeker Ocaklar

20

MKF Serisi Yüksak Sıcaklık Fırınları (Kül Fırını)

MCİ Serisi Dairesel / Doğrusal Sallayıcılar

Yıllık Tecrübeyle ÜRETİMİNİ YAPTIĞIMIZ DİĞER ÜRÜNLER Mikrobiyolojik emniyet kabinleri Etüvler kurutma fırınları Su banyoları Test kabinleri Kan saklama dolapları Kit saklama dolapları Vakumlu etüvler Hot pleytler Yağ tayin cihazları Seliloz tayin cihazları Otoklavlar Kimyasal saklama dolapları Desikatör kabinleri Soğutmalı inkübatörler

MSB | MSS | MCS Serisi Su Banyoları (SirkülasyonluÇalkalamalı-Soğutmalı)

Özanadolu Sanayi Sitesi 1458. Sokak No:30 İvedik OSB OSTİM - ANKARA

+90 (312) 324 4983 - 84

www.miprolab.com.tr www.proteklabtr.com

+90 (312) 324 5974

satis@proteklabtr.com

tersine çevrilebiliyor. Uzmanlara göre bu durum, yaşlanmaya karşı var olan bütün tedavileri değiştirebilir. NTV’de yer alan habere göre, ABD’nin Houston kentinden bir grup araştırmacı, çocukların erken yaşlanıp ergenliğe girmeden hayatını kaybetmesine neden olan progeria isimli genetik hastalığın tedavisini araştırırken, yaşlılığa karşı etkin bir tedavi geliştirdi. Houston Metodist Araştırma Enstitüsü Kardiyovasküler Bilimler Bölümü Başkanı Dr. John Cooke, araştırma boyunca gece gündüz çalıştıklarını ifade ederek şunları söyledi: “Araştırmamız boyunca hücrelerin yaşlanmasına neden olan birçok etkeni inceledik ve bunların hücreler üzerindeki negatif etkilerinin ne kadar büyük olduğunu bilim dünyasının gözardı ettiğini farkettik. Çalışmamız, hücresel yaşlanmanın tüm boyutlarıyla ilgili kapsamlı bilgi içeriyor. Hücrelerin çoğalma ve inflamatuar proteinlerin üretimini tersine çevirme yeteneğini belirgin bir şekilde geliştirdik. İncelediğimiz hücre yaşlanmasının bu belirteçleri, çalışmamızdaki tedavi ile tersine döndü.” Dr. Cooke ve ekibi araştırmanın her yaştaki insanlardaki hücresel yaşlanmayı kapsadığını, ancak hızlandırılmış bir temelde fikir verebileceğinden, progeria üzerinde yoğunlaştıklarını bildirdi: “Çocukların hayat kalitesini artıracak ve onların daha uzun yaşamasını sağlayacak bir araştırma ortaya koymak istedik. Bu yüzden progeria sahibi hastaların hücreleriyle çalıştık ve onların hücre üretimini araştırdık.” Dr. Cooke ve ekipteki diğer araştırmacılar, insan kromozomlarının işlevi için çok önemli olan hücrelerin zaman işleyicilerine yani telomerazlara odaklandı. Cooke, bunların her kromozomun ucunda oturan ve birbirine tutan başlıklar olduğunu söylerek, canlıların yaşlandıkça, hücrelerindeki telomerlerin tükendiğini ifade etti. Araştırmacılar, progeria’lı çocuklarda telomerlerin daha kısa olduğunu ortaya çıkardı. Kaynak: Odatv.com


www.sem.com.tr

Agilent’ın yeni Ultivo Triple Quadrupole LC/MS devrimiyle tanışın.

İNANILMAZ DERECEDE GÜÇLÜ SON DERECE KÜÇÜK

Laboratuvar alanınızı en üst düzeye çıkarın. Numune işlem hacminizi arttırın. Daha iyi sonuçlar elde edin. Laboratuvar verimliliğinizi optimize edin. Sisteminizin çalışma süresinde zaman kaybını azaltın. Cihazınızın performansını keşfedin.

%70 Daha Küçük

Ultivo LC / TQ, büyük ürünlerde bulacağınız gücün ve kesinliğin aynısını daha küçük boyutta bulacaksınız. Beklentileri yeniden şekillendirerek yetenekleri yeniden keşfetmenizi ve küçüklerin güçlü olduğunda neleri mümkün kılacağını gösteriyor.

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02


28

www.labmedya.com

Mikrodalga ile Nem Tayini LMA 200

‘ORIGAMI ORGANLAR’ DOKULARI YENIDEN CANLANDIRABILIR MI? Northwestern Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bilim insanları ve mühendisler, organlardan türetilen malzemelerden yapılmış bir dizi biyoaktif “doku kâğıdı” icat ettiler ki bu doku kâğıdı, origami kuşuna katlanabilecek kadar ince ve esnek.

DAHA HIZLISINI DAHA HASSASINI bulamazsınız

www.sartonet.com

Yeni biyo materyaller genç kanser hastalarında ve yaraların iyileşmesinde doğal hormon salgılanması için destek sağlayabilirler. Doku kâğıtları, hücreler tarafından salgılanan yapısal proteinlerden yapılır bunlar da organlara şekillerini ve yapılarını kazandırıyor. Proteinler malzemenin esnek olması için bir polimer ile birleştiriliyor. Çalışmada, domuz ve inek organlarını işleyerek elde edilen ovaryum, uterin, böbrek, karaciğer, kas veya kalp proteinlerinden tek tip doku kâğıtları oluşturuldu. Her bir doku kâğıdının yapıldığı organın kendine özgü özellikleri vardır. 7 Ağustos’ta Advanced Functional Materials gazetesinde ilgili yazar Ramille Shah: “ Bu yeni biyomateryaller, doku mühendisliği ve rejeneratif (yenileyici) tıptan yanı sıra yeni ilaç keşifleri ve eczacılık için de potansiyellere sahip ve çok yönlü ve cerrahi bakımdan kolay” dedi. Shah yaraların iyileşmesi için, doku kâğıdının destek sağlayabileceğini ve hücrenin sinyal vermesinin, yara izini önlemek ve iyileşmeyi hızlandırmak için dokuyu yeniden oluşturmada gerekli olduğunu düşünüyor. Doku kâğıtları doğal organlardan veya dokulardan yapılmaktadır. Hücreler çıkarılarak doğal yapı proteinleri bırakılır, toz haline getirilir ve doku kâğıtlarına işlenir. Her kâğıt türü, hücrelerin belirli bir şekilde hareket etmesini sağlayacak orijinal organından kalıntı biyokimyasallar ve protein yapısı içeriyor. Ürolog Teresa Woodruff laboratuvarında, sığır yumurtalıklarından yapılmış doku kâğıdı, in vitro kültüre alındığında yumurtalık foliküllerini büyütmek için kullandı. Doku Kâğıdında yetiştirilen folliküller (yumurta ve hormon üreten hücreler) düzgün işlevli

ve olgunlaşması için gereken hormonları üretti. Çalışmada ortak yazar Woodruff: “Bu çalışma, kemoterapi ve radyasyonun sonucu olarak hormon fonksiyonlarını kaybeden genç kanser hastalarında hormon fonksiyonlarını geri kazandırmak için bir başka seçenek oluşturabilir. Buna ek olarak, çeşitli organlardan yapılmış doku kâğıdı, yetişkin insan kök hücrelerinin büyümesini ayrı ayrı destekledi. Bilim insanları insan kemik iliği kök hücrelerini doku kâğıdına yerleştirdiler ve tüm kök hücreler dört hafta boyunca bağlandı ve çoğaldı. Doku kâğıdını keşfeden Adam Jakus: “ Kâğıt insan hücrelerinin büyümesinde destek sağlıyor, bu iyi bir belirti. Hayvan modellerinde doku kâğıdı kullanmaya başladıkça bunun/bu kâğıdın biyouyumlu olacağının bir göstergesidir” dedi. Doku kâğıdının bulunması tamamen bir kazaydı. Jakus, Shah’ın laboratuvarında yazara 3D yazılmış mürekkebi dökmesi sonucu doku kâğıdı ortaya çıktı. Jakus, eskiden kemik,kas ve sinir dokusunu onarmak ve yenilemek için geliştirdiği diğer 3D basılabilir materyallere benzeyen 3D basılabilir yumurta mürekkebi yapmaya çalışıyordu. Dökülen mürekkebi silmek için geri döndüğünde yumurta mürekkebi kuru bir tabaka oluşturmuştu. Jakus o anı şöyle açıklıyor: “O anda diğer organlardan da çok miktarda biyoaktif madde üretebileceğimi anladım ve kafamda bir ampul belirdi. Bunu diğer organlarla da yapabilirdim. Bir böbrek, karaciğer, kalp ve uterus gibi et ve hayvan yan ürünlerinin kâğıt benzeri biyomalzeme dönüştürülebileceği gerçekten şaşırtıcıdır ki bu da potansiyel olarak doku ve organlara fonksiyonu yeniden kazandırabilir ve eski durumuna getirebilir” dedi. Kaynak:laboratoryequipment Çeviri: Prosigma - N. Berat Durmaz


Nano Materyal

Moleküler Materyal

Bio Materyal Materyal Karakterizasyonu

İleri Polimerler

MOLEKÜLER SPEKTROMETRELER

• FT-IR Spektrometreler • UV-VIS-NIR Spektrometreler • RAMAN Spektrometreler • FLORESAN Spektrometreler

ELEKTRON MİKROSKOPLARI

• Masa Üstü Taramalı Elektron Mikroskoplar • SEM-Taramalı Elektron Mikroskoplar • TEM-Geçirimli Elektron Mikroskoplar

Sürdürülebilir Materyal

AFM SİSTEMLERİ

• Çevresel kontrol sayesinde Vakum, Hava, Sıvı ortam ölçümleri • 10-5Pa’ın altında vakum kontrolü • Vakum sayesinde temiz manyetik ve elektriksel karakterizasyon • Yüksek sıcaklık ve düșük sıcaklık deneyleri için tek seçenek

TERMAL ANALİZ SİSTEMLERİ

• DMA - Dinamik Mekanik Analiz Cihazı • DSC - Diferansiyel Taramalı Kalorimetre • TMA - Termo Mekanik Analiz Cihazı • STA - Termo Gravimetrik Diferansiyel Analiz Cihazı


30

www.labmedya.com

Prof Dr AZİZ EKŞİ Lefke Avrupa Üniversitesi Gastronomi Bölümü

TÜRKIYE’DE GIDA KONTROLÜ YETERLI MI? sırayı alıyor. Kayıt altına alamıyorsak nasıl kontrol edeceğiz?

İN SANL ARI N GI DA L A R D A N G I D E R E K DAHA FAZLA KUŞK U D U Y D U Ğ U B I R Ç A Ğ D A YA Ş I Y ORUZ. KUŞKU GI D ANI N Z ARARLI V E YA H I L E L I O L U P OLMADIĞI ILE I LGI L I D I R. GE R Ç E K D I Ş I B I L G I L E R DE BU KUŞK U L ARI N TUZ U V E B I B E R I O L U Y O R. Tüketicinin kafasındaki sorular kanıta dayalı olarak yanıtlanmadığı sürece kuşkuların azalması beklenemez. Bu soruları yanıtlaması gereken ise öncelikle gıda kontrol sistemidir. Ancak bu sanıldığı kadar kolay değildir. Gıda kontrolü deyince, nedense yalnız kamu kontrolü anlaşılıyor. Gerçi gıda kontrolündan öncelikle kamunun ve kamu adına Gıda ve Tarım Bakanlığı’nın sorumlu olduğu doğrudur. Fakat bu konuda her şeyin devletten beklenmesi yanlıştır. Gıda kontrolünün; kamu, işletme ve tüketici tarafından gerçekleştirilen bir yaklaşımla irdelenmesi gerekiyor. Eğer işletme ve tüketici kontrolü yetersizse kamu

kontrolünün başarılı olması beklenemez. Kamu kontrolü ile başlayalım. Öncelikle bütün işletmelerin kayıt altına alınması gerekiyor. Türkiye’de kayıtlı gıda işletme sayısı; 303.000’i satış yeri, 244.000’i tüketim yeri ve 83.000’i üretim tesisi olmak üzere 630.000 dolayındadır. Ancak bu sayının gerçek işletme sayısını yansıttığı kuşkuludur. Çünkü, “kayıtdışı” ve “merdivenaltı” ülkemizde en sık duyulan kavramlardan biridir. Nitekim bilimsel bir araştırma (1), Türkiye’de kayıtdışı ekonominin %28.7 olduğunu gösteriyor. Ve bu oranla Türkiye, OECD ülkeleri arasında birinci sırada yer alıyor. Kayıtdışının yaygınlığı açısından %45 oranı ile konaklama ve gıda hizmetleri ikinci

Kamu kontrolünün en kritik bileşeni gıda kodeksidir. En kritik faktördür. Gıda kodeksi deyince, gıdaların özelliklerini ve kontrol sistemini tanımlayan yatay ve dikey düzenlemeleri (tüzük, yönetmelik, tebliğ vb) anlıyoruz. Gıda kodeksinin hem uluslararası düzenlemelere hem de ülke gerçeklerine uygun olması gerekiyor. AB sürecinin itici gücü ile kamunun eli bu açıdan oldukça güçlüdür. Ancak güncelleme hızının yeterli olduğu söylenemez. Gıda işletmelerinin (üretim, satış, tüketim yeri) kontrol sıklığı da oldukça önemlidir. Kontrol sıklığının risk analizine dayanması gerekiyor. Gerçi her ilin yıllık kontrol programı hazırlıyor, fakat kontrol sıklığının bilimsel yaklaşımla belirlendiği söylenemez. Çünkü Türkiye’de gıda kaynaklı riskleri bilimsel bir yaklaşımla değerlendiren bağımsız bir kurul henüz yoktur. Risk analizine dayanmadan belirlenen kontrol sıklığının başarısı tesadüfe bağlıdır. Öte yandan 2016 yılında gerçekleştirilen kontrol sayısı 735 000’dir (2). Buna göre işletme başına yıllık kontrol sayısı ortalama 1.17’dir. Oysa, en düşük risk grubundaki işletmeler için bile yılda en az 2 kez denetim uygulanmalıdır. Risk düzeyi açısından gıda işletmelerinin düşükten yükseğe doğru satış yeri > tüketim yeri > üretim tesisi olarak sıralanması yanlış olmaz. Buna göre yıllık denetim sayısının satış yerleri için en az 2, tüketim yerleri için ortalama 3 ve üretim yerleri için ortalama 4 olarak öngörülebilir. Bu yaklaşıma ve kayıtlı işletme sayısına göre Türkiye’de yılda 1.580.000 denetim yapılması gerekirken gerçekleşen 735.000’dir. Başka bir deyişle, işletme başına yıllık ortalama denetim sayısının 1.670.000/630 000=2.51 olması gerekirken gerçekleşen 1.17’dir. Bu olgu Türkiye’de gıda kontrol sıklığının yeterli olmadığını gösteriyor. Gıda kontrolü, gıda denetçisi ile gerçekleştiriliyor. Kontrolun etkinliği açısından denetçi sayısı kadar denetçi niteliği de önemlidir. Türkiye’de gıda denetçisi sayısı 6300 dolayındadır (2). Denetim genellikle 2 kişiden oluşan bir takımla yapıldığına göre 3.150 denetçi takımı söz konusudur. Hafta sonu, yıllık izin ve tatil günü dışında denetçinin yıllık çalışma süresi 250 gün alınırsa ve her takımın günde 1 denetim yapacağı düşünülürse yıllık denetim kapasitesi 250 x 3.150 = 787.500’dür. Oysa etkili bir kontrol için yılda yapılması gereken denetim sayısı 1.670.000’dir ve buna göre

mevcut denetim kapasitesinin 2 katından daha fazladır. Bunun yolu da önce denetçi sayısının 2 katına çıkarılmasından geçiyor. Denetçi sayısı gibi, denetçi niteliğinin de yeterli olduğu söylenemez. Bu alanda farklı meslek grupları görev alıyor. Bu doğaldır fakat ortak bir formasyon için 4 günlük eğitim süresi yeterli değildir. Eğitim programında yalnız mevzuata değil gıda bilimi ve gıda teknolojisi, analiz tekniği, kemometri vb alanlardaki gelişmelere ve yeniliklere de yer verilmeli ve sıkı bir yetkinlik sınavı uygulanmalıdır. Gıdaların bileşen açısından gıda kodeksine uygunluğu/aykırılığı laboratuvar analizi ile belirleniyor. Bu amaçla farklı illerde 41 kamu gıda kontrol laboratuvarı vardır. Laboratuvarların nerdeyse tümünün akredite olması olumludur. Ancak analiz kapasitesinin yeterli olduğu söylenemez. Ayrıca 93 adet özel gıda kontrol laboratuvarı bulunuyor. 2015 yılındaki toplam 540.264 gıda analizinin yaklaşık %30’unun özel laboratuvarlarda yapıldığı anlaşıyor. Türkiye’de bu kadar özel gıda kontrol laboratuvarının gerekli olup olmadığı tartışılmalıdır. İşletme kontrolu açısından iyi tarım(GAP) ve gıda güvenliği) (HACCP) sistemlerinin uygulanması özellikle önemlidir. GAP (iyi tarım uygulaması) birincil üretim/ tarımsal üretim yerleri için geçerlidir. Ancak tarım işletmelerinin küçüklüğü, topraklarının parçalı olması ve kooperatif yetersizliği uygulamayı güçleştiriyor. Öte yandan 5996 yasa; birincil üretim hariç diğer işletmelerde HACCP sistemi oluşturulmasını öngörüyor. Ancak özellikle KOBİ’lerde HACCP sisteminin yeterince uygulandığı söylenemez. Ve tüketicinin işlevi… Gıda kontrolü açısından anahtar niteliğindedir. Satın almadan önce ambalajı kontrol etmiyorsa, etiketi okumuyorsa, rastladığı aykırılığa tepki vermiyorsa işlevinin yeterince farkında değil demektir. Türkiye’de tüketicinin en azından etiket okuma alışkanlığının yeterli olmadığı bir gerçektir. Kısaca; Türkiye’de gıda kodeksi güncelleme yavaşlığı dışında oldukça yeterlidir. Ancak gıda kontrolünün; işletme kaydı, denetim sıklığı, denetçi sayısı ve niteliği, analiz kapasitesi, kalite sistemleri ve tüketici desteği açısından yeterli olduğu söylenemez. (1) Elgin, C. and Oztunalı, O. 2012. Shadow economies around the world: Model based estimates. Bogazici University Working Papers 2012-05. (2) Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı.2016 yılı faaliyet raporu. https://www.tarim.gov.tr/...



BİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ Sınıf Class II A2 Filtre Alüminyum Çerçeveli 2 Adet Hepa Filtre Opsiyonel ULPA Filtre Verimlilik 0.3 μm partiküller için %99.995 verimlikte filtre Kontrol Mikroişlemcili 9 basamak hava akış kontrolü Sterilizasyon UV Lamba Malzeme Paslanmaz Çelik 304 Çalışma Alanı 84 cm / 120 cm / 150 cm / 180 cm

GENEL LABORATUVAR CİHAZLARI

İKLİMLENDİRME KABİNİ Sıcaklık Aralığı: -20 / -40 °C ~ +120 / +150 °C Nem : 35 ~ 98 % RH Kontrol : Mikroişlemcili PID Kontrol Sensör : Pt 100 Sıcaklık Sensörü, Elektronik Nem Sensörü Hassasiyet: ± 0.3 °C / ± 3 % RH Doğrusallık: ± 0.8 °C Kapasite:150 / 250 / 500 / 800 Litre

ÇALKALAMALI SOĞUTMALI İNKÜBATÖR

BİTKİ BÜYÜTME KABİNİ Sıcaklık Aralığı 5 °C ~ 60 °C Nem 30 ~ 98 % RH Aydınlatma 0 - 30.000 Lux 3 Taraftan Aydınlatma Kontrol Temel PG-4CP Opsiyonel PG-300CP Sensör Pt 100 Sıcaklık Sensörü Elektronik Nem Sensörü Luxmetre Kapasite 200 / 300 / 432 / 964 Litre

Sıcaklık Aralığı: 10 °C ~ 70 °C Çalkalama : 20 - 350 rpm Aydınlatma : 4 x 20 Watt Floresan Lamba Kontrol : Mikroişlemcili PID kontrol Sensör : Class A Pt 100 Hassasiyet : ± 0.1 °C Doğrusallık : ± 1.0 °C Kapasite : 204 Litre

VACUU-VIEW EXTENDED Vakum Görüntüleyici

MZ 2C Vakum Pompası

MZ 1C

Vakum Pompası

RZ 6 DÖNER KANALLI PC 3001 VARIOPRO

Vakum Pompası

Vakum Ünitesi (Türkçe Menülü)

DAHA FAZLASI İÇİN....

w w w. c a l i s k a n l a b . c o m

• • • • •

Yüksek Alman Kalitesi Mükemmel Kimyasal Dayanımı 1-2-3-4 Kademeli pompa seçenekleri Dijital modellerde Türkçe dil desteği 70 mbar ~ 0.02 mbar model seçenekleri


YENİ ÜRÜN STOKTAN TESLİM

OTOMATİK PİPET

DESİKATÖR KABİNLERİ

2017 KATALOĞUMUZ ÇIKTI ÜCRETSİZ TALEP EDEBİLİRSİNİZ.

OTOMATİK PİPET SETİ

K-ACE.COM

YENİ ÜRÜN STOKTAN TESLİM

Korea Ace Scientific

Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi 2492. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA Tel : 0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45 - 0 (539) 505 40 40 Faks: 0 (312) 278 37 23 - e-mail : info@caliskancam.com w w w. c a l i s k a n l a b . c o m - w w w. l a b o r a t u v a r c i h a z l a r i . c o m


34

Necdet Buzbaş TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı necdet.buzbas@tugis.org.tr Geçtiğimiz Temmuz ayı başlarında Almanya’nın Bonn şehrinde toplanan G-20 ülkeleri içinden ABD, Paris İklim Anlaşmasından çekildiğini resmen bildirdi. Bu karar ABD’deki yaşam ile çelişkili, tüm insanlar Amerikalılar kadar tüketse, dünyanın kaynaklarının besleyebileceği insan sayısı en çok 1.4 milyar yani 7.8 milyar olan dünya nüfusunun yüzde 83’ü aç. Şüphesiz herkes o kadar tüketmiyor, fazlasını tüketen de var, O’nu yakalamak için çaba gösterende…

www.labmedya.com

PARA YENMEZ Kİ! Günümüz gerçeği, insanoğlu dünyanın kaynaklarının yüzde 30’dan fazlasını kullanıyor. Üstelik bu oran gittikçe artıyor. Global Footprint Network, GFN tarafından her yıl açıklanan Dünya Limit Aşım Günü, insanlığın doğal kaynaklara olan talebinin doğanın bir yıl içinde sunduğu miktarın (yenilebilir bitki hayvan vb.) üzerine çıktığı gün olarak tanımlanıyor. 2000 yılında 1 Ekim gününe denk düşen limit aşım günü 2014 yılında 19 Ağustos, 2015 yılında 13 Ağustos, geçen yıl 8 Ağustos ve nihayet bu yıl 2 Ağustos’a kadar geldi. Yani

bir yıl içinde tüketeceğimiz bitki ve hayvansal (su ürünleri dahil) ürünleri sekiz aydan az bir sürede tüketiyoruz. Özetle tüketirken tükeniyoruz! İnsanoğlu tüketiciliğin ve tüketim kültürünün böylesinden sıyrılıp doğaya dost bir yaşam biçimini benimsemez ise bu felaketi sadece geciktirebilir, önleyemez. Paranın yenmediğini anlamak için çok vaktimiz olduğunu söylemek de mümkün görünmüyor. Yazımın bu uzunca girişinin nedeni; OECD

ve FAO’nun birlikte hazırladıkları 20172026 Tarımsal Görünüm Raporunda ortaya konan dikkat çekici öngörüler. 2026 yılına gelindiğinde ortalama kaloriye erişimin en az gelişmiş ülkelerde kişi başına günlük 2 bin 450 kilo kaloriye ulaşması, gelişmekte olan ülkelerde ise günde 3 bin kilo kaloriyi geçmesi öngürüsü. Satın aldığımız ve tükettiğimiz gıdalar yalnızca sağlımızı etkilemez, küresel sera gazı salımının üçte birine yakınını da şekillendirir. Dünyadaki karbondioksitin yüzde 9’u, metanın yüzde 3540’ı, azot oksitlerinin yüzde 65’i, amonyağın yüzde 64’ü hayvansal üretim kaynaklıdır. İklim değişikliği, gıda sürdürülebilirliğini doğrudan etkilediğinden konu ilgi alanımda, okuyor, araştırıyorum. Ancak itiraf etmeliyim ki o kadar çok yeni kavram üretiliyor ki çoğunu kaçırıyorum. LabMedya adlı Labaratuvar ve Sağlık gazetesinde “İklim dostu tüketici olmanın en kolay 5 yolu” başlığıyla yer alan yazı bana yeni bir kavram bağışladı. Bu hizmetleri nedeniyle LabMedya’ya kocaman bir teşekkür. Kavram, klimataryen. Doğaya daha az zarar vermek, gıdayı sürdürülebilir kılmak için iklim değişikliği konusunda endişeli ancak bireysel olarak karbon salımını nasıl azaltabileceğinizi bilmeyenlerden iseniz Klimataryen beslenme sizi iklim dostu tüketici yapabilir. Klimataryen, iklim değişikliği göz önünde bulundurularak beslenen kişi anlamına geliyor. Temel mantığı ise yetiştirilmesi ve tüketilmesi küresel ısınmaya katkı sağlayan gıdalardan uzak durmak. New York Times, amacı iklim değişikliğini yavaşlatmak hatta geriletmek olan bir beslenme biçimi olarak tanımlıyor. Klimataryen beslenme şeklinde sağlıklı yaşam için gerekli besin öğelerini yeterli ve gerekli düzeyde karşılamaya çalışırken kalori miktarı da minimize edilmiş oluyor. Bunu bireysel tercihli bir tüketim modeli olarak sınırlamanın ötesinde; gıdanın üretimi, elde ediliş şekli, tüketiciye ulaşana dek katettiği miller (lojistik, taşıma), tüketim alışkanlıkları ve israf yönüyle de dikkate almak yararlı olur. Örneğin ulaşımdaki enerjiyi düşürmek için yerel ürün tüketmek, gaz salımını azaltmak için hayvansal gıdaların tüketimini gerekli düzeye indirmek, tüketimde israfa kaçmamak gıdanın tüm kısımlarını değerlendirmek. Yapılan bir çalışmada tüm dünya organik yöntemlerle gıda yetiştirmeye başladığında yıllık karbon salımının yüzde 40’ından fazlasının engellenebileceği hesaplanmış. Bunun gerçekleşmesi mümkün olmasa da, böcek ilaçları, antibiyotikler ve kimyasal gübre kullanımından kaçınan ve çevreyi koruyan üretim yöntemleri (iyi tarım uygulamaları, hassas tarım, topraksız tarım vb.) karbon ayak izini tarım yoluyla azaltmanın etkin yollarını sunuyorlar. FAO’nun geçen yıl güncellediği yeni tahminlere göre halen 7.8 milyar olan dünya nüfusu; 2030 yılında 8.6 milyar, 2050 yılında 9,8 milyar ve 2100 yılında 11,2 milyara ulaşacak. Artan nüfusunun en az gelişmiş ülkelerde bile, 2 bin 450 kişi başına kilokalori günlük tüketime ulaşma beklentisi, her dünya vatandaşını klimataryen olmaya zorluyor. Gelecek 50 yılda gıda sürdürülebilirliğinin ne olacağı konusuna yeterince kafa yorduğumuzu sanmıyorum. Bu konuda çaba gösteren “Sürdürülebilir Gıda Platformu” gibi sivil toplum inisiyatiflerinde yer almak gıda sanayimiz için yaşamsal öneme sahip,”bir borç.


DAHA AKILLI ÇÖZÜMLER

BioFlo® 320 Biyoproses Kontrol İstasyonu

BioFlo 320 benzer sistemlerden daha az yer kaplarken; esneklik, daha iyi kontrol ve maksimum işlevsellik sağlar. Laboratuvarlarınız için daha düşük maliyetle, daha etkili ve üretken çözümler sunar.

2

1. Analog ve dijital Mettler Toledo ISM sersörleri için dört universal

1

bağlantı

2. Yüksek güçte direkt ve manyetik karıştırma motoru (saat ve tersi

3

yönde dönebilme özelliği)

3. Tek bir kullanıcı arayüzünde sekiz üniteye kadar kontrol imkanı 4. Minimum yüzey alanını amaçlayan ultra kompakt dizayn ve

laboratuvarda maksimum çalışma alanı için sağ ve sol el kullanım uygunluğu

5 4

5. Değiştirilebilir termal kütle akış kontrol üniteleri 6. Ön panelde, saat yönünde ve tersi istikamette hareket edebilen,

değiştirilebilir ve sabit hızlı pompalar

7

7. Değiştirilebilir ve otoklavlanabilir 16 adet vessel ve BioBLU tek

6

8. Endüstriyel, fırçalanmış paslanmaz çelik paneller ile yüksek

8

kullanımlık vessel seçenekleri korozyon dayanımı

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

www.sem.com.tr


36

www.labmedya.com

KOKU(Y)ORUM Yük. Kimyager Hasan ÖZ

Terleme olmadan yaşamımızı sürdürmek mümkün değildir. Terleme vücudun göstermiş olduğu doğal bir reaksiyondur. Sosyal yaşamımızda her zaman güzel kokmak isteriz. Özellikle kapalı ortamlarda ayak kokusu ve koltukaltı kokusu herkesi rahatsız eder. Güzel kokma temizliğin bir parçasıdır. Özellikle bazı insanlar benim terim kokmaz veya bazıları benim terim çok kötü kokar der. Terimiz neden kokar? Bu kokuyu baskılamak ya da engellemek için kullandığımız ürünler ne kadar sağlıklı, bunları kullanmamız sağlığımız açısından risk oluşturur mu? Koku önleyici ürünleri nasıl seçmeliyiz?

TER NEDEN KOKU YAPAR? Vücudumuzda yayılmış 2 milyon ter bezi bulunmaktadır. Terleyerek vücut ısımızı sabit tutarız. Fiziksel aktiviteler dışında heyecan, korku, utanma ve sıkılma gibi pek çok olay terlemeye sebep olabilir. Dış şartlar veya gerilim arttığında dolaşım hızlanır, ter bezleri aktif hale gelerek deri yüzeyinde ter meydana gelir. Deri üzerinde oluşan ter bu durumda hemen buharlaşıp, deriyi soğutur. Bir insan ortalama günde 0,5-1 litre terlemektedir. Ter normalde renksiz ve kokusuzdur. Fakat bakteriler sıcak ve nemli ortamlarda hızla çoğalarak bu salgının kötü kokmasına neden olur. Bu nedenle özellikle koltuk altı ve kasık bölgesinde terleme sonucu kötü koku oluşumu meydana gelebilir. Vücudumuzda iki tür ter bezi

bulunmaktadır: Ekrin ve apokrin. Ekrin denilen ter bezi, tüm bedende, avuç içi ve ayak tabanlarında bulunurlar. Ekrin bezlerinden çıkan ter, vücuttan atılması gereken çeşitli kimyasal maddeleri içeren berrak, tuzlu bir sıvıdır ve koku yapmaz. Apokrin adı verilen bezler ise koltuk altlarında, üreme organları ve göğüs çevresinde yoğunlaşmışlardır. Bu bezlerden salgılanan ter, bakterilerin çok sevdikleri yağ ve proteinleri içeren, yapışkan ve bulanık bir sıvıdır. Deride uzun süre kalırsa bakteriler tarafından kullanılır ve hoş olmayan vücut kokusu meydana gelir. Bakteriler apokrin bezlerden salgınan terdeki maddeleri kullanır fakat bunlardan tiyoalkolleri (Tiyoalkoller (RSH)- yani alkollerdeki -OH grubunun yerini -SH grubu almış bileşik grubu) üretirler. York Üniversitesinde koltuk altındaki teri kullanan ve tiyoalkol üreten bir grup bakteri türü incelenmiş ve en fazla tiyol üreten bakteri grubunun Staphylococcus hominis olduğu saptanmıştır.

VÜCUT KOKUSUNUN OLUŞUMUNDA ROL OYNAYAN FAKTÖRLER -Stres: Endişe hali vücutta kortizol hormonu salgılanmasına neden olur bu da apokrin bezlerden ter salınmasını tetikler. Koltuk altlarınızda bakterlerin bulunmasıyla birlikte teriniz kokmaya başlar. -İlaçlar: Nonsteroid, anti-inflamatuar ve bazı antideprasan ilaçlar yan etki olarak terlemeyi ve vücudun kokmasını arttırabilirler. -Gıdalar: Soğan, sarımsak, köri gibi özellikle kükürt içeren gıdalar ter kokusunun yoğunlaşmasını sağlayarak kokmanıza neden olurlar. Yüksek miktarda rafine şeker içeren gıdalar da vücut kokusunu değiştirebilir. Çünkü karbonhidratlar bakteriler için besin kaynağıdır. -Deodorantlar: Evet yanlış duymadınız, kötü kokuyu baskılamak için kullanılan deodorantlar bakterilerin sayısını arttırarak koku oluşumuna destek olabilirler. Belçika Ghent Üniversitesi’inde yapılan bir araştırmada antiperspirant (ter önleyiciler) kullanımının bakteri sayısını arttırdığını göstermiştir. -Kişisel hijyen: Özellikle koltuk altları ve kasıl bölgesi temizliğine önem verilmemesi bu bölgelerde bakteri oluşumunu arttıracağından kötü kokunun en büyük kaynakları arasındadır. -Bazı Hastalıklar: Diyabet, hamilelik, troid sorunları, hipoglisemi, endokardit, kalp krizi, lösemi, menapoz, obezite ve alkolizim gibi sağlık sorunları aşırı terlemeye sebep olabilir.

KOKUYU ÖNLEMEK IÇIN KULLANILAN ÜRÜNLER Vücudun kötü kokusunu önlemek için iki tür kozmetik ürün kullanılmaktadır. Bunlar antiperspirant ürünler ve deodorantlardır.

Antiperspirant ürünler cilt yüzeyine ulaşan teri engelleyerek ve antimikrobiyal içerikleriyle kokuya neden olan bakterileri azaltarak kontrol altına almaya çalışır. Deodorantlar ise antimikrobiyal içerikleriyle vücut kokusunu önlemeye çalışır. Ter akışını kontrol etmezler. Her ikisi de kokuyu maskelemek için güzel kokular içerirler.

KOKUYU ÖNLEMEK IÇIN KULLANILAN ÜRÜNLER VE SAĞLIĞIMIZ Kullandığımız ürünlerle bir şekilde kokuyu engelledik, peki ama bu kullandığımız ürünlerin sağlığımıza etkisi ne? Bu ürünlerde kullanılan bazı kimyasal maddeler gerçekten sağlığımız için büyük risk oluşturmaktadır. Bu ürünler vücut dışından çalışırken cilt bariyerini geçebilen kimyasal maddeler içermektedir. -Alüminyum: Terleme önleyici ürünlerinde ter bezlerini bloke etmek ve saldığınız ter miktarını azaltmak için kullanılır. Ter kanallarının içine girerek; terin akmasını engellemektedir. Terleme önleyici ürünlerde alüminyum zirkonyum ve alüminyum klorohidrat bulunmaktadır. Özellikle meme kanserinde alüminyuma şüphe ile yaklaşılmaktadır. Alüminyumun direkt kanserle ilişkisi kanıtlanmamasına rağmen kanserli dokularda alüminyuma rastlanmış olması bu ürünlere temkinli yaklaşılmasını gerektirmektedir. Alüminyum ayrıca, bazı hastalarda beyindeki plaklarda bu metalin bulunması sebebiyle “Alzheimer hastalığı” ile de ilişkilendirilmektedir, fakat bu alüminyumun ter önleyici ürünler mi alındığı ispatlanmış değildir. -Parabenler: Parabenler, deodorantlara ve ter önleyici maddelere eklenen koruyucu maddelerdir. Metilparaben, propilparaben, etilparaben veya butilparaben formlarında değişik paraben türleri kullanılabilir. Parabenlerin meme kanseriyle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Bunun nedeni, parabenler vücut tarafından emildiğinde bazı zayıf östrojen benzeri özelliklere sahip olmalarıdır. Doğal olarak alınan ya da hormon tedavisinin bir parçası olarak alınan östrojen, meme kanseri gelişiminde önemli bir etkendir. Bununla birlikte çocuklarda erken ergenlik ve organ toksisitesi parabenin yol açtığı diğer sağlık sorunudur. -Ftalatlar: Ftalik asidin monohidrik alkoller ile yaptığı diesterlere ftalatlar denilmektedir. Genellikle plastiklerin esnekliğini arttırmak için kullanılmaktadırlar. Ftalik asidin monohidrik alkoller ile yaptığı diesterlere ftalatlar denilmektedir. Genellikle plastiklerin esnekliğini arttırmak için kullanılmaktadırlar. En çok bilinen ftalat DEHP [di(2etilheksil)] ftalat’ın insanlarda kansere neden olduğu IARC (Internatıonal Agency For Research on Cancer– Uluslararası Kanser Araştıma Ajansı) tarafından kabul edilmiştir. Bazı ftalat türlerinin karaciğer ve böbrek üzerinde etkili olduğu bildirilmektedir. Ftalatlar ayrıca erkeklik hormonunun bozulmasına, doğumsal gelişim kusurlarına, üreme organlarında bozulmalara, hormon dengesinin bozulmasına sebep olabilmektedir. -Triloksan: Triklosan cilt ve başka

yüzeylerdeki bakterileri öldürmek için kullanılan yapay, antimikrobiyal bir kimyasaldır. Kozmetik ve temizlik ürünlerinde kullanılan antibakteriyel ve anti mantar ajanlardan biridir. Antibakteriyel sabunlar, diş macunu, deodorantlar, kişisel bakım ürünleri, okul gereçleri (kalem, hesap makinesi, makas), plastik oyuncaklar, temizlik malzemeleri, çamaşır yıkama ürünleri, tekstil ürünleri, halılar ve yapıştırıcılarda kullanılabilmektedir. Bu kimyasalın hormonal bozukluklara, kas sisteminde bozukluklara, gebelik anomalilerine, cilt, göz ve akciğerde tahrişe neden olduğu ileri sürülmektedir. Deodorantlarda bulunan triklosan cildi tahriş ederek dermatite neden olabilmektedir. -Kokular: Kokuların içerdiği kimyasallar genellikle gizlidir. Fakat güvenlik testlerinden geçtiği için güvenli kabul edilir. Yine de deodorant ve ter önleyici ürünler kalitesiz kokular içerdiği taktirde cildinizde alerjik reaksiyonlar ve cilt tahrişi yaşamanız ihtimaller dahilinde.

KOKU ÖNLEYICI ÜRÜN SEÇIMI Deodorant ve antiperspirant ürün seçerken zararlı kimyasal bulunmayan, doğal ürünler bulmak gerçekten zor. Fakat öncelikle ürünün içerine dikkat ederek işe başlamamız son derece önemlidir. Seçim yaparken ‘doğal’ veya ‘organik’ gibi reklamasyonlardan ziyade öncelikle içeriğine bir göz atmanızda fayda var. İçeriğinde saydığımız alüminyum, paraben, ftalat, triloksan gibi maddeler yer alan ürünler tercih etmeyiniz. Güvendiğiniz sürekli kullandığınız markaların ürünlerini tercih etmeniz sağlığınız açısından faydalı olacaktır. Tüm bunların dışında ter kokusunu önlemek için sıcak aylarda baharat kullanımını sınırlandırabilir, pamuklu ve açık renk, nefes alan kumaşlardan yapılmış giysileri tercih edebilirsiniz. En iyi temizlik su ve sabunla yapılan temizliktir. Günlük duş alımı, koltuk altı ve kasıl bölgesindeki hijenik temizliğe dikkat edildiği, bakteri olmuşunu sağlayan şartlar minumuna indirildiği sürece günlük terleme ile oluşan koku tolereedilebilir seviyelere çekilebilir. Böylelikle deodorant ve antiperspirant ürün kullanımını aza indirerek sağlığımız koruma adına adım atabiliriz. Mutlu ve sağlıklı günler sizlerin olsun… Referanslar 1-Meet The Bacteria That Make A Stink In Your Pits. NPR.org. Retrieved 10 July 2016 2-Antiperspirants may actually make you smell worse. Washington Post. Retrieved 10 July 2016 3-An earlier age of breast cancer diagnosis related to more frequent use of antiperspirants/deodorants and underarm shaving: European Journal of Cancer Prevention. (2016). 4-Heid, M. (2015). You Asked: Can Deodorant Give You Cancer?. TIME.com. Retrieved 10 July 2016 5-IARC, http://monographs.iarc.fr/ENG/Monographs/ vol77/mono77-6.pdf



38

www.labmedya.com

“ANI YAŞA” “SADECE NEFES AL” “BURADA VE YAŞADIĞIN ANDA KAL ”

BIRÇOK INSANIN BILMEDIĞI EN IYI FARKINDALIK EGZERSIZI: FARKINDALIK MOLASI Farkındalığı geliştirmenize yarayan bu cümlelerden kim etkilenmez ki? Aslında farkındalık, üzerine çalışması zor bir disiplin fakat buna kolayca erişmenin bir yolu var. Bu yol, zihninizi beslemekten ve aynı zamanda güçlü yönlerinizi harekete geçirmekten geçiyor. Kimileri buna farkındalık molası diyor. Farkındalık molasını uygulamanın iki yolu var: 1. Ara verin ve 10-15 saniye boyunca nefes alıp verişlerinizi dinleyin 2. Kendinize bir soru sorun. Örneğin, “Tam şu anda karakterimin hangi güçlü yönlerini öne çıkarmalıyım” sorusuyla başlayabilirsiniz.

BU EGZERSIZ NEDEN IŞE YARIYOR? Çünkü çok kısa. İnsanlar günlük programları sırasında çok fazla vakit ayıramadıkları için kısa süreli egzersizleri daha çok seviyor. Herkesin buna ayıracak

10-15 saniyesi vardır. Farkındalık egzersizi, o an neyle meşgul olduğunuza bakmaksızın yapabileceğiniz ve sizi bulunduğunuz ana taşıyan bir egzersizdir. Çünkü diğer işlerinizle uyumludur. Sabah yeni mi uyanıyorsunuz? Öğle yemeğinde misiniz? Patronunuzla telefonda mı konuşuyorsunuz? E-mail mi gönderiyorsunuz? İşten eve mi dönüyorsunuz? Evinizi mi temizliyorsunuz? Çocuklarınızla mı oynuyorsunuz? Farkındalık egzersizi, o an neyle meşgul olduğunuza bakmaksızın yapabileceğiniz ve sizi bulunduğunuz ana taşıyan bir egzersizdir. Çünkü sizi hazırlar. En iyi halinize kavuşmanıza, zor zamanlara, stresle başa çıkmaya ve sizi güçlü olmaya hazırlar. Gün içindeki her yeni an için sizi besler.

Çünkü işe yarar. Araştırmalar, kısa süreli meditasyon ve farkındalık egzersizlerinin gerçekten işe yaradığını gösteriyor. Bir kişinin günde en az 1 saat meditasyon yapması gerektiği inanışının geçersiz olduğu çoktan kanıtlandı. Çünkü sizi, elinizdeki en iyiye ulaştırır. Kısacık bir ara verdiğinizde, zihninizdeki oto-pilotun, farkına varmadığınız şeylerin ve düşünce barajlarınızın kısa devre yapmasını sağlamış olursunuz. Yeniden odaklanabilir ve bulunduğunuz anda yaşananları daha net görebilirsiniz. Böylelikle her zaman kullanabileceğiniz güçlü yönlerinizi yeniden hatırlarsınız.

BAŞKALARI NE DIYOR? Ryan Niemiec (psikolog, yazar): İşlerimi bitirip aileme zaman ayırmadan önce farkındalık molası veriyorum. Karakterimin

belki de en derinlerinde yer alan ekip çalışması ruhu ortaya çıkıyor ve eşime daha çok yardımcı oluyorum. İlişkimiz daha eğlenceli hale geliyor. Julia Nunes (yazar, konuşmacı): Farkındalık molasını gün içinde birçok kez uyguluyorum. Örneğin işten çıkmadan yaptığımda, günün sonuna geldiğimi değil, işten sonra günün en eğlenceli kısmının başladığını düşünmeye başlıyorum. Martha Fagan (mentor): Göğüs kanseri olan bir yakınım kemoterapi tedavisi görüyor ve bu beni kahrediyor. 74 yaşında ve doktorunun tavsiyesi üzerine yürüyüş yapması gerekiyor. Bazen öyle anlar geliyor ki, göğsümün sıkıştığını hissediyorum. Böyle zamanlarda farkındalık molası veriyorum, yargılayıcı tavrımı bir kenara bırakıp ona karşı sıcaklığımı yeniden verebiliyorum. Kaynak: Psychology Today


39

www.labmedya.com

WORLD FORUM FOR MEDICINE IŞIK HIZI NEDEN BU KADAR YAVAŞ?

Ancak neden herkes ışık hızını yavaşlatmak istiyor? Sonuçta, zaten oldukça yavaş! Bu iddia, karayolunda saatte sadece 70 kilometre hızla seyretmeye alışkın insanlar için tuhaf olduğu gibi, kozmik bir ölçekte çok mantıklı. Şunu göz önünde bulundurun: Gözlemlenebilir evren Dünya boyutuna indirgendiğinde Samanyolu Galaksisi’ni dolaşmak, komşusunu ziyaret etmek için evin üç blok ötesine yürümek ile kabaca eşdeğer olurdu. Yine de Dünya boyutundaki evrenimizin kozmik hız limitine ulaştığınızda, bu kısa gezinti 100.000 yıl sürerdi! Bu örnek ışık hızında seyahat eden bir gemi için galaksiyi keşfetmenin sinir bozucu derecede yavaş olduğunu gözler önüne seriyor. Çünkü böyle bir yolculuk 100 insan neslinden daha uzun sürerdi! İnsanlığın yıldızlararası ışık hızındaki seyahatine duyduğu bencil isteği düşünmeyip bunun yerine Güneş sisteminin karşısında dans eden fotonları düşünseniz bile, ışık hızı hala olumlu bir şekilde durgun görünüyor. Güneş’ten gelen ışık Jüpiter’e ulaşmak için bile 45 dakika, Plüton’a ulaşmak için ise 5 saat sürüyor. Ve tabii ki çıplak gözle gökyüzüne bakarken, bazı yıldızların binlerce yıldan daha uzun olan geçmişlerini seyrediyoruz! Bu, onların ışığının bize ulaşması için katetmeleri gereken bir süre! Artık ışığın hızlı olmadığını, aksine aşırı derecede yavaş olduğunu tespit ettik, şimdi daha sıkıcı ve zor olan bir konuya geçebiliriz: Neden? Teorik fizikçiler öngörüde bulunabilir, gözlemsel kozmologlar ölçüm yapabilir fakat tüm öğrenilenler kaçınılmaz bir cevaba götürür: Çünkü.

olduğu gibidir. Fizik, bir şeylerin nedenlerini açıklamak yerine, kanıtlanmış modelleri kullanarak nasıl oldukları hakkındaki tahminleri açıklamaktadır.”

www.medica-tradefair.com

LABMED FORUM

www.medica.de/MLF2

Tamam, teorik fiziğin çoğunda olduğu gibi, cevap da etkin bir şekilde cevapsızdır ve hala yavaş bir evrende sıkışıp kalmış durumdayız. Bu durumu kurtarmak için ışığın çok daha hızlı olduğu bir senaryoyu inceleyelim. Örneğin, ışık hızının 1.000 kat artması halinde varoluş ne olurdu? Işık hızında ilerleyen bir gemi, bir asırdan daha kısa bir sürede Samanyolu gökadasını terk edebilir, potansiyel olarak yaşanabilir bir gezegene ev sahipliği yapan Alpha Centauri gezisi iki günden daha kısa sürer, geliştirilmiş optik hızlar sayesinde bilgisayarlar ve ağlar daha hızlı çalışır, uzaktaki uygarlıklardan (dünya dışı) sinyal almamız daha olası olurdu! Fakat –ve büyük bir fakat- Güneş’in sıcaklığı bir milyon kat daha yakıcı olurdu. Pişirilirdik. Elbette böyle bir senaryoda, diğer faktörler de değişeceğinden, hayat da buna uygun şartlar altında kendini şekillendirecekti. Işık hızı birçok fizik yasasının içerisinde bulunuyor, bu her şeyin, bu kadar basitçe öngörülemez bir şekilde değişmesi anlamına gelirdi. Yani kaba bir tabirle bu senaryo, şu andaki evrenin farklı bir versiyonu olurdu.

Bir bakışta laboratuvar tekniği ve teşhis araçları: • Tüm yenilikler • Klinik analiz tekniği eğilimleri • Mükemmel bilgi

www.medica.de/MA2

www.medica.de/MCF2

• Günlük uygulamalarınıza yönelik yenilikçi çözümler ve daha bir çok şey Her şeyi görmek, her şeyi bilmek ve her şeyi yaşamak isteyen herkes Düsseldorf’a dünyanın en büyük tıp formuna gelir! Fuar katılımcıları, laboratuvar tekniği ve teşhis araçları konusunda kendilerini MEDICA 2017’nin 3 nolu salonu ile modern prefabrik salonlar 3a ve 18’de tanıtıyor.

BE PART OF THE NO.1!

Işık hızının bizim kendi bakış açımıza göre olan yorumuyla “yavaş” kalmasını bir kenara bırakalım, bize sunduğu görelilik teorisi sayesinde bambaşka bir bakış açısı da sunuyor. Her ne kadar 5 milyon ışık yılı uzaklığa ışık hızına yakın bir hızda 5 milyon yıl gibi bir sürede ulaşamayacağımızı düşünsek de, bu sabit duran bir gözlemci için geçerlidir ve seyahat eden kişi, 5 milyon ışık yılı uzaklığa 1 yılda dahi ulaşabilir. Bu durumda ışık hızına yavaş diyebilir miydik? Belki de durup daha detaylıca düşünmeliyiz, evren bize ilginç seçenekler sunuyor gibi. Kaynak: rasyonalist Çeviri: Aysel Bozan Geliştiren: Ögetay Kayalı Referanslar 1. Space.com “Why is the speed of light so slow?”, <https://www.space.com/37244-why-is-the-speed-

Teorik fizikçi Gennaro Tedesco biraz daha tatmin edici bir model sundu: “Evrende fotonların bu hızla yayılması için bir neden yoktur, bu sadece böyle

DÜSSELDORF GERMANY

of-light-so-slow.html> 2. BBC.com “Scientists slow the speed of light”, <http://www.bbc.com/news/uk-scotland-glasgowwest-30944584>

Ayrıntılı bilgi için: Düsseldorf Fuarları Türkiye Temsilciliği tezulaş fuar danışmanlık hizmetleri ltd. şti. Bağdat Cad. 181/6 34730 Çiftehavuzlar – Kadıköy / İSTANBUL Tel: (0216) 385 66 33 _ Fax: (0216) 385 74 00 info@tezulas-fuar.com _ www.tezulas-fuar.com

2017-07-25 MEDICA 2017_Türkei_Labor_115 x 330mm_Labmedya_4c_6456

2015’te İskoç bilim insanlarından oluşan bir ekip, ışık hızını yavaşlatmanın bir yolunu bulduklarını açıkladı. Araştırmacılar fotonları özel bir maskeyle göndererek fotonların şeklini değiştirdiler. Bu hatalı durumdaki son derece küçük ışık partikülleri normal fotonlardan daha yavaş ilerledi. Hız farkı neredeyse fark edilemezdi, ancak başarı çok çarpıcıydı. Işık hızının kırılmaz, değişmez hız limiti saniyede 299.792.458 metre olarak duruyordu. Artık öyle değil!

13 – 16 NOVEMBER 2017


40

www.labmedya.com

METABOLIZMAYI HIZLANDIRMANIN PÜF NOKTALARI! Beslenme ve Diyet Uzmanı Özge Güneş, kış mevsiminde metabolizmayı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı: Uyandıktan 1 saat sonra kahvaltı edin: Hızlı bir metabolizma için düzenli beslenmek ilk kurallardan birini oluşturuyor. Uyandıktan sonra 1 saat içinde kahvaltı ederek metabolizma hızınızı yüzde 30 oranında artırabilirsiniz. Kahvaltıda yağlı gıdalardan ve şekerli besinlerden uzak durmanız gerektiğini unutmayın. Kahvaltınızın dengeli ve doyurucu olması için protein (yumurta, peynir, süt), kaliteli karbonhidrat (tam tahıllı ürünleri, yulaf) mevsim yeşillikleri ve mevsim meyveleri içermesi gerekiyor. Ara öğünleri asla atlamayın: Metabolizma hızının azalmasının en büyük sebeplerinden biri de, düzensiz beslenme alışkanlığı. Özellikle ana öğünleri (kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği) düzenli olarak tüketmek, besinlerin vücutta yağ olarak depolanmasının önüne geçiyor. İki ana öğünün arasında 4-5 saat gibi zaman dilimi olmasına da özen gösterin. Günde 10 bardak su için: Havaların soğumasıyla birlikte unutmaya başladığınız su ihtiyacınızı yeniden hatırlayın. Vücudunuzun yüzde 70’ni oluşturan suyu günde 10 bardak içmeniz metabolizma hızınızı arttırarak, aldığınız enerjinin vücutta yağ olarak depolanmasını engelleyecektir. 1 fincan tarçınlı, limonlu zencefil çayı: Zencefil ve tarçın vücut sıcaklığını yükselterek metabolizma hızını arttırıyor. Bunların yanına bir de C vitamininden zengin olan limonu eklediğinizde hem metabolizmanızı hızlandırmış hem de bağışıklık sisteminizi güçlendirmiş olacaksınız. 1 büyük bardak kaynamış suya 1 dilim taze zencefil, 1 tane çubuk tarçın, 2 dilim limon ilave edip,karışımı10 dakika kadar demlenmeye bırakarak çayınızı hazırlayabilirsiniz. Çayınızı tatlandırmak isterseniz 1 çay kaşığı kadar üzüm pekmezi ilave edebilirsiniz. Şekerli gıdalar ve hamur işlerine ambargo koyun: Yaşadığınız açlık krizlerinde belki de ilk aklınıza gelen şekerli gıdalar ve hamur işleri oluyor. Ancak unutmayın ki karbonhidrat içerikleri ve kalori yükleri yüksek olan bu besinlerin tamamına yakını vücudunuzda yağ olarak depolanıyor. Aralarda yaşanan açlıklarda bu besinler yerine mevsim meyvelerinden 1 porsiyon (1 orta boy elma veya portakal veya 1 tane kivi vb.) seçmeniz kilo kontrolünü sağlamayı kolaylaştırır.

Yeşil yapraklı sebzeler sofraya: Değişen hava koşullarına uyum sağlamak için vücut direncinizi arttırmanız gerekiyor. C vitamini vücut direncinizin artmasında ve güçlü bir bağışıklık sistemiyle vücut ısınızın korunmasında en önemli vitaminlerden biri. Bunun için de C vitamininden zengin olan, ıspanak,pazı, brokoli ve karnabahar gibi yeşil yapraklı sebze yemeklerini hafta da en az 3-4 kere tüketin. Yeşil yapraklı sebzelerin yanında C vitamininden zengin olan turunçgillerin tüketimi de bağışıklık sistemini destekliyor. Her gün 1 adet portakal veya greyfurt yemek de vücut direncinizi arttırmanın bir diğer yolunu oluşturuyor. Badem yemekten korkmayın: Riboflavin, magnezyum, bakır ve yağ asidinden zengin olan bademin sindirilmesi için vücudun daha fazla enerji harcaması gerekiyor. Bunun sonucunda metabolizma hızınız artıyor. Badem ayrıca midede kalış süresi de uzun olması nedeniyle kendinizi daha uzun süre tok hissetmenizi sağlıyor. Tüm bu özelliklerini düşündüğümüzde günlük 8-10 tane kadar çiğ badem metabolizma hızlandırıcı ve tok tutucu bir ara öğün olacaktır. Günde 1 fincan yeşil çay: Yeşil çayın içerisinde bulunan kafein ve ‘epiogallocatechin-3-gallat’ adındaki bileşen sinir sistemi ile beyni etkileyerek kalp atış hızını ve metabolizmayı hızlandırıyor. İçerisindeki polinefol bileşenleri de iştahın baskılanmasına yardımcı oluyor. Ancak yeşil çayın bu etkileri için onu doğru demlemek gerekiyor. Yeşil çayı kesinlikle kaynatmayın. Bir kupa kaynamış suyu ocaktan aldıktan sonra içine 1 çay kaşığı kadar yeşil çay ilave edip 3-4 dakika kadar demleyin, ardından süzün. Sonrasında çayınızı isterseniz soğuk isterseniz sıcak olarak içebilirsiniz. Tadına bakmadan tuz ilave etmeyin: Tuzda bulunan sodyumun fazla alımı vücudunuzun su tutmasına, bunun sonucunda da ödem yapmasına neden oluyor. Sonuç; kendinizi, özellikle sabahları uyandığınızda şişkin ve kilolu hissetmek. Günlük tuz tüketiminizi 5 gram (1 çay kaşığı) ile sınırlandırmaya özen gösterin. Fiziksel aktivitelere devam: Havaların soğuması spora ara vermeniz için bir neden olmasın. Eğer herhangi bir spor dalıyla ilgilenmiyorsanız günlük 30-40 dakikalık yürüyüşler yaparak harcadığınız enerjiyi arttırabilirsiniz. Böylelikle yavaşlayan metabolizma hızınızın da dengesini sağlamış olursunuz.


www.sem.com.tr

ELİNİZİN ALTINDAKİ GÜVENİLİR TAVSİYELER; ICP-MS performansı için

1

Nebulizer tıkanmasından korunma Numunelere ön filtreleme uygulayın, autosampler probe yüksekliğini uygun hale getirin, pürüzsüz mendil kullanın ve her kullanım sonunda nebulizer temizleyin.

2

Interface cone dikkat edin Analiz öncesinde uygun temizlik teknikleri ve interface cone kullanarak, yüksek hassasiyet ve aynı stabiliteyi elde edin.

3

Temiz tutun Spray chamber ve torch için doğru temizleme teknikleri kullanarak ve plazma numune derinliğini optimize ederek performansı arttırın ve kontaminasyonu azaltın.

4

Belirlenen yüksek standartlar Kirliliği düşürmek için sadece yüksek saflığa sahip reaktifler ve deiyonize su kullanın. Sertifikalı referans maddelerden yeni standartlar hazırlayarak hassas, doğru kalibrasyon verileri elde edin.

5

Pump tubing’i ihmal etmeyin Peristaltic pump tubing düzenli aralıklarla inceleyerek ve ihtiyaç duyulduğunda değiştirerek hassaslığı ve QC verilerini geliştirin.

5 ipucu; Yanlış standartlar, zarar görmüş interface cone veya nebulizer tıkanıklığı analizlerinizin verimliliğini ve laboratuvarlarınızın başarısını etkileyebilir. ICP-MS performansını baştan sona kadar kusursuz bir şekilde sürdürmeniz için beş kolay ipucu...

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02


42

www.labmedya.com

KALP SAĞLIĞI IÇIN DOKTORLARIN FAVORI BESINLERI Sağlıklı bir kalp için, bu konuda önde gelen doktorların favori besin öğelerini ve önerilerini sizler için bir araya getirdik.

KIRMIZI MEYVE, SEBZE VE KIRMIZI ŞARAP “Sağlıklı bir kalp için kuralım basit; et, kümes hayvanı, balık, süt ve yumurtayı, diyetinizden çıkarın. Kalp için favori gıdalarım; kırmızı meyvalar; çilek, nar, elma, üzüm, kırmızı sebzeler; domates, kırmızı biber ve kırmızı şaraptır. Bitkisel temelli diyetlerin kanıtlanmış olağanüstü yararlarını, çocuklara, anne adaylarına, tıp öğrencilerine, hemşirelere ve hastane yöneticilerine anlatarak, tıkanmış kalp damar vakalarını %80-90 oranında ortadan kaldırabiliriz.” —Joel Kahn,M.D., mbg class instructor and author of Your Whole Heart Solution

ZERDEÇAL VE YEŞIL ÇAY “Sağlıklı bir kalbe sahip olmak için en iyi yol, kalp krizine neden olan enflamasyonuiltihaplanmayı azaltmaktır. Benim en sevdiğim enflamasyon önleyen yıldızlardan biri zerdeçal, diğeri ise yeşil çaydır. Yeşil çaydan elde edilen EGCG ve zerdeçaldan alınan curcumin/kurkumin, hem etkili antioksidandır; serbest radikallere* karşı hücrelerimizi korur, hem de anti-enflamatuar, yani iltihap önleyicidir. Kurkumin, antioksidan özelliği sayesinde hücre DNA’sını korur, böylece hücrelerin bozulup dönüşmesini engeller, kanser hücrelerinin büyümesi ve çoğalmasını yavaşlatır ve yok olmalarını sağlayan proteinleri harekete geçirir. Zerdeçal tozunu ılık Hindistan cevizi sütüne karıştırıp latte benzeri altın rengi sütlü bir karışım yapıyorum, yeşil çayı ise sade içiyorum.” —Dr. Will Cole, instructor of The Elimination Diet

BROKOLI “Brokoli, kalp hastalıklarına potansiyel katkıda bulunan, kollesterolün düzenlenmesine ve kan şekerinin dengelenmesinde esas rolü oynayan karaciğer için mükemmel bir kaynaktır. Temel bileşenlerden biri sülflorafan, aynı zamanda kanser riskini azaltmaya, kan akışını sürdürmeye ve iltihaplanmayı önlemeye yardımcı olur. Araştırmalar, sülflorafanın, arterlerin korunmasına yardımcı olan Nfr2’yi yeniden aktive ettiği ve kalp ve damar hastalıklarına karşı koruma sağladığını göstermiştir. Bilimsel çalışmalar, brokoli yiyen kişilerde daha az koroner bulgular olduğunu ortaya koymuştur.” —Dr. Serena Goldstein

YABANI SOMON “Omega-3 yağ asitleri, D vitamini ve A vitamini açısından zengin olan somon, kalp sağlığı için önemli bir besindir. Aynı zamanda

B vitaminleri, selenyum (kalp sağlığı için gerekli esansiyel bir mineral) ve protein için mükemmel bir kaynaktır. Buna ek olarak, son araştırmalar, somonun insülin hassasiyetini (insülin direnci kardiyovasküler hastalık ve plak birikiminin ana nedenlerinden biri) ve bağırsaktaki iltihabı kontrol etmesini sağlayabilecek biyoaktif peptitler olarak adlandırılan benzersiz protein moleküllerini içerdiğini bulmuştur. Artık hepimiz iltihaplanmanın, kalp rahatsızlığı da dahil olmak üzere, tüm hastalık süreçlerinin nedeni olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, “Atlantik somon” veya “organik” olarak da etiketlenmiş olabilen çiftlik çeşitlerine dikkat edin. Bunlar çoğu zaman cıva, zirai ilaçlar ve kardiyovasküler sisteme zararlı kalıcı organik kirleticiler (POP’ler) ile kontamine olacak; Ayrıca, rengini yabani somon kadar pembe yapmak için, yapay renklendirme eklenmiştir.” —Vincent Pedre, M.D., and author of Happy Gut “Sağlıklı bir kalp için en favori yiyeceğim somon balığıdır. Somonda bulunan Omega 3 yağları kardiyovasküler sistem için mükemmeldir ve bizi süper zinde ve canlı tutar. Aynı zamanda, kırmızı ete sağlıklı bir seçenek sunar.” —Taz Bhatia, M.D., and instructor of The Doctor’s Guide to Hormonal Imbalance

ZENCEFIL “Zencefilin sağlık yararları olağanüstüdür. Dolaşımı, vazodilatasyonu ve sağlıklı terlemeyi desteklemek için uzun bir kullanım öyküsü vardır. Ayurvedik tıbbın uygulayıcıları zencefil kullanır çünkü vücudun iç enerjisini harekete geçirerek toksinlerin atılmasına ve iltihaplanmasının azalmasına yardımcı olur. Zencefil, vücudun kanallarını temizlemeye yardımcı olan bir anti-kan pıhtılaşma kabiliyetine sahiptir-kalp krizi ve felce karşı güçlü bir bileşendir. Şaşırtıcı kardiyovasküler faydalar elde etmek için, yemeklere zencefil ekleyebilir veya birkaç zencefil kökü kaynatarak zencefil çayı yapabilirsiniz.” —Karla Solis, DDS

BITTER ÇIKOLATA “Kalp sağlığı için favori besinim, bitter/sütsüz çikolatadır. Çikolatada bol miktarda polifenol bulunur. Günde 40gr. bitter çikolata tüketimi, vücuda önemli miktarda polifenol sağlayabilir ve böylece kadiyovasküler hastalıklar ve kanserin önlenmesine yardımcı olabilir. Bilimsel araştırmalar, yüksek seviyedeki polifenol’lerin kan basıncını düşürdüğünü ve iltihabı azaltmaya yardımcı olduğunu göstermiştir. Çikolatanın kardiyovasküler sisteme yararlı bir başka etkisi de, pıhtı oluşumu riskini düşürmesidir. En yüksek (optimum) faydayı sağlamak için, kakao içeriğinin en az %70 olmasına dikkat edin, sütlü veya beyaz çikolata, sağlık açısından aynı faydayı sağlamaz.” —Tiffany Lester, M.D., and Medical Director at Parsley Health Kaynak: mindbodygreen.com



44

www.labmedya.com maymun kafatası fosilinin keşfedildiğini duyurdular. Kenya ormanında keşfedilen 13 milyon yıl önce yaşamış, Alesi olarak adlandırılan, limon büyüklüğündeki maymun kafatası ve bize çok uzun yıllar öncesinde insanların ortak atası ve günümüz maymunlarının geçmişte nasıl göründüklerine dair bir ipucu verebilir. Kafatası küçük burnuyla Asya’da bulunan küçük Gibbon grubunu andırıyordu. Ama iç kulağında bulunan denge organı Gibbonlardan farklıydı ve Alesi’nin türünün ağaçlar arasında daha dikkatli bir şekilde hareket ettiğini ve ağaçlar boyunca akrobatik hareketlerle kolaylıkla dönen Gibbonlara göre daha kısa kolları olduğu düşünülüyor.

GEÇMIŞE IŞIK TUTACAK KEŞIF B EBEK M AY M U N ( K A FATA S I ) F O S I L I I NSANOĞLUNUN UZA K GEÇM I ŞI N I AY D I N L AT I Y O R Bilim insanları; beyin boşlukları, iç kulak yapısı ve bebek diş köklerinin altında patlamamış/çıkmamış yetişkin dişleri gibi

özellikleri bulunan kafatasının rahatça incelemesine olanak tanıyan/sağlayan ve şimdiye kadar bulunan en eksiksiz

Bilim insanları kafatasının, uzun zamandır süregelen sorunun cevabını verdiğini söylüyor yani insanlar ve modern maymunların, şempanzenin, gorillerin, orangutanların ve gibbonların ortak atalarının Avrasya’da değil Afrika’da evrimleştiği belirlendi/keşfedildi. Çoğu fosil, dar soylardan bu yana gelişen evrimi tasvir eder yani insanları kuzenimiz olan şempanzelerden ayrılmasını gösterir ki bu da 6-7 milyon yıl öncesine dayanır. Türümüz, Homo Sapiens, yaklaşık olarak 300,000 yıl önce Afrika’da görüldü. Fosiller 10 milyon yıldan daha yaşlı bu yüzden insanların ve genellikle hasarlı diş veya çene kemiği bulunan maymunların ortak atasının evrimleşmesi hakkında

bizleri aydınlatabilir. Bu yüzden Kenya’nın kuzeyinde bulunan Turkana Gölü’nün batısında keşfedilen bu fosil devrim niteliğinde görülüyor. New York merkezli Stony Brook Üniversitesi’nde paleontolojist olan Isaiah Nengo: “Bulunması çok zor olan böyle önemli bir şeyi bulduğumuz için mutluyum. Bunu bulduğumuzda sevinçten havalara uçuyordum ve hala da öyleyim” dedi. Kafatasına verilen Alesi ismi Turkana dilinde “ales”ten türetilmiştir ve “ata” anlamına gelmektedir. Londra Üniversitesi’nde paleontolojist olan Fred Spoor: “Bu kafatası artık, modern maymunların atasından daha da yaşlı olan ve insanların ortak atasıyla yakından ilgili olan ‘Nyanzapithecus alesi’ adı verilen yeni bir türe aittir” dedi. Alesi’nin dişleri ve tamamıyla gelişmiş kemikli kulak tüpleri modern maymunlarla olan akrabalığını gösteriyor. Yetişkin dişlerin büyüme çizgisi de Alesi’nin 1 yıl 4 aylıkken öldüğünü gösteriyor. Araştırmacılar Alesi’nin cinsiyetini belirleyemediler ve Alesi’nin yanardağ patlaması sonucunda ölmüş olabileceği düşünülüyor. Çalışma Nature Gazetesi’nde/Dergisi’nde yayınlandı. Kaynak: Washington Reuters Çeviri: Prosigma - N. Berat Durmaz

ÇEYREK ASIRLIK TECRÜBEMİZLE

GÜCÜNÜZE GÜÇ KATIYORUZ SORUMLULUK önem veririz • DÜRÜSTLÜK saygı duyarız GİRİŞİMCİLİK harekete geçeriz • KALİTE temin ederiz

.yıl

Her türlü laboratuvar ihtiyaçlarınız için doğru ve tek adres.... 0532 111 1 555

0232 388 50 09

ww. koseoglulab.com

info@koseoglulab.com



46

www.labmedya.com

BÖBREK KANSERLERININ YÜZDE 50’SINDEN SORUMLU ÜÇLÜ Dünya genelinde metabolik hastalıkların yayılması birçok hastalığın görülme sıklığını da artıyor. Bugün artık obezite, diyabet, hipertansiyon varlığının tek başına ya da birlikte birçok organı etkileyen kanserlerin gelişiminde risk oluşturduğu kanıtlanmış durumda. Prof. Dr. Can Öbek, böbrek kanserinin yüzde 50’sinden sigara, hipertansiyon ve obezite üçlüsünün sorumlu olduğunu söylüyor. Böbrek dokusundan kaynaklanan habis bir tümör olan böbrek kanseri sıklığında son 20 yıl içinde belirgin bir artış gözlenmekle birlikte yükselişin nedeni tam olarak bilinmiyor. Hastalığa bağlı yaşam kayıpları da, tedavideki tüm yeniliklere ve gelişmelere rağmen, artmaya devam ediyor. Böbrek kanserlerinin, tüm kanserler içinde görülme sıklığının yüzde 2-3 oranında olduğunu belirten Prof. Dr. Can Öbek, hastalığın çoğunlukla 60-70 yaşlarında ortaya çıktığını anlatıyor. Özellikle hipertansiyon varlığının böbrek kanseri sıklığında oldukça etkili bir parametre olduğunu söyleyen Prof. Can Öbek, hipertansiyon varlığının, kanserin evresine ve daha agresif bir seyir izlemesine de neden olduğunu belirtiyor.

Sigara ve obeziteye karşı önlem alınmalı Yetişkinlerde böbrek kanserinin en yaygın görülen türünü “renal hücreli kanser”

oluşturuyor, çocukluk çağında ortaya çıkan böbrek kanserleri ise genellikle farklı hücrelerden kaynak aldığı için tedavi yaklaşımı da değişiyor. Böbrek kanseri tedavi edilmediği taktirde çevre doku ve organlara yayılabildiği için erken evrede tanı alması tedavinin başarılı olması ve iyileşme şansının yükselmesinde de etkili oluyor. Sigara tüketimi, obezite ve yüksek tansiyonun böbrek kanserine yol açtığı saptanmış üç çevresel faktör olduğunu belirten Prof. Dr. Can Öbek, birinci dereceden yakınında böbrek kanseri hikayesi olmasının da etkili bir risk faktörü olduğunu anlatıyor. Prof. Dr. Can Öbek, bu nedenle, böbrek kanserinden korunma adına atılacak en önemli adımın sigara kullanmamak ve obeziteye karşı önlem almak olduğunu söylüyor.

Erken evrede belirti vermiyor

Böbrek kanserinin çok nadir olarak erken evrelerde belirti verdiğini belirten Prof. Dr. Can Öbek, hastaların dikkat etmesi gereken işaretler konusunda şu bilgileri veriyor: “İleri evrelerde, idrarda kanama, bel bölgesinde ağrı ve/veya şişlik belirtileri gözlenebiliyor. Ancak hastalık bazen vücutta yüksek tansiyon, kilo kaybı, ateş, kansızlık veya kan sayımında yükseklik, kan kalsiyum seviyesi yükselmesi gibi sistemik bazı bulgulara da yol açabilir. Her ne kadar bu bulgular birçok hastalıkta gözlenebilse de özellikle risk faktörlerine sahip kişilerin bu konuda daha uyanık olmasında yarar var.”

Tümörler tesadüfen saptanıyor

Prof. Dr. Can Öbek, belirtilerinin erken evrede görülmemesi nedeniyle günümüzde böbrek kanserinin yarısından fazlasının başka nedenlerle gerçekleştirilen ultrasonografi, tomografi veya MR gibi radyolojik görüntülemelerde tesadüfen saptanabildiğine dikkat çekiyor. Prof. Dr. Can Öbek, tesadüfen saptanan tümörlerin genellikle daha erken evrede olduğunu ve tedavi edilmesinin de daha kolay olduğuna da dikkat çekiyor. Böbreklerde ortaya çıkan tümörler benign (iyi huylu) ve malign (kötü huylu) olmak üzere iki şekilde görülüyor. Ancak günümüzdeki radyolojik görüntüleme yöntemleri ile tümörün ‘iyi huylu’ ya da ‘kötü huylu’ ayrımını yapabilmenin mümkün olmadığını söyleyen Prof. Dr. Can Öbek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tümör kitlesinin çapı küçüldükçe, iyi huylu olma olasılığının arttığını biliyoruz. Çapı dört santimin altında olan kitlelerin iyi huylu olma oranı ise yaklaşık yüzde 30 civarındadır.” Böbrek kanserinin tanısını koyabilmek için, kontrastlı bilgisayarlı tomografi kullanıldığını ve bazı hastalarda ayrıca MR’da çekilebiliyor. Prof. Can Öbek, böbrekte kitle varlığında biyopsinin standart bir uygulama olmadığını, ancak hastanın durumuna bağlı olarak yapılabileceğini söylüyor.

Cerrahi, robotik ya da laparoskopik olarak yapılabiliyor

Böbrek kanserinde birincil tedavi yönteminin cerrahi olduğunu söyleyen Prof. Can Öbek, “Cerrahide amaç, hastanın durumuna göre, mümkün olduğunca kitlenin çıkarılıp böbrek dokusunun korunmasının sağlanmasıdır. Bu sayede hastanın uzun vadede kalp hastalıkları riski de azaltılmaktadır” diyor. Böbrek kanseri ameliyatlarının günümüzde robot yardımlı ve kapalı cerrahi yöntemleriyle güvenle gerçekleştirilebildiğini söyleyen Prof. Dr. Can Öbek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Robotik cerrahi sonrası hastanın iyileşme süreci çok daha hızlı ve kolay oluyor. Ağrı ve kanamanın az olması nedeniyle hasta günlük aktivitesine daha hızlı dönebiliyor. Kitlenin büyük olduğu ve sadece kitlenin çıkartılmasının mümkün olamadığı durumlarda ise hastalıklı böbreğin tamamı çıkartılıyor. Bu durumdaki hastalar sağlam böbrekle yaşamına devam edebiliyor. Metastaz durumunda ise, tedaviye böbrekteki kitlenin ameliyatla çıkarılması ile başlanıyor ve hasta daha sonra sistemik bir tedavi almaya başlar.” Yaşlı ve/veya genel durumu iyi olmayan hastalarda dört santimin altındaki tümörlerde ameliyat yapmadan belirli aralıklarla hastalığın seyrinin izlendiğini söyleyen Prof. Dr. Can Öbek, cerrahi gerçekleştirilen hastaların da düzenli aralıklarla hekim kontrolüne gitmesi gerektiğini belirtiyor.



İşverenlerin ve iş arayanların, aradıkları niteliklere uygun işe ve kişiye en doğru şekilde ulaşmasını sağlıyoruz. Labkariyer ile işverenler konusunda

akademik branş eğitimi almış bireylere, iş arayanlar

ise sektörün önde gelen markalarına ulaşma imkanı elde edebiliyor.

LabKariyer, laboratuvarların bulunduğu

sektörlerde, kariyerine yön vermek isteyen ihtisas sahiplerine iş olanağı sağlayan insan kaynakları platformudur. Ekip arkadaşı arayan firmalara

aradıkları nitelikte uzman personeli uygun ve hızlı bir şekilde bulabilecekleri ortamı sağlar.

Misyonumuz

Vizyonumuz

niteliklere uygun işe ve kişiye en doğru şekilde

Üretim Geliştirme, Araştırma Geliştirme ve

İşverenlerin ve iş arayanların, aradıkları

ulaşmasını sağlıyoruz. Labkariyer ile işverenler konusunda akademik branş eğitimi almış

bireylere, iş arayanlar ise sektörün önde gelen markalarına ulaşma imkanı elde edebiliyor.

Labkariyer, işverenlerin sahip olduğu

Kalite Kontrol Laboratuvarlarına uygun olan kişilere en çok istihdam sağlayan güvenilir bir insan kaynakları platformu olmayı amaçlamaktadır.


49

www.labmedya.com

BEN KIMIM?

AKYUVARLARIMIZ BIR GÜNDEN AZ BIR SÜREDE, DERI HÜCRELERIMIZ KEZA O KADAR HIZLI; MIDE ZARI BIRKAÇ GÜN, CIĞERIMIZ BIR HAFTA; KEMIKLERIMIZ ISE BIRKAÇ YILDA BIR YENILENIYOR. O ZAMAN NEDEN YAŞLANIYORUZ DIYE SORDUĞUNUZU DUYAR GIBIYIM. AMA BU SORUDAN ÇOK DAHA DERIN HATTA FELSEFEYE GIREBILECEK BILIMSEL BIR SORU VAR ÖNCE. BAŞLIKTAKI SORUYU SORMAYA CESARETINIZ VAR MI?

Kimilerinin Einstein’dan sonra en iyi akıl dediği Richard Feynman’ın (1918-1988; 1965 Nobel Fizik Ödülü) büyük ihtimalle Rus asıllı Aşkenaz Yahudisi annesi Lucille’den aldığı espri anlayışıyla ‘Bilimin Değeri’ adlı makalesinde kaleme aldığı şu sözleri düşünüyorum: “Bu bizdeki akıl neyin nesidir? Bilinçli atomlar da ne oluyor? Geçen hafta afiyetle yediğim patatesler. Patateslerden gelen bu yeni atomlar aklımdan bir yıl evvel geçenleri hatırlıyor.” Feynman 1953’de Smithsonian Enstütüsünde vücudumuzu oluşturan atomların her yıl yüzde 98’inin değiştiğinin ispatlandığı araştırmadan söz ediyordu. Değişimin beynimizdeki nöronları da kapsadığı 1999’da Princeton Üniversitesi tarafından ispatlandı. Akyuvarlarımız bir günden az bir sürede, deri hücrelerimiz keza o kadar hızlı; mide zarı birkaç gün, ciğerimiz bir hafta; kemiklerimiz ise birkaç yılda bir yenileniyor. O zaman neden yaşlanıyoruz diye sorduğunuzu duyar gibiyim.* Ama bu sorudan çok daha derin hatta felsefeye girebilecek bilimsel bir soru var önce. Bu nemli sıcaklarda başlıktaki soruyu sormaya cesaretiniz var mı? Vücudumu oluşturan, evrendeki tüm yıldızlardan daha fazla, 7 milyar x milyar x milyar sayıdaki atomların toplamı mıyım? Peki geçen haftanın atomları gittiğine göre geçen haftaki benle bugünkü ben aynı değil miyiz? Yoksa beni ben yapan başıma gelen olayların hatıraları mı? Bir kaza geçirip hafızamı kaybetsem ben olmaya devam etmez miyim? Yeterince soru sorduk. Şimdi bildiklerimize odaklanalım. Biz canlılar yüzde 64 hidrojen, yüzde 25 oksijen ve yüzde 10 karbon atomundan oluşuyoruz. Karbon atomu çok özel çünkü kendisiyle beraber başka atomlarla birleşerek inanılmaz karmaşık moleküller meydana getirebiliyolar. Öyle özel dizilebiliyorlar ki cansız olmasına cansızlar ama bu atomlar canlı hücrenin yapıtaşlarını oluşturuyorlar yani DNA’larımızı, amino asidleri ve nihayet proteinleri. Protein robotları gibi

düşünebileceğiniz hücrelerimiz bir şey düşünmek için veya tecrübe etmek için fazlaca küçükler. Ancak yaşama dair gerekli özellikleri barındırırlar. Örneğin kendilerini dışarıdan ayıracak bir duvarları var, canlı kalmak için bir şeyler yerler, büyür ve gelişirler, çevrelerine tepki verirler, evrim geçirirler ve kendilerini çoğaltırlar. Nasıl mı, kopyalayarak. Karbon kopya lafı ordan geliyorsa bayağı komikmiş. Ama hatırlatalım hücreyi meydana getiren şeyler (yapıtaşları veya onları meydana getiren bu atomlar) canlı değildir. ‘Şeyler’ kimyasal tepkiler sonucunda reaksyon oluşturur bu başka reaksyonlara bu da başka reaksyonlara yol açar. Hücrelerde saniyede birkaç milyon böyle reaksyon olur ve karmaşık bir orkestra ortaya çıkar. Notaları DNA olarak düşünebilirsiniz, enstrümanları amino asit, her bir eseri protein. Tüm operanın adı da hücre yani canlı yaşam. Biyolojik moleküller fazla yaşamıyor ve sürekli yenilenmek durumundalar bu da müthiş bir enerji gerektiriyor. Hücreler enerji kullanma konusunda müthiş verimli, işte cansızlıktan canlılığa geçişin anahtarı bu. Çevreden enerji çek, enerjinin işe dönüştüremediği kısmını atık olarak çevreye geri ver. Bu enerji soluduğumuz havadan, yediğimiz yemekten ve içtiğimiz içecekten geliyor. Bunların atomları hücrelerimize girip canlı kalmamız için enerji sağlıyor. Yeni proteinler oluşurken, girdi çıktıdan fazla ise büyüyoruz. Şimdi evrende enerji ve kütle toplamının Big Bang’den beri korunarak sabit kaldığı temel kanundan yola çıkarak, evrende tüm moleküllerinin sürekli bir döngü içerisinde olduğunu öne sürebiliriz. İçtiğiniz sudaki moleküllerin belki biri daha evvel mesela Einstein’ın beyninde zamanında aktif olan ama sonra dışarı atılmış, aynı şekilde birkaç ağaç, okyanus, hayvan dolaşmış ve bardağınızda son bulmuş olabilir. Bir nevi atomik reenkarnasyon. O suyu içseniz Einstein olmayacağınız aşikar o halde ‘biz bizi oluşturan atomların toplamıyız’ demesek iyi olacak gibi. Kaldı ki öyle bir

durumda yaşımızı sorsalardı milyarlarca yaştayız demek durumunda kalabilirdik. Ne de olsa hidrojen atomları 13,7 milyar yıl önceki Big Bang zamanından, karbon, oksijen ve fosfor atomları ise 4,5 milyar yıl önce meydana gelen süpernovalardan kalma. Vücudumuzla birlikte beynimizi oluşturan atomların da değiştiğini kabul ettiğimize göre yani bir nevi atomlarımızın geçen haftaki patateslerden geldiğini kabul ettiğimize göre, atomlar tek tek hatıralarımızı veya kişiliğimizi taşıyan paketler olamaz. Aslolan yapıdır. Benliğimizin sürekliliğini sağlayan yeni atomların varolan yapıya katılma kabiliyeti olsa gerek. Adaptasyon anahtar kelime. Ama tabi ki yapı da aynı kalmıyor. 30 yıl evvelki ben ile şimdiki ben ne kadar çok benzesek de aynı değiliz. Yine de değişim gün be gün anlaşılacak cinsten değil, çok daha yavaş. Beynimizde yeni oluşan nöronlar -beynimizin ağırlığı arttırmadığına göre- bir şekilde benliğimizi taşıyan ve yakında ölecek olan eski nöronların yerine geçerken bağlantı düzenlerini öğreniyorlar ve görevi devralıyorlar. Hatıralar ve zihin fonksyonlarımız kalıyor ama onları temsil eden nöronlar değişiyor. Feynman makalesinde şöyle devam ediyor: “Benliğime bir dans diyorum. Beynime gelen atomlar dans eder, sonra çeker gider. Daima yeni atomlar gelir; ancak hepsi de aynı dansı eder, dünkü dans hareketlerini anımsayarak.” Cevap basit, atomlarımız sürekli yenilense de yapı yani hücrelerimiz yaşlanıyor. Bir kumdan kale düşünün; dört duvarı, merkez kulesi, minik kuleleriyle. Şimdi inşa ettiğiniz bu kalenin kum tanelerinin hepsini tek tek yenileriyle değiştirin. Kalenize ne olur? Yepyeni mi olur yoksa gittikçe bozulur mu? Kale zamanla yıpranacaktır, taneleri değiştirmekle önüne geçemezsiniz. Selin KANDİYOTİ Şalom gazetesi


50

www.labmedya.com

“ BI R B I L I M ANC A K TA R I H I B I LI N I RSE TANI N A B I L I R . ” A U GUSTE COM T E

KANSERİN TARİHÇESİ Kanser çoğu kez tek bir hastalık gibi görünse de, gerçekte hücre ve dokuları etkileyen karmaşık bir hastalık grubudur. Mutasyonların gen ifadesini değiştirmesi, tüm kanserlerin ortak özelliği olarak kabul edilmektedir. Kanser büyüme özellikleri bozulmuş hücrelerin klonal yayılımı olup somatik genetik hastalıkların en sık, en yaygın ve aynı zamanda en karmaşık olanıdır.

şişlikler için Hipokrat, görüntüsünü yengece benzeterek, “karkinos” ya da “karkinoma” adını vermiş; Romalı hekim Celcus (M.Ö. 28-50) Yunanca terimi Latinceye çevirerek “cancer” (yengeç) adını kullanmıştır. [5] Bir başka Romalı hekim Galen (MS 130-200), tümörleri tanımlamak için “oncos” (Yunancada şişlik) kelimesini uygun görmüştür. Diğer bir yoruma göre bu adlandırma, kanser ağrısının, yengeç ısırması ile oluşan, ortadan çevreye doğru yayılan kemirici tarzdaki ağrıya benzerlik göstermesi nedeniyledir. [6]

Kanser modern zamanlara has olmayıp, yüzyıllardır var olan bir hastalıktır. Araştırmacılar fosil kalıntılarındaki çalışmalardan kanserin geçmişteki varlığına ilişkin deliller bulmaya çalışmaktadırlar. [1] Kanser ile ilgili ilk tanımlamalara yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarına ait Mısır papirüsleri, Babil çivi yazısı tabletleri ve eski Hint yazıtlarında rastlanmaktadır. Edwin Smith Papirüsü olarak adlandırılan ve travma cerrahisi ile ilgili eski bir Mısır kitabı parçasının bir kopyası olarak günümüze ulaşan papirüste; ateş matkabı adı verilen bir alet ile tümörlerin ve göğüs yaralarının yakılarak tedavi edildiğine dair 8 vaka açıklanmaktadır. [2]

Kanser tedavisinde, aynı zamanda ülser tedavisinde kullanılan metalik tuzlar (bakır, kurşun, sülfür, arsenik vb.) kullanılmıştır. Bunların dışında hayvansal (kurbağa, köpek serumu, balık, kuş) ve bitkisel (menekşe yaprağı ve pekmez) ilaçların da kullanıldığı bilinmektedir. Dönemin patoloji, anatomi ve radikal cerrahi tekniklerini bilmeyen cerrahları tarafından uygulanan kitlenin kateterizasyon ya da bıçakla çıkartılması tedavi girişimleri ise başarısızlıkla sonuçlanmıştır. [6]

Hipokrat dönemine (M.Ö. 460-375) kadar hastalıklar; Tanrıların bir cezası, günah veya büyü sonucu oluşan bir durum olarak düşünülmüş ve kanser tedavisi için sihirli olduğu düşünülen çay, bitki, merhemler uygulanmıştır. Bu inancın hakim olduğu dönemde yazılan Edwin Smith Papirüsünde çağdaşlarının aksine, tedavide bilimsel cerrahi yöntemler kullanılmış, sihir – büyü 48 vakadan sadece birisinde önerilmiştir. [3] Ebers Papirüsü’nde ise (M.Ö. 15. yüzyıl), tümör tedavisinin öldürücü olabileceği belirtilmektedir. [4]

Ortaçağ, Hipokrat ve onun izleyicisi olan Galen’in etkisinde geçmiştir. Bu dönemde tıbbi bilgiler, okuma yazma bilen kesim olan papaz ve rahiplerin eline geçmiş ve özellikle St. Benedict rahipleri eski tıp kitaplarını kopyalayıp tıp eğitimi ve uygulamalarını manastırlarda yapmaya başlamışlardır. Böylece zamanla bu uygulamalar tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmıştır [7]. Ortaçağda kanser konusundaki en ileri görüşler, İslam hekimlerince ortaya atılmıştır, İslam hekimlerinden İbn-i Sina kanser tedavisinde yeni bir çığır açmıştır.

Kanser terimi ilk defa Hipokrat tarafından, yara oluşturan ve oluşturmayan tümörleri tarif etmek için kullanılmıştır. Vücut yüzeyinde görülen, genellikle kırmızı, sıcak, ağrılı, diğerlerinden farklı karakterde olan, daha yavaş büyüyen

Türk tıp tarihinde ise kansere “seretan” adı verilmiştir. Tarsuslu Osman Hayri Efendi’nin “Kenz-ü Sıhhatül Ebdaniye” (1298) adlı eserinde seretan, fındık ya da küçük yumru büyüklüğünde, ağrılı, etrafı damarlı bir oluşum

olarak tanımlanmaktadır. Şerafeddin Sabuncuoğlu’nun “Cerrahiye-i İlhaniye” adlı eserinde (1465) ise seretanın çevresinin dağlanarak kitlenin kesilmesi önerilmiştir. Ancak uzun zamandır duran ve büyük olan kitlenin dağlanmaması gerektiği belirtilmiştir. Seretanın açılıp yara olması durumunda ise kurşun ya da tutya merhemi sürülmesi gerektiği belirtilmiştir.[2] Rönesans ile birlikte tıp ilmi, dolayısıyla kanser araştırmaları gelişmiştir. J. Müller, M. Schleiden ve T. Schwann insan vücudunun canlı hücrelerin kompozisyonundan oluştuğu saptamış ve Müller kanserin de yaşayan hücrelerin bir kompozisyonu olduğunu bildirmiş ancak, bu hücrelerin normal işlevlerini kaybettiklerini belirtmiştir. Kanser üzerinde ilk bilimsel, mikroskobik inceleme Marcello Malpighi (1628-1694) tarafından yapılmıştır. Günümüzde bilinen birçok kanser türünü ise Morgagni (16821771) tanımlamış ve primer tümörleri sekonder tümörlerden ayırmıştır. [8]

hala devam edilmektedir. Günümüzde kanserden korunmada; birincil korunma (sigara, obezite, UV), ikincil korunma (tarama testleriyle erken teşhis) ve üçüncül korunma (palyatif tedaviler ile sakatlıktan korunma) yöntemleri uygulanmaktadır. Şimdiye kadar kanserde etkisi kanıtlanmış standart tedavi yöntemleri ise; erken evrede lokal tedavi olarak cerrahi, lokal ileri evrede lokal tedavi olarak radyoterapi, sistemik tedavi olarak kemoterapi, hormon tedavileri, biyolojik tedaviler gibi gruplandırılabilecek ilaç tedavileridir. Kaynak: Genetik ve Kök Hücre Grubu Editör: Gizem SONUGÜR derinuzay.org KAYNAKLAR [1] Kılıç, A., 2013, Kanser hastalarında dental tedavi önceliğinin belirlenmesi amacıyla anket hazırlanması, Yüksek Lisans Tezi, E.Ü. Diş Hek. Fak., 3s.

18. yüzyılda lenf sisteminin bulunuşuyla birlikte, tümör oluşumunun sebebi lenf sıvısı olarak görülmeye başlanmış ve John Hunter ile birlikte de, kanser tedavisi olarak lenf bezlerinin çıkarılması işlemi uygulanmıştır. 19. yüzyılın başlamasıyla, kanser oluşumunda önemli bilgiler kazandıran araştırmaların yanı sıra kanserin tanı ve tedavisinde de büyük adımlar atılmıştır. İngiltere’de 1802 tarihinde, Kanserin Doğası ve Tedavisini Araştırma Derneği (Society for Investigating the Nature and Cure of Cancer) tarafından “Kanserin tanısal bulguları nedir?”, “Kanserin nedenleri nelerdir?”, “Kanser primer bir hastalık mıdır ya da diğer hastalıklardan mı gelişmektedir?”, “Kanser kalıtımsal mıdır?”, ”Kanserin tedavisi nasıl yapılmalıdır? gibi sorular ortaya atılmıştır. [7]

[2] Atıcı, E., 2007, Tıp tarihinde kanser ve lösemi, Türk

Geçen iki yüzyıl boyunca bu sorulara cevap aranmaya devam edilmiş ve

Cancer. http://www.cancer.org/acs/groups/cid/documents/

Onkoloji Dergisi ;22(4):197-204. [3] Middendorp, J. J., Sanchez, G. M., Burridge, A. L., 2010, The Edwin Smith papyrus: a clinical reappraisal of the oldest known document on spinal injuries, Eur Spine J 19:1815–1823. [4] Sigerist, H. E., 1960, The historical development of the pathology and therapy of cancer. In: Marti Ibanez F, editor. On the history of medicine. New York: MD Publications Inc.,59-65p. http://cancer.about.com/od/historyofcancer/a/ cancerhistory.htm (Erişim tarihi: 25 Eylül 2014). [5] Olszewski, M. M., 2010, Concepts of Cancer from Antiquity to the Nineteenth Century, UTMJ 87(3). [6] Fayed,L.,2014,The History of Cancer, http://cancer.about.com/od/historyofcancer/a/cancerhistory (Erişim tarihi: 10 Nisan 2014). [7] Alkaç, M., 2014, Kanser Tarihi. [8] American Cancer Society (ACS), 2012, The History of

webcontent/002048-pdf.pdf (Erişim Tarihi: 21 Ocak 2014).


7.5 Dakikada

44 Amino Asit Analizi!

Sadece 7.5 Dakikada

44

Amino Asit Analizi

Nicel Amino Asit Analizi Serbest amino asitlerin analizi, kalıtsal metabolik bozuklukların teşhisinde ve bu türden bozukluğa sahip yenidoğanların beslenme rejimlerinin takibinde kilit rol oynamaktadır. Ayrıca karaciğer ve böbrek bozuklukları, bağırsak mikroflora bozukluğu, kas problemleri, yanık gibi sağlık sorunlarının teşhisinde de başvurulan bir yöntemdir. Jasem kantitatif amino asit analiz kiti ile 44 adet amino asidin analizi tek bir enjeksiyon ile 7.5 dakikada yapılmaktadır. Serum/plazma ve idrar örnekleri yalnızca 5 dakikada analize hazır hale gelmektedir. Buna ek olarak, akçaağaç şurubu hastalığı (MSUD) tanısı ilave 11 dakikalık enjeksiyon ile allo-izolösinin kromatografik ayrımı sağlanarak aynı numuneden yapılmaktadır ve ayrıca bir numune hazırlığı gerektirmemektedir.

KANTİTATİF AMİNO ASİT ANALİZİ PARAMETRELER: Alanin, arginin, aspartik asit, asparagin, 2-aminobütirik asit, argininosüksinik asit, anserin, 2-aminoadipik asit, 3-aminoizobütirik asit, beta alanin, etanolamin, fenilalanin, fosfoserin, o-fosforiletanolamin, 3-aminobütirik asit, glutamik asit, glisin, glutamin, hidroksiprolin, homositrulin, homosistein, histidin, hidroksilizin, izolösin, karnozin, lizin, lösin, metiyonin, 3-metilhistidin, 1-metilhistidin, norvalin, ornitin, prolin, sistin, sistatiyonin, sarkozin, sitrulin, serin, taurin, triptofan, tirozin, treonin, valin. MATRİS: Serum, Plazma, İdrar

Özellikler • • • • •

Türevlendirme olmaksızın analiz imkanı sağlar Hızlı ve kolay numune hazırlığı, SPE’ye ihtiyaç yok Uzun ömürlü HPLC kolonu Kısa analiz süresi (Toplam analiz süresi 7.5 dak) Sadece ikinci enjeksiyonla akçaağaç şurubu hastalığının teşhisi için allo-izolösin analizine izin verir

Jasem Laboratuvar Sistem ve Çözümleri San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul

T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

www.jasem.com.tr


52

www.labmedya.com

BILIM INSANLARI, ILK KEZ “IMKANSIZ MOLEKÜL” OLARAK BILINEN ‘TRIANGULENE MOLEKÜLÜNÜ’ LABORATUVARDA ÜRETTI Araştırmacılar, ilk defa, fizikçilerin yaklaşık 70 yıldır peşinden koştuğu, triangulene adı verilen garip ve dengesiz özellikli üçgen biçimli bir molekül sentezledi. Triangulene, grafene benzemektedir çünkü sadece bir atom kalınlığındadır. Fakat karbon atomu levhası yerine tirangulene bir üçgen oluşturmak için kenarları boyunca birleştirilen altı altıgen karbon molekülünden oluşur ki alışılmamış bir düzenlemeye sahip, iki eşleşmeyen serbest nitelikteki elektronun dengeli bir bağ oluşturamaması nedeniyle kimse geleneksel kimya yoluyla bugüne kadar bu molekülü sentezleyememişti. Business Insider’da yer alan habere göre yaratılması zor bu molekül, IBM’den bir araştırmacı ekibi tarafından iğne benzeri bir mikroskop ucu kullanılarak tekil atomların istenilen formatta manipüle edilmesiyle oluşturuldu. Nature dergisinden Philip Ball’a konuşan İsviçre’deki IBM laboratuvarından baş araştırmacı Leo Gross, “Triangulene , kimyagerlerin çok uğraştıkları ve başaramadığı bir molekül ve şu an yapısı hazır.” diyor. Araştırmacılar, geleneksel olarak üretilmesi mümkün olmayan kararsız molekülleri sentezleyebildikleri ilk molekül Triangulene değil ancak triangulene, yalnızca benzersiz yapısıyla değil aynı zamanda elektronik ve kuantum bilgisayarlarda yararlı özelliklere sahip

olması ile de çok özel bir konuma sahip.

67 YILA UZANAN KEŞİF Triangulene ilk kez 1950 yılında Çek bilim insanı Erich Clar tarafından öngörüldü. Clar, en azından teorik olarak üçgen şeklindeki hidrokarbonun altı dairesel benzen molekülünden yapılabilirliğini hesapladı ki bu moleküller eşit sayıda atom ve elektrona sahipti ancak yapısından kaynaklı iki eşleşmemiş elektron açığa çıkartıyordu. Clar denedi ve laboratuarda tirangulen yapmakta başarısız oldu. Bu inanılmaz derecede zor bir görevdi, çünkü eşleşmeyen bu iki elektron, eşleşmemiş halde kalmaktan hoşlanmıyordu, bu nedenle çevresindeki herhangi bir şeye tepki veriyordu. Bilim insanlarının odaklandığı geleneksel sentez teknikleri, daha büyük yapılar oluşturmak bir araya getiren molekülleri irdeler. Ancak neredeyse 70 yıldır araştırmacılar bu şekilde triangulan oluşturmak için uğraşıyorlar. Araştırmacılardan Niko Pavlicek, “Sentez oluşturduğunuz anda, oksitlenecektir de.” diyor.

Öncü yapı, dengeli olabilmesi için birkaç ekstra hidrojen atomuna sahipti. Bu hidrojen atomları, bir elektron demeti kullanılarak patlatıldı ve kararsız triangulen molekülü bırakıldı. Yapıyı bir taramalı sondalı mikroskopi kullanarak görüntüleyebildiler. IBM araştırmasına dahil olmayan ancak daha önce triangulen sentezi üzerine çalışan ve Nature dergisine konuşan diğer araştırmacı olan Japonya’daki Osaka City Üniversitesi’nden Takeji Takui “Bildiğim kadarıyla değiştirilmemiş triangulen’in ilk kez sentezlenmesi.”

‘BEKLENMEYEN ÖZELLİKLER’ Yeni malzeme bazı benzersiz ve beklenmedik özellikler taşıyor. Tahmin edilebileceği gibi, Ekip, triangulen molekülündeki iki elektronun molekül seviyesinde manyetik hale getirdiği ve kuantum bilgisayarlar hatta dönüz bazlı

Ancak ekip aynı zamanda, bir deney süresince dört güne kadar bakır yüzeyinde kararlı kaldığını gördüler. Triangulen’in metalle reaksiyona girebileceği tahmin edilmişti ancak bu gerçekleşmedi. Ekip bu olayın gerçekleşmeme nedenlerini anlamaya çalıştı. Nature News’e konuşan Gross “Bakırda triangulen için hiçbir bağ oluşmadığına şaşırdık.” diyor: “Bunun nedeni, tirangulenenin pi-radikal olması ve bunun eşleşmeyen serbest elektronların delokalize olmasını anlamına geldiğini düşünüyoruz.” Triangulene hakkında öğrenilmesi gereken çok şey var ve bağımsız denetçilerle IBM araştırmacılarının yarattığı şeyin başarılması çok zor olan gerçekten üçgen şekilli molekül olup olmadığının doğrulanması gerekiyor. Yine de bu ilerleme diğer bilim ekiplerinin de bu keşifin açtığı yolda keşfi derinleştirme şansını arttırıyor. Kaynak: Sözcü Çeviri: Reha BAŞOĞUL

IBM ekibi bunu farklı bir teknik kullanarak çözdü, bir molekülden molekül yapısı oluşturmak yerine, önce daha büyük bir öncü yapı oluşturdu ve sonra onu aşağı doğru kırdı.

Türkiye’nin yeni laboratuvar cihazları üreticisi SOĞUTMALI SİRKÜLASYONLU SU BANYOSU

CLRC-17C

ORBİTAL ÇALKALAYICI

CLOS-500

YARI OTOMATİK YAĞ ANLALİZ CİHAZI

CLFA-60H

VAKUMLU ETÜV

DİSTİLE SU CİHAZI

CLWD-04

CLWD-04

www +90 312 278 40 47

elektronik cihazlar üretmek için kullanışlı olma anlamına da gelen iki eşleşmeyen serbest elektronun kararlı bir dönüşe sahip olduğunu gösterdi.


TLC Smart Flash Chromatography System AKROS

Set the TLC plate

Scan TLC

TLC image will be analyzed, stored in the computer and the optimal method will be developed automatically

AKROS develops the optimal chromatography method automatically with the use of the data of the TLC image


54

www.labmedya.com

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

BİZİ BİZ YAPAN FARKLAR, YOL AYRIMLARI VE YABANCILAŞMALAR Kimya ağırlıklı olan lise eğitimim dâhil, ağırlıklı fen eğitimi almış, canlılığa ve canlı kimyasına büyük ilgi duymuş biri olarak en çok ilgimi çeken konuların başında embriyo olarak başladığımız yaşam döngümüzde “büyüme ve farklılaşmanın” nasıl gerçekleştiği olmuştur. Öyle ya hepimizin bir embriyo olarak başladığı yaşam döngüsünde bir eşi daha olmayan farklı bireylere dönüşürüz. O, mikroskopla görülebilecek boyuttaki embriyo hızla farklılaşır ve dokuz ayın sonunda aşağı yukarı gelecek hayatımız şekillenir. Üstelik hem fiziksel hem duygusal hatta ve hatta sanatsal ya da akademik yatkınlıklarımız da dâhil olmak üzere. Bu büyüme ve farklılaşma süreci doğduktan sonrada devam eder ve adeta bıçakla kesilen keskin uçlar gibi kişinin karakter ve fiziksel özellikleri netleşmeye başlar. Fiziksel gelişim belli bir yerde durur ama farklılaşma devam eder. Aynı evde doğan üç kardeşten biri için bu fiziksel durma noktası 1.90 m boyda dururken diğerinde 1.70 olabilir. Biri son derece iyi bir mental gelişime sahip iken diğeri çok zorlasa da belirli algı sınırlarını geçemeyebilir. Buradaki farklar bazen çok ama çok belirgindir. Normal de aynı ebeveynlere

ait ve aynı çevresel faktörler ile hele hele yaşça birbirine çok yakın olan bu bireyler arasındaki bu ölçüdeki önemli farkların oluşma nedenini bilimsel olarak açıklamak mümkün değildir. DNA kombinasyonu farklıdır evet ama bu farkların bu denli büyük olmasını kolayca açıklamak için yeterli değildir yine de. Hayatın ilk evrelerinde hatta hatta 20’li yaşlara kadar çok belirgin olmayan bu farklar zamanla çok daha net bir hale gelir hatta öyle bir noktaya gelir ki, aradaki fark bazen katlanılamaz bir noktaya ulaşabilir. Çevre de bu konuda genellikle acımasızdır ve başarılı olan birey adeta bir referans olarak ailenin diğer bireylerinin sürekli önüne getirilerek doğrudan ya da dolaylı o kişilere “suçun kendilerinde olduğu, aynı koşullarda diğer kardeşin geldiği yere gelememesinin sorumluluğunun tamamen kendi yetersizliği olduğu” hissettirilir. Hatta yüzüne karşı söylenir. Kabul edelim ki bilim ne kadar ilerler ise ilerlesin neden bazılarımızın DNA kombinasyonlarının aynı koşullarda bile büyük farklar içerdiği sorusuna net bir bilimsel cevap bulamayacağız. Neden aynı evde büyüyen iki kardeşten biri mesela dünyanın en büyük ressamı olurken diğerinin çizgi bile çizemeyeceğini izah edemeyeceğiz.

Ama şunu yapabiliriz; başta kendimizi tüm artı ve eksilerimiz ile kabullenip kişisel gelişime inanıp bunu yaşam boyu sürdürebiliriz. Kendimiz ile olan kısmı halletmek mümkün olunca da bizden daha iyi olduğunu düşündüğümüz insanlara karşı yıkıcı bir kıskançlık düzleminden çıkıp takdir etmeyi denemeliyiz. Aynı şekilde bizden daha geride özelliklere sahip kişilere de hoşgörülü olmalı ve gerektiğinde yardım edebilmeyi benimsemeliyiz.

küçücük bir altın parçası da. Altının yalnızlığını da gözden kaçırmamak gerek değil mi? Toprak zerresinin kendine benzerleri bulmak ile ilgili bir kaygısının olmadığı da düşünülürse. Asıl olan her durumda, doğru yaşamak ve altının kendine ev olan toprağı, toprağında kendine emanet edilen altını kabul edebilme hoşgörüsünde saklı olduğunu bilmektir belki de. Saygılarımla.

Habil-Kabil olayından Hz. Yusuf kıssasına kadar olan yüzlerce örnekte vurgulanan farklara dayalı yıkıcı yanlarımızı kontrol edebilmeliyiz. Ne farkları yok edebiliriz ne de onları yok varsayabiliriz. Ayrıca şöyle bakmak gerekir belki de, bu farkların kaynağında ne var? Sitemin kime? Farkları var edene mi? Sana takdir edilene mi? Keşke insanlar inançlarında ve söylemlerinde samimi olabilse. Bunlar bana ait düşünceler. Biraz kimya, biraz sosyoloji ve biraz da gözlem belki. Farklarla güzel dünya. Tonlarca topraktan bir zerre de olabilirsiniz onun içindeki

SOSYAL KONUM ARTTIKÇA STRES AZALIYOR

ARAŞTIRMACILARIN, MAYMUNLAR ÜZERINDE YAPTIKLARI ÇALIŞMAYLA SOSYAL STATÜSÜ ILE SAĞLIK DURUMU ARASINDA BAĞ OLDUĞUNU ORTAYA KOYDU.

ABD’nin Duke Üniversitesi’nden araştırmacıların yaptığı çalışmada, sosyal statünün, makakların bağışıklık sisteminde değişikliklere yol açtığı ve en düşük konumda olanların daha fazla stres ve enflamasyona maruz kaldığı bildirildi. Araştırmacılar, maymunlarda artan sosyal statünün, bağışıklık sisteminin geliştirdiğini ve enflamasyonu azalttığını belirtti. Bir dişi makak grubundaki ast üst

hiyerarşisini inceleyen araştırmacılar, dokuzar maymundan oluşan 5 grup kurarak hayvanları birbiriyle teker teker tanıştırdı ve hiyerarşiyi kaydetti. Araştırmacılar bir yıl sonra ast üst sırasını değiştirerek grupları birbirine karıştırdı. Maymunlardan alınan beyaz kan hücresi örneklerinde, en düşük düzeydeki dişilerin bağışıklık sistemlerinin değişmiş olduğu görüldü. Araştırmacılar, maymunların sosyal

statüsü artırıldığında daha az strese girdiklerini ve bağışıklık sistemlerinin geliştiğini belirtti. Kişilerin destek ağlarını geliştirmenin, düşük statünün neden olduğu stresle ilgili sağlık sorunlarını önlemeye yardımcı olacağına işaret eden uzmanlar, insanların kendilerine destek olacak çevrelerinin yardımıyla düşük statünün neden olduğu stresle ilgili sağlık sorunlarını bertaraf edebileceklerini ifade etti.


WIRELESS

WTW

artık kablosuz

Kablosuz bağlantı ile hareket özgürlüğü ve güvenilir veri aktarımı

DURKO ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ SAN. TİC. A.Ş. Bulgurlu Cd. No: 80 Kısıklı Üsküdar - İSTANBUL Tel: 0 216 544 50 00 Faks: 0 216 544 50 11

durko.com.tr

durko@durko.com.tr


56

www.labmedya.com

DÜ NYA TEM EL D E B E Ş B Ü YÜK SORU NL A KARŞ I K ARŞI YA. DÜ NYA’NI N I NSA N L A R VE D I ĞER CANL IL A R I Ç I N YAŞANABI L I R B I R G EZEG EN OL M AYA DEVA M ED EBI L ME S I I Ç I N B U BEŞ SO R U N U N A CI LE N ÇÖZ Ü L M E S I G EREKI Y OR.

DÜNYA’NIN EN BÜYÜK BEŞ SORUNU 1. HAVA KIRLILIĞI VE IKLIM DEĞIŞIKLIĞI Sorun: Atmosferin ve okyanus sularının karbonla aşırı dolması: Atmosferik karbondioksit, kızılötesi dalgaları uzunluğundaki radyasyonu emip tekrar yansıtarak havayı, toprağı ve okyanus yüzey suyunu ısıtır. Böylece gezegenimiz katı bir buz yığını olmaktan kurtulur. Ne var ki havada yeterince karbon bulunmuyor. Fosil yakıt kullanımı, ormanların tahrip edilmesi ve endüstriyel faaliyetler atmosferik karbondioksit yoğunluğunu 200 yıl içinde 280 ppm’den (her milyondaki partikül miktarı) 400 ppm’e yükseltti. Bu, hem boyut hem de hız açısından eşi benzeri görülmemiş bir artış ve bu artışın sonucunda iklim değişikliği meydana gelmeye başladı. Karbon yoğunluğu kömürün, petrolün, benzinin ve odunun yakılmasının yarattığı hava kirliliğinin çeşitlerinden sadece bir tanesi. Dünya Sağlık Örgütü, geçtiğimiz günlerde 2012’de gerçekleşen her dokuz ölümden birinin kanserojen veya kirli havadaki diğer zehirli maddelerden kaynaklanan hastalıklara dayandığını ifade etti. Çözüm: Fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kullanmak, yeniden ağaçlandırma, tarımda emisyonları azaltmak, endüstriyel üretim süreçlerini değiştirmek. Bu kapsamda bir iyi bir de kötü haber sözkonusu. İyi haber, doğada bol miktarda temiz enerji bulunması. Yapılması gereken tek şey, bu kaynakların rasyonel biçimde ‘ekilip biçilmesi”, yenilenebilir enerji için yatırımlar yapılmasıdır. Pek çok uzman, şu an sahip olduğumuz teknolojiyle %100 yenilenebilir enerji kullanılan bir geleceğin mümkün olduğunu söylüyor. Kötü haberse, güneş panelleri, rüzgar türbinleri, enerji depolanması ve dağıtım

sistemleri gibi yenilenebilir enerji altyapıları hâlihazırda yaygın hâle gelmiş ve oldukça ucuz ve verimli olmasına rağmen, iklim değişikliğini engellemeye yetecek kadar hızlı biçimde uygulamaya koyulamamış olmasıdır. Bu sorunun çözümü için siyasi ve finansal sorunların aşılması gerekiyor.

2. ORMANLARIN TAHRIP EDILMESI Sorun: İçerdiği canlı türü bakımından zengin olan vahşi ormanlar yok ediliyor. Bu, özellikle de tropikal kuşakta, yani büyükbaş hayvan otlaklarını, soya fasulyesi ve palmiye yağı ekimini mümkün kılan bir coğrafyada gerçekleşiyor. Günümüzde yeryüzünün yaklaşık olarak yüzde 30’u ormanlarla kaplı. Oysa 11 bin yıl önce, insanoğlunun tarım yapmaya başladığı tarihte, yeryüzünde bunun iki katı kadar orman vardı. Özellikle tropikal kuşakta olmak üzere her yıl 7,3 milyon hektar orman yok edilmekte. Tropikal ormanlar gezegenin yaklaşık olarak yüzde 15’ini kaplıyorken bugün bu oran yüzde 6-7 dolaylarında. Geriye kalan bu oransa, ağaç kesme ve yakma aktiviteleri sebebiyle düşüş göstermekte. Ayrıca doğal ormanlar karbonu tutarak, atmosfere ve okyanuslara yayılmasını engelliyor ve biyoçeşitliliğin sürmesine katkı sağlıyor. Çözüm: Doğal ormanlardan geriye kalan kısmı korumak ve hâlihazırda yok edilmiş alanları yerel ağaç türlerini ekerek restore etmek. Bu elbette iyi ve adil bir yönetim kültürü gerektiriyor. Ne var ki, pratikte tropikal ülkelerin çoğu gitgide artan nüfuslarıyla, istikrarsız hukuki düzenleriyle ve toprak kullanımı tahsisi bağlamında adam kayırma ve rüşvetin yaygın olmasıyla hâlen gelişmekte olan

ülke konumundalar.

3. TÜRLERIN SOYLARININ TÜKENMESI Sorun: Soyları tükenmek üzere olan vahşi hayvanlar bugün etleri, dişleri ya da çeşitli ‘tıbbî’ ürünler için avlanmaktalar. Denizler, dip trol ağı ve gırgır ağı teçhizatına sahip devasa endüstriyel balıkçılık gemileri tarafından, içerdikleri balık popülasyonlarından arındırılıyor. Doğal yaşam alanının yok edilmesi, soy tükenmesi dalgasına katkı sağlayan temel faktörlerden bir tanesi ve bu faktörün tek bir sorumlusu var: İnsan. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin (IUCN) ‘Kırmızı Liste’sine sürekli yeni tehdit altında olan türler ekleniyor ve liste uzamaya devam ediyor. Sorun sadece farklı canlı türlerinin tabiatları gereği var olmaya devam etme hakları değil: Bu türler biz insanların hayatta kalması için hayatî olan birtakım ürün ve ‘hizmet’leri de üretiyor. Örneğin arılar tükettiğimiz besinler bağlamında ‘gerekli’. Çözüm: Biyoçeşitliliğin kaybolmaya devam etmesini engelleyebilmemiz için siyasi ve toplumsal alanda organize çaba ve işbirliğine ihtiyaç var. Doğal yaşam alanlarını korumak ve restore etmek bu sürecin bir yüzüyken, yasadışı avlanma ve vahşi doğa ticaretine karşı koruma mekanizmaları üretmek diğer yüzü. Kaldı ki atılacak bu adımların bu bölgelerde yaşayan yerlilerin toplumsal ve ekonomik çıkarlarıyla örtüşmesi adına, her halükarda yerlilerle işbirliği içinde gerçekleştirilmesi gerekiyor.

4.TOPRAK DEGRADASYONU Sorun: Toprağa zarar verilmesine yol açan pek çok faaliyet sözkonusu: Aşırı

otlatma, monokültür tarım, erozyon, zeminin sıkılaştırılması, çevre kirliliğine yol açan maddelerin aşırı ışıklanması, cins değişikliği. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre, yeryüzündeki ekilebilir arazilerin yaklaşık 12 milyon hektarlık kısmı her yıl ciddi biçimde hasar görüyor. Çözüm: Toprağın korunması ve restorasyonu için toprak işlemesiz tarımdan nöbetleşe ekime, taraçalama yoluyla su tutmaya kadar çok sayıda teknik mevcut. Besin güvenliğinin toprağı iyi durumda tutmaya bağlı olduğu düşünüldüğünde, uzun vadede bu soruna çözüm getirilmesi olası. Ancak bunun gezegen üzerinde yaşayan tüm insanların faydalanması adına adil bir biçimde yapılıp yapılmayacağı, şu an için cevaplanması zor bir soru.

5. AŞIRI NÜFUS ARTIŞI Sorun: İnsan nüfusu dünya çapında hızlı biçimde artmaya devam ediyor. 20. yüzyıla 1.6 milyar giriş yapan insanoğlunun nüfusu, bugün 6.5 milyar dolayında. Tahminler, 2050 yılında 10 milyara ulaşılacağını söylüyor. Sürekli artış gösteren küresel nüfus, gittikçe artan refah düzeyiyle birleştiğinde, başta su olmak üzere hayatî önem taşıyan doğal kaynaklar üzerine daha da büyük bir baskıya yol açıyor. En büyük artışsa, Afrika kıtası ile Güney ve Doğu Asya’da gerçekleşiyor. Çözüm: Bugüne kadarki araştırmalar, kadınların, çocuk yapma kararının kendilerine bırakıldığında, eğitim ve temel sosyal hizmetlere erişebilmeleri sağlandığında, kadın başına ortalama doğum oranlarında ciddi bir düşüş yaşanacağını gösteriyor. Kaynak: Deutsche Welle Türkçe



58

www.labmedya.com

HAYVAN DENEYLERINE SEN DE “DUR” DE! Hayvan deneylerine karşı savaşan bir güzellik markası, başlattığı ‘Forever Against Animal Testing’ yani ‘Daima Hayvan Deneyine Karşı’ adlı kampanyasıyla ses getiriyor. Hayvanların güzellik uğruna kullanılmasına bir son vermek isteyen marka, 1989’da İngiltere’de başlattığı kampanyayı bu sene dünya çapında yürüterek deneyleri sonsuza dek yasaklamayı amaçlıyor.

DÜ NYA Ü Z ERI ND E K I Ü L K E L E R I N Y Ü Z DE 80’I KOZM ETI K SEK T Ö R Ü N Ü N Ü R Ü N V E I Ç ERIĞIYLE IL GI LI HAY VANL A R Ü Z E R I N D E D E N E Y YAPTIĞINI VE B U NA K ARŞI TÜ M D Ü N YAY I K A P S AYAN BIR YASA O LMA D I ĞI NI BI L IY O R M U Y D U N U Z ? H ATTA HER YIL DÜ NYA ÇAPI ND A 5 0 0 B I N D E N FA Z L A HAYVANIN DENEY L ERD E K UL L A N I L D I Ğ I N I V E G ÜZELLIK UĞR U NA Z ARAR G Ö R D Ü K L E R I N I …

Ne derler bilirsiniz “ kahkaha en iyi ilaçtır.” Niçin güldüğümüzü, bebekleri güldüren şeyleri, gergin olduğumuzda neden güldüğümüzü anlamaya çalışmak için çalışmalar yapıldı. Bunların sonucunda gülmenin evrensel olduğu kanıtlandı. Gülmek bütün dillerde aynı şekilde anlaşılıyor. Peki gülmek hakkında daha başka neler biliyoruz? • Grup halinde gülmek ekip ruhunu canlandırır, insanlar arasındaki ‘biz’ duygusunu geliştirir ve grup içindeki üretimi arttırır. • Kahkaha atmak bastırılmış duyguların dışa vurumunu ve kişinin deşarj olmasını sağlar. • Başkalarıyla beraber olduğunuzda, yalnız olduğunuzdan 30 kat daha fazla gülersiniz. Gülmenin bulaşıcı olduğunu söyleyenler haklı! Sık sık ve içten gülmek vücudunuzun hastalıklarla mücadele etmesine yardımcı olur. Gülmek vücudunuzdaki kortizol seviyesini düşürerek stresinizin azalmasına yardım eder. Gülmek oldukça iyi bir egzersiz! Güldüğünüzde, yüzünüzdeki, midenizdeki ve diyaframınızdaki kaslarınızı güçlendiriyorsunuz. Spor salonunun yerini almaz, ancak biraz gülmek vücuda iyi gelir. Günlük hayatınızda vücudunuzu sağlıklı tutmak için içten gelerek 15 dakika güldüğünüzde 40 kalori yakmış olursunuz. Diyet mi? Gülmeye başlayın! Yapılan çalışmalara göre 15 dakika gülmek ömrünüzü 2 gün arttırabilir. Gülerek uzun yaşayabilirsiniz! Sabahları kahve içmeyi sevmiyor musunuz? Hiç sorun değil. Uyandıktan kısa bir süre sonra gülmek vücutta bir fincan kahveyle benzer etkilere neden oluyor. Yarın sabah kalktıktan sonra gülmeyi deneyerek ve nasıl canlandığının

İşte tam da bu noktada, The Body Shop, hayvanlar üzerinde yapılan kozmetik deneylerini, dünya çapında sonsuza dek yasaklanmasını istiyor. 1989 yılında dünyanın en uzun süreli ve en saygı gören hayvanları koruma organizasyonu Cruelty Free International ile başlattığı kampanya ile hayvan deneylerine karşı savaşan ilk küresel güzellik markası oldu. 28 yıldır yürüttüğü çalışmalarla adından

söz ettiren marka, şimdi de herkesi elele verip bu zulme bir dur diyor.

HEDEF 8 MİLYON İMZA Deneylerin yasaklanması için imza kampanyası başlatan marka, 8 milyon imza hedefi koydu. 1 Haziran’dan itibaren mağazalarda da imza verebileceğiniz, şimdiye kadar ki hayvan deneylerini durdurmak için yapılmış en büyük kampanya eğer istenilen hedefe ulaşırsa Birleşmiş Milletler’i hayvanlar üzerinde yapılan deneyleri her yerde ve sonsuza dek bitirecek bir anlaşma yapmaya davet edecek. Siz de deneylere “Dur” demek istiyorsanız https://www.thebodyshop. com/ban-animal-testing adresinden imza verebilirsiniz.

GÜLMEK HAYATIN ŞEKERIDIR O X F O R D ÜNIVERSITESI BILIM INSANLARINA GÖRE KAHKAHA, YAL NIZCA MUTL U O L M A M I Z I SAĞLAYAN ENDORFININ SALGILANMASIN A YO L AÇMIYO R , AYNI Z A M A N D A AĞRIYI DA AZALTIYOR. BU ETKI GÜLME E SNASINDA CIĞ E R LE R DE N D I Ş A R I YA VERILEN HAVA NEDENIYLE OLUŞUYOR. farkına var! İster inan ister inanma ama gülmenin de bir bilimi var. Gülme bilimi ve gülmenin vücuda etkileri Gelotoloji olarak adlandırılmaktadır. Dünyadaki gülen tek varlık insan değildir. Belirlenmesi zor olsa da bazı hayvanlarda da gülme benzeri bir davranış vardır. Hayvan dostlarınızı izlemeye başlayın. Sonunda size gülümseyebilirler. Çocuklarla ve yetişkinlerle yapılan çalışmalara baktığımızda çocukların yetişkinlere oranla 3 kat daha fazla gülme eğiliminde olduğu bulunmuştur. Bir çocuk gibi düşünün ve kendinizden biraz zevk almayı öğrenin! Bir insan günde ortalama 13 kez gülüyor ancak bu gülmelerin çok az kısmı şaka veya kasti olarak yapılan gülümsemeler. Çoğu zaman tesadüf olan ve komik olması planlanmayan şeylere gülüyoruz. Gülmek, bireyler arasında anlık bir bağ oluşturabilir. Bir grup olarak ya da başkasıyla birlikte güldüğünüzde, bu insanlarla doğal bir bağ kuruluyor ve yeni insanlar etrafında olmaktan kaynaklanabilecek sosyal stresin bir kısmını hafifletmiş oluyor. Çocukların yetişkinlerden daha fazla güldüğünün belirlendiği gibi anket sonuçlarına göre de kadınların erkeklere

göre gülmeye daha eğilimli oldukları saptanmıştır. Yapılan çalışmalar bireylerin arkadaş bulma kriterlerinden biri olan dış görünüşten daha üst sırada çekici gülümsemenin olduğunu gösteriyor. Gülmek gerçekten bulaşıcıdır. Televizyon şovlarında neden komik bir andan sonra sık sık kahkaha sesi oynattıklarını merak ettiniz mi? Aslında gülmenin kaynağının nerede olduğunun bir önemi yok. Onu duymak bile bizi güldürmeye yeter. Gülmenin zihin ve beden sağlığına faydaları ise şunlar: • Stres ve gerginlik azaltıyor • Vücudun ağrı toleransını artırıyor • Bağışıklık sistemini güçlendiriyor • Depresyonla savaşıyor • Hayattan zevk alma duygusunu ortaya çıkarıyor • Kan basıncını düşürüp kalp fonksiyonlarını iyileştiriyor • Kan şekeri seviyesini düşürüyor • Olumsuz algıları değiştiriyor ve ruhu artırıyor • Kanser hastalarının psikolojik

tedavisinde destek sağlıyor. Oxford Üniversitesi bilim insanlarına göre kahkaha, yalnızca mutlu olmamızı sağlayan endorfinin salgılanmasına yol açmıyor, aynı zamanda ağrıyı da azaltıyor. Bu etki gülme esnasında ciğerlerden dışarıya verilen hava nedeniyle oluşuyor. http://www.tipsywriter.com/blog/15-interestingfacts-laughing/


59

www.labmedya.com

“MAKARNA YESEK AMA KILO VERMEYE DEVAM ETSEK”: DIYETTEYKEN MAKARNA YEMENIN 5 KURALI Diyetisyen Betül Karakuş

İyi bir haberim var; bu bir hayal değil. Diyet denilince ilk vazgeçtiğin besinlerden birinin de makarna olduğunu çok iyi biliyorum. Bu konuda makarnaya yapılan haksızlık makarna aşığı biri beslenme uzmanı olarak beni de oldukça üzüyor. İşte tam da bu yüzden bu yazımda seni makarnayla barıştırmak istiyorum. Diyetteyken gönül rahatlığıyla makarna yiyebilmek için 5 basit kuralı paylaşacağım ama önce makarnaya biraz daha yakından bakalım; Makarna sanıldığı gibi un ve sudan yapılmıyor. Temelde protein içeriği yüksek olan durum buğdayından elde ediliyor. Durum buğdayı küçük bir takım işlemlerden sonra irmiğe dönüşüyor ve makarna da bu irmikten yapılıyor. Durum buğdayının protein içeriğinin yüksek olması ve B grubu vitaminlerini içermesi makarnanın besin değerini yükseltiyor.

PIŞIRIRKEN YAĞ EKLEMEYIN Makarna pişirirken en sık yapılan yanlışlardan biridir, pişirme suyuna yağ eklemek. Eğer sen de makarnalar birbirine yapışmasın diye yağ ekleyenlerdensen maalesef fazladan kalori alıyorsun. Üstelik sadece fazla kalori almakla kalmayıp makarna sosu için de işleri oldukça zorlaştırıyorsun. Suya eklenen yağ makarnayı kayganlaştırdığı için bir sonraki aşamada sosla birleşmesine engel olabiliyor.

PIŞIRME SUYUNU DÖKMEYIN Pişirme suyunu dökmemen gerektiğini defalarca okuduğunu ve bildiğini biliyorum. Pişirme suyu döküldüğünde maalesef makarnanın içinde bulunan suda eriyen B grubu vitaminlerine de veda ediyoruz. Makarnayı mümkün olduğunca az suda pişirmeye ve pişirme suyunu dökmemeye özen gösterin. Eğer su miktarını ayarlayamıyorsan kalan makarna suyunu çorbalarında da kullanabilirsin.

SEBZE EKLEYIN Makarnanın besleyici özelliğini artırmak için tabağını sebzelerle zenginleştirebilirsin. Gün içinde yeteri kadar sebze tüketmeyenler için de harika bir fırsat olacaktır. Mantarlı ya da julyen doğranmış ve haşlanmış rengarenk sebzelerle hazırlanmış bir makarnaya hayır demek eminim çok zor. Sebze sevmeyen çocuklara sebze yedirmenin en güzel yollarından birinin de sebzeli makarna olduğunu hatırlatalım.

PROTEINLE BIRLEŞTIRIN Makarna karbonhidrat kaynağı bir besin olduğu için tek başına tüketilmesi kan şekerinin hızlı yükselmesine ve çabuk acıkmaya sebep olabilir. Öncelikle besleyici değeri ve tokluk hissi daha yüksek tam buğday makarnalarını tercih etmeni öneririm. Bunun yanı sıra makarnanın yanına protein eklemek de daha uzun süre tokluk hissi için önemlidir. Gün içinde süt grubu besinleri yetersiz tüketiyorsan makarnanı yoğurt veya peynirle tatlandırabilirsin. Ton balıklı, ızgara tavuklu veya kıymalı makarna da daha fazla protein ve tokluk hissi için en güzel alternatiflerden.

PORSIYONUNA DIKKAT EDIN Diyette makarna elbette yasak değil, ama her şeyde olduğu gibi makarnada da miktar çok önemli. 1 porsiyon makarnayı çiğ olarak ortalama 100 gram gibi düşünebilirsin. Tercihen öğle öğününde yukarıdaki taktiklere dikkat ederek haftada 1 ya da 2 kez tüketebilirsin. 3-4 yemek kaşığı makarnayı 1 dilim ekmek gibi düşünüp gün içindeki ekmek hakkından azaltarak tüketmek de mümkün. Elbette miktarlar ve tüketim sıklığı fiziksel ve bireysel özelliklere göre değişebilir.


60

www.labmedya.com

AKILLI TELEFONLAR BIZLERI APTALLAŞTIRIYOR MU? ABD ’D E T E K S A S Ü NI VERSI TES I ’ N D E YAPI L A N B I R A RAŞTI RM A, A K I L L I TEL EF ON L A R I N YA K I N D A TU TU L M A S I N I N ZI HI NSEL K APA S I T E Y I A ZA LTTI ĞI NI O R TAYA KOYDU.

Araştırmacılar, 800 akıllı telefon kullanıcısına yaptıkları deneylerle, telefonların insanlar üzerindeki etkisini inceledi.

Araştırma sonucu, telefonlarını başka bir odaya koyan katılımcıların, masanın üstüne koyanlara oranla çok daha iyi performans gösterdikleri görüldü.

Deneye katılanlardan bilgisayarda bir dizi testten geçmeleri istendi. Katılımcıların iyi puan almaları için konsantrasyonlarının tam olması gerekiyordu.

Bu grup, telefonlarını ceplerine ya da çantalarına koyanlardan da kısmen daha iyi performans gösterdi.

Testler, zihinsel kapasiteyi, yani beynin belli bir zamanda verileri tutma ve işleme becerisini ölçüyordu. Katılımcılara akıllı telefonlarını ya ters yüz olarak masanın üstüne; ya da ceplerine, çantalarına veya başka bir odaya koymaları istendi. Bu arada telefonlar sessize alındı.

Teksas Üniversitesi’nden araştırmacı Adrian Ward, “Bilinçli zihin o sırada akıllı telefonunuzu düşünmüyor ama bir şeyi düşünmemek için gereken süreç, bilişsel kaynaklarınızdan bir bölümünü kullanıyor. Bir bakıma beyin göçü gerçekleşiyor” dedi. ‘Telefonların varlığı bile yetti’ Bir başka deneyde de, insanların akıllı telefonlarına olan bağımlılıklarının zihinsel kapasiteye etkisi incelendi.

Katılımcılar telefonlarını diğer grupta olduğu gibi masanın üstünde görünür bir yere, cebine, çantasına ya da başka bir odaya koydu. Bazı katılımcılardan bu defa telefonlarını kapatmaları istendi. Akıllı telefonlarını masada, ceplerinde ya da çantalarında tutan ve telefonlarına en bağımlı olanlar, daha az bağımlı olan gruba göre daha kötü performans gösterdi. Telefonun kapalı ya da açık olmasının veya ters yüz edilmesinin önemli olmadığı görüldü. Araştırmacı Adrian Ward’ın bu deneyle ilgili yorumu ise, “Katılımcıların dikkati telefonlarına gelen bildirimler yüzünden dağılmadı. Telefonlarının varlığı bile zihinsel kapasitelerini zayıflatmaya yetti” oldu.

11 – 15 June Frankfurt / Main BE INFORMED. BE INSPIRED. BE THERE. › World Forum and Leading Show for the Process Industries › 3,800 Exhibitors from 50 Countries › 170,000 Attendees from 100 Countries

LaboratoryTechniques @ACHEMA THE LAB IS WHERE IT ALL STARTS. # labtechniques

www.achema.de


See Science in a New Light

Learn • Experience • Engage Discover more at www.pittcon.org

February 26 – March 1, 2018 Orlando, FL USA Orange County Convention Center


62 FRED HOY L E, HAYATA , EVR ENE, D AHAS I H E R Ş EYE D AI R Ü RET T I Ğ I FI K I RLER VE M I H E N K TAŞI S AY I L ACAK B U LUŞL ARI Y L A MI LENY U M A D AMG A S I N I VURA N BI R BI L I M S AVA ŞÇI SI ... Karbonla insan hayatının kökeni arasındaki ilişkiyi keşfeden bir dahi… Bilimin çözmekle yükümlü olduğu onca soru, maddenin kökenine ilişkin en derin kaygılar... Yaşam nasıl doğdu? Atomlar nereden geldi? Evren nasıl oluştu? Bu soruları yanıtlamak için, bilimin çok farklı alanlarında hummalı çalışmalar, araştırmalar yürütüldü. Kimyadan matematiğe, subatomik fizikten evrenbilime... İşleri çok zordu, başarı şanslarıysa çok az. Hatta birçok bilim adamı, bu konular üzerine kafa yormanın bile anlamsızlığını savundu. Ancak bir bilim adamı, kolay başarılara imza atmaktansa, bilinmeyene meydan okumayı yarım yüzyılı aşkın bir süredir kendisine görev biliyor: Sir Fred Hoyle... O, çağdaşı olan meslektaşlarından farklı şekilde, özgünlüğün ve katıksız entelektüel gücün neler başarabileceğini gözler önüne serdi. Bunun sonucunda da, kimyasal elementlerin kozmik kökenini ortaya çıkarmakla ödüllendirildi. Dehası, Hoyle’ı hep daha ileriye götürdü. Kendisini uzun yıllar evrenin gizemini çözmeye adadı ve ulaştığı sonuç en sağlam teorilerden birine dönüştü. Yerküre üzerindeki yaşamın köklerinin uçsuz bucaksız uzayda yattığını ileri sürdü. Lafını esirgemeyen aykırı kişiliğiyle de ön plana çıkmıştı. Bilim dünyasının önde gelen isimlerinin sürekli aleyhinde konuşması nedeniyle Nobel Ödülü’nden bile olmuştu. Ama onun entelektüel huysuzluğu, kısa pantolonlu dönemlerine uzanıyor. Bir öğretmen ve ihracatçı babanın oğlu olan Hoyle, 1915’te Bingley, Yorkshire’da doğdu. Bağımsız düşünceden yana olduğunun sinyallerini çok küçük yaşlarda veriyordu. Henüz dört yaşın dayken, kendi geliştirdiği bir yöntemle çarpım tablosunu ezberlemişti. Okul sıralarında oturmanın dayanılmaz olduğunu düşündüğünden okula gitmiyordu. Ailesi onu okulda biliyor, öğretmenleri ve arkadaşları ise evde hasta yattığını sanıyorlardı. Halbuki o, yerel sinema salonlarına gitmeyi tercih ediyordu. Neden bunu yaptığı sorulduğunda, altyazılar yardımıyla okuma yazmanın daha kolay öğrenildiğini ileri sürecekti. 18 yaşında Cambridge, Emmanuel Koleji’nde matematik üzerine yoğunlaştı; çünkü bu alanda kendisini eksik görüyordu. Zayıf olduğu alanda bile, okulunu en iyi dereceyle bitirdi. 1930’lu yılların sonunda bilimsel araştırmalarına başladı. Çok geçmeden de, dünya çapında bir bilim adamı unvanına kavuştu.O dönemde, yıldızların güç kaynaklarının keşfedilmesi, bilim dünyasında büyük ilgi uyandırmıştı. Nükleer füzyon diye adlandırılan ve hidrojen çekirdeğinin yıldızın içindeki sıcaklıkla erimesiyle açığa çıkan yüksek miktardaki enerji, güç kaynağını oluşturuyordu. Hoyle ve kendi gibi genç meslektaşı Raymond Lyttleton bu teoriyi kullanarak şu sonuca

www.labmedya.com

FRED HOYLE ELEMENTLERIN ÜSTADI... vardılar: “Bir yıldızın parlaklığı, kütlesi biliniyorsa kolayca hesaplanabilir.” Bu, birbirini izleyecek birçok keşfin de habercisiydi. 1944’teki iki şans buluşması, 29 yaşındaki Hoyle’ı en önemli çalışmasına yöneltti. California yolculuğu sırasında, Alman astronom Walter Baade ona, süpernova adı verilen, yıldızlarda meydana gelen inanılmaz şiddetli patlamalardan söz etti. Birkaç gün sonra da Cambridge’ten eski arkadaşlarının araştırmalarını izlemek üzere Kanada’ya gitti. Arkadaşları bir atom silahı üzerinde çalışıyorlardı. Denemelerden birinde, nükleer patlamanın etkisiyle çok yüksek değerlerde enerji açığa çıktı. Baade’yle diyalogunu hatırlayan Hoyle’ın kafasında bir soru işareti oluşmuştu. Acaba, benzer bir patlama, süpernovayla açığa çıkan muazzam enerjiyi açıklayabilir miydi? Hoyle, Cambridge’e geri döndüğünde topladığı bilgilerin ayrıntılarını araştırmaya koyuldu. İşlemler sırasında, süpernova içindeki sıcaklığın milyarca dereceye ulaşabildiğini ortaya çıkardı. Bu çok önemli bir adımdı; çünkü, yıldızları kimyasal elementlerin eridiği kızgın bir fırına dönüştürüyordu. İşin özünde, argondan bakıra kadar her kimyasal element aynı yapı bloğundan oluşuyordu: elektron yörüngesi etrafındaki proton ve nötron çekirdekleri.Hidrojendeki tek proton ve elektrondan, her uranyum atomunda bulunan 92 bileşene kadar farklılık, bu bileşenlerin sayılarında yatıyordu. Dolayısıyla teoride, sadece basit olanları birleştirmek suretiyle her elementi yaratmak mümkün olabilirdi.Bu harika bir fikirdi. Ancak atom çekirdeklerinin artı yük taşıması ve yüklerin uyuşmaması gerçeği bu iddiayı çürütüyordu. Bunun üstesinden gelebilmek için, çekirdeğin olağanüstü bir sıcaklıkta parçalanması gerekliydi. Hoyle, gerekli sıcaklığın var olduğu bu yıldız fırınını artık keşfetmişti. Araştırmasını yaptığı sırada, ABD’de yaşayan bir Rus fizikçi, bu fırın için başka bir alternatif sundu: evrenin kendisi. George Gamow’a göre, evrenin doğumuna neden olan patlama, bütün kimyasal elementlerin oluşumunu sağlayacak her şeye sahipti. Gamow’un uygun teklifi birtakım sorunlarla karşı karşıyaydı. Fizikçiler, ağır elementlerin oluşmasını sağlayan zincir içindeki bazı olumsuz etkenlere işaret ettiler. Onlara göre, evren soğumadan önce bu köprünün kurulması mümkün değildi. Ancak Hoyle, elementleri yıldızlar içinde ısıtmanın bu sorunları ortadan kaldıracağını gösterdi. Çünkü yıldızlar, yeterli

sıcaklığı milyarlarca yıl koruyorlardı ve bu da gerekli nükleer tepkimelerin oluşmasına imkân tanıyordu. Bu tepkimelerin karbon elementiyle doğrudan bağlantılı olduğunu buldu. Karbonun C-12 izotopunun rezonansı, sadece çok düzenli bir enerjide açığa çıkıyordu. Bu gerçekleşmezse, yıldızlar karbon üretemezdi. Teorinin kilit noktası da buydu: Karbon yoksa, insan yaşamı da olamazdı. Keşfini gerçekleştirdiğinde C-12 rezonansına ilişkin henüz bir kanıt yoktu. Hoyle’a göre, bilim otoritelerinin gözden kaçırdığı bir nokta vardı. Çünkü, yaşam belirtisinin var olduğu her alanda C-12’nin rezonansı gerçekleşiyordu. Bu fikri sağlamlaştırmak için, nükleer tepkimeler konusunda uzman William Fowler’a danıştı. Fowler, önceleri Hoyle’ın delirdiğini düşündü. Çünkü atomun yeni bir özelliğini, sadece yaşamın varlığına bağlamak çok da akıllıca değildi. Yoğun ısrarlar üstüne yapılan araştırma Hoyle’ı bir kez daha haklı çıkarmıştı: C-12’nin rezonansı, onun öngördüğü enerjide gerçekleşiyordu. Bu, Hoyle’ın özgün düşünceleri ve bilimsel inadıyla ortaya çıkmış hayret uyandıran bir keşifti. Ancak bu, asıl amacı olan tüm kimyasal elementlerin kökenini açıklama çabasında sadece bir atlama taşıydı. 1954’te, helyumdan karbona kadar tüm hafif elementlerin, kızıllaşmış yıldız içinde 100 milyon santigrat derece sıcaklıkta oluşabileceğini kanıtladı. Ağır elementler için, daha yüksek sıcaklık ve süpernova patlamalarını da içeren birtakım farklı etkenler gerekiyordu. İngiliz Geoffrey ve Margaret Burbidge çifti, Fowler ve Hoyle’dan oluşan araştırma ekibi, yedi ayrı elementin, yıldızlarda meydana gelen tepkimelerle nasıl oluştuğunu tanımladılar. Bunları kullanarak, sadece kimyasal elementlerin oluşma nedenlerini hesaplamakla kalmayıp, evrende ne kadar çok olduklarını da kanıtladılar. 1957’de bu araştırmalarının sonucunu anlatan “B2FH Tezi”, o güne kadar yazılmış en önemli bilimsel makale niteliğinde. Makale adını yazarlarının baş harflerinden alıyor. B2FH Tezi, lityum, helyum gibi çok hafif olanlarından başlayarak, bütün kimyasal elementlerin kökenini anlatıyor. Öteki ağır elementler için daha sıcak fırınlar gerekiyordu. 1960’lı yılların başında, Hoyle Cambridge’li astrofizikçi Roger Tayler’la bir takım kurarak, bu konunun gizemini bulmaya çalıştı. Bunu gerçekleştirmek için de, ilk önce George Gamow’un elementleri “Büyük Patlama”

ile gerçekleştirme fikrini yeniden gözden geçirdi. Hesaplamalarını son verilerle yeniden yaparken, Büyük Patlama’nın başlangıç dönemlerindeki 10 milyar santigrat derece sıcaklığın, dünyaya yüzde 75 oranında hidrojen ve yüzde 25 oranında helyum bırakacağını buldular; tıpkı bugün ileri sürüldüğü gibi. 1967’de, Fowler ve ABD’li astrofizikçi Robert Wagoner’la yürüttüğü çalışmalar sonucunda, büyük projesinin boşta kalan tüm noktalarını da doldurdu. “Büyük Patlama”yı, diğer hafif elementlerin kökenini açıklamakta kullandı. Hidrojenden uranyuma ve ötekilere kadar tüm kimyasal elementlerin doğumunu açıklığa kavuşturdu. Bir bardak su içindeki basit hidrojen ve oksijen karışımının anatomisini çizdi. Bir bardak su içindeki hidrojenin “Büyük Patlama” sırasında; oksijenin ise, ondan milyarlarca yıl sonra, bir kızıllaşmış yıldız ya da süpernovada doğduğunu biliyor muydunuz? Hoyle’ın çalışması Nobel Ödülü’nü çoktan hak etmişti. 1983’te Nobel Komitesi fizik dalında ödülü bu çalışmaya verdi; ancak, inanılmaz bir şekilde sadece William Fowler’a... Ödülün neden Hoyle’a verilmediği konusu, tam bir dedikodu malzemesi haline geldi. Bu konuda birçok görüş ileri sürüldü. Ama, bunlar arasında en ilginç olanı, komitenin dokuz yıl önceki bir olaydan dolayı bilim adamından intikam aldığı iddiasıydı. Hoyle, genç bir Cambridge öğrencisine, sırf kadın olduğu gerekçesiyle Nobel Ödülü’nün verilmediğini söylemiş, bu konuda çok şiddetli eleştirilerde bulunmuştu. Gerçek ne olursa olsun, o zaten gönüllerde ödüllendirilmişti. Bağımsız düşüncesi ve inatçılığıyla istediği sonuca gitmeyi başarmıştı. Onun için Nobel Ödülü’nü almak ya da almamak pek bir şey ifade etmiyordu. Çünkü o, bilim tarihi boyunca zihinleri en çok kurcalayan soru için ilk ipucunu vermişti: “Nereden geliyoruz?” Kaynak:Focus


tüm laboratuvar ihtiyacınızda

İNFO ENDÜSTRİ YANINIZDA!

HI98161 • Gıda da kullanılan pH sıcaklık ölçer • Hızlı Bağlantı DIN Konnektör • Veri Aktarımı için USB Bağlantısı • Adanmıș Yardım Düğmesi • LCD ekran • GLP verileri ile birlikte hatırlanabilir veya belirli ürün grupları için kayıt tutma • Cihazın elektrodu süt, yoğurt, et, peynir, meyve, suși, pirinç, reçel, jöleler, hamur, dondurma, yoğurt, içecekler ve meyve suyunun pH değerini ölçmek için ideal bir elektrod olan elektroda sahip bir cihaz olmalıdır.

HI2020

02 / Edge Multiparapetre pH ölçer • Masa üstü pH ölçer, EC/DO/TDS ölçümü yapar farklı prob gerekir. • Masaüstü ve portatif olarak kullanılır. • Geniș LCD ekran, yüksek çözünürlük sağlar. • Üç noktaya kadar otomatik kalibrasyon, beș nokaya kadar özel kalibrasyon seçeneği sunar. • İki adet USB giriși • Condition/Response göstergeleri ile cihazın kalibrasyon ihtiyacı olup olmadığını gösterir.

HI13312 • pH ve sıcaklık ölçer. • Süt, yoğurt, et, peynir, meyve, dondurma, yoğurt, içecekler,meyve suyu, șarap,bira,toprak pH değerini ölçmek için ideal bir cihazdır. • Akıllı telefonunuzu veya tabletinizi kullanarak ölçüm sağlanır. • Bluetooth ile bir düğmeye basarak Hanna Lab App'a kolayca bağlanın. • Ölçümler, ekranda, tablo halinde verilerle veya grafik olarak tek bașına görüntülenebilir.

HI2211 • pH, mV ve sıcaklık eșzamanlı olarak görünüm sağlar. • Sadece birkaç düğme ile ölçümlerinizi analiz edebilir. • Otomatik kalibrasyon 5 önceden programlanmıș tampon (4.01, 6.86, 7.01, 9.18 ve 10.01) kullanılarak 1 veya 2 noktada gerçekleștirilebilir. • Bir analizi saklamak için bir "MEM" düğmesi bulunur. Analizi tekrar görüntülemek için "MR" düğmesine basarak istediğiniz zaman geri çağırılabilir.


kullanıcı ve çevre dostu mikroskopi ürünleri

Hem etkin tekrarlanabilir sonuç eldesi Hem de çalışan sağlığı ve çevre için güvenli…

Neo®Clear kokusuz ksilen M109843

Neo®Mount kapama ajanı M109016

• Kokusuz, • Aromatik değil • Ksilenle çalışmaya paralel sonuç eldesi • Yöntem değişikliği gerektirmez • Düşük buharlaşma özelliği • Çalışan ve çevre sağlığını tehdit etmez • Etkili optik sonuçlar

Mikroskopide başarılı sonuçlar için ihtiyacınız olan her şey… 100 yıllık tecrübe ve birikim sayesinde mikroskopide en iyi sonuç eldesi için üstün kalite ve geniş ürün çeşitliliği ile yanınızdayız. Bakteriyoloji – hızlı, spesifik ve hassas Gram color boya kiti (M111885)

Histoloji – kararlı boyama ve hızlı sonuçlar

PAS boya kiti (M101646)

Sitoloji – daha yüksek doğruluk ve etkinlik

Cytocolor® hızlı boya kiti (M111674) Hematoloji – hızlı ve güvenilir

Hemacolor® hızlı boya kiti (M115355)

Certistain® kuru boyalar ve genel reaktifler - tanıdaki her basamak için


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.