LabMedya 45

Page 1

DÜNYAMIZI DEĞIŞTIREN BIR DALGA:

Laboratuvar ve sağlık gazetesidir.

MICHAEL FARADAY

Yıl: 8 • Sayı: 45 • Ocak - Şubat 2018

62

FERMENTE GIDALAR VE SAĞLIK

LCMS-8045

Sıvı Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (LCMSMS)

Prof. Dr. Kadir HALKMAN

Her koşulda için doğdu

kosmak

GCMS-QP2020

Gaz Kromatografi Kütle Spektrometre (GCMS)

04 DOĞAL KOZMETIK VE PARFÜM

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

40

GIDALARIN DUYUSALLIĞI Prof. Dr. Aziz EKŞİ

30

DÜŞÜNCE GÜCÜ İLE GENLER HAREKETE GEÇECEK Hayatımız, bir anlamda DNA’larımızda kayıtlı olan uçsuz bucaksız bilgiye bağlıdır. Tek bir gende kayıtlı bilginin, bedenimizde bulunan altmış trilyondan fazla hücrenin her birinde kayıtlı bilgiyle birebir aynı olduğu gerçeği; bedenin herhangi bir kısmından alınacak bir hücrenin, yeni bir insan yaratmak için kullanılabileceğini ifade etmektedir.

HAMILELIKTE SPORA DIKKAT!

54

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

24

www.cihazlab.com

Online Satış Sitesi

ÖLÜMCÜL VİRÜSLER SERBEST

48

ABD’li bilim insanları genetik üzerinde değişimlere neden olan, ölümcül virüslere yönelik deneyler yapılması yönündeki yasağı kaldırdı.

UZAYDA LABORATUVAR

23

Bilim insanları uzaydaki bir maddenin yer çekiminin etkisiyle gökcisminin kütlesel yığılmasını laboratuvar ortamında canlandırdı.

12 ISSN: 2148-953X • www.labmedya.com • bilgi@labmedya.com

DÜNYADA SAĞLIK SİSTEMLERİ

BÖCEKLERİN KAYBOLMASINDAN ENDİŞE ETMELİYİZ

56

Plos One adlı derginin yayımladığı bilimsel incelemeye göre 30 yılda böcek nüfusunun yüzde 80’i kayboldu.

14

HER DAIM GENÇ KALABILIRSINIZ

Bildiklerinizi unutmaya devam edin...


kullanıcı ve çevre dostu mikroskopi ürünleri

Mikroskopide başarılı sonuçlar için ihtiyacınız olan her şey… 100 yıllık tecrübe ve birikim sayesinde mikroskopide en iyi sonuç eldesi için üstün kalite ve geniş ürün çeşitliliği ile yanınızdayız. Bakteriyoloji – hızlı, spesifik ve hassas Gram color boya kiti (M111885)

Histoloji – kararlı boyama ve hızlı sonuçlar

Sitoloji – daha yüksek doğruluk ve etkinlik

Cytocolor® hızlı boya kiti (M111674) Hematoloji – hızlı ve güvenilir

Hemacolor® hızlı boya kiti (M115355)

PAS boya kiti (M101646)

Certistain® kuru boyalar ve genel reaktifler - tanıdaki her basamak için

Sağlığınızı düşünen kokusuz ksilen...

Neo®Clear kokusuz ksilen M109843

Neo®Mount kapama ajanı M109016

• Kokusuz, • Aromatik değil • Ksilenle çalışmaya paralel sonuç eldesi • Yöntem değişikliği gerektirmez • Düşük buharlaşma özelliği • Çalışan ve çevre sağlığını tehdit etmez • Etkili optik sonuçlar


3

www.labmedya.com

2017'NIN EN ÇARPICI 10 BILIM OLAYI 2017 yılı bilim açısından insanlığa umut vermeye devam eden bir yıl oldu. Sputnik de genetik, kimya, fizik, gökbilim, antropoloji ve yapay zeka gibi alanlarda öne çıkan 10 bilimsel gelişmeyi derledi.

1) DÜNYA BOYUTUNDA 7 GEZEGEN KEŞFEDİLDİ Şubatta ABD Uzay ve Havacılık Dairesi ile Avrupa Güney Gözlemevi, Dünya'ya 40 ışık yılı uzaklıktaki küçük bir yıldızın çevresinde Dünya boyutunda 7 adet gezegeni keşfettiğini duyurdu. Bu gezegenlerden 3'ünün yaşama elverişli olduğu açıklandı. Yani bu 3 gezegenin üzerinde su olma ihtimali var. Trappist-1 adlı yıldızlarının bir 'kızıl cüce' olması sebebiyle bu gezegenlerin bir atmosfer geliştirememiş olması da ihtimaller arasında yer alsa da 'exoplanet' olarak adlandırılan bu gezegenlerin keşfinin evrende Dünya dışındaki canlı varlıkların keşfi için önemli bir temel oluşturabileceği düşünülüyor. Birçok bilim insanı yaşam barındıran bir gezegeni bulup bulamayacağımızı değil, onları ne zaman bulacağımız sorusunun daha geçerli bir soru olduğuna inanıyor.

2) KÜTLE ÇEKİMSEL DALGALAR: EINSTEIN 100 YIL ÖNCE SÖYLEDİ, VARLIKLARI BUGÜN TEYİT EDİLDİ Kaliforniya Teknoloji Enstititüsü (Caltech), Massachusetts Teknoloji Üniversitesi (MIT) ve LIGO (Lazer İnterferometre Kütle Çekim Dalga Gözlemevi) fizikçi Albert Einstein'in hipotezinin kanıtlandığını Washington'da duyurdu. Dünya'ya 1.3 milyar ışık yılı uzaklıktaki iki kara deliği mercek altına aldıklarını belirten bilim insanları, bu ikisinin birbiri etrafında dönüp çarpması sonucu meydana gelen kütle çekimsel dalgaları ilk kez 14 Eylül'de 2015'te saptadıklarını ancak keşfin yapılan son çalışmaların ardından dünyanın geri kalanıyla paylaşıldığını ifade etti.1916'da Genel Görelilik (İzafiyet) teorisiyle Einstein uzay ve zamanın tek bir süreçte birleştiğini savunarak buna uzay-zaman adını vermişti. Buna göre evrendeki maddeler, boyutları ne olursa olsun, hareket ettikleri zaman uzayzamanı büküyor ve kütle çekimsel dalgalar adı verilen dalgalanmalar yaratıyor. ABD'li bilim insanlarının araştırmaları sonucunda ise 100 yıl önce teknolojik yetersizlikler sebebiyle kanıtlanamayan kütle çekimsel dalgaların bugün sesi bile duyuldu. 2017 Nobel Fizik Ödülü de bu keşfi yapan LIGO ve VIRGO işbirliğine verildi.

3) CASSINI'NIN VEDASI

NASA'nın Satürn keşif aracı Cassini, gezegenin atmosferine nihai dalışını yaparak 13 yıllık görevini sonlandırdı. Bilim insanlarına göre Satürn gezegeni hakkında neredeyse bildiğimiz her şeyin müsebbibi olan ve güneş sisteminde yaşam olabileceğine ilişkin düşüncelerimizi değiştiren Cassini uzay aracı, uzayda 20 yıl, Satürn çevresinde ise 13 yıl geçirdikten sonra gezegenin atmosferine tıpkı bir meteor gibi dalarak görevini tamamladı. 3.9 milyar dolara mal olan ve dünyanın 27 ülkesinden araştırmacıların üzerinde çalıştığı Cassini, Dünya'dan çıplak gözle görülebilen en uzak gezegen olan Satürn'ün atmosferine saatte 120.700 km hızla daldı. Cassini görevi süresince Satürn'ün çevresinde bilinenden 6 tane daha fazla uydu olduğunu keşfetti. Gezegende 1 yıl süren devasa fırtınayı da gözlemleyen Cassini, Enceladus uydusundaki buz gayzerleri patlamalarını ve Titan'ın metan ve etandan oluşan hidrokarbon göllerinin varlığını da keşfetti. Reading Üniversitesi'nden Uzay Fiziği profesörü Mathew Owens, Cassini'nin toplayıp gönderdiği veriler ile şu ana kadar yaklaşık 4000 akademik makalenin hazırlandığını vurguladı.

4) 'BÜYÜK AMERİKAN TAM GÜNEŞ TUTULMASI' 21 Ağustos'ta milyonlarca ABD'li 38 yıl sonra ülkeden izlenebilen ilk tam güneş tutulmasının heyecanını yaşadı. ABD'yi boydan boya geçen hat üzerinde hava açık olduğu için yaklaşık 1 buçuk saat süren tutulma rahatlıkla izlendi. ABD'yi bir uçtan diğerine kateden son tutulma bundan yaklaşık 100 yıl önce, 1918'de meydana gelmişti. Bu bakımdan, tutulma bilim dünyasınca 'yüzyılın fırsatı' olarak değerlendirildi. Bilim insanları sadece tutulma sırasında gözlemlenebilen Güneş'in iç atmosferi hakkında detaylı inceleme fırsatı buldu. Tutulma sırasında ABD Başkanı Donald Trump'ın Güneş'e koruyucu gözlük olmadan bakması ise işin magazin boyutu oldu.

5) KALP HASTALIĞINA GENETİK TAMİR DÜZENLEMESİ 2017 genetik bilimi açısından da verimli bir yıldı. ABD'li ve Güney Koreli bilim insanları 'CRISPR/Cas9 Gen Düzenleme Yöntemi'ni kullanarak yaşayabilir bir insan embriyosu üzerinde gen düzenlemesini başarılı şekilde gerçekleştirdi. Bilim insanları bu yöntemi 'Hipertrofik Kardiyomiyopati' adlı bir kalp rahatsızlığına neden olan genetik mutasyonu düzeltmek için kullandı ve ölümcül kalp hastalığına neden olan ve genetik olarak aile

bireyleri arasında aktarılan bozuk bir geni embriyodan ayırmayı başardı. Söz konusu genetik tamir döllenme işlemi sırasında gerçekleştirildi. Hipertrofik kardiyomiyopati taşıyan bir erkekten alınan sperm sağlıklı yumurtalara aktarıldı ve bozukluk bu sırada Crispr teknolojisi ile düzeltildi. Böylece genetik hastalıkların nedeni olan 10.000'e yakın bozukluğun önüne geçilmesi yolunda önemli bir adım atıldı. Ancak genetik tamirin sıradan bir tıbbi müdahale olmasına daha var.

6) HOMO SAPİENS'E AİT EN ESKİ FOSİLLER BULUNDU Haziranda Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma insanın ya da bilimsel adıyla 'Homo Sapiens''in düşündüğümüzden daha yaşlı olduğunu öne sürdü. Fas'ta bulunan yüz, çene, diş, bacak ve kol kemiği fosillerini inceleyen araştırmacılar bunların 315.000 yaşında olduğu sonucuna vardı. Daha önce Homo Sapiens'in 200.000 yıl önce Doğu Afrika'da 'insanlığın beşiği' olarak tanımlanan tek bir noktadan dünyaya yayıldığı fikri bilim dünyasında hakimken, bu yılki yeni araştırma ezberleri bozdu. Kuzey Afrika'da bulunan bu fosiller ilk insanların tahmin edilenden 100.000 yıl önce ortaya çıktığını gösterdi.

7) FİZİĞİN 'KUTSAL KASESİ' METALİK HİDROJEN YARATILDI 2017 yılında dünyada ilk kez Harvard Üniversitesi'nden bilim insanları sıvı hidrojene deniz seviyesindeki basıncın 5 milyon katını uygulayarak laboratuvar ortamında 'metalik hidrojen' yaratmayı başardı. Böylece hidrojen Dünya'da ilk kez metalik formda var oldu. Uzmanlra göre metalik hidrojen süperiletken olarak kullanılabilirse bu insanlığa uzay yolculuğunda devrim yaratma imkanı sunabilir. Zira yakıt olarak kullanılması halinde şu andaki yakıtlardan 3 kat daha güçlü olacak. Bu da insanlığın uzayda daha uzağa yolculuk ederek yeni sırları keşfetmesini sağlayabilir.

8) CRYO-ELEKTRON MİKROSKOBU İLE MOLEKÜLER DÜNYAYA DAHA YAKIN BAKIŞ Ekim ayında Nobel Kimya Ödülü Cryoelektron mikroskobu üzerinde çalışan Jacques Dubochet, Joachim Frank ve Richard Henderson adlı 3 bilim insanına verildi. Bu teknik ile biyolojik moleküller hareket

halindeyken donduruluyor ve yapıları elektron ışınları ile inceleniyor. Moleküllere çarpan elektronlar dağılıyor ve daha sonra molkelün yapısını analiz etmek için bu elektronlar bir detektör vasıtasıyla yakalanıyor. Elektronların dalga boyu ışığınkinden 100.000 kez küçük olduğu için, çok çok küçük ayrıntıları bile görmek mümkün olabiliyor. 2013'de cryo-elektron mikroskop teknolojisi en optimize halini almış ve günümüzde biyokimyacıların sıklıkla kullandığı bir cihaz haline gelmiş durumda. Şu anda antibiyotik direnç sağlayan proteinlerden Zika virüsü gibi çok sayıda şeyi bu özel tasarımlı mikroskoplar sayesinde keşfedebiliyoruz. Univetsity Collge London'dan inorganik kimya profesörü Andrea Sella gelişmeyi "Cryo-elektron tekniği gerçekten hücrenin moleküler dünyası doğrudan gözleme açıldı" sözleriyle değerlendiriyor.

9) KUANTUM BİLGİSAYARINA DOĞRU GERİ SAYIM Dünya mevcut bilgisayarlardan milyonlarca kez daha hızlı kuantum bilgisayarları devrimine doğru ilerliyor. Bu bilgisyarlarda elektronik sinyaller yerine kuantum mekaniği özelliklerine sahip elektronlar hesaplamalarda kullanılıyor. Teorik olarak yıllardır konuşulsa da Sussex Üniversitesi'nden araştırmacıların yaptığı bir çalışma ile yakında ilk kez çalışan bir versiyonunu görebiliriz. Araştırmacılar bir kuantum bilgisayarının ilk kez ayrıntılı planını yayınladı. Şu anda bu plana uygun olarak ilk prototipi yapmakla uğraşan araştırmacılar 10 yıl içinde tam ölçekli kuantum bilgisayarını yapmayı umuyor.

10) 8. KITA BULUNDU MU? Okullarda öğrencilere dünyada 7 kıta olduğu öğretilir: Afrika, Antarktika, Avustralya, Asya, Avrupa, Kuzey Amerika ile Güney Amerika. Ancak bu yıl bir grup araştırmacı bu listeye yeni bir kıta eklenmesini savundu: Zelandiya. Kıtanın büyük kısmı okyanus altında ancak bazı kısımları- Yeni Zelanda ve Yeni Kaledonya gibi- deniz seviyesinin üzerinde. Çoğu Yeni Zelanda'da görev yapan 11 araştırmacı tarafından gerçekleştirilen bu çalışmada Pasifik Okyanusu'nun güney batısında yer alan adaların, birbirinden bağımsız olmadığı, 4.9 milyon kilometrelik bir bütünün parçaları olduğu ve bu parçanın Avustralya'dan ayrı olduğu ileri sürülüyor. Kaynak: Sputnik


4

www.labmedya.com

Prof. Dr. Kadir HALKMAN Ankara Üniversitesi Gıda Müh. Böl.

Merhaba, Sadece biyolojik olarak bakıldığında yeryüzünde on binlerce farklı türde bitki, hayvan ve mikroorganizma vardır. Tür altında ırk farklılıkları da geçerlidir. Basitçe, insan türü beyaz, sarı ve siyah ırk olarak alt bölümlere ayrılır. Diğer biyolojik grupları bilemem ama mikrobiyolojide ırk altı gruplar da vardır. İnsan esaslı ve sert kapitalist yaklaşımla olmak üzere doğadaki tüm canlıları, yararlı ya da zararlı olarak iki ana gruba ayırabiliriz. Basitçe; arı, bal yaptığı süreçte benim için yararlıdır ama beni sokarsa zararlıdır. Bir diğer deyişle, benim kontrolüm içinde davranan her canlı (ya da robotlar?) benim için yararlıdır, ancak benim kontrolüm dışına çıkarsa zararlı olarak kabul ederim. Fermente gıdalar nerede ise insanlık tarihi kadar eskidir. Yoğurt, kefir, kımız ve peynir gibi fermente süt ürünleri, sucuk gibi fermente et ürünleri, turşu gibi fermente sebzeler, mayalı ekmek gibi fermente tahıl ürünleri ve devamında tarhana ile boza gibi diğer fermente gıdalar bizim coğrafyamızda yaygın ürünlerdir. Başta uzak doğu ülkeleri olmak üzere daha pek çok fermente gıda vardır. Fermente gıdaların bir kısmı öncelikle geleneksel gıda koruma yöntemi olarak öne çıkar. Turşu ve sucuk, bunun tipik örneğidir. Diğer bir grup fermente gıdalarda sağlık ön plana çıkar. Yoğurt ve kefir bunların tipik örneğidir.

FERMENTE GIDALAR VE SAĞLIK İnsan sağlının en önemli iki ayağının sağlıklı beslenme ile düzenli spor olduğu bilinmektedir. Sağlıklı beslenme ile kasıt, dengeli beslenme olsa da bu yazıda bağışıklığın kazanımı irdelenecektir. Antibiyotiklerin altın çağının sona erdiği, alternatif olarak probiyotikler ve fekal transplantasyonun giderek ve hızlı bir şekilde gündeme geldiği de bilinmektedir (bknz http://www.labmedya.com/ documents/labmedya_38.pdf) Probiyotik kavramı bilimsel literatürde değişti. Öncesinde probiyotiklerin insan kaynaklı olması kuralı vardı. Buna göre, henüz anne sütü içmekte olan bebeklerin dışkısı tek kaynak idi. Sonrasında probiyotik bakterinin bağırsak çeperine tutunma özelliği kuralı kaldırıldı. Buna göre bağırsaktan geçerken gereken faydayı sağlayan bakteriler de probiyotik kapsamına alındı. Buna göre artık standart yoğurt ve kefir de probiyotik sayılıyor. Fermente gıdaları, insan beslenmesi ve sağlığı açısından üç ana gruba ayırabiliriz: -Son tüketimden önce ısıl işlem görenler (tarhana) ya da görmeyenler (kefir) -Ne denli fayda bekleniyor (gerçekten kefir, ayağımdaki nasıra iyi gelir mi?) -Geleneksel üretim/ sanayi üretimi (hangi kefir?) Devam edelim. -Tarhana ve ekmek, pişirilerek tüketildiği için insan sağlığına yararlı mikroorganizma açısından [yok

hükmündedir]. Doğrudan tüketilen yoğurt (ayran), kefir, kımız, peynir vb. gıdalarda insan sağlığı açısından yararlı mikroorganizmalar bulunur. Boza ve turşuların sağlık üzerindeki olumlu etkileri kanıtlanamamıştır ve kanıtlamaz, çünkü tümüyle geleneksel/ yarı endüstriyel üretimdir ve mikroflora tümüyle değişkendir. Bugün Ankara'da üretilen bozanın mikroflorası ile yarın İstanbul'da üretilecek bozanın mikroflorası aynı olmayacaktır. Turşuya, yüksek tuz içeriği açısından dikkat etmek gerekir. -Kefir gibi gıdaların yararı zaman içinde abartılıyor. Sanki sağ ayağımın serçe parmağındaki nasıra bile iyi gelecek, kansere çözüm olacak gibi bir şey yok. Tıbbi bilimlerde Hipokrat her kim ise eczacılıkta Paracelsus (16 YY) odur. Günümüzden yaklaşık 500 yıl önce Paracelsus'un deyişi bugün için de geçerlidir: İlaç ile zehri ayıran dozdur. Sağlık için kefir tüketelim ama ne kadar tüketelim? -Ve hangi kefir, hangi yoğurt, hangi boza ve hangi turşu? Hemen bu aşamada turşu ve bozayı çıkartalım çünkü tümüyle geleneksel ev yapımı ya da çok küçük ölçekli sanayi üretimidir. Tarhana pişirildiği için zaten yararlı mikroorganizma kalmaz. Sucuk ve peynir üretiminde kullanılan endüstriyel starter kültürler sadece asitlik ve aroma oluşması içindir ve ayrıca geleneksel/ ticari üretim farkı yoğundur. Bu durumda peynir ve sucuktan da insan beslemesine yararlı mikroorganizma beklememek gerekir. Sonuçta, bu coğrafyada elimizde sadece

TÜRKİYE'NİN YENİ SOĞUTMALI SİRKÜLATÖRÜ Türkiye’nin YENİ LABORATUVAR CİHAZLARI ÜRETİCİSİ

-25 / +100 C Arası çalıșabilme Dahili ve harici sirkülasyon 2x16 LCD ekran 14 lt/dk 0.40 bar sirkülasyon CFC Free soğutma sistemi

www

+90 312 278 40 47

yoğurt ve kefir kalıyor. Yoğurdu ve kefiri 2 şekilde tüketiyoruz: Endüstriyel ve ev yapımı. Endüstriyel üretimlerde kontrollü olarak süt pastörize edilir, aynı starter kültür kullanılır. Ev yapımında ise ne çıkarsa bahtımıza. Bunları kontrol altında tutmak çok zordur. Her ev yapımı yoğurt ve kefirde sağlığa aykırı mikroorganizma bulunacağını iddia etmek mümkün değildir. Aksi, çok ağır saçmalık olur. Ancak tehlike ve riski herkes kendince kabul etmek durumundadır. Asgari, minimum, en alt düzeyde (her ne ise) gıda bilimi, gıda teknolojisi, gıda mühendisliği (her ne ise) eğitimi görmüş olanlara değil, felsefenin temel ilkesi olan sorgulama düzeyine sahip herkese küçük bir hatırlatma: Haşlanmış, pişirilmiş, kaynatılmış kokoreç ve sütte yararlı mikroorganizma canlı kalır, zararlılar ölür diye bir şey olmaz. TAM TERSİ GEÇERLİDİR. Bu ve benzeri temel mikrobiyoloji konularındaki saçmalıklara, akademisyenlerin abuk subuk ve sorumsuz bilgilendirmelerine yanarım da yanarım. Yanarım da, klinik mikrobiyoloji konusunda hocaların hocası, KÜKEM Derneğinde beraber çalışmış olmaktan onur duyduğum, kendisinden mikrobiyoloji konusunda çok şey öğrendiğim Sn. Prof. Dr. Enver Tali Çetin'in mezarında kemiklerinin sızlamasına yanarım. Sevgiyle.

TANITIM FİYATLARI İLE

SAHİP OLUN



6

www.labmedya.com

TITAN'DA HÜCRE ZARI OLUŞTURABILECEK KIMYASAL BULUNDU Bilim insanları, Titan'da canlı yaşamının ortaya çıkabilmesi için gerekli olan, hücre zarına benzer koruyucu yapı oluşturabilecek bir kimyasalın varlığını keşfetti. Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) ABD'nin Maryland eyaletindeki Goddard Uzay Uçuş Merkezinin astrobiyoloji bölümünden bilim insanları, Titan'ın atmosferinde "akrilonitril" denilen, yaşamın yapı taşı olan hücre mimarisinin oluşumunu sağlayabilecek bir kimyasalın bulunduğunu bildirdi. Şili'deki Atamaca Büyük Milimetre/ Milimetrealtı Teleskop Dizisi'nin (ALMA) Titan'dan topladığı verileri inceleyen bilim insanları, uydu-gezegende "vinil siyanür" olarak da adlandırılan elemente ait belirgin bir kimyasal parmak izinin varlığını tespit etti.

PROSES MÜHENDİSLİĞİ ÇÖZÜMLERİ

Titan'da milyarda 2,8 birim yoğunluğunda bulunan söz konusu kimyasalın daha çok stratosfer tabakasında yoğunlaştığı ve uzaydan bakıldığında uydu-gezegene kahverengi-turuncumsu rengini veren element olduğu belirtildi. Plastik üretiminde kullanılan kimyasalın canlı hücresini dış dünyadan yalıtarak hücre içinde kimyasal reaksiyonların meydana gelmesini sağlayan hücre zarındaki çift tabakalı yağlanmaya benzer yapılar oluşturabildiği kaydedildi. Bilim insanları, bunun ortalama sıcaklığın eksi 179 santigrat derece olduğu, sıvı metan gazıyla kaplı göllerin bulunduğu Titan'ın zorlu atmosfer koşullarında canlı yaşamının ortaya çıkmasını sağlayabilecek korumayı gerçekleştirebileceğini ileri sürdü. NASA'nın Satürn keşif aracı Cassini'nin daha önce Titan'ın atmosferinde kompleks organik bileşkeler üretmeye yarayan "aracı molekül" keşfettiği bildirilmişti. Uydugezegenin yukarı atmosfer bölgesinde bulunan negatif yüklü karbon zincir iyonlarının daha karmaşık moleküllerin ve organellerin oluşumunu sağlayan bir yapı taşı olduğuna dikkat çekilmişti. Araştırmanın sonuçları "Science Advances" dergisinde yayımlandı.

Pignat, proses mühendisliği eğitim materyallerinde ve pilot tesislerde dünya lideridir. Bütün dünyada neiller boyunca operatörler, teknisyenler ve mühendisler, sistemlerimizi yeni beceriler kazanmak için kullanılmaktadır. 1960 yılından bu yana, endüstriyel deneyimlerimizden ve müşterilerimizden gelen geri bildirimlerden sürekli yeni ünüteler ve yeni eğitim materyalleri üretiyoruz. Yenilik yapmak yetenekleri, ekipmanları ve kalitesini sürekli iyieştirmemize yardımcı olmaktadır. Odak noktalarımız kimya mühendisliği, su arıtımı, gıda işleme, enstrümantasyon / kontrol, termodinamik ve akışkanlardır.

Oğuzlar Mahallesi 1388. Sokak No: 22/11 06520 Balgat / ANKARA +90 312 284 75 55

Çözüm bizim işimiz...

www.arterteknik.com

+90 312 284 75 35 info@arterteknik.com


Kozmetik Sektöründe Renk Ölçümü • Renkli kozmetik (ruj, oje, far, fondöten, pudra vb.) • Katı ve sıvı sabunlar • Kremler • Esans ve parfümler • Duş jelleri, şampuanlar • Deterjanlarda performans ölçümü

Neden CM-5 ? • Aynı cihazda katı ve sıvı numune ölçebilen tek spektrofotometredir. • Renkli kozmetik, katı sabun, krem gibi numuneler için reflektans ölçümü; esanslar, parfümler, sıvı sabun, duş jeli ve diğer transparan ürünler için transmitans ölçümüne sahiptir. • Numunelerinizin yüzey hacimlerine uygun şekilde 30 mm, 8 mm, 3mm gibi opsiyonel ölçüm gözleri mevcuttur. • 360-740 nm arası geniş dalga boyuna sahip olan CM-5, klasik kolorimetrik değerlendirme sistemlerinin yanı sıra, sıvılara ait ölçüm sonuçlarının, Gardner, Iodine, Hazen (APHA), European ve US Pharmacopeia gibi sektöre özel indeksler açısından değerlendirilebilmesini de sağlar. • Yazılım yada bilgisayar bağlantısı gerektirmeden sonuçları kendi ekranında görüntüleyebilirsiniz.

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

www.sem.com.tr

Neden CM-700d ? • Katı yüzeylere ek olarak opsiyonel aksesuarlarla toz, granül ve opak sıvılarda renk ölçümü için portatif spektrofotometredir. • Renkli LCD ekran ve Bluetooth kablosuz bağlantı özelliği; kompakt, hafif ve dikey formattaki CM-700d sektörde bir yeniliktir. • Numune boyutlarınıza uygun olarak 8mm ve 3mm ölçüm gözü opsiyonu sağlar. • Ekranda referans numuneye ait renk değerleri, grafikleri ve hatta rengin kendisi de görülebilmektedir.


8

www.labmedya.com

BILIM INSANLARI EN MUTSUZ OLDUĞUMUZ YAŞI ARAŞTIRDILAR!

1900 YILLIK MUMYANIN SIRLARI LABORATUVARDA AÇIĞA ÇIKACAK

Daily Mail'in haberine göre; araştırma kapsamında 51 ülkeden 1 milyon 300 bin kişiyle görüşülerek ortaya en mutsuz olduğumuz yaş çıkarıldı. Araştırmaya göre en mutsuz olduğumuz yaş; 50'ler...

ABD'li bilim insanları, Mısır'da keşfedilen bir mumyayı, geliştirilmiş X-ray tarama yöntemleriyle inceliyor. İlk kez denenen bu yöntemle, mumyanın üç boyutlu analizi en küçük ayrıntısına kadar yapılabilecek. 1911'de Mısır'daki Hawara antik kentinde bulunan mumya şu ana dek hiç bozulmadı.

Araştırmayı Dartmouth College'daki Ekonomist David Blanchflower ve Warwick Üniversitesi'ndeki Andrew Oswald yaptı. Yapılan kapsamlı çalışmaya göre; tüm ülkelerde insanların benzer eğilimde olduğu gözlemlendi. Araştırmanın sonuçlarına göre mutluluk ve yaşam memnuniyeti kademeli olarak azalıyor. Örneğin 30’lu yaşlar 20’lerden daha düşük, 40’lar da 30’lardan daha düşük. 50’li yaşların başında ise dibe vuruyoruz. Yani en mutsuz olduğumuz yaş 50'ler... Ardından yine artış başlıyor.

UYKUMUZDA ÖRÜMCEK MI YIYORUZ?

BEYNIMIZI HACKLEYEBILIRLER MI?

Bir kişinin uyurken yılda sekiz kadar örümcek yediği iddiası bilim insanları tarafından yalanlandı. Yıllardır iddia edilen bir kişinin uyurken yılda sekiz kadar örümcek yediği iddiası bilim insanları tarafından yalanlandı. Bu inancın tamamen uydurma olduğunu söyleyen Scientific American bilim insanları, bu şehir efsanesini araştırıp iddianın tamamen saçma olduğunu ortaya çıkarttı. Bilim insanları öncelikle örümceklerin ağlarını nadiren terk ettiğini, terk ettiği durumlarda da bunun insanlarla ilişkili olmayan bölgelerde avlanmak için olduğunu belirtiyor. Araştırmanın sonuçlarına göre, yatağınızda "yüzlerce ölü sinek" bulunmadığı sürece bir örümceğin size geceleri yatağınızda eşlik etmesi çok düşük bir ihtimal. Ayrıca örümceklerin titreşimlere karşı çok hassas olduğunun altı çizilen araştırma sonuçlarında, örümceğe göre devasa boyutlarda olan uykudaki bir insan bedeninin bu nedenle örümcek için "çok da cazip olmadığı"na dikkat çekiyor.

Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde bulunan Wits Üniversitesi, insan beynini ilk defa internet ortamına bağladıklarını açıkladı. Üniversitenin yaptığı araştırma Medical Express’te yayımlandı. Dünya çapında ilgi toplayan ‘Brainternet’ projesinde, kişilerin kafasına yerleştirilen EEG cihazıyla beyin dalgaları, bir Raspberry Pi bilgisayarında dönüştürüldü. Üniversitede, Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Öğretim Üyesi olan Adam Pantanowitz, Brainternet ile kişilerin beyin aktivitelerini eş zamanlı olarak gözlemleyebileceklerini ve bunun gelecekte hem beyinden internet ortamına, hem de internet ortamından beyine veri gönderecek bir akıllı telefon uygulaması haline gelebileceğini söyledi. Beynin bilgisayar ortamına bağlanması aynı zamanda etik ve güvenlik açısından bazı endişelere yol açtı. Pantanowitz, “Proje ile beynimiz ile internet arasında yolculuk yapabilen bilgiler bazı kişisel güvenlik sorunları oluşturabilir. Bu da toplum için ciddi bir tehlike oluşturur’’ diyor.

YIKAMAK DA YETERLI DEĞIL

KANSERE KARŞI CÜCE ROBOTLAR

BEKARLAR BUNUYOR

ABD'de yapılan bir araştırma, elma kabuğundaki zararlı tarım kimyasallarının yıkansa dahi temizlenmediği sonucunu açıkladı.

İnsan vücuduna yerleştirilerek dışarıdan kontrol edilebilecek mikro robotlar geliştirildi. Bu sayede kemoterapiye gerek kalmadan direkt kanserli hücreye müdahale yapılabilecek.

İngiliz bilim insanlarının 3 farklı kıtadan 800.000 kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre bireylerin medeni hali bunama riskini etkiliyor. Araştırmaya göre bekar kalmanın bunama riskini yüzde 42 arttırdığı görülürken, dul kalanlar için de riskin yüzde 20'nin üzerinde olduğu ortaya kondu.

Keten kumaşlarla sıkıca sarılmış bedenin yüzüne yerleştirilmiş olan çocuk portresi, araştırmacıları heyecanlandırıyor. Mumyanın, 1900 yıl önce ölmüş beş yaşındaki bir kız çocuğuna ait olduğu düşünülüyor. Dünyada var olduğu bilinen bu "portre mumyalardan" sadece 100 tane var. Araştırmacılar, sinkrotron ışınımı kullanılan, ultra parlak yüksek enerjili X-Ray teknolojisiyle, keten bezlerle sarılı yüzeyin altındaki tüm yapıları tespit ve analiz etmeyi amaçlıyor.

Hayattaki mutluluk düzeyi tıpkı ‘U’ harfine benziyor. 20'li yaşlarımızda oldukça mutlu hissederken, yıllar içerisinde bu mutluluğu kaybediliyor. 50'li yaşlara gelindiğinde mutluluk hissi dibe vuruyor ve sonra yine ibre yukarıya doğru çıkmaya başlıyor.

HAWKING İNSANOĞLU YAKIN ZAMANDA YOK OLACAK Stephen Hawking, insanoğlunun 2600 yılına kadar yok olabileceği uyarısında bulundu. Artan nüfus ve enerji talebinin gezegeni felakete sürükleyeceğini belirten Hawking, Dünya’nın alev topu haline gelebileceğini kaydetti. Sputnik’in haberine göre, Çin’in başkenti Pekin’deki Tencent WE Zirvesi’ne video konferans yoluyla bağlanan Dünyaca ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking, insanların faciadan kurtulmak için hayata uygun başka bir gezegen bulması gerektiğini söyledi. Hawking, dünyalıların varlığını milyon yıl daha uzatmak istiyorlarsa daha önce kimsenin gitmediği yerlere korkusuzca gitmesi gerektiğini dile de getirdi. Yatırımcıları, komşu Alpha Centauri Sistemi’ne seyahati öngören Breakthrough Starshot adlı projesine destek vermelerini isteyen Hawking, bu sistemde hayat için uygun gezegenin olabileceğini tahmin ediyor. Konferansta konuşma yapan Breakthrough Starshot projesinin mevcut yöneticisi Pete Worden, 21. Yüzyıl'ın ikinci yarısında, Alpha Centauri yörüngesindeki hayata uygun gezegenin ilk görüntülerinin alınabileceğini ifade etti.

BBC Türkçe'nin Massachusetts Üniversitesi'nden bilim insanlarının gerçekleştirdiği araştırmadan aktardığı habere göre, elmayı insana zararlı bu kimyasallardan arındırmak için 15 dakika kadar kabartma tozu solüsyonunda bekletmek gerekiyor. Bilim insanları bu araştırmayı, biri mantar diğeri böcek için kullanılan iki ayrı pestisit üzerinde gerçekleştirdi. Independent gazetesinde sonuçları yer alan araştırmaya göre, musluk suyuyla yapılan yıkama elma kabuğundaki bu kimyasalları gidermiyor. Kabartma tozu solüsyonuna yapılan 15 dakikalık işlem sonrası ise elma kabuğundaki pestisidin yüzde 80 ila 96 oranında giderildiği gözlemlendi.

Bir grup bilim insanı, kanserle mücadelede umut veren gelişmeye imza attı. Liderliğini Hong Kong'da bulunan Çin Üniversitesi'nden Profesör Li Zhang ile İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nden Profesör Kostas Kostarelos'un yaptığı çalışmalarda, kanserle mücadele amacıyla geliştirilen mikro robotun (cüce robot) insan bedenine yerleştirilmesi planlanıyor. Vücuda yerleştirildikten sonra uzaktan kontrol edilebilen cüce robotlar, kanserli hücrelerle savaşacak ilaçları enjekte edebilecek. Bilim insanları, mini robotların yakın gelecekte ayrıca hastalıkların teşhis edilmesinde de kullanılabileceğini söylüyor. Araştırmayı yürüten ekip, farelerin midesine yerleştirdikleri robotları, mıknatıs kullanarak kontrol etti. Atomik boyutlardaki robotların, önümüzdeki yıllarda kanser tedavisinde kemoterapi ve ışına alternatif yöntem olarak kullanılabileceği belirtiliyor.

İngiltere'deki University College London'ın (UCL) Avrupa, Güney Amerika ve Asya ülkelerindeki 800.000 kişiyi inceleyerek yaptığı araştırma, bekar kalmanın bunama riskini yüzde 42 arttırdığını ortaya koydu. Araştırmaya göre çiftler arasında sosyal etkileşimin artması, akıl sağlığını bunama gibi rahatsızlıklara karşı daha dayanıklı kılarken, Alzheimer gibi olası semptomlar da çok daha geç yaşlara ertelenmiş oluyor. Evlilik sonucu ekonomik yükün kişiler arasında paylaşılması da, zihinsel ve fiziksel sağlığı kuvvetlendirerek bunama riskini azaltabiliyor. Araştırmanın bulguları, dul kalanlarda da bunama riskinin yüzde 20 daha fazla olduğunu gösterdi. Boşananlar ve evliler arasında ise önemli bir farklılığa rastlanmadı.



10

www.labmedya.com

S OS YA L M ED YAN I N YAY G I N L A Ş M A S I YLA DIYETLERE, YAŞAM K OÇL ARI N A , D I Y E T I S Y E N L E R E, BESLENME UZMA NI OL M ASA D A Ö Y L E Y M I Ş G I B I DAVRANAN KI ŞI LE RE I L GI AR T T I . FA K AT H E R D I Y ET, HER Ö NERI HER M ETA B O L I Z M A D A AY N I S ONUÇLARI DOĞ U RM U Y OR.

REFLEKS TERAPİ MUCİZESİ İLE FAZLA KİLOLARA VEDA EDİN! Gamze Şenbursa

Obezite; çağımızda insan sağlığını tehdit eden en önemli risk faktörüdür. “Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması -2010” ön çalışma raporuna göre Türkiye’de obezite sıklığı erkeklerde %20 ,5, kadınlarda ise % 41, toplamda % 30,3 olarak bulunmuştur. Ülkemizde de diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi obezite görülme sıklığı gün geçtikçe artmaktadır. Siz de aşağıda yer alan formülü kullanarak vücut kitle endeksinizi ve obezite riskinizi hesaplayın.

Vücut Kitle Endeksi= Kilo (kg) / (Boy (m) x Boy (m) ) Zayıf <18,5 18,5 < Normal < 24,99 25 < Fazla Kilolu < 29,99 30 < Obez Kilo sadece diyet ve egzersiz ile alakalı değildir, özellikle kadınlarda duygusal mod, hamilelik, menopoz gibi hormonal sistemi etkileyen olaylar sizin kilo vermenizi imkansızlaştırabilir. Kilo problemleri vücudunuzda bazı hormonlarınızın az ya da çok salgılanmasından veya kan şekeri değişikliklerinden kaynaklanabilir. Örneğin; SEROTONİN enerjik olma hissi, sakinlik ve mutluluk verir. Çoğu ruhsal bozukluk, kilo ve aşırı yemenin nedeni serotonin azalmasıdır. Beyinde serotonin azalınca beyin bu eksikliği şekerli gıda, çikolata, atıştırmalıkları artırarak sağlamaya çalışır.

kimyasalının eksilmesi ile meydana gelen beyindeki enerji kaybı obesite, çeşitli bağımlıklar ve cinsel bozukluklar gibi hastalıklara zemin hazırlar. İş veriminizi düşüren ve sizin öfkeli, sabırsız bir insana dönüşmenize sebep olan durum ise kan şekeri düşüklüğü (HİPOGLİSEMİ) olabilir ve bunun nedenlerinden bir tanesi de beyinde bulunan ve birçok hormon salgılayan HİPOFİZ bezinin az çalışmasıdır.

yapılan basınçlar sinir sistemini uyarır. Yüzdeki refleks bölgeleri uyarılarak, vücudun organik fizyolojisi, dolaşım sistemi, lenfatik sistem vb. de denge durumunun devam etmesine yardım eder. Refleks terapi aynı zamanda koruyucu bir yöntemdir. Yüz ve ayaktan alınan farklı sinyaller erken dönemde tespit edilerek, hangi sistemden kaynaklı fonksiyon bozukluğu olduğu konusunda fikir verir.

PEKI BU NOKTADA REFLEKS TERAPI MUCIZESI NE SAĞLIYOR?

Fonksiyon bozukluğu yaratan sistem bulunduktan sonra işlem kolay. Gerekli haritalar üzerinden elle masaj yöntemiyle ilgili sistemin hormon salınımı düzenlenerek iştahta büyük oranda azalma sağlanıyor ve diyetinizi uygulayarak kilo vermeniz hızlanıyor.

Öncelikle; Refleks terapi Doğu’ya özgün meridyen teorisi, akapunktur noktaları, güney Amerika yüz haritaları ve klinik nörolojiyide içeren birçok sistemin kombine edilerek kullanıldığı tedavi edici bir yöntemdir. Rahatlatıcı ve toksik faktörleri uzaklaştırıcı doğal bir tekniktir. Refleks terapi ile yedi temel harita üzerinde uygulama yapılır. Bölgeler, meridyenler ve sinir sonlamaları boyunca spesifik noktalara

Beynin enerji ve güç kaynağı olan DOPAMİN

Electrolab Tablet Test Sistemleri Türkiye Tek Yetkili Temsilcisi... Fran zD if f

u

www.bmskimya.com

info@bmskimya.com

n sio

Cell

Num une To pl ay

Gündemdeki ünlülerde bile görüyoruz ki işin içinde zayıflama olunca gözümüz hiç bir şeyi görmüyor. Ve durum kötü sonuçların doğmasını da beraberinde getiriyor. Hele bir de metabolik bir rahatsızlığınız varsa kilo vermek başa bela hale geliyor. Sonuçta yine başarısızlıkla sonuçlanan ve metabolizmayı oldukça yıpratan deneyimlerden sonra ‘Yeter!’ diyenlerdenseniz size bu noktada yardımcı olabiliriz.

Siz yeter ki isteyin; hiçbir problem çözümsüz değildir. Önemli olan doğru yer ve zamanda doğru kararlar vererek doğru kişilerle karşılaşabilmek....

le ab lı T ı ıc

ssolüsyon Sistem t Di i


Her koşulda için doğdu LCMS-8045 ve GCMS-QP2020 ile hızlı ve güvenilir sonuçlar alın!

kosmak

Shimadzu'nun Ultra Hızlı Kütle Spektrometri (UFMS) serisinde yer alan LCMS-8045 ve GCMS-QP2020, benzersiz UFMS teknolojisi ile, analitik laboratuvarlarda fark yaratır. UFMS serisi, yalnızca daha yüksek hassasiyet performansı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda mükemmel veri kalitesi ile analitik sonuçlarda çarpıcı iyileştirmelerin elde edilmesine ve potansiyel uygulama alanlarının genişletilmesine olanak sağlar. LCMS-8045 · Karmaşık matriksler ve zor analizler için yüksek hassasiyet · Metod paketleri (Pesticides, Forensic Tox, Veterinary, Met ID vb.) · LCMS-8050 ve 8060 modellerine upgrade edilebilme özelliği GCMS-QP2020 · 360 L/sn He TMP hacmi · 20.000 u/sn tarama hızı · 2000:1 S/N oranı · Headspace, SPME, Purge&Trap, TD ilave olanağı Shimadzu UFMS serisinde yer alan LCMS/MS, GCMS/MS cihazları veteriner ilaç ve pestisit kalıntıları, su kalitesi, mikro kirleticiler, adli toksikoloji ve biyoanalizler gibi bir çok farklı uygulama alanında kullanılmaktadır.

©ANT Teknik, 2017 All rights reserved.

LCMS-8045

GCMS-QP2020

Sıvı Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (LCMSMS)

Gaz Kromatografi Triple Kuadrupol Kütle Spektrometre (GCMSMS)


12

www.labmedya.com

DÜNYADA SAĞLIK SISTEMLERI Oğuz Engiz

G Ü NÜ M Ü Z D E DÜ NYA NI N BI R Ç O K ÜLKESI ND E SOS YA L G Ü VENL I K SI STE M I B U LUNM AD I ĞI NDA N S AĞLI K HI Z M ETL E R I H ALKA Ü CRETSIZ A NCAK ÇOK SI N I R L I I MKANL AR D AHI L I N D E VER I L M EK TED I R.

Sayı: 45

Ocak - Şubat

2018

ISSN: 2148-953X

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Editör Taşkın EROĞLU Grafik Tasarım Gülden KARADENİZ Danışma Kurulu Prof. Dr. Kadir HALKMAN Prof. Dr. Aziz EKŞİ Melek MALKOÇ Uzm. Yelda ZENCİR Özlem Etiz SAĞDAŞ Nevin KOÇAKER Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN Mali Danışman İrfan BOZYİĞİT SMMM İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel: 0 312 342 22 45 Fax: 0312 342 22 46 e-posta: bilgi@labmedya.com Abonelik abone@labmedya.com Yayın Türü Yerel Süreli

www.prosigma.net - info@prosigma.net Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi Ocak 2018 - Ankara Ücretsizdir. Labmedya Gazetesi’nde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. WHAT IS LABMEDYA ?

www.labmedya.com

Örneğin Asya kıtasında bulunan Rusya gibi belirli zenginliğe ulaşmış bir ülkede dahi sağlık devlet bütçesinden ve sınırlı imkanlar ile karşılanmaktadır. Diğer eski SSCB ülkelerinde de durum farklı değil hatta Rusya’dakinden farklı olarak özel sağlık hizmetleri de bu ülkelerde çok sınırlıdır. Afganistan, Pakistan ve Hindistan’da da sağlık hizmetleri ücretsiz ancak iptidaidir. Hindistan tıp biliminin gelişmiş olması nedeniyle Asya’da sağlık hizmet sunumu en gelişmiş ülkelerdendir. Bu ülke sağlık turizmi konusunda da başarılıdır ancak kendi halkının sağlık hizmetlerinden faydalanması sınırlıdır. Endonezya, Malezya ve diğer uzak doğu ülkelerinde de durum farklı değildir. Bu bölgede özel sağlık hizmet sunumu en gelişmiş durumda olan Tayland ve Singapur’dur. Kıtanın diğer bir devi olan Çin de farklı durumda değildir. Özel sektörün hızla büyüdüğü bu ülkede geleneksel tıp halen revaçtadır. Moğolistan’ın genelinde iptidai yöntemler hakimdir. Japonya tabi ki Asya kıtasının uzantısı bir ada olarak batı gelişmişliğinde bir sağlık sistemine sahiptir. Afrika kıtasında modern tıp sadece büyük şehirlerle sınırlı kalmış olup kıta genelinde sosyal güvenlik sisteminden bahsetmek mümkün değildir. Kişi başı sağlık harcamaları çok düşük olup halk geleneksel tıp uygulamaları ve diğer iptidai yöntemler ile idare etmektedirler. Kıta genelinde misyoner hastaneleri ve yine dış yardımlar ile gerçekleştirilmiş sağlık kuruluşları olsa da bunların kapasiteleri çok sınırlıdır. Bu kıtada sağlık hizmeti sorunundan daha önemli bir sorun halk sağlığı sorunudur. Kıta genelinde halen temiz su, yeterli besin ve barınma koşullarında ciddi sorunlar bulunmakta ve bu sorunlar halk sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. O nedenle kıtaya yapılan sağlık yardımlarının büyük bir kısmı halk sağlığı ve koruyucu hekimliğe yönlendirilmektedir. Orta ve Güney Amerika nispeten sağlık sistemini geliştirebilmiş ülkelerden oluşmaktadır. Özellikle Dünya Bankası’nın desteği ile bu kıtada bazı ülkelerin gelişmiş sosyal güvenlik sistemleri mevcuttur ve sağlık hizmetleri de bu sistem içerisinde sunulmaktadır. Genel olarak devlet bütçesinden finanse edilen sağlık hizmetleri çok gelişmiş olmasa da halkın ihtiyaçlarını karşılayacak niteliktedir. Kıtanın ulaşımı zor az insan bulunan yerlerinde sağlık hizmetleri iptidai yöntemler ile sunulmaktadır. Kuzey Amerika’da ABD ve Kanada sağlık sistemleri dünyanın en detaylı planlanmış sağlık sistemleridir. ABD’nin aksine Kanada’da sağlık hizmetleri

devlet bütçesinden vatandaşlara ücretsiz olarak sunulurken ABD’de sağlık hizmetlerine ulaşmanız için mutlaka bir özel sigortanız olması ya da ileri yaş grubu/düşkün olmanız gerekmektedir. Kanada’da özel sağlık hizmet sunucuları yok denecek kadar azken ABD’de özel hizmet sunucular ağırlıktadır. Kanada’da hizmet çok iyi organize edilmiş bir kamu yapılaşması içinde sunulmaktadır. Avustralya da Kanada’ya benzer bir sağlık sistemi bulunmakta ancak orada sağlık hizmetleri prim yolu ile finanse edilmekte ve de sosyal sigortaya ek olarak devlet eliyle kurulmuş olan özel tamamlayıcı sigorta sistemi de yaygınlaşmıştır. Sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak kamu sağlık kuruluşlarınca sunulmaktadır. Kişiler sosyal güvenlik sistemi şemsiyesi altında iken özel sağlık hizmet sunucularından da ücret ödemeden faydalanabilmek için tamamlayıcı sağlık sigortası poliçesi satın almaktadırlar. Avrupa doğal olarak dünyadaki en etkin ve sürdürülebilir sağlık sistemlerine ev sahipliği yapmaktadır. En gelişmiş model İngiltere’dedir. Sağlık hizmetleri devlet bütçesinden finanse edilmekte, sağlık hizmetleri ise özerk bir kamu kuruluşu kontrolünde sunulmaktadır. Gelişmiş bir aile hekimliği sistemi tüm ülke genelinde son derece etkili bir şekilde çalıştırılmakta ve kişiler sevk edilmek suretiyle hastaneye gidebilmektedirler. Almanya’daki model tamamen sosyal güvenlik primleri ile finanse edilmekte İngiltere’deki benzer bir aile hekimliği sistemi çalıştırılmakta ve de hizmetler ağırlıklı olarak özerk çalışan kamu sağlık hizmet sunucuları tarafından verilmektedir. Kıtanın geri kalan kısmında da sosyal güvenlik sistemi çok iyi çalışmakta ve vatandaşlar ceplerinden sağlık için neredeyse hiç para harcamamaktadırlar. Kişiler ancak sıra beklememek ya da sosyal sigorta sistemlerinin karşılamadığı hizmetler için para ödemek zorunda kalmaktadırlar. Bu da gayet normal karşılanmaktadır. Doğu ve Güney Doğu Avrupa’da sağlık hizmetleri halen sosyal sigorta sistemi içinde değil de devlet bütçesinden karşılanıp kamu kuruluşlarınca sınırlı bir şekilde sunulmaktadır. Güney Doğu Avrupa’nın en büyük ülkesi olan ülkemizdeki durum ise diğer Avrupa ülkelerinden önemli farklılıklar göstermekte ve gitgide Amerikan modeline yaklaşmaktadır. Ülkemizde bugün nüfusun tamamı sosyal güvenlik kurumu yapısı içinde genel sağlık sigortası kapsamında kamu sağlık kuruluşlarından faydalanabilmektedir. Ancak kamu sağlık hizmetlerinin artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz

kalması ve de hizmet kalitesi açısından beklenenleri karşılamaması nedeniyle son 20 yılda özel sağlık hizmet sunucuların sayısı inanılmaz ölçüde artmıştır. Bu durum vatandaşların sosyal güvenlik sistemine yaptıkları katkılara ek olarak özel sağlık sigortası ve son yıllarda da tamamlayıcı özel sağlık sigortası satın almalarına neden olmuştur. Ülkemizde özel sağlık hizmet sunucuları (özel hastaneler, tıp merkezleri, görüntüleme merkezleri, laboratuvarlar, fizik tedavi merkezleri, hemodiyaliz merkezleri, muayenehaneler, ağız diş sağlığı merkezleri vb.) hizmet sunumu içinde her geçen yıl daha fazla yer almaya başlamıştır. Bu durum bazı çevrelerce hastaların artık müşteri olduğu sağlık hizmetinin de bir özel tüketim unsuruna dönüştüğü yolunda eleştirileri de beraberinde getirdiği görülmüştür. Sonuç olarak ideal bir sağlık sistemini oluşturmanın ne kadar zor olduğu yukarıdaki anlatımlardan anlaşılmış olsa gerek ancak yine de ideal bir sağlık sisteminin ana karakteristikleri ne olmalıdır diye düşündüğümüzde şu çıkarımlara ulaşabiliriz; 1. Halk sağlığı ve koruyucu sağlık hizmetleri ile sağlığın geliştirilmesine yönelik programlar tüm Avrupa’da olduğu gibi devletçe, tüm ülke genelinde ve en etkili şekilde finanse edilmeli ve sunulmalıdır. 2. Tedavi edici hizmetler (hastane vs hizmetleri) Alman sisteminde olduğu gibi sosyal sigorta primleri ile finanse edilmeli ve hizmetler kamu/özel sağlık kuruluşları tarafından tüm ülke genelinde sunulmalıdır. 3. Sosyal sigorta sistemi içinde yer alamayanlar (prim ödeme gücü olmayanlar; çocuklar, yaşlılar, engelliler vb.) İngiltere’deki sistem gibi devlet tarafından güvence altına alınmalıdırlar. 4. Sosyal sigorta sistemi dışında sağlık hizmet almak isteyenler için devlet tarafından organize edilmiş tamamlayıcı sağlık sigortası sistemi yaygınlaştırılmalı ve bu sigorta tüm ülke genelinde özel sağlık kuruluşlarında geçerli olmalıdır. 5. Bu yolla vatandaş ile sağlık hizmet sunucusu arasında sosyal sigorta ve tamamlayıcı sigorta sistemi dışında para alışverişi kesilmeli ve sağlık harcamaları kontrol altında tutulmak suretiyle sistemin sürdürülebilirliği garanti altına alınmalıdır. 6. Vatandaşlarımızın ülkemizin her noktasında aynı yüksek kalitede sağlık hizmetine ulaşımları garanti altına alınmalı ve hizmet kalitesi konusunda denetimler sıklaştırılmalıdır.


13

www.labmedya.com

Op. Dr. Gökhan Haytoğlu Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı

KENDI KÖK HÜCRENIZLE GENÇLEŞMEYE HAZIR MISINIZ? AM ELIYATSI Z GENÇL EŞTI RM E YÖ NTEM L ERI ND E N BI RI OL AN FI B RO CEL L YANI KÖ K H Ü CRE TED AVI SI Y ÖNTE M I ILE KI ŞI NI N K END I HÜ CREL ERI Y L E CI LDI N YEN I L ENM ESI D I R .

Fibrocell gerçek anlamda kişinin kendi dokularından üretilen, kök hücrelerinin yenileyici tedavisinin; yüz, saç, boyun ve dekolte bölgesine uygulanması anlamına gelmektedir. Fibrocell işlemi hastanın kulak bölgesinin arkasından yaklaşık 1cm’lik küçük bir doku parçasının alınmasıyla başlıyor, klinik şartlarında alınan bu doku, daha sonra bu uygulama için özel şartlarda hazırlanmış olan laboratuvara yollanıyor. Bu laboratuvarda yaklaşık 30 ila 45 gün arasındaki bir süreçte kişiden alınan doku materyalinden kök hücrelerin oluşturulması ve ayrıştırılması sağlanıyor… Bu kök hücreler fibroblast dediğimiz iyileştirici etkisi yüksek olan potansiyeli olan hücrelerin oluşmasını sağlamaktadır.

KAÇ SEANS UYGULANMAKTADIR? Genelde 40-45 günün sonunda laboratuvar tarafından 3 tane enjektör şeklinde kök hücreler tarafımıza gönderilmektedir. Biz bu kök hücreleri 10 gün arayla 3 seans da hastanın ihtiyaç durumuma göre saçına, yüz ve boyun bölgesine, dekolte bölgesine ve el sırtlarına uygulamaktayız. Fibrocell uygulaması, içerden cildin altında çalışmaya başlayarak kök hücrelerin yenilenmesini sağlayarak, üçüncü seans sonrasında kişinin; cildinde, parlaklık, canlılık ve ışıltının gözlemlendiğini söyleyebiliriz.

Yan etkisi var mıdır ve kimlere uygulanmaz? Kök hücre uygulamasının herhangi bir yan etkisi bulunmamaktadır. Kök hücre uygulaması Herkese yapılabilir. Ancak; kanser hastaları, kemoterapi alan kişilerde veya hamilelik sürecinde olan hastalarda bu tedavi yöntemi önerilmemektedir.

FIBROCELL UYGULAMASI SONRASI NELERE DIKKAT ETMEK GEREKIYOR Bir çeşit mezoterapi yöntemi olan fibrocell uygulamasında; iğnenin giriş deliklerini 2-3 saat yıkamamasını, makyaj yapmamasını istiyoruz. Ayrıca o bölgelerin güneş ışığından korumasını önermekteyiz.


14

www.labmedya.com

HER DAIM GENÇ KALABILIRSINIZ

H Ü CREL ERI N S Ü REKL I YENI L ENM ESI NE R AĞMEN Y I NE D E YAŞLA NI Y ORU Z . Ö RN EĞI N C I LDI M I Z BI Z D EN DAHA GENÇ I SE YAŞLA ND I ĞI M I Z DA N I ÇI N D AHA D I RI V E DÜ ZG Ü N BI R CI LD E S AHI P OL M U Y OR U Z ? B U NU N YANI TI MI T OKOND RI YAL DNA'DA YATI Y OR . Mitokondriyal DNA mutasyonları çekirdekteki DNA'dan daha hızlı biriktiriyor. Doğar doğmaz mitokondriya etkilenmeye başlıyor ve bu konuda da yapacak fazla bir şey yok. Hücreleriniz yaşınızın üçte biri bile olsa mitokondriyanız sizinle aynı yaşta. Örneğin deride mutasyonlar olduğu zaman cilt diriliğini koruyamıyor ve kırışıklıklar başlıyor. Yine iyi haberler de var. Bilim dünyasında mitokondriyal DNA'yı koruma ve onarmaya yönelik çalışmalar var. Belki de kısa bir süre sonra insanlar "Kaç yaşındasınız?" sorusuna cevap vermekte gerçekten zorlanacak. Evrenin ve insanoğlunu yaratan onu sürekli yenilenebilir biçimde yaratmış. Yani değişim ve yenilenme yaratılış gerçeğine uygun. Evrende uygun olmayan tek şey değişmemek, değişime direnmektir. Değişimin önündeki en büyük engel de önyargılar. Bilim dünyasına bakın ne demek istediğim anlaşılacaktır; Fareler üzerindeki araştırmalar bazı hücrelerin diğerlerinden daha sık yenilendiğini gösteriyordu. Ancak bu bulguların insan üzerinde geçerli olup olmadığı bilinmiyordu. Ta ki İsveç'in başkenti Stokholm'deki Karolinska Enstitüsü'nden nörolog Jonas Frisen ve ekibi farklı bir yol bulana kadar. Ekibin radyoaktif karbon tarihleme tekniği kullanılarak gerçekleştirdiği araştırma vücuttaki pek çok organın kendini

yenileme özelliğine sahip olduğunu ortaya koydu. Buna göre cilt üzerindeki hücreler iki haftada bir kendini yenileyerek her daim genç kalıyor. Hareketlerimizi koordine eden beyincik ise gerçek yaşımızdan üç yaş daha genç oluyor. Kirpikler ve kaşlar da her iki ayda bir kendini düzenli biçimde yeniliyor. Vücutta sürekli kendini yenileyen hücreler sayesinde birçok organın gerçek yaşı aslında nüfus kağıdınızda yazılı yaşınızdan çok daha genç. Örneğin 38 yaşındaysanız kaslarınız ve bağırsaklarınız 15 yaşında. Bilim dünyasında yaygın görüşe göre insan vücudu her 7 yılda bir kendini yeniliyor. Bağırsaklar kendilerini 16 yılda tamamen yeniliyor. Vücutta kendini yenilemeyen dokular da var. Beyin, gözler ve sinir sistemi kendini yenileyemiyor. Beyinde; koku alma ve öğrenme merkezleri haricindeki diğer hücreler tıpkı tam anlamıyla oluşumunu tamamladıktan sonra yenilenemeyen sinir sistemi ve kornea haricinde yenilenemeyen gözler gibi yaşlanmaya karşı direnemiyor. Yıllarca kalp hücrelerinin doğduktan sonra değişmediği sanıldı. Ancak New York Üniversitesi'nden Dr. Piero Anversa tersini ispatladı. Kalp bile 20 yılda bir yenileniyormuş. Yaklaşık 100 bin adet seç telinin her biri ayda 1.25 santimetre uzuyor. Dolayısıyla saçların kaç yaşında olduğu da saçın uzunluğuna göre değişiyor. Midedeki hücrelerin asite dirençli olmadığını belirten İsveç-Karolinska Enstitüsü'nden Jonas Frisen hücrelerin üç ila beş günde yenilendiğini vurguluyor. Ancak nikotin hücrelerin yenilenmesini ağırlaştırıyormuş. Bu da sigara tiryakilerini direk ilgilendiren ve düşündürmesi gereken bir bilgi! Midedeki gibi bağırsaklarda da hücrelerin zor şartlar altında olduğunu söyleyen Dr. Frisen bu hücrelerin hızla yenilendiklerini ve bu sürenin iki ila beş günde değiştiğini söylüyor. İskelet de vücudun sürekli kendini yenileyen bölümlerinden biri. Kemiklerin 10 yılda bir tam anlamıyla kendini yenilediği tahmin ediliyor.

Tat moleküllerini sinirler yoluyla beyne ileten dilde bulunan 10 bin tomurcuğun her birinde 50 hücre bulunuyor ve bu hücreler her 10 günde bir kendini yeniliyor. Yağ protein şeker ve kan yapımı için gerekli maddeleri depolayan karaciğer vücudun en güçlü organlarından biri. İngiltere Karaciğer Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre karaciğerin kendini yenileme süresi altı ay. Akciğerde hücreler farklı periyotlarda yenileniyor. Bu da havanın temizliğine sigara içilip içilmemesine göre değişiyor. Yenilenme süresi ise altı ayla bir yıl arasında. Gözler kornea tabakası haricinde kendini yenileme özelliğine sahip değil. Zaman geçip yaş ilerledikçe gözler de sizinle birlikte yaşlanıyor. Aynı şekilde beyin hücreleri de kendini yenileyemiyor ve yaşlanıyor. Hücrelerin yenilenmesiyle yedi yıl sonunda gençlik mümkün mü? Live Science’de yayımlanan araştırma mitlerle gerçekleri ortaya çıkardı. Özellikle hücrelerin yenilenmesiyle “yedi yıl sonunda daha genç olunacağı” üzerine yayımlanan makalede sorular cevaplarını buluyor. İşte o mitler ve gerçekler: Mit: "Her 7 yılda bir yepyeni bir kişiye dönüşürsünüz; çünkü 7 yılda bir (veya 10 yılda bir) vücudumuzdaki her bir hücre kendisinin yeni bir versiyonuyla değiştirilmiş olur. Şimdi siz de kendinizi 7 sene önce olduğunuzdan daha genç hissetmiyor musunuz?" Gerçek: Vücut hücrelerimizin durmaksızın yenilendiği doğrudur; ancak bu bölünme sürdükçe sizin "yeni biri" olduğunuz iddiası doğru değildir. Zira mitozla bölünme sırasında (rastgele mutasyonlar gibi mekanizmaların etkisi haricinde) birebir aynı hücreler yeniden yaratılmış olur. Bu da, bireyin fiziksel olarak aynı yapıda kalmasına neden olur. Bilgi-1: Vücudumuzdaki 50-75 trilyon civarındaki her bir hücrenin sınırlı miktarda ömrü bulunmaktadır. Bu sürenin sonunda öldüklerinde, yerlerine yenileri gelir. Bu hücreler bir bütün olarak, harmoni içerisinde çalışsa da, teknik olarak kendi başlarına da bir miktar yaşayabilmektedirler. Bu sebeple,

bedenen öldükten sonra hayatta kalan son hücrenizin ölmesi için genellikle 18-24 saat gibi bir süre geçmesi gerekir. Bu süre zarfında bedeninizde halen canlı hücreleriniz bulunmaktadır. Bilgi-2: Her bir hücrenin ömrü birbirinden farklıdır. Örneğin, kırmızı kan hücreleri 4 ay kadar yaşarken, beyaz kan hücreleri 1 seneden uzun bile yaşayabilirler. Buna karşılık deri hücrelerimiz sadece 2-3 hafta ömre sahiptir. Bağırsak hücreleriniz her 4 günde bir ölürken, spermler sadece 3 gün kadar yaşayabilir. Bunlara karşılık sinir hücreleriniz ömrünüz boyunca hayatta kalır. Hücrelerinizin hemen hepsi öldüğünde yerlerine yenileri gelir; ancak beyninizin serebral korteksindeki hücreler ölecek olursa, yerlerine yenileri gelmeyecektir. Bilgi-3: 7 yıl (ya da hikayenin bazı versiyonlarına göre 10 yıl) süresinin hiçbir özel anlamı bulunmamaktadır. Teknik olarak vücudunuzdaki hücreler her an yenilenmektedir; çünkü aynı tip hücrelerin bile her biri aynı anda ölüp, aynı anda bölünerek çoğalmamaktadır. Şu anda derinizin bazı kısımlarında yenilenme sürerken, bazı diğerleri ömürlerini halen sürdürmekte olan hücrelere sahiptir. 7 yıl gibi bir süre vermek için,vücudumuzdaki en uzun ömürlü hücrelerin 7 yıl yaşaması gerekirdi - ki bu hatalıdır, beyin hücrelerimiz ömrümüz boyunca yaşarlar. Bu bakımdan, 7-10 yıl gibi "toptan yenilenme süresi" iddiası tamamen hatalıdır. Mitin Kaynağı: Bu mitin nereden kaynaklandığı tam olarak bilinmemektedir; ancak "kişisel gelişim hikayeleri"nden kaynaklanıyor olması çok muhtemeldir. Bu hikayelerde "yenilenme" ve "yeniden doğma" gibi kavramların çok önemli ve merkezi bir rolü olduğu için, bu tip safsataları da yaymak konusunda harika birer araçtırlar. Kaynak her ne olursa olsun, bir bireyin belli bir andaki "vücudunun" her an, her saniye yenilenmekte, ölmekte ve hayatını yaşamakta olan hücrelerin bir karışımından oluştuğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Kaynak: LiveScience


15

www.labmedya.com

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NDEN OBEZITE UYARISI Dünya Sağlık Örgütü tarafından, Dünya Obeziteyle Mücadele Günü dolayısıyla yapılan açıklamada, çocuk ve gençler arasında obezitenin geçen 42 yılda 10 kat arttığına dikkati çekildi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1975 yılından beri çocuk ve gençler arasında obezitenin on kat arttığı uyarısında bulundu. DSÖ tarafından Dünya Obezite ile Mücadele Günü dolayısıyla İsviçre'nin Cenevre kentinde bir açıklama yapıldı. Açıklamada, sağlığı tehdit eden bu eğilimin özellikle yoksul ülkelerde önümüzdeki yıllarda da süreceği belirtildi. Dünyanın zengin ülkelerinde ise gençler arasında bu eğilim duracağının tahmin edildiği ancak bu ülkelerde de obez sayının çok yüksek olduğu kaydedildi. DSÖ ve Londra Kraliyet Akademisi tarafından yapılan ortak araştırmada, yaşı 5 ile 19 arasında değişen yaklaşık 124 bin çocuk ve gencin obez sayıldığı tespit edildi. Bu sayının dünyadaki kız çocuklarının yüzde 6'sını, erkek çocuklarının da yüzde 8'ini oluşturduğu kaydedildi. Araştırmada 213 bin civarında çocuk ve gencin de aşırı kilolu olduğu, ancak obez sayılmadığı belirtildi.

OBEZITENIN NEDENLERI Araştırmada, 1975 yılında dünyadaki çocuk ve gençlerin sadece 11 milyonunun obez olduğuna, bu sayının da çocuk ve gençlerin yüzde 1'inden azını oluşturduğuna dikkat çekildi. DSÖ'den yapılan açıklamada, çocuk ve gençlerin kilo almasının farklı nedenleri olduğu belirtildi. Yoksul aileler için sağlıklı beslenmenin pahalı olması ve karbonhidrat açısından zengin yemekler ile ayaküstü yenen yiyeceklerin dar gelirli aileler için daha kolay ulaşabilir olması bu nedenler arasında sayıldı. Bunun yanı sıra, gıda üreticilerinin ürünlerini satmak için yaptığı reklam kampanyalarının insanları etkilediği belirtildi. Ayrıca obeziteye neden olarak hareketsizlik gösterildi.

DSÖ'NÜN UYARISI DSÖ, açıklamasında aşırı kilonun diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi sağlık sorunlarına yol açabileceği konusunda da uyarıda bulundu. Açıklamada, çocuk ve gençlerin korunması için sağlıklı olmayan gıda ürünlerinin vergilendirilmesi ve okulların çocuklara sağlıklı yiyecekler sunması

önerildi. Araştırmada, yaklaşık 130 milyon kişinin boyu ve kilosu incelendi. Böylelikle Vücut Kitle Endeksi hesaplandı. Vücut Kitle Endeksi, boy ile kilo arasındaki ilişkiyi gösteriyor.


16

www.labmedya.com

BÜYÜK TEHLIKE: OYUNCAKLARDA FITALAT VE AĞIR METALLER Çin'den oyuncak değil yüz binlerce zehir ithal ettiler. İstanbul Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ekipleri, Çin’den ithal edilen metal çerçevelerin bulunduğu 4 konteyneri incelemeye aldı. Yüz binlerce çocuğun eline alıp kucaklayacağı oyuncakların; kanser, kısırlık, üreme bozukluğu ve sinir sistemi bozukluklarına yol açan, yüksek miktarda ‘azo boyar’ maddeler, fitalat ve ağır metaller içerdiği belirlendi. Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ekipleri, ithalatçı firma tarafından, içinde metal

çerçeve olduğu beyan edilen 4 konteyneri tek tek açarak fiziki olarak incelemeye aldı. Yapılan incelemelerde konteynerlerin ilk iki sırasında plastik çerçeve sıralandığı, arkalarına ise yüz binlerce kaçak oyuncağın gizlendiği ortaya çıktı. Laboratuvar testinde gerçekler ortaya çıktı. Habertürk gazetesinde yer alan habere göre İstanbul Gümrük Muhafaza Müdürlüğü ekipleri, oyuncakların numunelerini sağlık açısından bir tehdit içerip içermediğinin belirlenmesi i çin İstanbul Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul Laboratuvar Müdürlüğü’ne gönderdi. Laboratuvar testlerinden ise şoke edici sonuçlar çıktı. Yüz binlerce çocuğun eline alıp kucaklayacağı oyuncakların; kanser, kısırlık, üreme bozukluğu ve sinir sistemi bozukluklarına yol açan, yüksek miktarda ‘azo boyar’ maddeler, fitalat ve ağır metaller içerdiği belirlendi.

HEPSI IMHA EDILECEK Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, Çin’den ülkemize kaçak olarak sokulmaya çalışılırken yakalanan kanserojen içeren oyuncaklarla ilgili soruşturma başlattı. Yasa gereği kaçak eşyalar Gümrük Bakanlığı Tasviye Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nde ihale ile satılıyor. Ancak sağlık açısından çok zararlı olan bu oyuncakların imha edileceği öğrenildi.

'OYUNCAKLARIN YÜZDE 5'I KAÇAK'

Full Otomatik Analiz ATEX Güvenlik Standartı 40 - 70 dk. Analiz Süresi

Türkiye Oyuncakçılar Derneği Başkanı Yakup Kireççi, Türkiye’nin oyuncak ithal eden bir ülke olduğunu belirterek, “425 milyon dolarlık oyuncak ithal ettik. Bu ürünleri, gümrüklerde Gümrük Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı denetliyor. Bir sorun varsa bu ürünler ülkeye kabul edilmiyor” dedi. Türkiye’ye giren oyuncakların yüzde 5’inin kaçak olduğunu söyleyen Kireççi, “Bunlar, başka ürün adı altında yurda sokulmaya çalışılıyor. Ortaya çıktığı zaman da ithalatı yapan firmaya soruşturma açılıp cezai işlem uygulanıyor. Anne babalar oyuncak alırken güvenilir mağazaları seçmeli. Sokak tezgâhlarından alınacak oyuncaklar tehlike arz ediyor” diye konuştu.

TÜRKIYE'YE GELENLERIN YÜZDE 80'I ÇIN'DE ÜRETILIYOR Türkiye’nin yanı sıra dünya pazarında Çin’in piyasaya hâkim olduğunu söyleyen Yakup Kireççi, “Türkiye’ye giren oyuncakların % 80’i Çin’de üretiliyor. Avrupa’da ise bu oran % 87.5’e kadar yükseliyor. Çin’de üretilmesi oyuncakların kalitesiz olduğunu göstermiyor. Oyuncak üretiminde söz sahibi olan birçok marka, üretim maliyetlerini düşürmek için fabrikaları Çin’e taşıdı” diye konuştu. “Çocuklarımıza oyuncak aldığımızı zannediyoruz ama aslında almıyoruz” diyen Kireççi şöyle devam etti: “Oyuncak, çocuk sorun çıkarmasın diye alınmamalı. Çocukların hayal gücünü artırmak ve kas gelişimine yardımcı olmak için alınmalı. Avrupa’da bir çocuğa 400 dolarlık oyuncak alınırken Türkiye’de bu rakam 40 dolar.”


www.coleparmer.com

Cole-Parmer kataloğundaki

150.000’den fazla ürün güvencesiyle Türkiye’de

Sümer Analitik ve Medikal Teknolojier San. ve Tic. A.Ş. Atakent Mah. Emrah Sok. No.2A 34760 Ümraniye-İstanbul | T: +90 216 550 78 85 F: +90 216 550 78 87

www.sumertek.com


18

www.labmedya.com

KANSERDEN KORUNMAK IÇIN BILINÇLI BESLENME ÇOK ÖNEMLI Kanser hepimizin korkulu rüyası, etrafımızda duydukça bile daha da ürkütücü oluyor. Çağımızın hastalığı kanser çevresel, genetik ve yaşam biçimindeki olumsuz koşullardan kaynaklanıyor. Peki kanserden korunmak için yapabileceğimiz şeyler var mı? Kanserden koruyan besinler neler? gibi sorular sizinde aklınızı kurcalıyorsa buyurun haberimize. Kanserden koruyan besinler var mıdır, varsa kanserden koruyan besinler nelerdir?

İşte bu konuda sizlere yardımcı olmak adına bu haberi derledik. İşte Kansere Karşı Bire Bir Besinler iyi gelin o besinler ve merak ettiğiniz soruların cevapları. Çağımızın hastalığı kanser çevresel, genetik ve yaşam biçimindeki olumsuz koşullardan kaynaklanıyor. Beslenme ve yaşam biçiminde yapılacak değişiklikler ile olumsuz çevresel faktörlerden uzak durmak kanserden korunmayı sağlayabilir. Yeterli ve bilinçli bir beslenme ile kansere

karşı koruyucu etki oluşturulabileceğini söyleyen Diyet ve Beslenme Uzmanı Serap Güzel kanser koruyan besinler hakkında bilgi verdi. Kanser riskini azaltmak için sebze ve meyveden zengin beslenilmeli, kırmızı et tüketimi azaltılıp balık tüketimi arttırılmalıdır, yemeklerde zeytinyağı kullanılmalıdır. Alkol tüketimi azaltılmalıdır. İdeal vücut ağırlığını korumak için enerji alımına dikkat edip fiziksel aktivite arttırılmalıdır.

SOYA Soya fasulyesi özellikle göğüs ve prostat kanseri riskini azaltmasıyla ilişkilidir. Daha fazla soya tüketen toplumlarda göğüs ve diğer kanser türlerinin daha az olduğu görülmüştür. Soya kansere karşı koruyucu etkisi olan izoflavonlardan zengindir.

YEŞİL ÇAY Yeşil çay içindeki epigallakateşin gallatın kansere karşı potansiyel bir önleyici etkisi olduğuna dair çalışmalar vardır. Sadece yeşil çay değil, siyah, beyaz ve oolong çayı da bioflavonoidlerden zengindir. İçerdiği bu maddeler sayesinde kansere karşı koruyucu etkisi vardır.

ZEYTİNYAĞI Akdeniz diyetinin vazgeçilmezi zeytinyağı hem kanser riskini hem kalp hastalıklarını azaltır. Zeytinyağı içindeki yüksek miktardaki tekli doymamış yağ asitlerinin, tokoferol ve fenolik bileşiklerin bu etkiyi yaptığı düşünülmektedir. Günlük beslenmemizde olması gereken yağ mutlaka zeytinyağı olmalıdır.

CEVİZ

AĞIR METAL ANALİZÖRLERİ

Ceviz antikarsinojenik etkisi olan yağ asitleri içerir. Cevizin ayrıca kolesterol için de olumlu etkisi olduğundan kalp-damar sağlığı açısından da önemli bir besindir.

LİKOPEN

RECYCLING PREPARATIVE HPLC

Domatesin kırmızı rengini veren bir karotenoid türü olan likopen antioksidan kapasiteye sahiptir ve kansere karşı koruyucudur. Özellikle kırmızı besinlerde likopen bulunur. Domates, pancar, kırmızılahana, nar, çilek, karpuz gibi besinler mevsimine göre tüketilmelidir.

SOĞAN, SARIMSAK, PIRASA

FLASH KROMATOGRAFİ SİSTEMLERİ

Özellikle gastrointestinal bölgedeki kanserlere karşı koruyucudur. Bu sebzelere kokusunu veren içerdikleri biyoaktif sülfür bileşikleri bu etkiyi yapar. Kış aylarında grip ve soğuk algınlığından korunmak için de ağırlık verirseniz antimikrobik etkilerinden de yararlanmış olursunuz.

D VİTAMİNİ KANSER RİSKİNİ AZALTIYOR Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzm. Dr. Ümit Çınkır, D vitaminin kanser riskini azalttığını söyledi. Kemiklerin gelişiminde oldukça etkili D vitamininin sadece kas ve kemik konusunda değil birçok hastalık üzerinde önemli derecede etkisi bulunduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Çınkır, "D vitamini alımı ileri yaşlarda yaşanan kemik kaybının önüne geçerken, kanser gelişiminin önlenmesinde önemli bir faktör. Ayrıca meme ve kolon kanseri riskini azaltıyor. Bebek ve çocuklarda kemik ve diş gelişimi için oldukça faydalı. Kemikleri sağlamlaştırarak kırılmasını önlerken bağışıklık sistemi içindeki etkisini de unutmamak gerek" şeklinde konuştu.


19

www.labmedya.com

İLAÇ LABORATUVARINIZ AĞIR METALLERIN KONTROLÜ BAŞLIKLI ICH TALIMATI IÇIN HAZIR MI?

Yük. Kimya Mühendisi Zafer Bayram ANT TEKNİK İlaç Grup Müdürü ICH, ilaçlardaki 24 ağır (tehlikeli) metal içeriğini kontrol etmek için Q3D adım4 talimatını yayınladı. Söz konusu 24 ağır metal, ilgili riske bağlı olarak Sınıf-1, Sınıf-2A, Sınıf-2B ve Sınıf-3 kategorilerinde sınıflandırmakta ve Cd, Pb, As, Hg, V, Co, Ni, Tl, Au, Pd, Ir, Os, Rh, Ru, Se, Ag, Pt, Li, Sb, Ba, Mo, Cu, Sn ve Cr elementlerinden oluşmakta. Talimatın uygulamaya geçmesi için son tarih 1 Ocak 2018 olarak belirlendi. Hindistan'da üreticilerin çoğu, USP<232>'e göre ICP-MS kurarak kurum içi test hazırlığını tamamladı. ICP-MS tekniği son derece hassas bir teknik olmakla birlikte uğraştırıcı numune hazırlama aşaması, yüksek sarf malzeme ve nitelikli işgücü maliyetleri gibi bazı dezavantajlara sahiptir. Cihaz yatırım maliyeti yüksektir. Numunelerin hazırlanması ve çalışılması için eğitimli kimyagerlere ihtiyaç duyulur.

Enerji dağılımlı X-ray floresans spektrometreler, ölçümü alınacak numuneyi X ışınları ile ışıma uygulanan numuneden yayılan floresans X ışınlarının tespiti sayesinde numunede bulunan elementlerin kalitatif ve kantitatif analizine imkan vermektedir. Söz konusu cihazların, ilaç hammadde analizlerinin yanı sıra, Avrupa Birliği’nin RoHS Direktifi gibi çevresel yasal yönetmeliklere uygunluktan araştırma amaçlı malzeme analizlerine kadar pek çok farklı kullanım

alanı bulunmakta. EDX-7000, masaüstü bir cihaz olup bir ilave ekipman kullanımı gerektirmez. Katı ve sıvı örnekler herhangi bir numune hazırlama aşamasında ihtiyaç duyulmaksınız cihaza yerleştirilebilir; kullanımı kolaydır ve aynı anda 12 adede kadar numune yüklenebilir. Kullanıcı, numuneleri cihaza yükledikten sonra diğer işleri ile ilgilenebilir. Cihaz maliyeti ICP-MS'e göre daha düşüktür. Hassasiyet genellikle 1 ppm ve üzeridir.

Aynı zamanda Shimadzu, matris etkisini ortadan kaldıran ve en iyi hassasiyet ve doğruluğu sağlayan özelleştirilmiş bir kalibrasyon paketi geliştirmiştir. EDX-7000, Na (11) 'den U (92)' ye kadar tüm elementleri test etme kapasitesine sahiptir. Bu nedenle Fe, Na, K gibi elementleri büyük bir doğrulukla analiz etmek için kullanılabilir. EDX-7000 cihazının yazılımı olan LabSolution, 21CFR uyumludur.

LABORATORY CİHAZLARI TÜRKİYE’DE ÜRETİM... Ürünlerimizi dünyanın dört bir yanına gönderiyoruz.

İlaç endüstrisinde daima yeni ürünlerle ilgili çalışmalar yürütülmektedir; bu da günlük numune sayısının her geçen gün artmakta olduğu anlamına gelmekte ve artan numune sayısı ile birlikte giren hammaddelerin, üretim sürecinde kullanılan malzemelerin ve yeni ürünlerin ICP-MS tarafından test edilmesi zorlaşmaktadır. Bu zorluklar nedeniyle USP söz konusu ağır metallerin analizi için, X-ışını Floresans Spektrometresi bölümünü (USP<735>) yayınlamıştır. İlaç endüstrisinin önde gelen analitik cihaz tedarikçisi, Shimadzu Corporation, ilaç uygulamalarındaki deneyimlerinden yola çıkarak, USP<735>’e uyumlu ve ICP-MS’e göre daha hızlı ve kolay analiz sağlayan EDX-7000 model X-ışını Floresans Spektrometresi’ni sektörün kullanımına sunmaktadır.

BİO GÜVENLİK KABİNİ, LAMİNAR HAVA KABİNİ

Shimadzu EDX-7000 Enerji Dağılımlı X-Ray Floresans Spektrometre USP<735> uyumlu EDX-7000'in temel özellikleri:

ÇEKER OCAK

İvedik O.S.B. Öz Ankara Sanayi Sitesi 1464 (675). Sokak No. 37 Yenimahalle - ANKARA / TURKEY Telefon : +90 312 395 66 13 / +90 312 395 66 01 Faks : +90 312 395 66 93 - info@nukleonlab.com.tr

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ, BİTKİ BÜYÜTME KABİNİ

İNKÜBATÖR, ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR, SOĞUTMALI İNKÜBATÖR,

ETÜV VAKUM ETÜV

www.nukleongrup.com

+90 312 395 66 13


20

www.labmedya.com

SEROTONIN

Aytaç Alp ÜNAL Kimyager

MU TSU Z BI R A D A M B A R D A N I Ç ERI GIRER VE B ARM ENE S E S L E N I R ; “ B A N A B I R SEROTONIN, B U Z K OY M A ! ” Asıl adı 5-hidroksitriptamin olan ama arkadaşlar arasında serotonin diye çağrılan, mol başına yaklaşık 176 gram kadar gelen bu molekül insanların daha mutlu ve daha zinde hissetmelerine yardımcı olur ayrıca memelilerde nörotransmitter olarak görev yapar.

Triptofandan sentezlenen bir monoamin olan serotonin beyin tarafından salgılanır ve uyku, ruh hali, iştah ve sosyal davranışlar gibi konularda etkilidir. Halk arasında “mutluluk hormunu” diye bilinen serotoninin seviyesi vücudumuzda azaldığında, sinirli ve huzursuz olma durumu, uyku sorunları, baş ağrısı ayrıca depresyon gibi ihtimaller mevcuttur.

serotonin Bu yüzden serotoninin seviyesini vücutta arttırmak mühimdir. Bunu doğal yollardan yapmak için Amerika’yı yeniden keşfetmemiz gerekmiyor. Örneğin, kırmızı et, süt, peynir, yoğurt, yumurta gibi triptofan açısından zengin besinler tüketmek, serotonin için

hammadde kaynağıdır. Ayrıca B6, B9 ve B12 vitaminleri de serotonin ve diğer aminoasit nörotransmitterlerin üretiminde etkilidir. Muz, ananas, erik, kivi gibi meyveler ve brokoli, ıspanak, karnabahar gibi sebzeler serotonin düzeyinin belirli bir seviyede kalmasına yardımcı olurlar. Ayrıca ceviz, kabak çekirdeği, ay çekirdeği ve badem tüketmek de mutlu olmanıza yardımcı olacak yiyeceklerdir. Tamam güzel yedik içtik ama evlerimize, çalışma ofislerimize hapsolup kalmayacağız. Yapılan araştırmalar egzersiz yapmanın, serotonin salgılanmasına olumlu katkılar yaptığını göstermiştir. Özellikle koşmak ve bisiklet sürmek, serotonin miktarını arttır, stresi azaltır. Televizyon ya da bilgisayar karşısında zaman harcayacağınıza çıkın hadi dışarı, derin bir nefes alın ve koşun, yürüyün özgürce, tabi yanınıza akıllı telefonlarınızı da almayın mümkünse çünkü mutlu olmanız için onlara ihtiyacınız yok.

AĞIZ KOKUSUNUN NEDENI GENETIK OLABILIR

LABORATUVARINIZIN PARÇASI OLMAK İSTİYORUZ. Tüm proses ve analizlerinize çözüm üretmek için yanınızdayız. En alt yazı: 1800 C’ye kadar fırınlar, 650 C’ye kadar yüksek sıcaklık etüvleri, Kamara Fırınlar, Tüp Fırınlar, Split Fırınlar, Rotary Fırınlar, Atmosfer Kontrollü Fırınlar ve fazlası...

Hollanda, ABD, Almanya, İngiltere ve Portekiz'den bilim insanlarının yaptığı araştırma sonucu, ağız kokusunun gerçek sebebini ortaya koydu. Bu araştırmanın sonucuna göre ağız kokusunun gerçek nedeni genetik mutasyon olabileceği belirtildi. Bilim insanlarına göre, biri intraoral diğeri ekstraoral olmak üzere 2 çeşit halitoz, yani kötü kokulu nefes var. Ekstraoral yani ağız dışı halitoz, ağız boşluğundaki sorunlarla ilişkisi yok ve menşei daha önce tamamen anlaşılabilir değildi. Araştırma grubu, esktraoral halitozun SELENBP1 genindeki mutasyonlardan kaynaklandığını ve genetik materyalde düşük protein oranıyla ilgili olduğunu tespit etti.

1600 °C TÜP FIRIN

1600 °C KAMARA FIRIN

650 °C ETÜV

Ergazi Mahallesi 1695. Cadde, 1819. Sok ak No:5 B atıkent 0 6370 A nk ara t:+9 0 312 257 13 31 f : +9 0 312 257 13 35 w w w.prothermfurnaces.com mail@prothermfurnaces.com

Araştırmacılar, nefesi kötü kokan 5 hastanın verilerini inceledi. İdrarlarında, metandiol ve dimetil sülfür gibi yüksek miktarda kükürt içeren maddeler, bağ dokusu hücrelerinde de SELENBP1'deki mutasyonlara bağlı düşük protein oranı ortaya çıktı. Uzmanlardan biri, "SELENBP1'deki mutasyonlar, esktraoral halitoza yol açıyor ve yeni bir doğumsal metabolik hata için koşullar oluşturuyor" dedi.


21

www.labmedya.com

GIDALARIN RAF ÖMRÜ UZAYACAK www.expoanalytech.com

Sabancı Üniversitesi gıdaların raf ömrünü uzatmaya yardımcı nanokil katkılı ambalaj geliştirdi. Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Araştırmacısı Hayriye Ünal, nanokil katkılı gıda ambalajlarının gıda israfının önlenmesine katkı sağladığını söyledi. “Geliştirdiğimiz gıda ambalajı, içerdiği kil nanoparçacıklarının farklı işlevleri sayesinde gıdaların tazeliklerini koruma ve raf ömrünü uzatma özelliğine sahiptir” diyen Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Araştırmacısı Hayriye Ünal, “Gıda ambalajı endüstrisinde sıklıkla kullanılan, düşük maliyetli polietilen ve benzeri filmlere dahil edilen kil nanoparçacıkları, sahip oldukları özel yapı ile doğal antibakteriyel ajanların salınımını gerçekleştirebilmektedir. Böylece, ortaya çıkan gıda ambalajı, gıdaların bozulmasına sebep olan bakterilere karşı etkinlik gösterebilmekte; et ve tavuk ürünlerinin daha uzun süre bozulmadan korunmalarını sağlayabilmektedir. Kullanılan kil nanoparçacıkları aynı zamanda meyve ve sebzelerin bozulmasına sebep olan etilen gazını hapsetme özelliğine sahip olduklarından, geliştirilen gıda ambalaj malzemeleri meyve ve sebzelerin daha uzun süre tazeliklerini korumalarını sağlayabilmektedir. Kil nanoparçacıklarının varlığının gıda ambalajlarının su buharı ve oksijen gazı geçirgenliklerini azalttığı; gıdalarda su kaybını ve oksijen gazına bağlı bozulmaları engelleyebildikleri de gözlenmiştir. Geliştirdiğimiz gıda ambalajları test etmiş olduğumuz domates, muz, çilek ve tavuk örneklerinin raf ömrünü uzatma özelliği göstermiştir” dedi.

PROJE TÜBİTAK TARAFINDAN DESTEKLENDI Çalışmalarının TÜBİTAK tarafından iki sene boyunca desteklendiğini ifade eden Ünal, “Nanokil katkılı gıda ambalajları konusundaki fikirlerimizi TÜBİTAK’ın gıda güvenilirliği konusunda açmış olduğu proje başvuru çağrısı kapsamında bir proje önerisine dönüştürdük ve projemiz TÜBİTAK tarafından iki sene boyunca desteklendi. Çalışmalarımız bu iki sene boyunca, malzeme bilimi, nanoteknoloji ve gıda mühendisliği konusunda uzman araştırmacılardan ve doktora öğrencilerinden oluşan

proje ekibimiz tarafından Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi laboratuvarlarında sürdürüldü; gıda ambalajının tasarımı, kil nanoparçacıklarının hazırlanması, fonksiyonelleştirilmesi, gıda ambalajlarına dahil edilmesi ve gıdalar üzerindeki test süreçleri tamamlandı” diye konuştu. Hayriye Ünal, “Son yıllarda gıda ambalajları konusundaki araştırmalar ‘aktif gıda ambalajları’ olarak tanımlanan, içerdikleri aktif bileşenler yoluyla gıda ile etkileşime geçerek gıdaların raf ömrünü uzatmayı hedefleyen ambalajlar konusunda yoğunlaşmaktadır. Geliştirdiğimiz nanokil katkılı aktif gıda ambalajlarının gıdaların henüz tüketiciye ulaşmadan, ulaşım aşamasında ve market raflarında bozulmalarının önüne geçilmesi konusunda yüksek bir potansiyele sahip olduklarını düşünmekteyiz. Bu anlamda nanokil katkılı gıda ambalajları hem gıda israfının önlenmesi konusunda katkı sağlayacak hem de gıdaların bozulmasından kaynaklanan ekonomik kayıpları önleyebileceklerdir. Özellikle meyve ve sebzelerin raf ömrünü uzatma özellikleri ile, aktif gıda ambalajları ülkemizin yaş meyve sebze ihracatına da önemli katkılar sağlayacaktır. İncir gibi Türkiye’nin yüksek ihracat potansiyeline sahip olduğu ancak çabuk bozulması nedeniyle ihracatı kısıtlanan ürünlerin ulaşımı sırasında aktif gıda ambalajları ile paketleme büyük önem taşımaktadır” diye ekledi.

ANALIZ VE LABORATUVAR TEKNOLOJILERI FUARI 19-21 NISAN 2018

ÇALIŞMALAR DEVAM EDIYOR Nanokil katkılı gıda ambalajlarının sahip olduğu antibakteriyellik özellikleri ile paketlenmiş et ve tavukta hastalıklara sebep olan bakterilerin üremesini engelleyerek, gıda zehirlenmelerinin önlenmesine katkı sağlayacağını belirten Ünal, nanokil katkılı gıda ambalajları konusundaki çalışmalarının devam ettiğini söyleyerek, “Çalışmalarımız laboratuvar ölçeğinde antibakteriyellik, etilen tutuculuk ve bariyer özelliklerinin iyileştirilmesi amacıyla devam etmektedir. Aynı zamanda geliştirdiğimiz teknolojiyi kapsayan patentimizin lisanslanması ve geliştirilen ürünün ticari ölçekte üretilmesi konusunda da gıda ambalajları üreten firmalar ile iş birlikleri oluşturmakta ve Ar-Ge çalışmalarına devam etmekteyiz” ifadelerini kullandı. Kaynak: Dünya gazetesi Yazar: Büşra Sözen

ORGANIZASYON

BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) DENETİMİNDE DÜZENLENMEKTEDİR.


22

www.labmedya.com

MĂźge EĹ&#x;kin EroÄ&#x;lu - BilinçaltÄą Terapisti

NEDEN BAZI INSANLAR DAHA ZEKI? Zekada genetik yĂźzde 30, çevresel faktĂśrler ise yĂźzde 70 etkilidir. Beynin tembelleĹ&#x;mesini Ăśnleyerek, ĂśÄ&#x;renme kapasitenizi geliĹ&#x;tirebilirsiniz.

beyin hep sÄąr olarak kalmÄąĹ&#x;tÄąr. Ta ki bu yĂźzyÄąla kadar‌ ArtÄąk biliniyor ki, beyin vĂźcudun ana kumanda merkezidir.

Uzun yÄąllar boyunca beynin ne iĹ&#x;e yaradÄąÄ&#x;Äą tartÄąĹ&#x;ÄąlmÄąĹ&#x;. VĂźcudun diÄ&#x;er organlarÄąnÄąn gĂśrsel olarak ne iĹ&#x;e yaradÄąÄ&#x;Äą ve nerelerde kullanÄąldÄąÄ&#x;Äą gĂśzlemlenmesine raÄ&#x;men

NEDEN BAZI INSANLAR DAHA ZEKI? Beyin bĂźtĂźn insanlarda vardÄąr. Yani genetik olarak herkes belirli bir kapasiteyle doÄ&#x;ar.

Zekada genetik etken yĂźzde 30, çevresel faktĂśrler ise yĂźzde 70 etkilidir. "Dahi, deha, zeki" gibi kavramlar ayrÄącalÄąklÄą insanlara sunulmuĹ&#x; Ăśzel bir durum deÄ&#x;ildir. Her saÄ&#x;lÄąklÄą doÄ&#x;an insan bir milyar nĂśron hĂźcresi ile doÄ&#x;maktadÄąr. Zaman içerisinde ailelerin çocuklarÄąnÄą yĂśnlendirmesi ve eÄ&#x;itim uygulanmasÄą ile yĂśn alarak geliĹ&#x;mesine, ya da yine

LaboratuvarÄą Yeterlilik Testi SaÄ&#x;layÄącÄąsÄą

! " # $ # % % & '

! " # # $

%% & $ '

ailelerin deÄ&#x;er yargÄąlarÄąnÄą çocuklarÄą Ăźzerindeki baskÄąlarÄą sonucu beyin geliĹ&#x;imi tamamlanmaktadÄąr. Beyin 2 lobdan oluĹ&#x;ur. SaÄ&#x; ve sol lob‌ Ä°nsanlar gĂźn içerisinde beyinlerinin ya saÄ&#x;ÄąnÄą ya da solunu kullanÄąrlar.

PEKI BEYNIN SAÄžINI MI KULLANIYORSUNUZ SOLUNU MU? EÄ&#x;er saÄ&#x; elle yazÄą yazÄąyorsanÄąz beyninizin solunu, eÄ&#x;er sol elle yazÄą yazÄąyorsanÄąz saÄ&#x;ÄąnÄą kullanÄąyorsunuz. Maalesef okullardaki eÄ&#x;itim dĂźzeni beynin sadece sol tarafÄąnÄą geliĹ&#x;tiren matematik, fen gibi sayÄąsal derslere Ăśnem verirken beynin saÄ&#x; tarafÄąnÄą geliĹ&#x;tiren resim, mĂźzik gibi sanatsal derslere pek fazla Ăśnem verilmez. Halbuki; baĹ&#x;arÄąlÄą insanlar bilerek veya bilmeyerek saÄ&#x; ve sol beyinlerini geliĹ&#x;tirmiĹ&#x; kiĹ&#x;ilerdir. BaĹ&#x;arÄąlÄą insanlar beynin her iki yarÄąsÄąnÄą kullanabilen, gerektiÄ&#x;inde birinden diÄ&#x;erine geçebilen insanlardÄąr. SaÄ&#x; ve sol beyin birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Sol beyni geliĹ&#x;miĹ&#x; bir kiĹ&#x;i saÄ&#x; beynini de geliĹ&#x;tirirse beynin kapasitesi iki kat deÄ&#x;il hayal edemeyeceÄ&#x;iz kadar fazla artar. Beyinde ĂśÄ&#x;renmenin sonu yoktur. Beynin bir bĂźtĂźn olarak hem saÄ&#x; hem sol lobunun ortak olarak kullanÄąlmasÄą kapasitenizin sÄąnÄąrlarÄąnÄą zorlar. Beynin bir bĂźtĂźn olarak kullanÄąlmasÄąnÄąn anahtarÄą da bilinçaltÄądÄąr. BilinçaltÄąnda sÄąnÄąrlar yoktur. OrasÄą sonsuz derinlikte ve kapasitededir.

Ă–ÄžRENME KAPASITESINI NASIL ARTIRABILIRIZ? Çocuklara verdiÄ&#x;imiz her olumsuz mesaj aslÄąnda bilinçaltÄąna yerleĹ&#x;tirilen tahrip gĂźcĂź yĂźksek bir bomba gibidir. BunlarÄąn sonucunda beynimiz yanlÄąĹ&#x; yĂźkleme ve Ĺ&#x;artlandÄąrmalarla adeta doÄ&#x;ru dĂźzgĂźn çalÄąĹ&#x;mayÄą unutuyor. Bu Ĺ&#x;artlandÄąrmalar zamanla yÄąkÄąlmaz inançlar haline dĂśnĂźĹ&#x;Ăźyor. DoÄ&#x;umla baĹ&#x;layan ĂśÄ&#x;renmenin sonu yoktur. Ä°yi bir eÄ&#x;itim beyni geliĹ&#x;tirir. Kitap okumak saÄ&#x; ve sol lobu beraber geliĹ&#x;tirir. ÇßnkĂź kitap okurken sol tarafla takip edilen ve kavranan kavramlar saÄ&#x; tarafta hayal edilir. Bunun için televizyon izlemek saÄ&#x; lobu pasif bÄąrakÄąr ve beyinin tembelleĹ&#x;mesine sebep olur.

MERAKLI OLUN‌ Yeni Ĺ&#x;eyler ĂśÄ&#x;renin. Bu beyne egzersiz yaptÄąrmanÄąn bir baĹ&#x;ka yoludur. Yeni bir Ĺ&#x;ey ĂśÄ&#x;rendiÄ&#x;inizde beyniniz buna uyum saÄ&#x;lamak için yepyeni baÄ&#x;lantÄąlar geliĹ&#x;tirmek zorunda kalÄąr. GĂźlĂźn, oyun oynayÄąn, Ĺ&#x;arkÄą sĂśyleyin‌ Ve en Ăśnemlisi, hayal kurun. BilinçaltÄąnÄąz hayalinizi gerçekleĹ&#x;tirmek için, elinden geleni yapacaktÄąr.


23

www.labmedya.com

UZAYDA LABORATUVAR RU SYA U L U SAL NÜ K LE ER ARA ŞTI RM AL AR ÜN I VERSI TESI MO SK OVA MÜHEND I SL I K VE F I Z I K ENSTI TÜ SÜ (M İ F İ ) BI LI M I NSANL AR I N I N DA DAHI L OL D U Ğ U B I R GRUP U L U SL ARA R A S I ARA ŞTI RM ACI , UZAYDAK I BI R MA D D ENI N Y ER ÇEK I M I NI N ETK I S I Y L E GÖKCI SM I NI N KÜTLE SEL Y I ĞI L M A S I N I LA BO RATU VAR OR TAM I ND A CANLA ND I RD I .

Sonuçları Science Advances dergisinde yayınlanan araştırmaya göre yığılmayla üzerinde yapılan çalışma, kütle ve enerji değişimi ile ‘toplayıcı’ obje ve bunun çevresi arasındaki karşılıklı konumlanma hakkında bilgi veriyor. Bu süreç sayesinde yıldızların çevresindeki gezegen sistemleri oluşuyor. Bu durum genellikle genç yıldızların oluştuğu sırada ve madde alıcısı rolünün kara delikte olduğu ve nötron yıldızının sıklıkla ‘verici’ olduğu ikili sistemlerde de gerçekleşir. Çevreleyen madde (e-plazma, ayrı iyonların ve elektronlardan oluşan bir "gaz") ve genç yıldız, plazmadaki parçacıkları onların yörüngelerini değiştirerek ve onları süpersonik hızlarda yıldıza göndererek etkileyen manyetik alanın hatlarıyla birbirine bağlanıyor. Şok, genç yıldız etrafındaki fiziksel ve kimyasal yapıları değiştirebilen bir yığılma sütunu olarak anılan aşırı UV ve X-ışını emisyonları üretmek için maddeyi birkaç milyon dereceye kadar ısıtıyor. Astrofizik süreçlerin gözlenmesi ve modellemesiyle ilgili birçok sınırlama var. Örneğin; yıldızların canlı olarak gözlenmesi ve çeşitli parametrelerin ölçülmesi aynı parametre üzerinde farklılıklara yol açabilir. Böylece, büyük ölçekli laboratuvar deneyleri, yığılma süreçlerine farklı bir açıdan bakmaya yardımcı oluyor.

MİFİ uzmanlarının katıldığı araştırmada, yeni laboratuvar yaklaşımıyla elde edilen bulgular ve yeni bir platformun kullanılması sonucunda madde akışının merkezi alanını saran iyonize edilmiş plazmada yoğun bir kabuk oluşumuna

ilişkin ilk doğrudan kanıt elde edildi. Araştırmacılar, objelerin çarpışması sonucu oluşan maddenin, dışarı atılabileceğini ve gelen akım tarafındaki manyetik alana odaklanabileceğini ortaya koydu. Bastırılmış çekirdeği saran bir

MLF SERİSİ

MİT SERİSİ

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ

MCİ SERİSİ

ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR

MİN SERİSİ İNKÜBATÖR

plazma kabuğunun oluşması, X-ışını emisyonlarında bir azalmaya neden olabilir. Bu buluş, optik ve x-ışını gözlemi vasıtasıyla elde edilen ölçümler arasındaki çelişkinin muhtemel açıklaması olabilir. Kaynak: advances.sciencemag.org

MCO SERİSİ ÇEKER OCAK


24

www.labmedya.com

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

H A M I L E L IKTE ANNE A D AY LARININ EN B Ü Y Ü K KORKUSU Ç O K K I L O ALMAK VE B U N L A R D A N BIR DAHA K U R T U L AMAMAK.

HAMILELIKTE SPORA DIKKAT! Bu yüzden bazı hamileler, daha önce düzenli egzersiz yapmasalar da kiloyu kontrol amacıyla egzersiz programlarına, spor salonlarına hücum ediyor. Oysa, egzersize hamilelikte başlayanlarda adale ağrıları ve eklem rahatsızlıkları gelişebilir. Son günlerde hastalarım bu konuda fazlasıyla soru sormaya başlayınca sizlerle paylaşmaya karar verdim. Eşim de hamileliği sırasında ille de “hamilelik yogası” yapmalıyım diye tutturmuş, “Şu gün burada bugün burada varmış” diye stres haline getirmişti. Eşimin paniğini görünce anne adaylarının bu konuda ne kadar hassas olduğunu görmüş ve ruh halinin ne kadar değişebileceğini bir kez daha yaşamıştım. Neyse ki eşime durumu izah edince ikna olmuş ve kendini parçalamaktan vazgeçmişti. Aradan 1 yıl geçti, eşim kendini hırpalamadan, aşırı spor yapmadan eski kilosuna kavuştu. Daha önceden düzenli spor yapan ve spor yapmayı yaşam tarzı haline getiren anneler bu konuda son derece bilinçli. Ama daha önce hiç spor yapmamış ya da hamilelikte birlikte ille de spor yapmak, yürüyüşe çıkmak isteyenlere şunu söylemek istiyorum: “Hamilelik egzersize

başlamak için uygun bir zaman değil.” Evet hamilelikte spor yapılabilir. Hamilelikte egzersizin amacı, bel ve sırt ağrılarını, vücuda zarar vermeden, adale ve eklemleri çalıştırarak azaltmak, rahat bir doğum için zemin hazırlamak. Spora başlamadan önce de ilk yapılacak iş spor salonuna yazılmak değil, doktora danışmak. Çünkü hamilelik egzersizlerinde yapılmaması gereken durumlar var.

NE ZAMAN EGZERSİZ YAPMAK KESİNLİKLE ZARARLI? • Hamilelik sırasında meydana gelen vajinal kanamalar. • Erken doğum tehdidi geçiren ve takipte olan hamileler. • Erken su boşalması. • Tekrarlayan düşükler. • Gebeliğe bağlı hipertansiyon. • Bebekte gelişme geriliği saptanması. • Rahim kanalında yetersizlik saptanan hamilelikler. • Kalp hastalığı olan hamilelikler. • Hamilelik öncesi veya hamilelikte adale ve eklem rahatsızlıklarının çıkması. • Çoğul hamilelikler (ikiz veya üçüzler).

26. HAFTADAN SONRA EGZERSİZE BAŞLAMAYIN Egzersizlerden önce ve sonrası bol sıvı alın. Egzersizlerde özellikle terleme ile çok miktarda sıvı kaybı olur ve vücut derecesi yükselir. Yüksek ısılar bebeğe zararlı olabilir. Bu nedenle sıvı alımı çok önemlidir. Terleme ile birlikte sıvı ve bazı minerallerin kaybı da olur. Bu nedenle su ile beraber soda türevleri alarak eksik olan mineral ve elektrolitleri yerine koymalısınız. Düzenli egzersiz yapmış anne adayları ara sıra değil, düzenli olarak haftada 3 kez egzersiz yapmaya devam etmelidir. Egzersizlere genelde 3 ay tamamlandıktan sonra başlanmasını öneriyorum. 26. haftadan sonra egzersiz programına başlanmamalıdır. Özellikle son aylarda, denge gerektiren kayak veya basketbol gibi egzersizler sınırlı tutulmalıdır. Uzun yürüyüşler de ancak düz zeminde yapılmalıdır. Egzersizlerde rahat giysiler giyilmeli ve denge kaybına sebep olacak destekli spor ayakkabılardan kaçınılmalıdır.

İlk 3 aydan sonra sırt üstü yatarak yapılacak hareketlerden kaçının. Büyüyen rahim, sırtüstü pozisyonda ana toplardamarlara baskı yaparak bebeğe oksijen ve kan dolaşımını azaltır. Vajinal kanama, su gelmesi, rahim kasılmaları, solunum zorluğu, halsizlik veya bulantı durumlarında egzersize hemen ara verin. Eklemlerin aşırı zorlanmasından ve burkulmaya sebep olacak egzersizlerden kaçının. Hamilelikte burkulmalar ve eklem rahatsızlıklarına eğilim artar. Egzersiz yapan anne adaylarının ekstra 300 kilo kalori civarında gıdayı mutlaka alması gerekir. Ayrıca, havalandırılması iyi olan yerleri egzersiz için tercih edin. Kapalı alanlardaki egzersizler zararlıdır. Unutmayın, hamilelikte egzersizin amacı kilo vermek olmamalıdır. Her zaman söylediğim gibi, hamilelik zorunluluklara değil doğallığa yer verir. Tüm annelere ve anne adaylarına sağlıklı günler.



26

www.labmedya.com

STREPTOMYCES NEDIR VE NE IŞE YARAR? YAĞM U RD A N S O N R A K I T O P R A K KOKUSUNUN ANA SEBEBI STREPTOMYCE S TÜR Ü B AKTE R IL E R IN ÜREM E AM A C I Y L A B I R A K T I Ğ I S PORLARDIR. YAĞMURLA BIRLIKTE BU SP O R L AR HAVAYA F IR LAR V E B U RNU NU Z A U L A Ş I R . YA N I T O PRAK KOKUSU OLARAK BILINEN ŞEY SEVIŞE N B AKTE R IL E R DIR .

Trio teknik güvencesi ile Türkiye'de... TOC ve TN cihazlarının tek satıș yetkilisi

Streptomyces oldukça fazla sayıda ve çeşitte türden oluşan geniş bir cinstir. Bergey'in Mikrobiyoloji Kılavuzu'nda beş yüzün üzerinde Streptomyces türü tanımlanmaktadır. İpliksi yapıdaki bu organizmalarda büyüme, ipliklerin uç noktalarında gerçekleşir ve buna genellikle dallanma eşlik eder. Sonuçta oluşan koloninin aldığı şekle mycelium denir. Koloni yaşlandıkça bu canlılara özgü olan, kolonin üzerine doğru oluşan çıkıntılar görülür ve bunlara sporofor adı verilir. Bu yapılar spor oluştururlar. Streptomyces sporlarına konidya (conidia) adı verilir ve bu sporlar Bacillus'ta ya da Clostridium'da görülen sporlardan farklıdır. Konidya ve sporoforlar genellikle pigment içerir ve bu pigmentler olgun kolonilere karakteristik bir renk verir. Olgun kolonilerin aynı zamanda pudramsı bir görünümü de vardır ve bu da Streptomyces'in tanımlanmasını oldukça kolaylaştırır. Az sayıda suda yaşayan tür içermesine rağmen Streptomyces türleri esas olarak toprakta yaşar. Hatta "toprak kokusu" dediğimiz kokunun sebebi bu canlıların geosmin adı verilen metabolik ürünleridir.

Formacs HT Serisi

Formacs HTi Serisi

Primac SNC100 Serisi

Primacs SLC

• Manual yada otomatik örnekleyici ile çalıșabilme • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Otomatik numune hazırlama, seyreltme ve standart hazırlama • Farklı numune kaplarına uygun tasarım • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre otomatik örnekleyici • Direk enjeksiyon • Partikül içeren numuneler için özel tasarım • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre 100 numunelik otomatik örnekleyici • 3 grama kadar numune çalıșabilme • Dumas yöntemi ile Toplam N/Protein analizi • DIN 19539 a göre TOC, TIC ve TEC analizleri • Tekrar kullanıma uygun seramik numune kapları

• Yüksek sıcaklık yakma yöntemi ile TC, TIC, TOC analizleri • Özel çift fırın tasarımı • 3 grama kadar numune çalıșabilme

Skalar TOC/TN Analiz Cihazları ile Katı ve Sıvı numunelerinizde, yüksek sıcaklıkta katalitik yakma yöntemiyle toplam karbon (TC), toplam inorganik karbon (TIC), toplam organik karbon (TOC), çözünmüș organik karbon (DOC), uçucu organik karbon (POC), uçucu olmayan organik karbon (NPOC) ve toplam azot (TN) değerlerini tespit edebilirsiniz.

Uygulama alanları • İçme suyu, deniz suyu, nehir suyu ve diğer yüzey suları analizleri • Atık su analizleri • Arıtma çamuru analizleri • Toprak analizleri • Gübre analizleri

TRİO TEKNİK CİHAZLAR Kartaltepe Mah. Sedat Simavi Sok. No:32 D-2 Bakırköy/İSTANBUL T: 0 (212) 466 35 38 - F: 0 (212) 466 35 39 info@trioteknik.com

www.trioteknik.com

Streptomyces cinsine ait türler zorunlu aeroblardır ve çok çeşitli maddelerle beslenebilirler. Ama bu grubun en önemli dikkat çekici özelliği antibiyotik üretme özelliğidir. Beş yüzün üzerinde antibiyotik maddenin Streptomyces tarafından üretildiği saptanmıştır ve bu durum ekonomi ve sağlık açısından bu canlıları oldukça önemli kılmaktadır. Bazı organizmaların birden fazla tipte antibiyotik ürettiği, kimi ayrı organizmaların ise birbirleriyle aynı antibiyotiği üretebildiği saptanmıştır. Ayrıca herhangi bir antibiyotik üreten organizma kendi ürettiği antibiyotiğe karşı dirençli olsa da diğer Streptomyces türlerinin ürettiği antibiyotiklerden etkilenmektedir. 50'den fazla Streptomyces antibiyotiği günümüzde tıp, veterinerlik, tarım ve endüstri alanlarında kullanılmaktadır.


Farklı çözümlere, Güçlü üreticiler... Part of Avantor

Güçlü kaynak, güvenilir ve tecrübeli ellerde….

Kalıp fırınları Ön ısıtma fırınları Külleme fırınları Boru fırınları Hazneli fırınlar Eritme fırınları Yüksek ısı fırınları İmbikli fırınlar Vakum fırınları Lehimleme fırını Kurutma dolapları

Etüvler Vakumlu etüvler İnkübatörler ve soğutmalı inkübatörler Malzeme test kabinleri İklimlendirme kabinleri İklimlendirme simülasyon kabinleri Aydınlatmalı iklimlendirme kabinleri Ultra derin dondurucular CO2 inkübatörler Türkiye tek yetkili temsilcilik...

bilime giden yol...

Araştırma ve endüstri için özel kimyasalların lider global üreticisi. Özel uygulama ihtiyaçlarına çözüm sunan 27000 den fazla araştırma kimyasalları

LABSİS LABORATUVAR ÜRÜNLERİ A.Ş. Tatlısu Mah. Erkaya Sok. Yüksel Office No:1 Kat:2 34774 Ümraniye / İstanbul Tel:+90 216 540 17 72 Fax:+90 216 540 21 51

www.labsis.com.tr

BİOTEKNOLOJİ, YAŞAM BİLİMLERİ VE

ENDÜSTRİLERİ FUARLARI

STAND NO:303


28

www.labmedya.com

ALDATIYORUM VE ALDANIYORUM DIYORSANIZ Merve Savaşkan

S TOKHOL M 'D EK I K A R O L I N S K A E N S T ITÜSÜ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN ARAŞTIR MADA, E N AZ B E Ş Y ILDIR B I RLI K TE OL AN Ç I F T L E R E T E S T L E R YAPILDI. ARAŞTIRMANIN SONUÇLARINA GÖ R E , IKI TANE AV PR 1A 3 34 I S I M L I GENE S A H I P O L A N E R K E KLERIN EŞLERINE BAĞLILIK KONUSUNDA ZAY IF O LDUKLAR I O R TAYA Ç I K TI . K AD I NL AR D A I S E , İ N G I LT E R E'DE PROF. TIM SPECTOR VE EKIBI; 1600 TE K V E ÇIF T YUMUR TA I KI ZI Ü Z ERI ND E YA P T I K L A R I A R A Ş T I R MAYLA, KADINLARIN SADAKAT VE GENETIK YAPILAR I AR ASINDA DOĞ RU D AN BI R B A Ğ L A N T I O L D U Ğ U NU IDDIA ETTI. Günümüzde çoğu ilişki dışarıdan bakıldığında, kusursuz görünse de gerçekte neler yaşandığını çoğu kez çiftlerin sadece kendisi bilebiliyor. Çoğu ilişkide gelişen teknoloji, değişen yaşam standartları ve yetiştirilme tarzının etkileri ile ihanet, güvensizlik ve kıskançlık döngüsü mevcut. Birbirlerine henüz hiç ihanet etmeseler de yoğun güvenme probleminin ardında yaşamsal olarak çiftler birbirlerini kısıtlamakta, faaliyetlere engeller koyarak, sürekli takipte kalarak kendilerini ve ilişkilerini koruduklarını düşünmektedir. Sürekli bir aldatılma korkusu ve bir gün gerçekleşecek beklentisi çiftlerin peşini bırakmamakta… Üstelik bu güvensizlik için önceden aldatılmış olmaya da gerek yok, deneyimlenmese de bu korku hep mevcut. Çok sevdikleri halde bir o kadar güvenmek kolay olmamakta…

PEKI NEDEN ALDATIR YA DA ALDANIRIZ? Sorusuna ise birçok cevap var. Bu sorun bazen kişinin kendinden kaynaklı bir problemi olabildiği gibi tamamen karşı taraf ile de ilgili olabilir. Ancak aldatma aldatılma döngüsünde tek taraflı olarak kusurlu olan, aldatan ya da aldatılandır demek; bir tarafın hatası görmek şüphesiz bir yüzleşmeden kaçınmadır. Hatalı olan kişiler değildir; yanlış olan bir taraf değildir, sorunlu alan sadece ilişkinin ta kendisidir. Patneriniz sizi aldatsa ya da aldatılan siz olsanız da çevreniz tarafından çok sevilen, saygın, başarılı, iyi biri olabilirsiniz burada ki sorunlu yer kişileri yargılamaya çalışmak ve kişiye kötü sıfatını etiketlemek olmamalıdır. Çünkü kötü olan kişi, değil ilişkidir. Aldatmanın bir çok nedeni olabiliyor; geçimsizlik, farklı bir arayış, örnek alınan yanlış aile

ilişkileri, tatmin edilmeyen duygular, uzaklık, alışılmış ya da öğrenilmiş ilişki tarzı, alkol, başka problemlerin yansıtılması gibi çoğu şey sayılabilir ancak bunlar tamamen karakter özelliği olmayabilir, kötü giden bir ilişkinin sonucu olarak aldatma durumu yaşanabilir. Her ne kadar psikolojik etmenleri içerisinde barındırsa da, aldatmanın genetik üzerinde ki çalışmaları da mevcut. Son zamanlarda bilim adamlarının yaptığı araştırmalar ile aldatmanın geni bulundu. Stokholm'deki Karolinska Enstitüsü tarafından yürütülen araştırmada, en az beş yıldır birlikte olan çiftlere testler yapıldı. Araştırmanın sonuçlarına göre, AVPR1A 334 isimli genden iki tane sahip olan erkeklerin eşlerine bağlılık konusunda zayıf oldukları ortaya çıktı. Kadınlar da ise, İngiltere'de Prof. Tim Spector ve ekibi; 1600 tek ve çift yumurta

ikizi üzerinde yaptıkları araştırmayla, kadınların sadakat ve genetik yapıları arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu iddia etti. Fakat tamamen genetiktir demeyeceğimiz bu oranlar psikolojik ve çevresel faktörlerin etkilerini bir kez daha bizlere gösteriyor. İlişkilerinde aldatılma sorunları, güven problemleri yaşayan çiftlerin görünürde ki problemleri bu olsa da altında yatan buna iten sebepleri mutlaka araştırılmalıdır. Çiftler çözemedikleri bu noktalarda psikolojik destek ve çift terapisi mutlaka almalıdırlar. Bu terapiler ilişkiyi bitirmek ya da devam ettirme kararını terapistin vermesi demek değildir. İlişkinin sağlıklı yaşanması, devam etmesi ya da sonlanması için en uygun seçeneği kişilere buldurma üzerine kararları kendilerinin alacağı bir sistemdir.

İLAÇ DEVI PFIZER ARAŞTIRMALARINA SON VERDI Amerikan ilaç devi Pfizer, Alzheimer ve Parkinson hastalıkları için yaptığı araştırmaları noktalama kararı aldı. Gerekçe ise milyarlarca dolar harcanmasına karşın istenilen sonucun alınamaması BBC Türkçe'nin haberine göre firma, kaynaklarını sonuç alınması daha muhtemel alanlara aktaracak. Son 6 yıl içinde son aşamasına gelinen ilaçlar olmuş ancak bu ilaçların da

işe yaramadıkları görülmüştü. Bunlar arasında Roche, Eli Lily ve Pfizer tarafından deneyleri yapılan ilaçlar bulunuyordu.

BİR İLACA YAKLAŞIK 2 MİLYAR DOLAR HARCANDI Uzmanlar bu aşamaya gelen bir ilaç için yaklaşık 2 milyar dolarlık bir harcama yapıldığını söylüyor. Pfizer'ın bu alandaki araştırmaları

sonlandırma kararı ise tıp çevrelerinde hayal kırıklığı yarattı. The Times gazetesine konuşan İngiltere Alzheimer Araştırmaları Kurumu'ndan Matthew Norton, "İlaç firmalarının uzun vadeli düşünerek demans araştırmalarına devam edeceklerini umuyorum" dedi.


29

www.labmedya.com

AŞIRI DÜŞÜK DALGA BOYLARI AŞI RI D Ü ŞÜ K D A L G A B O Y L A R I YA N I ELF FREKANSI (EXT REM E L OW F R E Q U E N C Y ) 3 H Z I L E 30 HZ ARA SI ND AK I RADY O D A L G A L A R I N A VERILEN IS I M D I R.

Yani aşırı düşük frekans dalgaları, bu dalgalar ilk olarak okyanus sularının iletkenliği yüzünden birçok elektromanyetik dalganın erişemediği derinlikteki denizaltılarla iletişimde kullanılmak amacı ile SSCB döneminde kullanılmıştı. Okyanus canlılarına zarar

veren bu frekansa uzun süre maruz kalan insanların gösterdiği psikolojik değişimler nedeniyle komplo teorisyenlerinin, insan beynine hükmetmek isteyen ya da bu frekans sayesinde insanın tedavi edileceğine inanan insanların gözdesi konumuna yükseldi. Aynı zamanda okyanuslara verdiği zararlar yüzünden de çevrecilerin kullanımına şiddetle karşı çıktıkları bu frekans hakkında ortaya atılan komplo teorilerini duydunuz mu? Cevabınız hayırsa kısa açıklamalar hemen aşağıda;

KOMPLO TEORILERINI 2’YE AYIRMAK GEREKIR

20

Te cr übe ve Teknolojinin Buluşma Noktası...

MFH Serisi

MCİ Serisi

Laboratuvar Tipi Çeker Ocaklar

Çalkalamalı İnkübatörler (Soğutmalı ve Soğutmasız)

MLD Serisi

MVE Serisi

Laboratuvar Değirmenleri

Vakumlu fırınlar

MSİ Serisi

Soğutmalı İnkübatörler

ELF FREKANSLARI ILE INSAN ZIHNI VE ATMOSFERE HÜKMETMEK MÜMKÜN MÜ?

MDK Serisi

İkinci iddia daha korkutucu çünkü insan beyni değil atmosfer kontrol etme iddiası, iddia korkutucu olsa da bu olasılığı referans olarak kullanan komplo teorileri bilindik. Aşırı düşük dalga boyları büyük ölçüde atmosferde odaklandığında atmosferik ısı değişimlerine, havada iyonizasyona ve anomalilere yol açtığı keşfedilince gökyüzünde iyonlardan oluşan dev bir hava aynası yaratılabilmesi sağlanarak daha güçlü elf dalgalarının dünyanın istenilen yerine nişan alınabilmesi sayesinde uzun menzilli bir silaha dönüştürülmesi teorisi yani sıklıkla duyduğumuz adıyla HAARP teknolojisi. Bu teknolojinin kullanıldığı düşünenlerin sayısı azımsanmayacak derecede. Şu an için teori düzeyinde olsa da eğer Bu ayna yaratılabilirse atmosfer kaynaklı tüm doğa olaylarını yaratabilecek noktaya ulaşmış olacağız. Zihin kontrolü de atmosfere hükmetmek de henüz zamanı gelmemiş olsa da imkansız değil.

Desikatör Kabinleri

ÜRETİMİNİ YAPTIĞIMIZ DİĞER ÜRÜNLER Mikrobiyolojik emniyet kabinleri Etüvler kurutma fırınları Su banyoları Test kabinleri Kan saklama dolapları

Özanadolu Sanayi Sitesi 1458. Sokak No:30 İvedik OSB OSTİM - ANKARA

Kit saklama dolapları Vakumlu etüvler Hot pleytler Yağ tayin cihazları Seliloz tayin cihazları

Birinci iddia Elf frekansları(3hz ile 30 hz) ve İnsan beyninin yaydığı dalga boyları (1 hz ile 50 hz arasındadır) benzediğinden insan beyninde yaratılmak istenen herhangi bir durum mesela panik, elf frekansı aracığı ile taklit edilebilir. Panik durumun dalga boyu (10.80 hz) taklit edilir ve insan iletilirse kişi panikler. Yani insan beyninin kontrolü teorik sağlanabilir. Başka bir örnek daha, 6,6 hz dalga boyu umutsuzluk ve depresyona yol açar. Bu dalga boyu taklit edilip insan beynine gönderilirse insan beyninin bir başkası kontrol edebilir. Yani beyninize yerleştirilecek küçük bir chip ya da saçınızdaki bir toka ile beyninizin kontrolü sizden çıkabilir. Bu şu an içim teoride mümkün.

Otoklavlar Kimyasal saklama dolapları Desikatör kabinleri Soğutmalı inkübatörler ve test kabinleri

+90 (312) 324 4983 - 84

www.miprolab.com.tr www.proteklabtr.com

+90 (312) 324 5974

satis@proteklabtr.com

Kaynak: Elifsel.com


30

www.labmedya.com

Prof Dr AZİZ EKŞİ Lefke Avrupa Üniversitesi Gastronomi Bölümü

GIDALARIN DUYUSALLIĞI TATLA RA YAK I NL I Ğ I M I Z I N AY N I O L M ADIĞI DA BİR GERÇEKTİR. TATLI İLE DOĞUŞTAN TANIŞIK G İB İYİZ. T U ZLU Y U VE EK Ş İ Y İ S O N R A D A N D E NEYİMLİYORUZ. ACIYA TEPKİMİZ ESKİDEN B E R İ O LUMSUZ. Ö YL E Kİ; AVCI L I K / TOPL AY I C I L I K D Ö N E M İ N D E ZEHİRLİ DİYE ACI GIDALARDAN KAÇINMIŞIZ.

Gıda tercihinde öncelikli faktörün sağlık olduğunu söyleriz ama buna uyduğumuz tartışmalıdır. Çünkü tüketici anketleri, gıda tercihinde öncelikli faktörün lezzet olduğunu gösteriyor. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Çünkü gıda ile ilk ilişkimizi, renk ve koku gibi duyusal özellikleri üzerinden kuruyoruz.Eğer bu açıdan beğenimizi kazanmazsa, zaten satın almıyoruz veya tüketmiyoruz. Duyusal özelliklerin (renk, biçim,doku, kıvam, tat, koku) tümü önemlidir ve bir biri ile de ilişkilidir. Fakat gıda deyince akla ilk gelen duyusal özellikler tat ve kokudur. Bu ikili genellikle birlikte algılanıyor ve ortaklaşa etkileri lezzet (flavor) olarak tanımlanıyor. Tat, çözünen bileşiklerin dili uyarması ile farkedilen özelliğidir. Koku ise uçucu bileşiklerin burun boşluğundan geçerken veya çiğneme sırasında gıdadan serbest kalıyorsa genizde farkedilen özelliğidir. Genizdeki algılama aroma olarak tanımlansa da koku ve aroma genellikle aynı algılamayı tanımlamaktadır. Normal sıcaklıkta koku bileşikleri uçucu iken tat bileşikleri uçucu değildir. Dil üzerinde onbin dolayında tat reseptörü vardır. Bunlara tat tomurcuğu veya papilla da denilmektedir. Dil yüzeyindeki sıvıda çözünen tat bileşikleri papiillayı uyarmakta ve bu uyarı sinir ağı ile beyine iletilmektedir. Papillalar sürekli uyarıldığı ve yıprandığı için iki haftalık aralıklarla yenilenmektedir Burunun arka bölgesinde ise yaklaşık onmilyon dolayında koku reseptörü vardır. Koku bileşikleri reseptörde değişmeye yol açmakta ve değişim sinir ağı beyine iletilmektedir. Koku algılama sistemi; kokunun niteliğine (hangi koku) karşı çok duyarlıdır fakat koku yoğunluğunu (ne kadar yoğun) tanımlamakta yetersizdir. Tatlı, ekşi, tuzlu ve acı olmak üzere başlıca 4 farklı tat tonu vardır. Bunların

dil üzerinde daha iyi algılandığı bölgeler farklıdır. Tatlı dilin ucunda, ekşi iki yanında, acı ortasında/arkasında, tuzlu ucunda ve iki yanında algılanmaktadır. Tatlı ve tuzlu genellikle kolay ayırt edilirken ekşi ve acının ayırt edilmesi daha zordur. Algılama önceliği; acı> ekşi> tuzlu> tatlı sırasını izliyor. Ayrıca, umami diye tanımlanan beşinci bir tat tonundan söz ediliyor. Ancak bunun asal bir tat tonu olup olmadığı tartışmalıdır. Tatlı bileşiklerin tipik örneği şekerlerdir. Ancak şekerlerin bağıl tatlılığı birbinden farklıdır. Fruktoz diğer şekerlerden daha tatlıdır. Sakkarozun tatlığı 100 olarak alınırsa, fruktozunki 115, glukozunki 69,laktozunki 39’dur. Yoğun tatlandırıcılardan aspartam sakkarozdan 100 kez, steviol 300 kez, sakkarin 500 kez daha tatlıdır. Tuzlu bileşikler asid ve bazların birleşmesi ile oluşmaktadır. En bilineni, mutfak tuzu da denilen sodyum klorür (NaCl) dür. Tuzlu tat, hem katyona (Na) hem de anyona (Cl) bağlıdır. Ancak tadı acı (magnezyum sülfat) ve tatlı (berilyum asetat) olan tuzlar da vardır. Ekşi bileşiklerin tipik özelliği ortama H iyonu vermesidir. Dolayısı ise bunlar gıdalarda doğal olarak bulunan (sitrik, malik) veya fermentasyonla oluşan (laktik, asetik) asidlerdir. Asidlerin bağlı ekşiliği de birbirinden farklıdır. Sitrik asidin ekşiliği 100 olarak alınırsa laktik asidinki 130,malik asidinki 90’dır. Gıdanın ekşiliği pH değeri ile zıt ilişkilidir. Yani pH değeri ne kadar düşükse gıda o kadar ekşidir. Limonun pH değeri 2.2 iken, domatesinki 4.5, ekmeğinki 5.5, sütünki 6.5, balığınki 7.0 dolayındadır. Acı bileşiklerin tipik örneği tonikteki kinindir. Zeytindeki oleuropein, hardaldaki sinigrin, çaydaki teobromin ve kahvedeki kafein de acıdır. Buna karşılık kırmızı biberin kapsaisin kaynaklı etkisi gerçekte

acı değil yakıcı/ısıtıcı olmalıdır. Bu yanılsama, karabiberdeki piperin ve zencefildeki zingeron için de geçerlidir. Nanedeki mentol ise bunların tam zıttı bir etki (serinletici) göstermektedir. Tatlara yakınlığımızın aynı olmadığı da bir gerçektir. Tatlı ile doğuştan tanışık gibiyiz. Tuzluyu ve ekşiyi sonradan deneyimliyoruz. Acıya tepkimiz eskiden beri olumsuz. Öyle ki; avcılık/toplayıcılık döneminde zehirli diye acı gıdalardan kaçınmışız. Yenidoğanın farklı tatlara tepkisi de bunu doğruluyor gibi(1)…

TAT TONLARININ (TATLI, EKŞI, ACI, TUZLU) YÜZE YANSIMASI (1) Vücuttaki tuz düzeyi azaldığında (terleme, tuzsuz diyet vb) tat algılaması zayıflıyor. Ancak vücutta tuz dengesi sağlandığında algılama normale dönüyor. Bazı kişiler bazı tatları algılamayabiliyor. Buna tat körlüğü deniliyor. Bazı reseptörler bazı tatları yanlış algılayabiliyor. Ekşinin acı olarak algılanması gibi. Buna da tat yanılsaması adı veriliyor. Gıdalardaki uçucu bileşik miktarı düşüktür. Genellikle 1 kg’da 10-15 mg arasında değişiyor. Fakat koku bileşiği sayısı oldukça fazladır. 2013 yılına kadar gıdalarda saptanan koku bileşiği sayısı 8 000’dir ve tahmin edilen bunun 10 000 dolayında olduğudur(2). Bazı koku bileşikleri gıdada doğal olarak bulunurken (birincil), bazıları

sonradan, proses ve depolama sırasında oluşmaktadır (ikincil). Özellikle pişirme, kavurma, fermentasyon, olgunlaştırma prosesleri gıdadaki aroma maddesi sayısını artırmaktadır. Ekmek, peynir, tarhana, çay, şarap, bira bu gıdaların tipik örnekleridir. Öte yandan, her bileşiğinin bulunduğu gıdanın aromasına katkısı aynı değildir. Bazıları gıdanın karakteristik aromasının oluşumunda daha etkilidir. Bunlara anahtar koku veya karakteristik aroma deniliyor. Örneğin; bezaldehit bademin, oktenal mantarın ve sitral limonun tipik aroma bileşenidir. Fakat bu her gıda için geçerli değildir. Bazı gıdaların aroması çok sayıda bileşiğin birlikte katkısı ile oluşuyor. Kahve, bira, çay gibi. Bu katkıyı belirleyen, o bileşiğin gıdadaki miktarı değil, gıdadaki miktarının (Cx) eşik değerine (Ax) oranıdır. Bu oran aroma değeri (AV=Cx/Ax) olarak tanımlanmaktadır(3). Bileşiğin eşik değeri (farkedilme konsantrasyonu) ne kadar düşükse aroma değeri o kadar yüksek ve aroma değeri ne kadar yüksekse gıdanın aromasına katkısı o kadar fazladır. Aroma bileşiklerinin bir de lezzet ötesi (!) etkileri vardır. Örneğin; muzun tipik aroma bileşeni (izo-pentilasetat) bizi kendisine bağlarken, soğanınki (tiyopropanal-S-oksit) gözümüzü yaşartmakta, sarımsağınki (dipropenil-disülfit) diğer insanları bizden uzaklaştırmakta, kekiğinki (timol) ise bizi sanki kırlarda dolaştırmaktadır. (1) ROSENSTEIN,D.and OSTER.H. 1988. Child Development, 59,6,1555-1568. (2) NIJSSEN,L.M.et al. 2013. VCF Volatile compounds in food, database version 14.1TNO Triskelion. ZeistUtrecht (3) BELITZ.H.D.et al. 2004. Food chemistry. Springer Verlag. Berlin.



VACUU-VIEW EXTENDED

MZ 2C NT

Vakum Görüntüleyici

Vakum Pompası

RZ 6 ROTARY VAKUM POMPASI

PC 3001 VARIOPRO Vakum Ünitesi (Türkçe Menülü)

MZ 1C NT

Vakum Pompası • Yüksek Alman Kalitesi • Mükemmel Kimyasal Dayanımı • 1-2-3-4 Kademeli pompa seçenekleri • Dijital modellerde Türkçe dil desteği • 70 mbar ~ 0.02 mbar model seçenekleri

ISITICI KARIŞTIRICI GRUBU LABORATUVAR CİHAZLARI

ISITICILI MANYETİK KARIŞTIRICI Maksimum sıcaklık 380 °C Maksimum Çevirme Hızı 1500 rpm Seramik Kaplı Alüminyum Tabla Elektronik Enerji Regülatörü 120 / 150 / 180 / 300 mm Tabla Ölçüleri

SOXHLET ISITICI

ÇOKLU ISITICILI MANYETİK KARIŞTIRICI Maksimum sıcaklık 380 °C Maksimum Çevirme Hızı 1500 rpm 3 veya 6 Adet Tabla ile Isıtma / Karıştırma Seramik Kaplı Alüminyum Tabla 120x120 / 150x150 mm Tabla Ölçüleri

Maksimum Sıcaklık 450 °C Analog Hız Kontrolü Karıştırma Hızı 100 ~ 1200 rpm Dijital PID Sıcaklık Kontrolü Dış Aksam AISI304 İç Aksam Cam Elyaf Asbest İçermez

JAR TEST 2000 mL Karıştırma Kapasitesi Karıştırma Hızı 20-300 rpm Dijital Hız Kontrol Seçeneği Aydınlatmalı ve Zaman Ayarlı Yüksekliği Ayarlanabilen Karıştırma Uçlar 4’lü ve 6’lı Seçeneği

DAHA FAZLASI İÇİN....

w w w. c a l i s k a n l a b . c o m

MEKANİK KARIŞTIRICI

10 / 100 Litre Karıştırma Kapasitesi 10.000 / 20.000 mPas Viskozite Analog veya Dijital Kontrol Seçeneği Döküm Ayak, Spor, Nivo ve Karıştırma Ucu ile Komple Set


KIRIK BUZ MAKİNASI - Kırık buz makinası - Üretim Kapasitesi IQ50C : 58 kg / 24 saat IQ85C : 85 kg / 24 saat - 20 kg depolama kapasitesi

STOKTAN TESLİM YENİ ÜRÜN

ÜRÜN KATALOĞUMUZU ÜCRETSİZ TALEP EDEBİLİRSİNİZ.

Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi 2492. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA Tel : 0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45 - 0 (539) 505 40 40 Faks: 0 (312) 278 37 23 - e-mail : info@caliskancam.com w w w. c a l i s k a n l a b . c o m - w w w. l a b o r a t u v a r c i h a z l a r i . c o m


34

www.labmedya.com

BILIM INSANLARI YAŞLANMAYI YAVAŞLATAN YÖNTEMİ BULDU Japonya, ABD ve Kanada’dan bir grup bilimcinin, yaşam süresini uzatan ve yaşlılıkla birlikte gelen hastalıkların gelişmesini önleyen ender bir gen mutasyonu keşfettikleri belirtildi. Sonuçları 'Science Advances' dergisinde yayımlanan çalışma kapsamında, ABD'nin Illinois eyaletindeki Northwestern Üniversitesi'nden bir grup genetikçi, Indiana'da yaşayan, 18. ve 19. yüzyılda Almanya, Fransa ve İsviçre'den Amerika'ya giden göçmenlerin oluşturduğu tutucu bir dini topluluk olan Amişlere ait 177 adet DNA örneğini

araştırdı. Örneklerden 43'ünde SERPINE1 geninin hem normal hem de mutasyona uğramış türünün bulunduğunu tespit etti. SERPINE1 geni, kanın pıhtılaşmasından sorumlu olan ve damarlarda biriken tehlikeli pıhtıları yok eden PAI-1 proteininin üzerinde etkili. PAI-1 ise diğer işlevlerinin yanı sıra hücrelerin yaşlanma sürecini de etkilediği düşünülüyor. Bilimciler, Amişlerin 4'te birinde bulunan mutasyona uğramış SERPINE1 geninin PAİ-1 proteininin oranını düşürdüğünü ve bu sayede kişilerin diyabet hastalığına

daha az yakalandıklarını ve metabolizma sürecinde sıkıntı çekmediklerini, mutasyona uğramış gene sahip kişilerin aynı ortamda yaşayan diğer kişilere göre 10 yıl daha uzun yaşadıklarını ortaya koydu. Sputnik'te yer alan habere göre, araştırmacılar söz konusu gen mutasyonu keşfinin, kandaki PAI-1 proteininin oranını düşüren ilaçların üretimine faydalı olabileceğini ve bu gelişmenin yaşlılık hastalıklarıyla mücadelede atılan önemli bir adım olacağını düşünüyor.

YARALAR DAHA ÇABUK IYILEŞECEK Son dönemde büyük ilerleme kaydeden genetik bilimi, yaraların iyileşme sürecinde vücudun günlük ritminin etkisi olduğunu ortaya koydu. İngiliz araştırmacılar, gündüz gerçekleşen yaralanmaların, gece olanlara kıyasla iki kat daha çabuk iyileştiğini keşfetti. Bilim insanları gelecekte yaraların çok daha çabuk iyileşmesini sağlamak için bir ipucu bulduklarını düşünüyor. "Gelecekte yaraların çok daha çabuk iyileşmesini sağlayabileceğiz." Bu açıklama İngiltere'deki Cambrıdge Üniversitesinde görev yapan moleküler biyoloji uzmanlarına ait. Bilim insanları, Manchester'deki yanık ünitesinde tedavi gören hastaları inceledi. Gündüz saatlerinde yaralanan insanların, gece yaralananlardan, yüzde 60 oranında daha hızlı iyileştiği görüldü. Araştırmacılar, fibroblast adı verilen hücrelerin, gündüz saatlerinde daha etkin olduğunu tespit etti. Bu hücreler yaralanmadan hemen sonra yara bölgesine giderek iyileşme sürecini başlatıyor. Araştırma, iyileşme sürecini hızlandıran yaklaşık 30 genin gündüz saatlerinde daha aktif olduğunu ortaya koydu.

TEDAVİYE KARŞI ÇIKANLAR DA VAR Uzmanlar, gen tedavisi ile yaraların çok daha hızlı iyileşmesini sağlayabileceklerini söylüyor. Tedaviye karşı çıkan bilim insanları ise genetik müdahalenin, başta kanser olmak üzere çeşitli hastalık risklerini beraberinde getireceği belirtiliyor.


35

www.labmedya.com

DAHA KALICI KOKULAR IÇIN… G Ü ZEL K OK U HE R K E S I N ZAAFI DI R. GÜ Z EL G Ö R Ü N M E K N E KAD AR ÖNEML I Y S E G Ü ZEL K OK M AK D A O K A D A R Ö NEM L I D I R.

PARFÜM SEÇERKEN * Parfüm denemek için en uygun zaman akşam üzeri; çünkü bu saatlerde koku alma duyusu güçlü çalışıyor. Ayrıca kış mevsiminde de - tabii burnumuz tıkalı değilse- yaz mevsimine göre daha güçlü koku alıyoruz. * Parfümü sıktıktan sonra en az bir saat teninizde olgunlaşması için beklemeniz gerek. Bu zaman sırasında parfümdeki alkol uçacak ve parfüm teninizdeki kimyasal maddelerle etkileşime girerek gerçek kokusunu verecektir. * Dergilerde parfüm ilanlarının kenarlarında kart üzerine denemeniz için sürülen koku örnekleri o parfüm hakkında iyi bir fikir verebilir. Ancak yine de sizin teninizde tam olarak nasıl durduğunu öğrenmek için bir parfümeride parfümü sıkarak denemeniz şart. *Parfüm denemeye gitmeden önce yediklerinize biraz dikkat etmeniz gerekiyor. Niye mi? Çünkü baharatlı, acı ve yağlı yiyecekler teninizin kimyasını biraz değiştiriyor, bu da parfümün kokusuna yansıyarak sizi yanıltabilir.

*Dökme değil spreyli şişeleri tercih edin. Bunun en önemli nedeni, ellerinizle temas eden parfümün bakterilere açık hale gelmesi ve daha kısa zamanda bozulması. * Parfümünüzü kutusunda saklamanız onun ışığa maruz kalmasını önleyecektir. Işık parfümün hem kokusunu hem de rengini bozan bir etken. Bu nedenle parfümü kutusunda ya da kutusu yoksa karanlık bir yerde saklamak en iyisi. * Sıcak ve nemli ortamlarıyla banyolar parfümleri saklamak için pek de uygun mekanlar değiller. Buradaki sıcaklık ve nem parfümlerin kısa zamanda bozulmalarına neden olabilir. Yatak odaları parfüm saklamak için çok daha uygun.

NERESI DOĞRU, NERESI YANLIŞ? Bilek içi ve kulak arkası: Bilek içleri ve kulak arkası parfüm uygulamasındaki klasik bölgeler. Bunun nedeni bu bölgelerin vücudun her yerine kıyasla daha sıcak olması ve parfümün yayılmasını kolaylaştırması. Oysa bu aynı zamanda parfümün uçup gitmesine de neden oluyor. Yani aslında bu bölgeler parfüm sıkmak için pek de ideal değil. Yüz: Parfümde bulunan alkol özellikle hassa ciltlere zarar verebileceği için yüze parfüm sıkmak hiç doğru değil. Sadece bazı alkolsüz parfümler yüze sürülebilir. Erkeklerse tıraştan sonra after-shave uygulamasını yüzlerine değil, göğüslerine sürebilirler. Göğüs, kalça kemiği ve bacak üstleri: Bu bölgeler parfüm sürmek için en ideal bölgeler. Havayla temas etmedikleri için parfümünüz teninize hapsoluyor ve kalıcılığını çok uzun süre koruyarak, koku yaymaya devam ediyor.

BILEKLERI OVUŞTURMAK Parfümü bileklerinizi sıkıp ardından birbirine ovuşturmak gibi bir alışkanlığınız

varsa vazgeçmeye başlayın! Bileklerinizi ovuştururken oluşan sürtünmeyle teniniz ısınır. Bunun sonucunda ortaya çıkan doğal enzimler parfümün kokusunu değiştirir. Parfümün en doğal haliyle kokması için bir kere sıkın ve teninize kendiliğinden işlemesini bekleyin. ‘Doğal parfüm’ konusunda ısrar etmeyin Bütün içeriği doğal bir parfüm cezbedici gelebilir. Ancak Kurkdjian böyle bir parfümün yapılmasının neredeyse imkansız olduğunu bu nedenle sentetik içeriklerle barışık olunması gerektiğini savunuyor. Örneğin parfümlerde en çok kullanılan misk sentetik olarak, laboratuvarda üretiliyor. Şakayık, frezya ve zambak kokuları da doğal olarak aroması yeterli olmayacağı için kimyasal işlemden geçiyor.

SAÇINIZA SIKMAYI IHMAL ETMEYIN Parfümünüzün kuru cildinizin üzerinde uzun süre boyunca dayanmasını beklemeyin. Bunun önüne geçmek için parfümünüzün kendi nemlendiricisini ya da kokusuz bir nemlendirici tercih edebilirsiniz. Eğer kokunun uzun süre dayanmasını istiyorsanız saçınıza ve fular veya atkınıza da parfüm sıkın. Havayla temas eden koku etrafa daha çok yayılır. Örneğin teninize sıkıyorsanız havayla temas eden noktalar olmasına dikkat edin. Nabız bölgeleri dediğimiz bilek ya da boynunuza sıkarak kalıcı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak bu noktalar giysilerinizle kapanıyorsa kalıcı olması ve etrafa dağılmasının imkanı yoktur.

BÜTÜN GÜN KOKMASINI BEKLEMEYIN Bir parfümü ilk sıktığınızda, önce üst notaları duyarsınız ama parfüm üst, orta ve alt notalardan oluşur. Eğer bir parfümün gün içinde nasıl değiştiğini kontrol etmek isterseniz bir kağıda sıkın ve farklı zamanlarda koklayın.

HEMEN KOKLAMAYA BAŞLAMAYIN Eğer yeni bir parfüm deniyorsanız, koklamadan önce 30 saniye bekleyin. Böylece eğer varsa içindeki alkol içeriği buharlaşır, siz de kokuyu doğru bir şekilde alırsınız.

LABORATUVARDA UZMAN

ABD’de bulunan Duke Üniversitesi Tıp Merkezi'nde yapılan bir araştırma parfüm kullanmanın karşı cinsi çekmek dışında yararları da olduğunu ortaya çıkarmış. Bunlardan en başta geleni güzel kokmanın özgüveni arttıran bir etkisi olduğu. Özgüveni arttıran ve moralin yükselmesini sağlayan doğru seçilmiş bir parfüm iş yerindeki performansı da olumlu bir şekilde etkiliyor. Günlük hayatta da güzel bir şeyler koklamak insanın kendisini çok daha iyi hissetmesini sağlıyor. Yalnız burada kullandığınız parfümün çok kuvvetli olmamasına dikkat etmek gerek. İş yerinde kullanmak için en uygun olan hafif çiçek, meyve ve sabunsu kokular.

Daha dayanıklı parfümler için İyi şaraplar gibi parfümler de havayla temas ettikten sonra bozulabiliyor. Ama iyi baktıktan sonra parfümünüzün bir yıl ve on sekiz ay arası dayanmasını sağlayabilirsiniz. Nasıl mı?

www. omnilab. com.tr

Bunun için dünyada inanılmaz büyük bir pazar oluşmuş durumda. Markalar daha güzel daha kışkırtıcı daha etkileyici ve uzun süre kalıcı parfümler için var gücüyle uğraşıyor. Bilim insanları en güzel kokunun peşinde. Biz bu sayımızda size en güzel kokuyu önermesek de parfümün kullanımına dair bazı tüyoları paylaşacağız…


36

www.labmedya.com

Yük. Kimyager Hasan ÖZ

ASBEST KANSEROJENDIR!

Asbest, lifsel yapıda kristalize silikat mineralidir. Asbest mineralleri ısı ve elektriği geçirmemesi, ısı direnci, uzun liflerinin kolay işlenir olması sebebiyle inşaat, gemi, taşıt, tekstil ve diğer sanayi alanlarında tercih edilmektedir. Halk arasında ak toprak, çorak toprak, gök toprak, çelpek, höllük veya ceren toprağı gibi isimlerle de bilinmektedir. [1]

maddeler listesinde asbest maddesi, "kesin kanserojen" tanımlanması ile 1. grupta sınıflandırılmıştır. Asbestin neden olduğu hastalıklar; asbestoz (liflerin akciğer zarında yara oluşturması), mezotelyoma (akciğer zarı ve karın zarı kanseri) akciğer, gırtlak ve sindirim sistemi kanseri, akciğer zarı kalınlaşmasıdır.

Zaman zaman basında asbestin kanserojen etkisine dair haberler görmekteyiz. Köylerde genellikle bu toprağı duvarları sıvamak için kullanan halk bu maddeye maruz kalmakta, uzun süre maruziyet sonucu sağlık problemleri ortaya çıkmaktadır. İlgili haberlerde tüm köyün neredeyse tamamında kanser vakası olduğu bildirilmektedir.[2], [3], [4] Batı ülkelerinde mesleki hastalık olarak bilinen asbest solunuma bağlı akciğer hastalıkları ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur. Ülkemizde 2005 yılından sonra her türlü asbestin üretilmesi ve kullanılmasını yasaklamıştır.

Ülkemizde asbeste bağlı hastalıkların bulunduğu yerleşim birimlerinin sayısı hayli fazladır: Eskişehir-Mihalıçcık ilçe ve köyleri, Muğla-Milas, Konya-Ereğili'nin Halkapınar ve Ayrancı köyleri, ÇankırıIlgaz ve Şabanözü köyleri, Yozgat Sorgun'un ilçe ve köyleri, Sivas-Yıldızeli ve Şarkışla ve köyleri, Diyarbakır-Ergani ve köyleri, Elazığ-Maden ve Palu köyleri, Malatya, Adıyaman, Urfa-Siverek ilçesi, Denizli-Tavas ilçesi köyleri, Burdur Yeşilova bölgesi, Kütahya Aslanapa ve Gediz ilçesi, Afyon Emirdağ ilçe ve köyleri, Hatay-Kırıkhan ve Reyhanlı köyleri, Toros Dağları köylerinin bazılarında tremolit asbeste bağlı hastalıklar gelişmektedir.

Asbest lifleri, çapraz, uzunlamasına ve küme halinde bulunurlar. Sadece 3 asbest lifi kullanılmaktadır. Bunlar; krizotil (%98), amozit ve krokidolittir. Solunan havadaki asbest liflerinin boyu 3.0-20.0 µm ve kalınlığı 0.01 µm olduğu için çıplak gözle görülememektedir, sadece elektron mikroskobu ile görülebilmektedir. Asbestin başlıca kullanım alanları; tekstil, filtreler, gemi yapımı, uçak yapımı, çimento üretimi, otomobil yapımı izolasyon ürünleri, su boruları yapımı, petrokimya endüstrisi, gaz maskelerinin yapımı, yer karoları ve kaplama levhaları alanlarıdır. Asbest bazı sigara filtrelerinde yanmayan özelliği nedeniyle kullanılmıştır. Ayrıca büzülmeyen asbest boru kaplamada, asbestli fitil ambalajda, asbestli kağıt bantlarında, fren ve debriyaj balatalarında ve asbestli çimento boru imalinde kullanılmaktadır.[5]

[6] [7]

ASBEST VE SAĞLIK Asbestin solunum ya da içme suyu yoluyla vücuda girmesi sonucu başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açtığı bildirilmektedir. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın (IARC), kanserojen

Düşük oranlarda asbest soluduğumuz havada ve doğal kaynaklar da dahil olmak üzere içme suyunda bulunmaktadır.[8] EPA (U.S. Environmental Protection Agency), içme suyunda yoğunluk sınırı olarak uzun lifler için (uzunluğu 5 µm'yi geçen lifler) litre başına 7 milyon lif olarak alınmasını önermiştir. [9]

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLIĞI AÇISINDAN ASBEST Bu konuyla ilgili olarak; Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanmaktadır. İlgili Yönetmelik ‘Madde11 – (1) İşveren, bu Yönetmelik kapsamındaki çalışmalarda çalışanların maruz kaldığı havadaki asbest konsantrasyonunun, sekiz saatlik zaman ağırlıklı ortalama değerinin (ZAOD-TWA) 0,1 lif/cm3’ü geçmemesini sağlar.’ denilmektedir. Yönetmelik çerçevesinde sınır değerin aşılmaması için aşağıdaki önlemlerin alınması gerekmektedir: a) Asbest olduğu belirlenen çalışma alanlarında; 1. Gerekli işaretlemeler yapılır ve uyarı

levhaları konulur. 2. Görevli olanlar dışındaki çalışanların girmesi önlenir. 3. Sigara içilmesi yasak olan alanlar belirlenir. 4. Yeme içme için ayrılan yerler, asbest tozu ile kirlenme riski bulunan yerlerin dışında seçilir. b) Asbestle çalışılan işyerlerinde; 1. Çalışanlara koruyucu giysi, solunum cihazları gibi yapılan işe uygun kişisel koruyucu donanım verilir. 2. Kişisel koruyucu donanımlar işyeri dışına çıkarılmaz. Koruyucu giysiler işyerinde veya temizlik işlerinin yapıldığı yerlerde temizlenir ve işyerinden yalnızca kapalı kaplar içerisinde çıkarılır. 3. Koruyucu giysiler ile çalışanların kendilerine ait giysileri ayrı ayrı yerlerde muhafaza edilir. 4. Çalışanlara uygun el ve yüz yıkama yerleri, tozlu işlerde ise duş imkanı sağlanır. 5. Kullanılan kişisel koruyucu donanımlar, özel olarak belirlenmiş yerlerde saklanır, her kullanımdan sonra kontrol edilip temizlenir, tamir ve bakımı yapılır. Asbestle ilgili işlerde çalışanlar sağlık gözetiminde bulundurulmalıdır. Bu kapsamda aşağıdaki işlemler gerçekleştirilmelidir: a) Bu Yönetmelik kapsamındaki işleri ilk defa yapacak kişinin, önce işyeri hekimi tarafından genel sağlık durumu değerlendirilir ve Ek-I’de belirtildiği şekilde, özellikle solunum sistemi muayeneleri başta olmak üzere genel sistemik fizik muayene ile diğer tetkik ve kontrolleri yapılır. İşyeri hekimi, risk değerlendirmesi ve ölçüm sonuçlarını dikkate alarak çalışanların sağlık durumlarını değerlendirir ve değerlendirme sonucuna göre akciğer radyografilerini uygun sürelerle tekrarlar, bu süre 2 yılı aşamaz. b) Sağlık gözetiminden sorumlu işyeri hekimi; muayene ve tetkiklerin sonucuna göre, çalışanın asbeste maruz kalacağı işlerde çalıştırılmaması da dahil her türlü koruyucu ve önleyici tedbirleri belirleyerek işverene önerilerde bulunur.

c) Çalışanlara maruziyetin sona ermesinden sonra da yapılması gereken sağlık değerlendirmeleri ile ilgili bilgi verilir. Hekim, maruziyetin bitmesinden sonra sağlık gözetiminin devam etmesi gereken süreyi belirleyebilir. ç) Çalışan ve/veya işveren sağlık muayene ve tetkiklerinin yeniden yapılmasını isteme hakkına sahiptir.[10]

ÖNLEMLER • Ülkemizin ayrıntılı asbest haritası çıkarılarak; riskli bölgelerde yerleşim yeri kurulmasına izin verilmemeli, • Halkımız asbestin neden olduğu hastalıklara karşı eğitilmeli, • Asbestli ürünleri kullanan halk bilinçlendirilerek; bu ürünlerin kullanılmaması sağlanmalı, • Ürünlerin denetim ve analizleri yapılarak; asbestli ürün üretiminin ve piyasaya arzının engellenmesi sağlanmalı, • İş sağlığı ve güvenliği açısından ilgili yönetmelik[10] hükümleri uygulanmalıdır. KAYNAKLAR [1] Alleman, James E., & Mossman, Brooke T; Mossman (July 1997). "Asbestos Revisited". Scientific American 277: 5457. Bibcode:1997SciAm.277a..70Ahttp://virlab.virginia. edu/Nanoscience_class/lecture_notes/Lecture_14_ Materials/Asbestos_CNT/Sci%20Am%20-%20 Asbestos%20Revisited%20-%20July%201997.pdf [2] Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/ Yasam/2013/08/15/beyaz-toprak-bir-koyunkaderini-karartti [3] Hürriyet Arşiv, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/ goster/printnews.aspx?DocID=15382759 [4] Milliyet Gazetesi, http://www.milliyet.com.tr/ default.spx?aType=SonDakika&ArticleID=979332 [5] Atabey, E., 2005. Tıbbi Jeoloji, 61-83, Ankara. [6] Barış,Y.İ., Bilir, N. and Artvinli, M., 1988. An epidemiological study on an Anatolian village environmentally exposed to tremolite asbestos. Br J. Indust Med., 45, 838-840. [ 7] Barış, Y.İ., 2002. Türkiye'de asbest ve fibröz zeolit (eriyonit) ile ilgili akciğer hastalıkları. Beslenme, Çevre ve Kanser Sempozyumu Bildiri Özleri, 22-23, Ankara. [8] Agency for Toxic Substances and Disease Registry, ToxFAQs™ for Asbestos, http://www.atsdr. cdc.gov/toxfaqs/tf.asp?id=29&tid=4 [9] http://water.epa.gov/drink/contaminants/ basicinformation/asbestos.cfm [10] Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik, 25.01.2013 tarih ve 28539 sayılı Resmi Gazete, http://www.resmigazete. gov.tr/eskiler/2013/01/20130125-24.htm



38

www.labmedya.com

YAĞMUR ORMANLARINDA DÜNYANIN EN BÜYÜK AĞAÇLANDIRMA PROJESI D Ü N YANIN EN BÜYÜK AĞAÇLANDIRMA PROJESI KAPSAMINDA, AMAZO N ORMANLARINA 73 MILYON AĞAÇ DIKILME SI PL ANL ANIYO R . Brezilya'daki bu organizasyonla, yeni teknikler kullanılarak 70 bin dönümlük alanın ağaçlandırılması hedefleniyor.

BU YENI TEKNIKLE DAHA DAYANIKLI AĞAÇLAR ORTAYA ÇIKIYOR Bu ağaçlandırma yönteminde, fide ekmek yerine 1 metrekarelik alana 200 farklı tohum atılıyor ve en güçlü tohum hangisiyse hayatta kalıyor; daha güçlü bir orman yapısı oluşturuyor. Galaksimizde Dünya dışında yaşanılabilir gezegenler olsa da, bu gezegenlerden en yakını Dünya'ya yaklaşık 110 trilyon kilometre uzakta. Dünya'nın yaşanılabilir olmasında etkisi olan ve "Dünya'nın akciğerleri" diye

tanımlanan yağmur ormanları son yıllarda büyük zarar gördü. Ağaçlandırma çalışmaları yapan Conservation International şirketi, gelecekte küresel ısınmayı engellemek için veya en azından yavaşlatmak için yeni bir projeye imza atacak.

30 BIN FUTBOL SAHASI BÜYÜKLÜĞÜNDE Tarihteki en büyük tropikal ağaçlandırma projesiyle önümüzdeki 6 yıl içerisinde, 73 milyon ağacın Brezilya'nın Amazon, Acre, Para, Londônia, bölgelerinde, mera yapılmak için üzerindeki ağaçlar kesilmiş 70 bin dönümlük (30 bin futbol sahası büyüklüğünde) alana dikmesi bekleniyor. Küresel ısınmayı engellemek için Paris

Konferansı'nda alınan kararda tropikal ormanların korunması hedefi konulmuştu. Conservation International'ın Yönetim Kurulu Başkanı N. Sanjayan, "Sadece ağaçların korunması değil, hangi ağaçların korunduğu da önemli. Atmosferin temizlenmesini istiyorsak, yağmur ormanları önemli" dedi. Ormanların azalması engellenebilirse, karbon salımı miktarı %37 oranında azaltılabiliyor. Son 40 yılda Amazon Ormanları'nın %20 'si azaldı ve gelecek 20 yılda %20'sinin daha yok olacağı tahmin ediliyor. N. Sanjayan "Bizim ağaçlandırma tekniğimiz diğer bölgelerde de gerçekleşirse, maliyetler büyük oranda düşer" dedi. Kaynak: BBC Türkçe


39

www.labmedya.com

NOBEL KIMYA ÖDÜLÜ SAHIPLERINI BULDU Nobel Kimya Ödülü, numunelerin düşük sıcaklıkta incelenmesine olanak tanıyan kiro-elektron mikroskobisini geliştiren 3 bilim insanına verildi. Nobel Kimya Ödülü'nün "çözelti haldeki biyomoleküllerde yüksek çözünürlüklü yapının belirlenmesini sağlayan kiroelektron mikroskobisini geliştirdikleri için" Jacques Dubochet, Joachim Frank ve Richard Henderson arasında paylaştırıldığını açıkladı. NTV'nin haberine göre akademiden yapılan açıklamada "Biyomoleküllerin

görüntülenmesini hem kolaylaştıran hem de ilerleten kiro-elektron mikroskobisini geliştiren Dubochet, Frank ve Henderson, bu yılki Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldü. Bilim insanlarının geliştirdiği yöntem, biyokimya alanında yeni bir çağın başlangıcı oldu. Güçlü elektron ışınları biyolojik materyali öldürdüğü için elektron mikroskoplarının sadece ölü maddelerin görüntülenmesine uygun olduğu sanılıyordu. 1990'da Henderson, elektron mikroskobunda atomik çözünürlükte bir proteinin üç boyutlu görüntüsünü elde etmeyi başardı. Dubochet, Frank

ve Henderson'ın çalışmaları sayesinde elektron mikroskobu, çok daha verimli bir biçimde kullanılmaya başlandı. 2013'te atomik çözünürlük hedefine ulaşıldı ve araştırmacılar, artık biyomoleküllerin üç boyutlu yapısını düzenli olarak elde edebiliyor. Geçen birkaç yılda bilimsel literatür, antibiyotik dirence yol açan proteinlerden Zika virüsünün yüzeyine kadar her şeyin görüntüleriyle doldu. Büyük bir hızla gelişen biyokimyayı heyecan verici bir gelecek bekliyor" ifadeleri kullanıldı.

JACQUES DUBOCHET KİMDİR? Dubochet, 1942'de İsviçre'de dünyaya geldi. Cenevre ve Basel'de eğitim gören Dubochet, halihazırda Lozan Üniversitesinde görevine devam ediyor.

JOACHIM FRANK KİMDİR? 1940'ta Almanya'da dünyaya gelen Frank, 1970'te Münih Üniversitesinden mezun oldu. ABD'de yaşayan Frank, New York'taki Columbia Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyor.

laboratuvarınızdaki çözüm ortağınız . İşletme Kimyasalları · Analitik Kimyasallar · Laboratuvar Sarf Malzemeleri ve Teçhizatları · Kalite Kontrol ve Laboratuvar Cihazları · İş Güvenliği Malzemeleri . Methenamine for Timed Burning Tablet (zamanlı yanma test tableti)

RICHARD HENDERSON KİMDİR? Henderson, 1945'te İngiltere'de dünyaya geldi ve 1969'da da Cambridge Üniversitesinden mezun oldu. Henderson, Cambridge'de Moleküler Biyoloji alanında çalışmalarını sürdürüyor. Dubochet, Frank ve Henderson, 9 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 4 milyon lira) tutarındaki ödülü paylaşacak. Kaynak: Evrensel

TROFLAB Laboratuvar Ürünleri San.Ve Tic.Ltd.Şti

0(212) 659 61 95 - 659 61 96 0(212) 659 61 97

Mahmutbey Mahallesi 2450. Sok. 29. Ada No:101 İSTOÇ - BAĞCILAR / İSTANBUL

www.troflab.com.tr info@troflab.com.tr


40

www.labmedya.com

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

DOĞAL KOZMETIK VE PARFÜM parfümün nasıl elde edildiğini tam olarak bilmek imkânsızdır.

KOKU NU N, I NSA N L A R ÜZER I ND EK I ETKI S I H ERKES TARAF I N D A N B I LI N EN BI R ŞEYD I R . G Ü ZEL K OK U L AR I N SANL ARI D AI MA P OZI TI F ETK I L EM I Ş , T EM I Z L I K , F ERAH L I K , G Ü ZEL L I K , HATTA G Ü Ç VE ZE NGI NL I K AL G I S I O LUŞTU RM AK A M A Ç L I KU LLANI L M I ŞTI R .

Bugün lüks bir sektör olmasına rağmen gücünden hiçbir şey kaybetmeden, yoluna devam eden, tamamen kimya temelli bu parfüm kavramına ve tarihsel süreçteki gelişimine bir göz atalım. Parfüm, tanım olarak kokulu yağlar, aromatik karışımlar ve çeşitli kimyasal maddelerden elde edilen, insan vücudu, çeşitli nesneler ve ortamlara güzel koku vermek amacıyla kullanılan karışımların genel adıdır. Türk Dil Kurumu Sözlüğünde parfüm kelimesi "güzel koku" ve "şişelenmiş güzel koku" olarak tanımlanmıştır. Parfüm, kozmetik endüstrisinde en büyük rekabetten ve prestij savaşlarının yaşandığı alanlardan biridir. Gizli formülleri, büyük Ar-Ge laboratuvarları, ünlü isimlerin yer aldığı reklam kampanyaları, özel tasarımlı şişeleri ve çok yüksek rakamlara çıkabilen ürün fiyatları ile kozmetik sektörü içerisinde ayrı bir yere sahiptir. Parfümün kavramı, tıpkı cennet hakkında konuşma gibidir ve insanlık tarihi kadar eskidir. Çiçeklerle dolu, yemyeşil bir dünya düşleyin, böyle bir dünyada yaşayan insan için çiçek kokularından veya başka güzel kokulardan, ilk

Parfümeri bir koku sanat formudur ve birçok kaynakta sanat olarak ifade edilmektedir. Kadim şişelerde binlerce yıl ötesinden bize kadar izleri ulaşabilen bu sanat formu, bugüne kadar insanoğlunun ürettiği en aziz öğeler arasında yer almaktadır. Koku, daima ilahi bir şey gibi tasavvur edilmiş, karşımızdaki kişinin bizi nasıl hatırlayacağını beynimize kokular ile kodlandığı ifade edilmiştir. ''Mezopotamya'da bulunan bir tablete göre Tapputi ya da Tapputi-Butt isimli kadın dünyanın ilk kimyageri kabul edilmektedir. MÖ iki binlerde Babil' de yaşadığı ifade edilen bu saray mensubu kadının parfüm üreticisi olarak bahsi geçmektedir''. Yani kokunun çıkış yeri maksatlı olarak öyle ifade edildiği gibi Mısır değil, Mezopotamya’dır. Koku bizim için binlerce yıllık kültürel bir mirastır. Hatta koku batı için lüks, doğu için zarurettir” demek bile mümkündür. Anadolu’dan Hindistan’a uzanan bir ticaret yolu kanalı ile binlerce yıldır parfüm bu coğrafyada hep var olmuş, Anadolu yaylasında ve kıyılarında açan çoğu ülkemize özgü eşsiz çiçeklerin kokusu elde edilmiştir. Osmanlı dönemimde “Buhur Suyu” geleneği hep var olmuş, yeni yapılan camilerin gülsuyu ile yıkanması adeti vardır. Eve gelen misafire elini yıkaması için ikram öncesi gül suyu dökülmüş ve cami girişlerinde bile koku satanlar hep var olmuştur.

PEKI YA ŞIMDIKI HALIMIZ? Bugün sizlere Kimya Biliminin bu en sanatsal yönünden ve bu güzel kokuların oluşumunun günümüzdeki ticari yönünden, bunun ekonomimize ne kadar büyük bir güç katma potansiyeline sahip olduğundan ve bunun önündeki suni engellerden kısaca bahsetmek istiyorum. Parfüm bugün modern dünyanın en pahalı prestij ürünlerinden biridir ve maalesef ülkemiz bu alanda gülyağı üretmek

dışında hiç varlık gösterememektedir. Bunun, kesinlikle bir paradigma olduğu ve parfümün ülkeler arası ligde gelişmişlik ile kodlandığı ve bu kodların maalesef bilim insanlarınca bile kabul edildiği de ortadadır. Kimyagerliğin çıkış noktası olan parfüm yapımından ticari kaygılarla ile meslek mensuplarının uzak tutulmaya çalışılmasından tutun da açmak istenilen kursların, eğitimlerin engellenmesine kadar varan son derece üzücü engellemeler söz konusudur. Yabancı ürünlere yüzlerce lira ödeyenlerin kendi ürünlerimize ve bilim insanlarına güvenmemesi söz konusudur. Yine tüm bu aşılabilir engellerin aynında; kozmetik ve parfümün apayrı büyük bir eğitim alanı olduğu, kurumsallaşması gerekliliği de, bazı mesleki ve ticari kaygılar ile engellenmektedir. Tüm bunların sonucunda, ülkemizin doğal kaynakları heba olurken, milyonarca dolarlık kaynaklar ülkenin temel sorunlarını çözmeye değil, parfüm ve kozmetik ithalatına gitmektedir.

FRANSA VE PARFÜM Öncelikle bugün Fransa’da parfümün bir sanat ve parfüm yapabilen insanların kültür bakanlığınca sanatçı kabul edildiğini belirtmek istiyorum. Hatta bazı parfümörlere devlet nişanı verildiğinin bilinmesinde de yarar görüyorum. Tıpkı resim veya fotoğraf sergisi açar gibi Parfüm Sergisinin” açıldığını da belirtmek istiyorum.

PARFÜMÜN BAŞKENTI KABUL EDILEN GRASSE Bugün dünya parfüm sektörünün en önemli ülkelerinden biri olan Fransa’nın, küçük bir kasabası olan Grasse dünya parfüm sektörünün başkenti kabul edilmektedir. Grasse’ da sadece parfüm değil, hammaddesi de üretiliyor ve dünyaya pazarlanıyor. Grasse’nin parfüm endüstrisi oluşana kadar önemli bir kasaba olmadığını, hayvancılık ve

dericilikle geçinildiğini de belirtmek istiyorum. Kasabadakilerin güzel kokuya ihtiyaç duymalarının nedeni ise deri işlenen tabakhanelerden yayılan kötü koku olarak ifade ediliyor. Bitki, meyve ve çiçeklerden değişik esanslar üretmeye başlamışlardır. Kullanılan ilk koku gül. Bu yüzden Grasse’nın gülsuyu parfümü çok ünlüdür. Daha sonra portakal ağacı yaprağı ve narenciyeye sıra gelmiştir. Ağırlıklı olarak çiçeklerden koku alınırken zamanla değişik ot ve baharat parfümleri de çoğalmıştır. Bugün Grasse parfümünün özelliği kimyasal katkının en aza indirgenmiş olmasıdır. 40 bin nüfuslu Grasse hala dünyanın en önemli parfüm özü üreticisidir. Ama yapılaşma artıp bahçeler küçüldükçe, dışarıdan alınan çiçek miktarı artıyor olmasıdır. Türkiye ve Bulgaristan’dan gül ithal edilmektedir. Öte yandan Grasse’de kokunun gelişmesi üzerine 1970 de bölgesel kalkınmaya katkı sağlamak amaçlı bir parfüm okulu projesi yapılmış ve bu okuldaki öğrencilerin staj alanı olarak da Grasse’deki işletmeler öngörülmüştür. Bu parfüm okulu (İsipca ve parfüm okulu) şu anda dünyanın en prestijli parfüm okulu olup bir markadır. Özetle diyorum ki; gerek bozulmamış doğası, gerek lojistik ve gerekse bununla ilgili kurumsallaşması olan Muğla’nın Grasse olmaması için görünürde hiçbir engel bulunmamaktadır.

MUĞLA’DA DOĞAL KOZMETIK VE PARFÜM OKULU NEDEN OLMASIN? Geri kalmışlık kader değildir diyorum. Ekonomiye büyük güç katacak ve çok iyi bir kadın istihdam alanı olmaya aday bu sektör, eğitim ve üretime açık, gelişmeyi bekliyor. Küçük çıkar çatışmalarının bir an önce aşılması ve ülkemizin ilk doğal kozmetik ve parfüm okulunun Muğla’da kurulması dileği ile bitiriyorum yazımı. Saygılarımla.


BMS Kimya güvencesi ile artık Türkiye’de...

UTS EXTENDED Automatic Tablet Testing System with NIR

DISI-A / TOUCH Automatic Disintegration Testers

UTS 4.1 Universal Tablet Testing System

P-SERIES Semi-Automatic Tablet Hardness Testers

www.bmskimya.com info@bmskimya.com


42

www.labmedya.com

GERÇEKLEŞMEYEN GELECEK

CNNTU RK . COM VE D Ü NYA GA Z ETESI ND E N D I D EM ERYAR Ü NL Ü ’NÜ N HAZ I RL AD I K L A R I HABERL ERI SI ZIN I ÇI N BI R ARAYA GETI RD I K . ÖZEL L I K L E YA K I N GEL ECEK TE BEKL ED I ĞI M I Z VE DÜ ŞÜ NÜ K U RD U ĞU M U Z TEK NOL OJ I K YEN I L I K L ER ŞI M D I L I K ÇOK U Z AK TA GÖ RÜ NÜ Y OR.

WIRED dergisi seneler önce oldukça ilginç bir konuyu gündeme getirmişti. “Gerçekleşmeyen Gelecek” başlıklı yazı, temiz kömürden, tasarım bebeklere, otomatik köpek tercümanından, hap gıdalara, sürücüsüz otomobillerden, robot hizmetçilere, kişiye özel ilaçlardan, görünmez insanlara, uçan otomobillere kadar “bize vad edilen icatların neden hala hayatımızın bir parçası olamadığını; neden gerçekleşmediğini” sorgulamıştı... İşte bunlardan bazıları; Hap gıdalar: Yemek yemek zaman alıyor. Yaşamak için küçük haplarla beslenemez miyiz? Hayır. Çünkü hap gıdaların fizik kurallarını çiğneyeceği ifade ediliyor. Bugün ortalama kiloda bir insanın günde 2 bin kalori tüketmeye ihtiyacı var. Karbonhidrat ve proteinler gram başına 4 kalori sağlıyor. Yağlar ise gram başına 9 kalori sağlıyorlar. 2 bin kalorilik yağı küçük hapların içine yerleştirmek gerekse, günde 450 kapsül yutmamız gerekir. Yinde de yaşamsal anlamda gerekli olan tüm besinleri alamamış oluruz. Hayvan tercümanı: Köpeklerle konuşabilmemizi sağlayacak bir araç oldukça büyük bir kazanç kaynağı olurdu şüphesiz. Örneğin, havlamayı kelimelere dönüştüren bir tasma geliştirmek mümkün olsaydı, köpeklerin ne demek istediğini anlayabilirdik! Tasarım bebekler: Pizza siparişi verir gibi, doğacak çocuğunuzun genetik özelliklerini öndecen tasarlamak mümkün olsaydı, insanlar bebeklerinin en fazla kime benzemesini isterdi acaba? Bilimsel çalışmalarda bugün gelinen noktada, yeni doğacak bebeğin cinsiyeti ve bazı hastalıklar belirlenebiliyor. Bunlar dışında daha spesifik özelliklerin belirlenmesi ise henüz mümkün değil. Bunun nedeni genlerin son derece karmaşık bir yapıya sahip olmaları ve her bir özelliğin çok sayıda gen tarafından belirlenmesi. Örneğin uzunluk en az 20 gene bağlı. Ve bu genler, bir kişinin boy uzunluğunu belirleyen etkenlerin sadece yüzde 5’ini oluşturuyor. Diğer yüzde 95’i ise tamamen sır.

Su altı şehirleri: Dünyanın her yerinde su altında kalmış yüzlerce şehir var. Bu şehirler insanın tarih öncesi geçmişine dair çok önemli değerler taşıyor. Fakat, dünya kaynaklarının hızla tükendiği, yaşam alanlarının azaldığı bir çağda, insanların su altında yaşamasını sağlayacak teknolojiler henüz uzak bir hayal gibi görünüyor. Şu sıralar tek yapabildiğimiz, su altına keşif seyahatleri. Görünmezlik: Görünmezlik, geçmişten bugüne masallar, öyküler ve filmlere konu olan bir özellik. Bir cismi yansıttığı ışıklar yardımı ile görürüz. O cismin görünmez olması için, aldığı ışığı emmesi ya da geçirgen olması gerekir. Bilim insanları bu alanda uzun zamandır çalışmalar yapıyorlar. Ama net bir sonuca ulaşılmış değil. Bunlardan en etkili olanı Japon bilim insanları tarafından gerçekleştirilen “Optik kamuflaj”. Bu yöntemle üretilen giysilerin sırtına bir mercek yerleştirilerek arka plan algılanıyor ve görüntü kıyafetin ön tarafına aktarılıyor. Böylece giysinin sahibi arka planla karışıyor ve şeff afmış gibi algılanıyor. Uçan bisikletler: 1901'de Jules Bois, gelecekte uçan bisikletlerin olacağı tahmininde bulunmuştu. Bois bu bisikletlerin sadece iş için kullanılacağını öne sürmüştü. Her şey tek kullanımlık olacak: Popular Mechanics'te 1950'de yer alan bir makalede Waldemar Kaempffert her şeyin tek kullanımlık ve geri dönüşümlü olabileceği bir gelecek tahayyül etti. Bunun için de hayali 100 bin nüfuslu Tottenville adlı bir şehirden bahsetti. Kaempfertt'e göre her şey plastikten ya da sentetik kumaştan yapılacaktı. Örneğin içindeki tüm eşya plastikten olan bir ev suyla doldurularak temizlenecek sonra zemindeki giderden su boşaltıldıktan sonra sıcak havayla ev kurutulacaktı. Daha da ötesi tek kullanımlık çarşaflar ve iç çamaşırları geri dönüşüm yoluyla şekere dönüştürülecekti. Tabii ki olmadı. Koku veren televizyon: Eski Bir AP haberine göre küçük cihazlar, resimleri

oda duvarlarına çok gerçekçi biçimde yansıtacağından bahsediyordu. Yıl olarak 2000 kehanetinde bulunulmuştu. N.C Robesonian'ın öngörüsünde tutmayan ise bu cihazlarla resim ya da filmlerdeki kokuları da alabilecektik. Örneğin bir manolya duvara yansıdığında odayı manolya kokusu dolduracaktı. Maalesef ki 2000 yılı geçti ve bu gerçek olmadı. Uzaya seyahat: 1952'de herkes için uzay seyahati öngörüsünde bulunuldu. Kentucky New Era'da yayınlanan makalede bilim insanları hastalıklar, salgınlar ve aşırı nüfus nedeniyle 2000 yılı için öngörülerde bulunuyordu. Vizyonlarına göre güneş enerjisi tüm diğer enerji türlerinin önüne geçecekti ve roket gemilerle uzaya ucuza seyahat edilebilecekti. Uzaya seyahat belki gerçekleşti ancak herkes için değil ve ucuz hiç değil. Yeraltı evleri: Bilim kurgu yazarı Isaac Asimov, 1964'te, 2014'e dair öngörülerde bulunmuştu. En dikkat çekici tahminleri ise yeraltı evleri ve otomatize edilmiş mutfaklardı. Yeraltında yerleşim gerçekleşmedi. Kendi kendine yemek hazırlayan mutfak da hayal olarak kaldı. Ay'a yerleşim: 1982'de New York Times'ta yayınlanan bir makalede geleceğe dair yapılan tahminlerden biri Ray Kurzweil'e aitti. Kurzweil'in tahminleri arasında elektrik otomobiller ve daha küçak aileler (tek çocuklu ya da çocuksuz aile) gibi başarılı tahminler vardı. Ancak aynı makalede bağımsız fütürist Barbara Hubbard, kesin ifadelerle 2002'de kozmik uygarlığın başlayacağını (örneğin Ay'da yaşam), Dünya gibi yaşanabilir binlerce gezegen, ay ve asteroidin varolduğunun ortaya çıkacağını savundu. İkinci tahminine yaklaşıldıysa da Ay'da hayat hala yok.


WIRELESS

WTW

artık kablosuz

Kablosuz bağlantı ile hareket özgürlüğü ve güvenilir veri aktarımı

DURKO ENDÜSTRİ ÜRÜNLERİ SAN. TİC. A.Ş. Bulgurlu Cd. No: 80 Kısıklı Üsküdar - İSTANBUL Tel: 0 216 544 50 00 Faks: 0 216 544 50 11

durko.com.tr

durko@durko.com.tr


44

www.labmedya.com

GENLERDEKI IPUÇLARI Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

A BD’L I BI L I M I NS A N I F R A N C I S C O L L I N S, 1 0 YI L I ÇI ND E HA S TA L I K L A R I N G E N ETIK TANI SI NI N M Ü M KÜ N O L A C A Ğ I N I , D A HA S ON RA D A K I ŞI YE Ö Z E L T E D AV I L E R I N G ELI Ş TI RI L ECEĞ I N I M Ü J D E L E M I Ş T I . Bu ve benzeri öngörülerin yol açtığı aşırı iyimser beklentiler bugüne kadar yeterince karşılanamadıysa da yıllar süren birçok bilimsel çalışma sayesinde epeyce yol kat edildi. Aynı zamanda genomun zannedildiğinden çok daha çetrefilli bir bilmece olduğu fark edildi.

oluşturulurlar. Gen dediğimiz yapı bu art arda dizilen yapı taşlarından oluşur. Bazı genlerde birkaç bin basamak bulunurken bazılarında milyonlarca basamak yani yapı taşı çifti vardır. Her gende yapı taşlarından oluşan basamakların dizilimi farklıdır. Bir basamağın yanlış olması sorun yaratabilir.

çalışmanın yapıldığı ülke nüfusuna oranı çok düşük oluşu ve insanların sağlık kayıtlarına ulaşmadaki zorluklar, araştırmaların yavaş ilerlemesine yol açtı. Bu zorluklar bir tek İzlanda’da aşılabildi.

açtığı saptandı. Bir başka anormal genin de tiroid bezinin uyarılma düzeninde bozulmaya yol açtığı anlaşıldı.

İZLANDA

ŞIFREMIZ GENOMDA

MUTASYON

Bir canlının tüm genetik materyaline genom denir. Vücudumuzun inşasını ve çalışmasını sağlayan, anne ve babadan gelen ve daha sonraki kuşaklara aktarılan kalıtım bilgilerinin tümü genomu oluşturur. Genom hücrelerimizin çekirdeğinde bulunan 23 çift kromozomdan oluşur. Her bir kromozomda da birçok gen bulunur. Genler nükleotid denilen yapı taşlarının art arda dizilmesiyle oluşurlar. Bu yapı taşlarının art arda dizildiği sarmal bir merdivene benzeyen kimyasal yapıya DNA denir.

İnternet üzerinden kredi kartınızı kullanarak alışveriş yaparken 16 rakamlı kart numaranızın bir rakamını yanlış yazsanız veya hiç yazmasanız işlemi tamamlayamazsınız. Genetik mutasyon da buna benzer bir durumdur. Geni oluşturan birbiri ardına gelen yapı taşlarında bir aksama olursa mesela A’nın yerine G gelecek olursa düzen bozulur. Bu gen görev yapamaz hale gelebilir. Her mutasyon sorun yaratmasa da bazıları tedavisi mümkün olmayan dertlere yol açar.

Bizim İzlanda dediğimiz İngilizcede buz ülkesi anlamına gelen Iceland dünyanın en kuzeyindeki ülkelerden biri. Son olarak 2010’da Avrupa’yı kül bulutu altında bırakan yanardağ patlamasıyla duyduğumuz bu ada ülkesinde 330 bin kişi yaşıyor.

Her canlı cinsinin genomu farklıdır. Filin, çam ağacının, karıncanın, boğmaca mikrobunun ve insanın genomu birbirinden ayırt edilebilir. Bir genom incelendiğinde hangi cinse bağlı olduğu anlaşılır. O cinsin mensuplarının da tek tek tanınmalarını sağlayan genetik özellikleri vardır. Tek yumurta ikizleri hariç hiç bir insanın genomu bir diğer insanınkinin tıpkısı değildir.

GENETIK KARMAŞIK

Hücrelerin artıklarının temizlenmesi beynin sağlığı için çok önemli. Temizleme işlemini yöneten gende bir hata varsa beyinde biriken bir tür kimyasal maddeni Alzheimer hastalığına yol açabileceği düşünülüyor. Alzheimer hastası olan 3400 İzlandalının gen haritalarını 150 bin sağlıklı insanınkilerle karşılaştırdı. Bu yolla hastalarda daha önceden bilinmeyen 8 gen farklılığı ortaya çıkarıldı. Beyinde birikip bunamaya yol açan protein tortuların temizlenmesiyle ilgili genlerin bulunması, amansız hastalığın daha iyi anlaşılmasında rol oynayacak. Etkin tedavilerin bulunabilmesi de hastalığın genetik ve moleküler düzeyde iyice anlaşılmasına bağlı. Yeni bulunan mutasyonların bilim insanlarını bu amaca biraz daha yaklaştıracağı düşünülüyor.

GENLER MERDIVENIN BASAMAKLARINDA Biri anneden biri babadan gelen merdiven ayaklarında tek tek dizilmiş olan yapı taşları bir fermuarın dişleri gibi bir birlerini bulup yapışarak DNA yı oluşturulurlar. A ile T’den ve G ile C den oluşan basamaklar her gen için özel olan bir dizilimle genetik şifrenin bir bölümünü oluştururlar. DNA molekülü denilen kimyasal yapı çok güçlü bir mikroskop altında incelenince sarmal tarzda bir merdivene benzediği görülür. Merdivenin yarısı anneden yarısı babadan gelir. Merdivendeki her bir basamak 2 yapı taşından oluşur. Tüm merdivenin inşasında 4 yapı taşı kullanılir. Kısaca adlarının baş harfleriyle anılan A, C, G ve T yapı taşları rastgele birleşip bir basamak yapamazlar. A sadece T ile birleşebilir, C de G ile. AT veya TA bir basamağı, SG veya GC başka bir basamağı oluşturur. Biri anneden biri babadan gelen merdiven ayaklarında dizilmiş olan tek yapı taşları bir fermuarın dişleri gibi birbirlerini bulup yapışarak DNA’yı

Bilim insanları önceleri belli bir hastalığı olan bir grup insanın sorunlu olma ihtimali yüksek olan genlerini inceledi. Bazı hastalarda merdivenin bir tek basamağında mutasyon yaratan bir dizilim bozukluğu saptandı. Bu buluşlar az sayıda doğuştan gelen hastalığın anlaşılmasını sağladı, etkin tedaviler bulunabilmesi için ümit verdi. Örneğin akciğerleri ve diğer bazı organları tutan kistik fibroz hastalığı bu tip bir genetik bozukluktur. Damar sertliği ve diyabet gibi kronik hastalıklarda ise durum çok daha karmaşıktır. Çünkü, bu hastalıklarda birçok gen işin içine karışır. Dahası, çevresel birçok etken ile genetik yapı arasında sürekli değişen bir etkileşim vardır. Bir örnekle açıklayayım. Genç yaşta kalp krizi geçirmiş bir babanın çocuğunda kalp hastalığı oluşma riski yüksektir. Ama, bu risk mutlak değildir. Çocuk hayatı boyunca sağlıklı beslenir ve haraketli bir yaşam sürer, sigara da içmezse babasının akibetine uğrama şansı hasta olma riskinden çok daha düşüktür. GEN HARITASI ÇIKARILIYOR Başlangıçta milyonlarca dolara mal olan genom haritalanması giderek ucuzladı. Kromozomların büyük bölümünün incelenmesi imkânı doğdu. Genetik inceleme yapılan insan sayısı arttı. Bu gelişmelere rağmen çalışmaların çoğunda genomu tümüyle incelenen insan sayısının

İki hafta önce İzlandalı bilim insanlarının Nature Genetic adlı dergide yayınladıkları 4 makale, bilim dünyasında heyacanla karşılandı. Bu araştırmaların özelliği yararlanılan veri kaynağının şimdiye kadar kullanılanlardan daha büyük ve daha ayrıntılı olması. Bir diğer özellik de incelenecek kişilerin İzlanda toplumunu temsil edebilecek biçimde, hiçbir ayırım yapılmadan çalışmaya davet edilmesi. Veri bankasında yaklaşık 2 bin 700 İzlandalının genomunun tamamının haritası var. Buna ek olarak yüz binden fazla insanın DNA’sının belli yerleri çözülüp haritalanmış durumda. Toplanan genetik bilgilerle beraber değerlendirilebilecek, ayrıntılı ve kolay ulaşılır sağlık kayıtlarının da olması İzlanda’daki araştırmanın bir başka güçlü yanını oluşturuyor. YÜZLERCE YILLIK SOYAĞACI İzlanda toplumu tarih boyunca coğrafi ve iklim koşulları nedeniyle dışarıya kapalı olduğu için gen havuzuna dışarıdan gelen bir etkileşim çok az olmuş. Her ailede yapılan soy ağacı çalışmaları sayesinde İzlandalılar çok eskilerde kalmış atalarının bile kim olduğunu biliyorlar. Bu bilgiler yeni elde edilen genetik verilerle birleştirilince çok özel keşiflere kapı açılıyor. GENLERDEKI IPUÇLARI Bilim insanları, yaklaşık 2700 İzlandalının tüm genomunun çözümünden elde edilen bilgileri daha önceden elde edilmiş 104 bin kişinin genetik bilgileriyle güçlü bilgisayarlar yardımıyla beraberce değerlendirip bazı ender genetik anomaliler saptadılar. Elde edilen sonuçlar sağlık kayıtlarıyla karşılaştırıldığında bir gendeki mutasyonun, karaciğer hastalıklarının oluşmasını kolaylaştırdığı ortaya çıktı. Başka bir gen mutasyonun, “atriyal fibrilasyon” denilen çarpıntının genç yaşta ortaya çıkmasına yol

ALZHEIMER GENI

YOK OLMUŞ GENLER Araştırmacılar, 8 bin İzlandalıda en az 1 genin yok olduğunu veya hiç fonksiyonu olmadığını saptadılar. Bazı genlerin yokluğu hastalıklara yol açsa da, birçok bilim insanı gen yokluğunun çoğu zaman sorun yaratmadığını düşünüyor. Bu eksikliğin tümüyle zararsız olmadığını düşünenler de var. İzlandalı araştırmacılar, bir veya birkaç geni fonksiyon görmeyen kişileri daha yakından inceleyerek bu soruya cevap bulmak için çalışmalara başladılar bile. Bazı durumlarda yok olan veya fonksiyon görmeyen genlerin insana yarar sağladığı da oluyor. Örneğin PCSK9 adlı gen kanda ne kadar kolesterol olacağını kontrol eden genlerden biri. Bu genin fonksiyon görmediği insanlarda kötü kolesterol düzeyi çok düşük oluyor ve bunun sonucu olarak kalp krizine çok ender rastlanıyor. Son söz: İzlandalı bilim insanlarının duyurduğu buluşlar tek başlarına çığır açacak büyüklükte olmasa da, geniş ve kapsayıcı bir genetik veri bankasının gücünü göstermesi açısından çok önemli. Önümüzdeki yıllarda bu hazine daha büyük buluşlar kaynaklık edecek Prof. Dr. E. Murat Tuzcu Kaynak: Milliyet


TERRA ANALİZ VE ÖLÇÜM CİHAZLARI TİCARET A.Ş.

Termal Analiz, Kalorimetri, Gaz & Buhar Sorpsiyon

Her çeşit Termal Analizör ürün yelpazesi; DTA, DSC, TGA, simultane TGA-DTA ya da TGA-DSC, Açığa Çıkan Gaz Analizi (TGA-MS, TGA-FT-IR, TGA-GC/MS), kalorimetri, mikrokalorimetri, gaz ve buhar sorpsiyon analizi

En iyi deteksiyon limitleri ile size en geniş sıcaklık (-196°C’den 2400°C’e) ve basınç (vakumlu ortamdan 1000 bar’a) aralığı sunar

Materyallerin ekstrem koşullar altında incelenmesinde benzersiz Doğruluk - Yüksek basınç - Yüksek nem - İndirgeyici, oksidatif ya da korozif atmosferler - Sürekli akış eşliğinde gerçekleşen reaksiyonlar - Gaz karışımları vb…

Yüksek doğrulukta entalpi ve Cp ölçümleri için 3D Kalvet tipi kalorimetrik sensör

Termal Analiz, Kalorimetri ve Sorpsiyon Analizleri için özel çözümler ve fazlası ANKARA Kuloğlu Sok. No: 17/1 06690 Çankaya / ANKARA Tel : +90 312 441 86 60 Faks: +90 312 441 86 57

İSTANBUL Bayar Cad. Sıtmapınar Sok. No: 17/5-6 34747 Kozyatağı / İSTANBUL Tel : +90 216 373 77 63 Faks: +90 216 373 78 85 www.terraanaliz.com.tr | info@terraanaliz.com.tr

İZMİR Mansuroğlu Mah. 273. Sok. Ada Sitesi B Blok No: 20/5 35535 Bayraklı / İZMİR Tel : +90 232 348 24 46 Faks: +90 232 348 49 92


46

www.labmedya.com

PIRIL PIRIL B IR CILT IÇIN SO N DÖNEMLERIN FAV O R I G ÜZE L LIK UYGULAMAS I. V E DIĞ E R B IR KAÇ TÜYO ILE CILDINIZI DAHA ZINDE V E SAĞ LIKLI GÖRÜNMES INI SAĞ L AYAB ILIR SINIZ.

SOMON DNA'SIYLA GELEN GÜZELLİK SOMON DNA'SI Hazır preparat olarak sunulan Somon DNA'sı gibi aminoasit içeren ürünler, vücutta üretilmeyen ancak dışardan alınması gerek aminoasitleri yoğun bir şekilde cilde vererek derideki kollajen senteziyle yenilenmeyi hızlandırıyor. Estetik Plastik ve Rekonstruktif Cerrahi Uzmanı Dr. Abdullah Etöz bu tür yöntemlerin güneş lekelerinin azalması, ciltteki gözeneklerin küçültülmesi, cildin pembeleşmesi ve daha berrak hale gelmesinde etkili olduğunu belirtiyor. Kaç yıl gençleşme sağlıyor? 3-8 yıl daha genç görünmek mümkün olabiliyor. Kişiye göre değişmekle birlikte her yıl tekrar edilmesi yaşlanma sürecini oldukça yavaşlatıyor. Nasıl uygulanıyor? Lokal anestezi altında gerekli alanlara somon DNA'sı enjekte ediliyor. İşlem ortalama 20-40 dakika sürüyor. Somon DNA yöntemi 1 ay arayla 3 kez uygulanıyor.

DOLGU Su tutma ve dolgunluk oluşturma özelliği olan maddelerden yapılan dolgular içeriklerine göre belli bir sürede etki gösteriyorlar ve sonrasında tamamen vücuttan atılıyorlar. Şakak ve alındaki

çökmelere, burun-dudak sınırlarındaki yağ kaybına bağlı eksikliklere, dudak ve gözaltındaki dokusal eksikliklerin yerine konmasında yararlı oluyorlar. Bu yöntemle dudakların hacmi artırılıyor, konturu yeniden belirleniyor ve nemlenmesi sağlanıyor. Gözaltındaki doku eksikliklerine bağlı oluk şeklindeki boşluklar doluyor. Şakakta ve alın ortasındaki çökmeler oval bir dolgunluğa kavuşuyor. Kaç yıl gençleşme sağlıyor? 5-7 yıl daha genç görünmenizi sağlayabiliyor. Ürün özelliklerine göre etkileri 4 ay ile 24 ay arasında devam ediyor. Nasıl uygulanıyor? Hazır formatta gelen ürünler her bölgeye özel hazırlanmış durumda oluyor. Bu hazır materyaller ince bir enjektör ucuyla deri ve deri altına enjekte ediliyor. Lokal anesteziyle birlikte uygulanabilen işlem ortalama 15-20 dakika sürüyor.

BOTOKS Botoks kaslarda geçici olarak kasılmayı engelliyor. Göz kenarı çizgilerinde (kaz ayakları), mimik kaslarının hareketleri ile ortaya çıkan alın çizgilerinde, kaş çatma çizgileri ve dudak üzerindeki çizgilerin düzeltilmesinde büyük fayda sağlıyor. Burun kenarlarındaki ince katlanmalar

ile boyun bantlarında da etkili oluyor. Bunların yanı sıra düşen kaşlar da botoksla kaldırılabiliyor, istenmeyen mimikler durdurulabiliyor ve çene asimetrileri düzeltilebiliyor. Kaç yıl gençleşme sağlıyor? 3-7 yıl arasında gençlik sağlayabiliyor. Nasıl uygulanıyor? Küçük iğnelerle kas dokusuna uygulama yapılıyor. Ortalama süresi 5-15 dakika arasında değişiyor. Etkisi 3. gün başlıyor 7-10 günde tam olarak görülüyor. Yapılan doz ve kişisel faktörlere etkisi minimum 4, maksimum 6 ay sürüyor.

YAĞDAN KÖK HÜCRE Yağdan elde edilen kök hücre uygulaması kişinin kendi yağını enjektörle çekerek, alınan yağdan laboratuvar ortamında hazırlanan bir yöntem. Amaç kök hücreyle ciltte kollajen sentezi ile yenilenmeyi hızlandırmak. Bu yöntemle gözaltları, alın, yanaklar ile burun bölgelerinde dolgunluk elde ediliyor. Bu sayede yüz çok daha genç ve dinlenmiş bir görünüme kavuşuyor. Kaç yıl gençleşme sağlıyor? 3-8 yıl daha genç görünmeyi vaat ediyor. Kök hücre enjeksiyonun bir kez yapılması yeterli geliyor.

uygulanan bu yöntemde vücuttaki karın, uyluk ve kalça gibi yağ içeren alanlardan özel metal kanüller, yağ toplama sistemleri veya enjektörlerle yağ alınıyor. Ardından bu yağ süzülüyor ve çeşitli işlemlerden geçirildikten sonra elde edilen kök hücreler özel enjektörlerle ihtiyaç duyulan alanlara enjekte ediliyor. İşlem ortalama 20-40 dakika sürüyor.

GÖZ KAPAĞI ESTETİĞİ İlerleyen yaşla birlikte özellikle üst göz kapağındaki sarkma ve kırışıklar çeşitli sorunlara yol açabiliyor. Örneğin makyaj yaparken güçlük çekiliyor, görme alanı azalıyor, göz rengi daha koyu görünüyor ve alında kırışıklık oluşuyor. Ayrıca yüzde aşırı yorgun ifade oluşuyor. Göz kapağı estetiği görme alanını genişletiyor, daha dinç görülmeyi sağlıyor, sarkma miktarına göre alındaki kırışıklıkları gideriyor veya hafifletiyor. Kaç yıl gençleşme sağlıyor? 5-7 yıl daha genç görünmenize imkan sağlıyor. Etkisi 7-10 yıl kadar sürüyor. Nasıl uygulanıyor? Lokal anestezi altında üst kapaktaki sarkan deri ve ihtiyaç varsa yağ dokusu alınıyor. İşlem ortalama 30 dakika sürüyor. Üç gün sürecek bir bantla kesi kapatılıyor. Ardından bantlar çıkarılıyor.

Nasıl uygulanıyor? Lokal anestezi altında

MENÜYE YEMEKLERIN KALORISI YAZILACAK ABD’de yapılan yasal düzenleme ile lokanta ve yemek servisi yapılan yerlerde, menüye yemeklerin kalorisinin yazılması zorunluluğu getiriliyor. Bu şekilde, aşırı kilo ve obezite ile mücadele edilmesi hedefleniyor. ABD'deki bütün restoran ve yemek servisi yapılan yerlerde menülere yemeklerin kalorisini yazma zorunluluğu getiriliyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından yapılan açıklamada, yeni düzenlemenin önümüzdeki yıl Mayıs ayında yürürlüğe gireceği belirtildi. ABD eski başkanı Barack Obama döneminde

alınan karar uyarınca yapılan yeni düzenleme ile Amerikalılar arasındaki aşırı kilo ve obezite sorunlarına karşı mücadele verilmesi hedefleniyor. FDA'dan yapılan açıklamada, yemeklerin üzerine kalori yazılması zorunluluğunun ayak üstü yiyecekler sunan süpermarket ve benzin istasyonlarında da uygulanacağı belirtildi. Eve servis yapan pizzacı ve benzeri satıcılar da aynı düzenlemeye tabi olacak. Yemeklerin üzerine kalorilerin yazılması, kilo aldırıcı besinler konusunda uyarı olarak düşünülüyor. Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yiyeceklerin

kalorisine ilişkin bilgilendirmenin hangi şekilde yapılacağına dair ayrıntılı bir yönetmelik yayınlandı.

düzenlemenin uygulanıp uygulanmayacağı belirsizdi.

Amerikalılar arasında sağlıklarına dikkat edenlerin giderek arttığını hatırlatan Daire Müdürü Scott Gottlieb, "tüketicilere gereken bilgiyi vererek beslenme şekilleri konusunda karar verme olanağı sunulduğunda, bunun yaşam kalitesini yükselteceğini ve hatta hayat kurtaracağını" ifade etti. ABD Başkanı Donald Trump, birçok konuda selefi Obama tarafından alınan kararları bozduğu için bu yasal

ABD'de McDonald's, Starbucks veya Subway gibi gastronomi alanında faaliyet gösteren zincirler bir süredir yiyeceklerin yanına kalorilerini yazıyordu. Gastronomi alanındaki birçok firma ise yeni düzenlemenin engellenmesi için çaba göstermişti.



48

www.labmedya.com

ÖLÜMCÜL VIRÜSLER SERBEST A BD UL U SAL SA Ğ L I K EN STI TÜ SÜ , K U Ş G R I B I VE M ERS (OR TADO Ğ U S OLU NU M SEND R O M U ) G I BI GENETI K Ü ZE R I N D E DEĞI Ş I M L ERE NE D E N O LA N, ÖL Ü M CÜ L VI R Ü SL ERE Y ÖN E L I K DENEY L ER YAPI L M A S I YÖN Ü ND EK I YAS A Ğ I KALDI RD I . ABD ’D E K U Ş G RI B I , M ERS, SA R S G I B I VI R Ü SL ERI N D AH A D A Ö LÜM CÜ L VE BUL A Ş I C I H ALE GEL M ESI N E YOL A ÇABI L ECEK A RA ŞTI RM AL ARIN YAPI LMASI NA Y Ö N E L I K YASAK K AL D I RI L D I .

Enstitü’den yapılan açıklamada “Araştırmalar toplum sağlığı için tehdit eden ve hızla değişim gösteren virüslerin anlaşılıp karşı strateji ve etkili tedbirler geliştirilmesi açısından önem taşıyor” ifadeleri kullanıldı. ABD, 2014 yılında bu gibi virüslere yönelik araştırmaları durdurmuştu. Karar ülkede devlete ait bazı laboratuvarlarda bu tehlikeli virüslerin uygunsuz biçimde incelenmesi vakalarının kaydedilmesi nedeniyle alınmıştı. Nitekim, söz konusu virüsler herhangi bir insani hata nedeniyle laboratuvar dışına çıkarsa hızla yayılıp çok daha ölümcül hale gelebiliyor. Yasağın kaldırılması kararını destekleyenler, muhtemel biyo-saldırılara karşı hazırlıklı olunabilmesi için bu gibi testlerin yapılması gerektiğini savunurken, karşı çıkanlar ise laboratuvar ortamında ölümcül virüslerle çalışılmasının risklerini vurguluyor.

etkili önlemleri belirleme, anlama ve geliştirme bakımından” bize yardımcı olabileceklerini söyledi.

Ulusal Sağlık Kurumları (NIH) müdürü Francis S. Collins, moratoryumun kaldırıldığını açıklayarak influenza, MERS ve SARS gibi virüslerle yapılan işlev kazanma (GOF) araştırmalarının, “kamu sağlığına tehdit oluşturan ve hızla evrimleşen patojenlere karşı strateji ve

NIH, tehlikeyi azaltmak için, patojen araştırma sermayesini onaylama konusunda yeni bir yapı ortaya çıkardı. Buna göre, tasarlanan çalışmaların bilimsel değerleri ve muhtemel faydalarının yanında, “yayılma potansiyeline sahip gelişmiş bir patojenin oluşturulma, nakledilme veya kullanılma ihtimalinin” değerlendirileceği oturumlar yapılacak.

Söylediği şey doğru olabilir ancak bilim camiasındaki bazıları, bu tartışmalı deneylerin yeniden başlamasını hoş karşılamıyor. Bazılarına göre yeni sermaye akışıyla birlikte, ölümcül şekilde mühendislik uygulanan ve daha önce görülmemiş patojen türlerinin laboratuvar ortamından kaçabilme tehlikesi artıyor; bu canlılar halka bulaşabilir veya yanlış insanların eline geçebilir. Rutgers Üniversitesi’nden Moleküler Biyolog Richard Ebright, STAT internet sitesine konuşarak, “Bu işin sunacağı muhtemel yararların, muhtemel zararlardan daha fazla olduğuna ikna olmuş değilim” diyor.

Yeni yapıyla birlikte, yayılma potansiyeline sahip bu “gelişmiş” patojen (PPP) biçimleri konusunda araştırma tasarılarının değerlendirileceği bilimsel oturumlara rehberlik edilmesi hedefleniyor. PPP’ler, yüksek oranda bulaşıcı olan ve muhtemelen insan popülasyonlarında geniş ve kontrol edilemez şekilde yayılma kapasitesine sahip, ayrıca insanlarda önemli miktarda hastalığa ve ölüme sebep olması muhtemel virüsler olarak tanımlanıyor. Araştırmacılar bu yeni süreç yoluyla sermaye bulmak için, patojen araştırmasını güvenli ve emniyetli tesislerde yürütecek kapasitelerinin ve “laboratuvar kazaları, protokol ile süreçlerdeki sapmalar ve muhtemel güvenlik ihlalleri” gibi şeylerden kaynaklanan meseleleri azaltacak yedek planlarının bulunduğunu kanıtlamak zorunda kalacaklar. Collins, The New York Times‘a şöyle söylüyor: Biz bunu sıkı bir önlem olarak görüyoruz. Bunu doğru şekilde yaptığımızdan emin olmak istiyoruz.

PEK ÇOK KIŞI IKNA OLMUŞ DEĞIL Sermaye monatoryumu, başlangıçta ABD’de yaşanan bir dizi yüksek profilli biyolojik önleme hatasından sonra

uygulanmıştı. Bu hatalar arasında, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) çalışanlarının kazara şarbona maruz kalması ve kuş gribi örnekleri üzerinde çalışılırken ölümcül bir soyun, yanlışlıkla tehlikesiz bir örneğin yerine konulması gibi hatalar yer alıyor. Yeni çerçeveyi eleştirenler, yasak ortadan kalktığı zaman bu türden kazaların kaçınılmaz olacağını ve yeni önlem ne kadar sıkı şekilde tasarlanmış olursa olsun, tüm bunlar içinde en zayıf halkanın (insanlardan kaynaklanan hatalar) değişmeden kalacağını söylüyorlar. Bu düşüncelere göre kokteylin içindeki en tehlikeli şeyler, hiç olmadığı kadar ölümcül olan tüm bu gelişmiş patojenler değil, bizleriz. Harvard T. H. Chan Kamu Sağlığı Fakültesi’nden salgın hastalık bilimcisi Marc Lipsitch, STAT sitesine şöyle söylüyor: Bir insan, virüsleri yayma bakımından bir ayrosolden daha başarılıdır.” (Ayrosol: atmosferde boşlukta kalan çok küçük parçacıklar) Benim endişelendiğim şey mühendislik yapılması değil. İnsanların yaptığı hatalar sonucunda kaza üzerine kaza gerçekleşiyor. Diğerleri, bu tartışmalı alanda bilimsel ilerleme yaşanacağı için değişimi hoş karşılıyor ve faydaların, tehlikelere ağır basacağını iddia ediyor; çünkü, doğal virüsler zaten her şekilde sürekli kendi kendilerine evrim geçiriyorlar. Diğer bir ifadeyle, laboratuvarlarda yeni yeni ortaya çıkan virüsler üzerinde çalışmayı seçsek de seçmesek de, gelecekteki salgın hastalık tehditlerine karşı hiçbir zaman tamamen korunaklı durumda olamayız. Popular Science Türkiye'de yer alan habere göre, Ulusal Biyolojik Güvenlik Bilim Danışma Kurulu başkanı Samuel Stanley, NPR internet sitesine şöyle söylüyor: Bu alanda çalışma yapan laboratuvarlar artık daha sıkı denetleniyor. Bu sayede, çok daha güçlü bir güvenlik kültürü ortaya çıkabilir. Ancak aynı zamanda, bu moratoryumun hayati araştırmaları geciktirmiş olmasından korkuyorum. Doğanın, en büyük biyolojik terörist olduğuna inamıyorum ve bizler, ondan bir adım önde kalmak için yapabileceğimiz her şeyi yapmalıyız.

Kaynak: Star gazetesinden yararlanılmıştır.


F3

GL

U2

TU

RE4

NE3 TW

O4

03

AL2

B2

The World’s No.1 Endüstri ve aras¸tırma laboratuvarları için tüm ürün grupları ve çözümlerinin yer aldıg˘ı dünyanın en büyük laboratuvar fuarı. Birinci sınıf bilimsel analytica conference, dünya prömiyerleri, gelis¸tirilen en son ürünler, özel ¸sovlar, canlı laboratuvarlar ve forumlar sizleri bekliyor! ˙Iletis¸im: Agora Turizm ve Ticaret Ltd. ¸Sti., Tel. +90 212 241 8171, ergen@messe-muenchen.com.tr

April 10–13, 2018 I analytica exhibition April 10–12, 2018 I analytica conference 26th International Trade Fair for Laboratory Technology, Analysis, Biotechnology and analytica conference www.analytica.de

SEE YOU IN

2018

RK


50

www.labmedya.com

YARADILIŞ ARTIK LABORATUVARDA Ş ANLIU RFA’D A G E R Ç E K L E Ş T I R I L E N 1 . ULUSLARARASI BILIMLER IŞIĞINDA YAR ATILIŞ KO NG R E SI’NE KATI LA N Ü SK Ü DA R Ü N I V E R S I T E S I R EKTÖRÜ PROF. DR. NEVZAT TARHAN, YARATILIŞ KO NUSUNUN I N ANÇ K ONU SU K A B U L E D I L D I Ğ I N I BELIR TEREK “YARATILIŞ KONUSU, BIR BILIMSE L KATE G O R I O LAR AK G ÖR Ü L M Ü Y ORDU . Yaratılış konusu laboratuvara girmeyen, deney ve gözlemle ilgisi olmayan bir alandı, sadece sosyal bilim deniyordu. Aslında bu, dini belli bir alana hapsetmektir. Din sadece sosyal bir alan değil, varoluşsal bir alan ve varoluşsal bir ihtiyaçtır” dedi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, varoluşun yaratılış için ikinci bir hipotez olduğunu ve bu kongreyle bilim dünyasında bu hipotezin artık teori haline dönüşmesinin kanıtlarını toplayacaklarını ifade etti. Üsküdar Üniversitesi ve Harran Üniversitesi ortaklığında Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Zelka ve Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Akan’ın kongre başkanlığında gerçekleştirilen 1. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi’nde Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yaratılışta ‘Logical Reasoning” başlıklı sunum yaptı.

DÜNYADA ILK Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Büyük Amfi’de yurt içinden ve yurt dışından çok sayıda bilim insanının katılımıyla gerçekleştirilen kongrede konuşan Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kongreyi düzenleyenlere ve katılımcılara teşekkür ederek başladığı konuşmasında kongrenin sadece ülkemizde değil dünyada da bu alanda yapılan ilk çalışma olduğunu belirterek “Neden ilk? Daha önce yaratılış konusu, inanç konusu kabul ediliyordu. Bir bilimsel kategori olarak görülmüyordu. Yani laboratuvara girmeyen, deney ve gözlemle ilgisi olmayan, sadece sosyal bilim deniyordu. Hatta din için konuşulurken din sosyal bir ihtiyaç gibi konuşuluyordu. Aslında bu dini belli bir alana hapsetmek, din sadece sosyal bir alan değil, varoluşsal bir alan. Din varoluşsal bir ihtiyaçtır. Varoluşu ve hayatın anlamını anlamak için insan var” diye konuştu.

İNSANI DIĞER CANLILARDAN AYIRAN DÖRT ÖZELLIK VAR Genetik olarak insan incelendiği zaman diğer canlılardan ayrılan dört önemli

metakognitif gen olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi: “Şu anda üzerinde çalışılan metabilişsel gen olarak geçiyor. Bu dört genin özelliği birincisi anlamlılık geni, insan dışında hiçbir canlı neden sorusu sormaz, her olaya aynı tepkiyi verir. Ama insan aynı olaya farklı tepkiler verir. Bu neden? Çünkü insanda özgür irade var ve bu anlam arayışı ihtiyacıyla ilgili. Anlam arayışı metabilişsel, metakognitif olarak insanda önemli bir özellik. Diğer özellik insanın yeniliği arama geni var. Bu yeniliği arama geni, insan bin sene önceki insanla aynı evi yapmıyor. Ama bir karıncaya ya da örümceğe bakıyorsun bin sene öncekiyle aynı. Diğeri insanda zaman kavramıyla ilgili. İnsanın genetik bir kodu var, zamanı insan dışında hiçbir canlı sorgulamıyor. Gelecekte ne olacak, çocuklarımız ne olacak diye. Dördüncüsü de ölüm bilinciyle ilgili, bunlar genetik kod. Bunlar üzerinde çalışılıyor. Böyle bir durumda din sadece sosyal bir olgudur seküler sistem bizi dini sosyal alanlara insanları rahatlatan mutlu olmasına katkı sağlayan bir alandır diyor oysa din varoluşu açıklayan, yaratılışa anlam katan bir alan.” Hakikate ulaşmakta dördüncü yol: İnançlar Hayatın anlamıyla ilgili konuların da bilimin menzili içerisinde olduğunu ifade eden Tarhan, bilimde hakikati arama davranışında 4 temel yol olduğunu kaydetti: “Birincisi deney ve gözlem, pozitif bilim, eğer bununla açıklanamazsa ikincisi akıl yütütme yöntemleri nedensellik ilişkisi, benzerlikler farklılıklar ve akıl yürütme yöntemleri. Üçüncüsü sezgiler, bazı insanlar hakikati aramada sezgilerini kullanıyorlar, sezginin nörobiyolojisi adı altında çalışmalar var. Bir hakikati buluyorlar. Dördüncüsü inançlar. İnsanlar bu üç yoldan hakikati bulamazsa inançlarla buluyor.”

DENEY VE GÖZLEMLER EVRENIN SIRLARINI ÇÖZMEYE YETMEZ Hakikati aramayı sadece deney ve gözlemlere indirgemenin evrenin sırlarını çözmeye yetmeyeceğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “O halde akıl yürütme yöntemleri de bilimin menzilinde. Neden menzilinde, teorik fizik böyle çıktı. Teorik fizikte ilk

başta parçacık fiziği olması lazım dediler nükleer fizikle uğraşanlar. Teorik olarak buldular parçacık fiziğini, MR cihazı bundan 30-40 yıl sonra çıktı. MR cihazı teorik fiziğin ete kemiğe bürünmüş hali. Akıl yürütme yöntemleri bilimin en önemli yöntemleri. Biz psikiyatride de bunu kullanıyoruz insanı analiz ederken. Logical Recening diye bir yöntem var, bu yöntem kişinin karar vermesini, dikkati koruma, çoklu dikkat, bellek, görsel hafıza, işitsel hafıza bütün bunlarla ilgili süreçleri test eden yöntemler var. Bu yöntemler yaratılışta da kullanılabilir” dedi. Mantıksal akıl yürütmede esas olanın beynin ön bölgeleri olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Beynin ön bölgesi dikkat, dikkatin yönlendirilmesi, kısa uzun süreli sabır, planlama, yargılama, tekli kontrol, düzenli olma, ayrıntıları düşünme, hatalardan ders çıkarma duyguları anlamayı düzenliyor. Elliot vakası var Amerika’da, başarılı bir avukatken 40 yaşları civarında kişilik değişimi gelişiyor. Tembelleşiyor, işe gitmemeye başlıyor, servetini kaybediyor, hayatı altüst oluyor. Daha sonra başka bir nedenle çekilen beyin MR’ında beynin ön bölgesinde mandalina şeklinde tümör çıkıyor. Tümör çıkarıldıktan sonra biraz toparlanıyor. Kişilik değişimine beynin ön bölgesindeki hasarın neden olduğu ortaya çıkıyor. Soyut düşünce, kavramsal düşünce, sembolik düşünce, bunlarla beyin arasında bir nedensellik ilişkisi var” dedi.

İNSANI BEYNI DIĞER CANLILARDAN AYIRIYOR Prof. Dr. Nevzat Tarhan, beynin bilgisayar mantığıyla çalışan bir yapısı olduğunu belirterek bunun da insanı diğer canlılardan ayıran bir özelliği olduğunu söyledi. İnsanı diğer canlılardan ayıran noktalardan birinin bu beyinsel özellik olduğunu ifade eden Tarhan, “Bu evrimi de çürütüyor. İnsan nasıl kavramsal düşünce, sembolik düşünce nasıl tesadüflerle ortaya çıkıyor. Bu fizik kanunlarına göre açıklanamıyor. Şu anda DNA gibi sebep sonuç ilişkisi kuramadıkları çözemedikleri bir alan. Bu nedenle mantıksal akıl yürüten insanda bir

beyin var” dedi. Hayvanlarda zihin teorisi olmadığını ifade eden Tarhan, “Hayvan sadece görünene inanır. Teori teorisine göre insan karşısındakinin ne düşündüğünü de anlayabilir. İnsanın akıl yürütme özelliği neden diğer canlılarda yok da sadece insanda var. İnsanın varoluşunu anlayabilme özelliğidir bu. İnsanın varoluşunu görebilmek için genetik özelliğidir bu” dedi.

EVRIM BIR HIPOTEZDIR Bilim dünyasının “Tanrıyla uğraşmak bilimsel alanın dışına çıkmaktır” diye düşündüğünü, bunun bugün de kimi çevrelerce savunulduğunu ifade eden Tarhan, “Biz şu anda bilim dünyasında bu kongreyi yaparak varoluşu yaratılış için ikinci bir hipotez olduğunu ve bu hipotezin artık teori haline dönüşmesinin kanıtlarını toplayacağız. Yani varoluş hipotezlerinden tesadüfi varoluş değil de tasarımsal varoluş olduğunu, bu tasarımın nasıl ve kimin tarafından yapılmasıyla ilgili teori haline getirmemiz gerekiyor. Şu anda evrim bir hipotezdir aslında teori değildir. Tamamlanmamış bir teoridir. Tamamlanmış yönleri de vardır ama tamamlanmamış bir teoridir. Mikroevrimin kanıt düzeyi yüksektir ama makroevrimi biz türler arasındaki evrim kanıtlanamamıştır bilimsel olarak. Türler arasındaki geçiş evrimciler şunun için çabalıyor; laboratuvarda çile çekiyorlar şu anda bir kediden köpek üretmek için. Bir türü başka bir türe çevirmek için ciddi şekilde transgenetik çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalarla tür değiştirmeye çalışıyorlar. Genetik çalışmalar bizim önümüze sürprizler çıkarabilir. Bunun için biz evrimi tartışırken bilimsel sınırlarda kalmamız lazım. Çürüteceksek tez-antitezle çürütmemiz lazım” dedi. Evrenin devam etmesi için bir kontrole ihtiyaç olduğunu ifade eden Tarhan, “Evrenin devam etmesi için dış gerçeklik lazım. Entropi yasası bile bir dış bilinç olmasından bir yaratıcı olmasından bahsediyor” dedi.


Masaüstü Güçlü Çözümler NMReady-60Pro

Gelişmiş Özellikler Çoklu Proplu Yüksek Çözünürlüklü Spectrumlar

Ergonomik Boyut ve Ağırlık Yüksek Performans

Tatlısu Mah. Erkaya Sokak Yüksel Ofis No:1 Kat:3 Ümraniye/İstanbul

www.alptek.com.tr

info@alptek.com.tr

www.alptek.com.tr


52

www.labmedya.com

MADALYON HASTALIĞI (PITYRIASIS ROSEA) NEDIR? Dr. Osman Murat Kalaycı Madalyon Hastalığı, sık görülen döküntülü bir cilt hastalığıdır. Acne Rosacea denilen ve yüzde görülen diğer Madalyon Hastalığı ile karıştırılmamalıdır. Burada bahsettiğimiz, vücutta görülen ve Pityriasis Rosea denilen hastalıktır. Bu hastalık genellikle bahar aylarında, mevsim geçişlerinde gözlenir. Herhangi bir yaşta görülebilmesine karşın 10-35 yaş arası kişilerde daha sık gözlenmektedir ve kadınlarda erkeklere nazaran biraz daha fazla görülmektedir.

MADALYON HASTALIĞI HANGI BELIRTILERLE ORTAYA ÇIKAR? Madalyon Hastalığı’nın tipik olanında, önce ‘Herald Patch’ dediğimiz bir öncül lezyon çıkar. Bu lezyon genelde gövdede, oval şekilli, ortası boş, kenarları hafif kepekli bir lezyondur.

HERALD PATCH (ÖNCÜL LEZYON) Öncül lezyonun çıkmasını takiben günler veya haftalar içerisinde daha küçük renkli, çok sayıda olan ikincil lezyonlar çıkar. Bunlar sıklıkla gövdede veya ekstremitelerin gövdeye yakın kısımlarında gözlenmektedir ve avuç içleri, ayak tabanları, yüz ve kafada gözlenmeleri pek beklenmemektedir. Hastaların genel durumları iyidir ve tek yakınmaları bazı hastalarda olan hafif kaşıntıdır.

kesin olarak gösterilememiştir. Hastalığın dönem dönem gözlenmesi, kendi kendine iyileşmesi bu hastalığı bir virüsün yapıyor olabileceğini düşündürmektedir, fakat henüz net olarak ispatlanmamıştır. Son çalışmalar HHV-7 (Human Herpes Virus 7) isimli bir virüs üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bazen kullanılan ilaçlara bağlı da Madalyon Hastalığı’na benzer bir döküntüye rastlanabilmektedir.

MADALYON HASTALIĞI BULAŞICI MIDIR? Madalyon Hastalığı’nın etkeninin bir virüs olduğu düşünülse de, bu hastalığın insandan insana bulaşmadığı varsayılmaktadır.

MADALYON HASTALIĞI’NIN SEYRI NASILDIR?

Bu hastalık kendi kendini sınırlayan, yani kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır. Fakat bu süre ortalama olarak 6-8 haftayı bulmaktadır. Bazen daha kısa, bazen ise daha uzun zaman hastalığın seyretmesi sürpriz değildir. Sıklıkla az sayıda ve kaşıntısız olan lezyonlar, kendiliğinden zamanla kaybolmaktadır. Fakat bazen ise daha yaygın, vücudun geniş alanlarında görülebilmekte, kaşıntılı olabilmekte ve çeşitli tedavilere ihtiyaç doğabilmektedir. Hastalık genelde iz ve leke bırakmaksızın iyileşmekle birlikte, bazı hastalarda açık veya koyu renkli lekeler bırakabilmektedir.

MADALYON HASTALIĞI NASIL TEDAVI EDILIR?

MADALYON HASTALIĞI NIYE OLUR? Madalyon Hastalığının etkeni henüz

Aslında kendiliğinden iyileşen bu hastalık için tedaviye gereksinim yoktur. Fakat bazı durumlarda nemlendirici kremler, kortizonlu kremler ve kaşıntı gidermek için haplar verilmektedir. Yaygın hastalıkta ise fototerapi dediğimiz güneş ışığı tedavisi ve bazı antibiyotikler verilmektedir.

YEDIĞIMIZ IÇTIĞIMIZ HER ŞEYIN REFERANS DEĞERI VAR Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, 7 yıl süren çalışmalarını bir dosyada topladı. Su dahil 32 besin öğesinin uygun tüketim miktarlarının derlendiği çalışma; sağlık profesyonelleri, politika belirleyiciler, diyetisyenler ve diğer tüm paydaşlara beslenme tavsiyelerinde bilimsel temel teşkil ediyor. Yağ, karbonhidrat, protein, vitaminler, mineraller gibi besin öğelerinin sağlıklı bir kişi tarafından düzenli olarak hangi miktarlarda tüketilmesi gerektiği ile ilgili bilgileri kapsayan verilere beslenme referans değerleri (BRD’ler) adı verilmekte. Avrupa’nın gıda güvenliği konusundaki otoritesi EFSA bünyesinde yer alan ve konusunda uzman bilim insanlarından oluşan Diyet Ürünler, Beslenme ve Alerji (NDA) Paneli, Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine o zamanki adı Gıda Bilimsel Komitesi olan kurulun beslenme tavsiyelerini yeniden değerlendirmekteydi. EFSA, 2010 yılından bu yana, 7 yıl boyunca yaptığı değerlendirme çalışmaları sırasında suyu da içeren çeşitli besin öğeleri ve enerji tüketimine dair toplam 32 bilimsel görüş ortaya koydu.

RAPOR TÜM BESIN ÖĞELERINI IÇERIYOR Hepsi ayrı birer bilimsel makale halinde EFSA’nın resmi yayınında yer alan çalışmalar, geçtiğimiz günlerde özet halinde bir araya getirilerek sağlık profesyonelleri, bilim insanları, risk yöneticileri, politika belirleyiciler ve diğer ilgili paydaşların kullanımına sunuldu. Su, yağlar, karbonhidratlar ve diyet lifler, protein, enerji, 14 vitamin ve 13 mineral hakkında bilimsel görüşlerin derlendiği 92 sayfalık özet rapor, kuruluşun internet sitesinde yayınlandı. NDA Panelinin başkanlığını yürüten Dominique Turck raporun önsözünde, her bir besin öğesi için hazırlanan görüşlerin doğrudan birbiri ardına eklenmesinin kullanışsız olacağını düşündüklerini, bu nedenle her görüşün sonuçlarını ve bunlardan türetilen tabloları içeren bu özetin hazırlandığını belirterek çalışmalarda emeği geçenlere teşekkür etti. Rapor temel bilgiler, uygulanan genel prensipler, enerji, karbonhidratlar ve lifler, yağlar, protein, su, mineraller, vitaminler hakkında beslenme bilgileri ve beslenme referans değer tablolarını içeriyor. Enerji

tablosu; farklı yaş, cinsiyet ve aktiflik gruplarındaki insanların yanında hamile ve emziren kadınların da ortalama enerji ihtiyaçlarını veriyor. Buna göre örneğin 30-39 yaşlar arasında, orta düzeyde fiziksel aktivite yapan bir kadının enerji ihtiyacının günlük 8,7 MJ ya da 2.077 kilokalori olduğu bulunabiliyor.

GÜNDE 25 GRAM DIYET LIF, 250 MILIGRAM EPA+DHA Raporda benzer şekilde farklı yaş ve cinsiyet gruplarındaki kişilerin tüketmesi gereken karbonhidrat, diyet lif, toplam yağ miktarları yanında linoleik asit (LA), α-linolenik asit (ALA), DHA, EPA gibi elzem yağ asitlerinin miktarları da veriliyor. Buna göre 18 yaş üzeri yetişkinlerin besinlerden aldıkları günlük enerjinin %45-60’ının karbonhidratlardan, %20-35’inin yağlardan kaynaklanması gerekiyor. Aynı yaş grubunda yetişkinlerin günlük olarak tüketmesi gereken diyet lif miktarı 25 gram, EPA+DHA miktarı 250 miligram. Raporda doymuş yağ asitlerinin ve trans yağ asitlerinin mümkün olduğunca az miktarda tüketilmesi de öneriliyor. Yetişkin erkeklerin günlük su tüketim gereksinimi 2,5 litre olarak belirlenirken, yetişkin kadınlarda bu düzey 2 litre. Bu su miktarına içme suyu yanında diğer tüm içeceklerle alınan ve gıdaların içerisinde bulunan su da dahil. Raporda 18 yaş üzeri yetişkinlerde günlük ortalama protein ihtiyacının 0,66 g/kg vücut ağırlığı olduğu belirtiliyor. Buna göre 60 kg ağırlığında bir insanın günlük protein ihtiyacı yaklaşık 40 grama karşılık geliyor.

BESLENME UZMANLARI IÇIN EN ÖNEMLI BILIMSEL DAYANAK Raporda günlük alım değerlerine yer verilen mineraller kalsiyum, krom, bakır, flor, iyot, demir, magnezyum, mangan, molibden, fosfor, potasyum, selenyum ve çinko olarak sıralanırken, bilimsel görüş oluşturulan vitaminler ise biyotin, kolin, kobalamin, folat, niasin, pantotenik asit, riboflavin, tiamin, A, B6, C, D, E ve K vitaminleri olarak diziliyor. Geniş içeriği nedeniyle raporun sağlık profesyonelleri, beslenme uzmanları gibi ilgili paydaşlar için en önemli bilimsel dayanaklardan biri olduğu ifade ediliyor. Kaynak: Gıda hattı



54

www.labmedya.com

GENETIK BILGI: DÜŞÜNCE GÜCÜ ILE GENLERI HAREKETE GEÇIRMEK Artık, uyuyan genlerin uyandırılabileceğini biliyoruz. “Kalıtsal” terimi, bundan 20-30 yıl öncesine kadar Kader ya da Alın yazısı ile neredeyse eş anlamlıydı. Bir kuşaktan diğerine aktarılan özellikler değiştirilemez görülmekteydi. Oysaki yetenek, büyük çabalar sonucunda elbette geliştirilebilir. Çevre ve diğer dış etkenler genlerimizin işleyişini değiştirebilir. Genetik Kodumuzda Saklı Gizemler Diğer bir mucizevi olan kısımsa; işleyiş ilkelerinin temelde aynı olmasına karşın, genlerin sonsuz sayıda kombinasyon olasılığından dolayı hiçbir varlığın birbiriyle tamamen özdeş olmamasıdır. Doğacak bir çocuk için yetmiş trilyon gen kombinasyonu olasılığı vardır. Dolayısıyla, güzel bir kadınla zeki bir adamın evliliğinden her zaman yakışıklı bir dahi doğmaz. Bu aynı zamanda sizin ne kadar eşsiz ve özel olduğunuzun da bir göstergesidir. Meseleye şöyle de bakabilirsiniz: Siz varsınız, çünkü yetmiş trilyon olasılık arasından denk gelip seçildiniz. İşte siz, bu kadar özelsiniz! Yararlı genlerinizi harekete geçirin! Japoncada, “hastalık zihinden ileri gelir” diye bir özdeyiş vardır. Başka bir ifadeyle, düşünce tarzımız bizi hasta edebilir ya da tam tersine iyileşmemize yardımcı olabilir. Bazı bilim adamları, genlerimizin ve işleyişlerinin mutlu bir yaşam sürüp sürmeyeceğimizi belirlediğine bile inanmaktadır. Bu, insanın mutluluğunun doğduğu anda genetik olarak belirlenmiş olduğu anlamına gelmemektedir. Mutluluğu yöneten genler; herkesin içinde gizlidir ve sadece devreye alınmayı bekler. Bize düşen görev, onları harekete geçirmek ve yaşantımıza fayda sağlayacak biçimde çalışmalarını sağlamaktır. Bilindiği kadarıyla; genlerimizin yalnızca %5-10’luk bir bölümü gerçek anlamda çalışmaktadır. Geriye kalanlarının ne yaptığıysa meçhuldür. O halde, nasıl yaparız da genlerimizi mutlu olmamızı sağlayacak biçimde çalıştırırız? Bu sorunun cevabı: Her günü olumlu bir tutum içinde ve dolu dolu yaşamaktır. Hayata karşı coşku dolu bir yaklaşımın, insanı başarıya götürme ve mutluluk duymaya yol açan genleri harekete geçirme olasılığı çok yüksektir. Olumlu bir tutum içerisinde, coşku dolu ve zindeysek yaşam kolay akar. Böyle bir zihinsel durum; iyi genleri harekete geçirirken, kötülerini hareketsizleştirir. Nasıl çalıştığı henüz tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte günümüzde yaygın olarak konuşulan ve benimsenen “pozitif düşünce” kavramının bu ilkeyle bağlantılı olduğu düşünülebilir. Genetik bilgi: Düşünce gücüyle genlerimizi harekete geçirebilir miyiz? Birçok insan hayata karşı olumsuz bir yaklaşım içindeymiş gibi görünmektedirler. Böyle bir yaklaşım genler açısından zararlıdır. “Fazla yememeliyim”, “fazla içmemeliyim”, “sigarayı bırakmalıyım”, “kilo vermeliyim” ve “daha iyi beslenmeliyim”… Yararlı genleri harekete geçirmeyen düşüncelere örnektir. Diğer bir deyişle, bu ifadelerde normalde bir hata olmamasına karşın; bizim için geçerli olduklarına inanmamız gereksiz gerginliğe yol açabilir ve bu gerginlik de, genlerimiz üzerinde olumsuz etki yapabilir. Sonuçta size “neyin iyi geldiği” kendinize bağlıdır. Eğer canınız bir şey çekiyorsa, yiyin. Sizi hasta etmediği sürece onun tadını çıkarabilirsiniz. Önemli olan şey; mümkün olan en fazla sayıda zararlı geni “kapamak” ve yararlı genleri harekete geçirerek, size hizmet etmelerini sağlamaktır. Bunu başarmanın anahtarıysa, düşünce tarzınızdır. Hücre ve genlerin yaşamsal gizemleri: “Açma/kapama” mekanizması Hayatımız, bir anlamda DNA’larımızda kayıtlı

olan uçsuz bucaksız bilgiye bağlıdır. Tek bir gende kayıtlı bilginin, bedenimizde bulunan altmış trilyondan fazla hücrenin her birinde kayıtlı bilgiyle birebir aynı olduğu gerçeği; bedenin herhangi bir kısmından alınacak bir hücrenin, yeni bir insan yaratmak için kullanılabileceğini ifade etmektedir. Hücre çekirdeğindeki genler, içlerinde ucu bucağı bulunmayacak miktarda bilgi depolar. Bu bilgilerin arasında, genlerin belli durumlarda nasıl çalışacağına ve çalışmayı ne zaman durduracağına ilişkin talimat da vardır. Genetikçiler bunu “açma/kapama” mekanizması” olarak adlandırırlar. Bu “açma/ kapama” mekanizmasının varlığı ise artık bir sav değil, gerçektir. Bundan kırk yıl kadar önce; Paris Pasteur Ensitüsü’nde çalışan iki iki bilim adamı, François Jacob ve Jacques Monod, genellikle bağırsaklarda yaşayan bir bakteri olan koli basili üzerinde deney yaparlarken, genlerin “açma/kapama mekanizmasına” çok benzer bir işlev keşfettiler. Koli basilinin temel besin kaynağı glikozdur. Hem laktoz hem de glikozun bulunduğu durumlarda bakteri, şaşmaz olarak ikincisini seçmektedir. Yapılan deneyde, ortama önce glikozun yanı sıra laktoz da verildiğinde bakteriler laktoza ilgi göstermedi. Bir sonraki adımda, besin kaynağı tek başına laktozdu. Bakteriler başlangıçta bir şey yemediler ancak aradan kısa bir süre geçtikten sonra laktoz tüketerek hızla çoğalmaya başladılar. Jacob ve Monod yaptıkları deneyle, bakterilerin laktoz tüketme yeteneğinin, bu maddenin ortama verilmesinden sonra mı edinildiğini yoksa hep mi var olduğunu belirlemeye çalışıyorlardı. Uzun araştırmalardan sonra, bu yeteneğin sonradan edinilmediği sonucuna vardılar. Başka bir deyişle; laktozun bozulmasını sağlayan laktaz enzimini üretme yeteneği, koli basilinin doğasında vardı. Ortamda glikoz bulunduğu sürece, enzimi üreten genin düğmesi kapalı oluyordu. Bakteri, besin kaynağı olarak sadece laktoz bulabildiğinde ve hayatta kalmak için laktozu sindirmek zorunda kaldığındaysa gen harekete geçiriliyordu. Genetik bilgi nedir? Genlerimizde kayıtlı olan ve “genetik bilgi” olarak adlandırılan bilgi, üç milyar kimyasal harfe eşdeğerdir ve basılmaya kalkılsa her biri biner sayfalık, üç bin cilt oluşturur. Bedenimizde olup biten her şey kimyasal tepkimelerin sonucudur. Yaşamı bir kimyasal tepkime olarak tarif etmek hiç de iç açıcı olmayabilir. Ama ne yapalım ki bu bilimsel gerçekliğin en iyi göstergelerinden biri de insanların kriz anlarında kazandıkları insanüstü güçtür. Kaza ya da yangın gibi acil durumlarda, kaldırılması olanaksız eşyaları kaldırabilen kişiler olduğunu duymuşsunuzdur. İlk gereklilik enerjidir. Acil bir durumda, o zamana kadar hücreye elli kiloyu kaldırmaya yetecek kadar enerji üretmesini emretmiş olan genler, enerjinin iki katına çıkarılmasını buyurur. Aslında her bir yaşam süreci, belli bir durumla uğraşmaya yönelik kimyasal tepkimelerin sonucudur. “Yaşamak” bu anlama gelir. Düşünün ve genlerinizi harekete geçirin! “Olumlu” ve “olumsuz” düşünme kavramları bize artık öylesine tanıdık gelmektedir ki; “olumlu düşün” ifadesi gündelik dilimizin adeta bir parçası halini almıştır. Ancak, yaşamda hem iyi hem de kötü şeyler vardır. İşler ters giderken, olumlu bakışı yitirmemek her zaman kolay değildir. İki kavram arasında ki farkın açıklığa kavuşmasına yardımcı olmak üzere “olumlu” ve “olumsuz” düşünmeyi entropi bağlamında karşılaştıralım. Suyla dolu bir küvete bir damla mürekkep eklerseniz ne olur? Mürekkep derhal suyun içinde yayılmaya başlar. Peki, neden

bir noktada toplanıp orada kalmaz? Bu olayın altında derin bir açıklama vardır. Fiziksel alemde, düzensizliğe doğru doğal bir eğilim olduğu düşünülür ve bu eğilim “artan entropi” yasası olarak bilinir. “Artan entropi” yasası, sadece mürekkep için geçerli olmayıp; bütünüyle madde alemini ilgilendiren bir yasadır. Genler ansızın bütün hızlarıyla çalışmaya başlasalardı, bu hemen ölmeleri anlamına gelirdi. Çünkü fazlasıyla yıpranırlardı. Oysa normal koşullarda genlerimiz, bizi hayatta tutmak ve bedenimizdeki entropinin artmasını önlemek için çalışmaktadır. Buna “entropi azalması” denir. Entropi ilkesini olumlu ve olumsuz düşünme kavramına uyarlarsak; olumlu düşünmenin entropi azalmasına, olumsuz düşünmenin ise entropi artışına yol açtığı kabul edilebilir. Daha açık bir ifadeyle; neşe, heyecan, inanç ve dua gibi olumlu etkenler, yararlı genlerde bulunan belgeleri faal hale getirirken; kaygı, gerginlik, korku ve ağrı gibi olumsuz etkenler aynı belgeleri hareketsizleştirmektedir. Bedenimizdeki muazzam sayıdaki genin yalnızca %5-10’u işlev görmektedir. Bilim adamları, geri kalan genlerin ne yaptığı hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Onlar, içlerinde belki insan evriminin tarihini, belki de insanın gelişimini sağlayacak gizli gücü saklamaktadır. Ve biz onların ne olduklarını henüz bilmiyoruz. Vücudumuzda, genlerimizde yazılı olmayan hiçbir şey gerçekleşmez. Ne mutlu bize ki genlerimizin önünde sayısız seçenek bulunmakta; kullanılmayan genlerin büyük bir yüzdesi kendi kendilerini sağaltma gücünü elinde tutmaktadır. Bu yüzden genlerimizin şu anda bize söyledikleri, en son söyleyecekleri sözler değildir. İyi genler her an devreye girip, kötü genler de devreden çıkabilir. Bizi hasta eden genlerimizin yanı sıra, hastalığı bastıran genlere de sahibiz. Hem kansere yol açan hem de kanseri engelleyen genler olduğu kaydedilmektedir. Bunlar birlikte var oldukları sürece, denge korunmaktadır. Bu durum diğer hastalıklar için de geçerlidir. Önemli olan dengedir. Genlerimiz biz düşünmeye başlamadan harekete geçer Kendimizle, farkında bile olmadan konuşuruz. Endişeliysek, olumsuz bir bakış açısıyla düşünür ve düşündüklerimizi uygularız. Öte yandan güneşli bir sabah gezintisi, “Ne güzel bir gün!” Kendimi çok iyi hissediyorum!” diye haykırmamıza yol açabilir. O anda hücrelerimiz bu çığlıktan yarar görmektedir. Önce günışığını görsel olarak kaydedip, beynin bu mesajı bütün vücudumuza iletmesini beklememiz gerekmez. Dışarı adım atar atmaz, hücrelerimiz güzel havaya yanıt verir ve harekete geçer. Hücreler, beyinden gelen talimata göre hareket etmelerine rağmen, aynı zamanda bağımsız bir organizmadır. Bu, “açma/ kapama” mekanizması üzerinde düşünülürken, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Gerçek yaşamda, hepimizin sağlıksız ya da enerji yüklü olmadığı zamanlar vardır. İş hayatında sorunlarla karşılaşabilir ya da başkalarıyla ilişkilerinizde zorlanabilirsiniz. Böyle zamanlarda karamsarlığa kapılmamak oldukça güçtür. Size enerji veren genlerinizi harekete geçirin! Kendinizi bu duygudan nasıl kurtarabilirsiniz? Size enerji veren genlerinizi harekete geçirerek… Bunu nasıl yapacağınızı, yaşayarak kazandığınız bilgelik sayesinde keşfedebilirsiniz. Bu yolda atılacak en önemli adımlardan birisi coşkulu olmaya çalışmaktır. Eğer yaşadığınız anda coşkunuzu arttıracak bir şeyler bulamıyorsanız, sizi derinden

heyecanlandırmış olan geçmiş bir anı düşünün. Coşku; sevinç ve heyecan karışımı bir duygudur. Coşkulu olmak, aynı zamanda gençliğin ve uzun yaşamanın yollarından biridir. İnsanlar, duygulandıkları zaman genellikle ağlarlar. Güçlü duygular gözümüzden yaş getirir ancak, fizyolojik olarak bu genlerin ortaya çıkardığı bir durumdur. Ve zihnimizin, genlerimizi nasıl etkilediğinin bir göstergesidir. Ağlayacak kadar heyecan duymak güzel bir şeydir. Üzüldüğümüz zaman ise, güzelce ağlamak bizi rahatlatarak kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Kendimizi iyi hissetmemiz, iyi genlerimizin harekete geçtiğinin işaretidir. Uzun ve dolu dolu bir ömür sürdürebilmek için; kalbinizin derinliklerinden gelen, içten duygular uyandıran işlerin ve ilişkilerin peşinden gitmek önemlidir. Yetenek her yaşta ortaya çıkabilir Genlerin harekete geçirilmesinde üç etken vardır. Genin kendisi, çevre ve zihin… Dahi: Kendisine, geçmiş kuşaklardan miras kalan genleri bir etkiyle aniden harekete geçmiş kişidir. Tüm insan ırkının gizil gücü, bireyin genlerinde saklıdır. Bu yüzden, olağanüstü yeteneklere sahip analar ve babalar, kendileri kadar iyi olmayan çocukları karşısında hayal kırıklığına uğramamalıdır. Ne kadar yaşlanmış olursak olalım, hayatımızın herhangi bir döneminde gelişme gösterebiliriz. İçimizde bir şeyler başarma tutkusu ve enerjisi varsa, her şey mümkündür. Başarıya ulaşmanın önündeki tek engel “ben bunu yapamam” düşüncesidir. Gizli yetenekleri geliştirmeye başlamanın “erken” i de yoktur. “Doğum öncesi eğitim”, anne adayının bilinçli olarak iyi müzik dinlemesini, iyi kitaplar okumasını, sanata eğilmesini ve doğmamış çocuğuna sevgiyle seslenerek, eğitmesini içerir. Bu eğitim; cenin için zararlı sayılan, olumsuz duygular uyandıran şeylerden kaçınmayı da kapsar. Doğanın hedefi çeşitliliktir. Ne, yüksek IQ’lu insanların birbiriyle evlenmesi önemlidir, ne de daha düşük IQ’lular arasındaki evlilikler… Olasılıklar her durumda eşittir. Herkes, içinde uyuyan muhteşem yetenekleri geliştirebilir. Yapmaları gereken tek şey, genlerini harekete geçirmeyi öğrenmektir. Uykudaki genler, yeni bir çevreyle karşılaştıklarında aktif hale gelebilir ve sanki bu fırsatı bekliyormuş gibi hemen işe koyulurlar. ‘Tutumunuzu verin ve kendinizi verin!’ Yeni bir çevrede bulunan herhangi bir uyarıcı, kişide ani bir başkalaşım yaratabilir. Japonlar: “tutumunuzu değiştirin ve kendinizi verin” derler. Kafa yapısının bu şekilde değiştirilmesi, varlığından haberdar bile olmadığımız genleri uyandırabilir. Zaman zaman normal yaşantınızın dışına çıkıp; size kimlerin, nerelerde, neler sunduklarına bir bakın. Eğer çevrenizin ve etkileşim halinde olduğunuz insanların hiç dışına çıkmaz, hep aynı yerde kalıp, hep aynı şeyleri yaparsanız, bakış açınız da dahil olmak üzere; her şey aynı kalacaktır. Hem zihinsel hem de bedensel olarak canlanmak için alışkanlıklarınızdan düzenli aralıklarla silkinin. Çevre değişikliği, yeni şeyler görmenizi sağlayarak, size yeni bir hayatın kapılarını açabilir. Dolu dolu ve mutlu bir yaşam için zihnimizi kullanarak, genlerimizi harekete geçirmeliyiz. Yeni şeylerle, yeni bilgilerle, yeni çevrelerle karşılaşmak “kapalı” genlerin harekete geçirilmesi için mükemmel fırsatlardır. Gelişim ve büyüme için alıştığımız kalıpların dışına çıkmak, farklı düşünce biçimlerini benimsemek ve her zaman yaptıklarımızın dışında bir şeyler yapmak önemlidir. Yazar: Figen Karaaslan Kaynak: indigo * Dr Kazuo Murakami’nin Genlerinizi Uyandırın isimli kitabından alıntılanmıştır.”



56

www.labmedya.com

BÖCEKLERIN KAYBOLMASINDAN NEDEN ENDIŞE ETMELIYIZ? Plos One adlı derginin yayımladığı bilimsel incelemeye göre 30 yılda böcek nüfusunun yüzde 80’i kayboldu. Durumun kaygı verici olup olmadığı sorusunun yanıtını uzmanlarda aradık. Tozlaşmacı böceklerin azalmasının sonuçları Bernard Vaissière (Ulusal Tarım Araştırmaları Enstitüsü İNRA’da araştırmacı, tozlaşma ve yaban arısı uzmanı) Almanya’da son otuz yılda korumalı alanlardaki böcek nüfusunun azalması, daha genel ama pek de iç açıcı olmayan şekilde 2006’dan beri Avrupa’da görülen olayı açığa çıkarmıştır. Herkesin arı topluluklarının kaybından haberi vardır. Arıcılar tüm dünyada on yıldan beri her yıl bu olayla, sadece sert kış aylarında değil tüm yıl boyunca (arı topluluklarının çökmesi belirtisi) karşı karşıyadır. Burada söz konusu olan arıcılar tarafından yetiştirilen ve izlenen tek bir türdür. Gerçekten Fransa’da arı deyimi 900’den fazla türü kapsar. Bunların Fransa’daki nüfusları kurbağagil, sürüngen, memeli ve kuşların toplamının türlerinden daha fazla türe sahiptirler. Bunların Fransa’daki durumları pek iyi bilinmez ama Doğa’nın Korunması için Uluslararası Birlik’in (UICN) kırmızı listesinde ve Avrupa düzeyinde bu türlerin yüzde 14’ü tehlike altında ya da kaybolmakta iken türlerin yüzde 56’sı yeterli veriden yoksun görünmektedirler. Peki, neden kaygılanmalıyız? Sorun gıda güvenliğidir. Çünkü tozlaşma için böceklere gereksinme duymayan ekimler dünya ölçeğinde beslenmemizin üçte ikisini oluştururlar: Buğday, mısır, pirinç gibi tahıllar, ne patates, ne pancar, ne şeker kamışı üretimleri için hayvanlara gereksinme duyarlar. Ama bu temel besinleri her gün yemek sonuçta tatsız ve sıkıcı bir beslenmeye yol açacaktır ve ayrıca dengesizdir. O halde, kalan yüzde 30 sağlığımız ve yaşamda kalmamız için önemlidir. Bağların meyveleri, kavun, kabak ya da çilek gibi bostancılık ürünleri, ayçiçeği (ve palm ağacı) gibi yağlı kültür bitkileri ya da proteinliler (baklagil) ya da meralık sebze türü tohumluklar (yonca, kaba yonca) ve esasen sebzelerimizin hepsinin (lahana, turp, havuç, pırasa, soğan) üretimleri böceklerin tozlaşma işlevine bağlıdırlar ve tozlaşma sağlayan böceklerin beslenmemiz üzerindeki tıbbi etkileri ünlü tıp dergisi The Lancet’te açıkça gösterilmiştir. Ayrıca çevremiz üzerinde etkileri de. Çünkü arıların azalması sadece ekimlerle ilgili değildir. Avrupa’da bitkilerin yüzde 75’i böceklere bağlıdır, yani eşeyli üretimleri ve gelişmeleri de. Çiçekli bitkilerin yüzde 80’inin kaybolduğu bir dünya düşünülebilir mi? Kekiksiz, lavantasız, biberiyesiz bir Provence (Fransa’nın güney doğusunda, Akdeniz kıyısında lavantasıyla ünlü bir vilayet) ya da katırtırnağı olmayan bir İspanya düşünülebilir mi? Sadece buğdaygillerin olduğu bir manzarayı seyretmek zorunda kalmayacağımızı ümit ediyorum. Çünkü başka bir inceleme arıların azalmasıyla, 2006 yılından itibaren böceklerle tozlaşan çiçekli bitkilerin rüzgâr ya da tek başına ve birlikte tozlaşan bitkiler lehine azalacağını göstermiştir. Fransa’da 2016 yılında “Fransa, Tozlaşmanın Toprağı” adlı ulusal bir eylem planının uygulanması bu gerilemeyi tersine çevirmeyi amaçlar. Böcek nüfusunun azalması karşısında, görevin genişliği ve katedilecek yol daha iyi anlaşılır. Kamu yetkililerinin bilinçlenmesinin beklenen amaçlarla örtüşeceğini temenni edelim. Çocuklarımız ve onlara bırakacağımız dünya için bu önemlidir.

AVRUPA POLITIKALARININ YETERSIZLIĞI Jérôme Murienne (Biyolog, CNRS’de araştırmacı, Biyoçeşitlilik incelemelerinde moleküler biyoloji uzmanı) İnceleme bir kez daha bomba etkisi yarattı. İncelenen gruplar ve coğrafi ölçek farklı olsa da, biyoçeşitlilikle ilgili son incelemelerle aynı sonuca ulaşıyorlar. Yakın zamanda “kitlesel kayboluşlardan” söz edilirken, şimdi “biyolojik yok oluş”tan söz ediliyor. Tabii, birçok ekosistem hizmetlerinin gerçekleşmesi için böcekleri korumanın önemi üzerine çok fazla kanıt ileri sürebiliriz. Bu yıl yayımlanan biyoçeşitllik ve ekosistemik hizmetler için hükümetlerarası platformun ilk raporu çoğu tozlaşma sağlayan böceklerin kaybolma tehditlerini ve bunun küresel tarım için ekonomik ve toplumsal sonuçlarını gözler önüne sermiştir. Ama böceklerle ilgili tükenme çözümlemesinin parmak bastığı nokta daha da önemli. Sadece korumalı alanlarda gerçekleştirilen inceleme çevre korumaları konusunda Avrupa politikalarının uyumsuzluğunu gösteriyor. 1992’den beri, “habitat” direktifi hayvan topluluğunun korunması için Avrupa mevzuatının temel taşını oluşturur. Avrupa Komisyonu’nun son raporu da bu konuda Fransa’nın gecikmesini gösterir: Natura2000’in (Koruma alanlarının Avrupa ağı) kapsadığı toprakların sadece yüzde 12,7’si koruma altındayken Avrupa’da bu oran yüzde 18,1’dir. Bununla birlikte, korumalı alanlarda bile, biyoçeşitlilik tehlike altındadır ve küresel değişikliklere neden olmaktadır: İklimsel değişiklik, tarımsal yoğunluk ve tarım ilacı kullanımı. Yaşama alanlarının korunmasını biyoçeşitlilikten ayırarak, “boş ekosistemlere” ulaşma riskini almaktayız. Bu çevrecilerin bildiği bir olay olup en önemli çevre işlevlerinin sağlanmadığı durumdur; yani tozlaşma, tohumların dağılması, maddenin çözülmesi… Toprakla ilgili kapsamın aksine, 2000 yılı su çerçeve direktifi su kitlelerini değerlendirir ve omurgasızların, balıkların biyoçeşitliliği hakkında doğrudan göstergeleri ölçer. Her topluluğun değişikliği “çok iyi”, “iyi”, “orta”, hatta “çok kötü” ekolojik durumlardan geçebilir. Çevrenin korunmasının şu kadar hektar korumalı alan ya da uydularla ölçülen şu kadar yüzde orman alanı olarak ölçülemeyeceği açıktır. Biyoçeşitliliğin zamanla ortaya çıkacak eğilimleri hakkında yerinde yapılacak ölçülmüş verilere çok gereksinmemiz vardır. Bu amaçla, böcek toplulukları (karasal ya da sularda) standart yöntemlerle örneklenmeli ve çevresel değişikliklere karşı yanıt verilmeli, böylece ekosistemlerin “sağlık durumu” hakkında tutarlı bilgiler sağlamalıdır.

İNSANLIK MIRASINA BIR KAYIT Henri-Pierre Aberlenc (Böcekbilimci ve sınıflandırma bilimcisi, tropikal böcekler uzmanı) Böceklerin kaybolmasından neden endişe etmeliyiz? Fransa’da bilinen böcek sayısı 40 bin 800, dünyada 1 milyon. Henüz kayda geçmemiş olanlarla birlikte bu sayıların Fransa’da 46.000, dünyada da 4 milyon olduğunu söyleyebiliriz. İnsanları sokan tahripçiler sadece bir azınlık. Kuzey ülkelerinde kaybolanlar böcek nüfusudur; türler değildir. Böceklerin çoğunluğu halen mevcuttur ama kimileri kaybolmuştur, kimileri yok olma eşiğindedir. Toptan yok olma evresi gelecektir (tropikal bölgelerde gerçekleşmekte). Bu

böcek nüfuslarının çökmesi belirtisidir (BNÇB). Bu paradigmanın ana akım bilim ve kamu tartışması içine girmesi iyidir. Ama bu olayın 1970’ten beri birkaç ve 2000’li yıllardan itibaren de çoğu böcek-bilimci tarafından bilindiği açıktır! 2008 yılında, böcek nüfusunun 1950 yılından beri azaldığını ve 1990 yılından beri çöküş içinde olduğunu ve kovan arılarının azalmasının anlaşılmasının ise sadece BNBÇ bağlamında özel bir olay olduğunu yazmıştık. Bu tehditlerle dolu bir felaket midir? Çok sayıda türle ve çok daha fazla sayıda popülasyonuyla, böcekler doğada her yerde, tüm yaşam alanlarında (habitat), tüm besin zincirlerinde bulunurlar. Böcekler bitkileri düzenlerler, tozlaşmayı sağlarlar, dışkı ve ölüleri temizlerler, yırtıcılardır ve diğer böcekleri asalaklaştırırlar ve böylece nüfuslarını denetlerler ve birçok omurgalıya besin sağlarlar. Toprakların doğal verimliliği temelinde olan organik maddenin ayrıştırılması (çürümesi) ve yeniden kazanılması konusundaki işlevleri çok önemlidir. Avustralya’da, sürü hayvanları sömürgeciler tarafından getirilir ve bokböceği olmadığından meralar dışkılar nedeniyle kaybolur ve sinekler öyle çoğalır ki sorunu çözmek için bokböceği meralara getirilip bırakılır. İşgalci türlere karşı en iyi mücadele doğada karşı karşıya olan böcekleri bir araya getirmektir. Tozlaşmayı sağlayan böceklerin gerilemesi (arı ve diğer böcekler) ekilen birçok bitkiyi de önemli ölçüde etkiler. BNÇB böcek yiyen kuş nüfusunu da etkiler (kırlangıç, keçisağan, gri keklik). Yırtıcı böcek ve asalaklar tarafından tahripiçilerin doğal düzenlenmesi önemlidir ve tarıma sağlanan bu hizmetler olmazsa zarar daha da fazla olacaktır. Böcekler doğal zincirin önemli halkası olduğundan, BNÇB bunları önemli ölçüde etkiler ve düzenlerini bozar. Sonuçlar denetlenemez hale gelebilir ve yaşam niteliği, beslenme ve insan sağlığı için ağır olabilir. Eğer yarın bir kelebek uçmazsa dünya için çok büyük kayıptır! Böcekler insanlık mirası hanesine estetik düzlemde yazılmalıdır. Güzellikleri, biçimlerinin çeşitliliği, renkleri 48 yıllık böcekbilimcilik sonrası bile beni heyecanlandırıyor! Evrim milyonlarca tür içinde etkili uyum türleri yarattı ve bu bizim yaratabileceğimiz kapasitenin çok da ötesinde. Bu genetik, harika bir mirastır, biyokimyasal, morfolojik, duyumsal ve davranışsal bir başarımdır, bilim için tükenmeyen bir keşif damarıdır. Böyle bir mirası kayıtsızça yok etmek büyük bir cahilliğe, nitelenmesi zor bir barbarlığa ve çocuklarımıza karşı inanılmaz bir sorumsuzluğa bağlıdır.

BESIN KAYNAKLARIMIZIN YÜZDE 35’I Gilles Lanio (Fransız Arıcılar Birliği UNAF Başkanı) ve Henri Clément (UNAF Genel Sekreteri) G.L.: Bu Alman incelemesi durumun ağırlığını gösteriyor ve söz hafif kalıyor. Böceklerin yüzde 80’i son 30 yılda kayboldu. Bu hızlı çöküş önemli bir felaketle sonuçlanabilir. Böcekler beslenme zincirinin önemli bir halkası olduğundan, tarımsal uygulamalar bunun sorumlusu olarak gösterilmektedir. Fransız arıcılar arılarını yaşayan arılarla yeniden oluşturmasalardı, kovan arıları kırlarımızdan son on yılda tümüyle kaybolmuş olacaklardı! Gerçekten, her yıl ülkede bulunan 1.200.000 kovandan 300.000’i kaybolmaktadır. Biyologlara göre yüzde 30. Genelde 3-4 yıl yaşayan, bazen de 5 yıl yaşayan arıbeyleri şimdi her iki yılda yenilenmelidir. ABD’de bu

her yıldır! Bununla birlikte, 1996’dan itibaren, Fransız arıcılar alarm zilini çaldılar ve tarım ilaçlarını işaret ettiler, özellikle nörozehirli olan neonikotinoidleri… Gaucho, Cruiser’ları… Bunlar ayçiçeği zamanında çiçek toplayan arıların kaybolmasından, bahar ve kış aylarında büyük ölçüde arı topluluklarının ölümüne yol açmaktan sorumludurlar. Çok az insan bu sorunla kendini alakalı hisseder ve tarım-kimya sanayinin devleri, lobiciliğin düzenbazları ve alışkanları karşısında bilimsel, medyatik ve hukuksal alanda, özellikle Fransız Arıcılar Birliği’nin yürüttüğü mücadele çok zordur. Bununla birlikte, bugün neonikotnoitlerin arıları öldürdüğü saptanmıştır ve çevreci dernekler, bilim insanları, seçilmişler ve vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu arıların geleceğinden endişe duymaktadırlar ve ilgilenmektedirler. Çünkü yararlı olduklarını bildikleri kadar vazgeçilmez olduklarını da bilmektedirler. Çevrenin gerçek nöbetçileri olan arılar ne yazık ki çoğu kez bize ekosistemlerin hızla ve kaygı verici şekilde bozulduğunu haber vermektedirler. H.C.: Arılar insanlar tarafından tüketilen ya da kullanılan bal, arı sütü, polen, balmumu, arı reçinesi ve hatta zehir gibi maddeleri üreten böceklerdir. Sadece bitkilerden kaynaklanan, doğal ve gerçek olan, birçok öğeyle zengin olan bu ürünler sağlık ve esenliğimiz için çok yararlıdır. Ama bugünün meydan okuması başka yerde gizli. Dünya genelinde en yetkili ve tanınan bilim insanlarına göre gıda kaynaklarımızın yüzde 35’i tozlaşma sağlayan böcekler tarafından sağlanmaktadır. Bu kaynaklar gıda çeşitliğimizin yüzde 65’ini temsil etmektedirler. Her şeyin finans konusu olduğu bir dünyada yaşadığımızdan, bu dünyanın 153 milyar dolarlık bir piyasa olduğunu ve bu miktarın yalnızca Fransa için 3,5 milyar olduğunu söyleyelim. Ayrıca biyoçeşitlilik ve tohum üretimi konusununa girmiyoruz. Birçok insan pırasa, havuç, soğan ve arı arasındaki bağı bilmez. Bu sebzeleri tüketebilmek için tohuma sahip olmak gerek ve bu tohumlar eğer uzman şirketler bunları çiçeklendirirse ve arılarda bunları tozlaştırırsa elde edilir. Ama bu tozlaşma hizmetini sağlamak için, kovan arıları yalınız değildir. Topraklarımızda binden fazla yabani arı türü vardır ve yüzde 20’si topluluk şeklinde, yüzde 80’i yalnız yaşarlar, dolayısıyla nazik ve kırılgandırlar. Yaban arısı, eşek arısı, sinek, kınkanatlılar, kelebekler, uğurböceği gibi diğer birçok böcek de çok önemli rol oynarlar ve kimilerinin rolünü başkası yerine getiremez. Çünkü sadece bir tek tür bitkiyi tozlaştırırlar ve birinin yaşamı diğerine bağlıdır. Eğer bir bitki kaybolursa, böcek de kaybolur. Böcek kaybolursa, bitki de hemen kaybolur. Sonuçta, yapılan birçok incelemeye göre tozlaşmanın en iyi durumda olması kovan arılarının ve yabani böceklerin arasındaki sinerjiye bağlıdır. Herkesin yararı için, Avrupa’nın tarımsal ilaç girdilerini azaltmak için güçlü önlemler alması ve tehlikede olan varlığımızı, mirasımızı, böcek dünyasını koruması gerekmektedir. [L’Humanité’teki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir] Alıntı: Sendika.org



58 MEP HI Y ETK I L I L E R I , ÜNI VERSI TENI N KU RUL U ŞU NU N 7 5. YIL D ÖNÜ M Ü MÜNASEBETI Y L E B U GÜN U L U SL AR A R A S I H ABER AJ ANSI 'N D A DÜ ZEN L ENEN BA S I N T OP LA NTI SI ND A , " D Ü N YA YENI B I R F I Z I K B I L I M I N I N EŞ I ĞI N D E D U RUY O R " A ÇI K L AM ASI ND A B U LUND U ...

Rusya Ulusal Nükleer Araştırmalar Üniversitesi (MEPhI) yetkilileri, üniversitenin kuruluşunun 75. yıldönümü münasebetiyle Bugün Uluslararası Haber Ajansı'nda düzenlenen basın toplantısında, "Dünya yeni bir fizik biliminin eşiğinde duruyor" açıklamasında bulundu. Sputnik’in haberine göre MEPhI Nükleer Fizik ve Teknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı Georgiy Tihomirov, modern eğitimin bilimsel araştırmayla ayrılmaz şekilde bağlantılı olduğunu vurguladı. Tihomirov, "Yeni bir fizik biliminin eşiğindeyiz" ifadesini kullanarak, yeni enerji kaynakları, uzay ile ilgili tahminler, “toleranslı” nükleer yakıt ve “nükleer santrallerin dijital ikizlerinin” söz konusu olduğunu belirtti.

UZAY IŞINLARI İNCELENECEK Tihomirov, kara ve uydu bazlı bağlı MEPhI ekipmanının uzay-fizik kompleksinin

www.labmedya.com

"DÜNYA YENI BIR FIZIK BILIMININ EŞIĞINDE DURUYOR" verilerine dayanılarak yapılan güneş aktivitesinin manyetosfer ve atmosferdeki süreçler üzerindeki etkisiyle ilgili bilimsel araştırmalar üzerinde durdu. Tihomirov'un sözlerine göre, PAMELA spektrometresinin ve yıldırım anomalilerini tespit mekanizması olan URAGAN müon hodoskopunun verilerine dayanarak heliosfer, manyetosfer ve atmosferdeki durumun izlenip tahmin edilmesiyle ilgili bir teknoloji geliştirilecek. Ayrıca MEPhI'de uydu ve kara detektörleriyle uzay ışınlarının incelenmesi için çok amaçlı bilimsel kompleks kurulacak.

CERN'DEN CANLI YAYIN Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi'nden (CERN) yapılan canlı yayına katılan MEPhI ATLAS Grubu Başkanı Anatoliy Romanyuk, MEPhI'nin ATLAS projesine sağladığı büyük katkıya dikkat çekti. Romanyuk, "Higgs bozonunun keşfedildiği Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'ndaki en büyük deneylerden biridir. Bu keşif, temel

parçacık fiziği alanında birikmiş olan tüm bilgileri bir araya getiren Standart Model (SM) tahminlerinin deneysel doğrulamasını tamamlamıştır. Ancak bu keşif, sadece buzdağının görünen kısmı, modelle ilgili çok sayıda soru işareti bulunmaktadır" ifadelerini kullandı. ROSATOM İLE YAKIN İŞBİRLİĞİ MEPhI Rektörü Mihail Strihanov, üniversitenin finansal çıkarlarının üçte ikisi yurtdışında ve üçte biri yurtiçinde bulunan devlet şirketi Rosatom ile yakın işbirliği içinde bulunduğunu belirterek üniversitenin eğitim ve bilim faaliyetlerini işverenin isteği üzerine yapması ve eğitim sürecini diğer ülkelere taşıması gerektiğini söyledi.

SOSYAL VE DUYGUSAL YAPAY ZEKAYLA SANAL AKTÖR Geride kalan 75 yıl boyunca, MEPhI kendi araştırma ve geliştirme faaliyetlerini önemli ölçüde çeşitlendirip yalnızca uluslararası işbirliği bakımından değil,

aynı zamanda disiplinler çerçevesinde de daha açık hale gelmiştir. Bugün üniversite, geleneksel alanlarla doğrudan ilgisi olmayan aktüel görevleri aktif biçimde üstlenmektedir. “Duygusal yapay zeka”, “akıllı şebeke” isimli enerji şebekeleri, biyotıp MEPhI'nin geliştirmeye hazır olduğu alanlardan sadece bazıları. MEPhI'ye bağlı Entellektüel ve Sibernetik Sistemler Enstitüsü'nün Bilimsel Yöneticisi Aleksey Samsonoviç, MEPhI'nin sosyal ve duygusal zekâ elemanlarıyla “sanal aktör” yaratmaya çalıştığını belirtti. Öte yandan basın toplantısında konuşan MEPhI Lazer ve Plazma Teknolojileri Enstitüsü Müdürü Andrey Kuznezov, enerji ve ışın demeti teknolojilerinin yeni prensiplerinden bahsederken, MEPhI Biyotıp Mühendisliği Fizik Enstitüsü Müdürü İrina Zastoberskaya ise ilaçlarla ilgili yeni vektörleri ve ulaşım araçlarını ayrıntılarıyla anlattı. Kaynak: Odatv

SIHIRBAZ YAPAY ZEKA SIHIRBAZLARIN INSAN PSIKOLOJISINI KULLANARAK YAPTIĞI BAZI NUMARALAR, TEKNOLOJI ILE TAKLIT EDILEBILIR HALE GELDI...

Bir grup araştırmacı yapay zekanın bir sihirbazlık numarası yapıp yapamayacağını denemişler. Sihirbazların çok kullandığı iskambil kartı ile zihin okuma numarası, bu sefer teknoloji yolu ile gerçekleştirilmiş. Bu numara beyin dalgaları okuma ve gizli kameralar kullanmadan yapılmış. Londra'daki Queen Mary Üniversitesi'nde gerçekleştirilen deney şöyle gerçekleşmiş: Zihin okuma deneyinde insan bir sihirbaz bir kişiye üzerinde bir kelime ve bir imaj

olan iki kart setinden toplamda sekiz kağıt seçtiriyor. Kartları alan kişi bunların arasından bir imaj ve bir kelime kartı alıp kalanları sihirbaza göstermeden geri veriyor. Sihirbaz seçilen imaj ve kelime kartlarını tahmin etmeye çalışıyor. Ama burada asıl numara psikoloji ve telkin kullanarak sihirbazın kendi istediği kartları karşısındakine çektirmesi üzerine kurulu. Yapay zeka tarafında ise benzer bir yöntem kullanılmış. Geliştirilen algoritma birbiri ile alakalı bir dizi imaj ve bir dizi

kelime seçmiş. Tematik kategorilerden oluşan bu diziler oyun kartlarına basılmış. Numara uygulanacak kişi bu kart grupları arasındaki ilişkileri bilmeden kafasına göre imaj ve kelime kartları seçiyor. Ama kişinin bilmediği şey ise kart çektiği destelerin yapay zeka tarafından özel karıştırma teknikleri ile düzenlenmiş olması. Yapay zeka seçilmiş olan kartların arasından kişilerin bağlantı yapacağı kartların olasılık tahminini yaparak, en yüksek çıkabilecek kartları hesaplıyor ve yüksek ihtimalle de doğru bilebiliyor.


ÖNCÜ BİR GELİŞME Numune Hazırlığı Olmadan GC Analizleri • • •

Kullanımı Kolay Düşük Deteksiyon Limitleri Zaman Tasarrufu

GERSTEL Twister®, Stir Bar Sorptive Ekstraksiyonu (SBSE) temeline dayalı sulu matrislerden organik bileşiklerin etkili bir şekilde ayrılması sağlar. SBSE, daha fazla sorbent içerdiğinden ve etkin karıştırma sayesinde çok daha fazla analitin numuneden ayrılmasını sağlayarak SPME'den 100 kat daha fazla duyarlıdır. Twister geleneksel bir manyetik karıştırma çubuğu gibi görünebilir, ancak su, vücut sıvıları veya içecekler gibi numuneleri karıştırırken, absorbe olur ve organik bileşikleri sorbent kaplamasının içinde konsantre hale getirir. Çok sayıda örnek, aynı anda, çoklu pozisyonlu karıştırma plakaları kullanarak, yüksek verimlilik ve doğrulukla analiz edilebilir. Yoğun iş gücü gerektiren örnek hazırlama adımları ortadan kaldırılmıştır. Analitler tipik olarak Twister'dan termal desorpsiyon kullanarak ayrılırlar. SBSE adımı tamamlandığında, Twister bir Termal Desorpsiyon Ünitesi TDU'ya veya Termal Desorpsiyon Sistemi TDS'ye aktarılır. Daha sonra konsantre organik bileşiklerin termal desorpsiyon ve GC/ MS tayini, entegre yazılım kontrolü altında tek bir entegre sistemde gerçekleştirilir. Çoklu-desorpsiyon modu kullanarak, birden fazla Twister desorpsiyonu, her GC/MS çalışması için gerçekleştirilebilir ve sonuçta daha yüksek hassasiyet ve düşük deteksiyon limitleri elde edilir. Uçucu olmayan, polar veya termal olarak kararsız bileşikler TwisterBackExtraxtion TBE kullanarak bir solvent ile LC / MS ile belirlenmek üzere ekstrakte edilebilir. Twister, tat, koku ve parfüm endüstrileri başta olmak üzere poliaromatik hidrokarbonlar ve pestisitler gibi çevreye zararlı maddelerin tespitinin yapılması gibi çok farklı uygulama alanlarında da kendini kanıtlamıştır. Twister, mekanik stabilitesi sayesinde, numune matrisi ve desorpsiyon koşullarına bağlı olarak 200’den fazla kez tekrar kullanılabilir ve örnekleme alanı için de kullanılabileceği gibi analizleriniz için laboratuvarlarınızda kullanımı kolay, kullanışlı ve ucuzdur.

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

www.sem.com.tr


60

www.labmedya.com

ABD'LI BILIM INSANLARI ÖLMEYEN YILDIZ KEŞFETTI ABD'nin California eyaletindeki Las Cumbres Gözlemevinde (LCO) faaliyet gösteren bir grup araştırmacı, 50 yıldan uzun sürede birkaç kez patladığı halde yok olmayan bir yıldızın varlığını tespit etti.

G ÖK B I L I M CI L ER , S Ü PERNOVA PATLA M AL ARI NI N A RDI ND AN Y OK O LMA D AN VARL IĞ I N I S Ü RDÜ REBI L EN YI LDI Z K EŞF ETTI.

Araştırmacılar, ilk kez 2014'te keşfedilen ve "iPTF14hls" koduyla anılan süpernova patlamasının ardından sönmeye başlayan yıldızın birkaç ay sonra yeniden canlandığını gözledi. Bunun üzerine yıldızla ilgili tarihsel kayıtları inceleyen bilim adamları, süpernovanın olduğu yerde 1954'te başka bir süpernova patlaması yaşandığını, yıldızın bu patlamanın ardından da bir şekilde varlığını koruduğunu fark etti. Daha detaylı bilgi edinmek üzere

Hawaii'deki Keck Gözlemevinin ileri spektrometre enstrümanlarıyla incelemeler yapan bilim adamları, patlamanın bugüne kadar gözlenenlerden farklı olduğunu, ilk başta hidrojen ağırlıklı çekirdeğin çökmesiyle oluşan normal süpernovalar gibi göründüğünü fakat parlama ve sönmelerin olağandan beş kez yavaş gerçekleştiğini belirtti. Araştırmanın baş yazarı Lair Arcavi, "Bu süpernova, dev yıldız patlamalarının işleyişiyle ilgili tüm bildiklerimizi boşa çıkarıyor." ifadelerini kullandı. Araştırmacılar, bunun "Titreşimsel Eş Kararsız Süpernova" olarak adlandırılan bir süpernova tipinin örneği olabileceği görüşünde. Bu teoriye göre, özellikle evrenin erken oluşum döneminde yıldızlar o kadar büyük ve sıcaktı ki,

bazılarını çekirdeklerinde "anti-madde" oluşuyordu. Bu durum, yıldızları bir yandan aşırı dengesiz hale getirerek sürekli patlamalara yol açarken diğer yandan yıldızın nihai bir patlamayla bir kara delik tarafından yutulup yok olmadan önce enerjisinin yenileyerek yaşamasını sağlıyordu. Araştırmanın yazarlarından LCO Süpernova Gözlem Grubu lideri Andy Howel, bu tür patlamaların yalnızca evrenin erken oluşum evresinde görüldüğüne dikkati çekerek, "Bu, günümüz dünyasında bir dinozorla karşılaşmak gibi bir şey. Gözünüzle görseniz bile gerçek mi diye şüphe edeceğiniz bir durum." değerlendirmesinde bulundu. Araştırmanın sonuçları "Nature" dergisinde yayımlandı.

11 – 15 June Frankfurt / Main BE INFORMED. BE INSPIRED. BE THERE. › World Forum and Leading Show for the Process Industries › 3,800 Exhibitors from 50 Countries › 170,000 Attendees from 100 Countries

LaboratoryTechniques @ACHEMA THE LAB IS WHERE IT ALL STARTS. # labtechniques

www.achema.de


61

www.labmedya.com

SIFIR BEDEN • Abur cubur yeme. • Spor yap. • Her şeyi 1 porsiyon ye, tabağına küçük küçük al. • Misafirlikte, çay, meyve, tatlı, kısır gelince ayıp olmasın diye yeme, her gelen ikramın sadece tadına bak. • Tabak çok dolu ise “bitireyim kalmasın” deme, yiyebildiğimi ye kalanı ertesi güne bırak. • 2 lt su iç, yeşil çay iç. • Metabolizmayı hızlandır. • Yemeklerde kullanılan yağ türüne dikkat et, aşırı yağlı besinler ve kızartmalardan kaçın. • Yemekler pişirilirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemler tercih et. • Ve ayrıca aşağıdaki beşliden de yararlanmalısın…

FASULYE

ISPANAK

Tam bir protein deposu olan fasulye A, B9 ve C vitamini ile demir ve magnezyum mineralleri açısından zengindir. Aynı zamanda B5 vitamini ve kalsiyum içerir. Vücuda güç ve enerji vererek, bedensel ve zihinsel yorgunluğu giderir.

Kış sebzelerinin vazgeçilmezleri arasında yer alan ıspanak, A, B1, B2, C, E vitaminleri, fosfor, kalsiyum, demir, folik asit ve çeşitli minareller içerir. Ispanağın kalorisi düşüktür ama vitamin ve mineral yönünden besleyici bir sebzedir. Ispanak bilindiği gibi kansızlığa iyi gelir. Zayıflamak isteyenlerin de ilk tercih edeceği sebzelerden biri olmalıdır.

TARÇIN

HİNDİSTAN CEVİZİ SÜTÜ

Fasulye, kandaki kötü kolesterol düzeyini önemli ölçüde düşürür. Lif yönünden oldukça zengin olan fasulye, midenizin boşalma hızını yavaşlatarak doğal bir iştah düzenleyici olarak çalışan kolesistokinin hormonu seviyelerinizi artırdığı için kendinizi tok hissetmenizi sağlar. Yine lifler sayesinde kabızlık çeken kişilere iyi gelir bu durumda da kilo verme şansınız artar.

Tarçın bilinen en eski baharatların başında Hindistan cevizi sütü rendelenmiş Hindistan cevizi etinden elde edilir. gelir. Bu baharat genelde tatlandırıcı Hindistan cevizi sütü, Omega 3 yağ olarak kullanılır. Yurt dışında yapılan asitlerinin toplanmasını sağlar. Hindistan araştırmalarda gösteriyor ki 6 hafta cevizi sütü yağlı olsa da, içerdiği yağlar boyunca bir çay kaşığının çeyreği kadar metabolizmanız için gereklidir. Sadece tarçın tüketmek, kandaki glikoz miktarını bir öğünlük tüketiminin sonrasında bu ve kötü kolestrolü azaltıyor. Tarçının iyi yağlar metabolizma hızını daha da içerisindeki enzimler, karın bölgesindeki arttırabilir. Bu da kilo vermenize yardımcı kan damarlarını uyararak özellikle karın etkendir. Ayrıca sindirim sisteminin ve zayıflaması ve göbek eritme sürecini 5/10/17 1627 ArabLab ad 2018_238x170 11:04 Page 1 hızlandırmaktadır. besin emiliminin yardımcısıdır.

ZERDEÇAL Zerdeçal’ın etken maddesi ''curcumin''dir. Curcumin, vücudu kansere karşı korur ve tümör hücrelerinin çoğalmasını engelleyici özelliğe sahiptir. Hint baharatlarından biri olan zerdeçaldaki etken madde yağları yakılmasını sağlıyor. Mideyi kuvvetlendirir, hazmı kolaylaştırır ve bu sayede kilo vermenize de yardımcı olur.

ATTENTION TURKISH LABORATORY INDUSTRY YOUR UNIQUE OPPORTUNITY TO MEET 10,000+ BUYERS FROM OVER 100 COUNTRIES @ ARABLAB 18–21 MARCH 2018 w w w . A R A B L A B . c o m


62

www.labmedya.com

DÜNYAMIZI DEĞIŞTIREN BIR DALGA: MICHAEL FARADAY MICHAEL FARADAY, ÜNLÜ İNGILIZ FIZIK VE KIMYA BILGINIDIR. ELEKTROMAGNETIK ENDÜKSIYONU, ELEKTROLIZ KANU NL ARI VE I Ş I K I L E M A N Y E T I Z MA ARASINDA OLAN TEMEL BAĞLANTILAR I B ULAN KIŞIDIR . YAPTIĞ I B U K EŞI F L ER S AY E S I N D E , M O D E R N ANLAMDAKI ELEKTROMAGNETIK ALANLAR TE O R ISINI O LUŞTUR AN KAVRA M L ARI N E S A S T E M E L L E R I N I ATMIŞTIR. GÜNÜMÜZDE TÜM ELEKTRIK MO TO R LAR I V E DINAMO L AR B U ESASL ARD AN FAY D A L A N I L A R A K ÜRETILMEKTEDIR. FARADAY, ELEKTRIK ÇAĞ ININ B AŞL AMASINA IMKAN S AĞLAYAN EN ÜN L Ü B I L I M I N S A N L A R INDAN BIRI OLARAK KABUL EDILMEKTEDIR . Michael Faraday, 19. yüzyılın en büyük bilim insanlarından biridir. Elektromanyetik indüklemeyi, manyetik alanın ışığın kutuplanma düzlemini döndürdüğünü buldu. Elektrolizin temel ilkelerini belirledi. Klor gazını sıvılaştırmayı başaran ilk kişidir ve elektrik motorunu icat etmiştir. Deneysel olarak, bir maddeden geçen belli miktarda elektrik akımının, o maddenin bileşenlerinde belli miktarda bir çözülüme yol açtığını gösterdi. Bu sonuç ilk elektrik sayaçlarının üretimine olanak verir. Faraday'ın önemli katkıları arasında "amper" denilen akım biriminin kesin tanımını yapmış olması ve elektrolizde geçen "elektrot", "anot", "katot", "elektrolit", "iyon" vb. terimlerini bulması vardır. Michael Faraday, 22 Eylül 1791'de İngiltere'nin kuzeyinden iş aramak için gelmiş köylü ve demirci bir babanın dört çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Annesi ev hizmetçisiydi. Faraday, maddi imkansızlıklar yüzünden uzun süreli bir eğitim alamadı. Kısa süren eğitiminde okuma, yazma ve bir miktar aritmetik öğrendi. Ailesi Sandemancılar ismi verilen bir tarikatın üyesiydi. Henüz 13 yaşındayken gazete dağıtıcısı olarak çalışmaya başladı. Sonrasında bir ciltçiye çırak olarak girdi. 1813 senesine kadar devam ettiği bu işte ciltlenmek üzere getirilen kitapları okuyarak bilgisini genişletmeye başladı. Bu sayede gençliğinde birçok kitap okudu. Özellikle fizik kitaplarını büyük bir heves ve arzuyla okuyordu. Bu dönemde eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten faydalanarak deneyler yapmaya başladı. Sonrasında yine kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanarak elektrokimya deneyleri gerçekleştirdi. Deneysel olarak, bir maddeden geçen belli miktarda elektrik akımının, o maddenin bileşenlerinde belli miktarda bir çözülüme yol açtığını gösterdi. Bu sonuç ilk elektrik sayaçlarının üretimine imkan sağladı. Faraday'ın bir başka önemli katkısı da “amper”denilen akım biriminin kesin tanımını vermiş olmasıdır.

Londra'da bulunan Kraliyet Enstütüsü'nde bir müşterinin sağladığı biletle 1812 senesinde ünlü kimyacı Sir Humphrey Davy tarafından halka açık verilen kimya konferanslarına katılma şansı buldu. Konferanslarda tuttuğu notları ciltleyerek iş isteyen bir mektupla birlikte Davy'ye gönderdi. 1813 senesinde Davy'nin desteğiyle Kraliyet Enstitüsü'nde laboratuvar asistanlığı işi buldu. Bu dönemde Michael Faraday evlendi. 1813-1815 seneleri arasında Fransa, İtalya ve İsviçre gezisinde Sir Humphrey Davy, Michael Faraday'ı yanına asistan sekreter olarak aldı. Bu gezide birçok ünlü bilim adamıyla tanışma fırsatı bulan Faraday, 1820 senesinde Davy'nin yardımcılık vazifesinden ayrıldı. Büyük bir hızla ün kazanan Faraday, 1823 senesinde Kraliyet Bilim Akademisi üyeliğine seçildi. 1825 senesinde laboratuvar müdürlüğüne getirildi. 1833 senesinde enstitüye ders verme mecburdi. Yaşamının tümünü enstitünün çalışmalarına adadı. 19. yüzyılın başlarına gelinceye dek elektriğe gizemli bir olay gözüyle bakılıyordu. Elektrik Benjamin Franklin için bir tür akışkandı. Kimine göre ise, elektrik pozitif ve negatif olmak üzere iki değişik akışkandı. İlk defa Faraday elektriği bir “kuvvet” olarak niteledi. 1820 senelerinde fen alimleri çalışmalarına daha ziyade elektriğe ait konularda ağırlık vermişlerdi. Bunlardan en önemlileri Volta'nın elektrik pili ve Danimarkalı bilim adamı Hans Christian Örsted'in elektrik akımından üretilen manyetik mıknatıslı güç kaynağıydı. Örsted telden geçen elektrik akımının tel çevresinde bir magnetik alan oluşturduğunu bulmuştu. Fransız fizikci Andre Marie Ampere de tel çevresinde oluşan magnetik kuvvetin dairesel olduğunu gerçekte de tel çevresinde bir magnetik silindir oluştuğunu göstermişti. Bu durumda soyutlanmış bir magnetik kutup elde edilebilir ve akım taşıyan bir telin yakınına konulursa telin çevresinde sürekli olarak bir dönme hareketi yapması gerekecekti. Bu olayın tersinin de geçerli olduğunu, magnetik alanın da elektrik akımı üretebileceğini düşünen Faraday bu konuda deneyler yaptı.

1831 senesinde bir bobinin yakınında hareket ettirilen güçlü bir mıknatısın elektrik akımı oluşturduğunu gösterdi. Bu sayede büyük miktarda elektrik akımı üretmenin yolu açılmış oldu. Faraday bir mıknatıs çevresinde tersine karşılıklı dönebilen bir kablo sistemi geliştirdi. Böylece ilk defa elektrik enerjisi mekanik enerjiye dönüştürülmüş oldu. Bu keşif, elektrik motorlarının esası kabul edildi. Sonraki 10 sene içinde Faraday kimya alanındaki çalışmalarını artırdı. Taşkömürü katranında benzen ve bütileni keşfetti. Böylece ilk paslanmaz çeliği imal etti. Kloru ve diğer bazı gazları sıvılaştırdı. Mikroskop gibi optik araçlar için yeni cam türleri keşfetti. Oyuk bir iletkenin (Faraday kafesi) elektrik etkilerini perdelediğini gösterdi. Manyetizma yoluyla elektrik enerjisi elde etme fikri kendisini devamlı zorluyordu. 1822 senesinde manyetizmayı elektriğe dönüştürme üzerine tezler yazdı. 1824 ve 1825 senesinde deneylerini tekrar ettiyse de başarılı olamadı. Faraday manyetik etkiyle ilgili deneyleri gerçekleştirip sonuçlarını bilim dünyasına sunarken elektriğin farklı biçimlerde ortaya çıkan türlerinin niteliği konusunda kuşkular belirmişti. Elektrikli yılan balığının ve öteki elektrikli balıkların saldığı elektrik, bir elektrostatik üretecin verdiği elektrik, bir pilden ya da elektromagnetik üreteçten elde edilen elektrik akışkanları birbirinin aynı mıydı? Yoksa bunlar farklı yasalara uyan farklı akışkanlar mıydı? Faraday araştırmalarını derinleştirince iki önemli buluş gerçekleştirdi. Elektriksel kuvvet; kimyasal molekülleri, o güne değin sanıldığı gibi uzaktan etkileyerek ayrıştırmıyordu. Moleküllerin ayrışması iletken bir sıvı ortamdan akım geçmesiyle ortaya çıkıyordu. Bu akım bir pilin kutuplarından gelsede, ya da örneğin havaya boşalıyor olsa da böyleydi. İkinci olarak ayrışan madde miktarı çözeltiden geçen elektrik miktarına dorudan bağımlıydı. Bu bulgular Faraday ‘ı yeni bir elektrokimya kuramı oluşturmaya yöneltti. Buna göre elektriksel kuvvet, molekülleri bir gerilme durumuna sokuyordu. Kraliçe Victoria bilime katkıları sebebiyle Faraday'a “sir” unvanı vermek istedi fakat kendisi sade bir

vatandaş olarak yaşamak istediği için bu unvanı kabul etmedi. Buluşlarından para kazanmayı hiç düşünmedi ve sanayicilerden gelen iş tekliflerini geri çevirdi. Faraday buluşlarının pratik sonuçlarıyla pek ilgilenmiyordu. Nitekim dönemin, başbakanı ona dinamonun ne işe yarayabileceğini sorduğunda, ''Bilmiyorum, ama hükümetinizin bir gün ondan vergi sağlayabileceğini söyleyebilirim'' demişti. 1839 senesinde elektriğe ilişkin yeni ve genel bir kuram geliştirdi. Elektrik madde içinde gerilmeler olmasına yol açar. Bu gerilmeler hızla ortadan kalkabiliyorsa gerilmenin art arda ve periyodik bir biçimde hızla oluşması bir dalga hareketi gibi madde içinde ilerler. Böyle maddelere iletken ismi verilir. Yalıtkanlar ise parçacıklarını yerlerinden koparmak için çok yüksek değerde gerilmeler gerektiren maddelerdir. 30 sene boyunca bir yandan laboratuvarda deneylerini sürdürürken, bir yandan da deniz fenerlerinde kullanılacak lamba türleri konusunda İngiltere ve Galler Ulusal Deniz Fenerleri Yönetimi ''Trinity House''a danışmanlık yaptı. Elektroliz konusundaki deneyler sonunda kendi ismiyle anılan iki elektroliz yasasını ortaya koydu . Magnetik alanın ışık üzerinde etkisini inceledi ve Faraday etkisi denen olayı buldu. 8 sene boyunca aralıksız süren deneysel ve kuramsal çalışmaların ardından 1839 yılında sağlığı bozulan Faraday bunu izleyen altı yıl boyunca etkin faaliyet gösteremedi. Araştırmalarına ancak 1845 yılında yeniden başlayabildi. 1855 yılından sonra Faraday'ın zihinsel gücü azalmaya başladı. Kraliçe Victoria bilime büyük katkılarını göz önüne alarak Faraday'a Hampton Court'ta bir ev bağışladı. Kendi çocuğu olmayan Faraday çocuklara çok düşkündü ve yeğenlerini laboratuvarına götürerek onlara deneylerini gösterirdi. Gençler için, Londra Kraliyet Enstitüsü'nde günümüzde de sürdürülen Noel derslerini Faraday başlatmıştır. Michael Faraday 25 Ağustos 1867'de Londra Hampton Court'ta yaşamını yitirdi.


TÜRKİYE

TEK

İLCİSİ

M TEMS U I M E R P

KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR KILLI EVAPORA EVAPORASYON AKILLI EVAPOR MÜKEMMEL GERİ KAZANIMLAR İÇİN... A K I L L I E VA P O R A S Y O N S İ S T E M L E R İ

Standartların ötesinde, 2200 cm² kondenser alanı ve vakum kaçaklarını önleyen yeni bağlantıları ile %40 daha fazla evaporasyon

Yeni, FDA onaylı, şeffaf ve UV-resistant hortumlar ile daha yüksek kimyasal dayanıklılık

Yeni yüksek kimyasal dayanıklılıkta, uzun ömürlü bakım contası ile uzun vadede bütçede tasarruf. Ayrıca, çok agresif kimyasallarla çalışmaya uygun FFKM vakum contası

Patentli Easy-Clip flask tutucu başlık sayesinde, buhar tüpü ve flask sıkışmaları önlenir, cam malzeme kırılmaları ve kazaların önüne geçilir.

210 °C'ye kadar ısıtma yapabilen banyo. Banyoda kuruma ve ayarlanan sıcaklığın aşımı durumunda meydana gelebilecek banyo yanmalarına karşı koruma

Endüstri lideri bir çözümle vakum kaçaklarını önleyen, vazelin kullanımını sonlandıran yeni ventilasyon ve numune yükleme vanası

Banyo kablosu koruma sınıfı korozyon ve kısa devreleri önleyen IP 67

Sınırsız Evaporasyon: Cihaza bağlanabilen otomatik modül Distimatic Bench-top 24/7 kesintisiz evaporasyon sağlar.

Banyo için ayrı bir on/off tuşu ile görsel olarak kullanıcıyı uyaran aydınlatmalı gösterge

Banyonun stabilitesi ve sağlam duruşunu sağlayan ısıtma banyosu ile ana gövde arasında metal destek ünitesi


“Hassasiyet kişiden kişiye TERAZİDEN TERAZİYE değişir.”

www.sartonet.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.