LabMedya 47

Page 1

www.anamed.com.tr

sales@anamed.com.tr

0 216 331 17 07

JULABO PURA SU BANYOLARINDA DEVRiM !!!

Laboratuvarda sofistike ișlevsellik ve güvenlik.

Laboratuvar ve sağlık gazetesidir.

PAUL DIRAC: TANRI BÜYÜK BIR MATEMATIKÇIDIR

Yıl: 8 • Sayı: 47 • MAYIS - HAZIRAN 2018

62

USTA Prof. Dr. Kadir HALKMAN

Olasılıkların ötesinde bir

görüntülemedeneyimi

04 YEŞİL ENERJİ NEDİR?

PROTEİNLER: YAŞAMIN GERÇEK YARATICILARI

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

40 KISIRLIKTA MUCİZE, MÜCADELEYLE MÜMKÜN

Bilim dünyası, hücrelerin işlevini daha iyi kavrayabilmek ve hastalıklara daha hedef odaklı tedaviler uygulayabilmek için proteinlerin yapısı ve işleyişini çözümlemeye çalışıyor. Uzmanları hummalı bir çalışmaya sürükleyen bu araştırma koluna bir de ad verilmiş: "Proteomics"...

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

54 BİTKİ BAZLI BESLENMEYE (VEGAN) GEÇİŞİM NASIL OLDU?

03

Yeşim MUTLU

58 www.cihazlab.com O N L İ N E S AT I Ş S İ T E S İ

LABORATUVAR HAYVANLARININ GELECEĞI NE OLACAK?

52

Maymunlar üzerindeki egzoz testleri hayvanların deneylerde kullanılması tartışmalarını alevlendirdi. Bir grup araştırmacıya göre, hayvanlara zulmü azaltacak alternatif yöntemler olsa da bu tür deneylere son verilmesi imkânsız.

BIYOLOJIK YAŞLANMA MI, KRONIK YAŞLANMA MI?

36

Bilim insanları, yaşlanma oranının çoğunlukla genetik üzerinde değil dışsal faktörlere bağlı olduğuna inanırlar. Etkilerin sadece yüzde 20’si kalıtım yoluyla belirlenir.

12 ISSN: 2148-953X • www.labmedya.com • bilgi@labmedya.com

HAWKING SON RÖPORTAJINDA NE SÖYLEDI?

ROBOTLAR BIR GÜN "HANGIMIZ SEVMEDIK ÇILGINLAR GIBI" DIYECEK MI?

24

Yapay zekâ nasıl öğrenir, yaratıcı olabilir mi, âşık olabilir mi, karşısındakinin duygularını anlayabilir mi, ahlakı ve özgür iradesi olacak mı, cezalandırılabilir mi, insanları işsiz mi bırakacak, dünyayı ele geçirebilir mi?

30

MEDAWAR NEDIR?

Bildiklerinizi unutmaya devam edin...


EZ-Fit® Manifold ile her ihtiyaca uygun filtrasyon imkanı İş akışınızı en uygun hale getirin Kontaminasyon riskini kontrol altına alın • Değiştirilebilir manifold başlıkları ile çelik, cam veya tek kullanımlık plastik hunili sistem oluşturma imkanı • Biyofilm oluşumuna karşı etkin koruma – kolaylıkla sökülebilir ve ulaşılabilir iç aksam – tüm parçalar ekstra bir alet gerektirmeden kolayca elle sökülebilir ve otoklavlanabilir • Quick-fit tasarımı ile yönü değiştirilebilir ve kolay bağlanabilir vakum hortumu bağlantısı • Laminer akım kabinlerinde kullanıma uygun manifold yüksekliği • Microfil® filtrasyon sistemi ile kolay membran transferi ve basit filtre desteği çıkartma imkanı

Bu konfora siz de sahip olun...

KAMPANYA IV: C040

1.950 €

3’lü Microfil® MANİFOLD ALANA EZ-Stream™ ERLENSİZ VAKUM POMPASI HEDİYE Kampanya içeriği : • 1 adet EZFITMIC03- 3’lü Microfil® Manifold • 1 adet EZSTREAM1- Yeni nesil sessiz, erlen gerektirmeyen vakum pompası • 1 pk MIHAWG100- 100 ml steril huni +S-Pak 0.45µm 47 mm beyaz/kare filtre (150adet/pk) • 1 adet XX6200006P- Pens • 1 adet F151170- 3m vakum hortumu

KAMPANYA V: C050 6’lı Microfil® MANİFOLD ALANA EZ-Stream™ ERLENSİZ VAKUM POMPASI HEDİYE Kampanya içeriği : • 1 adet EZFITMIC06- 6’lı Microfil® Manifold • 1 adet EZSTREAM1- Yeni nesil sessiz, erlen gerektirmeyen vakum pompası • 1 pk MIHAWG100-100 ml steril huni+S-Pak 0.45µm 47 mm beyaz/kare filtre (150adet/pk) • 1 adet XX6200006P- Pens • 1 adet F151170- 3m vakum hortumu

2.500 € Kampanyamız stoklarla sınırlıdır. DETAYLI BİLGİ VE İRTİBAT İÇİN: www.orlab.com.tr info@orlab.com.tr Tel : +90 312 286 40 70 Faks : +90 312 205 50 30


3

www.labmedya.com

PROTEINLER: YAŞAMIN GERÇEK YARATICILARI B ILIM D Ü NYASI , H Ü C R E L E R I N I Ş L E V I N I DAHA IYI KAVRAYABI L M EK V E H A S TA L I K L A R A DAHA HEDEF ODAKLI T ED AVI L ER U Y GU L AYA B I L M E K I Ç I N PROTEINLERIN YAPISI VE IŞ LEYI ŞI NI ÇÖZ ÜM L E M E Y E Ç A L I Ş I Y OR. UZMANLARI HUMMALI B IR ÇAL I ŞM AYA S Ü R Ü K L E Y E N B U A RAŞTIRMA KOLUNA BIR DE A D VE RI L M I Ş: " P R O T E O M I C S " . . . Proteinlerin vücutta çok çeşitli görevleri vardır: - Katalizör proteinler - Taşıyıcı ve depolayıcı proteinler - Koordineli hareketten sorumlu proteinler - Mekanik destek sağlayıcı proteinler - Bağışıklık koruma sağlayıcı proteinler - Sinir atışlarının oluşumundan ve iletiminden sorunlu proteinler - Büyüme ve cinsel farklılaşmanın kontrolünden sorumlu proteinler - Hiçbir sınıflamaya girmeyen proteinler

Genetik araştırma şirketi Celera Genomics'in yöneticisi Craig Venter, Beyaz Saray'da yaptığı basın açıklamasında, bu buluşu, 100.000 yıllık insanlık tarihinin ulaştığı en yüksek nokta olarak tanımladı: İnsan DNA'sının şifresi çözümlenmişti. Buna paralel olarak Londra'da düzenlenen bir toplantıda Nature dergisinin Yayın Yönetmeni Philip Campbell, bu başarının yarattığı mutluluk tablosunu anlamsız bulduğunu açıkladı: "Çok şaşırdım! Genomun yüzde 97'sini haritalamışlar, yüzde 85'inin şifresini çözmüşler ve bunlardan sadece yüzde 24'ü okunmaya hazır. Basın toplantısı düzenlemeye ne gerek var ki?" Birçok uzman, genomun çözümlenmesi konusunda gösterilen bu telaşa bir anlam veremiyor. Çünkü, DNA iplikçiğini oluşturan dört nükleik asidin dizilimi, onların işlevleri konusunda hiçbir bilgi sunmuyor. Yaklaşık 3 milyar harf listelenmiş, 24 başlık altına dağıtılmış. Ancak araştırmalar ilerledikçe, vücudumuzun genetik temel metnin içine serpiştirilmiş olan genlerin sayısı hakkındaki kuşku da büyüyor. Okul kitaplarında genlerin sayısı 100.000 olarak verilirken, uluslararası araştırmacılar, şimdiye kadar sadece 40.000 gene ulaşabildi. Birçok genin ürünlerinin işlevinin ne olduğu bile henüz bilinmiyor. Bu bulgular, insanoğlunun şu ana kadar sahip olduğu bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde hiçbir anlam ifade etmiyor. Araştırmacıların önce, çözümlenen metinde genlerin yerini bulmaları gerekiyor. Bu hiç de kolay değil;

çünkü genler, elde edilen metnin sadece yüzde beşini oluşturuyor gibi görünüyor. Geriye kalan dev harf yığınının ne işe yaradığı ise henüz bilinmiyor. Bu noktada, yeni bir ipucu bulabilmek amacıyla, yapı planları genlerde kodlanmış ve yaşamın sırrını teşkil eden proteinler yeniden mercek altına alındı. Bütün canlıların ana yapısını oluşturan proteinler, hücrenin çalışmasını sağlıyor, sinyal görevini üstleniyor, enerji üretiyor ve taşıyıcı olarak görev yapıyor. Kısacası, organizmanın bütün işlevlerinde rol alıyor. Genleri, canlının sadece yapı planı, proteinleri ise asıl ürün olarak tanımlayabiliriz. Başka bir anlatımla genler bir yemeğin tarifine, proteinler ise daha sonra tabağa servis yapılan yemeğe benzetilebilir. Bu açıdan bakıldığında, hücrenin nasıl çalıştığının öğrenilmesi gerekiyor. Ancak o zaman, hastalıkların nasıl oluştuğunu anlayabilir ve doğru müdahalede bulunabiliriz. Çünkü, birçok hastalık proteinlerin hatalı üretimi sonucunda ortaya çıkıyor. Proteom araştırmalarında başarıya ulaşıldığı takdirde, özellikle kanser ve kalp rahatsızlıklarında başarılı tedavi olanakları gelişecek ve tam hedefe yönelik ilaçlar üretilebilecek. Birçok biyokimya uzmanı, yaşamın çeşitliliğinin genler temelinde değil, bir sonraki adım olan proteinler temelinde aranması gerektiğini biliyor. Proteinler, 20. yüzyılın başlarında çok popülerdi. Yaşamsal faaliyetlerin en önemli taşıyıcısı olduğu biliniyordu. Yunancada "birinci,

ilk, baş" anlamına gelen "proteros'tan esinlenerek protein adı verilmişti. Ancak daha sonra, insanın genleri keşfedildi. Bütün araştırmacılar, genlerin yapısında bulunan nükleik asitlerin üstünde yoğunlaştı. Proteinler bir kenara itildi. 1960'lı yıllardan bu yana, vücut tarafından üretilen proteinlere giden yol tahmini olarak biliniyor. Vücudun bütün hücrelerinin (kandaki alyuvarlar dışında) çekirdekleri, bütün proteinlerin üretilmesi için gerekli yapı planını içeriyor. Bu orijinal planın metni, adenin (A), timin (T), guanin (G) ve sitozin (C) adlı dört harfin dizilimiyle oluşan çok uzun bir zincirden oluşuyor. Bu orijinal plan, güvenlik gerekçesiyle hep hücre çekirdeğinde kalıyor. Hücre, bir proteine ihtiyaç duyduğunda, hücre çekirdeğindeki ilgili genin bir kopyası hazırlanıyor. Bu işleme "transkripsiyon" adı veriliyor. İşlem sırasında DNA'nın "çift sarmal" yapısını oluşturan iki ipliği bir fermuar gibi açılıyor ve genin harfleri, RNA polimeraz enzimiyle (bu enzim de bir protein yapısında) kopya ediliyor, ama birebir değil: T'nin (nükleik asit timin) yerine U (urasil) ve şeker molekülü deoksiriboz yerine riboz kullanılıyor. Bu sayede vücut, orijinal ile kopyayı birbirinden ayırabiliyor. Böylece DNA (deoksiribonüklekasit), m-RNA'ya (messenger -haberci- ribonükleikasit) dönüşüyor. Uygulamada bir veri taşıyıcısı olan m-RNA; hücre çekirdeğindeki yapı talimatnamesinin kopyasını, hücre zarındaki ince deliklerden geçirerek sitoplazmadaki ribozomlara aktarıyor. Hayal edilemeyecek kadar küçük protein

fabrikaları (ribozom), bu yapı planı doğrultusunda proteinleri üretiyorlar. Bu "translation" (aktarım) işlemi sırasında bir ribozom, m-RNA'nın ipliği boyunca giderek, üçlü kombinasyonunu okuyor, uygun aminoasitleri alıyor ve birbiri ardına bunları ekliyor. Ribozom, gen kopyalamasını bitirince hazır protein zincirini serbest bırakıyor ve bir sonraki m-RNA-protein-yapı talimatını aramaya başlıyor. Kısa süre öncesine kadar, her bir genin, tek bir işleve sahip tek bir proteinin planını taşıdığı sanılıyordu. Artık, her şeyin tahmin edilenden daha karmaşık olduğu ortaya çıktı. Bir gende gizli bilgilerden, yirmi farklı protein üretilebiliyordu. Karmaşa bu kadarla da sınırlı değil, bir çok protein, üretimi tamamlandıktan sonra değişiyordu (genlerin bunun üzerine hiçbir etkisi olmadan). Bu, genellikle fosfat türevleri, şeker grupları ya da doymamış karbon zincirleri gibi özel yan grupların omurgaya eklenmesiyle gerçekleşiyordu. Bütün bunlar (proteinin karmaşık, üç boyutlu zinciri de dahil) genlerdeki yapı planından kaynaklanmıyor. Başka bir deyişle, genetik mühendisleri genlerin yapı planını tamamen çözümleyebilseler de, eldeki yemek tarifiyle sadece mutfağın kapısına kadar gelebilecekler. Bu başarı onlara, yemeğin pişmesi için gerekli diğer katkı maddelerinin ne olduğu, sonunda ortaya çıkacak yemeğin niteliği ve lezzeti hakkında hiçbir ipucu sunmayacak. Kaynak: Focus dergi


4

www.labmedya.com

Prof. Dr. Kadir HALKMAN Ankara Üniversitesi Gıda Müh. Böl.

USTA Bir oto tamirhanesindeki pankart: Elleri ile çalışan çırak, Elleri ve kafası ile çalışan kalfa, Elleri, kafası ve vicdanı ile çalışan usta

Merhaba, Yıllar önce başıma gelen saçmalığa yine maruz kaldım. Öncesinde Ankara'ya yaklaşık 500 km uzakta büyük bir gıda işletmesinde bir sorunun çözülmesi için davet edildim. Günler boyu hat boyunca numune aldım, hattı inceledim. Sonuçta bir soğutma tankındaki helezonlu taşıyıcının, tankın sol tarafında olmasının sorun yarattığını, burada yarı mamul halindeki ürünün tankın başında biriktiğini, burada kontaminasyonun yükseldiğini tahmin ettim. Çalışmalarımı o bölgede yoğunlaştırdım. Evet, tahminim doğru idi, laboratuvar sonuçları bunu açıkça gösteriyordu. İşletme müdürünü tankın başına davet ettim, elimdeki sonuçlarla konuyu açıkladım. "Eğer bu helezon sol değil de sağda olursa ürün birikimi olmayacak ve kontaminasyon yükselmeyecek. Bu helezonu sağ tarafa taşımak mümkün mü?" Gıda mühendisi olan işletme müdürü "Hocam, önceden sağ tarafta idi, ustabaşı bunu sol tarafa aldırdı, bakın tanktaki orijinal yerin izini görüyorsunuz." Evet, gerçekten şöyle bir bakınca orijinal yerin izleri açıkça görülüyordu. İşletme müdürüne "Şunu orijinal yerine taşıyın, haftaya gelince tekrar çalışalım." dedim ve Ankara'ya döndüm. Bu arada, öncesinde sorun yok iken helezonun sola taşınması sonrasında sorun oluştuğu da ortaya çıktı.

Bir hafta sonra işletmeye gittim ve helezonun eski yerinde durduğunu gördüm. O tarihlerde cep telefonu ve e-posta iletişimi henüz yok. İşletme müdürünü tankın başına davet ettim ve neden helezonun sağ tarafa taşınmadığını sordum. Başı önde ve gözlerini gözlerimden kaçırarak "Ustabaşı, bu değişikliğe gerek olmadığını söyledi." Çok güzel. İşletme müdürü, laboratuvar sonuçlarına göre ikna olmasına ve sorunun bu taşıma sonrası ortaya çıktığının anlaşılmasına rağmen, ustabaşına eski haline getirilmesi konusunda söz geçiremiyor. İşletme müdürünün elini dahi sıkmadan "Size kolay gelsin." deyip Ankara'ya döndüm. Sonra ne mi oldu? Gerisi dedikoduya girer, devam etmeyeyim. Bu örnekte, işletme mühendisi ne değiştiği için sorun çıktığını geriye dönük olarak izlemek durumunda idi. Bunu yapsa idi ve helezonu orijinal yerine taşıtsa idi muhtemelen dışarıdan bir uzman getirilmesine gerek kalmayacaktı. Ama işletme mühendisi bunu yapmadığı için sorunu çözemedi, dışarıdan uzman getirtildi. Geçenlerde bu kez Ankara'ya daha yakın bir işletmede bir başka sorun bildirildi. Üründe bozulma var. Kalktım gittim. Yine hat boyu inceleme, numune alma ve "Önceden sorun yoktu da ne değişti de sorun çıktı?" didiklemesi. Her şey aynı imiş ama usta ayrılmak zorunda

kaldığı için yeni bir usta gelmiş. Önceki usta, kişisel alacak verecek nedeniyle tutuklandığı için onunla irtibat da sağlıyormuş. Yani "Yeni usta aldık, ürün bozulmaya başladı, gel de nerede hata yapıyor?" sorgulaması mümkün değil. Bu kez işletmede mühendis yok. Makine mühendisi patron ve çalışanlar... Numuneleri aldık, analizleri zorunlu olarak Ankara'da yaptık çünkü işletmede laboratuvar da yoktu. Analiz sonuçları bir şeyleri işaret etti. Bir daha işletmeye gittik, şüphelerimiz doğrultusunda daha yoğun numune aldık, ustadan üretim detayını öğrendik. Peki. Bozulma nedeni hakkında şüphelerimiz doğrulanıyor gibiydi. Ustaya "Bunu böyle yapma." dedik ama surat ifadesinden pek de ikna olmuş gibi görülmüyordu. Hafta sonu detaylı temizlik istedik ve ardından pazartesi sabah işletmeye tabiri yerindeyse baskın yaptık. Patron da beklemiyordu. Üretime doğrudan müdahale ettik. Ustanın hiç hoşuna gitmedi ama bize uydu. Sonuçta tabi ki temiz ürün elde ettik. Sorun ustanın işgüzarlığından ibaret. Aklınca işletmeyi daha fazla kâra geçirecek. Bu amaçla hat boyunca fire olarak tanımlanan artık ürünü tekrar hattın başına ekliyor. Burada sorun yok gibi görülüyor ama fire denilen kısım bir gece hatta hafta sonu bekleyince tabi ki mikrobiyel yük artıyor ve bunun hattın başına verilmesi ile bozulma kaçınılmaz oluyor. Dedik ki "İşlem devam ederken fireyi hattın başına ver ama beklemiş

TÜRKİYE'NİN YENİ SOĞUTMALI SİRKÜLATÖRÜ Türkiye’nin YENİ LABORATUVAR CİHAZLARI ÜRETİCİSİ

-25 / +100 C Arası çalıșabilme Dahili ve harici sirkülasyon 2x16 LCD ekran 14 lt/dk 0.40 bar sirkülasyon CFC Free soğutma sistemi

www

+90 312 278 40 47

fireyi asla hat başına ekleme.". İşte laboratuvar sonuçları... Sonra ne mi oldu? Sorun devam ediyor çünkü usta, patrona rağmen bildiğini okuyor. Patron dahi ustaya söz geçiremiyor çünkü usta, patronu, kendisinin vazgeçilemez olduğu konusunda ikna etmiş. Bu durumda benim yapabileceğim hiçbir şey yok. Gıda ve diğer üretim tesislerinde ustalar, teknisyenler gibi ara elemanlar gereklidir, olmazsa olmazdır ancak bu denli özgür de olmamalılar. Sorun belli, laboratuvar bulguları ile de kanıtlanmış ama usta kendi bildiğini okuyor. Sevgili meslektaşlarım, insan ilişkileri çok zor. Mühendis, ustaya söz geçirmek zorundadır aksi halde ustanın elinde oyuncak olur, mesleğimizin itibarı yerlere düşer. Teknolojiye tam olarak hâkim olmadan da ustaya söz geçiremezsiniz. Mühendislik bilgilerinizi teknoloji ile harmanlamak zorundasınız. Tulumunuzu ve çizmenizi giyip ustadan önce işletmede olmak ve ustadan sonra işletmeden çıkmanız gerek. Aksi halde usta sizi bırakın kalfayı çırak gibi kullanır. Size derslerde verdiğimiz bilgiler ve kitaplar asla yeterli değildir. Biz, derslerimizde sadece size anahtar veriyoruz. Gerisi size kalmıştır. Sevgiyle,

TANITIM FİYATLARI İLE

SAHİP OLUN



6

www.labmedya.com

NASA UZAYA INSAN SPERMI GÖNDERIYOR Şu ana dek uzaya pizza, lego ve araba gibi cisimler gönderen bilim insanları şimdi de sperm yolluyor. Uzayda üreme çalışmalarına ışık tutacak araştırma, insanlığın Mars kolonizasyonu projesini de yakından ilgilendiriyor.

MARS'A GITTIĞIMIZDE ÜREYEBILECEK MIYIZ? ABD Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA), uzayda döllenmenin imkan ve koşullarını araştırmak amacıyla uzaya ilk kez dondurulmuş insan ve boğa spermi

örnekleri göndereceklerini açıkladı. Nisan ayında başlayan ve Silikon Vadisi'nde bulunan NASA Ames Araştırma Merkezi tarafından yönetilen proje, Micro-11 adını taşıyor. Ağırlıksızlığın spermi nasıl etkilediğinin araştırılacağı proje kapsamında, iki farklı memeli olan insan ve insan spermiyle benzerlik taşıyan boğanın sperm örnekleri Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) gönderiliyor. NASA'nın projeyle ilgili açıklamasında, "Uzun süreli uzay yolculuğunun insanın üreme sağlığını nasıl etkilediğini henüz bilmiyoruz ve bu araştırma, üremenin

Puris, Saf ve Ultra Saf Su Sistemleri

• Tip I, II, III, IV su kalitesi

düşük yerçekimi koşullarındaki potansiyel yaşama yeteneğini anlama noktasında ilk adım olacak" deniyor. ISS'de görev yapan astronot ekibi sperm örneklerini çözecek ve ardından belirli kimyasal karışımlar ekleyerek sperm hareketinin aktivasyonuna ve spermin yumurtayla birleştirilmesi sürecine zemin hazırlayacak. Araştırmacılar, uzayda spermin ne derecede hareket ettiğini gözlemlemek için video kaydından yararlanacak. Deneylerin ardından örnekler, içerisine belirli koruyucu maddeler eklenerek araştırmanın bir sonraki aşaması için Dünya'ya geri gönderilecek. Bu aşamada örnekler incelenerek birleşme için gerekli olan basamakların meydana gelip gelmediği ve uzaydan dönen sperm örneklerinin yeryüzündeki örneklerle farklılık taşıyıp taşımadığı gözlemlenecek. İnsan Mars'ta soyunu sürdürebilecek mi? Yeryüzünde memeli üremesi, sperm hücresinin yumurta hücresine doğru ilerlemesi ve söz konusu hücreye girmesiyle gerçekleşiyor. Spermin yol alabilmesi için de önce "aktive" olması gerekiyor.

• Gerçek zamanlı TOC ve pH ölçümü

Bilim dünyası şu an için uzayda üremeyle ilgili oldukça sınırlı bilgiye sahip. NASA'nın açıklamasında, "Uzayda üreme biyolojisi çalışmak yararlı çünkü eşsiz mikro yerçekimi ortamı Dünya'daki yerçekiminde görülebilir olmayan süreç ve bağlantıları su yüzüne çıkarabilir" deniliyor.

• 4.3” Renkli Geniş Grafik Ekran • Ultra saf su uygulamaları: IC, AAS, HPLC, GC, LC/MS, LC/MSMS, GC/MS, ICP, ICP/MS, Mikrobiyoloji, Moleküler Biyoloji • Saf su uygulamaları: Ultra saf su cihazları için besleme suyu, hücre kültürü ortamları, tampon hazırlama, cam malzeme temizliği, deney malzeme ve cihazlarının temizliği, sterilizatör, thermohygrostatlar için besleme suyu, laboratuvar tipi bulaşık makinaları için besleme suyu.

Şu ana kadar uzayda boğa ve deniz kestanesi spermi ile yapılan deneyler, spermin mikro yerçekiminde aktive edilebildiğini ancak bundan sonraki basamakların ya daha yavaş gerçekleştiğini ya da hiç gerçekleşmediğini ortaya koydu. Dünya'ya geri gönderilecek spermi inceleyecek olan ekibin direktörü olan ve çalışmalarını Kansas Üniversitesi Tıp Merkezi'nde sürdüren Profesör Dr. Joseph S. Tash. Tash, "Ay, Mars ve diğer gök cisimleri üzerinde kolonizasyon düşüncesiyle uzay istasyonunun ötesine seyahat etmeyi planlıyoruz. Sadece hayvanlar için değil, insanlar için de çok nesilli bir hayatta kalmanın gerçekleşip gerçekleşemeyeceği sorusu, sorulması gereken, temel bir soru" diyor. NASA'da görev yapan bilim insanı Neil F. Comins, 2017 yılında DW'ye yaptığı açıklamada, "Eğer insanlar buradaki ağırlığınızın üçte birinden biraz fazla ağırlıkta olduğunuz Mars'ta çocuk sahibi olmaya başlarsa, o zaman ortaya bu genç yaşam formlarının nasıl büyüyeceği sorusu çıkıyor" demişti. Araştırmadan olumsuz bir sonuç çıktığı takdirde, insanoğlunun uzun vadeli Mars kolonizasyonu için başka çözümler düşünülmesi gerekecek. DW/BÜ,CÖ

TÜRKİYE DİSTRİBÜTÖRÜ

ARTER TEKNİK CİHAZLAR

Oğuzlar Mahallesi 1388. Sokak No: 22/11 06520 Balgat / ANKARA Tel: 0.312. 284 75 55 • Faks: 0.312 284 75 35 • info@artertek.com

www.arterteknik.com

© Deutsche Welle Türkçe


www.sem.com.tr

INTUVO’yla Tanışın! Laboratuvarınız, Yaklaşımınız, Başarınız... Agilent’ta GC ve GC/MS enstrümanları, sarf malzemeleri, yazılımları ve daha fazlasıyla değişen endüstriyi ileriye taşıyoruz. Her adımda hedefleriniz hedeflerimiz haline geliyor. •

Kullanıcı deneyimini geliştirin.

Laboratuvar operasyonlarını düzenleyin.

İş akışını yönetin.

Agilent Intuvo 9000 GC Sistem Akıllı, sezgisel, yenilikçi

Eski GC Sisteminizi yenileme kampanyası hakkında detaylı bilgi için bizimle iletişime geçecebilirsiniz.

Agilent 490 Mikro GC Kolay taşınabilirlik

Agilent 7820A GC Rutin güvenilirlik

Agilent 7890 GC En yüksek esneklik

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

Agilent Örnek Hazırlama Hassas numune taşıma

Agilent GC ve GC/MS Analizörleri Uygulama çözümleri


8

www.labmedya.com

NOBEL ÖDÜLLERINDE VERILEN MADALYA NEYI ANLATIYOR?

UYANDIĞINDA İNGİLİZ AKSANIYLA KONUŞMAYA BAŞLADI

SES DALGALARIYLA CINSEL IKTIDARSIZLIK BITECEK

Nobel Kimya Ödülü'nü kazananlara ödüllerinin takdim edildiği akşam bir de İsveçli Heykeltıraş ve Gravür Sanatçısı Erik Lindberg tarafından tasarlanan madalya veriliyor. İsveç Kraliyet Bilim Akademisi'nin fizik ve kimya alanlarında ödül kazananlara takdim ettiği madalyasına Mısır'ın en büyük tanrıçası İsis'e benzeyen bir doğa tanrıçası işli. Bulutların arasından çıkan tanrıça, kolları arasında bereketi simgeleyen bir boynuz tutuyor. Madalyada tanrıçanın yüzünü örten peçeyi ise "Bilim'in Dahisi" açıyor. Madalyada aynı zamanda Vergilius'un Aeneid adlı eserinden "Inventas vitam juvat excoluisse per artes" ifadesi bulunuyor. Latince ifade, "Yeni buluşlar, sanatla güzelleşen hayatı daha da zengin kılar" anlamına geliyor. Nobel ödülünü kazananlar için İngilizce "Nobel Laureates" ifadesi kullanılıyor. "Laureate" sözcüğü, defne dalları ve yapraklarından yapılan taç anlamına geliyor. Antik Yunan'da; müziğin, güzel sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı olan Apollon tarafından takılan defne tacı, spor müsabakalarının ve şiir yarışmalarının kazananlarına "gurur sembolü" olarak armağan ediliyordu.

ABD'nin Arizona eyaletinde yaşayan Michelle Myers, şok edici bir tıbbi durumla karşı karşıya kaldı.

ABD'de geliştirilen yeni bir yöntem, erkeklerde cinsel iktidarsızlığı tedavi etme konusunda son dönemde giderek yaygınlaşıyor.

GALILEO'YA 4 UYDU EKLENDI Avrupa Birliği, GPS’e rakip olmak için başlattığı Galileo Uydu Navigasyon Sistemi projesi kapsamında yörüngeye 4 uydu daha fırlattı. Fransız Guyanası’ndan Ariane 5 tipi roketle fırlatılan uydularla birlikte sistemin yörüngedeki uydu sayısı 18’e çıktı. Toplamda 30 uyduya ulaşması beklenen sistem, en erken 2020’de hizmete açılacak. Son gönderilen uydularla birlikte küçük çaplı denemelere başlayacak olan Galileo sistemi, Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) yaklaşık 17 yıldır sürdürdüğü bir proje. Pek çok engele, bütçe kısıtlamasına ve teknik aksaklıklara takılan projenin ABD, Çin ve Rusya gibi kendi ağına sahip devlere karşı AB’ye koz kazandırması ve GPS’ten çok daha hassas sonuç vermesi hedefleniyor. Avrupa Birliği, küresel uydu navigasyon hizmetleri piyasasının 2022’de 250 milyar dolar civarında olmasını öngörüyor. Ayrıca 16 trilyon dolarlık AB ekonomisinin yüzde 6-7’lik dilimi, küresel navigasyon teknolojisine bağımlı durumda.

Independent gazetesinde yer alan habere göre; şiddetli migren ağrısı çeken Amerikalı kadın uykuya daldı ve uyandığında İngiliz aksanıyla konuşmaya başladı. Teksas Üniversitesi'ne göre; Yabancı Aksan Sendromu "konuşmada ani bir değişikliğe neden olan bir konuşma bozukluğu" olarak tanımlanıyor. Böylece kişi, yabancı bir aksanla konuşmaya başlıyor. Bu durumun çoğunlukla inmeden kaynaklanan beyindeki hasar ve travmaya bağlı olduğu kaydedildi. Myers, sadece İngiliz aksanıyla kalmayıp, yine gece baş ağrısıyla yatıp, sabah uyandığında farklı aksanlarla da konuştuğunu aktardı. İrlanda ve Avustralya aksanıyla da konuşan kadın bu durumun birer hafta sürdüğünü söyledi. Myers, yaşadığı bu tuhaf durum nedeniyle sayısız hastane ve uzman gezdi. Myers, "Üzgünüm, farklı bir insan gibi hissediyorum" diyerek, sağlıklı haline dönmek istediğini kaydetti.

ÇÜRÜK DIŞLERI IYILEŞTIREN ILAÇ GELIŞTIRILDI Alzheimer hastalığının tedavisi amacıyla geliştirilen Tideglusib adındaki yeni bir ilacın çürük dişleri onardığı belirlendi. İlaç, kök hücreleri uyararak, dişlerin mezoderma kökenli kemiğe benzer yapıdaki temel katmanı olan 'dentin'in yeniden oluşumunu tetikliyor. Dişler, aslında herhangi bir dış yardım almadan doğal olarak dentini yeniden üretebiliyor. Fakat diş özünün (pulpa), enfeksiyona (örneğin çürümeye) veya travmaya maruz kalarak, iç yapının üretimini başlatması gerekiyor. Ancak öyle olduğunda bile, dişin doğal olarak yeniden üretebildiği katman çok ince oluyor; yani genellikle derin olan çürüme kaynaklı oyukları onarmaya yetmiyor. Bilim Fili'nden Sevkan Uzel'in haberine göre geliştirilen Tideglub ilacı işte bu durumu değiştiriyor, çünkü “dentin” oluşumuna köstek olan GSK-3 enzimini kapatıyor. Habere göre 2017'de yapılan çalışmada, Tideglub ilacı emdirilmiş kollajenden yapılma biyo-çözünebilir minik süngerler, diş oyuklarına yerleştiriliyor. Süngerciklerin dentin oluşumunu tetiklediği görülürken ve 6 hafta içinde dişteki hasarlar onarılıyor.

Dünya genelinde sağlıksız beslenme, alkol ve sigara kullanımı ile stres gibi nedenlerle cinsel iktidarsızlık giderek artan bir sorun haline geldi. Çeşitli ilaçlarla yapılan tedaviler yaygın olarak denenirken, ABD’de başta New York olmak üzere yeni bir yöntem popüler olmuş durumda. GainsWave adı verilen yöntemde, erkeklerin cinsel organına ses dalgaları vasıtasıyla titreşimler gönderiliyor. Yöntemi geliştiren ekipten Dr. Michael Reitano, ses dalgalarının kan akışını düzenlediğini ve sinir sistemini olumlu etkilediğini söylüyor. Amerikan gıda ve ilaç dairesi (FDA) tarafından tam yetki alma sürecinde olduklarını belirten Reitano, “Bu yöntem erkekler için çok şey ifade ediyor. Herhangi bir ağrı yaratmayan işlem sayesinde, erkeklerin kendine güveni yerine geliyor” dedi.

'ROBOTLAR ACIYI HISSEDECEK' Alman bilim insanları, robotlara "acıyı hissetmeyi" öğretmek için yapay sinir sistemi geliştirdi. Hannover kentindeki Leibniz Üniversitesi araştırmacıları, yapay sinir sisteminin "robotların, dışarıdan bakılarak anlaşılmayacak fiziksel rahatsızlıkları belirleyebilmesine, söz konusu rahatsızlığın neden olabileceği olası hasarı değerlendirebilmesine ve rahatsızlığı gidermek için önlem alabilmesine" olanak tanıdığını söyledi. Yapay sinir sistemi geliştirilirken "İnsanda Acıyı Anlama Araştırması"nda elde edilen verileri kullanan araştırmacılar, parmak ucuna baskı ve sıcaklığı algılayabilen sensörler yerleştirilen robot kol üzerinde sistemi test etti. Tıpkı insandaki nöronların acıyı beyne iletmesi gibi işlev gören yapay sinir sistemi; acıyı hafif, orta derecede ve şiddetli olarak derecelendirebiliyor. Araştırma, IEEE Spectrum internet sitesinde yayımlandı.

BEYNINDE HAVA BOŞLUĞU TESPIT EDILDI İrlanda’da fiziksel denge bozukluğu şikâyetiyle hastaneye başvuran hastanın yapılan bilgisayarlı beyin taramaları sonucunda, beyninde sağ frontal lobun olması gereken yerde 9 santimlik bir hava boşluğu tespit edildi. 84 yaşındaki İrlandalı hastanın ilk bulguları bir hayli ilginçti. Çekilen tomografide burun boşluğunu beyinden ayıran kalbur kemiği üzerinde bir kemik tümörü (osteoma) fark edildi. Gazete Habertürk'te yer alan habere göre; doktorların “tek yönlü valf etkisi” dedikleri, kemiğin erozyona uğramış bu kısmı, kafatasının altına hava girmesine izin vermişti. 12 haftalık takipten sonra hastanın iyi halinin devam ettiği ve artık sol tarafında bir zayıflık hissetmediği görüldü.

İNSANIN KAN VE DOKU DNA’SI AYNI DEĞIL Kanadalı bilim insanları, insan vücudundaki kan ve doku hücrelerinde bulunan DNA’ların farklı olduğunu keşfetti. McGill Üniversitesi’nden Dr. Morris Schweitzer liderliğindeki bir ekip tarafından yapılan araştırma “Human Mutation” dergisinde yayınlandı. Bilim insanları, abdominal aort anevrizması (AAA) hastalığının genetik nedenlerini araştırıyordu. Hücrenin ölümünde rol oynayan BAK genini inceleyen uzmanlar, bu genin, kan hücrelerinde ve doku hücrelerinde iki farklı yapıda olduğunu fark etti. Bunun üzerine sağlıklı kişilerden de kan ve doku hücreleri alındı. Bu kişilerde de iki farklı DNA yapısı saptandı. Hastalıkların genetiği, canlılardan doku alınmasının zorluğundan ötürü hastadan kan alınarak yürütülüyordu. Kan ve doku DNA’sının aynı olduğu varsayılıyordu. Araştırmanın doğrulanması halinde, genetik konusunda tüm araştırmaların ve verilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir.



10

www.labmedya.com

ECZACILIKTA YENI BIR DISIPLIN: BÜYÜK VERI YÖNETIMI Ebrar PEKER Sağlık Bilimleri Üniversitesi / Eczacılık Fakültesi

Büyük veri teknolojileri sağlık kuruluşlarından ve diğer mevcut veri kaynaklarından alınan klinik ve operasyonel verilerin sürekli olarak toplanmasını ve analiz edilmesini sağlayarak eczacılık alanında çeşitli süreçleri hızlandırmada önemli bir rol oynar. Son yıllarda şirketler hastalara ulaşmak için dijital ve sosyal kanallar üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. İlaç endüstrisi dijital pazarlama alanında ilerledikçe şirketler müşterilerini hedeflemek ve reklam maliyetlerini düşürmek için karmaşık büyük veri analizlerine ihtiyaç duyarlar. Doğru bilgilerle şirketler sonraki pazar çalışmalarında getirilerini ve verimliliklerini artırabilirler. Doğru zamanda doğru hastalara ticari mesajlar vermek sadece ürün alımını iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda harcanan pazarlama fonlarını da azaltır.

Veri yönetimi eczacılık sektöründe; ilaç keşfi, tasarımı ve geliştirilmesi, kişiselleştirilmiş sağlık hedefli tedaviler, aşı geliştirme, ilaç tutarlılığı ve yönetimi, pazar sonrası gözetim ve farmakovijilans, klinik karar verme süreci, veriye dayalı koruyucu bakım, eczane hizmetleri, tıbbi bilginin yaygınlaştırılması, farkındalık ve erişilebilir sağlık hizmetlerinin arttırılması, uzaktan hasta izleme, sağlık politikalarına karar verme, sağlık sigortası davaları işleme ve yönetimi, imalat ve tedarik zinciri yönetimi, müşteri hizmetleri, finans ve risk yönetimi gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. 2017 yılında yapılan tahminlerde sağlık ve ilaç sektöründeki büyük veri yatırımlarının 4 milyar doları (ABD) bulacağı öngörüldü. Sağlık kuruluşları, sigorta kurumları, devlet kurumları, ilaç firmaları ve diğer menfaat sahipleri için çok sayıda iş fırsatı sunan bu yatırımların önümüzdeki 3 yıl içinde %15’ten daha fazla artış göstermesi beklenmektedir. Sağlık endüstrisi tarihsel olarak, kayıt tutma, uyumluluk, düzenleyici gereksinimler ve hasta bakımıyla yönlendirilen büyük miktarda veri üretmiştir. Çoğu veri, basılı kopya formunda saklanırken, güncel eğilim bu büyük miktarda verinin hızlı sayısallaştırılmasına yöneliktir. Zorunlu gereksinimler ve sağlık hizmetlerinin sunum kalitesini artırma potansiyeli ile birlikte masrafları düşüren bu büyük veri,

Tablet Test Sistemleri Türkiye Tek Yetkili Temsilcisi...

www.bmskimya.com

klinik dahil olmak üzere çok çeşitli tıbbi ve sağlık hizmetlerini destekleme vaadinde bulunmaktadır.

info@bmskimya.com

+90 216 504 80 56

Ülkemizin 2014-2018 yıllarını kapsayan "10. Kalkınma Planı" incelendiğinde bilginin önemi ve değeri üzerinde durulmakta, yenilik ve farklılık yaratacak faaliyetlerin en önemli rekabet unsurlarından biri haline geldiği vurgulanmaktadır. Toplam nüfus ve yaşlı nüfusun artmasına paralel uzun dönemde artması beklenen sağlık harcamaları sağlık sisteminde bir baskı yaratacaktır. Bu süreçte küresel bilgiyi kullanarak yeni bilgiler üretebilen, bilgiyi ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürebilen, bu süreci bilgi ve iletişim teknolojileri ile bütünleştirebilen ve insan odaklı kalkınma anlayışını benimseyen ülkeler ön plana çıkacaklardır. Planda veri ve kanıta dayalı sağlık politikalarının geliştirilmesi üzerinde durulmuş ve bu politikalarla desteklenen, erişilebilir, nitelikli, maliyet etkin ve sürdürülebilir bir sağlık hizmet sunumunun esas olacağı vurgulanmıştır. İlgili alan istihdam açısından incelendiğinde; bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın ve etkin kullanımının, bilgi tabanlı ekonomiye dönüşümü ve nitelikli istihdama katkı sağlayacağı ve bu teknolojilerin kullanıldığı sektörlerde nitelikli insan kaynağı açığının bulunduğu net bir şekilde görülmektedir. Eczacılık hizmetleri ve ecza sektörü özellikle son yıllarda yapılan birtakım yasal düzenlemeler ve istihdamı etkileyebilecek çeşitli unsurlar nedeniyle günümüzde ve muhtemel gelecekte bir istihdam sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Yukarıda verilen örnekler, gereklilikler ve kalkınma planında belirtilen maddeler göz önüne alındığında eczacılıkta veri

u

n sio

Cell

Num une To pl ay

Büyük verinin ilaç endüstrisinde son on yıldaki etkisi şaşırtıcı derecede fazladır. Veri yığınlarını idare edebilen; veri toplama, depolama, analiz etme, raporlama ve anlamlı gerçek zamanlı bilgi birikimlerini oluşturabilen kişi, kurum ve kuruluşlar ilaç pazarının üst basamaklarında yerlerini alacaktır.

Büyük veri teknolojilerinin kullanımı sayesinde hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları %10’dan daha fazla maliyet azalımı, elde edilen sonuçlarda %20’lik iyileşme, gelirlerde %30’luk artış, sağlık hizmetlerinde %35’ten fazla erişim sağlamışlardır.

Fran zD if f

İlaç pazarının bugünkü konumunda birçok parametre etkili olmaktadır. Günümüz piyasasındaki en iyi ilacı üretmek ya da satış konusunda en çok katkıyı sağlamak artık yeterli değil gibi gözüküyor. Nihayetinde dengeyi değiştiren unsur işletme değerini sağlayan analitik çözümlerin içinde saklı. Doğru ve yerinde veri analizine dayalı analitik çözüm, ticari faaliyetleri artırarak gelir büyümesini ve kâr marjını geliştirdiğinden ilaç endüstrisinde veri yönetimi disiplini önemli bir konum elde etmiştir.

hazırlama, doğru veriyi elde etme ve bunu işleme, veri depolama ve veriyi uygun süreçlerde kullanmak amacıyla veri yönetimi alanında deneyimli iş gücüne gelecekte ihtiyaç duyulacağı aşikardır. Not: Sunulan çalışma 2018 yılında İstanbul Eczacı Odası tarafından düzenlenen ‘Eczacılıkta Yeni İstihdam Alanları’ temalı yarışmaya sunulan projelerden birisidir. Kaynaklar 1.Why Big Data is Essential for Success in the Pharmaceutical Market, 20.02.2018 tarihinde https://datafloq.com/read/big-data-essentialsuccess-pharamceutical-market/1079 adresinden erişildi. 2.Groves, P., Kayyali, B., Knott, D., Van Kuiken, S., The ‘big data’ revolution in healthcare, Center for US Health System Reform Business Technology Office, 2013. 3. Big Data Analytics in Big Pharma Marketing: Finding the Right Audience, 20.02.2018 tarihinde https://www.cuttingedgeinfo.com/2014/big-dataanalytics-in-big-pharma-marketing/ adresinden erişildi. 4. Big Data in the Healthcare & Pharmaceutical Industry 2017-2030 - Company Profiles and Strategies of Over 240 Big Data Vendors, 20.08.2018 tarihinde https://www.prnewswire. com/news-releases/big-data-in-the-healthcare-pharmaceutical-industry-2017-2030---companyprofiles-and-strategies-of-over-240-big-datavendors-300501906.html adresinden erişildi. 5. Raghupathi, W., Raghupathi, V., Big data analytics in healthcare: promise and potential, Health Information Science and Systems, 2; 3. 6. T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018 http://www.kalkinma.gov. tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/12/ Onuncu%20Kalk%C4%B1nma%20Plan%C4%B1. pdf 22.02.2018 tarihinde edinilmiştir.

le ab lı T ı ıc

ssolüsyon Sistem t Di i


11

www.labmedya.com

İNSAN ETI YEMELI MI? İ NSAN ETI N E K A D A R B E S L E Y I C I? KAÇ K AL ORI ENE R J I V E R I R ? İ N G I L I Z BILIM INSANL ARI H E S A P L A D I . . . İNSAN VÜCUDU KAÇ KALORIDIR? TÜKETILMESI NE KADAR BESLEYICIDIR? Bu sıra dışı sorunun cevabını, tarih öncesi dönemlerde (ve günümüzde bazı izole kabileler ile sosyopatik eğilim gösteren insanlarda) insan eti yenmesini araştıran, İngiltere’nin Brighton Üniversitesi’nden Arkeoloji Bölümü Profesörü James Cole aradı. Profesör Cole, yamyamlık olarak bilinen pratiğin, beslenmeden ziyade kültürel ve dini ritüeller gereği yapıldığı sonucuna vardı. İnsan vücudundaki her bir organın ve sistemin içeriğini ayrı ayrı araştırmalara dayanarak hesaplayan Cole, kilo bazında dikkate alındığında, insan eti yemenin at, domuz veya ayı gibi vahşi hayvanlara kıyasla üç kat daha az besleyici olduğu sonucuna vardı. İlk insanların yağ ve protein bakımından az depoya sahip olduğuna dikkat çeken Cole, en caydırıcı faktörlerden birinin de insanın diğer avlardan daha becerikli olması nedeniyle, riskli kabul edilmesi.

Cole, “Bu araştırmayı, hayvanlara kıyasla ne kadar besleyici olduğumuzu anlamak için yürüttüm. Bu bilgiye, yamyamlığın gerçekten ihtiyaç mı yoksa sosyal ritüeller gereği mi olduğunu anlamak için ihtiyaç duydum” dedi.

SONUÇ Araştırma sonuçlarına göre, dönemin insanları (ortalama 55 kilogram) toplamda 126 bin kalori sağlıyordu. İnsanı yakalama ve mücadele edip öldürme için gereken çaba, diğer hayvanlara kıyaslandığında, besin getirisinin harcanan efora değmeyeceği, yamyamlığın açıkça bir sosyal ritüel olduğu sonucuna varılıyor.

‘ÖLEN YAKINLARINA SAYGI GÖSTERGESI OLABILIR’ Yakın zamandaki bulgular, günümüzden yaklaşık 200 bin yıl önce yaşamış Neandertal insanının takı ve eşya kullandığını, kendi dilleri olduğu sonucunu işaret ediyor. Cole, gelişmiş bir sosyal düzenin parçası olan Neandertallerin

bilhassa kemikten ilik emmek veya kalp yemek gibi ritüelleri ölen yakınlarına saygı göstermek için yapmış olabileceklerini düşünüyor. Cole, insanlar tarafından yenmiş insanlara dair kalıntıların çok nadir olduğuna dikkat çekerek, “Küçük ölçekli bulgularımız olsa da, kemiklerin kesildiği noktalar ve kasların yerinden çıkarılış biçimleri bunun hayvanlar tarafından yapılamayacağını açıkça gösteriyor” diyor. Yamyamlığa dair en eski bulgu, İspanya’da bir mağarada, yaklaşık 1 milyon yıl öncesine ait olduğu belirlendi.

KURU HASTALIĞI Bir başka anahtar bulgu ise, kafatası açılıp beyni yenmiş insanlara dair. Eski insanların TSE (transmissible spongiform encephalopathies) hastalığına bağışıklık

kazanmasının nedeninin, bu patojenlere yoğun miktarda maruz kalmaları olarak gösteriliyor. Papua Yeni Gine’de yaşayan ve Fore insanları olarak bilinen yerliler, nesillerdir insan eti tüketiyor. Sadece 1957 – 1960 arasında bu kabileden bin kişi, Kuru isimli bulaşıcı hastalık nedeniyle öldü. Tedavisi olmayan hastalığın, insan beyni yemekten kaynaklandığı ve kadınlara daha çok zarar verdiği saptandı. Araştırma sonuçları, Nature dergisinde yayımlandı. Kaynak: AFP


12

www.labmedya.com

İ N GI L I Z F I Z I K P R O F E S Ö R Ü S T E P H EN H AW K I NG 14 M A R T ' TA H AYAT I N I KAY BETM I ŞTI .

HAWKING SON RÖPORTAJINDA NE SÖYLEDI? Çağımızın en saygın ve başarılı bilim insanlarından İngiliz Fizik Profesörü Stephen Hawking 14 Mart'ta hayatını kaybetmişti. Hawking'e, verdiği son röportajda soruları soran BBC Bilim Muhabiri Pallab Ghosh'tu. BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Ghosh, Ekim ayındaki röportajda Profesör Hawking'in Evren'e gözlerimizi yeni Sayı: 47

Mayıs - Haziran

2018

ISSN: 2148-953X

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Süleyman GÜLER Editör Taşkın EROĞLU Grafik Tasarım Gülden KARADENİZ Danışma Kurulu Prof. Dr. Kadir HALKMAN Prof. Dr. Aziz EKŞİ Melek MALKOÇ Uzm. Yelda ZENCİR Özlem Etiz SAĞDAŞ Nevin KOÇAKER Hukuk Danışmanları Av. Ersan BARKIN Av. Murat TEZCAN Mali Danışman İrfan BOZYİĞİT SMMM İdare Merkezi Oğuzlar Mah. 1374 Sok. No:2/4 Balgat - ANKARA Tel: 0 312 342 22 45 Fax: 0312 342 22 46 e-posta: bilgi@labmedya.com Abonelik abone@labmedya.com Yayın Türü Yerel Süreli

açtığımızı söylediğini aktarıyor: “Ekim ayında Profesör Stephen Hawking ile nötron yıldızlarının çarpışması sonucu oluşan yerçekimsel dalgaların varlığının tespit edilmesi konusunda bir röportaj yapmıştım. O röportaj Hawking ile yapılan son röportaj oldu. Nötron yıldızlarının çarpışması üzerine yapılan araştırmalar bilim dünyası için çok büyük bir haberdi. İnanılmaz bir kozmik olay ilk kez bu kadar detaylı biçimde gözlenmişti. Uzay zaman dokusundaki dalgalanmanın tespitinin yanı sıra, bilim insanları ilk kez altın ya da platinyum gibi maddeleri açığa çıkaran bir olayı ilk kez gözlemlemişti. Tam Profesör Hawking'in anlatabileceği cinsten bir olaydı.”

“HAWKING'İN GÖZÜNDEN BAKILDIĞINDA EVREN…” Ghosh, röportajla ilgili aktarımlarını şöyle sürdürdü: “Hawking son yıllarda iklim değişikliği, uzay seyahati ve yapay zekâ gibi konularda sık sık konuşuyordu. Röportajları büyük ilgi uyandırıyordu. Hawking'le çok sayıda röportaj yapmıştım. Bence en heyecanlı anlar asıl uzmanlık alanı olduğu konulardan bahsetmeye başladığı zamanlardı. Aşık olduğu fizik dünyasından bahsetmeye başladığında yeni buluşların hayatlarımızı nasıl değiştireceğinden bahsederek aklımızı başımızdan alıyordu.

www.prosigma.net - info@prosigma.net Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat / ANKARA Tel: 0 312 397 16 17 Basım Tarihi Mayıs 2018 - Ankara Ücretsizdir. Labmedya Gazetesi’nde yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. WHAT IS LABMEDYA ?

www.labmedya.com

Ekim ayındaki röportajın sadece kısa bir bölümünü hazırladığım haber paketinde kullanabilmiştim. Röportajın kalanı ne televizyonlarda ne de başka bir yerde yayınlandı. Profesör Stephen Hawking ile yapılan bu son röportajın tamamını sizinle paylaşıyorum. Hawking'in gözünden bakıldığında evren muhteşem güzellikte

ama bir o kadar da gizemli bir yer olarak gözüküyor.”

İŞTE O RÖPORTAJ: “İki nötron yıldızının çarpışmasının gözlenmesinin ne denli önemli bir olay olduğunu bize anlatabilir misiniz? Stephen Hawking: Bu tam bir dönüm noktası. Yerçekimsel dalgaların kaynağı ilk kez tespit edildi. Kısa gama ışını patlamalarının nötron yıldızlarının çarpışmasıyla ortaya çıktığı doğrulandı. Kozmolojide mesafelerin ölçümü için yeni bir yöntem ortaya çıktı. Müthiş yoğunluğu olan maddelerin özü hakkında da çok şey öğrendik. Bu çarpışmanın yaydığı elektromanyetik dalgalar bize neler öğretebilir? Stephen Hawking: Elektromanyetik radyasyon bize gökyüzündeki bir cismin milimetrik yerini söyleyebiliyor. Yıldızların yaydığı ışık ile yıldız mesafeleri arasında da ilişki kurabilir hale geliyoruz. Böylece kozmoloji alanında ilk kez yeni bir mesafe ölçüm yöntemi elde etmiş oluyoruz. Nötron yıldızlarının kütle yoğunluğu çok yüksek. Böyle bir şeyi laboratuvarlarda deneylerle taklit etmek imkânsız. Nötron yıldızlarının çarpışmasının yarattığı elektromanyetik sinyaller, kütle yoğunluğu bu kadar yüksek maddelerin davranışı konusunda bize çok şey söyleyecek. Bu buluşlar bize kara deliklerin oluşumu konusunda da bir şeyler söyleyebilir mi? Stephen Hawking: İki nötron yıldızının çarpışması sonucunda kara deliklerin oluşabileceğini teoride biliyoruz. Ancak gözlemlenen son olay bizim için ilk test oldu. Yıldızların çarpışması sonucunda kütle yoğunluğu daha da fazla olan bir hiper nötron yıldızı ortaya çıkıyor. Bu yıldızın patlaması sonucunda da kara delik oluşuyor. Bu olay, süpernova ya da nötron yıldızı

ile normal yıldız birleşmeleri sonucu oluşan kara deliklerden çok daha farklı. Eldeki verilerin analizi, teorik modeller ve süper bilgisayarların yardımıyla kara delik oluşumunun dinamikleri ve gama ışını patlamaları hakkında çok daha fazla şey öğrenebileceğiz. Yerçekimsel dalgaların ölçümlenmesi sayesinde uzay-zaman dokusu ve yerçekimi hakkında daha fazla şey öğrenebilir miyiz? Evren'i algılayışımız değişebilir mi? Stephen Hawking: Kesinlikle evet. Kozmolojik bir mesafe ölçüm tablosu sayesinde kozmolojik gözlemlerin yeri konusunda bize çok şey söyleyebilir ve pek çok sürprizle karşılaşabiliriz. Yerçekimsel dalgaların gözlenmesi, izafiyet teorisinin test edilmesine imkân tanıyacak. Kimileri karanlık maddenin dışarıda bırakılması için izafiyet teorisinin güncellenmesi gerektiğini düşünüyor. Yerçekimsel dalgaların ölçümlenmesi, izafiyet teorisinde yapılabilecek modifikasyonlar için de bir temel oluşturabilir. Evren'i gözleme yöntemlerindeki değişiklikler bugün öngöremeyeceğimiz sürprizleri karşımıza çıkarabilir. Hâlâ gözlerimizi, hatta kulaklarımızı ovuşturuyoruz. Yerçekimsel dalgaların sesine yeni uyandık. Nötron yıldızlarının çarpışması Evren'de altın maddesinin oluşumunu sağlayan tek kozmik olay mı? Altının bu kadar nadir bulunması böyle açıklanabilir mi? Stephen Hawking: Evet altın maddesini ortaya çıkaran tek olay nötron yıldızlarının çarpışması. Altın her yerde nadir, sadece Dünya'da değil. Bunun nedeni nükleer bağlanım enerjisinin demirde tavan yapması. Daha ağır metallerin oluşumu bu nedenle zor. Kaynak: Odatv.com


Multi-Mode Readers  Microplate Readers  Imaging & Microscopy  ELISA  Liquid Handling

Olasılıkların ötesinde

Hücre Görüntüleme Multi-Mod Okuyucu

bir

• 2D ve 3D hücre görüntüleme ve analizi • Hücre çoğaltma çalışmaları • Sitotoksisite • Biyobelirteç miktarı • İlaç keşfi • Genetik analiz • İlaç emilim ve metabolizma • Biyolojik ilaç keşfi ve geliştirilmesi • Çevresel testler • Gıda güvenliği • Nükleik asit tayini • Protein kantifikasyonu

görüntülemedeneyimi

Yeni fikirler ve özgün yenilikler... BioTek basit hücre testleri ve slayt taramadan gelişmiş, çevre kontrollü, uzun vadeli canlı hücre kinetik testlerine ve 3D sferoid oluşum görüntülemesine kadar pek çok uygulamaya yönelik tasarlanmış hücre görüntüleme sistemleri sunarak görüntüleme ve mikroskopi gereksinimlerine eşsiz bir yaklaşım öneriyor.

IMAGING READERS

HÜCRE GÖRÜNTÜLEME MULTI-MOD OKUYUCU

Fluorescence 

©ANT Teknik, 2018 All rights reserved.

Brightfield 

Phase Contrast 

Color Brightfield


14

www.labmedya.com

GEZEGENIMIZDEKI ILK CANLI ORGANIZMALAR NASIL ORTAYA ÇIKTI? Biraz geçmişe doğru yol alalım ve ilk canlı organizmaların nasıl oluştuğuna bakalım. Gaz ve toz bulutundan dünyamız oluştu.

TEMİZ ODA VE BİYOGÜVENLİK

“SAHA VE PERFORMANS VERİSİ OLMAYAN, STANDART DIŞI TEMİZ ODA RİSKLİDİR” ‘Temiz oda ünitelerinin performansları, biyolojik ürünlerde olduğu gibi, kutusuna bakarak anlaşılamaz.’ “TEMİZ ODA, GÜVENİLİRLİK VE SÜREKLİLİK GEREKTİREN BİR ÜRÜNDÜR” ‘2012 yılında 700 menenjit salgını ve 60 ölümden sorumlu tutulan temiz oda sorumlusu 8 yıl hapse mahkum edildi’’ “ENERJİ SINIFI UYGULAMA ZORUNLULUĞU TEMİZ ODA SEKTÖRÜNDE YAKLAŞIYOR” ‘Hijyenik özelliklere sahip bir tesisin tümü, sadece temiz oda ünitelerinde oluşan enerji kaybı ile 5 yıl içinde yeniden inşa edilebilir’’ ‘Ülke genelinde toplam enerji tüketimi 280-300 milyar kWh’dır. Enerji verimli üniteler ile Türkiye’deki hastanelerin SADECE ameliyathane ve yoğun bakım servislerinde 1 milyar kWh enerji tasarrufu sağlanabilecektir.’

Biotechnology

www.metisbio.com | info@metisbio.com

Canlı organizmaların ortaya çıkması için gerekli kimyasal olayların gerçekleşmesi gerekir. Bunun için en başta ihtiyacınız olan şey enerji, ama bu enerji çok fazla olmamalı. Bir yıldızın merkezindeki enerji o kadar fazladır ki, burada bir araya gelen atomlar hemen tekrar ayrışırlar. Bu enerji çok az da olmamalı. Yıldızlararası boşluktaki enerji o kadar azdır ki, burada atomlar birleşemezler. İhtiyacınız olan şey yeteri kadar enerji. Bunun için de yıldızlara yakın mesafede bulunan gezegenler ideal bölgeler oldu dünyamız gibi! İkinci olarak kimyasal çeşitliliği sağlamak için bir ortama ihtiyacımız var. Bu ortam gaz olamaz çünkü gaz halindeki maddelerde atomlar birbirlerinin yanından öyle hızlı geçerler ki birbirlerine tutunamazlar. Bu ortam katı da olamaz çünkü katılarda atomlar birbirlerine çok tutunurlar, hareket edemezler. O halde geriye sıvılar kalıyor. Yani su! Sıvılarda atomlar yavaş yavaş hareket edebilir, birbirlerine tutunabilir ve zincir haline gelip molekülleri oluşturabilirler. Yıldızına uzaklığı tam olması gerektiği kadar olan gezegenimiz devasa okyanusların oluşmasına izin veriyor ve çeşit çeşit elementlerin bulunduğu bu okyanusların tabanındaki çatlaklardan dünyanın içinden gelen ısı dışarıya sızıyor. Bu derin okyanus bacalarında muhteşem bir kimyasal reaksiyon başlıyor. Ama yaşam, rastgele bir araya gelen kimyasal bileşiklerin ötesinde bir şey. Tam bu noktada mucizevi bir molekül oluşuyor; DNA! Bu molekülün her bir basamağı bilgi içeriyor. Yaşayan organizmalar hakkında içerdiği bu bilgiyi kendisini kopyalayarak bütün okyanusa yaymaya başlıyor adeta bir yaşam şablonu görevi görüyor. DNA'nın asıl güzelliği ise onun kusurlu yönlerinde saklı. DNA kendini kopyalarken, her bir milyar basamakta bir hata ortaya çıkar. Bu aslında DNA'nın bir şekilde öğrendiğini gösteriyor. Bu şekilde DNA yaşayan organizmaları yapacak yeni yollar biriktiriyor. Böylece daha büyük bir çeşitlilik elde ederek daha karmaşık bir hale geliyor. Bu şekilde okyanuslarımızda tek hücreli canlılar ortaya çıkıyor.


15

www.labmedya.com

PARFÜM KOKUSU SAĞLIK SORUNLARINA YOL AÇIYOR Bilim insanları, kokuların ve temizleme spreylerinin içindeki kimyasalların kanser, baş ağrısı gibi sorunlara yol açtığını gösteren kanıtların arttığını söyledi.

HAVA KİRLİLİĞİNE KATKISI ÇOK BÜYÜK Daily Mail'de yer alan habere göre; çoğu kişi parfüm, tıraş sonrası losyon,

oda spreyi, mumlara ek olarak farklı kokular alır. Bilim insanları ise parfüm, boya ve temizlik ürünleri de dahil olmak üzere kullanılan günlük kimyasalların, otomobillerden daha çok hava kirliliğine katkıda bulunduğunu açıkladı. Bu kimyasalların içindeki bileşiklerin içerdiği küçük parçacıkların ciğerlere zararlı olduğunu kaydeden uzmanlar, temizlik ürünleri ile parfüm ve deodorant

gibi öğelerin şehirlerdeki hava kirliliğine yüzde 50 oranında katkı sağladığını kaydetti.

PEKI KOKU INSANLARI NASIL ETKILIYOR? 2004 yılında 1.000 kişiyle yapılan ankette insanların yüzde 31'i kokulu ürünlere karşı olumsuz tepkiler bildirdi. Birkaç yıl

sonra, başka bir anket de bu sonuçları doğruladı.

KOKUYA MARUZ KALAN HASTA OLUYOR 2016'da yapılan üçüncü bir anket, insanların yaklaşık yüzde 35'inin, kokuya maruz kaldıklarında solunum güçlüğü ve baş ağrıları gibi sağlık sorunları bildirdiğini buldu. Bazıları kırmızı ve sulu göz, burun tıkanıklığı, baş ağrısı ve astım atakları bildirdi. Daha az bir kısım ise cilt problemleri, yoğunlaşamama gibi bilişsel güçlükler ve bulantı gibi sorunlar yaşadı. Parfümden hastalanan gerçek insan sayıları, çalışmaların gösterdiğinden neredeyse daha fazla.

MİGREN ATAKLARINI ARTIRIYOR Araştırmalar, parfüm ve kokulu ürünlerin migrenleri tetiklediğini ileri sürdü. Harvard Üniversitesi'nden bir çalışma, kokuların vakaların yüzde 60'ında baş ağrısı yaptığını tespit etti. Kokular aynı zamanda hastaların yüzde 68'inde baş ağrılarını daha da kötüleştirdi. Ayrıca, 2014 yılında migren hastalarında kokunun öneminden yola çıkılarak, hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada, hastaların yüzde 76'sı tetikleyici olarak 'parfüm' adını verdi. Sigara dumanı ve hoş kokulu temizlik ürünleri de parfümü takip etti.

KOKU, ASTIM HASTALARINI ETKİLİYOR Astım hastaları özellikle kokulara duyarlıdır. Bir araştırma raporunda şunlar kaydedildi: "Birçok hasta bazı kokuların astımını kötüleştirdiğinden şikayet eder. Parfüm ve kolonya en sık rastlanan suçlulardan ikisi."

KANSERE NEDEN OLABİLİR Bazı kokular östrojeni taklit eden fitalatlar gibi bileşenleri içerir. Peki, bunların kullanılması kansere neden olabilir mi? Prostat ve meme kanserleri dahil olmak üzere bazı kanserlere yol açabileceği savunuluyor. Araştırmalar aynı zamanda östrojen ve testis kanseri arasında da bağlantı olduğunu gösterdi. Ancak parfüm ve kanser arasında doğrudan bir bağlantı yok. Parfüm hormonları bozan kimyasalların yalnızca bir kaynağı olarak görülüyor ve hormonal bozuklukların neden arttığını tam olarak ortaya koyacak araştırmalar henüz yeterli değil. Ancak bilim insanları bu durumdan dolayı endişeli.


16

www.labmedya.com

"YAPAY KAN 1 YIL SONRA INSANLARA VERILMEYE BAŞLANACAK" ESOGÜ FE N E D E B I YAT FA K Ü LT ESI ÖĞRETI M Ü Y E S I P R O F. D R . AYHANCI, " Ü NI VERS I T E D E 2 0 K I Ş I L I K E KIP, GECE GÜ ND Ü Z Ç A L I Ş A R A K 3 Y I L D A TAMAMEN Y ERL I YAPAY K A N Ü R E T M E Y I BAŞARDI" AÇI K L AMA S I N I YA P T I .

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Ayhancı, 3 yıllık çalışma sonucu yerli yapay kan ürettiklerini belirterek, "Deney çalışmalarımızı 1 yıl içinde tamamlamış oluruz diye düşünüyorum. Sonra insanlar üzerinde klinik çalışmalarına başlayacağız." dedi.

Ayhancı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Atatürk Kongre Merkezi'nde düzenlenen "1. Ulubat Bilim Zirvesi"ndeki sunumunda, yapay kan çalışmalarındaki son durum hakkında bilgi verdi. Üniversitede 20 kişilik ekibin gece gündüz çalışıp 3 yılda tamamen yerli yapay kan üretmeyi başardığını vurgulayan Ayhancı, ayın sonunda bekledikleri cihazların gelmesinin ardından, deney hayvanlarında yapay kan uygulamasına başlayacaklarını söyledi. Deney çalışmasının 7-8 ay sürebileceğini dile getiren Ayhancı, şöyle devam etti: "Deney çalışmalarımızı 1 yıl içinde tamamlamış oluruz diye düşünüyorum. Sonra insanlar üzerinde klinik çalışmalarına başlayacağız. Dünyada pek çok ülkede yapay kan üretildi. Bizim geldiğimiz aşama, en son aşama. Bütün yapay kanların handikaplarını, eksiklerini bilerek onların üstesinden geldik. Bazı şeyleri tekrar tekrar deniyoruz ki sorun çıkmasın. Şu ana kadar bir sorun çıkmadı. Tamamen yerli yapay bir kan ürettik." Eskiyen kanların hemoglobinini kullanarak yapay kan üretebildiklerini belirten Ayhancı, "Bazı hayvanları kullanarak da kan üretebiliyoruz. Aslında 3 şekilde yapay kan üretimi yapabiliyoruz. Tamamen özel yöntemlerimizle yapay kanı ürettik." dedi. "Her kan grubundaki insana verilebilecek" İnsanların acil olaylarda ilk 1 veya 2 saatte kan kaybından ölebildiğine işaret eden Ayhancı, şunları kaydetti: "İlk müdahale çok önemli. Ürettiğimiz yapay kanı ambulanslarda taşıyabileceğiz, oda sıcaklığında. Bu kanı bir veya bir yıldan biraz daha fazla süre muhafaza edebiliyoruz. Ambulanslarda, hastanın kaybettiği kan hemen verilebilecek, kan kaybından ölmesi önlenecek. Zaten hastalar kanama durumunda ilk anlarda hayatını kaybediyor. Kansızlıktan, kan kaybından ölümün önüne geçmek, savaşlarda askerlerimizin kan kaybından ölmesini önlemek için kan grubuna bakmadan hemen verilebilecek. Çünkü yapay kanın kan grubu yok. Her kan grubuna verilebiliyor. Biyo uyumlu kan olacak, hastanın hayatını kurtardıktan 30 saat sonra dönüşüp böbrekten dışarı atılacak." Zirvenin açılışına, OMÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Akan ile Türkiye genelindeki üniversitelerden bilim insanları da katıldı.


Proses ve Laboratuar için Hassas Çözümler …

pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm probları

pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm cihazları

Titrasyon

Armatürler

Viskozite ölçümü

Taşınabilir tip pH, iletkenlik, çözünmüş oksijen ölçüm cihazları

İstiklal Mah. Bahçe Sok. No:13/6 34762 Ümraniye-İstanbul t: +90 216 550 78 86 f: +90 216 550 78 87 info@sumertek.com

www.sumertek.com


18

www.labmedya.com

KIL KĂ–KĂœNDEN YARA IZINE ÇÖZĂœM Bilim insanlarÄą yaralanmalar sonrasÄą ciltte iz kalmasÄąnÄą Ăśnlemenin çaresini buldu. AraĹ&#x;tÄąrma sonuçlarÄąna gĂśre iĹ&#x;in sÄąrrÄą, Ăśnce kÄąl kĂśklerini eski haline getirmek sonra da yaÄ&#x; dokusunun iyileĹ&#x;mesini beklemek. Pensilvanya Ăœniversitesi Perelman TÄąp FakĂźltesi'nde araĹ&#x;tÄąrmalarÄąnÄą sĂźrdĂźren ekip, estetik tedavide çĹÄ&#x;Äąr açmasÄą muhtemel bu geliĹ&#x;meyi Penn TÄąp Dergisi'nde duyurdu.

ARAĹžTIRMA SONUÇLARI Adiposit adÄą verilen yaÄ&#x; hĂźcreleri saÄ&#x;lÄąklÄą ciltlerde bulunuyor ancak yaralar iyileĹ&#x;irken bu doku kaybediliyor. Ä°yileĹ&#x;en yaralarda ise, fibroblast ve dĂźz kas hĂźcresi arasÄąnda bulunan miyofibroblast adÄą verilen hĂźcreden bolca bulunuyor. KasÄąlma ĂśzelliÄ&#x;i sayesinde geniĹ&#x; yĂźzeyli yaralarÄą daraltÄąp bĂźzĂźĹ&#x;tĂźren bu doku, iyileĹ&#x;me sonrasÄą iz kalmasÄąnÄąn temel nedeni oluyor.

Ekip, bu dokunun gĂśrevini deÄ&#x;iĹ&#x;tirerek onu yaÄ&#x; hĂźcresine dĂśnĂźĹ&#x;tĂźrdĂź ve iz bÄąrakmadan iyileĹ&#x;mesini saÄ&#x;ladÄą. Yara dokusunun baĹ&#x;lÄąca Ăśzelliklerinden biri kÄąl kĂśkĂź barÄąndÄąrmamasÄą. Cildin geri kalanÄąndan farklÄą gĂśrĂźnmesinin nedenlerinden biri de bu. Eldeki verilerden yola çĹkan bilim insanlarÄą, Ăśnce kÄąl kĂśklerinin iyileĹ&#x;mesini saÄ&#x;layarak miyofibroblast hĂźcrelerine yara izi oluĹ&#x;turmayÄąp yaÄ&#x; dokusuna dĂśnĂźĹ&#x;mesi gerektiÄ&#x;ine 'ikna etti'.

"Ä°ĹžIN SIRRI KIL KĂ–KĂœNDE" Ekibin çalÄąĹ&#x;malarÄąnÄą takip eden Dermatoloji BĂślĂźm BaĹ&#x;kanÄą Prof. Dr. George Cotsarelis, bulgularÄąnÄą Ĺ&#x;Ăśyle anlatÄąyor:

LaboratuvarÄą Yeterlilik Testi SaÄ&#x;layÄącÄąsÄą

! " # $ # % % & '

! " # # $

%% & $ '

"AslÄąnda, yara dokusunu iz bÄąrakmadan kendini yenilemesi konusunda manipĂźle ediyoruz. BulgularÄąmÄąza gĂśre, yaralanmalardan hemen sonra iz bÄąrakmadan iyileĹ&#x;me için kÄąsa sĂźrede mĂźdahale edilmesi gerekiyor. Ä°Ĺ&#x;in sÄąrrÄą, Ăśnce kÄąl kĂśklerini iyileĹ&#x;tirmede. Yara dokusunu oluĹ&#x;turan hĂźcreler, kÄąl kĂśklerinden sinyal alÄąnca yaÄ&#x; hĂźcrelerine dĂśnĂźĹ&#x;Ăźp iz bÄąrakmadan iyileĹ&#x;iyor." Ekip, miyofibroblastÄąn yaÄ&#x; dokusuna dĂśnĂźĹ&#x;mesine neyin sebep olduÄ&#x;unu tespit etmekte Ăśnceleri zorlandÄą. Nihayet bunun kaynaÄ&#x;ÄąnÄąn, Kemik Morfojenik Proteini adÄą verilen faktĂśr olduÄ&#x;unu tespit etti. AraĹ&#x;tÄąrmayÄą yĂźrĂźten Yard. Doç. Dr. Maksim Plikus, "MiyofibroblastlarÄąn baĹ&#x;ka bir hĂźcre yapÄąsÄąna dĂśnĂźĹ&#x;mesinin mĂźmkĂźn olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą sanÄąyorduk. Fakat bulgularÄąmÄąz bunun aksini iĹ&#x;aret ediyor. Etkin ve stabil bir biçimde adipositlere dĂśnĂźĹ&#x;ebiliyorlar" dedi.

KULLANIM ALANI AraĹ&#x;tÄąrma sonuçlarÄą estetik alanÄąnda çĹÄ&#x;Äąr açmayÄą vaat eden cinsten. Buna karĹ&#x;Äąn deneyler henĂźz baĹ&#x;langĹç aĹ&#x;amasÄąnda ve pratikte bir kullanÄąm alanÄą yok. Ĺžimdiye kadar fareler ve Ăśrnek insan dokularÄąnda kullanÄąlan yĂśntem çok yeni. YaĹ&#x;ayan vĂźcut Ăźzerinde, açĹk bir yarada kÄąl kĂśkĂź yenilenmesini saÄ&#x;lamak çok daha gßç olabilir. YaranÄąn enfeksiyon kapma riski oldukça yĂźksektir. Yara hĂźcrelerinin tedavisi dÄąĹ&#x;Äąnda, Adiposit hĂźcreleri aynÄą zamanda HIV tedavisinde yan etki olarak kaybediliyor. MiyofiberblastÄąn yaÄ&#x; hĂźcresine dĂśnĂźĹ&#x;mesi, bu alanda da kullanÄąlabilir. AyrÄąca yaĹ&#x;lÄąlÄąÄ&#x;a baÄ&#x;lÄą olarak sayÄąlarÄą azalan adipositler, derideki kÄąrÄąĹ&#x;ÄąklÄąklarÄąnÄąn da baĹ&#x;lÄąca sebeplerinden. Bu yĂśntemle kozmetik ĂźrĂźnler kullanÄąlmadan cildin genç kalmasÄą da saÄ&#x;lanabilir. Kaynak: Penn Medicine, Al Jazeera


19

www.labmedya.com

'DAN KANSER TANISI Google'ın geliştirdiği yapay zeka, patoloji slaytları üzerinden kanser tanısında tümörleri %89 başarıyla tespit ediyor. Uzman patologlarda bu oran %73'te kalıyor. Teknoloji devi Google, patoloji uzmanlarının vaktini alan ve yıllarca eğitim ile tecrübe gerektiren tanılama işlemini yapay zekaya öğretti. İnsanlar gibi adım adım eğitim alan yapay zeka, tanı koymada %89 başarılı oldu. İnsanlarda bu oran, bir patologun sınırsız vakti olduğu ve başka hiçbir işle uğraşmadığı varsayıldığında bile %73'te kalıyor.

NEDEN GEREKLI? Özellikle kanser hastalarının terapiye başlama sürecini etkileyen patolojik tanılarda, uzmanların gigabayt boyutlarında onlarca slaytı, 40 kat büyüterek detaylıca incelemesi gerekiyor. Hastanın biyolojik örneklerinin incelenip teşhisin koyulması ve raporun en doğru biçimde hazırlanması, çoğu zaman kanser hastaları için yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgi anlamına geliyor. Özellikle göğüs ve prostat kanserlerinin tanısında, iki farklı patologun aynı veriler üzerinde aynı tanıyı ortaya koyma olasılığı yüzde 48'e kalıyordu.

ÖRÜMCEKLER YILDA 800 MILYON TONA YAKIN BÖCEK YIYOR Örümcekler yılda 800 milyon tona yakın böcek yiyor. Sonuçlar, İsveç'teki Lund Üniversitesi ve İsviçre'deki Basel Üniversitesi'nden bilim insanlarının araştırmasına ait. Eklembacaklılar arasında en etkin avcılar olarak bilinen örümceklerin, böcek sayısını dengede tutmada ekosisteme katkılarının, şimdiye dek sanılandan çok daha büyük olduğu anlaşıldı. 45 bin farklı türü bulunan örümceklerde, dünya yüzeyinde metrekareye bin adet düşüyor. Bu çeşitlilik ve nüfusa rağmen, kamuflaj yetenekleri, gece avlanmayı tercih etmeleri nedeniyle örümcekler çoğu zaman dikkatten kaçıyor.

Toplamda dünya çapında 25 milyon ton ağırlığında olan örümcek nüfusu, her yıl 400 ilâ 800 milyon ton arası av tüketerek doğada dengeyi sağlamaya yardımcı oluyor. Bu avın yüzde 90'ını böcekler oluştururken, tropik bölgelerde yaşayan büyük örümcekler zaman zaman omurgalı canlıları da (kuş, kurbağa, yılan, balık, yarasa, kertenkele) yiyebiliyor. Karşılaştırmak gerekirse, BM Gıda ve Tarım Örgütü verilerine göre, tüm insanlar yılda toplam 400 milyon et ve balık tüketiyor. Balinalar ise yılda 280 - 500 milyon ton av tüketiyor. Örümceklerin ormanlarda ve yeşil

alanlarda rolü bilhassa öne çıkıyor. Bu bölgede yaşayan örümceklerin sayısında azalma yaşandığında, böceklerin orman tahribatı hızla artıyor. Tarım alanlarında ise insan kaynaklı müdahaleler nedeniyle örümcekler rahat barınamıyor. Araştırmayı yürüten ekibin başındaki Basel Üniversitesi'nden Martin Nyffeler, "Bulgularımız, örümceklerin doğada böceklerin en büyük düşmanı olduğunu ortaya koyuyor. Karıncalar ve kuşlar ile birlikte böcek nüfusunu dengede tutmada büyük rol oynuyorlar" diye konuştu. Araştırmanın sonuçları The Science of Nature bilim dergisinde yayımlandı. Kaynak: phys.org

Yüksek Kalitede Laboratuvarlar için...

LABORATUVAR CİHAZLARI

LABORATORY INSTRUMENTS

ULTRA

SAF SU CiHAZI

ARAŞTIRMA SAFHASI Araştırmayı yürüten Google çalışanları, bu yöntemle patologlara tanı sürecinde yardımcı olabilmeyi hedefliyor. Bunun için Radboud Üniversitesi'nden göğüs kanseri hastalarına ait slaytlarla işe başladılar. GoogLeNet adı verilen yapay zeka sistemiyle çalıştılar. Yapay zeka ilk denemede kayda değer başarı elde etti ancak yeterli bulunamadı. Bunun üzerine ekip, patoloji öğrencilerinin yaptığı gibi, fotoğrafları sisteme farklı boyutlarda tanıtıp eğitmeye başladı. Sistem zamanla gelişerek yerelleşme skorunda (FROC) %89'a ulaştı. Tümörleri makrofajlardan başarıyla ayırt etti. Zaman kısıtlaması olmayan ve başka işle uğraşmayan bir uzman patologun doğru teşhis skoru ise %73'te kalıyor. Ayrıca farklı bir ekip, sistemi farklı veri setleriyle deneyerek tümörleri tespit etmede yüzde 81 başarıya ulaştı.

İletkenlik seviye göstergesi Çıkış suyunun direnci İletkenlik değerleri görebilme Çıkış suyu sıcaklığı görebilme

UV sterilizasyon ünitesi dışında 0,2 mikronluk son PES kartuş filtresi

Yapay zekanın teşhiste doktorların yerini asla alamayacağını vurgulayan ekip, sistemin sadece kolaylık ve zamandan tasarruf sağlamasını hedefliyor. Bu sayede hekimler verilerin tamamıyla uğraşmak yerine yapay zekanın işaret edeceği alanlara odaklanabilir. Ayrıca yapay zeka sadece öğrendiği kadarını teşhis edebiliyor, hekimler ise slaytta farklı hastalıklara dair anormal sonuçları da tespit edebilir. Kaynak: Google Blog

www.nukleonlab.com.tr +90 312 395 66 13

nükleon tasarım ekibi

KULLANIM ALANI


20

www.labmedya.com

İYİ BİR UYKU KİLO VERMENİZİ SAĞLAYABİLİR Birçok kişi daha sağlıklı olabilmek ve istediği vücut ölçülerine ulaşabilmek için diyetler yapıyor, spor salonlarında saatler harcıyor. Ama ne yazık ki ne sporu ne de diyeti uzun süre sürdürebilmek mümkün olmuyor. Her gün düzenli olarak uyuyor olmamız ise uykuda kilo verebilmek için yapılabilecekleri getiriyor akla. Gün içinde

kalori yakarken, gece uyuduğumuzda da kalori yakma işlemi devam eder. Vücut hücre yenilemesine başlar, kan dolaşımı, hormon seviyelerinin ayarlanması gibi birçok işlevi gerçekleştirir. Biz de uyurken daha fazla kalori yakmanızı sağlayacak ve kilo vermenize yardımcı olacak şeyleri listeledik... Uyumadan önce protein ağırlıklı bir içecek için Araştırmalar, uyumadan önce alınan proteinin uyurken yakılan kalori miktarını arttırdığını gösteriyor. Ayrıca protein, kas onarımına da yardımcı oluyor ve kas kütlesinin artmasını sağlıyor. "Protein shack" olarak adlandırılan içecekleri evde, protein tozu kullanmadan hazırlayabilirsiniz.

Akşamları Az Yemeye Özen Gösterin Uyumadan önce yemek yemekten veya akşam yemeklerini abartmaktan kaçının. Porsiyonlarınızı küçük tutun. Uyurken vücudumuz büyüme hormonu salgılar. Eğer çok yemek yerseniz büyüme hormonu yiyecekleri yağ olarak depolar. Uyumadan önce alkol almaktan kaçının Uyumadan en az 3 saat önce alkol almayı bırakmalısınız. Vücut, uykudan hemen önce alınan alkolü metabolize etmeye çalışırken en fazla kalori yakılan uyku evresi olan REM evresine geçemez. Kendinize bir uyku zamanı belirleyin Hayat biçimlerimiz çoğu zaman uyku düzeni yaratmaya ve uymaya müsade

LABORATUVARINIZIN PARÇASI OLMAK İSTİYORUZ.

etmiyor. Her gün aynı saatlerde uyumaya, gerekirse izlediğimiz dizilerden veya uzayan sohbetlerden fedakarlık edip uyku düzenine uymak gerekiyor. Düzenli uyku, geceleri daha fazla yağ yakmaya yardımcı oluyor. Araştırmalar, uykusunu iyi almış insanların az uyuyanlara göre yemek sonrası daha fazla kalori yaktığını gösteriyor. Uyumadan önce egzersiz yapmayın Bu vücudunuzun canlanmasını sağlar ve böylece derin bir uykuya dalamazsınız. Eğer akşamları egzersiz yapılacaksa bu uyumadan en az 4 saat önce olmalı. Yatak odanızdaki tüm elektronik cihazları kaldırın Elektronik cihazların yaydığı kısa dalga boylu mavi ışık, uykuya yardımcı en önemli hormon olan melatonin salgılanmasını yavaşlatır. Bu da sağlıklı bir uykuyu engeller. Daha düşük sıcaklıkta uyuyun Daha soğuk bir ortamda uyumak, kahverengi yağ dokusunun daha fazla ısı üretmesine ve böylece daha çok kalori yakmamıza neden oluyor. Ayrıca metabolizma hızlanıyor ve kan şekeri kontrolü artıyor.

Tüm proses ve analizlerinize çözüm üretmek için yanınızdayız. 1800 °C’ye kadar fırınlar, 650 °C’ye kadar yüksek sıcaklık etüvleri, Kamara Fırınlar, Tüp Fırınlar, Split Fırınlar, Rotary Fırınlar, Atmosfer Kontrollü Fırınlar ve fazlası...

Tamamen karanlık bir ortamda uyuyun Karanlık ortam, uykuya dalmaya yardımcı olan melatonin üretimini arttırırken kalori yakımını hızlandıran hücrelerin çalışmasını sağlar. Aydınlık bir ortamda uyumak ise, uykuya tam olarak dalamamaya sebep olur. Çıplak uyumak Çıplak uyumak oldukça garip görünse de vücuda birçok faydası vardır. Vücudun serin kalmasını ve böyle yağ yakma sürecinin hızlanmasını sağlar. Çeşitli beslenin Hiçbir besin tek başına mucizevi bir özelliğe sahip değildir ve hiçbir besin de tek başına suçlu değildir. Hedefiniz hep ölçülü beslenmek olsun. Zeytinyağını ve yağlı tohumları tüketirken kontrolü elden bırakmayın Zeytinyağının kalp dostu olduğu birçok araştırmada kanıtlanmıştır. Ancak tüm yağlar gibi, 1 gramı 9 kalori içerir ve fazla tüketimi şişmanlığa sebep olur. 10 fındık veya badem veya 3 ceviz, 1 tatlı kaşığı yağa eşittir o nedenle ölçülü tüketmekte fayda var.

1600 °C TÜP FIRIN

1600 °C KAMARA FIRIN

650 °C ETÜV

Ergazi Mahallesi 1695. Cadde, 1819. S ok ak No:5 B atıkent 0 6370 A nk ara t :+9 0 312 257 13 31 f : +9 0 312 257 13 35 w w w.prothermfurnace s.com mail@prothermfurnace s.com

Etiket okumaya başlayın Kendi kendinizi kontrol ederken ve doğru besini ararken, mutlaka etiketleri okuyun. Besinlerin kalori, yağ ve tuz değerlerini, son kullanım tarihlerini inceleyin. Şekersiz ve lifli ürünleri tercih edin. Yaşam biçimi ve düşünce şeklinizi yeniden yapılandırın Dengeli beslenme ve iyi yaşamı hayatınızın bir parçası haline getirin ve etrafınıza da bunu anlatın. Arkadaşınıza giderken pasta almak yerine, taze meyve sepeti veya zeytinyağı ürünlerinden bir sepet hazırlayabilirsiniz. Kaynak: HT


BMS Kimya güvencesi ile artık Türkiye’de...

UTS EXTENDED Automatic Tablet Testing System with NIR

DISI-A / TOUCH Automatic Disintegration Testers

www.bmskimya.com info@bmskimya.com +90 216 504 80 56

UTS 4.1 Universal Tablet Testing System

P-SERIES Semi-Automatic Tablet Hardness Testers


22

www.labmedya.com

BALMUMU SOLUCANI POŞET SINDIREBILIYOR BALMUMU SOLUCANI PLASTIK POŞETLERI SINDIREBILIYOR. ARAŞTIRMAYI, İSPANYA'DAKI CANTABRIA BIYOTEKNOLOJI VE BIYOTIP ENSTITÜSÜ YAPTI.

Bilim insanları, 'balmumu solucanı' olarak bilinen ve balıkçıların yem olarak kullandığı solucan türünün doğada çözülemediği için okyanusları kirleten market poşetlerini sindirebildiğini keşfetti. Tüm Avrupa kıtasında arı kovanlarına dadanan başlıca canlılardan biri olan bu solucanın, bağırsaklarındaki bakteriler

sayesinde polietilen maddesini doğal olarak ayrıştırabildiğini de ortaya çıkardı.

TESADÜFEN BULUNDU İspanya'daki Cantabria Biyoteknoloji ve Biyotıp Enstitüsü'nden Federica Bertocchini, arı kovanlarına dadanan

solucanları temizleyip plastik poşetlere koydu. Bir süre sonra poşetlerin delindiğini ve solucanların kaçtığını fark etti. Cambridge Üniversitesi'nden uzman biyologlar Christopher Howe ve Paolo Bombelli'ye danışan Bertocchini, ekiple birlikte konuyu derinlemesine incelemeye karar verdi. Yüz kadar balmumu solucanını poşetlere koyup gözlemleyen ekip, 40 dakika içerisinde poşete oluşan delikleri gözlemledi. 12 saat sonra plastik miktarında 92 miligram azalma tespit etti. Bilim insanları, önceki yıl keşfedilen günde 0.13 miligram plastik yiyen bakterilere nazaran, bu solucanların çok daha hızlı plastik tükettiğini belirtiyor. 'Balmumu polietilene benziyor' Current Biology dergisinde araştırmanın ilk sonuçlarını yayımlayan Paolo Bombelli, "Eğer bu kimyasal süreçten sorumlu bir enzim varsa, onu devasa boyutlarda yeniden üretip çok daha hızlı sonuçlar almamız mümkün olacaktır" açıklamasını yaptı. Bilim insanları, balmumu solucanının arı kovanındaki balmumunu kimyasal olarak parçalamayı zaman içinde öğrendiklerini, plastiğin de kimyasal bağlar bakımından benzer bir yapıda olması nedeniyle solucanın bu çözüme ulaştığını düşünüyor. Bertocchini, "Balmumu polimerdir, bir nevi doğal plastik; polietilene benzer bir kimyasal yapısı var" diyor.

KIMYASAL ANALIZ

MLF SERİSİ

MİT SERİSİ

MİKROBİYOLOJİK GÜVENLİK KABİNİ

İKLİMLENDİRME TEST KABİNİ

MCO SERİSİ ÇEKER OCAK

Ekip plastiğin parçalandığı anı gözlemledi. Analiz sonucunda solucanların polietilen maddesini etilen glikol'a dönüştürdüğünü fark etti. Solucanların plastiği yemeyip gerçekten kimyasal olarak dönüştürdüğünden emin olmak isteyen ekip, solucanlardan alınan vücut sıvısının poşetlere sürülmesi hâlinde de polietilenin parçalandığını fark etti.

MCİ SERİSİ

ÇALKALAMALI İNKÜBATÖR

MİN SERİSİ İNKÜBATÖR

Ekip şimdi işlemi gerçekleştiren enzimi tespit edip yeniden üretmenin yollarını arıyor. Bu sayede endüstride plastik atıkların yok edilmesi hedefleniyor. Polietilen maddesi, sadece Avrupa'da plastik poşetlerin yüzde 40'ını oluşturuyor. Plastik atıkların yüzde 38'i karada, geri kalanı ise okyanuslarda yaşamı tehdit ediyor. Her yıl dünyada yaklaşık 1 trilyon plastik poşet kullanırken yaşanan çevre kirliliğinin bu solucanlarla yok edilmesi maliyetsiz bir çözüm olarak gelecekte karşımıza çıkacaktır. Kaynak: phys.org



24

www.labmedya.com

VAkUm?

Kolayca Kontrol altinda! Yeni vakum kontrolcüsü

VACUU·SELECT

®

uygulamalarınızı tanır. www.thebettervacuum.com

ROBOTLAR BIR GÜN "HANGIMIZ SEVMEDIK ÇILGINLAR GIBI" DIYECEK MI? P R O F. D R. CEM SAY, B I L I M V E GELECEK’TE I N S A N I L E YAPAY ZEKÂYI K A R Ş I L A ŞTIRDI... Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cem Say Bilim ve Gelecek dergisine konuştu. Derginin Mart sayısında Nalân Mahsereci ve Yusuf Can Semerci’nin gerçekleştirdiği söyleşide Say, “Yapay zekâ nasıl öğrenir, yaratıcı olabilir mi, âşık olabilir mi, karşısındakinin duygularını anlayabilir mi, ahlakı ve özgür iradesi olacak mı, cezalandırılabilir mi, insanları işsiz mi bırakacak, dünyayı ele geçirebilir mi?” gibi merak edilen sorulara yanıt verdi. İnsan ve yapay zekâyı birçok noktada karşılaştıran Cem Say, yapay zekânın içgüdüsel davranışları, duyguları olup olamayacağı, karşısındakinin duygularını anlayıp anlayamayacağı konularında şunları söyledi:

ACHEmA 2018 Hall 8.0 Stand F53 Hall 4.1 Stand K49

Technology for vacuum systems

“İnsanlarda olan şeyleri yaptırmaya çalışıyoruz da, insanlarda zekânın tam ne olduğunu, nasıl çalıştığını bilmiyoruz ki. ‘Âşık olamaz makine’ deniyor. İnsan nasıl âşık oluyor, onu düşündük mü? Onun mekanizmasını, bilimsel moleküllerine ayırarak anladık mı? O şekilde anlayabildiğimiz her şeyi makinelere yaptırabileceğimizi düşünüyorum. Basit bir matematik bilişim kuralı var. Bilgisayarlar ve o familyadan makineler, başka şeyleri taklit edebiliyor. Eğer bir şeyin nasıl çalıştığını anlayıp prensiplerini yazabiliyorsak, bilgisayarda yaptırabiliriz. Zekâ, duygu, en zoru da bilinç gibi

şeylerin insanlarda nasıl çalıştığı tam anlaşılmadığından, bilgisayara bunu yaptıramazsınız diye sallamak kolay oluyor.” Prof. Dr. Cem Say, yapay zekâda içgüdüsel davranışların olup olamayacağı sorusuna ise yine insan davranışlarıyla karşılaştırarak şu yanıtı veriyor: “İçgüdüler sanırım işletim sisteminin en eski bölümünde duran, belki dış belleğe değil, ikincil belleğe değil, makinenin Bios (temel giriş çıkış sistemi) dediğimiz yerine kayıtlı programlar gibi. Onları değiştirmek daha zor. Çünkü yeniden programlanamayan türden bir bellekte duruyorlar. Daha sonra evrilmiş olan beyin kısımlarımız daha yazılım (software) gibi. O yüzden bir sıkıntı halinde alt seviye programlarımız, reflekslerimiz, hiç düşünmeden pat diye konuya giriyor. Ama bunları bilgisayar terimleriyle konuşmaya başladığımızda, zaten bunun nasıl yapay zekâ ya da makine tarafından da yapılabileceğini, makineyi nasıl bu şekilde inşa edebileceğimizi görüyoruz. ‘Kapsama mimarisi’ diye bir şey var yapay zekâ literatüründe, tamamen bu fikre dayalı. Bilgisayarın, hayatta kalmayla ilgili temel programları var. O sağlanmadığı durumda, otomatik olarak kendisi o programı ortaya çıkarıp o programa göre davranıyor. Eğer orada problem yoksa, uygun olan en üst seviyedeki yüksek seviyeli program devreye giriyor. İçgüdüler neden evrilmiş? Bilgisayarımızın ya da robotumuzun da içgüdülerimize benzeyen bir hayat felsefesi olmasını istiyorsak, bunu kopyalamamız akıllıca olur. Her durumda bilgisayarımızın, robotumuzun tam bizim gibi bir işletim sistemi olmasını istemeyebiliriz. Duyguları olsun mu mesela? Eğer nükleer santrale girip

orada tamirat yapacaksa, korku diye bir duygusu olmasa daha iyi olur tabii. Ama bazı durumlarda eğer istiyorsak bu iş insanlarda biyolojik olarak nasıl çözülmüş bunu anlamamız gerek, ‘Biz bunu makineye nasıl yaptıracağız?’ diyeceksek, tabii insandakine bakıp, ondan ilham alıp, icabında utanmazca onu kopyalamak gerek; bunların hepsi mubah mühendislikte.” Cem Say, "Yapay zekânın özgür iradesi olabilir mi?" sorusunu “insanın var mı ki!” diye karşılayıp şunları söylüyor: “Şimdi özgür irade nedir? O da bir yanılsamadır. Kafamızdaki bilgi-işlem sürecinin hepsini değil, sonucun bir kısmını görebiliyoruz. Sonuç, karar verdiğimiz yanılsaması. ‘Biz özgürüz, şuraya mı gideyim, buraya mı gideyim dedik, düşündük, tamamen ruhumuz öyle istedi diye bunu seçtik’ şeklindeki yanılsamadan kaynaklanıyor. Aslında baştan beri altyapımız bir hesap yaptı ve o hesabın sonucunda bu çıktı. Diğeri çıkamazdı, çünkü hesabımızın sonucu bu. Ama biz baştan bilmiyorduk ne çıkacağını. O yüzden başta bize sorulduğunda, "henüz karar vermedim" diyoruz, aslında bu daha hesaplamam bitmedi anlamına geliyor. Bence, irade dediğimiz şey "daha ne çıkacağını bilmiyoruz yanılsamasından" kaynaklanan bir şey. Nasıl ki bizim özgür irademiz yok, o açıdan bizden bir eksiği olmaz diye düşünüyorum.” Bilim ve Gelecek dergisinin Mart sayısında kapak dosyası olarak geniş yer bulan söyleşide insan-yapay zekâ ilişkisi konusunda daha pek çok soru tartışılıyor. Kaynak: Odatv.com



26

www.labmedya.com

UZAY-ZAMANDAKI DALGALARIN VARLIĞI KANITLANDI Bilim insanları, Albert Einstein’ın 100 yıl önce ortaya attığı fakat çok zayıf oldukları için gözlemlenemeyeceğini düşündüğü yerçekimsel dalgaların varlığını kanıtlamayı başardı. Gözlemler sırasında birbiriyle çarpışan iki kara delik tespit ettiklerini belirten bilim insanları, çarpışma sesinin de kaydedildiğini açıkladı.

ABD'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve California Teknoloji Enstitüsü'nden bilim insanları; ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında, 100 yıla yakın süredir ispat edilmesi için çaba gösterilen Einstein'in yerçekimsel dalgalarının gözlemlendiğini duyurdu. Bu keşif, Einstein’ın İzafiyet Teorisi'nin doğrulanması anlamına geliyor. Işık hızıyla

hareket eden yerçekimsel dalgalar, büyük kara deliklerin çarpışması gibi şiddetli olaylarda doğuyor ve uzay-zamanın tümüne yayılıyor. Lazer Interferometer Yerçekimi Dalgası Gözlemevi çalışma grubu tarafından gerçekleştirilen gözlem ile varlığı kanıtlanan yer çekimi dalgalarının, iki

kara deliğin 1.3 milyar ışık yılı ötedeki çarpışmasıyla ortaya çıktığı düşünülüyor. Keşfi değerlendiren astro-fizikçilere göre, kara deliklerden alınan sinyalin çekim dalgalarının varlığıyla ilgili hiçbir şüphe bırakmıyor.

"KESINLIKLE NOBEL'I HAK EDIYORUZ" BBC'ye konuşan projenin Avrupa'daki sorumlusu olan Max Planck, Yerçekimi Fiziği Enstitüsü'nden Profesör Karsten Danzmann, Higgs bozonunun bulunuşu kadar önemli bir keşif yaptıklarını, bu keşfin DNA'nın yapısının anlaşılması ile bir tutulması gerektiğini söyledi. Danzman, "Kesinlikle Nobel'i hak ediyoruz" dedi.

EINSTEIN 100 YIL ÖNCE YAZMIŞTI

Trio teknik güvencesi ile Türkiye'de... TOC ve TN cihazlarının tek satıș yetkilisi

Uzay-zamandaki dalgaların varlığını ilk kez, 100 yıl önce Albert Einstein ortaya atmıştı. Fakat, Einstein; iki büyük kara deliğin çarpışması gibi şiddetli olaylarla doğan yerçekimsel dalgaların sadece galaksiye değil bütün bir uzay-zamana yayılırken çok güçsüz olduklarını, bu yüzden gözlemlenemeyeceklerini düşünüyordu. Einstein'in İzafiyet teorisine göre; tüm evren yerçekimi dalgalarıyla kaplı. Eğer uzaydaki herhangi bir bölgede yerçekimi ani bir olay sonucu değişirse, o bölgeden uzaya ışık hızıyla yerçekimi enerjisi dalgaları yayılır, bu dalgalar da uzayda geçtikleri her yerleri gerer ya da sıkıştırır.

1993'TE NOBEL GETIRMIŞTI

Formacs HT Serisi

Formacs HTi Serisi

Primac SNC100 Serisi

Primacs SLC

• Manual yada otomatik örnekleyici ile çalıșabilme • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Otomatik numune hazırlama, seyreltme ve standart hazırlama • Farklı numune kaplarına uygun tasarım • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre otomatik örnekleyici • Direk enjeksiyon • Partikül içeren numuneler için özel tasarım • Otomatik karıștırma ve homojenizasyon • Opsiyonel, Toplam Azot, Nitrit-Nitrat ve Kjeldahl Azotu analizleri

• Entegre 100 numunelik otomatik örnekleyici • 3 grama kadar numune çalıșabilme • Dumas yöntemi ile Toplam N/Protein analizi • DIN 19539 a göre TOC, TIC ve TEC analizleri • Tekrar kullanıma uygun seramik numune kapları

• Yüksek sıcaklık yakma yöntemi ile TC, TIC, TOC analizleri • Özel çift fırın tasarımı • 3 grama kadar numune çalıșabilme

Skalar TOC/TN Analiz Cihazları ile Katı ve Sıvı numunelerinizde, yüksek sıcaklıkta katalitik yakma yöntemiyle toplam karbon (TC), toplam inorganik karbon (TIC), toplam organik karbon (TOC), çözünmüș organik karbon (DOC), uçucu organik karbon (POC), uçucu olmayan organik karbon (NPOC) ve toplam azot (TN) değerlerini tespit edebilirsiniz.

Uygulama alanları • İçme suyu, deniz suyu, nehir suyu ve diğer yüzey suları analizleri • Atık su analizleri • Arıtma çamuru analizleri • Toprak analizleri • Gübre analizleri

TRİO TEKNİK CİHAZLAR Kartaltepe Mah. Sedat Simavi Sok. no:32 d-2 Bakırköy/İSTANBUL T: 0 (212) 466 35 38 - F: 0 (212) 466 35 39 info@trioteknik.com

www.trioteknik.com

1993 yılında Hulse-Taylor titreşen yıldızı adı verilen keşif, gökbilimcilere Nobel ödülü kazandırmıştı. Bu keşif, dolaylı yoldan da olsa yerçekimsel dalgaların varlığını gösteriyordu. 2014 yılında Antarktika'daki BICEP-2 teleskopuyla çalışan bilim insanları, yerçekimsel dalgaları gözlemlediklerini duyurmuş, ancak iki hafta sonra, gerçekleştirilen analizlerin yanlış olduğu ortaya çıkmıştı. Dünyanın çeşitli yerlerindeki laboratuvarlar, yıllardır L şeklindeki uzun tüneller boyunca lazer ışıkları yollayarak uzay-zamanın dokusundaki dalgalanmaları saptamaya çalışıyordu. Keşfin, uzayın teleskoplarla gözlemlenemeyen ve 'Karanlık Evren' adıyla anılan bölümünü anlamakta işe yarayacağı düşünülüyor. Kaynak: Gizmodo, BBC


Farklı çözümlere, Güçlü üreticiler... Part of Avantor

Güçlü kaynak, güvenilir ve tecrübeli ellerde….

Kalıp fırınları Ön ısıtma fırınları Külleme fırınları Boru fırınları Hazneli fırınlar Eritme fırınları Yüksek ısı fırınları İmbikli fırınlar Vakum fırınları Lehimleme fırını Kurutma dolapları

Etüvler Vakumlu etüvler İnkübatörler ve soğutmalı inkübatörler Malzeme test kabinleri İklimlendirme kabinleri İklimlendirme simülasyon kabinleri Aydınlatmalı iklimlendirme kabinleri Ultra derin dondurucular CO2 inkübatörler Türkiye tek yetkili temsilcilik...

Araştırma ve endüstri için özel kimyasalların lider global üreticisi. Özel uygulama ihtiyaçlarına çözüm sunan 27000 den fazla araştırma kimyasalları

LABSİS LABORATUVAR ÜRÜNLERİ A.Ş. Tatlısu Mah. Erkaya Sok. Yüksel Office No:1 Kat:2 34774 Ümraniye / İstanbul Tel:+90 216 540 17 72 Fax:+90 216 540 21 51

bilime giden yol...

www.labsis.com.tr



29

www.labmedya.com

OLMAZ OLMAZ DEMEYIN “LABORATUVARDA BEYIN” "Olmaz" dememek lazım, gün gelir organlar laboratuvarda üretilecek. İnsana takılacak... Bilim insanları, laboratuvar ortamında gelişmekte olan insan beyninin ilk ve tam canlı modelini geliştirmeyi başardı. Uzmanlar, kök hücreler kullanılarak elde edilen başarının, insan beyni üzerindeki çalışmalarda yeni kapılar aralayacağını belirtti. Bilim insanları, laboratuvar ortamında sağladıkları özel koşullar altında, insan kök hücrelerinden fasulye tanesi büyüklüğünde beyin dokusu geliştirmeyi başardı. Dokular, beynin spesifik

bölgelerinden olan beyin zarı (serebral korteks) ve retinaya dönüştü. Mini-beyinler, mikrosefali; beynin anormal derecede küçük olmasına neden olan rahatsızlığı modellemek için kullanılıyordu. Normal insan beyni gibi bilinçlilik veya duyu fonksiyonları sunmasa da, mini-beyinler, gelişmekte olan insan beyni üzerinde çalışma yapmak için önemli bir fırsat sunuyor. Araştırmada yer alan Viyana’da bulunan Avusturya Moleküler Biyoteknoloji Bilimleri Akademisi’nden Jüergen Knoblich, mini beyinleri hayvanlar üzerinde denemenin mümkün

olmadığına değinerek, “Fare beyni, insan beyni için iyi bir model sistemi sunmuyor. Geliştirdiğimiz sistem, insan beyninin gelişim sürecindeki spesifik özellikleri incelememizi sağlayacak” dedi. Knoblich, düzenlediği basın toplantısında, ‘bilim insanlarının geçmişte laboratuvar ortamında sinir dokusu geliştirmeyi başardığını ancak beynin kortesk ve diğer bölgelerini içeren bir dokunun ilk kez elde edildiğini’ belirtti. Kaynak: NtvMsnbc

Çinli bilim insanları, Aedes Aegypti türü sivri sineğin tükürük bezinde buldukları proteini, virüsün yayılmasına karşı inceliyor. Çin Bilimleri Akademisi'ne (CAS) bağlı Kunming Zooloji Enstitüsü'nde araştırmacılar, sarı hummaya neden olan veya Aedes Aegypti olarak bilinen bir sivrisinek türünde LTRIN adlı proteini buldu. Şinhua ajansının haberine göre, araştırma grubunun lideri Ci Lin, Aedes Aegypti'nin tükrük bezinde rastlanan proteinin, sivrisinek ısırığına maruz kalan bir organizmanın sineğin yaydığı hastalığa karşı bağışıklık sistemini zayıflattığı ve böylece virüsün yayılmasına fırsat tanıdığı açıklamasında bulundu.

ZİKA VİRÜSÜNÜN YAYILMASI ENGELLENEBİLİR Bir diğer araştırmacı Lay Rın da söz konusu keşfin Zika ile mücadelede uzmanlara nasıl bir strateji izlenmesi gerektiği konusunda yardımcı olabileceğine dikkati çekti. Rın, Zika virüsünün yayılmasını önlemek için, bazı hasta gruplarında LTRIN'e karşı vücudun zararlı yabancı maddelere direniş gösterebilmesi için ürettiği bir antikorun kullanılması durumunda virüsün bulaşma ihtimalinin azaltılabileceğini ifade etti. Buluş, "Nature Immunology" dergisinde yayımlandı.

MLS DİRESEL VE DOĞRUSAL SALLAYIC MFH ÇEKER OCAK

MSİ TEST KABİNİ

ZİKA VİRÜSÜNÜN TARİHÇESİ VE ETKENLERİ İlk kez 1947'de Uganda'nın Zika ormanlarında bulunan maymunlarda rastlanan virüs, Mayıs 2015'te Brezilya'da yeniden ortaya çıkmıştı. Zika virüsünün bulaştığı çoğu insan hafif şekilde hasta olurken, virüs hamile kadınlara bulaşması halinde bebeklerde "nörogelişimsel bozukluğu" ifade eden "mikrosefali"ye neden oluyor. Ateş, gözlerde kızarma, kusma, döküntü, baş, kas ve eklem ağrısı gibi belirtileri bulunan hastalığın özgün bir tedavisi ve önleyici aşısı bulunmuyor. Virüs 2015'ten bu yana 60'tan fazla ülkede görülmüştü.

20

Te c r ü b e ve Te k n o l o j i n i n B u l u ş m a N o k t a s ı . . .

MLO OTOKLAV

GERBER SANTRİFÜJ

ÜRETİMİNİ YAPTIĞIMIZ DİĞER ÜRÜNLER Mikrobiyolojik emniyet kabinleri Etüvler kurutma fırınları Su banyoları Test kabinleri Kan saklama dolapları

Özanadolu Sanayi Sitesi 1458. Sokak No:30 İvedik OSB OSTİM - ANKARA

Kit saklama dolapları Vakumlu etüvler Hot pleytler Yağ tayin cihazları Seliloz tayin cihazları

Otoklavlar Kimyasal saklama dolapları Desikatör kabinleri Soğutmalı inkübatörler ve test kabinleri

+90 (312) 324 4983 - 84

www.miprolab.com.tr www.proteklabtr.com

+90 (312) 324 5974

satis@proteklabtr.com


30

www.labmedya.com

MEDAWAR NEDIR? MEDAWAR, OR TALAMA YAŞAM SÜR E SININ AR TIRILABILMESIYLE AL AKAL I O L AR AK O R TAYA ATILAN BIR TEORI. YAŞ AYAN VAR L IKL AR IN Ö LÜM VAKITLERI ER TELENEBIL IR MI? YA DA ŞÖ YL E SORALIM: ŞAYET MEDAWAR G E R ÇE KL E ŞIR SE , NE GIBI SONUÇLAR OR TAYA ÇIKAR ? Ö NCE L IKL E 'MEDAWAR TEORISI' NEDIR , O NA B AKAL IM. İngiliz Biyolog Sir Peter Medawar, iyi bir genin en önemli niteliklerinden birini, "hayatta kalma makinelerinin (canlıların) ölümlerini en azından üreyene değin erteleyebilmeye olan yatkınlığı" olarak açıklıyor. Kimi akrabalarınızın henüz çocukken öldüğü kesin, fakat doğrudan atalarınızdan hiçbiri çocukken ölmedi. Hiç kuşku yok ki, ölümcül genler gen havuzundan atılmaya yatkındır. Ama geç harekete geçen bir ölümcül genin gen havuzunda, çabuk harekete geçen ölümcül gene kıyasla daha kalıcı olacağı da aynı ölçüde kesindir. Eski (yaşlı) bir bedende ölümcül olan bir gen; ölümcül etkisini beden üreme işlevini yerine getirdikten sonra gerçekleştirdiği müddetçe, gen havuzunda başarılı olmaya devam etmesi mümkün. Demek ki bu teoriye göre, yaşlanmadan ötürü göçme, gen havuzunda geç harekete geçen ölümcül ve kısmen ölümcül genlerin toplanmasının bir yan ürünüdür ve söz konusu genler doğal seçilimin eleğinden kolayca, etkilerini geç gösterdiklerinden dolayı geçebilmişlerdir. Bu teorinin, sadece belirli yaşlarda üremenin mümkün olabileceği tarzında ön varsayımlar yapmak zorunda olmadığını bilmek gerekir. Herkesin, her yaşta anne veya baba olma ihtimalinin eşit olduğu varsayımıyla başlayarak, Medawar Teorisi, geç harekete geçen zayıflatıcı genlerin gen havuzunda toplanacağını hemen tahmin edecektir ve yaşlılıkta daha az üremeye olan meyil, bunun bir ikincil tezahürü şeklinde ortaya çıkacaktır. Medawar Teorisi'nden kaynaklanan bir sonuca bakılırsa, şayet yaşam süresini uzatmayı arzu etseydik, bunu gerçekleştirebilmemizin 2 yolu olurdu: İlkin belirli bir yaştan evvel, mesela 40 yaşından önce üremeye izin vermezdik. Böylece, 300-400 yıl sonra en düşük insan ömrü 50'ye çıkardı. Tabii ortalama insan ömrünün ise bu metotla birlikte birkaç yüzyıla çıkarılabileceği de belli, ancak herhangi bir kişinin bu şekildeki bir politikayı onaylayacağını sanmak biraz hayalperestlik olur gibi. İkinci olarak da, genleri, içinde bulundukları bedenin halihazırda olduğundan daha genç olduğuna ikna etmeye çalışabiliriz. Pratikte bu, bir bedenin içinde bulunduğu kimyasal çevrede yaşlanma esnasında oluşan değişiklikleri belirlemek manasına gelecektir. Söz konusu değişikliklerden biri ise, geç etki yapan ölümcül genleri devreye sokan bir işaret olabilir. Genç bir bedenin yüzeysel kimyasal niteliklerinin

imitasyonunu yaparak, geç etki eden zararlı genlerin devreye girmesini engellemek mümkün olabilir. 1952 yılında, genetik biliminin 1900'lerde yeniden keşfedilmesi ve hızlanmasıyla birlikte Peter Medawar ilk modern ve bilimsel yaşlılık kuramını ileri sürmüştür. Kuramı, canlıların büyük bir kısmının yaşlılıktan önce, doğal sebeplerle öldüğü gerçeğine dayanmaktadır. Bu yüzden, canlılar üzerinde belirli bir yaştan sonra etkiyecek özelliklerin ortaya çıkması için yeterli zaman bulunmamaktadır. Bu sebeple, milyarlarca yıldır süren seçilim sonucunda, belirli bir yaştan sonra canlıların ölmesi sağlanmaktadır. Bu kurama, "Mutasyon Birikimi Kuramı" denir. Kurama göre canlı vücudunda meydana gelen mutasyonlar, yaş ilerledikçe birikerek etkilerini göstermeye başlamaktadır. Ancak belirli bir yaştan sonra ortaya çıkan problemler, canlıların çoğu yaşlanmadan öldüğü için, yeterince etkili bir seçilim ile elenmemişlerdir. Bu sebeple biriken mutasyonlar, bir noktadan sonra canlının ölmesine sebep olmaktadır. İlk bilimsel yaşlılık kuramı Medawar'ın kuramının en güçlü açıklaması şudur ve günümüzde hâlâ pek çok yaşlılık kuramının temelini oluşturur: Evrim açısından bir canlının üreyebileceği yaş çok önemlidir. Canlının bu yaşa erişmesine engel olacak herhangi bir karakteristik, "Doğal Seçilim" tarafından ciddi bir şekilde elenecektir. Ancak üreme yaşından sonra, canlıyı olumsuz etkileyecek herhangi bir özellik, "Doğal Seçilim" tarafından bu kadar ciddi bir şekilde elenmeyecektir, çünkü artık birey hayatta kalma mücadelesini başarıyla geçmiş ve üremeyi de başarmıştır. Bu yüzden, üreme yaşından sonra canlıya zarar verebilecek özellikler, "Doğal Seçilim" ile etkin olarak elenmez ve bir yaştan sonra canlılar, bu elemenin yapılamamış olmasından ötürü yaşlanarak ölmeye başlarlar. Yaşlanmanın temelinde yatan mekanizma, Medawar'a göre budur. Ancak bu kuramın en ciddi sorunu şudur: Pek çok gen, onlara ihtiyaç olduğu zaman okunmaktadır (gen regülasyonu). Eğer canlıların ileri yaşlarında çalışacak genler varsa ve mutasyonlar sonucunda bu genler etkisiz hale geliyorsa, o zaman en başından neden bu genler canlılarda bulunmaktadır? Medawar'ın kuramı bu noktada hata vermektedir. Kaynak: Ekşi şeyler



TÜRKIYE’NIN ILK VE TEK RAFTAN ISITMALI VAKUMLU ETÜVÜ | | | | | | |

Kullanıcı dostu dokunmatik ekran Dijital vakum kontrol Termo raf Mükemmel sıcaklık kontrolü Evrensel kf16 vakum bağlantısı Çoklu dil seçimi Dahili vakum kabini

Dokunmaik Ekran

Raftan Isıtma

Dijital Vakum Kontrolü

www.clssci.com info@clssci.com

T: +90 312 278 40 47 F: +90 312 278 37 23

Dökmeci San. Sit. 10. Cad. No: 3/1 Ankara / TURKEY


SICAKLIK KONTROL SİSTEMLERİ

Proses Termostatları Chiller

Sirkülasyon Banyoları Kalibrasyon Banyoları

Su Banyoları Yağ Banyoları

Ç A L I Ş K A N L A B G Ü V E N C E S İ Y L E S T O K TA N T E S L İ M

ÜRÜN KATALOĞUMUZU ÜCRETSİZ TALEP EDEBİLİRSİNİZ.

Bahçekapı Mah. Dökmeci Sanayi Sitesi 2492. Cad No: 3/5 Şaşmaz / ANKARA Tel : 0 (312) 278 40 47 - 0 (312) 278 14 45 - 0 (539) 505 40 40 Faks: 0 (312) 278 37 23 - e-mail : info@caliskancam.com w w w. c a l i s k a n l a b . c o m - w w w. l a b o r a t u v a r c i h a z l a r i . c o m


34

www.labmedya.com

AMAZON'DAN KASASIZ, KUYRUKSUZ MARKET İ NTERNETTEN ALI Ş VERI Ş D EVI AM AZ ON, D Ü K K Â N D A K ASA VE K U Y RU K D ERDI OL M AYAN YEN I B I R AL I ŞVE R I Ş D ENEY I M I HAZ I R L A D I .

İnternet alışveriş devi Amazon, kasa ve kuyruk derdi olmayan, otomatik bir alışveriş deneyimi başlatmaya hazırlanıyor. Amazon Go adı verilen otomatik dükkânların deneme amaçlı ilk şubesini ABD’nin Seattle kentinde açan şirket, yapay zekâ ve sensörler yardımıyla kasada ödeme bekleme derdini ortadan kaldırıyor.

Müşteri alışveriş yaparken sanal alışveriş sepeti güncelleniyor, çıkışta Amazon uygulamasından ödeme çekilip, fatura kesiliyor. Bu sayede müşterinin tercihlerini daha iyi öğrenen yapay zeka, daha sonra kişiye özel reklamlar ve indirimler sunuyor. Teknoloji ürünleri ve kitap satışında dünya

lideri konumunda olan Amazon, bir süredir girmeye çalıştığı market alışverişi pazarını da bu şekilde kontrolü altına almak istiyor. Şirket, AmazonFresh sitesinden internet üzerinden yapılan market alışverişlerini eve teslim etmeyi sürdürüyor.

RAKIPLERI ENDIŞELI Jackdaw araştırma şirketinden Jan Dawson, Amazon’un bazı ürünlerin internetten satılamayacağını anladığını ve ABD genelinde bu dükkânlardan yüzlerce açmaya başlarsa diğer hipermarket zincirleri için “büyük tehdit” olacağını söylüyor.

SEATTLE ŞUBESI ŞIMDILIK TEST AŞAMASINDA. Dükkândan sadece Amazon şirketi çalışanları alışveriş yapabiliyor. Wall Street Journal’ın haberine göre, eğer testler başarılı olursa Amazon bu dükkânlardan en az 2 bin tane açacak.

GEL-AL TIPI DÜKKÂNLAR VE HAZIR YEMEK Amazon ayrıca gel-al tipi (curbside) olarak bilinen alışveriş modeli üzerinde de çalışıyor. Bu sistemde kullanıcı internet üzerinden alışverişini tamamlıyor. Ürünleri market çalışanları poşetliyor, hazır bekletiyor. Müşteri markete yaklaşınca, poşetleri kapıya getiriliyor. Dükkânda atıştırmalıklar ve çabuk yemekler de hazırlatıp satmayı planlayan Amazon’un fast-food zincirlerine de rakip olması mümkün. Amazon Go, şirketin ilk gerçek dükkân deneyimi değil. Seattle merkezli şirket, daha önce de kendi markası olan elektronik kitap okuyucularını ve elektronik cihazlarını satmak üzere dükkânlar açmıştı. Kaynak: Reuters


35

www.labmedya.com

DEZENFEKTE HAYAT! Zeynep ÇİMŞİR | KİMYAGER

- Aa evet temizlik ürünleri değil mi? Biliyoruz, olur. Halbuki gerçek öyle değildir. Doğru bilinen pek çok yanlıştan bir tanesi de budur; temizlik ve dezenfeksiyon asla aynı şeyler değildir. Ellerimizi sabunla yıkarız ama dezenfekte etmiş olmayız ya da yere dökülen bir şeyi temizleriz ama gene dezenfekte etmiş olmayız.

PEKI NEDIR BU FARK, NEDIR DEZENFEKSIYON IŞLEMI? Gelin biraz inceleyelim; dezenfeksiyon, temizliği yapılmış olan yüzeylerdeki gözle görülmeyenlerin ortadan kaldırılması işlemidir aslında. Dolayısıyla dezenfeksiyon işleminden önce aslında bir temizlik işlemi gerekmektedir. Temizlik işlemi, dezenfeksiyon işleminin ilk evresidir diyebiliriz. Çünkü aynı anda temizliği ve dezenfeksiyonu yüksek verimde yerine getirmek pek de kolay değildir. Her ne kadar dezenfektan ürünlerinin içerisine temizliğe yardımcı kimyasallar eklense de dezenfanın dezenfekte etmek için önce temizlik aşamasını yapması gerekir. Daha sonra dezenfeksiyon işlemini gerçekleştirmeye çalışması verimi düşürebilmektir. Bu yüzden deriz ki "kirli yüzeyler dezenfekte edilmez". Verimli bir dezenfeksiyon işleminden önce ön temizlik gerekmektedir.

PEKI DEZENFEKTANLAR VE DEZENFEKTANCILAR NELERE SAVAŞ AÇAR, DEZENFEKTANLAR NELERI ÖLDÜRÜR? Mikrop: Aslında herkesin bildiği gibi anca mikroskop yardımı ile görülebilen, gözle görmenin mümkün olmadığı canlılardır. Her ne kadar mikroskobik boyuttaki bu canlılara mikrop deyip geçsek de kendi aralarında çeşitli isimlere sahiptirler; virüs, bakteri, mantar, spor, patojen gibi çeşitli isimlere karşı illa ki kulak aşinalığımız vardır. “Evet evet duydum” dediğinizi hisseder gibiyim. O zaman konuya biraz göz atalım; Bakteriler: Uzun yıllar tüm mikrobik hastalıkların tek sorumlusu gibi suçlanmış olsa da bakteri tek mikroskobik canlı değildir. Bakteriler tek hücreli olup çeşitli şekillerde var olabilmektedir. Bir bakterinin vücuda girmesi hastalık oluşturması için ilk adımı atması demektir aslında, çünkü vücuda girmek için bazı yollara ihtiyaçları vardır, bunlar duruma göre sindirim sistemi de olabilir, ağız veya burun gibi organlarımız da... Bulunduğu yerlerde toksin oluşturup yayılmasıyla da hastalıklara sebep olur. Virüs: Sadece canlı hücreleri enfekte edebilen

Fungi: Daha bilinen adıyla mantarlar besini hazır olarak sağlayan canlılardır. Vücut üzerinde çeşitli hastalıklara yol açabilmektedirler. Asalak ya da diğer bir tabirle parazitler bir canlıya bağımlı olarak yaşamakta olup metabolizmaya zarar veren organizmadır. Spor: Üreme hücresidir. Temizlik, sağlığımıza zarar verebilecek olan kir, toz gibi ortamda gözle görülebilenlerin ortadan kaldırılması için yapılır. Dezenfeksiyon işleminde ise temizliği yapılmış olan yüzeylerde gözle görülmeyen mikroorganizmaların öldürülmesi, yok edilmesi, azaltılması için yapılan işlemlerdir.

temizleme-dezenfeksiyon işleminin yapıldığını veya bankolarda sprey şeklinde duran dezenfektanları veya lavabolardaki antiseptik sabunları da muhakkak görmüşüzdür. Dezenfektan ürünlerin tek kullanıldığı yerler hastaneler olmamakla birlikte sanki daha çok hastanelere özgüymüş gibi duruyor. Halbuki gerek evlerimizde gerek hayvan barınaklarında gerekse çiftliklerde ve bunun gibi pek çok yerde kullanılmaktadırlar. İsimleri ürkütücü mü geliyor biraz? Örneğin; evde çamaşır suyu derken pek korkmayız da ilgili birimlerde dezenfeksiyon denilince içimizi endişe basar, halbuki çamaşır suyu da dezenfektan türevidir. Çeşitli sebeplerle bazı mikroorganizmaların neden olduğu hastalıklar aşağıdaki gibidir:

Aslında dezenfeksiyon geniş ve kapsamlı bir konudur. Gerek hangi BAZI DNA’LI VİRÜSLER mikroorganizmalara müdahale etmek istenildiği gerekse hangi dezenfektan türevinin kullanılması gerektiği ya da işlemlerin HBV(HEPATİT B nerede, kim tarafından VİRÜSÜ)=KARACİĞER HASTALIKLARI yapılacağı gibi dikkat HERPES VİRÜS=UÇUK edilmesi gereken hususlar PAPİLLOMA VİRÜS=SİĞİL vardır. En çok dezenfektan kullanılan alanlardan biri olan hastanelere bir bakalım; Hastanelerde ameliyat oluruz. Endoskopi, kolonoskopi gibi işlemler yaptırırız. Muayene ediliriz. Peki bu işlemlerde kullanılan cerrahi aletlerin nasıl temizlendiğini (!) hiç düşündünüz mü? Her seferinde sıfır ürünün kullanılamayacağı kadar pahalı malzemelerle yapılan işlemlerden sonra bu malzemelerin dezenfeksiyon işlemlerinden geçmesi gerekmektedir. Hiçbirimiz istemeyiz öyle değil mi herhangi bir kişideki hastalık etkeninin bize bulaşmasını.

VACCİNİA VİRÜS=ÇİÇEK HASTALIĞI

BAZI RNA’LI VİRÜSLER HIV(Human Immunodeficiency Virus ) =AIDS HAV(Hepatitis A virus)=SARILIK HCV(Hepatit C)=KARACİĞER HASTALIKLARI ROTA=İSHAL INFLUENZA=ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU EPSTEINBARR=UÇUK HANTA=KANAMALI ATEŞ CORONAVIRUS(SARS)=SOLUNUM SENDROMU NOROVIRUS=MİDE,İNCE-KALIN BAĞIRSAK SENDROMLARI

BAKTERİLER

Methicillin-resistant Staphylococcus aureus (MRSA) [Gram(+)]=KAS AĞRISI,BAŞ AĞRISI,GIDA ZEHİRLENMESİ,DÖKÜNTÜ Enterococcus faecalis&Enterococcus hirae [Gram(+)]=BU ENTEROKOKLAR İNSAN BÜNYESİNDE DOĞAL HALDE BULUNUP ETKENİNİ GÖRDÜĞÜNDE ENFEKSİYONA NEDEN OLURLAR Yersinia enterocolitica [Gram(-)]=GIDA ZEHİRLENMESİ Klebsiella pneumoniae [Gram(-)]=KİRLİ MEYVE-SEBZELERDEN GELEN ENFEKSİYON Proteus vulgaris [Gram(-)] =HAYVAN KAYNAKLI(ET,SÜT) RAHATSIZLIK Acinetobacter baumannii [Gram(-)]=HASTANE KAYNAKLI Zatürre, DERİ & YARA ENFEKSİYONLARI Escherichia coli [Gram(-)] =BAĞIRSAK ENFEKSİYONU Streptococcus mutans [Gram(+)]=AĞIZ BOŞLUĞUNDA ENFEKSİYON Staphylococcus aureus [Gram(+)]=KAS AĞRISI,BAŞ AĞRISI,GIDA ZEHİRLENMESİ,DÖKÜNTÜ Pseudomonas aeruginosa[Gram(-)] =HAYVANLARDA ÜROGENİTAL HASTALIKLAR Mycobacterium terrae[Gram(+)]=HAYVANLARDA(SIĞIRLAR) VEREM Mycobacterium avium[Gram(+)]=KANATLILARDA VEREM Mycobacterium tuberculosis ( TBC)=İNSANLARDA VEREM

ENTEREKOK

Vankomisin dirençli enterokoklar(VRE)=YARA ENFEKSİYONU ÜRİNER SİSTEM ENFEKSİYONU

Hastanelerde kullanılan cerrahi aletler çeşitli dezenfeksiyon MANTARLAR (FUNGİ) işlemlerinden geçirilerek tekrar kullanıma hazır hale getirilirler. Bu dezenfeksiyon işlemlerinde genelde spesifik ürünler kullanılarak olası hastalık etkenleri ortadan kaldırılır. Aynı şekilde hastanelerde duvarlarda muhakkak göze çarpan ama belki de ne olduğu bilinmeyen veya kullanmakta çekinilen el ve cilt dezenfektanları asılıdır. Çoğunlukla alkol bazlı olan bu ürünler de cildimizdeki olası hastalık etkeni mikroorganizmaları ortadan kaldırır. Bununla birlikte yerler için sürekli bir

Candida albicans=DERİ,AĞIZ,GENİTAL BÖLGE ENFEKSİYONLARI Aspergillus niger=SİNÜZİT GİBİ BAĞIŞIKLI YOLU ENFEKSİYONLARI

Görüldüğü gibi bazıları çok basit gibi görünen hastalıkların etkenleri bile mikroorganizmalara bağlıdır. Dolayısıyla temizliğe ve dezenfeksiyona dikkat etmek hayatın her alanında gerekli bir durumdur. Öncelikle hayatımızın her alanında muhakkak temizliğe daha sonra da mümkün mertebe dezenfeksiyona önem verelim. Unutmayalım ki kirli yüzeyleri verimli bir şekilde dezenfekte edemeyiz. Önce temizlik, sonra dezenfeksiyon... Sağlık dolu bir hayat dilerim.

LABORATUVARDA UZMAN

Çoğu kez "kızım nerede çalışıyorsun?" dediklerinde "dezenfektan sektöründeyim" derim ve aldığım cevap ise hiç şüphesiz çoğu kez

mikroskobik bir hastalık etkenidir. RNA'lı ve DNA'lı olmak üzere iki grupta incelenirler.

www. omnilab. com.tr

DEZENFEKSIYON NEDIR?


36

www.labmedya.com

BIYOLOJIK YAŞLANMA, KRONIK YAŞLANMAYA GÖRE NEDEN DAHA ÖNEMLI? BI L I M I NS A N L A R I , YAŞL ANM A O R A N I N I N Ç OĞ U NL U K L A G E N E T I K Ü ZER I ND E D EĞI L D I Ş S A L FAK TÖRL ER E B A Ğ L I OLD U ĞU NA I NA N I R L A R . ETK I L ERI N S A D E C E YÜ Z D E 20’SI K A L I T I M YO L U Y L A BEL I R L E N I R .

Son araştırmalara göre, bazı insanlar diğerlerinden 3 kat daha hızlı yaşlanırken, bir biyolojik yıl 16.5 takvim ayına eşittir. Bir kişinin biyolojik yaşının nasıl göründüğüne büyük etkisi vardır, bu nedenle aynı yaştaki insanlar gerçekte olduklarından daha genç veya daha yaşlı görünebilirler.

AŞIRI CILT KURUMASI VE DÖKÜLMELER Ciltteki yaşlanma belirtileri genellikle 25 yaşından sonra ortaya çıkar, ancak olumsuz faktörler nedeniyle, daha erken ortaya çıkabilirler. Zamanla, bu tür işaretler daha belirgin hale gelir. Aynı yaştaki insanlarla karşılaştırıldığında yaşa bağlı ciltte yüksek bir hız değişikliği erken yaşlanmanın belirtisi olabilir. Cildinizde görünür bir şekilde dökülme, pigmentasyon lekeleri ve kırışıklıkların yanı sıra sürekli olarak kuruyorsa, bu

problemin endokrin sistemi ile ilişkili olması muhtemeldir. Hormonal problemlere ek olarak, cildin durumu sağlıksız bir yaşam tarzından olumsuz etkilenebilir. Dengesiz bir diyet, güneş kremi ihmali, yüksek stres seviyeleri, kısacası tüm bu faktörler cilt yenileme sürecini yavaşlatır. Nasıl önlenir: Diyetinizin mümkün olduğunca yeterli sebze, yeşil yapraklı sebzeler, çilek ve fındık, bitkisel yağlar ve tohumlar gibi doymamış yağlar bakımından zengin gıdalar ile dengelendiğinden emin olun.

GÖZ ÜSTÜ TORBALARIN SARKMASI Göz kapaklarının etrafındaki ince deri, yorgunluk, uyku eksikliği, stres ve UV ışınları gibi çeşitli dış ve iç faktörlerin olumsuz etkilerine karşı oldukça hassastırlar. Bu yüzden yaşlanmanın ilk belirtileri bu bölgede sıklıkla görülür. Göz üstü torbaları sizin daha yaşlı görünmenize neden olur. Gözlerin çevresindeki kasların sürekli çalışması, hızlı bir cilt elastikiyeti kaybına yol açar. Sarkma ve esneme sırasında, yeni küçük boş alanlar yağ ile doldurulur. Bu sorun yaşlı insanlar için kaçınılmazdır, eğer değişiklikler 40 yaşından önce ortaya çıkarsa, bu iç organların işleyişindeki problemleri ve vücudun hızla yaşlandığını gösterir. Nasıl önlenir: Yeterli uyumaya çalışın, tuzlu yiyeceklerden kaçının, çok sağlıklı olsa dahi aşırı sıvı tüketmekten kaçının ve her gün göz çevresindeki cildinize dikkat etmeyi unutmayın.

ADET DÖNGÜSÜ BOZUKLUKLARI Düzensiz adet döngüsü, erken menopoz belirtisi olabilir. Bir kadın 46-54 yaşında menopoza girdiğinde normal kabul edilir. Bu 40 yaşından önce gerçekleşirse, bu iç organların erken yaşlanmasının bir belirtisi olabilir. Erken menopoz semptomları arasında; uykusuzluk, ateş, titreme, nöbetler ve sürekli duygudurum değişiklikleri bulunur. Nasıl önlenir: Jinekologunuzu düzenli olarak ziyaret edin, iç organların iltihaplanmasını derhal tespit edin ve tedavi edin ve vitaminlerin alımını ihmal etmeyin. Çoğu zaman, erken menopoz başlangıcı, kadın iç organlarda patolojiler veya cerrahi müdahale ile ilişkilidir. İlk uyarı işaretlerini gördüğünüzde, doktora danışmak daha iyidir.

FIZIKSEL OLARAK ZAYIFLAMA Merdivenleri tırmanmak, yürüyüş

yapmak ya da başka günlük aktiviteler yaparken büyük zorluklarla karşılaşmanız düzenli olarak egzersiz yapmayı ihmal etmenizden kaynaklanabileceği gibi, aynı zamanda biyolojik olarak yaşlandığınızın bir belirtisi de olabilir. 40 yaşından sonra kas hacmi azalmaya başlar. Bunlar düzenli olarak egzersiz yaparak yavaşlatılabilen ve fiziksel aktiviteyi ihmal ederek hızlandırılabilen doğal süreçlerdir. Nasıl önlenirsiniz: Beğendiğiniz etkinlikleri seçin, böylece kendinizi her zaman zorlamak zorunda kalmazsınız. Yoga yapabilir, dans edebilir, bisiklete binebilir veya istediğiniz başka bir şey olabilir. Gündelik hayatta her zaman aktif olmaya çalışın: Asansör kullanmak yerine merdiven çıkın veya bir otobüse binmek yerine yürümeyi seçin.

AŞIRI SAÇ DÖKÜLMESI Sağlıklı bir yetişkin için günde 50-125 kıl kaybı normal kabul edilir. Ancak, tarağınızda ya da yastığınızda daha fazla kıl olduğunun farkına varmaya başlarsanız ve başınızın ortasındaki açıklık genişlerse, doktora başvurmalısınız. Çoğu durumda, erken dönem kellik belirtileri hormonal sorunlar nedeniyle ortaya çıkar. Hızlı yaşlanma ile vücudun diğer bölgelerinde de gözle görülür bir kıl dökülmesi görülebilir. Nasıl önlenir: Doğru hijyen ürünlerini seçin, omega-3 yağ asitleri açısından zengin ürünlerle diyetinizi zenginleştirmeye çalışın ve saçlarınızı güneşten koruyun.

ARTAN UYKU BOZUKLUĞU Uyku bozukluğu yalnız yaşlanma ile ilgili değildir, ancak bunlar yaşlanma ile bağlantılı faktörlerin etkisinin sonucudur. 60 yaşından büyük insanlar, uyku döngüsüne geldiklerinde bazı yaygın fizyolojik değişiklikler yaşayabilirler. Geceleri uyumakta zorluk çekebilirler ve daha erken uyanmaya başlayabilirler. Bu, kortizol düzeyindeki yaşla ilişkili bir artışa bağlı olarak gerçekleşir ve bu durum uyku sırasında anksiyete duygularına neden olabilir. Vücutta hızlandırılmış yaşlanma belirtileri uyku problemlerini içerebilir. Nasıl önlenir: Yoga veya yüzme, strese girmeye yardımcı olabilir ve uyumadan önce bir kitap okumak, telefonunuzu kaydırmaktan veya televizyon seyretmekten daha yararlıdır.


Ürünler ve Fiyat listelerimize www.introgen.com.tr web sitemizden ulaşabilirsiniz


38

www.labmedya.com

SEKS, GÜÇ VE ANTIK DNA TURI KING, DAVID REICH’IN INSAN DNA’SINI HARITALANDIRDIĞI ÇALIŞ MASINDAN Ö V G ÜYL E SÖ Z EDIYOR. 30 YILI AŞKIN SÜR E DIR ÇALIŞIL AN ANTIK DNA ALANI, GENÇ BIR DISIPL IN SAY ILAB IL IR .

K AYNAK : AR K E O FI LI / YAZAR : P INA R GÜ NLER

Antik numunelerdeki karmaşık materyaller arasından insan DNA’sını ayıklayabilen yeni tekniklerin hızla artmasıyla birlikte, Antik DNA alanı da giderek ünleniyor.

geliştirdi. Bilgisayarlar aracılığıyla, antik bireylerin DNA parçalarındaki genomik bilgi özenle yeniden yapılandırıldı. Ardından, bu bilgiler insanlık tarihini daha iyi anlamak için derinlemesine incelendi.

Bu disiplin uzak geçmişe dair bulgularıyla dikkat çekiyor. Bu bulgulardan biri 4.500 yıl önce Beaker kültüründen insanların Britanya’nın nüfusunu önemli ölçüde değiştirmiş olması. Bir diğeri ise bilinen en eski genom. Kanada’nın donmuş topraklarında bulunan ve 700.000 yaşındaki ata ait olan bu genom, bugünkü tüm atların, eşeklerin ve zebraların atasının yaklaşık dört milyon yıl önce yaşadığını gösteriyor. 2012 yılında Leicester’da bir otoparkın altında bulunan İngiltere Kralı III. Richard’ın kalıntılarının DNA analizi yapılırken, alanın karmaşası ve zorlukları da gün yüzüne çıktı.

Beaker kültürü hakkındaki dikkat çeken çalışmayı yapan Reich’ın laboratuvarıydı. Dahası bu grup geçtiğimiz on yılda yapılan pek çok önemli buluşun araştırma sürecine dahildi. Reich eserinde bu buluşlardan bahsediyor. Örneğin, Avrupalılar ve Asyalılar gibi Afrikalı olmayan tüm modern insanların atalarının Neandertallerle çiftleştiğini açığa çıkaran sarsıcı çalışmaya Reich’ın takımı da katkıda bulunmuştu.

Antik DNA’yı inceleyen az laboratuvar var. 2013’te Boston, Massachusetts’te Harvard Tıp Okulu’nda kurulan David Reich’ın laboratuvarı Antik DNA alanında Amerika’da kurulan ilk laboratuvar ve dünyanın en prestijli Antik DNA laboratuvarları arasında bulunuyor. Burada her yıl yüzlerce numune inceleniyor. İnsan evrimi nasıl gerçekleşti? Farklı kıtalarda insan nüfusu nasıl arttı? Genetik açıdan bizi biz yapan etnik karışımlar nasıl gerçekleşti? Biz Kimiz ve Buraya Nasıl Geldik adlı eseri ile Reich, Antik DNA’nın bu sorulara verebileceği cevapları anlatıyor. (Arkeoloji ve Genomik Bilimi Arasındaki Zorlu İlişki) Reich ve ekibi, şimdiye kadar geliştirilmiş en komplike istatistiksel ve biyoenformatik tekniklerden bazılarını

Yalnızca mitokondriyal DNA üzerine temellenmiş önceki çalışmaları tersine çeviren de bu ekibin Denisovalılar isimli homininlerin genetik analizine yaptığı katkıydı. Bu çalışma, Deniovalılar ve Neandertallerin modern insanlardansa birbirleriyle daha yakın akraba olduğunu açığa çıkardı. Hominid ataların modern insanlara doğru uzayan kolu 770.000 ila 550.000 yıl kadar önce diğerlerinden ayrışmıştı. Bu ayrışmadan 100.000 ila 400.000 yıl sonra diğer kol, Denisovalılar ve Neandertaller olarak farklılaştı. Ayrıca, 54.000 ila 44.000 yıl öncesinde modern Yeni Ginelilerin atalarının da Denisovalılarla çiftleştiği ortaya çıktı. Aynı zamanda, Reich geçmişimizdeki hayaletlerden de bahsediyor. Antik ve modern insanların genetik yapısının her bileşeni elimizdeki arkeolojik ve tarihsel kanıtlarla açıklanamıyor. Antik ve modern popülasyonların genetik analizi henüz keşfedilmeyen grupların

da DNA’larını gelecek nesillere miras bıraktığına işaret ediyor. Örneğin, Reich’ın grubu Avrupalıların Doğu Asyalılardan çok Amerika yerlileriyle benzer genler taşıdığını buldu. Bu, ırkların yakın zamanda birbirleriyle karışmalarıyla açıklanamadı. Araştırmacılar, bundan 15.000 yıl öncesinde şimdi soyu tükenmiş bir insan grubu daha olduğunu ve Avrupalılar ile Amerika yerlilerinin ortak DNA’larının bu gruptan geldiğini öne sürüyor. Reich’ın takımı, bu insan grubuna ‘Antik Kuzey Avrasyalılar’ adını verdi. Uzun süre bu hayalet popülasyona dair hiçbir kanıt yoktu. Ardından, Eske Willerslev’in liderlik ettiği başka bir grup, yakın tarihli bir bulgunun genom verisini yayımladı. Bu veriler Reich’ın grubunun varsayımlarıyla örtüşüyor. Sibirya’nın “Malta” bölgesinde bulunmuş 24.000 yıl öncesine tarihlenen bir çocuğun kalıntıları Antik Kuzey Avrasyalıların, etten olmasa da kemikten, ilk örneği olarak kabul gördü (M. Raghavan vd. Nature 505, 87–91; 2014). Farklı hayalet popülasyonların varlığı da öngörülmüştü. Bu popülasyonlara ait ilk örnekler keşfedildikçe bulmacanın parçaları bir araya gelecek ve araştırmacılar daha da erken tarihlere uzanabilecek. Reich pek çok farklı çalışmadan daha bahsediyor. Yaklaşık 5.000 yıl önce Yamnaya kültürünün Orta Avrupa’dan Asya’nın Altay Dağları’na yayılışı, Andaman Adaları‘nın ve Hindistan’ın popülasyonları, 8.500 yıllık Kennewick Adamı gibi Kuzey Amerika buluntuları Reich’ın bahsettiği çalışmalar arasında bulunuyor.

Antik DNA laboratuvarları nesiller boyu hangi popülasyonların birbiriyle karıştığını ortaya koyuyor. Gone, Afrika’dan dünyaya yayılan soyağacıdır, her bir dal başkalarına asla dokunmayan yeni bir nüfusu temsil eder. Araştırmaların ortaya koyduğu sonuç ise çok daha karmaşık ve heyecan verici; dağılıp tekrar bir araya gelen popülasyonlar, baskı altında yaşanan değişimler, fikir alışverişleri ve birbirlerinin yerini alan gruplar... Game of Thrones tarzı seks ve güç mücadelesi hikayelerinin üzerindeki perdeyi genom bilimi ve istatistik kaldırıyor. Kitabın içtenlikle yazılmış bir bölümünde Reich çalışmalarının toplum ve alanı dışındakiler tarafından yanlış yorumlanabileceğinden bahsediyor. Genetik bulgular yayımlandığı anda önyargılı ve taraflı yorumların ağırlığı altında kalabilir. Hepimiz aynı türün üyesiyiz ve birbirimizle akrabayız. Ancak, popülasyonlar arasındaki genetik farklılıklardan bahsedildiğinde örneğin, basın ve çıkar grupları konuyu basite indirgeyip amacından saptırabiliyor. Bazıları, yalnızca kendi kişisel, ideolojik veya ne yazık ki ırkçı görüşlerini haklı çıkarmak için sonuçları ayıklayıp seçiyor. Diğerleri ise farklılıkları sümen altı ediyor. Yine de, Reich’a göre, toplumdaki genetik benzerlik ve çeşitliliği konuşmak için önyargısız bir zemine ihtiyacımız var. Bu kitap, böyle bir konuşma başlatma konusunda yararlı olacak. Nature. 13 Mart 2018.


39

www.labmedya.com

WWF'DEN ÇEVRE RAPORU Sadece 1970'ten bu yana omurgalı hayvanların beşte üçünün soyları, insanoğlu nedeniyle tükendi. Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF) her iki yılda bir gerçekleştirdiği "Yaşayan Gezegen" başlıklı araştırmasına göre, gidişat böyle devam ederse 2020'ye kadar doğal ortamındaki hayvanların sayısı her yıl yüzde 2 azalarak nüfusları üçte ikiye düşecek. İnsan nüfusunun 1960’tan bu yana ikiye katlanıp 7,4 milyara ulaştığına dikkat çeken rapor için, 14 bin farklı doğal yaşam ortamında ve 3 bin 700 tür üzerinde araştırma yapıldı.

EN BÜYÜK SORUN BEYIN GÖÇÜ Bilim Nobeli olarak kabul edilen R&D 100 ödülüne 6 kez layık görülen ve dünyanın en başarılı 100 bilim insanı arasında yer alan Osmaniyeli Prof. Dr. Ali Erdemir, 46 yıl sonra lise arkadaşlarıyla buluştu. Prof. Dr. Eldemir, Türkiye'deki beyin göçü dalgasının detaylı araştırılarak keskin beyinlerin ülkede tutulması gerektiğini söyledi.

görmediği öğretmenleri ve arkadaşlarıyla sohbet edip keyifli vakit geçirdi. İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine konuşan Prof. Dr. Erdemir, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde eğitim görmesinin ardından metalurji ve malzeme mühendisliği alanında doktora yapmak için gittiği ABD'den döndükten sonra Türkiye'de işsiz kaldığını hatırlattı.

Prof. Dr. Erdemir, 46 yıl aradan sonra lise arkadaşları ve öğretmenleriyle kentteki bir otelde buluştu. Bilim Nobeli olarak kabul edilen R&D 100 ödülüne tam 6 kez layık görülen ve Discover Magazine Ödülü'nün de sahibi olan Prof. Dr. Ali Erdemir, yıllar boyunca

İşsiz geçen Türkiye macerasından sonra tekrar ABD'ye giderek malzeme bilimi, yüzey mühendisliği ve triboloji üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Ali Erdemir, Türkiye'deki beyin göçünün durdurulması için keskin beyinlerin tutulması gerektiğini belirterek, "Son zamanlarda her nedense

bir beyin göçü dalgası başladı gibi bir durum söz konusu. Aslında bunların çok detaylı araştırılması lazım. Yani bu arkadaşlar burada iş bulamadığı için mi veya buldukları işte umduklarını bulamadığı için mi gidiyorlar? Ama öyle bir eğilim var gibi” dedi. 3 bin 500 bilim adamının çalıştığı Argon Laboratuvarı’nda 31 yıldır çalışmalarını sürdüren Erdemir, Türkiye'deki gençlere verdiği tavsiyede,"Özgüven çok önemli. Yılmamak gerekiyor. Bir yol haritası oluşturulduktan sonra ulaşılamayacak hiçbir hedef yok" ifadelerini kullandı. KAYNAK: İhlas Haber Ajansı (İHA)

'KENDIMIZI KANDIRMAYALIM' Vakfın yöneticisi Marco Lambertini, “Doğal yaşam gözlerimizin önünde, görülmedik bir hızla yok oluyor. İnsanlığın bu türler olmadan var olabileceğine inanıp kendimizi kandırmayalım” diyor. Biyolojik çeşitliliğin sağlıklı ormanlar, ırmaklar ve okyanusların oluşumunda anahtar olduğunu belirten Lambertini, “Bir canlı türünü denklemden çıkarırsanız ekosistem çökebilir. Beraberinde temiz hava, su ve yiyeceği de götürebilir” diye konuştu.

www.troflab.com.tr | info@troflab.com.tr

laboratuvarınızdaki çözüm ortağınız

NÜFUSLARI %81 AZALDI Rapora göre en büyük darbeyi tatlı su kaynakları ve göller alıyor. 1970’ten 2012’e kadar incelenen 881 canlı türünde nüfus ortalama yüzde 81 oranında azaldı. Denizde ve karada yaşayan omurgalı canlılarda bu oran sırasıyla yüzde 36 ve 38 olmaktadır. Tatlı su kaynakları dünyanın yüzde 1’inden az yer kaplarken, canlı türlerinin yüzde 10’u bu alanlarda yaşamak zorunda. Balık şirketlerinin toplu avlanma yöntemleri, denizlerdeki canlıların yüzde 40’ını yok etti. Kirlilik ve iklim değişikliği de kıyıları yavaşça yok ediyor. Karada ise tarım arazileri ve kentleşme, kontrolsüz avcılık ile beraber canlı türlerinin sonunu getiriyor.

5 TEMEL SORUN Vahşi hayatın yok olmasının beş temel gerekçesi, rapora göre şöyle: Doğal yaşam alanlarının kaybı, aşırı tüketim, kirlilik, işgalci türler ve salgın hastalıklar... İklim değişikliğine bağlı küresel ısınma ise birçok türün yok olma tehdidiyle karşı karşıya olmasının başlıca sebebi. Bilim insanları, 1,8 milyon bilinen canlı türü arasından 83 binini izliyor. Bu bitki ve hayvanların 24 bini yok olma tehlikesiyle yüzleşiyor. Kaynak: AFP

. İşletme Kimyasalları · Analitik Kimyasallar · Laboratuvar Sarf Malzemeleri ve Teçhizatları · Kalite Kontrol ve Laboratuvar Cihazları · İş Güvenliği Malzemeleri . Methenamine for Timed Burning Tablet (zamanlı yanma test tableti)

0(212) 659 61 95 - 659 61 96 0(212) 659 61 97 Mahmutbey Mahallesi 2450. Sok. 29. Ada No:101 İSTOÇ - BAĞCILAR / İSTANBUL

TROFLAB Laboratuvar Ürünleri San.Ve Tic.Ltd.Şti


40

www.labmedya.com

Prof. Dr. Nazan Apaydın DEMİR

GÜÇLÜ ARA ŞTI RM AL AR, YEN I Y EŞI L ENER J I TEK NOL OJ I L ERI N I N D OĞ M ASI NA NEDE N OLM AK TAD I R VE FO SIL YAK I TL AR A OLAN BAĞI M L I L I Ğ I M I Z I AZA LT M AK TAD I R .

"Yeşil enerji dediğimiz şey nedir ve neden kömür veya petrolden daha iyidir?" sorusunun cevabı çok net değildir. Geçtiğimiz otuz yılda, yeşil enerji alanındaki araştırma ve geliştirme çalışmalarında adeta bir patlama yaşanmıştır. Sonuç olarak da kömür, petrol ve doğal gaza bağımlılığımızı azaltabilecek yüzlerce yeni araştırma yapılmıştır. Yeşil enerji; güneş ışığı, rüzgar, yağmur, gelgitler, bitkiler, algler ve jeotermal ısı gibi doğal kaynaklardan elde edilen enerji olarak tanımlanabilir. Bu enerji kaynakları yenilenebilir, yani doğal olarak yenilenir ve doğru planlanmış bir üretimle sistem kendini doğal olarak yenile imkanına sahip olabilir. Buna karşılık, fosil yakıtlar, milyonlarca yıl alan bir süreçte var olurlar ve kullanımla azalmaya devam edecek sınırlı bir kaynak olarak tanımlanırlar. Yenilenebilir enerji kaynaklarının, çevre üzerinde sera gazları gibi kirletici maddeler üreten ve iklim değişikliğine neden olan fosil yakıtlara oranla çok daha küçük bir negatif etkisi vardır. Fosil yakıtlara erişim elde etmek, genellikle ekolojik olarak hassas konumlarda, toprak içine madenciliği veya sondajı gerektirir. Bununla birlikte, yeşil enerji, elektrik enerjisine erişimi olmayan kırsal ve uzak bölgeler de dahil olmak üzere, tüm dünyada kolayca bulunabilen enerji kaynaklarını kullanmaktadır.

YEŞIL ENERJI NEDIR? Yenilenebilir enerji teknolojilerindeki gelişmeler, güneş panelleri, rüzgar türbinleri ve diğer yeşil enerji kaynaklarının maliyetini düşürerek; petrol, gaz, kömür ve kamu hizmeti şirketlerinin değil, insanların elinde elektrik üretme yeteneğini ortaya çıkarır. Yeşil enerji, elektrik, su ve alan ısıtma ve motorlu taşıtlar için yakıt dahil olmak üzere tüm önemli kullanım alanlarında fosil yakıtların yerini alabilir ve aslında bu bir seçenek olmayıp bir zaruret olarak ufukta belirmiştir. YEŞIL ENERJI ÇEŞITLERI Yenilenebilir, kirletmeyen enerji kaynaklarının araştırılması bu kadar hızlı bir hızla ilerlemektedir, şu anda geliştirilmekte olan birçok yeşil enerji türünü takip etmek zordur.

deniz alanları en güçlü rüzgârları yakalamak için en iyi koşulları sağlamaya meyillidir. 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, kırsal alanlardaki sadece % 20 kapasitesinde çalışan 2,5 megavatlık bir rüzgar türbini ağı, dünyadaki mevcut enerji tüketiminin 40 katını sağlayabilir. Hidroelektrik: Hidroelektrik güç olarak da adlandırılan hidroelektrik, dünyanın su döngüsü tarafından buharlaşma, yağış, gelgit ve bir barajdan geçen suyun gücü de dâhil olmak üzere üretilir. Hidroelektrik, önemli miktarda enerji üretmek için yüksek yağış seviyelerine bağlıdır.

İşte en yaygın yeşil enerji türlerinden 6'sı: Güneş Enerjisi: En yaygın yenilenebilir enerji türü olan güneş enerjisi, güneş ışığını yakalayan ve elektriğe çeviren fotovoltaik hücreler kullanılarak üretilir. Güneş enerjisi ayrıca binaları ve suyu ısıtmak, doğal aydınlatma sağlamak ve yemek pişirmek için kullanılır. Güneş teknolojileri, küçük el cihazlarından tüm mahallelere kadar her şeyi güçlendirecek kadar ucuz hale geldi.

Jeotermal Enerji: Yerküre kabuğunun hemen altında, hem gezegenin özgün oluşumundan hem de minerallerin radyoaktif bozunumundan faydalanılırken şimdiler bu işlevinin yanı sıra elektrik üretmek için kullanılmaktadır. Kaplıcalar biçimindeki jeotermal enerji, insanlar tarafından banyo yapmak için binlerce yıldır kullanılmaktadır ve şimdi elektrik üretmek için kullanılmaktadır. Yalnız Kuzey Amerika'da, şu an kömürün yaptığı kadar 10 kat fazla elektrik üretmek için yeraltında depolanmış yeterli enerji var.

Rüzgâr Gücü: Dünya yüzeyindeki hava akışı, daha güçlü rüzgârlar ile daha fazla enerji üreten türbinleri itmek için kullanılabilir. Yüksek irtifa alanları ve sadece açık

Biyokütle: Ahşap atık, talaş ve yanıcı tarımsal atıklar gibi son zamanlarda yaşayan doğal malzemeler, petrol bazlı yakıt kaynaklarından çok daha az sera gazı emisyonu ile enerjiye

dönüştürülebilir. Çünkü biyokütle diye bilinen bu materyaller güneşten depolanmış enerjiyi içerir. Biyoyakıtlar: Enerji üretmek için biyokütle yakmak yerine, bazen bu yenilenebilir organik maddeler yakıt haline dönüşür. Önemli örnekler etanol ve biyodizel içerir. Biyoyakıtlar, 2010 yılında karayolu taşımacılığına yönelik dünya yakıtlarının % 2,7'sini sağladı ve 2050 yılına kadar dünyadaki nakliye yakıtlarına olan talebin % 25'inden fazlasını karşılayabilecek potansiyele sahip oldu. Dolayısıyla bitkisel kaynaklı üretimin atıkları da enerji üretmek için kullanılabilir. Ekolojik kaynaklarımız enerji üretimi ile de doğrudan ilgilidir. Öyle görünmektedir ki, önümüzdeki yıllar ekolojik kaynaklı, bacasız, doğal üretimin altın yılları olacaktır. İnsan uygarlıkla doğayı buluşturacak ve özüne dönecektir. Kozmetik Vadisi projesi de bu kapsamda atıklarından kendi enerjini üretecek ve doğru bir denge kurmak sureti ile olağan dengeyi hiç bozmadan çok nitelikli üretim yapılan model bir vadi olarak modern dünyaya örnek teşkil edecektir. Saygılarımla.



42

KITAPLARIN BÜYÜKTEN KÜÇÜĞE SIRALANMASINA, TÜM FIŞLERIN ÜÇTEN FAZLA KONTROL EDILMESINE, EŞYALAR ARASINDAKI SIMETRIYE TAKILMA! Her birimiz günlük hayatımızda bir şeylere takılıyoruz. Perdenin pilelerinin düzgün olmaması, eşyaların farklı yöne bakmaması, doğalgazı, su musluklarını ve kapıların birkaç kez kontrol edilmesi bu takıldığımız şeyler arasında olabiliyor. Bunlardan hiçbiri yoksa bile 'Ne yapayım takılıyorum işte' deyip belli başlı konularda daha hassas davranabiliyoruz. Peki bu takıldığımız şeyler bizi nasıl etkiliyor? Klinik Psikolog Cengiz Demirsoy'a takıntılarımızı sorduk, işte aldığımız yanıtlar...

GÜNLÜK HAYATIMIZDA 'TAKTIM' DEDIĞIMIZ ŞEYLERIN ÇOK OLMASI BIZIM TAKINTILI BIRI OLDUĞUMUZU GÖSTERIR MI? Günlük hayatta ‘takıntı’ dediğimiz şeyler aslında klinik anlamdaki takıntı ile aynı değildir. Takıntıyı gündelik hayatta ‘ben şu konuya taktım’, ‘şu adama taktım’ cümleleri ile kullanıyoruz ancak takıntı hastalığı dediğimiz bir hastalık var ve bu günlük hayatta kullandığımız ‘takıntı’ ile aynı değil. Takıntı hastalığı dediğimiz şey aslında obsesif kompulsif bozukluktur. Obsesyon, takıntı demektir. Bunun özelliği ise kişinin aklına gelen görüntüler, düşünceler ve hislerin tekrarlanmasıdır. Obsesyonun bir diğer özelliği ise bunların kişi için rahatsız edici ve onu huzursuz edici olmasıdır. Günlük hayatta kullandığımız takıntı kelimesiyle ise aslında o taktığımız şeyle uğraşmak istediğimizi ifade ederiz. Dolayısıyla günlük hayatta kullandığımız takıntı kelimesi ve klinik anlamda kullandığımız takıntı kelimesinin birbiri ile alakası bulunmamaktadır. Obsesyonda kişi o düşünceden, görüntüden, histen uzaklaşmak, kaçmak ister; istememesine rağmen bunun tekrar tekrar gelmesi kişiyi huzursuzlaştırır. Peki bu durumda kişi başka ne yapar? Kişi böyle durumlarda gelen düşünceyi aklından def etmek, onun sıkıntısından kurtulmak için birtakım

www.labmedya.com

TAKINTILI OLDUĞUMU NASIL ANLARIM? eylemlere girişir. Bunlara da kompulsiyon denir. Nedir mesela? Temizlik takıntısı ise sürekli aklına kirli olduğu düşüncesi gelir ya da bir yere değdiğinde kirli hisseder kendini ve bu kişiyi rahatsız eder. Bunun sonucunda da kişi gidip elini yıkar. Bunu gündelik hayatta belki hepimiz yaparız ancak temizlik takıntısı olan kişi elini yıkasa da o düşünceden kurtulamaz, hâlâ eli kirli gibidir ve elini tekrar yıkar. Tekrarlar bir süre devam eder. Yani obsesyon bir rahatsızlık verir, kompulsiyon da o rahatsızlığı gidermek için kişinin bulduğu çarelerdir. Mesela eşcinsellik takıntısı da böyledir. “Ahmet'e baktım, ne yakışıklı çocuk dedim. Beğendim mi ben onu? Yoksa ben eşcinsel miyim? Bakarken kızardım mı acaba? Niye göğsüne baktım?” soruları akılda dolanır ve tekrar tekrar kişi, bu soruları kendine sorar. Sonra kişi bu obsesyondan dolayı rahatsız olur ve internetten eşcinsellik ile ilgili okumalar yapıp kendisinin eşcinsel olmadığını ortaya koyacak kanıtlar bulmaya çalışır. Bu durumda işin kötü tarafı bu kompulsiyonların sonunun gelmemesidir. Çünkü kişi bir türlü ikna olmaz. Dolayısıyla günlük hayatta 'taktım' dediğimiz şeyler bir hisse de bir insan ilişkisi ise de belli bir süre olur ve geçer. Ancak gerçek takıntılar günlük hayattakinden çok daha ciddi süreçlerden geçilmesine neden olur.

PEKI, TAKINTI BU HALI ALINCA HAYATI NASIL ETKILER? Bu kişinin hayatını çok önemli bir şekilde etkiler. İletişim kurduğunuz insanların sözlerini aklınızdan geçenler nedeniyle duyamaz olursunuz, bir konu üzerinde çalışıyorsanız tekrar tekrar okuduğunuz yerleri okumak durumunda kalırsınız, konsantre olamazsınız; temizlik takıntınız varsa biri ile tokalaşamazsınız, başka bir kişinin değdiği, dokunduğu yere dokunamazsınız. Tüm bunlar gündelik

hayatı felç etmeye kadar giden bir süreçtir. Hayatın bütün alanlarına yayılabilecek şekilde çok ciddi etkileri olan bir hastalıktır obsesif kompulsif hastalığı.

TAKINTININ ŞIDDETINI, BIR UZMANA DANIŞMAMIZIN GEREKTIĞINI NASIL ANLARIZ? “TAKINTILI OLDUĞUMU NASIL ANLARIM?” SORUSUNU SORAN KIŞILERE YANITINIZ NEDIR? Kişi eğer belli türden düşünceleri belli bir süre sonra kesemiyorsa, hâlâ bir huzursuzluk hissediyorsa, o düşünce tekrar tekrar geliyorsa artık bir uzmana başvurmak gerekmektedir. Çünkü kişinin kendi yaptığı stratejiler giderek artacak, kartopu gibi büyümeye başlayacaktır. Mesela temizlik hastalığı olan kişi ellerini defalarca yıkasa da bir yerde o temizlik hissini alamayacaktır. Eşcinsellik takıntısı olan kişi zamanla çevresinden uzaklaşmaya başlayacaktır. Dolayısıyla kişi, o konunun hayatında kapladığı yerin artmaya başladığını görüyorsa biz uzmana gelmesi lazım. Çünkü kendisinin doğal olarak izlediği stratejiler, kaçınmalar, önlemler onu çıkmaza sokar.

BU TAKINTILARIN ALTINDA YATAN SEBEPLER KIŞIYE BAĞLIDIR TABII KI ANCAK GENEL BIR ÇERÇEVE ILE NEDENLERINI SIRALAYACAK OLURSAK... TAKINTILARIMIZIN ALTINDA YATAN NEDENLER NELERDIR? 'Neden kişilerde takıntı olur?' sorusunun çeşitli açıklamaları vardır. Genetik yatkınlık teorisi var mesela. Yapılan çalışmalarda takıntılı kişilerin ailelerindeki başka bir kişide takıntı olabiliyor ve dolayısıyla ırsi bir geçiş söz konusu olabiliyor. Bir de yetiştirilmede belli bir tarz görüyoruz. Takıntılı kişilerin yetiştirilme

tarzında, katı yetiştirme tarzının olduğunu; siyah ve beyazların, doğru ve yanlışların fazla olduğu ortamda yetiştiğini görüyoruz. Katı yetiştiriliş tarzı nedeni ile takıntılı bir kişide din, cinsellik, temizlik gibi konularda, bu konular siyah ya da beyaz olduğu için katı tutumlar gelişir. Hayatında karşısına çıkan gri alanlarda ise onu siyah-beyaz gibi yapmaya çalışır ve çuvallar. Bu nedenle hem genetik hem de yetiştiriliş tarzı önemlidir.

TAKINTILARIN HAYATIMIZA OLUMLU BIR KATKISI VAR MIDIR? Takıntı dediğimizde onun iyi bir yönünden bahsedemeyiz. Çünkü takıntılardan bahsettiğimizde 'Bu çocuğun okul takıntısı var, o zaman okulda iyi çalışır' ya da 'Temizlik takıntısı var, titiz olur' gibi gelebilir ancak bu titizliği ve okul sevgisini, belli bir konuya olan ilgisini aşan bir şeydir.

SON OLARAK DEVAMLI 'VESVESELI OLMAK, SÜREKLI MUTLU OLMAYI VE SEVILMEYI ISTEMEK, TAKDIR GÖRME ARZUSU' BIRER TAKINTI MIDIR? Vesvese, kaygı-kuruntu anlamında daha çok kullanılıyor ama takıntı anlamında da terminolojide kullanılabiliyor. Eğer bu durum sürekli düşünceler, obsesyonlar şeklinde ise evet takıntı olabilir. Ancak mutlu olmayı, sevilmeyi ve takdir görmeyi istemek genel insan talepleridir. Ama tabii ki bunun boyutları önemlidir. Herkesten takdir görmek istemek, takdir görmediğinde kırılmasına; herkesin onu beğenmesini istemek, beğenmediğinde özgüvenini yitirmesine neden oluyorsa buna başka türden bir psikolojik sorun diyebiliriz. Kaynak: HT Hayat Röportaj: Dilay Argün


43

www.labmedya.com

BÜYÜK SALGIN: EBOLA İlk kez 1976’da Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde görülen Ebola virüsü, genellikle maymun ya da yarasa gibi hayvanlar arasında yayılıyor. Ancak hasta bir maymundan onun etini yiyen insana da bulaşabiliyor. Bugünkü salgın esasında 2013 sonlarında başladı. Son günlerde bu kadar gündemde olmasının sebebi ise hastalığın ilk kez Afrika dışında görülmesi.

EBOLA NEDIR? Virüsle bulaşan Ebola’nın ilk semptomları ani ateş, ciddi derecede yorgunluk, kas ve boğaz ağrısı. Sonraki safhalarda hastalarda kusma, ishal ve bazı vakalarda hem iç hem dış kanama görülüyor.

EBOLA NASIL BULAŞIYOR? Ebola SARS ya da grip virüsüne nazaran daha zor bulaşıyor. Havadan yayılmadığı için yayılma hızı daha yavaş. Hastalık, virüsü taşıyan bir hayvanın ya da hastanın kanına ya da ter, çiş, sperm gibi diğer vücut sıvılarına dokununca bulaşıyor. Cenazelerde bile, hastaları gömerken cansız bedenlere çıplak elle dokunulması virüsün bulaşmasına yol açabiliyor. Virüsün kuluçka süresi iki günden üç haftaya kadar sürüyor. Teşhisi ise kolay değil; zira ilk semptomlar gribi andırıyor.

EBOLA VIRÜSÜ KAPAN INSANLARIN GÖZLERINDEN GERÇEKTEN KAN AKIYOR MU? Evet bu doğru. Hastalığın ilerleyen safhalarında; göz, burun, kulak, ağız ve rektumdan kan geliyor. Hatta serum iğnesinin ciltte açtığı deliklerden bile kan akıyor. Zaten vücuttan dışarı kan akması hastalığın en tanımlayıcı sendromu. Hastalığın başlangıç evrelerinde görülen ateş, kusma, ishal zaten başka birçok hastalığın da sendromu. Çoğu zaman hastalar kanama olduğu zaman ebola virüsü taşıdıklarını anlıyorlar. Neticede ebola virüsü taşıyan insanlar en sonunda çoklu organ yetmezliğinden hayatlarını kaybediyorlar.

EBOLA NEDEN BU DENLI ÖLDÜRÜCÜ? Bunun en büyük nedeni ebola virüsünün vücuttaki beyaz kan hücrelerini hızla yok ederek bağışıklık sistemini çökertmesi. Vücut böylece virüse karşı savaşamaz hale geliyor ve organlar iflas ediyor.

EBOLA NASIL TEDAVI EDILIYOR? Vücuttaki sıvı kaybını azaltmak için hastalar hemen seruma bağlanıyor. Fakat şu anda hastalığı tamamen tedavi eden

bir kür yok. Bilim insanları bunun için uğraşıyorlar.

BUGÜNKÜ SALGIN NERELERI ETKILIYOR? Son salgın, 2013 sonlarında Gine’de patlak verdi. Bu, ebola virüsünün Gine’de ilk kez görülüşüydü. Virüs daha sonra Sierra Leone ve Liberya’da, büyük kentlerin de dahil olduğu bir coğrafyaya yayıldı. Virüsün etkilediği bir kişinin uçakla Nijerya’ya gitmesinden sonra bu ülke de salgın olan yerler arasına girdi. Giderek daha geniş bir coğrafyayı etkisi altına alan hastalığın ilk kez Afrika dışında ölüme yol açmasıysa endişeleri arttırdı. İlk olarak Liberya’dan Texas’a seyahat eden bir Amerikalının ABD’ye döndükten kısa süre sonra ‘ebola’ teşhisiyle hastaneye kaldırıldığı açıklandı, kısa süre sonraysa hastanın hayatını kaybettiğini duyuruldu. Bir diğer ebola vakası ise İspanya’da görüldü. Afrika’da hastalığı kapan İspanyol vatandaşlarının tedavisinde görev alan bir İspanyol hemşireye de ebola virüsü bulaştı. Yetkililer, hemşirenin sağlık durumunun kötüleştiğini açıkladı.

BU SALGIN NEDEN BÖYLESINE ÖLÜMCÜL? Son salgın şimdiye kadar görülen en ölümcül virüsü içeriyor. ‘Zaire ebolavirus‘ adlı virüs, bugüne dek enfekte ettiği insanların yüzde 48’inin hayatını kaybetmesine yol açtı. Salgının bu denli tehlikeli olmasındaki tek faktör virüsün yapısı da değil. Batı Afrika’da patlak veren ilk büyük ebola salgın olması nedeniyle, bölgedeki sağlık ekipleri yeterince eğitimli ve deneyimli değil. Dahası, Batı Afrika’da yaşayan insanlar, daha evvel salgına sahne olan Orta Afrika halkına göre daha fazla seyahat ettiğinden virüsün yayılmasına yol açıyor.

TÜRKIYE NE GIBI ÖNLEMLER ALIYOR, VIRÜSÜN TÜRKIYE’YE SIÇRAMA RISKI VAR MI? Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise virüsün yayıldığı Afrika ülkelerine seyahat edecek vatandaşlar uyarılarak “Ebola vakalarının görüldüğü ülkeler ile diğer bölge ülkelerine seyahat edecek vatandaşlarımızın, hijyen hususuna azami dikkat göstermeleri, mecbur kalmadıkça kalabalık yerlere gitmemeleri ve et ürünlerini tüketmekten imtina etmeleri uygun olacaktır” denildi. Kaynak: Diken


44

www.labmedya.com

BAKTERILER RUH HALIMIZI NASIL ETKILIYOR? BI L I M I NSAN L A R I , A K I L S A Ğ L I Ğ I MIZ VE VÜCUDUMUZDAKI MIKROP VE BAKTE R I DÜNYASI M I K ROBI Y O M U N R U H H A L I M I Z I DE ETKILEDIĞI SONUCUNA VARAN ARAŞT IR MALAR YAPIY O R . Bizleri insan yapan aklımız, düşüncelerimiz ve duygularımız; ama yeni ortaya çıkan tartışmalı bir anlayış, bağırsaklarımızdaki bakterilerin beynimizdeki değişimlerde 'görünmeyen el' olduğunu iddia ediyor. Bilim hâlâ, her birimizde yaşayan trilyonlarca bakterinin, yani mikrobiyomumuzun fiziksel sağlığımızı nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyor; ama depresyon, otizm ve nörodejeneratif hastalıklar bu küçük organizmalarla ilişkilendiriliyor. Yüzyıllardır nasıl hissetiğimizin sistemimize neler yaptığını biliyoruz. Bir sınav ya da iş görüşmesi öncesi neler olduğunu düşünün. Şimdiyse bunun iki taraflı bir süreç olduğu söyleniyor. Bir grup uzman, akıl sağlığını iyileştirmek için "ruh hali mikroplarının" ya da "psikobiyotiklerin" kullanıldığı bir devrimin eşiğinde olduklarını inanıyor. Bu yeni yaklaşımın fitilini yakan araştırma Japonya'daki Kyushu Üniversitesi'nde yapıldı. Araştırmacılar, mikrop ve bakterilerle hiç karşılaşmamış, tamamen steril farelerin baskı altına girdiklerinde normal farelerle kıyasla iki kat stres hormonu salgıladıklarını ortaya koydu. Fareler, mikrop ve bakteriler dışında birbirinin tamamen aynısıydı. Aradaki farkın mikroorganizmalardan kaynaklandığı yönünde güçlü bir bulguydu. Kanada'daki McMaster Üniversitesi'nden Dr. Jane Foster "Mikropları ele alan ilk beyin uzmanları dalgasının çalışmalarına döndük. Depresyon ve anksiyeteyi

inceleyenler için gerçekten etkileyici bir sonuç" dedi.

depresyonla bir şekilde ilişkili olabilmesi merak uyandıran bir durum.

Çalışma, mikrobiyal tıbbın akıl sağlığında kullanılabileceğine işaret eden ilk araştırmaydı. Bakteriler beyni nasıl değiştiriyor olabilir?

Dolayısıyla, Cork Üniversitesi'nin APC Mikrobiyom Merkezi'ndeki uzmanlar, depresyondaki hastalarının mikrobiyomlarını hayvanlara nakletmeye başladı.

Evrende bilinen en karmaşık nesne olan beyin, bağırsaklardaki bakterilere nasıl tepki verebilir? Mikroplardan arındırılmış farelerle davranışları ve hatta beyin yapılarının nasıl değiştiğini ilişkilendiren bir dizi araştırma var. Ancak faralerin tamamen steril yetiştirilmiş olmasının gerçek dünyayla bir ilgisi yok. Çevremizde sürekli mikroplarla temas ediyoruz ve hiçbirimiz tamamen mikropsuz değiliz.

Çalışma sonucunda bakteriyle birlikte davranışı da naklettiğimiz anlaşıldı. BBC'ye konuşan Prof. John Cryan "Sadece mikrobiyom örnekleri alarak, depresyondaki bir bireyin çok sayıda davranışını bir fareye taşıyabileceğimizi gördüğümüzde çok şaşırdık" dedi. Bu davranışlar arasında anhedoni, yani insanların normalde keyifli bulduğu şeylere ilgisini kaybetmesi de var.

Cork Üniversitesi Hastanesi'nden Prof. Ted Dinan, depresyona giren hastalarının mikrobiyomlarında neler olduğunu anlamaya çalışıyor.

Fareler içinse bu normalde içmeye doyamadıkları şekerli suydu. Cryan "Depresyondaki bir bireyin mikrobiyomunu verdiğimizde artık fareler şekerli suya aldırmıyorlardı" dedi.

Temel kural, sağlıklı bir mikrobiyomun çeşitlilikler içermesi ve tüm vücüdumuzda yaşayan farklı türlerde organizmalardan oluşması.

Parkinson hastalığı konusundaki araştırmalarda da mikrobiyomu, bağırsakları ve beyni birbiriyle ilişkilendiren benzer kanıtlar ortaya çıktı.

Prof. Dinan "Klinik depresyon yaşayan birini sağlıklı biriyle kıyaslarsanız, mikrobiyomdaki çeşitliliğin azalmış olduğunu görürsünüz. Depresyonun tek nedeninin bu olabileceğini söylemiyorum ama çok sayıda bireyde depresyonun ilk ortaya çıkmasında rol oynadığına inanıyorum" diyor.

Parkinson, net bir beyin rahatsızlığı. Beyin hücreleri öldükçe, hastalar organları üzerindeki denetimlerini kaybediyor ve karakteristik titreme hali ortaya çıkıyor.

Dinan ayrıca, düşük lifli gıdalarla beslenmek gibi bazı yaşam biçimlerinin, bizleri daha fazla tehdit altına sokabileceğini söylüyor. Mikrobiyom, bağırsak mikrobiyomundaki dengesizliğin

Mazmanyan, Parkinson hastası olanlar ve olmayanların mikrobiyomları arasındaki farkların "çok güçlü" olduğunu söylüyor. Genetik olarak Parkison hastalığına yatkın hayvanlardaki çalışmalar, hastalığın ortaya çıkabilmesi için bağırsak bakterilerinin gerekli olduğunu gösterdi. Bu farelere bir Parkison hastasının dışkısı nakledildiğinde de farelerde, sağlıklı bir bireyin dışkısını alan farelere kıyasla "çok daha kötü" belirtiler tespit edildi. Mazmanyan "Mikrobiyomdaki değişiklikler, motor beceri belirtilerinin itici gücü gibi görünüyor. Bu konuda çok heyecanlıyız çünkü yeni tedavilerde mikrobiyomu hedeflememizin önünü açıyor" diyor. Mikrobiyom ve beyin arasında ilişki kuran araştırmalar daha çok yeni. Ancak bu alanın öcüleri, heyecan verici bir ihtimalin ufukta göründüğünü söylüyor. Mikroplar gerçekten beynimizi etkiliyorsa, belki mikroplarımızı iyileştirebiliriz. Psikiyatristlerin, hastalarının ruh hallerini iyileştirmek için ruh hali mikropları veya psikobiyotikler reçete ettiği belirtiliyor.

Ancak Caltech'ten Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Sarkis Mazmanyan, bağırsak bakterisinin oynadığı rolü araştıran çalışmalar yapıyor.

Los Angeles'teki California Üniversitesi'nden Dr. Kirsten Tillisch "Bakteriyi değiştirirsek, verilen tepkiyi de değiştirilebilir miyiz?" diye soruyor ve beyni hangi tür, hatta hangi alt tür bakterilerin etkilediğini bulmak için çok daha büyük çalışmalar gerektiğini anlatıyor.

Mazmanyan "Klasik beyin uzmanları, beyindeki olayları bağırsağı araştırarak anlaşılabileceğinin söylenmesine sapkınlık olarak bakar" diyor.

Tillisch ayrıca "Burada bir bağ olduğu çok net. Heyecanlı ve hevesliyiz çünkü bu alanda çok etkili tedavilerimiz olmadı" Kaynak: BBC Türkçe diyor.


Gıda ve İçeceklerin Üretiminde, Kalite Kontrol ve Proses Kontrol ile ilgili parametrelerin Hızlı ve Doğru Analizi için TERRA Analiz ve Ölçüm Cihazları Ticaret A.Ş. güvencesi ile hizmetinize hazırdır.

 Süt ve Süt Ürünleri

 Yumurta Ürünleri  Unlu Mamüller

 Sert Kabuklu Yemişler

 Domates / Sebze Püresi

 Şarap ve Şıra

 Bira, Malt ve Su  Elma Suyu  Sirke

 Tohum Yağı

 Palm Yağı

 Zeytinyağı

 Kızartma Yağı

 Hayvansal ve Bitkisel Yağlar  Sert Kabuklu Yemişler

TERRA ANALİZ VE ÖLÇÜM CİHAZLARI TİCARET A.Ş. ANKARA Kuloğlu Sok. No: 17/1 06690 Çankaya / ANKARA Tel : +90 312 441 86 60 Faks: +90 312 441 86 57

İSTANBUL Bayar Cad. Sıtmapınar Sok. No: 17/5-6 34747 Kozyatağı / İSTANBUL Tel : +90 216 373 77 63 Faks: +90 216 373 78 85 www.terraanaliz.com.tr | info@terraanaliz.com.tr

İZMİR Mansuroğlu Mah. 273. Sok. Ada Sitesi B Blok No: 20/5 35535 Bayraklı / İZMİR Tel : +90 232 348 24 46 Faks: +90 232 348 49 92


46

www.labmedya.com

SEVI NI R K E N , Ü Z Ü L Ü R K E N , HAYAL K I RI K L I Ğ I N A U Ğ R A R K E N , CANINIZ ACI D I Ğ I N D A , S A R I L D I Ğ I N I Z DA, AY RI L DI Ğ I N I Z D A A Ğ L I Y O R S ANIZ PSI K OL O J I B I L I M D O K T O R U DR. ZAFER AK I NCI ’ N I N S I Z E B I R H A B E R I VAR.

GÖZYAŞI HIÇ DE MASUM DEĞIL! Gözyaşlarınızın içindeki kimyasalların içeriği ağladığınız sebebe göre değişim gösteriyor. Hatta masum sanılan o gözyaşı, bazı durumlarda ağzınıza gidiyorsa, zehir bile olabiliyor.

NEDEN AĞLIYORUZ? İnsanların neden ağladığını merak ettiniz mi? Bilim bu konu ile uzun süredir yakından ilgileniyor. Burada gözlerin yaşarması ile ağlamayı ayırt etmek gerekiyor. Davranışsal nörolog olan Michael Trimble insanların gözlerinden 3 tip yaş geldiğini bilimsel olarak açıklıyor.

HER GÖZYAŞI AYNI MI? Bu açıklamaya göre birinci gözyaşı “bazal gözyaşı sistemi” diye bilinen ve gözlerin sağlığını ve işlevselliğini sürdürebileceği biyolojik ortamın oluşturulması amaçlı salgılanan gözyaşı türüdür. İkinci tür gözyaşı ise temel bir biyolojik savın sistemi olan “refleks gözyaşı sistemidir”. Bu, soğan doğrama esnasında salgıladığımız gözyaşı türüdür. Üçündü tür gözyaşı ise “duygusal gözyaşı sistemi” diye bilinen insanların duygusal durumlarının bir tür dışavurumu olarak nitelendirilir. Duygusal gözyaşı salgılandığında biz bunu ağlamak olarak

tanımlarız.

AĞLAMANIN KAÇ ÇEŞİDİ VAR? Yaş fark etmeksizin hepimizin ortak yaptığı birkaç şeyden birisi hiç şüphesiz ağlamaktır. Ağlamak çoğunlukla hüzünle eşleştirilmiştir. Aslında ağlamanın bir çok çeşidi vardır: Mutluluktan ağlama, hüzünden ağlama, bir yerin acımasından ağlama… Ağlamayı kimyasal bir tepkime olarak görsek de, bu tepkimeler iç dünyamızın stresini, heyecanını, aşırı yükselen duygularını dışarı vurmak olarak tanımlayabiliriz.

AĞLAMA NEDENİNİZ GÖZYAŞININ KİMYASINI DEĞİŞTİRİYOR Bilim insanları inanılmaz bir şekilde gözyaşının içeriğinin değişik zamanlardaki ağlamalarda farklı olduğunu ortaya çıkardı. Bunun anlamı bir kişi hangi gerekçe ile ağlıyorsa gözyaşı içeriği ona göre şekilleniyordu.

AĞLAMA MUTLU EDİYOR Tillburg Üniversitesi'nden Dr. Vingerhoets ve arkadaşları 3 binden fazla gözyaşının içeriğini ve ağlayan kişilerdeki etkisini incelediler. Sonuç gerçekten çok ilginçti.

Ağlama türüne göre gözyaşı içeriği değişiyor ve ağlama sonrası, bu kişilerde mutluluk hormonunda anlamlı oranda bir yükselme gösteriyordu. Bir başka deyişle kişiler ağladıklarında içlerinde zehri bir yönü ile dışarı atmış oluyorlardı.

SOĞAN DOĞRARKEN AĞLAMA Dr. Willia Frey bu çalışmaları biraz daha ileriye götürdü. Soğandan kaynaklı ağlama ile duygusal filmlerden sonraki ağlamanın biyokimyasal analizlerine baktığında, çok şaşırtıcı bir durum olduğunu ortaya koymuş oldu. Kendi deyimiyle “ağlama, insanda atıkları ve zararlı maddeleri dışarıya atmanın iyi bir yolu” diyerek ağlamanın rahatlatıcı etkisini aslında sadece psikolojik değil, aynı zamanda fizyolojik bir temizlenmenin de temeli olduğunu ortaya koydu.

GÖZYAŞINIZI YUTMAYIN! Hatta psikolojik olarak negatif duyguları yükselmiş birisinin, ağlayarak psikolojik ve biyolojik bu negatif duyguların etkisinden kurtuluyordu. Bu yüzden bir çok bilim insanı ağlarken ağzınıza giren gözyaşını yutmanın çok da

doğru olmadığından bahsediyorlar. Yani üzülüyorsanız mutlaka ağlamalısınız. Ağlamak sizi fiziki ve ruhsal olarak rahatlatacaktır. Ağlarken yaşanan bu fiziksel ve psikolojik rahatlama olgusuna bilim “katarsis etkisi” olarak tanımlıyor.

KİMİN YANINDA AĞLADIĞINIZ BİLE ÖNEMLİ Ne yazık ki Doğu kültürünün etkisinde olan bizler, ağlamaktan utanmak gibi gereksiz bir güçlü görünme çabası içerisindeyiz. Hatta Biyolog Oren Hasson'un bir çalışmasında ağlamanın psikolojik ve duygusal bağlayıcı etkisinden bahsediyor. Hatta bunun deneysel çalışmalarını da yapıyor. Bu durum, eğer bir kişinin yanında ağlıyorsanız o kişiye karşı otomatik bir psikolojik ve duygusal bağlanma eğilimi oluşturuyorsunuz anlamına geliyor. Hele bir de siz ağlarken yanında olduğunuz kişi size şefkatli temasla birlikte destek oluyorsa, ona karşı güçlü güven ve bağlanma duygusu yaşama ihtimaliniz çok güçleniyor demektir. Yani kimin yanında ağladığınıza çok dikkat edin. Çünkü belirli bir tekrardan sonra duygusal kontrolünüzü kaybedebilirsiniz.

BUNAMANIN ÇÖZÜMÜ EVLENMEK İngiliz bilim insanları, evlenmenin bunama riskini azalttığını söylüyor. University College London'ın (UCL) Avrupa, Güney Amerika ve Asya ülkelerindeki 800 bin kişiyi inceleyerek yaptığı araştırmaya göre, bekar kalmak bunama riskini yüzde 42 artırıyor.

gibi olası semptomlar da çok daha geç yaşlara ertelenmiş oluyor. Evlilik sonucu ekonomik yükün kişiler arasında paylaşılması da, zihinsel ve fiziksel sağlığı kuvvetlendirerek bunama riskini azaltabiliyor. Araştırmanın bulguları, dul kalanlarda da bunama riskinin yüzde 20 daha fazla olduğunu gösterdi.

BBC Türkçe'nin haberine göre, çiftler arasında sosyal etkileşimin artması, akıl sağlığını bunama gibi rahatsızlıklara karşı daha dayanıklı kılıyor. Böylece Alzheimer

İngiltere'deki Alzheimer Araştırmaları Merkezi'nden Laura Phipps, "Çiftler birbirlerini sağlıklı yaşam konusunda cesaretlendirirken, partnerlerinin

sağlığını da korumaya çalışıyor. Sosyal hayatlarında da birbirlerine destek oluyorlar" diye konuştu. Araştırma, fiziksel aktivite ve eğitim seviyesi gibi değişkenleri de; bekar, evli ve dullar arasında bunama riskinin farklılık göstermesiyle ilişkilendirdi. Kaynak: Odatv


BUCHI LABORTECHNIK ARTIK DAHA BÜYÜK BİR AİLE...

Bildiklerinizi Unutun...! YENİ NESİL R300 SERİSİ ROTARY EVAPORATÖR SİSTEMLERİ YENİLİKÇİ TEKNOLOJİLER; Dinamik Kontrol Sistemi Yeni Nesil Dokunmatik Kontrol Üniteleri ile İhtiyaca Yönelik İşletim Tam Otomatik Sistem İşletimi Otomatik Köpük Sensörü Hız Kontrollü Gürültüsüz Etkin Vakum Sistemi Uzaktan İzleme (Mobil Aplikasyonlar ile) 3000 cm2’ye Kadar Kodanser Yüzey Alanı Seçenekleri ile Yüksek Performans GLP /GPM Uyumluluğu, IQ/OQ Dokümantasyon İmkanı

Laboratuvarınızda canlı bir demo ile farkı gözlemleyin !

Geliştirilmiş Sistem Özellikleri ile Mükemmel Sonuçlar NASTECH Turkey

Sultanciftliği Mahallesi Sultan Murat Caddesi No:26/4 Çekmeköy / İstanbul

0 850 888 0 627 0 216 484 00 04

www.nastech.com.tr satis@nastech.com.tr


48

www.labmedya.com

YA PI LA N ARA ŞTI RM AL AR, MUTLUL U ĞU N S O Y U T BIR K AVRAM D AN Ç O K , BIRÇ OK F I Z I K SEL E T K E N NETICESI ND E OR TAYA ÇI K AN BI R D U Y G U DURUM U OL D U Ğ U N U OR TAYA K OY U Y O R .

MUTLULUK BIR HAYAL MI YOKSA BEYIN KIMYASI MI? Mutluluk, hakkında oldukça fazla düşünülen ve herkesçe arzulanan bir olgu. Felsefi yaklaşımlar bir yana, mutluluğa ulaşmak için bazı nörokimyasal ve fiziksel mekanizmaların iyi işlemesi gerekiyor. Beyin kimyasında meydana gelen bozulma ve yetersizlikler, koşullar ne olursa olsun, bir insanın mutlu olmasına engel teşkil edebiliyor. Pozitif psikoloji ve mutluluk alanında yapılan araştırmalar mutlu bir insanı genellikle neşe, ilgi ve gurur gibi sık yaşanan olumlu duyguları ve üzüntü, anksiyete (kaygı bozukluğu) ve öfke gibi daha az yaşanan olumsuz duyguları deneyimleyen biri olarak tanımlar. Mutluluğun, yaşamsal tatmin, hayatın takdiri ve keyif anlarıyla ilişkili olduğu söylenir; fakat genel olarak bu, duyguların olumlu biçimde deneyimlenmesiyle ilgilidir. “Mutlu bir insan”, diğer herkes gibi duyguların çeşitli biçimlerini deneyimler ancak olumsuz olanları deneyimleme sıklığı farklılık gösterebilir. “Mutlu insanların”, algıları farklı bir şekilde işlediği ya da başkalarının yapamadığı bir şekilde anlam bulabildikleri için, çok fazla olumsuz duygu yaşamaması mümkündür. Aslında, “mutlu insan” ifadesini kullanmak da muhtemelen yanlış çünkü bu tanım, doğal olarak mutlu olduklarını veya hayatlarında daha çok olumlu şeylerin gerçekleştiğini varsayar.

MUTLULUK ÖLÇÜLEBİLİR Mİ? Mutluluk soyut bir kavramdan fazlasıdır; onu cebinize koyamaz ve daha sonrası için saklayamazsınız da. Peki, gerçekten de ölçülebilir ve bilimsel olarak çalışılabilir mi? Yanıt, evet... Araştırmacılar, mutluluk durumumuza ilişkin samimi bir kişisel-rapor aracılığıyla bunu yapabileceklerini düşünüyor. Asya Psikiyatri Dergisi’nde yayımlanan 2015 tarihli bir araştırma, 403 lise öğrencisi örneğinde gençlerin mutluluğunu ve psikolojik olarak ne kadar iyi hissettiğini ölçmüştür. Öğrencilerin genel sağlık durumu, mutluluk, kendine yeterlik, maruz kalınan stres, umut ve yaşamsal tatmin durumları, kendileri tarafından bildirilen yazılı anketler aracılığıyla ölçüldü. Araştırma neticesinde, mutluluk ve psikolojik açıdan iyi hissetme arasında anlamlı bir ilişki olduğu sonucuna varıldı. Araştırma sonucuna göre, “İyi ilişkilere sahip olan ve sosyal etkinliklere katılmayı sevdiklerini bildiren öğrenciler daha olumlu bir ruh sağlığı durumu gösterdi.”

MUTLULUĞUN KİMYASI 1. Endokanabinoidler: “Mutluluk molekülü” adı verilen endokanabinoidler, kanabinoid sisteminin CB-1 ve CB-2 reseptörleri üzerinde çalışır. Anandamide, en çok bilinen endokanabinoiddir. İlginç bir şekilde, kenevir bitkisinden en az 85 farklı kanabinoid izole edilmiştir. Bunların her biri, kanabinoid sisteminin farklı bir kilidine giren ve çeşitli şekillerde algı ve bilinç durumlarını değiştiren bir anahtar gibi davranır. Endokanabinoidlerin birçok varyasyonunu kendimiz üretebiliriz ancak nörobilimcilerin onları izole etmesi onlarca yıl gerektirir. Nisan 2012’de yayımlanan ve Arizona Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, endokanabinoidlerin büyük ihtimalle koşucuların yaşadığı sarhoşluk hissinin sebebi olduğunu ileri sürüyor. Bu çalışma, hem insanlarda hem de köpeklerde sürekli fiziksel hareketi takiben endokanabinoidlerin anlamlı bir oranda arttığını gösteriyor. 2. Dopamin: “Ödül molekülü.” Dopamin, ödül odaklı davranış ve zevk arayışından sorumludur. Her ödül arayışı davranışı, beyindeki dopamin iletiminin seviyesini artırıyor. Bir dopamin dozu almak istediğinizde, bir hedef belirlemek ve başarmak yeterli oluyor. Bağımlılık yapan bazı ilaçlar, doğrudan dopamin sistemine etki eder. Bunların bir kısmı, beyindeki bu kimyasalları sinaptik aralıkta daha uzun bırakarak dopamin geri alımını bloke eder. Dışadönük veya ilgisiz kişilik tiplerine sahip insanların, içe dönük kişiliğe sahip insanlardan daha yüksek dopamin seviyelerine sahip olduklarına dair kanıtlar bulunur. Daha fazla dışa dönük ve engellenmemiş hissetmek için, günlük yaşamda dopamin sevisini artırmaya çalışmak, kimi hedefler belirleyerek ve bunları gerçekleştirerek beyni düzenli olarak dopaminle doldurmak gerekir. 3. Oksitosin: “Bağlanma molekülü.” Oksitosin, insani bağlantılarla doğrudan ilişkilidir; güven ve sadakati artıran bir hormondur. Bazı çalışmalarda, yüksek düzeydeki oksitosinin romantik bağlılıkla ilişkisi keşfedilmiştir. Fiziksel temasın olmaması oksitosini azaltır ve tekrar bu kişiyle bağ kurulması ihtiyacını hissettirir. Ancak oksitosinin kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de aynı etkiye sahip olup olmadığı konusunda bazı tartışmalar buluyor. Erkeklerde, vazopressin (oksitosine

oldukça benzeyen bir molekül) asıl “bağlanma molekülü” olabilir. Fakat yine de, en temelde, bedensel temas, aşk, sevgi, yakınlık ve mutlu hissetmenin anahtarlarından biridir. Dijital çağda, birçok insanın telefonlar ve sosyal platformlar üzerinden sosyalleşmeye çalıştığı bir ortamda, toplum bağları ve “aile” ilişkilerini korumak her zamankinden daha önemli. Bir spor salonunda, arkadaş ortamında ya da koşucu bir arkadaşla birlikte çalışmak, bu insani bağları sürdürmek ve oksitosin salmak için ideal bir yoldur. 2003 yılında yapılan bir çalışmada, “sarılmayla” geçen bir zamanın ardından hem köpek hem de sahibinin oksitosin seviyelerinin yükseldiği gözlemlenmiş. İnsan ve köpekler arasındaki güçlü duygusal bağ, oksitosin için biyolojik bir temel oluşturabilir. Sevgiyi paylaşacak ve oksitosini artıracak başka bir insan yoksa, sevdiğiniz bir hayvan da aynı molekülü salgılatabilir. 4. Endorfin: “Ağrı kesici molekül.” Endorfin ismi “vücudun kendisinin ürettiği morfin” anlamına gelir. Endorfinler opiatları (rahatlatıcı, sakinleştirici) kimyasal yapılarına benzetir ve analjezik özelliklere sahiptirler. Cinsel tatmin ve orgazm hissi, endorfin salgılamak için en doğal yollardandır. Klinik araştırmacılar, 1999 yılında, akupunktur iğnelerinin belirli vücut noktalarına yerleştirilmesinin endorfin üretimini tetiklediğini keşfettiler. Başka bir çalışmada, akupunktur uygulandıktan sonra serebrospinal (bir beyin salgısı) sıvıda daha yüksek seviyelerde endorfin tespit edildi. Akupunktur, endorfin salınımını uyarmanın en kolay yollarından biridir. 5. GABA: “Kaygı önleyici molekül.” GABA, nöronların ateşlenmesini yavaşlatarak sakinlik hissi yaratan inhibitör bir molekül. GABA’yı yoga, meditasyon ya da gevşeme egzersizleriyle doğal yollardan artırmak mümkün. Benzodiazepinler (Valium ve Xanax vb) türü ilaçların birçok yan etkisi ve bağımlılık riski bulunur ancak hâlâ yaygın olarak reçete edilmekteler. “Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Dergisi”nde yayınlanan bir çalışma, 60 dakikalık bir yoga seansının ardından, yogiler arasında GABA düzeylerinde yüzde 27’lik bir artış tespit edildiğini ortaya koyuyor. Çalışma, yoganın doğal GABA seviyelerini artırabileceğini düşündürtüyor. 6. Serotonin: “Güven molekülü.” Serotonin vücudumuzda o kadar çok farklı rol oynar

ki onu tek bir ifadeyle anlatmak gerçekten çok zor. Yüksek serotonin ile reddedilme hassasiyeti arasındaki bağlantı, insanların benlik saygısını artırır, kendini değerli görme duygularını yükseltir ve çevresindeki olaylara dâhil olma güvenini sağlar. Serotonini artırmak için, kendimize düzenli biçimde meydan okumak ve amaç, anlam ve başarı duygusunu pekiştiren şeyleri takip etmek gerekir. “Başardım!” diyebilmek, benlik saygısı yaratan, güvensizlik hissini azaltan ve daha fazla serotonin salgılanmasını sağlayan davranışları güçlendirecek bir geri bildirim döngüsü üretir. Bilim insanları, duygudurum bozuklukların da serotoninin rolünü henüz tam olarak anlamıyorlar; bu nedenle, en iyi şekilde çalışacak bir reçeteli ilaca ihtiyaç duyulan durumlarda, güvenilir bir psiko-farmakologla yakın bir şekilde çalışmak çok önemli. Ayrıca, bu alanda kullanılan ilaçların birkaç hafta sonra işe yaramaya başlaması gerçeği, etkilerinin nöronlar ile de ilgili olabileceğini ve bunun da yeni nöronların büyümesinden kaynaklandığını düşündürmekte. Bu bulgular, anti-depresanların her bireyin beyninde çalışma biçiminin büyük ölçüde farklı olduğu, bilim insanları ve araştırmacılar tarafından tam olarak anlaşılmadığının da bir göstergesi. 7. Adrenalin: “Enerji molekülü.” Teknik olarak “epinefrin” olarak bilinen adrenalin, mücadele veya esrime/sarhoşluk hissi mekanizmasında büyük rol oynar. Epinefrin salınımı canlandırıcıdır ve enerjide bir dalgalanma yaratır. Adrenalin, kalp hızında, kan basıncında bir artışa neden olur ve daha az önemli kan damarlarının daralmasına ve daha büyük kaslara kan akışının artmasına yol açar. Bir “adrenalin atağı”, sıkıntılı zamanlarda veya korkutucu durumlarla karşı karşıya kaldığımızda yaşanır. Bizi korkutan veya tehlike altında hissettiren bir duruma iten şeyleri tekrarlayarak, bilinçli biçimde de tetiklenebilir. Ayrıca kısa ve hızlı nefes almak ve hızlı kasılma hareketleri yaparak da adrenalin atağı tetiklenebilir. Bir adrenalin dalgası, insanlara kendilerini oldukça canlı hissettirir. Sıkıntı, halsizlik ve durgunluk hisleri karşısında etkili bir panzehir olabilir. Risk almak ve konfor bölgenizden ayrılarak sizi zorlayan ürkütücü faaliyetler gerçekleştirmek, insani potansiyelinizi en üst düzeye çıkarmanın da anahtarıdır. Aman siz mutlu olmayı unutmayın. Kaynak: Tarkan TUFAN


49

www.labmedya.com

KANSERIN TEDAVISINDE DNA NANOROBOTLARI DEVREDE Çinliler, kanser tedavisinde dönüm noktası olabilecek DNA nanorobotlorı geliştirdi. Şinhua Ajansı'nın haberine göre, Çin Ulusal Nanobilim ve Teknoloji Merkezi'nde (NCNST) 5 yıldır yürütülen araştırmada geliştirilen DNA nanorobotları, kanserin tedavisinde başarılı oldu. Gözle görülemeyecek boyutlarda ve tüp şeklinde üretilen nanorobotların çapı 19 nanometre ve boyu 90 nanometre.

“Bir iğnenin ucundan 5 bin kat daha küçük” olan nanorobotlar, kan dolaşımına bırakıldıklarında vücuttaki tümörü tespit ediyor ve harekete geçiyor. Kanın pıhtılaşması ve ipliksi doku oluşturması için tümöre thrombin enzimi enjekte eden nanorobotlar, kanla beslenme yolunu keserek tümörü açlığa terk ediyor. Bu şekilde kanserle mücadele eden

nanorobotlar tümörün haftalar içinde küçülmesini sağlıyor. Nanorobotların laboratuvar ortamında fare ve anatomik olarak insana benzeyen minyatür bama domuzunda denendiğini belirten Çinli bilim adamları, deneylerde tümörün kısa zamanda büzülerek gerilediğini belirtti.

vermediğini, görevlerini tamamladıktan sonra vücuttan atıldığını bildirdi.

Bilim insanları, kemoterapi ve radyasyonla yapılan tedavilerin aksine, nanorobotların tümörün bulunduğu sağlıklı dokuya zarar

Çalışma, "Nature Biotechnology" dergisinde yayımlandı.

Nanoteknoloji tıp dünyasına yeni fırsatlar getirirken, nanorobotların da kanser araştırmaları için bir dönüm noktası olduğu düşünülüyor.

ALZHEIMER'A ÇARE BULUNDU

GLOBAL STANDARTLARDA SAFLAŞTIRMA

SMART VE KOMPAKT KULLANIM

Recycling Preparative HPLC Next Serisi

Çinli ve ABD'li bilim insanları, Alzheimer hastalığının önlenmesi ve tedavisinde etkili olan yeni bir reseptör hücre keşfetti. Fucien Tıp Üniversitesi, Şiamın Üniversitesi, Texas Üniversitesi, California Üniversitesi ve Sanford Burnham Prebys Tıp Keşif Enstitüsü'nün ortak yürüttüğü çalışmada, yeni keşfedilen Trem2 adlı bir reseptör hücre harekete geçirildiğinde Alzheimer'a neden olan zehirli amiloid beta proteinine karşı mikroglia bağışıklık hücrelerini uyararak, mikrogliaların Alzheimer hastalığı ve belirtilerine karşı koyma gücü artıyor. ZEHIRLI PROTEINLERIN YOK OLMASINI SAĞLIYOR AA'nın Şinhua Ajansı kaynaklı haberine göre; Trem2'yi bir tür tetikleyici hücreye benzeten bilim insanları, insan beyninde sinir hücrelerinin ölümü veya zehirli proteinlerin birikmesiyle baş gösteren Alzheimer'ı önlemek için söz konusu alıcı hücrenin etkisiyle uyarılan mikroglialar hastalığa karşı koyma gücünün artırıldığını ve bu şekilde zehirli proteinlerin yok olmasının sağlandığını belirtiyor.

YENİ SERİ JAIGEL-GPC KOLON X4 Yüksek akış hızı ile mükemmel ayırma

Trem2 kullanılmadan mikroglianın amiloid betayı temizleme başarısının daha düşük olduğunu belirten uzmanlar, bu yeni çalışmayla Trem2'nin nasıl çalıştığının öğrenilmiş olduğunu, gelecekte Trem2 ve amiloid beta arasındaki bağı güçlendirmek için tedavi stratejilerini destekleyeceğini kaydediyor. Alzheimer hastalığı için hâlâ etkili bir teşhis ve tedavi yöntemi bulunmuyor. Görünür belirtileri, genellikle hastalığın başlangıcından sonraki 10 yıl içinde ortaya çıkan Alzheimer'da teşhis konulduğunda da çok geç kalındığı için tedavi girişimleri yanıt vermiyor. Dünyada Alzheimer'a neden olan sinirsel bozuklukların 47 milyon insanı etkilediği biliniyor.


50

www.labmedya.com

TESTOSTERON DENEN HORMON! Testosteron hormonu, erkeklik hormonu olarak bilinir. Testosteron seks hormonları dediğimiz geniş kapsamlı bir hormon grubu içerisinde yer alır. Erkeklik hormonu erkeklerde yüksek seviyelerde bulunurken kadınlarda da belli bir miktarda bulunur. Testeron üretimi beyindeki hipotalamus ve hipofiz bezlerinin etkisi ile kontrol edilir. Bir bebeğin erkek olarak doğmasının sebebi de testeron hormonudur. Normal şartlarda her insan ana rahminde kız olarak yaşama başlar fakat sekizinci haftadan sonra Y kromozomu kadında testosteron hormonunun artmasını sağlar ve bu artışa bağlı olarak bebeğin cinsiyeti erkek olur. Testosteron hormonu cinsel isteği kemik ve kas yoğunluğunu yağ dağılımını ebünerji seviyesini ve alyuvar üretimini kontrol eder. Erkeksi karakterin gelişimini sağlar. Kas çalışanların kas dokusunun onarılmasını sağlar. Yaşa bağlı olarak hormon düzeyinde azalma olabilir ve buna bağlı olarak vücutta bulunan yağları enerji olarak kullanmak zorlaşır. Erkeklerde testosteron hormonu otuz yaşından sonra azalmaya başlıyor ve ülkemizde dört erkekten biri bu sorunu yaşıyor. Erkeklerde bu hormonun eksikliği iktidarsızlığa, kemik erimesine, seks isteksizliğine, depresyona, yorgunluk ve uykusuzluğa, kaslarda kayba ve fiziksel performansta düşüklüğe sebep oluyor. İdeal olan hormon değeri erkek de 2701070(ng/dl) ve kadın da ise 15-70(ng/dl) olmalıdır. Testosteron hormonu hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra bu konuda iki değerli yazarın görüşlerini sizlerle paylaşalım istedik.

SEKS, ŞEHVET VE GÜÇ Testosteron hormonu da bu kimyasal aracılardan biridir. Testosteron erkekte ve kadında cinsel davranışları yönetir. Cinsel arzunun temel belirleyicisidir. Testosteronun erkeklerin yaşamına etkisi cinsellikle sınırlı da değildir. Bir yazara göre testosteron erkekte "seksi, şehveti ve gücü" temsil ediyor. Erkeğin rekabet, mücadele, hatta şiddet ve saldırganlık eğilimlerini testosteron belirliyor. Bu açıdan bakıldığında testosteron erkeğin "savaş hormonu" gibidir. Doğası gereği bu hormon sinirli ve asabidir. Bazı ruhbilimcilerine göre "testosteron biraz da anti-depresandır." Erkekte testosteron üretimi, başarıyı etkilemese bile başarıdan etkilenir. "Kazanınca artar, kaybedince azalır." Yükselince artar, düşünce azalır.

ÜRETİMİNİ NE ETKİLİYOR? Bazılarına göre testosteron sadece güçten, kuvvetten değil daha pek çok şeyden etkilenir. Mevsimlerden, sıcaklıktan, uykudan, korkudan, stresten nem kapar. Korku, endişe, kararsızlık ve hele stres, testosteronun en önemli düşmanlarıdır. Stres arttıkça ve kronikleştikçe testosteron üretimi dibe vurur. Testosteron, "spontan seks"ten müthiş etkilenir. Bir bakış, bir yürüyüş, kadın vücudunun bazı noktaları, ama en az noktalar kadar "kadınsı doğal tavırlar" testosteron üretimini derinden etkiliyor. Testosteronun üretimini etkileyen önemli bir koşul da rekabettir. Cinsel, sosyal veya iş ile ilgili rekabetten testosteron müthiş etkileniyor. Rekabet arttıkça testosteron üretimi de artıyor. Testosteron üretiminin mevsimlerle de ilgisi var. Ekim ayı ve sonrasında artan üretim, nisan başlarından itibaren azalıyor. Testosteron üretimi sabahları en fazla iken akşama doğru yavaş yavaş düşüyor. Cinsel isteksizlik yaşayan erkeklerin sabah saatlerini sorunsuz atlatmaları (!) bununla ilgili olabilir. Testosteronun azlığı veya fazlalığı bazı erkeğin karakterini bile belirleyebiliyor. Yüksek testosteronlu erkekler, düşük testosteronlu olanlara oranla evliliği daha güç yürütüyor. Yüksek testosteronun erkekleri evlilik dışı ilişkilere yönlendirme olasılığı artıyor. Ne yazık ki testosteron yüksekliği olan erkeklerde eşlere şiddet kullanma eğilimleri de yükseliyor. Yüksek testosterona sahip erkeklerin eşlerini terk etme olasılıkları da daha fazla. Testosteron erkekte sadece cinsel arzuyu etkilemiyor. Daha pek çok marifetleri var: Kalbi koruyor, göbek ve karın bölgesindeki yağları eritiyor, kas yapıyor, kaslara güç veriyor. Testosteron beden gücünü arttırıp, bağışıklığı destekliyor. Hem depresyonla hem de hırçınlıkla mücadeleye yardımcı oluyor. Düşük testosteronlu erkekler daha mızmız, daha alıngan, daha sinirli olabiliyor. Testosteron erkeği genç, güçlü ve iktidarlı tutuyor.

SINATRA VE BEATLES Erkekleri "yüksek testosteronlu" ve "düşük testosteronlu" diye ayıranlar

bile var. Düşük ve yüksek testosteronlu erkeklerin dünyaya bakışlarının farklı olduğunu ileri süren uzmanların sayısı oldukça fazla. "I did it my way" diyen Frank Sinatra ile "I get by with a little help from my friends" şarkısını söyleyen Beatles grubu üyelerinin arasındaki farkı testosteron seviyesi farkına bağlayanlar bile var! Onlara göre "Her şeyi isteğim gibi yaptım" diyebilen Frank Sinatra ile uzlaşmacı Beatles üyeleri arasında ciddi bir testosteron farklılığı olmalıdır.

dönmesinde, maço kavramların hayatımızda yer edinmesi de buradan geliyor. Delikanlılık, asker doğmak gibi kavramların ciddi bir kısmı bu hormonun etkisi altında girmiştir hayatımıza. Bunların da ötesinde sık sık övünç kaynağı olarak kullanılan ‘erkek’ cinsiyetinin oluşumu da bu hormonun ilk birkaç hafta içerisindeki müdahalesi ile mümkün hale geliyor. Evet, doğru anladınız. Erkeklik, bir anlamda kadınlıktan evrimleşmiş bir şeydir.

Testosteron seviyesinin mesleklerle de ilişkili olduğunu ileri sürenler var. İşleri gereği "yardım etmek ve hoş görmek" durumunda olan din adamlarında veya "düzenlemek, tasnif etmek" ile meşgul kütüphanecilerde testosteron seviyeleri çok yüksek değil. Buna karşılık iktidara odaklı politikacılarda, yıldız olmaya kararlı sanatçılarda testosteron daha yüksek bulunabiliyor. Testosteronu yüksek bir politikacı iktidarı kaybedince, testosteronunu da bir miktar kaybediyor. Şampiyonluğa oynayan takımların sporcularında küme düşme hattındaki oyunculara oranla testosteronun daha fazla olabileceği belirtiliyor. Kısacası testosteron statü ve iktidarla da çok ilişkili.

DENGE ÖNEMLI

Erkeklerde Testosteron Seviyelerinin Değişimi İse Oldukça İlginç(!) Bu hormonun vücuttaki değerleri erkeklerde eevlenince hatta çocuk yapınca daha da düşüyor olması... Garip olan ise bu değerin boşanınca yükseliyor olması. Yine erkeklerde bu hormonun seviyesi, eşi doğum yaptıktan sonra en alt seviyelere kadar iniyor. Fakat yeni doğan bebeği için eve bakıcı geldiğinde ise tekrar yükseliyormuş. Birbirine aşık yeni bir çiftte, testosteron miktarı erkekte düşerken, kadında artıyor. Yani aşık olduğunda erkeğin cinsel arzusu düşüyor. Yıllar geçtikçe ise bu değer yükseliyor, bu seferde kadında azalma görülüyor. Nedenleri açık sanırım. Şu da var, erkeklerin kadınlardan, kel erkeklerin de kel olmayanlardan daha kısa yaşamasının arkasındaki hormon da testosterondur.

TOPLUMUMUZ ÜZERINE ETKILERI Hormonumuz adından da anlaşılacağı üzere testislerde üretiliyor. Bu da enteresan bir ironi yaratıyor bizler için. Erkeklerle alakalı ‘testis’ muhabbetlerinin

Peki, bu hormon vücutta belli bir seviyeyi aştığı zaman ne oluyor? Erkeksi tavırların belirginleşmesinden de dem vurulduğu üzere vücuttaki testosteron ile sosyal zeka geriliği, huzursuzluk ve asabiyet arasında doğru orantı var. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki testosteron oranı yükseldikçe insanlarda agresiflik katsayısı da yükseliyor. Bu insanlar toplumsal uyumluluk konusunda da sıkıntı yaşıyor, asabiyet yapıyorlar. Bu insanlar toplum içerisinde kolektif çalışma gerektiren işlerde de başarısız oluyorlar. Fakat vücutlarındaki testosteron seviyesi normal olan kadın ve erkekler bu testlerden başarıyla geçiyorlar. Bir nevi huzurlu biçimde yaşamlarını sürdürüyorlar da diyebiliriz. Tabi ki vücutta belli bir oranın altında olması da sıkıntı yaşatıyor. Bu sefer de cinsellik anlamında eksiklik hissediyorlar. Cinsel anlamda bir şeyler yaşayarak geçirmeleri gereken süreleri daha başka şeylerle dolduruyorlar, eğlenceye harcıyorlar. Sonunda da bu tarz bir ilişki içerisine girince sınıfta kalıyorlar, karşı cins tarafından ezilmeye mahkum oluyorlar. Kısacası denge önemli.

TESTOSTERONU DOĞAL YOLLARLA ARTIRMAK IÇIN: Fazla kilolarınızdan kurtulun Düzenli uyuyun Sağlıklı yağlar tüketin Bir uzman eşliğinde spor yapın Stresten olabildiğince uzak kalın Alkol ve sigaradan uzak durun D vitamini ve çinko tüketiminizi artırın Şeker tüketiminizi azaltın Beslenme düzeninize sebze ve meyveleri dahil edin, gerektiğinde bir beslenme uzmanından yardım alın. Kaynak: Altay Şengür Onedio Editörü Hürriyet: Osman Müftüoğlu


51

www.labmedya.com

BÖBREKLERINIZI ARINDIRIN, 5 ALIŞKANLIKTAN UZAK DURUN! 8 Mart Dünya Böbrek Günü öncesinde Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı, böbreklere zarar veren alışkanlıklar ve böbrekleri arındıran besinler hakkında bilgi verdi. İşte ayrıntılar…

KIRMIZI BESİNLER BÖBREKLERİ TEMİZLER VE YENİLER

BI R A N B I L E D U RM AD AN K A N I , AT I K VE TOK SI N L E R D E N ARI ND I RM A K I Ç I N ÇALI Ş AN BÖBRE K L E R I N , GÖREVINI SÜ RD Ü RE B I L M E S I I ÇI N Z AM AN Z A M A N TEM I Z L E N M E S I GER EK I Y OR. A R I N M AY I D ESTEK L EY I CI B E S I N L E R VE YAŞAM TA R Z I N D A YAPI L AN K Ü Ç Ü K D EĞIŞ I K L I K L ER B Ö B R E K S AĞL I ĞI I ÇI N B Ü Y Ü K ÖNEM TA Ş I Y O R .

Zengin miktarda anti kanserojen içeren kızılcık, içerdiği sodyum ve potasyum mineralleri ile böbrekler için faydalı bir besindir. Kızılcık, suyu ya da çayı yapılarak da tüketilebilir. Antioksidan içerikleri yüksek olan ahududu, frenk üzümü, böğürtlen, yaban mersini de kızılcık gibi tatlı-ekşi bir tada sahip ve böbrekler için faydalı orman meyvelerindendir. Orman meyveleri hem renkleri ile göz alıcı oluyor hem de böbrek sağlığı açısından önemli bir yer tutuyor. Her gün 1 avuç kadar tüketilmesi böbreklerin temizlenmesi ve yenilenmesine katkı sağlar.

“BÖBREKLERE Z GÜCÜ” Her derde deva olarak adlandırabileceğimiz “zencefil” ve “zerdeçal” özellikle böbrek hastalıkları konusunda en önemli besinlerdendir.

Zencefilin suya karıştırılarak tüketilmesi böbreklerin fonksiyonları için rahatlatıcı bir etkiye sahiptir. Önemli baharatlardan biri olan zerdeçal ise; pek çok hastalıkta olduğu gibi böbrek hastalıklarında da faydalıdır. Özellikle şeker ve sindirim sistemi hastalıklarına iyi gelen zerdeçal, süt ya da yoğurt grubu ile tüketilebilir. Kanser hücrelerinin önlenmesi konusunda da etkilidir. Her iki besinde böbrek temizliği ve böbrek taşlarının oluşumuna neden olan atıkların giderilmesini konusunda destekleyicidir.

REZENE BÖBREKLERİ RAHATLATIYOR LİMON GÜÇLENDİRİYOR Günde 1 fincan kadar çay olarak tüketilen rezene otu hem mide hem de böbrekler için rahatlatıcı bir etki yaratır. Yoğun çalışan böbreklerin günde 1 bardak rezene çayı ile rahatlatılması ertesi güne daha aktif çalışmasına destek verir. Böbreklerin temizlenmesi ve sağlıkla işlevlerine devam etmesi için önemli bitkilerdendir. Böbreklerin aynı zamanda C vitaminine de ihtiyacı vardır. Limon bu konuda etkili besinlerdir. Rezene çayına ya da salatalara eklenen limonun

böbrekleri güçlendirme açısından önemlidir.

5 ALIŞKANLIĞA DİKKAT! 1. Aşırı tuzlu gıdalar tüketmek: Böbreklerin arınması ve temizlenmesi için yemek ve ekmeklerin tuzsuz tüketilmesi önemlidir. Yemeklere ve salatalara ekstra tuz koymanın böbreklere zararı olabileceğini unutmayın. 2. Az su tüketmek: Yeterli su tüketmemek böbreklerin sağlığını etkiler. Sağlıklı her bireyin günde 2 litre kadar su tüketmesi gerekir. Böbreklerin işlevlerini yerine getirmesi için su tüketimi önemlidir. 3. Fazla soda içmek: Özellikle tansiyon hastalarının fazla soda tüketmesi böbreklerini olumsuz etkileyebilir. 4. Fazla potasyum almak: Kuru meyveler, bulgur, patates gibi yüksek oranda potasyum içeren gıdaların gereğinden fazla tüketilmesi böbrekleri yorabilir. 5. Yüksek miktarda protein tüketmek: Yoğun protein içerikli beslenme listeleri böbreklere zarar verebilir. Günlük protein miktarının kişiye göre ayarlanması ve yeterli ve dengeli olması oldukça önemlidir.


52

www.labmedya.com

LABORATUVAR HAYVANLARININ GELECEĞI NE OLACAK? MAYMU NL AR Ü ZE R I N D E K I E G Z O Z T E STLERI HAYVANLARIN DENEYLERDE KULLANIL MASI TAR T I ŞM AL ARI N I A L E V L E N D I R D I . A R A ŞTIRMACILARA GÖRE, HAYVANLARA ZULMÜ AZALTACAK A LTERNATI F Y ÖN T E M L E R O L S A D A BU TÜR DENEYLERE SON VERILMESI IMKÂ NSIZ. Jo Neill için mesai deney sıçanlarını ziyaret etmeden bitmiyor. İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nde Psikofarmakoloji Profesörü Neill, araştırmalarının bu sıçanlara bağlı olduğunu düşünüyor. Hayvanlarına bir takım kimyasallar enjekte eden Neill öğrenme ve hafıza davranışlarını gözlemliyor. İnsanlarda görülen şizofreninin bir benzerini sıçanlarda deneysel olarak uygulayan Neil'ın, insanlar üzerinde aynı kimyasalları kullanma amacıyla izin alabilmesi için hayvanların fayda görmesi gerekiyor. DW'ye konuşan Profesör, "Psikiyatride, davranışsal deneyler yaparken sıçanların yerini alabilecek bir şey bulmak imkansız” diyor. Bilimin, hayatın nasıl işlediğini ve kimyasal maddelerin bu işlevleri ilaçlarla olumlu, toksinlerle de olumsuz bir şekilde nasıl etkilediğini anlamak için; şempanzeler, sıçanlar, kobaylar ve meyve sineklerini deneylerinde kullandığı uzun bir geçmişi bulunuyor. Ancak İngiltere, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki birçok bilim insanı, hayvan haklarına saygılarından ya da kamuoyu baskısından dolayı bilimsel uygulamalarını farklı yönlere kaydırıyorlar.

HAYVANLAR ÜZERINDE INSANCIL TESTLER Bundan 50 yıl kadar önce İngiliz bilim insanları, "yer değiştirme”, "rafine etme” ve "azaltma” şeklinde İngilizce'de 3R ismini verdikleri bir prensiple laboratuvar hayvanlarını daha insancıl şekilde kullanma yöntemi geliştirdiler. Avrupa Komisyonu 2010 yılında bu prensibi laboratuvar hayvanları sağlığı direktifi kapsamına aldı. Bu tip düzenlemeler uyarınca, AB ve

İngiltere'deki bilim insanları 3R prensibini uygulamakla yükümlü. Neill, hayvanlarını her deney setinden sonra tekrar kullanıyor. Bir önceki deneyin etkilerinden kurtulmaları için sıçanlarını dinlendirdikten sonra bir veterinerin sağlık kontrolü ile birlikte yeni deneyler gerçekleştiriyor. Bilim insanı, "Bu yöntemle laboratuvardaki hayvan kullanımını azaltıyoruz” diyor. Neill, ayrıca hayvanların yaşadıkları ortam da dâhil, nasıl muamele gördüklerini, sağlıklarının bir parçası olarak olarak dikkate alıyor. Örneğin sıçan gibi hayvanların sosyal yaşantılarına vurgu yapıyor ve üst üste kondukları kafeslerin yarattığı strese dikkat çekiyor. Dolayısıyla sıçanlara daha fazla alan tanınıyor. Başka bir örnekte ise araştırmacılar bir sıçanı kuyruğundan yakalamanın hayvan üzerinde avuç içine almaktan çok daha fazla stres yarattığını ortaya koydu. Dolayısıyla araştırmacılar bugünlerde avuç içi yöntemini kullanıyor. Çünkü neticede hayvan sağlığı soyut bir kavram değil. Neill, "Hayvan sağlığı en önemli unsur” diyor, "Eğer hayvan sağlıklı değilse, yaptığınız deneyin bir anlamı olmaz” şeklinde ekliyor. Her ne kadar Profesörün laboratuvarında sıçanlar ölse de, Londra'daki Imperial College'dan Michael Emerson gibi araştırmacılar ölümlere engel olmak için yöntemlerini rafine ediyorlar.

KÜRESEL BIR STANDART YOK Judy MacArthur Clark'a göre laboratuvar hayvanlarının sağlığına dikkat etme taahhüdünde bulunmak, hayvanların araştırmalarda kullanımının nedenleri şeffaf bir şekilde gerekçelendirme ve ortaya koyma ile birlikte geliyor. Clark,

hayvanlar üzerinde deneylere düzenleme getirmek için çalışan kendi kurduğu JMC danışmanlık şirketinin icra direktörü.

HAYVANLARI KURBAN ETMEK YERİNE ALTERNATİF ÇÖZÜMLER NELER?

Clark, laboratuvar hayvan sağlığı konusundaki uygulamaları İngiliz hükümeti adına Çin ve Brezilya gibi ülkelere aktarıyor ve bu konuda düzenlemelerin onaylanması için bu ülkelerle İngiltere arasında işbirliği sağlıyor.

Birçok kişi, tıpkı otomobil sanayinin egzoz gazlarının zararlarını ölçmek için maymunları kullanması örneğinde olduğu gibi, hayvanların üzerinde deneylerle ilgili olarak ne etik ne de bilimsel bir gerekçe olabileceğini düşünüyor.

DW'ye konuşan Clark, "Bilimsel araştırmalarda hayvan sağlığının standartlarını belirlemek için son dört yıldır Çin hükümeti ile çalışıyorum ve çalışmamız yakında yayınlanacak” diyor. ABD'de kamuoyu baskısı ve Ulusal Bilim Akademisi girişimleri laboratuvar hayvan sağlığı konusunu gündeme getirerek daha gelişmiş düzenlemelerin yapılmasını sağladı. Şimdi de ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü, laboratuvar şempanzeleri emekliye ayırıp koruma altına almayı planlıyor. Ayrıca gene aynı ülkede Ulusal Toksikoloji Programı hayvanlar üzerinde toksik maddelerin testleri sırasında 3R kuralının uygulanması için bir yol haritası çıkardı. Çin, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler de laboratuvar hayvan sağlığı alanında arayı kapatıyor. Ve Clark'a göre çeşitli ülkelerdeki veriler, ölçülendirme ve standartlardaki farklılıklardan dolayı hesaplanamıyor. Ne var ki, genetiği değiştirilmiş laboratuvar hayvanların yaygınlaşması ile genel eğilim, bilim için hayvan kullanımının arttığı yönünde. Ancak Clark buna şüpheyle yaklaşılması gerektiğine dikkat çekiyor. "Laboratuvarda kullanılan hayvanların arttığı kadar deneylerin kalitesi de aynı şekilde artıyor” diyor.

Thomas Hartung'a göre, maymunlar üzerinde araç egzoz testlerinin, istatistiki sonuçlarının kaydadeğer düzeyde olmaması nedeniyle bilimsel faydası meçhul. Hartung ABD'deki Johns Hopkins Üniversitesi'nin Bloomberg Kamu Sağlığı Okulu'nda Hayvan Deneylerinde Alternatifler Merkezi direktörü. DW'ye konuşan Hartung, "Eğer hayvanlar üzerinde bir çalışma yapmanız gerekiyorsa, bunun nedenlerine dair Hayvan Sağlığı Enstitüsü ve Faaliyet Komitesi'ni ikna edici bir gerekçeniz olması gerekiyor ve bu çalışmaları düşük sayılarla hayvanların en az acı çekeceği şekilde yapmanız lazım” diyor. Hartung ayrıca, hayvan deneylerinin düzgün bir şekilde gerekçelendirilebilmesi için aynı şartların sağlanması konusunda daha çok çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyor. Kök hücre kullanımı gibi yöntemler, deneylerde laboratuvar hayvanlarının kullanımının gelecekte azaltmasına yardımcı olabilir. Ancak birçok araştırmacı hayvanların deneylerde kullanılmasından tamamıyla vazgeçilemeyeceği görüşünde. Clark, "Hayvanlar üzerinde deneylerin bitirilmesi noktasında olmadığımızı düşünüyorum” diyerek sözlerini sonlandırıyor. Kaynak: Vijay Shankar Balakrishnan Deutsche Welle Türkçe



54

www.labmedya.com

Op. Dr. Hüseyin MUTLU

KISIRLIKTA MUCİZE, MÜCADELEYLE MÜMKÜN BEBEK S A H I B I O L A M A M A K EŞLER IÇIN KABUL ED I L ME S I Z O R B I R G E R Ç E K… BU GERÇEĞI DAHA K OL AY K A B U L E D E N K A D I NLAR TEDAVI SÜRECINDE D AHA A K T I F O L U Y O R … T EDAVIDE BAŞARININ SI RRI D A K A D I N L A R I N B U IÇGÜDÜSÜNDE GIZLI; U M U T S U Z L U Ğ A K A P I L M A D AN SONUNA KADAR M Ü CA D E L E E T M E K !

Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyon çift bebek sahibi olamıyor. Bir bebeği kucaklarına alabilmek için tüm varlıklarını vermeye hazır olan bu çiftler denemeler başarısız olduğunda toplumsal baskının da etkisi ile birbirini yıpratabiliyor, hatta yuvalar yıkılıyor. Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi’nden Op. Dr. Hüseyin Mutlu, kısırlık, tedavi süreci ve doğru bilinen yanlışlarla ilgili sorularımızı yanıtladı ve bir umut hikâyesini paylaştı. Çiftler kısırlıktan ne zaman şüphelenmeli? Korunmadıkları halde 6 ay içinde hamilelik oluşmadıysa şüphelenilmeli ve bir hekime başvurulmalı. Rutin muayene ve sperm sayımı normalse 1 yıla kadar beklenebilir. Fakat muayenelerde yumurtalık rezervinin azaldığı görülürse veya spermde sorunlar saptandıysa tedaviye başlanmasını öneriyorum. Kadına bağlı kısırlık sebepleri nelerdir? Kadınlarda yumurtlama problemleri, hormonal nedenler (prolaktin yüksekliği, tiroit fonksiyon bozuklukları), rahim kanallarındaki tıkanıklıklar, doğuştan rahim bozuklukları, rahim içi yapışıklıkları, polipler, miyomlar ve endometriozis en sık görülen nedenler. Yumurtlama problemleri ve hormonal nedenler ilaçlar ile çözülebilirken diğer nedenlerde cerrahi tedavi gerekebiliyor. Kısırlık hangi faktörlere bağlı olarak artış gösteriyor? Kadının yaşı, erkeğin yaşı, kadınların önceden geçirdiği jinekolojik operasyonlar ve endometriozis gibi sorunlar kısırlık artışına neden oluyor. Kimyasallarla temas edilen mesleklerde, sıcaklık artışının

olduğu fırın ve döküm işlerinde çalışan erkeklerde, sperm bozuklukları daha sık görülüyor.

etkiliyor. Özellikle stresle birlikte artan rahim kasılmaları tüp bebekteki başarıyı azaltabiliyor.

Bitkisel vaatlere dikkat! Son yıllarda bitkisel bazı ürünlerle kısırlık tedavisi yapan ve hekimlikle ilgisi olmayan kişiler gittikçe yaygınlaşıyor. Op. Dr. Hüseyin Mutlu, kısırlık sorunu olan çiftlerin bu konuda uzman hekimler veya merkezler dışındaki kişilere itibar etmemelerini öneriyor.

Kilo ile kısırlık arasında bir ilişki var mı? Fazla kilo veya obezite kısırlığa neden olabildiği gibi aşırı zayıf olan kadınlarda da yağ hücrelerinin düşük olmasına bağlı kısırlık olabiliyor. Kilo verilmesiyle yumurtlama düzeni sağlanabiliyor ya da zayıf olan kadınların kilo alması ile birlikte hamilelik ihtimali artabiliyor.

Hangi meslekteki kadınlar daha fazla risk altında? Radyasyon, kirli hava, kimyasallar, toz ve yüksek oranda gürültüye maruz kalan işlerde kısırlık daha sık görülüyor. Elektronik devrelerin temizliğinde kullanılan maddelerin yaydığı zararlı kimyasalların kısırlık yaptığı biliniyor. Ayrıca gündüzden gece mesaisine geçen kadınlarda da kısırlık görülebiliyor.

Kısırlık teşhisi koyulan çiftlerde neler gözlemliyorsunuz? Diğer psikolojik travmalarda olduğu gibi öncelikle reddetme, kızgınlık ve içe kapanma gözlemliyoruz. Çocukları olan arkadaşları ile daha az görüşüyorlar. Yıldönümlerine, bebek yaş günlerine katılmamayı tercih ediyorlar. Özellikle ebeveynlerden bu sorunlarını gizleme yoluna gidiyorlar. Eğer tedavisini yaptıkları hekimle tam diyalog içindelerse tek sırdaşları ve destekçileri olarak hekimi görüyorlar.

Sigaranın kısırlığa etkisi var mı? Sigaranın kadınlarda yumurtalık rezervinin azalmasını hızlandırdığı ve erkeklerde sperm sayı ve hareket kalitesini düşürdüğü biliniyor. Tabii ki sigara içinde bulunan yüzlerce toksik madde bunlara neden oluyor. Korunmayı bırakmış olan veya kısırlık tedavisi olan çiftlere sigarayı bırakmalarını özellikle öneriyorum. Stresin kısırlık ve tedavi süreci üzerindeki etkisi nedir? Stresin kısırlığı artırdığı kabul ediliyor. Özellikle kadınlarda stres hormonları genel hormonal işlev bozukluklarına neden olarak hamileliği geciktirebiliyor. Kısırlık tedavisi esnasında ise stresin azaltılması tedavi başarısını olumlu

Tedavi sürecinde psikolojik destek öneriyor musunuz? Kısırlık tedavilerinde psikolojik destek öneriyoruz. Özellikle uzun süre ve defalarca tedavi denemeleri yapılan çiftlerde psikolojik destek tedavileyi olumlu etkiliyor. Fakat ülkemizde çiftler bu desteği tedavi eden hekimden bekliyor ve psikolog kontrollerini sıklıkla yarıda bırakıyorlar. Onlar için tek çıkış ellerine alacakları bebekleri oluyor… DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR  YANLIŞ Adet düzensizliği olan kadınların kısırlık problemi olur.

 DOĞRU Bu kadınların büyük bir bölümü kendiliğinden bebek sahibi olur.  YANLIŞ Doğum kontrol hapları kısırlık yapar.  DOĞRU Haplar bırakıldıktan en geç 2 ay içinde doğal yumurtlama başlar ve kısırlığa neden olmaz.  YANLIŞ Cinsel ilişki sonrası sperm dışarı akıyor ve bu nedenle hamile kalınamıyor.  DOĞRU Sperm 15-20 dakika içinde sıvılaşır ve sperm hücreleri ancak ondan sonra rahim içine girebilirler. Akan sıvı aslında sıvılaşan menidir.  YANLIŞ Bir defa tüp bebek ile hamile kalan bir kadın sonradan da tüp bebek yaptırmalı.  DOĞRU Tüpleri açık, sperm sayımı normale yakın olan çiftlerin bir bölümü sonradan doğal yolla hamile kalabilirler.  YANLIŞ Tüp bebek ile çoğul gebelik çok sık görülür.  DOĞRU Son yasal değişiklikler ile 35 yaşın altındaki kadınlarda ilk 2 tedavi siklüslarında 1 embriyo transfer edildiğinden çoğul gebelik çok nadirdir.  YANLIŞ Tüp bebek kısırlık için son çaredir.  DOĞRU Tüp bebek bir tedavi yöntemidir. Fakat tüp bebek yapılabilmesi için kadında mutlaka yumurta, erkekte mutlaka sperm hücresi olmalı. Bunlardan biri eksikse maalesef tüp bebek çare değildir.  YANLIŞ Başarısız tüp bebek tedavisi sonrası diğer tedaviye geçilebilmesi için en az 3 ay geçmesi gerekiyor.  DOĞRU Tedavi hemen yapılabilir. Önemli olan adetle birlikte yumurtalıkların uygun hale gelebilmesidir.


Masaüstü Güçlü Çözümler NMReady-60Pro

Gelişmiş Özellikler Çoklu Proplu Yüksek Çözünürlüklü Spectrumlar

Ergonomik Boyut ve Ağırlık Yüksek Performans

Tatlısu Mah. Erkaya Sokak Yüksel Ofis No:1 Kat:3 Ümraniye/İstanbul

www.alptek.com.tr

info@alptek.com.tr

www.alptek.com.tr


56

www.labmedya.com

SAĞLIKLI UYKU IÇIN TÜYOLAR

YATM AD AN ÖNC E N E K A D A R Y O R U L URSAM, O KADAR KOLAY UYURUM… GEC E UYUYAMADIM, UYKUMU ALA BI L M EM I ÇI N G Ü N D Ü Z U Y U M A M ŞAR T… GECE GEÇ YATARSAM SABAH GEÇ KALKMAL IY IM… İŞTE D OĞ RU SAND I ĞI M I Z B U B I L G I L E R I N A SLI...

Her 100 kişiden 20'sinde uyku problemleri görülmesinin nedeni, uyku ile ilgili doğru sandığımız yanlış bilgiler… Kaliteli bir uyku bizi güne hazırlayan bir yenilenme dönemi olmasının ötesinde, beynimizin ve bedenimizin uyanıkken yapamadığı işlevleri yerine getirmesini de sağlıyor. Uykunun yeterli ve kaliteli olması hem daha sağlıklı olmamız, hem de gündüz kendimizi daha iyi hissetmemiz için çok önemli. Ancak toplumda uyku ile ilgili doğru sanılan hatalı bilgiler nedeniyle yapılan yanlışlar, uykusuzluk ve gündüz aşırı uyku gibi birçok uyku bozukluğuna yol açarken, aynı zamanda tanı ile tedavinin de gecikmesine neden olabiliyor. Peki ama uyku ile ilgili doğru olduğunu düşündüğümüz hatalı bilgiler neler? Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksu toplumda yıllardır kulaktan kulağa yayılan ve doğru sanılan yanlış bilgileri anlattı, önemli önerilerde bulundu.

YANLIŞ: SAĞLIKLI UYKU EN AZ 8 SAAT OLMALI Doğrusu: Toplumda en çok inanılan hatalı bilgilerden biri, sağlıklı uykunun en az 8 saat olması gerektiği. Sanılanın aksine, sağlıklı uyku süresi kişiden kişiye değişiyor. Bu sürenin genlerimizde belirlenmiş olduğuna işaret eden Prof. Dr. Murat Aksu sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu süreyi değiştirmemiz çok mümkün değil. Bununla birlikte, eğer gece uykusu sağlıksızsa, örneğin sık bölünüyorsa, kuşkusuz yatakta geçirilen toplam süre uzayacaktır. Bu da bir uyku bozukluğunun belirtisidir.”

YANLIŞ: “AKŞAM IÇECEĞIM BIR FINCAN KAHVE UYKUMU BOZMAZ” Doğrusu: Kahve ve çayda bulunan maddeler uykuyu başlatan beyin hücrelerinde olumsuz etki oluşturuyor ve uykuya geçişimizi zorlaştırıyorlar. Bu durum kişisel farklılık gösterse de genel olarak; kahve, çay, enerji içecekleri ve kafein içeren diğer maddelerin uykuyu bozan etkileri 6 saate kadar uzayabiliyor. Yani öğleden sonra içilen koyu kahve veya çay, gece uykuya dalmayı zorlaştırabiliyor.

YANLIŞ: AZ UYUMAK DAHA IYIDIR Doğrusu: Az uyumak, beynimizin sadece uykuda yapabildiği bazı işlevleri gerçekleştirmesini engelliyor. Örneğin bazı öğrenme ve bellek fonksiyonları için uyku şart. Az uyumak bu bellek işlevlerinin yerine getirilmesini önlüyor. Bunun sonucunda da daha zor öğrenir ve kavrar hale geliniyor. Yine bunun gibi bazı metabolik faaliyetlerin ve iştah düzenlemesinin sağlanması için de sağlıklı bir uyku-uyanıklık döngüsü çok önemli. İşte tam da bu nedenle yetersiz uyumak kilo alımıyla sonuçlanıyor.

YANLIŞ: UYKU APNE SENDROMU AŞIRI KILOLU KIŞILERIN HASTALIĞIDIR Doğrusu: Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksu toplumdaki yaygın inanışın aksine Uyku Apne Sendromu'nun aslında her yaşta ve her kiloda görülebildiğini belirterek, “İlerlemiş Uyku Apne Sendromu'nda hastalar çoğunlukla kilolu

oluyorlar ama bu hastalığın bir sonucudur. Yani kilolu oldukları için hasta değillerdir; aksine hasta oldukları için kilo almış oluyorlar” diyor.

YANLIŞ: HER UYKU HASTALIĞININ TANISI IÇIN UYKU TESTI ŞART Doğrusu: Uyku testi de denilen polisomnografi uyku hastalıklarının tanısında en sık kullanılan bir laboratuvar yöntemi. “Ancak bu test, her uyku hastalığının tanısı için şart değildir” açıklamasında bulunan Prof. Dr. Murat Aksu sözlerine şöyle devam ediyor: “Uyku hastalıklarının tanısı, tüm diğer hastalıklarda olduğu gibi hastanın şikayetlerinin anlaşılması, muayene edilmesi ve gerekli durumlarda uyku testi ile diğer laboratuvar tetkiklerinin yapılmasıyla konuyor. Yani uyku testi, önemli bir tanı yöntemidir ama her uyku hastalığının tanısı için gerekli bir test değildir.”

YANLIŞ: GECE UYUYAMADIĞIM IÇIN GÜNDÜZ UYUMALIYIM Doğrusu: Bu kesinlikle yanlış bir bilgi. Aslında insan beyni gece uyku, gündüz uyanıklık için hazırdır. Gece uyuyamayan bir kişinin, gündüz uyuması bir sonraki geceyi yine uykulu geçirmesine neden oluyor.

YANLIŞ: GECE GEÇ YATARSAM SABAH GEÇ KALKMALIYIM Doğrusu: Sağlıklı uyku için en önemli şartlardan biri, kalkma saatini mümkün

olduğunca sabitlemek. Dolayısıyla gece kaçta yatılırsa yatılsın sabah aynı saatte kalkmalı. Hatta hafta sonu-hafta içi, iş günü-tatil günü fark etmeksizin sabahları aynı saatte yataktan kalkmak, sonraki gece, uykunun sağlıklı olması için en önemli kuralı oluşturuyor.

YANLIŞ: YATMADAN ÖNCE NE KADAR YORULURSAM, O KADAR KOLAY UYURUM Doğrusu: Sanılanın aksine yatağa ne kadar yorgun girersek uykuya dalmamız o kadar zorlaşıyor. Bu nedenle, yatma saatinden birkaç saat öncesine kadar olan dönemde, ağır fiziksel aktivite gerektiren işleri yapmamalı, bu saatlerde spordan ve diğer fiziksel aktivitelerden uzak durmalı. Yatağa dinlenmiş olarak girmek uykuya dalmayı kolaylaştıracaktır.

YANLIŞ: YATAKTA KITAP OKUMAK, TELEVIZYON SEYRETMEK UYKUYA DALMAYI KOLAYLAŞTIRIR Doğrusu: Yatakta kitap okumak, televizyon seyretmek, telefon veya bilgisayarda zaman geçirmek sanılanın tam aksine uykuya dalmayı zorlaştırıyor. Bu tür aktiviteleri, yatak dışında, hatta mümkünse başka bir odada gerçekleştirmek ve yatağı uyku için kullanmak gerekiyor. Aslında bunun tam tersi de geçerli. Yani yatak dışında uyumak, uyuklamak da sağlıklı uykuyu bozan bir faktör.



58

www.labmedya.com

BITKI BAZLI BESLENMEYE (VEGAN) GEÇIŞIM NASIL OLDU?

Yeşim MUTLU

EKIM AYINDAN BU YANA BITKI BAZLI BESLENMEYE (VEGAN) GEÇTIM. GERIYE DÖNÜP BAKTIĞIMDA VEGAN BESLENMEDE 15 GÜN SONRA BEŞINCI AYI TAMAMLAYACAĞIM. İLK BAŞTA BENI EN ÇOK ZORLAYAN PEYNIR VE YUMURTA YEMEYI BIRAKMAK OLDU. ARKADAŞLARIM VE SOSYAL ÇEVREM VEGAN BESLENMEMI VE BU GEÇIŞIN KOLAY OLUP OLMADIĞINI MERAK EDIYOR. BU SEBEPLE DE BU YAZIYI HEM KENDI HIKAYEMI ANLATMAK HEM DE SIZLERLE PAYLAŞMAK IÇIN YAZIYORUM.

Benim gibi çok kararlı değilseniz ve kendinizi vegan beslenmeye çok hazır hissetmiyorsanız kendinizi zorlamayın. Bitki bazlı beslenmeye geçiş 2 haftada sürebilir, bir yılda sürebilir. Bir günde geçmeyi beklemeyin, kimse kusursuz değil.

4.ADIM: VEGAN BAZLI BESLENMEYI GÜNÜN 1 ÖĞÜNÜNDE DENEYIN

Değişim duygusal ve özellikle sosyal olarak zor olabilir, sonuçta kural kırıyoruz. Ne yediğinize göre hemen bir geçiş de olabilir, daha yavaş bir geçiş de olabilir. Geçişte zorlananlar için değişim belki biraz daha uzun sürebilir…

5.ADIM: ET TÜKETIMINIZI HAFTADA BIRE DÜŞÜRÜN

Hedeflerinizde gerçekçi olmanız çok önemli. Bir gecede bitki bazlı bir diyete geçeceksiniz diye bir zorlama yok! Yolculuk kendiliğinden eğlenceli ve de bu yoldan geçerken eğleneceğinize eminim. Uzun dönemde de çok fazla şey öğrenmiş ve de çok keyif almış olacaksınız! Adım adım gidin, bu yolunuzu gerçekçi kılacaktır. Başlamak için heyecanlı olduğunuzu biliyorum ama alışmak için kendinize şans tanıyın ve de bitki bazlı yemek pişirmeye başlayın. Küçük değişiklerde güç vardır. Zaten Türk mutfağı vegan beslenmek için son derece uygun. Ben şimdi adım adım vegan beslenmeye geçişi nasıl yapabileceğinizi yazacağım. Başlangıç düzeyine göre yazdığımı belirtmek isterim. Her ne kadar peynir ve yumurta dışında tamamen vegan beslenmeye başlamış olsam da siz benim yaptığımı yapmayın. 1.ADIM: ET TÜKETME ORANINIZI DÜŞÜRÜN Eğer vegan olmaya karar vereceksiniz günde bir kez et yemeye kendinizi alıştırın. Pazartesi et yenmez akımı, uygulayabileceğiniz güzel bir popüler akım. Eğer yumurta, balık, süt ürünleri yiyorsanız endişelenmeyin. Sadece besinlerinizin yanına biraz daha sebze ekleyin ve de eti azaltın. Yemeğinizin yıldızını et yapmak yerine yemeğinize sebzeler, bezelyeler, tofulu yiyecekler, güzel salatalar ekleyin. 2.ADIM: EĞITIMINIZE DEVAM EDIN Bir ay boyunca kendinizi vegan beslenme hakkında eğitmek önemli. Ben size vegan beslenme hakkında okuduğum Dr. Murat Kınıkoğlu’nun “Vegan Beslenme” kitabını öneririm. Yine Netflix’te de vegan beslenme vb. hakkında belgeseller izleyebilirsiniz. Keza Dr T. Colin Campell’in sitesine üye olabilir uzaktan eğitim bile alabilirsiniz. 3.ADIM: YEMEĞINIZE BOL BITKI ÇEŞITLERI EKLEYIN İlk ay geçiş sürecinde hemen eti ortadan kaldırmayın, diyetinize biraz daha sebze ağırlıklı yemekler ekleyin. Mesela diyelim normalde sabah kahvaltıda çırpılmış yumurtalar yiyorsanız, yanına ıspanak mantar, soğan ekleyebilirsiniz. Sandviçinize et kattığınızda yanına avokado, lahana, bezelye ekleyebilirsiniz. Daha çok bitki bazlı yediğiniz zaman daha çok lif kaynağı alacaksınız, böylece daha çok sebze yediğinizde daha az hayvani gıdalara ve işlenmiş gıdalara ihtiyaç duyacaksınız.

Et tüketiminizi azaltmak için daha az et yiyin, bunu günlük olarak sağlamak için sabah, akşam ya da öğlen bitki bazlı beslenebilirsiniz.

Bitki bazlı beslenmenin nasıl olduğunu anladığınıza göre, et tüketimini artık sadece haftada bir yapabilirsiniz. Bu adımda bir ay ya da iki ay daha durabilir eti bırakana kadar kendinizi hazırlayabilirsiniz. 6. ADIM: BESLENMENIZDEN ETI ÇIKARIN İşte zamanı geldi! Bir kaç aydır sebze bazlı yiyeceğe doğru geçiş yapıyordunuz, artık etsiz yemek kavramına aşinasınız, o zaman ne bekliyorsunuz? Artık et ve balık tüketimizi ortadan kaldırabilirsiniz. 7.ADIM: GÜNLÜK SÜT TÜKETIMINIZI AZALTIN Süt ürünlerini kesmeniz sandığınızdan kolay olacak. Süt en kolayı. Badem sütüne, hindistan cevizi sütüne doğru geçişi hemen yapabilirsiniz. İstanbul’da gittiğim tüm mekanlarda vegan menü olup olmadığını soruyorum. Hatta mekan sahiplerine “neden vegan latte vb. menünüze eklemiyorsunuz?” diye sormaktan çekinmiyorum. İstanbul’da çok güzel mekanlar var. Bunları keşfetmek bile insana keyif veriyor. Balat’a çok giden biri olarak Cook Life Balat’tan çok memnunum orada badem / soya sütlü latte içmek çok keyifli oluyor.

11.ADIM: HAYAT BOYU TEKRAR EDIN!

EGZERSIZ YAPIN

Yolculuğunuzun belki bir hafta, belki bir ay belki 6 ay sürebilir. Ama artık bitki bazlı yemeği başardınız!

Çok yürüyün, hareket ettikçe daha iyi görünecek, daha iyi yaşayacaksınız. Daha çok enerjiniz olucak, daha iyi uyuyacaksınız. Her gün spora gitmeniz anlamına gelmez ama gün boyu aktif olmanız önemli.

Tebrikler! Hayat boyu tekrar edin! Yeni yemekler, tarifler deneyin. Öğrenmeye devam edin, muhteşem bitkisel hayat tarzına devam edin. PEKİ TÜM BUNLARI YAPTIM FAKAT SOSYAL DURUMLARDA VE TATİLLERDE NE YAPACAĞIM? Sosyal hayatta genellikle kendimizi hayvan bazlı yemek içinde buluruz. Özellikle süt ürünleri her şeyin içindedir. İşte size sosyal durumlarda yardım edecek öneriler: YEMEKTEN DAHA FAZLASINA ODAKLANIN Uzun zamandır "ne yesem" diye bayağı bir uğraştınız. Ben size “hayır bunu yiyemezsin” diyen insan olmak istemiyorum. “Aslında yiyebilirim, ama yememeyi tercih ediyorum” deyin. Ben sosyal durumlarda etrafımdaki insanlara odaklanıyorum, bolca su için ve çay için kişisel olarak yeşil çay benim favorim! PAYLAŞMAK IÇIN YIYECEK GETIRIN Bu benim kişisel artım, insanları vegan tatlıların ve vegan yiyeceklerin ne kadar leziz olabileceğini göstermek için sosyal çevreme gösteriyorum. Arkadaşlarım vegan beslenmemle birlikte benimle birlikte vegan kahveleri, tatlıları keşfetmeye çoktan başladı.

Yoğurt işin en kolayı, badem sütünden kendi yoğurdunuzu yapabilirsiniz.

SOSYAL YERLERE GITMEDEN BÜYÜK BIR ÖĞÜN YIYIN

Gelelim peynire. Klasik Türk kahvaltılarının olmazsa olmazı peynirden vazgeçmek çok zor oldu 15 günde terk edebildim kendisini. Büyük ihtimalle size en zor gelecek olan peynir, çünkü peynirin yerine geçen bir şey bulmak zor oluyor gibi gelebilir. Aslında hiç öyle değil; vegan marketlerde peynirin yerine geçen bir sürü vegan peynirler var.

Bu bana çok yardım ediyor, akşam yemeğine gideceksem gitmeden yemek yiyorum!

8.ADIM: SÜT ÜRÜNLERINI KULLANMAYIN Süt ürünlerinin alternatiflerine alışmaya çalıştığınızı biliyoruz, şimdi artık sütü kesmenin zamanı! 9. ADIM: YUMURTA KULLANIMINIZI AZALTIN Bildiğim bir çok insan – buna bende dahildimyumurta yemeye bayılıyor, eğer kahvaltıda yumurta yiyorsanız, günbegün yumurta kullanımınızı azaltın onun yerine kahvaltıda yulaf, tofu, avokado, chia pudingi ya da fıstık ezmesi yiyebilirsiniz. 10.ADIM: BESLENMENIZDEN YUMURTAYI KESIN Şimdi, son aşama, yumurtayı kesmelisiniz. Artık eti, balığı, süt ürünlerini kestiniz şimdi bitki bazlı beslenerek yumurtayı da kesin. Haftalarca vegan beslenmeye geçmek için uğraştınız, son aşamaya da geçin!

NE KADAR SÜRECEK? Hayatınız boyunca bitkisel mi besleneceksiniz? Bu size kalmış, belki evet belki hayır. Sizin vücudunuza, sağlığa, kararınıza kalmış kendiniz için önemli olanı yapın. SAĞLIKLI ALIŞKANLIKLAR GELİŞTİRİN

GÜNLÜK TUTUN Günlük tutmak stresle baş etmenin çok iyi bir yoludur, endişeyi önler, hedeflere odaklandırır, hayatta bir vizyon oluşturur ve rahatlamanın iyi bir yoludur çünkü nasıl hissettiğinizi anlarsınız. OKUYUN Hayatınızı 30 dakika okuyarak geliştirebilirsiniz. Okumadan uyuduğum gün bana mutsuzluk verir. DOĞADA VAKIT GEÇIRIN Deniz kenarı benim en favorim. Parklar ve doğayla iç içe olan yerleri özellikle tercih edebilirsiniz. YENI ŞEYLER DENEYIN Alışkanlıklarınızı değiştirin. Gitmediğiniz mekanlara gidin, bulmaca çözün. Yapmak isteyip de yapamadığınız kurs vb. varsa hemen onlara katılın. UYKUNUZU GELIŞTIRIN “Güneşle yat, güneşle kalk, Üç öğün ye, doymadan kalk, Aklında kötü düşünce barındırma” Uphanishad'lerde söylenip yazılmış bu sözleri dikkate alın. Uyumadan önce hep güzel düşüncelerle hayal kurun. OYUN OYNAYIN, GÜLÜN, EĞLENIN Gülmek en iyi ilaçtır, çocuklarınızla oynayın, komedi oyununa gidin. BAĞLANTILAR YARATIN

Sağlık yediğimizden çok fazlası. Stres yönetimi, egzersiz, oyun hepsi önemli. Şimdi beslenme planınızı sağlıklı beslenme davranışlar öğrenme zamanı. Bu sağlıklı hayat tarzı sizin rutininize hemen eklenebilir. Bunlar çok basit ama hayatınızı en iyi şekilde ve doygunluğuyla yaşamanızı sağlar.

Hayattaki bağlantılarınızı arttırmak sizi mutlu eder ve de aitlik hissinizi arttırır. Vegan olmaya karar verdikten sonra bog, Facebook ve Instagram'dan bir sürü grup ve kişiyi takip etmeye başladım. İnanılmaz güzel paylaşımları takip etmek mutluluk veriyor.

DAHA ÇOK SU IÇIN

PEKI YA PROTEIN?

Su içmek beslenmenizde çok önemlidir. Sabah su içmeniz çok önemlidir. DUA EDIN Meditasyon yapın ve dua edin. 5 dakika boyunca gözleriniz kapalı nefes egzersizi de yapabilirsiniz. Vücudunuzdaki değişiklikleri hissedin.

Bitki bazlı beslenince protein hakkında endişelenmenize gerek yok, kabuklu yemişlerden, kinoadan protein alabilirsiniz. Meyveler ve sebzeler bile proteine sahiptir. Sağlık ve gülümsemeyle kalın.


REOMETRE VİSKOZİMETRE JEL TIMER Brookfield DV3T Reometresi ile yield value ölçüm yeteneği sayesinde gelişmiş bir viskozimetrenin özelliklerinin yanında jel-timer aksesuarıyla birlikte jelleşme süresini de ölçümleyebilirsiniz.

Kan

Gıda

İlaç

Sem Laboratuar Cihazları Paz. San. ve Tic. A.Ş. Barbaros Mah. Temmuz Sk. No:6 Sem Plaza Ataşehir, İstanbul T: +90 216 571 02 00 F: +90 216 571 02 02

Boya

Krem

Reçine

Temizlik ürünleri

Sıcak tutkal vb.

www.sem.com.tr


60

www.labmedya.com

SAĞLIK VE TEKNOLOJIK YENILIKLERIN BIRLIKTELIĞI Ceren TÜRKCAN KAYHAN Beykent Üniversitesi / Otopsi Yardımcılığı Programı

SAĞL I K A L A N I N D A YA PI L AN Y ENI L I K L E R I N ARD I A R K A S I K ESI L M E Z K E N TEK NOL OJ I A L A N I N D A D A YA P I L A N Y ENI L I K L E R I L E BIR L I K TE Y Ü R Ü T Ü L E N IŞ BIR L I K L ERI SAY E S I N D E HASTANEY E G I T M E D E N BAZ I I Ş L E M L E R YAPI L AC A K G I B I GÖRÜN Ü Y O R .

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen, sağlık ve teknoloji alanından liderlerin katılımı ile yürütülen organizasyonda belirtildiği üzere 7 saat önceden kalpteki ritim değişiklikleri ile tahmin edebilen giyilebilir cihazın yanında kalp krizini 48 saat önceden tahmin edebilen bir başka giyilebilir cihazın tanıtımı da yapıldı. Teknolojinin ve araştırmaların ilerlemesi ile yapılan bu tanıtımların en çarpıcı özelliklerinden bir tanesi ‘’Nesnelerin İnterneti’’ yani IoT kavramı. IoT kavramı sayesinde bu tip tayin cihazları ile yapılan tetkikler hastaların doktorlarına iletilebileceği gibi ayrıca bir yerde depolanarak da önceki ve sonraki sonuçlar birbiri ile kıyaslanabilecek gibi görünüyor. Örneğin teşhisi konmuş olan bir rahatsızlık evresinde kişilerin tedavi süreçleri devam ederken yapılan tetkikler sayesinde tedavinin işe yarayıp yaramadığını hem

kendileri öğrenecek hem de anında doktorları ile paylaşabilecekler. IoT kavramının çözüm bulacağı konu sadece bu takip sürecinin kolaylıkla sağlanması değil tabi ki. Bunun yanı sıra hasta adayı kişiler üzerinde yapılan tetkiklerin sonuçları doğrultusunda hastanın bulunduğu konumu tespit ederek yani cihazın konumuna göre en yakın sağlık kuruluşunu tespit edebilme ve kişileri yaptıkları tahlil tipine göre uygun olan sağlık kuruluşuna ileri tetkikleri yapmak için de yönlendirebilecekler. Lokasyonun tespiti ve hastanın çözüm bulması için planlanan alanlardan bir tanesi de akıl sağlığı açısından sorun yaşayan veya geçici hafıza kaybı yaşayan kişiler için bulundukları yer bilgisinin aile yakınları veya sağlık ekipleri ile paylaşımını kapsıyor.

33. Uluslararası İnce ve Özelleşmiş Kimyasallar Fuarı

Aslında buna benzer teknikler çipler aracılığı ile geçtiğimiz dönemlerde evcil hayvanlarda kullanılmaya başlanmıştı, ancak söz konusu teknikten daha farklı. Evcil hayvanlarda kullanılan teknikte çip aracılığı ile yalnızca konum bilgisi iletilirken insanlar üzerinde kullanılacak olan teknikte ise konum bilgisi yanında sağlık durumu ile ilgili bilgiler de cihaz aracılığı ile ölçülerek sağlık ekiplerine iletilebilecek. Sağlıkta teknolojik yenilikler sayesinde kişiler tedavi süreçlerinin takibini yapabilecek, erken tanı ve teşhisle rahatsızlanmadan önlem alınabilecek gibi görünüyor. Kim bilir belki de genetik tespit yöntemlerinin teknolojik ilerlemelerle birleştirilmesi 48 saat öncesinden değil yıllar öncesinden risk grubunda olan kişileri bile belirlemek mümkün olacaktır.

Üst düzey ve atölye ça konferans lışmaları, devam eden Ar-G e projeleri hakkında değerli bilg iler sunar! Agrokimya Amfisi Özelleşmiş Kimya Kar iyer Danışm Farmasötik a Amfisi Yasal Düze nleme Hiz metleri Am fisi RSC Amfisi Yenilikçi St art-up Şirk etleri

Kaynak bulma ve ilişki ağları geliştirmede sektörün en önemli etkinliği

Yaklaşık 400 uluslararası katılımcının sunduğu isteğe özel çözümler ve spesifik maddeler sayesinde ürünlerinizi zenginleştirebilir veya yeni kimyasal çözümler geliştirebilirsiniz.

Çeşitli sektörler için ince ve özelleşmiş kimyasallar: • farmasötik • agrokimya • petrokimya • kozmetik • yapıştırma ve izolasyon • boya ve kaplama • polimerler • biyoteknoloji • renklendirici ve boyarmadde • gıda ve içecek • endüstriyel temizlik • reprografi ve baskı • su arıtma ve daha birçok alan

Koelnmesse Köln, Almanya 20 –21 HAZİRAN 2018 www.chemspeceurope.com

Organizatörler:

CSE_18_238x170mm_tr.indd 1

29/01/2018 11:15


61

www.labmedya.com

GÖRÜYOR OLDUĞUMUZU SANDIĞIMIZ IŞIK ASLINDA ALGIMIZIN YARATTIĞI BIR OYUN MU?

SÖZL Ü K YAZ AR I " L I M O N K I M Y ON Z O R R O " , GÖRM E E Y L E M I N E U FUK L ARI K ATL AYA C A K BI R PERSPE K T I F T E N YAK L AŞM I Ş. B I R Ç O K K I ŞI NI N SO R G U S U Z SU AL SI Z K A B U L ETTI ĞI GER Ç E K L E R I İ RD EL EY ERE K B A Ş K A CEVAPL AR Ç I K A R I M I YAPAN YA Z A R I N , GÖ RM EK K ON U S U N D A YA PM I Ş OL DU Ğ U I L G I ÇEK I CI Y O R U M U N A BAKALIM.

İnsanlar gerçekten ışığı görebildiklerine inanıyorlar. Onlar için hayatın çok daha kolay olduğunu düşünüyorum. Takmadan, merak etmeden, anlamadan, sadece itaat ederek, boyun eğerek, tren gibi koyulduğu rayda giderek yaşamak eminim ki huzur vericidir. Bu anlatacağım gerçeği hiç fark etmeden yaşayıp ölen milyarlar, nasıl oluyor da kendi öz benliğine saygı duyabiliyor şaşırıyorum. Kafamızın içinde bir beyin olduğunu biliyorsunuz. Kafatasının ışık geçirmediğini biliyorsunuz. Gözün ışığı elektrik sinyallerine çevirdiğini biliyorsunuz. Peki hiç merak etmiyor musunuz gerçek ışık nasıl bir şeydir acaba diye? Zira şu anki haliyle hiçbirimiz dünyanın gerçekte nasıl gözüktüğünü bilmiyoruz. Çünkü biz gerçek anlamda hiç ışık görmedik.

Bunu biraz daha metaforik hale getirirsek, bizim "görmek" dediğimiz şeyin aslında gerçek objenin elektrik ile aktarılabilecek yeni bir formata dönüştürülmesi olduğunu anlayabiliriz. Harika bir manzarayı Mors alfabesiyle bir arkadaşınıza tarif ettiğinizi düşünün. İşte gözün yaptığı tam anlamıyla budur. Görüntüyü alır, kodlar, beyne görüntünün elektrik halini yollar. Aynı şey tatmak, koklamak, duymak ve hatta dokunmak için de geçerlidir. Bir koku aslında var olan bir molekülün burun tarafından elektrik sinyaline dönüştürülmesinin sonucudur. Molekülün gerçek kokusunu asla bilemeyiz, aynı molekülün bir başkasına başka şekilde kokup kokmadığını bilemeyiz, bize kötü kokan bir molekülün bir başka canlıya harika gelip gelmediğini bilemeyiz. Yani daha ötesine gidersek bizlerin, beyne ulaşan bilgilerin dünyasında var olduğumuz gerçeğini fark etmeden yaşamak, tartışmasız bir cehalettir. Bizler

fizikken gerçekten bir dünyada mıyız, bunu da bilemeyiz. Boşlukta havada asılı bir sinir yumağı mıyız, nehirde bir plankton muyuz, dinazor muyuz bilemeyiz. İşte tam da bunları düşünen rene descartes varlığını dayandırabileceği tek noktayı, var olup olmadığını sorgulamasına yarayan düşünmede bulmuştur. "Düşünüyorum öyleyse varım" demek, diğer hiçbir duyuma güvenemem çünkü varlıkları ve verdikleri şüphelidir demektir. Düşünün. Varsınız ama neredesiniz? Çevremizde bir şey var mı? Bizden başka kimse var mı? Limonun bir tadı var mı? Işık, aydınlık, renk var mı? Varsa neye benziyor? Yazan: limon kimyon zorro Kaynak: ekşi şeyler


62

www.labmedya.com

PAUL DIRAC: TANRI BÜYÜK BIR MATEMATIKÇIDIR Paul Adrien Maurice Dirac (8 Ağustos 1902 ' 20 Ekim 1984), İngiliz Fizikçi ve Matematikçi. Kuantum Mekaniği'nin kurucularındandır. Diğer önemli keşiflerinin yanında fermionların davranışını açıklayarak antimaddenin keşfine olanak veren ve kendi adı verilen Dirac Denklemi'ni yaratmıştır. Dirac 1933 Nobel Fizik Ödülü'nü Erwin Schrödinger ile paylaşmıştır.

GENÇLİK YILLARI Paul Dirac İngiltere'nin Bristol kentinde, Bishopston kasabasında doğdu ve büyüdü. Babası Charles Dirac İsviçre'nin Valais kantonundan gelmiş bir göçmendi ve geçimini Fransızca öğretmenliği yaparak sağlıyordu. Annesi Cornwall'luydu ve bir denizcinin kızıydı. Paul'un Felix adında, Mart 1925'te intihar eden bir ağabeyi ve Beatrice adında bir kız kardeşi vardı. Babasının sert ve otoriter tavırları yüzünden çocukluk yılları pek de neşeli geçmemişti. Eğitimine Bishop Road İlkokulu'nda başladı, daha sonra da babasının öğretmenlik yaptığı Merchant Venturers' Teknik Koleji'ne (daha sonra

arasında benzerlikler fark etti. Bu gözlem üzerine yaptığı 1926 tarihli yayınla Cambridge'den Ph. D. unvanını aldı. 1928'de Wolfgang Pauli'nin göreli olmayan spin sistemleri üzerine çalışmasına dayanarak, elektronun dalga fonksiyonu için göreli bir hareket denklemi olan Dirac Denklemi'ni oluşturdu. Bu çalışma Dirac'ın, elektronun antiparçacığı olan pozitronun varlığını tahmin etmesine yol açtı. Pozitron Carl Anderson tarafından 1932'de gözlemlendi. Dirac'ın denklemi aynı zamanda spin kavramının görelilik çerçevesine oturtulmasına da yardım etmiştir. Bu çalışması sayesinde Dirac, "Kuantum Elektrodinamiği" terimini ilk kez kullanan ve bu dalı kuran kişi olarak tarihe geçti. Dirac'ın 1930'da basılan Kuantum Mekaniğinin İlkeleri (The Principles of Quantum Mechanics, Oxford Science Publications, Oxford University Press) isimli kitabı bilim tarihinde bir mihenk taşıdır. Basıldıktan hemen sonra konuyu

İLERİ YAŞLARI Dirac 1932'den 1969'a kadar Cambridge'de Matematik Lucasian Profesörlüğü onursal unvanını elinde tuttu. II. Dünya Savaşı sırasında gaz santrifujü kullanarak uranyum zenginleştirme üzerine teorik ve deneysel çalışmalar yürüttü. 1937'de Dirac büyük sayıları hipotezi üzerine kurulu "Kozmolojik Modelini" geliştirdi. Dirac, "İyi bir teori olarak kabul ettiğimiz Kuantum Teorisi'nde sonsuzlukları ihmal ediyor olmamız beni çok rahatsız ediyor. Bu mantıklı değil. Mantıken matematikte bir değeri çok küçük olduğu için ihmal edersiniz, sonsuz büyüklükte olduğu ve onu istemediğimiz için değil." diye yazmıştı. Kuantum alan teorisinde ortaya çıkan sonsuzluklarla başa çıkmak için kullanılan renormalizasyon yaklaşımından hiç memnun değildi ve bu konudaki çalışmaları gitgide ana akımın dışında kalmaya başladı. Büyük kızı Mary'ye yakın olmak için Florida'ya taşındıktan sonra Dirac hayatının son on yılını Tallahassee, Floridadaki Florida Eyalet Üniversitesi'nde geçirdi.

şikayet ettiğinde Dirac, "Bana okulda asla sonunu bilmediğim bir cümleye başlamamayı öğrettiler" diye yanıtlamıştı. SSCB'yi ziyaret ettiği sıra fizik felsefesi üzerine bir konferans düzenlemek üzere bir davet aldı. Sadece kalkıp tahtaya "Fizik kanunları matematiksel güzellik ve basitliğe sahip olmalıdır" yazdı. Şiir hakkındaki görüşleri sorulduğunda "Bilimde insan daha önce kimsenin bilmediği bir şeyi herkesin anlayabileceği şekilde anlatmaya çalışır. Şiirde durum tam tersidir." Eugene Wigner (Dirac'ın eniştesi) bir keresinde Richard Feynman'ı "başka bir Dirac, ama bu sefer insan" diye tanımlamıştır.

DİRAC ALÇAKGÖNÜLLÜLÜĞÜYLE DE TANINIRDI Kuantum mekaniksel operatörlerin zamanda gelişimi hakkındaki denklemi ilk yazan kendisi olduğu halde "Heisenberg hareket denklemi" ismini vermiştir. Birçok fizikçi yarım spinli parçacıklar için FermiDirac İstatistikleri ismini kullanırken, tam sayı spinli parçacıklar için Bose-Einstein İstatistikleri tanımını kullanır. Dirac verdiği bir konferansta ilkine "Fermi İstatistikleri" isminin verilmesinde ısrar etmiştir. Diğerinin de "Einstein İstatistikleri" olarak adlandırılmasını istemiştir ve sebebi sorulduğunda "simetri" yüzünden olduğunu belirtmiştir. Wolfgang Pauli, Dirac'ın dini görüşleri üzerine bir soru sorulduğunda "Eğer Dirac'ı doğru anladıysam, anlatmaya çalıştığı şey şuydu: Tanrı yoktur ve Dirac onun elçisidir."

adı Cotham Gramer Okulu olarak değişti) devam etti. Merchant Venturers' ağırlıklı olarak fen ve çağdaş diller eğitimi veren Bristol Üniversitesi'ne bağlı bir kuruluştu. Bu o zamanın Birleşik Krallığı'nda genellikle klasikleri öğreten ortaeğitim kurumlarıyla karşılaştırıldığında ilginçti ve Dirac daha sonra buna çok müteşekkir olduğunu açıklayacaktı. Dirac Bristol Üniversitesi'nde elektrik mühendisliği okudu ve 1921'de mezun oldu. Daha sonra asıl ilgilendiği konunun matematik olduğunu anlayarak 1923'te Bristol'de matematik yüksek eğitimini tamamladı ve St John's College, Cambridge'de araştırma yapması için bir çağrı aldı. Hayatının uzunca bir kısmı burada geçecekti. Cambridge'deyken, Ralph Fowler'ın yardımlarıyla Bristol'de ilgilenmeye başladığı genel görelilik teoremi ve henüz yeni yeşermekte olan bir dal olan kuantum fiziği ile ilgilendi.

ORTA YAŞLARI Dirac klasik mekanikte kullanılan Poisson Parantezleri metoduyla, kuantum mekaniği için Werner Heisenberg tarafından yeni önerilen Matris Mekaniği

öğretmek için kullanılan standart kitap haline geldi ve bugün hala kullanımdadır. Bu kitapta Dirac Werner Heisenberg'in 'Matrix Mekaniği'nde ve Erwin Schrödinger'in 'Dalga Mekaniği''nde yaptığı çalışmaları, ölçülebilir değerler ile fiziksel sistemin durumunu betimleyen vektörlerin Hilbert uzayına etki eden operatörleri ilişkilendirdirerek tek çatı altında topladı. Kitapta daha sonra evrenselleşecek olan "Braket Notasyonu" ismi verilen notasyonu ve Dirac Delta Fonksiyonunu da ilk kez kullandı. 1931'de Dirac tek bir manyetik tekkutuplunun varlığının elektriksel yükün kuantizasyonunu açıklayacağını kanıtladı. Bu kanıt çok ilgi görse de bugüne kadar bir manyetik tekkutuplunun varlığına dair hiçbir bilgi edinilemedi. 1937'de Eugene Wigner'ın kızkardeşi Margit ile evlendi. Margit'in iki çocuğu Judith ve Gabriel'ı da evlat edindi. Ayrıca Margit'ten Mary Elizabeth ve Florence Monica isimlerinde iki kızı oldu.

Öğrencilerinden John Polkinghorne Dirac'a temel inancının ne olduğunun sorulduğunu hatırlıyor. "Tahtaya yürüdü ve doğa kanunlarının güzel denklemlerle ifade edilmesi gerektiğini yazdı."

ÖLÜMÜ VE SONRASI 1984'te Dirac Tallahassee, Florida'da öldü. 1997'de Florida Eyalet Üniversitesi'nde son doktora öğrencilerinden Dr.Bruce Hellman teorik fizikteki önemli çalışmaları ödüllendirmek için Dirac'ın adına DiracHellman Ödülü'nü başlattı. Aynı zamanda Uluslararası Teorik Fizik Merkezi de Dirac Ödülü adında bir ödül vermeye başladı. 1995'te Londra'daki Westminster Abbey'de onuruna hazırlanan, üzerinde Dirac Denkleminin olduğu bir plaka Stephen Hawking'in konuşmasıyla açıldı. Babasının memleketi olan İsviçre SaintMaurice'te tren istasyonun karşısına, Dirac onuruna bir hatıra parkı yapıldı.

KİŞİLİĞİ Dirac arkadaşları arasında sakin ve titiz kişiliği ile tanınırdı. Niels Bohr yazdığı bir bilimsel makaledeki cümlenin sonunu bir türlü tamamlayamadığından

Dirac bir keresinde örgüde kullanılan "ters dikiş"i yeniden keşfetmişti. Bir arkadaşıyla fizik hakkında konuşurken, arkadaşının karısını örgü örerken görmüştü. Daha sonra ilmeğin topolojisini inceleyerek bunu yapmanın bir yolu daha olduğunu fark etti. Aynı zamanda gördüğü ve kendi yarattığı alternatiften başka olasılık olmadığını da kanıtladı.

ÖNEMLI ESERLERI The Principles of Quantum Mechanics (1930): Bu kitap Kuantum Mekaniği kavramlarını büyük kısmını Dirac'ın kendi geliştirdiği modern metodla anlatıyor. Kitabın sonlarına doğru öncülüğünü yaptığı elektronun göreli teorisinden de bahsediyor. Bu eser o zamanlar Kuantum Mekaniği üzerine yazılmış hiçbir yayını kaynak göstermemiştir. Lectures on Quantum Mechanics (1966): Çoğunlukla eğri uzay-zamanda Kuantum Mekaniği ile ilgili bir kitap. Dirac'ın 1964'te New York'ta Yeshiva University'de verdiği derslerin notlarından derlenmiştir. General Theory of Relativity (1975): Bu 68 sayfalık eser Einstein'ın genel görelilik teorimini özetliyor. Dirac'ın Florida State University'de verdiği ders notlarından derlenmiştir. Kaynak: wikipedia Kaynak: sozkimin.com


E IV US İ CL CİS EX SİL E İY EM RK K T TÜ TE

EN KALİTELİ VE GÜVENİLİR İŞ ARKADAŞINIZ.


“Hassasiyet kişiden kişiye TERAZİDEN TERAZİYE değişir.”

www.sartonet.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.