Tasarım: Hüseyin Kozdibi
DAMGALARIN GÖÇÜ 27 Ocak 2011
lüm
ö çB
3-10 Şubat 2011 Saat: 21:00
Ü
Yapımcı-Yönetmen: Servet SOMUNCUOĞLU Koordinasyon: Sinan YAKA Görüntü Yönetmeni: Ahmet Veysel BABAN Kameramanlar: Cengiz KARADENİZ - Kamber KOYTAVİLOĞLU Kurgu: Şerife ERDOĞAN Jenerik : Kartal UZUN Danışmanlar: Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU - Prof. Dr. Şükrü Haluk AKALIN - Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL - Prof. Dr. Yaşar ÇORUHLU - Doç. Dr. S. Yücel ŞENYURT - Doç. Dr. İsmail DOĞAN - Dr. Mustafa AKSOY Dr. Cengiz SALTAOĞLU - Öğr. Gör. Atakan AKÇAY Yerel Danışman: Cemil SÖYLEMEZOĞLU Metin Yazarı ve Fotoğraflar: Servet SOMUNCUOĞLU Ölçüm Ekibi: Atakan AKÇAY - Yunus EKİM - Tarık EMRE Seslendiren: Harun YÖNDEM Müzik Yönetmeni: Cengiz ÖZKAN Müzik Düzenleme: Engin ASLAN Tonmaister - Müzik Kayıt - Edit: Nazif İLTER Saha Çalışması Destek Ekibi: Osman TEMİZ - Osman ÖZDEMİR - Uğur SÖYLEMEZOĞLU
2
künye Yönetmen – Yapımcı
: Servet SOMUNCUOĞLU
Koordinasyon
: Sinan Şerif YAKA
Görüntü Yönetmeni
: Ahmet Veysel BABAN
Kameramanlar
: Cengiz KARADENİZ – Kamber KOYTAVİLOĞLU
Kurgu
: Şerife ERDOĞAN – Kartal UZUN
Danışmanlar
: Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Prof. Dr. Şükrü Haluk AKALIN Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL Prof. Dr. Yaşar ÇORUHLU Doç. Dr. Yücel ŞENYURT Doç. Dr. İsmail DOĞAN Dr. Mustafa AKSOY Dr. Cengiz SALTAOĞLU Öğr. Gör. Atakan AKÇAY Yerel Danışman
: Cemil SÖYLEMEZOĞLU
Metin Yazarı ve Fotoğraflar
: Servet SOMUNCUOĞLU
Saha Tesbit ve Ölçüm Ekibi
: Atakan AKÇAY - Yunus EKİM – Tarık EMRE
Müzik Yönetmeni
: Cengiz ÖZKAN
Müzik Düzenleme
: Engin ARSLAN
Tonmeister -Müzik Kayıt- Edit : Nazif İLTER Saha Çalışması Destek Ekibi : Osman TEMİZ - Osman ÖZDEMİR
Uğur SÖYLEMEZOĞLU
Damgaların Göçü Tanıtım Dergisi’nde kullanılan Fotoğraflar Servet Somuncuoğlu’na aittir. Derginin Tasarımı ATOKYAY- Hüseyin Kozdibi tarafından yapılmıştır. Baskı: Ege Basım Tanıtım Dergisi süreli veya süresiz yayın değildir, basını bilgilendirme amaçlıdır. Ücretsizdir.
3
sunuş
B
ir yıldan bu yana ülkemizin turizm ve kültür değerlerini tanıtmak için yayın yapan TRT Turizm ve Belgesel Kanalı yeni bir proje ile sizlere “merhaba”
diyor.
İBRAHİM ŞAHİN TRT GENEL MÜDÜRÜ
“... gerçek bir keşif ve bilimsel bir çalışma ile karşınızda olacağız.”
Özellikle “Merhaba” dedim, çünkü gerçek bir keşif ve bilimsel bir çalışma ile karşınızda olacağız. Anadolu’nun ortasında, başkentimize 80 km. Uzaklıktaki tarih öncesi dönemlere ait bir “Anıt Alan” TRT Belgesel ve Turizm Kanalı tarafından keşfedilmiştir, bu keşfi sizlerle paylaşmaktan onur duyuyor ve yaşadığımız coğrafya üzerinde el değmemiş birçok konuyu ekranlara getirme iddiamızı bir kere daha ortaya koyuyoruz. Anadolu Türk tarihi açısından son derece önemli bir keşif olan “Damgaların Göçü” belgeseli aynı zamanda ülkemize yeni bir turizm alanını da katmış olacaktır. Ankara Güdül İlçesi Salihler, Adalıkuzu köyleri kırsalında yer alan Düdük Dağı ve çevresinde yer alan sekiz ayrı noktadaki kaya resimleri, eski Türk mezar geleneğine bağlı olarak yapılmış yüzlerce kurgan, Avrasya coğrafyası içinde bugüne kadar tespit edilmiş 360 civarındaki kaya resmi alanı ile mukayese edildiğinde, ilk ona girecek özellikler taşımaktadır. Bu konuda uzun yıllardır araştırma yapan TRT Belgesel ve Turizm kanalı prodüktörlerinden Servet Somuncuoğlu, kaya resimleri konusunda dünyanın sayılı kişileri arasında yer almaktadır. Geniş bir danışman kadrosu ile hazırlanan belgesel, bütün danışmanların bizzat sahada çalışması ile belgeselcilikte kendine has bir tarzı da ortaya koymaktadır. TRT yayıncılık alanında her zaman ilklere imza atan bir kurum olmuştur ve yine bir ilkle karşınızdayız. 27 Ocak – 3 – 10 Şubat 2011 tarihlerinde, saat 21.00’de TRT Turizm ve Belgesel Kanalında buluşmak üzere saygılarımı sunuyorum….
4
yönetmen
SERVET SOMUNCUOĞLU YAPIMCI YÖNETMEN
damgaların göçü
K
arlı Dağlardaki Sır belgeselinin Türk tarihçiliği açısından bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Belgesel yayına girene kadar çok dar bir çerçevede ele alınan kaya resimleri, belgeselin yayınıyla birlikte birçok insanın gündemine girdi. Bunların içinde akademisyenler, üniversite öğrencileri, bürokratlar vardı ama asıl önemlisi bu kategorilerin dışında kalan insanların konuya ilgi duymasıydı. İşte bu ilginin sonucunda “Bizim burada da bu resimlerin benzeri var” diye Anadolu’nun birçok yerinden insan benimle irtibata geçti. Bana gelen bilgiler doğrultusunda hemen hemen her yere ulaşarak resim olduğu iddia edilen alanlara baktım. Uzun ve yorucu bir süreçti. Birçok alanda kayda değer bir şey yoktu ama Ankara Güdül Salihler köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun beni götürdüğü alanlardaki kaya resimleri, çarpıcıdan öte, muhteşemdi. Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma ve çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı.
çıktı. Mutlaka çok şey söylenecek, olumlu ya da olumsuz eleştiriler yapılacaktır. Biz, yeni bir keşif hakkında ilk sözü söyleme cesaretinden yoksun değildik ve bunu söyledik… Bu sözü söylerken yanımızda Cemil Söylemezoğlu ve Salihler Köyü halkı vardı. Ön çalışmaları yürütürken Kaptan Mustafa Can, Cevdet Erdem, Hakkı Kurtuluş sürekli destek oldular. Yusuf Yılmaz Araç, Cengiz Albayrak ve Sinan Yaka keşif çalışmalarında bizzat sahaya geldiler. Görüntü Yönetmeni Ahmet Veysel Baban, Kameraman Cengiz Karadeniz, Kameraman Kamber Koytaviloğlu çekim sürecinde olağanüstü bir özveri ile çalıştılar. Şerife Erdoğan ve Kartal Uzun kurgu aşamasında en küçük detayla bile uğraşmaktan kaçınmadılar. TRT Turizm ve Belgesel Turizm Kanalı ile TRT İstanbul Televizyonu yöneticileri çalışmamı başından itibaren desteklediler…
01- 20 Haziran 2010 tarihlerinde yapılan çekimler, zor şartlar altında gerçekleştirildi. Bir patika yolun bile bulunmadığı, doğru düzgün adım bile atılamayan alanlarda çalışmamızı gerçekleştirdik. İnanıyorum ki böyle bir çalışmayı deneyimli TRT ekibinden başka bir ekibin gerçekleştirmesi çok daha zor olurdu.
“Damgaların Göçü” belgeseli, Anadolu Türk tarihinde yeni bir çığır açacaktır, işte bu çığırın açılmasına ise Danışman kadrosunda yer alan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Doç. Dr. S. Yücel Şenyurt, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Cengiz Saltaoğlu, Öğr. Gör. Atakan Akçay, Arkeolog Yunus Ekim, Tarık Emre belgesele katkıda bulundular, bizzat saha çalışmasına katıldılar.
Her insanın ya da her olayın kendine has bir hikâyesi vardır ve her hikaye kendince özeldir. Fakat hikâyeler kişilere özeldir, benim için öncelikli olan hikâyeden doğan işin ortaya konulmasıdır. Belgeselde hiçbir şekilde hikâyemizi anlatmadık, sadece gerçek bir keşfi dile getirmeye çalıştık. “Damgaların Göçü”, fırtınaları değil, limana giren gemiyi gösteren bir çalışma olarak ortaya
Müzik Yönetmeni Cengiz Özkan, Müzik düzenlemelerini yapan Engin Arslan, Müzik kayıtlarını gerçekleştiren Tonmaister Nazif İlter, saha çalışmasında özveri ile çalışan Osman Temiz, Osman Özdemir bilgilerini ve emeklerini esirgemediler. Yeni birkaç sözü hep birlikte ekip olarak söyledik. Damgaların Göçü belgeseline emek verenlerin hepsine sonsuz teşekkürler ediyorum…
5
6
7
kamera arkası SİNAN ŞERİF YAKA PRODÜKTÖR
S
ervet, Ankara yakınlarında bir kaya resmi alanından ve bunun da belgeselini yapmak istediğinden bana bahsettiğinde 2008 yılı Mayıs ayıydı. “Karlı Dağlardaki Sır”rın prodüktörüne, nazikçe savuşturulmaktan da alttan alta korkarak, ‘beni de götürürsen…’ dedim, ‘öneriyi yazmana yardım ederim.’. ‘Gideriz moruk.’ dedi.
H
aziran 1992 de tanıştığım televizyon kamerasının gün gelip de bir çekimde bana bu kadar ağır geleceğini, beni bu kadar yoracağını doğrusu hiç aklıma bile getirmemiştim. Yanına yaklaşmanın bile çok zor olduğu sarp kayaların ucundaki bu resimleri ve yazıtları görüntülemek 18 yıllık meslek hayatımın en zor işiydi. İnsanlar o dönemlerde bu coğrafyada nasıl yaşamışlardır bilemiyorum ama biz en büyük çabayı üzerinde resim bulunan taşların yanına yaklaşmaya çalışırken verdik. Bölgenin Ankara’ya bu kadar yakın olduğu halde bugüne kadar keşfedilmemesinin sebebi de zannediyorum bu zor arazi koşulları ve konunun çok fazla insan tarafından bilinmemesi... Onlar buralarda yaşamışlar, yaşadıklarını taşların üzerine çizmiş-
8
taşlar dile gelince Gittik. Seyredeceğiniz belgesel, bir keşif belgeseli. Ankara yakınlarında, açık alanda, göz önünde, sadece karaçalıların yırtıcı kollarının korumasında, bugüne kadar ‘gelmiş’ kaya resimleri ve bu resimlerin oraya yapılmasını gerektirmiş, oraya kaya resimleri yapılması sonucunu doğurmuş insan yaşantıları bütününün diğer kalıntıları ile ilgili bir belge film. Yüzlerce ve belki birkaç bini aşan yıldır, orada, bozkırın ortasında duran taştan mektuplar; köylüler, köyün çobanları bunlardan haberdar ama o kadar uzun zamandır oradalar ki bu taşlar, taşların üzerindeki bu çizgiler, ‘artık’ önemli değiller. O kayaların üstündeki, yerleri ve gündoğumuna göre konumları ‘gözetilmiş’ o ‘kutsal’ resimler, o kadar zaman, bu zamanı beklediler. Oraya ilk vardığımızda; inanamadım, bu keşfin bu zamana kaldığına. Bir yandan da sevindim, tanık
sır kayalar ler, yazmışlar, birer belge haline getirmişler. Bizler sadece bu belgeleri arazinin izin verdiği imkânlar ölçüsünde görüntülemeye çalıştık. Belgeselin yayınından sonra üzerinde çok konuşulacak bu görsel tarih malzemesini en doğru biçimde televizyon izleyicisinin gözleri önüne sermek için titiz bir çalışma gerçekleştirdik. İzleyicilerinde ekibimizle beraber kameramızın arkasında olduğunu, o kayalık arazide bizimle beraber dolaştığını düşündük ve kameramızı onların gözüymüş gibi hareket ettirdik. Estetik kaygılarımızın önemli kısmını bir kenara bırakıp herkes her şeyi dosdoğru görebilsin diye çabaladık. Dikkatimizi hiçbir resmi atlamamaya ve hiçbir detayı kaçırmamaya verdik. Bizim için bu resim ve yazıtları belgelemek büyüleyiciydi, sanıyorum televizyon izleyicisi de etkilenecek-
olduğuma. Ama hala anlamış değilim, bu tavukkarasını, bu ‘derya içre olup deryayı bilmemek’ hallerini, bu ‘bu kadar uzun sürmüş çocuksuluğu’. … Serengeti’de ne zaman yağmur yağdığını, yağmur mevsiminin antiloplar ve timsahlar üzerindeki etkilerini biliyoruz. Belki zamanla ilgi duyarız kendi coğrafyamıza da, bize yazılmış ‘ata’ mektuplarına da, kimbilir? Belki ‘komodo ejderi’nin yakın bir akrabasının Urfa’da yaşadığını öğreniriz, TRT belgesellerinden. Ya da Fatih zamanının ‘ağaç erleri’ hakkında bir fikrimiz olur yakın zamanda. Servet Somuncuoğlu’nu tam zamanında tanımışım. Yol açtığı zincirleme reaksiyonun en azından bir kısmının yakın tanığıyım. Bu bakımdan şanslıyım. Şanslısınız, haddinden fazla ilginç bir keşfin neredeyse eş zamanlı tanığı olacaksınız. Tarih, biz ona bakarken değişecek.
AHMET VEYSEL BABAN GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ
tir. Binlerce yıl öncesinde çizilen bu resimler tarihe ışık tutacak gerçek birer belgedir. “Damgaların Göçü” ekibi olarak bizler de bu belgeleri televizyon izleyicisinin karşısına koyarak gerçek bir belgesel yaptığımızı düşünüyoruz.
kamera arkası CENGİZ KARADENİZ KAMERAMAN
karlı dağlardaki sır
M
esleki hayatım boyunca çok farklı yerler gördüm, birçok ilginç olay, insan ve nesne görüntüledim ancak “Karlı Dağlardaki Sır” belgeseli çekimleri beni daha önce yaşamamış olduğum bir heyecan ve keşif duygusu ile tanıştırdı. Taşın dilini çözme, çizdiği görünmeyen yolu takip ederek yine kendime, kendi kültürüme dönmenin heyecanını, çektiğim karelerle de bu taşların gizlediği sırları başka insanlara paylaşmanın keyfini yaşadım. Bizim yaptığımız çalışmanın “Damgaların Göçü” belgeselini doğurması ise benim için ayrı bir sevinç oldu. Tarihimizi anlatma yönünde benzer belgesellerin çoğalacağını umuyorum.
B
taşların dili
ŞERİFE ERDOĞAN KURGU
enim için son derece ilginç bir kurgu süreciydi. Daha önce hiç ilgilenmediğim, hatta itiraf etmeliyim ki ilgimi çekmeyen bir konu üzerine çalışmak başlarda beni biraz endişelendirmişti. Fakat kurgu ilerledikçe, damgaları, taşları, şekilleri, resimleri çözmeye başladıkça benim için çok keyifli bir çalışma haline geldi.
KARTAL UZUN KURGU
KAMBER KOYTAVİLOĞLU KAMERAMAN
V
e gizlendikleri yerden çıkmaya karar verdiler. Bizi de şahit yazdılar…
tarihe bakış
S
ervet Somuncuoğlu ile ilk tanışıklığımız Turhan Özkan ile montaj yaptıkları günlere dayanır. Bana bölüm montajlarını yapalım dediğinde, bugüne kadar bildiğim tarih bilgilerinin yıkılacağı hiç aklıma gelmemişti. Karlı Dağlardaki Sır belgeselinde Türklerin aslında 1071’ den yüzyıllar önce de Anadolu’da yaşayan halklardan biri olduğunu öğrenince hem şaşırdım hem de inanamadım. Ama Rusya’nın Güney Sibirya bölgesinde yer alan Altay, Tuva, Hakasya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan’daki taşlara çizilen şekillerle Anadolu’dakilerin aynı olduğunu kesin kanıtlarıyla görünce bu işte çalıştığıma çok sevindim. Çünkü artık ben de çok bilmişlik yapıp her yerde bunu söylemeye başladım. Damgaların Göçü ile artık inkâr edilemez bir şekilde Türklerin Anadolu’nun eski halklarından bir olduğu kanıtlanıyor ve ben bu işte ucundan da olsa çalıştığım için çok mutluyum. Bölümleri montaj esnasında defalarca izlememe rağmen TRT belgesel kanalında bir kez daha izleyeceğim…
9
damgaların göçü
Kağan Panosunda kalıp alma çalışması çekimleri.
10
damgaların göçü
11
danışmanlar
12
danışmanlar
PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı
tarihe yeniden bakmak
B
irçok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu tarihinin yeni bir gözle incelenerek, mukayeseli bir bakış açısıyla yeniden ele alınması gerekmektedir. Bu gerekçe Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri ve kurgan adını verdiğimiz mezar yerleridir. Anadolu’nun değişik yerlerinde mevcut kaya resimleri, ilginçtir ki Asya’daki kaya resimleriyle eşdeğerlik ve benzerlik göstermektedir. Keza kurgan türü mezarlıklar bulunmaktadır ve bunlar da Anadolu’nun değişik yerlerinde yaygın olarak mevcuttur. Bunlardan biri de şu an bulunduğumuz yörede, yani Ankara’nın Beypazarı ile Güdül arasındaki dağlarda gördüğümüz kaya resimleridir ve gerçekten de biz tarihçilerin, alışageldiğimiz tarih araştırıcılığından ayrılarak Anadolu tarihini yeni bir gözle değerlendirmemiz ve yeniden yazmamızın gerektiğini ortaya koymaktadır. M.Ö . 3000-5000 yılları arasında tarihlenen bu kaya resimleri, o tarihte yaşamış insanların yaşayış biçimlerini, inançlarını ve kendileriyle ilgili bir takım gerçekleri gözler önüne sermektedir. Aslında bu kayalar genellikle doğuya bakar ve sabah gün ışımıyla birlikte çok net ve güzel bir görüntü verir. Yani sabah ışığıyla baktığımızda bu kaya resimlerini daha net olarak görmemiz ve değerlendirmemiz mümkündür. Bu önünde durduğumuz panoda, insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri yer almaktadır. Zannediyorum ki konun uzmanı bilim adamları bütün bunları değerlendirdiğinde Anadolu tarihinde çok farklı bir sayfa açılacaktır. Ve bu sayfa, belki de dünya tarihinin yeniden yazılması için yeni bir başlangıç teşkil edecektir. Üzerinde bulunduğumuz coğrafya, görüldüğü gibi yüksek bir vadidir ve hayvancılığa da elverişli bir bölgedir. Ayrıca çok sayıda kurgan olarak nitelendirilen mezar yerleri mevcuttur. Bunların benzer örnekleri Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki kaya resimleriyle kıyaslanabilecek niteliktedir.
Bugün Türkiye’de bir çok bölgede bu türden kaya resimlerinin olmasının ötesinde, Kurgan dediğimiz eski Türk mezar yerleri mevcuttur ve sadece Doğu Anadolu bölgemizde tesbit edilmiş 1000 civarında kurgan bulunmaktadır. Bunlardan biri Hakkâri’de Prof.Dr. Veli Sevin başkanlığında açılmış olup, M.Ö. 1200 yıllarına aittir ve eski Türk mezarlarının en önemli özelliklerini taşımaktadır. Mezarda çıkan Balballar, Asya’daki Balballarla aynı özellikleri göstermektedir. Hatta kurgan mezar geleneği çoğu Alevi vatandaşlarımız tarafından devam ettirilmiş, son yıllara kadar mezar taşları Balbal şeklinde yapılmıştır. En son örnekleri Sivas bölgesinde 1959 tarihlidir. Unutulmamalıdır ki mezarlıklar, o toplumun orada yaşadığının kanıtıdır ve mezarlıklarınızın büyüklüğü ve dağılımı, o alanda nüfusunuzun ölçüsüdür. Dolayısıyla bir Türk mezarı olarak bilinen Kurganların Anadolu’daki varlığı ve zamanı, Türklerin Anadolu coğrafyasındaki tarihini ortaya koyacak en önemli unsurlardandır. Bu bakımdan Türk tarihçilerinin bu konuları alışageldikleri ölçünün dışına çıkarak, Anadolu tarihini yeniden farklı bir biçimde ele almak ve Türk tarihinin 1071’de başladığı tezinden sıyrılıp, yeni araştırmalara imza atmak durumundadırlar. Ancak zengin Anadolu tarihini yeniden yazabilmenin o kadar kolay bir iş olmadığı da bilinmelidir. Bunun için değişik disiplinlerden bilim adamlarının bir araya gelmesi gerekiyor. İşte bu tarihin araştırılmasında en ilgi çekici konulardan bir tanesi de tamgalardır. Çünkü tamgalar Türk tarihinin âdeta yazılı kaynakları olup, kilimlerde, halılarda, kayalarda yer almakta ve toplumun her birinin hangi yörelerde, hangi coğrafyalarda yaşadıklarını ve kültürlerinin devamını gösteren en önemli unsurlardan biri olarak görülmektedir.Damgaların göçü belgeseli zannediyorum ki, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türklerin hangi coğrafyalarda yaşadığını ortaya koyacak ve Anadolu tarihinin yeniden yazılmasının gerektiğine dair en önemli belgesellerden birisi olacaktır.
13
danışmanlar
PROF. DR. ŞÜKRÜ HALUK AKALIN TDK BAŞKANI
Kültür coğrafyamız ve damgalar yazıtlar
B
Damgaların Göçü, Türklerin binlerce yıllık tarihini, Türk kültürünü, Türk dilini geçmişten bugüne getiren bir belgesel.
14
uradaki kaya resimleri Tom nehri kıyısında gördüğüm kaya resimlerine çok benziyor. Bir fark var, ben oradaki kaya resimlerinde yazı görememiştim harfler yoktu. Ama burada harfler var ve bu harfler Orhun Abideleri’nde kullanılmış olan Göktürk yazısına çok benziyor. Hatta bazı harfler bire bir aynı. İşte ‘’D’’ harfinin, ‘N’’ harfinin, ‘’K’’ harfinin aynen burada olduğunu görüyoruz. Gerçekten çok ilgi çekici, geniş bir coğrafyada Orhun Abideleri’nde kullanılan harflerin, Göktürk harflerinin kullanılmış olması Türk kültürünün yaygınlık alanını bize gösteriyor. Bir dağ keçisi motifi görülüyor açıkça, oraya kadar yapılmış. Bunlar belki farklı dönemlerde de yapıldı, çünkü ince çizgilerle yapılmış olanlar da var burada. Belki bu, bunun taklidini yapmaya çalışan kişinin eseridir. Bir başka kaya önündeyiz, yine şekiller var. Bu ehlileştirilmiş bir at çünkü üstünde binicisi var. Burada da bir yıldız işareti görülüyor. Evet, yıldız ve ay da çizilmiş çok ilgi çekici. Bir ‘’M’’ harfi var sanki. Göktürk yazısındaki harf var. Evet, buraya bir damga yapılmış şurada da sanki harfler var. Ankara ilimize bağlı Güdül ilçesi yakınlarında kaya resimlerinin bulunduğu bu alanda ilk gördüğümüz şey, burada yer alan kaya resimlerinin Sibirya’dan başlayıp Türkistan’a oradan Kafkasya’ya kadar uzanan geniş alandaki bir geleneğin yansıtılmış olmasıdır. Ben 1992 yılında Rusya Federasyonu’nda Kemerova eyaletindeki Tom Nehri kıyısındaki kaya resimlerini gördüm, inceledim. O kaya resimleri ile buradaki kaya resimleri çok büyük benzerlikler gösteriyor. Hatta şunu söyleyebilirim ki orada şu vadinin olduğu bölümde Tom Nehri akıyordu. Burada da kaya resimleri vardı. Buradaki tek eksiklik bir akarsu. Ama benim tahminim burada geçmişte de bir akarsu vardı, bu kaya resimleri de bu bölgeye yapıldı. Bu kaya resimlerinin Türklerin eseri olduğunu gösteren bir takım kanıtlar var elimizde. Her şeyden önce Sibirya’da başlayıp Türkistan’a kadar, Türkistan coğrafyasına yayılan bu eserler arasında benzerlikler var. Bunları buradaki kaya resimlerinde de görüyoruz. İkinci önemli kanıt, çeşitli Türk damgalarının bu kaya resimlerinin arasında yer alması. Örneğin Kayı boyunun damgasını, Kınık boyunun damgasını, Avşar boyunun damgasını, Yüreğir boyunun damgasını burada görüyoruz. Bu damgalar Kâşgarlı Mahmud’un Divanu Lügati’t-Türk’ünde bizlere
danışmanlar
tanıttığı 22 Oğuz boyundan 21’inin damgasıyla çok büyük benzerlikler gösteriyor. Bir başka önemli kanıt, bu resimlerde atla insanın iç içe olduğunu, binicilerin bulunduğunu görüyoruz. Tarihte Türkler atla özdeşleşmiş bir toplum olarak karşımıza çıkıyor. Türklerin atla birlikte olmasından dolayı bu kaya resimlerinde atın yoğun bir biçimde kullanılmış olduğunu hatta binicilerle birlikte bu kaya resimlerinde atların tasvir edildiğini görüyoruz. Orhun Yazıtları’nda kullanılan Göktürk alfabesi dediğimiz veya kimilerine göre Runik alfabe diye adlandırılan alfabedeki harflerin de bu resimlerin arasına serpiştirilmiş olduğunu, hatta kimi bölümlerde bir cümle oluşturacak kadar, bir yazıt oluşturacak kadar, küçük bir yazıt oluşturacak kadar metinlerin bu resimler arasına serpiştirildiğini görüyoruz. Tom kıyısındaki o Kemerova’daki kaya resimlerinde runik yazı ile ilgili herhangi bir kanıt görememiştim, ama buradaki resimler arasında Göktürk alfabesindeki harfleri görebiliyoruz. Kaya resimlerinin daha sonra resim yazı dediğimiz biçime dönüşmesi, ondan sonra hece yazısına dönüşmesi ki bu dönem aslında damgalaşma dönemidir. Şekillerin bir damgaya dönüşmesi ve ondan sonra da harflere dönüşmesi uzun bir süreç… Biz burada bunun hepsini birden görebiliyoruz. Bunlar aynı zaman dilimi içerisinde yapılmış olabilir, farklı zaman dilimleri içerisinde yapılmış olabilir. Ama bütün bu kanıtlar bize kaya resmi geleneğinin Sibirya’dan başlayıp Türkistan’a, Türkistan’dan Kafkasya’ya, Anadolu’ya ve hatta Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş alanda Türk sanatının yaygınlığını, Türk kültürünün genişliğini göstermesi bakımından son derece ilgi çekici bir örnektir.
Kaya resimlerinde dikkatimizi çeken bir özellik atın ehlileştirildiği zaman ile birlikte bu resimlerin yapıldığını gösteriyor. Çünkü insanoğlu var atın üzerinde, atın üzerinde bir binici olarak karşımıza çıkıyor. Bu resimlerde tarih öncesi dönemlere ait hayvanlar yok. Mesela mamutları burada göremiyoruz. Gerçi bu coğrafyada da yaşayıp yaşamadığını bilemiyorum ama daha çok insanoğlunun doğaya hükmetmeye başladığı dönemden itibaren o döneme ait ondan sonraki bu güne gelene kadarki dönemi içeren resimler olduğunu görüyoruz. Bu resimler bize şunu kanıtlıyor Türklerin Anadolu’ya gelişi 1071 Malazgirt zaferi ile değil ondan çok daha öncelere uzanıyor. Bununla ilgili çeşitli kanıtlar var. Bu kaya resimleri de Türklerin Anadolu’da çok çok daha önce var olduğunu ortaya koyan önemli kanıtlar. Resimler içerisinde öyleleri var ki çok daha eski dönemlere ait olduğu kanıtlanacak resimler bulunuyor. Örneğin buradaki kaya resimlerinde değil ama diğer alandaki kaya resimlerinde Tom Nehri kıyısındaki şekillerle bire bir benzer olan, şekil bakımından benzer ama boyut bakımından belki biraz küçük olan pek çok benzer şekil gördüm. Bu da Türklerin yaşadığı bu coğrafyadaki kültür yayılımını, kültür genişliğini göstermesi bakımından son derece önemli kanıtlardır.
15
danışmanlar
PROF. DR. AHMET TAŞAĞIL MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİ. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ TARİH BÖLÜM BAŞKANI
kaya resimleri, geçmişten günümüze miras
T
ürklerin tarihinin Avrasya coğrafyasında çok geniş bir alana yayıldığını yakından takip edebiliyoruz. Bu kadar geniş bir alana dağılma ancak uzun süreli büyük göçler sayesinde mümkün olmuştur. Türkler, anayurt olan Güney Sibirya bölgesinden, yani Abakan’dan dünyanın değişik yerlerine gerçekleştirdikler göçler vasıtasıyla yayıldılar. Bu göçleri M.Ö. büyük 7 göç, M.S. ise 13 büyük göç olarak tespit edebiliyoruz. Bunların hepsi kitleler halinde yayılma idi. Söz konusu yayılmalar neticesinde Kuzey Çin, Moğolistan, Kırgızistan, Tanrı Dağları, Doğu Türkistan, Hindistan, Batı Türkistan dediğimiz bölge, Harezm, Ural Dağları, Avrasya’nın batı bozkırları, Balkanlar Türkleşti. Daha sonraki asırlarda da Anadolu’nun hatta Ön Asya’nın Türkleştiğini görüyoruz. Bunların hepsi göçler sayesinde gerçekleşti. Türk’ler gittikleri yerlerde kendi damgalarını da bıraktılar. Bu damgaları bilinen tarihî devirlerde mimarî eserlerde görebiliyorduk; ama bizi esas heyecanlandıran, ilk göçler esnasında Türk’lerin gittikleri yerlerdeki kayaların üzerine kendi hatıralarını bırakmış olmalarıdır. Bunlar nedir? Bunlar, dünya hayatının her yönünü anlatan kaya resimleridir. Doğum, evlenme, üreme, ölüm... Hatta kayalara inançla ilgili resimler de çizilmiştir. Böylece biz Türk tarihini kaya resimlerinden de öğrenme imkânına kavuşmuş olduk. Buradan yola çıkarak şöyle bir teori geliştirmek mümkündür: Türk’ler nerede çok yoğunlukta yaşadılarsa, orada çok fazla kaya resmi bıraktılar. Abakan, Altaylar, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’ın bir kısmı, Azerbaycan ve Anadolu olmak üzere pek çok mekânda bunun örneklerini görüyoruz. Bunlar yoğun bir şekilde kaya resimlerinin meydana getirildiği alanlardır. Anadolu’nun büyük kesiminde bulunan Türk’lere
16
ait kaya resimleri M.Ö.’ki çağlardan itibaren M.S.’ki devirlerde Anadolu’nun nasıl Türkleştiğini ispat etmektedir. Böyle bir açıdan bakıldığında yazılı tarih ile kaya resimleri üzerindeki tarihi birleştirerek yeni bir tarih teorisini ortaya rahatça koyabiliriz. Bunun yanında kaya resimlerinin teker teker analitik, üslup, sitil, sanat ve diğer açılardan değerlendirmeleri de yapılmalı, bunlar hakkında yüzlerce, binlerce çalışma meydana getirilmelidir. Bir başka önemli husus, bütün bu kaya resimlerinin yapıldığı yerlerde anıt alanların bulunmasıdır. Bu anıt alanlar, Türk’lerin resmî olarak, ya da halkın belli zamanlarda gidip, göğün atalarına ve göğün ruhuna kurban sundukları, tören yaptıkları yerlerdir. Böylece Türk tarihinde tören alanları kavramı da açığa çıkmaktadır. Ki bu, bizi kültür tarihi açısından çok farklı noktalara da götürür. Bu açıdan da bence çok ilginçtir ve mutlaka değerlendirilmelidir. Diğer yandan açıkça ifade etmek gereken husus, Mısırlıların papirüse. Çinlilerin ipeğe, Sümer, Asur vs. toplulukların kil tabletler üzerinde yaptıkları işaretleri, Eski Türkler kayalar üzerine yapıyorlar; bu şekilde gelecek nesillere miras bırakıyorlardı. İşte, bırakılanın değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek şekilde kayalara nakşedilmiştir. Dolayısıyla günümüze ulaşabilmeyi başaran kaya resimleri Türk tarihinin eşsiz hazinesidir.
danışmanlar
PROF. DR. YAŞAR ÇORUHLU MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİ. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ SANAT TARİHİ BÖLÜMÜ
sessiz tanıklar
K
Buradaki örneklere kronolojik olarak baktığımız zaman, benim düşünceme göre bu resimlerde, M.Ö. 3000’lerden başlayıp erken orta çağlara, M.S. 6. -7. yy.’lara kadar gelen ve birbirleriyle bağlantılı örnekler söz konusudur.
aya resimleri, sanat tarihinin en önemli alanlarından olduğu gibi Türk sanat tarihinin de en önemli alanlarındandır. Bugün burada gördüğümüz birkaç bölgedeki resimler, birkaç üslup gösteren resimlerdir. Bunlar, birkaç tekniği birlikte kullanan örnekler olarak, aynı zamanda bize kabaca kronolojiyi de sunmaktadır, göstermektedir. Bunların bir kısmı bereket kültleriyle ilişkilidir. Özellikle bu yanında gördüğümüz sahne de bir erotik sahne de bunu zaten bize ifade ediyor. Diğerlerinde ise dinsel danslar söz konusudur. Oysaki bundan önce görmüş olduğumuz iki alanda figürler hem daha küçüktür, hem de farklı teknikler kullanılmıştır. Orada kullanılan tekniklerde bir derin; ama ince hatları kesmek, oymak suretiyle figürü meydana getirmiştir. Bir diğer şekilde, noktalı vuruş dediğimiz teknikle küçük küçük noktalar halinde konturlar teşkil ederek figürleri meydana getirmek söz konusu olmuştur. Ve yine daha önce görmüş olduğumuz eserlerde hayvan figürleri de oldukça yoğun bir biçimde yer almaktaydı. Bunlar arasında dağ keçileri ve geyikler başta gelmekteydi. Aynı zamanda at tasvirleri de yoğun bir biçimde hem burada, hem oradaki alanlarda görülüyor idi. Söylemiş olduğum tekniklerin tümü, İç Asya ve Orta Asya’daki Türklerin yayılmış olduğu alanlardaki kaya resimlerinde de kullanılmıştır. Dolayısıyla bunları çok rahatlıkla, bu resimleri çok rahatlıkla iç Asya’dan Anadolu’ya doğru gelen bazen de Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya gelip oradan Anadolu’ya doğru gelen hat üzerinden yayılmış olan kaya resimlerine bağlıyoruz. Esasında bu tabi bizim Avrasya sanat üslubu dediğimiz ve başlıca yürütücüsünün, yönlendiricisinin Türk halkları, Türk devletleri olmuş olduğu sanat alanıdır ve bu kaya resimlerini de üslupsal olarak bunlara bağlayabiliyoruz. Dolayısıyla buradaki örneklere kronolojik olarak baktığımız zaman, benim düşünceme göre bu resimlerde, M.Ö. 3000’lerden başlayıp erken orta çağlara, M.S. 6. -7. yy.lara kadar gelen ve birbirleriyle bağlantılı örnekler söz konusudur. Aynı ve benzeri aşamalar Orta ve İç Asya’daki - gerek Sibirya’daki gerek Kazakistan’daki gerek Moğolistan’daki- çeşitli kaya resim merkezleriyle uyuşma içerisindedir. Buradaki kaya resimleriyle paralellik arz etmektedir. Dolayısıyla burada bu resimleri yapan insan toplulukları muhakkak ki bozkır kültür çevresiyle ilişkili olan topluluklardır.
17
Kağan Kurganı çekimleri ve kaya resimlerinden örnekler...
18
19
danışmanlar
DOÇ. DR. S. YÜCEL ŞENYURT GAZİ ÜNİVERSİTESİ ARKEOLOJİ BÖLÜM BAŞKANI
kurganların tanıklığı
İlk defa burada tespit ettiğimiz kurganlar ve hemen onların yakın çevresindeki kayalıkların doğu yüzlerinde yer alan kaya resimlerindeki Avrasya bozkırlarından bildiğimiz at tasvirleri, runik yazı örnekleri ve çeşitli Türk boylarına ait damgalar, bu alanın Hun ve Göktürk dönemlerine ait olabileceğini göstermekte.
A
vrasya bozkırlarında yaşayan eski halklar 5 bin yıl öncesinden beri ölülerini kurgan denilen yığma mezarlara gömerlerdi. Kafkas ötesinde ve Karadeniz’in kuzeyinde yüz binlercesi vardır bu mezarların. Anadolu coğrafyasında pek bilinmez bu kurgan terimi. Bizim insanımız “yığma” der sadece ve çoğu onların birer mezar olduğunu dahi bilmez. Türkçemizdeki “korumak” veya daha da halk ağzıyla söylersek “horumak” eylemi “kurgan” adının kökenini oluşturur aslında. Üzerine yığılan toprak veya taşlar ölü bedeni dışarıya karşı korur. Korusun diye yığılır onca toprak veya taş kurganlar üzerine. Arkeolojik kazı ve araştırmalara göre kurganlar Anadolu’da daha çok Kars, Ağrı ve Iğdır civarından bilinmektedir. Anadolu içlerinde ise kurgan olarak ifade edilen mezarlardan bahsedilmemiştir hiç. Ölülerini kurganlara gömenler her ne hikmetse geçmemişler bu taraflara… Öyle mi acaba !!! Ankara’nın batısında, Güdül’ün Salihler Köyü yakınları… Sadece hayvancılık ve avcılık için uygun dağlık bir alan... Anadolu içlerinde daha önce hiç görmediğimiz, belki de şimdiye dek fark edemediğimiz çok önemli bir bulguyla karşı karşıyayız. Avrasya’dan tanıdığımız irili ufaklı onlarca kurgan… Benzerlerini, Orta Asya’da, Tuva’da, Orhun’da, Altay Dağları eteklerinde gördüğümüz, çoğumuzun literatürden, yayınlardan ve
20
belgesellerden bildiği, Türk dünyasında, Avrasya coğrafyasında kurgan olarak adlandırılan mezarlar burada… Ankara’da. Türk Tarihi ve Anadolu Arkeolojisi için çok büyük bir keşif… İlk defa burada tespit ettiğimiz kurganlar ve hemen onların yakın çevresindeki kayalıkların doğu yüzlerinde yer alan kaya resimlerindeki Avrasya bozkırlarından bildiğimiz at tasvirleri, runik yazı örnekleri ve çeşitli Türk boylarına ait damgalar, bu alanın Hun ve Göktürk dönemlerine ait olabileceğini göstermekte. Yuvarlak veya oval planlı bu taş yığınları aslında birer kurgan, yani Türk mezarıdır. Bunlar, kazılar yoluyla açıldığında bilim âlemi Anadolu’daki Türk varlığının ne kadar eskilere gittiğini yakından görecek. Orta Asya’da kaya resmi alanlarının aynı zamanda birer sunu alanı, kurban törenlerinin gerçekleştirildiği bir kült alanı olduğunu bilmekteyiz. Buradaki kaya resimleri ve runik yazıların oluşturduğu bu sunu alanı bu anlamda Anadolu’da tespit edilen ilk örnek. Muhtemeldir ki, burada yeni yıl törenlerinde ya da ölü törenlerinde, bereket kültü törenlerinde çeşitli dinsel aktiviteler gerçekleştiriliyordu. Çevredeki kurganların yoğunluğu da bu kült alanıyla ilişkili olmalıdır. Tespit edilen kurganlardan birinin çapı yaklaşık 25 metre. Orta ve iri boydaki taşlarla yığılmış kurgan içinde gömülü olan kişinin statüsünün bir bey veya prens olabileceğini akla getiriyor. Bu büyük kurgan muhtemelen bir Hun prensine ait olmalı. Bu kurgan ve çevredeki irili ufaklı yüzlerce kurgan ile vadinin karşı yamacındaki kaya resimleri ve runik yazıtlar bu alanın Anadolu’nun o dönemdeki yarı göçebe ve savaşçı bir kavmi tarafından bir kült alanı, bir kutsal alan olarak seçilmiş olduğunu göstermektedir. Bu alanda yapılacak arkeolojik kazı çalışmaları hem kurganlar ve hem de söz konusu kült alanı ile ilgili daha önemli ve kesin bilimsel veriler sunacaktır.
danışmanlar
DOÇ. DR. İSMAİL DOĞAN ORDU ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
dağlar ve kültürümüz
İ
nsanoğlu yükseklere daima saygı ve ürperti ile bakmış, buralardan hem korkmuş hem de medet ummuştur. Bilhassa Türkler yükseklere, dağlara kutsal gözle bakmışlardır. Onun için dağlara “Tanrı Dağları, Han Dağları, Pamir dağları, Allah-u Ekber Dağları, Sübhanallah Dağları” gibi adlar vermişlerdir. Özellikle İslamiyet öncesi Tanrı dini diye adlandırabileceğimiz dine inananlar ibadetlerini yüksek yerlerde yaparlardı. Yılın belirli mevsimlerinde, belirli günlerde, yılda en az 2 ya da 4 sefer yüksek yerlere çıkar, ibadetlerini yapar, kurbanlarını keserler, dualar edip giderlerdi. Karaçay Malkar bölgesindeki Humara Kale adlı yer, Bulgaristan’da Preslav ve Plişka antik yerlerindeki ibadet mekânları buna örnek gösterilebilinir. Bunlar zaman içerisinde adak kurbanı veya yağmur duası olarak da icra edilirdi. Bugün Anadolu’da benzeri uygulamaları görebiliriz. Ordu Mesudiye Yeşilce Beldesi Eriçok Tepesi bu ritüellerin yapıldığı yere örnektir. Bu inanışa sahip toplulukların cenaze törenleri de yüksek yerlerde yapılırdı. Bu dine inanan Türklerin de yaşadığı her yerde, yüksek yerlerde siz benzeri resimleri görebilirsiniz. Bu anlayış yani yüksek yerlerde ibadet etme ve resim yapma daha doğrusu yapılan töreni ölümsüzleştirme adına çiziktirme de diyebiliriz. Bu uygulama bugün adına Türk dediğimiz kavmin anlayışıdır, yaşantısıdır hayata bakış tarzını yansıtış biçimidir. Büyük panoda görünen resimler aslında bir fikir yazısıdır, düşünce yazısıdır. Buna idogram da deniliyor; ama Türkçesi düşünce yazısıdır. Panoramadaki yazılar adeta bir seremoniyi, burada yapılan belki bir adağı, bir töreni, bir şöleni anlatıyor. Benzerlerini başka yerlerde olduğu gibi Kafkasya’da Hasaut Deresinde, Zelençuk’te ve Sibirya’da da görebiliyorsunuz. Bu resimleri kim veya kimler çizmişler? Haliyle Sibirya’dakini kim yapmışsa, Kafkasya’dakini kim yapmışsa, bu kültürü kim yaşatmışsa bunları da onlar yap-
Ben bir bilim adamı olarak hem fikir yazısı olan bu panoramayı, hem de bu panoramanın etrafında olan diğer yazıları şu şekilde değerlendiriyorum: Bu yazılar “diğer dediğimiz Türk yazısı veya Göktürk yazısı diye anılan yazıdır” ki, Türk’ün kendi yazısıdır. Bu panorama ve yazılar en az 5000 yıl öteden başlayıp günümüze kadar gelen kültürün devamlılığını gösteren belgelerdir. mıştır. Ne yazık ki bunlar şimdiye kadar pek görülmedi, araştırılmadı. Bu bizim Anadolu’ya 1071’de ilk kez gelmediğimizi, bilakis Anadolu’da bizim daha önce var olduğumuzu göstermektedir. Şimdiye kadar tarihimizin hakkıyla yazılmadığını da söyleyebiliriz. Belki, saklandı, savsaklandı. Ama yazılıp söylenenlerin zıddına ve inadına tarihimizi bu kaya resimleriyle kazımışız, buralara çizmişiz. Ben bir bilim adamı olarak hem fikir yazısı olan bu panoramayı, hem de bu panoramanın etrafında olan diğer yazıları şu şekilde değerlendiriyorum: Bu yazılar “diğer dediğimiz Türk yazısı veya Göktürk yazısı diye anılan yazıdır” ki, Türk’ün kendi yazısıdır. Bu panorama ve yazılar en az 5000 yıl öteden başlayıp günümüze kadar gelen kültürün devamlılığını gösteren belgelerdir.
21
danışmanlar
DR. CENGİZ SALTAOĞLU ARAŞTIRMACI
D
amgaların Göçü belgeselinin gerek çekim öncesi keşif çalışmalarının önemli bir bölümüne gerekse de danışman olarak çekimine katılma şansı ve mutluluğuna sahip oldum. Bu çerçevede şunları söylemek isterim ki Salihler Köyü kırsalındaki sekiz kaya resimleri ve yazıtlar alanında da bir konu bütünlüğü ve tarihsel süreklilik görmekteyiz. Bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bunun Asya’daki Eski Türk kaya resimleri ve yazıtları geleneğinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Ankara Güdül Salihler Köyü kaya resimleri alanında bizim açımızdan en dikkat çekici yönlerden birisi Eski Türk runik alfabesiyle yazılmış yazıtların bulunması. Bunlar Eski Türk runik alfabesinin iki ayrı değişkesiyle yazılmış yazıtlar. Bunlardan birisi, Batı Türk runik alfabesiyle yazılmış olanlar. Ötekisi ise, Doğu Türk runik alfabesi de diyebileceğimiz ve daha çok tanınan Orhun-Yenisey alfabesiyle yazılmış olanlar. Batı Türk Runiği bizde pek fazla bilinen, tanınan bir Türk runik alfabesi çeşidi değil. Batı Türk runik alfabesinin daha çok Kafkasya, Karadeniz’in kuzeyi ve Doğu Avrupa’da kullanılmış olduğu biliniyor. Ancak Anadolu’daki örneklerine ilk kez olarak Ankara Güdül Salihler Köyü kaya resimleri alanlarında ve benzerlerine de yine Ordu Mesudiye Esatlı köyü kaya resimleri alanında rastlıyoruz. Kaya resmi alanlarındaki yazıtlar yalnızca Anadolu’ya özgü değil. Benzer biçimde Asya’nın çeşitli yerlerindeki kaya resmi alanlarında da yine runik yazıtlarla karşılaşılıyor. Burada ilgi çekici ve daha doğrusu, Türk tarihi açısından önemli olan nokta, kaya resmi alanlarında karşılaşılan yazı türünün hemen tümüyle eski Türk runik alfabesi olması. Bu da bu kaya resmi alanlarının Türk kültürüne, Türk kimliğine aitliği yönünde önemli bir veri bizim açımızdan. Kaya resmi alanlarındaki yazıtların genel içeriği bunların dua ve dilek metinleri olması, bu da bizi şaşırtmıyor. Çünkü kaya resmi alanlarının genellikle birer inanç ve ibadet alanı olduğunu biliyoruz. Buralar daha çok ziyaret yerleri niteliğinde, yani insanların türbeleri ya da
ankara türk yazıtları değişik kutsal alanları günümüzde de ziyaret edip orada çeşitli etkinliklerde bulunmaları gibi, geçmişte de bu kaya resmi alanlarını ziyaret edip, buralarda kurban keserek, dua ederek çeşitli sıkıntıları, hastalık gibi çeşitli dertleri için yardım ve destek aradıkları, Tanrıyla iletişim kurmaya çalıştıkları alanlar, ki bu bilgiyi bu alanlarda yer alan runik yazıtlar üzerinde yaptığım okuma çalışmalarıyla da bizzat doğrulama olanağına sahip olmuş bulunuyorum. Ankara Güdül Salihler Köy’ünde bulunan yazıtlar Eski Türkçe döneminin başlarına ait. Bunun önemi şurada: Türk dilinin tarihsel gelişimi belli dönemlere ayrılarak inceleniyor ve bunlar belli bir kronolojik sıralama içinde ele alınıyor. Bu bağlamda, Eski Türkçe dönemi M.S. 500 ile 900’lü yıllar arasına yerleştiriliyor. Nitekim, bu Salihler köyü kaya resmi alanlarında bulunan yazıtlar da Eski Türkçe dönemine ait olmakla tarih açısından M.S. 500 ile 900’lü yıllar arasına rahatlıkla yerleştirilebilir. Ancak burada bizim açımızdan bir başka nokta var. O da, buradaki yazıtlar dil özellikleri yönünden Orhun-Yenisey yazıtlarından biraz daha eski. Bu nedenle, Eski Türkçe döneminin başlarına ait olduklarını düşünmek daha mantıklı. O da M.S. 500’lü yıllara karşılık geliyor. Yani 500’ler, 600’ler diyebiliriz tarihlendirme için. Ancak bu tarihlendirme yalnızca yazıtlar için geçerli, yani, bu yazıtların da içinde bulunduğu, parçası oldukları bu kaya resmi alanlarının bir bütün olarak tarihlendirmesi değil. Çünkü bizler biliyoruz ki resim yazıdan daha eskidir ve buradaki yüzlerce kaya resmi yazıtlar için yaptığımız tarihlendirmeden, kuşkusuz çok daha eski dönemlere ait. Gerek belgesel öncesindeki keşif çalışmalarında gerekse de belgesel çekimleri sırasında Ankara Güdül Salihler Köyü kırsalındaki kaya resmi alanlarında saptanan runik yazılı belgeler Türklerin Anadolu’daki çok eski varlığı ve sahipliğinin birer doğrudan kanıtı ve tapu senedi konumundadırlar. Bu yazıtlar kuşkusuz, Türklerin 1071 yılından çok daha önceleri de Anadolu’da bulunmuş ve yerleşmiş olduklarına ilişkin doğrudan birer kanıt oluşturmaktadırlar.
23
danışmanlar ATAKAN AKÇAY GAZİ ÜNİVERSİTESİ ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM GÖREVLİSİ
yeni bir tarih
A
nadolu tarihini yeniden yazmanın gerekliliğini ortaya koyacak yeni arkeolojik keşiflerle beraberiz. Bölgede sayıları 1000’e yaklaşan taş yığma kurganların yanında kayalar üzerinde hem bizlerin neolitik dönem öncesinden bildiğimiz avcı-toplayıcı dönem insanlarının yansıtan kaya resimleri hem de runik Göktürk harfleriyle yazılmış yazıtlar bulunmakta. Bunlardan şimdiye kadar gördüklerimizin en eskisi şu an önünde durduğumuz pano. Pano dövme tekniği ile yapılmış. Panodaki figürler bir kağan veya hakanın hayatı boyunca başından geçenleri anlatan bir yaklaşımla yapılmış. Şu an bölgede hem bu yazıtların hem de kaya resimlerinin karbon tekniği ile kayalara ve dokuya hiçbir zarar vermeden planlarını ve eskizlerini çıkarmaya çalışıyoruz. Yetkililerin bir an önce bölgeye gelip karbon ve mülaj kâğıt üzerine aldığımız eskizlerini onaylamaları ve bölgenin bir arkeolojik alan olarak tescillenmesi için çalışmalarımıza devam ediyoruz.
B
dağların sırrı
en dağları çok severim. Fırsat buldukça köyümün çevresindeki dağlara gezmeye giderim. “Çizikli kayalar” diye çocukluğumdan beri kaya resimlerinin varlığını bilirim. Bu resimler bizim için “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselini seyredinceye kadar sır olarak kaldı. O belgeseli seyredince, Yapmcı ve Yönetmen Servet Somuncuoğlu ile irtibata geçtim. Köyümüze geldi ve resimlere gittik. Gördüklerine o da inanamamıştı; “Cemil, çok önemli bir keşif ile karşı karşıyayız, bu resimler Orta – Asya’dakilerle aynı…” dediğinde ben de çok şaşırdım. İki yıl boyunca defalarca köyümüze geldi, hep dağlara gittik. İşte bu keşif böyle ortaya çıktı ve bizim için de dağlardaki çiziklerin sırları, dağların sırları çözülmüş oldu…
24
CEMİL SÖYLEMEZOĞLU YEREL REHBER
25
26
27
kamera arkası Ankara-Güdül- Salihler Köyü
2009 Temmuz çalışması
28
kamera arkası Asmalıyatak’ta ölçüm çalışmaları...
Kamp kurulurken
29
kamera arkası
Çekim çalışmalarından
Hatıraları saklamak gerek bazen...
30
kamera arkas覺
Herg羹n bize yemek servisi yapan Bilal Day覺...
Sahada yemek vakti...
31
En zor รงekimlerimizden biri...
32
33
kamera arkası
Çekim çalışmalarından...
Deliklikaya genel görünüm.
34
35
DAMGALARIN GÖÇÜ
TRT Turizm ve Belgesel Kanalı’nın ezberleri bozduracak projesi DAMGALARIN GÖÇÜ, dünya gösterimi ile TRT Belgesel ekranlarında. Damgaların Göçü, “Türkler Anadolu’ya ne zaman geldi?” sorusuna, bugüne kadar gün yüzüne çıkarılmamış bulgularla, dünya tarihini yeniden yazdıracak bir cevap veriyor. Kalabalık ve alanında son derece yetkin danışman grubu eşliğinde Ankara civarında yürütülen çalışma, yaklaşık iki yıl boyunca tüm ayrıntıları ile kayıt altına alındı.
36
Damgaların Göçü Basın Tanıtım Dergisi Dekon İnşaat - Cevdet Erdem’in Desteği ile Hazırlanmıştır.
Anadolu Kaya Resimleri
1 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Ankara Güdül'de Göktürk izleri
Moğolistan'da Gobi Çölü'nden başlayıp Anadolu'ya uzanan taştaki izlerin en ilginç örneklerinden bazıları da Salihlerobası köyü yakınlarında. Buradaki kaya resmi alanında, Orta Asya'dakilerle çarpıcı benzerlikler taşıyan figür ve damgalar bulunuyor. Geyik ve dağkeçisi figürleri, daha çok damga niteliği taşıyor.
Gizemli Yazıtlar Vadisi Güdül ilçesinde, Salihlerobası köyünün engebeli arazisi yer yer derinleşen bir vadiyi barındırıyor.
Anadolu Kaya Resimleri
2 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Bu vadi, Anadolu tarihinin en gizemli eserlerine ev sahipliği yapıyor. Vadinin sağ ve sol yanındaki kayalıklarda yazı ve resimler yer alıyor. Varlığı bugüne dek bilinmeyen bu kaya resimleri şimdi incelenmeyi bekliyor. Ancak, define arayıcılara karşı, vadinin acilen korumaya alınması gerekiyor.
Kaya resimleri arasında soyut anlatıma dayalı çizimlere çokça yer verilmiş. Bol bol geyik ve dağkeçisi çizimi var. Buradaki geyik çizimi, Altay Dağları'nda bulunan bir çizimle benzerlik taşıyor.
Erzurum, Karayazı Cunni Mağarası, Ordu, Mesudiye-Esatlı köyü kaya resmi alanlarında görülen 'yön damgası' burada da var.
Anadolu Kaya Resimleri
3 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Kaya resimleri kazıma ve dövme tekniği ile yapılmış. Resimdeki 'at' dövme-kazıma tekniğiyle oluşturulmuş. Figürlerin iyice küçülmesi ise yazı ile birlikte kaya resminin yapıldığı dönemlere işaret ediyor.
Yoğun resimlerin bulunduğu panodan yaklaşık kırk metre kadar uzaklıkta 'güneş kültü' resmi bulunuyor. Güneş kültü, Orta Asya'daki hemen bütün kaya resmi alanlarında karşımıza çıkıyor ve eski Türk kültürünün temel öğelerinden sayılıyor.
Anadolu Kaya Resimleri
4 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Yaklaşık kırk civarında resmin bulunduğu panoda birbirine benzer ama tamamen ayrı dönemlerde yapıldığı sanılan resimler var. Resimler arasındaki farklılıklar, sanki kuşaklar arasındaki değişimi yansıtıyor.
Birbirine benzer ama hepsi farklı insanların elinden çıkmış, tamamen stilize çizgiler bunları yapanların ruh dünyasına, inançlarına, korkularına ve sevinçlerine işaret ediyor. Muhtemelen başta ölüm töreni olmak üzere, törenleri de resmediyorlar.
Anadolu Kaya Resimleri
5 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Kaya resimlerinin tam karşısında bulunan bu alanların kurgan (mezar) olması çok büyük ihtimal. Kazı çalışması ve tam bir saha araştırması yapmadan kesin bir şey söylemek mümkün değil. Fakat ilk bakışta kurgan izlenimi veriyorlar.
İkinci kaya resmi panosunda da resim, yazı, damgalar bir arada yer alıyor.
Anadolu Kaya Resimleri
6 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Yaklaşık dört metrekarelik panonun en çarpıcı kısmı ise dört satırlık yazı. İncelendiğinde bunun resim ya da damgalardan farklı olduğu anlaşılıyor. Uzmanlar yazıdaki işaretlerin runik niteliğine dikkat çekiyor. Göktürk yazıtlarıyla kıyaslama yapıldığında aynı işaret veya harflerin kullanılmış olabileceği üzerinde duruluyor.
Kaya resmi alanlarının en önemli özelliği aynı alanda 'kurgan' yani 'anıtmezar'ların bulunması. Ankara, Güdül, Salihlerobası köyündeki kaya resmi alanında da benzer bir görünüm var. (Fotoğrafın ön planındaki taş yığın.) Ancak bu mezarların hiçbiri henüz araştırılmış değil.
Anadolu Kaya Resimleri
7 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Yaklaşık beş kilometrekarelik bir yörenin içinde ikinci bir kaya resmi alanı var. Yeni alandaki çizimler de yine runik harfli yazıtları andırıyor.
Karadeniz'de Göktürk izleri
Salı, 03 Kasım 2009 03:52 TaRiH HaBeR SiTeSi
Araştırmacı-yazar Servet Somuncuoğlu da, "Sibirya"dan Anadolu"ya Taştaki Türkler" kitabında, Esatlı köyündeki yazıtların runik karakterli Göktürk alfabesi ile yazıldığını kaydetti. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necati Demir, Mesudiye ilçesi Esatlı köyündeki kaya üstü resimlerinin dünya üzerindeki benzerleri ile karşılaştırıldığında M.S. I. veya II. yüzyılları işaret ettiğini belirtti. Kaya resimlerindeki resim, figür ve damgaların Türk kültürünün unsurları olduğuna dikkat çeken Demir, "Esatlı köyündeki kaya üstü resimleri, yazıtlar ve burada bulunan resim ve kitabelerin, 'Gök Tanrı' inancına bağlı Peçenek Türklerinden kaldığı tahmin ediliyor. Bunun en önemli delili, kaya üzerinde nakşedilmiş ongunlardır. Esatlı köyü kaya üstü resim ve kitabelerinin Türk karakterli olduğu, Türk kültürünün bir parçası olduğu hiç tartışılmayacak kadar açıktır. Esatlı köyü kaya üstü resim ve kitabeleri hakkında şimdiye kadar arkeolojik bir araştırma yapılmamıştır. Ancak kitabelerin vücut bulduğu dil özelliklerinden anlaşıldığına göre, M.S. I. veya II. yüzyılda yazılmış olabileceği düşünülmektedir. Dolayısıyla kitabeler, Orhun Abideleri'nden çok daha önce, yaklaşık 500 yıl daha önce yazılmıştır. Burada yer alan kitabelerin diğer bir özelliği de Orhun Yazıtları'ndan sonra muhteva açısından ikinci büyük yazıt olmasıdır" dedi.
Anadolu Kaya Resimleri
8 of 20
Hakkari Trişin Yaylası Kaya Resimleri
01/30/2012 02:27 PM
Sunday, January 8, 2012 8:28:08 AM
Anadolu Kaya Resimleri
9 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Hakkari Bölgesi’nin önemli kaya resimleri bölgesi hiç şüphesiz Trişin Yaylası’dır Trişin Yaylası Van-Hakkari sınırında bulunmakta olup, yaklaşık denizden yüksekliği 2600-2850 m dir. Kaya resimleri üç bölgede toplanmıştır. Bunlar; Kahn-ı Melikan (2850 m), Taht-ı Melih (2650m) ve Taht-ı Melih’in doğusu (2600 m) dur. Bu merkezlerin her biri diğerinden bir-bir buçuk saat uzaklıktadır. Trişin yaylasında bulunan kaya resimleri çok geniş, sarp ve çıplak araziye yayılmış durumdadır ve dünyanın zengin kaya resimleri merkezlerinden birisidir. Kahn-Melikan’daki kaya resimlerinde; dağ keçileri, dairevi sopa biçiminde Cin figürü, geyik, bizon (Manda), boğa, eline köpek bağlı bir insan figürü, yakaran insan figürü, tuzak ve yılan figürleri de bulunmaktadır. Taht-ı Melik’te yer alan kaya resimlerinde geyik, at üstünde insan (süvari), cin, dans eden insan, tekerlek üzerinde adam figürleri bulunmaktadır. Ayrıca S. Akok, tarafından Hypsilophodos olarak tanımlanan uzun boyunlu hayvan ve yavrusudur. Taht-ı Melik’te yaklaşık 4000’i aşkın kaya üstü resmi bulunmaktadır. Taht-ı Melik’in doğusunda yer alan resimler ise, bir su arkı çevresinde bulunan kaya resimleridir. Bu resimlerde insan figürleri ön plana çıkmaktadır. En dikkat çekici kaya resimleri ise dans eden 12 adam kayasıdır. Trişin Yaylası kaya resimleri kronolojik olarak Mezolotik Çağ’ın başından (MÖ 7000) itibaren Neolitik Çağ, Kalkolitik Çağ ve Eski Tunç Çağı’nda yapılmış olduğu iddia edilmektedir. Uyanık, ayrıca bu resimleri değerlendirirken şu ifadeyi kullanmaktadır. “Ayrıca Şamanizm de ciddi surette incelenmelidir. Resimlerin halk sanatlarında nasıl devam ettiği (çömlek süslemelerinde, kilimlerde ve çömlek mühürlerinde, taşçı işaretlerinde vs.) araştırılmalıdır.” Doğu Anadolu’da ki Türk tarihinin aydınlatılması açısından kaya resimlerinin önemi hiç şüphesiz gün geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır. Kaya resimleri ile birlikte yapılan gerek damgalar, gerekse runik harfler Türk tarihinin mühürleri olarak Anadolu ya damgasını vurmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi, Türk kültürünün Erken Dönem’den günümüze kadar varlığının kuvvetle hissedildiği bir bölgedir. Doç. Dr. Alpaslan Ceylan’ın “Doğu Anadolu’da Kaya Resimlerinin Türk Tarihi Açısından Önemi” makalesinden Resimler : gezitour.com dan.
Anadolu Kaya Resimleri
10 of 20
Van Kızların Mağarası ve Kaya Resimleri
01/30/2012 02:27 PM
Sunday, January 8, 2012 8:24:05 AM
Anadolu Kaya Resimleri
11 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Yedi Salkım kaya resimleri Van İli’nin 76 km güneydoğusunda bulunan, Yedi Salkım Köyü’nün batısında uzun bir kanyonun içinde yer alan mağaralarda bulunmaktadır. Kanyonun batısını yayvan bir şekilde uzanan Başet Dağı kapatmaktadır. Başet Dağı (3684 m) üzerinde bulunan yatır, yöre halkı tarafından kutsal kabul edilmekte ve ziyaret edilmektedir. Bölgenin coğrafi konumu hayvancılık ve avcılık için elverişlidir. Kaya resimlerinin keşfi 1971 yılında O. Belli tarafından yapılmıştır. Kalyonun kuzey ve güney yamaçları üzerinde yer alan 50-60 mağaradan yalnızca dört tanesinde boyalı duvar resimleri bulunmaktadır. Resimli mağaraların yerden yüksekliği 20 m ile 78 m Arasında değişmektedir. Resimli Mağraların üçünde resimler hem sayı yönünden az hem de doğa koşullarından dolayı büyük ölçüde silinmiştir. Bu üç mağranın duvarlarına kırmızı boya ile dağ keçisi resimleri yapı lmıştır. Diğer mağara resimleri ise hem renk hem de konu olarak diğerlerinden ayrılmaktadır. Bu mağara duvarlarındaki dans eden tanrıça figürlerinden dolayı, halk burayı “Kızların Mağarası” olarak adlandırılmıştır. Bu mağara, yan yana iki ayrı mağaradan oluşmaktadır. Birincisinde 30-35 adet olan resimlerin tümü kırmızı bir boya ile yapılmıştır. Resimlerden 10 tanesi kar ve yağmur suları ile doğal koşulların etkisiyle aşınarak silindiğinden ne oldukları kesin olarak belli olmamaktadır. Belirgin olarak görülen resimler stilize edilmiş insan figürleri, avda uygulanan tuzak sahneleri, kalçaları abartılarak yapılan tanrıça figürleri, geyik üzerinde ayakta duran insan figürü, çok sayıda erkek yaban keçisi ve geyikten oluşmaktadır. İkinci mağarada altmışa yakın resim yapılmıştır. Mağarada 4 insan resmi yapılmış ve bu resimler dansçılar panosu olarak adlandırılmıştır. Mağaranın güneybatı duvarı üzerine yapılan resimler ise büyük pano olarak adlandırılan alanda; insan figürleri, kolları yukarıya kalkık kalça ve bacakları abartılarak gösterilen çok sayıda ana tanrıça figürleri, hayvan üzerinde duran ve yine kalçaları abartılarak gösterilen ana tanrıça figürü, avda uygulanan tuzak sahnesi,yaban erkek keçileri, güneş motifleri ve türleri anlaşılamayan çeşitli hayvan resimleri betimlenmiştir. Kızlar mağarasındaki resimler herhangi bir düzen içerisinde yapılmamıştır. Mağara resimlerinin büyüsel amaçla yapıldığı ifade edilmiştir.O. Belli, Kızlar Mağarası’nda ki resimleri kronolojik olarak günümüzden 10.000-7.000 yılları arasında yapılmış olduğunu belirtmektedir.
Anadolu Kaya Resimleri
12 of 20
Doç. Dr. Alpaslan Ceylan’ın “Doğu Anadolu’da Kaya Resimlerinin Türk Tarihi Açısından Önemi” makalesinden
01/30/2012 02:27 PM
Anadolu Kaya Resimleri
13 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Dipçe : Cunni Mağarası ve Kadim Türkler
Sun 08 Jan 2012 09:47:55 AM EET
Erzurum, Karayazı Cunni Mağarası’nda Oğuz damgalarının yanında çeşitli resimler de var. Bunların en çarpıcısı da hiç şüphesiz süvari resmi. Hemen hemen bütün alanların ortak resmi olan süvari, burada da kendini gösteriyor. (Resim : Servet Somuncuoğlu – Açıklama : Atlas Dergisi ) Erzurum’un güneydoğu ilçelerinden Karayazı’nın Salyamaç Köyü’nün 6 km. kuzeydoğusunda bulunan Cunni Mağarası; Türk iskân izlerinin tespiti noktasında önemli bir merkez olarak
Anadolu Kaya Resimleri
14 of 20
01/30/2012 02:27 PM
karşımıza çıkmaktadır. Cunni Mağarası’nda yapmış olduğumuz incelemede mağaranın erken dönemlerden itibaren kullanılmış olduğu gözlemlenmiştir. Mağaranın iki bölümünün ilkinde apsisli bir Orta Çağ kilisesi, doğuya bakan büyük bölümde ise erken dönemde kullanılan ve damgalarla tasvirlerin yer aldığı bölüm kullanılmaktadır. Bu bölümde yer alan 50 adet damga, işaret ve tasvirlerde Oğuz Boyları’ndan 12 boyun, 29 çeşit damgası, runikharşer ile süvari, dağ keçisi motişeri belirlenmiştir. Cunni Mağarası’nda tespitedilen bu Oğuz boyları şunlardır: Üç Oklardan, Gök-Han’a bağlı; Peçenek- Çuvaldır / Çuvaldar- Çepni, Dağ-Han’a bağlı; SaldurEymur Ula-Yundlu (Alayuntlu), Demir-Han’a bağlı; İğdir (Yigdir)- Bügdüz, Boz Oklar’dan, Yıldız-Han’a bağlı; Afşar (Avşar), Ay-Han’a bağlı; Yigır (Yazır) ve Gün-Han’a bağlı; Bayat- Kayı.
Doç. Dr. Alpaslan Ceylan’ın makalesinden
“Doğu Anadolu’da Kaya Resimlerinin Türk Tarihi Açısından Önemi”
Tarihin başlangıcı: ‘Saymalıtaş-Gökyüzü Atları’
Cumartesi, 07 Mayıs 2011 22:04
Yorulmak bilmeden arı gibi çalışan Servet Somuncuoğlu bu, “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” kitabıyla bilim adamlarına selam göndermeye devam ediyor. Aslında elimizdeki esere kitap demek de doğru değildir. Zira 1500’e yakın muhteşem kaya resimlerine bakınca buna, belki de “albüm-kitap” demek daha doğru olacaktır. Bu eserden öğrendiğimize göre; Tanrıdağları’nın 3500 rakımına kadar serpilmiş olan ve “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adı verilen kayalara çizilmiş motiflerin tarihi MÖ.7 bin yıl önceye kadar gitmektedir. İnsanlar, sayıları 100 bine kadar çıkarılan bu çizimlerle, herhalde bizlere bir şeyler anlatmak istiyorlar. En zor tarihi metinler, Göktürk Yazıtları, Sümer yazıları nasıl okunduysa, bu şekillerin de bir gün çözülmesi mümkün olabilir. O zaman insanlık tarihi adına kim bilir neler öğreneceğiz? Saymalıtaş’taki şekiller karşısında akla gelen ilk soru: Mekân olarak neden bu kadar yüksek yerler seçilmiştir? Bu seçim her türlü tahribattan korunmak için mi, yoksa motiflerin bir kısmının dini özellikler taşıması dikkate alınarak, Tanrı’ya daha yakın olma düşüncesinden mi kaynaklanıyor? Yine Albüm-Kitap üzerinde kaba bir değerlendirme yapıldığında çizimlerin; damgalar, at, ata binen insan, tekerlek, araba, ok-yay, dağ keçisi, geyik, güneş, dans eden insan (ayin yapan) ve ne anlama geldiği anlaşılamayan pek çok soyut çizimler ve şekillerden oluştuğu görülmektedir. Damgaların aidiyet (mülkiyet)’i belirlemek için kullanıldığını söyleyebiliriz. Bunların bir kısmının Türklerde kullanılanlarla, hatta zamanımıza kadar gelen bazı damgalarla benzerlikler taşıdığını
Anadolu Kaya Resimleri
15 of 20
01/30/2012 02:27 PM
söyleyebiliriz. Çizimlerde at, ata binilmesi, tekerlek ve araba gibi araçların bulunması, insanlık ve medeniyet tarihi bakımından büyük önem taşımaktadır. Hakim görüşe göre atı ilk ehlileştirenler Türklerdir. Esasen atın ehlileştirilmesi, geniş Türkistan coğrafyasına yayılmış olan Türkler için bir zaruret, büyük bir ihtiyaçtı.Buna göre, başta güvenlik olmak üzere tarım, hayvancılık ve avcılık alanında, at gibi devrin en hızlı ulaşım aracına duyulan ihtiyacın önemi ortadadır. Böyle olmalı ki, daha sonraki asırlarda Türkler Bozkır medeniyetine geçmişlerdir. Atın ehlileştirilme tarihi olarak da, araştırmacılar MÖ. 2500-2000 yıllarını işaret etmektedirler. Tekerlek ve arabaya gelince. İnsanlık tarihinin en önemli keşiflerinden sayıldığı malumdur. Bu araçlara ilk defa MÖ. 3000 yılında yaşayan Sümer medeniyetinde rastlıyoruz. Bu medeniyeti ise, Türklerin de içinde yer aldığı doğulu milletlerin ortaklaşa meydana getirdiği ileri sürülmektedir. Bir başka dikkat çeken sembol ise; dağ keçisi ve geyiği resimleridir. Son zamanlardaki arkeolojik kazılarda elde edilen bilgilere göre, Türkler bozkurt gibi, hatta daha çok bu sembolleri kullanmışlardır. Bozkurt, dağ keçisi ve geyiğinin ortak özelliği ise, özgürlüğüne düşkünlüğü ve mücadeleci karakterde olmalarıdır. Kaya çizimleri arasında ok ve yayın muhtelif şekillerde ve çokça yer alması önemlidir. Zira Türklerin, bu savaş silahıyla ne ölçüde bütünleştiğini iyi biliyoruz. Mete Han’ın meşhur ıslık çalan okları gibi. Bu kısa ve kaba işaretlerin, Saymalıtaş’ın geniş Türkistan coğrafyasında bulunması; at, araba, tekerlek gibi bütün unsurların kullanılma tarihiyle örtüşmesi, bizim için dikkat çekici ve oldukça anlamlıdır. Şimdi de, Albüm-Kitaptan bazı başlıklara bakalım: “Saymalıtaş Türklerin Bilinç Altı- Saymalıtaş-Anlamlandırma-Karlı Dağların Ülkesi KırgızistanGökyüzü Atları-Tarih Saymalıda Başlar-İmgelerin Dünyasında-Tanrı Dağları’nın Gizemi ve Zaman İçinde Yolculuğu (Prof. Dr. Ahmet Taşağıl)-Tabiat Taklit Resimler-İnsan İnanç İlişkisi-Kaya Resimlerindeki Cinsellik-İnsan, İnanç, Kozmoloji- Soyu, Somut Karma Resimler-Stilize Resimler-Soyut Resimler ve Damgalar- Damgalar-Harita” Saymalıtaş Albüm Kitabını eline alıp inceleyen her araşmacının, Türk coğrafyasında bulunan bu elemanları görünce, heyecanlanmaması mümkün değil. Gönül ister ki, Servet Somuncuoğlu’nun idealist bir ruhla, her zorluğu aşarak hazırladığı bu çalışma öksüz kalmasın!
Azarbaycan, Gobustan Ön Türk Eserleri ve ÖG Damgaları
Anadolu Kaya Resimleri
16 of 20
Azarbaycan Gobustan Ön Türk Eserlerinde ÖG Damgaları
Azarbaycan Gobustan Ön Türk Eserlerinde ÖG Damgaları
01/30/2012 02:27 PM
Anadolu Kaya Resimleri
17 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Azarbaycan Gobustan Ön Türk Eserlerinde OZ Damgası
Çatalhöyük eseri, Gobustan Eserleri İle Banzerliğe Dikkat-Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Tarihi Kaynaklar
Mustafa Aksoy
Anadolu Kaya Resimleri
18 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Runik harfli Türk alfabelerinden örnekler
Sovyetler Bilirliği zamanında Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.1
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar. 2
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar. 3
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.4
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.5
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.6
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.7
Sovyetler Bilirliği zamanında 1960’larda Doğu Sibirya’da yapılan araştırmalarda Türkler arasında tespit edilen damgalar.8
Altaylar bölgesinde yapılan kazılarda bulunan, milattan öncesine ait koç mezar taşları.
Pazırık kurgannda bulunan koç başları.
Pazırıkta buluna at terkiliği.
Pazırık halısında bir detay, yukarıdaki damganın adını Hun gülü ve atın eyerindeki koç başı damgaları.
Pazıkrıkta bulunan kumaşardan bir detay.
Kazakistan’da bulunan arkeolik eserlerdeki damgalar. 1
Kazakistan’da bulunan arkeolik eserlerdeki damgalar.2
Kazakistan’da bulunan arkeolik eserlerdeki damgalar.3
Kazakistan’da bulunan XVIII. yüzyıla ait halıların üzerindeki damgalardan örnekler.
Anadolu Kaya Resimleri
19 of 20
01/30/2012 02:27 PM
Kırgızistan/Talas’da bulunan runik alfabeli bir yazıttaki damgalar.
Çuvaşistan’da tarihi bir halı.
Çuvaşistan’da etnografik bir eser.
Çuvaşistan’da etnografik bir giysi
Türkmenistan’da milattan öncesine ait dukumalar üzerine baskı yapmak için kullanılan bir eser. Bunun benzerleri hala Tokat yöresinde kullanılmaktadır.
Tokat’ta kullanılan bir baskı aracı.
Tokat’ta kullanılan bir başka baskı aracı.
Güran Erbek ve eşi Mine Erbek ile benzerlerinin fikirlerini özetleyen anlayış. Bu bilgi Güran Erbek’in Anadolu Motifleri Sergisi adlı eserinden alınmıştır. 1
Güran Erbek’in eserinden.2
Fars düğümü
Türk düğümü, bilindiği gibi Pazırık halısıda bu düğümle dokunmuştur.
Güran Erbek’in eserinden.3
Mogolistan’da Orhun abidelerinin olduğu bölgede bir balbal. Servet Somuncuoğlu’nun arşivinden
Mogolistan’da Orhun abidelerinin olduğu yerde bir koç heykeli ve arkasındaki damga.Servet Somuncuoğlu’nun arşivinden.
Barnaul ve Minusinsk müzesindeki koç başlı mezar taşlarının çizimi. Altaylar/Rusya BORİSENKO ve KHUDYAKOV’un eserinden.
Anadolu Kaya Resimleri
Karasuk kültür dönemi ne ait olup, Minusinsk müzesindeki koç başlı mezar taşının çizimi. Karasuk Kültürü, (MÖ 1200- MÖ 700) adını Yenisey ırmağının kollarından biri olan Karasuk nehrinden almıştır. İskit ve Hun kültürünün temelini oluşturmuştur.
20 of 20
Karlı (Karlu) Köyü (Hafik/Sivas). Köylülerin inancına göre köy halkı Oğuzların Karluk boyuna mensup ve köyün kuruluş tarihi 1200’lerdir. Köy meydanındaki çeşmedeki taştaki damga da köylüleri doğrulamaktadır. Çünkü bu damga Moğolistan’dan Balkanlar’a kadar Türk kültür coğrafyasında en çok görülen damgalardan biridir. (Fotoğraf Sayın Baki Pek’in arşivinden olup, kullanmama izin verdiği için teşekkür ederim.)
01/30/2012 02:27 PM
Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun ART’de canlı yayımlanan programı Ceviz Kabuğu, Batı’nın Türkiye’ye yaptığı “Siz sonradan geldiniz” propagandalarının gerçek dışı olduğunu kanıtladı. Prof. Dr. Ekrem Memiş, Türklerle ilgili 4-5 bin yıllık çivi yazısı tabletleri ortaya çıkardı. Dr. İlham Enveroğlu ve Prof. Ekrem Memiş, Ceviz Kabuğu’nun stüdyo konuklarıydı. Bilim adamları açıkladı: Anadolu 10 bin yıldır Türk vatanıTürkleri Anadolu’dan atmak, tarihsiz bırakmak ve kendi yazdıkları tarih senaryolarına inandırma uğraşı verenlere, bilim, tarihi bir tokat attı. Bilim insanları yaptıkları araştırmaların sonuçlarını Ceviz Kabuğu’nda kamuoyuna açıkladılar GİRİŞ Onyıllardır “bilimsel soykırım” yapan, tarihimiz hakkında emperyalist yalanlara başvuranların yalanları ortaya çıktı. “Siz Anadolu’ya sonradan geldiniz, bizi yurdumuzdan ettiniz. Medeniyetten uzak barbar ve vahşisisiniz” propagandaları yerle bir oldu. Biliminsanları, Türklerin 10 bin yıldan fazla Anadolu’da yaşadığını belgeleriyle ortaya koydular. Türkleri Malazgirt zaferi ile 1071’de Anadolu’ya gelmiş gibi bin yıllık kısa bir tarihe sıkıştırma çabaları iflas etti. Türklerin gerçek tarihi Ceviz Kabuğu’nda bir kez daha masaya yatırıldı. Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Memiş, Türklerin en az 10 bin yıldır Anadolu’da var olduklarını söyledi. Usta Gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun ART televizyonunda canlı olarak yayınlanan Ceviz Kabuğu programında bu hafta, Batılı güçlerin Türkiye üzerinde oynadığı oyunları bozacak bilgi ve belgeler açıklandı. Türkiye’den toprak talep edenlere “Anadolu sizin değil, buraya sonradan geldiniz. Çıkın, gidin!” diye dayatanlara Prof. Dr. Ekrem Memiş’ten tokat gibi cevap geldi: “Anadolu en az 10 bin yıllık Türk vatanı!” Haber: Neslihan GÜRSOY Türklerin Anadolu’ya gelişinin 1071’den çok önce olduğunu açıklayan Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Bizim elde ettiğimiz bilgi ve belgelere göre Türklerin Anadolu’daki varlığı ile ilgili en eski yazılı kaynak M.Ö. 2250 yılına ait bir çivi yazısı tablet” dedi. Memiş, bu tabletin Akad Kralı tarafından yazıldığını ve Anadolu’ya yaptığı seferleri anlattığını söyledi. Tablette adı geçen Türki Krallığı’nın bilinen en eski Türk krallığı olduğunu açıklayan Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Türk adının geçtiği en eski kaynak da bu tablet” dedi. Memiş, tabletteki bilgiler hakkında şunları aktardı: 4250 yıllık tablet ‘Türk’ adı yazan en eski kaynak “Bugün Türklerin yaşamadığı yer yok. Bundan binlerce yıl önce de böyleydi. Yazı Mezopotamya’da Sümerlerle ortaya çıkar. M. Ö. 3200’lerde... Aynı dönemde Mısır’da da hiyeroglif keşfedilmiş. Fakat Anadolu’ya yazı Mezopotamya’daki Asurlu tüccarlarla 1200 yıl sonra geliyor. Ama bundan önce dolaylı olarak 3. bin yıldan sonrası için
Anadolu hakkında bilgi veren belgeler var. Bunların en eskisi Akadların bıraktığı belgeler. Akadlar dünya tarihindeki ilk imparatorluk. Akadlar dışarıya seferler düzenliyorlar. Anadolu’yla da ilgileniyorlar. Bu seferlerin anlatıldığı bir metin bu elimizdeki. Mısır, Babil, Hattuşaş... İlk kez Türklerden söz eden bir metin bu. Anadolu’nun siyasi, ekonomik, etnik, sosyal yapısıyla ilgili bilgi veriyor. Metnin 15. satırında Türki Krallığı adı geçiyor. Bu metin M. Ö. 2250 yılına ait. Tek belge bu da değil... Bu, Anadolu’ya 1071’de geldiler fikri, ithal bir fikirdir. Sovyetler birliği dağılınca ortaya çıkan milletlere Türki Cumhuriyetler deniyor. Metinlerdeki de bu anlamdadır. Bunları teyit eden binlerce metin var. ’Turukkular’diye geçiyor bir tanesinde. Bir metne dayanarak böyle bir iddiada bulunmamız mümkün değil. Anadolu’da Türkler var zaten. 1071 de gelenler Müslüman Türkler.” Akadlardan kalma çivi yazı tablet dışında daha pek çok kaynağın da olduğunu vurgulayan Ekrem Memiş, bu durumun bizim olduğu kadar Batılılar için de önemli olduğunun altını çizerken, bulunan arkeolojik kalıntıların da tablette yazılanları doğruladığını söylüyor: Arkeolojik kalıntılar belgeleri destekliyor “Bunlarda Akad Kralı 17 milleti mağlup ettiğini anlatıyor. Hurrileri yendiğini, aldığı ganimetleri anlatıyor. Gümüşten ve bakırdan yapılmış malzemelerden söz ediyor.” Hurriler’in Türklerle akrabalığı olduğunu ifade eden Memiş, Hurrilerin yaşadığı yerin bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Kuzey Irak’a kadar gittiğini belirtti. Ekrem Memiş, buralarda yapılan kazılarda Hurrilerin Anadolu’daki varlıklarının M.Ö. 6 binlere kadar gittiğini bu sürede de çanak çömlek yapıları, ölü gömme şekilleri ve mimarinin hiç değişmediğini söyledi. Binlerce kilometre uzakta aynı sanat tarzı Ceviz Kabuğu’nun diğer stüdyo konuğu Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. İlham Enveroğlu da o döneme ait arkeolojik bulgularla Orta Asya’da ve Azerbaycan’da bulunan çanak çömlekler, silahlar ve bunların işleniş biçimlerinin birbiri ile aynı olduğunu söyledi. Bunun o dönemden sonra medeniyetlerin hiç kopukluk olmadan arka arkaya sürdüğü anlamına geldiğini belirten Enveroğlu, şöyle devam etti: “Ünlü bir Alman tarihçisinin dediği gibi ‘ bir milletin fiziki yenilgiden sonra asla alınamayan tek kalesi sanatıdır.’ Yazıdan önce de insanlar iletişim kuruyorlardı. Sanat tarihçilerine göre bu resimle oluyordu. Kars Kağızman, Moğolistan’daki kaya çizimlerine bakalım. Bunların arasında 8-9 bin kilometre mesafe var ama sanki ikisi de aynı elden çıkmış gibi. Üslupları birebir. Anadolu’daki kaya çizimlerini takip ettiğimizde bu durum M.Ö. 10-12 binlere kadar gidiyor.” Türklerin gerçek tarihi masaya yatırıldı Ceviz Kabuğu’nun bu haftaki konukları olan Prof. Dr. Ekrem Memiş ile Yrd. Doç. Dr. İlham Enveroğlu ile programa telefonla katılan bilim adamları,usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’na önemli açıklamalar yaptılar.
Anadolu’daki Türk izleri yazıtlarda bas bas bağırıyor Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Türkolog Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz da telefon konuğu olduğu Ceviz Kabuğu’nda tarihteki Türk izlerini bir bir sıraladı. Somut belgelere dayanarak yapığı çalışmalarını anlatan Alyılmaz , “Türklere bir senaryo yazılmış ve ’siz göçebesiniz, barbarsınız’denmiş. Bunu kabullenince yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Bir kan dökme barbarlık varsa başroldesiniz ama yerleşik, çanak çömlek bulunuyorsa figüransınız bölgede” dedi. Alyılmaz tarihteki Türk izlerini şöyle sıraladı: “Yazıtlarda bas bas bağırıyor atalarımız Anadolu’da Türk izleri olduğunu. Kaya üstü tasvirler bir dönemin yazısıydı. Göktürk yazısının temelini bu oluşturuyor. Bu tasvirler damgaları, damgalar alfabeyi getirdi. Ve Türkler bunları Avrupa’ya yaydılar. Damgalar yazıtlarımızdaki damgalarla aynı Anadoluda insanımızın yüzünde süs olarak kullanılan damgalar yazıtlarımızdakilerle birebir aynıdır. İskitlere, Göktürklere, Hunlara ait mumya ve iskeletlerin üzerlerindeki damgalar bizim yazıtlarımızdaki damgalarla aynıdır. Mimari eserler, çanak-çömlek, giyiniş, inanış tarzları aynı. Göçebeysek biz bunca mimari eseri nasıl meydana getirdik. Yerleşik hayata geçtikten sonra bu damgalar halıya kilime işlemişiz. Çin kaynaklarında Türklerin ağaç, taş ve maden işçiliği olarak üç mesleği olduğu söyleniyor... Altay ve Tanrı dağlarından eriyen kar sularını karız kanalları ile getiriyorlar ve bağ bahçe sulayıp tarım yapıyorlar. Atık su kanalları, apışlar yapıyorlar... Cam kullanılıyor ki aşınması çok zordur camın... Çayı biliyorlar o zamanda ve çay kaşığının bir tarafını kaşık bir tarafını süzgeç olarak tasarlıyorlar... Mezarlar yapılıyor... Gerçek mezar tepelere kimselerin ulaşamayacağı yerlerde yapılıyordu. Sahte mezarlar bu mezarlara ulaşmak isteyenlere tuzaktı. Anıt mezar da devlet büyüklerine sahip çıktığının göstergesi olarak yapılıyordu.” Alyılmaz, bu açıklamalarının ardından Türkiye’de yaptıkları çalışmalara ilgi gösterilmediğinden yakındı ve şunları söyledi: Batılılar ekibimize girmeye çalışıyorlar“ Batılı bilim adamları bizim ortaya koyduğumuz bilgilerle Türklerle ilgili kanaatlerini değiştirdiler. Onlar bizim ekiplerimize girmeye çalışıyorlar şimdi ama önceden biz onlardan bir kelime öğrenebilmek için uğraşıyorduk. Onların fark ettiği bu durum ülkemizde de fark edilsin istiyoruz.” ‘Medeniyetler Savaşı’nın ilki Troya Prof. Dr. Ekrem Memiş M. Ö. 1240-1230 yılları arasında yaşanan Troya Savaşları’nın Doğu ve Batı arasındaki tarihteki ilk medeniyetler çatışması olduğunu söyledi. Memiş, “Troyalılar bugünkü Çanakkale civarında yaşamış bir Anadolu kavmi. Akalarla yaptıkları Troya savaşları Doğu ile batıyı karşı karşıya getiren bizim Çanakkale savaşından önce ilk savaştır. Troyalılar Anadolu’yu, Akalar batıyı temsil ediyor. Sonuçta Troya hile ile bilinen ‘tahta at’ ile düşer.” Bu savaşta Troya’dan kaçarak İtalya’ya giden Troyalıların Roma’ya yerleştiğini belirten Ekrem Memiş, onların burada bir öntürk (Etrüsk) kültürünü oluşturduğunu belirterek, “Roma aslında yeni
Troyadır. Etrüskler Anadolu’ya göç eden Troyalılarla İskitlerin birleşmesiyle oluşmuş. İtalyanlar da buna karşı çıkmışlardı ama sonra bilimsel olarak ispatlanınca onlar da kabul ettiler ve bilimsel ortamlarda açıkça söylüyorlar” dedi. Hulki Cevizoğlu da, binlerce yıl öncesinden gelen bu “Truva atı” hilesinin bugünlerde de Türkiye’ye karşı uygulanmaya çalışıldığını ve AB’nin, ABD’nin truva atı taktiğini uyguladığını, en son olarak Türkiye ile Azerbaycan arasına yeni bir truva atı hilesi sokulmaya çalışıldığını vurguladı. Göçler kuraklık nedeniyle olamaz Prof. Dr. Ekrem Memiş, Orta Asya’dan Anadolu’ya göçlerin kuraklık nedeniyle yapıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını savundu. Kuraklığın göçün temel nedeni olamayacağını düşünen Memiş, bu düşüncesinin sebebini ve kendine göre göçün nedenini şöyle açıkladı: “Bir iç denizin kuruması nedeniyle göç edilmiş olamaz. Kuraklık nedeniyle olması da söz konusu değil. Çünkü o su zaten ne içme ne de sulama suyu olarak kullanılabilirdi. Bunun nedeni bence Türkler hayvancılıkla uğraşıyordu. Bunların zamanla o coğrafyaya sığmamış olabileceğini düşünüyorum ben. Kuraklıkla ilgili ifadeler zaten birer kurgu. Eğer bu kadar büyük bir kuraklık olsaydı oradaki bütün Türkler göç ederdi. Oysa, göç etmeyip orada yaşamaya devam eden Türkler vardır. Göçün gerçek nedeni belli değil. Bunu anlatan belgeler yok. Benim tahminim de bu yönde.” Türkolog Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz da kuraklığın göç nedeni olamayacağını, yazılı kaynaklarda o bölgede böyle bir durumun olmadığını söyledi. Bütün eserlerin lazer kayıtlarını tutuyoruz Ceviz Kabuğu’na telefonla katılan Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Osman Mert, daha önce buldukları bazı belgelerin sonradan ortadan kaybolduğuna dikkat çekti. Mert, yaptıkları çalışmaların kalıcılığını sağlamak amacıyla teknolojiden yararlanarak, Türk kültür ve medeniyetine ait bütün eserlerin GPS kayıtlarını ve uydu vasıtasıyla üç boyutlu çözümlerini ve lazer kayıtlarını tuttuklarını kaydetti. Türklerin göçebe olduğu iddialarına da yanıt veren Osman Mert, bu iddiayı yine kaynaklara dayanarak çürüttü: “Kaya tasvirlerinin büyük çoğunluğu kutsal mekanlarda ve yüksek dağ tepelerindedir. Günlük iletişimle alakası yoktur. Bunun için de yerleşik olmak gerekir. Evet, göç var ama bu iki taraflı bir göç. Anlatılan yönün tersine de bir göç var.” Türk Tarihi Yazılıkaya'da Türkiye, başından beri Türk vatanıdır. Biz bu topraklara 1071'de Malazgirt'ten sonra gelmedik. Ondan önce de burada vardık. En büyük delillerinden bir tanesi de işte bu anıttır. Eskişehir'in Yazılıkaya köyünde, atalarımıza ait yüzlerce tarihî mirastan sadece biri olan 24 metre yüksekliğinde, 20 metre enindeki 3 bin 200 yıllık 'kaya anıt' önünde AYTAŞ Türk Dünyası Kültür Merkezi ve M. Turgay Tüfekçioğlu tarafından bir toplantı düzenlendi.
Anıt üzerindeki yazılar, tarih araştırmacısı Kazım Mirşan tarafından aynı gün Türkçe olarak okundu. Orta Anadolu'da atalarımıza ait yüzlerce tarihi mirasımız olan anıttan sadece birisi olan, YAZILIKAYA'nın hâlâ Yunanca "MİDAS" adıyla anılması, anıtı yapan ve üstüne de Türkçe yazan atalarımıza yapılan en büyük haksızlıktır. Toplantıda Türklerin Anadolu'ya Malazgirt Savaşı'yla değil, en az 3 bin yıl önce geldikleri tarihi gerçeklerle ortaya konuldu. Kafkas halk oyunları gösterisi ile başlayan toplantıda ilk konuşmayı Tüfekçioğlu yaptı. Göktürk Alfabesi olarak tanınan Türk Runik Alfabesi'nin, Orta Asya'da gelişimini tamamlayıp, sonuçta Talas - Açıktaş'ta ilk Türk yazısı halini aldığını hatırlattı. "Türkler, göçlerle sahip oldukları medeniyeti ve yazılarını da her gittikleri yere taşımışlardır. Bu göçlerdeki en önemli bir kol da, Etrüskler denilen koldur. Etrüskler, M.Ö. 1600'lerden itibaren İtalya'nın Toskara bölgesinde büyük bir medeniyet meydana getirmişlerdir. Etrüks yazısı olarak bilinen Türk yazıtları bugünkü Avrupa yazısının temelini oluşturmaktadır. Etrüksler'in bir kolu da Anadolu'ya İsa'dan binlerce yıl önce gelen Anadolu Etrüksleri'dir, yani Türklerdir. Bu yüksek medeniyeti sahip halkın yerleştiği topraklar, bugünkü Limni Adası'ndan başlayan Eskişehir, Ankara, Afyon ve Uşak'ı kapsayan Orta Anadolu topraklarıdır. Anadolu başından beri Türk vatanıdır. Biz bu topraklara 1071'de Malazgirt'ten sonra gelmedik. Ondan önce de burada vardık, en büyük delillerinden bir tanesi de işte burada" dedi. Yazılıkaya anıtı üzerindeki yazıları çözerek Anadolu Türk Tarihinde yeni bir sayfa açan Kazım Mirşan bir konuşma yaptı. Anıt üzerindeki yazıları Türkçe olarak okuduktan sonra, "Anadolu Etrüsklerindeki bütün kelimeler öz Türkçe'dir. Bunlar o kadar öz Türkçedir ki, hemen hemen tamamı bugün de bu coğrafyada konuşulmaktadır" dedi. Yazılıkaya üzerine kazınmış kelimelerin Türkçe olduğunu örneklerle açıkladı. Mirşan, YAZILIKAYA'nın hâlâ Yunanca "MİDAS" adıyla anılmasının, anıtı yapan ve üstüne de Türkçe yazan atalarımıza yapılan en büyük haksızlık olduğunu belirtti. Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Namık Kemal Zeybek ise yaptığı konuşmada; "Avrupalı bilim adamları bir türlü bu yazıtların üzerini okuyamıyorlar. Şimdiye kadar okunamadı. Neden okunamadı? Çünkü kendilerine mal etmeye çalışıyorlar fakat bir türlü başaramıyorlar. Onun için okuyamıyorlar. Ne yazık ki, bizde de cesaretle, Avrupa bilmediği halde biz bilebiliriz diyen bilim adamı da bugüne kadar çıkmadığı için bu Türk yazıları okunamamıştır. Şimdi Kazım Mirşan bu yazıları okudu. Kazım Mirşan edebiyat yapmıyor, varsayım ortaya koymuyor. Kazım Mirşan okuyor. .....Atatürk bu gerçeği, Kazım Mirşan beyden de, başkalarından da önce
söylemişti. ...... kendisinin kurduğu ve temeline bilimi, Türk kültürünü koyduğu bu Cumhuriyet'te yetişen nesiller, bunları bilim yoluyla okusunlar. Hayır olmadı. Ne yazık ki, biz bu anlayışı Atatürk'den sonra terk ettik. Ama şimdi Atatürk'ün büyük vasiyetini yerine getiren Kazım Mirşandır" dedi. (ek kaynak:http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=1497)