2 minute read
KAR Ş I
Sancaktutar iki hafta önce de seçimlerin ilk turuna katılımı artırma amacıyla 90 kilometrelik bir başka yürüyüş yapmış Londra’daki sandığında oy verme hakkını kullanmıştı.
RUHUNUZUN KEMİK SESLERİNİ DUYAMAYANLAR, BEDENİNİZDE GÖZE ALDIĞINIZ ZORLUĞU GÖRÜNCE SİZE KULAK KESİLİRLER.
Advertisement
Bugünlerde Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna katılımı teşvik için ikinci tur yürüyüşünü gerçekleştirmekte olan Mutlu Sancaktutar ile yapmış olduğumuz söyleşiyi yayınlıyoruz.
Sayın Sancaktutar, sizi bu yürüyüşlere yönelten temel sebebi biraz açabilir misiniz?
Öncelikle benimle yaptığınız söyleşi için içtenlikle teşekkür ederim.
Neden bu yürüyüşler?
Hayatta bazen söylenecek o kadar çok şey olur ki, boğu luruz. Kelimeler çaresizdir, ku laklar kapalı, kalpler birbirinden uzak… Ve siz derdinizi anlatmak için alışılmışın dışında bir yol bulmak istersiniz.
Etkili yollarından biri, bedeninizle insanların kolay kolay yapamayacağı bir şey yapmaktır. Aslında sesini duyurmak için, ne hazin ki kendini yakan insanlarımızın yaptığı da bir bakıma budur.
Bu tür yürüyüşler, yorucu olmaları yönüyle hissettiğiniz gücü ve direnci, uzun solukluluğu ile ise sahip olduğunuz kararlılık ve adadığınız devamlılığı beden diline döker. Yeterince uzun yol yürüdüğünüzde tırnaklarınız dökülür, bir aşamada bacaklarınızı hissetmez olursunuz. Ve bakmışsınız, sözlerle konuştuğunuzda ruhunuzun kemik seslerini duyamayan insanlar, bedeninizde göze aldığınız zorluğu görünce size kulak kesilir.
Yaşadığınız bedensel zorluk ve feragat aslında bir açıdan sizin için hitap etmek istediğiniz insanlar nezdinde bir çeşit samimiyet testidir de… Evet, bazen ruhlarda olanın kelimelere yansımasının alıcısı yoktur ve siz cümlelerinizi bedeninizle, adımlarınızla yazarsınız. Ve sonunda kaleminizden çıktığında okunmayan anlamlar çamurlu yollardaki ayak izlerinizden okunur, yalnız sokaklarda yankılanan ayak seslerinizden duyulur.
Son seçimlere Birleşik Krallık’ta %50 oranında bir katılım oldu. Sizin yürüyüş esnasında yapmış olduğunuz çağrıların bir etkisi oldu mu?
Aldığım geri dönüşlere göre sadece Birleşik Krallık’ta muhtemelen sayısı yüzlerle ölçülen sayıda bir doğrudan katkısı olabileceğini tahmin ediyorum. Sosyal medya sayesinde Türkiye’de ve diğer dünya ülkelerindeki seçmenler üzerindeki etkisi epey daha fazla olabilir. Ama bu kesinlikle yetersiz katkıydı.
İngiltere’deki %50 katılım oranı, bu seneye kadarki en yüksek katılımdı, ama bunda pek çok faktörün katkıları vardı. Böylesi bir kritik seçimde Birleşik Krallık’taki katılım oranının Türkiye’deki %90 oranının altında kalması bence bir utançtı. Ben de, yaptığım katkıyla fazla gurur duymuyorum ve aslında yapamadığım kadarı için o utançtan payımı kabul ediyorum.
Bugünlerde neler yapabiliriz?
Telefon rehberlerimizden başlayarak seçime katılma teşvikimizin etkili olabileceği tüm çevremize seçime katılım teşviki yapmalıyız. Sosyal medyayı çok daha etkin kullanmalı ve özellikle 25 yaş altı kuşaklara ulaşmak ve onları sandığa seferber etmek için çok daha akıllı ve yoğun çaba sarfetmeliyiz.
Ve mutlaka ama mutlaka, toplum olarak Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında bu denli utanç verici bir dibe vuruşa bizi götüren hatalarımızı cesur yüzleşmeler eşliğinde sorgulamalıyız. İkinci yüzyılımızı çok daha sağlam, müreffeh ve istikrarlı kılacak dersleri ilk yüzyıldaki hata ve eksikleri iyi anlayarak çıkarmalıyız.
Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nde lisans, Fatih Üniversitesi - İşletme Yönetimi MBA yüksek lisans, Maltepe Üniversitesi-Sosyoloji Bölümü, yüksek lisans eğitimleriyle üç üniversite mezunusunuz. 8 yıldır da İngiltere yaşıyorsunuz. Sizi buralara sürükleyen nedenlerden bahsedebilir miyiz?
İngiltere’ye göç etmeye karar verdiğim yılların koşullarında artık Türkiye’de yaşananın bir toplumsal cinnet olduğuna karar kılmıştım. Hep söylerdim: Ülke belalı bir okyanusta yüzen arızalı bir yolcu gemisi gibi. Kaptan köşkünde cinnet var. Dahası kamaralarda, güvertede cinnet var. Geminin her an bir buz dağına veya kayalığa çarpması veya bir fırtınaya tutulması, ve paramparça olması olası idi. Ki, o günden bu yana endişe ettiğim türden çok sayıda olumsuzluk maalesef gerçekleşti, halen daha fazlası da gerçekleşebilme riskini taşıyoruz.
Ben, kafasına taktığı bir mesele, sorun yüzünden yer yer geceleri uyku tutmayan, bazen rüyasında çözüm yolu bulup uyanan birisiyim. Bir şeyler yapmak istiyordum, daha fazlasını, daha etkilisini yapmak istiyordum. Ama Türkiye’deki iktisadi, siyasi, kültürel ve sosyolojik dinamiklerin etkin yansımalarıyla kurumlar ve kitleler çok vahim bir kamplaşma sarmalındaydı.
Ve tüm kamplar sizden makbul kişi olmanız için ötekindeki her şeye kötü, berikindeki her şeye iyi demenizi talep ediyordu. Ben ise hiç bir kampın söylem ve iddialarını kategorik kabul etmeyen ve her durumda sürekli bir düşünme ve kritik süreci işleten, çarpıklıklar karşısında da kolay susamayan birisiyim. Öyle olunca da, artık sistemin çelik kafesinin dışına çıkıp yeni bir hareket ve mücadele zemininde yeni bir ortam, yöntem ve yaklaşım aramanın zamanı gelmiş ve hatta geçmişti bile.