EDİTÖRDEN Mavi Ay dergisi olarak çıkardığımız ilk sayının ardından aldığımız olumlu tepkilerden sonra ikinci sayının çalışmalarına daha büyük bir heyecanla hemen başladık. Bu sayıda da yine zengin içerikli yazılar, birbirinden güzel fotoğraflar ve profesyonelce hazırlanmış bir dergiyle karşınızdayız. Kapak sayfamızı bu sefer mercan resiflerinin güzellikleriyle süsledik, ekonomi sayfamızda ekonomiye farklı açılardan yaklaştık, geleceğin meslekleri kısmında henüz fazla duyulmamış meslekleri sizlere tanıtmayı amaçladık, bilim ve teknolojide ki son gelişmelerle röportajlar kısmında gündemden uzak kalmayacaksınız. Mizah sayfasının verdiği rahatlama ve edebiyat kısmındaki huzurla dergiyi dergiyi bitirmiş olaİMTİYAZ SAHİBİ caksınız. Gökhan GÖKÇE Henüz yeni bir dergi olmamız ve derginin üniversiGENEL MÜDÜ teli genç bir grup tarafından hazırlanması bazı kesimTalha KOÇ lerce olumsuz karşılansa da, geniş bir kesim YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ tarafından takdirle karşılanmış, çeşitli övgü ve Abdulkadir ŞENGÜL destekler almıştır. Bizler de bunların altında kalGENEL KOORDİNATÖR mamak için daha sıkı çalışmaya gayret ettik ve M. Bilal KARAMAN edeceğiz. RÖPORTAJLAR: Son olarak; bizleri ilk sayıda yalnız bırakMustafa Burak ÇAKAN mayan ve gelecek sayılarda yalnız bırakRÖPORTAJ SORUMLUSU: mayacağına inandığımız siz değerli Fatih ÇAPAK – Talha KOÇ okuyucularımıza teşekkürü bir borç REKLAM SORUMLUSU bilir ve gelecek sayılarda daha kaliBünyamin AKÇA teli bir derginin sözünü şimdiden Bahtiyar CEREN gönül rahatlığıyla vermekteyiz. Marmara Sorumlusu Nice güzel sayılarda buluşFatih ÇAPAK mak dileğiyle. TASARIMCI YeniRenkler A. KADİR ŞENGÜL Murat şafak KATKIDA BULUNANLAR Syhnar KABİ Pelin ŞENER Muhammed ÇETİN Oğuzhan SARAÇ Sümeyye HAMURCU İLETİŞİM: Ahmet BAYDUR www. maviaymedia. com Anıl KOÇ Twitter: twitter. com/maviaydergisi Feyzullah AKYOL Facebook: Mehmet DEMİRTAŞ facebook. com/maviaydergisi Muhammed KILIÇ http://maviaymedya. blogspot. com/ Solmaz TOPÇU Telefon: N. Emirhan TOSUN (0537) 788 67 76 - (0534) 685 05 97 Nur YİĞİT Emrah KÜÇÜK Basım Yeri: Tuğba AYDIN Babil Matbaacılık Berkay Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi İbrahim Anıl KOÇ B Blok / ZB 22 Topkapı / İstanbul Ahmet BAYDUR Telefon: 0(212) 493 11 00 M. Serhat SERDAROĞLU Abdulkadir ŞENGÜL E-Posta: info@babilctp. com
MAVİ AY
2013 Mayıs // Mavi Ay (03)
08
10
14
İÇİNDEKİLER 08 - 6 PROJEDE TÜRKİYE ÖNCÜ
10 - OPTİSYENLİK 12 - BAYAN DANIŞMA 14 - 1071 ÖNCESİ ANADOLUDA TÜRK İZLERİ 16 - TÜRK RİVİERASI “ANTALYA”
(04) 2013 Mayıs // Mavi Ay
16
20
18 - TELEFONUN İCATI 20 - FYODOR DOSTOYEVSKI 24
22 - MARKA KAVRAMI 24 - 400$’LA BAŞLAYAN UZUN SOLUKLU BİR BAŞARI HİKAYESİ : BAYBARS ALTUNTAŞ 25 - KALİGRAFİ SANATI
34 26 - TÜRKİYE’NİN OKSİJEN KAYNAĞI: KARADENİZ 28 - KARADENİZ BÖLGESİNE AİT BAZI YEREL OYUN ÖRNEKLERİ 29 - CLEOPATRA 30 - MERCANLARIN GİZEMLİ DÜNYASI 32 - MİZAH-ÜL ŞAHANE VESAİRE BİLMEM NE. . . 34 - SİZİN SAYFANIZ
40 - NECAT KARATAŞ İLE GÜNDEM ÜZERİNE. . .
36 - ÖĞRENCİ PSİKOLOJİSİ
43 - SNOWBOARD
38 - ÜNİVERSİTE GİRİŞ SINAVI ÖNCESİ PSİKOLOJİ VE PSİKOLOJİK HAZIRLIK
44 - SONUNA KADAR DEĞİŞİMİN VE GELİŞİMİN DESTEKÇİSİYİZ. . .
39 - KÖŞE: Or. Yüksek Hemşire FİLİZ SİNAN AKGÜL
46 - İSTANBUL’DA ÖĞRENCİ OLMAK 47 -48 BULMACA 2013 Mayıs // Mavi Ay (05)
Gündemi meşgul edenler
6 PROJEDE TÜRKİYE ÖNCÜ
(08) 2013 Mayıs // Mavi Ay
K
ürecik’te konuşlandırılmasıyla ilk aşaması tamamlanan sistemin, 2018’de tam kapasiteyle faaliyete geçmesi öngörülüyor. Küresel kriz yüzünden ‘akıllı savunma’ adı altında kilit askeri projeler gündeme gelirken, 20’den fazla projeden 6’sının öncülüğünün Türkiye’ye verilmesi bekleniyor. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, kalkan kararını ‘gerçek bir transatlantik takım çalışması’ olarak niteleyerek, ‘’Bunu ara yetenek olarak adlandırıyoruz. Tüm NATO Avrupa’yı tam koruma altına almaya dönük uzun vadeli hedefimize uzanan ilk adım. Sistemimiz farklı müttefiklerdeki füze savunma unsurlarını - uydular, gemiler, radarlar ve enterseptörler - NATO komuta ve kontrolü altında birbirine bağlayacak. Avro-Atlantik dışından gelen tehditlere karşı koruma sağlayacak’’ dedi. Korgeneral Hertling, İran'ın olası balistik füze saldırılarına karşı Malatya'ya kurulan radar savunma üssüne, asker yerleştirmeye başladıklarını söyledi. Hertling, "Askerlerimiz, Türkiye'nin güneyindeki radar üssünde bulunuyor" dedi. Böylece, ilk kez bir üst düzey Amerikalı yetkili, NATO savunma kalkanı radarının, artık faal durumda olduğunu açıklamış bulundu. Malatya'nın Kürecik ilçesinde bulunan füze kalkanı, önümüzdeki 10 yılda Avrupa'nın çeşitli noktalarına yerleş-
tirilecek diğer kara ve deniz radarlarından oluşacak füze savunma sisteminin temel unsuru olacak. NATO’nun 2010 Lizbon zirvesinde, radar planına onay vermesi Rusya’yı kızdırmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, G8 zirvesine katılan Başbakan Dmitri Medvedev ile Obama’ya gönderdiği mektupta, güvenlik, ABD’yle ilişkiler ve ticaret konusundaki görüşlerini aktardı. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ise Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a başvurmuş ama bir yanıt alamamıştı. Ağbaba, Türkiye Daimi Temsilciliği’ne gönderdiği dilekçesinde, “Malatya Milletvekili olarak, Kürecik’te kurulmuş olan ve hükümetin bir NATO tesisi olduğunu iddia ettiği radar tesisini ziyaret etmek istiyorum. Talebimin NATO’nun ilgili birimlerine iletilmesi ve bu konuda tarafıma bilgi verilmesini rica ederim” dedi. Ağbaba, başvurusuna ilişkin olarak, şöyle konuştu: “Füze kalkanının kurulacağı gece yarısı ilan edilen mutabakat zaptıyla duyurulduğundan beri elimizden gelen çabayı sarf ettik. İncelemelerde bulunmak için her defasında izin istedik. Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı’ndan izin istedik. Pentagon’a yazdık. Şimdi de NATO’ya yazdık. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, soru önergemize verdiği yanıtta orada sadece 150 Amerikan askeri bulunduğunu, başka bir asker bulunmadığı açıkladı. NATO’nun resmi internet sitesine baktığımızda, Kürecik’teki füze kalkanını göremedik. Burası NATO’ya ait değil, burası bir Amerikan üssü. Bu işin peşini bırakmayacağız. ” Malatya Kürecikdeki radar savunma üssüne ilk etapda 50 amerikan askeri geldi ve iş başı yaptı bile doğal olarak önlemlerde üst seviyede edilen bilgilere göre tesisin komutası türk subaylar tarafından yürülütülüyor ve tahminlere görede 2018 de tam olarak faaliyete başlayacak. . .
2013 Mayıs // Mavi Ay (09)
Bilinmeyen meslekler
BİZ BU MESLEĞİ, MESLEĞİNİ EN İYİ YAPAN UZMANDIR DİYE DÜŞÜNDÜK SİZLER İÇİN İZMİR' İN EN İYİ OPTİSYENLERİNDEN BİRİNE GİTTİK. . . (10) 2013 Mayıs // Mavi Ay
OPTİSYENLİK
İzmir de Optisyenlik yapan Necati BAŞOĞLU'na sorduk Soru 1: Optisyenlik nedir ? Ne iş yapar ? Cevap 1: Optisyenlik 2 aşamalıdır esasda bi Optisyen birde Optometri vardır. Bunun bir üstü ise Göz hekimliğidir. Göz doktoru yazmıs olduğu reçeteyi tespit edip göz hatalarını ve kusurlarını bir reçeteye döker ve hastalığı teşhis eder biz ise o reçeteye göre protez yaparız. Optisyenlik, bir takma diş protezi yapan , kulaklık yapan bir protez uzmanı gibi gözlük yapan yani görmek için protez yapan bir meslek dalıdır. Bunun bir üst dalı Optometri dir. Optometri de , göz muaynesinin aynı teknik insan yapar. Yapmış olduğu göz muaynesi sonunda buna uygun olaraktan göz protezini numaralarını ve kullanıcının kullanım alanlarına uygun yani kullanıcı bilgisayar kullanıyorsa, kitap okuyorsa, araç kullanıyorsa veya ışıktan etkileniyorsa ona göre gözlük üreten kişidir.
Soru 2: Kaç senedir bu meslektesiniz? Cevap 2: Bir noktada bu benim baba mesleğim gibi birşey oldu. Şöyle ki ben Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuyum sonradan o dönemde Yüksek Okul olmadığı için Sağlık Bakanlığı'nın açmış olduğu kurslarla ruhsat aldım ve de 74'den beridir babamdan aldığım hevesle işimi yaparım bu arada babam da Türkiye nin ilk gözlükçülerinden biridir 62 senedir bu işi yapıyor ben ise yaklasık 38 senedir yapıyorum ve de mesleğimi seviyorum hani "Dünya ya bir daha gelsen hangi mesleği yaparsınız " diye sorsalar yine Optisyenlik derim cünkü mesleğimi seviyorum insanlarla ilişki içerisinde sürekli diyalog içerisindesiniz en önemlisi kişilere somut bir şey yapıp soyutu gösteriyorsunuz çünkü görmediği bilmediği bir görüntüyü bir araç , alet veya protez yapıp gözlük olarak sunuyorsunuz ve sonun da insanlar görüyor bu çok güzel bir duygu o açıdan mesleğimiz çok güzel genç arkadaşlarımızın bu konuda özellikle eğitim almalarını öneririm.
Soru 5: Meslekle ilgili bedensel yeterlilikler var mıdır varsa nelerdir? Cevap 5: Bedensel yeterlilik gerekir bunun yanında el malikilasyonu yani eldeki 5 parmağın 5 ine de hakim olmak gerekir her hangi bir nörolojik yada belirgin bir sorun olmaması gerekiyor ve tabiki gözlerin görme keskinliğinin olması gerekiyor bunun dışında herhangi bir sey gerekmiyor ve zaten artık hersey elektronik ortama döküldüğünden her işi rahat rahat zarar görmeden yapabiliyoruz.
Soru 6: Bizleri Okuyan genç okurlara önerileriniz nelerdir? Cevap 6: Bana genel olarak anlattığınız bir kaç genç üniversteli ögrencilerin otak bir çalışma ile çıkartığınız bir dergi ve bunun yanı sıra 2. sayıda başlatmış olduğunuz röportaj kısmında ilk bana yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim ve boyle bir meslek koluna yer verdiğiniz için mesleğim adına da teşekkür ederim ayrıca üniverste yılları çok güzel yıllardır üniverstedeki genç kardeşlerimizin lisenin dışında güzel bir profesyonel iş hayatına başlangıç eğitimi aldıkları için çok mutlu olmaları gerekir ve bunun ötesinde dostlukların ve arkadaşlıkların geliştirip Türkiye'nin çok değişik yerlerinden çok değişik insanlarla karşılaşıyorlar bu yüzden sağlam dostluklar kursunlar bunun yanı sıra aşını arkadaşları ile aynı sevinç ve üzüntülerini arkadaşları ile paylaşan genç insanlar. Türkiye Cumhuriyetinin bu genç insanlara çok ihtiyaçları var o yüzden işinizi bilerek ve öğrenerek yaparsanız hayatta başarılı olursunuz özellikle nerde ne yaptınızı bilerek hareket ederseniz .
Bizi kabul edip derğerli vaktinizden ödün verdiğiniz için kendim ve dergimiz adına çok teşekkür ederiz iyi günler.
Soru 3: Bu mesleğin size kattıkları nelerdir? Cevap 3: Biz merkez olarak merkezdeyiz yani İzmir Kemeraltındayız. Her meslekten ve her eğitim düzeyinde insanlarla beraber oluyoruz tanısıyoruz ve görüşüyoruz. Yaşamın ve günün tecrubesini öğreniyoruz işimiz içerisinde. Yani insanların mutlu günlerini, kötü günlerini üzüntülü günlerini o esnada gözlük satarken öğreniyoruz bunun yanında o kişiden hem ders alıyoruz hemde o tecrubeden yararlanarak bir daha yapmamaya calışıyorsun ve bu meslek bunu gayet iyi öğretiyo.
Soru 4 : Mesleğin zor yönleri nelerdir ? Cevap 4: Zorlukları elbette var tabi borcu, alacağı getireceği, ve götüreceği bunun yanı sıra rekabeti ve haksız rekabeti var . Haksız rekabetler konusunda çoğu kişi fiyatlar üzerinden rekabet yapar fiyatlarını düşürüp kalitesini düşürme taraftarında, ben bu tarafı hiç düşünmedim ben hizmeti rekabetindeyim hizmeti yükseltip hakkın olan parayı almayı düşünürüm. Ne kadar yüksek kalite de hizmet edersen o değerde insanlar değer biçer.
2013 Mayıs // Mavi Ay (11)
Bilinmeyen meslekler
B
N A Y A B
en henüz çok küçükken eve bir telefon almıştık. Telefonun bağlı olduğu cilalı çerçeveyi ve parlak ahizeyi asla unutamam. Saatlerce onun karşısına geçer ve seyrederdim. Hatta o derece ki, sayımız olan 105'i bir an bile aklımdan çıkaramıyordum, telefonla konuşacak yaşta değildim, zaten boyum da telefonun bulunduğu yere yetişemezdi. Fakat annem konuştuğu zaman, onun karşısına geçip hayranlıkla ona bakardım. Bir keresinde beni kucağına alıp ahizenin yanına kaldırdı ve beni babamla konuşturdu. Bu, bence unutulması çok güç bir olaydı. Sevinçten ve mutluluktan uçuyordum. Zamanla, bu telefonun içinde canlı bir yaratık bulunduğunu, "Lütfen Danışma" olduğunu ve bu Bayanın ne sorulursa hemen cevap verdiğini öğrendim. Annem ona defalarca başkalarının telefon numaralarını sormuştu; bir iki kere de saatimiz durunca gene ondan sorup doğru saati öğrenmişti. Telefondaki bu cinle konuşma fırsatını ilk olarak annemin yakın komşumuzu görmeye gittiği ve benim de evde yalnız bulunduğum bir gün elde ettim. Bahçede oynarken, kaza ile elimdeki çekici parmağıma indirmiştim, sancıdan kıvranırken, ansızın aklıma "Bayan Danışma" geldi. Koşa koşa içeri girdim ve ufacık iskemlenin üzerine çıkarak telefonun alıcısını kaldırdım. Alıcıdan acayip ürültüler geliyordu. Ağlar gibi bir sesle: "Danışma lütfen" dedim. Karşımda gayet tatlı bir Bayan vardı. Ben tekrar ağlayarak: "Parmağımı acıttım. Ne yapacağımı söyleyebilir misiniz?" diye sorunca, makinenin içindeki bayan bana: "Annen evde yok mu?" dedi. "Hayır, evde hiç kimse yok. " "Parmağın kanıyor mu?" "Hayır, çekiçle vurdum, şimdi acıdan kıvranıyorum. " "Buz dolabını açabilir misin?" "Evet", diye cevap verince, Bayan Danışma sözlerine şöyle devam etti: "Peki, dolabı aç ve buzluktan ufak bir parça buz çıkararak acıyan yerin üzerine bastır. Dikkat et, yerleri kirletip buzları dökmeyesin. Biraz sonra sancın dinecek. Artık ağlama ve bir daha sefere daha dikkatli davran. " O günden sonra da en ufak bir bilgi için Bayan Danışmayı rahatsız ediyordum. O ise, en ufak bir hoşnutsuzluk göstermeksizin hemen bana yardım ediyordu. Coğrafya derslerinde, aritmetik problemlerinde hatta ve hatta parkta bulduğum sincabın beslenmesi için bana yardımcı olmuştu. Bir gün çok sevdiğim kanaryamız Peter kafesinde ölü bulundu. Ağlayarak hemen telefona sarıldım ve Bayan Danışmaya büyük acımı bildirdim. O da, diğerleri gibi, basit sözlerle beni yatıştırmaya çalışıyordu. Halbuki ben ondan daha fazla anlayış bekliyordum. Peter gibi güzel öten bir kuşun ölümünün olmayacak bir şey olduğunu ona anlatmak istiyordum. Sonsuz acımı anlayan ve onu paylaşmaya çalışan Bayan Danışma bana şu öğütte bulundu: "Beni dinle Paul, haklısın böyle güzel öten bir kuş ölmemeliydi, fakat unutma ki, çok daha güzel bir dünyaya gidiyor ve orada da ötmesine devam edecek. Onun için artık üzülmen yersiz. " Başka bir gün de, telefondaki cinden bir kelimenin anlamını soracaktım. Tam alıcıyı kaldırıp, Bayan Danışmayı istemiştim ki, yavaşça odaya giren kız kardeşim, beni korkutmak için ansızın bağırdı. Birden yerimden sıçradım.
Sıçramamla birlikte duvara çakılı telefon alıcısı da benimle yere düştü. Telefondan teller fırladı. Bayan Danışma'nın sesi hiç duyulmuyordu. Yarım saat sonra kapımız çalındı ve telefon tamircisi olduğunu söyleyen bir adam gelerek telefonumuzu hemen tamir etti. Bizdeki bu bozukluğu kendisine yine Bayan Danışma'nın bildirdiğini de sözlerine ekledi. Dokuz yaşıma bastığım yıl, evimizi değiştirdik. Evle birlikte, o eski telefon alıcısını da değiştirip, daha modern bir alıcı satın aldık. Bu alıcıyı hiç sevmemiş ve Bayan Danışma'nın ancak o eski alıcıda bulunduğuna nedense inanmıştım. Yıllar geçip de delikanlılık çağına girince, bazen eski günleri düşünür ve telefondaki o bayanın saatlerce ufak bir çocukla uğraşmasını ve onun saçma isteklerini ve sorularını eksiksiz yerine getirmesini takdir ederdim. Yıllar geçmiş, ben büyümüş ve kolej öğrenimini tamamlamıştım. Bir gün iş için uçakla seyahat ederken, küçüklüğümün geçtiği bu kasabaya yakın bir merkezde uçak değiştirmek zorunda kaldım. Alanda beklerken, kız kardeşime telefon edip konuştuk. Sonra nasıl oldu bilmem, birden aklıma çocukluk yıllarımın Bayan Danışmanı geldi. Hemen alıcıyı kaldırıp, aynı kasabanın Danışmasını istedim. Hayret, karşıma çıkan, daha doğrusu alıcının içinden gelen o tatlı ve yumuşak sesi hemen tanımıştım. Birden hiç düşünmeden: "Benim çok güzel bir kanaryam vardı. Öldü. Ne yapayım, bu acıya nasıl dayanayım?" diye sordum. Öbür taraftaki ses bir iki saniye sustuktan sonra: "Herhalde parmağın iyileşmiştir artık. " dedi. Gülerek: "Demek hala siz burada çalışıyorsunuz. Yıllar ardına gidecek olursak, o çocukluk yıllarımda sizin bana neler verdiğinizi, bende ne gibi anlaşılması güç duygular uyandırdığınızı bir bilseniz. " dedim. "Aynı durum benim için de oldu. Siz de akıllı ve tatlı bir çocuk olmak sıfatıyla bana çok şeyler veriyordunuz. Benim kendi çocuğum olmadığı için, sizinle konuşmak, sizin o çocuksu ve saf acılarınız paylaşmak, size bazı alanlarda yardımcı olabilmek de benim için sonsuz bir zevkti. " "Yeniden buralara gelecek olursam sizi arayabilir miyim?" diye sordum. O ise gülerek: "Tabi, Bayan Sally'i istiyorum dersen, hemen beni bağlarlar," dedi. Bayan Sally! -Nedense bu isim bana acayip geliyordu. Bayan Danışma'nın bir ikinci ismi daha olamazdı. O, Bayan Danışma ve hep de öyle kalacaktı. Bu olaydan üç ay sonra, yine o bölgeye işim düşmüştü. Hemen en yakın telefon kulübesine koşarak, Danışma'yı istedim ve oradan da bayan Sally ile görüşmek istediğimi söyledim. Bu seferki Bayan Danışma daha genç birine benziyordu. Biraz çekingen bir eda ile: "Siz bayan Sally'nin arkadaşı mısınız?" diye sordu. "Evet, çok yakın arkadaşı idim," deyince, üzgün bir sesle: "Maalesef, Bayan Sally beş hafta önce öldü. Uzun süreden beri hastaydı. Bir dakika, acaba isminiz Paul mu? Tamam size son bir haber bıraktı; eğer bir gün onu telefonla arayacak olursanız, size, "Başka bir Dünya daha vardır ve orada da şarkı söylenebilir" dememizi istedi. Teşekkür ederek telefonu kaparken, Sally'nin ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Yanağımdan aşağı süzülen gözyaşlarını silerken, Bayan Danışma'nın ruhuna Tanrı'dan rahmet diledim. TAVUK SUYUNA ÇORBA
DANIŞMA
(12) 2013 Mayıs // Mavi Ay
2013 May覺s // Mavi Ay (13)
TARİH
1071 ÖNCESİ ANADOLUDA
TÜRK İZLERİ KLASİK BİR BİLGİDİR. SULTAN ALPARASLAN’IN 1071 DE BİZANS ORDUSUNU MAĞLUP ETMESİYLE ANADOLU’NUN KAPILARI TÜRKLERE AÇILMIŞTIR. PEKİ GERÇEKTEN DE BÖYLE MİYDİ? ATALARIMIZIN ANADOLUYA GELİŞİ BU KADAR GEÇ MİYDİ? EN AZINDAN 375 KAVİMLER GÖÇÜYLE DOĞU AVRUPA’YA GELDİKLERİNİ DÜŞÜNÜRSEK BU GÜZELİM YARIMADA’YI ES Mİ GEÇTİLER YOKSA GELMEK Mİ İSTEMEDİLER? YA DA GELDİLER DE KAPILAR MI KAPALIYDI?
(14) 2013 Mayıs // Mavi Ay
M
ilattan sonra Atalarımızın Anadolu ve Anadolu halklarıyla bilinen ilk münasabeti Avrupa Hunları zamanında olmuştur. 395 yılında Balkanlar ve Kafkasya üzerinden, Anadolu üzerine yürüyen Avrupa Hunları’nın doğu kanadı Erzurum bölgesinden itibaren Fırat’ı takip ederek Malatya ve Çukurova üzeriden Kudüs’e kadar ulaşmıştır. Bu hareket o kadar süratli gerçekleşmiştir ki korkuya kapılan halk Hunlar hakkında tuhaf hikayeler uydurmuşlardır. Bu Atalarımızın Anadolu ile bildigimiz ilk yakınlaşmalarıdır. Bundan sonra ki süreçte farklı dönemlerde Akhunlar ve Sabarlar Bizans ile mücadele Sasanilere karşı Bizans ile ittifak kurarak Anadolu ile münasebetlerde bulunmuştur. Yani Anadolu’nun kapıları Selçuklardan çok daha önce açılmıştır. Hem de Hazarlar da olduğu gibi bazen güç kullanmadan da. Peki Selçuklular’ın daha önceki Türk devletlerinden farkı neydi ve onlardan farklı olarak ne yapmışlardı? Selçuklular’ın farkı şüphesiz ki ‘din’ faktörüydü. Selçuklular döneminden önce müslümanlaşan Türkler Selçuklu zamanına geldiğinde İslami anlayış yönünde iyice gelişmiş ve bu dogrultuda gaza ve cihad anlayışı ile hareket etmişler ve bu sürecin sonunda da Malazgirt savaşı olmuştur. Bu savaştan
*Dirlik:Devlete bağlı olmak şartı ile komutana veya bir devlet görevlisine işletme ve yönetme hakkı verilen sınır topraklarıdır. KAYNAKÇA: Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S. 69-83,151-154,154-161,161-173,
sonra Sultan Alparslan’ın komutanlarına fethettiği yerleri dirlik*olarak vermesi ve Orta Asya’dan gelen Türkmenlerin buraları vatan olarak görmeleri belki de Malazgirt zaferinin Anadolu kapılarını açan anahtar olarak gösterilmesinin en temel sebebidir. Yapılan son araştırmalara bakıldığında Türklerin Anadolu ile ilk münasebepleri milattan önce ki döneme dayanır. Bugün Ankara’nın 80 km batısında Güdül ilçesinin Salihler köyü kırsalında binlerce ‘kaya resmi’bulunmuştur. Bunlar incelendiğinde kayaların üzerinde eski Türk geleneğinde ki kurganları anlatan resimler vardır. (Yani ölü gömme törenleri ve ölenlerin ruhuna sunulan kurbanlar). Bunun yanında bazı kaya resimlerinde Göktürk alfabesi ile aynı olan harfler mevcuttur. Yani aslında ‘1071:Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı’ söylemi sadece o dönemi kapsayan bir söz olsa gerektir, yoksa atalarımız o kapıyı ya da kapıları çoktan sökmüşlerdir hemde kirişleriyle beraber…
Ahmet BAYDUR
ahmet-baydur@hotmail. com
Ötüken Yayınları,İstanbul,2010; Mehmet Ersan,Mustafa Alican,Sorularla Selçuklu Tarihi Selçukları Yeniden Keşfemek Büyük Selçuklular, S. 25-27,Timaş Yayınları,İstanbul,2012; Servet Somoncuoğlu, Damgaların Göçü Orta Asya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, TRT Belgesel,2011
2013 Mayıs // Mavi Ay (15)
GEZİ
Türk Rivierası “ANTALYA” ANTALYA ADINI KURUCUSU, BERGAMA KRALI II. ATTALOS'DAN ALIR. DAHA SONRA BURAYA TÜRKLER ÖNCE ADALYA DAHA SONRA DA ANTALYA ADINI VERMİŞDİR.
(16) 2013 Mayıs // Mavi Ay
2013 May覺s // Mavi Ay (17)
Alexsander Graham Bell
BİLİM VE TEKNOLOJİ
TELEFONUN İCATI
EDİNBURG DOĞUMLU ALEXSANDER GRAHAM BELL, AMERİKAN YURTTAŞLIĞINA GEÇMİŞTİ VE SAĞIR BİR KIZA AŞIKTI. SAĞIRLARA NASIL YARDIMCI OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORDU. BOSTON ÜNİVERSİTESİ'NDE SES FİZYOLOJİSİ PROFESÖRÜ İKEN SESLERİ MEKANİK OLARAK YENİDEN ÜRETME FİKRİ KAFASINI SÜREKLİ MEŞGUL
S
es dalgaları, elektrik akımına dönüştürülebilirse, o zaman elektrik akımının da bir devrenin öteki ucunda yeniden sese dönüştürebileceğini düşünüyordu. 1876 yılıydı. Bir gün sesi taşımak üzere tasarladığı bir araçla deney yaparken, pilin asiti pantolonuna döküldü. Asistanı Thomas Watson'dan, Watson'ın binanın başka bir tarafında olduğunu bilmeden yardım istedi. Bundan sonra neler olduğunu laboratuvar notlarında şöyle anlatır: "Ağızlıktan şu tümceyi söylemiştim: 'Bay Watson, buraya gelin. Sizi görmek istiyorum. ' Şaşılacak bir şey, ama geldi ve söylediklerimi duyup anladığını söyledi. Ondan sözlerimi yinelemesini istedim. Harfi harfine yineledi. Sonra yer değiştirdik Watson, kitabın birinden ağızlığa birkaç bölüm okurken alıcıdan dinledim. Çıkan seslerin alıcıdan geldiğine hiç kuşku yoktu. Duyulan ses yüksek, ama anlaşılmaz ve boğuktu. Ne söylendiğini çıkaramadım, ama bazı sözcükler çok açıktı; en sonunda da çok açık ve anlaşılır biçimde "Bay Bell, söylediklerimi anladınız mı?" tümcesi duyuldu ve telefon icat edilmişti. Bell, bir yıl sonra telefonun patentini aldı. Birkaç ay sonra Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanışının 100. yıl kutlamalarının en coşkulu günleriydi. Konuk Brezilya İmparatoru 2. Pedro, "Bu konuşuyor" diye haykırarak onu bütün dünyaya duyurdu. Telefon bulunduğu sıralarda, Amerikalı bir belediye başkanı "Bir gün her kentte bir tane olacak" dediğinde cüretkâr bir öngörü sayıldı. İngiltere’de de Postane Başmühendisi Sir William Preece, bir halk komitesinde, "Amerikalıların telefona ihtiyaçları var, ama bizim yok. Bizim elimizde bir yığın haberci çocuk var" dedi.
Arthur C. Clarke, yirminci yüzyılın sonlarından önce dünyadaki her köyde değil, her evde bir telefon olacağını daha o günden tahmin etmişti. Thomas Edison, telefonu geliştirdi, gramofonun habercisi olan fonografı buldu. Joe Nickell, bu şeyin kolay kabul görmediğini şöyle anlatır: "1878'de, Fransız Bilimler Akademisi’nin üyeleri Du Moncel’in, Thomas Edison’un son buluşu ile ilgili olarak gerçekleştireceği bir gösteriye tanıklık etmek için toplanmışlardı. Toplantıya ünlü fizikçi Jean Bouilland da katılmıştı. Küçük, ilkel fonograf konuşmaya başladığı sırada (Du Moncel’in biraz önce söylediği sözleri yanlışsız yinelerken) 82 yaşındaki Bouilland, fizikçinin üzerine atılıp boğazına sarıldı. "Seni sefil!" diye bağırdı. "Bir vantroloğun* hileleriyle bize aldatmak istemeye nasıl cüret edersin! Bouilland, bir tek insanların konuşabildiğini, makinelerin konuşamayacağını kavramış biriydi. 1876 yılında Alexander Graham Bell telefonu icat ettiğinde, insan iletişiminde yeni bir çığır açıldı. Bell'in buluşundan önce, bir mesajı en hızlı iletmenin yolu, Mors alfabesiyle telgraf hatlarından ulaştırmaktı. Ancak telgraf kullanımında, insan sesinin teller aracılığıyla aktarılmasına olanak yoktu. Kendi dönemine göre yeni bir yöntem sayılan telgraftan önce, acil mesajların atlı ulaklar, duman işaretleri, güvercinler ve gemiler kullanılarak iletilmesi gerekiyordu. 1870'li yıllarda pek çok insan, telgrafı geliştirmek için çaba harcıyordu. Ancak Bell, tek başına ipi göğüslemeyi başardı ve telefonu icat etti vantrolog;* kendi konuştuğu halde, sesin başka bir yerden geldiği izlemini veren insanımsı
TELEFONUN TARİHSEL GELİŞİMİ
1876: İlk telefon görüşmesi Alexander Graham Bell ile yardımcısı Thomas Watson arasında yapıldı. Bell, yan odadaki Watson'a, ''Watson, buraya gel! Seni görmek istiyorum'' dedi. 1915: Şehirlerarası ilk görüşme yine Bell ve Watson arasında yapıldı. Bell, New York'tan o anda San Francisco'da bulunan Watson'a yine onu görmek istediğini söyledi. Watson da, ''Bu bir hafta sürer'' diye yanıtladı. 1924: İlk cep telefonları, ilkokul öğrencisinden bile büyük radyolardı ve üzerlerinde büyük bir anten bulunuyordu. 1978: İlk hücresel telefon sistemi Japonya'da kuruldu. Bunu İskandinavya ve 1983'te de Chicago izledi. 1983: Uzmanlar, 2000 yılında ABD'deki cep telefonu abonelerinin sayısının 1 milyonu bulacağını ileri sürdüler. Şu anda, ABD'de 100 milyon cep telefonu abonesi bulunuyor. 2003: İnsanlar cep telefonunu artık, oyun oynamak, internette sörf yapmak, resim çekmek ve konuşmak için kullanıyor. Cep telefonları, küçük birer bilgisayar haline geldi.
Ü
lkemizde haberleşmenin ilk resmi tarihi 23 Ekim 1840 ilk resmi kuruluş, Tanzimat Fermanı’ndan bir yıl sonra Sultan Abdülmecit zamanında, Postane-i Amire adıyla devreye girdi. 9 Ağustos 1847 yılında Padişah Abdülmecit ve devlet erkânı huzurunda ilk telgraf atma çekme işlemi yapıldı ve İstanbul Edirne arasındaki ilk hattın döşenmesi buyruldu. Telefonun bulunuşundan kısa bir süre sonra İstanbul ve çevresinde şebekesini kurmak üzere hükümete başvuranlar önceleri pek olumlu karşılanmadılar. Fakat sonra 1881 temmuzunda Posta ve Telgraf nezareti, İstanbul Soğukçeşme’ deki kendi binasıyla Yenicami’ deki postane arasında tek telli bir telefon çektirildi. İlk santral önceleri çeşitli kuruluşlarda direk kullanılan telefon 1909 yılında “Manuel Santral” biçiminde talep edenlere verilmeğe başlandı. İlk manuel telefon santrali İstanbul’da Büyük Postane binasında 50 hatlık olarak 23 Mayıs 1909 da tesis edildi. Kadıköу νe Beуoğlu ѕαntrαllαrı 1911 уılında hizmete açıldı. İlk otomatik telefon ѕantrali 1926 уılındα Ankara’da kuruldu. Ardından diğer il merkezlerinde de telefon ѕantralları kurulmaуa başlandı. Kıѕa bir ѕüre ѕonra kurulan ѕantrallar aracılığıуla bütün iller araѕı telefon haberleşmeѕi başlamış oldu. PTT’nin 1970′lerden ѕonra уaρtığı çalışmalarla telefon, Türkiуe’de geç olmakla beraber, ѕüratle уaуılmaуa başladı. Artık günümüzde de telefon hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
TÜRKİYE’DE HABERLEŞMENİN GELİŞİMİ
(18) 2013 Mayıs // Mavi Ay
2013 May覺s // Mavi Ay (19)
(20) 2013 Mayıs // Mavi Ay
Fyodor Dostoyevski
TOZLANMIŞ RAFLAR
ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ
D
ostoyevski, 11 Kasım 1821’de Mikhail ve Maria’nın ikinci çocuğu olarak babasının hizmette bulunduğu Mariinsky Hastanesi’nde dünyaya gelmiştir. İlköğretimini Moskova’da tamamlayıp Petersburg Mühendis Okulu’na yazılan Dostoyevski, verem hastası olan annesini de aynı yılda kaybetmiştir. Aşırı derecede alkol bağımlısı olan sinirli babasının karakterinden etkilenmiş olmalı ki, okuldaki lakabı “Ateş Fedya” olmuştur. Babasının sebebi birçok tartışmaya malzeme olan ölümü 1839’da gerçekleşmiştir. Henüz 18 yaşında bir delikanlı iken hem yetim hem öksüz kalan Fyodor, depresyona girer ve ilk sara nöbetini geçirir. Fakat bu durum okulunu başarıyla bitirip, asteğmen rütbesiyle Petersburg İstihkâm Müdürlüğü’ne atanmasına engel olmaz. Askerlikten nefret ettiğindendir ki atanmasından bir yıl sonra görevinden istifa ederek yazarlığa yönelir İlk Yazarlık Dönemi İstifasının ardından kurgusal roman yazmaya başlayan Dostoyevski’nin ilk eseri olan “İnsancıklar” gecikmez (1846). İhtiyar bir adamın genç bir kıza sevdalanması konusunun ilendiği ve Dostoyevski’nin iç dünyasındaki çatışmaların cilasıyla okuyucuya adeta zihinsel bir şölen sunan romanın, genç Fyodor’un ilk eseri olmasına rağmen çok büyük yankı getirir, öyle ki dönemin en ünlü eleştirmenlerinden Belinsky kendisine ileride büyük bir yazar olacağına dair vaatler verirken, şair Neksarov “yeni bir Gogol doğdu” yorumları yapar. Sonrası ise pek acıdır: almış olduğu övgülerle umutlanan yazar, aynı yıl içerisinde “Öteki” adlı romanını yayımlar. Fakat ilk eserinin tersine, adı geçen roman alay konusu olur. Sonraki yıllarda çıkardığı iki kitabıyla, her ne kadar çaba sarf ettiyse de, “İnsancıklar” ile yakaladığı başarıyı tekrarlayamaz. Fyodor ruhsal çöküntüye girer, şevki kırılır, yazarlıktan umudu keser ve siyasette boy gösterme amacı ile “Genç Liberaller”e katılır. Sürgün Yılları Bu alanda da işleri bir türlü rast gitmek bilmeyen ünlü yazar, 23 Nisan 1849 tarihinde bir komploya karıştığı gerekçesiyle tutuklanır. İdam cezasına çarptırılan Dostoyevski tam kuşuna dizilmek üzereyken af kararı çıkar ve idam cezası dört senelik Sibirya sürgününe çevrilir. Dört yıl boyunca Sibirya’nın amansız soğuğunda kürek salladıktan sonra, 1854’te er rütbesi ile kıla hizmetine verilir.
“SUÇ VE CEZA” Özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz Petersburg’a yerleşen dünyaca ünlü yazar, bir kez daha şansını dener ve yeniden aslında hiç kopamadığı yazarlığa yoğunlaşır. 1866 yılında, sürgün sırasında edinmiş olduğu altyapının büyük etkisinin olduğu “Suç Ve Ceza” romanı yayımlanır. Ahlak kavramının ve siyasetin harmanlandığı bu eserin kahramanı Raskolnikov adında bir Rus aydınıdır. Dostoyevski’nin kardeşi Mihail’e “Suç Ve Ceza” hakkında yazdığı mektup: “Konusu gerçekten çok güzel. Kahramana gelince, bugüne kadar hiç denenmemiş bir kişi. Ama bugünün Rusya’sına bakacak olursak, böyle bir kişi karşımıza sık sık çıkmaktadır. Bu sonuca halkın kafasını yeni fikirleri anlayarak vardım. Öyle hissediyorum ki, yeni fikirler ve görüşlerle döndüğüm zaman, romanımı genişletmekte başarılı olacağım. Kişi aceleye gelmemelidir dostum. Ve insan iyi olanın dışında hiçbir şey yapmamalıdır. ” Önceleri birçok kez sara nöbeti geçiren Fyodor, son nefesini 1881 yılının Ocak ayında vermiştir. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasında yürümüştür. Kaynakça: "Dostoyevski gerçeği yakalamak. ". Hürriyet. Erişim tarihi: 18 Mart 2009 FyodorDostoevsky. com - Dostoyevski hayran sitesi
2013 Mayıs // Mavi Ay (21)
EKONOMİ PUSULASI
MARKA KAVRAMI 2012
Dunyanın En Değerli Marka Sıralaması ($M) 1 Apple 182,951 2 IBM 115,985 3 Google 107,857 4 McDonald's 95,188 5 Microsoft 76,651 74,286 6 Coca-Cola 7 Marlboro 73,612 8 AT&T 68,87 9 Verizon 49,151 10 China Mobile 47,041 11 General Electiric 45,810 12 Vadofone 43,033 13 ICBC 41,518 14 WELLS FARGO 39,754 15 VİSA 38,284 16 UPS 37,129 17 WALMART 34,436 18 Amazon. com 34,077 19 Facebook 33,233 20 Deutsche Telekom 26,837 21 Louis Vuitton 25,92 22 SAP 25,715 23 BMW 24,623 24 CHİNA CONSTRUCTİON BANK 24,517 25 Baidu 24,326 26 HP 22,898 27 Oracle 22,529 28 Toyota 21,779 29 Master Card 20,759 30 American Express 20. 198 31 HSBC 19,313 32 Hermès 19,161 33 Gillette 19,055 34 ExxonMobil 18,315 35 Pampers 18,299 36 TESCO 18. 007 37 Tencent/QQ 17,992 38 AGRICULTURAL BANK OF CHINA 17,867 39 Shell 17,781 40 RBC 17,225 41 Movistar 17,113 42 Starbucks 17,072 43 Disnep 17,056 44 Nike 16,255 45 Accenture 16,118 46 Mercedes-Benz 16,111 47 NTT DoCoMo 15,981 48 Budweiser 15,882 49 Intel 15,633 50 Orange 15,351
Marka: “Bir bir veya bir grup üretici veya satıcının mal ve hizmetlerini belirlemeye, tanıtmaya ve rakiplerininkinden ayırıp farklılıştırmaya yarayan isim, terim, sözcük, sembol, tasarım , işaret, şekil, renk veya bunların çaşitli bileşenleridir” Amerika Pazarlama Derneği’nin yaptığı marka tanımı ise şöyle: “Marka, bir satıcı veya satıcı grubunun ürün ve hizmetlerini tanımlamayı ve rakiplerinden ayrıştırmayı amaçlayan bir isim, bir terim, işaret, sembol veya tasarımdır. ” En genel anlamıyla marka,herhangi bir işletme tarafından üretilerek, bir ya da birden fazla aracı kurum tarafından piyasaya sunulmakta olan mal ve hizmetlere bir kimlik kazandıran, ilgili ürünü rakiplerinden farklı kılan bir terim (Coca Cola, Nestle, Motorola gibi), sembol veya şekil (Puma’nun Panteri, Mercedes’in Yıldızı gibi), isim (Selpak mı? Kağıt Mendil mi? . . ) veya bunların kombinasyonudur. Marka bir vaattir, kar sağlayacak bir şekilde benzersiz bir yarar beyanında bulunan veya buna yönelen, salt rekabetten daha iyi bir şekilde tüketicileri hedefleyen bir tekliftir. Kısaca, marka bir değere sahiptir ve bu nedenle soyut bir kurumsal aktiftir. Marka oluşturulmaya marka imajı ve ismi ile ürün ve hizmetlere kimlik kazandırmaya yönelik çabaların bütünü olarak ifade edilebilir. Marka ürün ile müşteri arasındaki ilişkiyi ama eder. Müşterinin beklediği bir dizi hizmeti ve kaliteyi akla getirir. Markaya bağlılık, müşterilerin beklentilerini yerine getirerek, hatta daha da iyisi onları aşarak oluşturulur.
MARKA DEĞERİ
Marka değeri: “Bir markayla, o markanın adıyla, simgesiyle bağlantılı ve bir firmaya veya firmanın müşterilerine ürün ve hizmet yoluyla sağlanın değeri artıran ya da eksilten aktifler ve taahhütler bütünüdür. ” Diğer bir tanıma göre marka değeri: "Tüketicinin tüketicinin o marka ile özleştirdiği ve diğer markalardan farklılaştırdığı ürün değerlerinin bütünüdür. Bir anlamda markaya yapılan geçmiş pazarlama yatırımları sonucunda o markayla özdeşleşmiş olan değerler toplamıdır. ’’
Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance'nin yaptığı ‘Marka Ülkeler’ araştırmalar sonucu 487 milyar dolarla Türkiye dünyanın en değerli 19. ülkesi oldu. Dünyanın en değerli 100 markası arasına Türkiyeden herhangi bir marka giremedi.
(22) 2013 Mayıs // Mavi Ay
GÜNÜMÜZDE YAŞANAN MARKA SAVAŞININ İÇİNDE BİR MARKA OLUŞTURUP ONA TÜKETİCİNİN ZİHNİNE YERLEŞTİRMEK ZAHMETLİ VE UZUN BİR PLANLI ÇALIŞMA GEREKTİREN BİR İŞTİR. BİR ÇOĞUMUZUN MAL VE HİZMET ALIRKEN ÖZENLE DİKKAT ETTİĞİMİZ MARKANIN NE DEMEK OLDUĞUNU ÖĞRENELİM
TÜRKİYE’NİN 2012
MARKA DEĞERLENDİRMESİ SONUCU 2011
2012
1 6 4 2 3 7 5 9 8 17 10 11 15 13 12 16 23 18 26 22 21 19 25 -28 42 27 33 39 36 -99 29 24 38 54 43 -41 35 -69 -30 48 66 53 44 81 51
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50
SIRALAMASI SIRALAMASI
(milliyon $) TÜRKTELEKOM TÜRK HAVA YOLLARI AKBANK İŞ BANKASI TURKCELL ANADOLU EFES GARANTİ BANKASI ARÇELİK YAPI KREDİ BANKASI OMV PETROL OFİSİ BİM FORD OTOMOTİV HALK BANKASI ENKA VAKIFLAR BANKASI MİGROS ÜLKER BİSKÜVİ ŞİŞE CAM AYGAZ FİNANSBANK BSH VESTEL ELEKTRONİK DENİZBANK ARKAS DOĞUŞ OTOMOTİV SÜTAŞ HÜRRİYET TAV BANVİT PINAR SÜT TEKNOSA ALTINYILDIZ BANK ASYA TEB ASELSAN KENT GIDA BRİSA ODEON TURİZM TESCO-KİPA VESTEL BEYAZ EŞYA KİLER GOODYEAR AL BARAKA TÜRK ŞEKERBANK TÜRK TRAKTÖR YAPI KREDİ SİGORTA ANADOLU SİGORTA TOFAŞ ECZACIBAŞ YAPI KESKİNOĞLU
2,019 1,681 1,582 1,569 1,539 1,509 1,434 1,286 1,138 1,062 965 909 859 766 737 653 452 387 384 372 343 323 274 238 200 183 158 138 136 129 125 123 113 109 107 103 102 97 95 94 91 87 84 84 84 82 82 79 71 71
Türk Telekom son dört yıldır Türkiye’nin en değerli markası olmayı başararak bu yılda Türkiye’nin en değerli markası oldu. Türk Hava Yollları marka değerini arttırarak kendini dört sıra daha öne taşıyıp Türkiye’nin en değerli ikinci markası oldu.
2013 Mayıs // Mavi Ay (23)
RÖPORTAJ
BAYBARS ALTUNTAŞ
400$’LA BAŞLAYAN UZUN SOLUKLU BİR BAŞARI HİKAYESİ
BAYBARS ALTUNTAŞ, GEÇTİĞİMİZ SENELERDE ABD’ DE DÜZENLENEN GENÇ GİRİŞİMCİLER ZİRVESİNE DAVET EDİLEN 275 KİŞİDEN BİRİ OLUP, KİTAPLARI KISA SÜREDE ÇOK SATANLAR LİSTESİNİN BAŞINDA YER ALMIŞTIR. ■ Lisede halıcıda çalışırken ve üniversitede acentede çalışırken ileride bunun gibi büyük bir şirkettin sahibi. . . Aklımın ucundan bile geçmedi. Öyle bir planımda olmadı yani Deulcom misali fakat çocukluğumdan beri şunu derlerdi bu büyüyünce bir şey olacak. Hatta benim üniversitedeki hocam daha otobüsle okula giderken derdi ki ; “milyarder öğrencimiz geldi. ” Bak ortada hiç bir şey yokken demek ki bir ışık varmış ama neden böyle derlerdi ne yapardım da insanlarda böyle bir imaj uyandırdım onu bilmiyorum. ■ Bildiğiniz üzere girişimcilerin en büyük sorunu çevrelerinin sözleriyle enerjilerinin sönmesi oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Zaten en büyük bariyer yakın çevredir burada o bariyeri aşabilmek önemli. Aileler ve yakın çevre her zaman bir şeyler söylerler bu konuda her zaman şunu söylerim; Girişimcinin kulağının içi tertemiz olacak, laf sağ tarafından girecek sol tarafından çıkacak. Öyle fazla dinlemeyecek yani. ■ Türkiye’de inovasyon yaratan
(24) 2013 Mayıs // Mavi Ay
40 patrondan biri seçilmek ve hayatınızın TRT tarafından belgesel olarak yayınlanması sizde ne gibi duygular uyandırdı? Bunların hepsi hikâye, yani birisi geliyor seçiyor seni veya seni hayatını belgesel yapsa senin ki belgesel oluyor. Yani tabi ki bir şey yapanların başına geliyor bu tarz şeyler ama bunları böyle kalıcı ve mezara kadar taşınacak cinsten apoletler değil onu demek istiyorum. ■ Sizce girişimcilikte şans faktörünün yeri neresidir? Sizin başarınızda ana etkenin şans ve iç güdü mü yoksa çalışkanlık olduğunu mu düşünüyorsunuz? Valla şimdi bu bir paket. Çok çalışırsan başarılı olursun, çok iyi fikir üretirsen başarılı olursun, çok paran olursa başarılı olursun gibi tek parametreye bağlamak mümkün değil. Bunların hepsinin payı var. Fakat ana pay dersen ben bunu mail deki @ işaretine benzetiyorum. Adres ne kadar doğru olursa olsun o işareti koymazsan o mail gitmez. Dolayısıyla burada da yüce Allah’ın takdiri olmadan hiçbir şey
olmaz. ■ Zengin adamın çocuğundan girişimci olmaz gibi bir söylemeniz var. Bunlar hakkında ne diyeceksiniz? Kitabın başına geleceğin girişimcileri kızım Eda ve Alara’ya diye başlık attım ve daha sonra küçük kızım Eda geldi, dedi ki; ”Hem kitabın başında böyle diyorsun hem de kitapta zengin adamın çocuğu girişimci olmaz diyorsun, biz ne olacağız şimdi. ” Güzel bir şey yakalamış ondan sonra değiştirdim o söylemimi zengin adamın çocuğu da girişimci olur ama şu da bir gerçek ki sıfırdan başlamakla belli bir noktadan ilerlemekle arasında dağlar kadar fark var. ■ Tecrübelerinizi paylaşmak için yeni kitaplar yazmayı düşünüyor musunuz? 2. kitabım yeni çıktı zaten 3. ’yü de düşünüyorum ama içerik hakkında bir şey söyleyemem şimdilik (rakipleri uyandırmayalım diyor gülerek). ■ Tek cümleyle yeni nesil girişimcilere tavsiyeleriniz nelerdir? İT ve mobil teknolojilerinden uzaklaşmasınlar.
SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ
KALİGRAFİ SANATI
Kaligrafi, köken bakımından Yunanca kallos “güzel” ve graphos “yazı” kelimelerinden türemiştir ve günümüzde de " kaligrafi "olarak bilinmektedir. Bilinen en eski örnekleri M. Ö. 2494-2345 döneminde papirüsler üstüne yazılmış hieratik yazılar olan kaligrafiyi, ‘süsleyerek güzel ve zarif yazı yazma sanatı’ olarak tanımlamak mümkündür. Kaligrafi, ülkemizde genellikle “hat sanatı” ile aynı çerçevede anılıyor olsa da, esasında farklı konulardır. Kaligrafi sanatını yapan sanatçıya " kaligraf " hat sanatını yapan sanatçıya da " hattat " denir. Kaligrafiye Latin harfleri kullanarak güzel yazı yazma sanatı denebilir. Bu sanatta yazılanın ifade ettiği anlam kadar, yazının ortaya koyduğu resmin estetiği de önem taşır. Kaligrafide temel amaç değişik motifler kullanarak yazıyı olduğundan farklı bir kimliğe büründürmektir. Genellikle dik ve yatay çizgilerden oluşan Latin harflerini simetrik bir şekilde kâğıda dökmek kaligrafinin en temel unsurlarından birisidir.
www. kaligrafatih. com e-mail : kaligrafatih@gmail. com iletişim : 0531 010 2080
" Bir Kaligrafın Kaleminden Dökülenler "
2013 Mayıs // Mavi Ay (25)
KÜLTÜR VE SANAT
TÜRKİYE’NİN OKSİJEN KAYNAĞI
KARADENİZ
KARADENİZ BÖLGESİNİN KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ ŞİVESİ
Doğu Karadeniz’de konuşulan şive laz şivesidir Tüm Kafkas dilleri gibi Lazca bol miktarda sessiz harfe (consonant) sahip olup, diğer Güney Kafkas dillerinde bulunmayan (f),(y) ve (h) gibi sessizleri ve Hopa ve Borçka (Çxala) dialektinde kullanılan uvular (küçük dil) sessizi (consonat) (q) harfini de barındırdığından ait olduğu dil ailesinin, consonant sayısı bakımımdan en zengin dilidir. Lazca özellikle büyük kentlere göçen genç nüfusun hızlı asimilasyonu sonucu yok olmak üzeredir. Yörede mısır, lahana ve hamsinin özel bir yeri vardır. Çünkü bütün yemek çeşitleri bunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Ayrıca birkaç istisna dışında Rize’de ku-
(26) 2013 Mayıs // Mavi Ay
rutma söz konusu değildir. Bu nedenle turşu da ön plana çıkmaktadır. Bu yiyecekler süt ürünleri ile desteklendiğinde beslenme dengelenmektedir. Mısır ekmeği ince öğütülmüş mısır, ılık su ile yoğurulur,birazda tuz eklenir ve plekide pişirilir. Eskiden ekmek olarak yalnızca mısır ekmeği vardı. Yoğurtla mısır ekmeği yöre yemek kültürünün önemli bir öğesidir
KEMENÇE VE HORON
Kemençe, Doğu Karadeniz bölgesinde yaygın olan ve rebap, keman türü yaylı çalgılarla akraba olduğu sanılan, bir yay
yardımıyla çalınan üç telli geleneksel halk çalgısının adı olup, klasik kemençe ile karıştırılmasını önlemek amacıyla Karadeniz kemençesi ya da Laz kemençesi olarak da adlandırılmaktadır. Karadeniz kemençesi temel müzik aleti olduğu özellikle Giresun, Trabzon, Rize,Artvin ve Ordu'nun yanı sıra kısmen Samsun ,Bayburt,Gümüşhane, Cumhuriyet döneminde Karadenizlilerin topluca göç ettiği Adapazarı, İzmit köylerinde ve büyük şehirlerde kullanılır. Yörede yaşantısının önemli kısmını oluştururdu. Dede, baba, kaynana, torun, kız veya gelinin bir horonda buluştuğu çok olurdu. Temel eğlence, horon ile türkülerdi. Horon; Horon oynamak, horon kurmak, horona durmak, horon yapmak ve horon vurmak adlarıyla yörede bilinir.
KARADENİZ BÖLGESİNE AİT BAZI YEREL YEMEK ÖRNEKLERİ HAMSİ BÖREĞİ (Giresun) BAKLA ÇORBASI (Gerede) Karalahana Çorbası (Ordu) Fasulye Kavurması (Giresun) CEVİZLİ TAVUK (SAMSUN) PANCAR YAPRAĞI ÇORBASI (GİRESUN) GELİN TIRNAĞI (SAFRANBOLU) GENDİME ÇORBASI (GÜMÜŞHANE) BEYAZ BAKLAVA (Zonguldak) TOYGA ÇORBASI (AMASYA) TOKAT DOLMASI Kızarmış Hamsi Buğulama (Karadeniz) ETLİ EKMEK (Kastamonu) FINDIK KÖFTESİ (GİRESUN) Laz Helvası Ayvalı Et (Gümüşhane) MISIR PASTASI (SİNOP) Kuymak (Mıhlama) Trabzon Uğut (Bolu) Siron (Gümüşhane) Laz Böreği Mengen Pilavı (Bolu) Kıymalı Karalahana (Samsun) Kağıtta Hamsı (Samsun) Peynirli Ve Cevizli Mantı (Samsun) Yanıç (Samsun) Böbrek Kavurma (Samsun) Mısır Çorbası (Samsun)
KARADENİZ BÖLGESİNDE KULLANILAN BAZI KELİMELER
Abrul: Nisan Accuk: Azıcık Azuk: Yiyecek Bıldır: Geçen sene Böğün: Bugün Cıbıldak: Çıplak
Çakır Gözlü: 1) Renkli gözlü 2) Ela gözlü Çömez: Ufak çocuk Dadduk: Sevimli, tatlı Eylenmek: Oyalanmak
Gaccuk: Kadar Haçan: 1) Madem 2) Ne zaman Süflü: Pasaklı Uşak: Erkek evlat Vire: Daima, devamlı
2013 Mayıs // Mavi Ay (27)
KÜLTÜR VE SANAT
KARADENİZ BÖLGESİNE AİT BAZI YEREL OYUN ÖRNEKLERİ
ARALI EMEN
En az beş kişilik iki takımla oynanır. Takımların oluşumu ve emenin kim tarafından korunacağı tekerlemelerle belirlenir. Emen meydan ortasına konulmuş bir taştır. Birinci takının görevi rakip takım oyuncularının emene dokunmasını engellemektir. İkinci takımın görevi ise emene dokunarak ele geçirmeye çalışmaktır. Birinci takım emen taşının etrafını çevreleyerek rakip takımın taşa dokunmasını engellemeye çalışır. Bu sırada ikinci takım oyuncuları meydana yayılarak emeni koruyan oyuncuları rahatsız etmeye başlarlar. Bu mücadele esnasında ikinci takım oyuncularından emene dokunmaya çalışanlardan yakalananlar oyun dışı kalırlar. Eğer ikinci takım oyuncuları birinci takım oyuncularından birisiyle emen arasından yakalanmadan geçerse birinci takımın bu oyuncusu da oyun dışı kalır. Bu yarışma emen ele geçirilinceye ya da ikinci takım oyuncularının tamamı oyun dışı kalıncaya kadar devam eder.
(28) 2013 Mayıs // Mavi Ay
BABADİK
BALIK BATTI OYUNU
Televizyonun yaygınlaşmasından önce akşam misafirliklerinde kadınlı erkekli gruplar tarafından oynanan bir oyundur. Grup halka olur, bağdaş kurup oturur, herkes ellerini bacaklarının altına sokar. Bir kişi ise halkanın ortasında oturur. Halkada oturanlar ellerindeki kıvrılmış bir mendili birbirlerine ebeye yakalanmadan verirler. Ebe ise mendilin kimde olduğunu anlamaya çalışır. Herkes ebe baktığında sanki mendil kendisindeymiş gibi paniğe kapılmış görünmeye çalışarak ebeyi yanıltır, bu esnada mendil elden ele dolaşır. Arada bir mendille ebeye vurulup tekrar saklanır. Ebe mendili kimin elinde yakalarsa yeni ebe o olur.
ELİM SENDE
Çocuklar bir tekerleme söyleyerek aralarında bir ebe seçtikten sonra ebeden kaçarlar. Ebe ise onlara eli ile dokunmaya çalışır. Ebe kime dokunursa bu defa o çocuk ebe olur. "Elim Sen de Elim Sende Sabaha Kel Kalk Sen de"
İki grup arasında oynanan oyunun malzemeleri bir top ve yedi adet yassı taştan ibarettir. Yassı taşlar üst üste dizilir. Amaç altı yedi metre uzaktan topu yuvarlayarak taşları yıkmaktır. Atış yapılıp, taşların yıkılmasıyla oyun başlar. Top karşı takımdadır, atışı yapan grup yıktıkları taşları tekrar üst üste dizmeye çalışırken, diğer grup ellerindeki topu elden ele geçirerek onları vurmaya çalışır. Topla vurulan oyun dışı kalır. Eğer vurulmaya çalışılan kişi, atılan topu yakalayabilirse, topu rakiplerinin alamayacağı bir yere fırlatarak takımına zaman kazandırmış olur. Onlar taşları bu sırada üst üste dizmeye çalışırlar. Her ne kadar kulağa kolay işmiş gibi gelse de üst üste yedi taşı yıkmadan koymak çetin iştir. Tüm taşları dizerlerse, oyunu kazanırlar, eğer gruptaki oyuncuların hepsi taşları dizemeden rakipleri tarafından vurulursa kaybederler.
(MÖ 69-30) ’TÜM KORKUNÇ VE GARİP OLAYLARA KAPIMIZ AÇIK, AMA KONFORDAN RAHATSIZ OLUNUZ…’’ CLEOPATRA
M
ilattan Önce 51 yılında Mısır’da bir kral öldü. Onun ölümüyle Cleopatra efsanesi de başlamış oluyordu. Kral Ptoleme,krallığını henüz 18 yaşındaki kızı Cleopatra ve 12 yaşındaki oğlu XIII. Ptoleme’ye bırakmıştı. Kralın ölümüyle birlikte çocukların velayeti Romalı bir lider olan Pompey’e kaldı. Böylelikle, kralın ölümünü takip eden iki asır boyunca devam edecek olan Roma-Ptoleme hanedanlığı bağlantısının temelleri de atılmış oluyordu. Ptoleme hanedanlığının , dolayısıyla Mısır’ın gücü azalırken, Roma imparatorluğu yükselişe geçmişti. Mısır şehirleri bir bir düşerken, Ptolemelilerin yapabildiği tek şey, Romalılarla bir ittifaka girmekti. Kralın ölümüyle birlikte Mısır üzerindeki Roma gölgesinin koyuluğu artmış,hanedanlık çatırdamaya başlamıştı. Şerlerinden korunmak için Romalılara Haraç ödeniyordu. Tahta çıkması için kardeşiyle evlenmesi gerekti… Yeni şartlar ışığında krallık Cleopatra’nın ellerine kalmıştı,ama bir sorun vardı;Ülkeyi tek başına yönetemezdi. Zira Mısır kanunlarına göre kadın hükümdar bir kral olmaksızın hükmedemezdi. Bu kral, bir evlat yada bir kardeş de olabilirdi. Bu şart gereği Cleopatra,kardeşi XIII. Ptoleme ile bir evlilik yaptı. Ptoleme’nin,isminin en önde yazılması şeklindeki ısrarlarına rağmen kardeşinin/kocasının ismini tüm resmi belgelerden temizleten Cleopatra,kısa zamanda iktidarı paylaşmaya niyeti olmadığını da göstermiş oluyordu. Dönemin tüm portrelerinde kendisi yer alırken,ismini sikkelerin üzerine yazdırmakta da gecikmedi. Yaşı küçük,ama ihtirası büyüktü… İhtirası tahtından ediyor… İktidara geldiğinde etrafındaki dünya çatırdıyordu. Kıbrıs, Suriye ve Afrika’nın kuzeyindeki bölgeler gitmişti. Dışarıda anarşi,içerideyse kıtlık vardı. Oysa Makedon kökenli Cleopatra’nın hayallerini süsleyen,bir dünya imparatoluğuydu. Asrının tüm erkek hükümdarları da aynı şeyi hayal etmiyor muydu? Cleopatra’nın ‘tek adamlığa’soyunması, özellikle saray eşrafını kızdırıyordu. Ptoleme’nin ismini Mısır’ın gündelik hayatından kazıması,gelenekçi sarayı ayağa kaldırdı. Haremağası Pothinus’un liderliğindeki bir saray darbesiyle Cleopatra devrildi. Kardeşi/kocası , artık Mısır’ın tek hakimi olmuştu,ama genç kadının o kadar da erken pes etmeye niyeti yoktu. Pelesium’da( bugünkü Mısır/Port Said yakınları) kendisine sadık adamlarla bir isyana kalkıştıysa da, bu isyan uzun soluklu olmayacak ve Cleopatra, hayatta kalan tek kız kardeşi Arsinoe ile birlikte Mısır’dan kaçmak zorunda kalacaktı. Roma’nın hakimi Caesar’ı şaşırtıyor Cleopatra sürgündeyken, bir zamanlar
hamiliklerini yapan Pompey,Roma’daki iç savaşa dahil olmuştu, ancak başından büyük bir işe girdiğini kısa sürede anlayacaktı. Zira karşısında Caesar vardı. MÖ 48’de Caesar’ın güçlerinden kaçarak İskenderiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Lakin bir süre sonra Ptoleme hanedanlığı adına çalışmaya başlayan yakın adamlarından biri tarafından öldürüldü ve ailesinin gözleri önünde kafası kesildi. Bu işin arkasında,Caesar’ın güvenini kazanarak müttefiki olmak isteyen ve böylelikle ülkesi üzerindeki maddi manevi Roma baskısını hafifletmeyi planlayan Mısır Kralı Ptoleme’nin olduğuna inanılıyordu. Dönemin Mısır’ında ihanet,cinayet ve sürekli değişen müttefik arayışları hayatın ayrılmaz rutinlerinden olmuştu. Zaman, uyanık Ptoleme’nin evde yaptığı hesabın çarşıya uymadığını göstermekte gecikmeyecekti. Henüz Pompey’in kanı kurumamıştı ki Caesar,Mısır’a ayak bastı. Ptoleme büyük bir gururla,Pompey’in kesik başını Caesar’a sundu. Ama hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Her ne kadar siyasi açıdan rakibi olsa da Pompey,Roma Konsülü’nün üyelerinden biri ve aynı zamanda Caesar’ın tek yasal kız kardeşi Julia’nın(ki doğum yaparken çocuğu ile birlikte ölmüştü) dul eşiydi. Roma’nın hakimi öfkelenmişti. Bununla birlikte Caesar,bu fırsatı değerlendirmekte gecikmedi. Mısır’ın başkentine el koyarak bir türlü iktidarı paylaşamayan Ptoleme ve Cleopatra arasına girdi. Bu şekilde hem taraflar hem de Mısır üzerinde sürekli bir denetim kurmayı planlıyordu. Ama bu arada kendisini bekleyen büyük aşktan hiç mi hiç haberi yoktu… Caesar’ın Ptoleme’ye olan öfkesinden yararlanmak isteyen Cleopatra, başkentteki saraya dönmekte gecikmedi. Hem de ne dönüş! Rivayete göre,düşman hatlarını geçerken yakalanmamak için kendisini bir İran halısına sardırmış,sonra bu halı uşakları tarafından Caesar’a sunulmuştu. Halı açıldı ve genç kadın yuvarlana yuvarlana ayak ucuna kadar geldiği Caesar’ın gözlerinin içine baktı. Asırlara meydan okuyarak günümüze kadar gelen o efsanevi aşk işte o an başladı. Dokuz ay sonra Cleopatra,Caesar’ın çocuğunu doğurdu. Bu aşk,dünya iktidarı hırsıyla yanıp tutuşan kalbini bir nebze yumuşatmış olmalıydı ki Caesar, Mısır’ı topraklarına katma fikrinden vazgeçerek, çocuğunun annesini Mısır tahtına oturtmaya karar verdi. Belki de bu şekilde,bazı tarihçilerin iddia ettiği gibi Mısır’ı ‘kukla bir rejim’ ile kendi denetiminde tutmayı planlıyordu. Durum, devrik kral kardeş/koca’nın hiç ama hiç hoşuna gitmemişti. Ayaklandı. Kısa süreli bir iç savaşın ardından geriye kalan,XIII. Ptoleme’nin, Nil nehrindeki timsahların dişleri arasında kalan parçalarıydı. Cleopatra, eskisinden daha güçlü bir şekilde yine tah-
tındaydı ama o kanunlar yok muydu o kanunlar?Bu kez de yanına iktidar ortağı olarak,diğer bir kardeş XIV. Ptoleme oturmuştu… Aralarındaki 30yıllık yaş farkına rağmen Caesar ile Cleopatra, Roma’nın efendisinin Mısır’da kaldığı bir yıl boyunca mutlu bir birliktelik yaşadılar. Tanıştıklarında Cleopatra 21, Caesar ise 50 yaşındaydı. Cleopatra Caesar’dan olan oğluna Ptoleme Caesar adını vermişti. Ama çocuk daha çok Küçük Caesar anlamına gelen Caesarion ismiyle çağırılacaktı. Oğulları Caesarion’u varis ilan etmesini istemelerine rağmen imparator buna yanaşmadı. Onun yerine yeğeni Octavian’ı varis ilan etti Cleopatra çocuğuyla birlikte birkaç kez Roma’yı ziyaret etti. Ve muhtemelen Caesar suikaste kurban gittiğinde de Roma’daydı. XIV. Ptoleme ölünce varis olarak oğlunu atadı. Ve hem kendisinin hem de oğlunun istikbalini düşünerek kız kardeşi Arsinoe’yu öldürttü. Caesar’ın suikaste kurban gitmesinin ardından Roma karışmış,iç savaş çıkmıştı. Suikastçıları Brutus ve Cassius’un önderliğinde klik,Marcus Antonius,Caesar’ın evlatlığı ve veliahdı Octavian ve sıkı bir Caesar hayranı Marcus Aemilius Lepidus tarafından mağlup edildi. Ortalığın yatışmasından sonra Marcus Antonius Roma İmparatorluğu’nun doğusunun,Octavian ise batısının efendisi olmuştu. Yeni bir Romalı,yeni bir aşk: Marcus Antonius sahnede Bu arada ülkesine kaçmış olan Cleopatra Roma’daki yeni güç dengelerini gözetmekten de geri kalmıyordu. Kendisinin ve çocuğunun istikbali için bir gözü Mısır’da diğeri Roma’da olmalıydı. Roma’nın üç patronu vardı. Cleopatra hangisine yaklaşacağını iyi biliyordu. MÖ42’de Marcus,Roma’ya olan sadakatine ilişkin meseleleri konuşmak için Cleopatra’yı Tarsus’a davet etti. Böylesi bir davete hazırlıklı olan Cleopatra,avı hakkında yeteri kadar istihbarat toplamıştı. Marcus’un kısıtlı taktik ve stratejik yeteneklerinden, asalet düşkünlüğünden,alkole aşırı ilgisinden,ihtiraslarından ve hepsinden önemlisi kadınlara olan merakından fazlasıyla haberdardı. Her ne kadar Mısır kıtlık,kuraklık ve sefaletten kırılma noktasında olsa da Cleopatra, takındığı tavırlarla Roma’lıya,kimsenin Mısır’ı kendisinden daha iyi yönetemeyeceği izlenimini vermek istiyordu. Tarsus görüşmesine giderken üzerine ülkesindeki en iyi mücevherleri takıp takıştırdı,ipekten elbiselere büründü,ilk karşılaşmanın mümkün olduğu kadar çarpıcı olmasını istiyordu. Devamı bir sonraki sayida
2013 Mayıs // Mavi Ay (29)
TARİHİ DEĞİŞTİREN BİYOGRAFİLER. .
CLEOPATRA
SİZİN SAYFANIZ
MERCANLARIN GİZEMLİ DÜNYASI
Mercanlar rengarenk görüntüleriyle tropik denizlerin hem süsü hem de yaşam kaynağı.
(30) 2013 Mayıs // Mavi Ay
A
ltın sarısı bir kumsal, turkuazdan maviye dönen bir deniz… Davetkarlıkta sınır tanımayan bu manzaranın asıl güzelliği denizin altında başlıyor. Tropik denizlerin diplerini rengarenk çiçek bahçelerine çeviren mercanlar, doğanın yarattığı güzelliklerden bir tanesi. Bakmaya doyulamayacak kadar farklı renklerde ve biçimlerde görebileceğiniz mercanlar sandığınızın aksine bitki değil. Mercanlar, omurgasızlar sınıfında yer alan bir hayvan türü, bu özelliğiyle de denizanalarının yakın bir akrabası.
Mercanlar nasıl oluşuyor? Mercanlara baktığınızda farklı formları ve renkleri çok karmaşık bir canlı türü olarak görmenize neden olabilir. Aksine mercanlar polip adı verilen basit bir organizmadan oluşurlar. Polip alt ucu bir bitki gibi yüzeye bağlı olan, içi boş silindirik bir yapı. Bu yapının serbest ucunda yer alan ağzında dokunaçlar bulunuyor. Bu dokunaçların görevi besin toplamak. Bu yüzden de dokunaçlar belirli bir ölçüde uzayabilen ve avlarını yakarak etkisiz hale getiren kapsüllerden oluşuyor. Mercanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için yosunlarla da bir işbirliği kuruyorlar, bu işbirliğinde yosunlar fotosentezle mercanın yaşamını devam etmesi için gereken besinleri üretirken, mercanların dışkıları da bu yosunlar için bir besin kaynağı oluşturuyor. Mercanların ürettikleri besinler de, balıklar için besin kaynağı oluşturuyor. Bu yüzden mercan resifleri rengarenk yüzlerce çeşit deniz canlısına ev sahipliği yapıyor. İskelet oluşturmayan mercanlara yumuşak mercan adı veriliyor. Bu yumuşak mercanlar denizden topladıkları planktonlarla besleniyor, bu yüzden de akıntının çok olduğu suları seviyorlar. Poliplerin boyu bir santimetre bile olmasa da, polipler kolonileşerek büyük bir hızla yayılır. Her yıl 15 santimetre büyüyebilen mercanlar yıllar içerisinde mercan resiflerini oluşturur. Bu resifler kilometrelerce uzunlukta olabilir, örneğin Avustralya’da Queensland’in doğusunda yer alan Great Barrier resifi 2 bin kilometre uzunluğunda.
Mercanlar neden farklı renkte? Mercan iskeletleri kalsiyum, magnezyum ve strontyum elementleriyle, kalsiyum karbonat bileşiklerinden oluşuyor. Bu sert yapıyla birleşen yosunlar, normalde renksiz ve saydam olarak görülecek bu yapılara turuncu, yeşil ve kahverengi gibi değişik renkler veriyorlar.
Mercanlar nerede bulunur? Mercanların yaşamaları için güneş ışığı çok önemlidir. Güneş ışınlarını engellemeyen berrak sular, yıl boyunca 23-30 derece arasındaki sıcak sular mercanların ideal yaşam ortamlarını oluşturuyor. Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Karayipler, Filipinler, Endonezya ve Avusturalya mercan resiflerinin yoğunlukla bulunduğu bölgelerin başında geliyor. Türkiye sularında mercan resifleri bulunmuyor. Akdeniz’in tabanında yer alan bazı mercan türleri 40-200 metre arasında yaşıyorlar ama bu metrelerde güneş ışığı deniz suyu tarafında soğrulduğu için bu mercanlar gri tonlarda görülebiliyor.
Mercanlar tehlikede!! Deniz suyunun kirlenmesi ve küresel ısınmanın etkisiyle deniz suyunun 1-2 derece ısınması, mercanlarla birlikte yaşayan yosunların yaşamlarını tehdit ediyor. Kirlenme bu yosunların yaşamlarını devam edebilmesi için gerekli olan fotosentezi engellerken, poliplerinde yaşamaları için gerekli besinlerin oluşmasını engelliyor. Aynı şekilde deniz suyu sıcaklıklarındaki değişimler çoğu yosun türünün ölümüne neden oluyor. Dünyadaki mercan kayalarının yüzde 75’i yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Özellikle insan faaliyetleri sonucunda oluşan ekolojik dengesizlik, mercan kayalarının dünya üstünde silinmesinde en büyük etken. Uzmanlar, bir önlem alınmazsa önümüzdeki 20 yıl içinde mercan kayalarının ciddi oranda yok olabileceğini söylüyor. Risk Altındaki Mercan kayaları adlı yeni araştırma 1998 yılında hazırlanan bir raporun yeniden düzenlenmiş hali. Rapor yeni veriler içeriyor ve daha yüksek çözünürlüklü uydu resim teknolojisi kullanıyor. Raporda ilk kez iklim değişikliği de diğer risk faktörleri arasında sayılıyor. Rapora göre uluslararası toplum harekete geçmediği takdirde mercan kayalarının yüzde 90’ı 2030 yılı itibariyle tehdit altında olacak. 40 yıl içinde ise tüm mercan kayaları yok olma riski altına girecek. Dünyadaki mercan kayalarının yüzde 75’i yerel ve küresel baskılar altında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Okyanus ve Atmosfer Yönetimi (NOAA) başkanı Jane Lubc-
henco, “Şu anki eğilim devam ederse , bundan 20 yıl sonra mercan kayalarının yarısı beyazlaşmalarına neden olacak termo strese maruz kalacak. 50 yıl içinde bu oran yüzde 95’i geçecek,” diyor. Mercan kayaları kıyıların korunması, dünyadaki milyonlarca insane gıda güvenliği ve ekonomik refah sağlamak konusunda önemli rol oynuyor. Mercanlar önemli protein kaynağı ve ilaç sanayisinde potansiyel kaynak. Dünya Doğal Kaynak Enstitüsü’nden Lauretta Burke mercanların turistler için çekici olduğunu da hatırlatıyor. Diğer tehditler arasında ise balıkçılıkta patlayıcı madde kullanma, yosunların, toksik maddelerin artışı yer alıyor.
Neler Yapmalıyız? Günümüzde çevre ile ilgili olayları incelediğimizde beklenen felaketlerin hemen hepsini yaşadığımızı ve ne yazık ki her geçen süre bunun artarak devam ettiğini görüyoruz. Dünyaya en çok karbondioksit gazı salan ABD bu olayı bilmesine rağmen yaşanan çevre katliamına seyirci kalabilmektedir. Bazı film yapımcılarının çevre felaketleri ile ilgili filmler yapması boşuna değildir. İnsanları bu filmler ile uyarmaya ve bilinçlendirmeye çalışmaktadırlar. Ne yazık ki bu filmlerin senaryoları hayal mahsulü değil, bazı bilim adamlarının raporları okunarak yazılmaktadır. Birçok uzmanın görüşüne göre 2050 yılı kritik bir tarih olarak verilmektedir. Eğer küresel ısınma bu şekilde devam ederse 2050 yılında dünya yaşanır bir yer olmaktan çıkacaktır. Fakat en kritik yıllar önümüzdeki 10 yıldır, zira bu dönemde alınacak önlemler ile geri dönülmez noktaya gelinip gelinmeyeceği belli olacaktır. Dünya Yaban Hayatı Koruma Fonu (WWF)’nın raporuna göre Akdeniz havzasında bulunan Türkiye’de 40 dereceye yakın sıcaklıkların mevsim normali olacağı, tarım alanlarının ise yüzde 40’nın kuruyacağı belirtilmektedir. Yine aynı raporda tüm dünyada mercan resiflerinin ise sadece yüzde üçünün kalacağı, bütün dünyada ama özellikle de yoksul ülkelerde çok büyük kıtlıklar ve toplu ölümler olacağı açıklanmıştır. Bu durumun önüne geçebilmek için yapmamız gereken en önemli şey karbondioksit salınımını azaltmak için, petrol türevli yakıtlardan bitkisel türevli yakıtlara ve hidrojen, rüzgar enerjisi gibi enerji kaynaklarına yönelmektir. Dünyanın en büyük 7’inci ekonomisi California aynı zamanda küresel anlamda sera gazı salınımında da dünya 12’incisi. Son alınan bir kararla California, küresel ısınmayla bağımsız bir yönetim olarak mücadele edeceğini, gelecekte hidrojenli otomobillerin eyalette yaygınlaştırmayı hedefledikleni açıkladı. Bu kararın tüm ABD’ye örnek olmasını temenni etmekten başka şansımız yok. Zira 1997 imzalanan, ancak Rusya’nın da imza koyması ile 2005 yılında devreye alınabilen Kyoto Protokolü küresel ısınmaya karşı atılmış en önemli adım. ABD 8 milyon kişinin işsiz kalabileceği ve ekonomisinin çökebileceği korkusu ile bu protokolü imzalamıyor. Peki imzalanmayan bu protokolde kısaca neler yer alıyor? ■ Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5′e çekilecek. ■ Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek. ■ Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak. ■ Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek. ■ Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak. ■ Çimento, demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek. ■ Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokacak. ■ Güneş enerjisinin önü açılacak. Nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak. ■ Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak. İşte imzalanmayan protokolün yaptırımları ve hızla yok olmaya doğru giden bir dünya, ABD’nin ekonomik çöküntü beklentisine karşılık dünya ekonomisinin çöküntüsü ve 8 milyon kişinin işsiz kalması korkusu karşısında insanlığın yok olması… Birilerinin karar vermesi gerekecek ama çok fazla zamanımızın olmadığı açık. Doğanın mucizelerini ve bize sunduğu nimetleri daha iyi kavrayabilirsek, hepimiz insanlığın geleceği için daha duyarlı davranabiliriz.
2013 Mayıs // Mavi Ay (31)
KARİKATÜR (32) 2013 Mayıs // Mavi Ay
MİZAH-ÜL ŞAHANE VESAİRE BİLMEM NE….
E
vvvet yakaladım işte sizde dediniz dimi ne diyo bu adam burda diye. Şimdiden söyleyim endişe edilcek bi durum yok sadece beklentiyi yüksek tutup sizleri hayal kırıklığına uğratıcam. Öyle ahım şahım bişey yazmıcam yani onu demeye getiriyorum bakmayın öyle. İlk sayıda ki gibi saçmalıcam sadece… uhhuhuhu ne soğuk behh. Kusura bakmayın da havalar ne soğudu öyle yaa. Bide ben İzmirdeyim ona rağmen böyle. Gerçi İzmir deyip geçmemek lazım ,İzmir öyle yazları sıcak ve kurak kışları ılıman değil, tamam yazın sıcakta kışın ılımanlıktan eser yok penguen getirsen hiç yabancılık çekmez yani o derece . . Hiç unutmuyorum İzmire ilk defa gelicem annem valizimi hazırlıyo o sırada gözüme takıldı annem valize kazaklar,kalın çoraplar,pijamalar falan koyuyo, dedim napıyosun anne sen orası İzmir yaz-kış sıcak(Herşeyi biliyorum ya)koyma onları,olsun molsun dedi laf dinlettiremedi bana. Neyse geldim İzmir e herşey beklediğim gibi ne biçim sıcak öyle nefes alamazsın,derken sonbahar falan geldi kışa doğru bi serinlik geldi sonra bir soğuk geldi aman aman . bende kazak yok bişey yok,millet montları giymiş ben kısa kollu tişörtlerle geziyorum bide çaktırmıyorum karizma bozulmasın diye ben üşümüyorum,buna soğuk mu diyonuz siz falan, neyse sonra ilk fırsatta gittim eve kalın ne var ne yok aldım hepsini sonra bi rahat ettim. Yani aldanmayın İzmirin havasına buraya ilk geldim uyardılar ‘İzmir in havasına ,kızına güven olmaz dediler’ ona göre yani gelecek varsa bilsin gelsin derim ve giderim !! Uuu ne gittim öyle bee ,neyse bu ayda böyle bitirmiş olalım gelecek sayıda tekrar görüşelim ammaa unutmayalım,bi eksiğim göçüğüm varsa e-mail den ulaşabilirsiniz yani sadece eksik göçük için değil iyi şeyler içinde olabilir. Hadi kaçtım ben :D A. KADİR ŞENGÜL
2013 Mayıs // Mavi Ay (33)
SİZİN SAYFANIZ
Rüzgarın, siyah ve beyazla buluştuğu an
Gecenin karanlığından faydalanan ışıkların denizle dansı
(34) 2013 Mayıs // Mavi Ay
2013 May覺s // Mavi Ay (35)
PSİKOLOJİ
ÖĞRENCİ PSİKOLOJİSİ “ZAMANIN İÇİNDE “BAŞARISIZLIK” TÜRKÜSÜYLE YÜRÜYEN ADAMIN, “BAŞARI” İÇİN HER YUMRUKTA DÜŞEN BOKSÖRÜN, SANKİ HİÇ YUMRUK YEMEMİŞ GİBİ TEKRAR RAKİBİN KARŞISINA ÇIKMASI GİBİ… HAYATIN KARŞISINA ÇIKMAK… (36) 2013 Mayıs // Mavi Ay
A
ileden ve doğuştan getirdiklerimiz ve size sunulan yaşantılar ve de kıyaslar…çevrenizdeki arkadaşlarınızın imkanları ile… Sarı beş yüz lira ile ikinci günün ikinci teneffüsünde fruko gazoz ve simit için beklemek ikinci günün ikinci teneffüsünü… Akşamların ayazında eve gitmek için çamur ve soğukla beraber yürümek ve inatla binmemekotobüse, dolmuşa… Bir bisiklet için yıllarca beklemek, istemek Almancı dededen ama hiç kimseyi kırmadan evet deyip yapmadığı gibi sadece bir dahaki yılda beklemek ümitle ve isterken bile yüzünden çıkan ateşleri hissetmekle beraber. Ve isyan okula derslere, yumruğun gücünü hissetmek ve güçlü arkadaşlarla dolaşmak, aykırı olmak, lacivert yerine yeşil kareli ceket giymek, kısa saça inat, uzatmak saçları… Okul diye Sarıgül ve Bağdatlı’yı ocakçıyla beraber açmak darabalara yardım etmek, Retkit’e (tabela öyle idi) bilardoya hazırlamak kopya kağıtlarını…Matematik yazılısından ilk beş dakikada çıkmak beş kişi. Rahibe koridorlarında elimize vurulan ve suratımıza çakılan tokadın tınısı ile dolaşmak okaliptüs ağaçlarının altında, sanki sen yaptırmışsın gibi okulu… Ve 93 mayısı ve bir kitapçık, amaçsız ruhumuza sunulan bir kitapçık. -Nedir bu? -ÖSS kitapçığı -Sınava gireceksiniz -Ne çıkar bilmeden bu sınavdan… Bildiğimiz okulun odunluğunun yanındaki sınıfta, diğer arkadaşlar soğuktan titrerken bizim üşümediğimiz. Bir de odunluğa ”SİBOBUN YERİ” yazıp; -Öğrenci 500 lira -Öğretmen beleş yazmak Zamanı geldi tercihler yaptık, bilmeden girdik sınava bilmeden kazandık ÖSS’yi ve ÖYS’ye girmeye hak kazandık girdik bilmeden ÖYS’ye ve çıktık. Ve babam, çalışkanlığı ile dillere destan herkes tarafından bilinen bilinen tutumlu az paraya çok iş yapan ve peşin paraya pazarlık ustası. Bir gün dedi ki: “bak evlat, ben çok zorluk çektim. Okutmadı deden beni. Ben senin okumanı istiyorum. ” İskenderun sokaklarına çıktığımda tanımadığın genç yoktu o zamanlar, lise bitmiş ve ben ÖYS’den taban puan almıştım. 94 yılı başarının tarihi oldu benim için. Başak Dershanesinin en iyi sosyal sınıfının öğrencilerindendim. T -12. Ders çalışmaya, sanki hiçbir şey bilmiyormuşum gibi başladım. Evet hiçbir şey bilmiyordum. O zamanın tüm bölümünde sokaktan aldım kendimi, televizyondan aldım, futboldan aldım. En sevdiğim oyun futboldan, elimin parçalanırcasına diktiğim kramponlardan ve uğruna haftanın günü peşinden koştuğum toptan ve okul diye gittiğim yan sahadan. Bilinç sadece “KAZANMAK” diyordu ve yapmam gerekenler… Evet iyi bir dershanenin iyi öğrencileri arasındaydım. Hava erken yakaladı bizi. Mart –Nisan ayları geldiğinde ders anlatmaya başladım diğer öğrencilere. Etüt iyi öğrencilerden diğer öğrencilere. Ve hüsran. Karambol sekiz tercih ve iyi bir puanla açıkta kalış. Tüm bedenim sancıdı ve tam iki hafta hiç çıkmadım evden dışarı. Beynimde arı kovanına üşüşen arılar gibi düşünceler. Ve annem, yüreği sevgi dolu tüm anneler gibi, tesellisi ve kokusu… “YENİDEN DENE” sesiyle irkildim. Evet yeniden denemek, yeniden deneyecektim. Ağustosun 1’inde derslere başladım. Ekim 1’de konuların çoğu bitmişti. O kendini okulun sahibi sa-
nan kişi gitmiş, yerine sadece gözlerinde ÖYS yanan kişi gelmişti. Erhan ODTÜ Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünü kazanmıştı. Birbirimize mektup yazmıştık. Ankara’da buluşacaktık. Zonguldak ve İskenderun’da evlerimize haftada bir uğrardı postacı. Kesin Ankara’da buluşacaktık. Hani Kezo da oradaydı ya. Ama Erhan gitti ben kaldım. Kayda beraber gittik. İçim burkuldu. Sokak lambasının yalnız ıslığı gibi oldu nefes alış verişlerim. Mektuplarda yoktu artık. Bayram tatillerinde “ANKARA’DAN HABERLER” dinliyordum. Erhan’dan ve Kezo’dan… Hırs giderek daha da artıyor amaç; “KAZANMAKTAN BAŞKE ÇARE OLMUYORDU” benim için hem de Ankara. Kitapları, testleri, önüme gelen denemeleri çözüyordum. Diğerleri içeri de televizyon izlerken ben , coğrafya testi, iklim bilgisi çözüyordum. Orada öğrendim; “odaklanarak okumayı, gürültüye rağmen anlamayı” Sıcak odada televizyon izlemek ve günlük laflarla zaman geçirmenin özlemini orada tattım. Soğuk odanın 4’lü sehpasının 3. sünün emeği çok bende. Hazırlık bittiğinde çivi ile çakmak zorunda kaldım. Zor duruyordu ayakta çünkü. Ali teknik lise bilgisayar bölümü öğrencisi, Dörtyol da olmadığı için bu lise, bizde kalan ve okuyan matematik hocam. Takvim ve Posta gazeteleri, ilk çıktığı zamanlar ve 25 lira. Ali Posta, ben Takvim her gün aynı yerden itina ile alıyoruz. Çünkü her gün deneme veriyorlar, çünkü ÖYS yaklaşıyor, tabiki önce ÖSS… Haziran, Öss’den iyiye yakın bir puan almış, ÖYS ‘ ye gireceğim, zaman geçmiyor ve ÖYS. Heyecanlıyım, kalemlerim, silgim ve aday kartım, biz zamanlar kale olarak kullandığım vitrinde. Sınav günü kimsesiz gidiyorum. Salona giriş, sanki kutsal bir ayin. Adımlar ve sessiz yürüyüş. 18 tercihi fullemiş, abartmış, 6 tane de iki yıllık yazmışım kesin gideceğim. Sınav salonu 1. Sınıf ve en arka sıra. Sıra küçük, dizlerimin üzerine koyuyorum sırayı ve başlıyorum çözmeye. O da ne? Burnum kanıyor. Elimi cebime atıyorum, annemin özenle ütüleyip koyduğu babamın mendillerinden biri. Burnumu tıkıyorum ve 15 dakika geçiyor, kan durmuyor. Ben “dur be” dedikçe. Mendilin her yeri kan ama ben soru çözmeye devam ediyorum. Bitiyor sorular, bitiyor sınav, aday zarfına tüm şıkları yazıyorum. Dizlerim sızlamış, yere basamıyorum, farkına ayağa kalkınca varıyorum. Ertesi gün ortalamanın üstünde netler, kesin kazandım diyorum. Ankara Hukuk, Hacettepe Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik ya da Hacettepe Türk Dili ve Edebiyatı en az. Sınav sonuç gazetesinin çıkacağı gün uyuyamıyorum. Ve sabah ilk araba ile köyden iniyorum gazeteciye, gazete gelmemiş, bekliyorum, bekliyorum. Benim gibi herkes bekliyor. İlk sıra benim, benden sonra kuyruk oluyor arkamda. Heyecanlı bir bekleyiş. Gazete geliyor. Ösym numaram adım gibi aklımda bakıyorum. ÖYS ‘ ye hazırlanan Gedikli bir öğrenci olarak. İşte Ösym numaram ve karşısında 11…kodlu yer tamam diyorum, kazandım. Ankara Hukuk. Dolaşıyorum, bir zamanlar sahip olduğum sokaklarda, göçmen kuşlar gibi. Arkadaşlar ve Ali. Ali Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Bölümünü kazanıyor. 2 yıllık fakülteyi. Ben Ankara Hukuk. Aileme haber vermiyorum, beklesinler beni diyorum. Eve geldiğimde karşımdakilerin gözünde acaba soruları yanan gözler ve sessiz bekleyiş. Gazete artık elimde erimek üzere. Tekrar bakıyorum gazeteye hiç bakmamış gibi o da ne… Ankara Hukuk yerine Ankara Psikolojik Danışmanlık ve Rehber Öğretmenliğini kazanmışım. Ve sevinçle… Hazırlıklar başlıyor.
2013 Mayıs // Mavi Ay (37)
PSİKOLOJİ
ÜNİVERSİTE GİRİŞ SINAVI ÖNCESİ PSİKOLOJİ VE PSİKOLOJİK HAZIRLIK ■ Öğrenciler sınav öncesi genellikle nasıl sorunlar yaşanıyor? Bu konuya genel olarak yanıt vermem gerekirse, öğrencilerin sınav öncesinde bir sınav kaygısı, başarısızlık korkusu, yakın çevrelerindeki kişilere –ki bu kişiler en yakın çemberde, ebeveynler ve diğer aile bireyleri olarak tanımlanabilirler- karşı yoğum sorumluluk duygularından kaynaklanan endişeler ve gelecekleriyle ilgili belirsizlik endişesi yaşadıklarını söyleyebilirim. Bu kaygı ve endişeler, bazı çocuklarımızda biraz daha yoğun olarak yaşanabiliyor. Tabii sınav öncesi yaşanabilen endişeler ve kaygılar, gençlerimizde bu konuda ortaya çıkıyor. Özetle, ben bu sorunlara, ‘varolussal’ bir bakış açısından yaklaşıyorum diyebiliriz. ■ Yaşanan bu sorunları gidermek ve en aza indirmek nasıl mümkün olabilir? Bu sorunları gidermek veya en aza indirmek için bu sorunlarla boğuşan gencimizin bakış açısını düzeltmeye çalışmakta yarar görüyorum. Bir konuyla boğuştuğumuz zaman o konuya karşı tepkili ve dirençli oluruz. Onu düşman gibi görürüz. Oysaki direnmek yerine konunun ''varlığını'' kabul ettiğimizde artık onunla boğuşmaktan vazgeçebiliriz. Sınavla ilgili gerçekci ve akılcı olmayan düşünce ve inançları, gerçekci ve akılcı olanlarla değiştirdiğimizde, sınava farklı bir bakış açısından bakabildiğimizde sorunları ortadan kaldırabilir veya en azından minimum düzeye indirebiliriz. ■ Sınav stresi, başarıyı nasıl etkiler, stresin ne kadar normadir? Yüksek performans gösterebilmek için bir miktar kayğı gereklidir. Ancak bu performansı sergileyebilmek için ortaya çıkan kaygıyı yanlış yorumlamak, var olmaması gereken bir duygu gibi düşünmek kayğının artmasına neden olacaktır. Yani kişi, sınav öncesinde veya sonrasında ‘heyecanlanmamam lazım, terlememem lazım, kaygılanmamam lazım’ biçiminde ortaya çıkan kaygıyı bastırmaya calışırsa daha çok kaygılanması olasılığı yüksektir. Dogal bir heyecan sonucu ortaya çıkan kaygıyı bastırmaya calışmak, sınav performansını olumsuz etkileyecektir. Bunun yerine o heyecanı doğal kabul etmek ve yaşamakta yarar vardır. Yani dönüp dolaşıp yine, herhangibi bir konuda direnç göstermektense konu her ne ise onu tanımak, gerçek önem ve değerini vermek (tanımlayıp etiketlemek) ve dalayısıyla onun ‘sahibi olmak’, onu ‘kontrol eder hale geçmek’ önemli diyorum. Bu, gerekli ve yeterli miktarda sınav stresini, sınav performansını yükseltebilmek için kullanma konusunda da söz konusu… ■ Stresiyenmek için ne yapmak gerekir?
(38) 2013 Mayıs // Mavi Ay
Bu soruya ben stresi ‘yenmek’ degil, stresin fazlasını ‘farkındalık’ sayesinde ‘rendeleyip’/’eleyip’ gereken kadarının kontrolunu elimize alıp (onun sahibi olup) avantajımıza kullanmaktan söz ederek yanıt vermek istiyorum. Direnç gösterdiğimiz, yenmeye çalıştığımız, ‘boğuştuğumuz şey’ hayatımızda kalır ve bizi olumsuz yönde etkiler ve o zaman ne yazık ki o bizim sahibimiz olur… Durumun gerçekliğini yerine oturtabilmek için kendi kendimize sormamız gereken bazı sorular vardır: ■ Sınavın gerçek boyutu nedir? ■ Sınavda başarılı olabilmak için buğüne kadar neler yaptım? ■ Sınavda başarılı olabilmek için daha ne yapmam gerekir? ■ Yapmam gereken diğer şeyleri yapabilecek zamanım ve fırsatım var mı? Sınava girecek olan kişiyle, yani kendimle ilgili bazı gerçekleri de sorgulayıp gerçek yerlerine oturtmam gerek: ■ Performansımla ilğili beklentilerim neler? ■ Fizyolojik tepkilerim neler? ■ Başkalarıyla karşılaştırmalı olarak kendimden beklentilerim neler? ■ Olası sonuçlara dair beklentilerim neler? ■ Olumsuz düşünce, duygu ve beklentilerim belirleyip bunların gerçekci ve akılcı olmayanlarını ayırabilir miyim? ■ Tüm yukarıdakileri belirleyip gözden geçirip gercek yerlerine oturttuğum zaman yapılacak şeyler nelerdir? Öncelikle gerçekci olmayan düşünce, duygu, inanç ve beklentileri mümkünse ‘olumlamamız’, mümkün değilse bunlardan zihni ‘arındırma’ calışmaları yapmayı ögrenmemiz gerekiyor.
Örnek :
a. OLUMLAMA: ‘Sınavda başarısız olacağım!’…. . yerine…. ’Ben yapabileceğim herşeyi yaptım. Bundan sonrası sınavda konsantre olmanla ilğili. Sınav esnasında sınava, tamamıyla sınava konsantre olursam, geçmişi ve geleceği bir kenara bırakıp yalnızca sınava konsantre olursam başarılı olma olasılığım daha yüksek. ’ (Burada AN’a odaklanmaktan söz ediyoruz. Sınav sırasında sınava odaklanmak, sınav öncesinde sınava çalışmak, sınav sonrasında artık sınavı düşünmemek…. . Odak noktası çok önemli!) b. ZİHNİ ARINDIRMA: ‘Sınavda başarısız olacağım!’…. Bu düşünce zihne geldiğinde bir hayal kurmasını istiyorum öğrencinin. Bu hayalde kendisini çok güzel bir havada harika bir deniz kıyısında hiçbir acelesi olmayan bir günde bir otobüs duragında rahat bir banka oturmuş olduğunu görmesini istiyorum. Bir otobüs geliyor (ki otobüs, istenmedik düşünce –sınavda başarısız olacağı düşüncesi-). Öğrencinin ‘farkındalık’ ile bu otobüse binmeyi seçmesini istiyorum. Çünkü otobüs onu istediği yere götürecek, bilmediği duraklardan geçirecek, içini karartaracak, belki uçurumların kenerından geçirecek… Bu otobüse binmemeyi seçerek, bilerek ve isteyerek, ‘farkındalık’ içinde o düşünceyi düşünmeyecek! (Bir çok düşünce böyle değil midir? Aslında hiç gerçeklikle ilgisi yoktur;yalnızca ‘ya şöyle ya da böyle olursa?’ tarzı bir düşüncedir ve hayatımızı karatır olasılıklar üzerinde düşünmek… Yapabilecegimiz olumlu şeyleri yapmamızı da engeller… O düşünceye kapılıp gideriz… Aynı şey, sınava hazırlanan bir çok öğrenci içinde geçerlidir. Çalışabilecegi ve daha çok bilği biriktirebileceği çok değeerli anları ‘ya başarısız olursam?’ düşüncesiyle heba eder, zamanını hem boşa harcar hem de kayğı düzeyini yükseltir durur… Bir anlamda, kendi kendisini sabote eder diyebiliriz yani … Dolayısıyla, bilinçlil bir şekilde, ‘o otobüse binmemeyi seçtiğinde’ zamanınıda daha yararlı bir şekilde kullanmayı seçmektedir aynı zamanda!) ■ Devamı bir sonra ki sayıda…
KÖŞE
OR. YÜKSEK HEMŞİRE Filiz SİNAN AKGÜL
Zamansızlık mı bizi böyle yapan, yoksa boşvermişlik mi?
B
ir sağlık köşesinde yazmaya başlarken sağlığın önemine dikkat çekmek önemli diye düşünüyorum. Fakat günümüzde önem verdiğimiz şeyleri uygulamak, hayata geçirmek kolay mı? Zamansızlık mı bizi böyle yapan,yoksa boşvermişlik mi? Ya da çağın getirdiği koşturmacadan yaşadığımız bedeni mi unutuyoruz zaman zaman, başkalarına saygı gösterme çabasıyla yakalamaya çalıştığımız hayatta kendimize saygıyımı unutuyoruz. Kendisine saygısı olan insan kendine zaman ayıran insandır. Hayır bencillik değil bu,saatlerce oturduğumuz internetin başından ayrılıp yarım saat spor yapmak hem vaktimizi eğlenceli hale getirmeye,hem kilo vermemize vücudumuzdan zehirli atıkları daha kolay atmamıza yol açacak. İlk günlerin zorlamalarını atlatırsak yaşam biçimimiz haline geldiğinde cildimiz güzelleşecek göbeğimiz eriyecek özgüvenimiz artacak,kendimize saygımızda artacak ama nedense bahanemiz hazırdır ”VAKİT BULAMIYORUM”… Yüreyebilecek kadar kısa mesafelere yürümeyi öğrensek,yemeğiocağa koyduğumuzda başında boş boş bekleyeceğimize bir iki eğilme hareketi yapsak evimiz müsaitse sehpaları bir kenara çekip plates topunu bıraksak orta yere ve gelip geçerken şöyle bir takılsak su içmeyi ihmal etmesek arada… Ben suyun vücudumuzun içini yıkadığını düşünürüm her yudumda bir yudum suyun yolculuğunu bilsek, fikrinizin değişeceğine eminim. Ağızdan ve yutaktan geçerken topladığı bakterileri ve artıkları midenin asit ortamına götürüp orada parçalayan,ince bağırsaklardan geçerken hem atık besinlerin yumuşamasını hemde kana karışıp böbreklerden süzülürken geçtiği yerleri temizleyen,içimizi yıkayan suyu neden ihmal ederiz ki. . . Beslenmeye dikkat etmekte kişinin kendine saygısının göstergesi bence yahu çöpe bile her bulduğumuzu atmıyoruz fakat “yemek görünce ye,dayak görünce kaç” düsturu ile yaşıyoruz. Hormonlusundan GDO’lusundan geçtim dışarıda yemeye bayıldığımız yiyeceklerin nasıl bir mutfakta hazırlanmış olabileceğini bile gözardı ediyoruz zaman zaman. Et yemeği zenginlik,ot yemeğini ikinci sınıf buluyoruz. Fast-food kuyruklarında beklemek çağdaşlık tenceredeki kuru fasuleyeye burun kıvırmak olağan kabul ediliyor,sonrada duyduğumuz at etieşşek eti skandallarına “yok ben yememişimdir” yorumu getiriyoruz. Günümüzün egzoz dumanlı sigara dumanlı mekanlarına takılmayı popülerlik kabul ediyoruz. Hadi bir değişiklik yapalım bu hafta sonu alın elinize kitabınızı gidin bir ağacın altına okuyun birkaç saat,çeyrek ekmeğimizin içine koyduğumuz peynir domates (tabi hormonsuzunu bulabilirseniz) katığımız olsun…Eve döndüğünüzde birkaç dakika kendinizi nasıl hissetiğinizi değerlendirin gözünüzü kapatıp. Farkı farkedin arkadaşlar … Tüm bunlar kadar önemli bir diğer kural ise yaşınız kaç olursa olsun periyodik doktor kontrollerini ihmal etmeyiniz. Küçük değişimlerin hayatımıza büyük değişimler getireceğini öğrenecek hayatı ve kendinizi daha çok seveceksiniz kendiniz sevdikçe gülümseyen gözlerinizin farklılığını şimdiden görebiliyorum. Bu yazımdan itibaren her yayımda sağlığımızla ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak dileğiyle sağlıklı günler dilerim.
2013 Mayıs // Mavi Ay (39)
RÖPORTAJ
NECAT KARATAŞ İLE GÜNDEM ÜZERiNE… Milletvekili yaşinin 18’e düşürülmesi hakkinda ne düşünüyorsunuz? Milletvekili yaşinin 18’e indirilmesi milliyetçi hareket partisi tarafindan uygun görülmemektedir. mesela öğrenim hayati olan bir öğrencinin öğrenim hayati süresince hem okulunda bir şekilde dersleriyle veya okuldaki yaşantisiyla o süreci yaşamasi gerekirken o süreç içerisinde türkiye büyük millet meclisine ne kadar katki sağlar veya türkiye büyük millet meclisinde ne kadar bulunabilir. yani acaba gençlerimizin ben şuan öğrenciyim ama ben orayi da aştim milletvekili oldum düşüncesiyle türkiye büyük millet meclisi cazip gelirde öğrenim hayatina acaba eksi manada bir katki sağlar mi? diyede düşünüyoruz yani işin doğrusunu söylemek gerekirse durum bu. yani seçilme yaşinin son indirildiği nokta milliyetçi hareket partisi tarafindan da zaten kabul edilmemiştir. dolayisiyla 18 yaşina indirilmiş olmasi veya indirilecek olmasi milliyetci hareket partisi tarafindan tasfik etmediğimiz durumdur ki bunun sonucunda tasfik etmediğimiz bir genç nesil yetişir Okullarimizda serbest kiyafet uygulamasi gündemde bununla il-
(40) 2013 Mayıs // Mavi Ay
MHP İZMİR İL BAŞKANI NECAT KARATAŞ’A GÜNDEME DAİR SORULAR YÖNELTTİK, CEVAPLAR ALDIK. gili düşüncelerinizi öğrenebilirmiyiz ? Şimdi serbest kiyafet üniversitelere özel bir durum fakat ilk ve ortaöğretimde serbest kiyafet uygulamasi yasalaşip başlamiş olmasi öğrenciler arasinda yarin birgün özellikle belli kesimlerin yani alt gelirli ve üst gelirli kesimlerin cocuklari arasinda ki bu kiyafet farkliliklari mutlak şekilde öğrencilerimize moral olarak yansiycakdir yani bir öğrenci düşünün okul üniformasi veya tek tip kiyafetin dişinda günlük giyeceği 1 veya 2 kiyafetin dişinda fazla bi kiyafeti yok ise ve bunun yaninda diğer kesim öğrencinin her gün farkli ve marka bir kiyafetle okula geldiğini düşünsenize yani o öğrencinin o an için hissedeceği o an için yaşayacaği duygulari düşünsenize bu sebep den dolayi biz serbest kiyafete olumlu bakmiyoruz olmasin diye bakiyoruz yani çocuklari genç yaşta yapilan bu uygulamanin
hayata geçmemesini düşünüyoruz Kentsel dönüşüm projelerini yeterli buluyormusunuz bu konu hakkindaki düşüncelerinizi öğrenebilirmiyiz ve bunun yanisira proje içindeki kişiler madur ediliyormu sizce ? Kentsel dönüşüm suanda izmir de başlamamiş bir proje yani kentsel dönüşüm sadece kadifekalnin içindeki bir mahallenin hazir yapilmiş konutlara taşinmasi içerisindedir fakat kentsel dönüşüm projeleri izmir de hala başlamadi lakin kentsel dönüşüm projresi mutlak uygulanmasi gereken bir projedir çünkü izmir göründüğü kadariyla yani herkesin görebildiği koskoca bir kasaba görünümünde yani geçmiş zamanda vatandaşin başini sokabileceği bir ev yapma gayreti olmuşsada neticede imarsiz plansiz ortaya çikmistir. dolayisiyla kentsel dönüşüm izmir için gerekli ama kentsel dönüşümü ne şekilde nasil hangi yöntem le yapilacaği hususunda hala kentsel dönüşüm bölgelerinde yani bu bölgelerdeki insanlara hala anlatilamadi bu bilgi ve vatandaşimiz bir tedirginlik içerisinde yani kendi geleceğine oturduğu evin ve ailesinin geleceğinin ne olacağini ayni zamanda yarin öbürgün kentsel dönüşü-
mün kendisine ve ailesine ne getireceğini ne yapicağini bilmesi gerekir bilmedikleri için birleri birilerine sat su evini kurtul yarin öbürgün senin için kötü seyler olucak bilincindeler ama işin gerçeği bu değil bence kentsel dönüşümün mademki yapilmasi bekleniyor o zaman mutlaka ve mutlaka o bölgede oturan vatandaşimiza çok iyi anlatilmasi lazim bir ikincisi kentsel dönüşümün mutlak şekilde yapacak firmalar ve bunlarin yaninda mütahitler belediyeler, muhtarlar mutlaka iyi bir komisyon iyi bir teşvik edici, iyi bir gözlemci, bir komisyon unsuru olusturlarak bu devletin belirli kurumlari olabilir belediyesel bi sorun olabilir veya izmirden bir şekilde bu zaman a kadar yapmiş olduğu ça-
NECAT KARATAŞ, İKTİDARIN YAPTIKLARINA KARŞI ELEŞTİREL BİR TUTUM İÇERİSİNDE DEĞERLENDİRDİ. 2013 Mayıs // Mavi Ay (41)
RÖPORTAJ lişmalarla kendini kanitlamiş bazi kurum kuruluşlarin başkanlari olabilir yani mutlaka iyi bir kurum olusturulup bu kurul tarafindan gözlenmeli yani bu işi yapabilecek olan yani kentsel dönüşümü sağlayacak firmanin hepsini alt mensubu olarak kabul eder mutlaka. ama yarin öbür gün mutluka işin kentsel dönüşümden rantsal dönüşüme doğru taşinmasi söz konusu olduğunda onu dentleyecek çok iyi bir yapinin bulunmasi lazim. İzmir' de gerçekleşeceği düşünülen 35 proje hakkinda neler düşünüyorsunuz. ? Bu projelerin bu zamana kadar izmir'e getirilmemesi. 2011 genel seçimlerinden öncesine kadar telaffuz bile edilmemesi, milliyetçi hareket partisi tarafindan bakildiğinda ülkeyi yönetecek olan hükümetin, mevcut iktidarin bir eksikliğidir. kaldiki biz 1999 mahalli idari seçiminde, mesala bu konak tüneli denilen tünel milliyetçi hareket partisi tarafindan ilk olarak dile getirilmiş ve bu tünelin mutlak şekilde orda olmasi düşünülmüş, maliyetiyle birlikte ortaya konulmuş bir projedir. yani milliyetçi hareket partisi izmir'de yapilmasi düşünülen hiç bir isabetli ve olumlu projeye karşi çikmaz kesinlikle. ama 2002 yilinda iktidara gelen bir partinin neden 2011'e kadar izmir'i göremediğini anlayamiyoruz. tabiki takipçisi olacağiz her zaman. yapilan herhangi bir proje halkin ihtiyacini karşilacak, izmir'in beklentisine cevap verecek bir proje ise tabiki milliyetçi hareket partisi tarafindan olumlu değerlendirilecektir. mutlaka her zaman takipçisi olacağiz. Alt yapi sorunu ülkemizin kanayan yaralarindan bir tanesi, ama izmir'de baya fazla olmasini nedeni hakkinda neler düşünüyorsunuz ? İzmir'de bir çok semtimizde geçmiş yillara dayanan bir alt yapi sorunu vardir. dolayisiyla yenilenmemiş alt yapilar var. diğer taraftanda izmir'de belediyelerle diğer kurumlarin birlikte düşünememesi, birlikte organize olamamasi dolayisiyla bir çalişma yapilip, bir müddet sonra başka bir çalişma için bu çalişmalar yikiliyor. birini yaptim diğerini bozan bir yol izliyorlar. dolayisiyla bu da hem ikinci bir masrafa hemde halkimizi mağdur durumda birakmaktadir. izmir'de biz alt yapi sorununu çözdük diyen baba yiğit varsa, özellikle 13 yildir izmir'i yöneten belediyeler varsa beri gelsin yani. hangi semte giderseniz gidin ara yollarda ana yollarda tamamen sağlam değildir. ben 1975'de izmir'de bir semte geldim. geldiğimiz zaman oturduğumuz binanin altindan su kayniyordu. sular genel olarak kesildiği zaman o da kesiliyordu. dolayisiyla bu su şehir suyundan akiyordu. 2009 yilina kadar bu su akmaya devam etti. bakin 1975 nerde 2009 nerde. dolayisyla bu şehri yönetenler alt yapi sorunlarini çözdük deyip kendilerini kandirmasinlar. biz hepsini görüp takip ettik. diğer taraftanda nasil olsa kentsel dönüşüm olacak mantiğiyla bazi semtlerimizde alt yapi çalişmalarinin yapilmadiği kanaatindeyim. Bazi kesimler tarafindan türkiye'de muhalefet
yok, özellikle iktidar tarafindan yeterince muhalefet yapilamiyor, muhalefet yeterince iktidara yardimci olamiyor. bu konu hakkinda neler düşünüyorsunuz ? Türkiye'de yeterince muhalefetten bir yana, muhalefetin sesini türk halkina duyuracak medya yok. muhalefet partilerinin 2 saati aşkin yapmiş olduğu bir konuşmayi eğer on saniyeye siğdirirsaniz veya o on saniyelik kismada asil halkin beklediği konuşma yerine kendi istediklerinizi yazarsaniz muhalefet olmaz tabiki. mesala ben dün bayindir'a gittim. bayindir'da pazar yerini gezdik. bir çok etkinlikte bulunduk. orada ülkü ocağimizin açilişini yaptik. peki nerde efendim basin? dolayisiyla tabiki muhalefet yok gibi gözükecek. yani çünkü muhalefetin bi şekilde konusmus olduğu seyi halka açilacak olan medya zorla sikiştirilip bir yere tikistirilirsa veyahut bir yere kaldirilirsa muhalefet olunur mesela gecen sali günü genel başkanimizin grup konuşmasini bi dinlesinler bakalim eğer yürekleri yetiyorsa türkiye de muhalefet suç diyen kim ise iktidar parti başkani olabilir başbakan olabilir kim olursa olsun yüreği yetiyorsa geçenki yani 8 ocak taki grup toplantimiz da genel başkanimizin yapmiş olduğu konuşmanin tamamini dinlesinler veyahutta türkiye de yandaş mhp lilere yada yandaş olmayan bir kişi yüreği yetiyorsa bunu grup toplantisini yayinlasin MHP olarak önce izmir gençliğinin sonra türkiye gençliğinin siyasetteki yeri nedir? Bu konuda ülkü ocakları ne gibi bir çalışmalar hazırlamaktadır? Milliyetci hareket partisinin hem ülkü ocakları hemde türk gençliği açısındaki durumu şudur ki gençlerimizin öncelikle eğitim süreçlerini süratli ve sağlıklı bir şekilde bitirmesi çünkü mevzuu gelecekteki türk ulusunun istikbali ise gelecekteki türkiyeyi örnek alıcaklarsa mutlaka eğitimlerinin en iyi bir şekilde yapıp tamamlamasıdır. Bir diğer taraftanda törenize hiç bir kargaşaya karışmıycak hiç bir kargasadan arası olmuycak şekilde eğitimini tamamlaması gerekiyor. Ama diğer taraftan üniversiteli gençlerimizin imperiyal diğer taraftan gözetal bununla birlikte oneri getiren ; öbür tarafından mutlak bir sekilde gelecekle ilgili ne yapabilirsek veya herhangi bir işte nice genç insanlar var mucıt olan bir çok gençlerimiz var, daha aktif daha iyi gözlemleyen daha çok objektif bakışlara sahip olan gençlerimizi bekliyoruz ve diğer taraftan da terörize olaya hiç bir kargaşalar kimse zarar görmüycek şeklinde olması gerekiyo ama diğer taraftan üniversteli gençlerimizin imperiyal aynı zaman da gözeten öneri getiren öbür taraftan mutlak bir glecekle ilgili tasarım yapabilecek veyahutta herhangi işte birçok gençler var evet mucit olan gençlerimiz var bunlarla ilgili gençlerimizin daha aktif daha gözlemleyen daha objektif bakışa sahip olan mutlaka bir genç grup beklentisindeyiz çünkü türk milletinin istikbal ve dönüm noktasındayım . nasılsa bazı siyasi grupların kendilerini heder ettiğini görüyoruz sözlerime burada son veriyorum teşekkür ederim.
KARATAŞ, TÜRKİYE DE YETERLİ MUHALEFET YOK SÖZLERİNE KARŞI ,’MUHALEFETİ DESTEKLEYEN MEDYA YOK,2 SAATLİK KONUŞMAYI 10 SANİYEYE SIĞDIRIYORLAR’ DİYEREK TEPKİ GÖSTERDİ .
(42) 2013 Mayıs // Mavi Ay
SPOR
Y ER ÇEKİMİNE MEYDAN OKUYAN SPOR
Snowboard 1960
'larda Amerika'da geliştirilen snowboard sörf, kaykay ve kayak için gerekli becerilerin bir araya gelmiş halidir. Ayaklarının bağlı olduğu geniş, kayak benzeri bir tahta üzerinde yarışan snowboardcular, hızları ve eğimlerdeki cesaretiyle tanınır. Türkiye'de Snowboard, 1990'lı yıllarda başlayıp yayılmaya başlamıştır. Son yılların en hızlı gelişen ve en popüler kış sporu olan snowboard, ülkemizde 1993-1994 yılında bazı kişiler tarafından yapılmaya başlanıldıysa da popüler bir hale gelmesi 4-5 yıl sürmüştür ve halen büyük bir hızla snowboard yapan kişi sayısında büyük bir ilerleme vardır. Türkişye'de gençler arasında hızla yayılmaya başladı. Snowboard iniş yarışları, mogul teknikleri, yarım ve çeyrek rampalarda sergilenen numaralar, powderriding(toz haline gelmiş kar üzerindeki yarış) gibi çeşitli tekniklerden oluşur. Alp snowboardu olarak bilinen teknik, iniş yarışlarında kullanılan yeteneklere benzer yetenekler gerektirir. Dev slalom adı verilen parkur geçitlerden oluşur. Yarışın amacı mümkün olduğu kadar hızlı gitmektedir. Bir geçidi unutmak, diskalifiye ile sonuçlanır. Paralel dev slalom, birbirine paralel iki parkurda yarışan iki yarışçı vardır. Ekstrem snowboard'da ise neredeyse dikey(45 derece) kayalık, oluk ve ağaçların bulunduğu dağ eğimlerinde ekstremsnowboard kalbi zayıf olanlara göre değildir. Yarışçıların serbest stil etkinliklerini de kapsayan birçok doğal engel barındıran 2000m'lik parkurlarda yarışırlar. Adaylar, zaman ve üslup etkenlerine göre değerlendirilir. Doğada yapıldığı için pek çok kuralları olmasa da bazı önemli kurallara değinmekte fayda var: 1 - Diğer kayakçıların göz önünde bulundurulması: Her kayakçı diğer kayakçıları tehlikeye sokmayacak veya onlara zarar vermeyecek şekilde davranılmalıdır. 2 - Hızının kontrol edilmesi ve kayma şekli: Her kayakçı görülür şekilde kaymalıdır. Hızının ve kayış şeklini; kendi kabiliyeti ve arazi, kar, hava koşulları ve trafik yoğunluğuna göre ayarlamalıdır. 3 - İz seçimi: Arkadan gelen kayakçı önündeki kayakçıları tehlikeye sokmayacak biçimde izini seçmelidir. 4 - Geçmek: Yukarıdan, aşağıdan, soldan ve sağdan başka bir kayakçı geçmek serbesttir fakat her zaman geçilen
kişiye bütün hareketleri için yeterli alan bırakabilmek için mesefa ile geçim. 5 - Girmek ve yeniden başlamak: Bir ize giren veya durduktan sonra yeniden kaymaya başlayan her kayakçı, kendisinden yukarıdaki ve aşağıdakilere ve kendisine tehlike oluşturmayacağından emin olmalıdır. 6 - Durmak: Her kayakçı gerekmedikçe pistin dar veya kör yerlerinde durmamalıdır. Düşen bir kayakçı bu tür yeri mümkün olduğunca çabuk boşaltmalıdır. 7 - Yukarı ve aşağıya ilerlemek: Kaymadan, yaya olarak tırmanan veya aşağıya inen bir kayakçı pistin sınırını kullanmalıdır. 8 - Tabelalara dikkat: Her kayakçı işaret ve tabelalara dikkat etmelidir. 9 - Kaza durumunda davranış: Kaza durumunda her kayakçı yardım etmelidir. 10 - Kimlik kanıtlama görevi: Her kayakçı bir kaza olması durumunda ister kaza ile ilişkili, ister tanık olsun, ister sorumlu olsun, ister olmasın kimliğini kanıtlamak zorundadır. Yine de üniversiteli gençler için snowfest denilen, üniversitelerin tatil olduğu haftalarda düzenlenen kampanyalar, öğrenciler tarafından büyük ilgi görmektedir. Bu sayede Snowboard, Türk gençliğinde bir tutku haline gelmiştir. Türkiye'de gün geçtikçe snowboardın yayılması ile bazı kayak merkezlerinde de bilinmeye başlamıştır. Örneğin Uludağ, Kartalkaya, Palandöken, Ilgaz, Sarıkamış kayak merkezlerinde kolaylıkla snowboardın çıkara bilirsiniz. Kendine güvenenlerin, Snowboard öğrenmek için, tek yapmaları gereken, Türkiye'deki bir kayak merkezinin yolunu tutmak. Şu anda tüm kayak merkezlerinde snowboard için eğitilmiş hocalar bulunmaktadır. Tüm kayak merkezlerinde Kayak Federasyonu'nun belirlediği fiyata göre saatlik Snowboard dersi 70 YTL(40 Euro)'dur. Snowboard'cular (gerçek olanları tabi ki) farklı yaşam tarzıyla hayata bakış açılarıyla, özgürlüklerine olan düşkünlükleriyle, hayattan tat almayı, hayatı gerçek anlamda yaşamayı, ''HAYAT'' olarak kabul etmişlerdir. Özgürlüklerine düşkün ve adrenalin için yaşayan insanların tutkuya bağlandığı bir şeyin toplum çizgisinin dışında kalması şaşırtıcı değildir. Kaynak: http//www. msxlabs. org/forum/
2013 Mayıs // Mavi Ay (43)
RÖPORTAJ
SONUNA KADAR DEĞİŞİMİN VE GELİŞİMİN DESTEKÇİSİYİZ. . . PARTİ OLARAK GENÇLERE VE BAYANLARA AÇIZ. YANİ BUNU BU ŞEKİLDE SÖYLEMEMİN SEBEBİ TÜRKİYE'DE İNSANLAR KENDİLERİNİ SYASETE MESAFELİ GÖRÜYORLAR. BUNUNDA EN BÜYÜK PAYINI ALANLAR ÖZELLİKLE GENÇLER VE KADINLAR. SENESİNİ TAM HATIRLAYAMAYACAĞIM AMA 1999 SEÇİMLERİNDE OLABİLİR. (44) 2013 Mayıs // Mavi Ay
-Milletvekili yaşının 18e indirilmesi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz ?
Olumlu bakıyoruz. Yani bizde hayat sürekli ertelenir. Hayatı ertelememek adına hayata giriş mesela siz şu an okulunuzun bitmesine 3-4 yıl varken böyle bir işle uğraşıyorsunuz. Yani bu size gelecek adına tecrübe kazandıracak bir olaydır. Bu vesileyle beni seç ama sen seçilme şık bir kavram değildir. O yüzden Demokratik Sol Parti milletvekili seçilme yaşının 18e indirilmesine karşı değildir. Zaten 18 yaştaki arkadaşlara seçme hakkını verende biziz buna net bi tarafız.
-Öncelikle İzmir ve Türkiye gençliğinin siyasetteki yeri nedir ? DSP olarak gençlere yönelik projeleriniz neler ?
Parti olarak gençlere ve bayanlara açız. Yani bunu bu şekilde söylememin sebebi Türkiye'de insanlar kendilerini syasete mesafeli görüyorlar. Bununda en büyük payını alanlar özellikle gençler ve kadınlar. Senesini tam hatırlayamayacağım ama 1999 seçimlerinde olabilir. Türkiye'de ki en genç parti meclis üyesi bizim partimizdeydi. O da üniversite öğrencisiydi. Daha sonra o çocuğu siyasete kazandırdık. Yıllarca partimizde devam etti hatta geçen dönemde genel başkan adayı oldu. Demokratik Sol Parti kesinlikle gençlerin önünü açan dediğim gibi gençlere her türlü olanağı elinden geldiğince sağlayan bir parti. Çokta 12 Eylüldür falan girmek istemiyorum. 12 Eylül artık çok geride kaldı. Biz hala gençler siyasette değilse bunu 12 Eylül'e bağlamak yerine onları siyasetle buluşturacak mekanizmaları düşünmeliyiz. Birazda yüreklendirmek gerekiyor. Tabi bu siyaset içinde kendi yerlerini bulurlarsa eminim ki onlarda daha yüreklice siyasete katılırlar. Yani Demokratik Sol Parti kesinlikle buna taraf.
-Serbest kıyafet uygulaması hakkındaki görüşleriniz nelerdir ?
Toplumda belli kalıplar vardır. Bunları yıkarkende bazı sıkıntılar olur. Aslında kıyafete çok takılmamak gerekiyor. Bu konuda çok tutucu değiliz. Net bir şekilde bunu söyleyebilirim. Olabilir yani.
-4+4+4 hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz ?
Arkadaşlar bir kere Demokratik Sol Parti dünyayı takip edip örneklerini bulmaya çalışan bir parti. Yani gelişimede açık bir parti. Dünyada eğitimin 2 yaşa indiği bir dönemde bizlerin bu tür şeylerin karşısında duruyor gibi olmamız çokta doğru bir kavram değil. Burdaki asıl sıkıntı eğitim şartlarının oluşamamış olması. Artı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bu düzeni kendi anlayışı çerçevesi şeklinde şekillendirmesi. Biraz önce söylediğim gibi eğitimin mecburi 8 yıl yapılması ve bugünkü 4+4+4 olmasa bile 12 yıla çıkması eşiğinde kararı alan parti Demokratik Sol Parti. Yani bu eğitim 8 yıla çıkarken evet 12 yıla çıkarken hayır diye bir duruşumuz yok. Ama ne yapıldı?Okula başlama yaşı belli bir seviyeye indirildi. Ordaki okul,ordaki sıra,ordaki araç gereç,ordaki öğretmen hiç biri temin edilmedi. Bütün bu unsurlar yokken siz biz yenilik yapıyoruz diyemezsiniz. Asıl hedefleri imam hatibi güncellemek. Yani ordan bir kaynak aldıklarına inanıyorlar. Malesef ülkemizde böyle bir anlayış var. Onlarda (Başbakan ) imam hatipten mezun ya ordan bir sınıfsallaşma yaratılıyor. Sıkıntı buralarda artı müfredat. Türkiye'nin %95i müslümanken bugün camiler cemaat bulamazken ki o kadar çok cami var ki. 2000 yılı başlarında diyanet işleri başkanlığının genelgesi var. Diyorlarki arkadaşlar artık cami yapmayın. Çünkü mevcut camileri dolduramıyoruz. Bu ortamda yeniden muhafazakarlaşmaya ya da zorunlu derslerde dine ağırlık veriliyor. Ondan ziyade eğitimde insanı işin içine katarak genç beyinleri işin içinde yetiştirerek. Bizim böyle bir eğitim anlayışımız var. Demokratik Sol Parti'nin bir daha ki dönem seçim bildirgesinde kesinlikle İzmir ilinin projesi olarak yer alacak. İlkokul 4. sınıftan itibaren çocuklar ama istedikleri ama rastgele işyerlerinde staj yapacaklar. Haftada 2 saat olur 1 saat olur. Yani bu güncellenir. Ama ne yapacak çocuk bir marangoz çiviyi nasıl çakar bir bilgisayarcı bilgisayarı nasıl kullanıyor ya da bir elektrikçi lehimi nasıl yapıyor. Yani çocuk hayatı hayatın içinde öğrenecek. Maalesef AKP bu konuda fiyasko bir proje üretti. Kendileri için övünç kaynağı olabilir ama bir çok çocuk mağdur vaziyette. Okullardaki sıkıntıları yakınen biliyoruz. Atanamayan yüzlerce yüz binlerce öğretmen varken Milli Eğitim Bakanı çıkıp
120 küsur bin öğretmen açığımız var diyebiliyor.
-Kentsel Dönüşüm Projeleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce halk mağdur ediliyor mu? Ya da daha iyi nasıl yapılabilir?
Kentsel dönüşümün haklı bir tarafı var tabi bunu rantsal dönüşüme çevirmeden. Haklı tarafı şu biz Türkiye Cumhuriyeti olarak 90 yıllık genç bir devletiz. Tabi cumhuriyetin ilk yılları yokluk yılları. Köylü ve şehirli oranları çok çok açık mesafede. Tabi bu son yıllarda kapatılmaya çalışılıyor ama yine yapay olarak kapatılmaya çalışılıyor. Yani gelir dağılımı adaletsizliğinden dolayı insanlar ne yaptılar? Şehirlere akın ettiler çünkü köyde karınları doymadı. Bu memlekette tarım hakettiği yeri alamadığı için kentlere yöneliş oldu. Bu yönelişlerde insanların yapcakları ilk şey tabi barınma ihtiyacı. Bir an evvel karşılayabilmek içinde kendilerine baraka yaptılar. Sonra o barakaları geliştirdiler ve burada sağlıksız yaşam koşulları oluştu. Yani Türkiye bugün hala ısı yalıtımını konuşan bir ülke. Isı yalıtımı olmayınca böbrek mide bağırsak hastalıkları akciğer enfeksiyonları gibi hastalıklar ortaya çıkıyor. Sağlıklı bireylerin yetişmesi adına kentsel dönüşümün sağlıklı bir şekilde sağlıklı dönüşüm olması gerekiyor. Artık dünyanın geldiği noktada çağdaş insanın yaşaması gereken huzur ve refahı yaşaması gerekiyor. Ama tabi İstanbulda kötü bir örneği var. Romenleri aldılar başka yerlere götürdüler. Oralarıda pahalı yerler yaptılar. Bunlar çok etik değil. Yani hassasiyetimiz bu noktada. İnşallah Demokratik Sol Parti bunları rayına oturtacak.
-35 Proje hakkında düşünceleriniz nelerdir ?
Onlar 10 yıldır süren projeler. Onları cilalıyorlar tozunu pasını alıyorlar yeniden piyasaya sürüyorlar.
-İzmirdeki altyapı sorunları hakkında neler söyleyeceksiniz ?
Çarpık büyümenin sonuçları. Çok çok önceden akıllı uyanık zengin adamlar gelmişler kordonu boydan boya kapatmışlar. Arka taraftaki insan ne deniz görüyor ne de deniz havası alıyor. Peki bu kentleşme olurken daha yukarı ve yanları açık binalar olsaydı ya da oralar açık kalsaydı. İnsanlar hafta sonu pikniklerini yürüyüşlerini yapsaydı daha güzel olmazmıydı? Biz seçim projeleri üzerinde çalışıyoruz. Mesela belediyeyi yıkacağız. Belediye binasını kesin yıkacağız. Onun gibi birkaç bina var. Kemeraltına kadar olan alan açılacak. Arkadaşların ilk söylediği şey başkanım emin misiniz? sizi vururlar oldu. Konuya dönersek o tür yaralar yıllar önce oluştuğu için bu günkü başkan çok cesaret edemiyor olabilir. Ama tabi bir çözüm yolu olması gerekiyor. 1999-2004 yılları içerisinde Sayın Piriştina partimizin belediye başkanıyken İzmirin böyle sıkıntıları kalmamıştı. Malesef o dönemden bu döneme ihmaller var.
-Önümüzdeki yerel seçimlerde DSP 'yi nasıl göreceğiz ?
Tabi bir kere DSP İzmir'in 30 ilçesi var bu ilçeler ve büyükşehirde kesinlikle adaylarıyla ortaya çıkack. Siyasi geçmişe baktığınızda yerelde çok güzel işler yaptı DSP. Bir Eskişehir örneği,Ordu örneği. Bunlar bizim gurur kaynaklarımız. Aynısını İzmiri alarak İzmirdede tekrarlamak istiyoruz. Piriştina zamanında İzmire çok güzel şeyler yapılmıştı. İzmirliyi heyecanlandıran büyük projeler vardı. DSP tecrübeli bir parti hem iktidarda hem yerelde kendisini ispatlamış bir parti. İnşallah önümüzdeki dönemde bunlar tekrarlanacak. Bülent Ecevit'in çok güzel bir sözü vardı. Kent merkezlerinde ne varsa köylerdede o olacak. O dönem bütün köylerin köy meydanları ve ara sokakları döşeme taşlarla döşendi. Bunu DSP'li arkadaşlarımız yaptı. Bu dönemdede DSP yine aynı etkinliğini artırarak ve kendini yenileyerek,zamana göre çağdaş politikalar üreterek devam edecek. Yereldede halka kendimizi iyi anlatacağız. Halkımızın mutlu olacağı huzurlu olacağı bir ortam Demokratik Sol Parti tarafından tahsis edilecek.
-Dergimiz hakkında neler düşünüyorsunuz?
En baştada söyledim çok sevindim. Dilerim sizin gibi üniversiteli arkadaşlar bu tür şeylere yoğunlaşıyorlardır. Yani bu topluma açılmanın başka bir yoludur. Tebrik ediyorum. Önemsedim demek biraz klişe bir laf. Ama dilerim sizde ne yaptığınızın farkındasınızdır. Çünkü çok güzel bir şey yapıyorsunuz. Etrafınız,çevreniz,ulaşma arzusunda olduğunuz kitlede dilerim sizi düşündüğünüz şekilde algılar.
2013 Mayıs // Mavi Ay (45)
ÜNİVERSİTE YAŞAMI
ÜNİVERSİTEYE GİDECEK BİRÇOK ÖĞRENCİNİN RÜYASIDIR İSTANBUL GİBİ EFSANE OLMUŞ BİR ŞEHİRDE YAŞAMAK Bu muhteşem şehirde acısıyla tatlısıyla anılar biriktirmek, gezip eğlenmenin de sıkıntı çekmeninde en uç noktalarına ulaşmak, arkadaşlığı dostluğu öğrenmek ve yeni bir dünyaya adım atmak. İstanbul da yaşayan insanlar genelde şikayet halindedir. Trafiği, gürültüsü, kavgası, kargaşası, kirliliği, güvensizliği, pahalılığı hep sorundur buradaki insanlar için. Haksızda sayılmazlar aslında ama yinede içinde birçok kültürü barındıran, iki kıtayı birleştiren, içinden deniz geçen bu şehrin güzelliklerini de unutmamak gerek. Çocuğunu okuması için İstanbul a gönderecek olan aile fertleri için büyük bir kâbustur İstanbul. Onlar için İstanbul daha hayatı tanımamış yeni yeni kendi ayakları üzerinde duracak çocukları için pahalılığıyla, hırsızıyla, sarhoşuyla, mafyasıyla, uyuşturucusuyla, sağıyla, soluyla potansiyel bir tehlikedir. Öğrenci için ise uzunluğu kişiye göre değişen bir adaptasyon süreci yaşatır İstanbul. Bu dönemde ağlanır sızlanır, taşına toprağına laf edilir İstanbul'un. Bu yoldan geçmiş ağabeylerimiz, ablalarımız sürekli 'bak alışacaksın çok kısa sürede' der ama bir türlü anlamazsınız. Sonrada siz aynı öğütleri verirsiniz kardeşlerinize. Zordur İstanbul da öğrenci olmak hayat pahalılığına karşı mücadele etmekle eş anlamlıdır. Öğrenci akbilini evde unuttuysan küçük bir servet ödemek boynunuzun borcu demektir. Kombili ile kombisiz evin arasındaki farkı bilmek demektir İstanbul da öğrenci olmak. Ülkenin genelindeki öğrencilerden daha açıkgözlü olmak demektir. İnsanlara karşı daha ön yargılı olmak kendini daha fazla kollamak demektir İstanbul da öğrenci olmak. Ama aynı zamanda önemli mimari yapılara ve müzelere bile bir otobüs mesafesinde bulunmak, her türlü sanatsal ve kültürel etkinliğe yakın olmak, daha sosyal olmak, diğer üniversite öğrencilerine göre daha rahat iş bulma imkânının olmasıdır İstanbul da okumak. Bir tarihe tanıklık etmektir İstanbul da olmak. Dolmabahçe’den Çırağan'a kadar size eşlik eden Atatürk resimlerini seyretmektir. Boğazda balık yemek, vapurda martılara simit atmak, gerektiğinde kıta değiştirmektir İstanbul da olmak. Birçok üniversiteyi barındırır içerisinde. Şüphesiz ilk akla gelenlerden biridir İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ. . Hatta belki de birincisi. 1453 te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle başlayan “Yeni Çağ”ın bir diğer önemli olayı da, İstanbul Üniversitesi’nin geleceğe uzanan temellerinin atılmasıdır. İstanbul Üniversitesi, Avrupa’da kurulan ilk 10 üniversiteden biri olma özelliğini de gururla taşımaktadır. Geçen yüzyıllar boyunca İstanbul Üniversitesi, çağının ilerisinde pek çok değişim yaşamıştır; değişmeyen tek olgu ise, bilimsel alandaki öncülüğüdür. Üniversite, 20 fakülte, 3 yüksekokul, 6 meslek yüksekokulu, 16 enstitü, Rektörlüğe bağlı 3 bölüm, 63 Uygulama ve Araştırma Merkezi ile 85 bini aşkın öğrenciye 64 önlisans, 183 lisans, 365 yüksek lisans, 276 doktora olmak üzere toplam 888 programla
“Öğrenci Dostu” anlayışıyla eğitim veren modern bir eğitim kurumudur. Türkiye’nin en seçkin eğitim kadrolarına sahip olan Üniversite, 1500 Profesör, 450 Doçent, 800 Yardımcı Doçent ve 2350 Öğretim Üye Yardımcıları ile yaklaşık 5100 akademik personele sahiptir ve gerek ulusal gerekse uluslararası çalışmalarıyla bilim dünyasında etkin konumdadır. İstanbul Üniversitesi’nde, Edirne’den Hakkari’ye, Ardahan’dan Aydın’a kadar ülkemizin her yöresinden gelen yaklaşık 55,000 öğrenci lisansüstü, lisans ve ön lisans eğitimi görmektedir. Öğrenciler geleneklerini kültürlerini, üniversiteye taşımakta; farklı düşünce ve kültürler, özgürlükçü bir ortamda paylaşılmaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olmak, farklı kültürleri tanımak açısından da büyük bir şanstır. İstanbul dışından gelen öğrencilerin karşılaştığı en büyük sorunlardan bir tanesi barınmadır. Özellikle üniversitenin ilk yılında öğrenci ve ailesi için, İstanbul gibi metropol ve çok kalabalık bir şehir, maddi ve manevi pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. İstanbul Üniversitesi, öğrencilerinin eğitimlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri için barınma sorunlarına titizlikle eğilmektedir. İstanbul Üniversitesi Yurtları Avcılar Kampüsü, Cerrahpaşa kampüsü ve Beylikdüzü’nde yer almaktadır. Üniversiteye bağlı beş ayrı kampüste (Beyazıt, Çapa, Cerrahpaşa, Bahçeköy ve Avcılar) bulunan mutfaklarda yaklaşık 23 bin öğrenci ve memura sıcak yemek verilmektedir. Ayrıca dört kampüste (Beyazıt, Çapa, Cerrahpaşa ve Avclıar) bulunan çocuk kreşlerine sabah kahvaltısı, öğlen yemeği ve ikindi (ara öğün) yemeği verilmektedir. Avcılar kampüsünde bulunan Üniversiteye bağlı yurtlarda hafta içi ve hafta sonları akşam yemeği (yaklaşık günlük 800900 kişiye) verilmektedir. Üniversitelerin kuruluş amacı, bilimsel araştırma yapmak, ülkesini bilimsel çalışmalarla temsil etmek ve geleceğe taşımaktır. İstanbul Üniversitesi de, bu anlayış çerçevesinde öğrencilerine derslerinde ve bilimsel araştırmalarında yardımcı olacak tüm olanaklarını ortaya koymaktadır. Özellikle kaynak taraması için üniversitede çok zengin bir kütüphane bulunmaktadır. Zengin arşiviyle geçmişle bugünü, doğu ile batıyı birleştiren üniversite kütüphanesi, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk kütüphanesidir. Kütüphane sadece öğrencilere değil, halka ve yurtdışından gelen yabancı araştırmacılara da açıktır.
İSTANBUL'DA ÖĞRENCİ OLMAK
(46) 2013 Mayıs // Mavi Ay
Burs ve yurtlarıyla,akademik kadrosuyla,ERASMUS ve FARABİ programlarıyla,yerleşkeleriyle,sosyal,spor ve kültürel etkinlikleriyle,yabancı dil eğitimi ve eğitim ücretleriyle İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ DOSTU bir ÜNİVERSİTE’DİR.
BULMACA
KARE BULMACA 1
6
2
14
15
19
11
16
10 1
20
6 21
17 3 12
7
4
3
33
13
22
54
30
23
24
25
8
32
31
28
26 2
9
29
SOLDAN SAĞA 1-Deneyim 5-Uzunluk 8-Gezegen 10-Meydan 12-Adım 16-Tabut 18-Uzman 20-Embriyo 22-Pislik 26-Baykuş 28-Göz Doktoru 30-İki Defa 32- Tutkal
1
5
2
YUKARIDAN AŞAĞI 1-Utangaç 4-Köpek Kulübesi 7-Yumuşatıcı 14-Fosfat 23-Kasket 28-Öküz
3-Leylek 7-Durağan 9-Perde 11-Engel 14-Fakir 17-Nöbekçi 19-Ayva 21-Nefret 24-Patlamak 27-Kulaklar 29-Sent 31-Beni 33-Buz
3 1
4
2-İstek 6-Semizotu 13-Sivilce 15-Objektif 25-Kasaba
ÇÖZÜM ANAHTARI
5
6
Hazırlayan: Mehmet Ayaz 2013 Mayıs // Mavi Ay (47)