Çankırı Şairleri

Page 1

Çankırı Tarih ve Halkiyâtı Notları - 1

ÇANKIRI ŞAİRLERİ Toplayan: Çankırılı Ahmet Talât

1930

Çankırı Matbaası



YAZARIN ÖNSÖZÜ ÇANKIRI: İlkçağ ve miladın ilk asırlarında krallık, başpiskoposluk, Selçuklulardan beri eyalet, mutasarrıflık ve vilayet merkezi olan Çankırı’nın tarihteki siyasî önemi kadar halkbilim açısından da mühim yeri vardır. Vilayet kuzey doğudan ve batıdan yüksek dağlarla, güneyden uçsuz bucaksız ovalarla çevrili bulunduğundan daima dışarıyla irtibatı kesik bir halde kalmış, bu cihetle özelliklerini muhafaza eden karışmamış saf bir Türk diyarı olma şerefini korumuştur. Dikkatli ve titiz bir araştırmacı için Çankırı, Türk halk kültürü itibarıyla tükenmez bir hazinedir. Oyunlar, türküler, düğünler (hafızlık, icazet, sünnet ve evlenme törenleri vb.) gezmeler, toplanmalar ( ârifâneler, sohbet teşkilatı, esnaf teşkilatı vb.) dini teşekküller ve telakkiler (mevlid, aşûre ve tekke âyinleri, halk -bilhassa kadınlar- tarafından asırlardan beri muhafaza edilen cin, peri ve uğursuzluk telakkileri, yağmur duaları, âfetten ve bilhassa zaman zaman büyük hasarlar veren zelzelelerden korunmak için dualar, cenaze merasimleri, ölüler hakkındaki inanışlar vb.) giyim tarzındaki özellikler, dil vb. sosyal hayat ve yansımalarının her biri başlı başına araştırılması gerekli durumlardır. Kuvvetle iddia edebilirim ki, vilayet dâhilinde yaşayan Türkler, Anadolu’ya yerleştikleri günden beri gerek ahlak ve âdetler, gerek ibâdet ve dinî inanışlar hususunda Hıristiyanlıktan asla etkilenmemişler ve belki Orta Asya’dan beraber getirdikleri ahlak ve kültürleri bugüne kadar az çok korumuşlardır. Bugün bile İstanbul ile temas etmiş köylerle, temas etmemiş olanlarını ayırt etmek pek kolaydır. Tepeden tırnağa kadar ektiği pamuğu dokuyarak yaptığı kumaşı giyen, sîmâ, giyinme, konuşma, âdet itibarıyla daha dün Orta Asya’dan gelmiş zannedilebilecek derecede özellikler gösteren köylerin sayısı yüze, nüfusu onbine yakındır. Anadolu tarihinde en az göç eden ve belki de etmeyen Çankırı vilayeti halkıdır. Orta Anadolu’da bulunması nedeniyle istila ve harp görmemiş, Celâlî ve Kadıkıran eşkıyasının saldırıları ise zaman zaman meydana gelen zelzeleler kadar olsun iz bırakmamıştır. İşte dışarıyla bağlantısı pek az olan bu memleketin çevreyle münasebetini yalnız meşhur Panayırı temin ederdi.

3


Ahmet Talât Onay

ÇANKIRI PANAYIRI: Başka bir eserimde1 ayrıntılı yazdığım üzere Çankırı’ya altı saat uzaklıkta Vilayetin doğusundaki Yapraklı dağında her senenin eylül ayında ve ayın bedir hâlinde bulunduğu zaman bir panayır kurulurdu. Bu panayır cuma namazından sonra başlar, pazar akşamına kadar ikibuçuk gün kurulur; ertesi gün şehre nakledilerek salı gününden ertesi hafta çarşamba akşamına kadar devam ederdi. Derme çatma dükkânların adedi, resmi kayıtlara göre 999 idi. Üzeri çam dalları ile örtülü, etrafı bir iki tahta ile çevrili bu dükkânlardan çarşılar meydana gelirdi. Hint’ten, Fas’tan, Mısır’dan, Suriye’den, Acem’den ve Anadolu’nun her tarafından gelen tacirler; manifaturacı, ıtriyat ve baharat, kuyumcu, mücevheratçı, saraç, ayakkabıcı ve hatta esir ve cariye çarşıları oluşturmuşlardı. Büyük mikyasda hayvan alım satımı olurdu. Matbaa müdürü Hasan Bey’in araştırmalarına göre, Gözlüklü Hamdi Bey isminde bir mutasarrıf bu çarşıları kiraya bağlaması ve o yerleri kendine mülk edinmesi ile gelen tacirler maruz kaldıkları zorluklardan dolayı Yapraklı’ya gitmeyerek şehirde kalmayı tercih ettiklerinden 1306/1890 senesine doğru bu panayır dağılmış ve yalnız şehir panayırı devâm etmiştir.2 Ne zamandan beri kurulduğu bilinmeyen ve fakat başlangıçta mal ve eşya değiş tokuşuyla başladığı bildirilen bu panayırda bu değiş tokuşun yanında fikir ve şiir de teâti edilir, dışarıdaki ilmî, edebî akımlar, siyasi hareketler bu on gün içinde anlaşılırdı. Çünkü panayıra koşan ticaret erbabıyla beraber hokkabazlar, köçekler, orta oyuncuları, maskaralar gibi halkı eğlendirecek sanat erbabı da gelirlerdi ve bu meyanda bilhassa saz şairleri büyük hürmet görürlerdi. Arapların sûk-ı ukaz’ına nispetle Orta Anadolu’nun göbeğinde kurulan bu panayır daha önemli idi. Çünkü buraya İslam memleketlerinden, Anadolu ve Rumeliden tüccarlarla beraber şairler de gelirler, şiir alış-verişi ve yarışmalarında bulunurlar, şöhretlerini etrafa yayarlardı. Şüphesizdir ki her tüccar memleketine maddî kâr ile beraber birkaç da yabancı ve Çankırılı şairlerin şiirleri ile dönerdi. Yerli şairlerle dışarıdan gelenler arasında muamma asmak, tekellümde bulunmak, nazîreler söylemek suretiyle yarışmalar yapılırdı. Kazanan şair kendilerine ve memleketlerine şöhret kazandırırlardı. Erzurumlu Emrah, Geredeli Dertli, Konyalı Şem’î, Kalecikli Mir’âtî, Everekli Seyrânî, Tokatlı Nûrî, Beşiktaşlı Gedâyî, Bayburtlu İrşâdî, Giresun’da medfun Fethî gibi âşıklar bu panayırlarda çalmışlar; Çankırılı Hurrem, Cünûnî, Mefharî, Sabrî, Hayrî, Zahmî, Yâdî, Rindî gibi saz ve kalem şairleri ile çarpışmışlardır. 3 İşte bu panayır münasebetiyledir ki Çankırı kadar söz ve saz erbabının uğradığı, 1 Ahmet Talat Onay, Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı Matbaası, 1933. 2 Ankara-İstanbul tren hattının açılması üzerine Çankırılı tacirlerin İstanbul ile münasebete girişmeleri de panayırın dağılmasına sebep olmuştur sanırım. Şehirde her sene kurulmakta olan panayır yalnız hayvan ve zahire alışverişine münhasır kalmış gibidir. Üç gün devâm etmektedir. 3 Bu çarpışmalar Tokatlı Nûrî adlı eserimde anlatılmıştır. (Ahmet Talat Onay, Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı Matbaası, 1933) (Not: Çarpışmadan kast edilen karşılıklı atışmalardır. İ.A.)

4


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

izler bıraktığı memleket çok azdır. Bundan dolayı Çankırı’da herkes doğal olarak –aptallar hariç- şair değilse bile şiire yatkındır. ÇANKIRI ŞEHRİ4 : Kibert haritasına göre şehir ekvatorun 40,46 derece kuzeyinde ve İstanbul gündüz yarısının 5 1/7 ve Greenwich gündüz yarısının 33, 2/7 derece doğusunda bulunup bu itibar ile iklimi mutedildir. İçanadolu’da dâhil ve deniz seviyesinden 730 metre yüksek olduğundan havası kuru ise de doğudan akan Acıçay ve önünden geçen Tatlıçaylar ile bir dereceye kadar bu kuraklığı değiştirmektedir. Şehir, kuzey, batı ve güneyin 50, 100 metre yüksekliğinde sıra dağlar ile çevrilmiş oldukça derin bir vadide kurulmuştur. Bu yönüyle karayel, karayel kerte, yıldız, keşişlemeyi; tatlıçay aşırı bahçeler ise poyraz, yıldız, karayel kerte yıldızdan esen rüzgârları alır. Topbağçeden Ayan köyüne kadar güney doğudan kuzey doğuya kadar 15 km. uzanan Tatlıçayın iki tarafında bağçeler bulunur. Buraların ilkbahar manzarası çok şairanedir. Mehtaplı gecelerde seher vakitlerinde bülbüllerin feryadı, kuşların cıvıldaşması insana adeta can verir. Asıl şehir eski kalenin bulunduğu tepenin yamacında kurulmuştur. Evler kademe kademe inşa edilmiş olduğundan birbirine engel değildir. Bu nedenle hemen hemen çoğu güneş görür ve bahçelere bakar. Yazın mehtaplı geceler çok latif ve caziptir. Tabii engebeler dolayısıyla gözle görülen ufuk çok dar olduğundan parlak yıldızların görünüşü insana pırlantalarla süslenmiş bir çadır altında bulunuyormuş hissini verir. Ay, başka yerlerde olduğu gibi yavaş yavaş ortalığı aydınlatmaz. Yüksek tepelerin ardından yükselen ay etrafı birden bire aydınlığa boğar. Sonbaharda eski kaleye çıkılırsa hazanzede bağ ve bahçelerin arasından Acı ve Tatlı çayların bazen açıkta bazen gizli aktığı ve güneşin ışıklarının tatlı parıldamalarla yansıdığı görülür. Çankırı şehri hakkında bu küçük tasvirler gösterir ki kabiliyetli insanları yetiştirmek hususunda iklim kısır değil, bereketlidir. Bu yönüyle halk hür düşünceli, serbest hareketlidir. Vaktiyle açılmış olan üç-beş tekke bile müritlerinin adedini parmakla gösterilecek bir dereceden yukarı çıkaramamıştır. Bunun içindir ki tasavvuf anlayışları bu memlekette yer bulamamış, tasavvuf mensuplarına ise daima garip nazarla bakılmıştır. Zevke, eğlenceye, şiire, güzelliğe düşkün olan bir halk kitlesi üzerinde mutaassıp insanların nüfuzlarının olamayacağı açıktır. Her koyun kendi bacağından asılır, sözü ötedenberi siyasette, kabahatte, ibadette ve hayatın her safhasında Çankırılıların hareket noktası olmuştur. Bundan dolayı Çankırı’da din ve kanunların ahlaksızlık olarak gördüğü suçlar –dışarıyla karışım artıncaya kadar- sayılabilecek kadar az görülmüştür. Hayatımın ilk yirmi senesi içinde Çankırı’da iki adam öldürme, bir-iki ırza te4

Hacışeyhoğlu Ahmet Kemal Bey’in Çankırı tarihine dair kıymetli görüşlerini, buluşlarını içeren Çankırı Tarihinin Anahatları adlı notlarından özetlenmiştir.

5


Ahmet Talât Onay

cavüz, iki kadar hırsızlık olayı olduğunu hatırlıyorum. Çankırılıları bu derece fazilete sevk eden din, adet, gelenek ve görenekle beraber şüphesizdir ki şiir vasıtasıyla yapılan telkin olmuştur. Mühim bir terbiye ocağı olan sohbet âlemleri, sıkı bir sosyal disiplin halini alan esnaf teşkilatı yanında taassup bilmeyen âlimleri, âşık ve kalem şairleri de halkı hayra, fazilete yönlendirmiştir. Kendilerine yetiştiğim Vehhaç, Bezlî, Mecbûr, Mâhir Hüsnü, Behçet Ata, Kadrî, Pünhan, Fahrî, Şemsî gibi kalem ve Nûrî, Yâdî gibi saz şairlerinden ve az çok eğitim gören kalem ve medrese efendilerinden başka sohbet yârânından pek çoklarının5 bile uzun kıtalı, müzeyyen ciltli cönkleri ve bunların içinde nadide şiirler bulunurdu. Bu yârenin hemen yarısından fazlası esnaf idi. Bu eseri yazarken yararlandığım mecmualardan bir kısmı da yine onların bıraktıkları mirastır. Tanrı cümlesine rahmet etsin. ÇANKIRI ŞAİRLERİ: Çankırı şairlerini gösterecek bir “Şairler Tezkiresi” şimdiye kadar yazılmadığı, cönklerde yalnız şiirleri geçdiği ve aynı mahlaslı yerli yabancı birkaç şair de bulunduğu içindir ki Çankırılıları ayırmak güç bir mesele olmuştur. Bazı mecmualarda Kangarevî gibi kayıtlara tesadüf edilmekte ise de bunların derhal kabulü uygun değildir. Bir de eski şair tezkireleri de birçok şiire kabiliyetli kişiler ya fazla hürmet görmek ya da kendilerini gizlemek maksadıyla kendilerini İstanbullu hatta Arap ve Acem gösterdikleri yahut tezkire sahipleri araştırmadan birçoğunu Şehrî tanıttıkları cihetle bunlar arasında Çankırılı şairleri bulup çıkarmak birçok vasıtalarla zahmetli bir çalışmayı gerektirmektedir. Bütün bu noktalardan Çankırı şairlerinin isimlerini saymak beni tedbirli davranmaya sevk etmiştir. Eğer tedbirli davranmayıp da rivayetleri, bazı delile dayanmayan kayıtları dikkate alsaydım Çankırı şairlerinin adedinin yüzlere ulaşması mümkün idi. Hatta daha ileri giderek Çankırılı Âşık Sabri ile beraber: Bu şehr-i Kangırı bünyâd olalı şâir-i meydan Mukaddem bir de senden Sabriyâ Âşık Ömer çıkmış [şiirine dayanarak] meşhur Âşık Ömer’i de Çankırılı sayardım. Sabrî’nin bu beyti davamı isbat etmezse iddiamı kuvvetlendirecek mahallî rivayetler de vardır. Çünkü Âşık Ömer, Yüklü köydendir, evinin yeri bile malumdur. Kimse bu âşıka hürmeten oraya ev yapmazlar. Köyün önündeki köprü Âşık Ömer hayrıdır, o yaptırmıştır. Köylüler bu köprüyü bugün de tamir ederler. Âşık Ömer şehrin güney veya doğu taraflarındaki değirmenlerin birinde değirmenciymiş. Bir Hıdrellez gecesi değirmen birden bire durmuş. Uyuyan Âşık Ömer sesin durmasından uyanmış; sebebini anlamak için dışarı çıkmış ve ağaçların secdeye kapandığını, suların uyuduğunu görmüş. Derhal belindeki yağlığını çıkılması mümkün olmayan bir kavak ağacının tam tepesine bağlamış. O dakikada dualar ka5

6

Sohbet: Aynı yaştaki 24 kimsenin haftanın bir gecesinde sıra ile toplanmalarıdır. İçlerinden biri büyük başağa seçilerek düzeni, yâren arasında kardeşliği muhafazaya görevlendirilir. Bir diğeri de küçükbaşağa seçilir, yârenin vekili olur. Sohbetlerde hizmet edene çavuş derler. Bu sohbetlerin özel ritüelleri vardır ki yeniçerilik, âhilik izleri görülmektedir.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

bul edildiği için; -Yâ Rabbi! Sazımın üzerine saz, sözümün üzerine söz olmasın, duasında bulunmuş. İşte saz ve sözündeki kuvvet ve tatlılık bundan ileri gelmiş, keramet sahibi olmuş. Çankırı şairi olarak tanıtmak istediğim sîmâların şiirleri şüphesiz bugün elde bulunanlardan ibaret değildir. Yalnız Hurrem ile Mecbur Efendi’nin bir kısım şiirlerini içermeyen mürettep divanları istisna tutulursa hiçbirinin mürettep divanı şiir mecmuaları ve hatta perakende el yazıları bile meydanda yoktur. Bunların pek çoğu yabancı memurlar tarafından götürülmüş, bir kısmı yanmış yahut ehil olmayanlar elinde kaybolmuştur.6 Bir kısmı da meydana her nedense çıkarılmak istenmediğinden nihayet mecmualardaki şiirleri toplamak zarureti baş göstermiştir. Merhum Mecbur Efendi’ye ve pederine ait üç mecmuanın son senelerde birisi tarafından götürüldüğünü ve bu mecmualarda üçyüz kadar Çankırılı şairin şiiri olduğunu mahdumu Muhlis Efendi söyledi. Bu mecmualar bugün elde bulunsaydı Çankırılı şairlerin eserlerinden oluşan bir antoloji yahut özel bir edebiyat tarihi meydana getirmek mümkün olurdu. Şu halde noksan olan benim gayretim ve himmetim değildir. Bir kısım şairlerin şiirlerini elde ettiğim halde hayatlarına dair bilgi elde edemedim. Bu şairler ben daha dünyaya gelmezden vefat ettikleri, sosyal hayatı kayıt eden muntazam nüfus kayıtlarımız olmadığı için kendileri gibi isimleri de unutulmuş, küçük bir rivayet dahi kalmamıştır. Bu münasebetle üzülerek belirtmeliyim ki her Türkiyeli Türk dördüncü ceddini bilemez. Çünkü nüfus kayıtlarında arayıp bulmak remil döküp define bulmak kadar zordur. İçimizde yaşayan Hıristiyanların düzenli kayıtları olduğu bu yönüyle bir ailenin birkaç yüz senelik aile fertlerini bulmak mümkün bulunduğu halde ne yazıktır ki biz Türklerin böyle bir sicilleri olmadığından bir ailenin geçmiş kişileri bilinmemekte, akrabalık bağları bozulmakta, birçok asaletler kaybolmaktadır. Ümit ediyorum ki ellerindeki şiirleri tılsım gibi saklayanlar bir zaman sonra meydana atacaklardır, fakat ne yazık ki benim Çankırı şairleri hakkında yazmak istediğim mufassal ve hususi görüşlere dayanan mütalaam bugün yazılmış bulunmayacaktır. İtirazlarla dolu olan şu soruyu, o halde aceleye sebep ne idi, duyar gibi oluyorum. Arz edeyim ki otuz seneden beri şiir ve edebiyatla meşgulüm. Bu müddet içinde topladıklarımı birkaç defa kaybettim. Yeni topladıklarımı noksansız yayım için beklemek belki bunların da kaybolmasına sebep olabilir. Belki de benim hayatımın sonuna kadar sürer. Zaten bir tarihçinin görevi bulduğu materyalleri elde tutmak, saklamak değil; bunları meydana koyarak daha yeni maddelerin meydana çıkmasını temin eylemektir. Binaenaleyh bunları yayımlama hususunda iki sebepten dolayı acele ettim. Biri kaybolmasından koruma, diğeri memleketimi tanıtmak. Yoksa 6

Ali Dehri, Çolak Osman Pünhânî’nin mecmualarından ikisinin terekesi satılırken elde etmiş ise de bunlar da kaybolmuştur. Terekede satılan diğer mecmualar kim bilir ne oldu?

7


Ahmet Talât Onay

ölülerin eserlerini yayımlayarak eser sahibi görünmek gibi bir kendini beğenmişlik benim prensibim değildir. Noksanları tamamlamak yine Çankırılı gençlere düşer. Bu kitaba isim ve eserleri yazılan şairleri yaşadıkları asırlara göre sıralamak bunların esas ilhamlarını, kimlerin etkisinde kaldıklarını, edebi ekollerini, yazma sanatlarını göstermek diğer tabirle özel bir edebiyat tarihi meydana getirmek gerekirdi. Bu işi başarabilecek yeteri kadar materyale sahip olsaydım haklı tenkitlerle karşılaşacağımdan korkmayarak memleketimi tanıtmak, şairlerimiz hakkında edebiyat mensuplarını alakadar etmek için böyle bir işe girişirdim. Böyle bir cür’eti kendimde görmekle beraber benden sonra gelecek, yeni bilgilerle dolu Çankırılı araştırmacıların çalışmalarını kolaylaştırmak için yüzeysel bilgi vermekle yetindim. İşte bu sebepledir ki şairlerimiz edebî dönemler itibarıyla değil, alfabetik sırayla gösterilmiştir. İlerde elde edilecek bilgiler, esere zeyl (ilave) olarak yayımlanacaktır. Eseri yazarken kaynak olarak yararlandığım şiir mecmuaları şunlardır: • Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) kütüphanesindeki 1 adet mecmua. Çankırı’dan İstanbul’a giden bu mecmua, Kilisli Muallim Rıfat Efendi tarafından Bakanlığa satılmıştır. Çankırı tarihini aydınlatacak vesikaları içermektedir. • Ankara Ziraat Bankası Memurlar Okulu kâtiplerinden amcazâdem şair Ali Dehrî’ye ait 3 adet mecmua. • Maliye kâtiplerinden Gazezzâde Mehmet Efendi’ye ait 3 adet mecmua. • Dikici ustası Koçumoğlu Mustafa Çavuşa ait 1 adet mecmua. • Tiftik taciri Yavanzâde Mustafa Efendi’ye ait 1 adet mecmua. • Avukat Celal Bey’e ait, Armutcuzâde Ali Efendi merhumun Şair Kadri’ye hediye ettiği 1 adet mecmua. • Büyük Camii müezzini Hafız Ali Efendi’ye ait 1 adet Ali Mihri Efendi mecmuası. • Tapu memuru Feyzi Efendi’nin Pederine ait 1 adet mecmua. • Orta Mektep Müdürü Kemal Cenap Bey tarafından tedarik edilen 3 adet mecmua. • Sahibi meçhul, Maarif sandığına ait 1 adet mecmua. • Bolu’da elde ettiğim 2 adet mecmua. • Babam merhum Numan Efendi’ye ait 1 adet seçme şiirler mecmuası (1282/1865) • Belediye kâtibi şair Ethem Hıfzı Efendi’ye ait 1 adet mecmua.

8


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

• Çuhadarzâde Hafız Efendi’den yazdıklarım. • On senedir topladıklarım. • Sinop Halk Bilgisi Derneği muhabiri Şakir Bey’in gönderdiği destan. • Ali Dehri Bey’in bana verdiği muhtelif parçalar. Şiirler, nüshaların ortak yönleri dikkate alınarak tashih edilmiş, önemli farklılıklar dipnotta gösterilmiştir. Çankırı tarih ve şairlerine dair derlemelerde bulunduğumu bilen vilayet encümeni azaları kitabın basımı konusunda isteklerini belirttiler, hatta bu eserin vilayet matbaasında basımına karar vermek suretiyle takdir edilecek bir ilgi ve alaka gösterdiler. Memleket adına teşekkür ederim. Memlekete ait gelenek, görenek ve ananelere hakkıyla vâkıf olan canlı bir kültür kütüphanesi olan matbaa müdürü Hacı Şeyhoğlu Hasan Bey’in eserin yayımlanmasında gösterdiği gayret ve alakaya şükran borçluyum. Mecmualarını iade suretiyle çalışmamı kolaylaştıran kişilere ve saz şairlerine dair bilgilerini istifademe sunan eski tapu müdürü Ali Mihri Efendi amcamıza teşekkür ederim.

12 Ağustos 1930 Çankırılı Ahmet Talât

9



ABDULKADİR BEDRÎ Karataş mahallesinden Hacı Osman Ağa’nın oğludur. 1301/1885-1886’da doğmuştur. İlk ve orta tahsilini Çankırı’da gördükten sonra yedi senelik Kastamonu İdadisine naklederek tahsilini 1323/1907-1908 senesinde tamamlamıştır. Balkan Harbine katıldıktan sonra öğretmenlik ve maliyede memurluk yapmıştı. Son memuriyeti Çankırı merkez mal müdürlüğüdür. Çok insaniyetli ve iyi kalpli bir genç idi. Çabuk etkilenirdi, asabi bir mizacı vardı. İşret, bu arkadaşı gençliğinde mahvetmiştir. Vefatı 1928’dedir. Kastamonu İdadisinin 6. ve 7. sınıfında iken ben, Abdulkadir ve Nizameddin Yümni üç hemşehri beraber idik. Edebiyat öğretmenimiz merhum Sıddık Efendi, bizi şiire teşvik eder, nazîreler söyletirdi. Sınıfımızda bulunan talebelerin yarıdan fazlası manzum yazabiliyordu. Bu meyanda Abdulkadir de heves eder, yazdıklarını hemşehrisi olduğum için bana gösterirdi. Şiirde kullandığı Bedrî mahlasını ben vermiştim. Bana olan muhabbeti hasebiyle düzeltmelerimden memnun olur, tenkitlerimden gücenmezdi. Abdulkadir; şiirde arkadaşlarının ilerlediğini görünce üzülür, bazen günlerce uğraştığı halde dörtbaşı mamur pek az şey meydana getirebilirdi. Üzüntüsünü yenmek, bize başka sahalarda üstün olmak için ya bize zor gelen derslere fazla çalışır yahut bağlama çalmaktaki yeteneğini ilerletmeğe uğraşırdı. Hatta okuldan çıktıktan sonra birçok şiirler ezberlemek, sazını ilerletmek suretiyle bir saz şairi olmayı bile hayal kurduğu olurdu. Abdulkadir’e sanat kabiliyeti olan bir şair gözüyle bakılamaz. Hatta iyi bir nâzım da denemez. Ancak şiirden anlar bir kişi gözüyle bakmak gerekir. Sonradan yazdıklarını görmedim. Bundan dolayı şiirlerinden örnek vermeyeceğim.

11



ALİ BEZLÎ7 Büyük Müftü Hacı Mustafa Efendi’nin “Hicazdan sana sakal tarağı ile misvak getireceğim” latifesinde bulunduğu Ali Bezli Efendi, dişleri dökülmüş geçim derdinin zorluklarıyla beli bükülmüş olmasına rağmen –galiba biraz da köseliğin icabı olarakson derecede şen, şatır, nükteci, latife yapan, zarif, âlim, şair, dürüst ve âlicenâb bir zât idi. Bugün bile Abdioğlu denildiği zaman kendini yakından tanıyanların dudaklarında derhal bir tebessüm belirir, behemehâl birkaç nüktesi, şakası nakledilir. Ali Efendi, 1257/1841-1842’de Çankırı’da doğmuştur. Babası ulemadan Hacı İbrahim Efendi’dir. Büyük babası Büyük Caminin imamı Hafız Ali Efendi ve onun babası Hafız Ali, bunun babası da Hacı Hasan Efendi’dir. Abdioğlu lakabı kendisine ecdadından kalmıştır. Bu isim de bize bu ailenin âlim ve şair yetiştirdiğini göstermektedir. Babası İbrahim Efendi de erbâb-ı tabiattan idi. İlk tahsili müteakip medreseye devâmla, zamanın şairlerinden Hayri ve Zahmî ile tanıştı. Bu sıralarda şiir yazmaya başladı. Koyduk vatanı gurbete bu fikrile çıktık Kim renc-i sefer bâis ola izz ü a’lâya, beyti onun da hareket noktası oldu. Tahsilini tamamlamak ve geliştirmek için İstanbul’a giderek Fatih müderrislerinden meşhur Hoca Şakir Efendi ile İngiliz Kerim Efendi gibi âlimlerden ders, Debreli Elmaszâde Talip Tevfik Efendi’den icazet aldı. Bir taraftan da Hafız, Mesnevî, Gülistân tahsil ederek Farsça bilgisini geliştirdi. 1878’de açılan Rus seferine takaddüm eden Sırp ihtilalini teskine ilmiye alayının binbaşısı olan Hoca Şakir Efendi maiyetinde mülazımlıkla iştirak etmiş, meşhur Aleksinaç muharebesinde bulunarak bu harbi tasvir eden Fezleke-i Tarih adlı destanı yazmış ve bastırmıştır. İstanbul’a dönüşünde Ruslar, Kars ve Ardahan’ı zabt ettiklerinden hükümetin rehavetini protesto makamında beş büyük caminin kapısına yapıştırılan yaftaların birini de Ali Efendi Bayezit camii kapısına yapıştırmıştır. Medrese talebe ve âlimleri arasında sayılır bir sîmâ olan Ali Efendi, hemşehrisi olmak münasebetiyle Ali Suavi ile de tanışmış ve mûmâileyhin Sultan Murad’ın tahta oturması, Abdulhamid’in hal’i maksadıyla yaptığı harekette alakası olduğundan akı7

Ayrıca bkz. Sagıp Atlı, Bezlî Çankırılı, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 06.07.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018; “Bezlî” TDE Ansiklopedisi (Devirler-İsimler-Eserler-Terimler) C. 1. İstanbul-1977, s. 422.

13


Ahmet Talât Onay

betten korkarak biraderi ile İstanbul’dan kaçmış, İnebolu yoluyla Kastamonu’ya gelmiş ise de parası kalmadığından kardeşi Veyis Efendi’ye Fezleke-i Tarih-i Osmânî’yi sattırarak yol parasını tedarik ettikten sonra Çankırı’ya gelmiştir. Bundan sonra ömrünü tetebbu’ ile a’şar memurluğu, kâtipliği, Büyük Camii mütevelliliği gibi vazifelerle geçirmiştir. 1318/1901’de vefat etmiştir. Oğlu Hamdi Efendi de şiire âşinadır. HUSÛSÎ HAYATI: Ali Efendi o rind-meşrep, feylesof-tabiat şairlerdendir ki hayatı geçim telaşıyla ızdırap içinde geçmiş olmasına rağmen feleğin kahırlarına karşı daima gülmüş, latifeleri, nükteleri ile de daima etrafındakileri güldürmüştür. Zaten nükte zeka eseri değil midir? Okcu oğlu Hoca Şakir Efendi –ki medrese âlimlerinin son yüksek bir sîmâsı, İstanbul dersiamlarından ve son şeyhu’l-müderrisîn idi- erbâb-ı zekaya latife etmekten, bunlardan mukabele görmekten çok zevk alırdı. Bu cihetle Ali Efendi’ye daima çatar, aralarında sarf olunan nükteler günlerce her sınıf halkın kahkahasını celp ederdi. Meselâ: Bir gün çarşıda yanında zamanın büyük âlimlerinden Hacı Evliya Efendi bulunurken yüzbaşızâde Hüseyin Efendi’yi çağırarak onu çingene yapmak için: -Hüseyin, bizim Hâlim köyden geldi. Oğlu Ahmed’i niçin getirmediğini sordum. Hayvana binecek kadar büyümedi, dedi. –Cânım, Hüseyin Efendi’yi görmüyor musun, çocuklarını yayladan heybeye doldurarak getiriyor, dedim, latifesinde bulunur. Hazırcevap Hüseyin Efendi derhal: - Hoca Efendi! Hâlim küçüktür; meresine girdiği zaman ağzına alır, getirir, cevabını verir. Hoca merhum kendi oğlunu köpek yavrusu yapan bu cevaptan son derece hoşlanır, fakat Hacı Evliya Efendi’nin tarizlerinden de kurtulamaz. Çünkü Evliya Efendi’ye göre latife yapmak ulemânın şanına yakışmaz. Hoca merhum bir gün araba ile köyüne giderken Hüseyin Efendi atla ardından yetişir. Çingeneler daima kavga çıkardıkları, her kavgadan sonra hükümete şikâyete koştukları için Hüseyin Efendi; - HocaEfendi, acelen ne? Şikayete mi gidiyorsun, diye latife yapar. Fakat av meraklısı Hocadan; -Ben ava gitmiyorum. Niye peşime düştün, cevabını alır. Şakir Efendi’ye göre sarf ettiği nükteleri anlamayan, latifelere derhal cevap veremeyen bir kimse konuşmaya bile layık değildi. Onun bu hallerini basit zekâlı âlimler hoş görmezler, kendini hafiflikle itham ederlerdi. Bunun gibi Ali Efendi’ye de ağır başlı nazarı ile bakmazlar ve kimbilir neler söylerler, nelere benzetirlerdi. Şakir Efendi ile Ali Efendi arasındaki bilgi farkı Şakir Efendi’nin zekâ farkı Ali Efendi’nin lehinedir. Gün geçmezdi ki bu iki zât arasında bir latife geçmiş olmasın. Mesela, Şakir Efendi bir Ermeni dişçiye diş yaptırmış, ağzında dişi olmayan Ali Efendi’ye dişlerini göstererek latifede bulunmuş. Ali Efendi: -Kafir ağzını eyi benzetmiş, karşılığıyla hocayı susturmuş. Bir ramazanda şair Osman Vehhaç, babam Numan, Arablı Ali, Okcuoğlu Şakir, Abdioğlu Ali, Müfti Hacı Mustafa Efendiler gibi zamanın âlimlerini, şairlerini

14


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

yüzbaşızâde Hasan Efendi davet eder. Gündüz Araplı Ali Efendi’nin medresesi için aldığı odunun bedelinden bir miktar borcu kalır. Köylü hocayı ararken Abdioğlu’na tesadüf eder. O da köylüyü Hasan Efendi’nin evine getirir ve kahve ocağına sokar. Kendisi telaşla içeri girerek Osman ve Hasan Efendilerin köyle münasebetlerine Müftü, Şakir ve Ali Efendilerin köylülüklerine telmihen: - Biz şehirliler, köylüleri ahmak sanırız. Halbuki bakarız elli paralık odun parasını almak bahanesiyle karnını doyurmak için hile düşünmüştür. Zaten bu köylüler… köylüler… tarzında dokundurmaya başlar. Ramazanla arası iyi olmayan iftar yanaştıkça gözleri görmeyecek derecede tiryaki olan Şakir Efendi, oradakilerin kahkahalarına tahammül edemeyerek Abdioğlu’na hitaben: -Ulan cıbır it! Şu sigaradan bir çekeyim, şu kahveden bir yutayım da sana köylüyü gösteririm, diyerek çıkışır. Ve aralarında geçen konuşmalar birçok gecelerin eğlencesine sermaye olur. Şakir Efendi köyü bulunan Ayvadlıdan Hacı Evliya Efendi’ye yazdığı mektupta derslere devam edilecekse geleceğini yazar. Evliya Efendi de derslerin kesileceğini bildirir. Ali Efendi mektubun bir kenarına selam yazacağı bahanesiyle şu atasözünü yazar: “Yorgunun çüş canına minnet!” Büyük Müftü Hacı Mustafa Efendi ile de aralarında birçok latifeler geçmiştir. Bir gün Ali Efendi’ye: -Ali Efendi, Büyük Camiyi tamir ettirdim, Mecbur Efendi tarih düştü. Filan hayra da filan düştü. Yaptırdığım helaya da sen düş, latifesinde bulunur. Ali Efendi: -Elbette biz de sahibinin şerefi ile mütenasip bir şey düşürürüz, karşılığını verir. Bir bayram günü Müftü Efendi medresesinde ziyaret kabul ederken yanında Ali Bezli, Yüzbaşızâde Hüseyin Efendi ve diğer bir zât bulunur. Bu sırada müftünün oğullarından biri içeri girer, para alarak çıkar gider. Bu sırada Ali Bezli yanındaki zâtın kulağına birşeyler fısıldar. Kulağı ağır işiten Müftü Efendi bu fısıldaşmadan kuşkulanır ve ne konuştuklarını sorar: Ali Efendi: - Bu çocuk kimin olduğunu sordu. Müftü: - Ne cevap verdin? Ali Efendi: - Müftü Efendi’nin dedim. Müftü: - O ne dedi? Ali Efendi: - Hoca, maşallah! Çekim hayvanı gibi amma dölü cılız düşmüş. Müftü: - Kabahat bende değil, ananın cinsi kötü, yoksa dölüm iyi düşer, cevabını verir. Böylelikle eşinin o zatla akrabalıklarını ima eder. Ali Bezli Efendi, Yüzbaşızâde Hüseyin Efendi’den daima bir ziyafet istermiş. Bir gün Hüseyin Efendi cumartesi sabahı gelmesini söyler ve ayrılır. Yolda Ali Efendi cumartesi günü bayram olduğunu hatırlar. Bu davetten maksadın “bayram pilavını yiyen köpek tavlanır” meseli olduğunu hatırlar. Derhal çarşı çarşı arayarak Hüseyin Efendi’yi bulur ve “ben ziyafete gelemeyeceğim, onu sen ye de tavlan” der ve savuşur.

15


Ahmet Talât Onay

İstanbul’da iken Ali Efendi, İngiliz Kerim Efendi’nin Şerh-ı Mevakıf dersine devâm ettiği sırada bir gün yolda Kerim Efendi’nin muarızı meşhur Urfalı Ayni Vahit Mehmet Efendi’ye tesadüf eder. Ali Efendi’yi koltuğunda koca bir cilt kitapla gören ve kitabın ne olduğunu anlayan Hoca, nereden geldiğini sorar. Dersten cevabını alınca 8 kitaba işaretle: ayetini okur. Bezlî derhal: - O ayet, Urfalı kör yahudiler hakkında nazil olmuştur, cevabını verir. Mehmet Efendi bu cevaptan çok müteessir olmuş, senelerce bunu nakl ederek: -Hayatımda Çankırılı Köse’ye mağlup oldum, diyerek üzüntüsünü ifade edermiş. İstanbul’da iken saz şairlerinden Beşiktaşlı Gedayî daima ziyaretine gelirmiş. Aralarındaki muarefe tahmin olunduğuna nazaran Çankırı’da teessüs etmiştir. Gedayî uzun boylu olmakla beraber üç etekli ve meydani denilen kumaştan yapılmış entari giyermiş. Bir gün yine gelmiş ve medrese odasının eşiğine basarak bir heybetli boyu ile arz-ı endâm etmiş. Ali Bezlî derhal: “kadd-ı dırâzu ahmak astarı pâre pâre” latifesinde bulunmuş. Gedâyi de: “sen âşinâ-yı laklak, ser-kelle-i minâre” cevabını vermiştir. Ali Efendi kuvvetli bir hafızaya mâlik idi. En uzun bir şiiri bile bazen bir defa okuyuşunda ezberlediği olurdu. Şair Zahmî bir gece zil zurna sarhoş medreseye gelir. Ali Efendi’nin derse bakmasına mani olur. Başındaki fesi mangala atarak ateşleri dağıtır. Ali Efendi dersine mani olduğunu söyler. Zahmî o halinde Ali Efendi’ye dersini okur ve yıkılarak evine döner. Evde refikası Duduş kadını kaldırır, mumu yaktırır; o gece mi’raç gecesi olduğu için 14 bentli muhammes mi’raciyesini yazar. Sabah medresede Ali Efendi’ye okur. Ali Efendi bu şiiri başkasına ait bildiğini söyleyerek ezberden okumaya başlar. Zahmî’ye: Sirkat-ı şi’r edene kat’-ı zebân lâzımdır Böyledir şer‘-i belâğatda fetevâ-yı suhan, beytini okuyarak nasihatlerde bulunmaya başlar. Tabi olarak endişeye düşen, terler döken Zahmî çalmadığını, tevarüd ihtimali olduğunu söylerse de tutturamaz. Gayet ümitsiz olarak kimseye bir şey söylememesini rica eder. Ali Efendi, baklava yedirirse bir çaresini bulacağını söyler. Ertesi gün baklavayı yerler. Ali Efendi de Zahmî şiiri okurken ezberlediğini söyler. Bu kadar kuvvetli bir hafızaya sahip olmakla beraber zekâsı da yüksek idi. Meselâ, Zahmî ile şair Hayrî bir gün ikindi namazını kılmak için Büyük Camiye giderken Samanpazarı ile cami arasındaki yüz metrelik mesafeyi müşterek bir şiir söyleyerek kat’ etmek isterler: Hayrî: “lâ”yı “illâ” eyleyen yâr, kâkülün bir tek teli Zahmî: “lâ”yı “illâ”dan ayırmaktır istisna beli, matla’lı şiiri söylerler. Makta beytini Zahmî söylediği için Hayrî, Zahmî’ye hediye eder. Akşam Zahmî bu şiiri Ali Efendi’ye okur ve kendisinin olduğunu söyler. Küçük bir düşünmeden sonra hangi mısraın Zahmî’ye ve hangi beytin Hayri’ye ait olduğunu ortaya kor. Görülüyor ki Ali Efendi yüksek bir zekâ ve hafızaya sahip, kalender meşrep, hoş sohbet, hazır cevap bir şairdir. 8

16

Manası: “Kendilerine Tevrat öğretilip, içindeki hükümlerle sorumlu tutulup da, sonra, bu hükümlerle amel etmeye yanaşmayanların hali, koca kitapları taşıyan eşeğin haline benzer.” (Cuma suresi, ayet: 5) Mevlana’nın da bu mealde bir beyti vardır.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

ÜSLÛBU: Ali Efendi, kalem şairlerindendir. Aruz ve hece ile de yazmıştır. Hiçbir meslek-i edebînin takipçisi değildir. Muhitinin tesiri altında yetişmiştir. Kendisini fikri, hissi bir şair olarak değil, hezl kabiliyeti yüksek bir nâzım olarak tanımak lazımdır. Üslûbu sadedir. Bilhassa hece ile yazdıkları temiz ve akıcıdır. NAZIM LİSANI: Aruzla yazdıklarında lisanı o kadar düzgün görünmez. O bir hezl, bilhassa koşma ve destan şairidir. Eldeki eserleri mahiyeti şiirleri hakkında bir fikir verecek kadar çok ve mevcutları da o kadar yüksek değildir.9 Şayet meşhur destanı elimizde olsaydı bu zâtın ibda’ kabiliyetini meydana koymak mümkün olurdu. Ne yazık ki bu destanın yalnız hafızalarda sarı rengi ile şekli kalmıştır. Ali Efendi’nin birçok vefat tarihleri söylediği rivayet edilmektedir. Son zamanlarda kabristanlar kaldırıldığından ve esasen mezar taşları -mermer olmadığı içinkumlu taşlardan yapıldığından, üzerindeki yazılar yirmi otuz senede kayıp olduğu için bu tarihler de elde edilememiştir. Şu halde Ali Bezli Efendi’yi yalnız hezl şairi tanımak ve latifeci hazır cevap olarak tanıtmak zarureti hâsıl olmuştur. SEMAİ10 Bu şeb bezm-i muhabbetde işittim banki kânûnu Okur erbâb-ı aşka her teli bin şerhli câmûnu Bu ilmin dânişi anlar rumûz-ı ma‘nî-i elfâz Ne bilsin olmayan ârifse de asrın Felâtûnu Süründüm bir zaman râh-ı ilimde tab‘-ı Mecnûn-veş Dolaşdım sû-be-sû Leylâ deyu sahrâ-yı hâmûnu Egerçi iltifât etseydi gönlüm mansıb-ı câha Mu‘în olsa kader teshîr ederdim mâl-ı Kârûnu Bu kasr-ı milk-i dil tathîrine Bezlî gedâ-âsâ Efendim cümle isyâna sürerdim tevbe sâbûnu Çerkeş anbar memurluğuna tayin olduğu zaman şu şiiri yazmıştır: Dil sana dostlar bütün a‘dâyı hanân ettiler İktisâb-ı kut için sevk-ı beyâbân ettiler İmam-ı Şâfi’nin “eğer şiir ulemanın şanına noksanlık vermeseydi bugün ben, Lebid ismindeki şairden ziyade şair olurdum” manasına gelen bir beyti vardır ki her âlim, şiir söylemeyi ayıp bilmişler ve şiir yazanlar ise eserlerini imha etmek suretiyle meslektaşlarının hücumlarından kurtulmak istemişlerdir. Oğlu Hamdi Efendi’nin şiirle uğraşmasını yasaklayan Ali Efendi’nin eserlerini imha ettiğini zannediyorum. Çünkü oğlunda da eserleri yoktur. 10 Bu şiir Ali Bezlî’nin terceme-i hali hülasası gibidir. 9

17


Ahmet Talât Onay

Gördüler yok kabiliyet sende insan olmaya Sürdüler bir dağa vahşilerle yek-sân ettiler Derd-i fakrın kesb-i şiddet ettiğin gûyâ görüp Rahme geldi her biri pehpeh ne dermân ettiler ………………………………………….. Çeşme-i çeşmin muharremde yine kan ettiler Çerkeş anbarına me’mûr eyleyip âhir seni Bezliyâ şükr et ki zâtın Mısra sultân ettiler *** “Mâ-tekaddem vâkıf-ı sırr-ı Hudâ derler bize Bende-i hass-ı habîb-i Kibriyâ derler bize” (Lâ edri) matlalı şiiri tehzildir. Bir alay müflisleriz zengin aga derler bize Herkese ihsan eder lutf-ı hevâ derler bize Defne-i ma‘dûme mâlik nutkumuz altın keser Sufre-i en’âmı yok Kâni Ata derler bize Günde bin her günde yüzbin kul çırak etmekteyiz Aslı faslı olmayan derde devâ derler bize Dolmadık yer kalmadı sermâye-i efkâr ile Halk içinde bir büyük tüccâr baba derler bize Laf ile kurmuş otağı yok yere tutmuş vatan Bende-i sultân-ı gam sahib-livâ derler bize Kim rezâlet şâhının olsa vezir-i a‘zamı Söylesin mevhum gazel Bezlî gedâ derler bize *** Cilve-keştir sevdiğim hüsn-i bahâ pazarı var Her gören sahip olur amma gamı ağyarı var Rahmi yok çünkü zerâfetli dil-i mecrûhumuz Cevr okuyla öldürür rûyunda tîr-i bâri var Merhemi la‘l-i lebinde gösterir Lokman senin Kıl tabîbim bir devâ ihrâk olur ten nârı var Göricek yekden cemâli mâh-tâbın çeşm-i cân Başladı ağlamaya bî-çâre bülbül zârı var

18


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bezli-veş bir âşık-ı sâdık bulunmaz sana kim Söyledi evsâf-ı hüsnünde güzel güftârı var *** Kaldım yine bir âteş-i ‘aşk içre firâkda Yanmakta tenim hasret ü nâr ile ırakda Zâr oldu benim kûşe-i mihnetde kararım Âlufte sefîl hâlime hâl ehli merakda Derdimi füzûn eyledi âh tîr-i nigâhı Şerh eyleyemem kilk ile çok cevr varakda Bülbül olalı gonca gülün hârı bükâdır Beyhûde gam-ı dil-bere dûş-kârı bırakda Ayâ gire mi gûşuma bir herze-i güf-târ Göster ana var Bezlî sözün kaldı … *** Yârim ile sahraya gidip def ‘-i gam olsa Ah bir ben olup bir dahi gonca-fem olsa Doldursa sebû la‘lini yârâna müsellem Dil içmez idi sâkî-i ebrâr-ı gam olsa Ey yâr-ı cefâkâr bugün cilveler etme İsterdi gönül sende reviş dünkü dem olsa Ol âb-ı hayât dâr-ı derûnuma dolunca İhlâk edemez cismimi tiryâk-ı sem olsa Sabreyle alıp zahmine sen merhemi Bezlî Hoş ola hemân gerden-i dil-dârın em olsa KOŞMA Bir hal geldi düştüm rûy-ı zemîne Dâmen-i eltâf-ı yâre sarıldım Başladım feryâda âh u enîne Goncalar sahnında hâre sarıldım

19


Ahmet Talât Onay

Felek tîğ-i cevrin câna uzatdı Leşker-i gam etrafını kapatdı Sefîne-i cismim deryâya batdı Bî-aman da kaldım da mâra sarıldım Bezlî cândan geçdiğim günc-i mihnetde Beklerim bî-nevâ bâb-ı devletde Cezbe-i ‘aşk ile şeb-i zulmetde Pervâne-veş yandım nâra sarıldım. DESTAN Ali Bezlî Efendi’nin Sırp seferine katılmasını, harbin nasıl yapıldığını gösteren 1293/1877 senesinde basılmış olan Fezleke-i Tarih isimli yetmiş kadar bentli destanı çocukluğumda, babam merhum Numan Efendi’nin kitapları arasında elime geçmişti. Pek hoşuma gittiği için olmalı ki bazı bentleri bugün bile hafızamda yaşamaktadır. Destanın aslı ele geçinceye kadar üslûbu hakkında bir fikir vermek için ezberimde olanları aktarıyorum: Vücûdu ref ’ olmuş rûy-ı zeminden Kalmamış kimsede bûy-ı sadâkat Çoğalmış ayrılan din-i mübinden Mevla doğrulara versin selamet Bin ikiyüzdoksan iki sâlinde Fitne baş gösterdi ay hilalinde Kalmadı politika eski halinde Bozuldu mihr-i çarh-ı adalet Tullâb-ı İstanbul düştüler aha11 Yüz tutup cümlesi ulu dergâha Nihayet duyuruldu iş pâdişaha Buyurdu öğrenin nedir bu hâlet? Geldi bir zât taraf-ı hünkârdan Dedi meramınız ne bu efkârdan Söylen çekinmeyin yâr u ağyârdan Hâdim-i şeriat bugün bu saat

11 İstanbul medrese talebeleri Ruslarla harp edilmesi için gösteriler yapmışlar, hükümeti zor mevkide bırakmışlardı. Nihayet harp olmuş, ordumuz yenilmişti.

20


ALİ DEHRÎ12 Saraç Hacı Ali Agazâde Abdullah Şevki Efendi’nin oğlu amcam Hafız Hakkı Efendi’nin sulbünden 1317/1899 senesinde Perdedâr mahallesinde doğmuştur. İbtidâî ve Rüşdî tahsilinden sonra müftüzâde İsmail Efendi’den bir miktar medrese dersi görmüştür. Mevlevi şeyhi Hasip Dede’den Farsça okumuştur. Ankara’da Ziraat Bankası memurlarındandır. Babası amcam Hakkı Efendi’nin güzel sesli bir hafız, şiirden anlar bir makamâşina olduğu kendisini tanıyanlarca müsellemdir. Ali Dehri ihtiraslı, mahcup, çabuk alıngan ve bu cihetle hassas bir gençtir. Şairlik kabiliyeti takdire layık bir derecede ise de –her genç gibi- çok yazma hevesinden kendini alamadığı biraz da aceleci olduğu için eserlerinde insicamsızlıklar görülür. Yazdıklarını tashih zahmetine katlansa eserlerinin güzel olanları daha çok olurdu. Genç yaşında babasının vefatıyla aile gailesi başına çökmemiş, mükemmel bir tahsil görmüş ve müsait bir muhitte yetişmiş olsaydı her halde kudretli bir şair olurdu. Bu genç her vadide yazmak istemiş, bu cihetle pusulasız bir gemici gibi şiir deryasında sağa, sola bocalamıştır. İstidadına ram olduğu zamanlar zarif parçalar vücuda getirmiştir. İftirak namında hece vezniyle yazılmış bir hikâyesi ve kadim edebiyatı tehzilen yazılmış horuz-nâmesi vardır. Mizah ve hiciv kabiliyeti fazladır. Üslubu sadedir, lisanı oldukça düzgündür. Çankırı’nın saz şairleri, halk şiirleri hakkında dikkate şayan mahfuzatı vardır. BİR MEKTUBU13 Zehr içeriz şimdi sahba yerine Düştük cehenneme me’vâ yerine Dirliğimiz bozuk selb oldu neş’e Gelmiyor ne yapsam asla yerine Kapımız önünden akıp gidiyor Parmak kadar bir su derya yerine 12 Geniş bilgi için bk. Cem Dilçin, “Dehri Dilçin” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.1, Çankırı-2006, s.169-176; Hakkı Duran, “Masallarımızı Derleyicisi, Çankırı Şairlerinden: Ali Dehrî Dilçin, 16.11.2006, www.cansaati. org., e.t. 29.08.2018. (İ.A.) 13 Topuzsaray köyüne muallim gittiği zaman göndermiştir.

21


Ahmet Talât Onay

Sen bana ben sana bakınmak için Çektik çocukları sıra yerine Sözde nâil olduk maaşa amma Öldürdüler bizi ihyâ yerine Talihin bu yolsuz hükmüne karşı İşimiz handedir bükâ yerine Gönül eğlencesi yoktur bu köyde Arasan derdine devâ yerine Ben gibi cahil bir herifi hâşâ Gönderdiler niçin hoca yerine Kendimi Batum’da zannediyorum Yaktığım petroldür çıra yerine Allah’ın vergisi davar, sığır çok İçtiğim ayrandır şıra yerine Elim eteğimi çektim cihandan Baktıkça bu halka mevta yerine Yüz çevirdik Hak’tan sû-yi filana Sarıldık Firavn’a Musa yerine14 Mızrabı nedemle lahza-be-lahza Döğeriz sinemiz cura yerine Nedir bu çektiğim bir dilim ekmek Sayılmaz zilletin haşa yerine Gördüğümüz oyun battı batıdır Gece odalarda tavla yerine El- ‘abdu yüdebbiru faidesizdir Gelirmiş ahkâmı kaza yerine Maksat latifedir aldırma yâhû Geçmesin bu sözler şekvâ yerine Kimdir hem-bezminiz acaba şimdi Dehrî-i vahî-i şeydâ yerine 14 O zaman Maarif müdürlüğü yapan zâta işarettir.

22


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

KALENDERİ Kıl sîne-i pür-nûrunu ey yâr küşâde Olsun ne olur baht-ı siyâh-kâr küşâde Teşrifin ümit etmededir âşıkı şebhîz Gel meclise olsun dil-i gam-hâr küşâde Bin nâz ile etti dil-i leb-rîz füyûzât Oldukça hemen sîne-i nevvâr küşâde Yâ Rab! Ne safâ-âver olur bağçe-i ‘aşk Bülbülleri pür-şevk u çemen-zâr küşâde Talât Bey’in eş‘ârını tanzîr ile Dehrî15 Oldu yine gencine-i efkâr küşâde *** Ben her güzelin âteş-i sevdâsına yanmam Yansam da mahalsiz yapılan vaz’a dayanmam Üftâdesiyim gerçi o put suretin ammâ Bin lütfuna bir secde-i şükrâna kapanmam Kaldıkça bu ‘aşk bende riyâ ber-taraf ey dil Dünyadan usansam da yine meyden usanmam Bir yerdeki yok bâde vü dildâde egerçi Cennet ise de durmam o yerde oyalanmam Va‘d etse bana kilk-i kaza zevk-i visâlin Bahtım bilirim ben o yalan va‘de inanmam Dehrî gibi leb-teşne-i zehr-âbı memâtım Mümkün mü benim câm-ı safâ bahş ile kanmam SELİSLER Aks-i hüsnün ne zamân sâgar-ı mînâya düşer Teşne-i la‘l-i lebin câm-ı musaffâya düşer Sen de varken bu kadar hüsn-i letâfet ey şûh Görse bir kerre melekler bile sevdâya düşer Gül ruhun zâğ rakîb anmasın âh eyleyerek Nâle gülşende hemân bülbül-i şeydâya düşer 15 Benim bir şiire naziredir. (Ahmet Talât.)

23


Ahmet Talât Onay

Reh-i sevdâda sitem âşıkı dil-gîr etmez Düşse de gerd-i mihan dâmen-i Leylâ’ya düşer Dehriyâ şi‘rini Talât Bey’e arz et ki bugün16 Tab‘-ı çâlâkini takdir o dânâya düşer SATRANÇ Sevda gönül ol güzeli Düştü ela gözlerine Cânla vurulmuş ezeli Medhe sezâ gözlerine Kaşları kavseyni kaza Ârızı mir’ât-ı Hudâ Fakrını ‘arz etse becâ Remzi dehâ gözlerine Baksa Hudâ baktı sanır Gökte kamer parçalanır Gölge misâli kapanır Bedr-i dücâ gözlerine Nûr-ı emel membaıdır Zulmeti ye’si dağıtır Aşk u şagaf kaynağıdır Dinse becâ gözlerine Baktığı kalbi eridir Rengi riyadan beridir Etse perestiş yeridir Arz u semâ gözlerine Aşkı gibi zevk-i bekâ Nazra-i mestinde nümâ Şîre-i cân dinse sezâ Neş’e fezâ gözlerine Geçme hayalin gibi dur Olma demem mesti gurur Belki de cândan vurulur Baksa Hudâ gözlerine 16 Bu şiir de bana naziredir. (Ahmet Talât.)

24


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Şehveti hırs olsa demir Pîş-i nigâhında erir Sanki yer etmiş gibidir Nûr-ı hayâ gözlerine Sevdim onu bu günehim Kaş arası secde-gehim Hâlimi mahzun nigehim Etse resâ gözlerine Varsa dağıt her kederin Okşa kurut göğsü terin Uykuda mı ver haberin Bak da sabâ gözlerine Merhamet et şûh-ı şenim Hicrin ile yandı tenim Mâ melekin varsa benim Olsa fedâ gözlerine Göz süzüşü cân yakıyor Nâz ile mahzun bakıyor Su gibi gönlüm akıyor Bahr-ı belâ gözlerine Rengi hayale bürünür Gönlüm izinde sürünür Cevr ü cefâ mı görünür Resmi vefâ gözlerin Ömrümü taraç ediyor Mahvımı intaç ediyor Sînemi âmâç ediyor Dest-i kaza gözlerine Gül gibi pek tatlı beniz Aynı derunumdaki iz Reng ü derinlikte deniz Varsa güvâ gözlerine Zevk-ı visâle bürünür Mâlik olanlar övünür Bence bugün az görünür Medh u senâ gözlerine

25


Ahmet Talât Onay

KOŞMA Beyhûde yorulma ey melek-sîmâ Her kadar eylesen nâz geçer miyim Vefâdır âşıka ettiğin cefâ Yüzbin cefâ etsen vaz geçer miyim “Elestü bezm”inde biz çekip sâgâr Olmuşuz ne çâre mest ü mükedder Gözlerim yaşıyla istersen eğer Katlim için fetvâ yaz geçer miyim Nedir bu cefalar nedir bu sitem Nedir bu çektiğim mihnet ü elem Derd-i firâkınla eğer ölürsem Elinle mezarım kaz geçer miyim Nâle vü feryâdım değil bî-sebep Dehriyâ çekeriz bir türlü taap Serdi cefâ ile geçse günüm hep Görmesem âlemde yaz geçer miyim *** Bu mihnet-hânede sevdiğim sensiz Hem-dem olmaz kimse bana âh kader Kurb-ı visâlinle ufacık bir iz Göstermeyip oldu sedd-i râh kader Evc-i muhabbetle misl-i sitâre Doğup dolunuruz her şeb âvâre Öldürür bu dertle beni ne çâre Ettirmez kimseden çâre-hâh kader Gonca-i ümide dokunmadan el Câ-be-câ sa‘yime veriyor halel Vech-i sa‘âdette küsûfa bedel Tutmuş ikbâlimi simsiyâh kader Dehri olmayım mı bu hâle hayrân Olur günden güne hâlim perişân Güldürmeyip beni edersin giryân Acımazsın bana sana vâh kader

26


ALİ KADRÎ17 Fertleri arasında birçok âlim bulunan İmaretoğulları ailesinden Bekir Efendi’nin oğludur. 1867 senesinde doğmuştur. İlk tahsilini sıbyan mektebinde görmüş, rüşdiye mektebine ve amcası ulemadan Topal Keşşâf adıyla bilinen merhum müderris Ali Efendi’nin medrese derslerine devâm etmiş, fakat tahsilini tamamlamayı başaramamıştır. 1894’te açılan Yunan harbine katılmış, barışın imzalanmasından sonra sekiz ay hududda beklemekten usanarak: -Bizden başka hududu bekleyecek yok mu, deyip çadırları yıkan ve mevzilerini terk edenler arasında bulunduğundan haklarında divan-ı harp tarafından tahkikata başlanmıştır. Bunun üzerine korku ve endişeye düşmüş, hastalanmış ve izin almayı başararak Çankırı’ya gelmiş ve duyduğu ızdırapların etkisiyle 1895 senesinde vefat etmiştir. Arzuhalcilik yapardı. Şakacı, latife-perdâz ve laubali meşrep bir zat idi. Bektaşi tarikatı mensuplarından saatçi Abdullah Efendi ile çok teması neticesinde Bektaşiliğe intisap etmiş ve fakat yapılan telkinleri layıkıyla hazm edemediğini fiilleri ve eserleri ile göstermiştir. Yaşıtları bulunan şairlerden Ata, Fahrî, Etem Hıfzı, Hilmi ile düşer kalkardı. Bunlara birçok latifeler, şakalar yapmıştır. ÜSLÛBU: Kadrî’nin üslûbundan akıcılık ve açıklık görülür. Mizah temayülü kendisinde fazladır. Eger şairlik kabiliyetini geliştirecek ve görgüsünü arttıracak bir muhitte yetişmiş ve ömrü yetmiş olsaydı Kadrî bugün mizahda, nükteperdâzlıkta da ikinci bir Kânî olurdu. Kadrî’nin hemen her şiirinde dudaklarda küçük bir tebessüm uyandıracak bir ciddiyetsizliği görülür. Hangi şiire ağırbaşlı bir eda ile başlamışsa muhakkak bir hafiflikle bitirmiştir. Mazmunlarında, hayallerinde bir tuhaflık gösteremezse muhakkak kelimelerde, kafiyelerde göstermiştir. Zaten hayatını latifeler, nükteler sarfıyla geçiren bir şairden ağırbaşlılık beklemek biraz faydasız bir arzudur. Bütün şiirlerinde ve hatta destanlarında bile bu hal müşahede edilir. Binaenaleyh Kadrî’yi bir mizah şairi olarak tanımak daha uygundur. NAZIM LİSANI: Kadrî’nin lisanı oldukça düzgündür. Lisan hataları emsaline nisbetle azdır. Kelime icadı, kelime türetme oyuncakları yok gibidir. Sanat yapma telaşesine düştüğü zamanlar ifadesinde bir tutukluk görülür. Mamafih lisanı genel itibarıyla temiz ve sadedir. 17 Ayrıca bk. Sagıp Atlı, Kadrî Çankırılı, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 21.12.2013, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

27


Ahmet Talât Onay

ESERLERİ: Kadrî, mevcut nazım şekil ve nev’ilerinin hemen hepsi ile yazmıştır. Mürettep divanını hâvî mecmuası meydanda yoktur. Birçok şiirleri gibi 1306/1891’de Kalecik âşâr kâtipliğine giderken seyahatini tasvir eden mufassal şiirle Tisalya’dan gönderdiği manzum mektupları, Cebecizâde Hilmi’ye mersiye ve bir iki destanı kaybolmuştur. Bunlar birgün ele geçerse Kadrî’nin nasıl avare bir mizaç sahibi olduğu anlaşılır. Bu mektupların meşhur Bağdatlı Rûhî’nin manzum mektuplarını andırmaktadır. MÜSEDDES İftirâk-ı gûy yâr çeşmimi hûn-pâş etdi Yuttuğum hûn-ı ciger kendimi ayyâş etdi Çektiğim âh-ı siyâh sırrımı hep fâş etti Mey-i sâkî-i elest gör nice kallâş etdi Nazar-ı şâh-ı erenler bizi Bektâş etdi Nâmımız aşk-ı Ali böyle Kızılbâş etdi18 Biz harabâtileriz tâlib-i şöhret değiliz Gerçi bektâşileriz dâhil-i halvet değiliz Zâhidâ siz gibi meftûn-ı ‘ibâdet değiliz Dâr-ı ukbâda dahi mâil-i cennet değiliz Nazar-ı şâh-ı erenler bizi Bektâş etdi Nâmımız aşk-ı Ali böyle Kızılbâş etdi Doğru ver va’zını kim atf-ı makâl etme bize Amel-i fâsidini böyle misâl etme bize Lâl u mebhût biziz arz-ı kemâl etme bize Bilmeyiz hayr u şer’i çünkü suâl etme bize Nazar-ı şâh-ı erenler bizi Bektâş etdi Nâmımız aşk-ı Ali böyle Kızılbâş etdi Biz garîb-i vatanız dâr-ı cihânda kaldık Derdimiz tazeleyip yakma bizi biz yandık Dâğ-ı Haydar vurarak sinemize dağlandık Bâb-ı evlâd-ı Ali kıtmiriyiz bağlandık Nazar-ı şâh-ı erenler bizi Bektâş etdi Nâmımız aşk-ı Ali böyle Kızılbâş etdi Mezhebim belli değil başka bir esrârım yok Elde tesbih ü asa belde de zünnârım yok Dostuma bir zararım düşmana bir kârım yok El ile Kadrî cidâl eyleyecek varım yok Nazar-ı şâh-ı erenler bizi Bektâş etdi Nâmımız aşk-ı Ali böyle Kızılbâş etdi 18 Yahut: nâmımız yâd-ı Ali

28


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

KİLDİR KİP19 Deyim bir bir, demi hiç kimseye esrârı kildir kip Bulup tenhaca yârı aldın hem ikrârı kildir kip Yanağına yanaşdım bûs için ol yârı kildir kip Başın kesdim yatağında bulup ağyârı kildir kip Kuşattı çevre yanım tut aman güftârı kildir kip Heman ol dem firar ettim delip duvarı kildir kip Tutup bir dâmen-i sahrayı leylen azm-i râh ettim Çıkıp ilden aradım nâdim oldum âh u vâh ettim Bulurlar haps ederlerse diye çok iştibâh ettim Göründü bir tabur asker yine şiddetle âh ettim İçinde var biri şahanedir etvârı kildir kip Dedim var bir ifadem dinle şâhım bârî-i kildir kip Meğer cini imiş ol taburun askerleri cümle Yetişti pâdişâhım yanıma yaverleri cümle Hoş ikram ettiler hakkımda cin serverleri cümle Göründü gözüme hep cinlilerin serverleri cümle Heman aldı beni şâhın sipehsaları kildir kip Dedi şâhım yetiştirdim sana bu kârî kildir kip Meğer kim var imiş bir duhteri Hüsniye adında Dedi ey Âdemoğlu var mı benzer itikâdında Kızım Hüsniye gibi yok güzel insan bilâdında Hudâ emriyle tezviç eyleyim gez sen de şâdında Güzel karşımda baktıkça eder işmârı kildir kip Gözüm tuttu n’ola versen dedim dil-dârı kildir kip Geçen mihnetleri cümle unuttuk hep muaf olduk Düğün tertip olundu bir gece yâre zifaf olduk Soyunduk kuş tüyü döşekte yattık sîne saf olduk Bu zevk ile sanırdım pâdişah-ı kûh-ı kaf olduk Unutdum mihnet ü gamı figânî zârı kildir kip Öpüp kokladım sıktım o gül-i ruhsârı kildir kip Çekip uçkurunu çezdim kopardım bend-i şalvarı Uyandım uykudan baktım ne yâr var ne ağyârı Hasır üstünde yaptım medresede işbu pazarı Demedim kimseye Kadrî utandım ben bu esrârı Görenler okusun da acısın eş’arı kildir kip Eder şeytânı her şeb gafile tımarı kildir kip 19 Bu manasız kelime, Kadrî zamanındaki gençler arasında, kimseye söyleme (!) manasına kullanılmış bir argodur.

29


Ahmet Talât Onay

KALENDERİLER Vahşi dil ü rindî sıfatız âleme billah Biz ehl-i hakîkat kuluyuz hamdü felillâh20 Yok dehşetimiz renc-i emîrân-ı cihândan Lâ ye’tîye illâ lehümü’l-hükmü minallâh Takdir-i hudâ kuvve-i tedbîr ile dönmez Teslîm-i kazâyız fetevekkeltü ala’llâh Hiç kimseye boyun mu eğer ehl-i kanâat Aç mı bırakır kullarını hazret-i Allah Mürşit sözümüz kendimize bizde meal var Râm oldu gönül Kadrî bu eş’ârına vallah *** Âlemde lisana beni bir gül yayıverdi Bir kere görünce anı dil kaynayıverdi İftâriye üç bûseyi va’d etti inandım Akşama yanaşınca o sözünden cayıverdi Bin fend ile vardım yanına eyledim aguş Bir busesini almayınan ağlayıverdi Ettiklerini söyledim amma el içinde Afveyle ki zâlim bu zebânım kayıverdi21 Al sevdigime ver bunu ey hâdim-i efkâr Sorarsa de ki: Kadrî diye bir dayı verdi *** Bir yâr için âşıkların aşk olduğu gıdası Kat‘ olsa ne gam bâb-ı emîrânın atası Gözetme hakîr her dili dil muzhir-i rahman Âgâhı ne müşkil kul ile bey‘ine hümâsı Şâhım yalınız bülbül-i mâtem dem-i feryâd Gûş etse de görsek hele dil murg-ı sedâsı Müştâk-ı cemâliz dahi meyhâne-nişiniz Men‘ eyleyemez kürside ‘asrın ‘ulemâsı 20 Yahut ehl-i hakikat gülüyüz, 21 Yahut: Afv eyle darılma ki zebânım kayıverdi / Afveyle ki darılma zebânım kayı verdi

30


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Açmış nice cân keşkülünü bâb-ı gafûre Bir Kadrî mi bu tekyenin fukarâsı22 *** Ey tıfl-ı bed-ef ‘âl bana düşmân mı kesildin N’itdim sana her dem dem-i efşân mı kesildin Sevmez idin evvelce niçin eyledin ülfet Dostâne sıfat katlime ferman mı kesildin Fikr eyle sana il yapacak olsa ne yapmaz Dehr içre paşam hamza-ı ezmân mı kesildin Dil teşne şehîdân gibi dil sahn-ı belâda Yâr ‘aşkına Kadrî Baba kurban mı kesildin *** Zabt eyledi dil mülkünü meh-rû-yı harâbât Yağmaladı hep varımı hindû-yı harâbât Nerde benim ol secde vü seccâde vü zühdüm Mahv eyledi bir bakmada câdû-yı harâbât Bir mezhep edip dînimi îmânımı aher Gasb etti bütün kuvve-i bâzû-yı harâbât Ver katlime fetvâ, yürü ey münkir-i bed-nâm Bir cân için âdet mi tekâpu-yı harâbât Teshîr edemez vâizin efsânesi Kadrî Sayd olmadı hiç kimseye âhû-yı harâbât SELİSLER Varalım meygede-i ‘aşka nidâ eyleyelim Bulalım sâkîyi tenhaca safâ eyleyelim Şîşe-i reng-i bilâli alalım destimize Varalım küp dibine farzı edâ eyleyelim İçelim bâde ma‘a’l-besmele bed’ eyleyerek Her kadeh başına bin hamd u senâ eyleyelim Secde-i şükr edelim rıfk ile meyhâneciye Sâkinin kaşlarını kıble-nümâ eyleyelim 22 Bu şiir Kadrî’ye hediye edilen mecmuada bulunmaktadır. Altında aynı yazı ile şu beyit vardır; belki de Kadrî’nindir: Bilmez nedir ‘aşk n’olduğu dehrin cühelâsı ‘Aşk lezzetini bilmeyen ayran budalası

31


Ahmet Talât Onay

Gam-ı dünyâ dem-i ‘ukbâyı ferâmuş edelim Na‘ra-i haydar ile ref ‘-i sadâ eyleyelim Bir iki gün ki misâfir bize bu murg-ı gönül Neş’e-i ‘işreti ol ruha gıdâ eyleyelim Bâğ-ı cennet gibi tezyin edecek suframızı Kadri ervâh-ı harâbâta du‘a eyleyelim *** Bezmi be-avn-i Hudâ gülşen-i cennet gibidir Zevk-i cennet dahi keyfiyeti işret gibidir Meleğim bâde ver ecdadımızın cânı için Tevbe bozmak bu gece hükm-i meşiyyet gibidir Hak cemîl hubb-ı cemâl eylediği müsbet iken Nûr-ı ‘aynım seni sevmeklik ‘ibâdet gibidir Mey ü mahbûb şerefin zümre-i rindân bilir Mu‘cizât görmeden îmân eden ümmet gibidir İftihâr eyleme Kadrî feleğin zevkine kim Dem-i rü’yâda olan sahte meserret gibidir *** Acımam ben bana Ya‘kûb gibi vicdânım acır Alır ağlar haberim Yûsuf-ı Ken‘ânım acır Bu tahassür bu hüzün âh bu gam encâm-ı merâm Çekilir haşre kadar dîde-i giryânım acır Bozulur gülşen-i ömrüm çalınır tabl-ı firâk Bulamaz bir gün olur zülf-i perîşânım acır Yeni kurtuldu sitem-kârdan ol za‘îf tenim El’amân ey melekü’l-mevt ten-i ‘uryânım acır Acımaz kimse hemân Kadrî zebûn olsam eger Dü cihân içre mu‘înim bana sultânım acır *** Ey dilâ rabt-ı ümîd eyleme dünyâya denî Örmeden gerden ile rîşine iblis reseni “Yevme tüblâ” ya koma vakti tehi olma sakın Gel baka sanma, fenâ mâl ile mülki, bedeni Dâr-ı mihnet yâd olan dilde budur sanma tehi23 Halk eden Yûsuf-ı simâ nice bin sim teni 23 Manasızdır.

32


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hani ahkâm-ı Süleymân hani Lokmân-ı zamân Âkıbet zîr-i zemîn bây u gedânın vatanı Kadriyâ rûz-ı tegâfülde mürûr etti günün Yâdigâr olsa sezâ-vâr sana vaktü’l-hazeni DİVANLAR Cân içinde cânâna cândan iltifat ettim yine Kâfir oldum mutlaka ümm-i necât ettim yine24 Meyl-i mihrâb eyledim estağfirullah e’l-‘azîm Dînimi duvara çaldım seyyiât ettim yine25 Secde etmek gerçi farz amma sana ey put nidem Sen nihân oldun ki ben terk-i salât ettim yine Olduğun çün sevdiğim her bir sıfatla muttasıf Taatim vâ-beste-i lât u menât ettim yine Kadri mey sundukça sâkî leblerinden ağzıma Allah Allah her sözüm nefh-i hayât ettim yine *** Dâimâ bu çarh-ı gerdûnun vefâsız gerdişi Aldanıp etme tegâfül ki sihir-bâzlık işi Bu felek bir pehlivandır arkası gelmez yere Hîle-bâzdır zabtına kâdir değildir her kişi Zâhidin teşbihini boynuna zencîr eylesin Bir ucundan da tutup dâl ettirir çok dervişi Vâ‘izâ rahlesini mânend-i âhûr eylemiş Baglamış ol fâsidi zerk u riyâdır her işi Kadri’nin tenbelliğine de kanât koymuş ad Ne kebâbı yandırır felek, ne döndürür şişi *** E’s-selâm ey sâhib-i taht-ı risâlet e’s-selâm E’s-selâm arslan-ı Hak, şâh-ı velâyet e’s-selâm E’s-selâm nûr-i nübüvvet bağının mesmûm gülü E’s-selâm ey server-i râh-ı sa’âdet e’s-selâm E’s-selâm ey âlî- evlâd-ı Resûl-i Kibriyâ E’s-selâm ey bülbül-i bâğ-ı belâğat e’s-selâm 24 Kâfir oldum sanma, ümmid-i necât etdim yine 25 Dinimi dünyada saldım seyyiât ettim yine

33


Ahmet Talât Onay

E’s-selâm ma’sûm yetîm-i Kerbelâ ibn-i Hüseyin E’s-selâm ey merd-i meydân-ı şehâdet e’s-selâm E’s-selâm ey gâib u hâzır muhibb-i hânedân E’s-selâm Kadri gedâ tâ-be-kıyâmet e’s-selâm *** Zahm-ı sinem tîg-i müjgânım yürüt başlaşmasın Gam meyin sun şâdlık tab‘ımla kardaşlaşmasın Sevdiğim zülf-i siyâhın perde çek çeşmânına Fitne-cûlar görmesin suretle nakkaşlamasın Aklını al şol akılsız zâhide bahş eyle ki Bilmesin yârânımı yârân ile taşlaşmasın Berk-i âhım leyle-i zulmetde ber-dâr eyleme Dev perî cin vuslatım râhında kallaşlaşmasun Kanlı seyfin dest-i hûn-rîzinle çal gerdânıma Sürh-ı ser Kadrî gedâ her dem kızılbaşlaşmasın *** Kahramân-ı ehl-i ‘aşka sâm-ı meydânız bugün Bülbülüz bir goncaya sermest ü nâlânız bugün Devr-i âlem devr-i sâkî devr-i gül hâcet değil Cür‘a-ı la‘l-i lebinden hoşça sekrânız bugün Vârımız var dînimiz îmânımız var zenginiz Hazır etdik cümlesin teslîm-i cânânız bugün Sırrımız sırr-ı ene’l-hak gûy-ı sahrasındadır Varlığı yağmaya verdik cism-i ‘üryânız bugün Yâre verdik parça parça pay edip dil mülkünü Kadrî mahviyyette Mûsâ-veş perîşânız bugün *** Lutf edip gel yanıma nâz u edâsı tatlı yâr Kıyma tatlı cânıma cevr u cefâsı tatlı yâr Dest-i zulmün lutf edip çekme girîbânımdan hiç Ol şerâfettir bana derd ü belâsı tatlı yâr Bir bölük rindâneyiz biz iltifat mecnûnuyuz Câna hâr mühre selâmı merhabâsı tatlı yâr Bûseler vermek için iftâra da‘vetden garaz Bereket versin Hudâ ey diş kirası tatlı yâr

34


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Kadri üftâdem değil bir sâdık ahbâbdır demiş Sâdıkım hem âşıkım ey iftirâsı tatlı yâr *** Meh cemâlin gurre-i garra gibi revnâklıdır Reng-i ahmer ruhların gûyâ kızıl ırmaklıdır Yandı cânım dîde-i âhûlarından ey sanem Gamze-i câdûların şâhin gibi tırnaklıdır Minnet etmem andelîbin şîve-i dem-sâzına Dürre bahşa leblerin besbelli ki kaymaklıdır Gâhi âteşle yakar gâhi yıkar dil-hânesin Gâlibâ ebrûların aşkım gibi çakmaklıdır Rûz u şeb arzû-yı vaslın da emekdârın gönül Besledim ‘îdin için kurbanlığa elyaklıdır Ders-i hüsnün hâme-i kudretle takrîr eyledim Hikmet-âmiz sözlerin her biri bin evraklıdır Yok hatası zâtına rıdvân-ı cennet der isem Kadri âl-i mâderin zaten senin oymaklıdır *** Zât-ı pâkin kâinatta sevdiğim eslef olur Var mıdır eslef olur hem sen gibi ahlef olur Görse hüsnün şu‘lesin bakar kalır şems-i münîr Dâimâ envâr-ı rabbânî sana masraf olur Seyreden bir kerre ma‘nâda hayâl-i şem‘ini Kalbi şol beyt-i mu‘azzamdan daha eşref olur Âşıkâ, ermek dilersen kâbe kavseyn sırrına Gözlerin Cibril-i hak kirpiklerin ref ref olur Kim verirse senden özge bir nigâra meylini Kadriyâ imanı anın nây gibi ecvef olur *** Sâbitiz ashâb-ı va‘diz va‘dimizde muhkemiz Tâlib-i dîdâr-ı Hakkız her sıfata mahremiz Dilde bâkî kaldığı “kâlû belâ” güftârının Meylimiz yok öyle çok çok kîl u kâle ebkemiz Sanma sâkî câm-ı la‘lindir bizi mahmûr eden Ehl-i ‘aşkız cür‘a-i bezm-i elestden sersemiz

35


Ahmet Talât Onay

Her neye baksak olur cibrîl-i Hak peydâ bize “Küntü kenz”in âşinâsıyız velâkin âdemiz Şi‘rimiz ‘ilm-i ledün icmâlidir hâl ehline Kadriyâ i‘câzda gûyâ ki ibn-i Meryemiz Kadrî’nin arkadaşlarından Ethem Efendi’ye ait bir mecmuada Kadrî’nin iki şiiri üzerinde yağ dökülmüş, yarısı bozulmuş, bundan başka kağıdın bir kısmı da yırtılmış olduğundan şu parçalar okunabilmiştir:26 Dehri donun suhtei napuhtei dil huftesi Ben miyim ya şu çarşuyu aşkında dellalın mı yok Cevheri cân, nûr-ı iman ‘îdde kurbandır sana Dare çek pişanii lutfında ferhalin mi yok Vaktı bezm ü haleti nezim bugün lep teşneyim Bağı hüsnün de yetişmiş taze şeftalin mi yok Hayreti zülfünle ruzun şep siyah ettin yine Kadri bahtın mı siyahdır yoksa ıkbalin mi yok *** Teslim sana ey goncai handan senin olsun …………………………………………… Üftadelere gerçi yakışmaz yalınızlık Sen kadrinin Kadrî perişan senin olsun SEMÂÎLER Dilâ bu hâb-ı gafletden yeter gel gayrı bî-dâr ol Yapış bir dâmen-i pâke yetiş Hakdan haber-dâr ol Taharri etme gayrıdan visâl-i sırr-ı settârı Takarrub eyle Mevlâ’ya hemân keşşâf-ı esrâr ol Ene’l-Hak sırrını Mansur-veş izân u idrâk et Vücûdun mülküne nâzır olup müştâk-ı settâr ol Hurufi nokta-i bâ sûre-i seb’a’l-mesânî hep Sıfatımda muharrer bilmeye ey dil heves-kâr ol Rumûz-ı men aref dersin ne hoş şerh eyledin Kadrî Tehî gezme bu sahrâyı sana sen sahn-ı gül-zâr ol *** Dilâ ilm-i ledün miftâhıyım bil sırr-ı settârım Hakîkat âlem içre nâ-behâyım dürr-i şehvârım 26 Şiirde vezin, imla ve anlam hataları çok olduğu için biz de Ahmet Talat’ın yazdığı gibi bırakmayı tercih ettik. (İ.A.)

36


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Benim evvel benim âhir benim zâhir benim bâtın Benim âlim benim ma‘lûm benim hak varlığı varım Muhabbet ehline mahbubı zî-şânım hakikat de Müheyyâyım veli yârana yâr nâdâna ağyârım Nice tâlibleri irşâda verdim hasbeten-lillâh Heman münkirlerin inkârını nefy etmedir kârım Vücûdu âdem oldu âleme mir’ât-ı mevcûdât Hüveydâ ehl-i esrâra müzeyyen Kadri güftârım NEFESLER Bizi mest eyledi sahbâ-yı elest “Lâ takrabû’s-salât” bize bağlıdır Olmuşuz âlemde biz Yezdan-perest Secde-gâhımız bir kemân ebrûdur Deri meyhânededir bizlere mescit Giremez ol yere sofî-i mülhit Piyâle feyzimiz sâkimiz mürşit Çekdiğimiz gülbank zikr-i yâhûdur Kadriyâ sabitiz ikrârımıza Ağyar âgâh değil esrârımıza Hacı Bektaş Veli hünkârımıza Taş atan yezidin yeri tamudur *** Zinet-i dünyâya mâil değiliz Ukbâ için yoktur ibâdetimiz Cennet-i a’lâya kâil değiliz Sûfîlere verdik vekâletimiz Tekye-i ‘aşk içre erenlerdeniz Hû ismiyle nümâ olanlardanız Hâsılı Ali’yi sevenlerdeniz Alaca millettir asaletimiz Elest hitabına arş-ı a’lâda İlk safta sağ başta erdik murâda “Belî” dedik Kadrî kurb-ı Mevlâ’da Ol sebepten arttı şerâfetimiz *** Eger âkil isen dinle bu pendi Bir muazzam beytiz hak binasıyız

37


Ahmet Talât Onay

Hakaretle gönül yıkma Efendi Biz bu kâinatın ibtidâsıyız27 Tâlib-i Hak isen hanikâh biziz Sâlik-i Hudâya kıble-gâh biziz Maksad-ı ‘uşşâka doğru râh biziz Biz tarîk-i Hakk’ın akrabasıyız28 Lâ mekândan geldik Kadrî cihâna Zarfı mekân olduk kevn ü mekâna Bu şekl ü hey’etle düştük ziyâna Şimdilik âlemin muammâsıyız *** Etme âkil isen her câna minnet İlticâ et Hakk’a halka dayanma Çektiğin eziyet sürdüğün devlet Emanettir sana temelli sanma Sıtkını muhkemce tut temelinden Vefâ umma dehrin her güzelinden Yapış bir mürşid-i kâmil elinden Bu hevâ-yı nefsin hükmüne kanma Mahzen-i hidâyet bu şiirin meger Her harfi bir hûri bin gılman deger Kadri cennetliksin derlerse eger O düşman sözüdür sakın inanma KOŞMALAR Bu gece âh u zâr tuttu elimi Sadakatli âli-şâna elvedâ 29 Ayrılık ateşi bükdü belimi Bu meclis-i ârifâna elvedâ Cem oldu bu sene hep sâhib-kerem Emretse pâdişâh toplayamaz hem Bu gece gam oldu sürdüğümüz dem Şimden geri bu meydana elvedâ Yine sohbet olur ahbâb satılmaz Belki fakir Kadrî vatanda kalmaz Kalırsa ya ölür ya kısmet olmaz Ayrı ayrı her yârâna elvedâ 27 Bir mecmuada “ser-esâsı”yız. 28 Reh-nümâsıyız 29 1313/1895’te sohbet yaranına hitaben başağa Şeyh Şamlı Rıza Efendi’nin evinde söylenmiştir. Kadrî o sene vefat etmiştir.

38


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

ÇANKIRILI SABRİ’YE NAZİRE Düştü yine bu dil zâre ayrılık Bu meclis-i ârifâna elvedâ Açdı sinemde bin yâre ayrılık Ehli sohbet her yârâna elvedâ Güzel muhabbetler hep oldu hayâl Ne ise hukuku eyleyin helâl Cübbe de kavuk da ne gezsin kemâl Kalbi tâhir müslümana elvedâ Kadrî nedir sende bu gam bu keder Dağılır, toplanır bu böyle gider Dostundan vazgeçmez er evladı er Sıtkı bütün câvidâna elvedâ *** Kalmadı cihanda sadakatlı yâr Dil-rübâ dil-berin fesdı kaldı Esdi bâd-ı semûm bozuldu gül-zâr Gülşen-i âlemin ne tadı kaldı Garip bülbüllerin soldu gülleri Ötmez oldu letâfetli dilleri Mesdûd oldu hep meserret dilleri Feleğin başka ne muradı kaldı Sâkiyâ destinde bâde-i mezâk Câmi muhabbeti doldur el-firâk Murg-ı dil semtine düştü iftirâk Kadrî’nin dillerde bir adı kaldı *** Nâdân kimse ile eyleme ülfet Elbette yan baştan atar sevdiğim Olur mu hâr ile vâsıl-ı vuslat Yapışma destine batar sevdiğim Tehi sanma âlem ey peri-peyker Her fende mâhirlik olunmaz siper Köhne abalarda nice pür-hüner Çekilmiş pinhana yatar sevdiğim Al destine kendin kendi resenin Ümmü’l-kitâb olmuş Kadrî dehenin Sarrafı pend olan dür-i sühanın Sırası geldikçe satar sevdiğim

39


Ahmet Talât Onay

*** Hışma gelip baksa ey melek-zâde Vermez âşıklara aman gözlerin Garip bülbülleri verdi feryâda30 Kan dökücü ebrû kemân gözlerin Duzağına düşen insan kurtulmaz Yerde değil gökte uçan kurtulmaz Zan edersem binde bir cân kurtulmaz Taktıkça peçeyi şahan gözlerin Cem‘ olmuş Kadrî ya nedir bu leşker Açıldı gâliba cihâd-ı ekber Gürcistan fethine takınmış hançer Yahşi kirpiklerin yaman gözlerin *** Ârif bilen âdem kendi kendini Yar sevmeyen âşık hebâdır gider Konuşur güzelin bilmez kadrini Vay âteşe düştü abadır gider Zamane dil-beri bilmez nânını Kalp akçaya tebdil eder şânını Koparır başına Nuh tufanını Bu da benden sana caba der gider Pendli hakikatle dil-küşâd eden Râh-ı müstakîme inkıyâd eden Kaçan bir mecliste ismin yâd eden Akıllanamaz Kadrî Baba der gider DESTÂN-I HAYAT31 Dinle bu destân-ı ibret-nümâyı Aldanma bu dünyaya fenadır fena Nice Efendi’yi nice ağayı Düşürdü tuzağa manend-i a‘mâ Nice pehlivanlar nice güzeller Geldiler dünyaya ne ehl-i diller Dünya için ettikleri ameller Faide vermedi hep oldu heba 30 Bir mecmuada: düşürdü bâde 31 Ayrıca bk. Eyüp Akman, “Âşık Tarzı Destan Türü ve Çankırılı Âşıklardan Âşık Nâili, Âşık Ali ve Ali Kadri’nin Destanları Üzerine Bir Tahlil Denemesi” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı-2003, s.230-237. (İ.A.)

40


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bak bu bize ibret değil mi âkil Bir katre meniden Hak etti hâsıl Layık mı duralım biz böyle gâfil Malımız mı acep bu fâni dünya Yoktan halk eder bak bunca insanı Ki ana rahmine düşer nişanı Dokuz ay on günde gelir zamanı Doğup bir isimle olur müsemma Üryan gelir fani cihana sıbyan Başlar gece gündüz etmeğe figan Hayran hayran durur o tıfl-ı mestân Söylemez kimseyi bilmez evvelâ Sevilir kucakta bir körpe kuzu Cümle lisanlardan hariçtir sözü Fitne fucur bilmez doğrudur özü Gâhi güler gâhi ağlar ibtidâ Memedir çocuğun kıymetli malı Bilir onu bilmez başka ahvali Aklına geldikçe kalmaz mecali Zikr i fikri meme olur mutlaka Çocuktur herhalde evin yemişi Ananın babanın altın gümüşü Başlar inci gibi çıkmaya dişi Gezer mini mini maymun kereta Kesilir memeden iki yaşında Fena rüzigarı eser başında Bir revnak görünür hilal kaşında Heman güzellenir o tıfl-ı zibâ Yavaş yavaş yürümeye cân atar Kendi lisanınca bir lisan tutar Şakır bülbül gibi kuş gibi öter Elden ele gezer şahindir gûya Çıtı pıtı söyler bülbül misali Açılır gül gibi hüsn-i cemâli Günde müzdâd olur akl u kemali Esmâ-ı eşyâya olur âşinâ

41


Ahmet Talât Onay

Çoğalır feraset akl u dirâyet Anaya babaya eder itaat Verilir mektebe okur kırâat Birkaç sene sonra olur bir monla Yüzünde güzellik nümâyân olur Kaşları yay, kirpik ok gibi durur Nâz u nezâketle kalkar oturur Gören der, bu yavru kimin acaba Helal sütten hâsıl olan veledi Hıfz eder sıfat-ı hakkın mededi Hainlik edemez kimse ebedi Gözünün baktığı kalır kâr ona Onbeşinde olur bir delikanlı Köroğlu’dur gûya şöhretli şanlı Ya zampara olur yahut Osmanlı Hevâ vü hevesle gezer ser-â-pâ Anası babası halin sezerler Everelim deyû dünür gezerler Birkaç defa aldatırlar üzerler Derler, bulamadık yarar bir kız ha Yiğit gayrı elin alır yüzüne Aldanmaz onların hiçbir sözüne Der, âşıkım falankesin kızına Babama söyleyin alsınlar bana Duyar ebeveyni düşer teşvişe Çâr u nâçar başlar bu hayır işe Fenâdır bakarlar hâl u revişe Dünür gönderirler ber-vefk-ı şer‘a Birkaç günden sonra nikâh kıyılır Cümle halk ağzına bu iş yayılır Güveyi olacak keyfden bayılır Atlar gezer sürûrundan ser-â-pâ Gelir heman vakti saati bir gün Toplanır cemiyet kurulur düğün Kınalanır aç kurt için o koyun Kurban gibi gelin olur müheyyâ

42


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Güveyinin donatırlar başını32 Takarlar başına teslim taşını Felek ağu eder tatlı aşını Bilmeyene tatlı gelir evvelâ Ertesi gün güveyinin akranı Alırlar hamama giderler onu33 Bulurlar bir âlimi ehl-i irfânı Çeker güveyiyi yanına tenhâ34 Okudur gizlice anı ol imam Fâili mef ’ulü bildirir tamam Bilmez merak eder o sırrı avam Okutmaz o dersi zira ulemâ Gidip getirirler o gün gelini Öğretirler lâl ederler dilini35 Vururlar başına duvak telini Beklerler yanında hısım akraba Akşam geçer gelir yatsı zamanı Minarede mazin okur ezanı Vuslat zamanının düşer nişanı Camide ederler namazı edâ Camiden çıkanlar kapıya gelir Güveyi yetişir dualar olur Amin amin derken yumruk vurulur Kakarlar içeri tükenir kavga Güveyi hiddetle girer içeri Gelinin korkudan titrer cigeri Eder okuduğu derse nazarı Başlar vazifeyi etmeye icrâ Rızâ-yı hak iki rek’at namazı Kılar el kaldırır eder niyazı Kaleyi feth eder olur gazi Muammadır muammadır muamma 32 Eskiden Çankırı’da zifaftan bir gece evvel akşam namazından sonra güveyiye ilahiler söylenerek, mâhtâblar yakılarak elbise giydirilir, beline okuryazarsa gümüş divit, esnafsa hançer sokulur, yine ilahilerle şahnişinli büyük odaya götürülerek başköşeye oturtulurdu. Bir taraftan sazlar çalarken güveyinin ahbapları şeker getirirler, bu şekerler “şen olalım filancanın şerefine!” diye herkese dağıtılır, bu saz ve şeker dağıtma gece yarısına kadar sürer, sonra bir ziyafet verilirdi. Bu merasime başdonanma denirdi. 33 Zifaf günü güveyiyi arkadaşları hamama götürürler, çalgılar çalınırken yıkarlardı. Akşam arkadaşlarından biri ziyafet verir, yatsı namazından sonra dualarla gerdeğe konulurdu. 34 Aklı başında evlilerden birinin karı-koca ilişkilerinin edeplerini öğretmesi adettir. 35 Gerdekte gelinin bir müddet söz söylememesi adettir. Güveyi kendisini memnun edecek bir hediye vererek söyletir.

43


Ahmet Talât Onay

Çoğaltır gittikçe başta dalgayı Geçirir boynuna felek halkayı Atlar dağ taş çabalayı çalkayı İşin yoksa çabala ha çabala Onun da sulbünden zürriyet hemân Gelir bu cihana hep yegân yegân Gittikçe ol yiğit olur nâtüvân Lakin kâfir nefes verir tesellâ Hiç bitmez tükenmez dünya umuru Görmez gözlerimiz ehl-i kuburu Birdir bu fenanın gamı sürûru Gelenler hep gitti durmadı asla Gittikçe ol yiğit ihtiyar olur Ehl ü ayaliyle uğraşır kalır Birgün ecel döşeğine başvurur Ararlar derdine bulmaya devâ Hekimlik davasın eden âdemler Paraya bir tuzak yapar merhemler Aldanırlar itikatsiz sersemler Hasta-i hareme olur mu şifâ Erişir pençe-i ecel nâgehân Yüzbin kere yalvar hiç vermez aman Kesilir ümidi teslim olur cân Ehl-i ayâline eder elvedâ Hani ol sevgili ehl-i ayâli Hani o kıymetli mâl u menâli Kaldı heman kazandığı a’mâli Haşr eder onunla Hazreti Mevla Başlar çoluk çocuk etmeye feryat Ol vakit kimseden erişmez imdat Bu fani cihandan kim aldı murat Aldattı çok gafilleri mâsivâ Sevgili evlatlar yetim olurlar El koynunda boyun büküp kalırlar Babası başına yasa dururlar Çağrışırlar vâ hasretâ vâ baba! Yıkanıp kefene sararlar anı Koyarlar tabuta dostu yârânı

44


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Toprağın altına atınca onu Eşsiz bırakıp da gider ahibbâ Yoktur bu dünyanın asla payanı Tevellüt teehhül bütündür fâni Bî-ma‘nâ bul Kadri cihanı Bu destan faide vermez hiç sana DESTÂN-I BAHÂRİYE36 Bin izz ü nâz ile eyyâm-ı bahar Kûh-ı nezâketten gösterdi seri Kahraman zemheri efe rûzigâr Çekti taburu kıldı seferi Beyaz çiğdem baş gösterdi cihana Hamsin kılınç çekip girdi meydana Gazi sarıçiğdem batmış al kana Feth etti hamsini aldı şeheri Sâhir berdü’l-acûz gördü bu hali Topladı başına yedi kralı Sihr için çiğdeme açarken falı Havâce benefşe geldi ileri Başladı çekmeye Kahhâr ismini Yazdı bir vefk içre ism ü resmini Kaldırdı ortadan onun cismini Berdü’l-acûz üzre buldu zaferi Çiğdemle benefşe bir nice eyyâm Sovuk korkusundan sürmedi ahkâm Teşrifine hasret çekerken encâm Nevruz sultanının geldi haberi Asrında ıspanak geldi zuhura Hak kısmet eylesin ehl-i gurûra Müflisleri sovan bahr-ı sürûra Gark etti lütufla çok derbederi Ardınca yetişti pırasa zeybek Baş açık eğninde sade bir gömlek Donu yeşil sakal beyaz hem seyrek Şeyh söğüt kuşatmış ona kemeri Kara gözlü uzun ayaklı laklak Nâgâh gelip çaldı kapıyı taktak 36 Behâr kelimesi Farsça olduğuna göre Behâriyye tabiri yanlıştır. Rebî‘iyye demek lazımdır.

45


Ahmet Talât Onay

Harem sarayına girdi daltaşak Topladı başına hep serçeleri Halvet-hânesinden ibibik hâlâ Nevruzu görünce oldu budala Belinde peştamal başında vala Nâz u nezâketle çıktı dışarı Teşrif etti dünyaya nevruz sultan Sarsıldı büsbütün eşyâ-yı cihân Hamsinin başına koptu bir tufan Mahv oldu kalmadı hiçbir neferi Başkaldırdı marul bak o esnada Yeşil câme geymiş geldi piyâde Sirke yoğurt zeytin sarımsak zâde Çıktı istikbale bu dört kemteri Dil-ber zülfü gibi çıktı çimenler Gıbtalara düştü gonca dehenler Gûya çalındı sûr ba‘s oldu tenler İhya etti nevruz cümle şeceri Sünbül kâküllerin döktü gerdana Açtı nikâbını girdi meydana Selam verip susam durdu bir yana Erguvan da geldi girdi içeri Kınalar yakınmış müzeyyen nergis Kurbanlık koç gibi Hak kılmış tesis Münkiri irşada mânend-i Cercis Memur olup gelmiş Hak Peygamberi Yeşil çadır üzre lâle-i ahmer Şehit kanı gibi olmuş münevver Kerbelâ sırrına olanlar mazhar Nice yâd etmesin nûr-ı Hayder’i Yaktı ciger-gâhım âh-ı Kerbelâ Gayb etti on iki şâh-ı Kerbelâ Hûn-ı Hayder-gâh çâh-ı Kerbelâ Yetim âşıkların oldu ezberi Gördü bu menekşeyi müflis nümâsı Aldı âğûşuna gece sefâsı Kara yüzlü pire başlar belâsı Tahta kehlesiyle çekti askeri

46


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Başeğmiş rükûda ezhâr-ı yıldız İbadetle meşgul geceyle gündüz Kendi âleminde dervişân nevrûz Varıp dağ başına atmış minderi Baş açık karanfil rû-yı semâya Açıp nikâbını durmuş duâya Hüsn-i Yusuf gibi bin meh-likâya Hükm eder çiçeğin bu ser-askeri Yeşil hil’atlere gark olup zanbak Gösterir Mansur’a sırr-ı ene’l-Hak Bunlarda bu sırrı görmeyen ahmak Noksandır imanı kılsın hazeri Zanbak dedikleri vezîr-i güldür Vezîr-i gül olan yâr-ı bülbüldür Yâr-ı bülbül olan hep ehl-i dildir Ehl-i dil olandır Hakk’ın mazharı Sarı şebboy ile beyaz gül-zâr Sarmaş dolaş olmuş bu iki dil-dâr Gûşe-i uzlette feslekân nigâr Mest eder mestâne ehl-i dilleri Zîb-i tâvus gibi solmaz çiçeği Rengârenk urunmuş nakş-ı ipeği Kadife deniylen gözler bebeği Devr eder estikçe seher yelleri Kuşattı dünyayı dürlü çiçekler Hayrette kaldılar cümle melekler Hasretin çektiğim sivrisinekler Takmış takıştırmış geldi hançeri Başladı şiddetle esmeye poyraz Yoktan peydâ oldu cüz’i bir ayaz Çıkageldi heman kırlangıç cânbaz Haşir neşir dedi geçti ileri Gelir gökyüzünden na’ra-i yâ Hak Nedir diye baktım gördüm hep çaylak Yağlı kurşun gibi imanı çıplak Pervaz edip gelir gayet haşeri Geldi o bî-çâre seyyâh akbaba Koymamış gezmedik şeher kasaba

47


Ahmet Talât Onay

Başında gargalar gelmez hesaba Ki gak gak git der kimi ileri Başladı geçmeye durna taburu İbretle kim baksa aklın şaşuru Karakuş denilen imanı kuru Geçti önlerine çekti neşteri Divane durnalar duttu bir feryâd Bozdu saflarını o kâfir cellâd Meyus oldu âhir misâl-i Şeddâd Geri geldi ol dem kuşlar kaşmeri İnci gibi aktı âb-ı revânlar Seyrâna çıktılar tâze civânlar Elvan elvan açtı cümle fidanlar Saçtı yeryüzüne misk ü anberi Gark oldu bir gece ziyâya dünyâ Saf-beste bülbüller oldular nümâ Yıldız böcekleri önünce zira Sahn-ı gülistana çekti feneri Yeşerdi bülbülün ziyâret-gâhı Cânan ellerinin açıldı râhı Uyandı uykudan hâr-ı siyâhı Çekti bülbüllere karşı teberi Düştüler feryâd u zâra bülbüller Hazır etti cismin nâra bülbüller Garip garip bakıp hâra bülbüller Alîl mahzun gezer zîr ü zeberi Uyandı bülbülün zârına güller Arz-ı cemâl etti yârine güller Yandı bülbüllerin nârına güller Kâfir dikenlerden yandı cigeri Güller güftâr eder bülbüller ağlar Bülbüller zâr eder hep güller ağlar Güller firâr eder sünbüller ağlar Tuttu gülistanı mâtem şereri Mâşukundan cüdâ düşen âşıklar Nice âh etmesin bağrı yanıklar Ağyâr dedikleri zu’mu fâsıklar Helâk etti nice şâb u kiberi

48


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hakikat yarına çekenler hasret Gül-zâr-ı fenâya eylemez rağbet Eğer bir âşıkta var ise gayret Varsın pervâneden alsın hüneri Âkile mîzân-ı hikmet bu dünya Münkire esbâb-ı ibret bu dünya İnsana bir büyük nimet bu dünya Bu yerden açılır maksadın deri Hamd olsun bahara erdin Kadriyâ At sürüp meydana girdin Kadriyâ Şeş çehâra beşyüz verdin Kadriyâ Tarih ettin gördüğümüz zararı37 (809+500=1309 H./1891 M.) NASİHAT DESTANI Gûş eyle sözümü âkilâne bak Pendi hakikattan beyanı gözle Yârana karîb ol nâdânı bırak Kıymetini bilen insanı gözle Kıl bu sözlerimi köşine pençin Sakın bir kimseye hiç eyleme kin Seni zem edenin eyleme medhin Ârif ol mûcib-i irfânı gözle İncitme kimseyi ey baht-ı bâlâ Zira dil mülkidir Ka‘be-i ‘ulyâ Herkesi halince hoş görme evlâ Sâbir ol her hâle cânanı gözle El için kendini âteşe yakma “Men aref ” dersini elden bırakma Kendini bil elin aybına bakma Senden sadır olan noksanı gözle Seni istemeyeni sen iste özden Lisanını hıfz et nâ-sezâ sözden Ahibbâ beyninde gel çıkma sözden Atına binmeden meydanı gözle Kendini bilmeze pek olma yakın Sonradan görmüşe borç etme sakın Asalet rütbesin göğsüne takın Zulmetten çık mahitâbânı gözle 37 Ayrıca bk. Cem Dilçin, “Çankırılı Ali Kadri’nin Bahar Destanı” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler Sempozyumu Bildirileri, Çankırı-2003, s.126-135. (İ.A.)

49


Ahmet Talât Onay

Dünya eşgaline verme fikrini Hudâ’dan gelenden kesme şükrünü Hayra tebdil eyle dâim zikrini Geçirme vaktini zamanı gözle Her dua içinde dile özünü Elini aç Mevlâya dönder yüzünü Ölmeden cennete dikme gözünü Evvelâ kâmili imanı gözle İbretle nazar kıl âleme ey şâh Mü’minin kalbidir muazzam dergâh Ahsen-i takvime oldunsa âgâh Güzel sev, derdine dermanı gözle Amelsiz âlimi alma bir pula Pendini dut, gitme gittiği yola Halinden şikâyet eyleme kula Rezzâk-ı âlemdir Rahman’ı gözle Rızk için âlemde hiç çekme kaygu Gelir görünmezden çok sayma saygu Sûrette, sîrette adamsan yâhû Sırrı fâş eyleme esrârı gözle Kendini medh eden şeyh değil billâh Esrâr-ı tevhîde olmadan âgâh Elinde bir tesbih başında külâh Dürlü dürlü söyler yalanı gözle Arabul kendine mürşid-i kâmil Sarf ettiğin emek olur mu zâil Hakiki ol olma teklife mâil Yanarsın gözün aç mizanı gözle Yalancının adı dirâyetlidir Utanmazın adı şecâatlidir Doğru söz söyleyen kabahatlidir Şimdi bu tersine devranı gözle Terk et bu dünyânın kîl u kâlini Bilirsin Kadri’ya her halini Kilk-i nakkâş ile “gışâ(h)”sâlini38 Hesap et tarihi destanı gözle (1306/1890-1891 ) 38 Ebced hesabıyla

50

harflerinin yekünü 1306 /1890/1891 tarihini gösterir.


ALİ MİHRÎ Hicri 1277/1861-1862’de Çankırı’da doğmuştur. Nalkıranzâde lakabıyla meşhurdur. İlk eğitimini mahalle mektebinde gördükten sonra Sungurlu Hacı Mustafa Efendi ile Yahyazâde Kara Hafız Hoca’nın medrese derslerine devâm etmiştir. Hafızlığını Çolak Ali Efendi’den tamamlamış, Gircekçizâde Ali Efendi’den hattatlık icazeti almıştır. 1298/1882-1883’te tapu kâtipliğine terfi ederek sırasıyla başkâtip, tapu memuru ve müdürü olmuş. 45 sene hizmetten sonra 1926 senesinde emekli olmuştur. Yarım asra varan memuriyet hayatını iffet, istikamet ve halka hizmetle geçiren Ali Efendi özel hayatında rind-meşrep, latifeci, nükte-perdâzdır. Birbirini takip eden evlat acılarıyla dil-hûn olan bu muhterem ihtiyar çok sarsılmış, unutkanlık hastalığı baş göstermeye başlamıştır. Hâlbuki Ali Efendi’de hafıza, değme insanlara nasip olmayacak derecelerde kuvvetli idi. Ali Efendi çok zengin bir kütüphaneye sahiptir. Kendini bildiği günden beri okumak merakından kurtulamamıştır. Bundan dolayı elli seneden beri her çeşit edebî, tarihî kitaplarla risaleleri getirtmiş, okumuştur. Binaenaleyh Ali Efendi kitap ve okuma meraklısı olarak tanınmıştır. Şiire merakı yerli, yabancı saz şairleriyle temas suretiyle başlamıştır. Bilhassa Tokatlı Âşık Nûrî’nin kendi üzerinde tesiri çok olmuştur. Ali Efendi Çankırı’nın kültür, tarih ve edebiyatı itibarıyla canlı bir kütüphanedir. Bu alanda çalışan gençlerin çalışmalarını kolaylaştırmak hususunda kuvvetli hafızasıyla çok yardımlarda bulunmuştur. Kendisinden çok şeyler öğrenmiş olduğum için burada minnetlerimi hürmetlerime ilave ederek zikretmeyi bir borç bilirim. ÜSLÛBU: Ali Efendi en çok Namık Kemal ile onun edebî tarzını takip eden şairlerin, ediplerin eserlerini okumuş, bittabi kendini bu cereyena kaptırmıştır. Hafızasından bu zevatın birçok parçaları hâlâ yaşamaktadır. Bu cihetle nesrinde daima tumturaklı yazmayı seçmiştir. Şiirle iştigali pek azdır. Ali Efendi’nin Çankırı edebiyatındaki mevkii şair olmasında değil, edebi ceryanlara karışmasında ve onlara dair kıymetli şeyler bilmesindedir. Kendisinden şiirlerinden numune talep ettiğim zaman tamamını yaktığını, yazdıklarını da hatırlayamadığını bildirdi ve gençliğine ait bir hikâyeyi naklederken şu beytini okudu: Huda tevfikini rehber edince bir dil âzâre Nücûmu tali burcu saide iktiran eyler

51


Ahmet Talât Onay

Âşık Kararî’yi “parpar yanar” redifli gazeli yazarak kaçıranlardan biri de Ali Mihrî Efendi’dir. Geçen sene pek genç yaşında belâ-yı işrete kurban olan oğlu Nûrî de şairlik kabiliyeti var idi. Ara sıra manzum gazeller, nazireler yazdığı görülürdü. Kendisine Nûrî ismini verilmesi herhalde Tokatlı Nûrî’nin babası üzerinde tesirinin bir neticesidir.39

39 Tokatlı Nûrî’nin Çankırı gençleri üzerindeki tesirini Tokatlı Nûrî adlı kitabımda gösterdim.

52


ÂŞIK ALİ (SEFİL ALİ)40 Çankırı’nın Şabanözü kazasına bağlı Özbek adındaki Alevî köyünden Hasan Çavuş oğullarından Ali Ağanın oğludur. 1301/1883 senesinde doğmuştur. İlk defa bir eserimde41 Ali’yi Özbekli olduğunu bildirdikten sonra şu yolda tanıtmıştım: Ali isminde okuyup yazma bilmeyen fakat zeki bir âşık vardır. Bu ümmî âşık harb-i umûmide asker kaçağı imiş. Köyünün dağındaki bir mağarada saklanmış, hayatını kurtaran bu mağarayı medh ettiği gibi Milli Mücadeleye seve seve iştirak etmiştir. Son büyük zaferi terennüm eden bir destanı vardır ki oldukça güzeldir, dedikten sonra bu destanı ve hicviye bahsinde de “uyuz destanı”nı nakletmiştim.42 Okuyup yazma bilmemek bu asırda her Türk için bir kusurdur. Fakat bir köy çocuğu için bu kusur hoş görülmelidir. Hele öyle okur-yazarlar vardır ki mutlak bir cehalet içinde yaşarlar; “cehl-i mürekkeb”in bir örneğidirler. Âşık Ali, cahildir, fakat tam manasıyla bir ümmîdir. Ümmîlik ise fıtraten uyanıklık, zekilik demektir. Nice büyük adamlar vardır ki kendilerini ümmî tanıtmışlar, bu sıfatla iftihar etmişlerdir. Âşık Ali’nin kuvvetli bir hafızası vardır. Kendi şiirlerini, başkalarının eserlerini okurken asla beklemez, kollarını çaprazlar, dirseklerini dizlerine dayar, gözlerini bir noktaya diker ve sürekli okurdu. Şahsına mahsus görüşleri, sezişleri basit ve fakat zarif benzetmeleri vardır. Lisanında dilbilgisi hataları bulunur. Fakat bunlar hep kafiye zorunluluğundan ileri gelmiştir. Ali çelimsiz, zarif vücutlu fakat canlı zekâya sahip bir delikanlıdır. Anadan doğma bir kızılbaş olduğu halde mezhep anlayışlarına yabancılık göstermektedir. Her kızılbaş, bildiğini kendilerinden olmayana duyurmaktan çekindiği halde Âşık Ali, bana birçok şeyler okumuş ve yazdırmıştır. Kızılbaşlar cedlerinin Orta Asya’dan getirdikleri özellikleri ve faziletlerin pek çoklarını hâlâ muhafaza etmektedirler. Konuk ağırlamak, sözünde durmak, emanete hiyanet etmemek, fuhuştan kaçınmak, kadının sosyal statüsünü yüksek görmek, alçak gönüllü olmak bu adamların özellikleridir. İçimize giren mezhep taassubu bu adamları fena tanıtmaya, kendilerini hükümetten, kandaşlarından soğutmaya sebep olmuştur. Güzel yetiştirilecek Kızılbaş çocukları Türklük özelliklerini göstermede mükemmel bir araç olurlar. Yaratılışları itibarıyla çok zeki olan bu halk, Cumhuriyeti sevinçle karşılamışlar, hele tarikatların kaldırılması üzerine aralarındaki an’aneleri gevşetmişlerdir. Bunları okutmak, Türk olduklarını anlatmak lazımdır. 40 Ayrıca bk. Fatma Ahsen Turan, Sefil Ali, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.04.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.) 41 Halk şiirlerinin şekil ve nev’i, Ahmet Talât, Devlet Matbaası, s.127. 42 Keza, 148. Bu eserimde Çankırılı Zahmi, Kadri, Cünûnî, Mefhari, Sabri gibi şairler hakkında ilk defa olarak malumat verilmiştir. Bu şairlerden birtakımının muallim Sadettin Nüzhet Bey’in Bektaşi Şairleri eserinde de tanıttım.

53


Ahmet Talât Onay

Hiç şüphe yok ki Âşık Ali de biraz tahsil görmüş olsaydı bize daha güzel eserler verebilirdi. Ali şiirlerinde Sefil Ali mahlasını kullanır. Bu sefil tabiri eskiden tarikat mensuplarının kullandıkları fakir, miskin, meczup kelimelerinin aynıdır. Kızılbaş babaları da tarikatta büyük olanlar gibi kendilerine “hâdimü’l-fukara” derler. Sefil tabirini kullanmak, bütün kızılbaş âşıklarca âdettir. Âşık Ali’nin birçok destanları, güzellemeleri, taşlamaları vardır. Demirciye söylediği taşlama (hiciv) çok zariftir. Bu taşlama yüzünden köylerdeki demirciler Ali’nin işlerini diğerlerine tercihen yapmaktadırlar. Âşık Ali hicivde başarılı olan bir şairdir.

GÜZELLEME Şu vahdette gönül dostun arzular Dostlar hayaliniz gitmez gönülden Himmet edin biz varalım gaziler Dostlar hayaliniz gitmez gönülden Arzulayıp ben dostuma varayım Gülyüzlü dost cemalin göreyim Bir vechile muradıma ereyim Dostlar hayaliniz gitmez gönülden Aşdım geldim karlı dağın ardını Çeken bilir ayrılığın derdini Pek severim azîz dostun merdini Dostlar hayaliniz gitmez gözümden Aşkın kitabından okur yazarım Bir hüsni güzelde kaldı nazarım Şimdi geldim dost ellerin gezerim Dostlar hayaliniz gitmez gönülden Kolda gezdirirler şahin-bâz imiş Geçti ömrüm görmedim tez imiş Dostlara kavuşmak bahar yaz imiş Dostlar hayaliniz gitmez gönülden Soyunursan dostlar yoluna soyun Pek zordur çekemem feleğin yayın Çok şükür ki gördük dostların köyün Dostlar hayaliniz gitmez gönülden

54


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Sefil Ali kadim ikrar vereli Elestü’den bu ikrara duralı Memnun olduk cemaliniz göreli Dostlar hayaliniz gitmez gönülden UYUZ DESTANI43 Ey ağalar ben tutuldum uyuza Günden güne akça bağlar fayıza İlacını bulamadım ne ise Cânım yandı pis uyuzun elinden Ey ağalar uyuz oldum kaşındım Çaresini bulamadım, düşündüm Geceleri çok kapıya taşındım Kurtulmadım pis uyuzun elinden Gün aşınca uyuz ister tımarı Kaşındıkça arsız uyuz şımarı Kendimde olmasa çalsam şamarı Cânım yandı pis uyuzun elinden Kaşınsan kaşınsan tımara kanmaz Yürüdür sözünü sözünden dönmez Her yerde bitiyor uyuz tükenmez Perişanım pis uyuzun elinden Akşam olur em çanağa düzülür Kaşını kaşını ömrüm üzülür Bir gün değil beş gün değil bezilir İyce bezdim pis uyuzun elinden Akşam oldu ehl-i ayalcık yağlandık Birbirimiz çoluk çocuk lağlandık Tamam üç ay uyuz ile eğlendik Kurtulmadık pis uyuzun elinden Eme verdik elde olan parayı Uyuz ile bulamadık arayı Yıkıldı gönlümün köşkü sarayı Cânım yandı pis uyuzun elinden 43 Ayrıca bk. Eyüp Akman, agm., s.230-237. (İ.A.)

55


Ahmet Talât Onay

Hükmetti elime verdi tabağı Genç yaşımda belim büktü bayağı Hep çalındık evde tükettik yağı Kurtulmadık pis uyuzun elinden Çoluk çocuk ocak başı bekleşdi Yağlandıkça murdar uyuz kökleşti Bilemedik bize nereden ekleşti Cânım yandı pis uyuzun elinden Topal etti göndermedi işime Uyuz ol da yiğit isen kaşıma Murdar uyuz ne getirdi başıma Kurtulmadım pis uyuzun elinden Yatağımda yatırmadı ırahat İşledi çıbanlar oldu cırahat Murdar uyuz bizi buldu nihayet Cânım yandı pis uyuzun elinden Bilmedim çok kaşıdım azdırdım At üstünde nice yerler gezdirdim Her haftada merhemini düzdürdüm Kurtulmadım pis uyuzun elinden Lanet olsun pis uyuzun yüzüne Yırtmalı derini uysan sözüne Dünya malı hiç gelmiyor gözüne Cânım yandı pis uyuzun elinden Bir zamanda perhiz ettim yemedim Hiç kimseye ben uyuzum demedim Hep çalındım hiç de ilaç koymadım Kurtulmadım pis uyuzun elinden Karılar da yatağına koymadı Çoluk çocuk hatırımı saymadı Murdar uyuz bizde hörmet koymadı Cânım yandı pis uyuzun elinden Her gün geceleyin çatmalı ocak Keskinli kızı sert bizi dövecek Küçük avrat bizi evden kovacak Cânım yandı pis uyuzun elinden44 44 Ali iki evlidir. Keskinli kız dediği Keskin adlı Irmak nahiyesinden olan zevcesidir.

56


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Adı uyuz bir büyücek dert imiş Yedi vücudumu bir aç kurt imiş Sıçanotu her ilaçtan mert imiş Hep kurtardı pis uyuzun elinden Bilmem kıştan oldu bilmem soğuktan Başa ne gelirse bilmeli Hak’tan Murdar uyuz bizi buldu hiç yoktan Cânım yandı pis uyuzun elinden Sorarsanız zemheride tutuldum Yaz, bahar ayında sele atıldım Ayran çıktı yavaş yavaş kurtuldum45 Cânım yandı pis uyuzun elinden Murdar uyuz kemiklerde gidişir Yürekte yankısı sinem tutuşur Sefil Ali üç ay çekti yetişir Cânım yandı pis uyuzun elinden.

45 ��������������������������������������������������������������������������������������������������������������� Ali diyor ki: Sıçanotunu inek yağı ile ezip sürmeli, 24 saat durmalı dediler, yaptım. Bu ilaç uyuz bulunan yerlerdeki yaraları oyup çıkartıyorsa da tehlikelidir. Ben öyle sanıyorum ki ayran içmek suretiyle kurtuldum.

57



ATÂÎ Çankırı rüşdîsi öğretmenlerinden ve ulemadan Hoca Salih Efendi’nin oğludur. 1289/1873-1874 senesinde Bulgaristan’ın Filibe kasabasında doğmuştur. Annesinin babası Deyimci oğullarından ve ulemadan olup Bulgaristan’daki Tatar pazarcığı müftüsü olan Hacı Sıdkî Efendi’dir. Dayısı Kastamonu idadisinde iki sene bana da edebiyat öğretmenliği yapmış olan merhum Sıddık Efendi’dir. Hoca Sıddık Efendi senelerce öğretmenlikte bulunmuş, nâtıka-perdâz, zarif, nükte-gû çok zeki ve Arapça, Farsça ve Türkçe şiir söylemeğe muktedirdir. Âlim ve şair bir zat idi. Zekâsını takdir eden Kastamonulularca ismi gavur imam olan Sıddık Efendi’nin yalnız talebesinin hafızasında yaşayan nükteleri zapt edilirse koca bir cilt meydana gelir. Bu kadar özelliklerine rağmen çok tembeldi. Eline kalem almak, yazmak hoşuna gitmezdi. Saatlerce makaleler, numuneler takrir eder, neş’eli ise istenilen mevzuda manzum da takrir ettiği çok kere vaki olurdu. Dayısının her meziyetini taşıyan Atâ Efendi, ilk ve rüşdi tahsilini Çankırı’da babasından gördükten sonra Edirne İdadi-i Askerisine ve sonra İstanbul’a gelerek Fatih medresesine devâm etmiştir. Farsçayı dedesi Sıtkı Efendi’den tahsil etmiştir. Onsekiz yaşında iken Edirne ve Cisr-i Mustafa Paşa da Mesnevi takrir etmiştir. Eğinli H. H. İbrahim Efendi’nin sıra derslerini ahiren Çankırı’da Hacı Evliya Efendi’den tamamlayarak 1314/1898-1899 senesinde icazet almış, bilahare tedrisatta bulunarak birkaç defa icazet vermiştir. Senelerce evkaf memurluğunda bulunmuştur. On altı senedir müftüdür. Ata Efendi kelimenin tam manasıyla bir âlimdir. Yalnız medrese derslerinde, Farsça lisanında mütebahhir değildir. O her şeyi okumuş ve hazmetmiştir. Oğlu Salih Bey’in veterinerliğe ait notları, kitapları tamamen hafızasında olduğu gibi bir ziraat ve fennî eşcâr uzmanı kadar bilginin de sahibidir. Eski yeni tasavvuf ve felsefe kitaplarını çok okur. Atâ Efendi için için yanan bir zekâya sahiptir. Zaten onu ilk görenler basit bir medrese softası sanırlar. Fakat kendisiyle temas arttıkça görüşleri, buluşları ile muhatabını hayrete düşürür. Konuşması düzgündür, fakat dayısı gibi pür-gû değildir. Yazı yazmaktaki ağırlığı cihetiyle dayısını çok geçmiştir. Tefsir dersleri, vaazları âlimâne olmakla beraber çetin mevzuları seçmek âdetidir. Derslerinde halka hitap ederse de bir aralık aydınlara, zekâ sahiplerine, medrese âlimlerinin hoşuna gitmeyen bahisleri de duyurmak fırsatını kaçırmaz. Sohbeti can sıkmaz, latifesi çekilir, nezahatten ayrılmaz. İlim yönüyle hocalarından çok yüksek bir derecededir. O kadar ricalarımız üzerine yazdığı Türkçe hutbeleri hâlâ tashih ve tertip edememesi üzüntü vericidir.

59


Ahmet Talât Onay

ÜSLÛBU: Şiirlerindeki ifadesi akıcı, sadedir. Nesrinde münşiyâne terkiplere, cümlelere tesadüf edilmekle beraber çok kuvvetli bir tarz-ı beyanı vardır. Tarih söylemekteki mahareti şâyân-ı dikkattir. Atâ Efendi, sair şairler gibi tarih mısra veya beytini bulduktan sonra üst tarafını ikmal etmez. Aksine olarak şiiri yazar, en sonunda ya bir ta’miye ile yahut tam olarak tarihi yazıverir. Ta’miyeleri çok mahiranedir. Mesela Çankırı çamaşırhanesi için söylediği tarih 1340 noksan gelmiş ve derhal:

tır.

Bû-yı hâtifden Atâî şem‘ alup tarih dedim Selsebil olsun vatandaşlar bu âb-ı bî-bahâ, şem‘ ta’miyesi ile tarihi tamamlamış-

Atâ Efendi, her nev’i ve şekilde şiir yazmıştır. Fakat bunları gençliğin bir kan kaynayışı telakki ettiği içindir ki toplamamış, hemen hepsi kaybolmuştur. Perakende mecmualardaki parçalar ise şairlik kudretini gösterecek kıymette değildir. Şairlik kabiliyetini inzimam eden geniş bilgileri yüksek ve güzel parçalar vücuda getirdiğine şüphe ettiremez. NAZM-I LİSÂNI: Atâ Efendi’de lisan hataları yok gibidir. Arapça ve Farsçadaki yüksek bilgisine rağmen meşhur olmayan kelimeleri kullanmaz. Bunun içindir ki nazarında şiir yazmak ancak vakit öldürmeğe yarayan bir meşguliyettir. Türk Müslümanlar Atâ Efendi’den bir Kur’an-ı Kerim tercümesi, bir Türkçe hutbe mecmuası beklemekte haklıdırlar. Derin bilgisinin gelecek nesillere birer yâdigâr olacak olan bu eserleri meydana getirmesini gayretinden beklerler. Atâ Efendi eserlerini talep eden mektubuma şu mektubu lutf etmişlerdir: “Peyderpey yayımlanmasını başardığınız eserlere birini daha ilave etmekte bulunuyormuşsunuz ve bunda benim âciz ismimi de mevzu bahis edecekmişsiniz. Ben bundan fevka’l-had mahcubum. Çünkü ben beni bilirim. Sizin benim hakkımdaki biliş ve görüşünüze de itiraz hakkım değildir. Herkesin duygu ve bilgisi mukaddestir. Lütuf ve müsaade ederseniz ben kendimi kendi görüş ve bilişimle anlatayım. Her insan gibi ben de zamanın ve mekânın bir cüz’ünde doğdum. Beş yaşımda vatan ocağından, altı yaşımda ana kucağından mahrum oldum. Izdıraplara alıştım. Okudum, okuttum. Sonra hepsini unuttum. Yürüdüm, yoruldum. Oturdum, zarar gördüm. Bindim fakat yine indim. Gizlendim, titizlendim, sezildim. Avunmak istedim, uğundum. Ben işte bu tezat ve tekallüpler arasında hep inledim, kendimi ancak kendim dinledim. Hâlâ da inliyorum. Artık başka ses dinliyorum. Beyim; benim kendime göre hayatım, şiirim, felsefem budur.” KALENDERİ Zâhid sanıyor gökte hemân Hakk’a eser var Bilmez mi ki her zerrede her şeyde haber var

60


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Sen marifeti cübbe vü destâr ile sanma Sûfî kepenek içre çekilmiş nice er var Âlim mi olur şöyle bilen kâle yekûlu Keşşâfı usul âciz olur ilde hüner var Bir kendini sanma kerem u rahmete layık Mağrûr-ı amel olma ki âlemde neler var Uşşâk-ı ilâhîye söz atma hele sûfî Davalarınız fasl olunur başkaca yer var Mansûr’a “ene’l-hakk” dediren kendisi haktır Her saz ki öter köşine elbette değer var Kes lafını bundan ileri gitme Atâî Bilmek bize vâcib bunu da çünki kader var *** Ey gözleri mestim bu ne rindâne giriştir Mestâneler etmez bunu bu başka bir iştir Üftâdelerin kul gibi etrafını almış Âyâ bu ne devlet bu ne şâhâne gidiştir Hem bâde verir nâz ile hem bûse verirsen Ey şûh-ı levendim ne güzel bâde içiştir Gâh palto giyer gâhi ceket setre giyersin Âyâ ne kadar şık ne zarîfâne geziştir Tek bir gece bezminde bulunmakla Atâî Sevdim yine sevdim hele bilmem ne seviştir *** Her lahza ilâhî sem içer ben miyim ancak Dürdi keşi hun-abî ciger ben miyim ancak Bir pâreye muhtaç olarak kûşe-i gamda Efgân ile evkât güzer ben miyim ancak Ten hasta, ciger hasta, dil-i zâr ise hasta Yâ Rab! Bu belâya siper ben miyim ancak Mukbilleri gördükçe ciger-gâhıma işler İdbârı mihanbar çeker ben miyim ancak Gösterdi felek çünkü bana bunca felâket İnsaf ediniz câh-ı keder ben miyim ancak Gâh ta‘n-ı adû gâh sitemi yâr u muhibbân Bu keşmekeş-i dehri çeker ben miyim ancak

61


Ahmet Talât Onay

Herkes güler oynar gezer ahbâbı ile hep Tek başıma âvâre gezer ben miyim ancak Saymakla tükenmez yediğim tîr-i kaza âh Amacı keman-bazı kader ben miyim ancak Ednâya bakıp şükr-i ni‘am etmeli amma Yok başkası ednâ-yı beşer ben miyim ancak Yükletti bana her gam u âlâmını dünya Her bârına âyâ baş eğer ben miyim ancak Taş olsa dayanmaz bu belâyâ ya Atâî Farz et ki dayansın o hacer ben miyim ancak *** Gül bülbül-i dildâde olan yerde bulunmaz Dil-ber dahi üftâde olan yerde bulunmaz Her yerde gam u derd ü elem varsa da lâkin Bir dil-ber ü bir bâde olan yerde bulunmaz Puthânede meyhânede var marifetullah Tesbih ile seccâde olan yerde bulunmaz Âlemde kerem ehli bulunmaz demem amma Bed-mâye vü beyzâde olan yerde bulunmaz Her köşede derler bulunur dil-ber Atâî Hayfâki bu dildâde olan yerde bulunmaz *** Bir gül bedeni sîneme çektim yaşarım ben Beyhûde figân etmene bülbül şaşarım ben Bir dem olurum hicri ile hâke beraber Gâhî de hayaliyle coşar hem taşarım ben Bundan bilinir aşk u garamım sana cânâ Gölgen gibi ardınca yorulmaz koşarım ben İncinme bana sevdiceğim bir iki günlük Bintü’l-‘inebi almış isem de boşarım ben Ferhadı Atâî bana benzetme ne mümkin Deldi ise bir dağı o yüz dağ aşarım ben DİVAN Ey gönül takdir-i haktır bahtını ma‘kûs eden Tâli’indir kendi kendinden seni me’yûs eden

62


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hem temellük eylemek hem pare yok işte budur Bu mürâîler dilinde nâmını menhûs eden Kâbiliyyetle değil iş bak olur hep kâm-yâb Âb-ı rûyun sarf eden bir gâm içinde pâ-bûs eden Râst-kârsın eylemezsin ilticâ hiç sâyeye Âh bu istiğnâ değil mi hep sana efsûs eden Fakr-ı hâlimdir Atâî neyleyim böyle beni Rind eden bed-nâm eden bî-âr u bî-nâmûs eden *** Dâğ-ı sînem levh-i ikbâlimden efzûn karedir Ye’s-i vuslatla gözümden döktüğüm hûn karedir Revzen-i bahtım kapandı döndü mâtem-hâneye Âf-tâbından cüdâdır kalb-i mahzûn karedir Rû-yı istikbâlimin âyînede aksin görüp Anladım ebrû behem ruhsârı mağbûn karedir Leyle-yi zulmâyı idbârım daha nısf olmadı Mâh-ı ümmîd münhasif baht-ı diger gün karedir Kurtuluş yok anlaşıldı bu şeb-i dey-cûrdan Pîş-i çeşmimde Atâî kûh-ı hâmun karedir *** Bir hoş endâm ölçüverdi mikrası tasvirime Her gören eyler sitâyiş hülle-i tahrîrime Gonca-ı bâğ-ı ümidimsin derim terler ruhı Halt-ı cüllâb etmek ister şekerin ta‘birime Şûh çeşimlik eyleyüb bi’l-farz baksam çeşmine Müjje pür-âteş olup eyler şitâb ta‘zirime Nîm-mest çeşm-i nigâh-endâz olursa tab‘ıma Hem anı hem çeşmini mest eylerim takrîrime Böyle bir tâlib Atâî’den okursa ders eger Her müdekkik âferin der mes’ele tasvîrime KIT’A Zâhidâ fikrin hakîkat anlamaksa râzımız Ehlini âgâh eder her râzımızdan sazımız Reh-nümâ-yı ‘aşka uydunsa melâmet-keş olup Sazınızla dinle hem âhenk olan âvâzımız

63


Ahmet Talât Onay

Hacı Tevfik Efendi gençliklerine ait bir hatırayı naklederken bilvesile bir gün İstanbul’da Vefâ meydanında bir kahvehanede oturduklarını bir ara Nedim’in şiirlerinden bahs edildiğini tam o sırada bir gencin at üzerinde geçmekte olması üzerine Atâ Efendi’nin irticâlen şu beyti söylediğini nakletti: Sevmeğe lâyık vefâlı bir güzel yoktur deyen Görmemiş midir Vefâ’da sevdiğim at oynadır MUSAMMAT

*** Sevdiğim düştün mü sen de ben gibi hicrâna oh! Başladın mı rûz u şeb bülbül gibi efgâna oh! Zan edersem etmiyormuş iltifât yârin sana Şimdi buldun ettiğini âşıkı nâlâna oh! Sen nasıl yakdın düşün tam bir sene üç ay beni Yandı mı sinen senin de âteş-i sûzana oh! Geldi mi ettiklerin burnundan oh bir bir senin Tevbe atin mi cefâ etmemeğe insana oh! Bu Atâî bağırır yandım yetiş cânım deyi Sen de karşımda güler derdin, bağır divâne oh!

64


BEHCET46 Çankırı’da bir medrese ve kütüphane kurarak memleketin irfanına hayli hizmet etmiş olan Şakir Efendi mahdumu Hilmi Efendizâde Mehmet Behçet Bey, 1280/1864 senesinde doğmuştur. Rüşdiye eğitimini tamamladıktan sonra Sungurlulu müftü Hacı Mustafa Efendi’nin derslerine devâm etmiştir. Behçet Bey hayatını okumakla, araştırmakla geçirmiş, birikimini bu suretle elde etmiştir. 1298/1882’de bidâyet mahkemesi zabıt kâtibi, 1301/1885’de nafia kâtibi 1308/1892’de nüfus memuru, 1310/1894-1324/1908’e kadar mahkeme azası olmuş, 1324/1908, 1325/1909, 1330/1914, 1334/1918, 1335/1919 seçimlerinde milletvekili olarak İstanbul Meclis-i Mebusanına ve 1336/1920’de Ankara’ya gelerek 1. dönemin sonuna kadar Büyük Millet Meclisi’ne katılmıştır. 1338/1922 senesinde Adliye Vekâleti Vekilliğinde bulunmuştur. Sonunda emekli olarak memuriyet hayatından çekilmiş, okuma ve incelemelerle vakit geçirmeyi halkın içinde olmaya tercih etmiştir. Gençliğinde şiirde Talat mahlasını kullanmıştır. Şiire merakı sekiz yaşında ve Tokatlı Âşık Nûrî’yi dinlemekle başlamıştır. Behçet Bey zarif, nükteci, dindar ve çok iyi huyludur. Musiki ile şiiri çok sever ve anlar, güzelliğe karşı tutkundur. Bununla beraber zahidâne bir hayat yaşar. Kendisini yakından tanımayanlar onu koyu bir mutaassıp, kapkara vicdanlı bir softa sanırlar. Az temas edenler ise kendisini sahtelikle veya sahte vakarlıkla itham ederler. Hâlbuki Behçet Bey, savrukluğu ne kadar sevmezse de; musiki, şiir, bedâyi ve incelikten de nefsini asla mahrum tutmaz. Kendi yaşında olup da sözün sohbetin kadrini bilenlerin azalması onu çaresiz inzivâyı tercihe sevk etmiştir. Zarif ve nüktedan olanlarla musahabeyi, edebi kelama mübahasa adabına riayet edenlerle ilmi münakaşayı çok sever. Bütün bu vasıflarından dolayı nev’i şahsına münhasır bir sîmâdır. ÜSLUBU: Behçet Bey gerek şiirinde, gerek nesrinde Namık Kemal mektebi mensubudur. Kemalin ve arkadaşlarının asarını Çankırı’ya ilk defa Hacı Şeyhzâde Osman ve Fevzizâde Mustafa Efendiler getirtmiş, Behçet Bey bu eserleri ve sonra diğer eserleri okuyarak Namık Kemal taklitçisi, Edebiyat-ı Cedide takipçisi olmuştur. Hâlbuki yaşıtları Ahmet Mithat Efendi merhumun eserlerini okuyabildikleri için onun takipçisi olmuşlardır ki şair Osman Vehhaç bu meyandadır. 46 Ayrıca bk. Hakkı Duran, Osmanlı Meclis-i Mebusanı ve İlk TBMM’de bir Çankırı Temsilcisi: Behçet Bey, 27.10.2017, www.imaret.cansaati.org, e.t. 14.03.2018. (İ.A.)

65


Ahmet Talât Onay

Behçet Bey şiirinde olduğu gibi nesrinde de tekellüflü görünür, nesri nazmından kuvvetlidir. Behçet Bey gençliğinde saz şairleriyle yapılan münakaşalara da kalemiyle iştirak etmiş, hatta çok sevdiği Kayserili Rüştü’yü zemm ve hicvettiği için Âşık Kararî’yi “parpar yanar” redifli bir şiirin ilk kısımlarını yazarak tanzirden aciz kalan biçare âşıkı kaçıranlardan Vehhaç ve Mihri’nin üçüncüsü ve muharriki olmuştur.47 Behçet Bey’in birçok şiirleri varsa da bugün bunlar meydanda yoktur. Mevcut olanlar ise kitabelerden ibarettir. Şiir mecmuasını –bilinmez niçin- kendisi yakmıştır. Behçet Bey ile Çankırı şairlerine ve Çankırı’ya gelen saz şairlerine dair görüşürken bir hikâye nakletti, o zaman ki memleket ulemasının saz ve söz hakkındaki telakkilerini bildirmek itibarıyla şayan-ı dikkattir. Büyük Müftü namıyla bilinen aslen Çankırı’nın Yapraklı nahiyesinin Ünür köyünden olan Hacı Mustafa Efendi fikri mes’eleleri avama anlatmakla pek mâhir âlim, ârif bir zât imiş. Latifeleri nükteleri köylü kadınlarına fıkha dair cevaplarıyla meşhur olan bu zatın saz şairleri hakkındaki fikrini sormuşlar, şu cevabı vermiş: Vaktiyle Çankırı’nın bir müftüsü varmış. Çok sofu, çok mutaassıp olan bu hocanın zengince bir komşusu hicaza gitmek istemiş. Fakat evinde başka kimsesi olmadığı için candan sevdiği cariyesini hocaya -hicazda vefat ederse cariye kendisinin malı olmak şartıyla- emanet bırakarak hicaza gitmiş. Bir cuma günü namaz vaktinin çok yaklaşmasından telaşa düşen Müftü acele bir abdest almak istemiş, bakmış ki refikası, kızı meydanda yok. Cariyeye abdest suyunu dökmesini söylemiş. Tam sol ayağını yıkarken cariyenin küçük bir dikkatsizliği ile yüzü açılmış, hoca da görmüş ve derhal âşık olmuş. Emanet cariyeye âşık olmayı akla, ahlaka, dine uygun bulmayan fakat aşkı ile yanan zavallı Müftü Efendi perişan kıyafetle sahraları, dağları dolaşmaya başlamış. Birkaç gün evvel şehre bir saz şairi gelmiş, saz çalmak için müsaade istemiş. Fakat Müftü Efendi sazın, şiirin haram olduğundan bahisle müsaade etmemiş. Zavallı fakir âşık da şehir haricinde bir çadır kurarak meraklılara orada çalmaya başlamış. İşte kırlarda dolaşan Müftünün yolu nasılsa bu çadıra uğramış. Saz şairi kendine ruhsat vermeyen bu hocayı çadıra davet ve binbir yemin ile bir kahvesini içmeğe razı etmiş. Fakat kahve gelinceye kadar saz şairi bir iki fasıl yapmış, beş on şiir okumuş. Küfrüne hükmettiği bu iki şey karşısında hocamız ne yapsa beğenirsiniz? Başlamış ağlamaya. Onun gözyaşları döktüğünü, cigerden kopan ahlarının volkanlar gibi fışkırdığını gören saz şairi bir karar nihayetinde: “Mülkünde istediğin gibi tasarruf et” hitabında bulunur. Bu sözden bir şey anlamayan Müfti Efendi izahatını reca eder. Âşık da cariyenin sahibinin öldüğünü, cariyenin kendisine kaldığını söyler. Bu keşif üzerine Müftü Efendi nasıl keramete erdiğini saz şairinden sorar. O da “senin gibi bana bir şey emanet etmesinler diye, nefsimi fena göstermek maksadıyla saz şairi oldum!” cevabını verir.

47 Bu şiirden Vehhâç’ın şu beyiti hatırlarda kalmıştır: Tal’atâ meydan-ı remzi – şairanda sözlerin Sel olup şemse aks iden hançer gibi par par yanar

66


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

BELİĞ BİR GAZEL48 Ashâb-ı himem gerçiki düçârı sitemdir Mağlubü sitem olması da za’f-ı himemdir Hem nev’ine hizmet eden erbâb-ı kemâlât Mahsudu rakip olsa da mahbûb-ı ümemdir Erbâb-ı edebden alınır feyz-i terakki Âsâr-ı edeb millet için feyz-i keremdir İrfân-ı vatandan açılan Halk Yolu hakka Ezhâr-ı kemâlât ile bir bâğ-ı iremdir Gül bûyu bedâyi‘ saçılır hüzmelerinden Kim her varakı gıbta-resi gonca-i femdir Efkâr-ı beşer ravzasıdır ilm ü fünûnun Mecrâ-yı füyûzâtı mîzâb-ı kalemdir Döksün reşehât-ı kalemin feyz-i ma‘ârif Zahmî dili gam hârına dârû-yı elemdir Bilmez ki nedir neş’e-yi keyfiyet-i ‘irfân Anlar ki bugün cehl ile mağruru nedendir Âsârıdır esbâb-ı bekâ âdeme yoksa Her ni‘met ü her ‘izzetin encâmı ademdir Neşr-i edebe sa‘y idegör rağmına ânın Ta‘n-ı rukabâdan dil-i müştaka ne gamdır Şâd olsun o pîr-i edebin rûh-ı revânı Kim kadr-i bülendiyle ser-efrâzı kıdemdir Hoş söyledi nazmında bu düstûr-ı belîği: “Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir.”49

TUHFE-İ NÂÇİZ50 Ey Halk Yolu ey mecma‘-ı ferhunde-i ‘irfân Ey ufku vatandan görünen kevkeb-i rahşân 48 Bu başlık ile 1339/1923’de Çankırı’da yayımlanan Halk Yolu Mecmuasının 8. sayısında yayımlanmıştır. 49 Bu mısra Ziya Paşa’nın terkib-i bendindendir. 50 Bu başlık ile Halk Yolu’nun sene-i devriyesi münasebetiyle 21. sayısında yayımlanmıştır.

67


Ahmet Talât Onay

Yüksel şeref ü şân ile tenvir …… ….. Her sûreti idrâki telakkiye verim kân Hasret-keşi ikbâl-i vatan hep nigerândır Bir lem‘a-i feyzinde bin ümmîd nümâyân Gül çehre-i ikbâline müştâk mütehâlik Her âşıkı keyfiyet-i esrâr-ı dil ü cân Tasvîrine yok kudret-i nazmında kifâyet Evsâfını isterdi gönül kalmaya pünhân İ‘câz-ı muhil olsa da şu mısra‘ı yazdım Vasfında ne söylense olur şânına şâyân Nev-sâlini tehniye eder nazm-ı rekîkim Şu beytile âmâlini de eyledi ityân Dursun ebedî hâfızada nâm-ı bülendim Evc-i edeb ü ‘ilme şeref ver yaşa pür-şân Behçet Bey şiir talebime şu mektup ve şiirle cevap lütfetmişlerdir ki üslûbu hakkında kâfi bir fikir verebilir: “Şu rekîk muvakkat ebyâtı emr-i âlinize tebe‘an ma‘a’lhicâb takdim eyledim. Mecma‘-ı güzîninizde zemîn-i kabul bulabilirse ne büyük şeref. Şu‘arâ-yı eslâfı memleketin cem‘-i âsârıyla yâd-ı cemiline masruf olan himmeti bülent kıymetinizde hüsnü muvaffakiyetinizi tebrik eylerim Efendim. Behcet” Kîneden âzâdeyim fikrim de yoktur pîç ü tâb Müsterîhim çekmedim ömrümde vicdanen azab Vech-i nâ-ma‘kûlden bir şey temenni eylemem Fıtratımda suret-i nâ-pâke yoktur incizâb Gâh bir hubb-ı emel şevk-âveri his olsa da Cânâ ondan yükselir amma ki şu müşkil hitâb Bin belâ-yı mihnete elbet kılar arzı rızâ Kim rahîki bezm-i âmâlden olursa zevk-yâb Nîk ü bed terk-i emel def ‘-i elemdir şüphesiz Fârigu’l-a‘mâlim etmem bîm ü ümmîdi hesâb

68


BEZMÎ51 Çankırı’ya üç saat (yürüme) mesafede bulunan İkiçam köyündendir. İyi saz çalar, oldukça güzel söyler. Ümmi bir saz şairidir. Cönklerde muteber şiirleri vardır. Hususi hayatına dair malumat elde edilememiştir. Birçok âşıklar gibi Bektaşi olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. Mürettep divanını bulamadım. KOŞMA Ben tatlı cânımdan bezdim usandım Geçmedin cefadan sen daha güzel Şarab-ı la’linle kana boyandım Bari bir insaf et, bak bana güzel Ne la‘lini emip kandım dünyada Ne bir günün görüp erdim murada Olur mu âşıka böyle cefa da Hele bir nazar kıl bak bana güzel Sensin sevgilisi Bezmî Babanın Takdiri böyledir gani Mevlâ’nın Çıkar mı lezzeti yalan dünyanın Hele hesap eyle bak bana güzel *** Niçin sevdirmezsin her yâri bana Çirkin seven gönül ahmak olur mu? Herkes kudretince söyleyim sana Her güzel âdeme müştâk olur mu? Güzel olmayanlar tuttular fendi Biz alırız deyu davada kendi Doğrusunu söyle cânım Efendi Çirkinler güzele ilhak olur mu? Bezmî muhabbete meftûn olurmuş Güzel seven âdem mecnûn olurmuş Yâri güzel olan memnûn olurmuş Söyleyin ağalar mutlak olur mu? 51 Ayrıca bkz. Sagıp Atlı, “Bezmî Çankırılı” Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 14.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018; “Bezmî”. TDE Ansiklopedisi (Devirler-İsimler-Eserler-Terimler). C. 1. İstanbul-1977, s. 423.

69


Ahmet Talât Onay

MUSAMMAT KOŞMASI Sabahın yelleri İncedir belleri Bülbül-veş dilleri Niçin yâd elleri

Kımar telleri Kibarsın güzel Güzel halleri Sararsın güzel

Yangının gülü Arzuder bülbülü ………………. Her sabah kâkülü

Bahçenin gülü Görmek müşkülü ………………… Tararsın güzel

Giyince dibayı Yaktım abayı Bu cânım hebayı Bosidem pâyi Doldur ver sahbayı Kesme cabayı Sen Bezmî Babayı Ararsın güzel *** Yeni bir sevdaya mübtela oldum Evvelki çektiğim sevda ne imiş Yârimden derdime bir şifa buldum Lokmanın verdiği devâ ne imiş Sana muhabbetim ezel be-ezel Ne güzel halk etmiş seni lem yezel Mecnûn der ki; benim yârim pek güzel Görsün ki sevdiğim Leyla ne imiş Bezmî’nin vücuda söyünmez nâri Verdi muradımı yaratan bârî Dediler güzel bir âşıkın yâri Sevdiğim yanında Zeliha ne imiş *** Rakip el uzatma tatlı cânıma Dökdürme didemden nem gizli gizli Kaçan sevdiğimi alsam yanıma Gelirler adûlar kem gizli gizli Kendin bak il bakmaz il yarasına Her tabip el koymaz mil yarasına İfakat bulmaya dil yarasına Yarim bana verdi em gizli gizli Unutmaz Bezmî’nin çoktur merakı Ara yerde koyma bizleri bâkî Adûlar duymadan ey güzel sâkî Kerem eyle bana dem gizli gizli

70


CEVHERİYE BÂNU HANIM52 Halkı çiftçi ve daha çok ticaretle uğraşan Çerkeş’e üç saat (yürüme) mesafedeki Atkaracalar köyünden Gazi Bey namıyla bilinen Mustafa Bey ile Fatma Hanım isminde asil bir hanımın kızı olan Bânû, 1279 /1863-1864 senesinde doğmuştur. Eğitimini köydeki okulda görmüştür. Fıtraten müstesna yaratılmışlar için her şey bir ders, bir kitap değil midir? İşte ümmî olan Bânû Hanım da kâinat kitabını okumuş, birçok erkekleri hayrete düşürecek bir varlık göstermiştir. Bânû Hanım, her nedense evlenmemiş, ömrünü bâkir geçirmiştir. Yirmi yaşından itibaren evin idaresini ele almış, kalabalık ve asil bir aileyi zekâsı, vakarı, fedakârlığı ile idare etmiştir. Mensup olduğu aile köyün zengin ve hatırı sayılır bir ailesidir. Gazi Bey’in debdebe ve haşmeti, misafirperverliği hâlâ bir misal gibi söylenmektedir. Bânû Hanım gerek babasının sağlığında gerek vefatından sonra köydeki evlerinin altında bulunan odaya gelen misafirlerle görüşür, onlardan ahvale dair bilgiler alırdı. Bu odaya en çok gelen Geredeli saz şairi Âşık Figânî idi. Bânû Hanım serbest tabiatlı idi. Kaçınmak bilmez, gelen âşıkların fasıllarını dinlemekten misafirlerle oturup görüşmekten zevk alırdı. Keder kelimesi ve mefhumu bu kadın için malum değildi. Daima şen şatır bulunur ve etrafına ümitsizlik değil, neş’e saçardı. Şiire merakı saz şairlerini dinlemekle başlamış ve sonraları tarikatta olduğu gibi şiirde de takip ettiği kişi Ilgaz’ın Yerkuyu köyünden Kadiri meşâyıhından şeyh oğlu Mehmet Nûrî Efendi olmuştur. Bânû’nun Nûri Efendi’ye birçok şiirleri vardır ki şeyhine bağlılığını gösterir. Bugün hayatta bulunan ve pek münzevi bir hayat geçiren Nûri Efendi’nin de mütekabil şiirleri vardır. Bânû Hanım bir divan teşkil edecek derecede çok olan şiirlerini her nedense vefatından iki sene evvel yakmıştır. Bugün elde pek az şiiri vardır. 1332/1916-1917’de vefat etmiştir. ÜSLÛP VE LİSÂNI: Lisanı oldukça düzgündür. Üslûbu sevimli ve sadedir. Fazla bilgili görünmek hevesiyle işittiği sûfiyâne tabirleri kullanmak istemiş, az çok başarılı olmuştur. 52 Ayrıca bk. Fatma Ahsen Turan, “Cevriye Banu Hanım” Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 10.02.2015, www. turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 25.07.2018. (İ.A.)

71


Ahmet Talât Onay

NEFESLER Ezeli aşkınla eyledim ikrar Ahd u ikrar nûr-ı iman görünür Okudum cemâlin ciminde çapar Bir azîm şecâat arslan görünür Gül için bülbüle verildi bu zâr Dest erişmez gülün her tarafı hâr Büründü perde-i hikmet-i settâr Sabr içinde aşk-ı rahman görünür “Fetebârekalla” güneş yüzünü “Ahsenü’l-hâlıkîn” leziz sözünü Gönderir evrakın gizler özünü Sâlikine lutf-ı ihsân görünür Kâdiri hünkârım mürşidim emir Babından dûr etmez ol mâhi Münir Gam çekme ey Bânû kudret-i kadir Elbet demi vasl-ı cânân görünür *** Habîb-i Kibriyâ mahbûb-ı Mevlâ İmamın “Allahu Ekber”i budur Esrâr-ı lâ fetâ, ol şîr-i Hudâ “Esedullâhi gâlib” Hayderi budur Evvel bahar doğdu hurşîd-i murât Muhib olan buldu yeniden hayat Ehl-i dil ağzına veriyor lezzât Sâkîyi ser çeşme kevseri budur Aşkından yandılar hep cümle uşşâk Cemâlin görmeye cümlesi müştâk “Ledün”den ders alıp diyen “ene’l-hak” Firdevs-i a‘lânın dil-beri budur Hünkârı Bağdatla Horasan eri Tekmil ehlullahın budur serveri Sıdk ile yed tutan duyar bu sırrı Necef deryasının cevheri budur

72


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bu kevn ile mekân âlem-i eşyâ Her gûna ziynetle gösterir nümâ Sultânım Kadrî Nûri âlâ Ol kemter Bânû’nun rehberi budur *** Gönlümüz bend oldu âdil sultana Sultan olmuş eser yelin üstüne Hâk-pâylarına vardım ihsana Selamına durdum yolun üstüne Şîrin’in aşkına olmuşuz Ferhat Ruhumuz haysa da cismimiz memat Kanun-ı ezelde böyledir âdât Bülbülün hevesi gülün üstüne Nasıl adet böyle cefa eylemek Âşıka farz ma’şuk yolun beklemek Pünhâne çekilip karar eylemek Düşer mi ehl-i hâlin üstüne Mekteb-i irfanda oku imlayı Zikreyle dilinde ulu Mevlâyı Hakk’a yüz tut Bânû gözle rızayı “Yâ Vedûd” ismin yaz, dilin üstüne *** Dost derdine düşmeyen cân Semt-i yâri dolanır mı? Kalbi mutmain olmayan Hak nutkuna inanır mı? Cemâli ümmü’l-kitâbına Kemâl acı cevabına İçip aşkın şarabına Teşne olan usanır mı? Ra’na gülümüz goncadır Sineme gizli pençedir Murg-ı dilde eğlencedir Sakin deryâ bulanır mı?

73


Ahmet Talât Onay

Setreden ismi settâre “Lâ fetâ” sırrı esrâre Nokta-i nunda hünkâre Bânû âh eder kalır mı? *** İbtidâ nurdan yaratmış seni Rabbu’l-âlemîn Kendine mir’ât edinmiş görünen hakka’l-yakîn “Li maallah” sırrının miftahısını din serveri Hurşid u mâhın cilâsı sendedir rûhu’l-emîn Âl-i evlâd-ı Resûlün yoluna cânım fedâ Arsa-yı mahşer şefîim şâh-ı hatmü’l-mürselîn Zikr-i Hak kendi hayât u bâde-i âb-ı zülâl Zü’l-celâlin aşkına nûş eylesinler aşkîn Hû çeker her rûz u şeb bir âşık-ı Bânû gedâ Kâinâtın evveli Hak, âhiri nûr-ı mübîn *** Bânû’nun Şeyhi Nûrî Efendi’nin müridesine bir mukabelesi: Sana evvel dedim dil-penâ-gâhım Nedir bu sendeki derd ile belâ Ser çekdi semâya bu dûd-ı âhım Misl-i hûn-ı şehîdân-ı Kerbelâ Demem bu sırrımı her ferde yâhû Fark etmem noksanım rûz u şeb kaygû Hakikatı sana sormak ey Bânû Gurur mu, kusur mu, söyle gel illâ Görmedim âlemde böyle ser-encâm Her vechi efsâne gösterir tamam Nefsimden ol iblis alıp intikâm Nûrî’ye düşürdü ahar vâveylâ

74


CÜNÛNÎ53 İsmi gibi doğduğu, öldüğü tarih ve mesleği de bilinmeyen şair Cünûnî Çankırılı Kabacıoğulları namıyla bilinen bir ailedendir. Şair Zahmî’nin Ali Bey camiinin 1273/1857 senesinde tekrar tamiri münasebetiyle yazdığı tarihte ismini Kabacı el-Hac Cünûnî suretinde zikrettiği Hacı Cünûnî kardeşinin torunu Kabacıoğlu Hasan Ağa’nın nakline nazaran ulemadan imiş. Şu halde bir çeşit elbise dikicisi yani terzi manasına olan kabacı sanatı babasının veya ceddinin sanatı olması gerekir. Ulemadan olan terzi olmayan Cünûnî’nin saz çaldığı da mervidir. Bu zıt rivayetlerden kendisini medrese tahsili görmüş bir saz şairi olarak tanımamıza bir mani yoktur. Saz şairlerinden birçoklarının az çok tahsil görmüş ve fakat geçim derdi veya tabiatının gereği saza sarılmış insanlar olduğu düşünülürse Cünûnî’nin de biraz tahsil gördükten sonra âşıklıkla vakit geçirdiğini tahmin etmek bir hata olamaz. Eski debbağ ustalarının nakline nazaran Cünûnî evini medrese yapılmak üzere Hacı Şeyh oğlu medresesine vakf ettikten sonra tabakhanede kendisi için ayrılan bir odaya çekilerek münzeviyâne yaşamış, burada tavuk yetiştirmek, köpek beslemek suretiyle ömrünü geçirmiştir. Bu asude hayatında kendinden ayrılmayan çok sevdiği bir köpek için vefatından sonra faizi ile bakılmak üzere beşyüz kuruş vakfetmiş, vefatından sonra birçok seneler bu 500 kuruşla vasiyeti yerine getirilmiştir. 1273/1857 senesinde harap olan Ali Bey caminin tamirine Velibaşzâde Ahmet Ağa’nın delaletiyle Çankırı’nın hayrı seven halkı iştirak ettiği gibi Cünûnî de malının üçte birini sarf ettirmekle bu hayrın meydana gelmesine himmet etmiştir. Vefat tarihi bilinmemektedir. Ancak kendisinin 1273/1857’den sonra hayatta olmadığı Zahmî’nin Ali Bey camiinde korunan levhadaki tarihinin şu beyitlerinden anlaşılmaktadır: Münhedime yüz tutup tamire pek muhtaç idi Bir taraftan halk edüp esbâbını fazl-ı Hudâ Kabacı el-Hac Cünûnî malını tahsis edüp Hem delil oldu velibaşzâde-i Ahmet Aga 53 Ayrıca bk. Tuna Yıldız, Cünûnî Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 03.03.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t.29.08.2018; Cünûnî, TDE Ansiklopedisi, C.2, Dergâh Yay, İstanbul-1986, s. 94. (İ.A.)

75


Ahmet Talât Onay

Hamdülillah oldu ta’mir himmet-i İslam ile Cümleye kılsın şefâat Fahr-ı Âlem Mustafa Cevherinden bir çıkup Zahmî dedi tarihini Hem bu nazm(ı) okuyanla yek dua kılsın bana (1273 /1857) HUSUSİ HAYATI: Cünûnî; âlim, şair, âşık olmakla beraber hayrı sever zengin bir zattır. İlme hürmetini evini medrese yapılması için sağlığında vakfetmesinden, hayrı sevdiğini üçte birini cami tamirine tahsis eylemesinden, hayvanlara, kendisine vefakâr olanlara karşı şefkatini vefatından sonra köpeğe para vasiyetinden anlıyoruz. Bundan başka Cünûnî hazır cevap nükteci imiş. Tabakhanede inzivaya çekildiği zamanlarda Köprübaşındaki değirmenin kiracısı Hıristiyanın her gün bir tavuğu çalınırmış. Bîzâr olan Hıristiyan bir gün Cünûnî’ye şikâyet eder. Cünûnî de oralarda dolaşan iki haylazın erişebileceği bir sesle: -Biri çolak, diğeri sarı iki tilki dadanmış; ben bacaklarını kırarım, cevabını verir. Meğer bu iki haylazların ikisi de bilahare saz şairi olan Âşık Çolak (Ali Micmeri) ile Âşık Osman Yâdî imiş. Bu söz üzerine bir daha tavuk hırsızlığına tevbe ettikleri kendilerinden işitenler tarafından nakledilmektedir. ESERLERİ: Cünûnî’nin bir araya toplanmış külliyatına tesadüf edemedim. Elde mevcut olanlar ise Çankırı’da gördüğüm mecmualardaki şiirler ile vaktiyle Çankırı mahkemesi başkatibi Mehmet Efendi isminde bir zatın 1233/1818’den sonra yazmaya başladığı ve bilahare elden ele geçerek ilaveler yapıldığı ve 1268/1852’den sonra bir kadı marifetiyle İstanbul’a getirilerek satıldığı ve en sonra Kilisli Muallim Rıfat Efendi’nin eline geçerek Maarif Vekaleti tarafından satın alındığı anlaşılan bu şer’î mahkeme müsveddeleri mecmuasında bulunan birkaç şiirden ibarettir. Çankırı tarihi için kıymetli vesikaları içeren bu mecmuada şair Çankırılı Mahi ile Çankırılı olduklarında şüphe ettiğim daha birçok şairlerin şiirleri ve ayrıca altmış kadar meşhur ve gayr-ı meşhur şairin seçilmiş şiirleri vardır. Bu mecmuadaki şiirlerden anlıyorum ki Cünûnî zamanında sevilmiş, takdir olunmuş bir şairdir. Öyle olmasaydı şiirden anlayan, zamanına göre kudretli kâtiplerden olduğu yazılarından anlaşılan başkâtiplerle kadıların mecmualarında şiiri yer bulmamak lazım gelirdi. ÜSLUP VE LİSANI: Elimizdeki şiirleri bu şair hakkında kesin bir hüküm verecek sayıda değildir. Bununla beraber mevcut parçalardan anlaşıldığına göre Cünûnî’nin üslubu sade ve akıcıdır. Fikirlerinde, hayallerinde dikkati celp edecek inceliklere tesadüf mümkündür. Lisanı oldukça temiz ve pürüzsüzdür. Bir takım şiirlerin sonradan gelen şairlerin nazire söylediklerine bakılırsa kendisinin bir üstad tanındığı anlaşılır.

76


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

DİVAN Kâkülün gül ruhlarından eylemiş teklifi bâç Ger hatadır vermesin ol kâfire İslam haraç Gabgabın sûzanı meş’al leblerin âb-ı hayât Bak mücessem âb ile âteşe edermiş imtizâç Niceler vuslat için râhında bî-tâb oldular Çaresiz kalmıştır anlar zâr u giryân lâilaç Kıymeti hüsnünün bahsetti kamu üftâdeler Dehrî yağmaya verir böyle giderse bu revâç Hep vedâ eyler kamu yer yer senin âşıkların Solacak rengi gülün devrânına ver imtizâç54 Bu Cünûna zulm edersen adline noksan olur Sen güzeller şâhı oldun sana ihsan oldu taç *** Îydin eyyâmı erişti bir kaşı mihrâba bak55 Hüsnü evrâkını açtı oku gel kitâba bak Herbiri dürlü mücessem dolayıp revnâk verir Renk olur la‘l- kadeh-veş ol leb-i şehd-âba bak Şöyle kim kurmuş seririn bâri gâhı zîrine Tuttu el tâ sînede divanda tıfl-ı şâba bak Âşıka insaf sevabdır anı nâsih söyledi Aynı şefkatle civânım sîne-i ahbâba bak Dil-berâ başın için rahmet dedim bir kez bana Etme ben Cünûnî âzât kâkülü kullâba bak *** Murg-ı rûhum bî-vefâya ya niçin ülfetlenir Rûyları terli edâlı gonca-veş humretlenir Fehmi ‘uşşâkın irişmez âline dil-berlerin Bak kim ol nâdân anı da mal edip rahatlanır 54 Bu beyti Ali Dehri’nin verdiği perakende parçalardaki bir şiirde görülmüştür. İmtizâç kafiyesinin tekerrüründen bu şiire ait olmadığını zannediyorum. İkinci beyitteki “bak mücessem” sözü bu parçada “bak müneccim” şeklindedir. 55 ������������������������������������������������������������������������������������������������ Babam merhum Numan Efendi’nin 1282/1866-1867 tarihinde vücuda getirdiği bir seçme şiirler mecmuasında olan bu şiirin ve diğer şiirlerin kafiyesi, Cünûnî’nin divan tertip yahut tertibe teşebbüs ettiği zannını kuvvetlendirmektedir.

77


Ahmet Talât Onay

Taht-ı dilde şâh-ı ‘aşkım çâki dâmân etti yâ Târ-ı cismim hırka-i gamla bugün kisbetlenir Nice varlıkda ……………………………… Tekye-i hüsnün Cünûnî dervişi şerbetlenir KALENDERÎ Ey tûtî şeker döktüğümüz dâme yakın gel Gel kaçma beyim âşık-ı bed-nâme yakın gel Mey içmeğe gel şimdi güzel bezm-i muhabbet Mestâneliği öğrenesin câme yakın gel Şemsile kamer olsa da ağyâre duyurma Mahfice dolaş hâneme akşama yakın gel Tâ şerh ede gör yâre benim derd-i derûnum Bir vasıta ol bâd-ı saba bâme yakın gel Ser-nâmede yaz bu Cünûnî’nin halini bir bir Sulh eyle anın derdini ilzâma yakın gel SEMÂÎ Acep hal oldu bu dünya, buna kim var temel çekti Muhabbet kim eder şâhım hemân tûl-ı emel çekti Kimi evtânı aslında durup ömrün tamam eyler Kimi gurbet diyarında ölür derler ecel çekti Tefekkür etme dil asla cihanda kayd-ı erzakı Sana bu hâme-i takdîri kassâm-ı ezel çekti Harabat ikliminde şeh iken azletti Mecnûnun Beni yektâ diye dîvâne-i ‘aşka bedel çekti Bulursa kande eş’ârı sehil tanzîr eder elbet Bu sevdâ-yı muhabbetden demem Cünûnî el çekti56 KOŞMA Ey sâhib mürüvvet ey sâhib kerem Meyil verdim sana mihribân diye Dedilerdi bana bu halkı âlem Öldürür âşıkı tîğ ü kân diye 56 Çankırılı Kâmil Rindî’nin bu şiire üç naziresi vardır.

78


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Yandım âteşine çektim kahrını Sabr edüp derdine içtim zehrini Dâim murat ettim senin verdini Yâr gelir insafa bir zaman diye Efendim eyleme cürmü şekânı Adüvler sürerler zevk u sefânı Nedendir görmedik vusl u vefânı Çok niyaz eyledim el-aman diye Ta‘n eder âlemin sözleri oktur Aldanma dil-berin hâli meşkûktur Cünûnî hûblarda sadakat yoktur57 And eder, sâdıkım sen inan diye *** Bir gece visâlin ikrâm eyleyip Edersin hânene mihmân küçücek Ererdim murada bayram eyleyip Sanırdım cemâlin gülşen küçücek Bahâ tabir olmaz kesilmez kıymet Bu hüsn ü letâfet sana inâyet Ey beççe-i gılmân, mekânı cennet Uçurdu mu seni rıdvan küçücek Mercândır leblerin güldür bedenin Kâmetin bir fidan pek nazik tenin Almış çevre yanın âşıklar senin Ederler medhini el’an küçücek Bilmezsin kadrini sen kendi kendin Âlemi bend etmiş zülf ü kemendin Cünûnî bulunmaz dedi derd-mendin58 Öğmüş de yaratmış Sübhân küçücek *** Zümre-i hûbândan tarh oldun dil-ber Gitti güzelliğin bir zilâl oldun Seni bend eylemiş âdû-yı ekber Kime ülfet ettin kime mâl oldun 57 Bu şiir Maarif Vekaleti Kütüphanesindeki mecmuada yazılıdır. 58 Bu koşmaya Âşık Sabrî’nin naziresi vardır.

79


Ahmet Talât Onay

Tuğralar var iken kemân kaşında Üftâde çok idi dönen peşinde Mûteber tutardı seni başında Kırılmış atılmış bir hilâl oldun59 Aşkınla çok âşık bâdeler içmiş Yolunda cân verip serinden geçmiş Bin kere eskici destinden geçmiş Çoban kepeneği köhne şal oldum Cünûnî’dir güzel haşmetin yoktur Harici deftersin hürmetin yoktur Meyân-ı tüccarda kıymetin yoktur Bahasından kalmış geçmez mal oldun *** Cânânım hüsnünde nedir bu haslet Yoksa terbiyeye mücellâcısın Çıkmaz dehânından kelâm-ı vuslat ……………………………….. 60 ………………………………… Çâresiz bıraktım kaldım lâ ilâç Derûndan muhabbet eyledin ihrâç Yâ niçin ülfete müberrâcısın Çekeyim bir zaman gönlüm belâsın Bilmekte gözlerim firkatin yasın Bir bilenler saydım hüsnün bahasın Var ise sevdiğim marabacısın Ettiğin âlemde bulsun demişsin Hasret kıyâmete kalsın demişsin Ya zâlim bu dertten ölsün demişsin Bî-çâre Cünûn’a bed-duâcısın

59 Hilâl: Eskiden mahalle mekteplerinde hoca ve çocukların gütmek, yani harfleri takip etmek için kullandıkları tel veya ince çöp 60 Şair Ethem Hıfzı Efendi’nin bir mecmuada görülen bu koşmanın nokta ile gösterdiğim mısraları üzerine boya dökülmüş olduğundan okunamamıştır. Bu koşmanın kafiyesinden başka bir şairi tanzire davet maksadıyla yazıldığı anlaşılıyor.

80


EFKÂRÎ61 Bu şairin Çankırılı olduğu mecmualardaki Kangırılı, Kangaravî kayıtlarından ve rivayetlerden anlıyoruz. Hayatı hakkında bilgi yoktur. Şiirlerinden vasatın altında bir şair olduğu anlaşılıyor. KOŞMA İbtidâ-yı aşktan haber soranda Mürüvvet-i şâhı ihsandan gelir Âşık maşukunu mahfi bulanda Gör ne ikram etse hep cândan gelir Nüfûs-ı vahdette var eder seni Pute-i vahdette eridir seni Çün hû da var etti cân u teni Kula her ne gelse Rahman’dan gelir Pute-i aşkla biz çok uğraştık Gayeti bî-nihâ ummana düştük Şarabı sefayı kırklardan içtik Nâdâ neki ol âb bârândan gelir Efkâriyâ ağyar ne kadır bilmez Tabib hâtır için hiç yüze gülmez Sevdiğim hop edâ insafa gelmez Yine adüv ile seyrândan gelir *** Sayarsan hatırım benim ey sâkî Bir gün istediğim el-aman getir Birkaç kıyye şarap beraber rakı Doldurup vermeğe bir civân getir Bitirim tâ hüsnün tazeden taze Dudaktan emzirsen bizlere meze Başka başka kadeh her birimize Letafetli şair, saz, keman getir Âşık Efkârî’nin budur âdeti Güzel olanlarla eder ülfeti İstersen mecliste bâğı cenneti Tatlı dilli bir kız, bir oğlan getir 61 Ayrıca bk. Süheyla Sarıtaş, Efkârî Çankırılı, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

81


Ahmet Talât Onay

*** Ey felek neyledim fani cihânda Yüz eğer bendeye bendeye nev-civan yârim Böyle hop mu olur güzel olan da Eyledi bendesin perişan yârim Ama temennâlar eyledim recâ Lutfeyleyüp bana etmesin cefâ Bir kerecik olsun dese merhaba Nâzik diller ile merhaba yârim Sevdiğim vefâyı benden keseli Gelmeyip semtime yan yan bakalı Kaş göz eğip yârim bana küseli Efkârî’nin güzü kızılkan yârim *** Kınamayın benim aşkımla âhım Şehr-i Kangırı’da bir câna yandım Ben onun kuluyum o benim şâhım Adalet sahibi cânâna yandım Tûtî gibi zebân bal döker lebi Kim sevmez cihanda böyle mahbubu Yüze gülücüdür tab’ı meşrebi Böyle bir âfeti hûrâna yandım Efkâriyim sevdim gezişlerini Gül gibi açılıp gülüşlerini Âşıklara bûse verişlerini Gösterip yanaktan sunana yandım *** Neler ettin bana neler işledin Seni güller gibi gülesi seni Yeni baştan cevretmeğe başladın Seni ittiğini bulası seni Sen beni aşk ile ateşe yaktın Âkıbet onulmaz derde bıraktın Bûseler va’d ettin beni aldattın Seni bir benimle kalası seni Nedir bu edalar nedir bu nazlar Böyle midir her yerdeki dilbazlar Senin için olan bunca niyazlar Seni Efkârî’nin olası seni

82


FAHRÎ Tiftik oğullarından tiftikçi Hasan Çavuş sulbünden Mayıs-1286/Mayıs-1870’te dünyaya gelmiştir. Rüşdî tahsilini tamamlayarak İstanbul’a gitmiş, Fatih ulemasından Şirvânî Ali Nazmi Efendi’nin derslerine devam etmiştir. 1308/1892’de Düyûn-ı Umûmiye idaresine girerek 1929 senesine kadar bu idarede hizmette bulunmuştur. Edebiyata hevesi Namık Kemal ve takipçilerinin eserlerini okuyarak başlamıştır. Fahrî, şiir şekillerinin hemen hepsi ile yazmıştır. Onun kadar çok yazmış bir Çankırılı yoktur, demek hata olmaz. Bütün şiirleri uzun kasideler şeklindedir. Mevzu ve veznin ritmi okuyanları yorar. Çok yazmış olmasına rağmen ona söz ebesi nazarıyla bakılamadığı gibi miksâr (geveze) ünvanı da verilemez. Fikrimce Fahrî, nev’i şahsına münhasır “sâfi’ş-şiir” olmuş bir simadır. CUMHURİYET’İN İLANI MANZUMESİNDEN Bu masum milleti aldatmalar küfrân-ı millidir O adamlar ki hâin, fıtraten hırsla muhammerdir Eşirrâdır babam da olsa kesmez bıçaklarla Keserdim şüphesiz bunlar ki ric’i aleti şerdir Mukabil i‘timâdâtı terakkiyi yıkan eller Ezilsin bunların elyak cezası hep ezilmektir Medâr-ı intibâh olmazsa âh, herhangi bir buhran Demek lazım gelir ahmakça mahv olmak mukadderdir KOŞMA Süzgün bakışınla sîmîn gerdânı Zengin göğsü tonbul bileklerini Açık kollarınla dolgun bedeni Dudak denen olgun çileklerini Görenler imrenir yutkunur, donar Kalbler durur, işler, sana aşk sunar Gözlerim damlası kesilmez pınar Islatır kokulu ipeklerini Tazeler, güzeller içinde teksin Filaturdan yumşak, yumak ipeksin Beyaz petek, korkulacak çiçeksin Kimler tatmin eder dileklerini

83


Ahmet Talât Onay

*** Bendsiz, tesviyesiz, emeksiz şöyle Akar mı uygunca ark birdenbire Pilansız, meydansız, masrafsız söyle Yapılabildi mi park birdenbire Saniyeler altın kadar kıymetli Bilip çalışıp uslu gayretli Hayal tepesinde hızlı, süratli Koşarak düşeriz şark birdenbire Şenletip vatanı yerleşmeliyiz Didinmek yetişir, elleşmeliyiz Derhal kaynaşmalı, birleşmeliyiz Kafamız vurmadan tark birdenbire En yüksek meziyet fenni kıymettir İlm-i ihtirâdır asrî miknettir En kestirme çare def ‘-i illettir Yükselmez korunla mark birdenbire KALENDERÎ Sarhoş ediyor bûse alınca ayıverdi Baygın bakışı kalb-i nahîfim bayıverdi Korktum erimekten o ne mihrak-ı garamdı Âsâbımı berk-ı huzemât kaplayıverdi Nermin el ile okşayarak vech-i sagîrim Âşıkları idâdına lütfen sayıverdi Öldürdü semihâne teveccühlere boğdu Rûh âlem-i ervaha heman atlayıverdi Rü’yâmı hayâlet mi idi Fahrî bu halet Heyhât ki hicrân bu öcü saklayıverdi

84


HAMDÎ Bazı mezar taşlarında kitabeleri, Büyük Cami’nin doğusundaki şadırvanda şu tarihi ve cönklerde müstezatları bulunan Hamdî’nin hayatı, Çankırılı olup olmadığı hakkında bir bilgi elde edemedim. Bunun için şiirlerini yazmaya gerek görmedim. Büyük Cami’nin doğusundaki şadırvanda yazılı tarih de şudur: Eyyühe’n-nâs al bu çeşmeden vuzû’ durma hemîn Kıldı itmâmı himmeti şâh-ı nebiyye’l-mürselîn Hamdiyâ gel işbu beytin cevherinden târih al Gâfil olma hâl bulursun oku dâim yâ Mu‘în (1302/1886-1887)

HAYRÎ İsmi Halil, mahlası Hayrî’dir. Bu şairin hayatı hakkındaki bilgilerimiz eksiktir. Hancı Emirzâdelerden şair Hurrem’in oğlu Akif Bey’in nedimi olduğu, bütün senelerini bir Ermeni doktorla beraber Hacıbey köyündeki Akif Bey’in çiftliğinde geçirdiği rivayet edilir. Şair Zahmî ile müşaarelerine bakılırsa 1283/1866-1867 tarihinden evvel yaşadığı anlaşılır.62 Hacıbey köyünde bulunduğu sıralarda söylediği bir hicviyyeden şu parça Behçet Bey ile Ali Mihri Efendi’nin hafızasında kalabilmiştir: Aşağ Hacıbey’in sulu deresi Sarıkları akdır, sabun veresi Hepisi bir günde yere giresi Lut kavminden kalma murdar köpekler G.tü çakıldaklı hayvan köpekler USLÛP VE LİSANI: Hayrî’nin eğitim gördüğü ifadelerinden, sanatlarından anlaşılmaktadır. Her şekil ve türde şiir yazdığı zamanındaki yeni yetişen şairler üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Hayrî, az-çok mutasavvıf görünmekte, bu cihetle ifadesinde bir durgunluk his olunmaktadır. Lisanı oldukça güzeldir. Fakat dilbilgisi hataları pek de az değildir. Bektaşi olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. 62 Ahmet Talat eserinde bu tarihi sehven 1231/1816-1817 olarak vermiştir. Çünkü Zahmî’nin ölüm tarihi 1283/1866-1867’dir. (İ.A.)

85


Ahmet Talât Onay

SEMAİ Tegâfülle geçirdin vakt-ı sahri bülbül-i şeydâ Olursun mahremi evrâk-veş bir gonca-i zîbâ Esip bâd-ı nesîm bir gün melâhat gülsitânına O kâmetle salın rûz u leyâl ey serv-i müstesnâ Makâmım cennet olsa yârsız ârâm eylemez gönlüm Hemîşe yâr ile külhanda olsam hoş gelir cânâ O meh ruhsarına birkez nazar kıl çeşm-i ibretle Ziyâsı âlemi müstağrakı nûr eyledi ihyâ Ne hikmettir güzellerde sehâvet kalmadı Hayrî Terahhum eylemezler âşık-ı bî-çâreye asla MÜSTEZAT Düşürdü dâm-ı sevdâya beni bir fitne-i zîbâ Kıluptur âleme rüsvâ Anınçün bende-i nâçizinin ahvâli pek efnâ Gider tâ haşre bu da‘vâ Takıldı halka-i zülfe bu gönlüm eğlenir lakin Döküldü çeşm-i nem-nâkim (?) Kesildi rişte-i cânını visâlinde gözüm hâlâ Kerem kıl ey gül-i rânâ O sehhâre nigâhı tende câna yaktı bir âteş Yanar tâ iklimi habeş Söyündürmek ne mümkin mevce gelse tâ yedi deryâ Tahammül kalmadı cânâ Ne meylim kaldı dünyâda bıraktım cümle ef ’âlim Geçer hep kîl ile kâlim Kudûrât-ı sivâdan pâk olup dil kâbe-i ‘ulyâ Bu mudur maksûd-ı âşık hâ Eriştir menzile gama bırakma günc-i mihnette Beni derd ü meşakkatte Recâlar eyleyip rûz u leyalde Hayrî-i ednâ Meded yâ Hazreti Mevlâ

86


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

KALENDERİ Gördü seni cân dîdelerim âlî- Muhammed Kaldır aradan perde-i kil, kâl-i Muhammed Ben gayrı güzel sevmediğim görmediğimden Her kanda bakarsam görünür Ali Muhammed Uşşakların mest ü musahhar eder elbet Vechindeki var cezbe-i Hak hâl-i Muhammed63 Kim şerhedecek mushafı hüsnündeki harfi Ol harfi çeker seni’i fer-hâli Muhammed Hayrî gidelim kûy-ı dil-ârâya visâle Tâ sallu alâ seyyidinâ âlî- Muhammed DİVAN Aşk u şevkle şekl-i Şîrîn’i nakş ettim taşa Mâni vü Behzâd görüp hayret kıla bu nakkaşa Şâd geldin ey Rûhî zî-bâkî çeşm-i mest ile Ey bana naz eyleyen şâh-ı levendim bin yaşa Ebruvânî dîde-i şâh üzre kurmuş tahtını İki ejderha gibi gelmiş dururlar baş başa Okuyanlar hâtem-i la‘l-i lebinin hattını Şârihi ümmü’l-kitâbdır vasf eder baştan başa Nûr-i Haktır Hayrî her yüzde tecelli eyleyen Levh-i takdirde ne yazdıysa gelir elbet başa *** Aklım dağılır nâz ile dil-dârı görünce Tahkîk-i nazar ile cefâ-kârı görünce Bîmâr-ı gamın murg-ı dilin eyledi ihrâk Şaşdım gene ben gamze-i hûn-hârı görünce Aşkıyla yanıp cism ile cân aynına gelmez Pervâne gibi şem‘a-i ruhsârı görünce 63 Hâl: Bedendeki ben.

87


Ahmet Talât Onay

Bülbül gibi âşufte-i hâl oldum Efendim Ol gonca-femi zülf-i siyah-kârı görünce Şeh-vâre-i lü’lü deheninden dökülende Tâkat mi kalır tûtî-i güftârı görünce Vechin göreli ey perî-peyker gene Hayrî Lâl oldu desem sen şeh-i hünkârı görünce *** Ey gözü şehlâ rûhi-veş şems-i tâbân küsme gel Ârız-ı gül, şerbet-i la‘l-i gül-âbım küsme gel Ey kad-i servi ruhun şem‘-i münevver mâh-cebîn Çîn-i zülfün sâye-dârım mişk-i nâbım küsme gel Kaşların seyf-i ilâhî müjgânın kudret oku Gamzeler ayn-ı Alî ey şeyh u şâbım küsme gel Hayli demdir hâk-pây-ı devletin muhtacıyım Ey melâhat mülküne dilde meâbım küsme gel Hayri’den vuslün diriğ etme nezâket ma‘deni Câna teklif yokdurur âlî-cenâbım küsme gel SELİS Bir tecelli kılup Hak gevheri kândan gelirim Anla zâhid bu sözüm ben ki ne yandan gelirim Kâf ile nûn arasında yine bir cânda iken Emrolup ahsen-i takvime o cândan gelirim Kenz-i mahfide iken nefha-i rûh etti bana Hazreti Âdem ile bâg-ı cinândan gelirim Cem‘ edib nutfelerimi pûte-i ‘aşkdan süzülüp Nûri zâta erişib tâ “lîma‘a”ndan gelirim Heft harf ile bina kıldım vücudum temelin Noktayım hâme-i kudretle zebândan gelirim Kavm-i münkirden o dem keştî-i dil buldu necât Bir olup Hazreti Nuh ile tufandan gelirim Hal edip müşkili Rûm ehlini kılmak irşâd Hacı Bektâş-ı Veli’yle Horasan’dan gelirim

88


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Terk-i dâreyn gönül tahtına sultân olur Câvidân hak ki sözüm dâru’l-emândan gelirim Hayriyâ “men aref ” sırrına mahrem oldum Bendedir künc-i emânet ki nihândan gelirim *** Katre-i âsârı aşkım mevc-i ummân isterim Dalmışım deryâ-yı ‘aşka gevhere kân isterim Nefha-i cân leb-i la‘linden umardı teşne-dil Çeşme-i hızr u hayâtı âb-ı hayvân isterim Mürde gönlüm iltifât-ı yârdan buldu necât Menzil-i dâr-ı Hudâ’dan vasl-ı cânân isterim Fâriğim çarh-ı den-i dünyâya etmem ser-fürû Sâil-i dergâh-ı Hakkım özge mihmân isterim Murg-ı tab‘ını gülşen-i fânide ârâm eylemez Bâg-ı kudsün bülbülüyüm verd-i handân isterim Bende-i âl-i ‘abânın çâkeriyim çâkeri Hayriyâ nâci gürûhuz râh u erkân isterim64 *** Benim idrak edersen zâhidâ evvel makâmâtım Hakikat kâf u nundan zâhir oldu nokta-i zâtım Yed-i kudretle nakş oldu hurufi “bist ü heşt” tekmil Sıfatım sûre-i seb’a’l-mesânî hefti âyâtım Benim kenz-i derûnum cevher-i ‘irfân ile memlû Ki zâhir âleme hurşid-veş nûr-ı kemâlâtım Hakikat âleminde hırka pûşum günc-i vahdette Alâyıktan müberrâ olmuşum rind-i harâbâtım Ben ol “ilm-i ledün”ün hâcesiyim mekteb-i ‘aşkda Delîlim Hazreti Kur’an dilimde Hayrî isbâtım *** 64 Âşık Emrah’a naziredir.

89


Ahmet Talât Onay

Kamer devrinde dünyâya Habîb-i Kibriyâ geldi Makâm-ı mutmainne server-i hûb-ı likâ geldi Göründü hayme-i tenden sıfat-ı hatt-ı zâtullah ‘Ayân oldu hakîkat ehline feyz u ‘atâ geldi Giyip tâc-ı sa‘âdet taht-ı levlâk’in şehen-şâhı Muhakkak onsekizbin âlem içre reh-nümâ geldi Hezârân büt-i tersâyı “fetehnâ” ile feth etti Geçirdi tîğ-i kahrından Ali müşkil-güşâ geldi Kamû mü’minlere ‘ayn-ı hidâyet âl ü evlâdı Gubâri âsitânı çeşm-i cânâ tûtiyâ geldi Kerem kıl bende-i mücrime ey devletli sultânım Yolunda cân u ser teslim edip Hayrî gedâ geldi *** Çün kamer devrinde geldi enbiyâlar ekmeli Zâhir oldu âleme mu‘ciz-i rabbânî veli Nur idi bir gizli genç içre bu âlem yok iken Kendi nûrundan yarattı Hak habibin evveli Ol zaman bir gevheri zâti tecelli eyledi Yok iken var eyledi bir nokta-i vâhid belî Cümle mevcûdât u eşyâ hep onun hükmündedir Dîde-i ibretle bak her nesneyi hak bilmeli Arş u kürsî cezbe-i Rahmân ile seyrân edip Tarfatü’l-ayn içre kat‘ etti bu denli menzili Böyledir rûz-i “elest” râh-ı hidâyet ey azîz Bu yola tâlip olanlar cân u başdan geçmeli Hayrî dilde zikr ü fikrim Haydarı şîr-i Hudâ Yâ ‘Aliyyu yâ ‘Aliyyu yâ ‘Aliyyu yâ ‘Alî *** Ey sıfat-ı sûre-i seb’a’l-mesânî ayeti Heft harf ile münakkaş kıldı dini kudreti Zât-ı pâkin nokta-i bâ’dan tecelli kıldı Hak Hatt-ı hüsnün ketm eder kim “ve’t-tekû nârelletî”

90


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Söyleyen ebrûların “nûn ve’l-kalem” remzin bana Cebhe-i pâkinle “Yâsin” ile “Tâhâ” sûreti “Kâf ve’l-Kur’ân” cemâlin nûruna çekti nikâb Zülfü “lahavfün aleyhim” sâyedârı rif ‘ati Lebleri memlû “sekâhüm rabbühüm” hamr-ı ezel Câna yetti Hayriyâ câm-ı şehâdet lezzeti *** Söyleyin ol bî-vefâ cânânâ kara bağlasın Vah bana yazık ne oldu desin ansın ağlasın Başına gelsin de görsün aşk da rûzu leyâl İki çeşmi sel gibi durmayıp aksın çağlasın Ben nasıl yandım o da yansın yakılsın ben gibi Âteş-i hicrân ile cism içre cânın dağlasın Var ise bu şerha-i sînem . -- - gibi Gamze-i celladı söylen tîğ-i cevrin zağlasın Hayri pazar-ı muhabbet içre yoksa müşteri Kâle-i vaslın verip nâ-ehle satsın sağlasın *** Bir derde düşürdü beni gerdûn dileksiz Cân ağzıma geldi cigerim koptu yüreksiz Âzâde iken fülki dilim bahr-ı belâda Baştan karaya yelken açıp gitti küreksiz Çalışmayarak eylese îrâdını ibrâ Lezzet mi olur ekl edecek nânı nemeksiz Elli iki yaşımda teehhül edip âhir Mevlâ bize evlâd u iyâl verdi emeksiz65 Etmiş mi aceb bir kuluna Hayrî tecelli Bünyâd edeli kubbe-i gerdûnu direksiz *** Bezm-i ‘aşkın bülbül-i şeydâsı hem rânâsıyız Bâğ-ı dehrin gonca-i sahrası bî-hemtâsıyız 65 Bu beyitten şairin elli iki sene bekâr ve boş bir hayat sürdüğünü ve sonra evlenerek çocukları olduğunu anlıyoruz. Emeksiz: Anasıyla gelen çocuğu evlat edinmeğe alaylı bir şekilde söylendiği gibi pîç manasına da kullanılarak hakaret makamında da söylenir.

91


Ahmet Talât Onay

Öyle bir dîvâneyiz cân u cihandan geçmeyiz İşte mecnûnun bugün leylâsı hem sahrasıyız Câm-ı ‘aşkı nûş edip mest ü harâp olmuşlarız Anla zâhid şimdi ‘aşkın lâ’sı hem illâ’sıyız Biz harâbâd ehliyiz dâr-ı fenâyı neyleriz Sanmanız bu âlemin dânâsı hem ihyâsıyız Okuyup ilm-i ledüni besmele esmâsını Öyle fark ettik bu ilmin bâ’sı hem noktasıyız Gel oku “ilm-i ledün”nü al sabağı dem-be-dem Hayriyâ ehl-i kemâlin nâsı hem âşnâsıyız TAHMİS66 Ey şeh-i âlem penâh u yâr-i peygamber Ali Kudretin feyz-i hidayettir velî server Ali Kutb-ı âlemsin müekkel hâdî-i mihter Ali Zât-ı pâkindir Efendim cümleye mâder Ali Kâf u nünün remzisin yâ Hazret-i Haydar Ali Gör ne yüzden “yevme tüblâ” oldu ol ehl-i kubur Bilmedi bu secde-i rahmanı iblis oldu dûr Def ’-i ifsâd oldu dünyadan kamu geldi sürûr Nokta-i bâ-ı muhammed senden etmiştir zuhûr67 Sen hidâyet madenisin şâfî-i mahşer Ali Kâbe kavseyni şehen-şâhı şefî‘u’l-şefkatin Bezm-i ev ednâ’ya erdi giydi tâc u hil‘atin Dîde-i cân ile seyretti sarâ-yı sîretin Kâmil-i billâh bilir mi’râc-ı Hak keyfiyyetin Aşk u şevkindir senin Cebrâil’e rehber Ali Sırr-ı “sübhânellezî esrâ” visâl-i yâr için Bil bu ma’nâyı hakikat tâlib-i dîdâr için Nîze-i kahhâr ile a‘dâ-yı dûn ü hâr için Mu‘cizât-ı Mustafâ’yı münkire izhâr için Dest-i kahrından ne çekti kal‘a-ı Hayber Ali Vâdî-i Hayrî hidâyet himmetin etme dirig Şâh-ı âlemsin ‘uluvv ü izzetin etme dirig Rahmeten li’l-âleminsin rahmetîn etme dirig İns ü cinnin yaverisin vuslatın etme dirig Bâb-ı lütfunda senin bu Zahmiyâ kemter Ali 66 Zahmî’nin bir gazelini tahmistir. 67 Bir mecmuada “nutfe-i pâki” şeklindedir.

92


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Nakşeder nuki alevle kalb-i sûzânım Ali Çağırır cû-yı sirişkim çeşm-i giryânım Ali Gel yetiş imdâdıma ey şâh-ı merdânım Ali Duzah-ı firkatte koyma yandım îmânım Ali Kevserin sâkîsisin kandır benim cânım Ali Âlî- beytin aşkına söndür bu nâr-ı hasreti Teşnegân senden ümid eyler şarâb-ı vuslatı Gülmesin ahvâlime şâhım Muhammed ümmeti Duzah-ı firkatte koyma yandım îmânım Ali Kevserin sâkîsisin kandır benim cânım Ali Âli beytinden dirig etti yezid mâü’l-hayât Çeşme-i âb-ı bekâyı görsem etmem iltifat Bu dil-i sûzânıma senden olur senden necât Duzah-ı firkatte koyma yandım îmânım Ali Kevserin sâkîsisin kandır benim cânım Ali Nûr-ı çeşm-i Fâtıma mahdûm-ı a‘zam aşkına Şâh-ı taht-ı Kerbelâ sıbt-ı mükerrem aşkına Mest-i sahbâyı şehâdetten akan kan aşkına Duzah-ı firkatte koyma yandım îmânım Ali Kevserin sâkîsisin kandır benim cânım Ali Kesmez ümmîdin yazıp İzzet kulun bu makta‘ı68 Çeşmine bir dergehi ümniyedir her mısra‘ı Arzuhâlimdir sana Hayrî-i zârın matla‘ı Duzah-ı firkatte koyma yandım îmânım Ali Kevserin sâkîsisin kandır beni cânım Ali *** Ey sanem olsun fedâ râhında cânım cevheri Cevheri cânâna bahş etmek ne şandır ey peri Ey peri neslü melek-sîmâ güzel âlemde ey Ey melâhat mülkünün sultânı hûblar serveri Server-i ‘uşşâk olup etmem şarâb-ı ‘aşkı nûş Nûş-ı mestim cism-i mest olmuş hezârı ahmeri 69 68 Bu gazelin meşhur İzzet Efendi’nin değil, İzzet Molla’nın olması muhtemeldir. Hayri’nin asıl şiiri elde edilememiştir. 69 Çuhadarzâde Hâfız Efendi’ bu mısrâı şöyle nakletmiştir; Feyzi Efendi’nin pederine ait mecmuada şu suretledir: “Nûşi mestin çeşm o.muş şerâbı ahmeri.” Her iki sûrette de manasızdır.

93


Ahmet Talât Onay

Ahmeri rûyun ziyâ verdi cihâna ser-te-ser Ser-te-ser dünyâyı nûr etti cemâlin enveri Enverî aşkınla varlıktan geçerdi Hayriyâ Hayri-veş zâhid dahi bilseydi kadri Hayderi MÜŞTEREK GAZEL70 Hayrî – Lâ’yı illâ eyleyen yâr, kâkülün bir tek teli Zahmî- Lâ ile illâ da istisnâyı bulmaktır beli Hayrî – Asma zülfün altına hindû-yı leşker çekme in Esb-i nâzın “kâbe kavseyn”e erişti menzili Zahmî –Terk-i “ev ednâ” kılıp özge sıfata mazhar ol Tâ “hüden li’l-müttekîn” hatt-ı sivâyı çekmeli Hayrî - “Ve’d-duhâ” aşk-ı cânan “ve’l-leyl”i zülfün çâk edip Sûre-i kaf ’dan cemâli gün gibi olsun celi Zahmî – Tâli-i tahte’s-serâyı burc-ı “tâhâ”da bulup Seb‘a-i seyyâre-i Zahmî sînemde bulmalı VEZN-İ AHAR Yok iken akdem Ademden âdem Eşyâ vü âlem Var etti sübhan

Eşyâ vü âlem Var etti sübhan Ademden âdem Kâf ile nundan

Ademden âdem Kâf ile nundan Var etti sübhan Zâtım sıfatım

Var etti sübhan Zârım sıfatım Kâf ile nundan Oldu muayyen

Kendini bildim Müstağrak oldum Aslımı buldum Nûr-ı cemâle

Aslımı buldum Nûr-ı cemâle Müstağrak oldum Erdim visâle

Müstağrak oldum Erdim visâle Nûr-ı cemâle Girmem dalâle

Nûr-ı cemâle Gitmem dalâle Erdim visâle Hak belli beyân

70 Bu şiir, Büyük Camii ile Samanpazarı arasında bir ikindi vakti söylenmiş, Hayrî tarafından Zahmî’ye hediye edilmiştir.

94


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Ey sâki kevser Bir ismi hayder Hem şîr şir ner Şâh-ı velâyet

Hem şîri şir ner Şâh-ı velâyet Bir ismi hayder Eyle inâyet

Bir ismi hayder Eyle inâyet Şâh-ı velâyet Sâhip mehâbet

Şâh-ı velâyet Sâhip mehâbet Eyle inâyet Yâ şâh-ı yezdân

Zikrim ile’l-hak Buldum Haka râh Dîdârım Allah Hayrî halilim

Dîdârım Allah Hayrî halilim Buldum Haka râh Kendi alîlim

Buldum Haka râh Kendi alîlim Hayrî halîlim İşte delîlim

Hayrî halilim İşte delîlim Kendi alîlim Hazret-i Kur’an

NEFESLER Bir elif okudum çâr kitap ismi On iki bâb yedi derya çıkarttım Kırkbeş dolap ettim âf-tâb ismi Kubbesiz âlemde semâ çıkarttım “Men aref ” sırrından girdim içeri Üç harf ile taksim ettim beşeri Arza vurdum arşı kürsi şeceri Bir isimden bin esmâ çıkarttım Hayriyâ göründü şi’r-i nev-icâd Bu dürce kaydolan üstâd-ı Ferhâd Kimini şâd ettin kimini nâ-şâd Nice tâlipleri usta çıkarttım *** Ferâgat mülkünde kıldım âzâde Meded ey Habîb-i Kibriyâ dedim Tut elimden kaldır rûz-ı cezâda Şefî‘u’l-müznibîn Mustafa dedim

95


Ahmet Talât Onay

Sensin dü cihânda şâh-ı enbiyâ Kurdu şeriatı kürsî-i binâ Buyurdu Habîb-i Hudâ “lâ fetâ” Hakikat Aliyyü’l-Murtazâ dedim Sensin dü cihanda şahlar serveri Âlem-i ecsâmın nuru gevheri Dûr etme bâbından Hayrî kemteri El-amân Efendim cân fedâ dedim71

71 Âşık Derdli’ye naziredir.

96


HÂZİM Şair Hoca Mecbur Vefdi Efendi’nin şiir meraklısı bir gence verdiği mahlastır ki asıl ismi ne olduğu anlaşılamadı, şiirleri de elde edilemedi. Mecbur Efendi’nin oğullarından birine Hâzim ismini verdiği, kayınpederi büyük müftü Hacı Mustafa Efendi’nin de Hâzim mahlasını kullandığı düşünülürse bu mahlası her halde fazla kabiliyet gördüğü bir gence verdiği anlaşılır. Çün zâtını i‘lâm için ebhâs-ı suhende Bir ism-i latif lazım olur her şu‘arâyı Vefdî dedi ilham ile mahlas sana Hâzim Yazıp kalemi himmet ile levh-i semâya Sa‘y eyleki bu nâm ile meşhûr-ı cihân ol Mazhar olarak feyz ve tevfîk-i Hudâ’ya

HIFZÎ ETHEM 1289/1873-1874’de doğmuştur. Rüşdiyede okumuş, medrese dersleri görmüştür. Şiire mektepte başlamıştır. Kadrî, Atâî, Fahrî arkadaşlarıdır. Şimdi belediye kantar kâtibidir. Babası Müftüzâde Ömer Efendi’dir. Onun babası Abdullah, bunun da pederi büyük müftü Hacı Mehmet Efendi’dir. Hacı Mehmet Efendi âlim ve şairdir. Mürettep divanını Ethem Efendi kaybettiğini söyledi. Vefatı 1233/1818-1819’dadır. Hayatını Büyük Camii imamlığında ve müftülükte tam bir takva ile geçiren bu zât gece yazdığı şiirlerde Tâib, gündüz yazdıklarında Kâşif mahlasını kullanırmış. Ethem Efendi, o kadar ısrarlarıma rağmen şiirlerini kaybettiğinden, yırttığından bahisle vermedi. Ezberinde bulunan Kadrî’nin bazı şiirlerini de siyasete dokunur vehmiyle yazmama müsaade etmedi. 35 sene önce yazılan bir şeyin bugün siyasetle alakası, münasebeti olamayacağını anlatmak mümkün olamadı. Bu cihetle mecmualardan da istifade edemedim. Bu hal karşısında: Bilemem eyleyecek girye midir, hande midir? Ethem Efendi, Kadri’nin hususi hayatını günü gününe bilmekte ve Kadri’nin kimsede olmayan pek çok şiirlerini ezbere okumaktadır. Bunlar arasında Tuht (Yapraklı) nahiyesi kâtipliğine tayin edilmesine mani olan müftü için söylediği hicviye ile isminin başı F ile başlayan bir genç için söylediği şiirler dikkate şayandır. Ne yazıktır ki bu şiirler hafızasında sönüp gidecektir.

97


Ahmet Talât Onay

Ethem Efendi’nin de mühim bir yeküne varan yazıları olduğu bilinmektedir. Şiirleri olmadığını, yaktıklarını söyleyen Çankırılı şairler eserlerini meydana atmaktan iki sebepten çekiniyorlar sanırım: 1. Siyasete dokunur düşüncesi. 2. Gençlik maceralarının meydana çıkacağı korkusu. Üçüncü olarak da tenkit korkusu da ilave olunabilir de bunun o kadar önemli olmadığını temaslarımda anladım. Şiiri; gençliğin tezahuratından bir nevi kan kaynamasının alaylarından farz etmekdir ki yaşlı zâtların eserlerini meydana atmalarına mani oluyor. Hele mazideki bir maceranın tekrar yayılması ise hepsini endişelere sevk ediyor. Hâlbuki o maceradaki günahla bugün meydana koymakla memlekete edilecek hizmet mukayese edilirse terazinin dili hizmet tarafına doğru uzayacağı ve belki o günahlar bu hizmetlerle ödeneceği şüphesizdir. Lakin kime anlatırsın eyvâh! SEMAİ Açıldı laleler güller yine fasl-ı bahar oldu Çimenler yaseminler ser-name vü âşikâr oldu Öter gülşende bülbüller güle arz-ı niyâz eyler Yazık bî-çârenin hali perişan bî-karar oldu Kuşattı goncanın etrafını hâr-ı sitemle âh Dayadı bağrına hançer derûnu dâğ-dâr oldu Nice feryâd u vâveylayı terk etsin garip bülbül Gözünden nâr-ı hasretle sirişki dür ü nisâr oldu Bu çarhı bî-vefâda var mı Hıfzî kâm-yâb olmuş Bulunmaz gerçi bir ferd ber-murâd u kâm-kâr oldu *** Gönül verdim yine bir fitne-engiz şûh-ı devrâne Terahhum eylemez asla yine hâl-ı perişane Niyaz kâr eylemez ol sanki dil-resi vefa bilmez Bak ol çeşmân-ı hûn-hârı dem-â dem kasd eder câne Nice takat getirsin ol keman ebrûsuna diller O müjgânı haden ki eyliyor bin sine vîrâne O renki rû-yi zîbası gül-i hamrada yoktur yok Hele ol nokta-i hâlin değişmem mülk-i Îrâne Ne mümkün ki düşürmek dâm-ı teshîre anı Hıfzî O bir âhû-yı vahşîdir sakın râm olmaz insâne

98


HURREM72 Zamanın hükümet başkanları ile iyi geçinemediği için izzet-i nefsini koruma kaygısıyla İnandık köyüne çekilerek şair Hayri ve bir Ermeni doktorun söz ve sazını dinleyerek hayatının geri kalan kısmını tamamlayan Hancı Emirzâdelerden Akif Bey’in babası olan İbrahim Hurrem Efendi’nin ne zaman doğduğunu bilmiyoruz. Özel hayatı hakkında bilgimiz yoktur. Ancak mezar taşındaki kitabeden onun âlim ve zamanın âlimleri ve fazilet sahiplerinin takdirlerini kazanmış “muhlis-i ehl-i tevâzu‘ ve hasm-ı mağrûr” (alçakgönüllülülerin samimi dostu ve gururluların hasmı) fedakâr bir insan olduğu gibi zamanının “Hassan”ı sayıldığını asil bir aileden yaşıtlarına üstün benzersiz bir vücut yapısının olduğunu anlıyoruz. Bu kitabe kumlu sert bir taşa yazıldığı için tamamını okuma hususunda çok zahmet çektim. Yazı güzel bir sülüs hattır. Kitabeyi söyleyen şair Nikâbî’nin kim olduğunu bilmiyorum. Araştırmalarımda Çankırılı olup olmadığı hakkında bir fikir vermedi. Yalnız taşın Çankırı’nın Ildızım köyünden getirilmiş taşlardan olduğuna göre burada yapıldığı ve yazıldığı anlaşılıyor. Çünkü kabristanlardaki diğer mermer taşlar İstanbul’dan getirtilmiş, tarihler de İstanbul’daki şairlere yazdırılmıştır. Binaenaleyh Nikâbî’nin de Çankırılı olması büyük bir ihtimaldir. Tarih şudur: Bu fenâdan irtihâl itdi bekâ-yı âleme Hurrem ola dâr-ı ukbâda be-hakk-ı Kibriyâ Hep senâ-hânıydı ehl-i fazl u dâniş ilmine Muhlis-i ehl-i tevâzu‘ hasm-ı magrûr bî-riyâ Fâiku’l-akrân adîmü’l-misl ol sâhib-neseb …………….. içre Hassân-ı zamân idi şehâ Ya‘ni Hânîzâde İbrâhim Hurrem hakkına Dedi târihin “Nikâbı afv idüb cürmün Hudâ” 1240/1824’de vefat eden bu zâtın zamanının valileriyle, sadrazam olan Galip Mehmet Paşa ile münasebeti olduğunu şair Mâhî ile tanıştıklarını, zamanın faziletlilerinden sayıldığını gazel ve kasidelerinden anlıyoruz. 72 Ayrıca bk. Abdullah Eren, Çankırılı İbrahim Hurrem Divanı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon-1999; Mehmet Arslan, Hurrem İbrâhim Çankırılı, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 25.02.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t.29.08.2018. (İ.A.)

99


Ahmet Talât Onay

Kitabedeki “hasm-ı mağrûr” tabiri dikkat çekmektedir. Genç yaşında 1280/1864 senesinde vefat eden oğlu Akif Bey’in izzet-i nefsini korumak maksadıyla köye çekildiği düşünülürse Hurrem’in zamanında çok hürmet görmüş âlim, şâir ve oldukça zengin bir kişi olduğuna seviyeleri kendi seviyesinden aşağıda olan gurur ehli ile uğraşmayı sevdiğini istidlâl ediyoruz. Mevleviliğe muhib olduğunu şu beytinden anlıyoruz: Odur Mevlevîyi kemâle irgören her ân Tecellî-i şerefi şu‘le-i semâ‘-ı hulûs ÜSLUBU: Hurrem Çankırı şairlerinin en kuvvetlilerindendir. Gazellerinde Nâbî ve Koca Ragıp Paşa tarzının izleri görülür. Kasidelerinde ahenkli kelimeler, terkipler kullanmasına nazaran onu bir Nef ‘î ve Nâbî takipçisi kabul edebiliriz. Mürettep divanının bilahare kızının oğlu Hacı Hurrem Efendi tarafından şiirden anlamayan bir hattata yazdırıldığı anlaşılıyor. Hurrem’in bu mürettep divanda mevcut olmayan pek çok tarihleri, gazelleri, koşmaları vardır. Her divan şairi gibi Hurrem de kafiyenin sevki ile şiir yazmış, yani kelime hatırı için fikir bulmaya çalışmış, tabii olarak da bu yüzden soğukluklara düşmüştür. Hurrem Enderunlu Fazıl ve Enderunlu Vasıf ile muasır olduğu halde bunlara ilgisiz kalmış daha ziyade Nâilî-i Kadim ve Nabî tarzını takip etmiştir. Eskilerin tarz-ı hakimane dedikleri bu üslubu devam ettirenlerin kelime oyunlarına, fikir dalâletlerine düştükleri ve çünkü hakimâne bir beyit, bir gazel söylemek hevesiyle çıkılmaz yollara girdikleri bir gerçektir. Bununla beraber Hurrem ara sıra Nedim tarzına da temayül etmiş, şuhluk göstermeye çalışmıştır. Mürettep divanında hece vezni ile yazılmış şiiri yoktur. Mecmualarda bazı koşmalarına tesadüf edilmektedir. Hayatında şiirlerini kaydettiği mecmuaya koşmalarını dercetmediğini yahut çocuklarının bunları yazdırmadığını tahmin güç değildir. Hacı Hürrem Efendi’nin oğlu Feyzi Efendi’nin büyük babasının koşmalarını okuduğunu söylüyorlar. Şu halde mürettep bir divana yalnız aruzla yazılmış şiirler dercedildiği düşünülürse koşmaların sonradan çıkarıldığı anlaşılır. Hurrem gibi kudretli bir divan şairinin ara sıra koşma söylemesi dikkat çekmektedir. Hece veznine bu iltifatının sebebini memleketteki şairlerin, âşıkların tesirine atfetmek doğru olur. Çünkü sohbetlerde, özel toplantılarda milli ve mahalli şairler meyanında kendi eserlerinin de okunduğunu duymak her şairin tatmak istediği bir hazdır. Çankırı’nın o zamanki ulema ve şuara meclisleri, sohbetleri, âşıkların saz çaldıkları kahvehaneler birer mahfel-i şuara halinde olduğu, saz ve söz erbabının iltifat gördüğü bir hakikattır. Kendini tanıtmak isteyen kudretli bir şair için ara sıra hece vadisine de temayül etmek pek tabiidir. Hele bu şair Hurrem gibi iktidarına, ilmine mağrur bir şair olursa. Hurrem’in şair Mâhî’ye ait bir şiiri tanzir, bir gazeli tahmis etmesi ve hakkında “Mâhî-cihân” demesi bu şâiri beğendiğine delâlet eder. Çünkü Hurrem’in başka bir

100


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

şairin şiirini tanzir, tahmis ettiğine delâlet eden bir şiiri görülmemiştir. Yalnız bir şiirinin nihayetinde: “Cenâb-ı Haznedârî’den belîgâne cevâp ister” sözüne tesadüf ediyoruz ki takdir ediyor değil meydan okuyor demektir. Hurrem, tarz-ı hakîmâneyi iltizâm ettiği için olmalı ki şiirleri hafızalarda diğer şairlerinki kadar yer bulamamıştır. Hâlbuki muasırı olan Mâhî’ye birçok nazireler yazılmış, şiirleri her zaman hafızaları süslemiştir. Halbuki Mâhî’de Hurrem’e nisbetle edebî hata daha çoktur. LİSANI: Hurrem en temiz yazan bir şairimizdir. Mâhî de ara sıra rekâkete, düşüklüğe tesadüf edilir. Hurrem de bunlar yoktur. Hurrem Arapça ve Farsçaya fevkalade vukufunun neticesi olarak bu lisanlarda da şiir söylemiş, şiirlerinde fazla kelime bildiğinin izlerini göstermiştir. ESERLERİ: Hurrem’in divanından başka eserleri de olması muhtemeldir. Kitaplarından bir kısmı hafidi, yani kerimezâdesi Hacı Hurrem Efendi’ye bilahare bu zatın oğlu Feyzi Efendi’ye intikal etmiştir. Bu kitapların bugün Feyzi Efendizâdelerde olduğu anlaşılmıştır. Hatta divanı Akif Bey hafidelerinden Münir Bey delâletiyle elde edilmiştir. Binaenaleyh ilmi eserleri olduğu muhakkaktır. GAZELLER Etdim tarîk-i hüsn ile dîvâne ibtidâ Hamd u Kerîm Hazret-i Sübhâne ibtidâ Herbir ni‘am ki lutf ile husûl-pezîr ola Nâm-ı hudâyile eyle ünvâne ibtidâ Vallâhu lehu’l-hamdu hüve’l-hâlıku’l-ahad Sad şükr-i sipâs ola bu sultâna ibtidâ Zînet-fezâ-yı tasliye kıl nâm-ı Ahmede Mahmûd-ı kerem-perver-i ihsâna ibtidâ Evlâd u âline dahi lâzım selâm-ı tâm Bu Hurrem-i bî-çâre senâ-hâne ibtidâ *** Gel güzel alma benim âhım dimez miydim sana Lutf kıl ‘uşşâkına şâhım dimez miydim sana Cevr-i bisyârın görüb nush eyledikce câ-be-câ Râzı olmaz buna Allah’ım dimez miydim sana Ben gibi sen de belâ zincirine pâ-bend olub Dûş olursun firâkına şâhım dimez miydim sana Sedd-i bend eyler adûlar da senin bir gün yolun Hasretinle bağlama râhım dimez miydim sana

101


Ahmet Talât Onay

Verseler Hurrem kabul etmez bu âlem mülkünü Âsitânındır şehâ câhım dimez miydim sana *** Bezme per açdı gönül murgı dedi ârâm bana Bir dolu sahbâyı sun ey sâkî-i gül-fâm bana Ka‘be-i kûyun tavaf eyler iken vakt-i seher Nâz ile bahşeyledi bir nâzenîn ihrâm bana Bendene rahm eyle ey şâh-ı cihân-dârım dedim Hışmıle bakdı hemân ancak budur ikrâm bana Zülfüne hergîz karîn olmaz bul dil-murgu anın Bir ‘aceb sayyâddır kurdu bugün bir dâm bana Tevbe etme bâde-i gül-gûneye Hurrem deyû Sâkiyâ câm-ı mey-i la‘lin eder ibrâm bana *** Çîn seher turre-i dil-dârı kemend etdi sabâ Bu perîşânî akl u dili bend etdi sabâ Geldi ayak sürüyü sahn-ı çemen-zâre yakın Cilve-i pâyini efgân sipend etdi sabâ Bûy getürdi dil-i mecnun tarâvet bahşâ Silsile-bend-i cünûniyyeti çend etdi sabâ Açdı gam-gerde olan dilleri sûz-ı âhı Başka bir tarz ile îrâd-ı gezend etdi saba Yok musâbık seni bu tab‘ ile Hurrem şimdi Nev-bahâr içre sana aşkı semend etdi saba *** Ey güzel dil-beri hoş likâ Bûsen ile cânıma versen safâ Hazret-i Hak rütbeni vâlâ idüb Devlet-i câvid ola her-dem sana Hazır olursun kuluna etmeğe Subh u mesâ böyle cefâ ey şehâ Behcet-i ruhsârına cânım fedâ Dedi aceb hüsnüme var mı bahâ

102


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hurrem-i bî-çâredürür rûz u şeb Devletine kendin eden ilticâ Meclise teşrif edicek söyle hâ Ey şeh-i hûbân-ı cihân merhabâ *** Etdin hemîşe cevr-i medîd ile nâz bana Düşdü Efendi’ şevk ile yine niyâz bana Vaslın egerçi olmadı câvid niyâz ile Budur ümidi nasîb ola vaktile bâz bana Aşkınla yandı cân u gönül kılmadı eser Arz etmesin şem‘ dahi sûz u güdâz bana Sevdâ-yı zülf-i pîç-i sevâdın hevâsına Düşmekle oldu fikret-i dûr-ı dırâz bana Fevt eyleye mi bûs-ı leb-i la’lini senin Çün mes’ele-i aşkda verildi cevâz bana Geçem makâm-ı ‘aşk-ı mecâzî hududunu Hurrem olursa himmet-i ‘aşk-bâz bana *** Ey gül-i hurşîd hazer gülşende şebnemden sana Üstüne toz kanmasun nem gelmesün nemden sana Bülbül-i şûrîde eyler tûtî-i güftârın senin Verdiler mi yoksa bezm içre gül-i demden sana Ey dil-i haste figân u âhını etme dırâz Yokladım çıkmaz devâ ol hokka-i femden sana Lâle-gûn oldu yine ruhsâr-ı zîbâ germ ile Sâkiyân-ı câm-ı Cem mey verdi mi cemden sana Künc-i gamda yâd edib ahvâlini hiç sormadın Nice kemlik geldi bu bî-çâre Hurremden sana *** Hâlet-i aşkınla cânâ cismim oldu bûriyâ Âşıkım ‘aşkında dâim sanma şaha bu riyâ Sûz-ı şem‘den hâl-i aşkı ögrenir pervâneler Yakılaldan şem‘-i ruhsârına karşı bî-riyâ

103


Ahmet Talât Onay

Zülf-i anber-bûy-ı pîç-pîçini almış ağzına Saydığı tûl-ı emel ‘uşşâk katlinden dilâ Silsil-i gîsûn temennâsı düşelden kalbime Kadd-ı mevzûnum uzun sevdâyile oldu dü-tâ Kilk-i şi’r i‘câza Hurrem pek de verme ruhsatı Vardır âlemde senin gibi hezâr-şîrîn edâ *** Gösterüb kendini bahâr gonca Bülbülü etdi şerm-sâr gonca Pür şevk ile geldi sahn-ı gül-zâra Oldu ol demde tâc-dâr gonca Çilledir bildi râh-ı aşk feyzi Eyledi hârde karar gonca Gülistân güldüğün edib peygâm Arz eder bana bir nigâr gonca Hurremâ ağzın açmadı zinhar Çekdirir çokdan intizâr gonca *** Çıkarma cevrile şâhım yavuz ad Harâb eyleme mülkün eyle âbâd Ser-i kuyunda dâim bülbül-âsâ Gönül etmekdedir bin dürlü feryâd Dil-i mahzûnuma ver gel teselli Visâlinle Efendi’ eyleyib şâd Merâmı ehl-i hâli hâsıl etmez Eder tevbih ile lütfetse ta‘dâd Derinde bende-i sâdık bu Hurrem Kerem kıl eyleme tapundan ib‘âd *** Vasl-ı dil-dâr hayâl idi bu gece Hep ümidim visâl idi bu gece Yakdı ihyâda kalb-i pür-sûzum Ol kadar germ-hâl idi bu gece

104


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bezm-i ‘ıyş u safâda dil-dârın Bâdeden rûy-ı âl idi bu gece Şekker-efşân idi tûtî-i zâr Hele şîrin-makâl idi bu gece Şeb-i Hurrem safâ-yı vaslından Subha dek mâl-e-mâl idi bu gece *** Eyledi cûş u hurûş ‘aşk ile dil yemcesine Görünür bahr-ı muhît dîdemde bir nemcesine Tutdu gül-zârı muhabbetle hezâr-ı tab‘ım Bülbülün nağmesi gelmez bana mâtemcesine Bilmedi çün deheni sırrını ol zâhid-i dûn Açmasın azgın ana sır kala mübhemcesine Şöyle firkatzede-i ‘aşk-ı dil-ârâyım ki Dökülür eşk-i terim hasret ile demcesine Hurremâ derd-i dile çâre dilersen yârin Sora gör âb-ı leb-i la’lini sen emcesine *** Acaba bendesine şâhım eder mi eltâf Çekdigim cevr ü cefâ yoluna olsun mu güzâf Nazar-ı ehl-i gönül hâke düşerse zer eder Olmaya kim olasın sen de heveskâri-i kâf Gayrı âzâd edesin bend-i belâdan kulunu Tab‘-ı pâkinde cibillidir Efendim insâf Cürm-i bî-haddim olursa dahi afv eyleyesün Kayd-ı vâresteden olsun dil-i divâne mu‘âf Hurrem-i gam-zede bî-sabr u sükûn olmuşdur Zâhidâ vâdî-i aşk içre sakın eyleme lâf *** Geldiler seyr-i çemen-zâr içre cânân her taraf Hûrilerle bâğ-ı cennetdir gülistân her taraf Yâr ile hem-sohbet olmakdı zamîrim bir gece Neyleyem dil-dârı dutmuşdur nigeh-bân her taraf

105


Ahmet Talât Onay

Bir nigâh-ı âşinâ etsem ruh-ı pür-tâbına Dem-be-dem ok yağdurur hışm ile müjgân her taraf Ben dil-i nâ-şâdı eglerdim mücerred hasta hâl Hicr-i rûyundan dolu âlemde nâlân her taraf Dil nice hayret-güzîn-i künc-i firkat olmasın Yalınız Hurrem degil uşşâk-ı hayrân her taraf *** Âsitânından olaldan berü dil murgı ırâğ Nâle vü âh ile çeşminde degil zîver-i bâğ Bin tabîb olsa da tedbîr-i müdâvât edemez Nigeh-i mestin açıpdır dil-i mecrûhuma dâğ Gel kerem-kârım Efendim beni mahrum etme Gayrılar veş beni de eyle mekârimle çerâğ Sâkiyâ sâid-i sîmîne kuvvet vere Hak Bezm-i vuslatda yedinle dolanır oldu ayağ Sünbül-i zülfüne bağlanma imiş iş Hurrem Resen-i âh gibi girmedi destime o bâğ *** Beni etdi ruh-ı zîbâsına âvâre o şûh Dil-i sûzânımı yakdı yine bir nâre o şûh Erişib gâyetine derd-i firâkın elemi Bezm-i vuslatda aceb ola mı gam-hâre o şûh Haste-nâk oldu gönül hanıkâh-ı hicrânda Gamzesiyle açalı sîneye sad yâre o şûh Teşne-i âb-ı visâli gibi ditrer cânım Uralı dest-i gazab hançer-i gaddâre o şûh Çok zamandan beri âh etmededir dil Hurrem Bakmadı bir nigeh-i nâz ile ben zâre o şûh *** Şefî-i rûz-ı kıyâmet Muhammed-i Arabî Delîl-i bâde-i cennet Muhammed-i Arabî Resûl-i hâdî-i dânâ emîr-i der-sakaleyn Emîn-i kenz-i şefâat Muhammed-i Arabî

106


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Habîb-i sâni-i âlem hıdiv-i kişver-i din Hezâr-ı bâğ-ı fesâhat Muhammed-i Arabî Cemâl-i pertev-i nûrundan oldı âlem tâb Refî-i zulm ü cehâlet Muhammed-i Arabî Seninle fahr kılur nüh semâya rûy-ı zemîn Ki bende deyu hakîkat Muhammed-i Arabî İlâhî Hurrem-i zârın yüzi karasın sil Bihakk-ı nûr-ı saâdet Muhammed-i Arabî Pür eyle kalbini hubb-ı Muhammed ile anın Be-aşk-ı bahr-ı inâyet Muhammed-i Arabî Ne haddi var ki ede cevlân medh-i pâkinde Murâdı ol ki ede şefkat Muhammed-i Arabî *** Aceb kûyunda şâhım âşıkâne bir dem olmaz mı O nüzhet-gâh-ı rindâna erenler bî-gam olmaz mı Devâ-yı derd-i pinhânım suâl etsen eyâ dil-ber Cevâbımdır lebin aynı bu derdime em olmaz mı Hayâlinle çemende baş egerler serviler yer yer Görenler kadd-i şimşâdın Efendim sersem olmaz mı Görüb gonca dehânın serverâ bâğ-ı letâfetde Zebân-ı tûtî-i şekker-nisâran ebkem olmaz mı Ümîd-i vuslatındır dilde pinhânım eyâ dil-ber Visâl-i vuslatın bezmine erenler Hurrem olmaz mı *** Cân u başa kasd eder müjganların bir tîr gibi Dâm-ı zülfünle bu dil murgı aceb nahcîr gibi Kimyâ-yı hâlis istersen eger âlemde sen Hâk-ı reh-i dil-beri cem‘ eyle kim iksir gibi Görücek şâhâ yedi hattı yüzünde ben dedim Âyet-i hüsnün berâtı zabtına tahrîr gibi73 Bûy-ı hâlin müşk-i tatarı bırakdı haclete Sâye-i ebrûların şu‘lesini şemşîr gibi 73 Bu beyti bir Hurufi şair görse Hurrem’i de Hurufilerden zann eder. Halbuki şairimiz bu acayip mezhebin safsatadan ibaret olan te’villerine inanmayacak kadar irfan ve iz’an sahibidir. Bu beyit Hurrem’in yüksek malumatına delil tutulabilir.

107


Ahmet Talât Onay

Bir gazel tarh eyledim ben zümre-i ‘uşşâkda Hurremâ mâh-ı cihânın şi‘rine tanzîr gibi74 *** Beni dil-haste görüb çeşmine nem gelmez mi Ya nedâmetle ‘aceb sana da gam gelmez mi Va’d-i feryâdla nedir serzenişin ‘uşşâka Bize tevbîh-i sühan birle elem gelmez mi Susamış kanınma dil-hastelerin nahvetle Bakın o nergis-i mestâneye dem gelmez mi Bu nihân derd-i dilin çaresini dil-dârın Sükker-i la’l-i lebin emmeden em gelmez mi Hatt-ı ruhsârını tahrîr murâd etse de bîr Acabâ destine kudretle kalem gelmez mi N’ola bir bûse atâyile dil olsa Hurrem Senden ey şûh-ı cefâ-pîşe kerem gelmez mi *** Bilir mi şîr-i dehânın senin mücellebici Görür mü o lebinin dâdını muhallebici Giderse Basra iline Kandehâr’e sükker için Bulur mu la’l-i zebin zevkini müsellebici Hurûş-ı bâde-i engûr olursa zîver-i bezm Nohûd çeşm-i meze eylemez mi leblebici Hazer mi var bize ta’n-ı adûda zerre kadar O yârdır yine üstümüze mugallebici Lebine münkir imiş Hurremâ o zâhid-i dûn Şarâbın aynını görmez belî mugallebici *** İncitme o nazik bedeni şevk ile sak sık Beyhûde makâl ile sakın eyleme dak dık Raks eyleyicek cân mı kalır âfet-i mısrî75 Hal hal ile meydâna gelip eylese şak şık 74 Mâhî’nin nazire yazılan şiiri elde edilememiştir. 75 Beyit, o zamanlarda Mısır’dan Çankırı’ya rakkaslar geldiğini gösteriyor. İhtimal panayır münasebetiyle gelirlerdi. Yoksa şairin Hicaz ve Mısır’a gittiğine dair bir rivayet bile yoktur. Ancak İstanbul’a gitmiş olmak ihtimali kuvvetlidir. Bunu hiss ettiren sözleri vardır.

108


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Dalgınlık ile bezme duhul eylese zâhid Gösterme aman suretini vur ana yak yık Berbutla76 verir meclisi-i rindâne tarâvet Hoş gelmiş ana var ise âvâze-i fak fık Âdâbı gözet bezm-i visâl olsa da Hurrem77 İncitme o nâzik bedeni şevk ile sık sık *** Bulunmaz her zaman yâr-ı muvâfık Ki ola meclis-i cânâne lâyık Hezârân âşıkın var gerçi ammâ Kimi mest-i nigeh kimisi ayık Güzeller gerçi çokdur Rûm içinde Velî sensin Efendim gayre fâik Dehânın çeşme-i hayvân demişler Mutâbıkdır mutâbıkdır mutâbık Cemâlin şem’ine pervâne olsun Dutuşsun subha dek olsun uyanık Bu meydân-ı muhabbet gelsin işte Dil-i hurrem gibi var ise yanık *** Kasd-ı cân gamze-i ser-tîz ne alıb ne verecek Bilmem ol fitne-i engîz ne alıb ne verecek Bû getirmezse eger zülf-i dil-ârâmızdan Esib ol bâd-ı seher-hîz ne alıb ne verecek Bezm-i vuslatda leb-i şerbeti cân-perver iken Dönüb ol kâse-i leb-rîz ne alıb ne verecek Dil ki sayyâd-ı ser-i zülfane çün oldu şikâr Çeşm-i kattâle-i hûn-rîz ne alıb ne verecek Nigeh-i mesti dil-i Hurremi etmişken esîr Çıkıb ol zülf-i dil-âviz ne alıb ne verecek 76 Berbut: Ud denilen saz. 77 Bu şiir Zaimzâde M. Sait Efendi mecmuasından alınmıştır.

109


Ahmet Talât Onay

*** Geldi çemene arz-ı kemâl eyledi bülbül Bin cilve ile hoş makâl eyledi bülbül Halin yine kendine açıb hâl-i lisânla Efgân-ı dırâz ile cidâl eyledi bülbül Medh etdi gülü etdi devamına duâlar Her bir sözünü menşe-i âl eyledi bülbül Gûş eyleyene bahş kılar âb-ı hayâtı Gûyâ ki Mesîhâ-deme kâl eyledi bülbül Yakdı dil-i pür-sûzumu mestâne sühanla Hurrem yine güftâr-ı visâl eyledi bülbül *** Âsitânın hastaya dâru’ş-şifâdır yâ Resûl Kıble-i hâcât-ı erbaba vefadır yâ Resûl Gerd-i akdâmın için ya cân fedâ etsem n’ola Hâk-ı râhın çeşm ü cânâ tûtiyâdır yâ Resûl Şânına levlâke levlâk oldu tebcîl-i azîm Hulk-ı mahmûdiyetin Hak’dan atâdır yâ Resûl Zât-ı pâkindir habîbâ rahmeten li’l-âlemîn Bilmeyen sen şâhı rahmetden cüdâdır yâ Resûl Ol şefî‘ bu Hurrem-i bî-çâreye yevmü’t-tenâd Bâr-ı isyânla anın kaddi dü-tâdır yâ Resûl *** Âşık isen ey gönül âh eyle yem-veş cûş kıl Andelîb eyle zebânın nâleni beygûş kıl İnkisâr-ı hâtır-ı uşşâkdan eyle ictinâb Nâsıhım pendim kabul et gûşına mengûş kıl Urdu ayağa satılmadı ve ellendi bugün Kim dedi kâlâ-yı hüsnün sûkda ber-dûş kıl Etme her-gîz sen zen-i dünyâyı tenkîh-i nikâh Bir meh-i tâbânı dâim zîver-i âgûş kıl Hurremâ gamdan rehâ bulmak dilersen rûz u şeb Bir melek sîmâ ile her demde ‘ayş u nûş kıl

110


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Şeb-i hicrândayım ol rûz-ı visâli bilmem Kendi kendimle olan tayf-ı hayâli bilmem Vaslına cân veririm dest-res olsam âhir Acabâ ola mı bu emr-i muhâli bilmem Görücek hüsnünü hâlet-zede-i aşk oldum Ne diyem meclis-i pâkindeki kâli bilmem Bezm-i işretde bana dâg-ı derûn olmuşdur Nokta-i hubbu mu vechindeki hâli bilmem Yine hayret-ger-i bî-sabr u sükûnum Hurrem Böyle bir câzibe-i hüsn ü cemâli bilmem *** Gönül cemâl-i yâre mübtelâ ki anladamam Atâsı bana o şûhun sezâ ki anladamam Rakîb-i rûy-siyehin bir kelâmın eyleme gûş O kelb-i mübtezel-i bed-likâ ki anladamam Dedim bu derdime hiçbir devâ olur mu benim Lebin nümûde edib der devâ ki anladamam Görüp cemâl-i dil-pesendini beyim gönülüm Gezer cünûnun olub her yana ki anladamam Kerem edersen eğer Hurrem-i bî-çâreye et Kapında pâdişehim bir gedâ ki anladamam *** Kaddine nahl-i semen yâ çemen-ârâ mı desem Serv-i bâlâ mı aceb eşbeh-i Tûbâ mı desem Kurs-ı nâzik mi desem hâline yâ hubbu’l-misk Ûd-ı mendel ana yâ anber-i sârâ mı desem Ayn-ı kevser mi desem la’line yâ çeşme-i cân Âb-ı hayvân mı ana dahi a’lâ mı desem Şems-i enver mi desem vechine ya cebhe-i hûr Bu nezâketle aceb ben dahi ibhâ mı desem Nev-bahârı hatına dâire-i gül mü desem Gülşen-i hüsnde yâ sünbül-i hadrâ mı desem

111


Ahmet Talât Onay

Kulle-i müşk-i hoten mi ne desem ka’külüne Şeşper-i aşk mı ana nakş-ı çelîpâ mı desem Ne desem ârız-ı handânına Hurrem bilmem Gül-i cennet mi desem yâhud hûrâ mı desem *** Kim ki hüsnüne bakdı ise hemîn Etdi cânâ cemâline tahsîn Vechin üzre görüb hat u hâlin İktibâs etdim andan aşk dersin Nûş eden olmadı müdâm hûş-yâr Şerbet-i aşkın ol kadar keskin Neşve-dâr oldu câm-ı sahbâdan Şol ki aşkın ile bulur temkin Bahr-i kulzüm olursa yanımda Âteş-i aşkım edemez teskin Hurremâ bülbülân-ı gülşen-i râz Dediler hep bu şi’rine rengîn *** Tâb‘-ı rûy-ı yârdır kalbimde fikrim her zaman Dogmadı bir gün benim başıma ol mihr-i cihân Ermek için menzil-i maksuda yârsız ey gönül Lücce-i gird-âbı gamda ölsem açmam bâd-bân Bülbül-âsâ gülşen-i hüsnünde cânâ dem-be-dem Nâle vü efgânım eflâke benim oldu resân İstemem çarkın kabâ vü atlasın şimden gerû Künc-i firkatde gönül murg-ı tutubdur âşiyân Dûd-ı âhım kehkeşân-veş çıkdı eflâke deme Kûy-ı yâre Hurremâ âh olmağa oldu nişân *** Perde-i zülfün götür dil böyle gam-nâk olmasın Goncalar handân gül-i sad-berk de çâk olmasın Bir erilmez yerdedir ol şûh-ı müstagnî hısâl Vuslat ümidin edip dil cüst u çâlâk olmasın

112


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Dönsün ayağınla ey sâkî mey-i gül-fâm yürü Gam savulsun kalb-i bî-âlâm elem-nâk olmasın Kirpigin çârûb edip pâk eyle yârin râhını Gelsin ol şâhâne haslet hâr u hâşâk olmasın Adl u dâdın resmini zülfünle çek ruhsârına Kûçe-i kuyunda hiçbir kimseye bâk olmasın Vuslatınla Hurremi handân kıl ey dil-rübâ Cevher-i ümmîdimiz yok yerlere hâk olmasın *** Kimseler üftâde-i hûbân-ı âlem olmasın Künc-i firkatde hayâlât ile pür-gam olmasın Sünbül ü şebbû gibi etme perîşân kâkülün Uymasın dil bâz-ı subha öyle pür-ham olmasın Gâh düşerim belâya gâh şâm-ı firkate Kimse yâ Rab esîr-i zülf ü perçem olmasın Kim demişdir âşık-ı dil-haste seyr-i bâğda Kâmet-i bâlânı gördükde serâsem olmasın Düşmesin bu bî-nevâ Hurrem hevâ-yı vuslata Sînesi hûn yaşı ceyhûn didesi nem olmasın *** Kâkülün sayd-ı dil uşşâkına dâm eyledin Bu giriftâr-ı belâyı kendine râm eyledin Gerden-i sîmîn ü hâl-i yâr idi fikrin bu şeb Ey dil-i nâ-kâm aceb sevdâ-yı pür-ham eyledin Bezm-i uşşâkı ferah-nâk eyledin ihsân ile Ey müdîr encâm n’oldu böyle ikrâm eyledin Cür‘a-i câm-ı lebin bezl eyledin mestâneye Hân-kâh-ı ayşda bir gece ârâm eyledin Mest edip la’lin şarabıyla dil-i Hurrem gibi Zâhid-i sad-sâleyi sâkî mey-âşâm eyledin *** Murg-ı dilim ol kâmet-i bâlâ ile oynar Bir fahtedir serv-i dil-ârâ ile oynar Anber-şiken-i zülf-i dil-âvîzin içindir Her bâd-ı seher-hîz o sevdâ ile oynar

113


Ahmet Talât Onay

Yârin kad-ı bâlâsını gördükde çemende Sersemlenerek serv-i temennâ ile oynar Ruhsârını seyr edeli dil encümen içre Pervâne gibi şem‘-i şeb-ârâ ile oynar Tahrîk edemez kâkülünü kâfile-i rîh Ol kulle-i misk âh-ı sebük-pâ ile oynar Ol beççe-i kâtib geleli mekteb-i dehre Nâle-i kalemim şi’r ile inşâ ile oynar Hurrem n’ola sermest-i zâfer olsa dem-â-dem Ceyş-i gam-ı dil bâde-i sahbâ ile oynar *** Bu aşk bana bir mevhibe-i lem yezelîdir Sanman ki arazdır bu ezelden ezelîdir Bir vasl-ı girân-mâyeye dil oldu müşevvik Şevk ile gönül aşk ile şevkin mahalîdir Murg-ı dili bend eyledi ol çeşm-i demeniz Nahcîr-i dili sayd kılan zülf alemîdir Bir halet ile görse dil ol hûb cemâli Aşk eyler o dem var ise aşkın temelîdir Ser-levha-i ümmîdime nakş eyledim âhir Resm-i hat-ı ebrûsunu tugrâ-yı celîdir *** Nice bir dil-ber için başka bu sevdâ nice bir Nice bir âşıka bu vâde-i ferdâ nice bir Nice bir hasta gönül künc-i belâlarda kala Nice bir firkat-i cânân ile gavga nice bir Nice bir bir şem’-i ruhın âteşine rûz u şeb Nice bir yanmadadır bu dil-i şeydâ nice bir Nice bir bülbül-i şûrîde gibi gülşende Nice bir nâle edem bende-i ednâ nice bir Nice bir Hurrem-i dil-teşne-i la‘line senin Nice bir sunmayasın bâde-i hamrâ nice bir

114


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Yakdı cân u dilim ol dil-ber-i meh-veş âteş Sormasın kimse meded ruhları tâbiş âteş Humret-i rûyını bezm içre şarâbdan sanma Hadd-i zâtında o tasvirde dil-keş âteş Rû-nümâdır olıcak ârız-ı pâkinde anın Nahvet ü cevr ile âlûde müşevveş âteş Bana ol yâr yanar âteş olup etdigini Etmedi olalı âlemde bu âteş âteş Âteşi bir güzele verdi yine dil Hurrem Çıkar âhından anın böyle keşâkeş âteş *** Meded ey kişver-i hüsn içre ulu şâh meded Meded ey dest-res-i âşık-ı gam-hâh meded K’ey sakın sûz-ı derûn-ı dil-i bî-çârelerin Eyleye vakt-i seher sûziş ile âh meded Etme üftâde-i hüsnün olana cevr-i medîd Bir gün ola diyesin sen dahi ey mâh meded Gel terâzû-yı şerîatla çekil âkil isen Nesne değmez der isen sonra be-güm-râh meded Sûz-nâk-i dil-i Hurremden alır evrengin Mest-i nâz-ı mey olan dil-ber-i cân-gâh meded *** Nukl-ı bâdâm olmağa la’l-i leb-i dil-ber lezîz Zîver-i hân olmagıçün meyve-hâ-yı ter lezîz Sükker-i vaslında oldu şürb-i la‘lin cân-fezâ Sahn-ı cennetde olubdur çeşme-i kevser lezîz Çekme zahmet ey sabâ müşk-i hoten ihzarına Turre-i cânân mı yoksa şemme-i anber lezîz Çeşm-i mestânında ey âhû ferah var âşıka Kim dedi cânâ aceb nezzâre-i abher lezîz Câm-ı vaslında ferah-yâb olsa Hurrem tan değil Ey tabibim hastegâne şerbet-i sükker lezîz

115


Ahmet Talât Onay

*** Eyledikçe hâl-i pür-zârım şeh-i devrâna arz Arz-ı hâlim dinlemez eyler beni hicrâna arz Kûşe-i firkatde gitdikce zebun oldum kat’ı Eyleyin yârân beni lutf eyleyip cânâna arz Gülsitân-ı vaslından bir berk-i sebz olmaz hayâl Andelibân etdi subh u şâm gül-i handana arz Bir nigâh-ı âşinâyile beni etdi harâb Vereyim her dem o fettân dideden dîvâna arz Arz edersen bâr-gâh-ı hazrete arz et müdâm Etme Hurrem yok yere hâl-i dilin yârâne arz TAHMİS Ne sû-yı gülşene ne sebze-zâre dek gideriz Ne bâg-ı âleme ne cûy-bâre dek gideriz Bir sûz-ı âh ile bir gül-‘izâre dek gideriz Hevâ-yi aşka uyup kuy-ı yâre dek gideriz Nesîm-i subha refîkız bahâra dek gideriz Cüyûş-ı gam tutıcak kişver-i derûnda saf Humâr-hânede dil nakdin etdi böyle telef Çekip bu deşt-i belâda hezâr gûne esef Palâs-pâre-i rindi be-dûş kâse be kef Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz O nahl-i nâz u tebessüm o serv-i gül endâm O işve-bâz-ı tekellüm o resm-i fitne hırâm Edince âşık-ı nâlânı hasretiyle be-kâm Verip tezelzül-i Mansûr-ı sâk-ı arşa tamam Hudâ Hudâ diyerek pây-dârâ dek gideriz Telezzüzât-ı cihândan edince dil manzûr Hayâl-i la’lin ile buldu hoş zamîr-i sürûr Şarâb-ı câm-ı musaffâdan etmez oldu huzûr Ederse kand-i lebin, hâtır-ı mezâka hutûr Diyâr-ı Mısr’a değil Kandehâr’a dek gideriz Görüldü mü acabâ devletinde ihsânın Sürûra erdi mi ayâ senin de nâlânın Bu Hurremin de heme vârı oldu nâlânın Felek girerse kef-i Nâilî’ye dâmânın Seninle mahkeme-i Gîrd-gâre dek gideriz

116


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Getir ‘işret-gehi sâkî yine âlemcesine Sürelim câm-ı mey-i vuslatınını Cemcesine Vakt-i hicrânını yâd eyleyelim semcesine Dökelim biz gözümüz yaşını şebnemcesine Handeler etsin ol âfet dil-i hurremcesine Kimseye etme sakın keşf-i nihânî râzın Vuslat-ı yâr ise şevkiyle eger âgâzın Duymadın bir oyunun bu felek-i lu‘b-bâzın Girelim bâg-ı visâline o serv-i nâzın Sahn-ı Firdevs edelim mesken-i Âdemcesine Elem-i havf-ı hatar yok bu dil-i âgâhda Nûş eder hûn-ı dilin dem-be-dem ‘işret-gâhda Mest iken bûs-ı ruh-ı yâr ile cân ol câhda ‘Azmimiz Ka‘beyedir devlet-i şâhen-şâhda Şimdiden nûş edelim suları zemzemcesine Yakalı dâg-ı muhabbet dilimi her bârı78 Taleb-i vasl-ı dil-ârâ kılırum nâ-çârı Suladı dîdelerim eşkle reh-i dil-dârı Zahm-ı hicrânını çok çekdik o şûhun bârî Saralım sîneye şimden geru merhemcesine Hurremâ gülşen-i nazm içre gül-i handânın Resm-i nakşını okur tab‘-ı hezâr elhânın Na‘t-hânı olalı bu şeh-i âlem bânın Nâbiyâ Hazret-i Hak pâdişeh-i devrânın Ede ömrünü füzûn ‘Îsâ-yı Meryemcesine MURABBA Men o bir Kaysım ki gelmez kalbime Leylâ nedir Aşk ile ser-geşte oldum aşk-ı bî-hemtâ nedir Bu hakîkat gencinin ferzânesi oldum velî Genc nedir kim bilmezem ben mahrem-i esrâ nedir Bir aceb pervâneyim ki yanarım kendim peşîn Tanıyıp bu hâlimi etdim feşâne göz yaşın Câme-i aşk-i İlâhîde olursun hem-nişîn Terk edersin cümlesin dersin ki bu gavgâ nedir 78 Bu mısra şöyle olursa mana çıkar: Yakalı dâg-ı muhabbet dil-i mihnet-bârı

117


Ahmet Talât Onay

Aşka ser koymuş dilâ bizler biraz dîvâneyiz Mest olup câm-ı muhabbetden ne gam mestâneyiz Sâkî-i gül-çihrenin destinde hem peymâneyiz Biz gibi serhôşlar hiç anlamaz dünyâ nedir Bağrımın hûn olmağı ol la’l-i gevherden midir Bilmezem ki ol gül-i zîbâ-yı ahmerden midir Bu belâ-yı nâ-gehân dilden mi dil-berden midir La‘l nedir gevher nedir yâ dil-ber-i ra‘nâ nedir MÜNÂCÂT79 Hudâvendâ sana hamd ola her an Resûlüne salât olsun firâvân Meded kat’ı matardan cümle nâlân Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân İlâhî âb-ı feyzin eyle cârî Cihân bulsun safâ-yı nev-bahârı Vuhûş-ı tayr eder feryâd u zâri Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân Senindir cümle mahluk ins ile cân Olurlar rûz u şeb sûzân u giryân Kerem kıl eylegil ihsân-ı bârân Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân Budur va‘din Muhammed Mustafâdan Ümîdi kesmeyiz dest-i recâdan Bizi red eyleme bâb-ı atâdan Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân Gülistân-ı cihân olsun mutarra Açılsın goncalar bülbül de gûyâ Ola her bir varak bir verd-i ra‘nâ Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân Kurudu yeryüzü kaht oldu âlem Eder cümle halâyık zâr u mâtem Kerîmâ Kird-gârâ sensin ehram Nüzûl-i rahmetinle eyle şâdân 79 1282 Şaban’ında (Aralık-1865) yazılmağa başlanmış olan babam merhum Numan Efendi’ye ait bir mecmuada “münâcât-ı Hurrem Efendi’ yağmur içün” ser-levhasıyla görülen bu şiirin makta‘ı da olmak muhtemeldir.

118


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

ÇANKIRI VALİSİ İZZET ALİ PAŞAYA KASİDE Söyle ey hâme-i mu’ciz eser-i nükte-şinâs Ki zebânın ola pâşîde-i dürr-i yektâ Tûtî-i sahn-ı safâ-veş olasın şîrin kâm Ki medîhin ola bir zât-ı kerîm şeker hâ Bülbül-âsâ nagamât ile terennüm eyle Gülşen-i dehrde ragbetle olub nagme serâ Bir gül-i gülbün-i ihsânın açıp şevkine per Olasın zîver-i hüsn-i sühan-ı dil-ârâ Kadine olsa sezâ-vâr ridâ-yı kelimât Şanına lâyık u şâyân mı degil hüsn-i edâ Vâdi-i nazmda çok geşt ü güzâr eylersin Gâlibâ gûşuna bir nev-haber olmuş ilkâ Ya’ni mîr-i kerem u vâlî-i âlî- himmet Odur âyîne-i efkârda eden cilve-nümâ O veliyyü’n-ni‘amâ vü o vefiyyü’l-keremâ O kerîmü’ş-şiyem ol nâm-ı ‘alî-kadr-i ‘ûlâ Hoş kerem bahş-ı hüner rahş-ı ma‘ârif-perver Cevdet-i hüsn-i ‘avârifle müzeyyen zîbâ Masdar-ı maârifet enmûzec-i ferr-i hikmet O edîbü o lebîbü o zekiyy ü dânâ Şeref-i zâtı ile buldu vilâyet şerefi Şerrefallâhu bihi’d-dehre zamânen tûlâ Oldu teşrîfi ile ehl-i diyânet mergûb Gerçi kim ehl-i hevâ oldu girîzân-ı düpâ Bulamaz tab’-ı kerîmânesinin mânendin Püşt-pâ ursa dahi niçe zamân subh u mesâ Tâlib-i fenn ü hüner râgıb-ı sâhib irfân Mâden-i cûd u sehâ menba-ı ihsân u vefâ Sâye-endâz kudûmiyle olub behre-verân Ehl-i dil cümle safâ-yâb olub oldu ihyâ Sâhib irfân ile nâdân bir idi mîzânda Hamdülillâh hele mikdârını buldu ulemâ

119


Ahmet Talât Onay

Ögrenir ehl-i kalem kilk-i hüner rahşından Resm-i nazm-ı sühan-ı tavr u edâyı bülegâ O mutarraf o müsecca‘ o murassa‘ eş‘âr Tab‘-ı pâkîze iken ya ne desinler fusahâ Zâtına münhasır envâ-ı maârif ancak Cânib-i Hazret-i Bârîden olub lutf u atâ Etme ıtnâb-ı sühan birle sudâ‘ îrâsın Çünki Hurrem-dil olub medhine düşdün ammâ Eyle eyyâm-ı adâlet demine ez-dil ü cân Dergeh-i Hazret-i Feyyâzda niyâz ile duâ Kılmaya pertev-i zât-ı himemin Hak zâil Sâbit oldukça nücûm ile arâzî vü semâ Bir ziyâde güzel oldu buna târih Hurrem Âferîn geldi acebVâlî-i İzzet-pîrâ (1217/1802-1803) DER-BEYÂN-I TA‘RÎF-İ FERÂİZ-İ İSNÂ VE SELÂSÎN Lİ-SEYYİD HURREM Şart-ı İslam beş dürür dinle kelâm Eylerim ta‘dâd ber-hüsn-i nizâm Evvelâ tevhîd-i Hak celle alâ Hem şehâdet nâmına olmuş be-nâm O lisânen kalb ile tasdîkdir Rûz u şeb koma dilinden ey hümâm Hem salât ile zekât u savm u hac Hacca ger gücün yeterse et kıyâm Dahi îmânın sıfatı altıdır Ol edâsıyla anın âlî makâm Ya’ni kim amentü billâh lafzını Âhire varınca oku kıl tamâm Üç dürür guslün dahi farzı ayân Mazmaza istinşaka kıl ihtimâm Bâdehû pâk eyle sâir cismini Eyle bu emr-i be-nâme ihtirâm

120


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Dört dürür abdeste farz ey pâk hû Ellerin yüzün yumak ey zü’l-kirâm Mesh kılmak başının dörtte birin Ayagın yumak topuguyla müdâm On iki oldu namâzın şartları Taşradır altı içinde altı tâm Hem tahâret taşrasından şart durur Et necâsetden hadesden subh u şâm Setr-i avret kıbleye dönmek dahi Vakt u niyet birle bulmuş ihtişâm İftitâh tekbir içinden şart durur Hem kırâatle dahi olmuş kıyâm Hem rükû‘ ile sücûd hem ka ‘de-i Âhire içre oturmakdır hitâm İki şey dahi olubdur buna zam Emr ü nehyi hazreti Rabbü’l-enâm Emri tut nehyinden eyle ictinâb Tâ karar-gâhın ola dâru’s-selâm Nazma çekdim bu ferâiz dürünü Buldu bu hüsn-i edâda intizâm Zîver-i etfâl ola bu nev-zuhûr Olalar ezberle ıtrıyyu’l-meşâm Bir duâ-yı hayra olmakdır sebep Hurremin ancak budur aslı merâm DİVAN KENARINDA YAZILI BİR KIT’A Rûz u şebim endûh ile âh eyleme yâ Rab Sûz-ı dil-i firkatle siyâh eyleme yâ Rab Göster bana ol ârız-ı dil-cû-yı murâdı Ahvâlimi kesretle tebâh eyleme yâ Rab KOŞMA Ben böyle derd ile âh u zârdayım Acep nazlı yârim nerdedir şimdi Meded Mansûr gibi düştüm dârdayım Zülf-i semen-bârım nerdedir şimdi

121


Ahmet Talât Onay

Aklım perişandır hâlim yamandır Çekerim bu derdi hayli zamandır İşim bülbül gibi âh u figândır Gül yüzlü dil-dârım nerdedir şimdi Hurrem bu sevdâyı neyleyip n’itsem Ayrılmaz serimden her nere gitsem Elim ermez yâre arz-ı hâl etsem Yâr-i vefâ-dârım nerdedir şimdi

122


KAZIM Şabanözü nahiyesine bağlı Sarıkürt80 adlı Kızılbaş köyünden Kerim Ağa’nın oğlu Sadık’ın oğludur. Sadık’ın oğlu Kazım Efendi şiire âşinâdır, nefesleri vardır. NEFES Şükrolsun Hudâ’ya elhamdülillah Ne minnettir dostun cemâlin gördüm Kurretu’l-aynîdir “küntü kenzullah” Ne nimettir dostu ziyaret kıldım Cemâlin kurbunda kaldı nazarım Hayâl-i aşkınla mecnun gezerim Bismillah kaşların okur, yazarım Ne nimettir dostun cemâlin gördüm Ervâhı âlîdir gürûh-ı nâcî Mah yüzünde tavaf ettim mi’râcı Cemâlin görenler olmaz mı hacı Ne nimettir dostun cemâlin gördüm Mâh yüzünde arş-ı rahman bezenir Kâmil olan kemaline özenir Vechin gören hacc-ı ekber kazanır Ne nimettir dostun cemâlin gördüm Dört kitap şanında nâzildir Kur’an Cümleye hep senden yazılır ferman Hastalara şifâ, dertlere derman Ne nimettir dostun cemâlin gördüm Mü’minler maksudu dîdâr-ı cennet Göster cemâlini ettirme minnet Ol yedi tamûda soyunur elbet Ne nimettir dostun cemâlin gördüm 80 Bu kelimenin kötürüm, mefluç manasına gelen küt olduğuna kâniim. Çankırı’nın böyle Kürdün gözü, ahalisinin Kürt yüzü görmemiş köyleri vardır. Bu köy ismi sonunda Meşelik olmuştur.

123


Ahmet Talât Onay

Kâzım der ki dört duvarın temeli Ehl-i hâl olanlar bulur kemâli Hünkâr Hacı Bektâş sultan cemâli Ne nimettir yâ Rab ziyaret kıldım NEFES Ne nimettir dostun cemâlin gördüm Şükrolsun Hudâ’ya Elhamdülillah Üç nokta vechinde dîdâra erdim Elif lâm kaşların bâ-yı Bismillâh Cemâlin çevresi ümmü’l-kur’an’dır Kurretu’l-ayn’da kurb-ı seyrândır Sekiz cennet cemâline hayrandır Dört kitap şanında tebârekallah Üç isim bir nokta okunur tamdan İsmini zikr eden kurtulur gamdan Şefâat umarız on iki imamdan Destim dâmanında yedim yedullâh Cemâlin görenler çeker mi gamı Varınca soyunur ol yedi tamu On iki imam ondört ma’sumu Sevene açılır bâb-ı beytullah Seni seven âşık olmaz mı sâil Onsekizbin âlem hüsnüne mâil Kâzım günahkârdır emrine kâil Şanına “lâ taknetû min rahmetillâh”

124


KEMAL AHMET Hacışeyhoğulları namıyla bilinen aileden Osman Talat Efendi’nin oğludur. 1295/1878’de Çankırı’da doğmuştur.81 İsmi Ahmet, mahlası Kemal’dir ve mahlasıyla tanınır. Kemal Bey ibtidaiyeyi ve beş senelik idadi eğitimini Çankırı’da gördükten sonra İstanbul’a giderek 1315/1899’da Vefa idadisini bitirmiştir. Aynı senede Hukuk Mektebine başladığı gibi, Burhân-ı Terakki mektebinde Arapça, Eser-i Terakki’de tarih ve coğrafya okutmaya başlamış, o sırada Aşiret Mektebi Türkçe, hendese öğretmenliği sınavını da kazanarak öğretmen olmuştur. Hukuktan çıkınca Şurâ-yı Devlet fihrist kalemine, sonra temyiz mahkemesi hulefalığına nakl ve aşiret mektebinin lağvı üzerine Kabataş İdadisi Türkçe, Farsça muallimi ve 1324/1908’de Tophane muhasebe kalemine ve terfi ederek mümeyyizliğine ve 1325/1909-1910’da muallimliği terk ile askeri kâtipliğine tayin ve 1927’de bu kitabetin son rütbesi olan müdürlüğe yükselmiştir.82 ESERLERİ: 1. Çankırı Tarihine Giriş. (1.cildi basılmıştır.) 2. İyi Bir Memur Olmanın Sırrı (Basılmamıştır.) 3. İmalat-ı Harbiye Tarihi (Basılmamıştır.) 4. Görüp İşittiklerim (Basılmamıştır.)83 Kemal Bey, Türkçenin sair lehçelerinden behre-dâr, Arapça, Farsça ve Fransızcaya vâkıf ve Rumcaya âşinâdır. Memuriyet hayatında birçok vazifeler deruhte etmiş, hayli taltifler görmüştür. Mûsikiye de âşina ve tam manasıyla bir fünûn-ı şettâ âlimidir. Her okuduğunu iyi kavramış ve hazmetmiştir. Bu cihetle yazılarında, mübaheselerinde bir olgunluk göstermiştir. Hazreti Mevlana’ya muhabbeti münasebetiyle Mevleviliğe muhibtir. Bu cihetle kelam ve tasavvuf ilimleriyle de meşgul olmuştur. Hususi hayatında daima durgun görünür, derinliği bilinmeyen sakin bir göl gibidir. Hoşlandığı ilmi bahislere temas eyledikçe bu durgunluk harekete dönüşür, o derinlik görünmeye başlar. Binaenaleyh sohbetinden muhatabı zevk alır. Çok mütevazidir. Bu cihetle sohbetinde, mübaheselerinde tasallüf, tahakküm bilmez. Haklı itirazları sükûnetle dinler. Kendi miyârı zeka ve malumatına tatbik ettikten sonra hakikatı teslim eder. Herhangi bir bahse dair bulduğu yeni bir fikir, yeni bir mevzu kendini oyuncak bulmuş bir çocuk gibi sevindirir. Bu hal sohbetinde, yazılarında da müşahede edilir. Çok halûk ve mahviyet- perestir. Bu hususta irsin, Mevleviliğe intisabın tesiri şüphesizdir. 81 Ali Birinci, Ahmet Kemal’in doğum tarihini 1880 olarak vermektedir. Ahmet Kemal Üçok, Görüp İşittiklerim, Editör: Ali Birinci, Ankara-2002, s.13. (İ.A.) 82 Ahmet Kemal’in hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi Ali Birinci’nin hazırladığı kitabın giriş kısmında bulunmaktadır. s.13-43. (İ.A.) 83 Tarafımdan Çankırı’da yayımlanmakta olan Duygu gazetesinde tefrika edilmektedir. Bu eser ilerde bir Halk Ansiklopedisi halinde yayımlanacaktır. Ahmet Talat. ( Ahmet Kemal Üçok’a ait bu eser, Prof. Dr. Ali Birinci’nin editörlüğünde Okuyan Adam Yayınları tarafından 2002 yılında basılmıştır. 591 s.) (İ.A.)

125


Ahmet Talât Onay

ÜSLÛBU: Kemal Bey, daha ziyade nâsirdir ve iyi bir gazete muharriridir. Her vadide kalem oynatmaya muktedir bir kâtiptir. Şiirlerinde bir durgunluk bir yübûset hissolunur. Bu da kendi tabiriyle nazımlarını boş zamanları öldürmek için yazmasının ve binaenaleyh nazımla çok meşgul olmamasının neticesidir. LİSANI: Nesri çok temizdir. Nazmında imaleler, zihaflar göze çarpar. Bunları bildiği için eserlerinde mahlas zikr etmez. Bir mecmuada toplamadığı gibi yazdıklarını da kimseye göstermez. Nesirde edebiyat kitaplarının ıtnâb namını verdikleri çok sözlülüğe tesadüf edilir. Fakat bunlar haşiv değildir. Maksadı izah için seçilmiştir. Daha doğrusu Kemal Bey’in yazıları bir muallimin en anlayışsız talebesine bile feyizli takrirlerinin aynıdır. Bu hal ise kendisinin mevzuları iyi kavradığını ifade eder. Kemal Bey, birçok manzumeler yazmıştır. Bunlar arasında mizah tarzında yazdıkları okunur iken belki kendisini tanımayanlar bir tebessüm izhar ederler. Fakat onu yakından tanıyanlar o vakur ve ağır başlı adama bu ciddiyetsizliği yakıştıramadıkları için olmalı ki herhalde hayrete düşerler. Vereceğim misaller bunu teyit edecektir. Umumi bir hüküm vermek lazım gelirse Kemal Bey, geniş malumatlı herhangi fenne dair olursa olsun okuduğunu anlar ve hazmeder bir okuma meraklısıdır. Ne yazıktır ki geniş malumatının hulasa ve muhasalası olacak eserler vücûda getirmediği için kendisine iyi bir muharrir, mutavassıt bir şair nazarıyla bakmamız icap ediyor. NA‘T Ey hâlık-ı heft âsmân V’ey râzık u pîr u civân

Dermânde em feryâd-res Dermânde em feryâd-res

Ey pîr-i âli menkabet Ey kân-ı lutf u merhamet

V’ey mürşid-i zî-mekremet Dermânde em feryâd-res

İsyân ile leyl ü nehâr Bir nevha kaldı yâd-gâr

Geçdi tamam kırkbeş bahâr Dermânde em feryâd-res

Esdim savurdum yel gibi İrşâdın oldum tâlibi

Yokmuş bu dünyânın dibi Dermânde em feryâd-res

Ey dergeh-i beytü’l-haram Leyl ü nehâr budur recâm

V’ey himmet-i aksa’l-merâm Dermânde em feryâd-res

Ey mazhar-ı ism-i ahad Bu Ahmed’e eyle meded

Rahmin senin bî hatüât Dermânde em feryâd-res (1341/1925) Hazret-i Mevlânâ

SEVGİLİYE HİTÂP Ey sihirli lebleri kalbi esir-i âşık eden Yok nazîrin gonca-femsin bî-bedelsin şûh u şen Bir hezâri nevha-gûdur her gören dîdarını Lutf edip mazûr gör uşşâkını ey gül beden

126


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bûy-ı nâzın dil-rübâdır söyle yavrum tînetin Erguvân mı yâsemin mi yoksa câna nesteren Sen gelince meclise ruh-ı nizârım şâd olur Bir kanarya nağmesinden şenlenir beytü’l-hazen Aklımı almak değilse maksadın ey dil-pesend Cilve yapma kaşların oynatma söz söyler iken Diz çöküp de ağlayım ben neş’e-yâb ol söyle gül Gül gül olmuş ruhlara reşk eylesin hûri aden Kimsesiz bî-çâreyim fermân-ı aşka tâbiim Bak nigâh-ı mest ile hep varlığım hiç korkma sen SEVGİLİYE MEKTUP Gül yaprağı ……. penbe beden sevgili yârim Hülyâyı garamınla geçer leyl ü nehârım Mestâne bakış çapkın edâ gamze-i fettân Bu halete karşı tükenir sabr u kararım Pâ busine leb-teşne dururken fakat eyvah Cinnet bu ki hasret-keşi gül gonca-i ‘izârım Şeb tâ-be-seher aşkıyla feryâda müdâvim Kim der mi dedin âh â benim nazlı nigârım Pîraheni şeffâf u şafak rengine hayran Büstânına dil-beste olan bende zârım SEVGİLİYE BED-DU‘Â Tâleb-kâri visâli olduğum yâre duyurmuşlar Zehi gammazlık amma manevi himmet buyurmuşlar (Lâ edri) Rûhum yine âh eyledim âteş-zede dilden Sevdim seni yok bunda riyâ cân u gönülden Güftârına reftârına dil-beste ü şifte Bir bende ki âzâde gözüm tûl-ı emelden Bir bendeki vechinden okur âyeti hüsnü Âşık sana sâdık sana ey şûh ezeliden Çeşmân-ı siyâhınla civânım beni yakdın Yıkdın dil-i vîrânımı hayfâ ki temelden

127


Ahmet Talât Onay

Hâyide gönül ye’s ile sızlar eleminden Ağlar yine ağlar ne gelir başkaca elden Mal sat sana ilan-i hûlus eylemedir hep Yoksa ne çıkar girye ile şi’r u gazelden Rahm etmez isen bende-i meftûnuna asla Ettiklerini sen dahi çek başka güzelden SEVDÂ-YI SAHİH Yakan bu sineyi zâri azabı sevdâdır Buna bir âteş-i dûzah denilse ahradır Dikenli bir güle benzer cefası çok yârin Esiri oldu gönül varlığı heman lâ’dır Dem-â-dem inleyerek mahv olan dil-i zârım Yüzünde hande-i behcet fakat hüveydâdır Nigâh-ı nâzı safa bahş eder dil ü cândır Belâ-yı aşkı neden ruha neşve bahşadır Yanar yakar yüzünün rengi âli âteşdir Dü çeşmi hışmı sanırsın ki nâr-ı beyzâdır Şüküfte bir gül-i ra’nâ lebindeki humret Tebessümünde de manzur dürri yektâdır Bu bir perî-i ebed zindedir ki çok hırçın Vatan denir adına lutfu da istiğnâdır TEHZİL84 Ankara şehri mi bu ya gülşen-i me’vâ mıdır Yoksa belde sûretinde cennet-i a‘lâ mıdır Gûh-ı sahra iki cânibden der-âğuş eylemiş Ortasında sivrilen şey kal‘a-yı zîbâ mıdır Zümrüt işlemiş muhiti bir gümüş âyinedir Merzagî her saha âya böyle ruh-efzâ mıdır Mest olur da pîş-gâhında akan sular durur Cûy-bârı durduran bir âfet-i berpâ mıdır Köhne şehrin sanmayın bir tıfl-ı nev-peydâsıdır Bu Karaoğlan nihali ömrü gül-endâmıdır 84 Şair Nef ’î’nin Edirne vasfındaki kasidesini tehzildir.

128


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Cünbüş-i dil-dârı seyret gel balık pazarına Sevdiğin gül ruh mı yoksa şen midir şehlâ mıdır Vâdî-i eymen hatıp çayı denilen vadidir Sû-be-sû aks eyleyen âvâze-i turna mıdır85 Hergele meydanının varsa naziri söyleyin Ey nücûm-ı sâhire bu pek acip dâvâ mıdır Hâk-i pâk-i kuhl-i çeşm-i âşıkandır şüphesiz Her gubârı fark olunmaz toz mudur pudra mıdır Turfa mey turfanda mey mahsulü sa‘y-i ehlinin Sofu yok Engürü çok bir nev-zemin dünyâ mıdır ANKARA86 ‘Îyd erişsin bâis-i şevk-i cedîd olsun da gör Ankara şehrini sen bir kere ‘îyd olsun da gör Şerhalansın dil dudak yaksın kavursun da güneş Herkesin hali sıcaktan bir tirit olsun da gör Çeşmeler birden kesilsin bir içim su kalmasın Her sucu dondurmacı bak bir yezid olsun da gör Bir lodos essin de tozlar fırlasın yerden göğe Şapkalar uçsun güzeller ser-sefîd olsun da gör Yol yol olsun terlemekten zülf-i rûy-ı dil-rübâ Toz dumandan her adam bin bir çeşit olsun da gör Gerçi müşkildir evet ma‘dûmu medh etmek bugün Her şose katran ile misli şerit olsun da gör Bir cesîm orman yetişsin çağlayanlar inlesin Bülbül ötsün gül karanfiller bedît olsun da gör Park-ı hayder tutmamış eşcâr ile zeyn oldu mu Ankara şehrini sen bir kere ‘îd olsun da gör BİR MEKTUPTAN Müsteşarın hiç bilinmez meşrebi Gerçi vardır bir demirden mezhebi87 85 O zaman turnam şarkısı yeni çıkmıştı. 86 Şair Nedim’in sa‘dâbâd şarkısını tehzildir. 87 Mezhep: Altın kasası manasındadır.

129


Ahmet Talât Onay

Hayli demdir sormadı hiç hatırım Çok arasın bulmasın bir leblebi Bed-duâ etmem o şaha ba‘dezîn Himmeti aksın delinsin dü cebi Ömrü efzûn gönlü hoş olsun fakat Hep kısır kalsın cihanda ernebi Parlasın evc-i semâda kevkebi Görmesin ağzı demirden leblebi BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ Parmak hesabıyla Gönül gözü açık olan kimsenin Dünya gözünde bir dönme dolaptır Asî yetişmiş bir hanım sevenin Aklı perişandır hali haraptır Sevda bir kuştur kanadı şafaktan Tüyleri yapılmış ipek duvaktan Genç hanım kalkınca pamuk yataktan Konar imiş başa yazan kitaptır Gönülden vuruldun bir nev nihale Çevirmiş nikâbı vechine hâle Püskürme benleri ettirir nâle Bu şiirim ona bir faslu’l-hitâptır Gel kerem eyle bu bendeni üzme Kendini naza çekip gözüne süzme Yalvaran kuluna dudağın büzme Varlıkla hayatın sonu turaptır Rahm eyle hâlime dil-ber-i yektâ Kaybettim kendimi aklımı hatta Yetişmez takrire lisân-ı şettâ Bu ne dehşetli dert ne ızdıraptır YÂD-I GÜZEŞTE İnan ki sevdiğim dün gece gine O güzel yüzünü andım ağladım Elinden içtiğim âb-ı zemzeme Hasretle âh edip yandım ağladım

130


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Güneşin ziyâsı sarardı soldu Vakt-i kerahat mi geldi ne oldu88 Hicran şarabından peymâne doldu Tatlı rüyadan uyandım ağladım Şafaklar yüzünün aks-i tâbıdır Güneşse ruhunun mâh-tâbıdır Bildiğim sevdanın gam kitabıdır Kendimi bir âşık sandım ağladım Rindler meclisinin neş’esi bitti Neyler sustu, mey yok, yâr elden gitti Hicran zahmeleri kalbimi ditti Beyhûde feryâda kandım ağladım Kemal Bey, içinde yaşadığı muhitin tuhaflıklarını bulup çıkarır, gittiği yerlerde kaldığı bir iki gün zarfında oranın tuhaflıklarını, hususiyetlerini çabuk öğrenir. Bunları “Bir Seyyahın Defterinden” namı altında toplamaktadır. Ankara’nın kırk sene evveline ait rivayetleri müşahede şeklinde zabt etmiştir. Bir fikir vermek için naklediyorum. Kendilerinden müsaade almaya vakit bulamadığımdan hoş göreceklerini ümit ediyorum. Bu fıkralar Ankara’nın kırk sene evvelki hayatına tamamen mutabıktır. Yirmi sene sonra bile istasyona inip de treni görmemiş Ankaralılar olduğu söylenirdi. Bugün Ankara’yı cihan medeniyetinin en mamur beldelerinden biri haline getiren kudret ile o zamanki meskenet mukayese edilirse Cumhuriyetin feyzi, nuru, kuvvet ve kudreti en basit gören gözler önünde bile âşikâr bir sûrette tecelli eder. Bir Seyyahın Defterinden 1308/1892’de Ankara

19 Temmuz 308/31 Temmuz 1892

Bugün Kuyulu Kahvede kulak misafiri olduğum bir muhavereyi naklediyorum: - Ali Dayı duydun mu? - Ulan keloğlan ne var, ne olmuş? - Ne olacak Ali Dayı, bir ay sonra çimennefer (şimendüfer) gelecekmiş. Vali Paşa emretmiş. İki haftaya kadar tekmil duvarlar (divarlar) biyaza (beyaza) boyansın diye, yarın dellal çıkacakmış. - Kıyamet alameti! Görmüyon mu Balık Pazarındaki gavur evleri hep biyaza boyanmış. Bizim duvarlarımızı da boyadırlar. Çantılardan (çatı) leylek yuvalarını da yıkdırırlar. İşşekleri de (eşek) kaldırırlar. 20 Temmuz 308 / 1 Ağustos 1892 88 Hâlbuki bu şair ömründe bir kadeh rakı ve şarap bile ağzına almamıştır.

131


Ahmet Talât Onay

Hakikaten bugün dellal çıktı. Fakirler –mahallesinden ilmihaber getirmek şartıyla- belediyeden nakden muavenet gördü. Tahkikatına nazaran Belediye bu uğurda beşbin altın sarfetmiş. 22 Temmuz 308/3 Ağustos1892 Bu sabah pencereden baktım. Tumanını bacağına geçirüp başına peştenbalını tıkan kadınların kuvalarına kireç mahlülü doldurarak sokaklara fırladığı ve gençlerin birer sopanın ucuna çaputlar bağlıyarak kuvalara doldurup evleri badanadıkları görülüyordu. Bir iki gün içinde şehirde bir de badanacılık sanatı peyda olmuştu. 16 Ağustos 308/28 Ağustos 1892 Bir aylık mesai neticesinde toprak dıvarlar podralanmış fakat terden podrası akmış yosmalara döndü. Bugünkü Ankara gazetesi üç gün sonra şimendüferin geleceğini, istasyonun resmi küşadı yapılacağını bilumum ehalinin istasyonda hazır bulunması lazım geldiğini ilan etti. 19 Ağustos 308 /31 Ağustos 1892 Resmi küşâd günü Baktım, küçük büyük kadın erkek tekmil ehali akın akın istasyona gidiyordu. Hepsinin elinde birer demet ot vardı. Filhakika bu gibi merasime –haz ve sürur alameti olarak- çiçek götürüldüğü malumdur. Lakin böyle ot götürmek ne demektir? Merak ettim. Deyebilirim ki ehalinin yüzde sekseninden sordum, müttehiden şu cevabı verdiler: -(Oğul) bilâder, apça, (amuca)! Tâ İstanbul’dan Ankara’ya kadar çimenneferi getiren sürücü beygirleri tabii açtır. Onlara yedireceğiz. (1930) PARMAK HESABI Kuruyup döküldü yeşil yapraklar Şerha şerha oldu bütün topraklar Eyvahlar olsun ki yaz geçti gitti Bu gelen kıştır ne yapar çıplaklar Karlar buram buram yağdığı zaman O kâfir sovuklar dinler mi aman Bacadan çıkmasa hiç mavi duman Bu gelen kıştır ne yapar çıplaklar Cân boğazdan girer yoksa ne yapsın Bir lokmacık ekmek, nereden kapsın Eski bir elbise ver sana tapsın Bu gelen kıştır ne yapar çıplaklar

132


MÂHÎ89 Sicill-i Osmânî’de, Kângırılıdır, ulemadan olup 1210/1796-1797 senesinde vefat etmiştir, diye geçmektedir. Kâmusu’l-a‘lâm da ise şöyle tanıtılır: Müteahhirin-i şu‘arâ-yı Osmânîye’den olup Kângırılıdır. Kasaba-yı mezkûrede tedrisle meşgul bulunmuş ve 1210/1796-1797’de vefat etmiştir. Şu beyit onundur: Öldüğümden sonra bir devlet bilirdim Mâhiyâ Yâr eşiği taşını dikse alâmet başıma Şair Mâhî’yi her Çankırılı şiirlerinden dolayı hemşehri bilir. Mecmualarda şiirleri mutenâ mevkiler tutar. Onun zamanın tahribinden kurtulabilmiş çeşmelerde kitabeleri görülür. Fakat hususi hayatı hakkında Sicill-i Osmânî ve Kâmusu’l-a‘lâm’ın yazdıklarından fazla bir malumat yoktur. Ne zaman doğmuştur, kimin oğludur, şiirde, ilimde üstadı kimdir, nasıl adamdır? Bilmiyorum, bilen de yoktur. Ancak herkes onu Çankırılı bilmektedir. Ali Mihri Efendi’nin hafızasında Mâhî’nin şimdiki “cidi” tekkesi civarında bulunan bağ ve tarlalarını biraderzâdelerine terk ederek İstanbul’a gittiği, orayı vatan tuttuğu hakkında bir iz yaşamaktadır. 1133/1720-1721’de Çankırı’da mahkeme-i şer’iyye başkatipleri tarafından yazılmaya başlanarak 1268/1852-1853’de İstanbul’a götürülmüş ve şimdi Maarif Vekaleti tarafından satın alınarak Vekalet kütüphanesinin 407/8 numarasına kaydedilmiş olan bir mecmuadaki 1157/1744-1745’den sonra yazılmış olanlar arasında Mâhî’nin bir şiirine tesadüf ettim. Demek oluyor ki Mâhî zamanın mahkeme-i şer’iyye başkâtiplerine, kadılarına kendini beğendirerek bir iktidara sahipti. Bu istihraç doğru olmasa bile onun zamanında çok beğenildiğini şair Hurrem’in şu makta‘ı bir fikir verebilir. Bir gazel tarh eyledim ben zümre-i ‘uşşâkda Hurremâ Mâhi cihânın şi‘rine tanzîr gibi Kezalik Hurrem tarafından Mâhî’nin: Gamın Yâkub’uyum olmaz bana beytü’l-hazensizlik Beni tenhâya saldı Yûsuf ’u gül pirehensizlik, gazelini tahmis etmesi onu takdir ettiğini gösterir. 89 Ayrıca bk. B.Kesik,G.Tekin, Mahi Efendi, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 03.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018, Mâhî Efendi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi C. 6, İstanbul-1986, s. 113. (İ.A.)

133


Ahmet Talât Onay

Mâhî 1210/1796-1797’de vefat ettiğine, 1157/1744-1745’den sonra şiirleri mecmualara geçtiğine nazaran doğduğu tarihi 1141/1728-1729 ve müteakip seneler arasında tahmin etmek bir hata olmaz. Kendisinin müderrislik etmiş, ulemadan tanınmış, şairlikte tezkerelere geçecek bir şöhret bırakmış olmasına nazaran hiç olmazsa 65 sene yaşadığı zann olunabilir. Çünkü Büyük Caminin şimal cihetindeki şadırvan için şu tarihi: “Bir ziyâde güzel oldu ana tarih Mâhî Bârekallâhu Te‘âlâ ne güzel âb-ı revân” (1170/1756-1757) ile vefatı arasında 33 sene vardır. Vekezalik mecmuadaki şiiri 1157/1744-1745’den sonra yazılmıştır. Şu halde bu son tarihte hiç olmazsa 17 yaşında bulunmak, yani veladeti 1140/1727-1728 veya sonraları olmak lazımdır. Rivayetler İstanbul’da vefat ettiğini göstermekte ise de Kâmusu’l-a‘lâm sükût ediyor ve Çankırı’da vefat ettiği zehabını veriyor. Eserleri olup olmadığı malum değildir. ÜSLUBU: Mâhî, aruzla yazmış, heceye iltifat etmemiştir. Bunun eldeki vesikalara istinaden söylüyorum. Aruzla yazdığı şiirleri içinde gözle, kıvrak olanları çoktur. Bazılarında tabiatını zorladığı his olunuyor. Doğduğu tarih henüz sadabadların hatıraları yaşadığı bir devre tesadüf etmektedir. Bahusus Enderunlu Fazıl ve Vasıfla muasırdır. Bu cihetle şiirlerinde bir şuhluk, açıklık saçıklık sezilir. LİSANI: Hurrem ile mukayese edilirse Mâhî’de sarf ve nahiv hataları göze çarpar, Hurrem’de yok gibidir. Mâhî zamanın kafiye hakkındaki sıkı kayıtlarına ehemmiyet vermemiş, hatta imaleleri bile sevimli bir hale getirmiştir. Mâhî; Hurrem’den sonra benim tanıdığım Çankırı şairlerinin en kuvvetlilerindendir. KALENDERİLER90 Bir gonca-dehânım var idi güller içinde Tahsîn-i hezârân idi bülbüller içinde Bülbüller içinde görünen gonca-i hamra Bir ahkere benzerdi o kim küller içinde Eşk içre iki dîdelerim ey gözü mestim San iki hubâbdır görünür müller içinde Ben bâde hayalinde görüp hâl-i ruhında Cim noktası sandım anı kâküller içinde Tiginle şâhid et ki gören diye mezârım Bir saksı dürür dolu karanfiller içinde 90 Ankara’da Ali Dehri’nin ele geçirdiği Kalecik’ten gelmiş bir 150 senelik mecmuadan.

134


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Zülfün gibi bir tille-i mekkâr bulunursa Çok başlı bulunmaz hele sünbüller içinde Taşlarla döğüp sîne-i mecrûhunu Mâhî Bî-hûş yatur sanki siyâh çullar içinde *** Yağmaya veren aklımı âh u nigehindir Hep çekdicegim âh yine baht-ı siyehindir Bir sâye bırak üstüme ey serv-i dilârâ Çoktan beri gamzenle gönül hâk-i rehindir Zülf-i gamına düştün ise eyle tahammül Ey murg-ı gönül bu dahi bir cilve-gehindir Gam âteşine yanmamaya çâre olur mu Kullar ne desin çünkü hüküm pâdişehindir Ta‘n etme sakın tâlî‘-i miskinini Mâhî91 Bu derd ü gamın çille vü cevri günehindir *** Doğ bezmime yüz şevk ile ey mâh dönerekden Bir gün bize de uğraya ol râh dönerekden Girmez mi acep kûşine ey hûb-ı melek-rû Eflâke çıkar âhı seher-gâh dönerekden Kaddim bükülüp âhım oku çıktı semâya Gâh doğru gider kaşı keman gâh dönerekden Ta‘n eyleme pâyında gezen şems ile Mâhî Eksiğin arar ol iki seyyâh dönerekden *** Ey murg-ı seher gülşeni seyrânâ mı geldin Bülbüller ile işi gülistâna mı geldin Îd günleri baş göstererek gûh tarafından İsmâil’e bir koç ile kurbâna mı geldin 91 Çankırı’dan götürülüp Maarif Vekâleti kütüphanesine satılan mecmuada yazılı olan bu şiirin altındaki şu “Kadı Efendi tahrir eyledi levh üstüne” sözlerden bu şiirin zamanın kadısı tarafından bir levhaya yazıldığı, Mâhî’nin o zaman pek meşhur olduğu anlaşılıyor. Son beyt bu mecmuada şu suretledir ki manası bozuktur: “Ta‘n etme sakın Talât-i müşkinini Mâhî / Bu derd ü gamın çille vü cevri günehindir.” Başka bir mecmuada yukarıdaki şekildir.

135


Ahmet Talât Onay

Ey muğ-beçe sen kâfir idin tâ küçücekten Hattın gelicek rûyuna îmâna mı geldin Dâmânını çâk etmeden ol dest-i zeliha Yûsuf gibi sen hücre-i zindânâ mı geldin Sen gelmeden ol Mâhî gedâ ahrete gitti92 Kim rûhuna bir Fatiha ihsâna mı geldin SEMÂÎLER Gülistâna uçurdu cân u dil hammâmesin bülbül93 Getirdi kuş kanadıyla bahârın nâmesin bülbül Ana âsân gelir bir kuşa cânın eylemek teslim Bütün dünyâya vermez goncanın şemmâmesin bülbül Bu denlü hâr-ı a‘dâdan yemiştir nice bin neşter Leziz etse acep mi gün-be-gün hengâmesin bülbül94 Murâd-ı hûn-ı eşkimle yazarken vasfını bir bir Gelip Mâhî gedânın bûs ederdi hâmesin bülbül95 *** Gamın Yâkubuyum olmaz bana beytü’l-hazensizlik Beni tenhâya saldı Yûsufu gül pirehensizlik Tenim desti felek tâ şöyle ‘uryân eylemiştir kim Mücerred habbe-i bâdâme döndürdü kefensizlik Muhalif rûzgâr esti düşürdü yelkenim suya Vücudum fülkünü gird-âba çektirdi dümensizlik Ko çalsın tîşeyi aşkı başına âh edip Ferhâd Ne müşkil hâl imiş bir dil-beri şîrîn dehensizlik Dedim agyârı terk et nâz ile güldü dedi ol dem Güle noksan verir elbette ey Mâhî dikensizlik96

136

92 Zaimzâde Sait Efendi mecmuasında ikinci beyit olarak şu bozuk parça vardır: “Her şeb urursun kendini kânun nigâr Yârin şem‘ine pervâne mi geldin” Bu beyit fikrimce şöyle olacaktır: “Her şeb urarak kendini kânûnî nigâre Yârin o ruhı şahsına pervâne mi geldin” 93 Gazzazzâde ve Feyzi Efendi’nin mecmualarında: “Gülistâna uçurdu cân dil-i hammâmesin bülbül” 94 Yalnız Feyzi mecmuasında bu şekildedir. Diğerinde noktalıdır. 95 Başka mecmualarda “derdimi birbir” yazılıdır. Şiirin bir beyti bütün mecmualarda noksandır. 96 Bu şiir Hurrem divanında görülmüştür. Hurrem tarafından tahmis olunmuştur.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Hâb-ı nâza varmasın nergislerin akşam iken Meyve-i ruhsârını şân eyle derle hâm iken Zîr-i fesden rûyına inse kaçan keysûların Kâfire verme bu şehri kişver-i İslam iken Ka‘be-i kûyın tavaf ettim varıp kalbe safâ Yalın ayak başı açık pûşîde-i ehrâm iken Ey melek-rû yoluna kıldım fedâ cân u seri Dest-i lütfunla beni zebh it bugün bayrâm iken Mâhiyâ kim nâib sent eyler kenâra dur deyû Şi‘r-i zâtında senin â‘câz bile encâm iken MÜSTEZÂD Hatt-ı ruh-ı dil-ber ki cemâl bâğına çekti Ol nûr-ı mücessem Cezbeyledi âlemleri ayağına çekti San beyt-i mükerrem Aklım dağılır diye bizi etti sıyânet İdrâkini gördüm Cem‘ eyledi keysûları gül bağına97 çekti Dağılmaya perçem Çok yârelerim var nidem ey yâr-ı tabîbim Ahvâlime bir bak Müjgân okun ol demde ciger yağına çekti Tâki ola merhem Emrinde dedim ins ü beşer vahş u tuyûrân Ey mülke Süleymân Engüştesini nâz ile parmağına çekti Reşk eyledi hâtem Hâk-i kıdemin kuhl ederek çeşmine Mâhî Za’f-ı basarı var Biri soluna birin anın sağına çekti Rûşen göre dîdem 97 Zaimzâde mecmuasında “kalpağına” şeklindedir.

137


Ahmet Talât Onay

MUHAMMES Ben oldum ol nigârın vuslatı îdinde kurbanı Dilâ meydân-ı aşk içre fedâ kıl yoluma cânı Bize serkeşlik eylerken gör imdi lutf-ı Yezdânı Bihamdillâh erişti kalbine ilhâm-ı Rabbânî Gönül fânusuna yandırdı bir şem‘-i şeb-istânı Soyundu âteşin atlas libâsın sîm u gül bu ten İşidirse bu ahvâli harâb olur dil-i düşmen Harâbı eyledi âbâd hem etti zulmet-i rûşen Bihamdillâh erişti kalbine ilhâm-ı Rabbânî Gönül fânusuna yandırdı bir şem‘-i şeb-istânı Ne yerden rûzgâr esdi ana bilmem ne fend oldu Anın bu işine vallâhi billâhi pesend oldu Hele bir lu‘b ile insafa geldi sîne bend oldu Bihamdillâh erişti kalbine ilhâm-ı Rabbânî Gönül fânusuna yandırdı bir şem‘-i şeb-istânı Dilinde Mâhî medhi nigârın âşikâr olsun Rakîbin işi bundan böyle gayrı âh u zâr olsun Murâdım hâsıl etti ol perî kim berhudâr olsun98 Bihamdillâh erişti kalbine ilhâm-ı Rabbânî Gönül fânusuna yandırdı bir şem‘-i şeb-istânı

98 ����������������������������������������������������������������������������������������������������� Gazzazzâde mecmuasında bu mısra; “murâdım hâsıl etti dil-rübâ kim berhudâr olsun” şeklindedir. Bu muhammes Maarif Vekâletindeki mecmuadan nakledilmiştir. İkinci bent Çankırı mecmualarında yoktur. Maarif Vekâletindeki mecmuada bu şiirin altında aynı yazı ile şu kıt’a vardır: “Şeriat kim sarâ-yı enbiyâdır / Hakikat mülkidir muhkem binâdır / Anın bir taşını her kim koparsa / Yerine başını almak revâdır.”

138


MÂHİR HÜSNÎ Köşekli oğlu Hoca Mehmet Efendi’nin oğludur. İsmi Hafız Hüsnü, mahlası Mâhir’dir. Medrese derslerini pederinden görmüş, icazet almış, tedrisatta bulunurken Harb-i Umumi senelerinde genç denecek bir yaşta vefat etmiştir. Hafız Hüsnü Efendi atak, didişken bir tabiata sahipti. Oldukça güzel yazar, kalemine sahip bir kâtipti. Şiirlerinde bir zorakilik, bir durgunluk hiss olunur. Fazla asabiyetinden hasımlarına daima zebandırazlıkta bulunur, hicivler yazardı ve bunları çocukluğumuzda şiirden anlamayan bizlere okur, iktidarına hayran ederdi. O zamanın hükümet adamlarını teşhir eden bir hicviyesinden şu parçalar hatırımda kalmıştır: Ahvâl-i âlem yekdiğerine Hep muhteliftir birbirlerine Şem ‘-i şeb-efrûz görmez mi bir göz Mi bir göz mâhut olan söz varmaz yerine Emîr u yâver99 zumlu mukarrer Her hayrı benzer şeytan şerrine Müftiyle nâib eyler acâib Bir mâli vâcip müste’cirine Noksanı aza100 mel’undur haşa Ahvâli maza sorma birine Ehlin ararlar memur kılarlar Bozuk çalarlar kanun yerine Hep şimdi eşraf olmuşlar israf Kuru bir evsaf en eşherine Her şeyh u mürşid101 mülhid mukallid Mukallid bir nice müfsid toplar serine 99 Zamanın mutasarrıfı 100 Nüfus memuru 101 O zamanın nüfuzlu bir şeyhi

139


Ahmet Talât Onay

ÇAMAŞIRHANE TARİHİ Niyet-i hayrile her kim bıraka dehre eser Olunur haşre kadar yâd o hayır ashabı Böyle bir âzam-ı hayrın hele inşâsıçün Çâre-cû olmamış eslâf var iken icâbı Şimdi rehber olup erbâb-ı hamiyet-mendan Buldular menba‘ını terk ederek hâbı Tam sünûh eyledi tarih kalem-i Mâhir’den Câme-şûy-hâneden akdı yapılınca âbı SELİS Hub li-aşkın a gözüm bağlıdır îmânında Ayrılık hiç yakışır mı gel otur gel yanımda Rûşinâ her köşede vehm ü hayâlin gözüme Âşinâ şeytânâtın gönlüme her ânında Çeşm-i îmân ile bak var mı tahammül bende Var ise kasdın eger al şu azîz cânında Mecrâ-yı gamı aşkım kime i‘lâm edeyim Ağlarım zâr u nizâr külbe-i ahzânımda Hâtırından seni Mâhir mi ferâmuş etsin Nâmın her dem görünür defter ü dîvânımda

140


MAHVÎ Çankırı mezarlarında birçok tarihleri, mecmualarında şiirleri bulunan bu şair Kalecik’in Çankırı’ya bağlı olduğu bir zamanda yetişmiş, Çankırı şairleri ile düşüp kalkmıştır. Babası Hacı Ahmet Baba Çankırı kaymakamlığında bulunarak 1271/1856 senesinde Çankırı’da vefat etmiş, yerine Mahvî’nin biraderi Mehmet Efendi kaymakam olmuştur. Zâimzâde Mehmet Sait Efendi’ye ait bir mecmuadaki vefat tarihinin balasına yazılan Kalecik kazasında Mavi Süleyman Babanın Kangırı kaymakamı pederine söylediği tarih kaydından Mahvî ismi Süleyman ve kendinin Bektaşi ve tarihlerdeki İbnü’l-Hâc Ahmedî ve Hacı Ahmet Baba tabirlerinden babasının da Baba’lardan olduğunu anlıyoruz. İmaret Camii makberesindeki kitabelerden İsfendiyaroğlu Hacı Sadık Bey’in mezarındaki kitabeden Mahvî’nin 1274/1858-1859’da hayatta olduğu anlaşılıyor. Mahvî’nin birçok şiirleri vardır. Kendisinini tamamen Çankırı şairleri arasına dâhil etmek bugün Kalecik’in Ankara’ya bağlı olması mani teşkil edeceğinden bir na‘t-ı nebevîsini nakl etmekle iktifa ettim. NA‘T Bırakdım aşkın ile nâm u ârım yâ Resûlallah Unuttum şevkin ile cümle kârım yâ Resûlallah Bu gönlüm bülbülü asla cihânın bağına bakmaz Yüzün görmek gülistânın ararım yâ Resûlallah Enîn ü âh ile ben bu tehi hayrette mecnûnum Yitirdim aşk ile leyl ü nehârım yâ Resûlallah Bu cânım bazı aşkınla gezer âlemde ser-gerdân Visâlin murgudur kasd-ı şikârım yâ Resûlallah Bu Mahvî bendeyi lutf et firâkın nârına düşmüş Kat‘î hayli zaman oldu yanarım yâ Resûlallah

141



MECBÛR EFENDİ102 Mehmet Sait Efendi’nin oğludur. Annesi Kadızâde Şakir Efendi’nin kızı ve şair Zarife Hanımın kızkardeşi olan Sabriye Hanım isminde müdebbir bir hanımdır. 1269/1853-1854 senesinde Çankırı’nın Alibey mahallesinde doğmuştur.103 Babasının babası Abdullah Nâbî Efendi, onun babası Mehmet Sait Efendi, onun babası Şeyh Mehmet Zâim Efendi’dir. Bu zâtın ismine nisbetle Zâimzâde diye anılırdı. İlk tahsilini Kütükçü Hoca diye bilinen Hacı Murat Efendi’den, ilk Arapça dersini Mumcuzâde Hacı Mehmet Efendi’den almıştır. Memlekette ilk defa açılan rüşdiye okuluna girerek tamamlamış, bu sırada ticaret mahkemesi zabıt kâtipliğine tayin, iki sene sonra başkâtipliğe terfi etmiştir. Daha sonra buradan istifa ederek Müftü Hacı Mustafa Hazım Efendi’nin derslerine devam ederek 1301/1885-1886 senesinde icazet almış ve Osmanlı medresesine müderris, rüşdiye okuluna hüsn-i hat (güzel yazı) muallimi olmuştur. 1306/1890-1891 senesinde rüşdiye okuluna muallim-i sâni (ikinci öğretmen), 1308/1892-1893 senesinde yeni açılan idadiyeye akaid ve hat muallimi tayin edilmiş ve hayatının sonuna kadar bu vazifede kalmıştır. Bu sürede medresedeki müderrisliğine devam ederek 1313/1897-1898 senesinde 13, 1323/1907-1908 senesinde 23 talebeye icazet vermiştir. 1316/1900-1901 senesinde Çerkeşli Nakşibendî tarıkatı şeyhlerinden Hacı Mehmet Hilmi Efendi’ye bağlanarak tarikat mensuplarına ser-halka (halife) olmuştur. Geceleri üç dört saat uyur, geri kalan vaktini ibadet ve okumakla geçirirdi. Hayatının son on senesini tam bir züht ve riyâzatla geçirmiş Senden ister vuslatı Nâsla sevmez ülfeti Gezer deşti hayreti Âciz âvâre Mecbur, ve: “Değil nâdân ile belki ukûl ehliyle ülfet güç” diyerek halkın içine çıkmaktan kaçınarak hayatını münzevi olarak geçirmiştir. Feyz-i eseri aşk-ı cemâlinle ilâhî Dilde koma kayd u gam-ı evlâd ile ezvâc, temennisinde bulunan bu muhterem zatın duası kabul olarak birinci eşiyle iki kızının kayıplarıyla gönlü yaralı iken 1327/1911-1912’de 18 yaşında dimaği bir hastalıkla hayatına nihayet veren üçüncü 102 Geniş bilgi için bk. Burhan Çonkor, “Ahmet Mecbur Efendi ve “Hilâfetnâme-i Osmânî ve İttihatnâme-i İslâmî” Adlı Eseri” KAREFAD Dergisi, 2017, C.5, S.1, s.64-74; İbrahim Akyol, “ Harp Edebiyatı-Mersiye İlişkisi ve Çankırılı Mecbur Efendi’nin Bir Mersiyesi” KAREFAD Dergisi, 2017, C.5, S.2, s. 153-162. (İ.A.) 103 Sicill-i Ahvâl kayıtlarına göre 1273/1857’de doğmuştur. Sicill-i Ahval Defterleri. Çankırı Belediyesi, Dr. Rıfkı Kamil Araştırma Merkezi, s.375. (İ.A.)

143


Ahmet Talât Onay

oğlu Hazim ile on senelik mülazım-ı evvel olup 1331/1915’de Arıburnunda bir kanlı muharebede pek büyük kahramanlıkla şehit olan ikinci oğlu Nâbî’nin ve 1334/1918 senesinde 18 yaşında hummadan vefat eden dördüncü oğlu Tayyib’in vefatları kendisini çok sarsmış, bu sevgililerin kayıbından doğan üzüntüsünü ibadet ve taatla geçirmeğe çalışmış, mensup olduğu tarikat adetleri gereğince riyazata fazla önem verdiğinden zayıf düşmüş, tutulduğu dizanteriden kurtulamayarak 1335 senesi teşrin-i evvelinde (Ekim-1919) Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Mecbûr Efendi, Hoca Süleyman, babam Numan, Akçaoğlu İsmail Efendiler gibi yeni sanat ve ilimleri tâlim eden bugünkü nesli yetiştiren şahsiyetlerdendir. Altmış altı senelik hayatının yarısından fazlasını Rüştiyede, İdâdîde, medresede eğitim ve öğretimle geçirmiş, bu memleketin ilim ve irfanına hizmet etmiş muhterem bir kişidir. 1312/1896-1897 senesinde 8 odalı medresesini genişleterek yanında kârgir bir kütüphane inşâ edip bu kütüphaneyi 1200 cilt kadar kıymetli kitaplarla süslemiştir. Mecbûr Efendi, uzun boylu, gür sakallı, saç ve sakalı kestane renginde, gösterişli, dinç vücutlu, hoş sohbet, biraz fazla haşin sert bir şahsiyetti. Dinî inançlarının sağlam olması hasebiyle her talebeyi terbiyeli ve fazla dindar görmek ister, dersine çalışmayan talebeyi asla affetmezdi. Bu yönüyle sopasını, şamarını yememiş bir talebesi belki de yoktur. ŞAİRLİĞİ: Mecbûr Efendi; Bilinir kıymet ü kadrin sen ölünce Mecbur Şöhret-i şi‘rin eder su gibi dünyâyı muhît, demişse de şairliğinin kıymeti gençliğinde çok takdir edilmiştir. Şiire çocukluğunda heves etmiş, daha rüşdiye mektebinde iken şiir yazmaya başlamıştır. Bunu divanındaki: Ammâ ledün ilmi gibi Vefdî hünerin var Var sende bu ilminle tefâhhur edesin tâ, şeklinde yazmışken bilâhare: Ammâki mücevher gibi Mecbûr gazelin var Var sen de kemâlim di benim şi’r ile inşâ104 ve: On sekiz yıl gezdin ey Mecbûr hevâ-yı nefs ile Tâlib-i aşkı hâk ol eyle anınla iktifâ, suretinde tashih ettiği şiirin yanına yazdığı şu kayıttan anlıyoruz: “Rüşdiye okulundan mezuniyet sınavında berây-ı pend, dil-i şeydâya hitâben söylemiştir. Sene 88” (1872) Ondokuz yaşında bir gencin bu kadar muvaffak gösterebilmesi herhalde daha önceden şiirle meşgul olduğuna delâlet eder. Bundan başka Vefdî mahlası şu suretle verilmiştir: Civelekzâde Osman Efendi pek samimi tanıştığı Tokatlı Âşık Nûrî’nin şiir mecmuasını çalmış; Mecbûr, Hocazâde Osman, Hacı Bayramzâde Abdullah, Fevzi Efendizâde Mustafa Efendiler tarafından bağlarda istinsah edildikten sonra iade olununca Nûrî çok müteessir olmuş ise de keyfiyetinden memnun kalmış, bu gençlere mahlaslar vererek haklarında birer de şiir yazmıştır. 104 Namık Kemal merhuma işaret var.

144


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Verdiği mahlaslar şunlardır: Mecbur-Vefdî, Hocazâde Osman-Vehhaç, Civelekzâde Osman-Vefâ, Fevzi Efendizâde Mustafa-Nâdirî, Hacı Bayramzâde Abdullah. Ahmet Mecbur Efendi daha sonraları Mecbur mahlasını kullanmış ve gençliğinde meydana getirdiği divanındaki şiirlerin mahlaslarını Mecbur’a dönüştürmüştür. Şiirde ilk hocası Tokatlı Nuri’dir. Dedim bu nazmı rengini kim eyler Vefdiyâ tanzîr Dediler Nûrî tilmizinden ehl-i nükte şevket var, ve: Eyle feyz u himme-i Nûrî Babadan tahsîl Vefdiyâ ister isen merd-i suhandan olasın Cümle rengîn ü dil-âviz oldu nazmım Vefdiyâ Ettiğimçün hizmet ol Nûrî gibi üstâda men Vefdî âsâ bir sadakatlü çırağı müsteit Eyledi Nûrî Babaya sonradan ihsan Hudâ105 beyitleri bunu gösterdiği gibi: Ez Nûrî bugün bir gazel ister ki bu Vefdî Hem böyle mukaffa ve bu şi’re müteşebbih, beyti bu üstât ile şakirdi arasında şairane latifeler, nazîreler vuku bulduğunu göstermektedir. Divandaki biri “teşrifiniz” diğeri “hoş geldiniz” şiirinde maarif burcunun yeni ayı, hakikat güneşinin parlaklığı, teşrifi ile gönül evini aydınlatan, söz ikliminin Keyhüsrev’i ve şaire atalık eden ve gönlünü aydınlatan acaba kimdi? Bu iki şiirdeki parlaklık, incilâ ifade eden kelimelerin delaletiyle bu zâtın Âşık Nûrî olduğunu anlamak pek kolaydır. Mecbûr Efendi’nin ilk aşkı Cemal isminde bir gence taalluk ettiğini gençliğinde vücuda getirdiği divanındaki: Bir ismi Cemal, hüsn-i cemâl, şûh-ı dil-âra Kerrûbî-i sîmâ Bir bakış ile eyledi akl u dili yağma Yoksa peri mi âyâ, müstezâdından ve bir sevgilisinin vefatıyla gönlünün yaralı olduğunu divandaki: Ah yine cilve-i âyîne-i mana bu seher Bana ettirdi o dil-dârı temâşâ bu seher, şiirinin kenarına yazdığı “Cânân-ı müteveffa bir seher vakti rüyada görülüp uyanınca söylenmiştir. Âh!” kaydından anlıyoruz. Bu şiirdeki: Dilde etdikçe tahayyül ki cemâl-i şevki Kalmadı bu dil ü cânda eser asla bu seher 105 Bu beyit okunmayacak derecede silinmiştir, tashih gördüğü zaman Vefdî yerine Mecbûr yazılmıştır. Sonra bu beyit yerine şu beyti yazmıştır: İsteyen kevneynde izz ü saâdetle şeref Eylesün Mecbûr gibi şer‘-i şerife iktidâ

145


Ahmet Talât Onay

ve diğer bir şiirindeki: Şevk-ı gül-zâr-ı cemâliyle anın subha kadar Eyledim bülbül-veş nâle vü zârı bu seher, terkibleri de bunu çağrıştırmaktadır. Bilahare Behçet isminde birini sevdiğini: Affeyle eyâ pâdişeh-i kişver-i Behçet Gerçi sana dil verdiğim isyân u kabahat ve başka bir şiirindeki: N’ola vaslunla bü-kâm eyle bu Vefdî kulunu Meded ey pâdişâh-ı câlis-i taht-ı Behçet, nükteleri bildirmektedir. Belki de bu tahminler doğru değildir. Mecbûr Efendi’nin yetiştiği devir saz şairlerinin çok geldiği, Çankırı’da şiir merakının çok olduğu bir devirdir. On sekiz yaşında: Vefdiyâ söyleyemez sen gibi nazm-ı dil-keş Gerçi kim Kangırı’da nice suhandân görünür İddiada bulunan ve övünen Mecbur Efendi o zaman kendilerinin ne ile meşgul olduklarını şu iki beyitle göstermektedir: “Men aref ” dersin alup nükte-i aşkı bilelim İştigâl eyleyelim hall-ı mu‘ammalar ile Lezzet-i sohbeti bul hemdem olup ey Vefdî Böyle Vehhâc gibi nâdire gûyâlar ile Evet, o zamanın bu güzide gençleri ilim tahsili, âşıkâne nükteler, sarf ve muammalar halletmekle, sohbet âlemleri, tertibi kudretli şuara ile müşâarelerle vakit geçiriyorlardı. Mecbûr Efendi’nin şiire merakı yeni yetişenler üzerinde de etkili olmuştur: Vefdî sana ilham ile mahlas dedi Sermest Bâ feyz-i Hudâ sana ki bu nâm vere şöhret106 ve: Vefdî dedi ilham ile mahlas sana Hâzim Yazıp kalem-i himmet ile levh-i semâya, beyitlerinden iki meraklı gence Sermest, Hâzim mahlaslarını verdiği anlaşılıyor. Şüphe yok Hâzım oğlu değildir. Çünkü oğlunun 1309/1893-1894’de tevellüdünden evvel şiirlerini Mecbûr’a dönüştürmeye başlamıştı. Acaba başlangıçta, “İsterim bin özr ile Vefdî kulun tanzîrini” yazmışken sonra, İsteyor bin özr ile Mecbûr kulun tanzirini Gerçi bu nazm oldu bî-reng ü merâya ey Necîb, diye tanzîrini rica ettiği zât kim106 Bu mahlasın kime verildiği anlaşılamamıştır. Divanda bu beytin kenarındaki çizilmiş ve silinmiş iki satırda yalnız şu kelimeler güçlükle okunabilmiştir: “ …..Efendizâde merhum …..Efendi’ye verilen mahlas gazelidir. Rahimehullah”

146


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

di? Sermet, Hazım, Şevket, Necip adındaki bu dört zât hakkında hiçbir malumat elde edilememiştir. Mecbur Efendi, medrese tahsili sonunda Arapçayı hakkıyla öğrenmişti. Fakat Farsça bilgisi ise bu dilde kolayca şiir yazabilecek derecede mükemmeldi. Farsçadaki geniş ve engin bilgisi dolayısıyla Velet Çelebi Bey’in Konya’daki Mevlana Dergâhı şeyhliğine tayininden sonra Çankırı Mevlevihanesi mesnevihanlığı görevi kendisine verilmişti. Hatiblik görevini yaptığı İmaret Camiinde namaz kıldırmak için ne zaman gelse mükellef binişini giyer, muhakkak kendi hazırladığı hutbeleri okurdu. Sesi gür ve tatlı idi. “Ben de severim hüsn-i sadâ hûb cemâli” diyen bu şair iyi bir sazı, tatlı bir sesi dinlemekten zevk alırdı. Hatta müzik dinlemek mekruh, çalgı haramdır, diyen mutaassıplara karşı, benim için çalgı dinlemek farz-ı ayndır, cevabını verdiği meşhurdur. Mecbûr Efendi âlim, fazilet sahibi, şâir, tasavvuf ehli, zâhid, âbid olmakla beraber asla mutaassıb değildi.107 Ahlaksız inatçılığa, adam kayırmaya ve hükümette yiyicilik ve rüşvete karşı idi.108 İlmine mağrurdu. Rüştiyede iken verdiği imtihanların başarısından, halkın ileri gelenlerinin huzurunda yapılan matematik imtihanında bir havuzunun doldurulması, boşaltılması hakkındaki sorulara verdiği cevabı ballandırarak anlatır ve yirmibeş sene evvel talebesi olan bizlerin hasedini tahrik ederdi. Şüphesiz geçmişten bahsetmesi bizi teşvik içindi. Gençliğinde, “Nâdân ile ünsiyyet ü ülfetten usandım / Vefdî-veş olub nazmıle eş’âr ile me’lûf” diyerek ehil olmayanlarla görüşmekten kaçan ve şiirle meşgul olan Mecbur Efendi, son yirmi senelik hayatını uzlet içinde geçirmiş, camiye, medreseye, mektebe, eve daima tenha sokaklardan gelip gitmiştir. Onun değil kahvehanelerde, çarşıda bir dükkânda bile oturduğu asla görülmemiştir. Kahvehane müdavimlerini sevmez, ağzında sigara ile dolaşanları beğenmez ve herkesten terbiye, incelik, ciddiyet ve tahsil-i marifet beklerdi. Mevlâ rahmet etsin. EDEBÎ TARZI: Mecbur Efendi şiire saz şairlerine muhabbet ve onlarla sohbet üzerine başlamıştır. Bu meyanda Nuri, Mir’âtî, Zahmî gibi şairlerin kendi üzerinde etkisi olduğu muhakkaktır. Bilahare medreseye girip bilgisini arttırıp Farsçayı da öğrendikten sonra Molla Cami, Hazreti Mevlana gibi büyük mutasavvıf şairlerin etkisi altında kalmıştır. Onun Fuzuli’den de etkilendiğini görüyoruz. Gençliğinde dindar yetişen Mecbur Efendi, hayatının sonuna kadar şiirlerinin beşte dördünü münâcât, na‘t ve medhiye tarzında yazmıştır. Üstadı Tokatlı Nuri olmasına rağmen elimizde bir koşmasından başka hece ile yazılmış şiiri yoktur. Vaktile yazdığı halde sonraları imha ettiği anlaşılıyor. Namık Kemal ve Muallim Naci ile başlayan aruzlu şiirlere rağbet temayülü birçokları gibi Mecbûr’u da hece ile yazmaktan men etmiştir. Çünkü o zamanın yanlış bir telakkisine göre hece ile yazmak iktidarsızlığa, meydan şairlerinden sayılmaya sebep oluyordu. 107 Divanındaki vaiz redifli şiiri dikkat çekicidir. Bu şiir kendisinin dilenci softalardan ve vaizlerden ne kadar nefret ettiğini gösterir. 108 İrfan Paşa’ya naziresi de bunu gösterir.

147


Ahmet Talât Onay

Aruzlu şiirlerinde kendiliğinden yani bir tarz açacak kadar başarı gösterememiştir. Biraz da tabiatını zorlayarak yazdığı hele gençliğindeki üretkenliği otuz yaşından sonra muhafaza edemediği eserlerinden anlaşılıyor. İlk zamanlarda hassas, mütefekkir, atak bir şair görünen Mecbur Efendi’yi son zamanlarda ilahi rahmetten ümidi kırık, karamsar, hayattan bezgin, hasta ruhlu olarak görüyoruz. Bu özellikteki bir adamda ibda’ kabiliyeti elbette olmaz. Uslubu tamamıyla açıktır. Seçkin ve temiz söylemeye itina eder. Bu yönüyle divanında hakîmâne beyit ve mısralara çokça tesadüf edilir: Kâmi dehr-i dûnı etme kimseden zinhâr taleb Belki zâyi‘ nakd-i âb-ı rû olur âlem bu ya … Âdeme her ne olursa şîve-i takdîrdir Kuvve-i kudsi ana bazû olur âlem bu ya … Eyle vasf-ı cemâlin gördüğün her dil-berin Sonra kim hakkında güft ü gû olur âlem bu ya … Şerh-ı dâğ-ı dil ile def ‘-ı gam etmeklik âh Bulamadım başım içinde dehirde bir yâr-ı vefâ … Sen tevekkül eyle Hakk’a neyler âdem âdeme Ey gönül Hak’tan mukadderdir meserretle belâ … Bülbül ede gelmiş gül için hâre müdârâ Rahat görmez etmeyen eşrâra müdâra MISRÂLAR Beklemez gül devri geçmiş gül-sitânı andelib … Hiç vermedi bir sûd bana cem‘iyyet-i anbâb … Nâ-müsta‘îde şeyh ne yapar eylese himmet … Hevâ-yı nefs-i emmârem olur berbâdıma bâis … Degil nâdân ile belki ‘ukûl ehliyle ülfet güç … Bana nâmerdlere minnetle kesb-i mâl u devletle güç … Gül-i handâna gelir andelibin zâr-ı lezîz … Dil-ber ‘aşkıyla yanan haşirde ihrâk olmaz

148


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

… Mahzen-i dürr-i ma‘âriftir dil-i virânımız … Âlem de şekâvete ibtidâ irtikâp imiş … Eden mülk-i İslâm’ı fenâ irtikâp imiş … Bu işin âkıbetin Hak ede hayr u ahsen … Eylemez mi goncasından ayrılan bülbül figân … Gülistân-ı vuslata esdi bugün bâd-ı hazân … Gezme beyhûde o sevdâ vü hayâli hâm için … Gayra meyl âşıka naz resm-i dil-ârâmdır bu … Yegdir ölmeklik sürünmekden bu hâl u şân ile NAZIM LİSANI: Veznin gereği, kafiyenin darlığı her şaire birçok lisan hataları yaptırmıştır. Fakat Mecbûr Efendi’nin eserlerinde bu hatalar o kadar çok değildir. Zahmî gibi usulsuz iştikaklar yaparak kelime, terkib icat etmez. Diğerleri gibi nahiv hatalarına o kadar düşmez. Hayallerinde fevkaladelik yoktur. Her medrese tahsili görmüş âlim, şâir gibi o da maziden sürüklenip gelen mazmunları tekrar etmiştir. Bununla beraber dilber olanları da vardır. Hislerini tebliğde bir kuruluk vardır. Ölülerine ağladığı zamanlarda bile o ağır başlı Mecbur Efendi edası vardır. Hassas bir şairin kalb çarpıntılarından eser görülemez. Mesela üç oğluna da yazdığı mersiyelerindeki şu parçalar gibi: Aliyye’l-Murtaza ile beraber eylerim da‘vâ Alıp divan-ı bârîde o kanlı hil‘atın Nâbî Seni bu din yolunda hâk u hûn-âlûde bir görse O şâh-ı Kerbelâ tebrik eder bu gazvetin Nâbî Eder te’sir-i hûn-ı pâki nâ-hakkın bütün ta‘tîr Meşâm-ı ehl-i haşr-ı misk-i bû-yı türbetin Nâbî … Emr-i Hak ile alırken melekü’l-mevt cânın Şüphesiz acıdı anın da cenânı Tayyib Ey melek hûy, Hudâ kıldı seninle teksîr Aded-i zümre-i gılmânı cinânı Tayyib

149


Ahmet Talât Onay

Yaşayıp hayrile sen yâd edecektin beni âh Sana ben okuyorum seb‘u mesânı Tayyib … Seni Hak da‘vet etti ‘îd-gâh-ı cennete ammâ Bana bir yevm-i mâtem oldu ‘îd-i hürremim Hâzım Hudâ dünyâda mesrûr eyledi Ya‘kûb-ı mahzûnu Velî ben haşredek hüzn-i firâka müdgamim Hâzım Kalbi ve şiirden hisseli parçalar çokça degildir. Mizah, hezel bu haşin adamın zaten sevmediği şeylerdir. Bununla beraber şurası muhakkaktır ki Mecbûr Efendi, Çankırı şairlerinin Hurrem’den sonra en düzgün yazanlarındandır. Fakat Hurrem’deki yüksek ve derin görünmek arzusu Mecbur’da yoktur. Binâenaleyh kendisine isimleri edebiyat tarihimize geçen şairlere nisbetle ikinci derecede bir divan şairi ve Çankırı şairleri içinde en düzgün yazanlardan biri nazarıyla bakabiliriz. Mecbur Efendi gençliğinde vücuda getirdiği divanını Arap harflerine göre tertip etmiş, sonradan pek az şeyler ilave daha ziyade mahlas mısralarını tashih etmiştir. Ben şiirlerini yeni harflerimize göre tertip edip tashihlerini de aynen gösterdim.109 ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER Besmeleyle başladım divanıma yâ Rabbenâ Hamdeleyle cebr kıl noksanımı yâ Rabbenâ Salveleyle intisâb ettim Habîbin rûhuna Selmeleyle hıfz kıl imânımı yâ Rabbenâ Subheleyle ism-i pâkin zikre âgâz eyledim Helheleyle hep geçir ezmânımı yâ Rabbenâ Havkaleyle eyledim tefvîz sana her kârımı Hasbeleyle müstakîm et şânımı yâ Rabbenâ Şimdiden afv et beni mahşerde kimse duymasın Velveleyle nâle vü efgânımı yâ Rabbenâ Kim okur Mecbur’un eş’ârını kusurun afv eder Tâlebâkayla şâd et ol ihvânımı yâ Rabbenâ *** Çünkü yok kevneynde senden ulu yâ Rabbenâ Gayrı ferde nice edem ser-fürû yâ Rabbenâ 109 Ahmet Talat Onay, Mecbur Efendi’nin divanındaki şiirlerinin tamamını yayımlamıştır. Öte yandan Mecbur Efendi’nin divanının başka nüshası ve diğer eserleri de bulunmuştur. Özellikle divanı hakkında müstakil ilmî çalışma yapılmakta olduğu için buraya şiirlerinin tamamı alınmamıştır. (İ.A.)

150


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Sen şehen-şâhı azîm u kâdiyü’l-hâcât iken Kimlerin bâbında dökem âb-ı rû yâ Rabbenâ Aşkını ver gönlümü al kurtar alâyıkdan beni Dâimâ senden niyâzım işte bu yâ Rabbenâ Kıl münevver nûr u zikr u fikr u şevkınle dilim Kasvet-i hubb-i sivâ ile dolu yâ Rabbenâ Yakma nâre Ahmed-i zî-şânın aşkıçün beni Çün buyurmuşdun ezel “lâ taknetû” yâ Rabbenâ İstemez dünyâ vü mâ-fîhâyı bu Mecbûr kulun Dâim eyler seni senden arzu yâ Rabbenâ *** Kimden edeyim kimlere şekvâyı Hudâyâ Sensin eden i‘tâ bana sevdâyı Hudâyâ Günden güne sevdâ-yı cünun artdı serimde Etmekde beni âleme rüsvâyı Hudâyâ Sen Zât-ı Kerîm Bârî-i Rahmân u Rahîmsin Ettirme bana gayra müdârâyı Hudâyâ Fazlınla beni ni‘met-i aşkınla ganî et Etmem taleb-i cennet ü hûrâyı Hudâyâ İsyânımı ikrâr ile dergâhına geldim Reddetme kerem kıl dil-i ednâyı Hudâyâ Kıl şevk-i cemâlin dil-i Mecbûre mukarrer Mahveyle bu gıll u gışı dünyâyı Hudâyâ *** Hemân artmakdadır sevdâ-yı aşk bu serde yâ Mevlâ Kararı yok dil-i dîvânemin bir yerde yâ Mevlâ Kime kimden şikâyet ya kime arz eyleyim hâlim Beni dûçâr eden sensin bu müşkil derde yâ Mevlâ Beni aşkınla sen eyle cemâl-i pâkine müştâk Hevâ-yı nefs ile dil kaldı her dil-berde yâ Mevlâ Muhabbetle dili kıl bî-cihet dîdârına vâsıl Arada olmasın mahvet vücudum perde yâ Mevlâ

151


Ahmet Talât Onay

Beni sen mazhar-ı esrâr-ı envâr-ı tecellâ et Seni rü’yet edem her bakdıàım şeylerde yâ Mevlâ Egerçi pür-kusûrum Ahmed-i zî-şâna bağışla Meded yakma firâkın nârına mahşerde yâ Mevlâ Bakıp isyânına Mecbûr olurdu ye’s ile hâlik Egerki olmasa “lâ taknatû” ezberde yâ Mevlâ *** El-amân sultân-ı zî-şân yâ Habîb-i Kibriyâ Ve’l-meded ummân-ı ihsân yâ Habîb-i Kibriyâ Zâtını mahbûb-ı hâk etmiş ezelden Zâtına Vay ne şândır sana bu şân yâ Habîb-i Kibriyâ Âb-ı rû-yı pâkini kılmış ezelde Mevlâ senin Bâdî-i îcâd-ı devrân yâ Habîb-i Kibriyâ Pertev-i mir’ât-ı hüsnün aksidir leyl ü nehâr Eyleyen âfakda tâbân yâ Habîb-i Kibriyâ Dergehin bekler kulun Mecbûr ümidi ile Dîde giryân sîne sûzân yâ Habîb-i Kibriyâ *** Ey habîb-i nâzenin vay şûh-ı müstesnâ sana Çün Hudâ var etmemiş kevneynde hemtâ sana Cümle mahlûkât nice aşkınla hayrân olmasın Nass-ı kat‘la habîbimsin dedi Mevlâ sana Öyle sen bir Zât-ı zî-şânsın seyyidü’l-ebrârsın Ya‘ni bir şâhsın ki muhtâçdır kamû dünyâ sana Hıdmetin ihrâz edenler buldu âlî-ma‘delet Ben ne yüzden intisâb etsem şehâ âyâ sana İşbu Mecbûr bende-i dermande-i rüsvâ-yı aşk Bâb-ı lutfa geldi hâl arz etmeye hâlâ sana *** Tâlibâ kıl sıdkıle kalbin bu aşka mübtelâ110 Tâ kedûrâtı dü âlemden özün eyle rehâ Arama beyhûde ey dil âb-ı hayvân çeşmesin Bir hayât-i câvidândır aşk-ı pâk-i Mustafâ 110 Aslında: Tâlibâ kıl sıdkıla gönlünü aşka mübtelâ

152


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Dâimâ böyle hevâyı nefsin ardınca gezip Vâsılı ser-menzili maksûd olmazsın dilâ Pâyınâ yüzler sürüp tut destini bir ârifin Ol seni kılsın â gâfil zât-ı Hakk’a âşinâ Ger dilersen sen seni sende temâşâ edesin Kuhl-ı “mâzâga’l-basar” kıl dü çeşmin incilâ Âsitân-ı mürşidi bekle dem-â-dem yüz sürüp Ey kılan devr-i fenâda cüst ü cûyı kimyâ İsteyen kevneynde izz u se‘âdetle şeref111 Eylesin Mecbûr gibi şer‘-i şerîfe iktidâ *** Gâh iksir âdeme agu olur âlem buyâ Gâh agu derdlere dârû olur âlem buyâ Kimine pür-kâmile gül-zâr-ı işretdir cihân Kimine hicrân ile tamu olur âlem buyâ Kâmi dehr-i dûnı etme kimseden zinhâr taleb Belki zâyi nakdi âb-ı rû olur olur âlem buyâ Âdeme her ne olursa şîve-i takdîrdir Gerçi bâ‘is bir işe şu bu olur âlem buyâ Kuvve-i bâzû ile incitme bir ferdi sakın Kuvve-i kudsî ana bâzû olur âlem buyâ Eyleme vasfı cemâlin gördügün her dil-berin Sonra kim hakkında güft ü gû olur âlem buyâ Saklasınlar şimdi Mecbûr dürc-i dilde sözlerin Vakt ola şöhret bulup inci olur âlem buyâ112 *** Zannederdim ezeli sende şehâ var vefâ Yok imiş hiç meğer zerrece âsâr-ı vefâ Nice şâyân görürsün anı rüsvâlıgı sen Bir muhibbi ki olubdur sana her kâr-ı vefâ Şimdi bildim ki senin kadr ü vekâr bilmediğin Olmazam ba‘de ez-in senden ümid vâr-ı vefâ

111 Aslında: Vefdi âsâ bir sadakatli çırâğı müsta‘id Eyledi Nûrî babaya sonradan ihsân Hudâ 112 Aslı: Saklasınlar dürc-i dilde Vefdiyâ bu sözlerim

153


Ahmet Talât Onay

Ahd ü peymânına mademki sebâtın yokdur Bâri erbâb-ı dile eyleme ikrâr-ı vefâ Oku bu nazmı dil-âvizi ki anla kendin Söyleme meclis-i yâranda güftâr-ı vefâ Şerh-i dâg-ı dil ile def ‘-i gam etmeklige âh Bulmadım başım için dehirde bir yâr-ı vefâ Sana bu şîve-i takdîr-i Hudâdır Mecbûr113 Bin cefâ geldi kime eyledin izhâr-ı vefâ *** Kûşe-i hicrde şeb tâ seher eglence bana Oldu bu dildeki hüznü keder eglence bana114 Çünkü bir andelîb-i gülşenî aşkım yahû Subhadek eyledigim nâleler eglence bana Ben ki pervâne-i envâr-ı hayâli yârim Kim olur sûzîşi ile bâl u per eglence bana Ki olur leyle-i deycûr-ı firâk içre müdâm Nâle-i âh-ı dili şu‘le-ver eglence bana Bulamazsam dile bir munis-i cân dâfi‘-i gam Ola bu kan dökücü çeşm-i ter eglence bana Dili egletmege bî-hûde dolaşdım gezdim115 Bilmedim aşkıle gammış meger eglence bana Rûz-ı gamda bana beytü’l-hazen içre Mecbûr116 Hiç olmazsa bu şi‘rim yeter eglence bana *** Bilmezem ki bugün ey mâh-likâ n’oldu sana Etdin üftâdene âgâzı cefâ n’oldu sana Dâimâ lutfu nigâh idi işin âşıkına Şimdi kıldın nazarı hışmı bana n’oldu sana Etmez oldun ki mücellâ gönül âyinesini Şîve vü nâz ile ey nâzik edâ n’oldu sana Ser-te-ser mülk-i dili leşker-i gam kıldı harâp Olmadın bundan haber-dâr şehâ n’oldu sana 113 Aslı: Vefdiyâ şîve-i bu şîve-i takdîr-i Hudâdır sana bu 114 Aslı: Kim olur dildeki hüznü keder eğlence bana 115 Aslı: Dili egletmege çok dil-bere çatdım gezdim 116 Aslı: Vefdiyâ gam yemezidim rûz-ı gam çin asla

154


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bunca dem aşk ile Mecbûru perîşân etdin117 Hâliyâ eylemedin vasla sezâ n’oldu sana *** Ne edersin bu kadar zârı dilâ n’oldu sana Etdi mi yoksa o yâr terk-i vefâ n’oldu sana Gün-be-gün hâli idin böyle diğer gûn oluyor Söyle derdin nedir ey baht-ı kara n’oldu sana Rûz u şeb ney gibi inlersin aceb derdin ne Arayım çâresini söyle bana n’oldu sana Etmedi âhın oku sîne-i cânâna eser Ey dil-i zâr-ı hazînim acaba n’oldu sana Tutar âfâkı seher nâlelerin ey Mecbûr118 Etdi mi yoksa o yâr terk-i vefâ n’oldu sana *** Gel nefs ü hevâ gezme yeter ey dil-i şeydâ Şeydâyı sıfât gezmede yok fâide zîrâ Zîrâ olamaz ehl-i kemâl merd-i bî- akıl Aklın başına cem‘ edib ol vâkıf-ı ma‘nâ Ma‘nâya erem der isen et sen de hemân sa‘y Sa‘y edeni me’yûs mu eder Hazret-i Mevlâ Mevlânın o hikmetlerini feyzini gör kim Kim verdi o her şey’e birer hâlet-i sevdâ Sevdâ ile etdi kimini aşka giriftâr Târ oldu ona aşkıle bu âlem-i dünyâ Dünyâda yazık beyhûdeye sarf eder ömrü Ömrün verib ol sen de kemâl yoluna dânâ Dânâyı refîkan bugün eyler hüner ibrâz İbrâz edecek ger hünerin yok senin ammâ Ammâ ki mücevher gibi Mecbûr gazelin var119 Var sen de kemâlim de benim şi‘r ile inşâ120 ***

117 Aslı: Bunca dem Vefdiyi aşkınla perîşân etdin 118 Aslı: Tutar âfâkı Vefdiyi aşkınla perîşân etdin 119 Bu şiirin kenarında şu sözler yazılıdır: Mekteb-i rüştiyeden ihraç imtihanında berây-ı pend, dil-i şeydâya hitâben söylenmiştir. sene 88. 120 Aslında: Emmâ ledün ilmi gibi Vefdî hünerin var / Var sen de bu ilminle tefâhhur edesin tâ

155


Ahmet Talât Onay

Var ise idrâk-i kâmil sen de tut pendim dilâ Masivâyı terk edip kıl gönlün aşka mübtelâ Râh-ı aşk-ı Ahmedi zî-şânda hâk et cismini Olasın erbâb-ı dil çeşmine kuhl-i incilâ Kibr ü kîni terk edib eyle tevâzu hâk-veş Çün hakîkat âleminde tâ ola kadrin ûlâ Sen tevekkül eyle Hakk’a n’eyler âdem âdeme Ey gönül Hakdan mukadderdir meserretle belâ Terk-i hubb-i mâ-sivâ ile bugün Mecbûr ben121 Sıdkıla girdim bu râh-ı aşkı Hakk’a e’s-salâ *** Kime etdimse dilâ âlemde ümmîd-i vefâ Gerdiş-i devrânı gör kim geldi andan bin cefâ Der-akab bin hüzn ü gam hicr ü elem izhâr olur Kangı dem ki eylemek istersem icrâ-yı safâ Öyle bir derde giriftâr eyledi Mevlâ beni Kim ilâç etdikçe artar dâimâ bulmaz şifâ Eşk-i âhım eyledi rüsvâ-yı âlem âkıbet Gerçi çok etdimse de aşkı gönülde ihtifâ Onsekiz yıl gezdin ey Mecbûr hevâ-yı nefs ile Tâlib-i aşkı hâk ol eyle anınla iktifâ *** Her ne var ise dilâ beyne’l-arazî vü semâ Cümlesi feyz-i ilâhîden alır neşv ü nemâ Bu zuhûrâtı edib hükm-i nücûma nisbet Etme isbâtı şerik kudrete misl-i hukemâ122 Hikmet-i hâlıkı idrâk edemezler kat‘â İctimâ etse cemî‘-i hukemâ vü ulemâ123 Âdemin zâtını âyîne-i eşyâ kılmış Yine ol âyînede kendi eder cilve-nümâ

156

121 Aslı: Terk-i hubb-i mâ-sevâllâh ile bugün Vefdiyâ 122 Aslı: Kudrete ya‘nî eder şirketi isnâd hukemâ 123 Aslı: Hikmet-i bâri te‘âlâ ki olunmaz idrâk Ne ukûlî hukemâ vü ne ‘ulûm-ı ulemâ


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Aşka sark et dil ü cân nakdini Mecbûr zîrâ124 Aşk ile buldu kemâli fuzelâ-yı kudemâ *** Yine mi ülfet eder gayr ile cânân acebâ Ya nice sabr u tahammül ede bu cân acebâ Bu cihân içre ki râhat bulub iflâh ola mı Beni aşkıla kılan böyle perîşân acebâ Dilde aşk artmada hem vaslı müyesser olmaz Neye müncer olacak âh bu hicrân acebâ Derd-i aşkıyla anın şimdi helâk olmadayım Yârim etmez mi daha la‘lini dermân acebâ125 Dest-i sevdâyı gam-ı aşkdan ey dil bilmem Ne vakit kurtula bu çâk-i girîbân acebâ Bir dahı kurtula mı ölmeyicek ey Mecbûr126 Dâimâ âh bu aşka düşen insân acebâ *** Âh kime râz-ı dili eyleyim ifşâ acebâ Dil-i şeydâya nedir çâre tesellâ acebâ Kâmi vuslatla bu dil bir gün olub şâd ola mı Âh bu hicrân süre mi haşre kadar acebâ Bu ne hikmet geleli dehre girîbânımdan Ne için çekmez elin bu kamu sevdâ acebâ Böyle aşkıyla ânın zâr u perîşân oldum Beni hiç yâd ede mi âh o dil-ârâ acebâ Bakmaga dîdelerimden sakınırdım Mecbûr Hüsnünü kimler eder şimdi temâşâ acebâ127 *** Bâri sen eyle teselli bana ey bâd-ı sabâ Ya‘ni oldum bugün âh sevdiğim ol yâre cüdâ

124 Aslı: Vefdiyâ sen de hemân aşk oduna yandır özün Buldu yanmakla kemâli fuzelâ-yı kudemâ 125 Aslı: Derd-i aşkıyla bugün Eyyûba menend oldum Yâr gelib eyleye mi la‘lini dermân acebâ 126 Aslı: Vefdiyâ ölmeyicek ola mı bir dahı halâs 127 Aslı: Bakmağa dîdelerimden sakınırdım lâkin Vefdiyâ kimler eder şimdi temâşâ acebâ

157


Ahmet Talât Onay

Hasret ü hâlimi birbir sana ben söyleyeyim Sen de bir bir varub Allah için arz eyle ana Sohbet-i pâki anun mürde dile cânım idi O gidelden beru bî-rûh-ı revânım gûyâ İftirâk-ı elemiyle gece gündüz ânun âh Gönlüm âlûde-i gam gözlerim etmekde bükâ Dil-i hasret-zedeye teselliye bahş eylesün ol Dâim irsâl-i selâm hayr peyâmla zîrâ Söyle ol dem peder u mâderi hasret-keşini İştiyâkıyla nice zâr ediyor subh u mesâ Akrabâ ile ehibbâ hepisi bizler ile Etmede sûz u güdâzıyla sana hayır du‘â Hasretinle dökülen dîdemizin yaşlarını Gonca-i feyzine bir âb-ı hayât ede Hudâ Âkıbet hicrin ile nâlişe Mecbûr oldum Bir zamân hurrem iken vuslun ile âh cânâ128 *** Kangı dem ki o dil-ârâm gelir hâtırıma Çâk olur sîne bir âlâm gelir hâtırıma İsterim cevrini gördük de o şehden geçmek Lîk sebkat eden in‘am gelir hâtırıma Ederim bûse taleb sîb-i zenehdânından Eylerim sabrı çü bayrâm gelir hâtırıma Sâkıyâ bâde-i engûri bana arz etme Yârimin ol leb-i gül-fâmı gelir hâtırıma Ol zamân kim geçerim cân u cihandan ey dil Derd u gamla geçen eyyâm gelir hâtırıma Sâğ olub böyle gam u mihneti çekmekde ne sûd Deyerek kendimi i‘dâm gelir hâtırıma Her kaçan yârimi agyâr ile görsem Mecbûr129 Çâk olur sîne bir âlâm gelir hâtırıma 128 Bu şiirin tarz-ı edâsı, üçüncü oğlu Hazim’in 1326/1910-1911 senesinde Ankara idadisinde tahsilde bulunduğu zaman söylendiğini gösteriyor. 129 Aslı: Vefdiyâ her kaçan a‘dâ ile görsem yâri

158


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Elvedâ ey zî-şeref şâh-ı şuhûrân elvedâ Elvedâ ey şehr-i rahmet rûz-ı gufrân elvedâ Şöyle kim olmuş idi müstağrak-ı nûr-ı surûr Yümn-i teşrîfinle kalbi ehl-i îmân elvedâ Bilmedik kadrin tegâfülle geçirdik vuslatın Ey olan eltâf-ı mahz-ı zât-ı yezdân elvedâ Lutfu kıl bizden varub Hakk’a şikâyet eyleme Çünkü etdik hürmeti hakkında noksan elvedâ Âh bugün olduk senin yümn-i füyûzundan cüdâ Firkatin saldı dile âlâm-ı hicrân elvedâ Ben kusûr etdim senin ta‘zîmine Mecbûr iken Râzı ol benden eyâ mihmân-ı zî-şân elvedâ *** Tâlib olan âlemde kemâlât-ı bekâya Kılmaz nazar-ı ragbeti bu kevn-i fenâya Sa‘y ile bulur tâlib olan feyz u kemâli Gitmez emeği ehl-i dilin mahv u hebâya Her kim bu reh-i aşka olur sıdkıle sâlik Elbet anı Hak vâsıl eder semt-i Hudâya Bu râha vusûlun sebebi himmet ü irşâd Hizmet ile pür-himem erbâb-ı vefâya Çün zâtını i‘lâm için ebhâs-i suhande Bir ism-i latîf lâzım olur her şu‘arâya Mecbûr dedi ilhâm ile mahlas sana Hâzim130 Yazıb kalemi himmet ile levh-i semâya Sa‘y eyle ki bu nâm ile meşhur-ı cihân ol Mazhar olaraú feyz ve tevfıkı Hudâya MÜSTEZÂD Bir ism-i cemâl hüsn-i cemâl şûh-ı dil-ârâ Kerrûbî-i sîmâ Bir bakış ile eyledi akl u dili yağma Yoksa peri mi âyâ 130 Aslı: Vefdîdir.

159


Ahmet Talât Onay

Arz etdi o bir câzibeli ânı cemâli Gül gonca misâli Cân murgunuñ âh oldu yine nâliş-i efzâ Ol andelib-âsâ Gördük de kadin servi gibi sahn-ı çemende Dil oldu fügende Reftâr ederek eyler iken seyr u temâşâ Ol kâmet-i bâlâ Gitdi o zamân sabr u karar tâb u tüvânım La‘l oldu zebânım Oldu hemân aşkıyla ciger-gâhıma ilgâ Bir âteş-i sevdâ131 Hasretle gözümden dökülen hûn-ı sirişkim Ceyhûn-ı sirişkim Kana boyadı vâdi ü sahrâyı ser-â-pâ132 Mânende-i deryâ Ben düştüğüm aşkıyla gam u hicre figâre Ol dergeh-i yâre Âyâ kim terahhum ede mi eylesem inhâ Ol kaşları tuğrâ Mecbûr dolaşır sâye gibi yâr ser-i kûyun Görmeklige rûyun Zîrâ bulamaz hâtıra bir başka tesellâ Kılmazsa tecellâ *** Ta‘zîm ile ey nâme vâr ol yâr-ı safâya Ol bahr-i vefâya Rahmeylesin ahvâl-i perîşânı gedâya Müştâk-ı likâya Çokdan beri arz etmedi uşşâka cemâli Ol rütbesi âlî Bâ‘is nedir üftâdelerin saldı bükâya Feryâd u fezâya Bilmem ki ne âlemde aceb zât-ı şerifi Ol tab‘-ı latîfî Endîşesi masruf mudur uşşâka atâya Yoksa ki cefâya 131 Aslı: Bir âteş-i cezbâ 132 Aslı: ‘Âlem-i ecsâm-ı ser-â-pâ

160


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Meymûn ola tebrik ederim sâl-i cedîdin İkbâl-i sa‘îdin Hurşîd gibi kadri yücelib çıka semâya Tâ evc-i ûlâya Bin şevk ile Mecbûr olalı âşık-ı dîdâr Rahmetmedin ey yâr133 Kılmaz nazar-ı rağbet-i hûbân-ı sivâya Bin hûri edâya *** MÜSTEZÂD KASİDE Ey Âsâf-ı âl-i himem ü safder-i yektâ Yokdur sana hemtâ Te’yîd ile kılmış ezelî Hazret-i Mevlâ Kadrini mu‘allâ Bir zât-ı kerîmsin ki sen ey bahr-ı utûfet Yok ta‘rife hâcet Envâr-ı kerem vech-i şerîfinde hüveydâ Hurşîd gibi eclâ Rahm eyle bu ahvâlimize fâtih-i ebvâb Halk eyledi esbâb Ya‘nî seni bu savba kılıb yümnile esrâ Bâ-mansıb-ı vâlâ Şâd etdi bütün hâtır-ı nâ-şâdın umûmun Teşrîf-i kudümün Tevfîk-i hidâyeti Hak olsun sana hem-pâ Ey kâni atâya Kıldın heme bî-vâyeleri lutf ile mesrûr Sa‘yin ola meşkûr Gark eyledi feyz u keremin halkı ser-â-bâ Mânende-i deryâ Her demde seni mazhar eder hayr du‘âya Rahmin fukarâya Hak ömr ile ikbâlin ede gün-be-gün efzâ Durdukça bu dünyâ Müzdâd ola hem âfiyet-i hâl-i huzrun Hâtırda surûrun Hem devleti iclâlini terfi ile Mevlâ Tâ haşr ede ibkâ

133 Aslı: Hayrâni cemâlin olalı Vefdî-i şeydâ Rahmetmedin ey yâr

161


Ahmet Talât Onay

İsminde habîb-i Hakın ismine mutâbık Ol lutfuna lâyık Re’yinde anın hükmüne tevfîk ola icrâ Te’yîd-i te‘âlâ Çün re’fetin etmekde umûm kâbilini teclîb Eyler dahı tatyib Kılmış bu cihetden seni bir melce-i aksâ Ednâ gerek a‘lâ Bu sâl-i cedîdin ederim tebrike cür’et Min gayr-ı liyâkat Nevrûz-ı füyûzun ede bu âlem-i ihyâ Feyz-i bahâr-âsâ Havf ile hatâdan sözümü eylerim i‘câz Ey âsaf-ı mümtâz Kâdir ol(a)maz midhat-ı evsâfına zîrâ Bir ben gibi ednâ Olmasa idi afv ile eltâfına mağrûr Bu bende-i Mecbûr Takdîmine cür’et mi ederdi bunun âyâ Ya‘nî edib imlâ Maksadı fakîrâne hemân arz-ı hulûsdur Ancak bu husûsdur Tasdî‘ ve ta‘cîz olunur gerçi kim ammâ Hâk-i der-i ulyâ (1 Muharrem 1291/18 Şubat 1874) MÜNÂCÂT Ey zât-ı ehad na‘t-ı samed rabb-ı te‘âlâ Olmaz sana hem-tâ Ahkâm-ı kazâ vü kaderin heb ezelîdir Hem lem-yezelîdir Ref oldu hicâb kenz-i hafî âyinesinden Tedbîr yine senden Bed’ oldu o dem dâiresi devr-i vücûdun Neş olmağa cûdun Kıldın heme peygamberi bir şer‘ ile me’mûr O lutfıle mesrûr Etdin şeref-i rif ‘at-i mi‘râc ile mümtâz Rü’yet ile i’zâz

162


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Çok taht-ı kıbâbında velî zümresi mestûr Oldu kimi meşhûr Bir cezbe-i feyzinle edib hazret-i Sıddık Heb vârını tefrîk Fâruk da zuhûr ile tecelli celâlin Âsâr-ı kemâlin Çün mazhar-ı esrâr-ı kelâmın olub Osmân Ol ma‘den-i irfân Feyzinle olub cümle ulûm sırrına mazhar Ol Hazret-i Haydar Dâreynde necatına sebebdir sakaleynin Hubb-ı Hasaneynin Uşşâk-ı edib cezbe-i işrâk-ı cemâlin Muştâk-ı cemâlin Vechini eserin leylîde görmek bile mecnûn Oldu ana meftûn Yâ Rab heme esmâ vü sıfâtın şerefîçün Zâtın şerefîçün Koymuş yüzünü dergeh-i gufrâna Mecbûr Kıl lutf ile mesrûr *** Yok vasf-ı kemâlinde misâlin senin aslâ Hâşâ yine hâşâ Olmuş olacak cümlesi mensûb sana zîrâ Heb şîve-i esmâ Feyzinle olub nûr-ı Muhammed ki hüveydâ Ol dürre-i beyzâ Kesb etdi vücûd âlem-i sûret ile ma‘nâ Hikmetle ser-â-bâ Mişkât-ı Muhammedden edib cümleye i‘tâ Çok âdeme esmâ Etdi kimi esrâr-ı kemâlâtını ifşâ Ol diğer-i ıhfâ Eylerdi senin veçhini herşeyde temâşâ Ey hâlıku’l-eşyâ Etvârına hem adline hayrân olub a‘dâ Heb olub ehibbâ

163


Ahmet Talât Onay

Mushafları tevfîkın ile eyleyib imlâ Etdi bizi ihdâ İhrâz-ı verâsetle olur a‘lemu esmâ Hem eşcâ u akzâ Bu saltanatı etdi bize cezm ile inhâ “Ve’n-necm” ile “İsrâ” Etdin bulerin nâmına hubbun bize ilkâ Tâ haşredek ibkâ Heb etdiler aşkın yoluna cân u dil ifnâ Her vârını imhâ Şevkinle idik akl u dili vârını yagma Ol âşık-ı şeydâ Bir cezbe ile ma‘rifetin kıl bana i‘tâ Aşkın ede ihyâ Eyle anı dâreynde o Mecbûruna bahşa Yâ Rabbi atâya *** Bilirsin çünkü ey dil herkes ile şimdi sohbet güç Degil nâdân ile belki ukûl ehliyle ülfet güç Gönül tecrîd ile gerçi ferâgat istiyor lâkin Nasıl ki ihtilât güç bu zamânda aynı uzlet güç Bu fânî âlemin fânî na‘îmi zâhidin olsun Bana nâ-merdlere minnetle kesb-i mâl u devlet güç Cihânda mâye-i feyz u terakki istikâmetdir Velî fikrin sakîm ehli sanur ki istikâmet güç Şerî‘atdan haber-dâr olmıyan cehl-i mürekkebler Hakîkat sırrını mevhum sana dahî134 tarîkat güç Benim kullukda gerçi acz u taksîrim muhakkakdır Degil senden bana yâ Rab kerem afv u inâyet güç Zılâl-ı şâh-ı nakşa sıdk u pür-şevk ile gir Mecbûr Sana vahdetde kesret olmıya kesretde vahdet güç *** Çünkü beni var eyledin ez-katre-i emşâç Yâ Rab beni sen eyleme mahlûkuna muhtâç 134 Aslı: Hakîkat sırrını mevhum sanub söyler tarîkat güç

164


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Dâim edeyim vechini her şeyde temâşâ Cân dîdelerim feyz-i ilâhiyyen ile aç Kurtar beni bu dâm-ı belâ nefs u hevâdan Kıl aşkını âlemde bana hâdi-i minhâç Bu katre-i zâtım ye(v)m-i lâhûte ulaşdır Bir bahâr olayım şöyle ki bî-sâhil ü emvâç Yâ Rab senin afv ile kerem şânı kemâlin Tab‘-ı beşerim bu günehi eyledi intâç Feyz-i eseri aşk-ı cemâlinle ilâhî Dilde koma kayd-ı gam-ı evlâd ile ezvâç Mecbûr kulunu lutf ile kıl nâil-i dîdâr Bâ-hürmeti mahbûb-ı türâ sâhib-i mi‘râç *** Meded ey bahr-ı kerem ma‘den-i in‘âm meded Hicr ü gam öldürüyor bu dil-i nagâmı meded Nâzeninim senin ol mâh cemâlin göreli Kalmadı cânda sabır dilde hem ârâm meded Kıldı kaşın gibi bu kâmetimi hem cânâ Deşt-i firkatte bu bâri gam u âlâm meded Yâ niçün gönlüm alup böyle beni zâr ettin Sonra kim etmiyeceksin bana mâdâm meded Âh beni âteş-i hicrin gamı ihlâk edecek135 Budur ey pâdişâhım vusûl ile hengâmı meded Kimseden eyleme Mecbûr sakın istimdâd136 Kaldı efvâhı en‘âm içre hemân nâmı meded *** El-meded şeyhim Efendim bana ihsân eyle Nazar-ı merhametin hâlime her ân eyle Bu şifâhâne-i ma’nâda tabîb-i hâksin Hasta-i gaflet olan gönlüme dermân eyle

135 Aslı: Vefdiyi savlet-i hicr ü gamın ihlâk ediyor 136 Aslı: Acep erbâb-ı niyâz kimden ede istimdâd Kalmış efvâhı en’âm içre hemân nâmı meded

165


Ahmet Talât Onay

Seni Hakk sâki-i sahbâ-yı hakîkat kılmış Ke’s-i lütfunla bu teşne-dili reyyân eyle Gerçi ihlâs ile hizmette kusûrum çoktur Nazar-ı feyzde muhlislere seyyân eyle Hak seni mazhar-ı esrâr-ı ledünnî kılmış Beni sen mahrem-i sır sâhib-i irfân eyle Deşt-i hayrette bu mahzun gezen âvâre dili Menzil-i maksûda îsâl ile şâdân eyle Kıldı Hak kalbini gencîne-i feyz-i akdes Nefs-i pâkini bu mürde dilime cân eyle Koydu Mecbûr başın eşiğine ağlar gitmez Lutfedip kapuna kıtmirliğe şâyân eyle *** Bu gece beytü’l-hazanda firkat-i cânân ile Âlem-i bî-dâr u bî-zâr eyledim efgân ile Nâliş-i dil-sûzuma hayrân kıldım bu seher Gülşen içre andelîbi gonca-i handân ile Heft deryâ eylemez teskin dil-i sûzânımı Ol kadar yandı derûnum âteş-i hicrân ile Çünkü yâ Rab olmadı yâr ile ikbâl ile yâr bana Yeğdir ölmeklik sürünmekden bu hâl u şân ile Arz-ı hâl et rahm eder Mecbûr bî-şübhe o dost137 Yanarak yakılarak bu dîde-i giryân ile *** Edemem o gönlümü ol mâh-likâdan fâriğ Ki ola dîdelerim hûn-ı bükâdan fâriğ Etme ta‘yîb rûh-ı şevk ile figân ettiğimi Andelib ola mı gülşende nevâdan fâriğ Ben ki bu devlet ü ikbâli cihândan geçdim Olmadı çarh henüz bene cefâdan fâriğ 137 Aslı: Rahmeder mi arz-ı hâl etsem o şaha Vefdiyâ

166


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hamdülillâh ki o şûha vereli cân u dili Etti ‘aşkı beni bu hubb-i sivâdan fâriğ Erdiler maksadına sây ile herkes Mecbûr Sen henüz olamadın nefs ü hevâdan fâriğ138 *** Bana teklif-i terk-i aşk-ı cânân etme ey nâsih Gönülden hicr beyhûde firâvân etme ey nâsih Muhalif pendi ceyşin sevk edip iklîm-i dil içre Gel Allâh’ı seversen nehb ü tâlân etme ey nâsih Bu aşkın hayret ü cezb ile mağlûbum kusurum çok Beni afvet veli nefsini nisyân etme ey nâsih Hisâr-ı gönlüme lutfet nasîhat topların atma Makarr-ı şâh-ı aşkdır ânı vîrân etme ey nâsih Beni koy hâlime zîrâ füzûn etme benim zârım Beni ol zâr ile rüsvâ-yı devrân etme ey nâsih Çü ben mest-i mey-i aşkım perîşân hâlim aybetme Mey-i fâsidle mest zannıyla bühtân etme ey nâsih Ölürsem aşk-ı yâr ile yine fahreylerim Mecbûr139 Bana teklif-i terk-i aşk-ı cânân etme ey nâsih *** Tâ ezel te’yîd-i kudret yâ Resûlallah seni On sekiz bin âlem içre eylemişdir şâh seni Âsumân üzre ne mümkün rûşen etmek âlemi İki şak olup ziyâret etmeseydi mâh seni “Rahmeten li’l-âlemîn” nassıyla müznibler için Eylemiştir Hak meded-hâhı ulu dergâh seni Çıkdı tâ eflâke manendi melâik izzile Arzu ettiği için Îsâ Rûhullah seni Ben dahî Mecbûr gibi müştâkı dîdârım sana140 Çün sevip var ettiğiçin Hazret-i Allah seni *** 138 Aslı: Vefdiyâ sa’y ile maksûduna irdi yâran 139 Aslı: Ölürsem aşk-ı yâr ile tefahhurdur bana Vefdî 140 Aslı: Vefdî’dir.

167


Ahmet Talât Onay

Oldu peydâ yine âh dilde bir âsâr-ı firâk Tenimi yakdı harap eyledi bu nâr-ı firâk Zülf-i mahbûb gibi kıldı perîşân gönlüm Hüzn-i âlâmı gam u kesreti ekdâr-ı firâk Hiç ta‘bîr olamaz mertebe mahzun oldum Olıcak şöyleki nâgâh haber-dâr-ı firâk Beni cânâneden ayırmağa olup bâ‘is Eyledi başıma dünyâyı bugün târ-ı firâk Bu şeb etdikçe tahayyül dil-i dîvânede âh Eyledi dîdelerim hûn ile ser-şâr-ı firâk Bana verdi dahi Hak vermeye kullar başına Görmeye kimse ne gûna ola düşvâr-ı firâk Bu kadar ağlayıp âh etmez idim ey Mecbûr141 Bana zâr etdiriyor neyleyim efkâr-ı firâk HECE İLE Nedir sende bu te’sîr ü halâvet Çün feyzin mum eder âheni ey aşk Edersin tarik-i Hakk’a hidâyet Kime ihsan kılsa Hak seni ey aşk Hevâ vü hevese meftun olmuşdum Leylâ şehvetine mecnun olmuşdum Nefs-i emareye zebun olmuşdum Çok şükür kurtardın sen beni ey aşk Herkes birer şeye eder muhabbet142 Kimi dünyâ ister kimi âhiret Sen mi kıldın acep uşşâka âdet Şevk-i visâl ile şiveni ey aşk Şevk ile ağlar bu Mecbûr zâr u zâr Dîdesinden dâim kanlı yaş akar Gözyaşlarıyla mı saky olur her bâr Yoksa bu muhabbet gülşen-i ey aşk *** 141 Aslı: Vefdiyâ ben bu kadar ağlayup ah etmezdim 142 Aslı: Herkes birer şey ile olur teseliyet

168


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Âşık oldu yine bir dil-ber-i yektâya gönül Saldı başın yeniden bir gam-ı sevdâya gönül Leyle-i zülfü hevâsıyla ânın âhir kâr Düşdü Mecnûn gibi aşkı ile sahrâya gönül Şimdi oldu bu şeh-i aşka musahhar bende Ser-fürû etmez iken Cemşid ü Dârâya gönül Gülşen-i aşkda bir nâle-i dil-sûz ederek Verdi hayret bu seher bülbül-i şeydâya gönül Ağlayıp hicrile peygûle-i gam içre hemân Hûn-ı eşkin yetirir sel gibi deryaya gönül Olmadı dest-i gam u hicirden asla ki halas Geleli hâsılı bu âlem-i dünyaya gönül Lâubâli gezer âlemde bu Mecbûr gibi143 Çün tevekkül edip ol Hazret-i Mevlâya gönül *** Geldi yine ol rûz-ı ciger-sûz-ı Muharrem Uşşâkın olur dîdesi nem dilleri pür-gam Bu rûz-ı belâ her ne zaman olsa cedîd âh Nîrân olur âşıklara ol hicrile âlem Âşıkların âh nâr-ı firâkıyla Hüseynin Yanar tutuşur dilleri mânend-i cehennem Yâd eyleyip ahvâl-i ser-encâm-ı Hüseyni Yanıp yakılıp eyleyelim biz dahi mâtem Îmânı olan durmayıp etsin bugün efgân Leb-teşne Hüseyin ya‘nî şehid olduğu bu dem Yâ Rab nedir şöyle yezid kelbin elinde Kim ola şehid zâr ile bir şâh-ı mufahham Bugün gibi bir rûz u musibetteki ey cân Mü’min mi ki kan ağlayıp âh etmeyen âdem Mecbûr demidir girye vü zâr âh u figânın144 Geldi yine ol rûz-ı ciger-sûz-ı Muharrem 143 Aslı: Lâubâli gezer ol Vefdî gibi âlemde 144 Aslı: Vefdî’dir.

169


Ahmet Talât Onay

*** Âşık ol sen de dilâ sâhib-i irfân olasın Aşk u irfân ile gün gibi nümâyân olasın Hükmeder şâh-ı cihana kulu şâh-ı aşkın Aşka gir ister isen böylece sultân olasın Bu reh-i aşka ki kıl sıdkı tevekküle sülük Tâ ki âzâde-i kayd u gam-ı devrân olasın Cân u vârını varup bu reh-i aşkta mahvet Bî-sebeb ister isen vâsıl-ı cânân olasın Bul bir ârif yürü bin cân ile hizmet eyle Behre-yâbı himem ü feyz ile şâdân olasın “Men aref ” dersin oku mekteb-i aşkda Mecbûr145 Sen de bu nükteye âgâh olup insân olasın146 *** Sensin âlemde benim yâr u penâhım yâ Rab Ya‘ni matlûb ile ma‘bûdu ilâhım yâ Rab Sen ki şehler şehisin eyle kerem reddetme Tutmuşum dergehine rû-yı siyâhım yâ Rab Kendi hubbunla beni kayd-ı sivâdan kurtar Dilde aşkın ola her mâl ile câhım yâ Rab Kıl hidâyet tut elim nefs ü hevâ gezdirme Eyle tevfik senin râhına râhım yâ Rab Rahmetin bahrine nisbetle olur bir zerre Gerçi dağlar gibidir cürm ü günâhım yâ Rab Ger yakarsan beni cürmümle firâkın oduna Mahşer ehlini yakar âteş-i âhım yâ Rab Kimlere arz ede Mecbûr kulun bu hâlin147 Mülk-i dilde var iken sen gibi şâhım yâ Rab *** Vermişem cânâna cânım ten hem olmuş olmamış Terk kıldım hânumânım âdem olmuş olmamış 145 Aslı: Men aref dersin gel mekteb-i aşk içre oku 146 Şu beyit aslında silinmiştir: Eyle feyz ü himemi Nûrî babadan tahsîl / Vefdiyâ isterisen merd-i sühandan olasın 147 Aslı: Kimlere arz ede kim Vefdî kulun bu halin

170


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Ol kadar kim etmişim dil-dâre kurbiyyet husûl Mâni‘ olmaz çevre yânım âlem olmuş olmamış Aşk dârâtıyla iklim-i cünûniyyetde ben Bir Süleymân-ı zamânım hâtem olmuş olmamış Leyle-i firkatde âh beytu’l-hazende aşk ile Bana eğlence figânım hemdem olmuş olmamış Sıhhatimden kat‘-ı ümmit eyle artık ey tabîb Artmada derd-i nihânım merhem olmuş olmamış Tekke-i aşka kamu vâriyetim vakfeyledim148 Ba‘de-zîn Mecbûr bu gönlüm hurrem olmuş olmamış *** TAHMİS-İ GAZEL-İ FUZÛLÎ-İ BAĞDÂDÎ Seni irşâda ey dil “festekım” güftârı yetmez mi Hayâ et Hak’tan artık bu sefih etvâr yetmez mi Nedâmet kıl ma‘âsî üzre bu ısrar yetmez mi “Gönül yetdi ecel zevk-ı rûhı dil-dâr yetmez mi Ağardı mû-yı ser sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi” Seni sanki ecel mi edecek bîdâr bu gafletden Ferâgat etmedin nefs u hevâya tâbiiyyetden Nice etti havassın bak tenâkus eski kuvvetden “Yetürdi başını gerdûn ayağa bâr-ı mihnetden Hayali helka- keysû-yı anber bâr yetmez mi” Hayât-ı fâni için gerçi ta‘yîn olmamış müddet Velî ölmezden evvel ölmeğe âkıl eder gayret Çalışıp sende ol bunda müebbet nâil-i devlet “Sana yetti ecel peymânesin nûş etmeğe nevbet Hevâ-yı çeşm-i mest-i gamze-i hun-hâr yetmez mi” Alıp başını aklın dinle pendim cân kulağından Halâs et murg-ı kalbi sây ile nefsin duzağından Ne hâsıl eyledin ömrü azizin nakd u çâğından “Yeter oldu kulağa ban ki rıhlet deh bağından Ne durmuşsun temâşâ-yı gül-i ruhsâr yetmez mi” 148 Aslı: Ben ki aşk dergâhına teslimiyet ettim gam degil

171


Ahmet Talât Onay

Sana lütfeyledi Hak sohbetin bir pîr-i irfânın Niçin hıfzeylemezsin emrini âdâbını ânın Sebat etmek mi eski haline şeyhinle peymânın “Hidâyet menziline yettiler say ile akrânın Dalâlet içre sen kaldın sana ol âr yetmez mi” Hudâ’nın hikmeti hilkatdeki esrârın ızhâr et Beni-i nev‘ine karşı hemân tahsîni mişvâr et Sana layık mı nakd-i ömrünü beyhûde ibzâr et “Yeter cem‘ile bâri ma‘siyet tağyir-i etvâr et Haya kıl yok mudur insâfın ol kim vâr yetmez mi” Hak’ın bir cezbesi taât-ı kevneyne mu‘âdildir Ânın etrafı her Mecbur gibi makama şamildir Fakat ehl-i tukau aşktu şevk her şey’e nâildir “Fuzûlî dime yetmek menzil-i maksûda müşkildir Tutan dâmân-ı şer‘-i Ahmed-i Muhtâr yetmez mi” TAHMİS-İ GAZEL-İ RÛHÎ-İ BAĞDÂDÎ Ârifân hoşnûd-ı Rabb-i Rahîm isterler Âşıkân hem nazar-ı vech-i kerîm isterler Ne bu dünyâyı ne ‘ukbâda na‘îm isterler “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler “Yevme lâ yenfa‘u” da kalb-i selîm isterler” Kul olup Hakk’a ne vâli ne emîr hükkâm ol Terkedip mâl ile câhın hevesin bî-nâm ol Zâhir u bâtını ahkâm-ı hudâya râm ol “Berzâh-ı havf u recâdan geçe gör nâ-kâm ol Demi âharda ne ümmîd ü ne bîm isterler” Olma nâsdan gelecek medhile şâd hicve melûl Yâr u ağyârı geç ol kûşe-i uzlette hamûl Bu da varlık ve kemâl mahvi olup de’b u usul “Unudup bildiğini ârif isen nâdân ol Bezm-i vahdette ne ilm ü ne alîm isterler” Hikmet-i sırrı Hak eşyâda olupdur bâriz Lîk fehminde Felâtun bu rumûzun âciz Ânı anlar ki veli rütbesin ola hâiz “Âlem-i bî meh u hûrşîd-i felekde herkîz Ne mühendis ne müneccim ne hakîm isterler”

172


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gâfilânın gözüne âlem-i ağyâr açılur Âşıkânın yüzüne perde-i dîdâr açılur Ârifâne seheri ol der-i gaffâr açılur “Âlem-i keşf-i maânîde çok esrâr açılur Varmaz nefsi gazûp anda halîm isterler” ‘Urefâ sezmine dîvâneye yol vermezler Ka‘be’ye muhdîs ü mestâneye yol vermezler Herkese meclis-i şâhâneye yol vermezler “Harem-i mânîye bîgâneye yol vermezler Âşinâ-yı ezeli yâr-i kadîm isterler” Cid ile sâliki şeh-râh-ı Hüdâ ol dâim Târik-i hubb-ı sivâ nefs ü hevâ ol dâim Tâlib-i feyz ve tevfîk-i hudâ ol dâim “Sâkin-i dergehi teslim-i rıza ol dâim Ber-murâd etmege hizmette mukîm isterler” Âleme çeşm-i basîretle nazar kıl kör olma Sana akreb olana gaflet ile dûr olma Edip isnâd-ı kemâl nefsine menkûr olma “Cürmünü muterif ol taâte mağrûr olma Ki şifâhane-i hikmette sakîm isterler” Tâat-i cüz’iyene Hakk’a ecir karz etme Kendini ye’s ile hırmân okuna garz etme Mahv kıl varlığını nefsini şey’ farz etme “Dergeh-i fakre varup dirliğini arz etme Anda hergîz ne sipâhî ne zaîm isterler” Şeref-i terbiyeden reste olan gürsineler Hayvan ıtlakına şâyeste olan gürsineler Ekl ü şürb derdi ile hasta olan gürsineler “Ni’met-i zâhire dil-beste olan gürsineler Müjdenin pâreye cennât-ı na‘îm isterler” N’ola Mecbûr yaşasan sen dahi ömr-i Nûh’u Âkıbet terk edecek fânî tenin bu ruhu Fikredüp lezzet-i kurbiyyeti Hak sübbûhu “Ezber et nükte-i esrârı dili ey Rûhî Hazır ol bezm-i ilâhîde nedîm isterler”

173


Ahmet Talât Onay

MERSİYE “Âh vâ hasretâ vâ firkatâ ilâ yevmi’l-cezâ” 1316 senesinin Receb ayında (Aralık-1898) doğan dördüncü oğlum Abdurrahman Tayyib Efendi, Çankırı İdadi okulunda eğitimini tamamlayarak bir miktar sermaye ile ticarete atılmış ve üç sene kadar doğru ve dürüst bir şekilde ticaretine devam ederken humma hastalığına yakalanmış149 ve 12 gün kadar sonra 8 Şubat 1334’te (8 Şubat 1918) ahirete irtihal etmiştir. Bunun üzerine hüzünle ve kanlı gözyaşımla yazdığım mersiyedir. Ey hayatım bağının taze fidanı Tayyib Seni soldurdu kaza bâd-ı hazânı Tayyib Nev-civanlıkda senin terk-i hayat eylediğin Acıyıp aglatıyor pîr ü cüvânı Tayyib Emr-i Hak ile alırken melekü’l-mevt cânın Şüphesiz acıdı anın da cenânı Tayyib Ey melek-hûy, Hudâ kıldı seninle teksîr Aded-i zümre-i gılmânı cinânı Tayyib Gerçi sen şimdi cinân içre safâ etmedesin Lîk firâkın bana dar etdi cihânı Tayyib Hâfız-ı nesl ü istikbâlimin ümmîdi idin Etdi hikmeti ol seni fâni Tayyib150 Yaşayıp hayrile sen yâd edecektin beni âh Sana ben okuyorum seb‘u mesânı Tayyib Seni şeyhûhâtı hâlimde elimden aldı Bilemem ki verecek mi sana sânî Tayyib Hasretinle hele ol vâlide-i bî-çâren Yanıyor kalbi gözü dökmede kanı Tayyib Hayr-ı nâs olmaga kâfî idi isti‘dâdın Kimsenin hiç yok idi bunda gümânı Tayyib 149 Toprak künklerle gelen şehir suyu, her sene humma denilen tifodan bir hayli insanın ölümüne sebep olurdu. Cumhuriyet devrinde Çankırı müstakil vilayet olunca Belediye, Çankırılıların cidden fedakarane yardım ve gayretiyle bu büyük belanın önüne geçmeye ve yüzbin lirayı aşan bir para sarf ederek 16 kilometrelik mesafeden 20 cm. kutrunda çelik borularla şehre su getirmeye ve her tarafa dağıtmaya muvaffak olmuştur. Bugün şehir evlerinin yarısında sular akmakta, havuzlar çağlamakta, çeşmeler fışkırmaktadır. Artık bu uğursuz hastalıktan eser kalmamıştır. Gelecek nesiller babalarının bu fedakârlığını minnetle, hele Cumhuriyet hükümetinin bu husustaki yardımını şükranla karşılamak mecburiyetindedirler. 150 Merhumun el yazısı ile olan mürekkep uçtuğu için sonradan üzerinde mor mürekkep gezdirilmiş, bu yüzden mısra vezinsiz imlasız bir hale getirilmiştir.

174


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bâb-ı dâdü sitede çok veriyordun revnâk Hakk’a Tevfik ile her kâr u ziyânı Tayyib Sergüzeşt levhasına yazdı bu Mecbûr pederin Gözünün kanı ile işbu beyânı Tayyib Mürşid-i Ekrem Şeyh-i Muazzam E’s-Seyyid Mehmed Hilmi Kuddise Sirruhu Hazretlerinin Mersiyesini Müş’ir Tarih-i Cevherdir Dilâ fehmet velâyet hatminin hurşîd-i rahşânı Gelince vakt-ı Hak Çerkeş’te izhâr eyledi anı Eger nâm-ı şerifi Şeyh Muhammed Hilmi Çerkeş’te Miyân-ı ehl-i tahkikte o şeyh-i ekber-i sânî O Musâ-yı vakt hikmette olmuş Hızr ile hem-râz Velî Fir‘avn tıynet görse artar kibr u tugyânı Anın mahiyetin ehl-i hicâb bilmez ki vasfetsin Tamamı neş’esidir sırr-ı Kur’ân, feyz-i Furkânı Lisânü’l-gaybe olmuş tercemân elde Fusus Mir’ât Hakâyık sırrını söyler lisân-ı hikmet-efşânı Cihâd-ı ekber ile fethedip vahdet diyârını Maârifle reşâdet tahtının olmuşdu sultânı Anın feyzi kemâli şemmesin zevk eyleyen uşşâk Ederdi âsitânında hezârân cânı kurbânı Hakikat hacc u mi‘râcın edâ etmişse de evel Varıp cem‘ etdi tekrâr anları cismânî rûhânî Anı takdis ile halk takdir-i kıymetden olub âciz Takındı başına Havva ana151 ol dürr ü ‘irfânı Kemâl-i ihtirâmla rûh-ı ehli makber-i Cidde Sevindi hep görünce böyle kudsiyyetlü mihmânı Kemâl-i feyzine mazhar anın kâim-makâmı hem O Hâfız Şâkir e’ş-şeyhü’l-mukaddes Akcâvirânî152 Anın feyzin arayan sıdkıla andan bulur bî-şek Veli her el yetişmez âlîdir himmetli dâmânı Aceb mi cevher-i ekşimle yazsam levh-i târihin O yakdı firkatıyla âh bu kalb-i müstemendânı (1324 /1907) 151 Mehmet Efendi Cidde’de Hz. Havva’nın dünyaya indiği bilahare defnedildiği mervi yerde medfundur. 152 Ilgaz’ın Akçaviran köyünden Hafız Şakir Efendi (d.1856-ö.1926)

175



MEFHARÎ153 Mecmualarda her nev’i ve şekilde şiirleri bulunan bu şairin hayatı hakkında kesin ve yeterli malumat elde edemedim. Yalnız Çankırılı ve Güdükminare Camii yanındaki medrese arsasının sahibi olduğu hakkında küçük bir rivayet vardır. İsminin Mustafa olduğunu bir koşmasına imza beytinden ve Bektaşi tarikine intisap ettiğini şiirlerinden anlıyoruz. Mefharî’nin şiirlerinde dikkate değer fikirlere, iddialara tesadüf edilmektedir. Aruzla yazdıkları her saz şairi gibi az çok kusuru bulunmaktadır. Hece ile yazdıkları ise oldukça güzeldir. Bazan kafiye güçlüğünden takti‘ sakatları görülmektedir. Nefesleri bilhassa tarikata intisabını gösteren şiiri dikkate değer ve bu vadide yazılmış şiirlerin en güzelidir. Mefharî emsali arasında kendine bir ihtiram ve takdir mevkii ayırt edecek kudret ve kabiliyet sahibidir. DİVAN Zevdiğim bir âlî-şân olsun derim meşrep buya Çâr-ebrû nev-civân olsun derim meşrep buya Goncalar açsın açılsın hüsn-i bâğında henüz Kadd-i nevres gül-izâr olsun derim meşrep buya Öyle bir hûrî-sıfat hem şîve-i güftârda bir Sim beden tûtî-zebân olsun derim meşrep buya Âşıka in‘âm bî-had lütfunun pâyânı yok Misl-i nâ-yâb mihribân olsun derim meşrep buya Çeşm-i âhu zülf-i müşgîn Mefharî ehl-i vefâ Mâh-rû kaşı kemân olsun derim meşrep buya *** Ey güzeller ser-firâzı nev-civânım elvedâ V’ey dili üftâdegâne mihribânım elvedâ Bülbül-âsâ gülşen-i hüsnünden ayrı düşücek Âsumâna ser çeker âh u figânım elvedâ Neyleyim çerh-ı felek aksine döndü yoksa ben Terk eder miydim seni ey âlî-şânım elvedâ 153 Ayrıca bk. Zeynep Safiye Baki, Mefharî Mustafa, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 03.03.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

177


Ahmet Talât Onay

Erdi firkat günleri gayrı göründü yol bize Elde varım yâr-ı gârım tende cânım elvedâ Gitme varsa gelme yok yahut gelip de bulma yok Var halâlet hakkını rûh-ı revânım elvedâ Mefharî dilden ferâmuş eyleyip yâdlar ile Ülfet etmez oldu ey kâş-ı kemânım elvedâ *** Ey sanem cevrin ile kaddim bütüp nûn eyledin Dil evin vîrân edip gönlümü mahzûn eyledin Hangi demlerdir ki terk-i cevr edip aldın ele Hâtırım va‘d-i visâliniye memnûn eyledin Yâd ile ülfet-nişîn oldun unuttun bendeni Hasretinle iki çeşmim çeşme-i hûn eyledin Şerbet-i la‘l-i şirinin eyleyip benden dirîğ Meskenim ferhâd-veş âh kûhu hâmûn eyledin Mefharî bu rütbe rengînlik nedir şi‘rinde kim Nutkumu beyne’l-muhakkik dürr-i meknûn eyledin *** Ey sanem bir lu‘b ile almış sabâ-yı perçemin Emrine râm eylemiş hindu karâ-yı perçemin Şâne-i iffetle meşşât-ı ezel tezyîn edip Müşg-i rif ’aller sürüp bulmuş cilâ-yı perçemin Şâh-vâri ceyşini tâbur edip ‘uşşâkına Nev-be-nev ‘arz etmede tarzû edâ-yı perçemin Gamze-i cellâdının tahrikine tâbi olup Hâk-sâr etmiş nice bin mübtelâ-yı perçemin Üşürüp halk-ı cihânı başına her bir taraf Şöyledir efsâne tek Mefhâr gedâ-yı perçemin *** Ey dil-âra afv kıl isyânım Allah aşkına Göklere ağdırma gel efgânım Allah aşkına Terk edip bû ben dil-i zârı amân ey meh-cebîn Şâd u hurrem eyleme düşmânım Allah aşkına Tig-i hicrin sinemi sad-pâre etti tez yetiş Merhem-i vaslınla sar Lokmanım Allah aşkına

178


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Ger murâdın cân ise bû nâz u istiğnâdan al Cân fedâ olsun sana cânânım Allah aşkına Yüz sürüp geldi der-i ihsanına bu Mefharî Red kılma lut edip sultânım Allah aşkına *** Derd-i aşkım ey sanem müzdâd olur günden güne Hasretinle şâd dil nâ-şâd olur günden güne Elde varım hîç-kârım kalmadı bülbül gibi Kâr u zârım nâle vü feryâd olur günden güne Hicr-i vaslın kim çeker o kâmet-i şimşâdımın Nakş eder dil levhine Behzâd olur günden güne Tîşe-i sabr ile kim yara firâkın dâğını Yol bulur dost iline Ferhad olur günden güne Mefhar-âsâ hân-kâh-ı aşkda hizmet eden Nâil-i himmet olup irşâd olur günden güne *** Aşka uyduk zâhidâ biz râhı tebdil eyledik İhtiyâr-ı mâsivâdan gayrı tenkil eyledik Zevk-i dünyâ zıll-ı sâr‘î olduğun idrâk edip Ol sebebden bezm-i uşşâkına terhîl eyledik Sarfı nahvi mantıkı fıkhı bize arz eyleme Senden evvel onları künhüyle tahsîl eyledik Âyet-i “innî enallâh” içre vâiz münderiç Bin nukâtın fehm edip tevcih ü te’vîl eyledik Kıyl u kâlin kûş edip ben sûfînin baş eğmezem Mefharî biz tıfl iken her fenni tekmîl eyledik *** Âşıka gencîne-i irfân ararsan işte ben Bî mahâba merdümi meydân ararsan işte ben Ceyş-i şi’rim kuvvetiyle Rüstem-i asrım bugün Kimseye baş eğmeyen hâkan ararsan işte ben Sûret-i zâhirede gerçi katreyim lîk ânîde Katre-i ceyhûn ile ummân ararsan işte ben Kenz-i dârâda bulunmaz misili böyle ‘aceb Dürre-i yektâ gibi zî-şân ararsan işte ben

179


Ahmet Talât Onay

Nutk-ı pâkin cân verir âb-ı hayât tek mürdeye Kim mesîh bî-vâlid ü lokman ararsan işte ben Hâkimi taht-ı hikem hem hüsrevi milk-i rumûz Yûsuf-ı hulk-i hasen bir cân ararsan işte ben Zâhir u bâtın künûzi hasılı bu Mefhari Her fünûnda fâiku’l-akrân ararsan işte ben *** Söyle ey yâre hâl-i zârım ey sabâ Allah için Küsmesin gelsin o şûh-ı meh-likâ Allah için Bende-i efgende-yi dilden ferâmûş eyleyip Etmesin yâdlar ile zevk u safâ Allah için Hûn-ı eşkim ile tahrîr eyledim bu nâmeyi Al götür dil-dârıma ey kasıda Allah için Bister-i hicrâna düştüm rahim kılsın hâlime Merhem-i vaslıyla etsin bir devâ Allah için Hâlet-i nez’a erişti Mefhari bî-çâre âh Tez erişsin lutfedip ol dil-rübâ Allah için *** Aklım aldı dil-berâ kaşın gözün kirpiklerin Vârımı etti hebâ kaşın gözün kirpiklerin Nâme tek hışma gelip âh dest-i kahrıle büküp Kâmetin kıldı dü tâ kaşın gözün kirpiklerin Vurdu bağrım başını sad pâre kıldı dini yok Etmesin böyle ezâ kaşın gözün kirpiklerin Kana kana rûyine ayda değil bir yılda bir Bakmaya vermez rıza kaşın gözün kirpiklerin Yaşa kan kusturdu bilsen ey püser bu Mefhar’e Bî aman ol nevhaya kaşın gözün kirpiklerin *** Öyle mestim kendi kendini nemîdânem bugün Bir sefîlem bâb-ı yârda hâke yeksânem bugün Sâkiyâ doldur leb-â-leb kâse-i fağfûrı pür Nûş edem dil kana kim gâyetle atşânem bugün Kande görsem ol peri ruhsâreyi pervâne-veş Şem‘a-i ruhsârına cânım atıp yanem bugün

180


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Ey sanem zülfün perîşan eyleme Allah için Sabr u ârame tuvânım yok perîşânem bugün Sağlığından gayrı ölmek yekdürür Mefhar sana İltifat etmez niye küsmüş mü bir dânem bugün *** Misli nâ-yâb şânı alî-dürri rahşânem bugün Katre-i ummânîden ummâne ummânem bugün Nutk-ı pâkim pertev-i dünyâyı tuttu şems tek Küfr-i dâfi‘ mü’minin kalbinde imânem bugün Cân fedâ ettim yolunda vusla erdim bu sebep Cân içinde cân olan cânâne cânânem bugün Men Necef tarafından etmişim zuhur kânem Necef “Lâ fetâ” babında bir özge nigeh-bânem bugün Kahraman-ı asra başım indirip etmem belî Çâker-i şâh-ı velâyet zal-ı meydânem bugün Kim sünûhat hâtem-i destimde münkâd emrime Zümre-i ehl-i kemâlâta Süleymânem bugün Hazret-i sultân-ı dînin hâme-i aşkım ile Mefhar-âsâ vasf-ı pâkinde gazel-hânem bugün *** Sâhili yok bir acayip bahr-ı ummandır ilim Kıymeti yok bir muazzam dürr-i rahşandır ilim Cümle uşşâk ilmile buldu velâyet rütbesin Şem‘a-ı nûr-ı hidâyet remz-i Kur’an’dır ilim Vahdet-i zât-ı hudâyı eyleyen efkâr müdâm Kâfirinin katline bir seyf-i sübhandır ilim Ol Habîbi Hâlık u Rabbi Gafûru’n-nâdimîn Çün buyurdu zâhir u bâtında mîzândır ilim Mu‘cizât-ı Ahmedîden ehl-i şer‘a Mefharî Mülhidinin kavlini hem redde burhândır ilim *** Vuslatından ayruk ey put yoktur efkârım benim Anca sensin dilde hep evrâd u ezkârım benim Hasretinle bülbül-âsâ rûz u şeb ey gonca-fem Arş-ı a‘lâya erişdi nâle vü zârım benim

181


Ahmet Talât Onay

El görüp hâl-i perîşânım acır eller kadar Hâlime rahmetmedin devletlü hünkârım benim İhtiyârım nev-be-nev kadim büküp hicrân ile Gitti elden el-medet lutfeyle dil-dârım benim Derd-i aşkın bunca yıl çekdi çevirdi âh ile Hiç demezsin kandedir Mefhar emekdârım benim SELİS Rehne verdim hoca ben tarh-ı ademden gelirim Hemdemim âdem ile bâğ-ı iremden gelirim Cân simâhın tutuben anla meali nutkum Ben de esrâr-ı Hudâ bezm-i hikemden gelirim “Semme vechullah”a erdim dilde varım atuben Hakkı hak ile bugün bâb-ı keremden gelirim Remz-i ihlâs ile çirk-âbe-i kalbim pâk edip Dost cemâl zâiriyem beytü’l-haremden gelirim Mefharî âlem ile ayn-ı cemi‘ oldum ezel Mestliğim etme ayıp çünki o demden gelirim KALENDERİ Böyle beni dertli eden ol gonca terim der154 Âh âh nideyim âh yine cân u cigerim der Aşkına giriftâr olalıdan beri anın Dil hemdemi gam kûşe-i meyhâne yerim der Kim kanda görür hışma gelip gamzesi kanlı Elbette seni gamzem okuyla delerim der Ağyar ile gezme diye ettimse nasihat Şaşkın o senin ya ne vazifen gezerim der Mefhar gibi halk içre ben oldum ise rüsvây Kimden kime şekvâ edeyim âh kaderim der *** Ağlatma yeter hicr ü firâkım ile şâhım Afveyle efendim ne ise cürm ü günâhım Müstağrak-ı sûz etti tebâh şehr-i vücûdum Şem‘â gibi âteşten olup serde külâhım 154 Ahmet Talat, bu kalenderinin kafiyelerini “terimdir, cigerimdir, yerimdir ….” şeklinde okumuş. Ancak incelememizde doğru okunuş şekli olarak yukarıdaki yazılışı tercih edilmiştir. (İ.A.)

182


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bu şeb yine vuslun anuben âh ederekten Tâ ‘arşa erişdi alevi sûziş-i âhım Vaslınla bekâm olmadan âlemde de senden Ayırdı beni âh ne deyim baht-ı siyâhım Sen var iken âya kime Mefhar diye hâlin Sensin benim ey çeşm-i fiten dilde penâhım MÜSTEZÂD Maksûdumu verdi benim ol Hazret-i Kadir Kim bâtın u zâhir Vechi görünür kanda dîdem olaki nâzır Ol yanda o hâzır Saykal ediben aşk-ı hudâylan dil ü cânı Attım çü gümânı Âyîne misâl eylemişim kalbimi tâhir Zikr ile zâhir Engüşte-nümâ sâhib-i dil mîr-i kelâmım Hem ehl-i selâmım Asrîde bana hem-ser olan olsa da nâdir Her fendeki mâhir Havfe gelüben eylemezem hiç müdârâ Bir ferdine asla Gelse dizilip bezmime mecmûn ekâbir Rezm içre bahadır Kim nutkumu gûş eyleyüben ehl-i fesâhat Tahsîn ile gayet Gelmez dedi şimden geri Mefhar gibi şâir Hak râzını fâsir VEZN-İ AHAR Ey çeşm-i âhû Tûtî suhan-gû Zülfü semen-bû Mişki şemâra(?)

Tûtî suhan-gû Zülfü semen-bû Mişki şemâra(?) Vay odu sâra

Zülfü semen-bû Mişki şemâra(?) Vay odu sâra Dehrîde hem-tâ

Mişki şemâra(?) Vay odu sâra Dehrîde hem-tâ Yokdur hiç asla

183


Ahmet Talât Onay

O kaş o göz ne O dil o söz ne O ruh o yüz ne Gılman mı aslın

O dil o söz ne O ruh o yüz ne Gılman mı aslın Hûri mi neslin

O ruh o yüz ne Gılman mı aslın Hûri mi neslin Var mı ki mislin

Gılman mı aslın Hûri mi neslin Var mı ki mislin Hûblukda kat‘a

Sîmîn bedensin Çeşm-i fitensin Gonca dehensin Kaddin kıyâmet

Çeşm-i fitensin Gonca dehensin Kaddin kıyâmet Kân-ı melahat

Gonca dehensin Kaddin kıyâmet Kân-ı melahat Sâhib nezâket

Kaddin kıyamet Kân-ı melahat Sâhib nezâket Kadrin muallâ

Bir nev-hilâlsin Ayni zülâlsin Yûsulf cemâlsin Her elde mâhir

Ayni zülâlsin Yûsuf cemâlsin Her elde mâhir El hak bu zâhir

Yûsuf cemâlsin Her elde mâhir El hak bu zâhir Ettin mi âhir

Her elde mâhir El hak bu zâhir Ettin mi âhir Aklımı yağma

Gel koynuma gir Bir öpücük vir Maksûda irgir Edip vefâyı

Bir öpücük vir Maksûda irgir Edip vefâyı Terk et cefâyı

Maksûda irgir Edip vefâyı Terk et cefâyı Mefhar gedâyı

Edip vefâyı Terk et cefâyı Mefhar gedâyı Ağlatma cânâ

MERSİYE Dil nice râh-ı Ali’de nakd-i cân etmez nisâr Müstemend ü dil-firib olduğuna dâl bî-şumâr Nâzil oldu sûre-i dehri Cenâb-ı Kird-gâr Vasf edip anda kemâlin halka etti âşikâr Hem buyurdu şân-ı pâkinde Habîb-i Kird-gâr Lâfetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr

184


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Zâhidâ aç cân-ı mâhın urma laf kılma inâd Dinle pendim cân u dilden hak budur et i‘timâd Hân-kâh-ı hazreti seyre varıp kıl inkıyâd Dâhil ol mülk-i Ali’ye ehl-i râh ol olma yâd Dilde zikrin bu ola gayrıya etme i‘tibâr Lâfetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr Lâfetâ bahri dürür bil menba‘-ı âb-ı hayât Nûş eden bulur hayât andan ebed görmez memât Lâfetâ remzin bilin neydir bilip feyz ü necât Hırka-pûş oldu sivâdan el çekip âhir o zât Varu ben uzlet diyârında hemîn etti karar Lâfetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr Lâfetâ gül-zârına gir seyr kıl ünvânını Çâr tarafta on iki gör kim anın der-bânını Sad-hezârân nağme-keş bülbüllerin efgânını Gûş edip at dil gamın artır dem ü devrânını Bir zaman ol gülşen içre çağırup eyle güzâr Lâfetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr Çün beni ketm-i ademden eyledi zâhir Hudâ Dâruben bin cân ile kıldım ana ben iktidâ Ta‘n kılma kim perîşân olduğum ey zâhidâ Hâk-sâr olmuş deyû bu derd-mend Mefhar gedâ Bâb-ı lutfundan umar meded onun leyl ü nehâr Lâfetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr MÜSEDDES Dolaşma serseri dehrî ara bir şeyh-i kâmil bul Ana teslim olup yed ver dilersen Hakka doğru yol Kıyam et hizmetinde himmetin al Hakka ol makbûl Hakîkat ehlinin indinde bu dünya değil bir pul Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol Karışma her kelama meclis-i irfanda ebsem dur Sıyânet eyle gel kendin düşer gözden olursun hur Sakın iflah olur sanma o bezmiden olanlar dur Dem-â-dem zikre meşgul ol saray-ı dil ola ma‘mur Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol

185


Ahmet Talât Onay

Hevâ-yı nefsi terk eyle siper ol râh-ı maksûde “Ekimû” emrini fevt eyleme ircâhi mes’ûde Bir dünya neyledi câna bilin Şeddâd u Nemrûde Olaydı dehr-i dûn bâkî kalırdı ibni Dâvûde Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol Tekebbürden taharrüz eyle hak ol pây-ı pîrâne Enâniyet ile vâsıl olunmaz vasl-ı cânâne Er ol verme giribânın sakın kim dest-i şeytâna Seni ilkâ eder sonra müebbed çâh-ı hüsrâne Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol Tevâzû ilmini öğren olasın âlî- şân Mefhar Pesendîdsin senin hulk-ı hisâlin ârifân Mefhar Sana tabi olan dilden cemî-i halkı cihân Mefhar Ölümden evvel öl sen bul hayat-ı câvidân Mefhar Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol Rızâullah için bahş eyle cânın olmagil ebter Murâdın feyz alıp kurb-ı Hudâ’ya ermek ise ger Dem-â-dem kendini nâsdan hakîr bil nefsi tut ahkar Soyun varlık libâsın câme-i yokluğu giy Mefhar Taalluk riştesin çek mâsivâyı terk edip kurtul Karar et genc-i vahdette azîzim ehl-i iffet ol MÜSEDDES Tüvânım kalmadı ey şûh cefanı çekmeğe tende Acep kâfir mi oldum oldum ise sana efgende Ne ettim neyledim bilmem bu rütbe sen leb-i kande Fedâ-yı cân edip cândan sana olmuş iken bende Perişan hâlimi şimdi görüp eyler misin hande Sana gayrı dua etmem Kerem-âsâ tutuş sende Yatardım bister-i gamda niçin geldin uyandırdın Yalandan bûseler ikrar edip ağzım sulandırdın Beni Mecnûn edip bu hal ile dehrî dolandırdın Bu bir bîgâne-i âlem deyu halkı inandırdın Perişan hâlimi şimdi görüp eyler misin hande Sana gayrı dua etmem Kerem-âsâ tutuş sende

186


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Revâ mı böyle terk etmek beni şimdi sen ey bî-âr Ezel ki ahd u ikrârın aceptir eyledin inkâr Bana nisbet gider ağyar ile ülfet eden her bâr Ezelden al ile dil murgını dâme edip düçâr Perişan hâlimi şimdi görüp eyler misin hande Sana gayrı dua etmem Kerem-âsâ tutuş sende Terahhum kılmadın bunca yolunda bezl-i cân ettim Hayali vuslatınla âh elif kaddim kemân ettim Ne demlerdir ki bülbül tek işim âh u figân ettim Tebâh kim kendimi hicrinle rüsvâ-yı cihân ettim Perişan hâlimi şimdi görüp eyler misin hande Sana gayrı dua etmem Kerem-âsâ tutuş sende Bu bî-kes Mefharî zâre cihânı eyledin zindân Düşürdün bî-devâ derde devâsın bulamaz lokman Sanarsın kande görsen zehri cevrini bana her an Eger görse perişan olduğum bana güler düşman Perişan hâlimi şimdi görüp eyler misin hande Sana gayrı dua etmem Kerem-âsâ tutuş sende NA‘T Nice vasf eylesen sezâdır ey dil Ziraki şanında bî hudûd şuhûd Yüzü suyu ile geldi vücûda Sahrâ-yı ademden kâffe-i mevcûd Devâsız derdlere ol durur devâ Hayru’l-beşer oldur hem kâni vefâ Yoktur ana emsâl âlemde asla Anı halketti Hazret-i Ma‘bûd Mefhari sevmez mi ol şehen-şâhı Sevmeyenler anı yitirir râhı Usât-ı ümmetin dilde penâhı Dünyâ ve ukbada Ahmed ü Mahmûd NEFES Ayetler okuyup kürsüde vâiz Men‘ etme uşşâkı meyhâneden hiç Esrâr-ı Hudâyı olanlar hâfız Çeker mi destini peymâneden hiç

187


Ahmet Talât Onay

“Ene’l-Hak” sırrına Mansûr’dan akdem Âlem-i ulvîde olmuşuz mahrem Bizden ahz eyledi kemâli Edhem Zannetme bizleri bîgâneden hiç Harâbât ehline âkilsen eger Dîdeyi hâr ile eyleme nazar Cünûniyet eksik olur mu Mefhar Zincirin sürüyen divaneden hiç *** Aşkın cür‘asın içmişim sâkî Tenezzül eylemem âb-ı engûre Pîr-i hakîkate olan mülâkî Minnet etmez hicvi ehl-i gurûre Dil verip olanlar bende-i kerrâr Cândan geçer yarin eylemez inkâr Ezelden olanlar âşık-ı dîdâr Nîm-nigâh eylemez cennât u hûre Aşk u şevk bahrine olup müstağrak Mefhari “ene’l-hak” der miydi mutlak Keşf olmasaydı sırr-ı ene’l-hak Âlem-i kudsîde gûş-i Mansûr’a *** Ey dil tedârik et eldeyken fırsat Bir gün gibi geçen sâle güvenme Âkilsen kendini eyle sıyânet Etbâ ü ehlü ayâle güvenme Aldanma dünyaya o zıllu hayâl Ölümden kurtulman olursan da zâl Kande kemâl olsa ardında zevâl Vardır elbette kemâle güvenme Gıll-i mâsivâdan gönlünü arı Eyleme aram bul Hakk’a rehberi Seninle gidecek kabre Mefhari Bir top bezdir gayrı mâle güvenme *** Taalluk riştesin çeken sivâdan Meyledip dünyaya rağbet eder mi Halvet-nişîn olup geçen dünyadan Ehl-i kesret ile ülfet eder mi

188


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

İkrar-ı eletse sâdık olanlar Râz-ı hakikata kanık olanlar Dîdâr-ı mevlâya âşık olanlar Ârzû-yı hûr-ı cennet eder mi Hudâyı hefsini olmayan fâsıl Bezm-i maarife olmadı dâhil Makam-ı vahdete kim oldu vâsıl Mefhari da‘vâyı şirket eder mi *** Ey gönül sivâdan kaldırıp meylin Uzlet diyarında pünhane çekil Bilirken hürmetin hakkını ilin Bahayım-veş nedir sende bu ekil Nice şahlar geçti Süleyman-âsâ Birine vermedi bu dünya vefa Tegâfül eyleme al edip sana Bir anda gösterir sad-hezâr şekil Her nâdâna uyma Mefharî zinhar Belaya başını eylersin duçar Buyurdu Hazret-i Bektâşî hünkâr Dahl eden bizdendir ettiren değil *** Vücûda gelmeden ademden âlem Milket-i ademin hakani idim Tasvir olmadan kalıb-ı âdem Bâb-ı anâsırın der-bânı idim Seyrettim ezeli her bir tarafı Fark ettim neydügüm ben “men aref ”i Cinâne girmeden âdemi sâfî Cennetü’l-me’vânın der-bânı idim Cennetten âdemle edince sefer Beraber bizimle fatihi hayber Vâlidim dünyaya gelmezden Mefhar Anların cisminde ben cânı idim *** Ben vasl-ı yâr ile kâmıyâb oldum Şimden geri dilde gamı neylerim Gülşen-i vuslatta bû-yi hûb buldum Gonca-i bî-bûy u şemmi neylerim

189


Ahmet Talât Onay

Her saat artmakta aşk mâcerâsı Bulunmaz ilacı yokdur şifâsı Derdimiş anladım derdin devâsı Lokman’ın verdiği emi neylerim Geçtim o da‘vâdan müstecâb oldum Kurb-ı Hakk’a erdim feyz-yâb oldum Şevk-i ilâhiyle neş’e-yâb oldum Mefharî neş’eyi demi neylerim *** Yatardım gafletle bir gürûh pîrân Tuttular destimi kalk kalk dediler Ne yatarsın böyle aç gözün bir an Hayretle cihana bak bak dediler Sarf etme havaya eldeki vârı Fark eyle ne imiş yarı ağyarı Erenler pîrine verip ikrârı Şem’ine imanın yak yak dediler Erkan kapısından içeri girdim Erenler pîrine ben ikrar verdim Muradımı aldım maksûda erdim Kemer-best ol mengûş tak tak dediler Mustafayken ismim Mefhar dediler Yetişti sâkîler sundular kevser Nûş edip çağırdım yâ Ali Kamber Mest olup cümlesi Hak Hak dediler *** Kanaat mülkünün şehen-şâhları Bî-vefâ dünyada devleti neyler Kurb-ı ilallaha yetip râhları Vâsıl-ı Hak olan rif ‘ati neyler Nefse uyup ömrün eyleyen ifnâ Ettirdi varını havaye yağma Vâkıf-ı râz olan ehl-i hâl câna Makâlât ehlile ülfeti neyler Habibin habibi Kird-gâr eden Taht-ı dilde cengi şehriyâr eden Melâmet güncini ihtiyâr eden Mefharî sefayı işreti neyler ***

190


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Esîri zulmeti kenci hasretiz Ol ziyâ keş hüsn-i mâhı isteriz “Sâdıku’l-akvâl”iz ehli niyetiz Dost eline giden rahı isteriz Bî-sâye nâdâna eyleyip minnet Olmayız duçarı bela-yı mihnet Her dergâhı şaha etmeyiz hizmet Hân-gâh-ı âdil şâhı isteriz Kesret diyarında gezerken seyyâh Her yâda Mefhari olmayız hem-râh Hûri-îyn olsa da etmeyiz nigâh Rü’yet-i cemâlullâhı isteriz KOŞMA Hûbların sultânı diller penâhı Nâzeninim nev-civânım merhaba Melahat mülkünün bir şehin-şâhı Nezâketli âlî--şânım merhaba Hamdülillah buldu hitâmı firkat Hasret gitti olduk nâil-i vuslat Erişti gonca-i bûy-ı meserret Serv-i nâzım gül fidânım merhaba Teşrifinle ettin Mefhar’i mesrûr Gâyetle şâd oldu bu dil-i mehcûr Eyledin a‘dâyı best kasdı mahkûr Dil-pesendim mihribânım merhaba *** El-meded erişti eyyâm-ı firkat Kal selâmet nazlı yârim elvedâ Mevlam nasib eder bir dahi vuslat Tûtî dilli şîve-kârım elvedâ Sûz-ı hicrân düşüp cânım evine Sardı bir tarafdan dil-i gam-gîne Nice âh etmeyim bu demde yine Gitti elden i‘tibârım elvedâ Allah’a emanet eyledim seni Hıfz ede hatadan sen sîmin teni Çıkarma gönülden Mefhar dedeni Meh-cebînim yâr-ı gârım elvedâ

191


Ahmet Talât Onay

*** Dâne-i hallerin âhû gözlerin Bugün yine aklımı eyledi yağma Leylâ revişlerin şîrin sözlerin Beni mecnûn etti akıbet cânâ Dökülmüş rûyine zülf-i fettânın Sabrın almış hezâr üftâdegânın Gamze-i cellâdın tîg-i müjgânın Kande görsem eder katlime îmâ Mefharî vasfında demez mi gazel Gelmemiş dünyaya sen gibi güzel Mushaf-ı hüsnünde hattât-ı ezel Tahrîr etmiş zâhir remz-i lâfetâ *** Mevlâ’dan havf edip ey ömrüm vârı İncitme insaf et garibim beni Yeter hicrin ile ettirme zâri Şâyeste-i lutf et habibim beni Hasretinle derdim gün-be-gün artar Âh etsem alevi dünyayı tutar Zahmî firkatinden saruben kurtar Merhem-i vaslınla tabibim beni Varıp kimden kime edeyim bühtân Kimsede değildir bendedir noksan Böyle elden ele sefîl-i sergerdân Gezdiren Mefhari nasibim beni *** Bu rütbe cevr edip ey sanem bana Rahmeyle akıtma dîdem kanını Dil virelden cân u gönülden sana Terk etti külliyen hânumânını Haram oldu bana surûr-ı dünya Tahammül kalmadı çekmeye asla Bu kadar bî-rahim değilsin amma Meger gûş etmedin hiç figânını Havaya aldırdı eldeki varı Çak etti hicrinle câme-i ârı Unutursa eger Mefhari zârı Unutmaz Mefhari Süleymanını

192


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Benden alır dersi allâm-ı dehrin Mülk-i ilmin zîrâ ben hakanıyım Kimseden yokdurur havfim bu asrın Engüşte-nümâ bir kahramınıyım Hezâr san’at günde eylerim îcâd Ol sebeb kemâlim olmada müzdâd Hatemi feyz bende emrime münkâd Zümre-i uşşâkın Süleymanıyım Her bezmde Mefhar olmam şermende Maharetim vardır mecmû‘-i fende Bî-baha inciler bulurlar bende Bahr-i hakikatın ben dür-kânıyım *** O âhû bakışda nûr-ı cemâlde Seni bir halk etmiş şâhım hallâkın Bu nâz u edâda hüsn-i hisalde Bir hûba mümâsil değil ahlakın Ey şâfi‘u’l-‘usat mahbûb-ı Hudâ Vay cânı alem pîr-i ehl-i vefâ Şems tek cihana bahşetti ziyâ Burc-ı nübüvvetten senin işrâkın Nice cânın etmez yolunda feda Bu ‘abd-i âcizin Mefhari geda Kemâli zâtını kande kim câna Tavsif etse artar şevk-i uşşâkın Kalmadı ümmîd ü sâmânım elde Anca dilde bir âh gözde yaşım var Akın etsem deryaları akıtsam Teskin olmaz cânda aşk ateşim var Sarfettim olanca eldeki varım Çaput tek çâk ettim câme-i ârım Gam bana hemdemdir ben gama yârim Sanman gamdan özge arkadaşım var Bülbül-veş Mefhari düşsem feryada Yine ber-murâdım dâr-ı dünyâda Sorarlarsa nen var deyi sılada Öz cânımdan aziz bir kardeşim var

193


Ahmet Talât Onay

*** Ref ‘ etti gönülden zulmet-i hicri Tulû‘ eyleyu ben mâh-ı muhabbet Ser-be-ser donattı adl ile dehri Dil geç tahtına şâh-ı muhabbet Bu yanda okunur püşt ü penâ-gâh Teşrif eder bunda kâffe meded-hâh Çekelim gülbankı diyelim Allah Açıldı yine dergâh-ı muhabbet Nâdân ile hem-dem oluben Mefhar Râhını eyler mi hiç râh-ı hatar Münkir olan ana eder mi sefer Râh-ı hakikattır râh-ı muhabbet *** Mekşûf olup yine kim bâb-ı niyâz Erişti ey gönül çağ-ı muhabbet Bülbül ile zâre edelim âgâz Bezendi gonca-i bâğ-ı muhabbet Sâkî alıp kişi devrâne çıkar Hep ehl-i muhabbet seyrâne çıkar Atıldı bî-behâ dürdâne çıkar Deryâ-yı ülfete ağ-ı muhabbet Güller gibi Mefhar olmaz mı handan Bugün ol olmuştur vâsıl-ı cânân Teşrif eder bir bir ahibbâ yârân Hemîn kuruldu otağ-ı muhabbet *** Sarayı ülfeti etmeye tezyîn Uyandı hemîn sirâc-ı muhabbet Pervaneler cândan geçmesi karîn Tezâyüd buldu vehhâc-ı muhabbet Neş’elendi ahbâb özünü seçti Gam ceyşini aldı ol anda kaçtı Şehin-şâh-ı sürûr tahtına geçti Öründü başına tâc-ı muhabbet Fehm etmez bu razı merdüm-i gâfil Bu devlete olmaz ol denî vâsıl Mefhar cân eline olunca râhil Erişti yine mi‘râc-ı muhabbet

194


MİCMERÎ155 İsmi Osman’dır. Zamanında Âşık Osman ismiyle yâd edilirmiş. Şair Cünûnî’nin Çolak Tilki dediği Âşık Osman’ın bu zât olması –zamanı itibarıyla-muhtemeldir. 1274/1858-1859 senesinde vefat ettiği Zaimzâde Sait Efendi mecmuasındaki bir kayıttan anlaşılmıştır. İfadesi akıcı, lisanı oldukça düzgündür. Âşık ünvanını aldığına bakılırsa âşık meclislerinde tanınmış bir sîmâ olduğu ortaya çıkar. DİVAN Hil‘at-i hüsnün dem-â-dem câme-i gül-gûn olur Serv-kaddin nev-nihâli kâmetin mevzûn olur Devr-i âdemden beri mislin cihâna gelmemiş Ol kadar hûbdur cemâlin her gören meftûn olur Râzı gönlüm rûz u şeb hayli hayâlinden senin Çeşm-i giryânım şehâ bir çeşme-i pür-hûn olur Etsem eyyâm u dem-i vuslatta bir lahza arâm ……………. mihribânım firkate uygun olur Micmerî dâr u diyâr-ı gurbet ilde bir zamân Âh çekip hûn-ı cigerden gözyaşı ceyhûn olur *** Ey perî bir sen gibi şûh-ı dil-ârâ görmedim Ben gibi ‘aşk-ı cünûn rüsvâ-yı sevdâ görmedim Sen gibi yüz binde bir hasnâ bu dehre gelmedi Ben gibi cân u cihânı terk-i dünyâ görmedim Sen gibi bâğ-ı visâlde verdi ra‘nâ yok henüz Ben gibi feryâd eder bir murg-ı şeydâ görmedim Sen gibi la‘l-i leb-i âb-ı hayât-ı câvidân Ben gibi câm-ı ceme ser-mest-i sahbâ görmedim 155 Ayrıca bk. Sagıp Atlı, Micmerî Çankırılı, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 08.11.2013, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

195


Ahmet Talât Onay

Sen gibi cennet cemâl âlî-cenâb dil-ber perî Ben gibi Micmer gedâ ednâdan ednâ görmedim SEMÂÎ Felek çarhı berin üzre döner devr-i zamandır bu Ferâgat gel yeter cevr eyledin cânâ cihândır bu Bana cevr ü cefâ senden olur lutf u vefâ amma Ne denlü olmasa bî-zâr olur elbette cândır bu Sirişk-i merdüm-i çeşmim görüp aybetme sultânım Çıkar durmaz demirde neşter-i aşkınla kandır bu Sakın âh u enînimden hazer kıl ey per-i peyker Yakar sözü şerârım âlemi âteş-feşândır bu Dem-â-dem menzil-i maksûda ermekdi merâm Micmer Binince esb-i aşka cân verir rûh-ı revândır bu *** Hayâl u hasretin aşkın firâkın cânıma geçti Fitili derd-i hicrin sîne-i püryânıma geçti ‘Aceb bir derde düştüm ki tabîb dermana hâcet yok Yine dermân imiş derd illeti her yanıma geçti Nice bir büt-i ra‘nâ râhib-i aşka sanemsin sen Serinde küfr-i zülfün çengeli îmânıma geçti Temâşa eyledim bir kez cemâli misli mir’âtın Güneş çehre ziyâsı dîde-i giryânıma geçti Benim bu dehr-i dûn içre sen oldun bâis-i aşkın Kemâlin ilm ü hâli mekteb-i irfânıma geçti Gönül levhinde Micmer mushaf-ı hüsnün kitâp etmiş Yazarken vasf u şânın defter u dîvânıma geçti KALENDERİ Çengâl-i gönül zülf-i dil-ârâya ilişdi Cân riştesi ol dil-ber-i ra‘nâya ilişdi Meydân-ı muhabbette o mahbubu ararken Gör ki nice göz gözleri şehlâya ilişti Eyyûba şifâ verdi Hudâ Ya‘kûb’a vuslat A‘zâr-ı Yûsuf gûş-ı Zelîhâ’ya ilişti

196


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Râhib gene pend etmeye aldı ele incil Nâkûs-ı zebân rûy-ı çelîpâya ilişti Gel alma yeter âhım okun ey kemân-ebrû Tâ dâmen-i eflâkte mesîhâya ilişti Peymâne-i gamdan çekeli destini Micmer156 Sâkî yed-i cem câmı musaffaya ilişti KOŞMA Nedir Süleymanı ser-gerdân eden Çarh-ı kec-rev fani dünyâ değil mi Sedd-i iskenderi perişân eden Âyîne-i şikest-nümâ değil mi Tut yed-i mürşid-i dâmeni pâk ol Dîdeleri giryân sînesi çâk ol Sakın benlik etme yüz yerde hâk ol Kibreden iblis-i garra değil mi Micmerî tarik-i âşıkdan çıkma Hevâ-yı hevesde gezip cân sıkma Elinden geldikçe gönül yap yıkma Kalb-i mü’min beyt-i mevlâ değil mi *** Aşk bir pâdişahdır müşiri sevdâ Ferman okur nice Süleymanlara Sevdâ ser-askeri gam mîr-i livâ Hükmeder vezir-i âlî-şânlara Bu bir vesiledir elde irade Hak vermezse kula ermez murada Felek ne şah bilir ne de şehzâde Atar kemendini kahramanlara Micmerî dil Hakk’ın nazar-gâhıdır Lâ-mekân mülkünün hayme-gâhıdır Hüner ikliminin pâdişâhıdır Kem nigâh eyleme dervişânlara 156 Kastamonulu Âşık Kemâlî’nin “Aşk ehli olan her biri sevdâya ilişti / Dil veridi ezel dil-beri recâya ilişti” şiirine naziredir.

197



MÜNÂDÎ Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine giderken inşasını emrettiği Camî-i Kebîr’in inşasının bitişine tarih düşüren Münâdî hakkında malumatım yoktur. Başka eserlerini de elde edemedim. Bu cihetle yalnız tarihini naklediyorum. Buyurdu yapmağa isnâ yılında Bunu Sultân Süleymân tâli‘u’l-hayr Münâdî göricek hayr ile hatmin Dedi târihini “yâ câmi‘u’l-hayr” (966/1558)

NÂ’İLÎ Çankırı’nın Ilgaz kazasının merkezi olan Koçhisar kasabasından Kayılı oğullarından Hoca Hacı Mehmet Efendi’nin oğludur. 1282/1866’da doğmuştur. Babası zamanın ulemasından olduğu için babasından bey oğlu hoca Abdullah tarafından bir mikdar medrese tahsili görmüştür. Âşıklığa İkiçamlı Âşık Bezmî’yi dinlemekle başlamış, bu sırada Kastamonulu Âşık Kemali ile tanışmış, Nâ’ilî mahlası bu Âşık tarafından verilmiştir. Şiirde son üstadı Geredeli Âşık Figânî’dir. HAYATI: Nâ’ilî tam manasıyla rind-meşrep, laübali tabiat, mecma‘-i ezdâd bir simâdır. Sarhoşluk ve keyif verici maddelerin her çeşidini buldukça fazlasıyla kullanan ve devamlı sarhoş gezen Nâ’ilî, bir vakit namazını bırakmayacak derecede musallî, bir gün işret ettirilmeyeceğini haber alsa çıldıracak derecede müteessir bir ayyaştır. Nâ’ilî, senelerce hapis yatarak azılı bir mecnun rolü oynamış ve nihayet divanelikle itham edilerek defalarca Kastamonu darüşşifasını boylamıştır. “Kastamonu tımarhanesinin pilavını yemeyince sukûnet gelmiyor” diyerek azıtacağı zamanlar Kastamonu’ya koştuğu vakidir. Çocukluğumda Çankırı hapishanesinin büyük tut ağacına boynundan zincirle bağlı olarak defalarca görmüştüm. “Şehidallâhu ennehû lâilâhe illâ hû” na’rasıyla koca ağacını sarstığını görerek korkmuş, mahbusların firar teşebbüsü üzerine demir parmaklıkları kırıp çıkmaya çalışırken jandarmaların si-

199


Ahmet Talât Onay

lahla ateş açmaları üzerine “münkir-nekir ayağımdan çekiyorlar kurtarın” feryadını bastığını duyduğum zaman hayli gülmüştüm. Onun bu muvaffakiyetle divane rolü yapmasıdır ki günün birinde hakiki bir mecnun olarak meydana çıkmasını mucip olmuştur. Bir ramazan günü Kastamonu tımarhanesinden Çerkeşli İsmail Efe kefaleti ve vesayetiyle çıktıktan sonra geceleri fasıl yapması, böylelikle bayram harçlığı çıkarması kararlaşır. İsmail ağa saz bulmağa Nâ’ilî de namaza gider. Fakat saatler geçer Nâ’ilî görünmez. Nihayet: -Ben Müslüman değilim, adım Apostol’dur, feryadıyla bir sarhoşun polisler tarafından sürüklenerek götürüldüğü görülür. Meğer Nâ’ilî Baba yolunu camiye değil, meyhaneye uğratmış. Yarım okkalık bir şişeyi nefes almaksızın dikiveren, küçük bir meze bile almadan okkayı bitiriveren Nâ’ilî, yarım saat içinde çatlayacak kadar içmiş, sızmaya hazırlanırken karakola götürülmüş. Ertesi gün mahkemede hocazâdeliğinden, müttakî bir Müslüman olduğundan bahis ile halinin ıslahı için kabil-i istinaf olmak üzere sekiz gün hapsine, bir lira cezayı nakdiye mahkumiyetini tebliğ eden hakimler heyetine karşı: -Sekiz günü kabul ettim. İstinaf etmeyeceğim, fakat bir lira nakdi cezayı kabul etmiyorum. Çünkü bende dünyalıkdan eser yoktur. Olsaydı buradan çıkar çıkmaz o bir liraya bir daha sarhoş olur, bayrama kadar mahbushanede rahat ederdim. Hem içimdeki cinleri çıkarmak için benim hiç olmazsa günde yüz yüzelli dirhem içmem lazımdır, mukabelesinde bulunmuş. Bunun üzerine bir lira hâkimler heyeti tarafından iâne suretiyle verilerek tahliyesi icra edilmiştir. Nâ’ilî uzun boylu, iriyarı, koyu mavi gözlü, yapılı bir insandır. Sarhoşluğundan bî-zâr olan hemşehrilerinden yediği bir dayak neticesi deli olduğu şayi’ ise de evvelce bir kabahatinden kurtulmak için divane rolünü bihakkın yaptığı için delilik kendisine yakışmış, sonraları adeta belli başlı bir huy olmuştur. Koçhisar çarşısında oturan bir deliye tokat atarak, - saçma atmayı bilmiyen deli olmaz, dediği meşhurdur. Bu hem mecnun hem mütecennin adam daima dolaşır, hayatını bu suretle kazanır. Nâ’ilî, âşık tarzının her şekil ve nev’inde şiir söylemiştir. Destanları güzeldir. Bilhassa hicviyeleri çok dikkate değerdir. Eserlerinden sonra numune verilecektir. Şimdiye kadar kendini yakalamak, eser almak mümkün olmamıştır. Eldekileri neşre ise rızası alınmadığı için hicvinden korkarak derç edilmemiştir. Çünkü deliye taş atanın başı yarılır.157

157 Ahmet Tal’ât, Nâ’ilî’nin eserlerinden örnekler vermemiştir. Geniş bilgi ve şiirlerinden örnekler için bk. Sadık Çakırsipahi, “Âşık Nâilî Baba” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.1, Ağustos-2006, s.201-213; Sadık Çakırsipahi, “Nâilî Baba” Duygu Dergisi, Ekim-1997, s.3; Eyüp Akman, a.g.m., s.236, Kadir Alper, “Çankırılı bilinmeyen birkaç şair: Rüyeti, Naili Baba, Necati, Vehbi” Milli Folklor, Bahar-2004, s.162. Ayrıca Nâilî’nin Şiir Defteri, Çankırı Belediyesi, Dr. Rıfkı Kâmil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezinde 893 numarada kayıtlıdır. (İ.A.)

200


NÛRÎ Ilgaz kazasına üç saat (yürüme) mesafede Yerkuyu köyünden Şeyh Abdullah Efendi’nin oğludur. 1293/1877-1878’de bu köyde doğmuştur. Tahsili babasından ve Atkaracalarlı Hasan Efendi’dendir. Kadiri tarikatına mensuptur. Düzgün söz söyleyen, latifeci, iyi huylu bir rençberdir. Zâhidâne ve münzeviyâne bir hayat yaşar. Fakat mutaassıp değildir. Onu haricen görenler basit bir köylü, alelade bir mürid sanırlar. Halbuki uyanık bir derviş, zeki, akıllı bir rençberdir. Atkaracalarlı Bânû Hanımla müşaareleri vardır. Arasıra şiir yazdığı hatta Nâili’ye şiirle latifelerde bulunduğu bilinmektedir. Şiirini istedim göndermedi. Bânû kısmında bir şiiri vardır.

NÛRÎ BABA158 Âşık Nûrî ve Nûrî Baba ünvanlarıyla tanınan Nûrî; Çankırı’nın Saray mahallesindendir. Vefatı 1322/1906-1907 senesinden sonradır. Bu zamanlarda Nûrî, beyaz sakallı gür bıyıklı uzunca kaşlı uzun boylu 65’lik bir ihtiyardı. Arasıra zayıf, cılız bir beygir üzerinde sazı omzunda köylere gittiği görülürdü. Bu gidişler hep vuku bulan davetler neticesi olurdu. Sazını dinlemedim. Fakat mektep sıralarında şiire heves ettiğim günlerde küçük vesileler bularak kendisinden galiba şiire dair bir şeyler öğrenmek istedim. Söylediğini ben anlamadım. Yahut maksadımı o kavrayamadı. Nûrî, bezci esnafından olup okuma yazması olmadığı katiyetle mervidir. Kendisinin külliyatını görmediğim gibi Nûrî isminde Tokatlı, Tosyalı, Ilgazlı ve daha başka yerli birtakım şairler de olduğundan bizim Nûrî’ye ait şiirleri ayırmak imkanı hasıl olmadı. Bizim Nûrî’nin gençliğinde Çankırı’ya müteaddid defalar gelmiş olan Tokatlı Âşık Nûrî o zamanın gençleri üzerinde büyük tesir bırakmış olduğundan eserleri rağbet görmüş, diğer Nûrîlere ehemmiyet verilmemiştir. Çankırılı Nûrî’nin koşmaları, destanları olduğu mervidir. Hele “kaynana-gelin” destanı sitayişlerle medhedilmektedir. Fakat ne yazık ki bugün bunlardan bir eser bile kalmamıştır. Bazı mecmualarda Çankırılı Nûrî’ye ait gösterilen şiirlerin Tokatlı Nûrî’ye ait olduğu tetkikimle ortaya çıkmış ve birçok şiirin hangisine ait olduğu kestirilememiş olduğundan Nûrî’den misal veremeyeceğim. Vereceğim noksan misaller ise Ali Mihri Efendi’nin hafızasını zorlayarak bulduklarından ibarettir. 158 Ayrıca bk. Süheyla Sarıtaş, Nuri Baba, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 06.07.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

201


Ahmet Talât Onay

Bana öyle geliyor ki bizim Nûrî, başı sıkıldığı vakit diğer Nûrî’lerin şiirlerini okumak suretiyle dinleyenlerini kendine hayran bırakmış ve çok defalar irticalen söylemek zahmetinden kendini kurtarmıştır. Bununla beraber Ali Mihri Efendi’nin Behçet Bey’in nakillerine nazaran Nûrî, Çankırı’ya gelen âşıklarla müşaarede, tekellümlerde bulunur ve çok defa açtığı zor ayaklarla hasımlarını terlettiği vaki olurmuş. BİR DESTANDAN Yürümez ikbâlim ahbâb u yârân Bulunmaz benim tek olan ferzane Köşenin başında var bir nev-civan Bir elinde mir’ât birinde şâne Müşteri olurlar paketlerine Cân verirler beyaz para yerine Seyret Avrupa’nın her bir teline Asılmış dururlar hezar divane İsmini vermişler Mustafa ezel Bir iltifat etse dünyaya bedel Emsali bulunmaz böyle bir güzel Arzu edip gelir çoklar seyrane DİĞERİ Bir nigah eylese kangı tiryaki Getirir başına sevda tütüncü Yakar cıgarayı destine ta ki Çektikçe okurlar illa tütüncü Müşteriler arttırırlar şöhreti Bend etti kendine bir memleketi Cân verir alırlar her bir paketi Dediler emsalsiz hâlâ tütüncü

202


OSMAN BEHÇET Arazi memurlarından Kesdefzâde Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Mihri Efendi’nin yeğenidir. Mektubunda nüfus kağıdına bakılırsa 1313/1897-1898’de Çankırı’da doğmuş, tahsilini Çankırı idadisi ve İstanbul Lisesinde 1329/1913-1914’da başarıyla tamamlamıştır. Doktor olmak için tıbbıye, idareci yetişmek için mülkiye mekteblerine müsabaka ile girmiş ise de harb-i umûmide bu mektebin kapanması üzerine tahsili bırakmaya mecbur olmuş, bir müddet muallimliklerde bulunduktan sonra 1337/1921 senesinde maliyeye intisap etmiştir. Şimdi Nâfia Vekâleti muhasebe müdürüdür. Behçet Bey, daima şen ve şuh bir gençtir. Ahlakının safiyeti, tavırlarının sadeliği muhabbeti caliptir. Hakkındaki ihtimamı ile beraber kıymetli kütüphanesindeki eserleri araştırma ve incelemelerine ta çocukluğunda müsaade etmesi hasebiyle muktesabatını dayısı Ali Mihri Efendi’ye borçludur. Bunu kendisi de itiraf etmektedir. Şiire merakı İdadi sıralarında ve dayısının kütüphanesinde gördüğü Muallim Nâci’nin Âteşpâre ve Şerâre’sini okumakla başlar. 1324/1909 tatilinde; babam beni bugün dahi hasretini çektiğim Kuyupınar köyünün koyu çamları gölgesine attı, manzum yazabilmek hevesi bundan bir sene evvel başlamıştır, diyor. İlk şiirleri Rebâb ve Servet-i Fünûn’da 1328/1913’te çıkmıştır. Bu tarihte İstanbul Lisesi edebiyat şubesi talebesinden olduğu için muallimleri Şehabeddin Süleyman Bey’in sevki ile Fecr-i Âti şairlerini takip etmiştir ki bunu şiirlerinden çıkartmak pek kolaydır. Celâleddin-i Rûmî’nin hayatı ve yoluna dair matbu bir eseri vardır. AH, AĞLA.. Göğsümde şimdi hıçkırarak döktüğün acı Gözyaşları ile istiyorum dolsun her taraf Sarsın, perî-i tesliyetin gür siyah saçı Ettikçe leblerim ruhu gül-gûnun tavaf Sen ağladıkça öyle güler çehre-i semâ Ufku şebâba kevkebi aşkın tulû eder Ah ağla ağla sevgili her aşk derbeder Gözyaşları ile ruha eder bahş-ı ıttılâ’ Gül çehrelerde dinlenir her şebnemi melal Bir lahza ağlamakla solar gonca-i keder Ah eyle zavallılığın şîr-i eşk-i ter

203


Ahmet Talât Onay

Hüsrân-ı ızdırâbını dök kalbe gizlice Sen ağladıkça bulmayacak aşkımız zevâl Ah ağla ey kerîme-i mâtem bütün gece HEMŞÎRELERİNDEN BİRİNİN VEFATINA Rûhum peyâm-ı mevtin ile oldu târ u mâr Ağlattı firkatin beni âh etti zâr u zâr Biz neş’e-i hayat ile şâdân iken niçin Bilmem ki sen niçin olasın hâk-sâr Billah Ayşe havsalamın yok tahammülü Bir bî-günâh gence yakışmaz hayı mezar Zaten hayatın öyle hazin öyle gamlı ki Her lahza-i tahatturu bir anı girye bâr Annen, çocukların hele kardeşlerin bunu Yâdeyledikçe olmadadır şimdi eşk-bâr Git cennetinde kol kola hafızla gez yürü Lakin unutma orda baban var, baban da var Hamdi Rıza Afife ve medfûn olan bütün Kardeşlerinle el ele ettirme intizâr Kan ağlasın bizim de dü çeşm-i melûlümüz Oldukça böyle siz ebediyetle hem civâr HECE İLE Koynumda şebnem gibi çiğ gibi eriyorsun Kokladıkça açılan gül hissi veriyorsun Bazan korkak çekingen dudak büküp diyorsun Ruhuma giriyorsun ruhuma giriyorsun

204


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

OSMAN PÜNHÂNÎ İsmi Osman’dır. Çankırılı Yeşillioğullarından Çolak Osman namıyla bilinmektedir. Bakkallık ederdi. Dükkanı zamanın şair ve âlimlerinin toplantı yeriydi. Emsali arasında vasat derecede bir şairdi. Onun şöhreti şiirle değil memleketteki şiir mücadelelerine karışması, bu mücadeleleri körüklemesi ve bilhassa herkese yaptığı latifelerin ince olmasıyladır. Dükkânının önü daima bir ekâbir toplantısı halini alır, burada Okçuoğlu Şakir, Ali Bezli, Mihri, Behçet, Vehhaç gibi zariflerin her an bir nüktesi, bir latifesi işitilirdi. Mesela çok şişman bir kolağası ile otururlarken Hoca Keşşâf Mehmet Efendi’nin asasını alıp kolağasının önüne koyarak: -Ejder ol da şu kol ağasıyı yut! Avukat Müftüzâde Osman Efendi çâlımlı bir yağız atla dükkanın önünden geçerken: -Yezid’in bindiği at da böyle siyahtı, latifesinde bulunduğu ve Okçuoğlu Şakir Efendi’ye sigarasını yakmak için kibriti koltuğu altında yakınca Şakir Efendi’nin: -Her tarafın cehennem kesilmiş, latifesine: -Orasında İbrahim’e görünen gülistan vardır; sana ateş göründü, mukabelesi meşhurdur. Rumlardan, Ermenilerden meclis-i idare mahkeme azası olanlar da bu dükkân önünde otururlar, ona latife yaparlar, mukabele görürlerdi. Ermenice bir “Tuhfe-i Pünhânî” yazarak bunlara okuyup onları hiddetle kızdırdığı olurdu. Ez-cümle: Gâfilâtün gâfilâtün gâfilâtün gâfilât Ermeniler böyle halt yer Kayseri’ye varsalar çeşidinden şathiyatı hepsini çileden çıkarırdı. Geçenlerde Tanrı’nın rahmetine kavuşan zurefadan Şehirlioğlu Hamdi Efendi bir musahebe arasında: -Çolak herkesi bir suretle kızdırırdı. Beni de “Andi” diyerek küfre sokardı, demişti. Kendisinden bir paket sigara, küçük bir bakkaliye eşyası alan her fert behemehâl onun bir latifesine maruz kalırdı. Pünhanî, Bektâşî idi ve cidden hakiki bir muhibb-i hânedân-ı Resûl olduğu mervidir. Vefatı 1337/1921 senesindedir. Vefatında altmışlık vardı. Çok vefalı olduğu hakikattır. Hacı Şeyhzâde Osman Talat Efendi, Nusaybin’e kaymakam giderken işini gücünü bırakıp refakatinde gitmiş, meşhur Kayserili Âşık Rüştü’yü civar vilayetlerde yalnız bırakmamıştır. Bu son seyahatte bir parçada Rüştü’ye aşkının tesiri olduğu mervidir. Şiirlerini bulamadım. Kıymetli mecmualarının kimde olduğu anlaşılmadı.

205



OSMAN TAL’AT Çankırı’nın kadim ailelerinden Hacışeyhoğullarından Hacı Sait Efendi’nin oğludur. 1278/1862-1863’de Çankırı’da doğmuş, yalnız rüşdi tahsili görmüştür. Fakat harika denilecek bir zeka ve hafızaya malik olduğundan inceleyip araştırdığı eserlerden çok istifade etmiştir. Eskiler bir kusursuz ve düzgün söz söyleyen bir şairi tarif ve tavsif için “Nâbî gibi söyler” sözüyle şair Nâbî’ye nasıl bir fevkaladelik isnat etmişlerse 40 sene evvelki Çankırı kâtip ve münşileri de “Hacı Şeyhoğlu gibi yazar, Osman Efendi yazmıştı” sözleriyle de o zamanın en kudretli münşîsi olan bu zâtı yüceltmişlerdir. Osman Efendi kaymakamlıklarda bulunduktan sonra daima bir volkan gibi feveran eden zekâsını, işretin hânümânsız zehirleriyle söndürmeye çalışmış ve ne yazıktır ki pek genç çağında otuz yaşında çok fazla içerek sönüp gitmiştir. Çankırı’ya Şinasi-Namık Kemal edebî tarzına mensup şair ve muharrirlerin eserlerini celp ile okuyan ve zamanın gençlerine okutmak suretiyle istifadelerini temine çalışan Osman Efendi’dir. Bu mektebin en mühim simalarından olan Ziya Paşa: Bir şaire müntehâ-yı maksad Bir şîşe şarap ve bir semen had, teranesiyle her akşam bir meyhanenin sefahat sedirinde sarhoş yatmaktan bir gün kendini kurtardığı halde bu edebî zümrenin hararetli bir taraftarı olan Osman Efendi, Namık Kemal ve takipçileri gibi işreti şairliğin gereklerinden bilmekte devam etmiş, bu cihetle başladığı Ermeni Tarihini bitirmeden, bize bir şeyler bırakmadan zavallı şair hayatına Mehmet Celal gibi feci bir akıbetle hayatına İstanbul’da nihayet vermiştir. Dikkate değer bir ibrettir ki oğulları Sait, Ahmet Kemal, Hasan Beylerle kayınbiraderleri meşhur hukukçulardan merhum Kuddusi ve Feyyaz Beyler hayatlarında bir kadeh bile içkiden bir şey kullanmamışlardır.

207


Ahmet Talât Onay

ESERLERİ: Osman Efendi’nin elde hiçbir eseri yoktur. Ermeni Tarihini, Namık Kemal ve Ziya Paşa’yı takip etmek maksadıyla başladığını zannediyorum. Osman Efendi iyi bir kâtiptir. Metin bir üslup sahibi olduğu, latif ve hoşa giden terkipler ibdâ‘ ettiği mervidir. Nesrinde müseccâ‘ yazmayı tercih etmiş, o zaman için herkesin beceremeyeceği bir tarz olduğundan şöhretine bir az da bu külfetli yazışı sebep olmuştur. Pek az nazım yazmıştır ve tarz-ı kadimdir. Âsârı zâyi‘ olmuştur. Yalnız bir kıtasının şu beyti hatırda kalmıştır. Kaf dağı nâmında bir cism-i mevhûm Sözüne inanacak şeytân kalmadı

208


OSMAN VEHHÂÇ159 Çankırı’ya iki saatlik yürüme mesafesindeki Absarı köyünden Hacı Osman Efendi oğlu İbrahim Efendi, tahsil için Çankırı’ya göç etmişti. Bilahare memleket uleması meyanına dâhil olan İbrahim Efendi, hükümetin imamlığını yaptığı için Saray hocası ünvanını almıştı. İşte bu zâtın oğlu olan Osman Vehhâç Efendi 1272/18561857 senesinde Çankırı’nın Saray mahallesinde doğmuştur. Saray hocasızâde yahut Absarılızâde namıyla maruftur. Asıl mahlası Nûrî’dir. İbrahim Efendi vakur, temkinli, fatin bir zât imiş. Babasının güzel ahlakı ve kavrayış derinliği oğlu Osman Vehhâç Efendi’de daha bariz bir surette tecelli etmiştir. İlk tahsili İmaret Sıbyan mektebindedir. Rüşdî tahsilini Büyük Hoca namıyla bilinen Süleyman Efendi’den gördükten sonra 1283/1867-1868 hususi tahsile ve bilhassa Farisi tahsiline koyulmuştur. Hayatında tanzim ettiği resmi terceme-i hal hulasasına nazaran Osman Efendi 1288/1872-1873 senesinde İstanbul’a giderek telgraf mektebine dehaletle beş ay devamdan sonra ameliyat görmek için Kastamonu’ya gelmiştir. Sekiz ay ameliyattan sonra Mayıs-1289/ Mayıs-1873’te Kalecik merkez memurluğu vekâletine, Temmuz-1290/Temmuz-1874’te Çankırı telgraf muharebe memurluğuna tayin edilmiş, 1291/1875-1876’da istifa etmiştir. Bu tarihten teşrin-i sânisi-1295/ Kasım-1879’a kadar emanet a’şâr, Kangırı memlehası tamirat memurluğunda, a’şâr başkâtipliğinde ve bu tarihten 1305/1889-1890 senesine kadar Bidâyet Mahkemesi aza mülazımlığında yedi ay, İskilip a’şâr kitabetinde ve 1322/1906-1907 senesine kadar liva muhasebesi kitabetinde ve bu tarihten vefatına kadar başkâtiplikte ve Ağustos-1325/Ağustos-1909 senesinde bir müddet Çerkeş kaymakamlığı vekâletinde bulunmuştur. 1329 senesi teşrîn-i sâninin 25. günü (8 Aralık 1913) vefat ederek Sarıbaba mezarlığına defnolunmuştur. Memuriyet hayatında ayrılma, işten el çekmek, hakkında soruşturma açılma vâki olmamıştır. Resmi terceme-i halinin başında liva muhasebecisinin ashâb-ı iktidar ve liyakattan mutasarrıfın da erbâb-ı ehliyet ve iktidardan olduğuna dair haşiyeleri vardır. Şiire hevesi rüşdiyede okuduğu Gülistan ve Tuhfe-i Vehbi ile başlamış, bilahare Mecbur, Ali Bezli, Behcet ve Tokatlı Nûrî ile muarefe peyda ederek memleketin o zamanki ilmî, edebî cereyanlarına karışmıştır. İstanbul’da Namık Kemal ve takipçi159 Ayrıca bk. Süheyla Sarıtaş, Vehhâç Alpsarılızâde Hocazade Osman, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018 (İ.A.)

209


Ahmet Talât Onay

lerinin oluşturduğu edebî harekâtı ve Mithat Efendi’nin uyandırdığı ilmî cereyanları Çankırı’da ilk takip edenlerdendir. Mithat Efendi’nin eserlerini Fevzizâde Mustafa Efendi vasıtasıyla tedarik etmiştir. Âşık Kararî’yi “parpar yanar” redifli gazeli Behcet ve Ali Mihri ile beraber yazarak kaçıranlardandır. Vehhâc mahlası Âşık Tokatlı Nûrî tarafından verilmiştir. Civelekzâde Osman Vefâ Efendi, Nûrî’nin şiir mecmuasını aşırmış, Vehhâc, Mecbûr, Vefa ve daha birkaç genç bağlara giderek mecmua muhteviyatını istinsah etmişler ve Nûrî’ye mecmuasını haklarında birer beyit veya kıt’a söylemek, birer mahlas vermek şartıyla iade etmişlerdir. Osman Efendi kısa boylu, biraz kamburca, kır sakallı, zayıf, açık alınlı bir zat idi. Bir aralık Bektâşiliğe intisap etmiş ise de bilahare vazgeçtiği söylenir. Osman Efendi şuh meşreb, kalender tabiat bir rind-i deryâ-dil idi. Vakur olmakla beraber mütevazı, zarif ve latife-perdâzdı. Zamanının ulema ve şuarasıyla sarf ettikleri nükteleri meşhurdur. ÜSLÛBU: Osman Efendi’nin kudretli bir kâtip olduğunda kendisini tanıyanlar ittifak etmektedirler. Şiirde yaygın şöhretine rağmen bir fevkaladelik ve mesela Mecbûr kadar muvaffakiyet gösterememiştir. Fuzuli’yi çok okuduğu, bu büyük şairin üzerinde tesiri olduğu eserlerinden anlaşılıyor. Şiir mecmuasını bu muvaffakiyetsizliğin verdiği teessürle yakdığını tahmin ediyorum. Eldeki parçalar onun yüksek kabiliyetli bir şair olduğuna delil olamaz. LİSANI: Aruzla yazdıklarında imalelere, zihaflara, sakatlıklara çok tesadüf edilir. MÜNÂCÂT Hemîşe lutf-ı pâkin bendene kıl reh-nümâ yâ Rab Sana bana yetişmez râhı kılma ihtidâ yâ Rab Meded-kes iltifâtım âşinâyı gayrıdan gayrı Yeter kıl bî-kesin öz âşinanla âşinâ yâ Rab Sebât ettir kadem-i i‘tibârını râh-ı vahdette Şerîat reh-nümûnundan aman etme cüdâ yâ Rab Sana layık amelden âriyim ger olmasa bilmem N’olur hâlim benim “lâ taknatû”ya cân fedâ yâ Rab Hevâ dâmında koyma derd-mend üftâde Vehhâc’ı Esîr-i aşk-ı pâkindir anı kılma rehâ yâ Rab

210


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

NA‘T-I RESÛL Cism-i pâkin mazharı nûr-ı hakîkat yâ Resûl Varlığın keşşâfı ve’l-esrârı vahdet yâ Resûl Cebhe-i pâkinde zâhir vech-i Hak isbât ile Her bir uzvundan araz bin türlü hikmet yâ Resûl Vâr-ı âlem bâis-i zât-ı şerîfin olduğun Kıldı Hak isbât için inzâl-i âyet yâ Resûl Müstemendinden şehâ âsârı lutfun el-aman Kesme pek muhtâc-ı nâçâr kıl şefâ‘at yâ Resûl El-aman yok hâsılım müstağrak-ı isyandayım Zât-ı pâkin hürmetiçün et mürüvvet yâ Resûl Kalbi sersamım gamı isyan ile âlûdedir Var ümidim şanınız mücrime şefkat yâ Resûl MERSİYE Fâriğ ol âlâyiş-i çark-âbı dünyâdan gönül Mahrem ol da lezzet al gel ehl-i efnâdan gönül Mâsivâdan geç alâyık riştesin maktu‘ kıl Men aref dersin oku derviş-i dânâdan gönül Terk kıl âsârı te’sîrin eğer varsa bugün Karalar pûş et kan ağla dehr-i ednâdan gönül Ah neler çekti bu mâhî menşe-i âlâmda Kurretu’l- ‘aynı risâlet dest-i a‘dâdan gönül Hânedân-ı Hazreti Peygamber üzre dehr-i dûn Durmadı hiçbir vakitler cevr-i icrâdan gönül Kâil olmaz bu işe göğsünde îmanı olan Kalb-i hâinin eşeddir seng-i hârâdan gönül Bir belâdır Kerbelânın vak‘a-ı dil-sûzu kim Muzdaribdir ehl-i vahdet bu kazayaden gönül Kerbelâ’da bu belâ-engîz gün âh etmedik Kalmadı tahte’s-serâ fevka’l-mu‘allâdan gönül Vehhâc-âsâ düşmenin etbâ‘ına ensârına La‘net et ki nâil-i vasl ol dil-ârâdan gönül

211


Ahmet Talât Onay

MERSİYE-Yİ İMÂMÂT Dilâ sûrette kalma aldanırsın Bakıp âlemin nakş-ı niginine Gözün aç matlabın bâid sanırsın Mazhar düş “ve nahnu akrabîn”e Edip kesrette zâhir kendözünü Kılar mestûr vahdette izni İşittin “seme vechullâh” sözünü Gözün aç bak o Rabbu’l-âlemîne Nedir bu bâis-i eşyâ vü âlem Habîbin kıldı levlâk’le mükerrem Özün fikreyle ger oldunsa âdem Salât eyle şefî‘u’l-müznibîne Cihânın şâhıdır mahmûd u server Veli şem‘ ile mâhî şâhî hayder Velâyet lahmi nutku seyf-i akher Verildi pîşvâ-yı şâh-ı dîne Hasan’dır cennet içre şâh-ı sübhan Gözü nuru habibi hası mennân Hudâdan korkmadılar kavm-i Süfyân Agu içirdiler ol nûr-ı ayne Biri nûr-ı Hudâ şems-i Hudâdır Melâz ü melce-i ehl-i vefâdır Neyim var varlığım cümle hebâdır Şehid-i Kerbelâ şâhı Hüseyne Velâyet mazharı kân-ı ‘inâyet Şehin-şâhı salâtını saâdet Verip her sırrını şâh-ı velâyet İmamı çâr-ı Zeyne’l-âbidîne Muhammed Bakır ol kân-ı vefâdır Çü vârisân-ı sırr-ı Mustafa’dır İki âlemde ol fevkal’ûlâdır Mürüvvet ehlidir ol mücrimîne İmamı Ca‘fer oldu hâdi-i Hak Erenler âyini meydanda mutlak Uyanlar ârifândan oldu ancak O sultân-ı hüden li’l-müttekîne

212


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Biri Mûsâ-yı Kâzım hayy-ı dâim Ledün ilmine gayet oldu âlim Anın bâb-ı şerîfinde avâlim Olur gûşunda mengûş-ı kemîne Ali Mûsâ Rızâ’dır nûr-ı yezdân Eder bu âlemi nuruyla rahşân Yolunda hâk-pây olan garibân Çıkar bu âlemi arş-ı berîne Tâkî nûr-ı ilâhîdir Nâki şâh Tarîk-i Hakk’a bunlar oldu hem-râh Hakikatta bulardır püşt ü penâh Câmi-i müslimîn u mü’minîne Hasan’dır ceyş-i şâhın pîşuvâsı Gönüller nûru hem kalbler ziyâsı Bunun yerlerde gökde mübtelâsı Hemân başlarlar efgân u enîne Zuhur eyler olur bir demde Mehdî Alır münkir olandan hakı cehdi O sâhib-râyetin ashâbı fehdi Eder müşrikleri gark-ı zemîne Bu esrârın nedir keşfeyle tadı Habîb-i Mustafa’dır hak muradı Murâd-ı Mustafa’nın bunla adı Bular zînet verip dîn-i mübîne On ikidir imâmı ehl-i tahkîk On ikidir cihâna mah-ı teşyîk Bu ma’nâyı kılan Vehhâcı tedkîk Erer dest-i ânın hablu’l-metîne Sülûk eyler tarîk-i nâzenîne MUHARREMİYYE İllet-i aşka bugün âh tahammül ne gerek Dayanır mı acep âlemde bu hengâma yürek Ne tedâbiri yaman ettin âb-ı mihr felek Anladı gerdişi mekkârini ashâb-ı dilek Mâtem-i şâh-ı şehîdânı tutar ins ü melek Verelim yoluna cân biz de Hüseynim diyerek

213


Ahmet Talât Onay

Kıldın efkâr-ı pelîd üzre mutâbık devri Gayreti şâh-ı şehîd eylemedin mûy eseri Bu hacâlet ile çek haşre kadar germ u seri Neyledin çarh-ı muhalif o güzel şirin eri Mâtem-i şâh-ı şehîdânı tutar ins ü melek Verelim yoluna cân biz de Hüseynim diyerek Açdı gül-zâr-ı nübüvvet gül-i gonca-i fem Biri âşâmı sem oldu biri müstağrak-ı dem Nîl olur ehl-i vefâ dîdesi rûz-ı mâtem Bugün âlâm ile tecdîd ola sali âlem Mâtem-i şâh-ı şehîdânı tutar ins ü melek Verelim yoluna cân biz de Hüseynim diyerek Derd-i bî-çârede aşk ehli bu hengâm olalı Oldu nagam dü-âlem o yezid gam olalı Nüh-felek heft-zemîn âlem-i ecsâm olalı Görmedi böyle bir âlâmı bu âlem olalı Mâtem-i şâh-ı şehîdânı tutar ins ü melek Verelim yoluna cân biz de Hüseynim diyerek Hânedân düşmenine vâcip ahı la’net oku Hele fehm et kim eder Hazret-i Muhtâra kulu Bu yezidin işine çekmede âlem kaygu Hiç Vehhâcı garip gözüne girmez uyku Mâtem-i şâh-ı şehîdânı tutar ins ü melek Verelim yoluna cân biz de Hüseynim diyerek MEDHİYYE Sen halefi nesl-i âdem Oldun bî-reyb ü şek Ali Taht-ı velâyette hem Mahsus sana evrenk Ali Damad-ı Peygamber oldun Makbûl u mu’teber oldun Cibrîle hem rehber oldun Nendir bu gûne renk Ali

214

İzhâr-ı din-i Hak için Döktün nice a‘dâdan hûn Münkirler ile dün ü gün Ettin nice bin cenk Ali


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Din-i mübîne her yerde Kalmadı tiğinle perde Kal‘a-ı hısn-ı Hayber’de N’oldu der-i âhen Ali Ey şîr-i Hak çün lâ fetâ Demedi mi Cibrîl sana Çün vasfı hem Mustafa Yoktur sana hiç denk Ali Habib-i Hak sevdi seni Haşa sevmeyenler deni Lutfunla olmaktır gani Âşıklara âhenk Ali Senden zuhûr etti şemseyn Yani Hasanü’l-Hüseyin Fezâya ol oldu zeyn Alâmet-i hadenk Ali Sensin veliler ekmeli Hem ekmeli hem ecmeli Âl ü evlâdına belî Demedi kalbi seng Ali Bâb-ı eltâfında bende Vehhâcı hâr u efgende Lütfun diriğ etmesen de Muhtac-ı lutfun pek Ali *** Çîn-i zülfün sevdiğim Mecnuna olmuştur kemend Zâbiti yâr olmadı Leyla urdu pây-bend Kâmetin timsâlini gülşende gözler görmemiş Kankı bağın nahlisin ey kâmet-i serv-i bülend Hâl u hattın dil-berâ uykuda geldik de göze Görürüm seyrimde âlem olmuş hep deycûr kent Ey sabâ zülfün perîşân ettiğinçün âkıbet Sende oldun bâd-ı âhımla perîşân u levend Bâb-ı eltâfında Vehhâc hayliden ihsân-hâh Bir fakir efgende-i hâr u zelîl ü müstemend ***

215


Ahmet Talât Onay

Nâr-ı aşkıyla yakılsa ahker olsa bu cesed Kâr eder pâzâri maksuda gezen etmez gezend Derd-i aşkıyla melâmet çektiğim hoştur bana Halk-ı âlem gam değil etmezseler hâlim pesend Kılletinden sanmayın sevb-i mezellet giydiğim İktifâ-yı aşktandır giydiren tâc u semend Bazı nâgâh derdim izhar ettiğimde el görüp Terk-i derd ettirmek isterler bu da bir başka derd Gelmez elden Vehhâca cânan yolundan inhirâf Eyledi zincir-i aşkıyla vücûdum pend pend *** Ebr-i zülfün çek tulû‘ etsin sabah oldu kamer Seyre çıkmış âf-tâb ceyşin gözler ser-te-ser Ger sakın ser-hûş meşrep bakma rû-yı âleme Yanılıp zan etmesinler geldi mahşerden eser Gel gedâlardan sakın kat‘ etme hüsn-i iltifât Nâle-i dil-sûzı âşık vermesin sana keder Encüm-i eflâki ta‘dât ile subh olmaktadır Leyle-i hicrinde âşık kim neler çekti neler Dün sabâ bir nâme-i dil-hande tebşîr eyledi Çok şükür mağfûr isyânımla bir hoşca haber Eylemem Vehhâc nisbet her ne olsa âleme Her ne gelse sevdiğimdendir bana hep hayr u şer *** Matla‘-ı nevrûz büründü âleme tek îdi şab Kanda zevk ehli çimen seyrine kılsunlar şitâb Andelibi hoş nevâdır her taraftan cûy-bâr Saf-be-saf derd ehliler etmektedir def ‘-i azâb Câm tutup destinde nerkis işi ezhâr etmede Devr-i güldür çağrışurlar nûşı kıl âşık şarâb Çün behişt-âsâ fezâ-yı cânı âlemdi bugün Ger gurubu olmasa birden gider mi âf-tâb

216


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Göz göz olmuş sînesi zîb-i zemîne baş eğüp İştiyâkından nisârı eşki çeşm eyler sehâb Andelîb-i sahnı gülşende tehî efgân eder Geceler gaybeyleyen cânın arar eyyâm-ı tâb Bağda serdarı serv olmak ne mümkün Vehhâca Çeşm-i handânıyla kılsa bâğ-vân mecrâ-yı âb *** İlm-i âşkın âmili ta’limdir kâmil dilâ Sen de hayvan tek kalırsın gel ol ilm âşinâ Mâl u mülkü hânumânın hep bu mihmân-hânede Eglenir ancak seninle gidecek aşk-ı Hudâ Ey müneccim menzil-i aşk akl-ı hâkimden ba‘îd Kim felek tek yokdur anda intihâ vü ibtidâ Milk-i aşk bir melce-i tahkimdir anda giren Bulmaz el-hak hiçbir an bir vakit zerre fenâ Hal gerektir âşıka bürhân ki yoksa kim desin Vehhâca serdi makâl etmekle hiç âşık sana *** Hurşîdi tehî sanma ki oldu yine mağrûb Gördükde yüzün şevkini kaldı yine mahcûb Âlem sana üftâde imiş ben ki sanırdım Aya bu benim dîde-i giryânıma mahbûb Öz başın için Yusufu hüsnün bana bir kez Göster ki ne var açıla bu dîde-i Ya‘kûb Ver sevdiceğim cenneti sofilerin olsun Dîdâr-ı cemâlindir olan âşıka matlûb Vehhâc bu maksûduna ermek kati âsân Amma bu da nef ‘ile gerek kuvve-i maklûb *** Sevdiğim bin cân ile Rıdvânda hayranın senin Kim sana insan dese elbette bühtânın senin İsteyen hayyu’l-ebed nakdine-i cânın verip Olmalı öz cân ile bâbında kurbânın senin Subhadek salına ziyâ-i tal’atın âlemlere Çünki şâhım çokdurur gök üzre düşmânın senin

217


Ahmet Talât Onay

Ger sana zâlim dese elbet hatadır âşıkân Çün cefâ anlar görür bîgâne ihsânın senin Hâl-i ahvâlin duyurdu çok şükür Vehhâcıya Ettiğin yârin seri kûyunda elhânın senin *** Acep eyyâm-ı firkatle geçer gurbette âh ömrüm Hayıf bir yevm-i handan görmeden oldu kutâh ömrüm Tekâpu eyledim bey-hûde peyderpey havalarda Geçirdim bulmadım bir melce-i maksûde râh ömrüm Tehî sarfeyledin evkâtı ki hiçbir hâsılın yokdur Olur elbette bir gün pûş eden tacı siyah ömrüm Küdûrât-ı hava eşgâl-i dünya kahr-ı gurbetle Güzeşt etti tükendi boş yere eyvah tebâh ömrüm Der-i dünyada Vehhâcı gibi gezme sakın gel boş Var iken bâb-ı hünkârın veli tek bir penâh ömrüm *** Olmadım senden cüda oldukta mihnetten emin Ehl-i dûzah tek belâ dârında kaldım hâlidîn Var ise nâmımda taksirim beni ma’zûr tut Yılda bin kez hal-i hasret gösterir rû-yı zemîn İştiyâk-ı yârdan bir boyda temkîn etmedi Ol sebebden kâmet-i tahrîke verdi yâsemin Gurbet elde gezdiğim tedbiri beyhûdum değil Çekti kervânım beyâbânlarda kısmet mahmelin Ey gönül Vehhâc gibi derdinden ikrâh eyleme Eyler encâmın güzel bir yüzden ol hablu’l-metîn *** Dergehinden iktibas-ı nûr için ay ile gün Gece gündüz hâk-i dehre yaslanırlar büsbütün Evliyâlar zümresinden ey emîre’l-mü’minîn İntihâb etti Hudâ kendine aslanlık içün Ol sebebden dediler bir nâmına da bû-turâb Dest-gîr oldun olanlara cihanda ser-nigûn

218


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Darb-ı ser tizinle zâhir oldu din-i Mustafa Kubbe-i küfrân yıkıldı hasm-ı din oldu zebûn Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ zülfekâr Peyk-i hak vasfında çekti levh-i arşa bir sütûn Giydin âhir “lahmüke lahmî” libâs-ı fâhirin Kalmadı gayrı arada yakaruben lâ takrebûn Var ise şâhım seni inkâr edenler âkıbet Hâlid-i nîrân ölünce iyce anlarlar o gün Senden artık yok penâhım ey imâme’l-müttekîn Kıl meded Vehhâcı benden bir hakîri hâşiûn *** Bu şeb ikramını sâkî-i zamanın görelim Çün sürahi baş eğip pâyına yüzler sürelim İçelim bir kadehi başına bin cân dese de Mey nedir sâkî nedir cam nedir bulduralım Varalım “men aref ” esrârına âgâh olalım Eteğinden tutalım “min ledün” ilmin soralım Geçelim dağdağa-i âlem-i heyhâttan biz Süfre-i tevhîdimiz bir yakın eve kuralım Kadeh-i şirketimiz bâd-ı havâdan eridüp Mey-i hâlisle der-i meygededen dolduralım Mey-i sâfından olur bizlere Vehhâc nasip Varıp elbette der-i lutfuna dîvân duralım *** İştigâl eylemem ey yâr mey u sahbâlar ile Mest-i la‘l-i lebin oldu dil o sevdâlar ile “Aref ”in zevkin alanlar çemen-i gülşende Râgıb u muhtelit olmaz gül-i ra‘nâlar bile Ne gerek âşıkın iktâline şimşîr kaşın Yetişir baksan eger gözleri şehlâlar ile Kılacak mı bizi şâyân-ı visâli yoksa Ola mı ömrümüz âhir bu temennâlar ile Pest ü bâlâsına baş eğmeden elbet dehrin Hâsılı kâmidir ancak bu müdârâlar ile

219


Ahmet Talât Onay

Vefdiyi böyle bu nâ-sâz suhanle tanzîr Vehhaca eyledin amma ne merhâbâlar ile *** Cân ne müşküldür veli cânâne kurban etmeye Ger beğendirmek hüner sultâna ihsân etmeye Yâri yâr etmek ne mümkün kuvve-i ağyâr ile Er gerekdir çün çıkıp meydana cevlân etmeye Şerbet-i la‘l-i leb-i cânâneden kanmış olan İstemez dil teşnesin hayvana hayrân etmeye Hasretinle nice dem kûy-ı melâmet beklerim Gelmedin bir kerecik ol yana seyrân etmeye Âlem-i kesretten âzâd ehline layık değil Tekye-i vahdette kim bîgâne mihmân etmeye Şirket-i dilden beri olmuş gelir Vehhâc gedâ Ayn-ı pirlerde olan erkâne imân etmeye *** Olan ahmerliğin la‘l-i lebi yardan şarâb aldı Görüp sînemdeki germiyetin resmin kebâb aldı Bu rütbe âh-ı hasret kim ezel ki âşinâlıkdan Ana nisbet çekip kendini şeş yerden nikâb aldı Hadengin gönderip muhtac-ı aşk olmuşdur ol dil-ber Şükür bin bir sadefden geçmeyip çok dürlü nâb aldı Felekler ger melekler minnetine ser-fürû etmem Gönül hâki rehi yar üzre bir mülk-i harâb aldı Bakar şimden gerû ibretle her eşyâya Vehhâcı Dilâ meydanı ihfâdan henüz ref ’-i hicâb aldı *** Bî-tenden eyâ dil ne aceb cân umulur mu Bî-lutfu kerem kimseden ihsân umulur mu Bilmez ki şerî‘at ire esrâr-ı nebîye Bî-râh-ı tarîkatte hiç erkân umulur mu Görmezse gözü ma‘rifetin mâni-i şevkin Ey dil o fenâ kimseden irfân umulur mu

220


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Eğmez başını ahsen-i takvîme azâzil Anda ne aceb kâbe-i yezdân umulur mu Her taşda mücevher olamaz her sadef inci Her bahride hut lü’lüü mercân umulur mu Vehhâc sakın bekleme efsâne-i sofi Her kör sofudan ma’ni-i Kur’an umulur mu LAHİKA: Vehhâc’ın divanını yakdığı rivayet edilmektedir. Tahsin Nahit Bey’in gönderdiği defterde daha birkaç şiir varsa da çok yanlıştır ve şairin şöhretine noksanlık verecek derecede müteşâirânedir. Çankırı’da elde ettiğim perakende parçalar arasında “eser-i cedid ahd-i hümâyun” damgalı bir kağıt parçasında Nûrî mahlaslı bir şiir müsveddesi de mevcuttur. Nûrî şakirdlerinden ve kalem şuarasından Çankırılı Osman Vehhâc Efendi’nin bilahare Nûrî tahallus ettiği hakkında bir rivayet vardır. Yazının güzelliği, işlekliği bu şiirin Vehhâc’a aidiyeti ihtimalini takviye ve kağıdın cinsi her halde başka bir Nûrî’ye ait olduğu ihtimalini ber-taraf etmektedir. Şiir şudur: İşim efgânıdır bir serv-i sâmânın hırâmından Gözüm al kanıdır verdiği fağfur-ı cânımdan bu beyit çizilerek şöyle yazılmıştır: İşim efgândır bir serv-i mümtâzın çu nâzından Fikir muhtel, dil işkeste muhalif ihtizâzından ve sonra; Ne rütbe arzı hürmet eylesen meclûb-i ikbâldir Yolunda cân fedâ etsen de yoktur zerrece hükmü Yolunda cân fedâ etsen de bilmez kadr-i âşıkdan Yolunda cân fedâ etsen de ikbâle değişmez ol Ânın ikbâledir meyli ki bilmez kadr-i âşıkdan Ne anlar âşık-ı şûridenin sâde niyâzından satırları tamamen çizilmiştir. Sonra: Yolunda cân feda etsek de boş ikbâle meftundur Ne anlar itibarsız âşıkın sade niyâzından Yine etmem şikâyet cevri çoksa lutfu da vardır160 Ki ben müstağrak-ı zevkim müsâvi çok azından Derûnum bunca yıllar derd-i aşkıyla kan ağlarken161 Gözümden dökmedim yaş keşf-i râz-ı ihtirâzından Ne dersem sevki sevdâdandır ancak doğrusu Nûrî Geçer mi çaresizler ömrü varsa çâresâzından 160 Yine itmem şikâyet cevri varsa lutfu da vardır 161 Derûnum sûzu aşkıyla nice demdir yanar durmaz (çizilmiştir)

221



RİNDÎ162 Çankırı’da Hıdırlıkzâde namıyla bilinen bir ailedendir. Seyyid İsmail namında bir zatın oğludur.163 İsmi İsmail Kamil’dir. Kayabaşı mevkiindeki Şeyh Mehdî evkafından Kadiri dergâhı şeyhi iken 1300/1884-1885’den sonra vefat etmiştir. Arapça ve Farsçaya tam bir vukufu olduğunu Ata Efendi beyan etmiştir. İyi bir mutasavvıf, Bektaşiliği de müntesip olduğu eserlerinden anlaşılıyor. Şiirlerinde bazen Kâmil, Kâmilî mahlaslarını kullanmıştır. ÜSLÛBU: Aruzla yazdıklarında vezin düşüklükleri görülmektedir. Bunlar arasında hafızada tutmaya şayan derecede güzel parçalar ender değildir. O bir mutasavvıf, bir tarikat şeyhi olmak itibarıyla cazibe verebilmiştir. Bu hal daha ziyade hece ile yazdıklarında, bilhassa nefeslerinde pek bârizdir. Nefesleri emsali arasında cidden nefistir. Onda Emrah, Derdli, Seyranî, Tokatlı Nûrî gibi kuvvetli şairlerin edasından, kıvraklığından bir şeyler bulmak mümkündür. Gördüğüm parçalardan hecenin birçok vezinlerinde yazdığı anlaşılıyor ve hepsinde de muvaffak olmuştur. Hâlbuki diğer şairlerimiz hecenin yalnız vezn-i ahar ve koşma şekillerini kullanmışlardır. Mecmualardaki eserlerinden divan tertibine çalıştığını zannediyorum. Ne yazıktır ki külliyatı ele geçmemiştir. LİSANI: Şairlerimiz arasında en düzgün yazanlardan biri de Rindî’dir. Kelime icadları, terkip hataları o kadar yoktur. Bir iki kelime düşüklüğü ise vezinden, kafiyeden ileri gelmiştir. Rindî temiz yazmak itibarıyla Mecbur ve Hurrem derecesinde değilse de tasavvuf ve şuhluk itibarıyla onlardan ileridedir. DİVAN Ben bana âh etmeyim ya kimler âh etsin bana Âh-ı gam-nâki ciger-sûz u günâh etsin bana Sîne-i eflâkime şem‘i dirahşân salmasın Gündüzü üzre şebi zülf-i siyâh etsin bana Üzerimden pertev-i mihri o şûh kat‘ eylemiş Leyle-i dilde tulû‘u gayr-ı mâh etsin bana 162 Ayrıca bk. Zeynep Safiye Bâkî, Rindî,Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.02.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.) 163 Muhammes bir na’tinin nihâyetinde kendi el yazısı olduğunu zannettiğim şu satırlar yazılıdır:

223


Ahmet Talât Onay

Katlime müfti cevâz ile fetâva vermesin Re’yine neylerse âdil pâdişâh etsin bana İftirâk u hasreti dil-dâr iken âh Rindiyâ Ben bana âh etmeyim yâ kimler âh etsin bana *** Ey şehâ dâim küşâd olsun sana bâb-ı rızâ Hemdemin olsun Hızır hem yâverin olsun Hudâ Feyz-yâb ol âlem-i dûn içre dâim bul şeref Nakd-i kadrin kıymeti gevher tek bulsun bahâ Nice evkât içre Mevlâya tereccî eylerim An-karîb kılsın nasib bir sen gibi bala bana Gerçi sûy-i âcizânemden suâl eyler isen Hasretinden başka bir endîşemiz yokdur şehâ Çün mürüvvet hâmesiyle yazdığın mektûb aziz Vâsıl oldu bizlere hayli sürûr olduk ona Etme hâtırdan ferâmuş âcizâne kıl kerem Gâhi gâhi yaz muhabbet nâmesi gönder bana Rindiyim ben kilk-i maksûrumla bin sûzân ile Bir selam yazdım kusurum afvini kıldım recâ *** Ey halâyık ayb kılman neylesem şâyet bana Terk-i nâmusum bugün rüsvâ olur seyrân bana Öyle çâk etti yed-i sevdâ giribânım tutup Vurdu rûy-ı hâke ruhsat vermeden bir ân bana Na‘re-i âhım duyup üştü halâyık başıma Izdırabım gördü cümle ağladı ıhvân bana Nâr-ı ‘aşka şöyle kim yanıp yakıldığım görüp Şem‘a pervâne semender kaldılar hayrân bana Âr u gayret şîşesin kıldım şikest ey Rindi ben Terk-i nâmusum bugün rüsvâ olur seyrân bana *** Andelib kılsa nazar ger dîdemin hûn-bârına Kendi hâlin söylemez söyler beni gül-zârına

224


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Yârimi gördük de hâl-i zârımı kıldım niyâz Nâz edip cevrin füzûn eyler dil-i bîmârıma Yanmağa pervâneler bak nâre yakdı cismini Yandığım yakıldığım gördükte aşkın nârına Sayd edip dâm-ı belâ murg-ı dil-âvizim benim Tahtı şol şâhini ‘aşkın pençe vü minkârına Rindi manzûm eylemiş dürdâne-i mu‘ciz beyân Kim pesend etmez görünce bu remiz güftârına *** Ey şehâ aldanma zâhid münkirin pindârına İ‘timâd etme anın ikrârına efkârına Ki dalâlinden beri olmak dilersen ey azîz İntisâb eyle cihânın pîrine hünkârına Sen melâmet hırkasın pûş etmek istersen hemîn Tacı tahtı varlığı vermek gerek aşk varına Aşkla Mansur “ene’l-hak” menzilin kat‘ eylemiş Sen de âgâh ol boyun ver dârına ber-dârına Sorma sûfî hâl-i Rindî râzı fâş etmez sana Ehl-i diller gizlemiş her hâlini eş‘ârına *** Hâr-ı güftârı rakîbe açma azgın gonca-fem Mü’mine dûzâh haramdır kâfire bâğ-ı irem Ol ‘aduvvu bed-nazarın tîr-i nigâhından sakın Vermesin mir’ât-ı hüsnüne küdûretle sitem Mâh-tâbın rûyuna gerçi halel gelmezse de Âblar kasd eyleyip ‘akseylemişler lâ-cerem Kâfire büt, sûfiye mescid yâri âşıka Zâga cife bülbüle gül eylemiş Mevlâ kerem Rindi-veş yüz üzre rûy-ı hâke koyma cânı sen Tut elinle sun yed-i ‘uşşâka dem ağyâra sem *** Âlem-i ecsâmda bir kal‘adır îmâna yâr Çâr suyınde şeri‘at dini çevrilmiş hisâr

225


Ahmet Talât Onay

Bu hisârı zikr-i tevhîd ile ta‘mir et müdâm Gülle-i küfrü şeyâtîn etmeye şayet zarar Şol malik kim mülküne kuvvet metânet vermese Mülkünü a‘dâ harap eyler hemân kim tiz yıkar164 Bu vücûd zevrak akıl yelken fikir olmuş dümen Bahr-ı ecsâm içre nefs olmuş muhalif rûzgâr Rindiyâ cismin gemisinde dümen-dân ol yürü Kıl hazer deryâ-yı küfre sen anı gark etme [ar]165 *** Vasf-ı yâr eyle güzel bak muntazam dîvânımız Medh-i hüsnü ‘aşkla şerh etmekdir ‘ünvânımız Gülşen içre yalınız bülbül değil feryâd eden Bak açılsan da ne söyler gonca-i reyhânımız Aşkı tahfîf eyleyen mağrur ile yok bahsimiz Giydi münkir küfri kâfir cümlesi îmânımız Kul ile sultân arasında tekâlif neydiğin Cân ile cânân arasında letâyif [ânımız]166 Gel huzuru ehl-i ‘aşkda bil vezâif [dâimâ] 167 Bilmez isen bildirirler Kâmilâ iz‘ânımız *** Âşıkın hâlin bilir rahm eylemez cânânımız İşte bu bî-rahmi ancak bâis-i hicrânımız Öyle yaktı âteş-i ruhsârına pervâne-veş Heft deryâ aksa teskin eylemez sûzânımız Görmemek yegdir deyip semtine dâr olsun eger Tîr-i peykânı gelip mecrûh eder her yanımız Nâlemiz kopdu hicâb içre gül-i surh eyleyip Bülbülü lâl etti âh-ı na‘re-i efgânımız Rindi öldükte şâyet basa kabrime o yâr Tâ rehi üzre kazılsın kulbe-i ahzânımız 164 Yahut: Mülkünü a‘dâ harap ender harap eyler yıkar 165 Ahmet Talât’ın neşrinde bu kelime bulunmamaktadır, ancak kafiye gereği böyle olması gerekir. (İ.A.) 166 Ahmet Talât’ın neşrinde bu kelime bulunmamaktadır, Ancak kafiye gereği böyle olması gerekir. (İ.A.) 167 Ahmet Talât’ın neşrinde bu kelime bulunmamaktadır, Ancak kafiye gereği böyle olması gerekir. (İ.A.)

226


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

NAZİRE168 El çekip kıldık fenâdan uzleti Bektâşiyiz Âlem-i ihfâda ettik vahdeti Bektâşiyiz Himmet aldık Hacı Bektâş gibi pirden ey azîz Öyle bir mürşide ettik hizmeti Bektâşiyiz Mevlevî, Kadrî, Rufâî şeyhini hiç bilmeyiz Bilmeyiz hem Nakşibendî, Halvetî Bektâşiyiz Gör teveccüh eyleyip beyt-i dile kıldık sücûd Biz tavaf ettik cemâl-i hazreti Bektâşiyiz Cümlenin rezzâkı Hak’tır çekmeyiz rızık kaydını Etmeyiz nâmerde Rindî minneti Bektâşiyiz *** Ey sofu biz sana verdik cenneti Bektâşiyiz Biz cemâlullâhı ettik rü’yeti Bektâşiyiz Esb-i aşka biz süvâr olduk hemân mahmuz urub Eyledik meydân-ı Hakk’a sür’ati Bektâşiyiz Tâ elest nûş eyledik şehd-i şehâdet cür’asını Mest-i tevhidiz dimağda lezzeti Bektâşiyiz Cîfe-i dünyâdan el çektik gamı attık geri Cümle terk ettik sarayı, ziyneti Bektâşiyiz Vâiz nush eyleme âdâb-ı İslamiyyeti Biz edâ ettik o farzı sünneti Bektâşiyiz Âdemi ahsen yarattı zeyn edip ey Rindi Hak Bizde tekmil etti sırr-ı hikmeti Bektâşiyiz *** Bugün ol hâce-i nâkes hele dil-gîrimize Ta’n edip güfteler etmiş yine her birimize Bize dahl etmek ile halkı da ta’ciz etsin İçelim bâdeyi biz sözü anın gîrimize Günc-i meyhânedeyiz yan yatarız köhneledik Ne acayip çalışır ol hoca ta’mîrimize 168 Âşık Derdlî, Hâkî gibi şairlere isnât edilen bir şiire naziredir.

227


Ahmet Talât Onay

Sen riya savmını tut biz tutalım da bâde Hâce râzı olalım işte bu takrîrimize Gani Mevlâya temenni edüben cürmümüzü Edelim Rindî gibi tevbeyi taksirimize *** Dil-âbâdımı mi’mâr-ı aşk hedme emel çekti169 Tehi süknâya aşka taş kodu muhkem temel çekti Kimi bu gurbeti sicn-i bedende ömrü zây’etti Kimi cân verdi cânâne anı sanma ecel çekti Düşüp endîşe-i rızka behey vâiz makâl etme Ne ise kısmetin kilk-i ulûhiyyet ezel çekti Peşeng-i kafle-i aşkın bimini bir çeker yok mu Beni bâri belâyı çekmeye şâhım bedel çekti Düşüp dâmı belâ-yı aşka Kâmil geçti cânından Verip hep varlığın dünyâ vü mâfihâdan el çekti *** Makâm-ı tîzi tuttu mutribân bir ince tel çekti Diger bir nâ münâsib ortaya geldi cemel çekti Muhabbet fevtini tecviz eder mi ehl-i aşk yâhû Acep hayretle vâiz gör ki fetvâyı mecel çekti Habâb-ı bâdeyi çatlatma sâkî hoca hâvî eyler Kıvamın buldu tatlandır ki zîrâ çok asel çekti Yeter kes kâilini hâl ehlini koyma keşâkeşte Seni erbâb-ı dil hoş gördü bak hayli mehel çekti Kemanı sîne hızlandı yine Kâmil kulak büktü Makâm-ı tizi tuttu mutrıbân bir ince tel çekti *** Beni bu müdde-i aşk hâkimi adle evel çekti Huzûr-ı şâhda katlim için hayli cedel çekti Müneccim kara bahtım tâ nücûm-ı şâha tapşırdı Düşürdü kevkebi ikbâlimi burc-ı hamel çekti Bu şeb meddâh-ı aşka derdimi cüz’i beyân ettim Teselli hâtır için subhadek bir çok mesel çekti 169 Cünûnî’ye naziredir.

228


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gubâr-ı âsitânım hep dağıtan bâd-ı âhımdır Çıkardı göklere doğru anı sen sanma yel çekti Belâ-yı aşkı çekmekte bu Kâmil imtidâd etti Huzûr-ı şâhda katlim için hayli cedel çekti *** Dilâ âkil isen gel ikilikten kayd-ı ihraç ol Dilinde terki terk eyle veli birlikte ser-tâç ol Teveccüh kıl ki dâim dil binâsı kasr-ı ma’mûre Gönül beytin tavaf eyle rızâ bâbında hüccâc ol Rumûz-ı sûre-i seb‘a’l-mesânî hattan al lezzet Meâl-i nokta-ı hânı hüviyyet içre gel aç ol Burâk-ı aşka bin yet menzil-i maksuda ey Rindî Çekil mansur-veş dâr-ı visâle bây-ı mi‘râc ol *** Hakîkat şehri aşk içre ne dil var ne de dil-ber var Ne sâkî var ne ser-mest-i müdâm u mesti server var Bu bâğ-ı dehri efnânın bozuldu tarz-ı etvârı Uçup bülbülleri soldu gülü ne gonca gül-ter var Çekildi ehl-i Hak ne ehl-i aşk ne ehl-i dil kaldı Ne doğru söz bilir âlemde ne bir doğru söyler var Bulunursa bu aşk ehli velâkin gizlemiş kendin Ne söyler bildirir hâlin ne hâlinden bilen er var Hücuma geldi bu eşrâr-ı halkın intihâ buldu Alâmetler belirdi her taraf hakka ki ahber var Egerçi aşka kâbilsen bu âlemde sen ey Rindî Çekil bir köşeye sen de çağır “ya hay”yı Hayder var SEMÂÎ Garibim dâr-ı gurbette ne gurbet gurbet-i dünyâ Ne dünyâ dünye-i mihnet ne mihnet mihnet-i sevdâ Dil u cânımda bir âteş ne âteş âteş-i cezbe Ne cezbe cezbe-i dil-ber ne dil-ber dil-ber-i ra’nâ Olur mu bu kadar nâzik ne nâzik ü nazik tâze Ne tâze tâze-i gonca ne gonca gonca-i zîbâ Nedir bu nâz ile şîve ne şîve şîve-i cünbüş Ne cünbüş cünbüş-i kâmet ne kâmet kâmet-i bâlâ

229


Ahmet Talât Onay

Kapında Kâmilî benden ne benden bende-i muhlis Ne muhlis muhlis-i çâker ne çâker çâker-i ednâ *** Çekil dil inzivâ-yı vahdete bu hânumân çık Süvâr ol esb-i aşka menzilinden bu mekândan çık Sarâ-yı zîneti terk eyle kesretten müberrâ ol Libâs-ı fahri giy Edhem gibi taht-ı cihândan çık Meşâyıh sûfiye sormayınız cennet benimdir, der Sen ey dil arz-ı dîdâr eyle de dâru’l-emândan çık Bu aşkın putesinden geç de kal ol sîneyi sîm et Bahâ bulsun ki nakdin zer gibi bir sâfî kândan çık Yazarken Rindi cürmün mûy-ı hâmenden revân olsun Mürekkep gibi evrak üzre yaş dök çeşm-i cândan çık MÜSEDDES Bana tut cân kulağın pendimi gûş eyle sultânım Yürü ben gibi uğratma cefâya kendini cânım Aklı başına derç eyle, işit hâl-i perîşânım Beni sevk etti şerre gençliğimde nefs-i şeytânım İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım Bu nakd-i hüsnü isti’dâdımı beyhûde ettim tuz Süvâr oldum ki nefsin esbine gör eyledim mahmuz Bu râh-ı bî-vefâya eyledim sür’at gece gündüz Yetiştim menzil-i mihnette yaktım başıma bir sûz İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım Beni ol câme-i sammûr işit ehl-i gurur etti Gedâlar içre baylıkla dili şâd u sürûr etti Tufeyli nefsile âhir rızâ-yı Hakk’a dûr etti Veli rüsvâ-yı bed-nâm eyleyip halk içre hûr etti İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım Özendim ziynet-i dünyâya ben vakt-ı sabâvette Beni ben bâkiyim sanırdım o dem taht-ı sadârette Hevâ-yı nefse uydum bir vakit kaldım cehâlette Ne el açtım ricâ ettim günâhım bâb-ı hâcette İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım

230


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Tecemmû eyledim sîm ü zer-i iğvâ-yı nefsimle Nice ebniyye bünyâd eyledim ifnâ-yı nefsimle Adâvet etmedim nefsim gibi a‘dâ-yı nefsimle Edeydim gençliğimde kâşki bu da‘vâyı nefsimle İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım İlâhî mücrimim ben hayra dâir bir sevâbım yok Kerem kıl mağfiret et rahmetinle eyle gel merzûk170 Me‘âsî Rindi bî-zârım bu fi‘li eyledim mesbûk Ki sonra tevbe-kâr oldum kulak tut bana ey ma‘şûk İşit ben bana ettiğim ne dost etti ne düşmânım Ki şimdi çektiğim derd ü elem hep kendi isyânım *** Elâ yâ zübde-i âlem elâ yâ suğra-i kübrâ Elâ yâ mebde-i âdem elâ yâ ‘alleme’l-esmâ Elâ yâ matlab-ı mahlûk elâ yâ maksad-ı Mevlâ Elâ yâ eyyühe’l-âsî dedikde hâkim-i akzâ Elâ yâ eyyühe’ş-şâfi‘ şefâ‘at kıl şefâ‘at hâ Huzûruna gelince arsa-i mahşerde efgende Hücum etse bana cürmüm cünüdı kılsa şermende Azâb-ı ka‘r-ı nîrâna düşerse bu za‘îf bende İşit feryâdımı şâhım aman imdât kıl sen de O dem bak çâreme yâ çaresizler çâresi şâhâ Hitâb-ı “hâsibû yâ eyyühe’l-âsî” deyip nâdî Aman ‘abd-i za‘îfin cürmünün ya var mı ta‘dâdı Çıkar ayyuka ol dem rû-siyâhın âh u feryâdı Meded etmende ya bu mücrime kim eyler imdâdı Ümîdim iftihârım rehberim Yâsin ile Tâhâ Aman ihraç kılma bendeyi hısn-ı himâyetten Ussât-ı ümmetin bi’l-cümle al zâr-ı dalâletten Günah kirin yıka tathîr kıl âb-ı şefâattan Çıkarma ta hudûd-ı sancağı zıll-ı se‘âdetten Derûn-ı bâr-gâhı himmetinden kıl bize ihdâ Bu varın zübdesi sensin şehâ matlûb-ı haksın sen Sana bahş eylemez mi cümleyi mahbûb-ı haksın sen Seninçin yok ki minnet Hak katında hûb-ı haksın sen Gelüpsün “rahmeten li’l-âlemin” mergûb-ı haksın sen Sen oldun hûb-ı Hak, mahbûb-ı Hak, mergûb-ı Mevlânâ 170 Yahut: Senin ol rahmetin bahrine nisbetle günâhım çok

231


Ahmet Talât Onay

Habîbin üzre yâ Rab sad-hezâr inzâl-i rahmet kıl Hem evlâd u hem etbâ‘u hem ensârına nusret kıl Dü âlemde ilâhî âl-i meb‘ûdu selâmet kıl Anı bizden rıza kıl hem rızana bizi himmet kıl Be-Hakkın hürmeti şemsu’d-duhâ bedrü’d-dücâ Mevlâ İlâhî bu za‘îf bî-çâre Kâmil cümle ednâsı Gafûr ismin lisanı üzre câri olmuş icrâsı El açmış bâb-ı rahmette gece gündüz kılar yası Okur dâim ene’l-âsî ene’l-âsî ene’l-âsî Senet “lâ taknatû min rahmetillâh” eldedir hâlâ KALENDERİ Hublarla bu şeb bezmde ben câm-ı cem içtim Pend arz ederek her birine cüz’i yılıştım Lut ocağının ilmini ta’lim ederekten Kandırdım ise lîk biraz çok çalıştım Yetmiş sekizin şuhuna iyilik budur ancak Duy sûfi sözüm anları sevdim de sıvıştım Hûba hevesim kalmadı yahu benim amma Lakin diyemem adını bir şuha iliştim Hûb ismi çıkıp yüz ona ebced rakamından171 Âlemdeki bin vârımı üç harfe değiştim Çoktur bilirim cürmümü yâ Rab beni afv et Rindî gibi bu nâr-ı günâh-sûz ile piştim ZİNCİRLİ VEZN-İ AHAR Dil bism-i şâhı Dâim tilâvet Gündüzde sâim Budur şerâfet Dilde hayâlin Terk etme ey cân Kâmil kelâmı Dâim tilâvet 171 Ali

232

Bil bism-i şâhı Ger tılsa âdet Gecede kâim Eyle riâyet Nakş et meâlin Bir nefsü bir an Söyler selâmı Kıl bism-i şâhı

Kıl bism-i şâhı Etse kırâat Zikreyle dâim Hısn-ı himâyet Mâh ile sâlin Düşmana kalkan Eyler bu nâmı Bil bism-i şâhı

Dâim tilâvet Dil bism-i şâhı Budur şerâfet Bil ism-i şâhı Terk etme ey cân Kıl bism-i şâhı Dâim tilâvet Dil bism-i şâhı


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

NUTUK Sâlik olan dervişe evvela himmet gerek Dâniş ü ilm ü hilm dâmen-i iffet gerek “Küllü şey’in hâlikün” manasını fehm eyleyen Târik-i hubb-ı sivâ maksadı vahdet gerek Kavli fi‘li özüne özü dahi sözüne Zâhir bâtın yüzüne âdil adâlet gerek Maksadı dost olana dost rızasın bulana Dost aşkıyla dolana mihr ü muhabbet gerek Dostun zülfü zulmeti âşıka rûşen olur Gündüzün gece edip gece ikâmet gerek Dost vaslına ermeğe güllerini dermeğe Bağçesine girmeğe şeyha refâkat gerek Dehr-i dûnun tuzağı gerçi kurmuştur ağı Ana düşürür zağı bülbül selâmet gerek Rindî-i pür günâha eli boş rû-siyâha Çekmeğe pîş-gâha Hak’tan hidâyet gerek DESTAN Bir adam düşerse çaresiz derde Ona Hak’tan gayrı Lokman olur mu Bel bağlama muhanete nâ-merde Nâ-merd dar gününde derman olur mu Nâ-merd sofra açıp yediremez aş Gazel ipek olmaz astar da kumaş Boncuk elmas olmaz sırça elmas taş Her gün cila vursan mercân olur mu Kavak meyve vermez diken de sünbül Serçe keklik olmaz yarasa bülbül Eşek katır olmaz leylek de bülbül …………………………………. ………………………………… ………………………………… Deve düldül olmaz hecin de burak Tımarla ester küheylan olur mu

233


Ahmet Talât Onay

Tunçtan nacak olmaz ağaçtan bıçak Kahbeden mert olmaz muhanet koçak Kurşundan tandır kerpiçten ocak Odun pamuk ile külhan olur mu Hiç havuz olur mu hamamda kurna Olur mu dünbelek davul düğünde Söğütten saz olmaz düdükten zurna Sin sin oynayan pehlivan olur mu …………………………………. …………………………………. Serçe keklik olmaz doğan da turna Kargayı beslesen şahan olur mu Şairler çalarlar tanbur ile saz Tavuk ördek olmaz ördek dahi kaz Cahil va’zı bilmez bî-namaz namaz Tanrı’nın indinde insan olur mu Pek makbul sayılır okuyup yazan Bî-namaz ne bilür nağmeyle ezân Köyünde büyüyüp dağlarda gezen Rindî arastada irfân olur mu NEFESLER Yürü esb-i aşka sadakat ile Savar olup azm-i bekâ et gönül Mürşid-i kâmile refakat ile Teslim olup terk-i sivâ et gönül Lâ ilâh’dan terk-i tecrîd olasın Ta illallah ile hayat bulasın Mahv ölüp ölmezden evvel ölesin Cân u başı dosta fedâ et gönül Rindî hakkı dilden tese’ül eyle Gayrı terk et dostu teemmül eyle Levh-i mukaddere tevekkül eyle Var Hakk’a teslim-i rızâ et gönül Gülşen bağçesinde bülbül köyünde Gül gibi kızardım çiçek göründüm Şem’alar sahnında güzel rûyunda Gâhi pervâne gâh sinek gördüm

234


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gâhi leylâ gibi mecnûn dilinde Gâhi ferhat ile şîrin elinde Gâhi deryalarda bahar selinde Gâhi peleng gâhi semen göründüm Gâhi âdem ile cennet bağından Şeytâna bâd verdim ten ocağından Baş gösterip çıktım arşın sağından Eflâki dehr içre melek göründüm Hüseyinle Kerbelâda o cenkte Gâhi Ali ile hem-renk mihenkte Hacı Bektâş gibi her türlü renkte Rindiyâ bî-reng u pür-reng göründüm *** Nefha-i cân indi adni vücûda Kâf u nundan kevn ü mekâna geldim Birlik diyârından dâr-ı ubûde Binbir safasını seyrâna geldim İlminde “‘alleme’l-esmâ”yı bulup Cebininde harf-i imlâyı bulup Mushaf-ı hüsnünde noktayı bulup Şehd-i şehadetten reyyâna geldim Açtı yâr veçhinin neticesini Gündüz etti bana her gecesini Ref ’etti gönlümün göz penceresini Rindî seyr-i sırr-ı pinhâna geldim ZAHMÎ’YE NAZÎRE Hakikatta aşk-ı bekâ bulanlar Bu fani cihanı cânı neylesin Kâf u nun sırrına vâkıf olanlar Terk edip bu cism ü cânı neylesin Hakkı dilde bulmuş pîrler erenler Fâş etmemiş işbu sırra erenler Dost bağında gizli güller derenler Bülbül gibi hâristânı neylesin Birlikte bir olan âşık Rindiyâ Dosta tebşir olan âşık Rindiyâ Bu yolda pîr olan âşık Rindiyâ Bu fenâda mihribânı neylesin

235


Ahmet Talât Onay

KOŞMA Alâka-i belâyı siyâh-ı dil-ber Bir derd ki ne alan ne veren bilir Muhabbet bir güldür tebâhı dil-ber Ne yitiren bilir ne deren bilir Bilmem ki bu sevdâ ne âdet imiş Çekmekten ölmesi selâmet imiş Âdem anlaşılmaz mu’cizât imiş Ne görmeyen bilir ne gören bilir Âşıka bir yol var her giden olmaz Gül dikensiz olur fark eden olmaz Mâcerâ-yı aşkı terk eden olmaz Ancak bu davaya bir giren bilir Sana hiç demeden âlemde merdim Görmezse yüzünü gönül nâ-merdim Tanrı kul başına vermesin derdim Derdimi bir Allah bir veren bilir *** Sevdiğim kirpiğin guyâki okdur Kaşın üzre kurmuş o yayı gözler Tîr-i müjgânından kurtuluş yoktur Nişân-gâh eylemiş sînâyı gözler Kaşın hançer çekmiş olmuş alemder Habeş şehen-şâhı zülfün ser-asker Kişver-i hüsnüne bürünmüş leşker Gamze-i cellâdın a‘mâyı gözler Rindiyâ ser-te-ser gezdim her sûyı Dilde nakşeyledim bu âfet-rûyı Nîm-nigâhla tutsak eder âhûyı Düşürür dâmına hümâyı gözler

236


SABRÎ172 1267/1851’de vefat ettiği mecmualardaki kayıtlarından ve iki mecmuadaki Erzurumlu Âşık Emrah’ın bir tarihi ile altındaki rakamdan anlaşılmaktadır. Tarih şudur: Ey gelen bu âşık-ı dil-dâde kabristanına Oku birkaç Fâtiha, bahşet o zâtın cânına Hacı Bektâş-ı Velî dergâhının dervişidir Şüphe var mı öyle Hünkâr’ın reh ü erkânına Zâtı bir dîdâre yüz bin cân ile hayrân idi Ol sebebden eyledi teslîm-i rûh cânânına Çeşm-i seyrânla yatan kardaşa bak da ibret al Âkıbet sen de anın elbet gidersin yanına Ben de cevher kilk ile Emrâh, Sabrî târihin “Rûhu şâz(d) olsun” deyû yazdım felek dîvânına 1267/1850-1851 Rûhu kelimesi rûhi gibi okunursa tarih 1277/1860-1861 eder. Bu ise Emrah’ın 1271/1855-1856’da vefat ettiği hakkındaki rivayetleri ve mezar taşındraki 1271 rakamı ile çelişir. Mamâfih Emrah’ın bu tarihte vefatı belgeli değildir. Gûya Emrah 1265/1249-1250’de Niksar kasabasına giderek yerleşmiş ve altı sene sonra vefat etmiş, neden sonra askerlik şubesine gelen mülazim Halil Rami Efendi isminde bir Nakşibendî şeyhi bu mezarı keşfetmiş. Kitabeyi Hacı Abdulkadir Hıfzi Efendi’ye yazdırmış. Hıfzi Efendi’nin harb-i umumide sağ olduğu düşünülünce kitabenin çok sonra yazıldığını Prof. Köprülüzâde Fuat Bey ile beraber kabul etmek zaruridir. (Erzurumlu Emrah, s. 14, Evkaf matbaası, 1929.) 172 Âşık Sabri hakkında geniş bilgi için bk. İbrahim Akyol, Çankırılı Âşık Sabrî, Çankırı Belediyesi, Dr. Rıfkı Kâmil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi Yayını, Çankırı-2016, 96 s.; İbrahim Akyol, “Çankırı Kültür Coğrafyasında Bektaşî-Alevî Edebiyatı” 2. Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve Bektaşilik” Bilgi Şöleni, C.1, Ankara-2007; İbrahim Akyol, “Çankırılı Bir Bektâşî Şairi: Âşık Sabrî Baba” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.3, Kasım-2008; İbrahim Akyol, Münir Cerrahoğlu, Sabri Baba, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 28.10.2013, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 24.07.2018; İbrahim Akyol, “Çankırılı Âşık Sabrî ve Bilinmeyen Şiirleri” Hacı Bektâş Velî Dergisi, Kış-2002, s.103-111, Gazi Üniv. Hacı Bektaş Veli Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını,; İsmail Çamahmetoğlu, “Kültür Değerlerimizden Şair Sabrî” Doğruyol Gazetesi, Çankırı-2002; Saadet Nüzhet Ergün, Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul-1938; M. Fuat Köprülü, 19. Asır Saz Şairleri, Kanaat Kitabevi, İstanbul-1940; Mehmet Sarı, “Âşık Sabrî Baba” Diyanet Dergisi, Ağustos-1994. (İ.A.)

237


Ahmet Talât Onay

Emrah’ın tarihte hata yapmayacağı hatıra getirilince Çankırı’ya son ziyareti ve evliliğini173 1277/1860-1861’de veya sonra olmak lazımdır. Bu tarihten evvel dünyaya gelmiş olup da bu senelere ait olayları hatırlamayanlar kalmadığı ve oğlu Kadir’in doğduğu seneyi tahkik mümkün olmadığı cihetle kat’i bir fikir bildirme imkânı hâsıl olmamıştır. 1267/1850-1851’de vefat eden bu zatın hususi hayatı hakkında malumat yok gibidir. Yalnız hakkında bazı an’aneler yaşamaktadır ki şunlardır: Emrah Çankırı’ya geldiği zaman sesinin sazının şöhreti her tarafa derhal yayılır, hatta şehrin güney tarafındaki Murat Molla tarlalarında bostancılık eden ve münzeviyane yaşayan Sabrî’nin kulağına da varır. Öteden beri Sabrî’yi himaye eden Zahmî’ye Emrah’la görüşmek arzusunu açar. Emrah’ın şöhretini Zahmî duyurmuş olmak pek muhtemeldir. Zahmî, Emrah’ı görür. Sabri’nin arzusunu söyler ve alçakgönüllülük edip de ziyaretine gidilirse meslektaş bir ihtiyarı memnun edeceğini ilave eder. Emrah muvafakat cevabı verir. Beraber gitmek üzere saat tayin ederler. Fakat Zahmî oradan ayrılınca etrafındakiler Emrah’a: -Sabri dedikleri ayyaş, kızılbaş, imansız bir heriftir. Sizin gibi büyük bir âşıkın onun ayağına gitmesi bu koca Bektaşi’nin azametini arttırır, sizi de düşürür, tarzında telkinde bulunurlar. Gördüğü hürmetin azalmasından korkan Emrah, sözünden döner Zahmî’ye menfi cevap verir. Bu haberi alan Sabrî: Her ne ki ararsan gönülde mevcûd, Gel tavaf eyle sen Beyt-i Hudâ’yı. Anda hâsıl olsa gerekdir maksûd, Sıdk ile ettinse tahsil-i rızâyı, matla’lı şiiri yazıp gönderir. Bu şiiri okuyan Emrah, Kulûb-ı şu ‘arâ hazâin-i Rahman Nasıl yıkan a zâlim böyle binâyı, beytinden çok müteessir olur. Şairi ziyaret etmek isterse de muvaffak olamaz. Son gelişlerinden birinde ise şairin vefat ettiğini, vasiyyeti gereğince şehrin güneybatısındaki Hacet Tepesine defnedildiğini ve; Cihânda kemâlin râyegân olur, Kalbini kıranlar peşimân olur, Ziyaret ederler bir zamân olur, Şehr-i Kangırı’da Sabrî gedâyı, hakikatının tecelli ettiğini anlar, müteessir olur. Merhum Elmalızâde Hoca İsmail Efendi’den nakledildiğine nazaran Sabri, Yanlar deresindeki değirmene buğday öğütmeye gider. Mevsim yaz olduğu için değirmenler durmuş, dereler kurumuş bir halde olmasına rağmen değirmene gelen Sabri’nin haline oradakiler gülerler, hareketini saflığına hamlederler. Sabri onların alaylarını görünce; - Size bir saz çalayım da dinleyin, elbette Allah rahmet deryasından ihsan eder, diyerek saz çalmaya başlar. Aradan bir saat geçmeden şiddetli bir yağmur her tarafı sele, suya gark eder. Bu rivayette Sabri’nin bir saz şairi olduğu rivayetini te’yit etmektedir. 173 Çankırı’da bu bâbda yapacağım son araştırmaları yakında basılacak olan Tokatlı Âşık Nûrî namındaki eserime alacağım. (Ahmet Talat Onay, Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı Matbaası, 1933)

238


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bektaşiliğe intisap etmiş, Kalecikli Âşık Mir’âtî ile beraber nasıp almıştır. Sabrî’nin mürettep divanı kimde olduğu malum değildir. Mecmualardaki üçbeş parça şiiri de onun şairlik kudretini az çok göstermeye kifayet edebilir. Bilhassa koşmalarında muvaffak olan Sabrî’nin lisanı oldukça pürüzsüz, temizdir. Hele bazı şiirlerinde tercih ettiği üslup vefatından seksen sene sonra lisanda Türkçülük gayretiyle çalışanları memnuniyyete sevkedecek derecede sade, düzgün ve akıcıdır. Lisan itibarıyla da temiz bir Türkçedir. DİVAN Ey gönül âşık isen ol yâri sen sende ara Ahdine sâdık isen dil-dârı sen sende ara. Müşkülün bir mürşide sor, zerre şüphen kalmasın Kalbi çeşmini oyar, esrârı sen sende ara. Heft tamû, heşt cennet, cümle eşya sendedir Bir nazar kıl cümleye her vârı sen sende ara. Çâr-anâsır içre gelmezden ezel bir nur idi Zât-ı zâtından senin envârı sen sende ara. Ârif isen bakma gayrı nesneye sen Sabriyâ Kasr-ı dil tahtında bul Hünkârı sen sende ara.174 *** Ben sana nittim cihanda bî-karar ettin felek Lâ-mekân dârında cismim lâle-zâr ettin felek Büktün elif kaddimi dal eyledin hep cer ile Bir değil cer ü cefâyı, sad-hezâr ettin felek Çâk çâk ettin derûnum akıbet ettin harap Gönlümün burc-ı hisârın târ u mâr ettin felek Cevr okuyla âkıbet yıktın dil-i vîrânımı Ömrümü verdin hebâya, ihtiyar ettin felek Cevrine asla tahammül eylemek mümkün değil Bir değil cer ü cefâyı sad- hezâr ettin felek Yok mudur bu derde bilmem hiç nihâyet ey diriğ Haşre dek derd ü belâyı yâdigâr ettin felek Kasdın öldürmek mi senin Sabri’yi ey dehr-i dûn Hışmile çaldın şamarı, iftihâr ettin felek 174 Zahmi’nin naziresi vardır.

239


Ahmet Talât Onay

*** Gerçi ey dil oldun ammâ müptelâsı Ahmed’in Sad- hezârân sen gibi çok âşinâsı Ahmed’in Cân alır cellat misâli âşıkâ rahmeylemez Öldürür herdem beni nâzı, edâsı Ahmed’in Murg-ı diller gülşeni hüsnünde her şeb zâr ider Âşık-ı şeydâlara çoktur cefâsı Ahmed’in Aşk u şevk ile cihânı seyreder ol mehlikâ Kaplamıştır serteser dehr-i ziyâsı Ahmed’in ....................... oldu âşık..................... Sabriyâ Sanki bir kutu cevâhirdir bahâsı Ahmed’in *** Söyle ey şûhi felek-meşrep nedir adın senin Kimden öğrendin cefayı, kimdir üstâdın senin Merhamet zâlim derûnundan güzâr etmez mi hiç Dâimâ cer ü cefâ etmek mi mûtâdın senin Sen yine kâfirliği terk eylemezsin bir nefes Olsa da ey şûh-ı serkeş Kâbe bünyâdın senin Neylesin bâğ-ı behiştin sidre vü tûbâsını Seyrede ey kadd-i dilcû nahli şimşâdın senin Sabriyâ eş’ârının bin nükte-i rengi [de] var La’l-i dil-berdir meğer tab’ı Hüdâ dâdın senin KALENDERİ Yâ Rab beni ol lebler-i mercâna kavuştur Yâ cânımı al yâ beni cânâna kavuştur. Feryat ede her şâm u seher bu dil-i şeydâ Bülbülleri ol gonca-i fettâna kavuştur. Perçemi kement eyleyerek kıldı işâret Mansur olayım tek beni ol câna kavuştur. Ey Bâr-i Hüdâ eyle duâ-yı dil-i makbul Ağyârı ölürken nola şeytâna kavuştur. Bî-çâre kulun Sabri tahammül nice etsin Ölmezden onu sevgili Osman’a kavuştur.

240


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

SEMÂÎ O şûhun âşıkâ cevr ü cefâsı arttı gittikçe Dibâ bilmem neden nâz u edâsı arttı gittikçe Gulam olmuş ona üftâdeler, hep zîr-i destinde Hezârân bâb-ı lütfunda gedâsı arttı gittikçe Ezel bir tıfl iken onun harîdârı bulunmazdı Cevâz oldukça suyunda ziyâsı arttı gittikçe Vefâ ilmin eder inkâr hemen cevre eder tâlim Onun hüsnüne ey dil müptelâ arttı gittikçe Eğer sen bilmek istersen kani... tedarik kıl Metâî hüsnünün Sabrî bahâsı arttı gittikçe *** Ezel bir tıfl iken onun hirîdâri bulunmazdı Geçip cândan bu aşk meydânına gör nice er çıkmış Semender-veş gezerler âteş içre cismi pür- âteş Giyip kisbendi pîrinden, meyânında kemer çıkmış Ledün kitabıdır onlar okurlar “men aref ” sırrın Yakar yaktıkları insanın ağzından şerer çıkmış Hakâyık bahrine dalmış, kamusû mahremî esrâr Kelâm-ı hep pesendîde, mehenkde sâfi zer çıkmış Bu şehr-i Kangırı bünyâd olalı şâir-i meydan Mehâret kesbedip şi’rinde hep ehl-i hüner çıkmış ..................................................................................... Mukaddem bir de senden Sabriyâ âşık Ömer çıkmış *** Gönül sabret, tahammül kıl benim hasret tecellimdir Çıkıp bâlâya feryâdım yine firkat tecellimdir. Yazılmıştır bu türlü mihnet ü derdi çeken ey dil ................................. ol benim mihnet tecellimdir. Şikâyet olmasın Yâ Râb, benim şol nev’i derdim var İnâyet kudreti senden benim zillet tecellimdir. Düşelden aşk u sevdâya perîşânım meded Yâ Râb Fedâ cânım bu hasrette, benim hasret tecellimdir. Bizim « nahnü kasemnâ» da dağıtmış dânemiz Mevlâ Hemen Sabrî’ye bu hicran, benim zahmet tecellimdir.

241


Ahmet Talât Onay

SELİS Bilse bir kerre o şûh hâl-i perîşânımızı Rahmedip yakmaz idi bu derece cânımızı O ne hikmettir acep yâre mi te’sir etmez Kâfir imâna gelir dinlese efgânımızı Temelinden yıkılıp oldu harap içre harap Nice ta’mir edelim dil-i vîrânımızı Sabru sâmânımızı dîdelerin etti harap Şimdi içmek mi diler gamzelerin kanımızı Eder aşk ehli fedâ vârını artık Sabrî Varâlim biz dahi takdim edelim cânımızı *** Güzele bak ne siyah kirpiği kaşı gözü var Kuduretten ayın ondördüne benzer yüzü var. Lebleri gül, dişi dür, hokka dehânı hele bak Nice nâzik gülüşü, göz süzüşü, hoş sözü var. Aldanıp semtine175 birdenbire yaklaşma gönül Seni pervâne gibi yakmaya nârı, közü var. Sen gibi ülfet-i meftûnu o şûhi nâzın Nice yetmiş, nice seksen, nice doksan yüzü var. Her şey âlemde kemâlin bulur elbet Sabrî Her günün bir gecesi, her gecenin gündüzü var. MÜSEDDES Ey Hüdâ sen kıl inâyet, vasıl olmak vuslata Cân tahammül etmez oldu bu keder bu hasrete Günc-i gamda hasretinle düştü bu dil firkate Gird-i âb mihnette daldım bî-nihâyet kesrete Hâlimiz belli ne hâcet sen veliyyü’n-ni’mete Kıl inâyet şimdi muhtâcım azîzim himmete Gördüğüm senden vefâyı kimselerden bulmadım Ben velâkin nefse uyup kendi kadrim bilmedim Ye’s ü mâtem içre kaldım ağlarım hiç gülmedim Nice bin hâle giriftar ettin amma ölmedim Hâlimiz belli ne hâcet sen veliyyü’n-ni’mete Kıl inâyet şimdi muhtâcım azîzim himmete 175 Yahut: şem’ine

242


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Bu dalâlet içre koyma Sabriyâyı kıl azat Menzil-i maksûda erdir râhını eyle küşât Şâhına düşmez bu yoldu etme bî-kes, nâ-murat Abd-i âciz çâkerindir dâima ister murat Hâlimiz belli ne hâcet sen veliyyü’n-ni’mete Kıl inâyet şimdi muhtâcım azîzim himmete HASBİHAL Gafil mebaş, ey mücrim, zavallı Cân tende iken sarfetme malı Güçtür begayet, bil gayr-ı mümkün Tahsili kabil olmaz kemâli Âdem nedir bil, ref ’et hicabı Meydana çıksın ayn-ı cemâli Bil ebcet, hevvez, hutti, kelemen Sa’fas, karaşet, sehazden eymen Ahad, aşir, elf, mîad, meali Da, zaki, samin, ışrîn, hısali Tarheyle binbir, birden bine bir Dem, safra, balgam, reyh ol measir Etvar-ı seb’a, çâri-anâsır Vir bin cevap kim al bir suali Mürşide biat, eyle tevessül Cân u gönülden Hakk’a tevekkül Bilmem idersin nice tahammül Bu ayrılığa ey zâti âli Hasret odundan yoktur işit, bil Nar-ı câhimdir bilgil ki ta’dil Kurb-ı visâle gel eyle ta’cil Oldukça cânın tende hayali Sabrî bu babta etme mukarrer176 Fahrine ermek kasdinse meğer Râhında yârin ser verme ister Gûş eylen ıhvan bu hasb-i hali. 176 Yalnız Feyzi Efendi’’nin pederine ait mecmuada münderiç olan bu şiir bozuk bir yazı ile yazılmıştır. Elden ele geçerken arada bazı parçaların unutulduğu anlaşılıyor. İhtiva ettiği garabetten dolayı naklettim.

243


Ahmet Talât Onay

KOŞMA Hasretin ateşi tuttu özümden Yaktı derûnumu nâre ayrılık Kanlı yaşlar döküp iki gözümden Düşürdü rûz u şeb zâre ayrılık Aklıma geldikçe ehibbâ yâran Ol vakit serime târ olur cihan Bu iki nesneye bulunmaz derman Biri ölüm, biri nâçâr ayrılık Kimseyi ey Hüdâ koyma hasrette Gerek bu dünyada gerek ahrette Ağlayı ağlayı dar-ı gurbette Oldu ciger pare pare ayrılık Sabrî’nin niyazı budur evvela Kavuştur cümleyi Hazreti Mevla Zâlim felek bana kılalı cefa177 Açtı sinemde bin yâre ayrılık *** Görünce aklımı yağmaya verdin Yandım ateşine aman küçücek Beni helak etti firak u derdin Sendedir derdime derman küçücek N’olur bu hâlime kılsan inâyet Tahammül kalmadı ey gül-i âfet Cevrini çekmeye kalmadı takat Yok mudur göğsünde iman küçücek Sabrî’yi senin aşkın etti sersem Gül gibi rayında güldükçe şebnem178 Ser fedâ yolunda, cân diriğ etmem Kes beni îdinde kurban küçücek *** Gülşen-i hüsnünde şeydâlar gibi Gel düşürme beni zâra sevdiğim Alır bu dert beni deryâlar gibi Açtın bu sineye yara sevdiğim 177 Yahut: “Zâlim felek beni kılalı cüda / Açtı bu sineme yâre ayrılık” 178 Müzzi’nin mecmuasında şöyledir: Güya ki rûyında gün gibi şebnem

244


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Yâre vasıl olmak dünyada cehdim Ağlamaktan gitti gelmedi rahtim Benim tâ ezelden tali’u bahtim Senin kaşın gibi kara sevdiğim Terkeylemez ismin zandan Sabriyâ İlikten, damardan, kandan Sabriyâ Bir kez ah eylese âşık Sabriyâ Yakar beni külli nara sevdiğim179 *** Rahmeyle hâlime kaçma sevdiğim Ben gibi hüsnüne âşık bulunmaz Sırrını nâdâna açma sevdiğim Şimdi bu âlemde sâdık bulunmaz Bu aşk u muhabbet geleli sere Oluruz müptela gerçi dil-bere Cihânın hubları gelse bir yere Bana senden özge ma’şuk bulunmaz Zümre-i âşıkan bir yana gelse Âlemde merd olan meydana gelse Sana cân vermeye kurbana gelse Yine benden evvel layık bulunmaz Ararsan mescid ü meyhânelerde Aşk ile mest olan mestânelerde Şem’i ruhsarına pervânelerde Sabrî gibi bağrı yanık bulunmaz NEFES Ey Hallâk-ı âlem, Ey Kân-ı Kerem Senden bu derdime derman isterim Onulmaz yâreme sen eyle merhem Ne Eflâtun, ne de Lokman isterim. Derdini çekmekte, ben derd-i mendim Hasretinle helak eyledim kendim Padişahlar padişahı Efendim Bab-ı lutfa geldim ihsan isterim. Define-i aşkın divânesiyim Ayrılmam meyinin mestânesiyim Cemâlin şem’inin pervânesiyim Ne cennet ne huri gılman isterim. 179 Âşık Emrah’ın naziresi vardır.

245


Ahmet Talât Onay

Sabrî bunca yıldır çeker ya Sabûr! Bu harap cismimi sen eyle ma’mur Afveyle cürmümü, bendedir kusur Katreyim âlemde umman isterim. *** Her ne ararsan gönülde mevcut Gel tavaf eyle sen, beyt-i Hüdâ’yı Anda hasıl olsa gerektir maksut Sıdk ile ettinse tahsil rızayı Makam-ı Hazreti Resul-i Ekrem İçinde gizlidir nice bin âlem Arş u kürsü semâ, levh ile kalem Seyret gönülde ki ibret-nümâyı Peygamberi zîşan buyurmuş inan Hadis-i kudsidir etmen mi iman Kulûb-ı şuarâ hazâin Rahman Nasıl yakan zâlim böyle binayı Cihanda kemâlin râyegân olur Kalbini kıranlar peşiman olur Ziyaret ederler bir zaman olur Şehr-i Kangırı’da Sabr-i gedayı.180 *** Yâ ilahi! Sana âşık olanlar Cihanda devlet-i dârayı neyler Kalbi fâsık, hem İblis’e uyanlar Mescid-i Aksa’yı, Kübra’yı neyler Kemali kaf u nun zuhûri âdem Kafı kalıp olmuş beyt-i mükerrem Cemâlin nurunu seyreden âdem Firdevsi, cennet-i âlâyı neyler Şu dünyaya geldi nice enbiyâ Hakk’a vasıl olan irdi ma’naya181 Aşka düşenlerden âşık Sabriyâ Saltanatı mülkü dünyayı neyler

180 Sabrî’nin medfun bulunduğu Hacet tepesinde başka mezar yoktur. Senenin bazı aylarında kadınlar Hacet tepesi gezmesi yaparlar. Sabrî’nin mezarı etrafında hacet rüyasına yatarlar. Erkekler ilkbaharda çiğdem mevsiminde burada fırancalayı yumurtaya batırıp yağda kızartarak çullama yaparlar ve Sabrî’yi ziyaret ederler. 181 Aslında böyledir, fakat kafiye bozuktur.

246


SÂDIK182 Şabanözü nahiyesine bağlı Sarıkürt183 adlı Kızılbaş köyünden Kerim Ağa’nın oğludur. 1265/1849-1850’de doğmuş, 1337/1921’de 72 yaşında vefat etmiştir. Sadık okuyup yazma bilmeyen ümmî ve çok uyanık bir şairdir. Çubuk kazasının Yeniköy diğer adıyla Susuz köyünden olup 1318/1902-1903’te vefat eden Seyit oğullarından Süleyman’la müşaareleri vardır. Susuz’la Sarıkürt’ün arası üç saatlik yürüme mesafesinde olduğundan Süleyman’la Sadık daim beraber düşer, kalkar ve hem-bezm olurlardı. Sadık’ın oğlu Kazım Efendi de şiire âşinâdır, nefesleri vardır. NEFES Gani Haydar destim vardır dâmanda Cân kuşu kafesten çıkmadan yetiş Onda bir ümidim sahip zamanda Şunda gönül çerhın yıkmadan yetiş Aşkın hançerini vurdum serime Bunda ben sığındım Hudâ kerime Rakibler bühtân eder nûruna Şevk verip nikâbın kalkmadan yetiş Ayık eylemedi şu beni gaflet Dostun cemâlidir mahbûb-ı cennet Kanı revân olup akacak elbet Çeşm-i giryânımdan akmadan yetiş Aşk ile çekerim derd ü veremi Gâhi bön gezerim gahi seyrânı Gül etti sînemi aşkın sûzanı Tütünüm semâya çıkmadan yetiş Sefil Sadık der ki gel gani Haydar Yetiş yâ Muhammed Ahmed-i Muhtar Hünkâr Hacı Bektâş cümleyi bekler Ateşim dağları yakmadan yetiş 182 Ayrıca bk. Ahmet Yaşar Zengin, “Çankırılı Şair Sadık ve Şair Süleyman’ın Birlik ve Beraberlik Anlayışı” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı-2003, s.224-229; Süheyla Sarıtaş, Sadık, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com. (İ.A.) 183 Bu kelimenin kötürüm, mefluç manasına gelen küt olduğuna kaniim. Çankırı’nın böyle Kürdün gözü, ahalisinin Kürt yüzü görmemiş köyleri vardır. Bu köy ismi sonunda Meşelik olmuştur.

247


Ahmet Talât Onay

*** Aşkıla kendimi ber-dâr eyledim Dillerde gezdiğim senin aşkındır Hasretinle gönlüm bîmâr eyledin İllerde gezdiğim senin aşkındır Kaddin tûbâ gibi türlü hâl ile Birbir meyve yetiştirmiş dal ile Veyis184 gibi hırka ile şal ile Çöllerde gezdiğim senin aşkındır Vechinde “ve’l-leyli” ayeti yazılı Bismillâh kaşların nokta düzili Kudret mürekkebi gözler süzüli Okuyup yazdığım senin aşkındır Cemalin cem’ etmiş bezm-i cihânı Zebânın zübde etmiş türlü lisanı Vechinden lutfeyle bize ihsanı Divane gezdiğim senin aşkındır Desinler ki şu âlemde divâne Gönül Behlül oldu benden ele ne Bülbül oldum gülistanda handâne Güllerde gezdiğim senin aşkındır Sefil Sadık söyler bunu verdinden Ciger pâre pâre oldu derdinden Benim arzum güzellerin merdinden Hallerde gezdiğim senin aşkındır

184 Veysel Karanî

248


SIDKI İsmi Halil, mahlası Sıdkı’dır. Romanya’nın İsmail şehrinde doğmuştur. Defînetü’l-ulûm namındaki eserinde 1260/1844-1845 senesinde yaşının 57 olduğunu söylüyor ki 1203/1789-1790 senesinde doğmuş demektir. Bu kitapta ceddini Halilu’s-Sıdkı Ali ibni Ali ibni Ahmet gösteriyor. 1243/1828-1829’da Rus ordularının Romanya’yı istilası üzerine kaçmıştır. Bir müddet şurada burada âvare serâne dolaştıktan sonra İstanbul’a gelmiş, kendine bir mürşid aramaya başlamış, bir gün yeni yapılan köprü üzerinde meçhul bir zât: -Kangırı’ya git. Balcızâde Mehmet Efendi vardır, kutuptur. Onunla görüş, demiş. Bu tavsiye üzerine derhal bir gemiye binerek İnebolu’ya çıkmış, Kastamonu, Tosya yoluyla Çankırı’ya gelmiş, şehrin girişindeki Sarıbaba mezarlığı civarındaki tarlalarda çalışan bir zâta Mehmet Efendi’yi sormuş. Şadırvan üstü medresesinde oturduğu cevabını almış, medreseye gelince Mehmet Efendi’yi sormuş, Sarıbaba’da gördüğü zâtı göstermişler. Mehmet Efendi salâh-ı hâl sahibi ve ermiş bir zât imiş. Daima tarlasında çalışır, yoruldukça bir çordük ağacı altında dinlenir ve ibadet edermiş. Halil Sıdkı Efendi artık mürşidini bulmuş, onun himmet eteği ve irşadına sarılarak Çankırı’yı vatan tutmuştur. Ulemadan olduğu için kendisine Nusret Paşa vakıflarından eski müftü dairesinden bir medrese tahsis olunmuş, tedrisat ve ibadetle meşgul olmuştur. 1240/1825-1826 senesinde Kadıkıran eşkiyası tarafından şehrin kuzeyindeki Uluyazı’da katledilen mütesellim Hayvarzâde Hacı Mehmet Ağa’nın haremi Emine Hanım’la evlenerek ikiyüz kadar dükkan, han, hamam sahibi olmuş. Bu izdivaçtan iki kızı dünyaya gelerek birini Sadefzâde Hacı Abdullah Efendi, diğerini Müftüzâde Osman Efendi ile evlendirmiştir. İzdivacını tavsiye ve kolaylaştıranlar Şeyh Balcızâde Mehmet Efendi ile maktul Hacı Mehmet Ağa’nın oğlu Hacı Mehmet Ağa’dır. Şair Zahmî, Ağacık köylü Mustafa, Akdağlı Mustafa, Aktaşlı Mustafa, Sarısofu Mehmet, Dipsofu namı ile bilinen Ömer Efendiler icazet verdiği talebelerindendir. 1263/1847-1848’te Halil Efendi, şeyhi Mehmet Efendi’ye bir hediye göndermiş, Mehmet Efendi hediyeyi getirene: -Halil Efendi’ye selam söyle. Üç güne kadar ben göçeceğim o da uzatmasın, vasiyetinde bulunduktan üç gün sonra Mehmet Efendi, otuzbeş gün sonra da Halil Efendi vefat etmiştir. Halil Sıdkı’nın Mehmet Efendi hakkında mersiyeleri olduğu mervidir. Var bulun bir böyle zatı ey ahali Kangırı Bilmedik elden çıkardık kâmil-i insân idi, beyti o mersiyelerden imiş. Bu zatı Çankırı şairlerinden kabul etmeme sebep kendisinin Çankırı’da edebiyat cereyanlarına karışmış, evlat, ahfâd, ilim, edebiyat vadisinde bir iz bırakmış olmasıdır.

249


Ahmet Talât Onay

ESERLERİ: Halil Efendi’nin Defînetü’l-ulûm namında ikiyüz sayfaya yakın bir eseri vardır. İtikat ve fıkhî mes’elelerin en mühim kısımları hakkında selefî âlimlerin bakış açısını zikir ve her birini tedkik ve tenkit eden bu eser hakkında iki tahlili makale yazarak Halk Yolu mecmuasıyla neşretmiştim. Bu zatın şurada burada bazı tarihleri de görülmektedir. Şu halde Halil Efendi’yi taassubu kırmaya çalışan bir âlim, her tarzda şiir yazmış tarikat mensubu bir şair olarak tanımak icap ediyor. ÜSLÛBU: Nesrindeki lisanı eski tarz medrese takrirleri şeklindedir. Şiirlerinde ise divan edebiyatının Sünbülzâde, Enderunlu Fazıl gibi orta derecedeki şairlerin ittihaz ettikleri tarz ve edadır. LİSANI: Divan tertip etmeye çalıştığı kafiyelerin şeklinden anlaşılmaktadır. Bu cihetle kelime hatırı için fikirler bulduğu görülmekte, bu yüzden bazı kusurlu sözlere tesadüf edilmektedir. Sıdkı’nın mürettep divanını görmedim. Elde ettiğim perakende parçalardan Nakipzâde Hacı Hurrem Efendi’yle münasebeti olduğu, yardım gördüğü anlaşılıyor. Bu dil mahzun iken geldi beşaret bezmi Hurrem’den İnâyet babını açtı elinde armağan söyler Nice va’di kerimane eder işrâb sehavetden Zerafetle edip ülfet atasın hem tamam söyler Dolandırdı seni Sıdkı o va’dikâr ile şimdi Kani ol bahşı ülfetler kani Hurrem yalan söyler, Zevcesinin emlakinden îrâd alamadığı: Ezel nahnu kasemnâda bize Hak’dan muayyendir Ahali Kangırı şimdi nola vermez ise îrâd ve Kangırı’da tavattun ettiği: Benim terk-i diyâr etmiş vatandır Kengırı şimdi O cümle milk-i mâlımdan cüdâ yok ta ne vardır ya memleketinin İsmail olduğu: Gidip ol İsmail elden geçerken ol Tuna’dan ben Temevvüç eyleyip tâ kim bana nehri Tuna ağlar beyitlerinden anlıyoruz. DİVAN “Men aref ” sırrının bilenle bir nefes sohbet bana Şâh-ı kişver olmadan yeğ sanki bu devlet bana Câ-be-câ gam-hânemizde dil tecerrüd eylese Hem celisi nâ-ehilden yeğdir ol izzet bana

250


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Âlem-i hâbda görünce ol kamer-veş tal’atı Âteş-i aşka düşürdü geldi bu hayret bana Fikr-i leylâdır gönülde başka bir sevda değil Çok zamandır sâri oldu böyle bir cinnet bana Sen hazer kıl Sıdkıyâ aldanma nefsin mekrine Dem-be-dem andan gelir kim çektiğim zillet bana *** Gonca-veş ol dehenin güllere sor sorma bana Lezzeti la‘l-i lebin sükkere sor sorma bana Kadd-ı mevzûnunu bilmem neye teşbih edeyim Serv-i nev-reste, nihâl-i tere sor sorma bana Tîr-i müjgânını endahte ederse dilime Zahmi pür-hûnı dil-i neştere sor sorma bana Hem behem bezme gelip zevk u visâli bilmem Şerbet-i vaslını sen kevsere sor sorma bana Bî-amân zülfüne takdı dil-i Sıdkî’yi yine Gönlümün çekdiğini dil-bere sor sorma bana *** Nûş edip aşkın şarabın olmuşum mest-i harâb Dâmenim ağyar elinden aldım oldum kâm-yâb Burc-ı dilde doğdu ol hurşîd tal’at dem-be-dem Ufkı gönlüm pür ziyâdır doğdu sanki âf-tâb Nim nigâhı bahşı cândır lutfu eksikdir anın Mâ-hasal cümle anadır iştiyâkı şeyh u şeb Bu hevâ-yı nefsine verme sakın dil keştisin Anda şiddetli muhalif rûzgâr var bî-hesâb Mülk-i nâsuttan geçenler buldular hayy-ı ebed Sıdkıyâ anla kelâmım işte bu şâfî cevâb *** Ser-fürû eyler görünce serv-reftârın senin Lâl olur bülbül işitse râzı güftârın senin Leb kızıl ruhlar kızıl destinde câm-ı mey kızıl Kim kızıl divâne olmaz görse dîdârın senin

251


Ahmet Talât Onay

Câm-ı la‘linle yetiş imdada ey şûh el-amân Yakdı yandırdı beni ol şem‘-i ruhsârın senin Çeşm-i mestin cân verir şimşir-i gamzen cân alır Allah Allah ne temâşâdır bu etvârın senin Kâkülü mişkinini vasf eyleye gör Sıdkıyâ Çîn ü mâçini muattar kılsın eş‘ârın senin *** Yâr ile gönül cenk ile kavgaya mı düştün Dîvâne olup aşk ile sevdâya mı düştün Şeydâyı sıfat köyü harabatta gezerken Meftûn olarak bir gül-i zîbâya mı düştün Hüzn ile niçin durmaz akar hûn-ı sirişkin Mecnûn gibi sen bir saç-ı leylâya mı düştün Hengâmı amel geçti sakin tûl-ı emelden Beyhûde yere sen kuru hulyâya mı düştün Dîdende senin gam eseri gördü bu âlem Sıdkkî yine sen meclis-i ednâya mı düştün SEMÂÎ Dilâ gurbet diyârında cefâ yok da ne vardır yâ Dem-â-dem dâr-ı gurbette belâ yok da ne vardır yâ Kafeste bülbülü dinle dem-â-dem lânesin söyler Mücevherdir nefis gerçi ezâ yok da ne vardır yâ Benim terk-i diyâr etmiş vatandır Kangırı şimdi O cümle mülk-i malımdan cüdâ yok da ne vardır yâ Soyuldum tekye-i gamda kani ol câme-i zîbâ Tesettür etmeye şimdi abâ yok da ne vardır yâ Teessüf babına vardım tutup bir dâmen-i zillet Dilinde çün senin Sıdkî hava yok da ne vardır yâ *** Felekten câm-ı endûhu içen bir yana gelsinler Kurulsun bezm bî-gâne bize mihmâna gelsinler Yine dil neş’e-yâb oldu kuruldu hayme-i bezmim Ki kanda ehl-i dil varsa bugün seyrâna gelsinler

252


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gelenler feyz alır herdem şükür güftâr-ı tab‘ımdan Edem zerre behâ bin bu dem-i ummâna gelsinler Ben ol Sıdkî sühan-sâzım deme güftârı ham söyler Sühan-verlik eden varsa çıkıp meydâna gelsinler *** Esîr-i dâm-ı gurbetten safa sorma cefâdan sor Cihan zevki nedir bilmem anı ehl-i hevâdan sor Perîşan eyleyen kimdir beni ol bezm-i işrette Dil-i mahzûnumu mecrûh eden ol meh-likâdan sor Buyurdu nâz ile dil-ber bu işret-haneyi teşrif Bize gamze olur gerçi veli cevr ü ezâdan sor O mâh ile gelip tenhâ ederken rû-be-rû sohbet Rakîb gördü neler çekdik bugün sen ol belâdan sor Bu bezme gelmeyen zâhid ne bilsin hâl-i uşşâkı Bu da bir başka fendir ki bunu Sıdkı gedâdan sor *** Ben ol me’yûsu nâ-çârım beşâretden eser gelmez Esîr-i dâm-ı gurbetde meserretten haber gelmez Gönül pervâz edip gitti bu demde sû-yı dil-dâra Dem-â-dem kûy-ı dil-berden kebûter-veş döner gelmez Acep ol kûy-ı dil-berden niçin geçmez benim gönlüm Bizi bu intizâr üzre bırakdı dil gider gelmez Umarım şâhımı her-dem diriğ etmez bize lutfun Bu anda olsa da cevri geçer andan keder gelmez Teveccüh eylese Sıdkî sana ikbâl u himmetle Velî baht-ı siyâhın var yarıyoldan haber gelmez SEÇME BEYİTLER Herkese bir kârî taksim eyledi fermân ile Âşıka aşk u muhabbet zâhide bir bûriyâ Kâr-bân-ı râh-ı aşkın geldiğin bildim dilâ Nâle-i nây u ceresten bir sada geldi bana Bir safa olmaz cihanda kûşe-i vahdet gibi Dem-be-dem lazım değil bu halk ile kavga bana

253


Ahmet Talât Onay

Hâne-i tende bilirsin bir gönül var derd iki Ol iki derd birbiriyle herdem etmez imtizâç Erip ol şâh-ı maksûda alam bir gonca-i zîbâ Benim bu dâmenim rencîde-i hâr eyleme yâ Rab Olup şekl-i cünûn üzre tecerrüd âlemin seyret Sana yüz verse de Leyla anınla mâcerâdan geç Gayrının sükker taamın kim tenâvül etmeden Kendi hânemizde her-dem sâde huşki nan leziz Hâr-ı gülün zahmini bülbül-i nâlân bilir Keyf-i mülin lezzetin serhûş-ı meşâtan bilir Ehl-i dilin kadrini merd-i suhandan bilir Bahile ser-fürû etmem Hudâya şükri hâlim var MURABBA Cevr ile çarh-ı felekden şimdi devrânım garîb Hâlime ağlar bulunmaz oldu giryânım garîb Bu cihanda fitne olmaz gül gibi bu gönlüme Dem-be-dem zâr u figânım ile seyrânım garîb Câm-ı endûh-ı felekden ben bugün mestâneyim İzz ü nâzdan ben cüdâ bir bî-nevâ bir dâneyim Ehl-i diller meclisinde kimsesiz bî-gâneyim Hasretiyle âh edip ol cümle yârânım garîb Gönlümüz bîmâr olupdur derd ü gamla hastayız Tâ ezelden kâkül-i cânâneye biz besteyiz Firkat ile âh edip ol zümre-i serkeşteyiz Hem bana ağlar tabîbim derde dermânım garîb Her gece fikri hayâlim hüsn-i cânândır hemân Gitmiyor asla gönülden sürdüğüm dem her zaman Vermedi fırsat felek bu hâlime ağlar cihân Hâne-i dilde enîsim oldu mihmânım garîb Hâne-i zîbâda sürmüşken nice dem Sıdkıyâ Terk edip dâr-ı diyârı akıbet oldum cüdâ Neyleyim âh tâ ezel böyle dürür emr-i Hudâ Şimdi bunda ben garîbim anda evtânım garîb

254


SIDKI HANIM Biri şâir Mahî’nin hemşîresi, diğeri kâtibzâdelerden iki Sıdıka Hanım olduğu, şiirde Sıdkî tahallus ettikleri mervi ise de hayat ve eserlerini elde etmek mümkün olmamıştır. İhtimal bunların bazı şiirleri Halil Sıdkı ile diğer Sıdkı mahlaslı şairlerin şiirleri meyanına karışmıştır.

SÜLEYMAN185 Çubuk kazasının Yeniköy, diğer adıyla Susuz köyünden olup 1318/1902-1903’te vefat etmiş olup Seyit oğullarındandır. Süleyman 1312/1896-1897’de uyanmış, yani tarikata dair şiir söylemeye başlamıştır, ancak altı sene kadar şiir söylemiştir. Ankara’nın Hacıdoğan mahallesindeki İbadullah Camii bitişiğindeki medresede bir miktar tahsil görmüştür. Süleyman, Çankırı ve Çubuk Kızılbaşlarının değil, Ankara vilayetinin ve bu vilayeti kuşatan vilayetlerin kızılbaşlarınca da bilinen ve kudsiyeti kabul edilen simadır. Her tarikata girmiş kızılbaş, behemehâl onun birkaç nefesini, bir nutkunu, bir güzellemesini bilir. Susuz’la Sarıkürt’ün arası yürüme üç saatlik mesafede olduğundan Süleyman’la Sadık daim beraber düşer, kalkar ve hem-bezm olurlardı. İkisinin de şiirlerini bir zümrenin itikadını göstereceği için naklediyorum. GÜZELLEME Kömür gözlüm merhamet et hâlime Cefa çekmek ise bu da yetiyor Aşk ateşi şu sinemde korlandı Ah ettikçe buram buram tütüyor 185 Ayrıca bk. Ahmet Yaşar Zengin, a.g.m., s.224-229. (İ.A.)

255


Ahmet Talât Onay

Üç nokta alnında âşikâr gördüm186 Medhinde sûre-i Fatiha okurdum Dil-ber ak göğsüne seccâde derdim Dost kaşların mihrâb bana yetiyor İnnâ fetahnâ lek, tahsînsin güzel Sûre-i Kafhâ vü Yâsin’sin güzel Yar gülistana lisansın güzel Bülbüller sahrada bayram ediyor Âyete’l-Kürsî’yi okur dilinde Nûrdan kadeh ile bâde elinde Asılsam da ölsem zülfün telinde Siyah ebrûların bir kan ediyor Süleyman’ı öl ayrılma izinden Gün doğmadan üç nur doğar yüzünden Bin dertli dermanı bulur sözünden Cihân o dil-bere yanıp gidiyor *** Bilmem hakkın lutfu, bilmem ihsanı Aşkın defterine aldık bakalım Gün-be-gün arttırdık efkârı, zârı Gemiyi ummâna saldık bakalım Felek kış eyledin gelen yazımı Bilmem duyman bilmem tutman sözümü Uçurdun kolumdan yavru bazımı Her nâmerde gülünç olduk bakalım Çok eyledin Süleyman’a kahiri Cevretmede ver içeyim zehiri Serim dost yoluna kurban âhiri Maksudun bu ise verdik bakalım TAŞLAMA Kırküçbin dalkılıç yüzbin kemer-best Bu nerdendir bunun aslın bil âşık Oniki imam ondört ma’sûm-ı pâk Mânalar içinde budur dolaşık 186 Allah, Muhammed, Ali.

256


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Fehmedersen bismillâhın mimini Dört ırmaktır şu cihânın zemini Elif, be harfine koymuş cem’ini Kalbimizden şu karayı sil âşık Âşıklık hazıklık ilim bilene Pâk eyleyip kalp aynasın silene İlm-i câvidâna kalem çalana Ben gulamım sen de gulam ol âşık İsmi âdem seb’a’l-mesân Fazlı da Yedi âyet yetmiş üçtür gözlüde Sırr-ı settâr şâh-ı merdân gizli de Zâhir, bâtın sen bil bunu bul âşık Söylen Süleyman’ın bilen mi baylı Üstâda konturat yükümüz taylı Hünkâr Hacı Bektâş pirimiz gaylı Dolan dolan gök eşiğe gel âşık

257



ŞERÎFÎ

Perdedâr mahallesindeki İncili çeşmede tarihi bulunan bu şairin hayatı hakkında malumatımız yoktur. Eski mecmualarda Şerifî mahlaslı şiirlere çok tesadüf edilmektedir. Çeşme tarihinden anlaşıldığına göre 1153/1740 senelerinde yaşamıştır. MÜSEDDES Düşelden aşkıle câna gönül hayrân ve ser-gerdan Gezer başı açık yalın ayak mecnûn gibi üryan Bu ceyhun gözlerim tâ subhadek giryân döker al kan Habîbâ var ise kalbinde zerre rahmile imân Yanağından iki bir de lebinden bûse ihsân kıl Emîrim, seyyidim âl-i Resûlüm cân sana kurbân Kalırsa derd-i aşkın bir iki gün böylece cânım Cihanda elvedâ olsun ki senden gayra sultânım Ölürüm derd-i aşkından yazılır boynuna kanım Eger dest-i ecel çâk etmesin dersen girîbânım Yanağından iki bir de lebinden bûse ihsan kıl Emîrim, seyyidim âl-i Resûlüm cân sana kurbân Yoluna cân veren âşık seni sıdk ile sevmez mi Tahammül eyleyip cevr ü cefâna boyun eğmez mi Cefanı bunca dem çekdim iki üç bûse değmez mi N’olur mahbûb olan âşıkına hiç bûse vermez mi Yanağından iki bir de lebinden bûse ihsan kıl Emîrim, seyyidim âl-i Resûlüm cân sana kurbân Şerîfî çünkü âlemde safa meyden bulur sâkî Erer elbet kaza tîri güzellik kalmaya bâkî Elinde var iken ruhsat sakın ağlatma uşşâkı Gelip ye’cûc mûlar tutmadan ta hüsnün âfâkî Yanağından iki bir de lebinden bûse ihsân kıl Emîrim, seyyidim âl-i Resûlüm cân sana kurbân

259


Ahmet Talât Onay

*** İncili çeşmedeki kitâbe şudur: Zehî hayrâtı müstahsen binâ oldu kemâlinden Zehî mevkî-i çâr cadde Hudâ sakla zevâlinden Bunu çün Sâliha Hânım iki evladı rûhiçün Edip ihyâ vü hem icrâ getirdi tîb mâlinden Biri Gâzi Muhammed Mîr biri Afîfe Hânımdır İlâhî bunlara gufran edip afvet suâlinden Anın âbâ vü ecdâdı kamu evlâdına cümle Şarâb-ı kevseri işrâb edip vere visâlinden Husûsâ ol Selim Paşa adâlet mâdenidi hâs Ki meşhedi ola dâim Hudânın hûb cemâlinden Gel ey atşân Şerîfîyle oku târîh lutfeyle “Du‘â-yı hayrile anhâ içüb âb-ı zülâlinden” (1153/1740) Kitabede ismi geçen Saliha Hanım, Çankırı’da mutasarrıflık etmiş olan Cân Aslan Paşazâde Selim Paşa ahfadındandır. Selim Paşa Çankırı’nın Büyük Cami makberesinde medfundur. Sülalesi uzun müddetler Çankırı mutasarrıflığı etmişler, vilayet kendilerine mâlikâne olarak verilmiştir. Saliha Hanım bu çeşmeyi tamir etmiştir. Çeşme Dörtyol ağzındadır. 1153/1740’da Çankırı’da Hanım kelimesinin kullanılması dikkate şâyândır.

260


VÂFÎ Zâimzâde Sait Efendi mecmuasında Hacı Hurrem Efendi’ye bir kıt’ası bulunan Osman Vâfî Efendi’nin hayat ve eserleri hakkında malumat elde edemedim. Yalnız Vâfî mahlasının Âşık Tokatlı Nûrî tarafından verildiği hakkında bir rivayet vardır. Şu halde 1270/1854-1275/1859 senelerinde hayatta bulunuyormuş demektir. Kıt’a şudur: Zehî kânı maârif dil-nüvâzdır dâderim Hurrem Gelüb Vâfî saâdethâneye tenhâ-nişîn oldu Cenâbı pür-mürüvvet yok ise hâne bizim yâhû Edip tarh-ı tekellüf sanmaki çîni cebîn oldu Bu kıt’anın başında “Tâceddinzâde187 Osman Vâfi Efendi hâne-i Hurrem Efendi’ye gelüb bulmadık da söylediği kıt’a” ibaresi ve altında suâl başlıklı şu kıt’a yazılıdır: Bu ne resmiye hâli bâtıldır Bu ne vechile …… kâbildir Yani ihsan kıl beyan eyle Fikr-i fâsidlerini ayân eyle.

VAHYÎ Hacı Kavukcuzâde Şeyh Hacı Hafız Ahmet Efendi 1308/1892-1893 senesinde vefat etmiştir. Nakşi tarikatı halifelerinden Yozgat şeyhi namıyla bilinen Hacı Abdulvahit Efendi’ye 1279/1863-1864’te intisap ederek 1298/1880’de şeyhinin vefatı üzerine halifesi olmuştur. Kendisinden sonra da Kastamonu’da Evliya, bilahare Mekke’de şeyh Vehhap Efendiler halife olmuşlardır. Ahmet Vahyi Efendi hıfzını Hacı Kütük hocadan ikmal etmiş, medrese tahsili görmüş, Abdulvahit Efendi’den tasavvuf ilmini taallüm etmiştir. Hoş sohbet, vefakâr, hayır-hâh olmakla beraber âlim, zâhid, müttakî ve keramet sahibi bir ârif kişi olduğu kendisini tanıyan hürmetkârlarının cümle rivayetlerindendir. 187 Kitapta, bu kelime “Tâc dinizâde” şeklinde yazılmış olup bu yazımın bir matbaa hatası olduğu düşünüldüğü için Tâceddinzâde şeklinde tarafımızdan düzeltilmiştir. (İ.A.)

261


Ahmet Talât Onay

Uzun seneler Camî-i Kebir mütevellisi olmuş, bu vazifeyi dindârane bir dikkatle ifa etmiştir. ÜSLÛBU: Şiirleri dervişâne, mutasavvıfânedir. Aşkî ve hissi şiirlerine tesadüf edemedim. Hece ile yazdıklarında az çok muvaffak olmuştur. LİSANI: O kadar mükemmel değildir. Şiiri, derûnî bir zevkin tatmini için değil, daha ziyade istişfâ (şefâat talep etme) ve irşâd maksadıyla yazdığı anlaşılmaktadır.188 NA‘T Çille-i derdin çekilmez bir iş imiş Ahmedâ Hiç tahammül eylemez bu gönlümüz vâ-hasretâ Yok ki vüs’at eylese sür’at gönül vuslatına Dilde hicrân aşk-ı sûzân yanmada âh pür-safâ Cân u başdan bu yüregim odları eyler taleb Vaz‘ edüb pervâne emsâl ser-vücûd eyler cüdâ Sen de ol hüsn-i hayâli seyrederken bî-‘ukul Ver bana ol hüsn-i pâkinden hayât ile hayâ Tâ ki olsun bu vücûdum bahr-ı aşkın katresi Gün-be-gün sevdâlara sal sen beni yâ Mustafâ Yâ Resûlallah deyû şâm u seher kılsam figân Dîdeme kuhleylesem hâk-i kudûmün Vahyiyâ *** Derûnun yak olup âşık gül-i nâr içre handân ol Gönül suyun salıp deryâ-yı aşka dost figândan ol Dilâ sünbül gibi re’sin gönül deryasına daldır Teveccüh kıl çü hâk üzre rengân-ı çemendân ol Eger gönlün olursa taş, sana kâr eylemez deryâ Hacer üzre muhaldir bağ dikilmek yaradandan ol Huşû ile bu dil mülkün kavî-bend eyle Allah’a Tavaf et kalb-i envârın her eşyâdan nihândan ol 188 Vahyî hakkında ayrıca bk. İbrahim Akyol,“Çankırı’da Nakşibendiliğin Tarihi” Çankırı’nın Manevî Mimarları, Sempozyum Bildirileri, Çankırı-2017, s. 238. (İ.A.)

262


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Geçir nefsini benlikden her eşyâya yedullahda Her işler zât-ı pâkinden alandan ne satandan ol Var aczin nefsini bilmekte ey Vahyî kılasın âh Bırak koy bu vücûd mülkün sen ey dil bî-nişândan ol *** Ah yine dü çeşmim kan ile doldu ilâhî Ol derd ile bu murg-ı gönül soldu ilâhî Senden gele mi hicri dile vuslat-ı imdâd Ol hubb-i habîb aşkını cân buldu ilâhî Âh eyleyerek cân-ı azîz nâre atarken Bilmem acaba derdli dile n’oldu ilâhî Âh ne ile ne yâd ile cân bula safayı Sen zât-ı kerimden dil ırak oldu ilâhî Setreyle Hudâ, Vahyî eger etse de isyân Rahmini her an isteyüben güldü ilâhî BİR MÜSTEZÂDINDAN Dil yâresi hünkâra edeble kılar efgân Et derdime dermân Bu vech-i siyâh didesi pür-hûnu firâvân Seyretmeye her ân Bir bâdeni nûş etse eger cân-ı hayâtım Görmeye hiç emvât Sundukça bana sâkî-i levlâke fürûzân Dü-çeşmimiz al kan Kimdir soralar ismi nedir âşık-ı şeydân Vahyîdir hakîrîn Her şâm u seher bülbüli-veş olmada nâlân Ey şems-i dirahşân *** Gönlümün sürûru serveri şânı Cân içinde cânım âlî Muhammed Tutmuş dostu hakikat sevdan cihânı Kaşların hutbe salli Muhammed

263


Ahmet Talât Onay

Şefî‘ ol mücrimim derûnum hârık İmdâd ister bu dil senden ey hâzık Ve’l-leyli zülfüne cân yakar âşık Şebi zulmetlerde hâl-i189 Muhammed Âh çekmesem cânım eylemez râhat Senden gele bana rahm u merhamet Aşkı hasretinle çekilse zahmet Şifâ kıl derdim belli Muhammed Rûyım siyâh derûn ihrâk el-aman Ata vü lütfundan derdlere dermân Kerem senden meded senden ey civân Kaldırma nâle-i vâli Muhammed Bir miskini hâkidir kalb-i virânım Kapında kemterim ben bir nihânım Vahyîye meded kıl her seher cânım İhrâc-ı defteri min külli Muhammed

189 Hal, yüzündeki ben manasındadır.

264


YÂDÎ190 İsmi Osman’dır. Mumcunun Âşık Osman namıyla bilinmektedir. Geçen asrın iyi saz çalan âşıklarındandır. Saz şairlerinin tekellüm namını verdikleri müşâarede muvaffak olduğunu bu âlemleri idrak edenler nakletmektedir. Taşköprü’de merkebini çaldıkları zaman merkebini sitayişle anlatan uzun şathiyâtını ele geçiremedim. Bu maceraya ait yalnız şu beyit: Pîr-i anbardan icazetli mutî‘ derviş idi Baş eğerdi cinsini gördükte bir ihvan gibi, yaşamaktadır. Bu küçük parçada şairin mizah kabiliyeti hakkında bir fikir verebilir. Taşköprülüler kendilerini hicv, merkebi senâ yollu söylenen bu şiirden dolayı merkebi medhe devam etmesini ve binâenaleyh merkebi bulacaklarını söylerler. Yâdî de devam eder. Merkep bulunur fakat şiirden bugün eser yoktur. Yâdî’nin kıvrak koşmaları vardır. Mecmua sahipleri medrese görmüş şairlere ehemmiyet verdiklerinden bu derbeder ve fakat muvaffak âşıkın şiirlerine iltifat etmemişler, mecmualarına almamışlardır. Mecmuasının kimde olduğunu öğrenemedim. Vefatı 1300/ 1884-1885’ten sonradır. Yâdî mahlası Tokatlı Nûrî tarafından verilmiştir. Bilmem bu mecâlis gülistânımdır Dediler çok âşık dîvânesidir Dedim nev açılmış gülistân mıdır Dediler bâğ-ı irem nişânesidir Dedim giderler mi gelen âşıklar Dediler eğleşir vusla layıklar Dedim nedir bunca bağrı yanıklar Dediler şu şem’in pervanesidir Dedim Yâdî oldu aklım serseri Dediler hâlinden bilir ol peri Dedim doğru söylen kimin dil-beri Dediler sizlerin cânânesidir. 190 Ayrıca bk. Zeynep Safiye Baki, Yâdî Osman, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 16.12.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

265



YESÂRÎ191 Tuht (Yapraklı) nahiyesinden olan bu âşıkın hayatını tahkik edemedim. Yesârî mahlaslı birçok şair olduğundan bizim âşıkımıza âit olduğunu kuvvetle tahmin ettiklerimden nümûneler vereceğim. Her saz şairi gibi Yesârî de Bektâşidir. Yesârî’nin Bektâşî olduğu eserlerinden anlaşılmakta olup beraber Hacı Bektâş dergâhını sık sık ziyaret ettiği ve orada uzun müddet kaldığı anlatılmaktadır. Hacı Bektâş dergâhından Ankara’da Maarif Vekâleti kütüphanesine nakledilen mecmualardan birinde Yesârî’nin birçok şiirine ve bu meyanda Zahmî’nin vefat tarihine tesadüf edilmiştir. Mecmuanın kabında Türbedâr Yesarî Baba mecmuası kaydı görülmekte olmasına nazaran Yesârî’nin 1283/1867-1868’den sonra türbedâr olduğunu çıkartmak mümkündür. Çünkü Zahmî’nin vefatının senesini, ayını, gününü tesbit ederek gösteren bir şair herhalde Çankırılı olmak ve Zahmî ile düşüp kalkmış bulunmak lazımdır ki bu da bizim Yesârî’den başkası değildir, sanırım. Mecmuadaki Yesârî şiirlerinin hattıyla diğerlerinin yekdiğerine benzememesi bu yazıların sonradan ilave edildiğine, mecmuanın Çankırı’dan gittiğine ve binâenaleyh Çankırılı Yesârî ile türbedâr Yesârî’nin başka başka âşıklar olabileceğine de ihtimal vermek mümkünse de birinci noktayı şimdilik muhafaza zaruretindeyiz. Dillerde kimin hayrile hem yâdı Ali’dir Bil rûz-ı haşir anların imdâdı Ali’dir Var mı görecek dîde-i dünyâ ile âya Cibril-i Emînin dahi üstâdı Ali’dir Sevdiğile haşreyler ise âdemi Mevlâ Ey hoca, benim sevdiğimin adı Ali’dir Oniki imam bendesi ol hâlıkı mahfî Makbûl-ı Hudâ’dır olan evlâdı Ali’dir Gam çekmesin her dildeki her demde Yesârî Her zikr ü hâmidle dahi hem nâdi Ali’dir 191 Ayrıca bk. Süheyla Sarıtaş, Yesarî, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 13.06.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

267


Ahmet Talât Onay

MÜSEDDES Vücûd iklimini seyreyleyin bir kûh-ı Kâf ’ız Anâsır hükmünün cem’iyyetinde nûn u kâfız biz Ser-â-pâ hâk ü gevher ma‘deni kurbünde sâfız biz Ümidi kesmeyiz Hak’tan kerem zulmünden âfız biz Sakın aksi tefehhüm etmeyin beyhude lafız biz Biziz ol bir bölük üftâdeler hep ber-tarafız biz Bizim herbir vücudumuz ser-â-pâ hâk-i gevherden Güher sandığına el sokmuşuz biz rahm-ı mâderden Ümîdi kat‘ edip baş eğmeyiz hiç hayr ile şerden Bize böyle nasihat eylemişler özge bir pîrden Sakın aksi tefehhüm etmeyin beyhude lafız biz Biziz ol bir bölük üftâdeler hep ber-tarafız biz Oku bu sûreyi Meryem bile bilmez bilen der mi Bir âdemden kamu âlem bile bilmez bilen der mi Süleymânım diyen hâtem bile bilmez bilen der mi Ki bir benim diyen âdem bile bilmez bilen der mi Sakın aksi tefehhüm etmeyin beyhude lafız biz Biziz ol bir bölük üftâdeler hep ber-tarafız biz Yesârî tâli‘ u ikbâlimi ben eyledim takrîr Bana bin rızk içinde eylemiş yekdânecik takdîr Be-hâşâ görmedim yek-dâneden gayrı ben oldum pîr Kulak tut zâhidâ bu nutkumu ben söyleyim bir bir Sakın aksi tefehhüm etmeyin beyhude lafız biz Biziz ol bir bölük üftâdeler hep ber-tarafız biz MUSAMMAT KOŞMA Sevdim bir dil-beri gönül serveri Dudağı sükkeri em emcesine Gezmişim her yeri böyle bir peri Görmedim ekseri âdemcesine Sevdâya dûş eder aşkı cûş eder Her sözü gûş eder ferâmûş eder Cilve cünbüş eder hatır hoş eder Bâdeler nûş eder hem-demcesine Yesârî bu kâre düştü ne çâre Eyledi âvâre o kaşı kara Âlem âşikâre derdine çâre Sarınca o yâre merhemcesine

268


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

*** Ey cânımın cânı açma dehânı Erkânı merdânı ehli sende bul Sûre-i Rahmânı seb‘a’l-mesânı Mu ‘ciz-i rabbânî serri fende bul Cihânın her işi çekerse kişi Aksidir git işi etme teşvişi Sür çıkar endişi gıl ile gışi Git bir dervişi mücerrede bul Ezelde alıkın aşka yanıkın Her sözü sâdıkın mürde tanıkın Mahbûbu’l-hâlıkın vasla lâyıkın Yesârî aşkın yedi yerde bul *** Hazret-i Mevlâ’dan budur niyâzım Pervâneler gibi nâre düşesin Dilerim derdine dermân olasın Şeydâ bülbülü gibi zâre düşesin İki yakan bir araya gelmesin Seni gören hiç merhamet bilmesin Ağlamaktan bir dem yüzün gülmesin Genç yaşında ihtiyâre dönesin İki gözün birden hem olsun alil Ellerin göğsünde gez melil melil Genç yaşın içinde ol seril sefil Böyle bir sitemli yâre düşesin Yesâri ağladı sen dahi gülme Gez dolaş dünyada bir murad alma Ölürsen ahrette hiç iman görme Yılanı çok bir mezara giresin

269



YÜMNÎ Dömeke şehitlerinden yüzbaşı Osman Efendi’nin oğludur. Validesi Tuht’un Plevne şehitlerinden Emrullah Ağa kızı Neşvet Hanım’dır. 1306/1890-1891’de Çankırı’da doğmuştur. İsmi Hasan Nizâmeddin’dir. İbtidâi tahsilini İskilip’te gördükten sonra 1319/1903-1904’te Kastamonu idadisine dâhil olarak 1323/1907-1908’de tamamlamış ve Dâru’l-fünûn Edebiyat şubesinden 1328/1912’de yeterlilik (rüûs) imtihanını vererek mezun olmuştur. Aynı senenin Eylülünde (Ekim-1912) Çankırı İdadisi tarih ve coğrafya muallimi bir sene sonra Türkçe muallimi olmuştur. Daha sonra Sinop İdadisine tayin edilmiştir. Beş sene muallimlikten sonra üç sene de muhtelif nahiyelerde müdürlükte bulunmuş, hâlen Çubuk’ta avukatlık yapmaktadır. Şiire merakını bir mektubunda şu suretle naklediyor: “Şiire merakım Kastamonu İdadisinin altıncı sınıfında ve iyice hatırlıyorum ki Çankırı’dan gelen Ahmet Talât, koşmalar, şiirler yazıyormuş, edebiyat muallimi Sıddık Efendi şairlik, ediplik isti’dâd ve kabiliyeti görüyormuş, bunun için Ahmet Talât’ı seviyormuş, diye arkadaşlar arasındaki gıptalar ile başlar. Daima içtimâi ilimler ile edebiyattan zevk alırdım. Yine altıncı sınıftaydık. Merhum Muallim Nâci’nin Istılâhât-ı Edebiyye’si ile Ebu’z-Ziyâ Tevfik’in Numûne-i Edebiyât-ı Osmâniye kitabını Ahmet Talât’ın elinde görmüş ve edebiyat meraklısı üç dört arkadaş kitapçıdan bu kitapları alarak okumaya başlamıştık. O sırada Ahmet Talât koşmalar, gazeller, tarihler192 yazma devrinde idi. Ben de şiir ve edebiyata heves ve merak uyandıran Ahmet Talât’ın teşviki ve şiire, edebiyata heveskâr olduğunu görmek olmuştur. Herhalde şairliğe kabiliyeti doğuştan mevcut imiş ki bu heves ve merakın daha ilk ikinci ayında muallim Sıddık Efendi’nin hata görmediği ve makta beytinde Nizâmî diye kullandığım ismimin üç hece olması hasebiyle biraz düşük ve imalesi olduğunu ve bende şiir yazmaya kabiliyet bulunduğunu tebşir ettiği bir gazelimi yazmıştım. Bu da iyi hatırlıyorum ki Talât’a bir nazire idi.” Nizameddin Bey, Yümnî mahlası kur’a çekmek suretiyle Sıddık Efendi’nin verdiğini bildiriyorsa da bu hususta yanılıyorlar. Çünkü merhum Abdulkadir’e Bidârî ve kendilerine Yümnî mahlası tarafımdan verilmiş idi. Zira şair meşhur Karamanlı Nizâmî ile o zaman İstanbul matbuatında dikkati çeken şiirleri yayımlanan Filibelizâde merhum Nizâmî’den tefrik için üç kağıda Zâhir, Yümnî, Sermet isimleri yazılarak kur’a çekilmiş, Yümnî çıkmakla tarafımdan bir de kıt’a yazılmıştı. Hoca Sıddık Efendi bu mahlas değiştirme keyfiyetini işitince isabetli ve uygun görmüşlerdi. Zâhir mahlası bilhassa Sühâ Zahir şeklinde benim müstear ismim olmuştur. 192 Filhakika, Taşköprüdeki bir çeşme ile Hoca Behçet Efendi için yazdığı vefat tarihi taşa hâk edildiği (kazındığı) için arkadaşlarım gıpta etmişlerdi. Ahmet Talât.

271


Ahmet Talât Onay

ESERLERİ: Nizameddin Yümnî 1334/1918 senesine kadar yazdığı şiirlerini bir araya toplamış eserine muvafık bir isim bulmak ve mütalaamı alarak İzmir’de vasıtamla tab’ ettirmek istemiş, bunun için hazırlığa da başlamışken o arada müdürü bulunduğu Eflânî nahiyesinde Ağustos-1334/Ağustos-1918’de vukua gelen bir yangında bütün eşyasıyla beraber bunlar da yanmıştır. Bu kayıptan çok müteessir olan Nizameddin teessürünü şu suretle anlatıyor: “Topal, şaşı, güzel, çirkin ne olursa olsun bu manevi evladlarımın mahvolmasına hâlâ teessür duyarım. Hatıramda kalabilenleri cem’ ettimse de noksan ve unutulanlarıyla beraber onda ikisini teşkil etmiyor.” Dâru’l-fünûn’da son sınıfta iken bir arkadaşıyla beraber “Nesl-i âtî” namında resimli bir mecmuayı beşinci nüshaya kadar neşretmiştir. Trabzon’da çıkan Envâr-ı vicdân namındaki mecmuanın hemen her nüshasına şiir ve makaleler yazmıştır. Bu sırada zavallı edebiyât-ı osmaniyye ünvanlı bir makalesinden dolayı İzmir’deki Anadolu gazetesi başmuharriri Haydar Rüştü Bey’le193 aralarında açılan “edebiyat, zevk ve sanat içindir” ve “edebiyat fayda ve ahlak içindir” nazariyeleri hakkındaki münakaşalar uzun müddet sürmüş ve münâkaşa, müşâteme ile neticelenmişti. Nizâmeddin edebiyatta ahlak nazariyesini müdafaa ediyordu. 1338/1922’de Çankırı’da “Türk Sözü” adında bir gazete çıkarmaya başlamışsa da silah altına alındığından gazete yaşamamış 1340/1924’te çıkan “Necat” gazetesini bir müddet idare etmiştir. Halk Yolu mecmuasında da yazıları vardır. HUSUSİ HAYATI: Mektep sıralarında beş-altı sene arkadaşlık ettiğim Nizameddin, Kastamonu idadisinin altıncı sınıfına girdiğim ilk saatte yanıma gelmiş, bir hemşehri sıfatıyla bana yabancılık hissettirmemeye çalışmıştı. Kısa boyu, toparlak vücudu ve fakat çalak hareketleriyle ve kararsız zekâsıyla herkese kendini sevdiren bu gencin yaramazlıkları, şakaları hesaba gelmez. Latifeden hoşlanır, nüktelerine çok kıymet atfeder. Mektep idaresinin en sıkı dikkatine, takibine rağmen hariçten muzır sayılan kitapları, mecmuaları mektebe getirmekte maharet gösterirdi. Edebiyat derslerinde hâsıl ettiğimiz malumat bizi muhtelif şahsiyetlere taraftar etmişti. Ben Çankırı’dan Muallim Naci’ye hararetli bir taraftar gelmiş, arkadaşlarımdan birçoklarını da fikrime imale etmiştim. Günün birinde Takdir-i Elhan’ı okuyunca Ekrem Bey taraftarı olmuş, birkaç arkadaşı da bu cereyana sürüklemiştim. Naci taraftarları olan diğer arkadaşlarla mücadelemizde pişdâr vazifesini gören daima onlara çatarak kızdıran Nizameddin olurdu. Bir gün tahtaya “Ey ahali, ben edîb-i âzâmım” mısraını yazarak altına Haşim imzasını atmış, böylelikle Boyvadlı merhum Haşim’in meşhur küfürlerini savurmasına, uzun gürültülere münakaşalara sebep olmuştu. Mektepteki edebî münakaşalarda Nizameddin daima benimle beraber aynı safta bulunur, rahmetli Abdulkadir de hemşehrilik gayretiyle bize katılırdı. Günün birinde benimle Nizameddin “Gark-ı Nur” ve “Meyhanede” redifli gazellerimizi parçaladığımızı gören Abdulkadir kendi parçalarını da yakarken ağlar bir vaziyet almıştı. Hayatının sonuna kadar bu hatırayı ve bu şiirlerini unutmamıştı, daima nakleder okurdu. 193 Haydar Bey’in o zaman imzası Dede Beyzâde Ali Haydar’dır.

272


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Hocamız Sıddık Efendi muktedir bir âlim, eski tarzda mâhir bir şairdi. O zaman şiire meraklı gençlere hakiki bir edebî ufku gösterseydi aramızdan edebî şahsiyet sahibi gençler yetişmek mümkündü. Fakat hocamızın muhafazakârlığı, meşhur tembelliği bizi hiç mesleğe sevk etmemiş, İstanbul’a gelinceye kadar eski tarzda yâveperdâz etmiştir. Bu hususta mektepte edebiyatın sıkı bir kontrol altında bulunmasının da çok te’siri olmuştur. Çünkü yeni edebiyatı takip edememiştik. Nizameddin bir dakika mütevazı, uysal görünür fakat küçük bir ipucu elde edince derhal muhatabına hücumu itirazı sever; bu hal onun her mücadelesinde olur. Uğraşmayı mücadeleyi çok sever, zekâsı daima mücadelelerinde muvaffakiyet sırlarını aramakla meşguldür. ÜSLÛBU: Nizameddin nesrinde kuvvetli bir kaleme sahiptir. Düzgün yazar, hiciv ve hücumu hele münakaşalarında muhatabını çıkılmaz yollara sürüklemekteki mahareti mühimdir. Son zamanlardaki yazılarında eski tannan, akıcı, kısa ifadelerin yerini müsacca’ ve müselsel cümleler tutmaya başlamıştır. Bu hal avukatlıkla iştigalinin üsluba az ehemmiyet vermesinin bir neticesidir. Şiirlerinde eski yeni her edebi tarzı tecrübe etmiştir. Muayyen bir edebiyat mektebine mensup değildir. Hangi tarz hoşuna giderse onu seçer. Bazan onu Nâbî taklitçisi ve hakîmâne tarzı taraftarı, bazan Nedim ile hem-âhenk görürken birdenbire nesrinde Süleyman Nazif ’e nazmında Fikret’e doğru koştuğunu görürsünüz. Onun “Şahsiyetten muarra bazı parçalarım vardı. Gayri şahsi bir üslûbun mevcudiyetini muhal add edenlerin doğru söylediklerine kail isem de şahsiyet sanattır, demekten vazgeçemeyeceğim. Evet şahsiyetten muarra asarı mahkumu zeval birer zâde-i umumiyettir. Te’min-i şahsiyet ise bir mevhibe-i fıtriyye olup bunun kanunu, mutlak bir kaidesi yoktur. Kabiliyetsiz doğanlar için en iyi ilaç saha-i edebiyatı terk etmek olup bir istidadı mahsusa malik olanlar ise onun neşv ü neması için çalışmalıdır” sözlerinden de belirli bir edebî tarzı takip etmediğini ve bunun için artık şiir yazmadığını anlamak güç değildir. LİSANI: Nesrinde çok düzgündür. Nazmlarında eski tarzda yazdığı şiirlerinde imalelere tesadüf mümkündür. Hele hicivlerinde lisan hatalarına, nazım kusurlarına ehemmiyet vermez. Bununla beraber genel itibarıyla güzeldir. Bu kabiliyetli genç vaktinde müsait bir muhitte inkişaf etseydi herhalde bugün bize pek kıymetli şeyler hediye ederdi. Bunu kendisi de hiss ettiği için diyor ki: “Öyle zann ediyorum ki beni muhtelif sebep ve suretlerle pek meşgul etmiş olan kailelerin ve hayat mücadelelerinin izharı güç, izmarı güç olan şekilleri olmasaydı ve şiir ve edebiyata olan intisap ve şevkim münkesir olmayarak aynı gayrette devam etseydi manzum eserlerimde herhalde bir şahsiyet temin edecek fıtri bir mevhibe mevcut idi. Fakat…” KALENDERİ Vechin güzelim matlau’l-envârı vefâdır Çeşmân-ı siyâhın dahi pek cezbe fezâdır

273


Ahmet Talât Onay

Gamzende tebessüm ediyor feyz-i melâhat Mestâne nigâhında şegaf cilve-nümâdır Huriler olur hüsnüne saf beste-i tazîm Bir hande-i pür işvene bin cân fedâdır Üftâdeme muğber oluşun leyl-i siyâhdır Bir nazlı nigâhın güzelim subh-i safâdır Kurbanlığa âmâde benim reh-güzerinde Zirâki visâlin bana bir ‘îd-i duhâdır SEMÂÎ Gönül isterdi ki geçsin hayatım hep güzellerle “Hilâl ebrû sanemler gonca lebler ince bellerle”194 Gönül isterdi ki bir zevki nûş-â-nûş ile her şeb Sabahı şevka ersin şarkılar, şirin gazellerle Gönül isterdi ki ey sevgili leylâyı dil-âşûb Hudâ göstermesin hiç gezdiğim gülşende illerle Gönül isterdi ki güç olmasın geç olsun her matlûb Oyalandım bu türlü bî-semer darb-ı mesellerle Gönül isterdi ki kizb ü riyâ mahvolsun âlemden Seçilsin sûfî-i hâr şîveler sahte amellerle Gönül isterdi ki olsun bu millet müttehid mes‘ûd Sarardım Yümniyâ artık bu işkeste emellerle ADANALI ZİYÂ MERHUMA NAZİRE Yakardı nâr-ı ‘aşkla âlemi cânâna kalsaydı Dalâlette kalırdık rehberi şeytâna kalsaydı Terakkî-i zamâne bâis ehl-i sa‘y u irfândır Vatan bilmem n’olurdu himmet-i nâdâna kalsaydı Edânî nâmını eylerdi i‘lâ arş-ı a‘lâya Yakardı belki Beytullah’ı da devrâna kalsaydı Nasîb-i milletin hâk-i mezellette sürünmekti Eger icrâ-yı hakk u ma‘delet sultâna kalsaydı Uyandı gayretullah tîg-i zulmü çâk çâk etti Batardık yoksa Yümnî iş eğer insâna kalsaydı 194 Bu mısra Nedim’indir.

274


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

DİVAN195 Düşse dil şübhesiz ol dil-ber-i ra‘nâya düşer Kays-ı sevdâ-zedenin meyli ki leylâya düşer Zühre-i hüsnünü gördükçe gönül vecde gelir Râh-ı pür-tab‘ını kim görse o sevdâya düşer Hatt u hâl u ruh u zebânı melekler görse Arz-ı reşk eylemeye arza temâşâya düşer Dediler va‘de-i vasleylemiş ağyâra o şûh Sa‘d-i ikbâl biliriz echel ü ednâya düşer Ben nasıl eylemeyim nâleler ey gonca-i nâz Şeb-i hicrinde figân bülbül-i şeydâya düşer Kalmadı kalb-i hazînimde tahammül insâf Vasl için beyhûde dil zâr u temennâya düşer Ko bu hicrânlar içinde bizi nâlân olalım Yümni âlâm u mihen ârif ü dânâya düşer HİCRAN İNİLTİLERİ Kaldım bugün yazık yine muhtâc-ı tesliyet Hiç kimse âh anlamıyor hâl-i zârımı Gel nerdesin ey sevgilim ey kân-ı merhamet Parlat tebessümünle gel ümid-i târımı Ey kâinatı aşkımı tezyin eden melek Öldür ızdırâbını dil-i bî-karârımın Revâ mı böyle âşıkı pür-şîven eylemek Mahvoldu zevk u şevki dil-i handekârımın Artık yeter tahassürün ey hüsn-i gül-nikâb Sönsün yeter şu ruhu yakan nâr-ı ızdırâb Bir subh-ı nev-bahar olacak vuslatın bana Ey şiirimin ilâhesi ismet melîkesi Feryâd eden şu rûh-ı garibin meded-resi Sensin ve isterim sen ol yâr cân fedâ 195 Ahmet Talât’ın bir tazminine nazire olarak yazılmış ve “Halk Yolu” mecmuasında yayımlanmıştır.

275


Ahmet Talât Onay

FERYÂD Bir sefil lisanından Nedir nedir bu teellüm bu ibtikâ-yı hayat Duyulmuyor niçin eyvah enîn-i hicrânım Bugün siyâh nazarımda bütün şu mevcûdât Bu dehre ben niye geldim niçin perîşânım Saâdet âh bu esfel muhitte hiç ne gezer İle’l-ebed çekecek mi, zavallı hasta, beşer Hayat namına yâ Rab bu kahr-ı gaddarı Nasibe-i beşeriyet acep sefâlet mi Cihanda yok mu saâdet bütün mezellet mi Sabaha ermeyecek mi bu leyl-i idbârı Yeter bırak beni ey derd bırak da kurtulayım Ben istemem senin olsun cihânı zulmet-bâr Nedir bu çektiğim âlâm biraz safa bulayım Yetiş yetiş aman ey mevt açıl mezar mezar ESRÂR-I HAYAT Ben bu muzlim hayat-ı giryânın Görmedim devr-i handekârını âh Hecemât-ı gumûmu hüsrânın Sademâtıyla inledim her gâh Ben miyim sâde … belki de mutlak Beşeriyet sefil ser-tâ-ser Ağlamak inlemek ve çırpınmak Budur işte nasibi ömr-i beşer Âh ey hâlık-ı adâlet şan Âh ey mübdi-i hezâr elvân Kullarım varlığımda dersen eğer Bitmesin şüphe … adlini göster Yeter artık sükût, hakikatı aç Beşeriyet saâdete muhtâç MUHABBET Eden insanı isti’dâd-ı fıtriye göre sâlik Müsâviye meâliye evet mutlak muhabbettir Muhabbet pek büyük tesiri haizdir tabiata Onun mahsulü amma yâ sefâlet ya saâdettir

276


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

BİR HİCVİYESİNDEN Şeref vermez eğerçi erse arşa başı nâdânın Ne bilsin şâirânın kadrini ayısı yabanın Revâ mı emrü hükmetsin bir ahmak şaire yâ Rab Revâ mı olsun âdem bende-i fermânı şeytânın Behey ahmak beni sen ser-fürû mu etti zannettin Yere düşmekle kadri zâil olmaz ehl-i irfânın ………………………………………………….. Meger senden büyükmüş hiss ü vicdânı o hayvanın Seni bu rütbeye îsâl edenler pek hata etmiş Senin yoksa sıfırdır ilm ü irfânın ve iz’ânın Vatan millet senin gibi değersiz ellere düştü Yüzü güldü bu suretle bütün dünyada a’dânın Helâkî pençe-i kahrettiniz erbâb-ı vicdânı Bugün erbâb-ı irfân yoksulu bir lokmacık nânın Felekten dersi sâr almakta mutlak şâire cevrin Bunu göstermede zîrâ begim tab’-ı felek şânın Sana minnet eden senden ümidi lütfeden şahsın Yazıktır sa’yine turp sıkayım ben aklına ânın Sana minnet dedimse naktü yahut bir yeni mesned Değildi matlabım ancak idi tahvil-i beldânın Sana arz-ı meram etmek ne müşkil dert imiş heyhat Yere geçsin a devletlü senin ol lütfu ihsânın Fakat şairlerin düşmez zebânı hicvine bilsen Ne rütbe bî-tahammüldür yıkar ikbâl ü sâmânın Egerçi pây-mâl etmek dilersen başına bil ki Belalı yıldırımlar yağdırır kahr-ı sühandânın Seni rüsvâ eder tarih-i âlemde rezâletle Cehâletle denâatle eder teşhir-i vicdânın Yeter artık dünya ez-dil ü cân başla ey Yümni Duâ-yı devlet vâcib değil mi kula sultânın Sen ey … valisi olmuş kart cehaletlü En âdi matlabın red eyliyorsun hep fakirânın

277


Ahmet Talât Onay

Cihanda etmesin hâsıl murâdın Hazret-i Allah Otellerde sefil geçsin bütün eyyâm-ı hüsrânın Vatan tutsun ser-â-bâ bitler iklim-i vücûdunda Kazın kart kart uyuz ol arşa çıksın âh u efgânın Şişip gönün soğuktan bir gerilmiş davula dönsün S.kin açlıktan ölsün bulma hiç yanında cânânın Evin yansın yıkılsın târ u mâr ol ben gibi sen de Başında bin belâ açsın senin de kahr-ı Yezdânın Utûfetlu efendim yok hayır oh ey belâhetlû Fenâ bulsun senin de şimdiki ünvânı rahşânın

278


ZÂHİD EFENDİ196 Abdullah Zâhid Efendi’nin babası Şeyh Hacı Abdulvahid Efendi aslen Afganistan’ın Kâbil şehrinden Hoca Muhammed Han’ın oğludur. Asil bir ailedendir. Memleketinden gördüğü baskı üzerine çıkarak Türkiye’ye gelmiş, Yozgat’ta bir müddet Nakşi tarikatını neşir ve irşâddan sonra Çankırı’ya gelerek burayı vatan tutmuştur. Çankırı’da vefat etmiştir. Âlim, âbid, müttakî ve sâhib-i kerâmet bir zât olduğu anlatılmaktadır. Vefatından sonra Yozgatlı Çapanoğullarından olan zevcesi, Şeyh Ahmet Vahyî ile evlenmiştir. Abdulvâhid Efendi’nin 1294/1878-1879’da doğan mahdumu Abdullah Zâhid Efendi, Çankırı’da merhum Hacı Evliya Efendi’den dersler gördükten sonra Kastamonu’da Nu’maniye medresesi müderrisi Kırkbeşzâde’den 1322/1906-1907’de icazet almıştır. Hacı Ahmet Vahyî Efendi’den sonra Nakşi halifesi olan Kastamonulu Hacı Evliya Efendi’den Nakşi meşihatı almış, Kastamonu Ferhat Paşa dergâhı şeyhi olmuştur. Şimdi ticaretle meşguldür.197 Şiire onaltı yaşında iken heves etmiştir. Zâhid Efendi’nin tasavvufî hece ve aruzla yazılmış şiirleri vardır. DİVAN Dehirde dolap-veş dolmuş boşalmışlardanız Zînet-i dünyâyı çok görmüş usanmışlardanız Atlas u dîbâ bize olmaz medâr-ı iftihâr Hil’at-i fazl u ma‘ârifle donanmışlardanız Gerçi mücrimsek de âlîdir inâbet-gâhımız Dergâh-ı afv-ı ilâhiye dayanmışlardanız Biz henüz pîr olmadan hubb-ı sivâdan geçmişiz Hayt-ı ebyâz doğmadan akdem uyanmışlardanız Rızk için Zâhid vesâil-cû isek de sûretâ Biz yine mânâda Allah’a dayanmışlardanız DESTÂN198 Tekyeler mezam-hâne olmuştur Sagâir, kebâir ehli dolmuştur Ahlakı şeytânî şeyhler almıştır Taat-ı riyâda benzi solmuştur 196 Abdullah Zahid Efendi, Ahmet Talat tarafından Şair Vahyî bölümünde İstidrâd adı altında ele alınmıştır. (İ.A.) 197 Çankırı Nüfus Müdürlüğü kayıtlarında Abdulvahit oğlu Abdullah Zahit isminde bir kayıt bulunmakta olup bu kişi soyadı kanunundan sonra Erihan soyadını almış, 1954 yılında vefat etmiştir. Bkz. İbrahim Akyol, “Çankırı’da Nakşibendiliğin Tarihi” Çankırı’nın Manevî Mimarları, Sempozyum Bildirileri, Çankırı-2017, s.239. (İ.A.) 198 Tekyeler hakkında yazdığı bir destandan parçalar

279


Ahmet Talât Onay

Tarikat aslını bunlar bozarlar İbadette bid’at dini üzerler Elde asâ başta külah gezerler Nefs-i emmâreye ruhbân olmuştur Tekyeye varırlar eşik öperler Sâmir yehûd gibi hora teperler Eslâf-ı tarika isnâd ederler Onlar şeriatı muhkem tutmuştur Uzatmış sakalın hilâf-ı sünnet Din mezhep bilmeyen olur mu ümmet Musahibi şeytandan uma himmet Zenâdık-ı zaman deccâl çıkmıştır Seb‘a-i makamla mürşid olurlar Tekmile-i esmâ çabuk bulurlar Vuslat-ı Mevlâ’ya erdik sanırlar Bid’at u dalâletle tekke dolmuştur Müşekkel kıyafet elin öptürür Nefsin çilesine dini kaptırır Esir-i nefs olmuş yolun saptırır İ‘tibâr-ı halka taat satmıştır Güyâki tekyeden hiç taşra çıkmaz Tarik-i dünya san cihana bakmaz Genç kızlar gelinler zatından kaçmaz Memleket başına bütün üşmüştür Pîr-i tarikatım benden kaçmayın Lokmanızı bensiz yiyip içmeyin Bu sırrımız başkalara açmayın Tarik-i revâfız tekye açmıştır Genç kız ve gelinler halvete girer Diz dize oturup yüz yüze sürer Hatunların kanın iliğin emer Bütün damarlara şeytan girmiştir Pek câhil hile-i şeytânı bilmez Kıyafetle aziz mürşitlik olmaz Talib-i Hak olan böyle bulunmaz İrşâd değil halkı ıdlâl etmiştir

280


ZAHMÎ199 İster bugünkü bıyıkları henüz terleyen şiir meraklısı gençler, isterse bunların ağabeyleri, büyük babaları yerindeki yaşlılar olsun Zahmî adını saygı ile anarlar, en yüksek mutasavvıf şairlerle beraber tutmak isterler. Bu saygı ve büyültmek istemenin neden ileri geldiğini araştırırsanız, onun herkesten çok yazdığı uçsuz bucaksız bir derinlik gösterdiği için sevildiğini sayıldığını anlarsınız. Zahmî gerek şekil gerek nev’i itibarıyla her şey ve fakat daha çok tasavvufî diye hulasa edeceğimiz şeyler yazmıştır. Onun kandırmak için anlatmak, bunu da yazarak elde etmek istediğini sezdinizse niçin sevildiğini anlamış olursunuz. Öyle insanlar vardır ki ya yürüyüşleri, giyinişleri yahut söyleyişleri kendisini uzaktan tanıyanları çeker, kendilerinin yüksek bir varlık olduğuna inanılır. Zahmî de böyledir. Onun birden bire anlaşılması güç, felsefi mesleklere, doğru eğri mezheplere bile yakıştırılması pek zor öyle sözleri vardır ki bunları anlayamayanlar için Zahmî’yi yaradılmışın yukarısında görmek pek yerindedir. Fakat Zahmî’nin bütün sözleri bir ince elekten geçirilince onun bu kadar saygıya değer olmadığı ve ancak kendilerini anlamayanların beğendiği, yükselttiği meydana çıkar. Zahmî’nin şiirlerinde Bektaşilik, Hurufilik, Şiilik, hulûl, ittihat ve mücesseme akîdeleri sûfiye telakkisi, dindar ve Cenab-ı Peygamber’e âşık bir Müslüman duygusu yanında en çok sapıtmış olanların bile söylemekten çekindikleri sözleri görmek mümkündür. Zahmî, felsefî ve dini bir sürü malûmât toplamış ve fakat hepsini hazm edemediği için bunları birbirine karıştırmıştır. Meydana getirdiği karışıklığı şiir değirmeninde öğütüp meydana atmış olan bu zatın itikat ve telakkisinin dakikadan dakikaya değiştiğini şiirlerindeki ma’nâ insicamsızlığından anlıyoruz. Sünnî, Şii, Hurufî, Hulûliyye, Sufiyye akidelerinden birer parça bilgi almış olan Zahmî’ye yalnız Bektâşî şairi gözüyle bakmak, kendisini bu yüzden tedkik etmek bizi birtakım nazariye serdine mecbur etmez. Hakikata daha kesme yoldan varmış oluruz. Filhakika, Zahmî Tanrı’nın rahmetinden ümidini kesmeyen itikat sahibi bir insandır. 199 Ayrıca bk. Sagıp Atlı, Zahmî, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 17.05.2014, www.turkedebiyatiisimlersozlugu. com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.)

281


Ahmet Talât Onay

Çekmezem kayd-ı terazzuk hâsılı matlûb için Sıdk ile bel bağlamışım Hazret-i Allah’a ben Ve Peygamberin şefaatinden ümidvâr bir müttakîdir. Hemîşe rûz u mahşerde gözüm gönlüm çeker gaygû Şefâat merhamet senden kerem kıl ey Hudâvendâ Fakat bunlara mukabil, Bism-i şâhî Allah Allah dilde zikrim ibtidâ Tekbîr u gülbank-ı Hakdır zikr ü fikrim ibtidâ, diyen bir Bektâşî, Yâr senin vechini gördüm ben hurûfî bist ü heşt Gitdi bâtıl geldi istihrâcı Hak peydâ bana ve, Evrak-ı sıfatındaki hat, ilm-i ledündür Etdi bana bin dürlü muammâ-yı hüveydâ Remzi tahadır cemâlin kaşların hatt-ı serâ Hallerdinden nokta-i bâ ta cı hak oldu bana, diyen bir hurûfî ve, On iki imam olup burc-ı saâdet mâhi hem De çehâr masum-ı pâktır âlem içre reh-nümâ ve, Bazı münkir soyunur erkânı haktan dem urur Zümre-i Ca’fer misin Ca’ferlenenlerden misin, telakkisinde bulunan bir Şii, Tâ ezel sırr-ı ulûhiyyetde biz hemdem idik Olmazam hâşâ cüdâ olduysa perde şeş-cihât, iddiasında bulunan bir ittihadiyyeci ve, Yürü bir mürşid önünde hizmet et de himmet al Bir nefesdir ey azîz iksir-i a‘zâmdan murâd Ara bul mürşid-i hâmil yürü tut sen de bir el Ol vakit bak sana senden nice bürhan görünür, diyen bir derviş, Bir nazar kıldım cihânın matlab-ı a‘lâsına Cümlenin matlûbu bildim besmele hem bâsıdır Hakkı bulmaksa muradın bir nazar kıl âdeme Gösterir mir’ât gibi âdem anın aynasıdır Oynayan cilveler gösteren sıfat Âyîne-i dilde hayâlullahdır

282


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Eger âşık isen gel âdeme bak Âdemin cemâli cemâlullahdır, itikadında bulunan bir sofi ve bazen, Nokta-i vâhid benim zât u sıfâtı esbâkım Sırr-ı ma‘nâ suhfi Kur’ân ilm ü irfânımdadır Her tecellimde benim bin Mûsâlar peydâ olur Söylenen binbir kelâmın Tûrı seyrânındadır Deme bu şekl-i beşer Hak gayrı ya men gayrıyem “Kul hüvâllâhu ehad” ancak benim şânımdadır ve, Devr-i sûret eyleyüp girdik sıfât-ı âdeme Alleme’l-esmâdayız hem nüsha-i kübrâdayız, diyecek kadar cür’etkâr bir hulûl ve ittihat mesleki mensûbu ve, Geçüp zühd ü ibâdetden değiştik cümlesin aşka Ne kayd-ı dîn ü dünyâyız ne meyl-i zikr ü tâatız Sûfî sorma şart-ı İslâm’ın mezâhibden bana Gördü geçdi dil anı anlar zehâbımdır benim, diyen bir zındık ve, Zahmî bildin ise kendi kendini Nefsini bilmekdir irfandan garaz, nasihatında bulunan bir mürşid, Âbidlere ma‘bûdum Sâcidlere mescûdum Kâsıdlara maksûdum Ne yakın ne ıragım, iddiasında bulunan azgın bir mülhit ve kendi akidesinin hoş görmeyenler hakkında Yezit diyecek kadar, Cem‘ olmuş yezitler gelmiş bir yere Ehl-i aşk hâlini tedbir ederler, mütecaviz olan Zahmî ma’siyyet-i sabıkasının ne kadar tevbe etmiş olursa olsun: Meyden geçdim desem zâhid inanmaz Tâzeden tevbe-i hem nasûh ister, kimseyi inandıramamış ve terbiyeli insanları bile hiddetlendirecek sözlerinden dolayı kendisine iyi nazarla bakmayan hemşehrilerine, Kahbe Kangırılılar Zahmî gedâya Kimi râfızî der kimi surhi ser, tarizinde bulunmuştur. Onu sözlerinden dolayı rafızî, kızılbaş addetmekte her akidesi düzgün Çankırılı haklıdır. Hem içlerindeki bir savruk Zahmî’yi alkışlamayan Çankırılılar neden kahbe olsunlar? O Çankırılılar ki Zahmî’nin uzakdan yakından akrabalarıdır. O Çankırılılar ki Zahmî ile bir havayı teneffüs etmişler, bir güneşin altında büyümüşler ve kısmen beraber okumuşlar, beraber yazmışlardır. Onbin Sünnî Çankırılının bir koyu Bektaşî Zahmî’nin havsala al-

283


Ahmet Talât Onay

mayan sözlerini hoş görmemeleri pek tabîi değil midir? Acaba bu onbin kişi dalâletde idiler de yalnız Zahmî mi hidâyete mazhar olmuşdu? Zahmî tahminimde -hata etmiyorsam- Bektaşiliğe intisabının ilk zamanlarında aldığı yanlış telkinler neticesi sözünde ve hareketlerinde ifrata sapmış ve fakat tahsil ve tetebbu’ arttıktan ve ikinci defa Hacı Bektaş’a gittikten sonra bir süt gibi taşan bu azgın Bektaşi’nin ruhuna bir sukûnet, efkar ve eski şiirlerinden dolayı bir nedamet gelmiş ve na’tlarını, mi’raciyyesini işte bu zamanlarda yazmıştır. Zahmî birkaç defa Hacı Bektaş dergâhına gitmiş, hatta birinci gidişinde beraberinde gözleri bozuk biriyle gittiğinden babaların: -Biri kör, biri topal iki şeytan gelmiş, dikkat edin, tezyifine bile uğramıştır. İkinci gidişini müteakip işreti terk ettiği, musalli, müttakî bir insan hali aldığı anlatılmaktadır. Hacı Bektaş sülalesinden Feyzullah Efendi’ye medhiyye ünvanlı şu şiiri, Eyâ dâreyn-i dünyâda muhabbet kânı Feyzullah Dil-i efgendeye ayn-ı hidâyet kânı Feyzullah Şeriat hem tarikat ceddine irsî Muhammeddir Vücûdun ma’rifet sırr-ı hakikat kânı Feyzullah Seni inkâr eden hâşâ adû-yı münkiri billâh Sen oldun mazhar-ı şâh-ı velâyet kânı Feyzullah Tavafım kûy-ı dîdârın visâlin hacc-ı ekberdir Makamındır senin nûr-ı imâmet kânı Feyzullah Ene’l-Hak sırrı hatmolmuş divan-ı dâr-ı feyzinde Yüzüm yerde özüm darda mürüvvet kânı Feyzullah Günahkâr bir kulun Zahmî heman bâb-ı kerem bekler Dil-i efgendeye ayn-ı hidâyet kânı Feyzullah200 Onun Bektaşi babalarından feyiz yerine hurafeler aldığı ve galiba Kâni mahlaslı Feyzullah Çelebiye intisaptan sonra ruhuna bir sukûnet geldiği fikrini hatıra getirmektedir. Zahmî koyu Müslüman bir ailenin çocuğu olmasa bile sufiye ve tekke telakkilerine lâkayd ve hakiki ilme, şiire tutkun bir muhitte yetişmesi, yaşaması itibarıyla bütün fikri dalaletlerden bir gün uzaklaşması pek tabîi idi. ÜSLÛBU: Zahmî’nin şiirlerinde bir akıcılık, bir mümtaziyyet görülemez. Ahenkten, îcâzdan mahrumdur. Şiirlerinde san’at olmamakla beraber sanat telakkisi de gariptir. Her harfi telaffuz edilince dudaklar birbirine değmeyen ve noktasız kelimeleri sıralamak: Ehl-i hâlin gel dilâ esrâr-ı hâlâ dildedir Anla var her hal sana her kârı âlâ dildedir, ve kafiye ittihaz ettiği kelimelerin son hecelerini redif olarak kullanmak: 200 Bu Feyzullah Çelebi’nin bir mahlası da Kânî’dir. Feyzî mahlaslı güzel mersiye ve selis nefesleri vardır.

284


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Ey sıfat-ı lemyezâlu cephesi mihrap rap Nûr-ı aşkın hâsıl etti gönlümü pür-tâp tap Nedir ol gonca rûyınla varup gül-zâra zâr ettin O bülbül derd-mendin her işin âvâre vâr ettin ve kamuslarda, lehçelerde yeri olmayan: Dost cemâlin enverinden ay zehâbı bil esas Bu kemâlin mefharinden cay şehâbı dil hasas Ka’be-i kûyın tavâfından safa mahremlere Mürde hâlin rehberinden ray vehâbı kıl mesas Hay mehabı dil kesas, day lehabı dil hasas, çay nehabi il vesas gibi zü’l-kavafi bir şey yazmak her beyitte daha yukarıki beyitlerin kafiyelerini toplamak: Zikr ü fikrim şükr ü bedrim kadr u sadrım ibtidâ, diye bitirivermek; işte Zahmî’nin anladığı sanat budur. Eskilerin muvaffakiyetle başarabildikleri zarif bir cinas, güzel bir tevriye ve îhâm hatta nükte-âmûz bir iktibas sanatı bile Zahmî’de yoktur. Zahmî’nin yaşadığı devir, Çankırı’nın ilim, şiir, saz ve söz itibarıyla en feyizli bir devirdir. Buna rağmen onun aykırı bir vaziyet alması, kimseye benzememesi, kimsenin onu taklit etmemesi ne içindir? Zahmî çok kitap karıştırmış, hele Bektâşî olduktan sonra tasavvufa, bektaşiliğe, hurufiliğe dair ne buldu ise benimsemiş ve bunları başkalarına duyurmak için yazmış; Bektaşî şiirlerindeki inceliklerin, sufiyâne şiirlerdeki müphemiyet ve esrarlı görünmenin körpe ve işlenmemiş dimağlarda tesiri olduğunu görerek sürekli yazmıştır. Vakıa neticede ma’nâsızlığa, vuzuhsuzluğa, kibre düşecekmiş, ne zararı var? Zahmî bundan büyük bir haz ve mefharet duyar. Her kelamın Zahmiyâ bin talib-i irşâd eder Zahmiyâ nutkun görenler dedi eyvallah sana Dil mürdesini eyledi ihyâ-yı hüveydâ, fahriyesinde bulunmaktan çekinmez. Vakıa kendisi de: Fehmolunmaz Zahmî kelâmın senin Güfte-i muğlâkın bir şurûh ister, ma’nâsızlığının farkındadır. Fakat o: Nutkumuz ilm-i tasavvuf kimse bilmez remzimiz Mantıku’t-tayrı hakîki şerh eden mânâdayız, diyerek muarızlarını susturacak bir cevap da verir. Halbuki tasavvuf, ma’nâsız yazmak, sanat namına garibeler göstermek değil, hakiki bir sâlikin vecd ü heyecân içinde yaşatan ebediyetle tazim edilen bir varlığa malik ilhamlar bahş eden bir meslek, bir akidedir. Yoksa Zahmî’deki gibi bir itikâd karışımı değildir. Zahmî’nin âfâki şiirlerinde gerçi üslûbun biraz şakrak olduğu görülür, fakat en garami bir şiirinde bile tasavvufun küflü kokusunu duymak mümkün olduğu için zevk veremez. Sufiyâne edalı şiirinde ise fazla riyâzatla meşgul bir dervişin açlıktan dolayı nefes kokusu his olunur.

285


Ahmet Talât Onay

İşte bu cihetle Zahmî’nin üslubunda bir fevkaladelik, parlaklık, ahenk ve akıcılık yoktur, denilebilir. LİSAN-I NAZMI: Eger Zahmî Türklerin Arap’tan, Acem’den kelime almaya başladıkları ilk devirlerde şiir yazsaydı, kullandığı kelimeleri havi mısralar şahid olarak kabul edilirse muhakkak lisanımız daha birkaç bin kelimeye sahip olurdu. Çünkü o lügatlerde bulunmayan kelimeler icat eder, iştikaklar yapar, terkipler, kafiyeler bulur, zihafa imaleye ehemmiyet vermez. Bakınız: Öyle mücrimim ki mağfûr ile etmem imtizâç Ârif isen yekçeşim gör mescidi meyhaneyi Remzî-i güftârını gûş eyleyen ehl-i avâm Dediler Zahmî senin her gûlarından el’iyâz Adu-yı bed fiâliler yanaşmış yanına yârin Dest-i bâkî ile yıktım kal‘a-yı efnâ-yı men Cümle efnâ-yı koyup gitti bakaya Zahmiyâ Nim işâretle kamer terkibini teşkîk eder Vay o münkir taşını evsâf ile ta’kik eder Fe’li ihracı gönül evradını terkik eder Saçı keysuyı görüp sanma sakın nafe-i mişk O dil-cûyı nigâhı Zahmiya bilmem neler gözler Ne pek nâz u niyâz eyle ne gir babı fuzullukdan Zahmî aradığı bir kafiyeyi bulamazsa ya iştikak ettirir: “Felâh-fülûh, şârihşürûh, huruf-ahrâf, saf sâf ” gibi. Yahut icât eder: kâlihadır, talihadır, samihadır; hasas, vesas, kesas gibi. Yahut: Gel ey serv-i hırâmânım yeter ağlattın ağlattın Dil-i uşşâkı sultânım yeter ağlattın ağlattın, matla’lı şiirinde olduğu gibi kafiyesiz yazmaktan, yalnız redif ile iktifa etmekten de çekinmez. Vezin itibarıyla da Zahmî’nin şiirleri kendi gibi topaldır. Esasen kelimeler, terkipler icat eden bir adamın aksaklığını ifade için: “Müs te’ i lün fe û lün / Vezni budur a’recin” sözünde olduğu gibi yeni bir vezin icat etmesi pek tabidir. Zahmî memleketindeki, hariçteki şairlere pek az ehemmiyet vermiş, nazirelerinde bile yalnız vezin ve kafiye itibarıyla onlara pek az yanaşmıştır. Mesela Nedim’in kâfir redifli gazeline yazdığı nazire ile Emrah’a ve Hurrem’e yazdığı nazireler mukayese edilirse Zahmî’nin esastan ne kadar ayrıldığı görülür. Hulasa, Zahmî’de sanat yoktur. Üslûbun da akıcılık ve açıklık yoktur. Lisanına hâkim değildir. Istılah üretir ve her Bektâşî şairi gibi derin görünmek isteyen, fakat

286


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

ma’nâsızlıktan garip sözlerden çekinmeyen bir şairdir. İyi bir medrese tahsili görmüş olmasına rağmen fikirleri gibi üslûbu da, lisanı da bozuktur. Galiba Zahmî kendisinin de bir iktidarı fevkalade göremediği için olmalı ki o kadar yüksekten uçmasına, atıp tutmasına ve o kadar fahriyeler söylemiş olmasına rağmen nihayet; Cân fedâ eyler görünce ârif-i dânâlara Derd-mend Zahmî gedâ âşıkların ednâsıdır, itirafında bulunmaya mecbur olmuştur. Bilgili âriflere can feda edecek derecede muhabbetli olması, ilme muhabbetine delil sayılabilir. ZAHMÎ’NİN HAYATI İsmi Ahmet’tir. Çocukluğunda bir kaza neticesi bacağı topal olduğundan Zahmî tahallus eylemiştir. Pederi Kastamonu kırserdarı Çankırılı Yüzbaşı Kadir Ağa’dır. İlk tahsili Kastamonu’dadır, hıfzını Kastamonu’da ikmalden sonra Çankırı’ya gelmiş, zamanın en meşhur âlimi olan Yüklüköylü201 Hacı Ali Efendi’den medrese dersleri görerek icazet almıştır. Zahmî, çok işret ederdi. Hayatının son senelerine kadar işret kullanımını ibtilâ haline getirmişti. Hacı Bektaş’a ikinci gidişinden sonra bu ibtilayı terk etmiştir. Bu gidişinde Boyacıoğullarından Ali Efendi de refakatinde bulunmuş ve hakkında: “Ey Hoca, benim sevdiğimin adı Ali’dir” matla’lı şiiri söylemiştir. Zahmî saz da çalarmış. Fakat ma’lûmatlı şair bir adam için saz çalmak biraz da hoş görülmediğinden olmalı ki kimse onun saz çaldığını bilmezdi. Hâlbuki bundaki maharetini kendisine yetişmiş olan saz şairlerinden Âşık Nuri her zaman tasdik edermiş. Yazdığı şiirleri zevcesi Duduş kadına okumak âdeti olduğu için, vezin sakatlarını ma’nâ düşüklerini bu muhterem kadın202 ihtar, Zahmî de tashih ederdi. Bundan dolayıdır ki pek genç iken ölen oğulları Rıza’yı da bir şair olarak yetiştirmişlerdi. Rivayete göre Duduş kadın zevcinin bütün şiirlerini ezber bilirdi. Hatta bir miraç gecesi zevcinin bir mirâciyye yazma hususundaki arzusunu yerine getirmek için sabaha kadar uyumamış hizmetinde bulunmuştur.203 201 Rivayete nazaran meşhur Âşık Ömer de bu köydendir. Birinci ciltte Âşık Ömer’e, Tokatlı Nuri adlı henüz basılmamış olan eserimin 122/6, Emrah faslında Hacı Ali Efendi’ye dair mütalaam vardır, tafsilat vardır. A.T. (Ahmet Talat Onay, Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı Matbaası, 1933) 202 Bu hanım, babam merhum Numan Efendi’nin dayısı, yani ninem Fatma kadınla topal bayraktar Numan Aga haremi Dudu kadının kardeşi küçük şeyh şamıyı şeyh Ahmet Carullah Efendi kızıdır. İlk kocası tüfekçi Kadir Aga’dan Hâlim Efendi’yi doğurmuştur. İkinci zevci Kadir Ağa biraderi Zahmî’dir. Bundan da İlhami ve Halil Agaları ve Atiye hanımı doğurmuştur. Duduş kadının kardeşleri Mustafa, Sait, Fazlı Efendilerdir. Kızkardeşleri Kerime, Hatice kadınlardır. 203 Ali Bezli kısmında fazla ma’lûmat vardır.

287


Ahmet Talât Onay

Zahmî şairlerden Hayrî, Bezlî, Sabri ile hem-bezm olurdu. Emrah Çankırı’ya geldiği zaman velveleli şöhretini duyan Sabrî görüşmek arzusunu Zahmî’ye izhar etmiş, Zahmî de Emrah’a söylemişti. Şehrin cenup taraflarındaki tarlalarından birini kiralama ile bostancılık eden, fakir ve derbeder Sabri’yi sevmeyen bir-iki seviyesi düşkün yobaz Sabri’yi zındık tanıtırlar ve Emrah’ın ziyarete gittiği takdirde şerefini düşüreceğini söylerler. Bunun üzerine Emrah öyle bir adamla görüşmeyeceğini söyler. Sabri de Her ne ararsan gönülde mevcut Gel sen tavaf eyle beyt-i Hudâ’yı Anda hâsıl olur cemîi maksût Sıdk ile edersen tahsil-i rızâyı, bendiyle başlayan koşmayı yazıp gönderir. Emrah bundan müteessir olur ve tekrar gelişinde ziyaret etmek isterse de Sabri’yi vefat etmiş bulur. Bu cihetle bir vefat tarihi söyler. İşte Zahmî, bu Sabri’yi sever, hürmet ve yardım ederdi.204 Bezlî ile muarefesi ziyade idi. Bir gece medreseye sarhoş gelen Zahmî, başından fesini çıkararak mangaldaki ateşe atmış, ateşleri yere savurmuş. Bezlî, kendisini derse çalışmaktan alıkoyan ve sonra medreseyi değil başını yakmak isteyen Zahmî’ye söylenmiş. Körkütük olan Zahmî biraz kendini topladıktan sonra Bezlî’ye dersini takrir ettikten sonra gece yarısı ayrılıp sabahlayın gelerek itizarda bulunmakla beraber o gece yazdığı müseddesi okumuş. Bezlî derhal bu şiiri hıfz ve Zahmî’ye bu şiirin kendine ait olmadığını beyan ederek ezberden okumuş. Bundan müteessir olan Zahmî: -Kimse duymasın, ben de şiirin benim olduğunu söylemem, derse de Bezlî bir ziyafet va’d ettirerek ertesi gün onun endişelerini izale etmiş. Zahmî şiir yazmak için daima âsûde ve karanlık yerler ararmış. Bu cihetle divan odalarındaki büyük ocakların perdesini indirerek ocakta yahut hamam dolaplarında yazdığı hatta bazen bir mısra ve bir kafiye için abdesthanede dakikalarca beklediği olurmuş. Latifeyi sever, mahallede çocukların ve oğullarının kendi ardından: “Müstefilün feûlün, vezni budur a’recin” diye bağırmalarından hoşlanırmış. Açık zekası, geniş ma’lûmatıyla kendisini sevdirmekle beraber bazı sözlerinden dolayı mutaassıp insanların sövgülerini, böylelikle halkın haklı itirazlarını da üzerine çekmiştir. Zahmî’nin şöhreti yalnız Çankırı’ya ve civar memleketlere münhasır kalmamış, Rumeli Bektaşileri bile vakit vakit şiirlerini talep etmişlerdir. Zahmî’nin doğum tarihi ma’lûm değildir. Vefatı 1283/1866 senesinde olduğu pek genç vefat ettiği söylenmektedir. Maarif Vekâleti (MEB) kütüphanesindeki Hacı Bektaş dergâhından gelmiş olan mecmualardan Yesari’nin şiirlerinin olduğu bir mecmuada Zahmî’nin vefatına dair bir tarih görülmüş ve Ali Dehri tarafından istinsah edilmiştir. Bu tarihe göre Ahmet Zahmî Efendi 1283 senesi Rebiül ahirinin 9. Salı günü vefat etmiştir (21 Ağustos 1866). Tarih ve başlığı aynen şudur: 204 Bu eserin Sabrî ve Tokatlı Nuri eserinin Emrah kısmına bakınız.

288


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Çankırılı Ahmet Zahmî Efendi’nin Vefatına Tarihtir Ahmed-i Zahmî’ye Rabbu’l-âlemîn Sen müyesser kıl cemâl u cenneti Dokuzuncu gün Rebîü’l-âhirin Hâke düştü gör Hudâ’nın hikmeti Rûhu şâd-bâd hele âsân ile Yevm-i Salı idi savdı nevbeti Emr-i Hak vâki’ olunca hâsılı Kat’ olundu âb u nân u ni’meti Bank-i rıhlet gûşına geldi hemân Eyledi nûş-ı şehâdet şerbeti Bir muhibbi hanedân olduğuçun Yeryüzünde kaldı şân u şöhreti Söyledi terk etti Yesârî tarihi Ahmed-i Zahmî cisimi devleti (710+123+450=1283) HATIRALAR: Tokatlı Âşık Nuri, Çankırı’da en ziyade Zahmî’nin taarruzlarına, tarizlerine uğramıştır. Bir rivayete göre Nurî’nin Çankırılı gençlerin umulanın üstünde hürmetine mazhar olduğunu gören Zahmî: Tâlib-i Hak er misin yâ erlenenlerden misin Yoksa kim rehber misin, rehberlenenlerden misin matla’lı şiirini yazıp göndermiş. Nûrî fasla başlayınca bu şiiri tanzir edemediği için mağlup olarak o gece kaçmış. Birkaç sene sonra tekrar geldiğinde yolda büyük bir kalabalık tarafından Zahmî’nin cenazesinin götürüldüğünü anlayınca atından inerek hasmına son ihtiramı ifa etmiş. Tokatlı Nûrî’nin Çankırı âşıklarınca o zamana kadar ma’lûm olmayan “topal koşma”yı okuması üzerine bir musiki tarzı olan bu makamı Çankırılı şairler de taklide başlamışlar, bundan rahatsız olan Zahmî: -Tokat’tan bir eşek geldi, bizim sıpaların ağzını bozdu, diye topal koşma okundukça söylenirmiş. Zahmî, akrabaları olan büyük Şeyhşamı köyüne her sene gider, ziyarette bulunurmuş. Bir defa da biraderi Nuri Efendi ile beraber gitmişler. Dönüşlerinde Kızılırmak’ı geçerlerken merkep suya kapılır, üzerindeki tavuk da çırpınınca suya düşer. Nûrî Efendi merkebin urganını çözerek kement gibi atıp hayvanı yakalar. Zahmî biraz saf-derûn olan “Nasreddin-i sani” olarak adlandırdığı biraderini kızdırmak için “Nasreddîn-i sânî, Nûrî-i geylâni, attı urgânî, tuttu mâkiyânî” gibi seci’li cümleler sarfederek yürümeye başlar. Bundan müteessir olan kardeşi de: -Haydi ordan, menhûs, dermiş. Bu menhûs kelimesinin ma’nâsı sorulunca Nuri Efendi, gebe eşek cevabını verirmiş. Zahmî, Şeyhşamı’ya gittiği zamanlar dayılarına, akrabalarına Bektaşi olmalarını teklif eder, onlardan “Biz Türkmenik” cevabını alırmış. Bu münasebetle:

289


Ahmet Talât Onay

Türkmen dedikleri terk-i imandır Terk-i iman olan kavm-i Süfyan’dır Kavm-i Süfyân olan âlî- Mervân’dır Âlî- Mervanlardan teberrâ gerek, bendli hicviyesini okur, onları kızdırırmış. Zahmî gençliğinde Fatma isminde bir çingene güzeline gönül kaptırır. Hergün ziyaretine gider, onun yağ tavasında pişirdiği kahveyi memnuniyetle içermiş. Aradan seneler geçtikten sonra bu kahvenin lezzetini hâlâ duyduğunu söylermiş. DİVAN Bism-i şâhı Allah Allah dilde zikrim ibtidâ Tekbîr ü gülbankı haktır zikr ü fikrim ibtidâ Aşk u envâ-ı tecellî kalbimi sâf eyledi Her cihetle varlıgındır fikr ü şükrüm ibtidâ Mâye-i zât-ı cemâlin eyledi dilden zuhûr Gitti zulmet oldu zâhir şükrü bedrim ibtidâ Gitdi bâtıl geldi hak çıkdım aradan gayrı ben Îyd-i isâlinde doğdu bedr ü kadrim ibtidâ Zahmiyâ dost hem-demimdir yâr olup dâim benim Zikr ü fikrim şükr ü bedrim kadr u sadrim ibtidâ *** İşte dil geldi açıldı sırr-ı keşfullah sana Gör ne ihsân eylemiştir Hazreti Allah sana Bir tecellîde seni bin zulmetinden ref ’ eder Doğdu hurşîdi felekden bir cemâli mâh sana Hak bilüp her gördüğün gel her kelâmı Hak işit Çünkü her yüzden göründü “semme vechullah” sana Sen ki sultân-ı cihân men nideyim sen ben misin Lâkin ey şâhım denilmiş kul bana kim şâh sana Kilk-i Hassanla mı tahrîr eyledin bu şi’rini Zahmiyâ nutkunu görenler dedi eyvallah sana *** Hamdülillah âşık-ı dil-dârı hakkım men dilâ Ve’t-tahiyyâtü selâmı nûr-ı zât-ı enbiyâ

290


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Yâr-ı gâr-ı Hazret-i Peygamberi rûz u leyâl Râzıyu’l-hakka’l-yakîni çâr-yâr-ı bâ-safâ On iki imam olup burc-ı saâdet mâhı hem Deh-çehâr ma’sûmu pâktır âlem içre reh-nümâ Ehl-i beyt-i Mustafâ’nın ben kulu kurbanıyım Fahr-i âlem âline ashâbına cânım fedâ Kim tarîk-ı şâh-ı kevneyne azîmet eyledi Zahmiyâ gönlünde buldu şüphesiz mülk-i bekâ *** Tâlib-i mürşid isen ikrârı sen sende ara Ger murâdın keşf ise esrârı sen sende ara Kaf ’ta anka gibi beyhûde pervâz eyleme Murg-ı cân ol Ca’fer-i Tayyârı sen sende ara Sırr-ı izhâr etmeye Mansur ene’l-hak söylemiş Er isen dilden geçip ber-dârı sen sende ara Goncalar sahnındaki efsâne feryadı bırak Bülbül-i bâkî olup gül-zârı sen sende ara Sen muhibb-i bende-i âl-i Resûl isen eger Gir hakîkat dârine Haydarı sen sende ara Hak cemâlin görmek istersen eger sen Zahmiyâ Ahsen-i takvime bak dîdârı sen sende ara *** Dil-berâ gördüm seni olsun fedâ cânım sana Îd-i vaslında bugün şâd eyle kurbânım sana Sen güzeller şâhısın ihsân edersin âşıka Rû siyah bir mücrimim hânende mihmânım sana Bir saçı leylâ beni mecnûn eder şam ü seher Çâresiz derdim muîni çeşm-i giryânım sana Dağıdup zülfü siyâhın âşıka rahm etmedin Müstemendin bir gedâdır la’li mercânım sana Sînesi mecrûh bu Zahmî derd-mendin hâlini Andelib-i gülsitan-veş âh u efgânım sana ***

291


Ahmet Talât Onay

Sevilirken yanıma taze civânım gelsen a Hurrem eder yanıma geldikçe cânım gelsen a İllerin yanında üç-beş yâri var eğlencesi Bana bir dânem yeter gonca-i fidânım gelsen a Yalınız gel yanıma yanınca ağyâr gelmesin Gözlerim râhın hemân kaş-ı kemânım gelsen a Hayali demdir gözlerim nazik Efendim gelmedin Nerde kaldın gizli cân icre cinânım gelsen a Âşinâ-yı aşka gelmekte ne var Zahmî acep Ey perî-peyker güzel Yusuf-nişânım gelsen a KALENDERÎ Ey hûb cemâlâyı dil-ârâ-yı hüveydâ (!) Ettin beni kendin gibi rüsvâ-yı hüveydâ Men sâye gibi pâyına yüz sürsem aceb mi Hâk-i kademin çeşmime tûtyâ-yı hüveydâ Envâr-ı hayâlât ile dil mest nümâyım Dil kişverini tuttu tecellâ-yı hüveydâ Her mûlarını rûyuna bir perde kılupsun Etmekte bana kâbe-i ulyâ-yı hüveydâ Evrakı sıfatındaki hat ilm-i ledündür Etti bana bin dürlü muammâ-yı hüveydâ Zahmî nefesin rûh-ı mesîha mıdır ayâ Dil mürdesini eyledi ihnyâ-yı hüveydâ *** Zâr eylediğim ol gül-i ruhsârın elinden Bir gün alamam goncamı ben hârın elinden Bir goncanın etrafını bin dânesi tutmuş Yandı cigerim hârı siyahkârın elinden Vechinden alıp perçemini ber-taraf ettin Kurtardın hele mü’mini küffârın elinden Şimden geri âsûde gezerdim alabilsem Aşk riştesinin bendini ol yârin elinden

292


Bir Zahmî değil cümle cihan hep yaka çekti Billâhi güzel zümre-i ağyârın elinden *** Tuttu yine dil pençesi âhû-yı muhabbet Sayd etti o şehbâzı bu bâzû-yı muhabbet Bu dîde-i cân câmi ile mescide bakmaz Mihrap olalı kûşe-i ebrû-yı muhabbet Ben yâr ile dem-hânedeyim keyfime keyf yok Zâhid ede gör tekyede sen hû-yı muhabbet Sûfî yine firdevs-i azîm derdine düşmüş Değmen biraz etsin hele arzû-yı muhabbet Zahmî beni ayb eyleme aklım perîşândır Ettim ideli yâr ile keysû-yı muhabbet *** Var etti cihân mülkünü bir nûr-ı tecellî Cân verdi cihân cismine tâ sûr-ı tecellî Çâr unsura bak zât ile mir’âtı ezeldir Terkîb-i hafî rü’yet-i manzûr-ı tecellî Teshîr-i cihân etmeye bir vâsıta hatem Dârât-ı Süleymân’a o bir mûr-ı tecellî Her nutkı “ene’l-hak” diyen ol dâre çıkar mı Hak etmiş o yüzden dil-i mansûra tecellî Hor görme sakın zümre-i rindâneyi zâhit Mazhardır ana kâse-i fağfûr-ı tecellî Zahmî bu ne esrârı hakikatları ifşâ Oldun mu cihân mülküne me’mûr-ı tecellî *** Zâr eylediğim ol gül-i ruhsârın elinden Bir gün alamam goncamı ben hârın elinden Bir goncanın etrafını bin dânesi tutmuş Yandı cigerim hâr-ı siyâhkârın elinden Vechinden alıp perçemini ber-taraf ettin Kurtardın hele mü’mini küffârın elinden Şimden geri âsûde gezerdim alabilsem Aşk riştesinin bendini ol yârin elinden

293


Ahmet Talât Onay

Bir Zahmî değil cümle cihân hep yaka çekti Billâhi güzel zümre-i agyârın elinden TAHMİS Sufiyâ ilm-i ledünde şeş cihât bir noktadır Çeşm-i ibretle nazar kıl, kâinât bir noktadır Mâhüve’l-matlûbu fehm et, cümle zât bir noktadır Geç riyâdan zâhidâ savm u salât bir noktadır Kâbe-i maksudu bil hacc u zekât bir noktadır Gerçi bî-had âlemi eşyâdaki ibret-nümâ Yek cihettir küfrü iman mebdei illâ vü lâ Arş u kürsü levh kalem fevka’l-ûlâ tahte’s-serâ Berr u bahr u nüh felek “seb’an tıbâkan mâ terâ” Taht-ı bâ’ya kıl nazar binbir sıfat bir noktadır Ârif isen işbû mânâdan hâber-dâr ol yürü İlm-i esmâ vü müsemmâdan hâber-dâr ol yürü Bil netice neydüğün bâ’dan hâber-dâr ol yürü Âlem-i suğrâ vü kübrâdan hâber-dâr ol yürü Div, peri, taht-ı Süleyman, mûriyât bir noktadır Var mıdır âlemde seyr et câhil ü mechûl olan Cümlesi sensin velî hep sâil ü mes’ûl olan Anla birdir hâsılı menfûr ile makbûl olan Hâlık u mahlûk u fâil hem dahî mef ’ûl olan İns ü cin küffâr mecûsi lâmenân bir noktadır Kaydı matlab varlığın terk eyleyenler Zahmiyâ Buldular kurb-ı ulûhiyette çün fahr-i fenâ Her kim oldu âgeh-i mânâ-yı remz-i “hel etâ” Noktanın sırrına kim ki vâkıf oldu Mir’âtâ Oldu ol hayyu’l-ebed hayyu’l-memât bir noktadır NA‘T El-amân ey maksad-ı aksâ-yı rahîm el-amân Kıl mürüvvet yâverim ey izz ü câhım el-amân Dâimâ sensin benim püşt ü penâhım el-amân Abd-i âciz mücrimim afvet günâhım el-amân El-amân îmân u dînim kıble-gâhım el-amân El-amân şâhım Efendim pâdişâhım el-amân

294


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Mâlik-i kenz-i hafîsin mazhar-ı ism-i ahad Manzar-ı kudret basîrsin mahremin sırr-ı samed Himmetin nûrı tulû-ı ihtifâ bulmaz ebed Cümleye senden olur senden meded eyle meded El-amân îmân u dînim kıble-gâhım el-amân El-amân şâhım Efendim pâdişâhım el-amân Gerçi ins ü cin peri hükm-i Süleymânın senin Lâkin ey şâhım Süleymân emr u fermânın senin Âşık-ı bî-çârenin her derde dermânın senin Merhamet, şefkat, mürüvvet eylemek şanın senin El-amân îmân u dînim kıble-gâhım el-amân El-amân şâhım Efendim pâdişâhım el-amân Sen ene’l-hak sırrısın mansûr-ı dârim var benim Hasretim gül rûyına bin âh u zârım var benim İstemem bir başka yâr senin gibi yârim var benim Kim demiştir senden ayrı bir nigârım var benim El-amân îmân u dînim kıble-gâhım el-amân El-amân şâhım Efendim pâdişâhım el-amân Âlemu’l-gayb içre olmaz sevdiğim mektûm sana Her ne var zâhir u bâtın her ilim mefhûm sana Söyledim ma’nâ yüzünden kıssa-i merkûm sana Derd-mend Zahmî gedânın matlabı ma‘lûm sana El-amân îmân u dînim kıble-gâhım el-amân El-amân şâhım Efendim pâdişâhım el-amân MERSİYE Dilâ tecdîd-i mâtem kıl bugün mâh-ı muharremdir Melâik ins ile cini bugün hep ehl-i mâtemdir Velâyet şâhının yahu şehit olduğu bu demdir Adû-yı ekberim ancak benim bir iki âdemdir Birisi şimrizü’l-cûşen birisi ibni Mülcemdir Bunlara dâimâ lânet demek mü’mine elzemdir Kopardı fitneyi Mervan Yezid ile edip sohbet Hüseyni Kûfe’den Şam’a dururken ettiler davet Ubeydullah erişti Kerbelâ’ya etti cemiyet O dem emr-i kabîha eyleyen ıkdam ile sür’at Birisi şimrizü’l-cûşen birisi İbni Mülcemdir Bunlara dâimâ lânet demek mü’mine elzemdir

295


Ahmet Talât Onay

Muharrem mâhının Cuma gününde koptu bu hengâm Namaza sa’y ederken ol Cenâb-ı Hazret-i İman Şehit edip o şâhı âh yezitler ettiler bayram Ali’nin katline gayret Hüseyn’i eyleyen idam Birisi şimrizü’l-cûşen birisi İbni Mülcemdir Bunlara dâimâ lânet demek mü’mine elzemdir Behey zâlim o şâh-ı din değil mi hürmete layık Bu fi’l ile behey mel’un değilsin rahmete layık Susuzlukta o masumu sen ettin mihnete layık Gurûh-ı kavm-i bâtıldan olanlar lanete layık Birisi şimrizü’l-cûşen birisi İbni Mülcemdir Bunlara dâimâ lânet demek mü’mine elzemdir Buna razı değil billâhi habibin Mustafa yâ Rab Huzurunda edâ eder da’vâ Aliyye’l-Murtezâ yâ Rab Bu Zahmînin yine derdin çoğalttı mâcerâ yâ Rab Sana malum durur ancak o şahsı bî-vefâ yâ Rab Birisi şimrizü’l-cûşen birisi İbni Mülcemdir Bunlara dâimâ lânet demek mü’mine elzemdir Mİ‘RÂCİYE Eyâ şâh-ı risâlet zât-ı pâkin alleme’l-esmâ Vücûdun nûru nûrullah kelâmın nüsha-ı kübrâ Senin varınla var oldu Efendim âlem-i dünyâ Zuhûrun âleme rahmet visâlin cennetü’l-me’vâ “Hüden li’l-müttekîn” sensin, sen oldun muktedâ cânâ Sensin mevlûduna tâyin olup haktan melek-salar Kudûm-ı nûru teşrifle münevver oldu dünyâlar O demde münhedim oldu niçe bin büt-i tersâlar Yapıldı mescid-i mü’min yıkıldı hep kilisalar Fenâ buldu havâriç ehl-i din oldu “hüve’l-ibkâ” İşidenler zuhûrâtın senin erler eri Ahmed Dediler geldi dünyaya Hudâ Peygamberi Ahmed Bihamdillah ki sensin enbiyalar serveri Ahmed Görünce kürside ol dem ahali mahşeri Ahmed Umûmen enbiyâ mürsel ederler cümle vâveylâ Senin babında kul olmuş Efendim mülke mâlikler Gubâr-ı âsitânınla cilâ buldu mesâlikler Nübüvvet mu’cizin aynen görürken ol müşârikler Seni evrâd ederdi ol zaman gökte melâikler Seni dîdârına dâvet buyurdu Hazret-i Mevlâ

296


Cemâlin âruzu kıldı Cenâb-ı Hazret-i Allah Anınçün peykini irsâl edip açtı sana bir râh Süvâri esb olup kıldın “bekâbillâh fenâ billâh” Sen oldun hâtem-i mürsel sen oldun Hak Habîbullah Ki “sübhânellezî esrâ” senin hakkındadır “Tâhâ” Esip bâd-ı ilâhî tâ olunca vahdete da’vet Sen ettin cismi cismânî cemâli Hazret-i rü’yet Vücûdun nûra müstağrak edip sırr-ı ulûhiyet Yazarken “kâf u nûn” remzin ezelden hâme-i kudret Uruldu levha-i arşa Muhammed ismine imlâ Nebîyâ şânına Allah dedi Levlâke levlâke Seni takbîl için arz u semâ yüz sürdü eflâke Seninle Hak visâli hiç girer mi dürc-i idrâke Döküldü arsaya şâhım buyurdukça “abednâke” Fem-i nûr-ı nübüvvetden cihâna lü’lü-i lâlâ Efendim pâ-yı nâlinin makarrı arş-ı a’zamdır Rikâbın Mescid-i Aksa kudûmün beyt-i mahremdir Zuhûrun leyletü’l-esrâ neticen sırr-ı akdemdir Zebân-ı kudret-i Mevlâ dehânında mükerremdir Kelâmullâh-ı nâtıksın kelâmın sırr-ı “mâ yûhâ” Emîrü’l-mü’minîn hem “sâdıku’l-va’du’l-emîn”sin sen Kamû üftâdegâne “rahmeten li’l-âlemin”sin sen Maâsı mücrime şâhım “şefî‘u’l-müznibîn”sin sen Bize “hakka’l-yakîn, ‘ayne’l-yakîn, ‘ilme’l-yakîn”sin sen Delîlim, rehberim ey Ahmed ü Mahmûd Mevlânâ Cihâna ba’s edip Allah seni yüzbin kerâmetle Müsahhar cümle mahlûkât sana mihr-i nübüvvetle Nüzûl etti kamer iki bölündü nîm işâretle Tavaf etti vücûdun Hazret-i Hak’dan hidâyetle O dem kavm-i havâriç oldular ebkem esam âsâ Muazzam zât-ı mutlakdan kemâlin bî-zevâl oldu Hakîkat ilmi vahdetden cüsûmun imtiâl oldu Cemâlin çeşm-i a‘dâya hayâl-ender-hayâl oldu Seni tevhîd eden diller sana ashâb-ı âl oldu Urûcun tarfetu’l-‘ayn içre oldu sevdiğim icrâ

297


Ahmet Talât Onay

Hudâ’dan emr olup Cibrîl zuhûra geldi mi‘râcın Geçince “kâbe kavseyni” açıldı sırr-ı minhâcın Geri kaldı “ev ednâ”dan dil-i refrefle ihrâcın Ulûmun noktadır şâhım serinde bir elf-i tâcın Muzâhir münkeşif senden “ale’l- ‘arşi’s-tevâ” hâlâ Neki var ilm-i Rabbânî senin ilmindedir evvel Yarattı öz özünden Hak ki sensin cümleden efdal Nübüvvet hakkını inkâr edip hâşâ ebu echel Olar kim dâr-ı uhrâda edindi meskeni esfel Diyeler cümlesi “yâ leytenî küntü türâbâ” bâ Günahkâr abd-i âciz derd-mend Zahmî kulundur bu Efendim yâverim her dem seni senden eder arzû Mürüvvet el’amân şâhım elim bağlû ciger dağlû Hemîşe rûz-ı mahşerde gözüm gönlüm çeker kaygû Şefâat mağfiret senden kerem kıl ey Hudâvendâ NEFESLER-KOŞMALAR Kimse almaz bizim nakkaşımızı Binbir yüz görünür mir’âtımızda Hezar hem dem ettik yoldaşımızı Hayyu’l-ebed gizli mematımızda Mazi müstakbele mâsadak biziz Ulemaya ilm-i muhakkak biziz “Men reâni fe-kad rea’l-hakk” biziz Sıfat-ı Hak zâhir sıfatımızda Zahmî mezâhibin zâhibleriyiz Dâreynde âlemin râgıblarıyız Biz âlî- Resûlün sahibleriyiz Bir nokta yazılı beratımızda *** Visâli kâmille şâd eylemedin Niyâz-gâh eyledim dâimâ seni Bunca feryâdıma dâd eylemedin Âlemde seveli bî-vefâ seni Âşıkın olalı ben senin câna Cefâ kanununu eyledin icrâ Kendin gibi dil-ber Hazret-i Mevlâ Bir yâre eylesin mübtelâ seni

298


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gonca-i femin için kıldım âh u zâr Gülşen-i rûyına bakmasın ağyâr Bu hüsn-i zerâfet çünkü sende var Yâ nice sevmesin Zahmiyâ seni *** Gürûhu ehl-i aşk rütbe-i aşkı “Nahnu kasemnâ”dan taksim ederler Hatt-ı cebîninden alanlar meşki Rumûzu noktayı tefhim ederler Nice bülbül vardır kesret içinde Durmaz feryat eder vahdet gülünde Bunca âşıklar var Leyla yolunda Mecnûn’a ilm-i aşk ta’lîm ederler Mevlâ müzdâd etsin aşkı varını Pek latif söyledin dil güftârını Hal ehli görürse bu eş’ârını Zahmiyâ şüphesiz teslim ederler DESTAN205 Dilde vasfım ser-güzeştim nâr olur Çok kıssadan hisse çıkar nâr olmaz Sevda rahat komaz, dünya târ olur Sevda çekmeyene dünya dar olmaz Muhanetin çeşmesinden su içme Nâmerdin çayından geri dön geçme Kıymet bilmeyene sırrını açma Her yerde sır açmak âşikâr olmaz Herkese tecelli eylemiş Hudâ Her âdemden bir değil ya bay ya gedâ Küheylan beslenir çulun altında Semer vursan küheylana hâr olmaz Herkesin lafını üstüne alma Gördüğünü görme bildiğin bilme Sevildiğin yere çok varıp gelme Muhabbetler kalkar itibar olmaz 205 Bu destan Çankırı’da Feyzi Efendi, Armudcuzâde Ali Efendi mecmualarıyla Kemal Bey’in bulduğu bir mecmuada yekdiğerine nisbetle eksik ve az çok nüsha farkları mevcut bir şekilde kayıtlıdır. Halk Yolu mecmuasında da noksan yayımlanmıştır. Sinop Halk Bilgisi Derneği muhabiri olup Türk halkiyatı hususunda mühim araştırmaları olan Şakir Bey’in gönderdiği parçada Çankırı mecmualarında olmayan bendler mevcuttur. Mecmuadaki bend ve nüsha farkları gösterilmiştir.

299


Ahmet Talât Onay

Yaman olur benî âdem hilesi Ne güç olur gurbet ilin çilesi Gönül bir kez yersin felek sillesi Felek sillesine hiç uyar olmaz Yaşayan kimseye denilmez yazık Mevlâ a’mâlince dert verir layık Usta malın benim derse bir âşık Lanet eder pîrler, berhûdâr olmaz206 Bir iylik edersen ismini anma İkrarında durup sözünden dönme İlin ateşine nâfile yanma Senin ateşine hiç yanar olmaz207 Her kimseyi karıştırma işine Her ne ister isen başlı başına Sırrın ifşâ etme arkadaşına Yanarsın arada bir sonra olmaz Üstüne düşmeyen lafa karışma Kendin bilmediğin yere düşürme Gizli lafa kulak urup girişme Her mahalde pekçe laf güzar olmaz Her sözü üstüne alma bıyık bur Kâmil ol dinleme sakın geri dur Bir söyle bir dinle bir de kulak vur Her mecliste lafı uzatmak olmaz Sözümü iyi tut ey koca seme İşittiğin sözü kimseye deme Câhilin şekerli helvasın yeme Kâmilin zehrinden hiç zarar olmaz Herkes emsaliyle akranın gözler Kimi ağlar kimi safa ederler Zenginle güzele buyurun derler Garibe hiç kimse kafadar olmaz Muhaneti koğma koğduğun yeter Kahraman edersin karşında biter Yiğide bir çift söz ölümden beter Puşt ile kahpede namus, ar olmaz 206 Zahmî’nin bir şiirinde şu beyit vardır: Egerçi şâirân iller kelâmın sirkat eylerse / Anın ervahına cümle erenler lanet etmişler. 207 Bu bend Şâkir Bey’in gönderdiğinden.

300


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Gölgede uyuyan gözün açamaz Kuş olsa da kanat açup uçamaz Vücut kocar amma gönül kocamaz Güzel seven âşık ihtiyâr olmaz Duhan işret kahve bilmeyen âdem Aşkın âteşini çekmeyen âdem Kulak uzadırsa kaçan bir âdem Andan yakışıklı bir hımâr olmaz Ali’ye verilmiş ol dem zülfikâr Gelmiş geçmiş kahraman onu anar Ayyarlar içinde ol Amir ayyar Hamza’dan kahraman nâmudâr olmaz Müslümanlık nedir bilmez ey dil Hem sünnet hem farz nedir bil Derler ne edersen namazını kıl Namaz kılmak istiğfar olmaz208 Türkte güzel çoktur, yoktur emsâli Gül gibi kızarmış yangın ali Gürcüde de çoktur hûri misâli Amma Urum gibi cilve-kâr olmaz ……….….. bucalardan aşırma Ah eyleyip bağrın aşka pişirme Gördüğün güzele gönül düşürme Elin yâri sana cândan yâr olmaz Kimi beyaz, kimi esmeri sever ……, ……………………….. Âşıka muhabbet eyleyen dil-ber Nazlı olur ammâ cefâ-kâr olmaz Yahudi dil-beri sevmem turfadır Urumun dil-beri sana cefâdır (safadır) Müslüman dil-beri başa belâdır Ermeni kıllanır vefâ-dar olmaz Âşıklar aşkıla bağrın ezmekte Dîvâne âşıklar eş’âr düzmekte Beş on gün şurada burada gezmekte Âşıklara devrân ber-karâr olmaz 208 Bu kıt’a ile bundan sonraki dört kıt’a Şâkir Bey’in gönderdiğindendir. Şakir Bey vezin noksanlığını bildirmek için, “bu bent cönkte aynen böyle yazılmıştır, aslını göstermek üzere olduğu gibi kaydettim,” diyor.

301


Ahmet Talât Onay

Büyücü kimseye velîdir derler Doğru söyleyene delidir derler Zahmiyâ evlâdı Ali’dir derler Andan sâdıkâne bir dindâr olmaz209

209 Zahmi’nin şiirleri havi perakende bir kağıda son beyit böyle yazılmış ve çizilmiştir. Zahmiyâ ol nâdı Ali’dir derler / Sâdıkân çün başka bir din var olmaz. Aslında böyle ise bence bu daha doğrudur.

302


ZARİFÎ HANIM210 Kadızâdelerden Şakir Efendi’nin kızı şair Behçet Bey’in babası Hilmi Efendi’nin kızkardeşi ve Behçet Bey’in halasıdır. Redif teşkilatında yüzbaşı, Rus muharebesinde binbaşı olan tüfekçibaşı Şakir Ağa ile evlenmiş, bu evlilikten Meclis-i Sıhhıye azası iken vefat eden ser-askeri-i esbak Rıza Paşa damadı Lütfi Paşa doğmuştur. Şakir Ağa’nın vefatı üzerine Keskin kazasının Beyobası köyünden Ömer Bey ile evlenmiştir. Hicri 1301/1883-1884 senesinde vefat ederek İmaret Camii kabristanına defnedilmiştir. Vefatında 65 yaşında olduğu tahmin olunuyor. Şiirlerinin büyük bir cilt oluşturduğu, kağıt bulamazsa aklına gelen ilhamları eteğinin iç tarafına yazdığını müşahedelerine dayanarak Behçet Bey nakletmiştir. Fakat maalesef şiirleri tamamı değil bir kısmı dahi elde edilememiştir. Zarifi Hanım’ın şuh-meşrep, hüsün-perest, zarif, ehl-i dil bir hanım olduğu hakkında kendisini tanıyanlar ittifak etmektedirler. İleride eserleri elde edilirse zeylde neşredilecektir.

ZAMİRÎ211 Bu isimde pek eski bir şairimiz olduğunu Kastamonulu Latifi tezkiresinden ve bu eserden özetle nakleden Kamusu’l-a‘lâm’dan anlıyoruz. Başka eserlerin hakkında sükût ettiği bu şaire dair Latifi tezkiresinin verdiği malumat çok kıymettardır ki aynen şudur: “ Zamirî, rahmetullahi aleyh. Anadolu’dan Kankırı’dan bir remmâl-i zamirgir ve zamirdânlık da bî-nazîr idi. İlm-i ihfâda ve fenn-i habavada üstâd-ı mâhir ve cin gibi meyân-ı halkta nâ-peydâ olmağa kadir idi. Hem ilm-i nâr-ı necât u habâyâda ve ilm-i simyâ ve ihfâda üstâd-ı mâhir ve kavm-i cin gibi uyûn-ı nâsdan nihân olmağa kâdir idi… Âhir ol arzu-yı ehvâda ani hevâ-yı ihrâcı defâyinde cin urup helâk itdi ve Sultan Selim Han devrinün evâilinde âhirete gitdi. Hoşça eş’ârı ve hoş âyende güftârı vardır.” Kâmusu’l-a‘lâm diyor ki: “Zamirî, Sultân Selim-i Hân-ı sânî devr-i şuarâsından olup Kankırılıdır.” Bu ifadelerden anlıyoruz ki Zamirî, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim zamanında yaşamış bir şairdir.212 210 Ayrıca bk. Fatma Ahsen Turan, Zarifi Hanım, Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü, 10.02.2015, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. (İ.A.) 211 Zamirî hakkında geniş bilgi için bk. Adnan Şimşek, “Çankırılı Bir Divan Şairi: Zamirî” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı-2003, s. 238-250; Yunus Kaplan, Zamîri, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 25.07.2018. (İ.A.) 212 Bu noktada Kamusu’l-a’lâm yazarı Şemseddin Sami ile onu kaynak olarak kullanan Ahmet Talât yanılmak-

303


Ahmet Talât Onay

Remel denilen ince kum üzerine işaretler koymak yahut kağıt üzerine nokta ve hatlardan mürekkep işaretler dökmek suretiyle gaibden haber vermek san’atına vâkıf olduğu gibi kendisine müracaat edenleri memnun edecek haberler vermekte yani herkesin kıyafet ve vaziyetine ve mizaç ve meşrebine göre ahkam bildirmekte mâhir imiş. Hele ilm-i ihfâya fevkalade vakıf olduğundan kalabalık bir cemiyet huzurunda kendini göstermemeye bir cin gibi ortadan kayıp olmaya da muktedir imiş. Bundan başka fenn-i habaya da vakıf olduğundan yerden hazineler, defineler çıkarmaya da muktedir imiş. Fakat yine bir define meydana çıkarmak istemiş, nihayet cinler tarafından helak edilmiş imiş. Zamirî remmâl olabilir. Onun bazı haberlerinin tahakkuk etmesi kendisine zamanında fazla ehemmiyet atfettirilir, bu cihetle gözden kayıp oluvermek yerden defineler çıkarmak kudretinde olduğu hakkında umumi bir zan beslendiğini ve hatta Latifî gibi uyanık ve müdekkik bir adamın bile buna inandığını anlıyoruz. Zaten dünyanın her tarafında hepsi sihirle hülasa ve tesmiye edilen fal, remmâl, havass, vefk gibi neticesi dolandırıcılığa giden ve ulûm-ı hâfiye erbabına her zaman ve her yerde ya kudsiyet yahut harikuladelikler isnat edildiği vakidir. Remilde, ilm-i ihfâda ve fenn-i habâyâda bu kadar mâhir olan bir adamın cinlere inanmadığını kabul etmezsek bile cinlerin, şeytanların şerrine uğrayacağını daha evvelden bilmesi icap ettiğini kabul etmek zaruridir. Ömrünü riyâzâtla geçiren öyle adamlar vardır ki onların bu imsak ve inzivasına akıl erdiremeyen halk kendilerine keramet, kudsiyet izafesi veyahut perilerle evli olduğunun haberini herkese duyurması suretiyle dimağlarının işgal eden bu fevkaladeliği hal etmek çaresini bulmuşlardır. Zamirî, bizim nazarımızda remmâl ve ulûm-ı hafiyeye vâkıf olmasıyla değil şair olmak itibarıyla dikkât çekmekte ve hürmete layıktır. Çünkü vakıa her devirde hece vezniyle şiir söyleyen şairler vardır. Fakat medreseden yetişen divan şairleri bu vezinle şiir yazanları küçük gördükleri, kendilerine iyi nazarla bakmadıkları ve divan edebiyatının Bâkî gibi en büyük bir şairi henüz hayatta bulunduğu bir devirde hece vezniyle şiir yazan bir şair değil mensup olduğu memleketin edebiyat tarihi açısından bütün milletin takdir ve hürmet edeceği bir simadır. Zamirî’nin şiirlerini gördüğü anlaşılan Latifi Efendi’nin “hoşça eş’arı ve hoş ayende güftarı vardır” beyanatında bulunması şairimizin zamanında şiirleriyle tanınmış, beğenilmiş olduğuna delâlet eder. Çünkü Latifi Efendi tezkiresinde derç ettiği şairler hakkında takdir ile beraber şiddetli tenkitlerini de esirgememiş, bugünün münekkitlerini hayran edecek noktayı nazarlar serdeylemiştir. tadır. Zamîri’den ilk defa bahseden -Ahmet Talât’ın da belirttiği gibi- Latifî tezkiresidir. Kastamonulu Latifi tarafından “Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratu’n-Nuzemâ” adıyla hazırlanan eser, 953/1546’da yazımı tamamlanarak devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edilir. (Latîfî, Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratu’nNuzemâ, Haz. Rıdvan Canım, Ankara-2000, s. 8.) Latifî, Zamîri için “Sultan Selim Han devrinün evvelinde âhirete gitdi” dediğine göre bu Selim Han, Kanuni’nin oğlu II. Selim değil, babası Yavuz Sultan Selim’dir. (1512-1520) Ayrıca Sicill-i Osmânî’de “ Remilden anlar olup I. Selim (Yavuz) devrinde vefat etti. Şairdir.” diye kesin bir şekilde belirtmektedir. (Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmânî, C.5, İstanbul-1996, s.1705.) (İ.A.)

304


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Zamiri’nin Latifi tezkiresindeki şiirlerinden başka şiirleri olduğu, bu meyanda hece vezniyle yazılmış olanlar da bulunduğu evleviyetle muhakkaktır. Fakat ne yazık ki bugün bir parçadan başkasına malik değiliz ki o da şudur: Korkutma sırat ile yolu geçeriz vâiz İl geçtiği köprüden biz de geçeriz vâiz Duzahta riyâ ehli ekl eyler iken zakkûm Biz rind ile cennette kevser içeriz vâiz Budur bize va’zın kim dünyâda kişi kalmaz Bu menzil-i fâniden ön son geçeriz vâiz Şu üç beyit bile şairimizin nasıl âvâre ve lakayd bir tabiat sahibi olduğunu göstermeye kâfidir. Sıratı bir köprüye benzetip üzerinden yolu seçerek geçeceğini, cehennemde riyakârlar zakkum yerken kendisinin rindlerle cennette kevser içeceğini, bu dünyada herkes gibi göçeceğini söyleyen şairin ahireti ne suretle telakki ettiğini zamanının uleması hakkında nasıl bir fikir taşıdığını anlamak ve binaenaleyh cinler elinde öldüğüne ve şairin buna itikat ettiğine inanmak mümkün değildir. Nişancı tarihinin 201. sayfasında deniliyor ki: “Molla Zamiri, Padişah kullarındandır. Semaniyede müderris oldu. Zeki kimesne idi. Te’lifatı vardır, meşhurdur.” Bu Zamiri acaba bizim şairimiz midir?

305


Ahmet Talât Onay

NETİCE Zamirî’den bugüne kadar dört asırlık bir müddet geçmiştir. Çankırı şairlerinin sonuncusu Ali Dehri değilse birincisi de şüphesiz Zamirî değildir. Bir kısım tezkire yazarları ve şairler, yaşadıkları devirde hürmet görmemek korkusuyla hüviyetlerini saklayarak kendilerini Şehrî yani İstanbullu ve hatta Arap, Acem göstermişlerdir. Böylece her memlekette olduğu gibi Çankırı şairlerinin bir kısmı da bilinmemektedir. Daha düne kadar erkekler bugün bile kadınlar arasında Anadolu’nun herhangi bir köşesinde doğmayı bir kusur ve pest-pâye ve bed-asl bir şahsın sulbünden gelmiş necabetsiz bir anadan süt emmiş olmasını düşünmeyerek İstanbul’da doğmayı bir şeref bilenler sayılmayacak kadar çoktur. Asalet ve necabeti bir beldenin ihtişam ve şa’şaasıyla meydana gelir kanaatini taşıyan tefekkür seviyesi ve iz’anı düşük kimselerdir ki her zamanda kendilerini şu veya bu şehre isnad edemedikleri vakit mevhum cedlerinden birini orada doğmuş göstererek o şehir halkının hemşehrisi görünmek istemişler. Çok vakitler Türk olmayan ve Türk düşmanı yaşayan sefiller ile birleşerek Türklük aleyhinde hareket etmişlerdir. Tarih bize İstanbul’un fethinden bugüne kadar geçen beş asra yakın bir müddet içinde İstanbul’daki âlim, şair, vezir, kumandan gibi yüksek sınıflara mensup ve fakat aslen Türk olmayan kişilerin daima Anadolulu Türklere karşı hakaret ve kahır ile hareket ettiklerini hatta bu meyanda saltanat hanedanının bu sefillere ön ayak olduklarını göstermektedir. Kalbi Türklük ve memleket aşkıyla bir lahzacık olsun yanan her Türkün ve her Çankırılı şairin revân-ı pâkine (temiz ruhuna) rahmet olsun.

306


GENEL KAYNAKÇA Akman, Eyüp, (2003) “Âşık Tarzı Destan Türü ve Çankırılı Âşıklardan Âşık Nâili, Âşık Ali ve Ali Kadri’nin Destanları Üzerine Bir Tahlil Denemesi” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı. Akyol, İbrahim, (2007)“Çankırı Kültür Coğrafyasında Bektaşî-Alevî Edebiyatı” 2. Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve Bektaşilik” Bilgi Şöleni, C.1, Ankara. Akyol, İbrahim, (2017) “Çankırı’da Nakşibendiliğin Tarihi” Çankırı’nın Manevî Mimarları, Sempozyum Bildirileri, Çankırı. Akyol, İbrahim, (2008) “Çankırılı Bir Bektâşî Şairi: Âşık Sabrî Baba” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.3, Kasım. Akyol, İbrahim; Cerrahoğlu, Münir; Sabri Baba, (2013) www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 24.07.2018. Akyol, İbrahim, (2016) Çankırılı Âşık Sabrî, Çankırı Belediyesi, Dr. Rıfkı Kâmil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi Yayını, Çankırı. Akyol, İbrahim, (2002) “Çankırılı Âşık Sabrî ve Bilinmeyen Şiirleri” Hacı Bektâş Velî Dergisi, Kış, Gazi Üniv. Hacı Bektaş Veli Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını. Akyol, İbrahim, (2017) “ Harp Edebiyatı-Mersiye İlişkisi ve Çankırılı Mecbur Efendi’nin Bir Mersiyesi” KAREFAD Dergisi, C.5, S.2, s. 153-162. Alper, Kadir, (2004) “Çankırılı Bilinmeyen Birkaç Şair: Rüyeti, Naili Baba, Necati, Vehbi” Milli Folklor, Bahar. Atlı, Sagıp, (2014) “Bezmî Çankırılı” www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Atlı, Sagıp, (2014) Bezlî Çankırılı, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Atlı, Sagıp, (2013) Kadrî Çankırılı, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018.

307


Ahmet Talât Onay

Atlı, Sagıp, (2013) Micmerî Çankırılı, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Atlı, Sagıp, (2014) Zahmî, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Baki, Zeynep Safiye, (2015) Mefharî Mustafa, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Baki, Zeynep Safiye, 2015) Rindî, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Baki, Zeynep Safiye, (2014) Yâdi Osman, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Bezmî, (1977),TDE Ansiklopedisi (Devirler-İsimler-Eserler-Terimler). C. 1. İstanbul. Cünûnî, (1986), TDE Ansiklopedisi, (Devirler-İsimler-Eserler-Terimler). C.2, İstanbul. Çakırsipahi, Sadık, (2006), “Âşık Nâilî Baba” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.1, Ağustos. Çakırsipahi, Sadık, (1997), “Nâilî Baba” Duygu Dergisi, Ekim. Çamahmetoğlu, İsmail, (2002).“Kültür Değerlerimizden Şair Sabrî” Doğruyol Gazetesi, Çankırı. Çonkor, Burhan, (2017) “Ahmet Mecbur Efendi ve “Hilâfetnâme-i Osmânî ve İttihatnâme-i İslâmî” Adlı Eseri” KAREFAD Dergisi, C.5, S.1, s.64-74. Devellioğlu, Ferit, (2012), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, İstanbul. Dilçin, Cem, (2003), “Çankırılı Ali Kadri’nin Bahar Destanı” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler Sempozyumu Bildirileri, Çankırı. Dilçin, Cem, (2006), “Dehri Dilçin” Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.1, Çankırı. Doğan, D. Mehmet, (1987), Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul. Duran, Hakkı, (2006), Ali Dehrî Dilçin, www.cansaati.org/topluluk/forum, e.t. 29.08.2018. Duran, Hakkı, (2017), Osmanlı Meclis-i Mebusanı ve İlk TBMM’de bir Çankırı Temsilcisi: Behçet Bey, www.imaret.cansaati.org,, e.t. 14.03.2018. Ergün, Saadet Nüzhet, (1938) Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul. Eren, Abdullah, (1999), Çankırılı İbrahim Hurrem Divanı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon.

308


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ

Kaplan, Yunus, 25.07.2018.

(2013),

Zamîri,

www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com,

e.t.

Kesik, B.; Tekin, G.; (2014), Mahi Efendi, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Köprülü, M. Fuat, (1940), 19. Asır Saz Şairleri, Kanaat Kitabevi, İstanbul. Kubbealtı lugatı, www.lugatim.com, e.t.13.09.2018 Kurnaz, Cemal, (1990), Ahmet Talat Onay, Ankara. Kurnaz, Cemal, (2007), “Onay, Ahmet Talât”, TDVİA, C. 33, İstanbul. Latîfî, (2000), Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratu’n-Nuzemâ, Haz. Rıdvan Canım, Ankara. Mâhî Efendi, (1986), Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi C. 6, İstanbul. Mehmet Arslan, (2015), Hurrem İbrâhim Çankırılı, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmânî, C.5, İstanbul-1996. Olgun, Tahir, (1995), Edebî Mektuplar, Haz. Cemal Kurnaz, Ankara. Onay, Ahmet Talât,(1930) Çankırı Şairleri-I, Vilayet Matbaası, Çankırı. Onay, Ahmet Talât,(1932), Çankırı Şairleri-II, Vilayet Matbaası, Çankırı. Onay, Ahmet Talat, (1933), Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı Matbaası. Onay, Ahmet Talât, (1996), Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Haz. Cemal Kurnaz, Ankara. Onay, Ahmet Talat, Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i, Devlet Matbaası. Onay, Ahmet Talât, (1993), Sarı Çiğdemler (Bütün Şiirleri), Haz. Cemal Kurnaz, İstanbul. Onay, Ahmet Talât, (1996), Türk Şiirlerinin Vezni, Haz. Cemal Kurnaz, Ankara. Parlatır, İsmail, (2014), Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara. Sarı, Mehmet, (1994), “Âşık Sabrî Baba” Diyanet Dergisi, Ağustos. Sarıtaş, Süheyla, (2014), Efkârî Çankırılı, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Sarıtaş, Süheyla, (2014), Nuri Baba, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Sarıtaş, Süheyla, (2014), Sadık, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018.

309


Ahmet Talât Onay

Sarıtaş, Süheyla, (2014), Vehhâç, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018 Sarıtaş, Süheyla, (2014), Yesarî, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Sicill-i Ahval Defterleri. Çankırı Belediyesi, Dr. Rıfkı Kamil Araştırma Merkezi. Şimşek, Adnan, (2003), “Çankırılı Bir Divan Şairi: Zamirî” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı. Turan, Fatma Ahsen, (2015), “Cevriye Banu Hanım” www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 25.07.2018. Turan, Fatma Ahsen, (2015), Sefil Ali, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Turan, Fatma Ahsen, (2015), Zarifi Hanım, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t. 29.08.2018. Üçok, Ahmet Kemal, (2002), Görüp İşittiklerim, Editör: Ali Birinci, Ankara-2002. Yıldız, Tuna, (2015), Cünûnî, www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com, e.t.29.08.2018; Zengin, Ahmet Yaşar, (2003), “Çankırılı Şair Sadık ve Şair Süleyman’ın Birlik ve Beraberlik Anlayışı” Doğumunun 100. Yılında Zeki Ömer Defne ve Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri, Çankırı.

310


SÖZLÜK213

A A‘dâ: 1)En zalim, pek gaddar 2) Düşmanlar A‘lâ: 1)Yüksek 2) Nefis A‘mâ: Kör, gözleri görmeyen A‘mâl: Ameller, işler. A‘zam:* En büyük, çok büyük A‘zâr: Bahaneler, engeller, özürler Âbad: Mamur, şen. Abd: Kul, köle. Abher: 1)Nergis çiçeği 2)Yasemin 3)Dolu kap, dolu kadeh. Âb-ı bekâ: âb-ı hayât Âb-ı hayât: İçen kişiye ebedilik verdiğine inanılan su, bengi su. Âb-ı revân: Akarsu Âb-ı rû(y): 1) Yüz suyu 2) Irz, namus, şeref, haysiyet Âb-ı zülâl: 1) Berrak su 2)Billur 3) Tatlı su Acap:* Acep aceba manasına kullanılmıştır. Âciz: Gücü yetmez, beceriksiz. Âdem:* İlk insan, Hz. Âdem (AS) Adem:* Yokluk, fikdan Adîmü’l-misl: Örneği yok olan. Âfet: Bela, musibet, son derece güzel olan. Âfet-i devrân: Âşıkların güzeller için kullandıkları bir tabir Âf-tâb: Güneş, çok güzel, pek güzel yüz. Aga:* Saz şairleri arasında hürmet ifade eden kelimelerdendi. Âgâh: Bilgili, haberli, uyanık.

Âgâz: Başlama Âguş: Kucak Ağyar: Yabancı, başkaları, rakipler. Ahad: Bir. Ahber:* Ahbâr yerine kullanılmıştır, haberler demektir. Âhen: 1.Demir 2.Kılıç 3.Zincir 4. Sert, katı Aheri:* En son yerinde kullanılmıştır. Ahfâd: Oğullar, torunlar, Ahid: Vaat etme, söz verme, yemin. Âhir: En son. Ahkâm: Hükümler, emirler. Ahker:* Ateş, kor. Ahlef: Solak. Ahmer: Kırmızı, kızıl. Ahsen-i takvim:* En güzel yaratılan insan. Ahsenü’l-hâlıkîn: “Yaratanların en güzeli…” (Mü’minûn suresi, ayet:14) Âhû: Ceylan, gözleri çok güzel olan, dilber, sevgili. Akçe:* Faize akçe bağlamak: Bir miktar parayı re’sü’l-mâl ittihaz etmek. Akdâm: Ayaklar. Âkıbet: Bir şeyin sonu, nihayet Aks: Çarpıp geri dönme, yankı. Akvâl: Sözler, lakırdılar. Akzâ: Fıkıhda (daha, en, pek) bilgin Âl ü mâder:* Aile ana. Âl ve evlâd:* Ezvâç, evlâd, aile, familya efrâdı

213 ·Çankırı Şairlerinin sonuna Ahmet Talât’�������������������������������������������������������������������� ın ri��������������������������������������������������������������� casıyla hata-sevap (doğru-yanlış) cedveli ile o döneme göre anlamı bilinmeyen kelimelerden oluşan lügatçeyi Hacı Şeyhoğlu Ahmet Kemal Bey hazırlamıştır. Bu lügatçe, tarafımızca hazırlanan sözlüğün içerisine sadeleştirilmeden aynen yerleştirilmiştir. (*) işaretli maddeler Hacı Şeyhoğlu Ahmet Kemal Bey’in hazırladığı maddelerdir. Kıymetli bilgiler içeren bu lügatçe için kendisini rahmet ve minnetle anıyoruz. (İ.A.)

311


Ahmet Talât Onay Âl:* Aile efradı Al:* Kırmızıya yakın bir renk Âl:* Mekir, hile, yalan ve dolan. Alaca millet:* Kızılbaşların Allah’ın timsali diye itikat ettikleri bir alaca değnekleri vardır. Bu değneğe kinaye olarak kızıl başlara alaca millet denir. Âlâm: Elemler. Alâyık (alâik): İlgiler, ilişkiler. Ale’l-‘arşi’s-tevâ: (Rahmân hükmü) arşı kuşatmıştır. (Taha sûresi, ayet:5) Âl-i abâ:* Hz. Peygamber Efendimiz ile Fatıma, damatları Ali ve torunları Hasan ve Hüseyin’den (aleyhimü’s-selam) ibarettir. Âl-i beyt (ehl-i beyt):* Bir hanede bulunanlar, akrabadan olmadığı halde sadakat ve hususiyete binaen ehl-i beytten sayılanlar vardır. Hz. Selman’ın ehl-i beyt-i Resûlden sayılması gibi. Âl-i Evlâd-ı Resûl: Peygamberin çocuklarının ailesi Âli: Üstün, yüce, büyük, şerefli, aziz olan. Ali:* Yâ Aliyyü diye zikrolunan esâmî-i hüsnâdan (güzel isimler) biri olmayıp ehli beyt ve âl-i abâdan, çâr-yâr-ı güzînden (seçkin dört sevgili: Ebu Bekir, Ömer, Osman Ali) Hz. Ali’nin ismidir. Ali’yi zikretmenin ibadetten ma’dûd olduğu hakkında bir rivayet vardır. Âlî-cenâb: Yüce Yaratılışlı, Onurlu, Haysiyetli Alîl: Kör, sakat, hasta Alleme’l-esmâ: (Allah, Adem’e) isimleri öğretti. (Bakara sûresi, ayet:31) Âlufte: 1)Alışık 2)İffetsiz, namussuz kadın. Âmâç: Nişan tahtası, hedef Amel:* İş, ibadet, taat. -âmûz: Bilen, öğrenmiş, öğreten Anâsır: Unsurlar, esaslar. Anber: Güzel koku. And (etmek, içmek):* Yemin etmek Andelîb: Bülbül. Anka: İsmi olup cismi olmayan, çok büyük olduğu kabul edilen kuş. Ar eylemek: Utanmak. Âr:* Namus, hayâ Ârâm: 1) Durma, eğlenme 2) Yerleşme, istirahat etme. Arasta:* Çarşı Arıtmak:* Temizlemek, bir şeyin pisliğini gidermek

312

Ârız: Yanak Âri: Çıplak, hür. Ârif: Bilen, bilgili olan, Hakk›ı hakkıyla bilen, irfan sahibi. Ârifâne (Avam arasında erfene):* Beş on arkadaşın aralarında para toplayarak o para ile kendilerine ziyafet çekmeleridir. Ârif-i rânâ: Güzelliği bilen. Ârif-i vahdet: Birliği, Tevhid›i bilen. Ark:* Suyolu, kanal Arş: En yüksek gök, Allah›ın kudret ve saltanatının tecelli yeri. Arz-ı endâm: Boy gösterme Arzuhal (arz-ı hâl): 1)Halin bildirilmesi, 2) Resmi bir makama durumu bildirmek veya istekte bulunmak için yazılan dilekçe Arzuhalci: Başkaları için yazdığı dilekçe, mektup vb. şeylerle geçimini sağlayan kişi. -âsâ: gibi. Âsâf: Hz. Süleyman’ın veziri. Asalet: Necabet. Âsân: Kolay. Asel çekti:* Bal şerbeti içti Âsûde: rahat, gailesiz, sessiz, sâkin, müsterih. -âşâm: içen, içici Âşâr (A’şâr):* Hububat yani arpa, buğday, çavdar gibi mezrûattan (ziraat ürünleri) esasen %10 nisbetinde alınan vergidir ki son zamanlarda %12,5 olmuştu. Hükümet a’şâr hakkını sene-i sâbıka bedelini bulmak ve hatta geçmek şartı ile mültezimlere satar onlara da a’şârı ahaliden aynen tahsil edip hükümete borcunu nakden yatırır idi. A’şâr yüzünden zurrâ‘ (ziraatçiler, çiftçiler) çok zarar görmüştür. Cumhuriyetle beraber bu kötü usul kaldırılmıştır. A’şâr satılamazsa hükümetçe bir memur mahiyetinde kâtip, kolcu omak üzere bir heyet marifeti ile aynen ve emaneten tahsil ettirilirdi. Âşık:* Bektaşi ve Aleviler arasında nefes okuyup saz çalanlara verilen lakaptır. Diğer tarikatlarda muhip tabiri yerinde de kullanılırdı. Bektaşi ve Aleviler arasında “Âşık sazı” diye maruf olan çöğür ki 12 telli sazlıdır. 12 imama remiz tutularak pek mergûb idi. Âşıkların kıyafeti: * Başlarına beyaz keçe külah giyer ve üstüne yeşil sarık sararlar idi. Yalnız sarığın üstünden külahın bir santim kadarı görünür idi. Bu kıyafet hariçteki kıyafet olup “âyin-i cem”lerde külahında kaç terk yani dilim bulundurmağa mezun (izinli) ise o külahı giyerlerdi. Sakal: top.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Bıyık: yastıklı, aşağı doğru burma uçları sakaldan taşkın ve makas değmemiş; libas: çakşır üzerinde mintan, belde ortasında teslim taşı denilen balgamî taşlı kalın bir kemer sonra delme denilen ve yakasında ince zincirlerle takılmış müteaddid habbeler bulunan kolsuz bir ceket ve en üstte de Haydârî biçim yakalı bir aba. Âşıklardan bazıları gözleri sürmeli gezerdi. Âşıkların bazıları gözleri sürmeli gezerdi. Bunların bir de süflî olanları vardı ki sabit bir kıyafete malik değillerdi. Yeniçeriler de Bektâşî olduklarından resmî ve hususî âlemlere, geçit resimlerine birçok âşık iştirak ederdi. Âşina: 1)Bildik, tanıdık 2)Bilen, tanıyan. Âşir: Onuncu. Aşk-bâz: Aşkla oynayan, yalandan âşık görünen. Atâ:* İhsan, bahşiş. Atf-ı makâl: Söze atıf, bakış. Atlas: İpekten dokunmuş, yüzü parlak, düz renkli, sertçe, tüysüz, makbul bir kumaş. Atşân: Susuz, susamış -âver: Getiren, taşıyan Avrupa:* Bir nev’i saç tuvaleti Ayak:* Saz şairleri arasında kafiye manasına ıstılahtır. Ayık:* Agah, vâkıf, bilici, aklı başında. Âyin-i cem:* Bir tarikata mensup olanlar gece veya gündüz toplanarak zikir ve fikir ile meşgul olurlarsa âyin-i cemi’, aynü’l-cem denirdi. Mecliste işret bulunursa âyin-i cem denirdi. Ayn: Göz, pınar, kaynak, çeşme, zât. Ayne’l-yakîn: Gözüyle görmüş gibi kat’i. Ayn-ı cemâl: Güzelliğin kaynağı Ayruk:* Ayrı, başka Ayyâş: Çok içki içen. Azazil:* Şeytanın ismidir. Azm-i râh: Yol azmi. B B:* Hurufî maddesine bakınız. Ba‘dezîn: Bundan sonra. Bab: Kapı, kısım, bölüm, mevzu. Baba:* Bektaşi tarikinde seyr u süluk görmüş olanların elkabıdır. Taçlarındaki terk (dilim) fazlalaştıkça itibarı artar. 12 terk son mertebeye vüsul alametidir. Baç:* Vergi, rüsûm Bâd: 1)Rüzgar 2)Nefes, soluk.

Bâdâm: 1)Badem 2) Sevgilinin güzel gözü. Bâd-bân: Gemi yelkeni Bâde: İçki kadehi. Bâd-ı hazân: Sonbahar rüzgarı Bâd-ı semûm: Sam yeli Bâğ-vân: Bağcı, bahçıvan. Bahâ: Kıymetli, değer, paha. Bahîl:* Hasis, cimri Bahr: Deniz. Baht: Kader, talih, uğur, alın yazısı. Bâis: 1)Sebep olan 2) Gönderen Bâkî: Ebedi, daimi. Bâlâ: Yüksek, yukarı, yüce. Balgam: Sümük, irin, kan karışığı madde. Eskiden bedende bulunduğu sanılan 4 unsurdan biri. Bam:* Sabah, tulu’ vakti. Bâr: 1)Tanrı, Allah 2) Yük 3) Defa, kere 4) Meyve, yemiş. -bâr: Yağdıran, serpen, saçan. Bârân: Yağmur Bâr-gâh: Girmek için izin almak lazım gelen, girilebilecek yer, çadır, yüksek divan Başlaşmasın:* Kabuklaşmasın manasına uydurulmuş bir kelimedir. Battı battı:* İstanbul’da battı balık kavakta, denilen oyun. Eski vezirlerin, cariyelerini etrafına alıp bu oyunu oynadıkları zafername şerhinden anlaşılmaktadır. Bây u gedâ: Zengin ve fakir Bay:* Zengin, mâldâr. Baylı:* Bir defacık demek olan bari kelimesinin avam şivesi. Baz: * Şahin Becâ: Yerinde, uygun Beççe: İnsan ve hayvan yavrusu Bed’ eylemek: Başlamak Bed-asl: Aslı kötü Bedâyi: Güzel ve mükemmel yeni şeyler Bed-ef ‘âl: Kötü fiiller Bed-nâm: Kötü ad Bedr: Ayın ondördüncü gecesi, dolunay. Be-gâyet: Pek çok aşırı, son derece, pek ziyade. Be-güm-râh: Yolunu şaşırmış için. Behemehâl: Her halde, elbette.

313


Ahmet Talât Onay Behişt: Cennet, bihişt. Behlul:* Arapların meşhur melamisi. Behre-dâr: Behreli, hisseli, paylı. Behzâd:* Meşhur Acem nakkaşı. Bekâm: Maksat ve meramına ulaşan. Belâ (belî): Evet, peki. Belâhet: Bönlük, kalın kafalılıl. Beliğ: Fasih, düzgün söz söyleyen. Be-nâm: Nalı, ünlü. Bend: Bağlanan, bölüm, bağ. Bende: Bağlanmış olan, köle, hizmetçi, kul. Bende-i âl-i Resûl: Yüce peygambere bağlanmış olan. Berây: İçin, maksadıyla. Berbut: Ud denilen saz. Ber-dâr: Asılmış, tutucu, meyveli. Berdü’l-acûz: Kocakarı soğuğu Berhudâr: Selamette, mükafata erişen nasipli. Ber-karâr: Kararlı, yerli, dâmî Berpâ: Ayakta, ayak üzerinde. Ber-taraf: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bey‘i: Satma, satılma, satın alma. Beyâbân: Kır, çöl. Beygûş: Baykuş Beyhûde: Boşuna, lüzumsuz. Beyt-i Hüdâ: 1)Allahın evi, Kâbe, 2) Gönül. Beyt-i mükerrem: Mükerrem olan ev, Kâbe. Beytü’l-hazen: Hüzünlü, gamlı, kederli ev. (Mec.) Hz. Yakup’un evi. Bezçi:* Bez dokuyan dokumacı, bezzâz. Bezilmek:* Usanmak, bezilir, büzülür. (avam) Bezm: Sohbet yeri, meclis. Bezm-i elest: Allah’ın ruhları yaratıp “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” (Araf suresi, ayet:172) diye sorduğu an. Bî: Farsça kelimelerin başına getirilerek onları olumsuz yapar. Bîa: Kilise. Bî-aman: Amansız. Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Bî-çâre: Çaresiz Bî-dâr: Uyanık, uyumayan. Bî-gâne: Kayıtsız, alakasız, aldırışsız.

314

Bî-hemtâ: Eşi bulunmaz, eşsiz, bî-nazîr, benzersiz. Bî-kes: Kimsesiz. Bilâd: Memleketler, şehirler. Bî-nazîr: Benzersiz, bî-misâl. Bî-nihayet: Nihayetsiz, sonsuz. Bintü’l-‘ineb: Üzümün kızı, şarap. Birlik:* Vahdet. Biryâ:* Hasırdır ki en makbulü hurma yaprağından yapılır. Eski şairler ekseriye bûyâ ve bu riyâ kelimelerinden cinas yaparlardı. Bî-semer: Meyvesiz, neticesiz Bist ü heşt:* 28 Arap harfi. Bister: Yatak, döşek. Bisyâr: Çok. Bî-şumâr: Hadsiz, sayısız, pek çok. Bozuk:* Saz kelimesine bkz. Bön:* Ahmak, ebleh. Bû türâb (Ebu Turab):* Toprak babası, Hz. Ali’nin künyesidir. Çok alçak gönüllü demektir. Burak:* Cennette mevcut binit hayvanı. Burc-ı hisar: Hisar burcu. Bûriyâ: Hasır. Buy: Koku, ümit, sevgi, huy, tabiat. Bühtân: Yalan, iftira. Bükâ: Ağlama, gözyaşı dökme. Bülend: Yüksek, yüce. Bünyâd: Temel, esas, yapı, bina. Büstân: Bahçe. Büt: Put, güzel. C Câ-be-câ: Yer yer Câdû:1)Cadı, büyücü 2) Çok güzel göz Cafer-i Tayyar: Hz. Ali’nin kardeşi. Câh: İtibar, makam Cahim: Şiddetli yanan ateş, cehennemin bir tabakası. Câm:* kadeh Câme-şûy-hâne: Çamaşırhane Camî-i Kebir: Büyük Cami. Can:* Derviş, mürit manasına ıstılah. Can:* Ruh Cân-gâh: Can evi Câvid: Daimi kalacak olan, sonsuz, ebedi.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Câvidân:* Hurufilerin akaid kitabının ismi olup matbu ve manzum olanını müşkilat ile tedarik mümkündür. Fakat el yazması ile olanını Alevi ve Hurufi olmadıkça görmek imkansız gibidir. Her hurufiye bile göstermezler. Hayrî’nin gelirim redifli gazeline devriyye derler ki heman her Hurufi âşık ve şairin ve bazı Bektaşi âşıklarının böyle devriyesi vardır. Cebbâr:* Esmâ-yı hüsnâdandır. Cebîn: Alın, korkak, yüreksiz. Cedd: Dede, büyük baba. Cefâkâr: 1) Cefa eden 2) Cefa çeken Cefâ-pîşe: 1)Zalim, gaddar 2)Maşuk, sevgili. Cehd: Fazla çalışma, gayret, azim. Cehl-i mürekkeb: Bilmezliğinin farkında olmayan, katmerli cahillik. Celb: Çekme, çekiş. Cem veya Cemşîd: * Bâdenin (içki) mucidi olan Âcem padişahlarından birinin ismidir. Cemâl: Güzellik, Allah›ın lütuf ve ihsanı ile tecellisi. Cemalin ciminde okutmak:* Hurufilik taslamak için yazılmış bir sözdür. Cemel:* Deve. Cenân: Kalp, yürek, gönül Cennet-i âlâ: Yüce cennet, cennetin yüksek bir katı. Cercis (AS):* Ben-i İsrâil peygamberlerindendir. Ceres:* Çıngırak. Cevâhir: Cevherler. Cevaz: Yol, meslek, müsaade etmek, ruhsat vermek. Cevlân: Dolaşma, dolanma, gezinme. Cevr: Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Cezbe: Ruhun heyecana gelmesi. Cıbır:* Çankırı ıstılahatındandır. Zayıf, pis, uyuz manalarına gelir. Cıbır it, uyuz, pis köpek. Cid: Boyun Cidâl: Karşılıklı kavga, savaş Cidd: Bir işi gerçekten çalışıp işleme. Ciger-gâh: Cigerin bulunduğu yer. Ciger-sûz: Bağır yakan, acıklı Cihet: Yan, yön, taraf. Cilve: 1)Kırıtma 2)Tecelli, görünme Cilve-kâr: Cilveli

Cilve-nümâ: Cilve gösteren, cilve eden. Cirahat:*Avam tabirlerindendir. Kan ile irin manasına gelir. Cisr: Köprü Civan: Taze, genç. Cönk: Halk edebiyatında saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, uzunlamasına açılan, çoğunlukla deri kaplı defter. Cû: Akarsu, ırmak Cura:* Pirinç telli sazlardandır. Bozuk bağlama, tanbura gibi kısa kolludur. Zurnanın küçüğüne de cura denir. Cûy-bâr: Çay, dere, akarsu. Cüdâ: Ayrılık, ayrılmış. Cüllâb: Gül suyu, aslı gül-âb Cür’a: Kadehin son yudumu Cürm: Kabahat, kusur, hata, günah. Ç Çag:* Mevsim, zaman. Çâh: Kuyu, çukur Çâk: İyi, güzel, yarık, çatlak. Çâker: Kul, köle. Çâlâk: Çevik, eline, ayağına çabuk, tez canlı olan. Çalınmak:* İki manada kullanılır. 1) aranmak 2) Güzel koku sürünmek Çaput:* Eski paçavra Çâr (Çehar): Dört. Çâr- anâsır: Hayatın devamı için gerekli olan dört unsur. Bu dört unsur, su, ateş, toprak ve havadır. Çâr u nâçar: Çaresiz, ister istemez. Çâre-cû: Çare arayan Çâre-hâh: Çare isteyen Çarh: 1) Çark, tekerlek 2)Felek, gök. Çarh-ı felek: Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü, talih, baht. Çelîpâ: Haç, put, güzellerin kâkülü Çemen-zâr: Çimenlik Çengâl: Çengel, pençe Çeşm: Göz, dide, ayn. Çeşme: Pınar, su kaynağı. Çeşm-i cân: Can gözü Çırag:* Eskiden çırağ şeklinde yazılıp çarag, çarak diye okunan kelime yanmakta olan mum, lamba manasınadır.

315


Ahmet Talât Onay Çırak çıkarmak:* Bir köleyi azad ve medâr-ı maişetini verip bir adamı hizmetten afveylemek, tekaüde sevk etmek. Çırak:* Talebe demektir. Eskiden çirag şeklinde ve çok kullanılan bir kelime daha vardır bugün çirak şeklinde müstameldir. Bunu yapmakla beni çırak mı çıkardın gibi Çirk-âb: Çirkef, pis su. Çördük:* Armut cinsinden bir nevi meyva. Çüş:* Yorgun eşeğin çüş canına minnet, durub-ı emsaldendir. (atalar sözü) D Dâ’: Maraz, hastalık, meşakkat. Dâd: Adalet, Hak, doğruluk, insaf. Dâğ: Yanık, yara, damga. Dâğ-dâr: Dağlanmış, yaralı Dahletmek: * Karışmak, tariz etmek ayıplamak Dal eylemek: Vücudun dal harfi gibi eğilmesi, belin bükülmesi. Dâl: Yoldan Çıkarmak, Azdırmak Dalâlet: Azmak, hak ve hakikatten sapmak. Daltaşak: Çırılçıplak Dâm:* Tuzak Dâmân: Etekler Dâmen: Etek Dânâ: Bilen, bilici, bilgiç. Dane: Tohum, çekirdek. Dâniş: Biliş, bilgi, ilim. Dâr ağacı:* Adam asılacak sehpa Dâr: Ev, yer, yurt, mekan. Dârâ: Zayıf, zelil, hakir, muti. Dârâ:* Meşhur bir Acem şahı Dârât: Debdebe, şan, gösteriş. Dâr-ı ukbâ: Ahiret yurdu Dârû: İlaç. Dâru’l-emân: Emniyetli yer. Dayı:* Validenin erkek kardeşi. Osmanlı hükümetince Tunus, Cezayir valilerine verilen elkab. Kendisinden büyük bir insana hitap ederken ihtiramen kullanılan tabir. İstanbul’da ağabey, beybaba, amcabey, Ankara’da apça kelimeleri kullanılır. Yeniçerilerce de dayı tabiri kullanılır idi. Kabadayı, babayiğit demektir. De’b: Adet, usul, tarz.

316

Debbağ: Tabak, deri terbiye eden kimse Define: Kıymetli eşya, eskiden saklanmış kıymetli eşyalar. Dehâ: En zeki Dehan: Ağız, fem. Dehr: Zaman, dünya. Dehr-i dûn: Alçak dünya. Dellal: Satılacak şeyi satan, tellal. Dem ü devrân:* Usul ve erkan Dem:* 1)Kan 2)Nefes almak 3) Rakı, şarap 4) Zaman, an, vakit. Dem-â-dem: Her vakit, sık sık Dem-be-dem: Vakit vakit, daima. Denî: Alçak, rezil, soysuz. Denlu:* Gibi, emsali Der:* Kapı Der-âğuş: Kucaklama, sarma. Der-akab: Hemen arkasından. Der-bân: Kapıcı, kapıya bakan. Derç etmek:* Toplamak Derdi:* Söylerdi Derd-mend: Dert sahibi, dertli. Der-i ahen:* Demir kapı Deri:* Kapı kelimesinin izafet hali, kapısı Ders-i sâr:* İntikam dersi Dersiam: İslâmî ilimler derslerini veren alim, bilgin. Deruhte etmek: Üstüne alma, yüklenme. Derûn: 1)İç, içeri 2)Gönül Derya: Deniz, okyanus. Dest: El, kudret, fayda. Destan: Halk edebiyatında 4 mısralı bölümlerden oluşan, halk şiirinin en uzun şiirleridir. Çoğunlukla 11’li hece ölçüsüyle bazen de 8’li hece ölçüsüyle yazılırlar. Destâr: Sarık, tülbent. Dest-gîr: Elinden tutan, yardımcı. Dest-res: Kuvvet ve zenginlik Deşt: Bozkır, çöl, ova. Devr eylemek: Dönmek. Devran:* Gezmek, sakînin sıra ile herkese içki vermesi Dey-cûr: Çok karanlık. Dırâz: Uzun


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Dîbâ: Desenli, ağır dokuma ipekli kumaş, canfes Dîdâr: Yüz, çehre. Dîde: Göz, ayn. Dikici:* Eskici, kundura tamircisi, köşger, kefeşger Dil:* Gönül Dil:* Lisan Dilâ: Ey gönül Dil-ârâm: Gönül alan, gönül okşayan, gönlü dinlendiren. Dil-âşûb: Gönlü karıştıran, kalbi meftun eden güzel Dil-âviz: Gönüle asılan, gönül çeken. Dil-ber: Gönül alan güzel Dil-beste: Gönül bağlamış, âşık. Dil-cû: Gönül çeken, gönül arayan. Dil-dâde: Gönül Vermiş, Âşık Dil-dâr: Kalbi hükmü altında tutan, sevgili, maşuk. Dile:* Dilemekten emir, iste. Dil-firib: Gönül aldatan, cazibeli. Dil-gîr: Gönül tutan, kalbe sıkıntı veren, gücenik, kırgın Dil-i mecrûh: Yaralı gönül. Dil-i şeydâ: Tutkun, çılgın gönül. Dil-i virân: Harap olmuş gönül. Dil-keş: Gönül çekici. Dil-nüvâz: “Gönül okşayan. Dil-rübâ: Gönül kapan, gönül alan. Dimağ: Beyin, akıl, şuur. Dirahşân: Parlak, parlayan. Dirîgâ: Yazık, eyvahlar olsun. Divan: Halk edebiyatında aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılan ve özel bir ezgiyle okunan şiirlere verilen ad. Divâne: Deli, aklı başında olmayan. Dolanmak:* Tavaf etmek, bir şeyin etrafında mütemadiyen dolaşmak Dolunmak:* Gurup etmek Domike:* Yunanistan’da bir şehir olup1887-98 harbinde Türk ordusu kahren zapt etmişti. Don:* Renk Dökülende:* Dökülünce Dûçâr: Tutulmuş, uğramış.

Dûd:* Duhan, duman Duhan: Duman, tütün. Duhter: Kız, kerime. Dûn: Aşağı, alçak. Dûr:* Uzak Duyman:* Duymazsın Dûzah: Cehennem, tamu. Dü: İki Dücâ: Karanlık Düldül:* Hz. Ali’nin bindiği Habeş katırı Dümendân: Dümen yeri Dü-pâ: İki ayaklı Dür: İnci, inci tanesi. Dürc: Kutu, hokka. Dürd:* Tortu Dürdâne: İnci tanesi, sevgili, kıymetli. Dürdi:*Tortusu Dür-i sühan: Söz incisi Dürre-i beyzâ: Beyaz inci Dürr-i şehvâr: İri inci (padişaha layık) Dürür:* İstimrar manası ifade eder bir saygı ise de lisandan çıkarılmıştır. Yalnız Sivas vilayetinin bazı kazalarında durdur şeklinde ve menfi ahvalde kullanılmaktadır. Düşvâr: Güç, zor. Dü-tâ: İki kat bükülmüş, kamburu çıkmış. E E’s-Selâm: Selam olsun. Ebced: Arap alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci bölüm. Ebhâs: Konuşulan şeyler, araştırılan şeyler Ebkem: Söz söylemeye muktedir olmayan. Ebniyye: Binalar, yapılar. Ebr:* Bulut Ebrâr: İyiler, hayır sahipleri, özü sözü doğru olanlar. Ebrû: 1)Kaş 2) Kağıt üzerine yapılan süsleme sanatı Ebruvân: Kaşlar Ebsem:* Sessiz, sedasız, sükuti Ebter: Zürriyetsiz ve hayırsız kişi Ecmel: En güzel, yakışıklı Ecvef: İçi boş, kof.

317


Ahmet Talât Onay Edâ: Yerine getirmek, ödemek, tarz, üslup, şive. Edebiyat-ı cedide (Yeni edebiyat): 1896’dan 1901’e kadar devam eden; Tevfik Fikret, Cenap Şehabeddin, Halid Ziya gibi temsilcilerinin bulunduğu edebiyat akımı Edhem:* Hükümdarlığa dervişliği tercih eden bir zât Edicek:* Edincek masdarı, etmek Ednâ: Pek aşağı, bayağı. Efgân: Acı ile bağırıp çağırmalar, figanlar. Efkâr: Fikirler, düşünceler. Eflatun: Platon (M.Ö.429-347) Sokrat’ın talebesi, Aristo’nun hocası, eski Yunan filozofu. Efnâ:* Çok fena, çok kötü Efsâne: Asılsız, hayal mahsûlü hikâye, söylence, masal. Efsûs: Yazık, eyvah. -efşân: Saçan, serpen, dağıtan. Efvâh: Ağızlar, menfezler Efzûn: Fazla, çok. Egninde:* Sırtında, vücudunda Eğlenmek:* Boş yere vakit geçirmek tevakkuf durmak Eğleşmek:* Eğlenmek Ehibba: Dostlar, sevgililer. Ehl-i hüner: Hüner ehli, maharet sahibi. Ehl-i kalem: Yazı ehli, yazı işleriyle uğraşan. Ehl-i kubur: Kabir ehli, mezarlıktakiler. Ehl-i râh:* Bir tarikata mensup derviş Ekimû: İkame etmek, tutup doğrultmak anlamında Ar. bir kelime olup Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayetde geçmektedir. Ekl ü şürb: Yeme içme El veyahut il:* Başkası, bigâne El yahut il:* Vatan, memleket. yurt. Cemi; eller, iller El-abdu yüdebbiru: Kul tedbiri alır. Elestü bezm: Allah’ın ruhları yaratıp “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” (Araf suresi, ayet:172) diye sorduğu an. Elf: Bin Elfâz: Lafızlar, sözler Elif: Arap alfabesinin ilk harfi, Allah kelimesinin ilk harfi olup ebced değeri birdir. Eltâf: İyi muameleler, iyilikler.

318

Elvân: Renkler, çeşitler. Elyak: Daha layık, liyakatli. Em:* Emmekten emr-i hâzır Em:* merhem, ilaç Emîrân: Emirler Emsal: Misaller, örnekler. Emvâç: Mevcler, dalgalar. Emvât: Meyyitler, ölüler. En’âm: 1)Bütün varlıklar, yaratıklar 2) Kur’an-ı Kerim’de 6. sûrenin adıdır. Encâm: Nihayet, son. Endahte: Atılmış, bir tarafa bırakılmış. Endûh:* Keder, üzüntü Ene’l-Hak: “Ben Hakkım” anlamında bir söz. Ünlü mutasavvıf Hallac-ı Mansur tarafından söylenmiştir. Engûr: Üzüm. Engüşt: Parmak. Enîs: Dost, arkadaş, sevgili. Enmûzec: Numune, örnek. Envâr: Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Enveri:* Envarı yerinde kullanılmıştır. Erbab: Sahipler, malikler, ehil. Erbâb-ı tabiat: İyi yaratılışlı kimseler. Erkân: Esaslar, destekler, sütunlar. Ervâh: Canlar, ruhlar. Esb: At, beygir. Esbâb: Sebebler, vasıtalar. Esedullâhi gâlib: Allah’ın galip arslanı Eslef: Yerlerine geçmiş kimseler, geçmişler. Esrar: Sırlar. Estağfirullah e’l-‘azîm: Büyük olan Allah’tan mağfiretimi dilerim. Ester: Katır. Eş’ar: Şiirler. Eşcâr: Ağaçlar. Eşher: En şöhretli, pek meşhur Eşirrâ: Şerliler, azılılar. Etmen mi:* Etmez misin Etmende:* Etmezsin de Etvâr: Tavırlar, tarzlar, hal ve hareketler. Ev ednâ: “Veya daha yakın” anlamında Arapça bir kelime olup Necm suresi ayet: 9’da geçmektedir.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Evc: Yüce, yüksek Evermek:* Evlendirmek Eviç:* En yüksek nokta, mevki Evkât: Vakitler, zamanlar, çağlar. Evrenk: 1. Taht 2. Şeref, süs 3. Akıl ve irfan 4. Halin hoşluğu 5. Ağaç kurdu 6. Yakışıklılık 7. Hile, desise Evsâf-ı hüsn: Güzelliğin vasıfları Evtân: Vatanlar Eyyâm: Günler Eyyühe’n-nâs: Ey insanlar! Ezel: Başlangıcı olmayan, her zaman var olan. Ezhâr: Çiçekler. Ezmân: Vakitler, anlar, çağlar. F Fağfur: 1)Çin imparatorlarına verilen ad 2)Çin’de porselenden yapılan kap kacak. Fahr: Övünme, fazilet, büyüklük. Fahte: Üveyik kuşu. Fâiku’l-akrân: Akranlarından üstün Fâriğ: 1) Vazgeçmiş, çekilmiş 2)Rahat, âsûde Fasık: Günahkâr Fâsir: Açıklayan, tefsir eden. Faş eylemek: Açıklamak, meydana çıkarma. Fatin: Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı. Fazl:* Fazlullah-ı Hurufî olup zındıklıkla ittiham olunarak idam edilmiş, ölüsü köpeklere yedirilmiştir. Feht:* Pars, kaplan gibi yırtıcı bir hayvan. Felâtûn: Eflatun Felek: Gök, gök katı, talih, baht. Fem: Ağız Fenâ: Yok olma, yokluk. Fend: Hile, desise Ferâmuş: Unutma, hatırdan çıkarma. Ferdâ: Yarın, ertesi gün. Ferhat:* Avam hikâyelerinden Şirin’in âşıkı, ikisinin de ermeni olduğu hakkında bir rivayet vardır. Ferhunde: Mübarek, mes’ud, meymenetli Ferzâne: Hakim, filozof, bilgili kimse.

Festekım: “İstikamet sahibi, dosdoğru ol” (Hud, 112) Feşân: Saçan, saçıcı, serpen Fetâh: (fettâh kelimesinin vezin gereği okunuş şekli) Zafer kazanmış, üstün gelmiş, fetheden. Fetebârekallah: “Allah mübarektir.” (Müminûn sûresi, ayet:14) Fetehnâ: “Biz sana apaçık bir fetih verdik” (Fetih suresi, ayet:1) Fetevâ-yı suhan: Söz fetvası Fetevekkeltü ala’llâh: Allah’a tevekkül ettim. Fettân: Fitneci, kurnaz, karıştıran. Fevka’l-hadd: Haddinden fazla, pek çok. Fevt: Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarmak. Fezleke-i Tarih-i Osmânî: Ahmet Vefik Paşa’nın yazdığı, Osmanlı rüştiyelerinde tarih dersi kitabı olarak okutulmuştur. Figâr: Yara Filatur: İpek kozasını iplik haline getirme. Firâvân: Çok bol, fazla aşırı. Firkat: Ayrılış, ayrılma, hicran. Fitne-cû: Fitne arayan. Fusahâ: Güzel, düzgün ve açık konuşanlar. Fusus: Büyük mutasavvıf İbn-i Arabî’nin ilm-i ilahi veya marifetullah dedikleri bir disiplini temellendirmeyi hedefleyen Fügen: Atıcı, yıkıcı, düşürücü. Fülk: Gemi, sandal, kayık. Fünûn-ı şettâ: Çeşitli fenler. Füyûzât: Feyizler. Füzûn: Çok fazla. G Gabgab: Çene altı, çifte gerdan. Gafûr: Mağfiret eden, yarlıgayan, suç bağışlayan Allah. -gâh: Zaman ve yer bildiren edat, ek. Gâib: Görünmeyen, hazır olmayan. Gaile: Dert, sıkıntı, keder, felaket, musibet. Gam(m): Keder, hüzün. Gam-hâne: Hüzün ve tasa yeri, dünya. Gam-hâr: Gam yiyen, kederlenen. Gam-nâk: Gamlı, tasalı, kaygılı. Gamze: Süzgün bakış.

319


Ahmet Talât Onay Gani:* Zengin mükrim Garam: Aşk, sevda, şiddetli arzu. Garra: Ak, parlak, güzel, gösterişli, alnında beyaz bir leke. Gayr-ı mümkün: Mümkün olmayan. Gayrı:* Artık, fîmâbâd, bundan sonra, başkası, Çankırı’da gaylı diye telaffuz olunur. Gazel:* kuru yaprak Geda: Fakir, dilenci. Genc:* Hazine, define toplu olarak gömülü para, gencine keza. Gencine-i efkâr: Fikirlerin hazinesi. Ger: Eğer, şayet. Gerd: Toz, toprak. Gerdan: Dönen, döndüren, çeviren, boyuna takılan süs eşyası. Gerdiş: Dönüş, dönme, dolaşma. Gerdûn: 1)Dönücü, dönen 2)Felek, dünya Germiyet: Hararet, sıcaklık. Gevher: Elmas, cevher, inci. Gez:* Defa, bâr Gezend: 1.Zarar, ziyan 2. Elem, keder, âfet, musibet Gıll u gış: Kin ve hile Gılmân: 1) Daha tüyü çıkmamış genç 2) Köle, esir. 3) Cennette hizmet gören delikanlılar. Gışâ: Örtü, perde, zar. Gird-âb: Suların dönerek çukurlaştırdığı yerler. Gird-âb-ı mihnet: Mihnet girdabı. Girevitçi:* Tarak altı denilen yün, pamuk hasılatı taliyesi alım satımı ile meşgul tüccar Girîbân: Elbise yakası. Girîzân: Kaçıcı, kaçan. Giryân: Ağlayıcı, ağlayan. Girye: Ağlama, ağlayış, gözyaşı. Gîsû: Omuza dökülen saç. Gonca: Tomurcuk, çiçeğin açılmamış durumu. Gonca-i fettan: Çok fitneci gonca, sevgili. Gubâr: Toz. Gûh: Pislik, necaset. Gulüv:* Galeyan, isyan, karşı gelmek, yagılık Gûne (Gûna): Türlü, gidiş, tarz, yol, sıfat Gurre: Parlaklık, aklık. Gûş eylemek: İşitmek, dinlemek, kulak vermek.

320

Guşam: Genç delikanlı, esir, hizmetçi, köle. Gûy: Acemlere mahsus bir oyun çeşidi. -güdâz: Eriten, yakan, mahveden. Güft ü gû: Dedikodu. Güftar: Sözler, lakırdılar. Gülbank:* Birçok kişinin bir ibareyi müttehiden ve haykırarak söylemesidir. Gül-fâm: Gül renkli, gül gibi Gül-fem: Gül ağızlı. Gül-gûn: Gül renkli, pembe Gül-i âfet: Son derece güzel gül. Gül-i sad-berk: Tek renkli veya ikidan fazla renkli olan katmerli bir tür iri gül. Gülistan: 1) Gül bahçesi 2) Sadî-i Şirâzî’nin eseri Gül-izâr: Gül yanaklı Gülşan (gülşen):* Gül bağçesi, güllük Gül-zar: Gül bahçesi, gül tarlası. Gümân: Zan, şüphe. Güm-râh: Yolunu şaşırmış, doğru yoldan ayrılmış. Gün aşmak:* Gurub-ı şems, güneşin batımı. Günc-i gam: Gam köşesi. Günc-i mihnet: Mihnet köşesi Günç:* Köşe Gürsine (gürisne): Aç, fakir. Gürûh: Cemaat, bölük, takım. -güşâ: Açan, açıcı. Güvâ: Şahit, tanık, delil Güzâr: Geçiş, geçme, halleden, yapan. H Hab:* Uyku Habâyâ: 1. Gizli şeyler, gizli işler 2. Defineler Hablu’l-metîn: Sağlam ip, İslam dini. Hâce: Hoca, efendi, ağa, çelebi, sahip, muallim, müderris. Hâce:* 1)Alel-ekser Yahudi tacirlerine verilen sıfattır, bezirgân gibi. Havâce diye okunur. 2) Muallim Hacet: İhtiyaç, lüzum. Hadenk:* Ok denilen eski mermi Hâdim: Hizmet eden, hademe. Hâdimü’l-fukara: 1)Fakirlere hizmet eden 2)Harem ağası 3)Mürşid, şeyh


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Hadis-i kudsi: Manası Allah’a, lafzı Hz. Peygamber’e ait olan söz. Hafide: Oğul evlattan olan kız torun. Hafiye: Gizli polis Hâh:* İste manasına emir ise de terkip halinde isteyen, ister manalarına gelir. Hak:* Esmâ-yı hüsnâdandır. Hak:* Sahih, gerçek. Hâk:* Toprak Haka rah:* Hakka râh, Cenab-ı Hakk’a veya hakikata yol. Hakâyık: Hakikatler, gerçekler. Hakîr: İtibarsız, değersiz, aşağı. Hakka’l-yakîn: Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakın bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Hâk-pây: Ayağın toprağı, ayağın tozu. Hâk-sâr: Toz toprak içinde kalmış, hali perişan. Hal etmek:* Çözmek Hal gelmek:* Bayılmak Hal ilmi:* İbadet usullerini gösterir din kitapları Hal:* Buhran, gayr-ı tabilik, ızdırap Hal:* Müridin seyr u süluk görürken geçeceği makam ve mertebe manasına ıstılah idi. Hal:* Vaziyet Hal:* Yüzdeki küçük, büyük siyah nokta, ben Halâik:* Ahali, halk Halâs: Kurtulma, kurtuluş. Halâvet: Tatlılık, şirinlik, zevk. Hâle: Bazan ay ve güneşin etrafında görülen parlak hale. Halel: 1) İki şey aralığı, boşluk. 2)Bozma, bozukluk, eksiklik. Halidîn:* Muhallet yerinde kullanılmıştır. Halk etmek:* Yaratmak Halk:* Mahluk, ahali Hallâk: Yaratıcı, yaratan. Halt etmek:* Karıştırmak Halvet:* Yalnızlık. Mülga tarikatlar ıstılahınca halvet; halvethâne ittihaz olunan tahte’l-arz (yeraltı) mahallerde veya kulubemsi bir yere çekilerek şeyhinin terbiye ve tavsiyesi dahilinde ibadet ve riyazatla meşgul olmak. Eger halvette geçirilen müddet 40 gün sürerse erbaîn çıkarmak denir. Bektaşilik halvetî bir yol idi. Halvet ile itikaf başka şeylerdir, birbirine karıştırılmamalıdır.

Halvet-hâne: Halvet yeri. Halvet-nişîn: Halvette olan. Hamame:* Güvercin Hamdülillah: Allah’a hamdolsun. Hâme:* Kamış kalem Hâme-i kudret: Kudret kalemi Hâmid: Hamd eden, şükr eden. Hâmil: Yüklü, taşıyan, gebe. Hamiyet-mendan: Hamiyyetliler. Hamsîn:* Senenin en şiddetli soğuk günleri olan erbaîn (40 gün) çıktıktan sonra, hamsîn (50 gün) daha şiddetli kış olmak ihtimali vardır. Hâmûn: Büyük sahra, düz ova, bozkır. Hân u mân(hânmân): Ev, bark, ocak. Hân:* Nan, nimet, etmek Hanân: Hükümdarlar, hanlar. Hande: Gülme, gülüş. Hâne: Ev, mesken. Hanikâh(hân-gâh): Dervişlerin evi, tekke. Hâr:* Diken Har:* Eşek Har:* Hakir, konuşurken hur ve hakir denir Har:* Yiyen, içen manasına ve terkip olarak kullanılır. Hârâ:* Mermer taşı Harâbât: Harabeler, viraneler, meyhaneler. Hâre:* Diken manasına olan hâr kelimesinin mef ’ul hâli, dikene Hârık: 1)Yakan, yakıcı 2)Yırtıcı hayvan. Harîdâr: Satın alan, müşteri Hasbele: “Hasbünallâhü ve ni’me’l-vekîl, Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir” (Al-i İmran, 173) ayeti. Hasbeten-lillâh: Allah rızası için, Allah uğruna. Hasbihal: Halleşme, görüşüp konuşma. Hâsibû yâ eyyühe’l-âsî: Ey âsiler! Kendinizi hesaba çekiniz. Hasnâ: Fazlasıyla namuslu olan kadın. Hasret: Özleyiş, iç çekme. Hass: Mahsus, özel. Hassan: Hz Peygamber döneminde yaşamış, O’nun şairlerindendir. 682 senesinde Medine’de vefat etmiştir. Hâşiûn:* Korkudan süklüm büklüm duranlar

321


Ahmet Talât Onay Haşiv: Edebiyatta uzun ve faydasız söz. Hat:* Tüy, kıl Hatar: Tehlike. Hâtem:* Mühürlü yazak Hz. Süleyman’ın (AS) hâtemine bilumum mahlukat münakat idi. Hâtif: Sesi işitilip kendisi görülmeyen. Hatmü’l-mürselîn: Peygamberlerin en sonuncusu. Hatt: 1)Sınır, çizgi, satır 2)Yazı 3)Yol, gidiş, tarz 4) Gençlerde yeni çıkan sakal ve bıyık. Havâce: Hâce kelimesinin farklı okunuş şekli. Havass: 1)Hassalar, keyfiyetler 2)Luhterem, saygın olanlar Hâvî: İhtiva eden, içine alan, kaplayan. Havkale: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, Güç ve kuvvet sahibi ancak Allah’tır” anlamındaki söz. Haydar: Yiğit, cesur, kahraman, Hz. Ali›nin bir ünvanı. Hayder-var:* Aslan gibi demekse de Hz. Ali gibi manasına da kullanılmıştır. Hayır-hâh: Hayır isteyen. Hayme:* Çadır Hayrân: 1)Şaşmış 2)Çok tutkun 3)Afyon sarhoşu Hayt-ı ebyâz: Fecir zamanı ufukta beliren ve gittikçe artan sabah ağartısı Hayyu’l-ebed: Ebedi diri olan. Hazan: Sonbahar, güz. Hazer kılmak: Sakınmak, kaçınmak, korunmak. Hâzık: Hazâkatli, işinin ehli, usta. Heba: Boş, beyhuda, nafile. Hecin:* Çok süratli giden bir cins deve Hedme: Yıkma, harab etme. Heft: Yedi. Heft-âyât:* Yedi ayet, Fatiha suresi. Heft-harf:* Arap harfleri ile “bismillah” terkibi Heft-tamû:* Yedi cehennem Hel etâ: “Geldi mi?” (İnsan/Dehr sûresi, Ayet:1) Helhele: Kelime-i Tevhid’in bir diğer ismi. Hemân: Hemen, derhal. Hem-bezm: Aynı mecliste oturan, içki arkadaşı. Hemîn:* Şimdi kelimesi yerinde kullanılmıştır. Hem-râz: Sır arkadaşı Hem-tâ: Müsavi, benzer, denk. Her-dem: 1) Her zaman, her dakika. 2) Sıkı fıkı arkadaş

322

Herşeyi Hak bilmek:* Melami ve Hurufî akidesidir. Herşeyi Hak’tan bilmek ise diğer tariklerin itikadı idi. (Yaratılanı hoş gör /Yaratandan ötürü) Herze: Boş lakırdı, saçma. Heşt: Sekiz. Heşt-cennet:* Sekiz uçmak, sekiz cennet Hevâ: Heves, istek, arzu. Heves-kâr: Hevesli, istekli. Hezârân: 1)Bülbüller 2)Binler Hezâr-bin: Binlerce. Hezl: Eğlence, alay, şaka. Hıdrellez: Hızır ve İlyas Peygamberin her bahar başlangıcında buluştukları gün, 6 mayıs günü. Hırka-pûş: Hırka giyen, fakir, derviş. Hışm: Öfke, hiddet, gazap. Hicr: 1)Ayrılık 2)Sayıklama Hicran: Uzaklaşma, ayrılık. Hikmet: Herkesin bilmediği gizli sebep. Hikmet-âmiz: Hikmetle karışık. Hil’at:* Kıymetli elbise. Hilâl: Eskiden mahalle mekteplerinde hoca ve çocukların gütmek, yani harfleri takip etmek için kullandıkları tel veya ince çöp Hîle-bâz: Hileci, oyuncu, dubaracı Himem: Himmetler Himmet: Manevi lütuf ve yardım. Hindû: 1)Hintli 2)Ben, benek Hirîdâr:* Müşteri, alıcı Hokkabaz: Oyunbaz, hilekâr, hileci. Hoş-âyende: Hoşa giden, beğenilen. Hot:* Muhakkak, tahkika. Hoten: Doğu Türkistan’ın güneyinde tarihî bir şehir ve bölge, miskleri ile meşhurdur. Hûb: Güzel, sevgili. Hûbân: Güzeller, sevgililer. Hûb-ı likâ: Güzel yüzlü Hudâ:* Allah, Tanrı, Çalap Hulle:* Kıymetli elbise. Hulûl: Girme, gelip çatma. Humret: Kırmızılık, kızıllık. Hûn: Kan, dem, öç. Hûn-âlûde: Kana bulanmış. Hûn-bâr: Kan yağdırıcı


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Hun-ı çeşm: Kanlı göz, kanlı gözyaşı. Hûn-pâş: Kan saçan, kan döken. Hûn-rîz: Kan döken, kan dökücü. Hûr:* Hakir Hûrân: İri gözlü cennet kızları Hûri-îyn: Cennet kızı, sevgili. Hurufî:* Fazlullah isminde bir herif Arap harfleri ile eliften ye’ye kadar olan harflere dair birçok ve indi mütalaat ve tevilat yürüterek bir tarik-i dalâlet açmıştır ki bu mezhebe Hurufilik denir. İtikatlarının hülasası: Kâinatta mevcut ve atiyan vücûda gelecek olan her şey Kur’an-ı Kerim’de mezkûrdur. Kur’an-ı kerim’deki esrar ise Fatiha suresinde münderiç ve Fatiha’nın sırrı Besmele’de meknûz olup şâmil olduğu tekmil eser ise B harfinde ve B’nin sırrı dahi altındaki noktada cem’ olunmuştur. Buraya gelince Hurufiler ikiye ayrılırlar. Bir kısmı Fazlullah’ın bir kısmı da Hz. Ali’nin nokta olduğuna mutekitlerdir ve bundan Ali: Allah; Fazl:Allah itikatları çıkmıştır. Diğer itikatları da hep böyle ibtidâî ve batıldır. Meselâ: Her fikri ifade için 28 Arap harfinin kifayet ettiği gibi mahlûkatın ekmeli de insandır ve kemali yüzündedir. Çünkü yüzde yirmi sekiz hat ve yirmi sekiz diş vardır. Şeyh Muhiddin-i Arabî’nin Kur’an-ı Kerim’de mevcut huruf-ı mukataayı esas tutarak her harfin birçok ahkâm ve manaları cami olduğu hakkındaki makul mütalaatını, Fazlın saçmaları ile mukayese etmek doğru olamaz. Melamiliğin esaslarını vahdet-i mevcûd akidesi teşkil eder. Vahdet-i mevcud ile vahdet-i şühûdu yekdiğerine karıştırmamak lazımdır. Bir de Melamilik ile melametin ayrı ayrı şeyler olduğu unutulmamalıdır. Husûl-pezîr: Hasıl olmuş, husul bulmuş. Husûsî: Özel, mahsus. Huşki: Kuru, yubûset. Hûş-yâr: Aklı kendisine yâr olan, akıllı. Hût: Büyük balık Huzemât: Demetler Hüdâî:* Hidayet, Hak yola gitmek, doğru yolu bulmak Hüden li’l-müttekîn: “(Kur’an-ı Kerim) Takva sahipleri için hidayete erdiricidir.” (Bakara suresi, ayet: 2) Hükkâm: Hakimler. Hümâ: Devlet kuşu, saadet, kutluluk. Hümâm: Himmetli, azimli, bir işe sımsıkı sarılıp o işi başarma. Hünkâr: Hükümdar, padişah, sultan.

Hüsn: Güzellik, iyilik. Hüve’l-hâlıku’l-ahad: O biricik yaratıcıdır. Hüve’l-ibkâ: O bakidir, ebedîdir. Hüveydâ: Açık, apaçık, belli. Hüzme: Demet I Idlâl: Dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma. Ihfa: Gizleme, saklama. Ihvan: Kardeşler, sadık dostlar. Irak:* İki manaya gelir: 1.Türkçe uzak demektir. 2. Coğrafya ıstılahlarındandır. Irak-ı Arap, Irak-ı Acem gibi. Istılâhât-ı Edebiyye: Muallim Nâci’nin edebî terimleri açıkladığı eseri. Işrîn: Yirmi. Itlak: 1)Salıverme, koyverme 2)Boşama 3)Affetme. Itnâb: Sözü uzatma, lüzumsuz ayrıntılara boğma Itr: Güzel ve latif koku. Itriyat: Güzel ve latif kokulu yağlar, esanslar. Ittılâ’: Kokulu şeyler sürünme. İ İ‘câz: Âciz bırakma, acze düşürme, şaşırtma İ‘câz-kâr: Güzel ve etkili söz söyleyen İ‘tâ: Verme, verilme. İâne: Yardım parası İb‘âd: Uzaklaştırma, tard etme, kovma. İbda‘: 1)Örneksiz olarak, taklit etmeden bir şey meydana getirme, yaratma. 2) Yeni ve güzel bir eser meydana getirme. İbhâ: Kesilme. İbkâ (kef ile): Ağlatma. İblis: Şeytan. İbni Dâvud:* Davud’un oğlu Hz. Süleyman İbn-i Meryem: Hz. İsa İbrâ: Berî kılma, temize çıkarılma, aklanma. İbret-nümâ: İbret gösteren, ibret alan. İbtidâ: Başlama, başlangıç. İbtikâ: Rengin tabii olarak değişmesi. İbtilâ: Mübtelalık, bir şeye düşkün olma, tiryakilik. İbzâr: İsraf. Îcâz: 1)Sözü kısa söyleme 2)Az sözle çok mana anlatma. İcazet: İzin, ruhsat diploma.

323


Ahmet Talât Onay İcmâl: İhtisar etme, kısaltma, özetleme. İctinâb: Sakınma, çekinme, uzaklaşma. Îd (ıyd): Bayram. İdadî: 1)Hazırlamaya mahsus yer, hazırlama yeri 2) Rüşdiyeden sonra yüksek okullara hazırlayıcı okul, lise. İdbâr: Talihsizlik, bahtsızlık. İdelim:* Diyelim, söyleyelim. Aytmak masdarından. İden:* İdersin yerinde kullanılır. Îd-gâh: Bayram yeri. İffet: Afiflik. temizlik, nâmus. İfnâ: Yok etme, tüketme. İfrat: Aşırı gitme, pek ileri varma. İftâriye: İftar için hazırlanmış çerez vs. iftarlık. İftihar: Övünme, övünç. İftirâk: Ayrılma, dağılma. İğvâ: Azma, azdırılma, baştarn çıkarma, yolunu şaşırtma. İhlâk: Helak etme, öldürme, yok etme. İhrâc: Dışarı atma, çıkarma. İhrâk: Dökme, akıtma. İhrâz: Alma, kazanma, elde etme. İhsan: Lütuf, iyilik. İhtifâ: Saklanma, gizlenme. İhtilât: Karışma, katışma. İhtirâ: Benzeri görülmemiş bir şey icad etme, vücuda getirme. İhtiram: Saygı, hürmet İhtiras: Çekinme, sakınma, koruma. İhtizâz: Hazzetme, gönlü ferahlama. İhyâ: Diriltme, canlandırma, tazelik verme. İhzar: Hazırlama, hazır etme, huzura getirme. İkrar vermek:* Bir tarikata intisap ve bir şeyhe biyat etmek manasına ıstılah olup ezelde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sualine verilen “Evet Rabbimizsin” cevabının remzidir. İkrar: Açıktan söyleme, kabul ve tasdik etme. İktâl: Öldürülme. İktifâ: Yeter bulma, aza kanaat etme. İktiran: Yakın varma, yanına gelme, yaklaşma. İktisâb: Kazanma, edinme. İle:* edat İlham: Allah tarafından kalbe gelen mana.

324

İlham-ı Rabbânî: Rabbanî, ilahî ilham. İlik:* Kemiklerin içindeki koyu su. İlim:* Bilim. İlme’l-yakîn: Kesin bilgi. İlm-i ledün: Allah’ın sırlarına ait manevi bilgi. İlzâm: Cevap veremez hale getirme, susturma. Emşâç: “Karışmış” anlamında bir kelime olup İnsan/Dehr suresinin 2. ayetinde geçer. İmtizâç: 1)Karışabilme 2)Birbirini tutma, uygunluk 3) İyi geçinme, uyuşma. İn‘âm: Nimet verme, iyilik etme. İnâbet: 1.Günahlara tevbe edip Hak yoluna dönme. 2. Bir mürşide başvurup tarikata girme İnayet: Yardım. İncilâ: Cilalanma, parlama 2)Âşikar, belli, meydanda olma. 3) Görünme. İncizâb: Çekme, çekilme. İnhâ: Ulaştırma, yetiştirme. İnhirâf: Doğru yoldan çıkma, sapma, münharif olma. İnkıyâd: Boyun eğme, kendini teslim etme. İnnî enallâh: “Muhakkak ben Allah’ım” (Taha suresi, ayet:14) İnsicâm: 1)Birbirini tutma, birbiriyle uyuşma, uygunluk, düzgünlük. 2) Düzgün işleme İntâç: Netice verme, neticelendirilme İntibâh: Uyanıklık, uyanık olma, gâfil olmama. İntisap: Bir kimseye mensup olma, bir yere bağlanma. İnzimam: Zam olunma, katılma. Îrâd: Getirme, söyleme. İrahat:* Rahat kelimesinin köylerce telaffuzu Îrâs: Verme, sebep olma, icâb etme, gerekme. İrgirmek:* İrgörmek yerinde kullanılmıştır, eriştirmek, nail etmek. İrticalen: Hazırlıksız, içten geldiği gibi, doğaçlama. İrtikâp: 1)Kötü bir iş işleme 2) Rüşvet alma, rüşvet yeme. İsbat:* Kelime-i Tevhid iki cüzdür: 1. Lâilâhe olup buna nefy ve 2. İllallah olup buna da isbat denir. Şair dilimde isbatım demekle lisanen ikrarını gösteriyor. Fakat nefyi kaldırmakla vahdet-i mevcûd nazariyesini anlatmak istiyor. İsim:* Bir şeyin adı. Fakat buradaki isim ve esma doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’a raci-


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ dir. Bu da ism-i zât, ism-i sıfat diye ikiye ayrılır. .................Allah, hû” ism-i zâttır. ( )“Allah” kelimesi hiçbir lisanda misli olmayan bir isimdir. Birinci harfi kaldırılırsa ( ) billâh, 1. ve 2. harf kaldırılırsa ( ) “Lehû”, 1.2. ve 3. harfleri kaldırılırsa (‫“ )ه‬hû” kalır ki hepsi de aynı manayı ifade eder. Esmâ-yı ilâhiyye pek çok olup bunlardan yüz adedine esmâ-ı hüsnâ denir ki herbir ismin manası gayet şümullüdür. Şairin bu mısradan maksadı bir ism-i zâttan binbir ism-i sıfât istihraç ettim demektir. İsnâ: İki İsrâ: 1)Yürütme, gece yürüyüşü, 2) Miraç gecesi İsti‘dad: Kabiliyet, anlayışlılık. İstihraç: Çıkarım, netice çıkarma, mana çıkarma. İstinaf: Yeniden başlama, davayı bir üst mahkemeye götürme. İstinsah: Bir nüshasını yazma, suretini çıkartma, aynen yazma. İstinşak: 1)Abdest alırken buruna su çekme 2) Şiddetli koklama, koklatma. İstişfâ: Şefaat talep etme. İstitrâd: Asıl mevzudan olmayıp, münasebeti gelmişken söylenen söz. İşmâr: Göz, el veya baş işareti. İşrâb: İçme, içirilme. İşrâk: 1)Parlatma, aydınlatma 2) Doğma, doğuş. İşret: İçki, içki içme, içki kullanma. İştibâh: Şüphelenme, şüphe etme. İştikak: Aynı kökten gelen kelimelerin birbirleriyle olan ilgileri, kelime türetme, kök bilgisi, etimoloji. İştiyâk: Şevklenme, göreceği gelme, özleme. İtmâm: Tamamlama, bitirme. İttihat: Bir olma, birleşme, aynı fikirde olma. İtyân: Getirme, getirilme, söyleme, bildirme, isbât Îyd: Bayram İzân: Anlayış, kavrayış, akıl. İzhar: Açıklama, ortaya çıkarma. İzmar: Saklama, gizleme. İzz: Değer, kıymet, yücelik, ululuk. K Kâbe Kavseyn: İki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.” (Necm suresi, ayet:9) Kabîh(a): Çirkin, yakışıksız, fena, ayıp şey. Kaçan:* Vaktaki, ne vakit ki.

Kadd: Boy bos. Kâdiyü’l-hâcât: Herkesin dileklerini, isteklerini yerine getiren Allah. Kâf u nun: ( ) “ol” emrinin harfleri. Kaf: 1)Arap alfabesinde 24. harf, Kur›an›da bir sure adı. 2) Masallarda zümrüd-i anka kuşunun yaşadığı rivayet olunan dağ. Kâil: 1)Söyleyen, diyen 2)Razı olmuş, boyun eğmiş 3)İnanmış, aklı yatmış. Kâkül: Alnın üzerine sarkıtılan saç, perçem. Kal:* Ham madeni cevheri eritmek, tasfiye etmek. Kâle yekûlu: Arapçada söyledi söylüyor. Kalender: Dünya heveslerinden uzak, alçakgönüllü, her şeyi hoşgören kimse. Kalenderi: Halk edebiyatında aruzun “mef ’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılan ve özel bir ezgiyle okunan şiirlere verilen ad. Kalkan:* Siper Kallâş: Kalleş, hilebaz, dönek. Kâlû belâ: “Evet Rabbimizsin, dediler.” (Araf suresi, ayet:172) Kâm:* Nasip, matlûb. Kâme yelmek:* Nasibin matlubun arkasından koşması. Kamil-i iman: Tam, olgun, eksiksiz iman. Kâm-kâr: İsteğine ulaşmış, mutlu. Kamû:* Cümle, herkes Kâmus: Lügat, sözlük, deniz, derya. Kâmusu’l-a‘lâm: Şemseddin Sâmî’nin 6 ciltlik tarih, coğrafya ve biyografiden bahseden lügat. Kâm-yâb: Kâm bulucu, bulan, talihli, isteğine ulaşmış, bahtiyar. Kân: 1)Bir şeyin menbaı, kaynağı 2)Maden ocağı Kand:* Şeker Kande:* Nerede Kân-ı kerem: Kerem, bağış kaynağı. Kanmak:* Suyu kana kana içmek, işba’ Karar:* Musikide kaide demek olduğu gibi saz şairlerince de okuduğu eserin makta’ beytini müteakip duruştur. Kâr-bân: Kervan Kârgir: 1)Taştan veya tuğladan yapılan bina 2)İş tutan iş tutucu. Karın:* Yakın.

325


Ahmet Talât Onay Kârûn: Beni İsrail’de zenginliğiyle meşhur olan bir kişi.

Keşif:* İstidlâl, feraset, keramet. Keşif mevcut ve hazıra; keramet ise gaibe de şamildir.

Kasr: Köşk, kaşane, saray.

Keşkül:* Hindistan cevizinden oyulmuş bir kap. Seyahata çıkan Bektaşi keşkülünü beraber alır. Selman etmek için, lisanen bir şey istemeyeceğinden keşkülü uzatır. Yalnız bir ekmek parası bekler, bu parayı alamazsa nefir denilen borusunu öttürüp gider idi. Avamın yuf borusu dediği gibi.

Kassâm: Varisler, kısım kısım ayıran, kısım kısım veren. Kasvet: 1)Katılık sertlik, 2)Merhametsizlik, acımasızlık 3)Sıkıntı, gönül darlığı. Kaşını kaşını:* Kaşına kaşına sözünün köylü şivesi Kat’-ı zebân: Sözü kesen, söz hırsızı Katında:* Yanında Katî:* Çok. Katre: Su damlası. Kattâl: Çok katleden, çok öldürücü. Kays:* Mecnun’un ismi Kebûter:* Güvercin. Kec-rev: Eğri giden, tuttuğu yol, aykırı sakat olan. Kehkeşân: Samanyolu. Kehle: Bit Kelam: Söz, ifade. Kem:* (Mecazen) noksan, kötü, hakaret.

Keşşâf: Çok keşfeden, bir şeyi ortaya çıkarıcı. Keştî: Gemi. Ketm: Bir sözü, haberi saklama, sır tutma. Kevkeb: Yıldız. Kevn ü mekân: Varlık, kâinat. Kevneyn: Cismânî ve rûhânî alem, dünya ve ahiret. Keyfiyet: Bir şeyin nasıl olduğu, hal, durum, vaziyet, nitelik, kalite. Keysû (geysû, gîsû): Omuza dökülen saç, uzun saç, kakül. Kıble-gâh: Kıble yönü, kıble yeri. Kıble-nümâ: Kıbleyi gösteren pusula. Kıllet: Azlık, kıtlık.

Keman: Yay, kavis.

Kınalamak:* Zifaftan bir gece evvel gelinin eline kına konur idi. Güveyiğe dahi kına yakmak adeti Çankırı’da vardı.

Kement: Uzun ip, yağlı kayış, güzelin saçı.

Kınamak:* Ayıplamak, ta’yip etmek

Kemer beste olup menkûş takmak:* Her tarikata yeni intisap edenlere 1 fahir yani taç ve sikke 2 hırka 3 kemer tekbirlemek usulden idi. Bektaşi tarikinde mücerred (bekar) ikrarı verenlerin kulağına menkûş (küpe) takılırdı. Bu menkûş Balım Sultan eşiğinde takılmak adetti.

Kırklar: *Ehl-i tarik arasında gavs, aktab, evtâd, abdâl … tabirleri altında keşif ve keramet ashabı toplanır. Rumların aya tiriyada (üçler) Dodeka apustolus (düvazde, on iki havariyyun) aya saranda (kırklar) tabirinden alınmış olması muhtemeldir.

Kemer kuşatmak: * Bektaşi ve Kadiri tarikatlarınca şeyhin dervişine kemer kuşatması usulden idi.

Kıyas eylemek: Mukayese etmek.

Kemal: Olgunluk, erginlik.

Kıtmir: Ashab-ı Kehf ’ih köpeği.

Kemer-best: Kahraman, yiğit.

Kıyye: Okka, dörtyüz dirhem.

Kemîn: 1)Çok az, pek küçük. 2)Pusuya gizlenmiş adam.

Kiber:* İhtiyar, ihtiyarlık Kîl u kâl: Dedikodu.

Kenz:* Hazine, define, genç

Kilk: Kamış kalem

Kepenek:* Keçeden yapılmış kolsuz kaput.

Kîne: Gönülde gizlenen düşmanlık, kin.

Kerîme: Kız çocuğu.

Kird-gâr: Allah

Kerrûbî: Meleklerin en büyüğü, büyük melek.

Kisbend: Yağlı güreşlerde giyilen dar paçalı meşin pantolon.

Kesbetmek: Kazanmak, çalışarak elde etmek. Kesret: Çokluk, sıklık. Keşâkeş: 1)Çekişme, münakaşa 2) Gam, keder, tasa, kaygı. Keşf: Açmak, olacak bir şeyi önceden anlamak.

326

Kisbent, kise bent, kisvet, kisbet:* Alaturka güreşte pehlivanların giyindikleri deri pantolon Kişver: İklim, memleket, vilayet. Kor:* Sobada yanmış meşe odunun kömürü.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Koşma: Halk edebiyatında 11’li hece ölçüsüyle yazılan şiirlere verilen ad. Köçek: Kadın kıyafetiyle raks eden erkek. Köşek:* Deve yavrusu. Köz:* Söğüt ve kavak gibi kaba ağaçların alev geçmek üzere olan kömürü. Kudret: Güç, takat. Kudumun:* Kudumunu yerinde kullanılmıştır. Kuduret: Kudret, güç. Kûh: Dağ Kuhl: Göze çekilen sürme, göz ilacı.

Lâ fetâ illâ ‘Alî lâseyfe illâ zü’l-fekâr: “Ali’den başka genç, zülfikardan başka kılıç yoktur.” (Hadis-i Şerif) Lâ fetâ: “Genç yok” anlamında bir sözdür. Bu söz ile “Lâ fetâ illâ Ali…” hadis-i şerifine telmih yapılır. Lâ mekân: Mekânsızlık. Lâ taknatû min rahmetillâh: Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! (Zümer sûresi, ayet: 53) La takrabû’s-salât: “Namaza yaklaşmayın” (Nisa suresi, ayet: 43) Ayetin devamında “sarhoş iken” ifadesi bulunmaktadır.

Kul: 1)Kul, köle, hizmetçi, 2) Söyle, bildir.

Lâ: Hayır, olumsuzluk edatıdır.

Kulak bükmek:* Bir ahengi tizleştirmek için sazların burgusunu bükmek.

La‘l: Kırmızı, şarap, dudak. Lâgar:* Zayıf, arık, etsiz.

Kulle: Dağ tepesi, doruk, kule.

Lağlanmak: Latife etmek, eğlenmek.

Kulûb: Kalpler.

Lahavfün aleyhim: “Onlara korku yoktur.” Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçer.

Kulzüm: Deniz, Kızıldeniz Kurb: Yakınlık, yakında oluş. Kurban:* Yakınlık. Kurb-ı illallah: Allah’a yakın olma. Kurb-ı visâl: Kavuşma yakınlığı. Kurbiyyet: Yakınlık. Kurretu’l-ayn: Göz nuru, göz aydınlığı Kurtulman:* Kurtulmazsın. Kûşe-i mihnet: Mihnet köşesi. Kut:* Yiyecek, rızık. Kûtâh: Kısa, boysuz Kübra: Büyük, daha büyük. Küdûret: 1.Bulanıklık 2. Gam, tasa, kaygı Küfrân: İyilik bilmeme, gördüğü lütuf ve insaniyeti unutma. Küll: Hep, tüm, bütün. Küllü şey’in hâlikün: “Her şey yok olacaktır.” (Kasas suresi, ayet:88) Küntü kenz: “Ben gizli bir hazine idim.” (Hadis-i kudsî) Küsûf: Güneş tutulması. Küşâd: Açma, açılış, fetih, ilk açılış merasimi. Küşâde: Açık, açılmış, ferahlı. L Lâ edri: Bilmem, söyleyeni belli olmayan şiirlerin sonuna konulur.

Lahika: Ek, eklenen, katılan. Lahmüke lahmî: “Etin, etimdir” Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye söylemiştir. Lahza-be-lahza: an-be-an Lâl: Dilsiz, ebkem. La’l: Kırmızı, al renk, kırmızı ve kıymetli bir süs taşı. Lâle-gûn: Lale renkli, lale renginde olan Lale-zâr: Lale bahçesi, lalelik. La’l-i dilber: Sevgilinin kırmızı dudakları. Lâ-mekân: Mekansız, yersiz. Lâne: Yuva Lât u menât:* İslamiyet’ten evvel Arabistan’da meşhur putlardan ikisinin ismi. Latife: İnsanları güldüren, neşelendiren hoş ve güzel söz. Latife-perdâz: Latifeci, şakacı. Laubali: Teklifsiz, senli-benli, saygısız. Leb: Dudak Leb-â-leb: Ağzına kadar dolu. Leb-rîz: Ağzına kadar dolmuş, taşmış. Leb-teşne: Susamış. Ledün kitabı: Allah’tan vasıtasız gelen bilgilerin yazıldığı kitap. Lehu’l-hamd: Hamd O’nun içindir.

327


Ahmet Talât Onay Lem Yezelî: Zeval bulmazlık, bakilik, kalıcılık. Leşker: Asker. Leşker: Aşker, yiğit, kahraman, cesur. Letâfet: Hoşluk, latiflik.

Mâh-cebîn: Ay alınlı, (mec.) alnı açık, namuslu, temiz Mahcûb:* Perdelenmiş. Mahdûm: 1)Hizmet edilmiş 2)Oğul, evlat.

Levh: Görünen ve yazı yazılabilen düzlük, takdir.

Mahfi: Gizli, saklı.

Levlâke levlâk: Bir kudsi hadisten alınmış olup Hz. Peygamber’e hitaptır. “Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” (Hadis-i kudsî)

Mahfuzât: Gizlenilmiş, ezberlenilmiş şeyler. Mahlas: 1)Halas olunacak kurtulanacak yer 2)Şairlerin şiirlerinde kullandıkları ad.

Leylen: Gece

Mâh-likâ: Ay yüzlü, güzel, meh-likâ

Leyletü’l-esrâ: Mi’raç, İsra, yürüyüş, gecesi

Mahmûr: 1)Sarhoşluğun verdiği sersemlik 2) Uyku basmış, ağırlaşmış göz.

Li maallah: “Ben Allah ile beraberdim” Hz. Peygamber’in Mi’raç gecesinde Allah’a ulaştığı anı anlatan bir hadis-i şeriftir. Libas: Giyilecek şey, elbise. Likâ: 1)Görme, rast gelip kavuşma 2)Yüz, çehre. Livâ: Osmanlı mülkî teşkîlâtında bir mutasarrıf tarafından yönetilen, vilâyetle kazâ arasındaki idârî bölüm, sancak, bayrak. Lokman: Peygamber veya veli olduğu tam bilinmeyen, Kur’ân’ı Kerim’de ismi geçen büyük hekim. Lutf: İhsan, iltifatla verme. Lücce: 1)Engin su 2)Kalabalık, güruh 3)Gümüş 4)Ayna. M Mâ yûhâ: “Vahyolunan şey” anlamında bir ibare olup Kur’an-ı Kerim’de çeşitli surelerde geçmektedir.

Mahrem: Gizli, evlenilmesi haram olan. Mahrem-i esrar: Gizli sırları bilen kimse. Mâh-tâb: Ay ışığı, parlayan ay, mehtâb Mahviyet: Alçakgönüllülük. Mahz: Su katılmamış, halis, katıksız. Mahzen: 1)İçinde eşya saklanacak yer 2) Havasız, karanlık yer. Mâil: Hevesli, istekli, düşkün. Makad: Oturulan yer. Makadir:* Kadr u kıymet manasına Çankırı ıstılahıdır. Makâl: Söz söyleme, kavl. Makâlât: Sözler, yazılar, makaleler. Makam:* Musiki ıstılahatından olan makam manasında kullanılmıştır.

Ma‘dûm: Yok olan, mevcut olmayan.

Makâm-ı mutmaine: Nefsin mertebelerinden olan nefs-i mutmaine makamı olup bu makamın özelliği, imân esaslarına inanan, İslâm’ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiç bir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir.

Ma‘kûs: Aks olunmuş, tersine çevrilmiş, bir yere çarpıp geri dönen.

Maksût: Kastedilmiş, kastedilen, istenilen şey, istek.

Ma‘mûr: İmar edilen, tamir edilmiş.

Makta: Kesilen yer.

Mâder: Anne, valide. Mâ-fîhâ: Öteki dünya, ahret.

Mala:* Duvarcıların çamur tesviyesi için kullandıkları alet.

Mağbûn: Şaşkın, şaşırmış, alışverişte aldanmış olan.

Mâl-e-mâl: Çok dolu, dopdolu. Mâlik: Bir şeye sahip, bir şeyi olan.

Mağrûr: Gururlu.

Mânend: Benzer, eş.

Mâh: Ay, kamer.

Mânî:* Meşhur bir Acem nakkaşının adıdır.

Mahâret: Mahirlik, ustalık.

Mâni:* Meşhur Türk tarzı şiirler.

Mâ-hasal: Hasıl olan, meydana gelen şey, netice.

Mansıb: Devlet hizmeti, makam, rütbe, derece.

Ma‘a’l-besmele: Besmele ile beraber Ma‘asî:* İsyanlar, günahlar, masiyetler. Ma‘delet: Adalet, adillilik, insaflılık.

328


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Mansur:* Ricâl-i sufiyyeden meşhur Hallac-ı Mansur.

Meclûb: Celb olunmuş, başka yerden getirilmiş, tutkun.

Manzum: Nazm olunmuş, tanzim edilmiş, düzenlenmiş.

Mecma’-i ezdâd: Mutlak hürriyet.

Mâr:* yılan. Şair “denize düşen yılana sarılır” darb-ı meselini hatırlatmaktadır. Marabacı:* Mütabehacı, tefeci manasına köylü şivesi. Marifetullah: Allah’ı bilme ve anlama. Mâ-sadak: Tasdik edilen, olunan husus, uygun, tıpkı.

Mecmua: 1)Cem’ olunmuş, toplanılmış. 2)Dergi Meddah:* Hikaye masal söyleyerek taklit yapanlar, râviyân-ı ahbar ve nâkilân-ı âsâr ve muhaddisân-ı ruzigâr. Meded: İnayet, yardım, imdat. Medh: Övme, birinin iyi şeylerini söyleme. Medîd: Çekilmiş, uzatılmış, uzun.

Mâsivâ: Allah’tan gayrı olan varlıklar, dünya ile ilgili olan şeyler.

Meftun: Fitne ve belaya tutulmuş olan, âşık.

Masruf: Sarf olunmuş, harç edilmiş.

Meh-cebîn: Ay alınlı, parlak alınlı.

Mehâbet: Azamet, ululuk.

Maşuk: Aşk ile sevilen, sevgili.

Mehek(mehenk): Ölçü, miyar.

Mâ-tekaddem: Geçmiş zaman, geçen şey.

Mehel: 1)Birşeyin yapılması için tanınan süre, müddet, zaman 2)Uygun, münasip.

Matem: Ağlama, üzüntü ve kederden ağlayıp sızlama. Matla‘: 1)Doğacak yer, güneş veya yıldızların doğması 2) Kaside veya gazelin ilk beyti. Matlau’l-envâr: Nurların doğuşu

Mehenk:* Bir nevi siyah ve sert taş olup kuyumcular üzerine altını sürer ve taştan kalan eseri … ile muayene ederek ayarını tayin ederler. Meh-likâ: Güzel, ay yüzlü.

Mâü’l-hayât: Hayat suyu, âb-ı hayat, bengisu

Meh-rû: Ay yüzlü, güzel.

Maza:* Geçti demekse de geçen yerinde kullanılmıştır.

Mekkâr: Çok hileci, düzenbaz.

Mâzâga’l-basar: “(Peygamberin) gözü kaymadı.” Necm sûresi, ayet: 16)

Mekr: Hile Mekşûf: Keşf olunmuş, meydana çıkarılmış.

Mazhar:* Mahalli zuhur. Hak isminin sırrı ve âsârı kalb âşinâ olanlar da görülür. Mâzin:* Çankırı şivesi, aslı müezzin. İstanbul şivesi meyzin. Mazmaza: Abdest alırken ağza su alma, ağzı çalkalama. Mazmun: Mana, kavram, nükteli, sanatlı ince söz. Me’lûf: Ülfet edinilmiş, alışılmış, huy edinilmiş. Me’vâ:* Durulacak, oturulacak yer demekse de sekiz cennetten biri olan cennetü’l-me’vâya işaret edilmiştir. Me’yûs: Yeise düşmüş, ümidi kesilmiş, ümitsiz. -meâb: Geri dönülecek yer, sığınılacak yer. Meâlî: Şerefler, yüksek fikirler. Meâsir: Güzel eserler, nişanlar. Mebde-i âdem: İnsanın başlangıcı. Mebhût: Hayrette kalmış, şaşmış. Meclis-i kübra: Büyük meclis, ahirette toplanma yeri.

Mekteb: Yazı yazacak yer, okul. Mektûm: Ketm olunmuş, gizli,saklı Melâhat: Güzellik, yüz güzelliği. Melamet:* Mülga tarikatlar ıstılahatından olup halkın kesret ve izdihamından yolu vurulacağını gören sulehanın vahdete nail olabilmek için kendisini sefil, serhuş, fena bir adam olarak göstermesidir. Vahdet-i vücûd, vahdet-i mevcûd meselesi ile uğraşan melamiler başkadır. Melâz: Sığınacak yer. Melce: İltica edecek, sığınacak yer. Melekü’l-mevt: Ölüm meleği, Azrail. Melûl: Melalli, usanmış, bıkmış. Memât: Ölüm Memkûr: Kızıla boyanmış. Memleha: Tuzla, tuz çıkarılan yer. Memlû: Dolu. Men aref sırrı: “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisinin sırrı.

329


Ahmet Talât Onay Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehû: Nefsini bilen Rabbini bilir. (Hadis-i Şerif)

Meta: Fayda, menfaat, kıymetli eşya.

Men reâni fe-kad rea’l-hakk: “Beni gören Hakk’ı görmüştür.” (Hadis-i şerif)

Mevhibe: Bahşiş, ihsan, bağış.

Menba: Kaynak, pınar. -mend: Sahip. Menend:* Manend kelimesinin avam şivesi, misil, eş, benzer demektir. Menhûs: Uğursuz. Menün: Zaman, vakit Menzil: İnilen yer, konulacak yer. Menzil-i maksut: Hedeflenen yer. Mercan: Denizden elde edilen kıymetli taşlar. Merdüm: Gözbebeği.

Mevc: Dalga. Mevhûm: Vehm olunmuş, kuruntuya dayanan. Mevta: Ölü Mevzûn: Vezinli, ölçülü, tartılı, düzgün. Mey: Şarap, içki. Meyan: 1)Orta, ara, miyan 2) Ortalama 3)Aralık 4)Bel Meydan şairi:* Saz çalıp bi’l-irticâl şiir söyleyerek müsabaka için rakip arayan aşıklar, şâir-i meydân. Mey-gede: İçki içilen yer, meyhane. Meyhâne: İçki içilen yer, tasavvuf edebiyatında tekke, dergah.

Meres:* Köpeklerin kaç yaşında olduğunu gösterir bir ıstılahtır. Meresine girmedi demek henüz yaşına basmadı demektir.

Meymûn: Uğurlu, bereketli, kutlu.

Merkûm: 1)Yazılmış, adı geçmiş 2)Bayağı, âdi.

Mezâm: Zemmetme, ayıplama

Mersiye: Ağıt, sagu. Merzagî: Bataklığa ait, fena kokan su birikintisi olan yerlerle ilgili Mesâlik: Meslekler, tutulan yollar. Mescid-i Aksâ: Kudüs’te Hz. Süleyman’ın yaptırdığı cami, Müslümanların ilk kıblesi. Mesdûd: Sedd olunmuş, kapalı, tıkanmış. Meserret: Sevinç, şenlik. Meslek-i edebî: Edebî meslek, edebî ekol, tarz. Mesmûm: Zehirlenmiş. Mesnevihan: Mesnevi okumaya ve okutmaya icazet almış âlim. Mest: Sarhoş, aklı başında olmayan. Mestan: Sarhoşlar. Mestâne: Sarhoş kimseye yakışır şekilde, sarhoşça. Mest-i sergerdan: Başı dönmüş, şaşkın, sarhoş. Meşâmm: Burun koku alacak yer. Meşîhat: 1)Şeyhlik 2) Şeyhülislamlık payesi, makamı.

Mezâk: 1)Zevk alma, lezzet 2)Tad duyulan yer, damak. Mezellet: Zelillik, horluk, hakirlik, alçaklık. Mezheb: 1) Altın kasası 2) Gidilen yol. Miâd: Vaad edilen gelecek zaman veya yer. Miftâh: Anahtar. Mihan (mihen): 1)Sıkıntılar, kederler 2) Ulular, büyükler. Mihmân: Misafir, konuk. Mihnet: Zahmet, eziyet, dert, bela. Mihr: 1)Güneş 2) Sevgi Mihribân (mihr-bân): Şefkatli, muhabbetli, merhametli, güleryüzlü. Mihter (mehter): Daha büyük. Miknet: Kuvvet, kudret, güç. Mikras: Kesecek alet, makas. Miksâr: Geveze Mikyas: Kıyas edecek âlet, ölçü âleti. Milk: Mülk Minhâç: Açık, geniş yol.

Meşiyyet: 1)İrade 2)Arzu, dilek, istek 3)Yürüyüş, yürütme.

Mir’ât: Ayna

Meşkûk: Şekk olunmuş, şüpheli

Mişvâr: Tarz, tavır, hareket, gidişât.

Meşrep: Bir kimsenin yaratılışında bulunan huy, yaratılış, tabiat, mizaç, karakter. Meşşât: Tarak yapan, tarakçı.

330

Mîr-i livâ (mîr-livâ): Tuğgeneral Miyân: 1)Orta, ara, meyan 2) Ortalama 3)Aralık 4)Bel Miyâr: Ölçü.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Mîzâb: Su yolu, oluk.

Murg: Kuş.

Mîzân: Ölçü aleti, terazi, tartı. Mu‘în: İane eden, yardımcı.

Musaffa: Tasfiye edilmiş, süzülmüş, yabancı maddelerden ayrılmış.

Muammâ: Belirli usulleri olan edebiyattaki manzum bilmece.

Musalli: Namaz kılan.

Musahhar: Ele geçirilmiş.

Muarefe: Bilişme, tanışma.

Mutaassıp: Kendi tarafını aşırılıkla tutan.

Muarız: Muaraza eden, karşı gelen, muhalif.

Mu’tad: Adet, adet edilen iş.

Muarra: 1)Çıplak, soyulmuş 2)Temizlenmiş, arınmış.

Mutarraf: Bir gazelin her beytinin birinci ve ikinci mısrâları arasına iki veya daha fazla mısrâ ilâve edilerek meydana getirilen şiir.

Muasır: Çağdaş. Muattar: Itırlı, güzel kokulu. Mufahham: Saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, itibarlı. Mufassal: Tafsilatlı, ayrıntılı. Muğ-beçe: 1)Mecusi çocuğu 2)Meyhaneci çırağı Muğlâk: Kapalı, kilitli, çapraşık, anlaşılmaz. Muhammer: Mayalanmış, ekşiyip kabarmış, yoğrulmuş. Muhammes: Tahmis edilmiş, beşli.

Mutasarrıf: 1)Tasarruf eden, kendinde kullanma hakkı ve salahiyeti bulunan 2)Bir sancağın en büyük idare âmiri. Mutî‘: İtaat eden, boyun eğen. Mutribân: Çalgı çalanlar. Muttasıf: İttisaf eden, vasıflanan, kendisinde bir sıfat bulunan. Mûy:* Kıl, tüy. Muzhir: Görünür duruma getiren, âşikâr eden, izhar eden.

Muhanet: İhanet eden, hain, alçak.

Muzmer: Gizli, saklı, örtülü.

Muhanit:* Muhannis yerinde kullanılmıştır.

Mübahese: İddialı, karşılıklı konuşma, bahse girişme.

Muharrer: Tahrir olunmuş, yazılmış, yazılı. Muharrik: Tahrik eden, hareket eden, kışkırtan, ayartan. Muhibb-i hânedân:* Ehl-i beyt-i Resulü sevip tazime denir. Ehl-i beytin Hasenî olanlarına Şerif, Hüseynî olanlarına Seyyid denir. Her iki koldan gelenlere beyne’l-avam (halk arasında) Emir denir idi. Muhît: İhata eden, kuşatan, etrafını çeviren. Muhkem: Sağlam, kavi, sağlam duruma getirilmiş. Muhtel: İhlal edilmiş, bozulmuş, karışmış. Muhtelit: Karışık, karma. Mukaddem: Daha önce olan, takdim edilen. Mukaffa: Kafiyeli, kafiyelenmiş. Mukarrer: Kararlaşmış, karar verilmiş. Mukbil: İkballi, kutlu, mutlu Muktedâ: İktida edilen, önde bulunan, kendisine uyulan. Mûmâileyh: Adı geçen, sözü edilen kimse. Mûr: 1)Karınca 2) Yoksulluk, fukaralık sembolü. Murassa‘: 1)Kıymetli taşlarla bezenmiş. 2) İki mısrâı, kāfiye, iki paragrafı seci bakımından kelime kelime birbirine uyan beyit veya söz.

Müberrâ: Beri kılınmış, temize çıkmış, aklanmış. Mübtela: Dertli, hasta, başı sıkıntılı. Mücellâ: Cilalı, parlatılmış, parlak. Mücessem: Tecessüm etmiş, cisimlenmiş, cisimli. Mücrim: Cürüm ve kabahat işlemiş olan. Müdâm: Devam eden, süren, sürekli. Müdârâ: Yüze gülme, dost gibi görünme. Müdâvât: Deva arama. Müdebbir: Tedbirli. Müdekkik: Tedkik eden, inceden inceye araştıran. Müderris: Ders veren, ders okutan. Müekkel: Vekil edilen kimse, vekil tâyin olunmuş olan. Aslı müvekkildir. Müflis: İflas etmiş. Müheyyâ: Hazır, âmâde. Mühr: Mühür, imza. Müjgân: Kirpikler. Mükedder: Bulandırılmış, bulanık, kederli, üzüntülü, tekdir edilmiş, azarlanmış Mül: Şarap.

331


Ahmet Talât Onay Mülazım: 1)Stajyer, maaşsız çalışan 2)Teğmen

Müşâare: Karşılıklı şiir söyleme, şiir yarışı.

Mülazım-ı evvel: Üsteğmen.

Müşahede: Bir şeyi gözle görme.

Mülhid: Allah’ı inkar eden, dinsiz.

Müşâteme: Sövüşme, birbirine sövme, atışma.

Mümâsil: Benzeyen, andıran.

Müşekkel: Şekle konulmuş, şekil verilmiş.

Mümtaziyyet: İmtiyazlılık, seçkinlik, üstün tutulmuşluk.

Müşevvik: Şevklendiren, teşvik eden, yüreklendiren.

Münâdî: Nida eden, tellal, müezzin.

Müşir: Emir ve işaret eden, mareşal.

Müncer: Bir tarafa çekilip sürüklenen, varıp sona eren, neticelenen.

Müşkül: Zorluk, güçlük, zor olan iş.

Münevver: Nurlandırılmış, ışıklı. Münhasif: İnhisaf eden, sönükleşen, ışıksız kalan. Münhedim: İnhidam eden, yıkılan, yıkılmış, harab olmuş. Münkâd: İnkıyad eden, boyun eğen. Münşî: 1)İnşâ eden, yapan 2) Üslûbu güzel olan, iyi kâtip. Münşiyâne: İyi katiplere yaraşır yolda. Müntehâ: Son, en son derece, nihayet. Münzeviyâne: İnzivaya, bir köşeye çekilircesine. Mürâî: İki yüzlü kimse. Mürde: Ölü, ölmüş.

Müştâk: İştiyaklı, özleyen, göreceği gelen. Mütâlaa: Okuma, tetkik, düşünce. Mütebahhir: Bilgisi deniz gibi geniş ve engin olan, allame. Mütecennin: Cinlenmiş, delirmiş, çıldırmış. Müteessir: Teessüre kapılan, hüzünlü. Mütehâlik: Tehalük eden, kendini tehlikeye düşürecek kadar acele ile bir işe koşan. Mütenâsip: Münasip, uygun olan, denk. Müteşâir-âne: Şairlik taslayana yaraşır yolda, tavuk pazarı şairlerine yaraşırcasına. Müteşebbih: Teşebbüh eden, benzeyen, andıran.

Mürettep: Tertip olunmuş, dizilmiş.

Mütevelli: Birinin yerine geçen, bir vakfın idaresi kendisine verilmiş olan kimse.

Mürg-i cân: Can kuşu.

Müttehid: İttihad etmiş, birleşmiş.

Mürşid: İrşad eden, doğru yolu gösteren, tarikat şeyhi.

Müzdâd: Ziyadeleşmiş, artmış, çoğalmış.

Mürûr: Geçme, bir yandan girip öte yandan çıkma. Mürüvvet: İnsaniyyet, mertlik, yiğitlik, cömertlik. Müsahhar: Tutkun, itaat etmiş, boyun eğmiş. Müsecca‘: Secilendirilmiş, cümlelerinin sonu kafiyeli olan söz, nesir.

Müzeyyen: Zinetlendirilmiş, süslenmiş. N N’ola: Ne ola. Na‘ra: Nâre, yüksek sesle bağırma. Na‘t-hân: Na’t, kaside okuyan. Nâb: 1)Halis, saf, arı, katıksız 2) Berrak

Müseddes: Tesdis edilmiş, altıya çıkartılmış

Nacak:* Balta.

Müsellem: Teslim edilmiş, verilmiş.

Nâçâr: Çaresiz, elinden bir şey gelmeyen.

Müselsel: Teselsül eden, zincirleme, ardı ardına

Nâdân: Cahil, haddini bilmez.

Müsemma: Tesmiye olunan, bir ismi olan, adlandırılmış.

Nâdi Ali:* Arapça bir kıta olup hergün Ali isminin küçük ebced hesabıyla 110 ve büyük hesapla 1100 defa okunulmasından çok fayda beklenirdi. En ziyade Alevi, Bektaşiler arasında okunur idi.

Müstağrak: Batmış. Müstahsen: İstihsan edilmiş, güzel sayılmış, beğenilmiş.

Nâdim: Nedamet duyan, pişman olan.

Müste’cir: İsti’car eden, kira ile tutan.

Nagamât: Ahenkler, ezgiler, güzel sesler.

Müstemend: Üzüntülü, kederli, hüzünlü, biçare, zavallı.

Nâgehân: Ansızın, birdenbire. Nahcîr: Av, yaban keçisi.

Müstemendân: Üzüntülü, gamlı kimseler.

Nahîf: Zayıf, arık.

332


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Nahil:* Meyveli ağaç yerinde kullanılmıştır.

Nefha: 1) Güzel koku, 2) Nefes.

Nahl: Bal arısı, Kur’ân’ı Kerim’de bir sure adı.

Nefha-i rûh: Ruh üflenmesi

Nahnu kasemna: “Biz paylaştırdık” (Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz paylaştırdık. Kur’ân-ı Kerim-43-32)

Nefh-i hayât: Hayat üflenmesi, verilmesi.

Nâib: Vekil, kadı, hâkim. Nakş: Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. Nâkus:* hilal şeklinde, çelikten yapılmış kilise çanı. Nâlân: İnleyen, inleyici. Nâle: İnleme, inilti. Nâlin: Ayakkabı, takunya, nalın. Nâliş: İnleyiş, inleme. Nâ-murâd: Mahrum kalan, muradına eremeyen. Nân: Ekmek Nâr: Ateş. Nâr-ı cahim: Çok sıcak ateş, cehennemin bir tabakası.

Nefy: 1)Sürme, sürgün etme 2)Nefî 3)İnkar etme. Nehb: Yağma, çapul. Nem:* Şebnem, çiy, rutubet. Nemîdânem: (Fars.) bilmiyorum Nemrut:* Babil hükümdarlarının elkabı, kral, padişah. Nergiz: Yaprakları gri ve sarı bir çiçek. Nesîm: 1)Hafif rüzgar 2)Hoş, mülayim. Nesteren: Ağustos gülü, yaban gülü. Nev’i: Çeşit. Nevâ: Ses, sedâ, makam. Nev-be-nev: Yeniden yeniye, tazeden tazeye. Nevbet: Nöbet Nev-civan: Taze, genç delikanlı.

Nâ-sezâ: Yakışmaz, nâ-revâ.

Nevres: Yeni yetişen, yeni biten.

Nasip:* Bektaşi tarikatına mensup olanlar arasında biyatlı derviş demek idi.

Nev-reste: Yeni bitmiş, yeni yetişmiş. Nevvâr: Nurlu, aydın.

Nâsir: Nesir yazan. Nâsut: İnsanlık, mahlukiyet, insanlığa ait şeyler.

Nez‘(a): 1) Can çekişme 2) Birşeyi yerinden koparma, sökme.

Nâtıka-perdâz: Düzgün ve dokunaklı söz söyleyen.

Nezzâre: Bir şeye bakma, seyirci Ni‘am: Nimetler.

Nâtüvân: Zayıf, kuvvetsiz.

Niden:* Ne idem, ne yapayım.

Nâ-yâb: Bulunmaz, benzeri olmaz.

Nigâh: Göz, bakış atma

Nazar kıl: Göz atmak, bakmak.

Nigâr: Resim, resim gibi güzel sevgili.

Nazar-gâh: Nazar edilen, bakılan veya bakılacak yer.

Nigeh-bân: Gözcü, bekçi.

Nazenin tariki:* Bektaşi ve Bektaşiliğe yakın olan tarikatlar manasına ıstılahtır.

Nihâl: Taze, düzgün fidan

Nâzım: Tanzim eden, nizama koyan, manzume yazan. Nazîre: Bir şairin manzum bir eserine başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yazılan şiir. Nazm: Sıra, tertip, düzen, kafiyeli, vezinli söz. Nazra: Bir tek bakış. Necât: Kurtulma, kurtuluş. Nefes: Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi şiirlere denir. Genellikle vahdet-i vücut mefhumu işlenir. Bunun yanı sıra Hz. Muhammed ve Hz. Ali için övgüler de söylenir.

Nigerân: Bakıcı, bakan, baka kalan. Nihân: Gizli, saklı, bulunmayan, görünmeyen. Nîk ü bed: İyi ve kötü. Nikâb: Peçe, yüz örtüsü. Nil:* Mısır krallığında tanınmış bir ırmaktır. Nîm: Yarım, buçuk. Nîm-nigâh: Yarı bakış, göz ucuyla bakma. Nîrân: (Ar. Nâr ve nûr’un c.) 1.Aydınlıklar, parıltılar, ışıklar 2. Cehennem, tamu 3. Ateş Nisâr: Saçma, serpme. -nişîn: Oturan, oturmuş. Nîze: Kargı, mızrak, süngü.

333


Ahmet Talât Onay Numûne-i Edebiyât-ı Osmâniye: Ebu’z-Ziyâ Tevfik’in kitabı

Öz: * Kendisi, bir şeyin özü.

Nûn ve’l-kalem: 68. sure olan Nûn suresinin ilk ayeti.

P

Nun: Arap alfabesinde bir harf, kılıç, çene çukuru. Nûr-i Nübüvvet: Peygamberlik nuru. Nûş etmek: İçmek. Nûş-â-nûş: İçtikçe içerek, içe içe, tekrar tekrar içerek Nutfe: Duru, saf su, döl suyu. Nutk: Söyleyiş, söyleme kabiliyeti, söylev. Nutk-ı şirin: Tatlı, sevimli söz. Nücûm: Yıldızlar Nüh:* Acemce dokuz rakamının ismi. Nükte: İnce manalı söz. Nükte-gû: Nükteli söz söyleyen. Nükte-perdâz: Nükteli söz bulup söyleyen. -nümâ: Göstene, bildiren. Nümâyân: Görünücü, görünen. Nüzhet-gâh: Gezinti yeri. O Ocak çatmak:* Ocağa odun koyup hazırlamak. Od:* Ateş.

Özke veya özge:* Başkası, gayrı. Pâ-bend: Ayak bağı, köstek, mani, engel. Pâ-bûs: Ayak öpen Pâkîze: Temiz, lekesiz, halis, saf. Palâs-pâre: Eski püskü,yırtık pırtık giyecek Eski püskü, kaba saba dokunmuş kumaş parçası. Panayır: Belli zamanlarda belirli yerlerdeki meydanlarda kurulan büyük pazar. Pâşîde: Saçılmış, serpilmiş, dağılmış. Pây: Ayak Pâyân: 1)Son, nihâyet 2)Uc, kenar Pây-dâr: İyice yerleşmiş, sağlam, devamlı. Pây-mâl: Ayak altında kalmış, çiğnenmiş. Peleng: Kaplan Pelîd: Pis, murdar, alçak, rezil. Penâ-gâh: Sığınacak yer, sığınak Penâh: Sığınma, sığınacak yer. Pend: Nasihat, vaaz, öğüt Perçem: Kâkül, tepede bırakılan saç. -perdâz: Tertipleyen, düzenleyen, düzeltici.

Oda:* Selamlık.

Perde-dâr: Perdeci, protokol işlerinden sorumlu kişi.

Olmagıl:* Olma demektir.

-perest: tapan, tapınan, seven.

Osmanlı:* Cesur, silahşör ata iyi binen mert adam.

Perestiş: Tapınış, şiddetli sevgi.

Otağ(k):* Saltanat çadırı, tuğrakeş vüzera ile serdâr-ı ekremler de bu cinsten çadır kullanabilirdi. Otaklarda; harem, selamlık, gusulhane gibi teferruat bulunur ve hatta içinde sokaklar bile olurdu. Yavuz Sultan Selim’in çadırı 40 büyük ve 400 küçük direkle kurulurmuş. Ne kadar kazık kullanıldığı kaydına tesadüf edemedim.

Peri-peyker: Peri yüzlü, çok güzel.

Oyalanmak:* Teehhur etmek, ağır almak. Ö Öç:* İntikam, sâr. Ölçü vermek:* Hem ölçü almak hem ölçü vermek manasınadır. Ölmeden evvel ölmek:* Müridin mürşidin dest-i terbiyesinde bir ölü gibi hareket etmesi, varlığını unutmasıdır. Bazı zındık meşayih saf ve cahil dervişlerini bir ölü gibi yıkayıp tabuta koyarak cenaze namazını kıldıktan sonra sen ölmeden evvel öl, sırrına mazhar oldun. Bugünden sonra senin için haram ve günah yoktur, dedikleri vakidir.

334

Pertev: Işık, parlaklık. Pervane: Fırıldak, çark. Pervane-veş: Pervane gibi. Pesendîde: Beğenilmiş, seçilmiş. Pest-pâye: Pespâye, payesi derecesi aşağı, bayağı olan. Peşeng: 1)Efrasyab’ın babası 2) Öne düşen, önmde giden Peştembal:* Peştembal kelimesinin Ankara şivesi idi. Önlük demektir, prostela. Peyâm: Haber, başkasından alınan bilgi. Peygûle: Köşe, bucak. Peyk: Haber ve mektup getiren götüren. Peymâne: Büyük kadeh, şarap bardağı. Pîç ü tâb: Iztırap, sıkıntı, endişe, telaş, şaşkınlık.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Pîç: Büklüm, kıvrım, dolaşık.

Râst-kâr: Doğru adam.

Pindâr: Sanma, sanış, zannetme.

Râyegan: Parasız, bedava.

Pinhân: Gizli.

Râyet: Sancak, bayrak.

Pirehen: Gömlek

Râz: Sır, gizlenen şey.

Pîş: Ön, ileri, ön taraf.

Re’fet: Merhamet, acımak, yüce.

Pişdâr: Önden giden, öne düşen.

Ref ’: 1)Kalkındırma, yüceltme 2)Yukarı kaldırma 3)Lağvetme, kaldırma, hükümsüz bırakma.

Pîş-gâh: Ön Pîşvâ: Reis, başkan. Piyâle: Kadeh, şarap bardağı.

Refika: Kadın eş, arkadaş. Reftâr: Gidiş, yürüyüş, hareket.

Pul:* Eski meskûkat mikyası ile bir akçenin üçte bir kıymetinde idi ki o evrak-ı nakdiye bir İngiliz lirası hesabı ile 5 kuruş kadar kıymete malik idi.

Reh: Yol.

Pûş: Örtü, örtünecek şey, zırh.

Reh-nümûn: (Bk. reh-nümâ)

Pûşîde: Örtülmüş.

Rehn: Ödünç alınan eşya, ipotek. Reh-nümâ: Yol gösteren, klavuz.

Pute:* Maden eritecek kap, pota.

Rekâket: 1)Gevşeklik, zayıflık 2) Sözün kusurlu, bağlantısız olması, selasetin zıddı.

Pünhân: (Bk. Pinhân)

Rekik:* Düzgün olmayan, selis olmayan, kekeme.

Pür-âteş: Ateş dolu.

Remel: Esâsı dört “fâilâtün” veya “feilâtün”den ibâret olan bir aruz bahri

Pür-gû: Çok konuşan, çal çene Pür-nûr: Nur dolu Pür-sûz: Çok yanık, fazla yakıcı. Püser: Oğul, erkek çocuk. Püşt: Arka, sırt. Püşt-pâ: Ayak tabanı. R Rabbü’l-enâm: Bütün mahlukların Rabbi. Rabt: Bağlama, bağlanma, iliştirme. Rah: Yol, tarz, usül. Râh-ı Müstakîm: Doğru yol, Hakk yolu. Rahîk: Kızıl renkli duru ve temiz şarap Rahm:* Acımak Rahman: Bütün yaratıklara rızıklarını veren Allah. Rahmeten li’l-âlemin: Alemlere rahmet olarak gönderilen (Hz. Muhammed) Rahm-ı mader: Anne karnı. Rahşân: Parlak. Raht: Eyer, semer. Rakîb:* Düşman. Raks: Sıçrayarak oynamak, dansetmek. Râm: İtaat eden, boyun eğen. Ra’na: İyi, güzel, latif, hoş.

Remil: Kum, bir çeşit fal. Remmâl: Remil döken, fal açan, kayıptan haber verme iddiasında bulunan. Remz: 1)İşaret, işaretle anlatma 2)Gizli ve kapalı bir surette söyleme. Renc: Ağrı, sızı, zahmet, eziyet. Renc-i sefer: Sefer zahmeti, yolculuk meşakkati. Rençber: Irgat, çiftçi. -resâ: Yetişen, yetiştiren, müjdeci. -resân: Erişenler, yetişenler, ulaşanlar. Resen: İp, urgan, halat Reste: Kurtulmuş. Reşâdet: Doğru yolu gösterme, doğruluk, şeyhlik. Reşehât: Sızıntılar, damlalar Reşk: Kıskanma, hased günü. Revâç: 1)Sürüm, geçerlik 2)Kıymet, değer. Revâfız: Şia mezhebi olan ifrata/aşırılığa kaçan kolu Rafızîliğe mensup kimseler Revân-ı pâk: Temiz Ruhu Reviş: 1)Gidiş, yürüyüş 2)Tarz, uslup 3)Geçiş, oluş. Revnak: Zinet, parlaklık. Revzen: Pencere. Reyb: Şüphe.

335


Ahmet Talât Onay Reyhan: Hoş ve güzel kokulu Reyyân: Suya kanmış. Rezzâk: Bütün mahlukların rızkını veren Allah. Rıfk: Yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık. Rıhlet: Göç, göçme, ilahi. Rıza:* Razı kelimesi yerinde kullanılmıştır. Ric’i: Geri dönmeye ait, onunla ilgili. Rîh: Yel, rüzgar. Rikâb: 1)Üzengi 2) Büyük bir kimsenin katı, önü. Rindân: Kalenderilik, rindler. Rindî: Rindlik, kalenderlik. Rint:* Derya-dil, kaygusuz. Rîş: Yara, yaralı. Rişte:* İplik. Riyâ: Özü, sözü bir olmama, ikiyüzlülük. Riyâzât: Riyazetler, perhizle, kanaatla yaşamalar. Rûh:* Can. Ruh:* Yanak. Ruhsâr: Yanak, çehre, yüz. Rûhu’l-emîn: Cebrail. Rukabâ: Rakipler, bekçiler, rical-i gaybden bir zümre. Rumman: Nar. Rumûz: Remizler, işaretler, manası gizli olan sözler. Rûy: Yüz, cihet, sebep. Rûy-ı zemîn: Yeryüzü, dünya. Rûz: Gün, gündüz Rüstem:* Meşhur Acem kahramanlarından birinin ismidir. Rüşdî: Rüşde, ergenliğe ait, erginlikle ilgili Rüşdiye: Ortaokul. S Sa‘d: Kutlu, uğurlu Sa‘y: Çalışma, çabalama, gayret, emek. Sabâvet: Sabîlik, çocukluk. Sâbir: Sabreden, dayanan. Sabûr: Çok sabreden. Sadâ: Ses, yankı. Sadâkat: Dostluk, vefalılık, içten bağlılık.

336

Sademât: Çarpmalar, çatmalar, ansızın başa gelen belalar. Sad-hezar: Yüz bin. Sâdık: Doğru, hakikatli, sadakatli. Sâdıku’l-va’du’l-emîn: Sözünde, va’dinde duran emin kişi. Safâ-âver: Safa getiren Saf-derûn: Kalbi temiz, içi saf. Sâfi: Katışıksız, temiz. Sâgâr: Kadeh, içki bardağı. Sâgar-ı mînâ: Altın veya gümüşten yapılmış sırça renkli şarap kadehi. Sahba: Şarap Sahbâ-yı elest: Elest bezminde verilen ikrar. Sâhib-i taht-ı risâlet: Peygamberlik tahtının sahibi. Sâhir:* Sihir yapan, büyücü konuşurken bunun yerine sahhâr, sihirbâz kullanılır. Sahn: Orta, meydan, sahne. Sahra: Kır, ova, çöl. Sâil: Sual eden, soran, dilenci. Sakaleyn: İnsan ve cin Sâkî: Su veren, içki sunan. Sâl: Yıl, sene. Salâh-ı hâl: Halin ıslahı Sâlik-i Hudâ: Hak yolunun yolcusu. Salvele: Hz. Muhammed’e getirilen salat u selam. Sâmân: Servet, zenginlik. Sâm-ı meydân: Meydan ateşi. Sâmin: Sekizinci. Sâmir(î): Hz. Musa Tur dağında iken, yaptığı buzağı halkı taptırmaya sevk eden kişi. Sanem: Put, güzel kimse. Sanmanız:* Sanmayınız, zannetmeyiniz. Sâr: Öç, intikam Sâr’î: Sar’a hastalığı ile ilgili, sar’alı. Saraç: At takımları, eyer ve koşum yapan veya satan kimse. Sarf ve nahiv: Dilbilgisi. Saruben:* Sararak, kucaklayarak. Satranç: İki kişi ile altmış dört kareli bir tahta veya yüzey üzerinde şah, vezir, kale, fil, at, piyon isimlerini alan, farklı biçim ve büyüklükteki on altışar taşla oynanan bir oyun, şatranç.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Sâye: Gölge, koruma, sahip çıkma. Sâye-endâz: Gölge salan, koruyuculk eden.

yazılan daha çok sevgi, tabiat, güzellik gibi konuları işleyen şiirlere verilen ad.

Saykal: Cilacı, parlak, cilalı.

Semen-bâr: Göğsü yasemin gibi beyaz olan.

Saz:* Musikide her mevzûn ses çıkaran aletin ismidir. Saz şairlerince cura, bağlama, bulgarı çöğür (çogur da derler) gibi muhtelif ve pirinç telli sazlar kast olunur.

Semender: Masallarda anlatıldığına göre ateşte yaşayan bir hayvan

Semend: Çevik ve güzel at.

Seb‘a-i seyyâre: Yedi gezegen.

Semme vechullah: “Nereye dönerseniz Allah›ın yüzü (zatı) oradadır.” (Bakara suresi, ayet:115)

Seb’a’l-mesânî: Tekrarlanan yedi ayet, Fatiha suresi.

Senâ: Övme, övüş.

Seb’an tıbâkan mâ terâ: “O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. (Rahmân›ın yaratışında) hiçbir uyumsuzluk göremezsin.” (Mülk sûresi, ayet:3)

Senet:* Tahrîr-i vesika, yazılı isbat.

Senâ-hân: Öven, medheden. Senk:* taş.

Sebkat: Geçme, ilerleme.

Ser: Baş.

Sebû: Testi, şarap kabı.

Ser-â-pâ: Baştan ayağa

Sebük-pâ: Ayağına çabuk kimse.

Serâsem: Sersem

Secde-geh: İbadet edilecek, namaz kılınacak yer.

Ser-be-ser: Baştanbaşa, büsbütün.

Sedd: Kapama, tıkama, kapanma, mania, perde.

Ser-çeker: Baş çeker.

Sefil: Tarikat mensuplarının kullandıkları fakir, miskin, meczup kelimeleri ile aynıdır. Sefil tabirini kullanmak, bütün kızılbaş âşıklarca âdettir.

Serd:* Sovuk, ayaz.

Sefîne: Gemi, vapur. Sehab:* Bulut. Sehâvet: Cömertlik, el açıklığı. Sehhâr: Büyücü, büyüleyici.

Ser-encâm: Bir işin sonu, başına gelen vakıa. Ser-fürû: Baş eğme, söz dinleme. Ser-gerdân: Başı dönmüş, şaşkın, hayran. Ser-geşte: Başı dönen, sersem, şaşkın, perişan. Ser-halka: Halka halinde oturanların başı.

Sehil: Kolay, sade.

Ser-keş: İnatçı, kafa tutan.

Sekâhüm rabbühüm: “Onların Rableri onlara içecek sundu.” (İnsan suresi. Ayet: 21)

Sermâye-i efkâr: Fikirler, düşünceler sermayesi.

Sekrân: Sarhoş.

Sermest: Sarhoş. Ser-nâme: Mektup başlığı, bir taifenin başı

Sel:* Siylâb, sel gelmek, tuğyan-i miyâh. Selaser: Son bakış. Selb: 1)Kapma, zorla alma 2)Kaldırma, giderme 3)Menfileştirme 4) İnkar etme. Selis: 1) Düzgün, akıcı 2) Halk edebiyatında aruzun “feilâtün feilâtün feilâtün feilün” kalıbıyla yazılan gazellere verilen ad. Selletmek, sellolmak:* Kılıcı kınından çıkarmak. Selmele: Hz. Muhammed’e selam vermek. Sem:* Zehir, ağu. Semâ: Gökyüzü. Semâî: Halk edebiyatında iki türlü semai vardır: 1) Aruzun “mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün” kalıbıyla yazılan gazel, murabba, muhammes, müseddes nazım şekliyle yazılan şiirlere verilen ad. 2) 8’li hece ölçüsüyle ve dörtlüklerle

Ser-te-ser: Baştan başa, hep, bütün Ser-tîz: Baştarafı sivri olan, keskin. Server: Baş, başkan, reis, ulu. Settâr: Kullarının hatâ, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan anlamında Allah için kullanılır. Seyir:* Rüya Seyr: Yürüyüş, gezip görme. Seyyiât: 1)Fenalıklar, kötülükler 2)Suçlar, günahlar 3)Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar. Sezâ: Münasip, uygun, yaraşır. Sıbt: Torun Sıbyan: Çocuklar Sıdk: Doğruluk, sadakat. Sıfat:* Vecih, yüz, sîmâ.

337


Ahmet Talât Onay Sırr-ı tevhîd:* Vahdet-i vücûd veya vahdet-i mevcûd meselesidir.

Suâl:* Öksürük.

Sıyânet: Koruma, muhâfaza, himâye.

Sû-be-sû: Taraf taraf, her tarafa, her yana.

Sîb: Elma Sicill-i Osmânî: Mehmed Süreyya Bey tarafından 1893-1897 yılları arasında kaleme alınan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 20. asrın başına kadar yaşamış meşhur şahıslar hakkında bilgi veren biyografi ansiklopedisidir. Sidre: Yedinci kat gök. Sidre:* Makam-ı müntehâ manasındadır. Fakat sedr yerinde de kullanılmıştır. Cebel-i Lübnan’da pek az mevcut olan işbu kokulu ağacın aslının cennetten çıktığı mervidir.

Sual:* Sormak, istemek. Subhele: “Sübhâneke” duası. Sûd: Fayda, kâr, kazanç. Sufre: Sofra. Suga: Çarşı ve pazarla alakalı, çarşılı, pazarlı. Suhen: Söz, kavl. Sûk-ı ukaz: İslam’dan önce Arap yarımadasında kurulan panayır. Bu panayırda Arap şairleri toplanıp şiir yarışmaları yaparlardı.

Sim: Gümüş.

Sulb: 1) Omurga kemiği, bel kemiği 2) Bir erkeğin sulbünden gelen, onun zürriyetinden olan, öz (oğul).

Sim-i ten: Gümüş ten.

Sûr:* Yevm-i kıyamette çalınacak boru.

Sîmîn: Gümüşten, gümüş gibi.

Sûre-i seb’a’l-mesânî:* Fatihâ-i şerife suresi.

Simyâ: Önce harflerin ve sayıların yaratıldığını ve bunların birtakım gizli kuvvetler taşıdığını kabul edip bu gizli kuvvetleri, harflerin sırlarını, varlığı meydana getirirken dizildikleri sırayı ve birbirleriyle bağlarını bilme ve bu yolla yaratılmış şeyler üzerinde tasarruf edebilme ilmi.

Sûret: 1)Biçim, görünüş, kılık 2) Tarz, yol, gidiş.

Sim-zâr: Gümüşlük. Sina:* Sine yerinde kullanılmıştır, göğüs demektir. Sîne: Bağır. Sinsin:* Bayrak muhafazası ve bağyrağa hücum usullerini öğretir, eski bir oyun olup bayrak yerine bir meş’ale dikilir. Çünkü bu oyun ekseriye gece oynanır.

Sûreten: Suret itibariyle, görünüşte. Sûy: Taraf, cihet, yön. Sûz: Yanma, tutuşma, ateş, sıcaklık. Sûzan: Yakan, yakıcı, ateşli. Sûz-nâk: 1)Yakan, yakıcı, dokunaklı 2)Türk müziğinin 13 numaralı basit makamıdır. Sübhânellezî esrâ: “Bütün noksanlıklardan yüce olan Allah kulunu yürüttü.” (İsra suresi, ayet:1) Süknâ: Oturulucak yer, konak. Sünûh: Akla, hatıra gelme, içe doğma.

Sipehsalar: Askerlerin en büyüğü

Sünûhat: Akla, hatıra gelen şeyler.

Sîret: Bir kimsenin içi, hali, gidişi, ahlakı, hal tercemesi.

Sürh: Kırmızı, kızıl. Sürûr: Sevinç

Sirişk: Gözyaşı.

Ş

Sirkat-ı şi’r: Şiir hırsızı.

Şâb:* Genç, delikanlı.

Sitâre: Yıldız, talih, kader, baht.

Şâd: Sevinçli, ferahlı, memnun.

Sitem-kâr: Zulüm ve haksızlık eden.

Şâdlık: Sevinçli olma durumu, sevinçlilik.

Sivâ: Özge, başka, gayrı.

Şâh:* Kral, padişah. Şehin-şâh ise imparator demektir. Bazı şiirlerde Hz. Ali’ye işaret eder.

Siyâh-kâr: Günahlı, suçlu. Soranda:* Sorulduğu zaman.

Şahan:* Şahin.

Soyunmak:* Uryan, çıplak olmak. Fakat ehl-i tarik arasında dünyayı terk ile bir tarikate intisap etmek manasına ıstılahtır.

Şâh-ı velâyet: Velâyet şahı. Hz. Ali için kullanılır. Şahin-bâz: Şahin ile oynayan.

Söyündürmek:* Söndürmek masdarının aslı.

Şam u seher: Akşam ve sabah.

Sû:* Taraf.

338

Şâir-i meydan: Meydan şairi. Şamdan: Üzerine mum dikilen alet.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Şathiyât: Mânevî coşkunluk ânında söylenen, vahdet-i vücut anlayışına dayalı oldukları halde zâhiren şerîata aykırı gibi görünen taşkın ve rumuzlu sözler, şiirler. Şavk: Işık, parıltı. Şâyeste: Yakışır, yaraşır, uygun. Şayi’: Duyulmuş, herkesçe bilinmiş. Şeb: Gece. Şebhîz: Geceleri uyanıp kalkan ve iş gören. Şeb-istân: 1) Yatak odası, halvet yeri 2) Gece ibadetine mahsus oda. Şebnem: Sabah çiği, gece nemi. Şeddât:* Arap hükümdarlarından birisinin ismi. Şefî‘u’l-müznibîn: Kıyamet gününde günahların şefaatçisi Hz. Muhammed. Şegaf: Aşırı sevgi, mecnunca, çılgınca sevme. Şehâ: Ey şah. Şehd-âb: Bal şerbeti Şehen-şâh: Şahlar şahı, en büyük padişah. Şehidallâhu ennehû lâilâhe illâ hû: “Allah, O›ndan başka ilah olmadığına şahidlik etmiştir.” (Ali İmran sûresi, ayet:18) Şehlâ: Koyu mâvi veya elâ gözlü.

din. 4. Dînen mükellef sayılan kimselerin uyması gereken amelle ilgili emir ve yasaklar, zâhirî hükümler, İslâm hukuku. 5. Allah’a erişme yolundaki dört makamdan (şerîat, tarîkat, hakîkat, mârifet) birincisi; kulların Allah’a vâsıl olabilmesi için uyulması gereken kulluk hükümlerini yerine getirme makamı. Şermende: Utangaç. Şerm-sâr: Utangaç. Şeş-cihât: Altı yön (ön, arka, alt, üst, sağ, sol) Şeşper: 1) Altı kanat 2)Eski harp aletlerinden 6 dilimli topuz. Şevk (şavk):* Işık, aydınlık, çarak. Şeydâ: Tutkun divane, âşık. Şeyhûhât: Şeyhlik, yaşlılık, ihtiyarlık. Şımarı:* Cahil köylü şivesidir. Şımarır manasınadır. Şıra: 1) Henüz mayalanmamış, şarap haline gelmemiş üzüm suyu. 2) Bâzı meyvelerin suyu ve usâresi. Şikâr: Av, avlama, avlanan hayvan. Şimşâd: Şimşir ağacı. Şîre: (Bk. Şıra)

Şeh-râh: 1)Büyük işlek ana yol 2) Doğru ve açık yol.

Şîr-i hudâ: Allah’ın arslanı, genelde Hz. Ali için kullanılır.

Şeh-vâr: Şaha, hükümdara yakışacak surette.

Şîr-i ner:* Kükremiş arslan.

Şekvâ: Şikayet.

Şîrîn: Tatlı.

Şem’i: Mum, ışık.

Şirretü’l-mekr: Hile terbiyesizliği.

Şemmâme: Yenmeyen, kokulu bir cins kavun.

Şitâb: Acele, sür’at, çabukluk.

Şemme: 1)Bir kere koklama 2)Pek az şey.

Şîven: Mâtem, yas, sızlanma, feryat.

Şems: Güneş.

Şiyem: Huylar, tabiatlar

Şer‘a: (Bk. Şeriat.)

Şu‘le: Alev, ateş alevi.

Şer‘-i belâğat: Belağatin şeriatı, kanunu.

Şuarâ: Şairler.

Şerâfet: Şerefli olma, şereflilik.

Şûh: Şen ve hareketlerinde serbest olan.

Şerbetlemek:* Rufai tarikatında bir şerbete bazı havas okunarak bir adama içirilir ve bundan sonra o adamı yılan, akrep gibi zehirli hayvanlar ısıramaz diye itikat olunur idi.

Şûrîde: Perişan, âşık, çılgı.

Şerer: Kıvılcımlar.

T

Şerh: Açma, açıklama, açık anlatma.

Ta‘ab: Yorgunluk, sıkıntı, zahmet, meşakkat, eziyet

Şeriat: 1. Açık, doğru ve düz yol. 2. Herkesin uyması için konan her çeşit kural, kānun, yasa, düzen ve nizam.3. Allah’ın kulları için peygamberleri vâsıtasıyle koymuş olduğu îman, ahlâk, ibâdet ve hukukla ilgili kural ve hükümlerin bütünü,

Ta‘cîz: Rahatsız etme, sıkıntı verme, tedirgin etme.

Şurûh: Şerhler, izahlar, açıklamalar. Şübbân:* Gençler, şâblar.

Ta‘riz: 1)Dokundurma, dokunaklı söz söyleme 2) Taş atma, taşlama. Ta‘tîr: Güzel koku ile kokulandırma.

339


Ahmet Talât Onay Ta’miye: Ebced hesabıyla düşürülen bir tarihte hesabı doğru bulmak için çıkartılacak veya eklenecek sayı. Taalluk: 1)Asılı olma, asılma 2) İlişiği, ilgisi olma, ait olma. 3)Sevme Taallüm: Öğrenme, okuyarak ders alarak öğrenme, elde etme. Tab‘: 1)Tabiat, huy, yaratılış 2)Kitap basma. Tâbân: Işıklı, parlak, parlayan güneş. Tâ-be-kıyâmet: Kıyamete kadar. Tâ-be-seher: Sehere kadar. Tâbiş: Parlayış, parıldayış. Tabl:* davul. Ta’cil: Acele ettirme, hızlandırma. Ta’dil: Aslına zarar vermeden değiştirmek, tebdil etmek.

Talib: İsteyen, istekli, talebe. Ta’lim: Öğretmek, yetiştirmek. Tamu:* Cehennem Tanbur: Uzun saplı, telli saz. Tannan: Tınlayan, çınlayan Tanzîr: 1)Benzetme, benzetilme 2) Bir şiirin manaca, şekilce benzerini yapma. Tapşırmak:* Yetiştirmek, ulaştırmak. Târ u mâr: Dağınık, karmakarışık, perişan. Târ: Karanlık, saç teli. Taraç: Yağma, çapulcu, talan. Tarâvet: Tazelik, taze olma. Tarfatü’l-ayn: Bir kere göz açıp kapayıncaya kadar olan vakit. Tarh eylemek: Uzaklaştırmak, indirmek, bırakmak.

Tâhâ: Kur’an-ı Kerim’de 20. sûrenin adıdır.

Tari:* arız olmak, sonradan hadis olmak.

Tahakküm: Hakimlik takınma, zorbalık etme.

Târik:* Terk eden, bırakan.

Tahallus: 1)Halas olma, kurtulma 2) Mahlas kullanma.

Tarik-i nâzenîn: Bektaşilik tarikatı

Tahammül: Yüklenmek, bir yükü üstüne almak. Taharri: Arama, araştırma, aratma.

Tasdî‘: Baş ağırtma, baş ağrıtılma, taciz etme, can sıkma.

Taharrüz: Çekinme, sakınma.

Tashih: Yanlışı düzeltme.

Tahassür: 1)Hasret çekme 2) Çok istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülme.

Tasliye: Peygambere salavat getirme.

Tahkikat: Araştırmalar, soruşturmalar.

Tatyib: Gönlünü hoş etme, edilme, iyi davranma.

Tahsil: 1)İlim öğrenme 2)Hâsıl etme, ele geçme. Tahsîn: Güzel bulup takdir etme, beğenip alkışlama. Tahte’s-serâ: Toprak altı. Takaddüm: 1)Önce gelme, önce davranma 2) İleri geçme, ileri de bulunma. Takallüb: 1)Dönme, bir yandan bir yana çevrilme 2)Değişme, başka kalıba girme. Takarrub: Yaklaşma, yanaşma. Takat: Güç, kuvvet, iktidar. Takbîl: Öpme. Takdîr-i Elhân: Recaizâde Mahmud Ekrem’in eseri. Takti‘: Kesme, kesilme, parçalara bölme. Tâlebâ(k): “Allah onun ömrünü uzun etsin” anlamında dua cümlesi. Tali ü baht: Talih ve baht. Tâli‘u’l-hayr: Hayırlı talih, kısmet.

340

Tasallüf: Övünme.

Tathîr: Temizleme, paklama. Tavaf eylemek: Dolaşmak, Ka›be›nin etrafında dönmek. Tavla: Hayvan bağlanan ahır. Tay:* Muadil ağırlıkta müsavi bir yükün safrası. Tayyip: İyi, güzel, hoş. Teâti: Birbirine alıp verme. Tebâh: 1)Bozuk, çürük, berbat, harap, mahv olma. 2)Yıkılmış, yıkıntı. Tebârekallah: Allah mübarek etsin. Tebcîl: Ululama, ağırlama. Tebe‘an: Tabi olarak, uyarak Teber:* Vaktiyle harp âlâtından iken sonraları ehl-i tarika intikal eden malum alet. Teberrâ: Uzaklaşma, uzak durma, yüz çevirme. Tecellâ(î): 1)Görünme, belirme, bilinme 2)Kader, talih 3)Allah’ın lütfuna nail olma. 4)Hak nurunun tesiriyle kulların kalbinde ilâhî sırların ayân olması hali.


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Tecemmu’ eylemek:* Cem etmek, toplamak yerinde kullanılmıştır.

Tereccî: 1.Rica etme, yalvarma 2.Umma, ümid etme

Tecerrüd: Soyunma, çıplak olma.

Terhîl: Bir yerden bir yere göç ettirme, nakletme.

Teclîb: Ses çıkarmak, gürültü çıkarmak, bağırmak.

Terki terk etmek:* Istılah-ı sufiyedendir. Dünya ve dünyada mevcut eşyaya muhabbet etmemek masivayı terktir ve bu mertebeye vusule ehemmiyet ve kıymet vermek dahi terki terktir.

Tecrîd: 1)Soyma, soyulma 2)Ayırma, bir tarafta tutma 3)Herşeyden el ayak çekip Allah’a yönelme. Tecviz: Caiz görme, görülme, izin verme, verilme. Teehhül: Evlenme, ehlileşme. Teellüm: Elemlenme, kederlenme, tasalanma. Teessüs: Temelleşme, yerleşme, kurulma. Tefâhhur: Övünme, kurulma.

Tersâ: Hıristiyan Teryaki:* Çankırı’da avam şivesi, doğrusu tiryâkî: müptelâ, bir şeye düşkün olan. Fakat en ziyade afyon istimaline düşkün olanlara denir. Tesellâ: Avutma, avundurma.

Tefvîz: 1)İhale, sipariş etme, edilme 2)Herşeyi Allah’tan bekleme.

Teshîr: Büyüleme, aldatma, aldatılma.

Tegâfül: Anlamazlıktan, bilmezlikten gelme, bilmiyor görünme, kendini gāfil gösterme.

Teslim olmak:* Bir mürşide bilâ-kayd u şart itaat etmek.

Tehî: Boş, hünersiz, marifetsiz, bilgisiz. Tehniye: Tebrik etme, kutlama Tehzil: Alaya alma, hezil, alay şekline koyma. Tek:* El-yevm kullanılmayan Türkçe teşbih edatıdır. Bunun yerine bigi ve gibi edatı kullanılmıştır. Tekâpû: 1)Öteye beriye koşarak araştırma, bir şeyler arama 2)Dalkavukluk etme.

Teskin: Sakin kılma, yatıştırma, yatıştırılma.

Teslim taşı:* Bektaşi’den nasip almış olanların belindeki kemerde bulunan Balgami taşa denir. Başa teslim taş takılmak örf ve adet değildir. Fakat şair Bektaşi olduğundan kafiye dolayısıyla ufak bir teşbih yapmak istemiştir. (Şair Ali Kadri’nin Destan-ı Hayat şiirindeki 21. kıta kastedilmektedir.) (İ.A.) Tesliyet: Teselli verme, verilme, avutma

Tekellüf: 1)Külfetli, zahmetli iş görme 2)Özenme, bir işi gösterişli bir hale koymak için uğraşma.

Tesmiye: 1)Besmele çekme 2) Ad koyma, adlandırma.

Tekellüm: Söyleme, konuşma.

Teşne: Susamış, çok istekli.

Tekmil: Kemale erdirme, bitirme, bitirilme, tamamlama, tamamlanma.

Teşnegân: Susamışlar, istekliler.

Tekye: 1)Dayanma, güvenme 2)Tekke, dergah

Teşviş: Karıştırma, karmakarışık etme.

Tel çekmek:* Musiki ıstılahındandır. Bir ahengi yükseltmek için sazın telini gerginleştirmek ve bu suretle adeti ihtizazı arıtmaktır. Telezzüzât: Lezzetler, tat almalar, haz etmeler. Telmih: Söz arasında kast edilen birşeyi manalı olarak söyleme, açık söylememe, imalı konuşma. Temâyül: Meyletme, eğilme, bir yana çarpılma, bir yana veya bir kimseye fazla sevgi gösterme. Temellük: Mülk edinme, kendine mâl etme. Temevvüç: Dalgalanma, dalgalı olma. Tenâvül: Alıp yeme. Tenkil: 1)Uzaklaştırma 2) Örnek olacak bir ceza verme. Terahhum: Merhamet etme, acıma. Terakkî: Yukarı kalkma, yükselme, ilerleme. Terazzuk: Rızık verme.

Teşrif eylemek: Şereflendirmek, gelmek. Tetebbu’: Bir şeyi etraflıca tetkik etme, mahiyetini anlamaya çalışma. Tevarüd: İki şairin birbirlerinden habersiz olarak aynı mısra veya beyit söylemeleri. Tevbih: Tekdir, azarlama, paylama. Tevekkül: İşi başkasına (Allah›a) ısmarlama, güvenme, bel bağlama. Tevellüt: Doğma, doğum. Tevessül: Vesile sayma, Allah›a yaklaştıracak amel işleme. Tezâ‘üf: İkiye katlama, çoğalma, artma. Tezâyüd: Çoğalma, artma, sıkışma. Tezelzül: Zillete katlanma, kendini hor ve hakir gösterme, alçalma, küçülme. Tezkire: Bazı meslek sahipleri için yazılan biyografi.

341


Ahmet Talât Onay Tezviç: Evlendirme, kocaya verme.

Ulyâ: Pek yüce, daha yüce.

Tezyif: 1)Züyufa çıkarma, kalp, sahte, değersiz olarak gösterme 2)Eğlenme, alay etme.

Umman: Büyük deniz.

Tezyin: Zinetlendirme, süsleme, süslenme.

Urunmak:* Giyinmek, koymak.

Tıfıl: Küçük çocuk. Tımar:* Tedavi etmek, ilaç vermek. Tib:* Temiz, Tahir, helal. Tîğ: Kılıç. Tilmiz: Talebe, küçük, çırak. Tîr:* Ok. Tir-bâr:* Ok yağdıran, ok atan. Eski şairlerce kirpik oka teşbih olunageldiğinden bu mısrada şair sevdiğinin uzun ve sık kirpikli olduğuna telmih ve işaret ediyor.

Urefâ: İrfan sahibi kimseler, ârifler. Uryân: Çıplak Usât: Asiler, zorbalar, günahkarlar. Utûfet: Lütuf, nezaket, şefkat. Uyanmak:* Yanmak demektir. Mum uyandı gibi, uyandırmak, yakmak demektir. lambayı uyandır gibi. Uykudan uyandırmak yeni bir söz olup doğrusu uyandırmaktır. “Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı.” (Fuzulî) Uyûn: Gözler, pınarlar, kaynaklar Ü

Tir-i müjgan: Kirpik okları.

Ü: Ve bağlacı yerine kullanılır.

Tiryâk: Zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karşı kullanılan macun, panzehir, afyon.

Üftâde: Düşmüş, düşkün, bîçâre, âşık.

Tîşe: Balta, nacak, külünk, keser.

Ülfet: Alışma, alışkanlık, kaynaşma, görüşme, konuşma, dostluk, ahbaplık.

Tiz:* Dik, yüksek manasına musiki ıstılahıdır.

Ümem: Ümmetler.

Tûbâ:* Cennette bulunan bir ağacın ismi. Tufeyli: Dalkavuk, çanakyalayıcı.

Ümmî: Anasından doğmuş gibi okuma yazma öğrenmemiş kimse,

Tuhfe: 1)Hediye, armağan 2)Yeni çıkma, hoşa gider, güzel şey

Ümmü’l-kitâb: Kitapların anası Kur’an-ı Kerim Üstâd: İlim ve sanatta üstün olan kimse.

Tuhfe-i Vehbi: Sünbülzâde Vehbî’nin Farsçadan Türkçeye manzum sözlüğü.

Üşmek:* Üşüşmek, toplanmak.

Tullâb: Talipler, talebeler, öğrenciler.

V

Tuman (tuman):* 1931’de bile Ankara kadınlarının bir kısmının sokağa giderken giydikleri alacalı pantolon. Turre: Alın saçı, kıvırcık saç lülesi Tûtî:* Papagan. Tûtî-veş: Papağan gibi. Tûtiyâ: Kadınların gözlerine çektikleri sürme. Tutman:* Tutmazsın. Tutsak:* Harp esiri. Tuyûrân: Kuşlar Tuz:* tuz buz etmek, israf ve tebzir eylemek. U Ugunmak:* Bir yere çekilip kemal-i ızdırapla için için ağlamak.

Üşürmek:* İnsanları acilen bir yere toplamak. Vâ-beste: …e bağlı. Vahdet: Birlik. Vâhi: Boş, manasız, faydasız, ehemmiyetsiz Vâkıf: 1)Ayakta duran 2) Birşeyi elde eden, bir işten haberli olan 3)Bir şey vakfeden. Vakt-i kerahat: Akşamcılar arasında şaka yollu söylenen içkiye başlama zamanı. Vaktü’l-hazen: Hüzün vakti, sonbahar. Varak: Kağıt veya kitap yaprağı. Vâriyet: Varlık, zenginlik. Vasıl olmak: Ulaşmak, varmak. Ve nahnu akrabîn: “Biz daha yakınız.” (Vakıa suresi, ayet: 85)

Ukbâ: Öbür dünya, ahiret, ceza.

Ve’d-duhâ: Kur’an-ı Kerim’deki 93. sûrenin ilk ayeti.

Ukûl: Akıllar, zihinler.

Ve’l-leyli: Kur’an-ı Kerim’deki 92. sûre

Ulema: Alimler, ilim sahipleri.

Ve’n-necm: Kur’an-ı Kerim’deki 53. sûre

342


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ Ve’t-tekû nârelletî: “Ateşten sakının.” (Bakara suresi 24. ayet.)

Yalabuk: Çabucak.

Vech: Yüz, çehre, surat.

Yankısı:* Acısı, sızısı.

Vedûd: “Kullarını çok seven, onları lutfa, ihsâna garkeden; sevilmeye lâyık ve müstahak yalnız kendisi olan” anlamlarında Allah’ın en güzel isimlerindendir. Vefâ: Ahdinde, sözünde durma, sevgi ve dostlukta sebat ve devam etme. Vefk:* Bir hakikatın ekseriye şerre alet edilmesidir. Şöyleki; Cenab-ı Hakk’ın her bir ismi sıfatının tesiri vardır. Bir takım düzenbazlar püfcüler güya bu tesirden istifade kasdı ile bir destan veya bir murabbaı birçok murabbalara ayırırlar. ve her gözü huruf-ı mukataa ve erkam ile doldururlar ve kimin aleyhine hareket ediyorlarsa ona isim ve resmini alelacayip yazarlar idi. Bu şekil vefk ederlerdi. Şairin 9. mısrada Kahhar sıfatını zikretmesine nazaran kahriyye vefkini tanzim etmek istediği ve bundan da Kadrî’nin ulum-ı mektûme denilen saçma şeylerle uğraştığı anlaşılıyor. (Ali Kadrî’nin Destan-ı Behariyye adlı şiirinin 3. kıtası kastedilmektedir.) (İ.A.) Vehhâc: Çok parıltılı, çok alevli. Veliyyü’n-nimet: Nimet veren. Velvele: Gürültü, patırtı, yaygara, şamata. Verd:* Gül denilen çiçek yaprağı. (Arapçadır) Vesâil-cû: Vesileler arayan, sebebler arayan -veş: gibi manasını veren bir benzetme edatıdır. Vezir-i a‘zam: En büyük vezir, sadr-ı azam Viran: Yıkık, harap. Vird:* Birşeyi çok söyleme, zikretmek. Cem’i evraddır. Visâl: Ulaşma, kavuşma. Vuzû: Abdest almak Vüs’at: 1)Genişlik, bolluk 2)Boş meydan, fırsat. Y Yâ leytenî küntü türâbâ: “Keşke toprak olsaydım!” (Nebe sûresi, ayet:40) -yâb: bulucu, bulan, ele geçen. Yâd etmek:* Anmak.

Yankı:* Aks-i sadâ. Yâr:* Sevgili ma’şuka, Ahbab Yârân:* Sohbet arkadaşları. Yâr-ı gâr: Mağara dostu, Hz. Ebu Bekir. Yasa durmak:* Yas etmek, gaib edilen bir şeyin arkasından ağlamak. Yâsin: Kur’an-ı kerim’in 36. sûresi. Yâve: Saçma, manasız, saçma sapan söz. Yayın:* Eski bir harp aleti olan yay, keman. Yed vermek, yed almak:* Bir mürşidin elini tutup irşada talip olduğunu söylemek manasına ıstılah idi. yed-i bey’at ile yed-i teberrük arasında fark vardı. Yed: El Yedi:* Farisî el manasına olan yed kelimesinin muzaf hali. Yegân: Birler, tekler. Yehûd: Hz. Yakub’un oğlu Yahuda soyundan gelenler, İsrailoğulları. Yek: Bir, tek. Yekdürür:* Faydalıdır. Yek-sân: Düz, bir, beraber. Yektâ: Tek, eşsiz, benzersiz. Yelmek:* bir şeyin arkasından koşmak. Ye’s: Ümitsizlik. Yetmek:* Vasıl olmak, yetişmek. Yevme lâ yenfa‘u: “… fayda vermediği gün…” (Şuara sûresi, ayet: 88) Yevme tüblâ: “Gizli şeylerin açıklanacağı gün.” (Tarık sûresi, ayet: 9) Yevmi’l-cezâ: Ceza günü, ahiret. Yevmü’t-tenâd: Kıyamet günü. Yey, yek, yeyk:* Eyi, iyi, âlâ. Yezdan-perest: Allah’a tapanlar. Yıkan:* Harap edersin, yıkarsın.

Yakan:* Yakarsın makamında kullanılmıştır.

Yumruk vurmak:* Güveği gerdeğe konulurken duçar olduğu teheyyüçten kurtulması için arkadaşlarının yumruk vurması, yakın zamanlara kadar İstanbul’da da adetti.

Yakrabûn, lâ takrebûn:* Yaklaşırlar, yaklaşmayınız.

Yübûset: Kuruluk

Yâd:* Yabancı, ecnebi, bîgâne. Yâd-ı güzeşt: Geçmiş hatıralar

Yüz eğmek:* Surat asmak.

343


Ahmet Talât Onay Yümn: Uğur, bereket Yütürmek:* Gaib etmek, zayi etmek. Z Zağ:* Karga denilen kuş Zağlamak:* Gayet keskin dilemek Zâhidâne: Zahidlere yakışacak surette. Zâhir: Görünen, aşikâr olan.

Zemheri(r): 22 Aralık – 31 Ocak arasındaki çok soğuk günler, karakış. Zemm: Yerme, kınama, ayıplama. Zenadık:* Bir dine fesat karıştıranlar, dinsizler, zındıklar. Zenehdân: Çene. Zer: Altın

Zahm: Yara, ceriha.

Zeyl: Bir şeyin devamı, eki.

Zahma:* Musiki ıstılahlarındandır. Santur çifte nara (nakkare) kudüm gibi sazların mızrabına denir.

Zîb: Süs, bezek.

Zâil: Sona eren, devamlı olmayan. Zâir: Ziyaret eden. Zâki: Saf ve temiz kimse. Zal:* Acem kahramanlarından Rüstemin babası olup 800-900 sene yaşadığı efsanesi dillerde dolaşır. Zamîr: 1)İç, yüz 2) Kalb, vicdan 3)Gönülde olan sır. Zamirdân: Gönül evi. Zamîr-gir: Gönlü, kalbi, sırrı tutan. Zan: Şüphe, sanmak, sezme.

Zılâl: Gölgeler. Zibâ: Süslü, yakışıklı, güzel. Zifaf: Gerdeğe girme. Zilâl: Zeliller, hor ve hakir olanlar. Zîr: Alt, aşağı. Zîr-i dest: Aşağı el. Zîr-i zemîn: Zeminin altı. Zî-şân: Şan sahibi, şanlı. Zîver: Bezek, süs. Zivişmek:* Çankırı şivesi sivişmek (sıvışmak) Ziyâ: Işık, nur, aydınlık.

Zâr: İnleyen, sesli ağlayan.

Zu’m: Batıl zan, boş inanç, şüphe.

Zarif: Zerafetli, güzel, şık, nazik, ince, beğenilir tavır ve edalı.

Zuhûr: Meydana çıkmak, meydana gelmek.

Zât: Hürmete layık kimse.

Zulmet: Karanlık. Zurefa: Zarifler.

Zât-ı âli: Yüce zat, kişi. Zât-ı pâk: Temiz, pâk zât.

Zü’l-Celâl: Celal sahibi.

Zebân: Dil, lisan.

Zühd: Her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete verme.

Zeban-dıraz: Dil uzatan, atıp tutan.

Zülâl: Saf, hafif, soğuk, güzel su.

Zebûn: Zayıf, güçsüz, acız.

Zümre: Bölük, cemaat, grup.

Zehab: Bir fikre, düşünceye uyma, sapma. Zehr-âb: Acı su.

344

Zünnâr: Papazların bellerine bağladıkları uçları sarkık, ipten örme kuşak.


DİZİN

19. Asır Saz Şairleri 237, 309 A Abant IX Abdulkadir Bedrî 11 Abdullah Eren 99 Abdusselam Arvas VI Absarı 209 Acem 4, 6, 286, 306, 314, 316, 323, 328, 336, 344 Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü VIII Açıksöz VIII, IX Adnan Şimşek 303 Afife Hanım VII Agâh Sırrı Levend VI Ağacık 249 Ahmet Kemal 5, 125, 207, 310, 311 Ahmet Kemal Üçok 125 Ahmet Talât III, 4, 36, 53, 85, 125, 150, 182, 238, 279, 287, 309 Ahmet Yaşar Zengin 247, 255 Akçaviran 175 Ali Bezli 13, 15, 17, 205, 209, 287 Ali Birinci 125, 310 Ali Dehri 7, 9, 21, 77, 134, 288, 306 Ali Dehrî 21 Ali Kadrî 27 Ali Mihri 8, 9, 51, 85, 133, 201, 202, 203, 210 Ali Suavi 13 Anadolu 3, 4, 272, 303, 306 Ankara 129 Ankara İdadisi VII Araplı Ali 15 Ardahan 13 Armutcuzâde Ali 8 Âşık Ali 53 Âşık Cöngü VIII Aşiret Mektebi 125 Âşık Figânî 71, 199 Âşık Kararî 52, 66, 210 Âşık Kemâlî 197 Âşık Ömer 6, 287

Atâ 59, 60, 64, 313 Atâî 59 Atkaracalar 71 Avukat Celal 8 B Bayburtlu İrşâdî 4 Behçet 6, 65, 66, 68, 85, 146, 202, 203, 205, 271, 303, 308 Behçet Ata 6 Beşiktaşlı Gedayî 4, 16 Bezlî 6, 288 Bezmî 69 Bizans V Bolu VII, VIII Bolu Livası Salnamesi VII B.Kesik 133 Burhan Çonkor 143 Burhân-ı Terakki 125 Büyük Cami 85, 260, 314 C Camî-i Kebir 262, 314 Cebeci Mezarlığı VII Celâlî 3 Cemal Kurnaz VI, VIII Cem Dilçin 21, 49 Cevheriye Bânu Hanım 71 Cidde 175 Cünûnî 4, 53, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 195, 228, 308, 310 Ç Çankırı II, III, V, VI, VII, VIII, IX, XIII, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 13, 14, 16, 21, 27, 40, 43, 49, 51, 52, 53, 59, 60, 65, 66, 67, 69, 75, 76, 99, 100, 108, 123, 125, 133, 134, 135, 138, 141, 143, 146, 147, 150, 174, 199, 200, 201, 202, 203, 207, 209, 210, 221, 223, 237, 238, 247, 249, 255, 260, 262, 267, 271, 272, 279, 285, 287, 288, 289, 299, 303, 306, 307, 308, 309, 310, 311, 315, 320, 326, 328, 329, 341, 344

345


Ahmet Talât Onay Çankırı Araştırmaları Dergisi 21, 200, 237, 307, 308 Çankırılı Şairler, Sempozyum Bildirileri 40, 247, 303, 307, 310 Çankırı Mevlevihanesi 147 Çankırı Tarihine Giriş 125 Çerkeş 17, 18, 71, 175, 209 Çolak Ali Efendi 51 Çubuk 247, 255, 271 Çuhadarzâde Hafız 9 D Danişmendliler V Danişmendnâme V Darülfünun VII Dâstân-ı Ahmet Harâmî VIII Defînetü’l-ulûm 249, 250 Dehri Dilçin 21, 308 Derdli VI Duygu gazetesi IX E Ebu’z-Ziyâ Tevfik 271, 334 Edebî Mektuplar VI Edebiyat-ı Cedide VII, IX, 65 Edirne 59, 128 Efkârî 81 Elmalızâde Hoca İsmail 238 Elmaszâde Talip Tevfik 13 Enderunlu Fazıl 100, 134, 250 Enderunlu Vasıf 100 Erzurumlu Emrah 4, 237 Eser-i Terakki 125 Eşref IX Ethem Hıfzı 8, 80 Ethem Hıfzı Efendi 8, 80 Everekli Seyrânî 4 Eyüp Akman 40, 55, 200 F Fahrî 6, 27, 83, 84, 97 Fas 4 Fatma Ahsen 53, 71, 303, 310 Ferit Develioğlu V Fethî 4 Fevzizâde Mustafa 65, 210 Feyzi Efendi 8, 93, 100, 101, 136, 243, 299 Fezleke-i Tarih 13, 14, 20, 319 Fuzuli VIII G Gangra V Gazezzâde Mehmet Efendi 8 Geredeli Dertli 4 Gircekçizâde Ali 51 Görüp İşittiklerim 125, 310

346

Gözlüklü Hamdi Bey 4 G.Tekin 133 H Hacı Ali Agazâde Abdullah Şevki 21 Hacı Bektâş-ı Veli 88 Hacıbey 85 Hacı Evliya Efendi 14, 15, 59, 279 Hacı Mustafa Efendi 13, 15, 51, 65, 66, 97 Hacışeyhoğlu Ahmet Kemal VI, 5 Hacı Şeyhoğlu Hasan 9 Hacı Şeyhzâde Osman 65, 205 Hacı Tevfik Efendi 64 Hafız Ali 8, 13 Hafız Numan Efendi VII Hâkî 227 Hakkı Duran 21, 65 Halk Yolu IX, 67, 250, 272, 275, 299 Hamdî 85 Hanım Pınarı XIII, XIV Hayrî 4, 16, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 288, 315 Hayvarzâde Hacı Mehmet 249 Hâzim 97 Hıfzî 98 Hıfzî Ethem 97 Hısnu’l-hadîd V Hicaz 108 Hilâfetnâme-i Osmânî ve İttihatnâme-i İslâmî 143, 308 Hoca Şakir Efendi 13, 14 Hoca Salih Efendi 59 Horasan 72, 88 Hurrem 4, 7, 85, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 118, 120, 122, 133, 134, 136, 150, 223, 250, 261, 286, 292, 308, 309 Hurufi 36, 107, 315 Hüseyin Namık Orkun VIII I Ilgaz 71, 175, 199, 201 İ İbadullah Camii 255 İbrahim Akyol III, 143, 237, 262, 279 İbrahim Hurrem Divanı 99, 308 İkiçam 69 İmalat-ı Harbiye Tarihi 125 İmam-ı Şâfi 17 İngiliz Kerim 13, 16 İsfendiyaroğlu Hacı Sadık 141 İsmail Çamahmetoğlu 237 İsmail Parlatır V İstanbul VII, VIII, XI, 3, 4, 5, 8, 13, 14, 16, 20, 59, 64, 65, 69, 75, 76, 83, 99, 108, 125, 132,


ÇANKIRI ŞÂİRLERİ 133, 134, 203, 207, 209, 237, 249, 271, 273, 304, 306, 308, 309, 313, 316, 329, 343 İzmir Milli Kütüphanesi VII İzzet Molla 93 K Kabacıoğlu Hasan Ağa 75 Kadiri 71, 201, 223, 326 Kadıkıran 3, 249 Kadrî 6, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 73, 97, 227, 307, 343 Kalecik 28, 134, 141, 209 Kalecikli Mir’âtî 4 Kâmil Rindî 78 Kâmusu’l-a‘lâm 133, 134, 303, 325 Kangarı V Kangırı V, 6, 82, 141, 146, 209, 238, 241, 246, 249, 250, 252 Karatekin Üniversitesi III KAREFAD Dergisi 143, 307, 308 Kars 13 Kastamonu İdadisi VII Kastamonu Sultanisi VII Kavukcuzâde Şeyh Hacı Hafız Ahmet 261 Kazım 123 Kemal Ahmet 125 Kemal Cenap Bey 8 Kengırı V Kibert 5 Kilisli Muallim Rıfat 8, 76 Kilisli Muallim Rıfat Efendi 8, 76 Koca Ragıp Paşa 100 Koçumoğlu Mustafa 8 Konya 147 Konyalı Şem’î 4 Köroğlu IX Kütükçü Hoca 143 L Latifî 304 M Mâhî 99, 100, 101, 108, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 309 Mâhir 6, 139, 140 Mâhir Hüsnü 6, 139 Mahvî 141 Mankuriyye V Mecbûr 6, 144, 145, 146, 147, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 173, 175, 210 Mecbûr Efendi 143 Mecbur Vefdi 97 Mefharî 4, 177, 178, 179, 181, 182, 187, 189, 190, 192, 308 Mehmet Nûrî Efendi 71

Mehmet Sarı 237 Micmerî 195, 197, 308 Muallim Naci 147, 272 Müftüoğlu Ahmed Hikmet VII Müftüzâde Ömer 97 Muhlis Efendi 7 Mumcuzâde Hacı Mehmet 143 Münâdî 199, 332 Münir Cerrahoğlu 237 Müzzi 244 M. Fuat Köprülü VI N Nâbî 100, 143, 144, 149, 207, 273 Nâ’ilî 199, 200 Nalkıranzâde 51 Namık Kemal 51, 65, 83, 144, 147, 207, 208, 209 Necat IX Nedim VIII Nef ‘î 100 Nikâbî 99 Niksar 237 Numan Münif Efendi VII Numûne-i Edebiyât-ı Osmâniye 271, 334 Nûrî 4, 6, 51, 52, 65, 71, 74, 144, 145, 153, 170, 201, 202, 209, 210, 221, 223, 238, 261, 265, 289 Nûrî Baba 201 O Okcu oğlu Hoca Şakir 14 Orta Asya 3, 53 Osman Behçet 203 Osman Pünhânî 205 Osman Tal’at 207 Osman Vehhâç 209 P Paflagonya V Paşazâde Selim 260 Perdedar VII Pünhan 6 Pünhanî 205 R Rıdvan Canım 304, 309 Rıfkı Kamil Urga II, III Rindî 4, 78, 223, 225, 227, 228, 229, 232, 233, 234, 235, 308, 336 Roma V S Sabrî 4, 6, 79, 237, 238, 239, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 288, 307, 308, 309 Sadefzâde Hacı Abdullah 249 Saadet Nüzhet Ergün VI Sadettin Nüzhet 53

347


Ahmet Talât Onay Sâdık 247 Sagıp Atlı 13, 27, 69, 195, 281 Samanpazarı 16, 94 Sarı Çiğdemler VII, IX, X, XIII Sarıkürt 123, 247, 255 Sa’y IX Sefil Ali 53, 54, 55, 57, 310 Selçuklu V Sicill-i Osmânî 133, 304, 309, 338 Sıdkı Hanım 255 Sinop Halk Bilgisi Derneği 9, 299 Sıdkî 59, 251, 252, 253, 255 Sıdkı 249, 250, 253, 255 Süha Zahir IX Süheyla Sarıtaş 81, 201, 209, 247, 267 Süheyl ü Nevbahar VIII Sûk-ı ukaz III, 4 Süleyman 255 Suriye 4 Susuz 247, 255, 313 Ş Şairler Tezkiresi 6 Şefika Kurnaz VIII Şemseddin Sami 303 Şemsî 6 Şerifî 259 Şeyh Mehdî 223 Şeyhşamı 289 Şeyh Şamlı Rıza 38 Şinasi 207 Şirvânî Ali Nazmi 83 T Tahirü’l-Mevlevî VI Tahsin Nahit 221 Taşköprü 265 TDE Ansiklopedisi 13, 69, 75, 308 Tezkiretü’ş-Şuarâ 304, 309 Tiraje IX Tokatlı Nûrî VI, 4, 52, 201, 209, 210, 223, 261, 265, 289 Topal Keşşâf 27

348

Topuzsaray 21 Tosya 249 Tuht III, 97, 267, 271 Türk Edebiyatı İsimleri Sözlüğü 13, 27, 53, 69, 81, 99, 133, 177, 195, 201, 209, 223, 237, 247, 265, 267, 281, 303 Türk Edebiyatında Mazmunlar VIII Türk Sözü 272 V Vâfi 261 Vahyi 261 Vefdî 97, 144, 145, 146, 147, 155, 161, 167, 169, 170 Vehhaç 6, 14, 65, 66, 145, 205 Vehhâç 66, 209, 310 Veled Çelebi VII, VIII Y Yâdî 4, 6, 76, 265 Yahyazâde Kara Hafız 51 Yapraklı III, 4, 66, 97, 267 Yavanzâde Mustafa 8 Yeni Fikir IX Yerkuyu 71, 201 Yesârî 267, 268, 269, 289 Yümnî 271, 272, 274 Yüzbaşızâde Hüseyin 14 Z Zâhid 60, 113, 279, 293 Zâhid Efendi 279 Zahmî 4, 13, 16, 67, 75, 76, 85, 92, 94, 147, 149, 192, 238, 249, 267, 281, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 295, 298, 300, 308 Zâimzâde Mehmet Sait 109, 136, 141, 145 Zamirî 303, 304, 306, 310 Zarifi Hanım 303, 310 Zeki Ömer Defne 40, 49, 247, 303, 307, 308, 310 Zeynep Safiye Baki 177, 265, 223 Ziya Paşa 67, 207, 208 Zonguldak VII




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.