BİRİNCİ BÖLÜM TAŞINMA “Daha yukarı Merit! Hadi yap şu figürü. Evet, daha iyi.” Ayak parmaklarımı büküp karnımı sıkmayı ve eğitmenimizin durmadan istediği “jazz hands”* figürlerinde parmaklarımı titretmeyi hatırlamaya çalışarak tekrardan, bu kez daha da yukarıya kaldırdım bacağımı. Yan tarafımda, çok daha az hevesli olan en yakın arkadaşım ve yakın zamanda eski oda arkadaşım olacak olan Mallory homurdanarak başka bir figür denedi. Homurdanışı kısa kesilmiş mavi saçlarına ve sevimli suratına tuhaf bir şekilde eşlik ediyordu fakat o bu uyumdan oldukça huzursuzdu. “Neden beni bunu yapmaya zorladığını hatırlatır mısın?” diye sordu. Belirgin yüz hatları ve parlak pembe tırnaklarıyla iri göğüslü bir sarışın olan eğitmenimiz ellerini çırptı. Göğüsleri uyum içinde hafifçe sallandı. Bu görüntüye bakmamak imkânsızdı. “Daha sert bayanlar! Kulüpteki bütün gözlerin üzerimizde olmasını istiyoruz! Hadi devam edin!” Mallory, Aerobik Barbie adını taktığımız eğitmenimize tehditkâr şekilde baktı. Mal yumruklarını büktü ve öne doğru bir adım attı. Fakat dar kotların içine girebilmek için para ödediğimiz kadını yumruklayamadan onu belinden yakalamayı başardım. Havada uçuşan yumruklarına rağmen, henüz iki aylık vampir gücümle onu yerinde tutabilmeye çalışıyordum. Mallory söylenip duruyordu ancak en sonunda çabalamayı kesti. Çaylak vampirin ilk skoru diye düşündüm. Alnına düşmüş sevimli bir tutam mavi saçı üflerken “Tamam, daha medeni bir dövüşe ne dersin?” diye sordu. Başımı hayır anlamında salladım, artık onu serbest bırakmıştım. “Eğitmenle dövüşmek gereğinden fazla dikkat çekmene sebep olur Mal, Catcher’ın ne dediğini hatırla.” Catcher, Mallory’nin huysuz erkek arkadaşıydı. Birbirlerine âşıklardı. Fakat bu Mallory’nin ondan her zaman hoşlandığı anlamına gelmiyordu, özellikle de Şikago merkezli devasa bir doğaüstü olaylar zinciri üzerinde çalışırken. Bir gün, ben istemediğim hâlde bir vampire dönüştürüldüm ve daha sonra öğrendik ki Mallory de henüz gelişmekte olan bir büyücüydü. Hani tüm o doğaüstü güçler, siyah kediler ve majör minör perdelerinde olduğu gibi bir sihrin bölümleri… Ve bunların hepsi sadece bir haftada gerçekleşti. İşte böyle. Bir vampir olarak ilk haftalarım oldukça yoğun geçti. Tıpkı yalan rüzgârındaki gibi, ama ölü insanlar dolayısıyla biraz farklıydı. Mal hâlâ kendisini bir paranormal olaylar zincirinde olduğu düşüncesine alıştırmaya çalışıyordu ve daha şimdiden başı Yönetim’e (büyücülerin yönetim birliğine) karşı belada olan Catcher, Mallory’nin doğaüstü gösterilerini oldukça sıkı bir şekilde kontrol altında tutuyordu. Yani Mal aşırı bıkmıştı. Kahretsin! Her ikimiz de tüm bu doğaüstü olaylardan feci hâlde sıkılmıştık ve Mallory’nin uzun sivri dişleri ya da ilgileneceği fiyakalı bir vampir lideri de yoktu.
Bu kadar talihsiz olay yaşarken neden bir de Aeorobik Barbie’nin şu “jazz hands” figürleri konusunda kafamızı yemesine izin veriyorduk ki? Basitçe söylemek gerekirse bu, Mallory ve benim bir araya gelip hoş vakit geçirmemiz için bir fırsattı. Çünkü ben taşınıyordum. “Tamam,” dedi Barbie “Hadi geçen hafta öğrendiğimiz kombinasyonları da ekleyelim. Bir, iki ve üç ve dört ve beş, altı ve yedi ve sekiz.” O, sert bas vuruşlarıyla hamle yapıp bir noktanın üzerinde dönerken, müzik en üst vuruşuna ulaştı. Mallory ayakları üzerinde adımlayamadığından biraz daha zorlanır vaziyette, yapabileceğimizin en iyisini yaparak adımlarını takip ettik. Bale sınıfı yıllarım ve vampirliğin bana vermiş olduğu hızım açıkçası bana oldukça yardım ediyordu ancak her ne kadar “jazz hands” yapsa da bu yirmi dokuz yaşındaki bir vampirin küçük düşüşüydü… Barbie’nin coşkusunu bir yana bırakırsak, hip-hop dans sınıfında jazz hands yapıyor olduğumuz gerçeği onun referansı adına pek de bir şey ifade etmiyordu. Ama ders benim olağan eğitimimin bir parçasıydı. Fakat genellikle spor etkinliklerim daha yoğundu, çünkü daha birkaç ay önce vampir evim için muhafız olarak görevlendirildim. Daha açık anlatmam gerekirse, Amerikalı vampirler evlere ayrılırlar. Şikago’da üç ev var ve ben bunların ikinci en eskisi olan Cadogan’a kabul edildim. Bilinen özgeçmişimin aksine (yüksek lisans eğitimim ve romantik klasik edebiyata olan ilgim düşünüldüğünde), herkesi oldukça şaşırtarak muhafız seçilmiştim. Hâlâ öğrenme aşamasında olsam da, bir muhafız olmanın vampir bir bekçi gibi hareket etmem gerektiği anlamına geldiğini anladım. (Bir hayli bilgisayar düşkünü bir insanken oldukça güçlü bir vampire dönüştüm.) Bir muhafız olmak aynı zamanda eğitim anlamına da geliyordu, Amerikalı vampirler, Armani ve iPhone için siyah kadife ve dantel ticareti yapmalarının yanında, aynı zamanda pek çok konuda oldukça eski birer okuldular ve silahları da içeren pek çok konuda eski feodallerdendiler. Bu da benim Cadogan ve vampirlerini korumak için bana verilen antik Japon kılıcını kullanmayı öğreniyor olduğum anlamına geliyordu. Ttesadüf eseri, Catcher bu dört alanın ikincisinde uzmandı; silahlar. Bu yüzden beni vampirler mücadelesine hazırlamakla görevlendirildi. Çaylak bir vampir olarak, az destek veren bir partner olan Catcher’la çalışmak pek de güven verici sayılmazdı. Aeorobik Barbie, çoğumuzun, dans stüdyosunu çevreleyen aynalara şaşkınca bakışlarıyla sonlanan, çok adımlı bir final kombinasyonunu sınıfa gösterirken hip-hop coşkusuna kendini bırakıverdi. Dönem sonlanmıştı. Barbie alkışlayıp Mallory ve benim yine bağrışlarla süründürüleceğimiz gelecek kurslara katılımımızı sağlamak için birkaç duyuru yaptı. “Bir daha asla Merit!” dedi Mallory ders başlamadan önce çantasını ve su şişesini bıraktığı odanın diğer köşesine doğru yürürken. Kesinlikle katılıyordum… Dans etmeyi seviyor olsam da, Barbie’nin şen şakrak komutaları ve sürekli sıçrayıp duran göğüsleri eşliğindeki bu kalça hareketleri gerçek danstan çok uzaktı ve fazlasıyla göğüs dekoltesi içeriyordu. Dans hocama saygı duymam gerekirdi. Fakat saygı Barbie’nin tam olarak bende uyandırdığı his değildi. Gerçek dünyaya dönüşümüze hazırlanmak için yere oturduk. “Ee Bayan vampir,” dedi Mallory “Eve taşınıyor olmak seni endişelendiriyor mu?” Etrafa göz attım, vampir meseleleriyle alakalı yaptığım şeylerin ne kadarından bahsetmem gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Şikago Vampirleri yaklaşık on ay önce Şikago’daki varlıklarını ilan etmişlerdi ve tahmin edeceğiniz gibi, insanlar bizim varlığımızı öğrenmiş olmaktan çok da memnun değildiler. Ayaklanmalar. Panik. Kongrenin açtığı soruşturmalar. Ve sonra Şikago’nun üç vampir evi tahminen
Şikago evlerinin en gençleri olan Cadogan ve Grey vampirlerinin işlediği iki cinayetin soruşturmasına dâhil olmuşlardı. Bu evlerin liderleri Ethan Sullivan ve Scott Grey de bundan dolayı endişe duyuyordu. Fakat bu cinayetleri asıl planlayan üçüncü ev olan Navarre’ın işbirlikçi ve çıkarcı lideriydi. Yanşlış anlamayın ama göz alıcı da bir güzelliği vardı. Öyle ki Vogue dergisinin kapak sayfasından fırlamış gibiydi. Siyah saçlar ve mavi gözler (tıpkı benimkiler gibi) fakat diğer yandan kült liderleri ve ünlüleri bile utanca düşürecek bir kibir. Celina Desaulniers insanları mest etmiş, büyülemişti. Güzelliği, tarzı, etrafındaki insanları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilme yeteneği karşı konulamayacak bir birleşim oluşturuyordu. İnsanlar onunla ilgili daha fazla şey öğrenmek istiyordu, daha fazlasını görmek ve işitmek… İki insanın ölümünden (ki bunlar planladığı ve itiraf ettiği cinayetler) sorumlu olması da insanların hayranlığını azaltmadı. Ne de ele geçirilip (Ethan ve ben tarafından), Batı Avrupa ve Kuzey Amerika vampirlerinin yönetiminden sorumlu bir konsey olan Greenwich Başkanlık Heyetince hapsedilmesi için Londra’ya gönderildiği edildiği gerçeği. Onun yerine biz (bu iğrenç suçları işlerken ona yardım etmeyen temize çıkarılmış çoğunluk) ondan çok daha fazla ilgi çeker hâle geldik. Celina’nın dilediği oldu; zavallı, kötü kurban vampir rolünü oynamaya başladı. Biz de erken Noel hediyemizi aldık. Onun şöhretinin çekimine biz de adım attık. Şikago civarındaki dükkânlarda, Grey ve Codagan adına (ve daha da iğrenci Navarre adına) tişörtler, kepler ve flamaları satışta bulmak mümkündü. Evlerin adına fan siteleri, “I love Codagon” yazılı çamurluk yapıştırmaları, şehir vampirlerine dair haber güncellemeleri de vardı. Yine de, her ne kadar dile düşmüş olsa da, şehirdeki evler hakkında çok fazla detaya inmemeye dikkat ediyordum. Nihayetinde bir muhafız olarak bu evlerin güvenlik birliklerinin bir parçasıydım. Jimnastik salonuna şöyle bir göz gezdirdim ve yalnız olduğumuzdan, kulak misafiri olan meraklıların olmadığından emin olmaya çalıştım. “Söyleyeceklerinin duyulmasından endişe ediyorsan,” dedi Mallory su şişesinin kapağımı çevirip açarken “Ben konuştuklarımızı duymamaları için bu küçük insan dostlarımızın kulaklarına sihirli sinyaller gönderdim, merak etme.” “Gerçekten mi?” Ona bakmak için başımı o kadar hızlı çevirdim ki neredeyse çenem dağılıyordu, acının şokundan gözlerim kısıldı. Kahkaha attı. “İnsanlar arasında S-İ-H-İ-R kullanmama izin verdi,” diye fısıldadı, sonra suyundan büyük bir yudum aldı. Catcher’a yapılan göndermeleri görmezden geliyordum. Eğer her göndermeye tepki gösterseydim, doğru düzgün tek bir konuşma bile yapamazdık. Büyük taşınma ile ilgili sorusunu yanıtladım. “Biraz gerginim. Biliyorsun, Ethan ve ben birbirimizin sinirine dokunuyoruz ” Mallory suyu yuttu, sonra elinin tersiyle alnını sildi. “Oh! Her neyse. Birbirinizin hayat boyu en iyi arkadaşı olacaksınız.” Lider ve muhafız rolünü iki hafta boyunca birbirimizin boğazını kesmeden oynamayı başarmış olmamız hayat boyu en iyi arkadaş olacağımız anlamına gelmiyordu tabii. İşin aslı, şu son iki hafta süresince beni vampir yapan Cadogan lideriyle istekli olarak çok az iletişime geçtim. Ev içerisinde işlerin nasıl yürüdüğünü gözlemleyip öğrenirken başımı aşağıda ve sivri dişlerimi
de bileği taşında tuttum. Gerçek şu ki, başta Ethan’la sorunlarım vardı,-kendi rızam olmadan vampir yapıldım, insan hayatım benden alındı. Çünkü Celina ikinci kurbanı olarak beni seçmişti. Yardakçıları beni öldürme konusunda başarılı olamamışlardı ama Ethan beni dönüştürme konusunda başarılı oldu, hayatımı kurtarmak için. Açıkçası, dönüşümüm başarıyla tamamlanmıştı. Yüksek lisans yapan bir öğrenciden vampir bir bekçi olmaya uyum sağlayabilmek, en kibar tabiriyle, garipti. Önceleri Ethan’ı sözlerimle iğneleyip durdum. En sonunda Şikago’nun sivri dişler topluluğunun bir üyesi olduğumu kabul etme kararı aldım. Hâlâ tam anlamıyla bir vampir olup olmadığımdan emin olamasam da en azından çabalıyordum. Ethan anlaşılması zor biriydi. Birbirimize karşı bir çeşit bağ, oldukça güçlü bir kimya, biraz da öfke duyuyorduk. Onun aşağısında olduğumu düşünüyor gibiydi; bense genellikle onun gösterişçi bir geri kafalı olduğunu geçiriyordum aklımdan. Bu “genellikle’’ kelimesi size karışık duygularımla ilgili bir ipucu vermiş olmalı: Ethan çok yakışılklı ve rütbeli. Onunla alakalı hislerimde tam bir uzlaşmaya varamasam da, artık ondan nefret ettiğimi de düşünmüyordum. Ondan uzak durmam, duyguların yatışmasına yardımcı oldu. Büyük ölçüde. “Hayır,” dedi Mallory “ Ama her yan yana gelişinizde oda sıcaklığının on derece artıyor olduğu gerçeği bir şeyler söylüyor gibi.” “Tamam, kes!” dedim esnemek için öne doğru bacaklarımı uzatıp burnumu dizlerime götürürken. “Bunu kabul etmiyorum.” “Kabul etmek zorunda değilsin. Onun etrafındayken gözlerinin nasıl parladığını gördüm. Senin kabul etme şeklin de bu, tatlım.” “Tam olarak değil,” dedim bir ayağımı kendime doğru çekip diğerini esnetirken. Vampirlerin gözleri güçlü duygular hissettiklerinde parlar: Açlık, kızgınlık ya da benim durumumda sarışın tatlı bir kap keke yakınlık duymak gibi ki bu tatlı şey Ethan Sullivan. “Ama rahatsız edecek derecede leziz olduğunu kabul ediyorum.” “Bol tuzlu ve ekşili bir patates cipsi gibi.” “Kesinlikle,” dedim, sonra tekrar oturdum. “Ve işte ben, tahammül edemediği bir lorda sadakat borçlu olan gergin bir vampir.” Ve öyle görünüyor ki sen de sadece dileyerek istediklerini gerçeğe dönüştürebilen gizli bir büyücüsün. Biz özgür irade konusunda iki farklı uçtayız: Bende hiç yok, sende ise çok var.” Bana baktı, sonra göz kırpıp elini kalbinin üzerine koydu. “Sen, Mer ki bunu tüm kalbimle söylüyorum, tam bir moronsun.” Ayağa kalktı ve çantasını tek omzuna bantladı. Oda boyunca peşinden gittim ve çıkışa doğru yürüdük. “Bence, sen ve Ethan şu kalbin bir yarısında ‘en iyi’ diğer yarısında ‘arkadaş’ yazan kolyelerden almalısınız. Onu birbirinize olan sonsuz bağlılığınızın bir simgesi olarak taşıyabilirsiniz.” Terli havlumu suratma fırlattım. Havlunun altından saçma sapan sesler çıkardı, sonra onu geri fırlattı. Yüzünde rezil, çocuksu bir korku ifadesi belirmişti. “Çok toysun!” “Mavi kafa! Sana tek söyleyeceğim bu.” “Isır beni, acımasız kız!” Göz kırptım ve ona dişlerimi gösterdim. “Beni ayartmaya çalışma, seni cadı!”
Bir saat sonra duş aldım ve Cadogan Evi üniformamı tekrardan giydim: üste oturan siyah dar bir ceket, siyah ayakkabılar ve siyah dar bir pantolon. Sırt çantama kıyafetlerimi doldururken yakında eski yatak odam olacak Winter Park’taki odamdaydım. Sütçünün sivri diş versiyonu olan ‘Kana Kana’ tarafından tam vaktinde teslim edilen buzdolabındaki şu tıbbi plastik çantaların birinden bir bardak kan, egzersiz sonrası atıştırmalığım olarak yatağımın yanındaki komodinin üzerinde duruyordu. Mallory mavi saçlarıyla çevrelenmiş suratını kapının girişinden uzatıyordu, vücudunun geri kalan kısmında bir boxer ve “HER SEFERİNDE BİR ANAHTAR” baskılı muhtemelen Catcher’a ait büyük beden bir tişört vardı. “Bunu yapmak zorunda değilsin,” dedi, “Buradan ayrılmak zorunda değilsin.” Başımı salladım. “Bunu yapmak zorundayım. Muhafız olmam için bunu yapmam gerek. Hem ikinizin yeni bir odaya ihtiyacı var.” Aslını söylemek gerekirse Catcher ve Mallory’nin birden çok odaya ihtiyacı vardı, bir sürüsüne. Çoğu zaman, gerekli olmadığı hâlde bir hayli gürültü çıkarırlar ve genellikle çıplak dolaşırlardı. Birbirlerini çok uzun zamandır tanımıyorlardı, birkaç buluşmada abayı yakmışlardı. Ama zamanla anadan doğma, dinmek bilmez bir heyecanla eksikliklerini telafi ettiler. Tıpkı tavşanlar gibi. Saçma şekilde enerjik, tamamen kendini bilmez, doğaüstü tavşanlar. ———— *
Avuç içinin seyircilere baktığı ve parmakların gergin tutulduğu bir dans figürü.