EDEBİYAT, SANAT VE TOPLUM (VİZE) 1.“Edebiyat, kendi sanatını icra ederken kendine özgü bir malzeme kullanır, kendi dilini inşa eder, kendi anlatım ve söylem düzenini kurar.” Yukarıdaki ibare hangi kavramla izah edilebilir? a) Taklit b) Benzerlik c) Kendilik d) Mimesis e) Etki 2.Aşağıdakilerden hangisi edebiyat ile din ilişkisi için doğrudan söz konusu edilemez? a) Din eleştirisi b) Etik c) Dünya görüşü d) İnanç e) Din yüceltisi 3.Aşağıdakilerden hangisi sanatın öğelerinden değildir? a) Toplumsal çevre b) Sanatçı c) Seçkinler d) Sanat ürünü e) Sanat alıcısı 4.Aşağıdakilerden hangisi edebiyat için söylenemez? a) Edebiyat; söz, iddia ve ifadedir. b) Edebiyat, toplumsal bozuluş sebebidir c) Edebiyat, insana dönüktür. d) Edebiyat, dilsel iletişim ortamıdır. e) Edebiyat, bir düşüncenin dile gelmesidir.
9.Aşağıdakilerden hangisi yayın süreçlerini doğru tanımlar? a) Yayın, edebiyatın yaygınlaşmasında olumsuz işlevler üstlenir. b) Edebiyat, yayın olmaksızın var olamaz. c) Yayın, edebiyat olgusunun önemli boyutlarından biridir. d) Yayın süreçleri, edebiyatın doğasını bozmaktadır. e) Edebiyatın tek yayılma yolu basılı yayınlardır.
1. 10.Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın siyaset kurumu ile ilişkisi için açıklayıcı olamaz? a) Propaganda b) İnanç c) Kimlik d) İktidar e) İdeoloji 2. 11.Edebiyatın niteliklerini bulması için aşağıdakilerden hangisi gereksizdir? a) Dil b) Kurmaca c) Mimesis d) Düz yazı e) Sanat 3. 12.Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın kültür ve medeniyet ilişkisi için açıklayıcı olamaz? a) Siyaset b) Araçlar c) Hız d) Zihniyet e) Eşya
5.Edebiyatın temel öğelerinden biri olan ‘yazar’ için aşağıdakilerden hangisi doğru bir ifadedir? 4. a) Yazarın yaşadığı muhit, onun eserlerine etki etmez. b) Yazar, toplumsal bir aktördür ve hayattan yoğun bir şekilde beslenir. c) Yazar, sadece kişisel hikayesinden etkilenir. d) Yazar, toplumsal ortamların dışında kalarak metinlerini oluşturur. e) Yazar, dünya görüşlerinin üstündedir. 5. 6.Fotoğrafçılık, tiyatro, bale, heykel, dans gibi sanatları ihtiva eden sanat türü aşağıdakilerden hangisidir? a) Pratik sanatlar b) Güzel sanatlar c) Geleneksel sanatlar d) Modern sanatlar e) Plastik sanatlar 6. 7.Aşağıdakilerden hangisi sanatı anlamak açısından geçersiz bir cümledir? a) Sanat, sıradan bir eylemdir. b) Sanat, güzelliği aramadır. c) Sanat, insan eyleminin özel bir yönüdür. d) Sanat, dünya ile ilgilidir. e) Sanat, bir dünya görüşünün ve medeniyetin dışa 7. vurumudur.
13.Aşağıdakilerden hangisi duygular için söylenemez? a) Duygular, kültürel süreçlerde biçimlenir. b) İnsan eylemi, duygu ve akıl arasında bir bağlantıyı varsayar. c) Duygu, insan eyleminin kaynaklarından biridir. d) Duygu, insan eylemini olumsuz etkiler. e) Duygular, toplumsal ve kültürel kaynaklıdır. 14.Sanat ve edebiyatın genel anlamda taklit olduğunu ve hayatı taklit ettiğini söyleyen düşünür aşağıdakilerden hangisidir? a) Vico b) J. J. Rousseau c) Aristo d) İbn Haldun e) Platon 15.Sanat, toplumsal kurumlar arasında çeşitlik serbest etkinliklerin yapılması, çalışma vakitlerinin dışındaki etkinliklerin sergilenmesi ile de anlaşılmaktadır. Yukarıdaki ibarede sözü edilen toplumsal kurum aşağıdakilerden hangisidir? a) Siyaset b) Din c) Aile d) Eğitim e) Boş zamanlar
16.Aşağıdakilerden hangisi yayıncılık kurumu ile doğrudan ilgili değildir? a) Editörlük b) Yazarlık c) Estetik 8.Edebiyat ilişkilerinin ana aktörü aşağıdakilerden hangisidir? d) Dağıtım e) Yayınevi a) Dergi b) Edebiyatçı 8. 17."Edebiyatın dili çok anlamlı, gönderimli, çağrışımlı, c) Yayıncı katmanlıdır." Aşağıdaki kavramlardan hangisi yukarıdaki d) Dağıtımcı cümlenin karşılığı olabilir? e) Okur a) Estetik b) Mimesis c) Mecaz d) İmge e) Kurmaca
1
18.Edebiyatın diğer toplumsal aktörler ve kurumlarla ilgili olması ve onlardan yoğun bir şekilde etkilenmesi hangi kavram ile ifade edilebilir? a) Edebiyat ilişkileri b) Edebiyat ortamı c) Edebiyat sosyolojisi d) Edebiyat üretimi e) Edebiyat tüketimi
26.Aşağıdakilerden hangisi edebiyat ile siyaset ilişkisi için doğrudan söz konusu edilemez? a) Propaganda c) Dünya görüşü
b) Edebiyat akımları d) Ideoloji e) İktidar
9. 27. “ edebiyat, insani ve toplumsal bir edimdir. Edebiyat toplumsal olana dönüktür aynı zamanda. Her edebiyat 19.Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın nesir türleri arasında toplumu, toplumsal olanı öncelemiş ve merak etmiştir. yer almaz? Dolayısıyla edebiyatın toplumsal işlevleri bulunmaktadır. a) Öykü b) Günlük c) Gazel Edebiyat belli bir toplumsal yapıda ve toplumsal gerçeklikte d) Roman e) Mektup ortaya çıkmaktadır.” Yukarıdaki ibare edebiyatın hangi işlevini izah etmektedir 20.Edebiyatın temel özelliklerinden biri olan ‘anlatmak’ a) İdeolojik işlev b) Toplumsal işlev kavramı için aşağıdakilerden hangisi doğru bir ifadedir? c) Edebi işlev d) Bilinçlendirme işlevi a) Anlatmak, inşadan ziyade yıkmalı. e) Eğitim işlevi b) Anlatmak, boş zaman uğraşlarından biridir. c) Anlatmanın hayat ile bir ilgisi yoktur. d) Anlatıda yer verilen imgeler boş birer kurgudan ibarettir. e) Anlatmak, asıl ve temel bir eylemdir.
10. 28."Belli bir sosyal grubun içinde bulunduğu sosyoekonomik ortamda bulunan kişinin düşünsel, duygusal ve eylem eğilimlerinin bütünüdür." Yukarıda tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir? 21. Sanatın öğrenilmesi çoğu zaman bir ortam gerektirir. Sanat a)Kültür b)Edebiyat c)İdeal belli kurallar, modeller, ve unsurlar etrafında oluşur. Temel d)Sanat e)Dünya görüşü toplumsal yapılar buna imkan verir. Yukarıdaki cümle aşağıdaki kavramlardan hangisini tanımlamaktadır? a)Yasa b)Toplumsal kurumlar c)Toplumsal aktörler d)Toplumsal pratikler e)Kanun
29."Edebiyat, belli bir nitelik ve estetik çerçevesinde sözü güzelce söyleyebilmektir." Yukarıdaki cümle aşağıda verilen kavramlardan hangisi ile ifade edilebilir? b)İdeoloji c)Estetik d)Güzellik e)Dil
22.Aşağıdaki kavramlardan hangisi sanat araştırması için söz 11. 30.Edebiyatın anlatım tarzı onun sanat olarak önemli bir konusu edilemez. boyutuna işaret eder. Yukarıdaki ibarede bahsedilen önemli a) Mimesis b) Ustalık c) Temsil boyut ve nitelik aşağıdakilerden hangisidir d) İlham e) Saygınlık a) Kurgu b) Hikaye c) İçerik d)Biçim e) Yazar 23.Aşağıdakilerden hangisi sanat-toplum ilişkisini en iyi şekilde ifade etmektedir a) Sanat bir kültürlenme edimidir b) Sanat itibar elde etme uğraşıdır c) Toplum sanatın ortaya çıkışında önemli bir kaynaktır d) Sanat hoşça vakit geçirme eylemidir e) Sanat artistik bir tutumdur
12. 31.Aşağıdakilerden hangisi edebiyat dili için söz konusu edilemez? a) Edebiyatın dili duygulara hitap eder b) Edebiyat gündelik dil üzerine yapılanır c) Edebi dil güzel ifade etmeyi amaçlar d) Edebiyat dili estetikleştirir e) Edebiyatın dili simgeseldir
24.Aşağıdakilerden hangisi sanat - aile ilişkisine bir örnek 32. Yazar - metin tartışmasında yazarı değil de metni öne çıkaran düşünür aşağıdakilerden hangisidir? teşkil etmez? a) Barthes b) Berna Moran c) Escarpit a) Aile, sanat öğrenilme alanıdır. d) Hilmi Ziya Ülken e) Bourdieu b) Sanat aile ilişkilerinde zedeleyici etki yaratır. c) Sanat yapıtları, aile konusunu açıklar. 33. Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın nazım türleri arasında d) Sanat, ailenin yapısal özelliklerini yansıtır. yer almaz? e) Aile, bir sanat meselesidir. a) Mersiye b) Gazel c) Türkü d) Öykü e) Mesnevi 25.Aşağıdakilerden hangisi sanat- eğitim ilişkisinin bir yönü olamaz a) Sanat, önemli bir eğitim alanıdır. b) Sanat, bir bakış açısını sunarak eğitim modelini geliştirir. c) Sanat bir eğitim kurumudur. d) Sanat yoluyla eğitim gerçekleşebilir. e) Sanat, eğitime ket vurur.
34. Aşağıdakilerden hangisi hikâye için söylenemez? a) Hikâye, bir soyutlama işidir. b) Hikâye, nasıl anlatmanın bir karşılığıdır. c) Hikâye, edebiyatın gücüdür. d) Hikâye, hayattan beslenir. e) Hikâye, hayalin çarpıtılması ve değersizleştirilmesidir
2
40 "Duygu ve düşünceleri değişik şekillerde, değişik anlatım araçlarıyla estetik bir kalıp içinde anlatan sanatlardır."
35.Sanat belli disiplin, algı ve zihniyet kalıpları içerisinde dünyayı, hayatı, insanı kavrama yeteneğidir. İnsana belli bir açıdan bakmayı öğretir."
Yukarıdaki cümlede hangi sanatlar anlatılmaktadır? a) Güzel sanatlar b) Plastik sanatlar c) Modern sanatlar d) Geleneksel sanatlar e) Pratik sanatlar
Yukarıdaki cümlede sanatın hangi işlevinden söz edilmektedir? a) Bireysel işlev b) Estetik işlev c) Toplumsal işlev d) Eğitim işlevi e) Siyasal işlev 36. Yazar edebiyat ile kendi düşüncesini deneyimlerini ideallerini paylaşıma sunar. Yukarıdaki ibare aşağıda verilen hangi kavramla ifade edilebilir? a)Yargı b)Siyaset c)İletişim d)İdeoloji e)Eylem
41. Asağıdakilerden hangisi kurgu/kurmaca için söylenemez? a)Kurgu edebiyatın gücüdür. b)Kurgusal gerçeklik ile olgusal gerçeklik arasında bağ vardır. c)Kurgu hayattan beslenir. d)Kurgu soyutlamanın imkanıdır. e)Kurgu, hayalin çarpıtılması ve değersizleştirilmesidir
37. Aşağıdakilerden hangisi okuma eylemi için söylenemez? a)Okur, okuma eylemini hayata geçirir b)Okuma sadece kişisel bir etkinliktir c)Okuma insan eylemini olumlu ya da olumsuz etkiler d)Okuma kendine özgü bir toplumsal ve kültürel ortam oluşturur e)Okuma ile okur arasında doğrudan ilgiler bulunur.
42. Aşağıdakilerden hangisi edebiyatın temel özelliklerinden biri değildir? a) Edebiyat, iddialar içeren bir sözdür. b) Edebiyatın temel kaynağı insandır. c) Edebiyat, sadece belli kişilerle ilgili bir kurumdur. d) Edebiyat bir tasavvurun ve düşüncenin dile gelmesidir. e) Edebiyat dilsel bir iletişimdir.
38. Edebiyat hayatı sadece yansıtmaz ona şekil verir Yukarıdaki ibare aşağıda verilen hangi kavramla ifade edilebilir a)Etki b)Mimesis c)Ayna d)Yansıtma e) Taklit 39. "Sanat, kültür ve medeniyet kurumu olduğu için, kendi biricik tarihinde çeşitli ekoller, okullar, tarzlar yaratabilmiştir. Her toplum kendi sanatını üretmiş dolayısıyla kendini sanat aracılığıyla ifade etme imkânı bulmuştur." Bu cümle doğrultusunda aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a) Sanat bütün toplumlara has bir uğraştır. b) Sanatın değişik okulları mevcuttur. c) Sanat bir ifade etme aracıdır. d) Sanat bir kültür ve medeniyet göstergesidir. e) Sanat toplumların kaynaklarını tüketir.
3
8-14 BÖLÜM SONU SORULARI 8.BÖLÜM 6. Aşağıdaki isimlerden hangisinin edebiyat sosyolojisine 4.Edebiyat-hayat ilişkisinde aşağıdakilerden hangisi katkı sunduğu söylenemez ? diğerlerinden daha az açıklayıcıdır? a) Dil. b) İdeoloji. c) Sanatçının psikolojisi. a) Alan Swingewood. b) Max Weber. c) Lucien Goldmann. d) Edebiyat üretimi. e) Yaşantı. d) Robert Escarpit. e) Guy Michaud. 5. Aşağıdaki kavramlardan hangisi edebiyat sosyolojisinin hayat ile ilişkisinde söz konusu edilemez? a) İletişim. b) Kurmaca. c) Ayna. d) Dil. e) İdeoloji. 6. Edebiyat eserinin hayat tarzı önerme ve düşünce belirtme yönünü ifade eden kavram aşağıdakilerden hangisidir? a) İdeoloji. b) Siyaset. c) Biçim. d) Hayal. e) Edebilik. 9.BÖLÜM 4. Edebiyat-kimlik ilişkisinde aşağıdakilerden hangisi diğerlerinden daha az açıklayıcıdır? a) Yaşam tarzı. b) İnanç. c) Dünya görüşü. d) Okur. e) Bakış açısı. 5. İnsana ve topluma yeni değerler aşılayan, yeni dünya görüşleri sunan ve modern dünyanın anlatısı olarak ortaya çıkan edebiyat türü aşağıdakilerden hangisidir? a) Roman. b) Destan. c) Şiir. d) Tiyatro. e) Hikaye. 10.BÖLÜM 4. Edebiyat-toplum ilişkisinde temel yapıcı kategori aşağıdakilerden hangisidir? a) Yaşam tarzı. b) Dil. c) Dünya görüşü. d) Ayna. e) Bakış açısı. 5. Aşağıdaki kavramlardan hangisi edebiyat ilişkilerinde yazar ile okur arasındaki etki düzeyini ifade eder? a) Yansıtma. b) İletişim. c) Ayna. d) İdeoloji. e) Kimlik. 6. Aşağıdaki kavramlardan hangisi edebi eserin dünyayı, insanı, toplumu yansıtmasını ve ifade etmesini açıklar? a) Yansıtma b) İletişim c) Ayna d) Resim e) Gösterge 11.BÖLÜM 4. Edebiyat-sosyoloji ilişkisinde aşağıdaki kavramlardan hangisi açıklayıcı değildir? a) İşlev. b) Toplumsal tipler. c) Edebiyat tarihi. d) Ayna. e) Üretim. 5. Edebiyat sosyolojisi için aşağıdaki cümlelerden hangisi söylenemez? a) Edebiyat sosyolojisi, edebiyat üzerine yoğunlaşır. b) Edebiyat sosyolojisi, toplumsal ve siyasal çözümlerin peşindedir. c) Edebiyat sosyolojisi, bir edebiyat araştırmasıdır. d) Edebiyat sosyolojisi, eseri ve yazarı dikkate almaktadır. e) Edebiyat sosyolojisi, edebiyatı sosyal gerçekliğin bir unsuru olarak görmektedir.
12.BÖLÜM 4. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin gelişimin önündeki engellerden biridir? a) Edebiyatın sosyal bilimciler tarafından önemsenmemesi. b) Edebiyatın toplumsal olayları yansıtması. c) Edebiyatın ideoloji ve siyaset içermesi. d) Edebiyatın toplumsal gerçeklerle sıkı bir bağının olması. e) Edebiyatın büyük bir ilgi görmesi ve popüler olması. 5. Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin akademik ve bilimsel nitelik kazanmasında öncü rolü oynayan sosyolog aşağıdakilerden hangisidir? a) Hilmi Ziya Ülken. b) Ziya Gökalp. c) Şerif Mardin. d) Nurettin Şazi Kösemihal. e) Erol Güngör. 6. Aşağıdaki isimlerden hangisinin Türkiye’de edebiyat sosyolojisine katkı sunduğu söylenemez ? a) Cahit Tanyol. b) Nurettin Şazi Kösemihal. c) Mehmet Kaplan. d) Berna Moran. e) Behice Boran. 13.BÖLÜM 4. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojik eleştirinin kökenlerinde yer alır? a) Mimetik sanat anlayışı. b) Göstergebilimsel çalışmalar. c) Postmodernizm çalışmaları d) Feminis teori. e) Edebiyat sosyolojisi. 5. Aşağıdaki isimlerden hangisi sosyolojik eleştiri yahut sosyolojik okuma geleneğinde öne çıkan biri değildir? a) Madam de Stael. b) Hippolyte Taine. c) Emile Durkheim. d) Gustave Lanson. e) Georg Lukacs. 6. Sanata özerk bir konum vererek sanatsal çalışmaların toplumsal ilişkilerde kullanılması gerektiğini ifade eden ekol aşağıdakilerden hangisidir? a) Chicago Ekolü. b) Yansıtmacı kuram c) Frankfurt Ekolü d) Edebiyat sosyolojisi. e) Sosyolojik eleştiri. 14.BÖLÜM 4. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojik eleştiri için söylenemez? a) Sosyolojik eleştiri, edebi metinleri yorumlamaktadır. b) Sosyolojik eleştiri edebiyat sosyolojisi için önemli bir kaynaktır. c) Sosyolojik eleştiri alanına Türkiye’de çok fazla katkı verilmiştir.
4
d) Sosyolojik eleştiri ideolojik ve popüler olmasından ötürü bilimsel kullanımın dışında yer almaktadır. e) Türkiye’de sosyolojik eleştirinin gelişiminde sosyoloji dışından pek çok ismin katkısı bulunmaktadır. 5. Türkiye’de sosyolojik okumaya önemli katkılan sunmuş ve bunu roman tarihi üzerinden gerçekleştirmiş kişi aşağıdakilerden hangisidir? a) Halil İnalcık. b) Ziya Gökalp. c) Berna Moran
d) Nurettin Şazi Kösemihal. e) Orhan Okay. 6. Aşağıdaki isimlerden hangisinin Türkiye’de sosyolojik okuma geleneğine bir katkı sunduğu söylenemez ? a) Cahit Tanyol. b) Nurettin Şazi Kösemihal. c) Nurdan Gürbilek. d) Orhan Pamuk. e) Taner Timur.
5
8. EDEBİYAT VE HAYAT Edebiyat ve Hayat Helmut Kuhn (2002: 40), edebiyat ile hayatın bir yüzünde olup biten devrim ilişkisini tartıştığı önemli bir yazısında “edebiyat nedir?” sorusuna, hayatı merkeze alarak cevap vermektedir: “Hepimiz tarafından paylaşılıp sürdürülen insan yaşamını, dilsel olarak anlamanın toplum üzerine yüklenmiş bir biçimidir.” Edebiyat - hayat ilişkisinde temel noktalardan biri de kuşkusuz dildir. Dil, edebiyatın temeli, harcı ve hemen her şeyidir (Gadamer, 2002: 23). Dil, toplumla kaçınılmaz bir ilişki kuran ve sürdüren yapıdır aynı zamanda. Edebiyat, toplumsal varlık olan insana ve onun hayatına öneriler getirmektedir. Önerilerini zaman zaman açık bir dille zaman zaman örtük/sembolik bir dille sunmaktadır. Toplumun yaşantısını belirlemeye çalışmakta, insanlara kimlik sunmakta ve onlar için yeni bir yaşantı düzlemi oluşturmaktadır Edebiyat Sosyolojisi ve Hayat Edebiyat sosyolojisi, edebî metnin edebiyatlığını sorgulamaktan kaçınarak kendi çerçevesini (sınırını) çizmeye başlar. Yazılı bir metnin (sözlü edebiyatı da bir metin şeklinde düşünme girişimlerini de ekleyerek) edebiyatlığını belirleme, estetik değerini sorgulama hakkının olmadığının farkındadır. Escarpit’in belirttiği gibi, edebiyat olgusunun özgüllüğüne saygılıdır. Edebiyat sosyolojisinin ilk habercilerinden Taine’e göre edebiyat eserleri, bir vesika, bir şahadettir. Ayna, Yansıtma, Vesika, Şahadet, Tanık gibi kavramları öne çıkaran edebiyat sosyolojisi, temelde hayatın nasıllığına ve neliğine ilişkin bir açıklamanın peşinde olduğunu göstermektedir. Edebiyat ve İdeoloji Edebiyat-ideoloji denklemini çözmemize imkan veren anahtar kavramsallaştırmayı Pierre Macherey ve Terry Eagleton gibi iki önemli kuramcı vermektedir. Edebiyat/ sanat incelemesi, ürüne yaklaşım Macherey’e göre ‘ikili incelemeler’ çerçevesinde görülmelidir: “ideolojik biçim olarak sanat ve estetik süreç olarak sanat”. Eagleton’a göre ise edebiyat ve sanat eserleri iki yapısal unsurun karşılıklı birlikteliği içinde üretilmişlerdir; “metinde yansıyan ideolojinin içeriği ve yapıtın sanatsal üretim biçimi” (Wolff; 2000, 66). ‘İkili inceleme’, hem eserin edebî ve sanatsal yönünü öne çıkaracak ama buraya kilitlenmeyecek hem de eserde ‘farklı bir okuma imkanı’ arayacaktır. Edebî esere içkinliğini kabul ettiğimiz ideolojinin açıkça yahut dönüştürülerek verilmesi yazarın tekniğine, yöntemine ve üslubuna bağlıdır. Ama temel bir yönelim şeklinde kabul ettiğimiz ve izini sürdüğümüz tutum, ideolojik örgünün eserde nelere işaret ettiği ve yazarın hayat karşısında nasıl yer aldığını irdelemektedir. 9. EDEBİYAT VE KİMİK Kimlik, toplumun, halkın, ulusun doğrudan yansıması, imgesi ve göstergesidir Bir ayna-kavram olarak kimlik, toplumsal ve bireysel hayatın tüm yönlerine ışık tutmaktadır Edebiyat, bir toplumun/halkın kimlik edinme sürecinin en önemli yapı taşlarından biridir. Judanis’e göre bir ‘ulusun günlüğü’ olan edebiyatın kimlik ve kültürün oluşumunda kurucu öğe olarak varlığı dikkatleri çeker. Örneğin, roman, hem bir biyografi, hem de bir toplumun yaşadığı tüm olayların kaydedildiği bir günlük, yani sosyal kronik (Goldmann, 1975:4) olarak ait olduğu ulusun kimlik oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Edebiyat ile kimlik arasındaki ilişki, edebiyatın bir yaşam tarzı ve kimlik önerdiğini dikkatlere sunmaktadır . “Her edebiyat eseri belirli bir dünya görüşünün inancı, doktrini, ideolojiyi savunur veya bunlara tepkide bulunur” (Kösemihal, 1967:fikri, edebiyatı bilinçli bir girişim olarak resmetmektedir. Türk Romanı ve Kimlik Türk romanının kimlik sorunsalı, kimliğin oluşumunda ve sunumunda öne altığı temel hususları değerlendirmek gerekmektedir Bununla birlikte Türk romanına konu olan kimlikler, aile, din, siyaset gibi temel toplumsal kurumlara bağlı bir şekilde ortaya konabilir. Genel bir bakışla, betimleyici bir tarzda Türk romanının kimlik içeriği farklı alanlara göre tasnif edilebilir. Gündelik hayat, kültür, din, siyaset, aile, iktisat gibi temel alanların yanı sıra kadın-erkek ilişkisi, aile ilişkileri, tüketim, cinsiyet rolleri, batılılaşma, moda gibi alanlar yoğun bir şekilde kimlikleri ve kimlik sunumlarını içermektedir. Türk romanı Tanzimat, Cumhuriyet ve 1980 sonrasını ifade edecek şekilde Yeni Zamanlar şeklinde tasnif edilebilir. Her bir sürece ve döneme özgü nitelikler, kimlikler, temalar, toplumsal tipler bir süreklilik gösterdiği gibi farklılaşabilmektedir. Türk romanı doğrudan kimlik oluşturucu rolünü ilk örneklerinden bu yana sürdürmeyi denemiştir. Uygar bir toplum ve bir anlamda ideal düzlem olarak görülen Batı’ya ait edebi bir tür olan roman, aynı zamanda uygarlaşmanın da bir aracı ve göstergesi olarak kabul edilmiştir. Tanzimat romanında öne çıkan temalara bakıldığında romanın doğrudan halka yeni bir bakış açısı ve bilinç aşıladığı görülmektedir. Tanzimat özelinde tartışılacak olursa bu dönemin romanı Batılılaşmayı ve onun izdüşümlerini, hayata ve topluma yansımasını anlatmıştır. Söz konusu dönüşüme ilişkin bir ‘döküm’ sunan Tanzimat romanı (Finn, 1984: 12), çeşitli toplumsal sorunları temalaştırarak yeni topluma uygun yeni bir kimliğin oluşumu için fitilleri ateşlemiştir. Bu anlamda temel konular olarak şunlar
dikkatleri toplamıştır; Aile ve evlilik kurumu, kadının toplumdaki konumu ve değeri, kadın hakları, kölelik (Sami Paşazade Sezai). Batılılaşma, alafrangalık ve züppelik (Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Hüseyin Rahmi Gürpınar). Batılılaşmanın sonucunda oluşan hayat tarzları, Doğu-Batı çatışması ve Doğu-Batı çatışmasına bağlı ortaya çıkan kimlik durumları (Namık Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar). Ahlaki yaşantı, düşünce ve siyaset hayatı ve bu alanlara ilişkin farklı kimlik sunumlarıdır. 1970 sonrasında ise özellikle postmodernizmin etkisiyle daha farklı bir içerik, biçim ve kimlikle ortaya çıkmaktadır. Postmodernizmin genel ilkelerini ve özelliklerini bir yönüyle içeren yeni dönem romanları, büyük anlatıdan uzaklaşma, üst kurmaca ve çok katmanlı yapı (Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş), bütünleşik kimliklerin yanı sıra çatışmalı kimlikleri sergileme, mikro yapıların ürettiği kimlikleri ortaya çıkarma, parçalanmış kimliklerin ve ‘tutunamayanlar’ın (Oğuz Atay), yabancılaşanların, yalnızların (Yusuf Atılgan) anlatımı, fantastik öğeler ve tarihe ilgi duyma (Latife Tekin, İhsan Oktay Anar, Bilge Karasu) ile dikkat çekmektedir. Klasik/geleneksel tiplerin ve kimliklerin yanı sıra yeni kimlikler, yeni tipler, bireysellikler, mikro yapılar, kentsel kimlikler (Metin Kaçan), fanteziler ve bilim kurgu (Murathan Mungan) roman alanına dahil olmaktadır. Bu temel yapılara ve özelliklere bağlı farklı, çeşitli, çok boyutlu kimlikler postmodern Türk romanında sergilenmektedir. 10.EDEBİYATIN SOSYOLOJİK İMKÂNI Edebiyatın sosyolojik imkânı, toplum sorunlarının incelenmesi, açıklanması ve yorumlanmasında edebiyatın göz önünde bulundurulması gerektiğini öne sürmekte- dir. Edebiyat ve Toplum İlişkisi Edebiyat-toplum ilişkisinde temel yapıcı kategori dil’dir. Sosyokültürel ortam içinde oluşan, toplumun temel eksenini belirleyen dil, edebiyatın da ana malzemesidir. Bir sosyokültürel ortamın ürünü, toplumun mücessem bir hali olarak dil, doğrudan edebiyata etki etmekte ve kendisini malzeme bilen edebiyatın yol haritasını çizmektedir. Edebiyat-toplum ilişkisinde edebiyatın yaratıcısı olan yazarın konumu da tartışmayı ileri bir boyuta taşımaktadır. Toplum içinde yazar vurgusu, söz konusu ilişkinin temel belirleyenidir. Yazar, sosyal bir varlık olarak toplum ve sosyal ortamdan ayrılamamaktadır. Ancak, edebiyatı tamamıyla üreticisinin sosyokültürel yapısının bir uzantısı, bire bir örtüşmesi şeklinde belirlemek edebiyatın doğasını bozmak, onu daraltmak olacağı gibi edebiyatçının/sanatçının da dar bir kalıba oturtulması, sığ bir alana sıkıştırılması anlamına gelecektir. Edebiyat kendi başına var olamamaktadır; onu yazan bir el, ona konuşan bir dil gerekmektedir. Her iki faktör de doğrudan toplumsal ortam ile ilgilidir. Edebiyat ve İletişim Bir iletişim ortamı meydana getiren edebiyat, kişiyi ve dünyayı iletişim sürecinde kavranabilir kılar; kişilerin, benliklerin, davranışların ve hallerin yorumlanmasına yol açar (Zimmermann, 2001: 41). Dil ve yazar faktörü edebiyatın toplumsal yönünü iletişim kanalıyla daha bir belirgin hale getirir.(Alan Swingwood)“en temelde, içerik olarak sosyoloji ve edebiyat benzer bir taslağı paylaşırlar” diyerek tartışmaya yeni bir boyut eklemektedir. Nedir bu taslak ve sosyoloji ile edebiyatın birlikte ele aldıkları hususlar nelerdir? Ona göre sosyoloji, toplumsal bir varlık olan insanın, makro ve mikro çevresiyle başlattığı iliş kinin boyutlarını ele alır ve bunu kurum, süreç, değişim ve toplumun devamı dolayımında işler. Bütün bu alanlara ilgi benzer bir şekilde edebiyatta da bulunmaktadır; çünkü “edebiyat da en başta insanın topluma uyumu ve onu değiştirme isteği bağlamında insanın toplumsal dünyasıyla ilgilenir” Edebiyatın İşlevi Edebiyatın işlevi meselesi, edebiyat ile sosyoloji arasında kurulacak bağlantı dahilinde tartışılan bir sorun olmuştur. Acaba edebiyat, sadece düşünce, duygu, arzu, acı, hüzün vb. hususları estetik kalıp ve edebî yapıya dayalı olarak dile getirme işleviyle yahut haz alma ile mi eşitlenir; yoksa edebiyatın bunların dışında anılması gereken başka işlevleri de var mıdır? İşlev sorununa başka bir izah Lowenthal’de karşımıza çıkan ‘edebiyatın bir işlevsel çerçeve formu oluşu’ seçeneğidir. Ona göre özellikle toplum ve toplumsal tabakaların analizi bağlamında edebiyat, tüm toplum ve toplumsallaşma durumlarında yer alan sosyal görünümleri tamamlayıcı bir işleve dönüktür. Jusdanis’in çalışması edebiyatın yansıtma-anlatma-oluşturma vasıflarının bir kimliğin ete kemiğe bürünmesinin ilgi çekici bir hikâyesidir. Onun vardığı nokta, Yunan kimliği özelinde “edebiyat bireylerin millet olma deneyimlerini yaşamasına imkân veren bir iletişim aracı/ortamı olarak hizmet” vermesidir (Jusdanis, 1998: 195). Dolayısıyla edebiyatın varlık nedeni tek bir faktöre indirgenemeyecek kadar çeşitlilik arz eder. Edebiyatın sosyolojik imkânı tartışması ayna kavramını merkezine alır. Yazar eseriyle dünyayı resmeder; ele aldığı tüm olgu ve durumlar okuyucuya bir ayna tutar. Ayna yansıtma yapmaktadır; norm, tutum, davranış, gelenek ve görüngüleri yansıtmaktadır. Mme de Stael’den Louis de Bonald’a, Taine’den çağdaş edebiyat sosyologlarına kadar edebiyat sosyolojisinin bir çok önemli figürü, edebiyatın sosyolojik imkânı tartışmasında ifade etme durumuna anahtar bir rol vermektedirler. Edebiyatın toplumun ifadesi olabilmesini bir veri olarak görmüşler, bu veriyi işleyerek bir taban/temel atıp edebiyat sosyolojisinin çatısını oluşturmuşlardır.
11. EDEBİYAT SOSYOLOJİSİ Yazar, metin, okur kitlesi, yazar kuşakları, yayıncılık, okuma sorunu ve okuma nedenleri yahut sonuçları edebiyat sosyolojisinin 20. yüzyıldaki önemli kuramcılarından Escarpit’in, edebiyat sosyolojisinin dört unsur bağlamında oluştuğunu belirtmesi, disipline bir açılım kazandırmıştır. Bu yaklaşıma göre edebiyat sosyolojisi ürün/eser, yazar, okur, basım/yayım unsurlarını ayrı ayrı incelemektedir gibi meselelerin oluşturduğu önemli, sürekli ve vazgeçilemez bir ilişki ağını temsil eden edebiyat ilişkileri, edebiyat sosyolojisinin mecrasını belirlemektedir. Sözü edilen olguların her birinin karşılıklarını, açılımlarını kendi yöntemleriyle ayrıntılı bir şekilde ele alan edebiyat sosyolojisinin amacı, Goldmann’ın (1975: 9) yaklaşımında olduğu gibi yalnızca edebi eserler ile bu eserlerin içinde doğdukları toplumsal kesimlerin ortak bilinçleri arasında bağlantı kurmak değildir. Bunun ötesinde bu disiplinin amacı, eser-toplum ilişkisinin tüm boyutlarını içerecek analizlere ulaşmaktır. Edebiyat ve Sosyoloji İlişkisi Edebiyat sosyolojisinin gerek akademik disiplin gerekse toplum-edebiyat çalışmaları çerçevesinde Batı’da neşvü nema bulmasında belli başlı isimlerin katkıları olmuştur. Bu isimler arasında Mme de Stael, Hippolyte Taine, Louis de Bonald, Wilhelm Dilthey, Georg Lukacs, Gustave Lanson, Lucien Goldmann, Mihail M. Bahtin, genelde Frankfurt Okulu mensupları özelde Leo Lowenthal, Theodore W. Adorno gibi kuramcılar ve daha sonraları Robert Escarpit, Guy Michaud, Pierre Macherey, Lewis Coser, Alan Swingewood, Terry Eagleton, Raymond Williams, Francis E. Merrill, Diana F. Laurenson John Hall, John Orr, Marry F. Rogers, Wendy Griswoold sayılabilir. Bugün Batı’da edebiyat sosyolojisi önemli bir çalışma alanı olarak kabul edilmekte ve çok sayıda yayına (kitap/makale/bildiri vb) konu olmaktadır. Swingewood, edebiyat sosyolojisine dönük iki önemli yaklaşımdan söz eder. Bir bakış açısına göre, edebiyatın çağına ayna tuttuğudur. Burada edebiyatın belgesel yönü öne çıkarılır (Swingewood, 2006: 103). Edebiyat sosyolojisine bir diğer yaklaşım ise bizatihi edebiyat çalışmalarına vurgudan, üretim yanına işaret edenidir. Burada özellikle yazarın toplumsal konumu öne çıkarılmaktadır 12. TÜRKİYE’DE EDEBİYAT SOSYOLOJİSİ Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin gelişmesinin önündeki engellerle ilgili Kayalı şunları kaydetmektedir: “Türkiye’de edebiyat alanı sosyal bilimciler tarafında genellikle ikincil, tabiri caizse sufli bir alan olarak telakki edilmiştir. Dolayısıyla özelikle sosyal bilimciler edebiyatla hemen hiç ilgilenmemişlerdir. Hatta bir sosyal süreci, kültür değişmesi olayını edebiyatçıların yazdıkları metinlerden kalkarak açıklamak genellikle yadırgatıcı olmuştur. Dolayısıyla edebiyatçıların sosyal, tarihsel ve kültürel süreç üzerine yazdıkları genellikle kullanılmamıştır. Bunu iki başlık altında incelemek daha anlamlı olabilir. Edebiyatçıların yazdıklarını ayrı, edebiyat alanında akademik metin yazanların yaklaşımlarını ayrı değerlendirmek gerekmektedir. Türkan Erdoğan ise (2006: 236), edebiyat sosyolojisinin geç kalış nedenleri arasında metot anlayışlarını görmektedir. Ona göre “sanat sosyolojisi özelinde edebiyat sosyolojisinin yeterince ilgi görmemesinin nedenlerinden biri, sosyolojik yaklaşımı bir metot olarak benimseyen sanat ve edebiyat tarihinin Türkiye’de sosyolojiden daha ağırlıklı konumda bulunması, diğeri ise toplumu açıklama yönündeki katkılarının küçümsenmesidir.” Türkiye’de edebiyat sosyolojisi çalışmalarının ağırlıklı olarak üç grup yazar tarafından gerçekleştirildiği ve geliştirildiği görülmektedir. Hem edebiyat ile toplumsallık arasında ilgi kurarak hem de bizzat bilimsel bir disiplin çerçevesinde çalışmalarını sürdürerek edebiyat sosyolojisine katkıda bulunan gruplar arasında Sosyologlar, Sosyal Bilimciler, Yazar, Eleştirmen ve Edebiyatçıları gösterebiliriz. Türk sosyologları (ve felsefecileri) arasında edebiyatla ilgilenmiş isimler arasında Ziya Gökalp, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Niyazi Berkes, Behice Boran, Mediha Berkes, Nurettin Şazi Kösemihal, Cahit Tanyol, Erol Güngör, Nurettin Topçu, Şerif Mardin, Sabahattin Güllülü, Nermi Uygur, Ahmet İnam, Ömer Naci Soykan. Son yıllarda yeni kuşak sosyologlar arasında alana ilginin arttığı görülmektedir. Ziya Gökalp, romanın toplumsal değişimde etkili olduğunu ve toplumları dönüştürdüğünü belirtmiştir (Gökalp, 1980). Hilmi Ziya Ülken (2004) ‘Roman’ başlıklı makalesinde romanın genel özelliklerini, kökleri ve doğuşunu, tarihsel dönüşümlerini, görevini geniş bir şekilde tartışmakta ve bu anlamda önemli bir katkı sağlamaktadır. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Bayburtlu Zihni: Bir Edebiyat Sosyolojisi Denemesi (1928, 1950) başlıklı eseri hem dönem itibariyle hem de ilk çalışmalardan biri olması bakımında önemlidir. Başlığında edebiyat sosyolojisi tabirini taşıyan kitap, kıymetli bir monografi özelliği göstermektedir. Fındıkoğlu’nun 1927 yılında yayınlanan Erzurum Şairleri ve yakın zamanda yeni harflerle yayınlanan Yunus Emre (1925, 2014) çalışmaları onun edebiyata ilgisini göstermektedir. Ancak ne yazık ki, Fındıkoğlu sonraki yıllarda edebiyat sosyolojisi ile ilgilenmemiş ve böylece alan daha önce inkişaf etme imkânına kavuşamamıştır. Bununla birlikte Fındıkoğlu’nun Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin oluşumunda ve gelişiminde köşe taşlarından biri olduğu söylenebilir. 1940’lı yılların önde gelen sosyologlarından Niyazi Berkes, Behice Boran ve Mediha Berkes’in her biri edebiyat ve edebiyatçılar üzerine yazmışlardır. Berkes’ler özellikle Hüseyin Rahmi üzerinde durmuşlardır. Behice Boran’ın ölümünden sonra kitaplaşan Edebiyat Yazıları (1992) adlı eseri, onun edebiyata, edebiyat okumalarına ve edebiyat sosyolojisine ilgisinin bir göstergesidir. Ne yazık ki, adı geçen sosyologlar bir edebiyat sosyolojisi metodolojisi üzerine ayrıntılı durmamışlardır. Sadece kimi edebiyatçılar üzerine yazmakla yetinmişlerdir. Nurettin Şazi Kösemihal, Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin akademik ve bilimsel nitelik kazanmasında öncü rolü
oynamıştır. Üniversitede edebiyat sosyolojisi dersini 1965-66 yıllarında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde kendisi vermiştir (Kösemihal, 1967: 185). Kösemihal, hem yazıları hem Sosyoloji Bölümünde yönettiği tezlerle alana azımsanmayacak katkı sağlamıştır. Onun “Edebiyat Sosyolojisine Giriş” (Sosyoloji Dergisi, S. 19-20, 1967) başlıklı yazısı alanı etraflıca işleyen bir yazı olarak dikkate değerdir. Ayrıca, “Edebiyat ve Sosyoloji”, ve “Yurdumuzda Edebiyat Sosyolojisiyle ilgili Araştırmalar” başlıklı makaleleri de Kösemihal’in mesele üzerine ne denli eğildiğini belgelemektedir. Cahit Tanyol edebiyatçılar (Yahya Kemal gibi) ve edebiyat üzerine yazılarıyla, Şerif Mardin roman ile toplumsal değişme ve batılılaşma arasında ilgi kuran yazılarıyla, Baykan Sezer bir edebiyatçı olan Kemal Tahir’den hareketle sosyolojik bir teori geliştirme girişimiyle, Sabahattin Güllülü Sanat ve Edebiyat Sosyolojisi (1986) başlıklı çalışmasıyla dikkati çekmiştir. Erol Güngör, yazıyı kendine önemli bir mecra olarak belirlemiş ve bu doğrultuda edebiyat ikliminde yer almıştır. Nurettin Topçu aynı şekilde bir düşünce ve edebiyat dergisi olan Hareket’i yayınlamış, dergide düşünce yazılarının yanı sıra edebi denemeler, öyküler ve yazılar kaleme almıştır. Onun Mehmet Akif adlı eseri gelişkin bir sosyolojik okuma olarak görülebilir. Diğer sosyologlar da edebi metinler üzerinde sosyolojik okuma yapmalarıyla alana katkıda bulunmuşlardır. Türkiye’de edebiyatın toplumsal/sosyolojik analizlerde bir kaynak ve temel birim olarak kullanan sosyal bilimciler arasında birçok isim sayılabilir: Sabri F. Ülgener, Halil inalcık, Kemal Karpat, Taner Timur, Orhan Okay, Sadık K. Tural, Kurtuluş Kayalı, Gürsel Aytaç, Berna Moran, Murat Belge, Jale Parla, Nüket Esen, Yıldız Ecevit, inci Enginün, Sadık K. Tural, Durali Yılmaz, Nurdan Gürbilek, Mehmet Tekin, Şaban Sağlık, M. Fatih Andı, Erol Köroğlu, Ramazan Gülendam, Duygu Köksal, Süha Oğuzertem, Mustafa Özel, Mehmet Narlı, Dursun Ali Tökel, Yavuz Demir, Sezai Coşkun, söz konusu isimler edebiyatı toplumsal bağlamda okumaya çaba göstermiş ve bu anlamda yetkin örnekler vermişlerdir. Bir iktisatçı olan Sabri F. Ülgener edebi metinlerin önemini vurgulamıştır. İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası adlı eserini (ki bu eser iktisadi inhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri adıyla 1951 yılında yayınlanmıştır) neredeyse edebi metin (şiir) çerçevesinde kaleme almıştır. Bir devrin zihniyetini, hayat tarzını, üretimlerini değerlendirmede sanat ve edebiyatın önemine değinmiştir. Ona göre sanat ve özellikle edebiyat, zihniyet araştırmalarında yeri ve önemi uzun söze hacet bırakmayacak kadar ortada, gözler önündedir. “Edebiyat ki, bir bakıma, sosyokültürel kişiliğimizin söz ve yazı halinde kendini dışa vurması demek; kâh kendisi ‘toplumu belirleyen’, kâh ‘toplumla biçimlenen’, fakat hangi suretle olursa olsun sosyal varlığımızı olduğu gibi aksettiren ifade ve sembollerin toplamı olarak önümüze seriliyor.” (Ülgener, 1981: 17). Halil İnalcık’ın Şair ve Patron -Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir inceleme- (2003) adlı çalışması da temelde edebiyat ile toplumsal alan arasında bağlantılar kurmakta ve sosyolojik okuma gerçekleştirerek bir edebiyat sosyolojisi çalışması örneğini temsil etmektedir. Kemal Karpat’ın Türk Edebiyatında Sosyal Konular (1962) adlı eseri edebiyat sosyolojisi çalışmaları arasında yer almaktadır. Taner Timur’un Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum, Kimlik (1991) başlıklı çalışması romandan hareketle tarihsel ve siyasal dönemlerin sosyolojik analizini gerçekleştirmektedir. Orhan Okay’ın Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi adlı eseri edebiyatçının tarihsel dönemi ve dönemin edebiyatçı üzerindeki etkisini araştırması bakımından dikkate değerdir. Sadık Tural’ın Edebiyat Bilimine Katkılar (1993) adlı eseri de edebiyat sosyolojisi bakımından önemli bir katkıdır. Türkiye’de edebiyat sosyolojisi ve sosyolojik okuma alanında birçok esere imza atmış çok sayıda yazar, eleştirmen ve edebiyatçıları da anmak gerekmektedir. Bunlar arasında şu isimler ilk elden zikredilebilir: Cemil Meriç, Ahmet Oktay, Fethi Naci, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Hilmi Yavuz, Oğuz Demiralp, Necati Mert, Enis Batur, Feridun Andaç, Ekrem Işın, Orhan Koçak, Hasan Bülent Kahraman, Veysel Çolak, Ömer Türkeş, Hüseyin Su, Ömer Lekesiz, Ali Galip Yener, Tuncer Uçarol, Cemal Şakar, Necip Tosun. Cemil Meriç, Hisar dergisinde seri yazılarıyla sosyoloji-edebiyat ilişkisini tartışmıştır. Ahmet Oktay’ın birçok çalışması sosyolojik okuma örneğidir. Sezai Karakoç’un kimi yazıları ve özellikle Mehmed Akif adlı eseri gelişkin bir edebiyat sosyolojisi örneği olarak görülmelidir. Diğer yazarların da birçok eseri aynı düzlemde değerlendirilmelidir. Sonuçta her üç grubun çalışmalarıyla edebiyat sosyolojisi (sosyolojik okuma) Türkiye’de belli etkileri gerçekleştirmiş girişimlerdir. Türkçeye çevirilen kitap ve makaleler, hem edebiyat sosyolojisinin hem de sosyolojik okuma çabasının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda Robert Escarpit, Georg Lukacs, Lucien Goldmann, Terry Eagleton, M. Bahtin, Tzvetan Todorov, Roland Barthes, Raymond Williams, Edward Said, Marshall Berman, Franco Moretti, Pierre Bourdieu, F. Jameson, G. Jusdanis ilk elden sayılabilir. Escarpit’in Edebiyat Sosyolojisi ilk yayınlanışından on yıl sonra Türkçe’ye çevrilmiş ve Türkiye’de uzun yıllar temel kaynak olarak varlık göstermiştir. Lukacs ve Goldmann’ın eserleri sosyolojik okuma yöntemine kaynaklık etmiştir. Gene T. Eagleton’ın kitapları ve M. Berman’ın Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, G. Judanis’in Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür adlı çalışmaları Türkiye’de dikkatlice takip edilmiştir. Türkiye’de edebiyat sosyolojisi çalışmalarının özellikle 1990’lı yıllardan sonra artış gösterdiği gözlenmektedir
13. SOSYOLOJİK OKUMA Sosyolojik Eleştiri Sosyolojik eleştiri, kendisini kurarken belli nitelikler kazanır; kökü Platon’a kadar giden mimetik sanat anlayışının edebiyat
eleştirisi alanındaki izdüşümü olarak temayüz eder. Sosyolojik eleştiri, edebiyatı kendi başına değil toplum içinde gelişen ve toplumun ifadesi olan bir durum/alan şeklinde tanımlar. Sosyolojik eleştiriyi kültürel eleştiri bağlamına yerleştirmenin yolunu arayan Templeton’a göre de sosyolojik eleştiri, eseri kendi sosyal bağlamı içinde gören bir edebiyat çalışması şeklinde tezahür etmektedir ve edebiyatı kültürün bir ifadesi olarak belirlemektedir. Sosyolojik eleştiri bir arka plan (background) araştırmasıdır; yazarın ve sosyolojik eleştirinin betimleyicidir. Edebiyat eseri hakkında bir değer yargısı belirtmeyen sosyolojik eleştiri, edebî ürünler arasında da bir ayrıma gitmez. Edebî ürünlerin neyi nasıl anlattıkları ve nasıl bir toplumsal ortama karşılık geldikleri sorunu, sosyolojik eleştirin alanını belirler. Sosyolojik eleştirinin bir tür okuma (sosyolojik okuma) olduğu söylenebilir. İki ayrı okuma gerçekleştirilir: iç okuma ve dış okuma. İç okuma çoğunlukla edebî metinlerin içeriklerinin çözümlenmesidir. Metin merkezli yapılan okuma daha çok anlatılan hikaye bağlamında dünya görüşü ve yaşam tarzı, bakış açısı, ideolojik arka plan ve hikayenin toplumsal yapı ile uyumu/uyumsuzluğu üzerinde yoğunlaşır. Edebî türler çerçevesinde gerçekleştirilen içerik analizi buna dahildir. Dış okuma ise edebiyat eserlerini, içlerinde bu eserlerle bunları üretenlerin ortaya çıktığı toplumsal koşullara bağlayan okuma biçimidir (Bourdieu, 1999: 9). Lukacs’ın sosyolojik eleştirinin temel bir hatası şeklinde gördüğü salt metin merkezli okuma eylemini (Moretti, 2005: 19-20) aşan, onu açımlayan, metnin dışını da (örneğin biçimi) okumaya dahil eden bir eğilimdir dış okuma. Robinson Cruso’yu kendisini bir adada yalnız bulan ve bu yalnızlıktan kurtulmak isteyen bir adamın hikayesi olarak okumak yerine uygarlık ilişkileri bağlamında yeni bir okumadan geçirmeyi teklif edebilir; Gülliver’in Seyahatleri’ni bir çocuğun seyahat hikayesi olarak değil de insan düşüncesinin bir hicvi şeklinde okumanın yolunu açabilir (Daiches, 1981: 362). Gerekli arkaplan araştırması olmaksızın eserin farklı okumalara tabi tutulması imkansız olacağından sosyolojik eleştiri bunun imkansızlığını ortadan kaldırmayı denemektedir. Sosyolojik eleştiri, edebî metni ‘iz bırakan insan faaliyetinin bir biçimi’ şeklinde okuma eğilimindedir. Metin kendi başına bırakılmaz ve sadece kendi gerçekliğinde değil diğer gerçekliklerle ilişkilendirilerek ele alınır, çözümlenir. Ancak E. Said’in yerinde belirlemesiyle, katı nedensellikle örtüşecek bir indirgeme yanlışlığına düşmeden bu ilişkilendirilme yapılabilir. Eleştiri Tarihinde Sosyolojik Eleştiri Sosyolojik eleştirinin başlangıcının Madame de Stael’e (1766-1817) kadar geri götürülmesi yaygın bir görüştür. Salonunu çeşitli siyasal eğilimdeki kişilere açan Stael, 1800 yılında yayınladığı Edebiyata Dair (De la litterature...) adlı yapıtında yeni bir çabayı başlattığını ilan etmektedir. Edebiyatın toplumla ilişkisini analiz etme amacına dönük olan eseri, “dinin, adetlerin, kanunların edebiyat üzerinde, edebiyatın da din, adetler ve kanunlar üzerinde ne gibi tesiri olduğunu incelemeyi” (Stael, 1997: 1) temel çıkış noktası olarak belirlemektedir. Stael’in açtığı yol 19. yüzyıla damgasını vuran pozitivizm çerçevesinde şekillenmiştir. Olgucu anlayışın baskınlığı sosyolojik eleştiriye de kendi rengini vermekte gecikmemiştir. Bundandır ki sosyolojik eleştiri kendisini sürekli olgucu/bilimsel eleştirinin içerisinde buldu. Abel François Villemain (1790-1870), Stael’e yakın bir eleştiri anlayışına sahiptir. Eleştiride nesnelliğin önemine dikkat çeker. Onun sisteminde “eser, doğuşuna sahne olan çevre, memleket ve uygarlıkların tahlilleriyle çözümlenebilen bir problemdir.” Bir eseri aydınlığa kavuşturmak için sadece edebiyatın toplumun törelerini yansıttığını söylemek yeterli olmayacaktır, aynı zamanda edebiyat görünümleriyle de topluma bağlı olduğunu göstermektedir Hippolyte Taine (1828-1893) tarafından sistematik bir yapıya ulaştırılan sosyolojik eleştiri, artık tam anlamıyla eleştiri yöntemleri kategorisinde yerini almıştır. Taine, sosyolojik eleştirinin en önemli kavşaklarından biridir ve olgucu (pozitivist) yaklaşımın sistemine damgasını vurduğu bir kişidir. Taine’in sosyolojik eleştirisinde üç kategorinin edebî metne etkisini belirleme çabası görülmektedir: ‘ Irk’, ‘çevre’, ‘an’ kategorileri. “Irk genellikle, mizaç ve fiziksel yapının damgasını vurduğu karakterlere bağlı olarak yaradılıştan itibaren var olan ve kalıtım yoluyla geçen ruhsal eğilimlerin tümüdür. Çevre, bir ulusun tabi olduğu şartların tümüdür ve geçmiş zamanın şimdiki zamanı itişi, bir ulusun evriminde düşüncesiyle vardığı nokta, kazanılmış bir içtepi olan an” (Carlaui-Fillox, 1985: 40) kategorilerinin belirlenmiş olması Taine’in edebî metne yaklaşımının sosyolojik ve tarihsel olduğunu belirlemektedir. Onun öncelikle gözünü çevirdiği yer, edebî metnin üretildiği ortamdır. Gustave Lanson’un (1857-1934) eleştirisinin sosyolojik ve tarihsel olduğu tartışılmaz. Edebiyata yaklaşımı eleştirisinin konumunu da belirler. “Her edebiyat eseri bir sosyal olaydır. Ferdin eseridir ama ferdin içtimai eseridir. Edebiyat eserinin ana özelliği, fertle toplum arasında bir bildirişim (communication) vasıtası olmasıdır” (Lanson, 1976: 9). Lanson’un eleştiri anlayışında üç temel vurgu izlenir: ‘Gerçekle ilgili zevk’, ‘araştırma’ ve ‘bireysel sezgiler’. Edebiyattan bir görev/işlev bekleme anlayışı baskın olan Lanson, edebiyattaki zevki ‘entelektüel zevk’ diye ayrı bir yerde konumlandırır. Marx, edebiyatın estetik/poetik işlevinden ziyade kavrama/idrak işlevini öne çıkarır. Marx’ın edebiyat yaklaşımının can alıcı yanı, biçim, yapı ve estetik yönlerine değil içeriğe ve özelde ‘karakter’e dikkat etmesidir. Edebî eserin karakterlerini ‘toplumsal-tarihsel bağlam’a yerleştirip okumayı denemektedir. Örneğin, Balzac’ın İnsanlık Komedyası ona göre bir tür ‘tarihsel doküman’ niteliğindedir. Diyalektik maddeci yöntemi benimseyen ve edebiyat eseri ile toplumsallık arasında kopmaz bir ilişki olduğuna inanan Lucien Goldmann (1913-1970)’ın çıkış noktası eserle yapı arasındaki ilişkinin çözümlenmesidir. Çözümlemede kavramsal araç olarak kabul edilen tarihsel ve sosyal bir olgu varsaymaktadır: dünya görüşü; belirli sosyal gruplarca oluşturulan
ekonomik ve sosyal ortam içinde bulunan kişinin düşünsel, duygusal ve eylemsel eğilimlerinin bütünüdür (Goldmann, 1980: 112). Goldmann’a göre büyük edebiyat bir toplumsal grubu temsil eder; düşünceler toplumsal koşullardan doğan ortak üretimlerdir ve toplumsal gruplar tarafından şekillendirilirler. Fransız Marksist eleştirmen Pierre Macherey, eleştiri kuramını oluştururken Lukacs ve Althusser gibi kişilerden etkilenmiştir. Edebiyat eseri ile geçeklik arasında ilişkinin varlığını kabul etmiş ve bunu ‘üretim modeli’ şeklinde açıklamıştır. Edebiyat eserinin en başta ‘kurgusal’ olma özelliğine vurgu yapar; eser bir ideolojinin açıklanması yahut yazarın biyografisi, aynası şeklinde görülemez. Ancak ideoloji gerçekliktir ve metne dahil olmuştur. Onu ideolojik sorunsala bağlayan bu yokluklar, eserin bu ‘söylemedikleri’dir. İdeoloji metinde sessizlikleriyle vardır. fiu halde eleştirinin görevi kendini metin ile aynı mekana sokarak zorunluluk sonucu söylenmiş olanın tamamlanması veya söylettirilmesi değildir. Tam tersine, eleştirinin işlevi, metnin tamamlanmamışlığı içine yerleşerek metni teorize etmek; metnin kimliğinin asıl ilkesini meydana getiren bu ‘söylenmemiş’lerin ideolojik gerekliliğini açıklamaktır”. Frankfurt Okulu (Eleştirel Teori) teorisyenlerinin sanat ve edebiyata yaklaşımlarında, mimetik sanat kuramı kadar (ve de ortodoks marksist gelenek kadar) net çizgil“Sanat, toplumsallığını içinde bulunduğu toplumu yansıtarak değil, onun içinde özerkliğini koruyarak ve onu sorgulama potansiyelini canlı tutarak” (Dellaloğlu, 2001: 50) kazanacaktır. Örneğin, Lukacs’ın edebiyat ve sanatı tamamıyla ‘yansıtma’ ve ‘bilgi’ olarak ele alma eğilimine karşı çıkan Adorno’ya göre sanat aktüel dünyanın negatif bilgisini içerir (Forgacs, 1991: 189). Frankfurt Okulu için sanat bir ‘ümit’e denk düşmektedir. Burjuvazinin ve kültür endüstrisinin elinde sanat bir körleştirme aracı olmuştur, ancak gerçek sanat statükoya direnmenin bir aracı olarak yeniden üretilecektir. Çünkü sanat son sığınaktır, son kaledir ve toplumsal körleştirmeye karşı durma misyonuna sahiptir. erle olmasa da, toplumsallığın göz önünde bulundurulduğu gözlenebilir. 14. TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİK OKUMA Türkiye’de Sosyolojik Okuma ve Eleştiri Sosyolojik eleştiri, edebî metni yorumlayan eleştiri yöntemlerinden biridir ve yöntemlerden bir yöntemdir. Her ne kadar ortaya çıkışında ve gelişiminde katı nedensellik görüşünün etkili olduğu tespiti yapılsa da, bu onun tekçiliğe oturmasını haklı çıkarmamalıdır; tıpkı diğer eleştiri yöntemlerinin de tekçiliğe yaslanmaması gerektiği gibi. Berna Moran ve Sosyolojik Eleştiri Moran’ın Türk toplumsal yapısını dikkate alarak bir eleştiri ve okuma gerçekleştirdiği söylenebilir. Gerek roman okumalarında gerekse genel edebiyat incelemelerinde toplumsal ve siyasal ortamı dikkatli bir şekilde vurgulamış olmakla edebiyat sosyolojisini önemsediğini göstermiştir. Edebiyatı kendi başına bir olgu olarak değil toplum ortamı paralelinde değerlendirmiştir. Bu yaklaşım tarzı, onun sosyolojik düşünce açısından yerini belirginleştirmektedir. Böylece Türkiye’de edebiyat sosyolojisi çalışmalarında özel bir konuma sahip olmaktadır. Edebiyat Eleştirisi Sosyolojik yaklaşımı belirgin bir şekilde önemseyen Berna Moran’ı sosyoloji için kıymetli kılan husus kuşkusuz yoğun bir şekilde ilgilendiği edebiyatı sadece kendi gerçekliği içinde değil, çevre ve ortam ile birlikte yani toplumsal süreçler eşliğinde anlamaya, okumaya ve açıklamaya girişmesidir. Edebiyat nedir sorusunun izini sürerek çeşitli tanım, kuram ve görüşleri harmanlamaktadır. Edebiyat kavramını işlev, içerik, anlam, tema, amaç ve biçim gibi kavramlar eşliğinde irdelemektedir. Edebiyat ile hakikat yahut gerçeklik arasındaki bağı yorumlamamakta, bunu çeşitli kuramlar etrafında tartışmaktadır. Kendine özgü, kendine has bir tanım yahut kuram geliştirmemekte, var olan yaklaşımları değerlendirerek edebiyatın doğasına ilişkin bir araştırma ortaya koymaktadır. Eleştirmen bir yargı ortaya koymaktan çok eseri açıklamak, yorumlamak suretiyle anlamını kavramaya yol açan ve eserin özelliklerini aydınlatan kişidir. Eleştiri yöntemlerine gözlük benzetmesi ile yaklaşan Moran, “incelediğim yapıtların özelliklerini, meziyetlerini ortaya çıkarmaya yarayacak yaklaşımları bulup uygulamaya çalıştım. Temelde sosyolojik yaklaşımlarla biçimci yaklaşımlar arasında gidip gelen bir yol aradım” (2004: 177) demektedir. Eleştiriyi küçümsenebilecek sıradan bir uğraş olmaktan çıkaran ve bilimsel bir uğraş alanı durumuna yükselten edebiyat adamlarımız arasında adı ön sırada anılması gereken Berna Moran’ın incelemesi de böyle bir çabayla yazılmıştır” Özellikle bir arka plan araştırması gerçekleştiren sosyolojik eleştiri, eserin ve yazarın belli bir toplumsal, siyasal ortam ve dönem bağlamında okunması gerektiğini dile getirir . Toplumu Romandan Okumak Moran’ın dahil olduğu çizginin daha net bir şekilde görülmesi hem de yeni çalışmaların hangi izi takip ettiğinin belirlenmesi bakımından yerinde olacaktır. Hemen ilk elden, Kemal Karpat’ın Türk Edebiyatında Sosyal Konular, Fethi Naci’nin Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Taner Timur’un Osmanlı-Türk Romanında Tarih Toplum Kimlik, Ahmet Ö. Evin’in Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi, Güzin Dino’nun Türk Romanının Doğuşu, Orhan Okay’ın Batı Medeniyeti Karşısından Ahmet Mithat Efendi, Durali Yılmaz’ın Roman Kavramı ve Türk Romanının Doğuşu, Romanımız ve İnsanımız ve Roman
Sanatı ve Toplum, Mustafa Miyasoğlu’nun Roman Düşüncesi ve Türk Romanı, Hilmi Yavuz’un Roman Kavramı ve Türk Romanı, M. Fatih Andı’nın Roman ve Hayat başlıklı kitaplarını, gene aynı çizgide yer alan Şerif Mardin’in ‘Tanzimattan Sonra Aşırı Batılılaşma’ adlı yazısını zikretmek mümkün. Bu ve benzeri çalışmalar, edebiyat ile toplumsal yapıyı paralel okumaya tabi tutarak, edebiyat sosyolojisi literatürüne dahil olmaktadır (Alver, 2006a). Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı üç ciltlik çalışmasıyla bu literatür içinde dikkat çekici bir şekilde yer bulmaktadır. Moran, bu eserinde Türk romanının başlangıç figürlerinden Ahmet Mithat’tan son dönem (1990’lı yıllar) romancılara kadar uzanan çizgiyi takip ederek, Türk toplumunun dönüşümünü analiz etmektedir. Farklı dönemlerin romanları ve romancılarını irdeleyen, romanların özellikle toplumsal ve siyasal arka planını dikkate alan Moran, okumalarında hem biçime hem de içeriğe önem vermektedir. Ne salt biçimsel ne de salt tematik bir okumayı tercih etmektedir; her ikisini de bütünlüklü bir sistem içinde değerlendirmektedir. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1’de Ahmet Mithat, Recaizade Ekrem, Halit Ziya, Hüseyin Rahmi, Halide Edip, Yakup Kadri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi romancılara ait Hasan Mellah, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Müşahedat, Araba Sevdası, Aşk-ı Memnu, Şıpsevdi, Sinekli Bakkal, Kiralık Konak, Yaban, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanlar; Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2’de Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi yazarların Kuyucaklı Yusuf, Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları, İnce Memed, Dağın Öte Yüzü, Kurt Kanunu, Devlet Ana, Tırpan, Tutunamayanlar, Aylak Adam, Anayurt Oteli romanlar; Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3’te ise Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Latife Tekin, Orhan Pamuk, Bilge Karasu gibi romancıların Şafak, Bir Düğün Gecesi, Sevgili Arsız Ölüm, Kara Kitap, Bir Cinayet Romanı, Kılavuz başlıklı eserler incelenmektedir. Burada vurgulanması gereken bir başka husus ise Moran’ın sadece roman incelemesi yapmadığı yani roman çözümlemesiyle yetinmediğidir. Roman dünyasının anlaşılması açısından gerekli olan toplumsal ve siyasal açıklamalar bir dönüşüm hikayesi şeklinde anlatılmaktadır. Türk romanını anlamak/anlatmak, öncelikle Türk toplumunun Batı etkisinde geçirmiş olduğu toplumsal ve siyasal değişimi kavramaktan geçmektedir. Moran’ın (1991a: 9) dikkatli bir şekilde vurguladığı gibi, Türkiye’de roman öncelikle Batılılaşmanın bir parçası olarak şekillenmiştir. Aslında hikayeden romana geçiş basit bir değişimi değil daha derinlerdeki bir süreci işaret etmektedir. Romanın seçilmesi bir anlamda yeni bir dünya görüşünün kabulü, yeni bir paradigmanın inşası anlamına gelmektedir. Yani roman, Batılılaşma ideolojisinin aygıtlarından biridir (Alver, 2000). Bundan dolayı özellikle ilk dönem Türk romanı, bir öğreticilik misyonunu üstlenmiş, bir tür akıl hocalığı vazifesi görmüştür. Evlenmeden kadına, cariyelik kurumundan züppeliğe, çalışma ahlakından okuma anlayışına kadar pek çok toplumsal sorunun adeta dili olduğu gibi çözüm alanı olmaya da heves etmiştir roman. Türk romancısı, zaman zaman yapmacık, süslü ve abartılı da olsa tezini dayatmaktan kendini alamamaktadır. Örneğin, Yakup Kadri’nin Yaban romanında sözü edilen öğelerin tamamı belirgin bir şekilde izlenebilmektedir. Katıksız bir tezli roman olan Yaban’da anlatıcı/romancı daha baştan yerini ve yaklaşımını belli etmiş, iyi-kötü ilişkisinde konumunu almış, üstten bir edayla konuşmaya başlamıştır. Bundan dolayı “Yaban’da vurgulanan temayı köylünün yalnızca olumsuz yönlerinin sergilenmesini ve yaratılmak istenen boğucu atmosferi ancak Karaosmanoğlu’nun ideolojisinin gereği olarak açıklayabilir ve diyebiliriz ki, romandaki köy gerçek Anadolu’yu temsil etmez; 1930’lardaki yönetici sınıftan bir aydın bürokratın kafasındaki Anadolu’nun simgesidir” Türk romanının pek çok düşünsel/siyasal/ideolojik akımın yansımalarını kaydettiği izlenmektedir. Batıcılık, Türkçülük, Marksizm, Liberalizm, İslamcılık, Kemalizm vb. siyasal akımlar, roman dünyasında karşılık bulmaktadır. Bu husus ise dönemsel ve siyasal tartışmaların roman tarafından yakinen izlendiğini göstermektedir. Moran, roman ve dönem ilişkisinde kimi siyasal gelişmelerin önemine işaret etmektedir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, 12 Mart muhtırası, İkinci Dünya Savaşı, Milli Mücadele gibi siyasal olayların, tüm toplumsal yapıda olduğu gibi edebiyat alanında da önemli değişmelerin vukuu bulmasındaki rolüne işaret etmektedir. Söz konusu siyasal gelişmeler Türkiye’de yeni bir dönemin simgesi olmuştur. Toplum eski yapısından biraz daha farklı yapı kazanmıştır. Moran’ın roman okumalarında öne aldığı bir başka husus ise ‘dünya görüşü’ yahut ideoloji meselesidir. Romancının belli bir dünya görüşünden, siyasal yaklaşımdan hareket ettiğini, dünyaya, hayata belli bir pencereden baktığını dikkatte alan böylesi bir tutum, romanın tematik ve biçimsel özelliklerinin net bir şekilde ortaya çıkarılmasına yol açmaktadır. Roman sosyolojisinin öncülerinden Lucien Goldmann’ın (1980: 112) ‘belli bir sosyal grubun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ortamda bulunan kişinin düşünsel, duygusal ve eylem eğilimlerinin bütünü’ şeklinde tanımladığı dünya görüşü, edebiyatın anlaşılmasında, yazarın konumunun belirlenmesinde merkezi bir öneme sahiptir. Türk romanında yaygın bir şekilde anlatılan hoca, öğretmen, züppe, mürebbiye, cariye, aydın, köylü, ağa, şehirli, işçi, bürokrat, asker gibi toplumsal tiplerin nasıl bir fiil ortaya koyacaklarını belirleyen temel husus, romancının dünya görüşüdür. Bundan ötürü roman dünyasının ve roman tiplerinin toplumsal ve siyasal konumlarının doğru bir şekilde yorumlanması, dünya görüşü ve ideoloji kavramlarını dikkate alan bir analize muhtaçtır. Moran, roman analizlerinde iki önemli kategoriyi temele almaktadır. Romanın hem dış yapı hem de iç yapı özelliklerini değerlendirmektedir. Ne sadece tematik bir okumaya ne de sadece biçimsel bir okumaya iltifat etmektedir. Her iki kategoriyi de iç içe kavramakta ve analizini o şekilde ortaya koymaktadır. Onu özgün kılan zannımca bu yönüdür. Romanın dış yapısını yani tematik yönünü belirleyen toplumsal, siyasal ve ekonomik etmenler ile romanın iç yapısını yani biçimsel
yönünü belirleyen edebî akımları, edebî tartışmaları mercek altına almaktadır. Sosyolojik eleştirinin önemli isimlerinden biri olan Lukacs, bu yönde önemli belirlemeler yapmaktadır. 1910’da ‘Edebiyat Tarihi Kuramına Dair Gözlemler’ başlıklı tebliğinde şu fikirleri dile getirir: “Edebiyat tarihinin getirdiği sentez, sosyoloji ile estetiği birleştirerek yeni bir organik bütünlük oluşturmaktır… Biçim sadece dolayımlayıcı bir unsur olarak, yazar ile alıcıyı birbirine bağlayıp edebiyatı toplumsal bir olgu haline getiren bir ilke olarak değil, biçimlenecek malzeme ile olan ilişkisi bakımından da sosyolojiktir. Lukas’ın bu görüşünün altını çizerek bize aktaran ve kendi eserinde ‘edebi biçimlerin sosyolojisi’ni okumaya girişen Moretti de (2005: 37) ‘biçimlerin tarihi ile toplumun tarihi arasındaki bağlantılar’ın ortaya çıkarılması gerektiğini savunmaktadır. Bütün bu belirlemeler, biçim arayışlarının ve tercihlerinin salt edebî kamuda değil toplumsal alanda da bir karşılığının olduğuna işaret etmektedir. Türk romanında biçim arayışlarının özellikle 1980 sonrasında yoğunlaştığı genel kabul görmüştür. Moran (1994: 49), sadece içerik bakımından değil, roman anlayışı bakımından da bu yıllarda Türk romanının radikal bir değişimden geçtiğini, bu geçişin ise hem toplumsal ve siyasal hem de yazınsal nedenleri olduğunu belirterek “1980 sonrası romanının göze çarpan bir özelliği ise yazarın toplumsal sorunlardan çok biçim sorunlarına eğilmesidir” şeklinde bir tespitte bulunmaktadır.