S e n O lsa y dın Ser isi-1
YI LD IZLA RA Gİ TMEK - H A Y Â LLE R -
Yazan: Sultan YILMAZ KARADAĞ Resimleyen: Mustafa SARAY Editör: Adnan GÜNEŞ
ANKARA 2019
B u hi k ây e s e r is in in k a h raman ları E lif v e E min karde şler! . . Elif , 8 ya ş ı n da v e bu y ı l i l k o ku l 2 . sın ıfa git me kt e , abisi E min ise, 12 ya ş ı n d a v e o r t a o k u l 2 y an i 6 . sın ıf ö ğre n c isi… Se n d e b u h i k ây ey i o ku rke n o n larla kimi zaman e ğlenecek, kimi z a m a n ü z ü l ec e k , ş aşırac ak, be lki kızac ak, kimi zaman da düş ü ne c e k , h a y â l e de c e k v e ke n din i o n ların ye rin e ko yacaksın. Baz e n ke n d i y aş adık l a r ın dan bir şe yle r bu lac ak, baze n a radaki far kl ı l ı kl a rı s o r gu lay a c ak s ı n be lki.
4
Hikâyenin satırlarını okurken bazen de “Sen olsaydın bu durumda ne yapardın?…” sorusuna cevap vermek üzere, “Böylesi bir durumda ben olsam ne yapar, ne hissederdim?...” diye düşüneceksin zaman zaman. Korkma! İnsanları anlamanın yolu, kendimizi onların yerine koymaktan geçer. Büyükler buna “Empati” diyorlar. Nasreddin Hoca ise, bunun biraz benzerine “damdan düşmek” diyor. Hani bilirsin, okumuşsundur; Nasreddin Hoca bir gün damdan düşer. Halk etrafına toplanır ve nasıl olduğunu sorar Hoca’ya. O da cevap verir; “Aranızda damdan düşen varsa onu getirin, damdan düşen hâlden bilir” der. Aslında Nasreddin Hoca’nın dediği her zaman mümkün değildir. İşte onun için biz, başkasının yaşadıklarını anlamaya çalışmak istiyorsak, kendimizi onun yerine koymayı deneyebiliriz. Örneğin; bir arkadaşımız düştüğünde ne yaşamış, ne hissetmiş olabilir? Gelin, ihtimâlleri birlikte düşünelim: - Canı yanmış olabilir. - Utanmış olabilir. - Kendisine gülenlere kızıp, öfkelenmiş olabilir. - Onu yerden kaldırmak için yanına gelen arkadaşının yardımseverliği onu memnun eder. - Sonradan yanına gelip, nasıl olduğunu soran arkadaşları olduğu için mutluluk duyabilir. Bu ve benzeri durumları aslında hepimiz yaşamışızdır. Önemli olan, kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak, bizim de başkalarına öyle davranmamızdır. İnsanlar bize saygı duysun istiyorsak, bizim de onların haklarına saygı göstermemiz gerektiği gibi… Gelin, Elif ve Emin’in hayatlarında yaşadığı olaylardan yola çıkarak hikâyemizin sayfalarını aralamaya başlayalım… 5
- Din donnnn , din donnnn!… - Geliyorummmm, tamaaaam!... Annesi hızla kapıyı açtı. - Hayırdır oğlum, bu ne telaş böyle? - Anne, öğretmenimiz güneş sistemi ile ilgili bir ödev hazırlamamızı istedi bizden. Broşür ya da maket şeklinde güneş sistemini anlatacakmışız… Bu sözlerle başlayan telaş, bir hafta boyunca devam etti evde. Önce Emin’in fikriyle, kırtasiyeden boy boy köpük daireler, küçük toplar alındı. Emin, bunları gezegenlerle ilgili resimlere bakarak guaj boyalar yardımıyla ilgili renklere boyadı. Sonra babasının önerisiyle bunlar, ortada duran uzunca ve kalın bir tele daha küçük tellerle sabitlendi. Ortada güneş ve etrafında da büyüklü küçüklü gezegenler kendi yörüngelerinde dizilmiş gibiydiler. Ama bu hâliyle sanki bir şeyler eksikti. Annesi de projeye fikir sundu ve bunlar zeminde ve arka planda bir köpük kartona sabitlendi. Üzerine de güneş sistemini gösteren renkli resimler ve yazılar eklenince her şey tamamdı. Bakın, beğendiniz mi bu küçük çaplı ödev projesini?
6
Emin, güneş sistemi ödevini hazırlarken, Elif birkaç yıl öncesine gitmişti. Hani, o yıldızlara gitmek istediği günler… Evet, yanlış duymadınız! Bundan 3 yıl kadar önce Elif’in hayâli, yıldızlara gitmekti. Gökyüzünü süsleyen o parlak yıldızlar, Elif’in de hayâllerini süslüyordu. Kimi geceler uykuya dalmakta zorlanınca annesinin, odasının tavanına ve yatağın karşısındaki duvara yapıştırdığı, karanlıkta parlayan fosforlu yıldızlarla avunurdu. Şehrin ışıklı sokaklarında gökyüzünde görmekte zorlandığı ama gitmek ve eliyle tutmak istediği yıldızlar, onun rüyalarını süslerdi. Bazen üzerinden kayar, bazen de yıldızların köşesine tutunur sallanırdı uzayın o uçsuz bucaksız boşluğunda… Hani, masallarda denir ya; “Günlerden bir gün…” diye. İşte, o misâl; günlerden bir gün, bir yıldız kayar gibi kayıp gideverdi Elif’in bu hayâli. Abisi Emin, okuldan gelir gelmez, o gün öğrendiği ve aslında biraz da şaşırdığı bir bilgiyi Elif’le de paylaşmıştı. Yıldızların, aslında bir ateş topu olduğunu söyledi. İşte, o an büyük bir öfke ve şakınlıkla, “Hayır, doğru söylemiyorsun, yıldızlar ateş değil!!!” diye karşı çıktı Elif abisine. Abisi, Elif’in neden böyle bir tepki verdiğine şaşırarak, bir yandan da cevap verdi: - Niye yalan söyleyeyim ki?... - Hayır ama bu doğru olamaz!... - Ama öğretmenimiz söyledi. Hem bana inanmıyorsan gel anneme soralım. Olan bitenden habersiz, içeride işlerine dalmış olan annelerinin yanına vardılar. Elif ha ağladı, ha ağlayacak… Abisinden önce Elif söze atıldı hemen: - - -
Anne, abim bana doğru söylemiyor… Neymiş o doğru söylemediği şey bakayım?... Diyor ki; yıldızlar bir ateş topuymuş…
Abisi Emin, konuşmanın tam da bu noktasında söze karıştı: - Evet anne, sen söyle, öyle değil mi? - İyi de, nereden çıktı bu konu şimdi durup dururken? - Bugün okulda öğretmenimiz söyledi. Ben de gelince Elif’e söyleyeyim dedim, işte böyle oldu. - Tamam, bir dakika, şimdi anlarız ne olduğunu. Sen gel bakayım kızım buraya…
7
Elif, artık gözyaşlarına engel olamayıp hafiften ağlamaya başladı. Ağlamaklı bir hâlde annesinin yanına geldi ve son bir umutla sordu: -
Anne, gerçekten yıldızlar bir ateş topu mu?
- Evet kızım öyle… Güneş gibi yıldızlar da aslında bir ateş topuna benzer. Yıldızlar bizden o kadar uzak ki, biz onları gökyüzünde parlak bir ışık gibi görürüz. Ama şimdi benim anlayamadığım, senin niye ağladığın?... -
Çünkü anne…
Sözün devamı gelmedi çünkü artık Elif daha çok ağlamaya başladı. Annesi, şaşkın bakışlar içinde kısa bir süre onun susmasını bekledikten sonra tekrar sordu: - Söyle bakayım şimdi bana, sen neden böyle ağlıyorsun? - Çünkü anne… Ben yıldızlara gitmek istiyordum. Onlar ateşse, ben oraya nasıl varayım?... - Ahhh benim canım kızımmmm… Aldığı cevap karşısında şaşırıp kalan anne, Elif’in hayâllerini süsleyen yıldızların “bir yıldız kayması” gibi adeta kayıp gidiverdiğini anlamıştı ama 5 yaşındaki bir çocuğa bunu nasıl anlatmalıydı?... Daha sonra ne mi oldu? Hikâyemize devam edeceğiz ama önce gel seninle biraz sohbet edelim…
8
Elif’in hâli üzdü mü seni?... Sen buna benzer şeyler yaşadın mı hayatında?... Elif’in yerinde sen olsaydın ve yıldızlara gitmek gibi bir hayâlin olsaydı, böyle bir cevap karşısında ne yapardın? Üzülür müydün sen de onun gibi?... Elif’in yanında olsaydın, ona neler söylemek isterdin?... Meselâ, sen abisi Emin olsaydın ya da annesinin yerinde olsaydın veya bu olayı sana anlattığı okuldaki arkadaşı olsaydın neler söylemek isterdin Elif’e?... “Aman canıııımmmm… ne var ki bunda ağlayacak?” mı derdin yoksa? Hani, kitabın girişinde “Başkalarını anlayabilmek için kendini onun yerine koymaya çalış” demiştik ya… İstersen en baştan kısaca tekrar edelim bu hikâyede okuduklarımızı: Elif 5 yaşında, yıldızlara gitmek isteyen, bunun hayâllerini kuran bir kız… Ancak abisinden öğrendiği bilgiye göre, yıldızlar aslında ateşmiş. Eee bu durumda yıldızlara yaklaşmak bile imkânsız… Yani hayâlleri yıkılmış. Hayâl dünyası işte, onu yargılamak bize düşmez. İnsan hayâllerinde istediğini yapamaz mı yani? Sâhi, sen hiç hayâl kurdun mu?... Hişşşttt! Sağa, sola bakma! Sana söylüyorum… Bu kitabı elinde tutan güzel çocuk… Sen, ara sıra da olsa hayâl kurar mısın? Hayâllerinde en çok neyi düşlersin? Meselâ, hayâl dünyanda bir arkadaşın yani hayâlî bir arkadaşın olmuş muydu daha küçükken?... Şimdi biraz daha büyümüş olabilirsin ama hayâllerimiz de büyür bizimle. Belki şimdi, küçükken kurduğun hayâllere ya da az önce Elif’in kurduğu hayâle gülüyor olabilirsin. Dedim ya; yaş ilerledikçe bizimle birlikte hayâllerimiz de büyür, gelişir ve değişir. Bugün de başka hayâllerin vardır. Meselâ; almak istediklerin ya da yapmak istediklerine dair hayâller… Bunları bazen gündüz hayâl ederiz bazen de gece rüyalarımıza girer. Böylesi anlarda, bir şeyin hayâlini kurarken heyecanlanıyor musun? Belki bazen nefesin kesilir gibi oluyor heyecandan, belki de sonra gülüveriyorsun çaktırmadan az önce hayâl ettiklerine… Hatta hayâl kurarken bazen kendi kendine konuşan da oluyormuş. Öyle duydum bir arkadaşımdan…
9
Geceleri başını yastığa koyduğunda, uykuya dalmakta zorlandığında hayâl kuranlar varmış meselâ. Kimisi de ödevlerini yaparken, arada dinlenmek için kısa bir süreliğine hayâl dünyasına dalarmış bazen. Aman, sakın ha, bunu okulda ders dinlerken yapma! Çok daha güzel anlar var hayâl kurmak için.
10
Hem, bir şey itiraf edeyim mi? Hani, şu kanat takıp uçan ilk insan… Neydi onun adı? Hatırladın mı? Hahh!... Hazerfan Ahmet Çelebi… İşte o, daha çocukluğundan itibaren uçmak üzerine hayâller kurarmış. Ama öyle boş boş hayâller, dalıp gitmeler değil bu. “Bir insan nasıl uçabilir, uçmak için neler lâzım, bu nasıl gerçekleştirilebilir?...” diye düşünür, araştırır, okur, kafa yorarmış bu konular üzerinde. Bir yetişkin olduğunda da bu fikirlerini gerçekleştirmek için uğraşmış. Yani hayâl aslında beraberinde okuma, araştırma, düşünme ve çaba demek anlayacağın. Bazen büyükler “Öyle boş boş hayâller kurma, hayal kuracağına bir şeyler yap!” derler ya… Aslında bunu anlatmak isterler.
11
Edison… Şu, ampulü icât eden kişi… O da çocukken bazen fazla hayâllere dalar, hatta öğretmeni, “Bu çocuk dersi dinlemiyor…” diye şikâyet edermiş ailesine. İşte onun için her şeyin yeri ve zamanı vardır. O da yıllarca uğraşmış, didinmiş ve binlerce deneyin ardından, sonunda hayâllerini süsleyen ampulü bulmuş. Sâhi, senin hayallerini neler süslüyor?...
12
Haa, bir de unutmadan Fatih Sultan Mehmet’ten bahsedeyim. Onu biliyorsun değil mi? İstanbul’u fetheden Osmanlı Padişahı… O da 21 yaşındayken İstanbul’u fethetmeden önce, daha çocukluğunda İstanbul’un fethi için hayâller kurmuş. Defter ve notlarında bu konuyla ilgili çocukluğunda yaptığı çizimler, bilgiler bulunmuş…
13
Hayâllere dalıp kalma ama sen de hayâl kurmaktan korkma sakın!... Ders dinlerken değil, birisi seninle konuşurken değil, hele yolda yürürken hiç değil… O zaman, “Kızım/ oğlum, aklın nerede senin?!... Yine hayâl dünyasında mı geziniyorsun?...” diye söylenenler olur sana. Meselâ, yatağa yattığında, derslerini bitirdiğinde, geriye kalan boş vakitlerinde hayâl dünyasının kapılarını arala. Kendin, ülken ve insanlık için faydalı olacağını düşündüğün hayâllerini hedefe dönüştürüp, onları gerçekleştirmek için çabala… Sana bir sır daha vereyim mi? Hayâl kurabilmek ve hayâlleri gerçekleştirebilmek için de çok okumak, araştırmak, düşünmek lâzım. Çünkü hayâl kurabilmek için de bilgiye ve bilmeye ihtiyaç var. Şaşırma ama bilim adamları, mucitler, dâhiler hayâl kuranlar ve bu hayâli gerçekleştirmek için çok çaba gösterenlerden çıkmıştır. Hadi bakalım, senin de bir hayâlin olsun… Hem biliyor musun? Kişi, hayâl etmediği şeyi arayamaz. Aramadığını da bulamaz. Bulsa bile farkına varamaz. Kişi, hayâl etmediği şeyi icât da edemez. Mûcitler, icâtlarını nasıl yaptı sanıyorsun? Okumadan, araştırmadan, gözlemlemeden ve tüm bunlar üzerinde düşünmeden kurulan hayâller, ne yazık ki boş hayâller olarak kalır. Ondan sonra da adın “hayâlci/ hayâlperest” olarak kalır. “Çık artık şu hayâl dünyasından, gerçeklerle tanış!...” diye sitem eder insanlar. Ama sen hayâllerini gerçekleştirmek için her türlü çabayı gösteriyor ve kendine inanıyorsan, bu kez de sana destek olur insanlar.
14
Sâhi, Elif’e ne oldu dersiniz? Geri dönelim mi kaldığımız yere? İstersen, en son nerede kaldığımıza bir göz at.. “Yok, buna gerek yok, ben hatırlıyorum” diyorsan ve yorulmadıysan kitaba devam et. (Kitap okumaktan yorulduysan eğer bak şimdi gözlerini kapatıp hayâller kurmanın tam da sırası…)
15
Elif’in annesi, o gün bir yandan akşam yemeği için hazırlıklar yaparken, bir yandan da o gün hayâl kırıklığı yaşayan ve bu sebeple çok üzülen kızı için özel yıldızlı kurabiyeler yapıyordu. Derken kapı çaldı. Babalarının gelme saatinde çocuklar koşarak kapıya gelirlerdi. O gün kapıyı açmaya sadece Emin geldi. - Hoş geldin babacığım!... - Hoş bulduk oğlum… - Hoş geldin canım!… - Hoş bulduk hanım… Hani benim kızım nerelerde bakayım? Elif, ağlamaklı odasına gitmiş ve yatağına uzanmıştı. Sabah, anasınıfı için de erken kalktığından uyuyakalmış olmalıydı. Babası odasına giderek; - Hani nerdeymiş bakayım benim güzel kızım?.. diyerek, onu yatağında görmüyormuş gibi etrafa bakınmaya başladı. Uyku mahmurluğunu üzerinden atmaya çalışan Elif, oyunun başladığının farkına vararak bir kahkaha atıp; - Bulamaz ki, bulamaz ki!... dedi gözlerini kısarak. Elif, oyuna eşlik eder de, babası oyunu devam ettirmez mi? - Hay Allah!... Nerede bu kız? Sesi geliyor ama kendi yok… dedi babası. Üzerinde boyama kitabı ve boyaların açıkta olduğu masanın altına eğilip baktı. Oyuncak bebeklerden en büyüğünü eline alıp ona sordu bu kez; “Hey sen, Elif’i gördüysen çabuk söyle bana!... Yoksa benimle saklambaç mı oynamak istiyormuş canı?” Bu sözleri duyan Elif, kikirdemeye başladı. - Şimmmmdiiii yakaladım seni!... diyerek hızla kapının arkasına baktı babası. “Hay Allah!... Burada da değilmiş…” Oyuna Emin de eşlik etti. - İşte baba, işte buldum!... Burada yatağın üstünde bir Şirîne var, sakın Elif olmasın?… - Dur bakalım, anlarız şimdi… diyerek bir dedektif edasıyla hızla yatağa doğru yaklaştı babaları ama birden durdu ve burnunu büzerek, “Ben şimdi onu kokusundan anlarım. Bakalım Elif kokuyor mu?...” dedi. Elif, saklandığı yorganını üstünden atıp, “böhhhh!...” yapınca, kendilerini iyice oyuna kaptıran abisi ile babası güya korkudan yere düşmüş gibi yaptılar. Elif’in kahkaha tufanı başlamıştı artık. Yatağın üzerinde kıkır kıkır gülerek ayaklarını karnına çeken Elif’i gören Emin ve ardından da babaları bu kahkahalara eşlik ettiler. Sonrasında ise halının üzerinde küçük bir gıdıklama seansı başladı bu kez baba ve çocuklar arasında. Tam bu esnada anneleri belirdi kapıda. Elindeki çorba kepçesini havaya kaldırmış sallıyordu; - Heeeeyyyy!... Ben kime diyorum deminden beri?!... Yemek hazır diye seslenip duruyorum mutfaktan ama sesimi duyan yok. 16
- Hem ses de kalmadı zaten artık. Birazdan sizin yerinize komşular gelecek yemeğe. Haydi bakalım, bu kadar şamata yeter, ellerinizi yıkayın da yemeğe gelin. - Tamam hanım, tamam! Yemeğe geliriz gelmesine de, sen hele şu kepçeyi bir aşağı indir. Babalarının korkmuş numarası yaparak söyledikleri bu söz, çocukları daha da güldürmüştü. Hep birlikte trencilik oynayarak lavaboda ellerini yıkadılar. Mis gibi bir sofra onları bekliyordu. - Hepimiz aç kurtlar gibiyiz. Sona kalan çürük elma olsun… diyerek koridoru yarıladı babaları. Anneleri o gün daha bir özenmişti bu akşam yemeğine. Çorbalar da koyulmuş, yemeğe başlanmıştı. - Aaaa!... Neyi unuttuk?... dedi anneleri. Besmele çektiniz mi? - Beniçimden söylemiştim… dedi Emin. - Eeee ben de… dedi Elif. - Ne bileyim, oyuna dalınca, ses de duymayınca unuttunuz sandım. - Senin güzel hatırın için bir daha çekeriz hanım, sen dert etme… Koro halinde bir besmeleye dönüştü sesleri. Yemek devam ederken babası Elif’teki durgunluğu fark etti. - Ne olmuş bakayım benim güzel kızıma? Erkenden, o vakitte neden yatmış? Neye üzülmüş benim kızım?... Elif suskun, Emin ve anneleri ise, cevabı Elif’e bıraktıkları için beklemede idiler. Babaları, adeta gözleriyle soruları sormaya devam ediyordu. Eğilip Elif’in kulağına bir şey fısıldadı. Elif daha önce babasına “Sen benim süper kahramanım, canım babamsın!...” demişti de, şimdi babası ona “Süper kahramanın meraktan gücünü kaybetmek üzere…” dedi göz kırparak. Elif, yine gözleri dolarak; -
Ya baba!... Yıldızlar bir ateş topuymuş… dedi ama ardından sustu. 17
Bu kez, anneleri devraldı sözü; - Babası, Elif’in bizim bilmediğimiz bir hayâli varmış; yıldızlara gitme hayâli… Ancak Elif, bugün yıldızların aslında bir ateş topu olduğunu öğrendi ve yıldızlara gitmesinin mümkün olmadığını öğrenince de çok üzüldü. - Hımmm… anlaşıldı… dedi babası. Ben de çocukken güneşi çok merak ederdim. Keşke çok yakınına kadar gidebilsem de, ne yakıyor da tüm dünyayı ısıtabiliyor, kendi gözlerimle bir görsem derdim. O dönemler bizim zamanımızda sobalar vardı. İçine odun, kömür atılırsa yanar, bizi ısıtırdı. Yoksa soğuyup kalırdı, biz de üşürdük tabii o zaman. Güneşe kim odun, kömür atıyor da bütün dünyayı ısıtacak kadar çok ve bitmeyen bir ateşi oluyor diye merak ederdim… - Eeee?… diye meraklı gözlerle ve dikkatle babasının söze devam etmesini bekledi Emin. - Bizim soba salonda yansa odaları, koridoru bile ısıtmazdı. Çok merak ederdim, nasıl oluyor da taaa uzaklardan yazın dünyanın her tarafını ısıtabiliyordu güneş. Soba gibi boruları da yoktu ki dünyaya kadar… diyerek söze devam etti babaları. Hep birlikte gülüştüler ve yine meraklı gözlerle dinlemeye hazır, babalarının yüzüne baktılar. - Tabii… bir de kış meselesi vardı. Kışın yaz gibi ısıtmıyordu güneş bizi. Bir yerlere mi saklanıyordu, odun- kömürü mü bitiyordu?... - Yaa… yok baba yaa!... diye güldü Emin. Sen de mi? - Evet, sende mi?... dedi anneleri. Biz daha yıldızların durumunu çözememişken, sen bir de güneşi kattın işin içine. Hem güneşi bilmem ama bizim ocak bir daha ısıtmayacak bu akşam yemeklerini. Hadi bakalım, önce soğutmadan yemeklerimizi bir yiyelim sonra çay içerken devam ederiz sohbete. Bu esnada hiç konuşmayan Elif, sanki biraz olsun rahatlamıştı. Öyle ya, babası bile bir zamanlar onun gibi şeyler düşünmüştü. Herkesin buna benzer düşünceleri olur muydu acaba? (Hey sen!... Senin şu an ya da geçmişte bu ve buna benzer soruların, merak ettiklerin olmuş muydu?)
18
- Ellerine sağlık anneciğim… - Afiyet olsun canım… - Ellerine sağlık anneciğim, kesene bereket babacığım… - Afiyet olsun canlarım benim!… - Afiyet olsun yavrularım… Aaaaa!... Ama bir şey eksik kalmadı mı? Bu yemeği yapana, bu yemeği yapmak için malzemeyi getirene ve o malzemeyi almak için çalışıp parayı kazanana teşekkür ettiniz ama asıl bu nimetleri verene şükretmeyi unuttunuz bu akşam. Yemek duası sırası kimdeydi?... dedi anneleri. Yemek duasının ardından herkes tabağını kaldırdı ve bir çırpıda yemek masası toplandı. Tam o sırada anneleri; - Eyvahhhh!... O kadar baktım, baktım, neredeyse son anda yakacaktım kurabiyeleri… diyerek telâşla fırına baktı. Neyse ki yanmamıştı kurabiyeler. - Az kalsın bizim hatun yıldız kurabiyeleri gerçekten ateş topu yapacaktı… Hep birlikte gülüştüler. Telaşla tepsiyi elinden kaydıran ve son anda tutayım derken de elini yakan anneleri; - Aman ha, sakın ellerinizi değmeyin, siz de benim gibi yanarsınız ha!... Yıldızlara gitmeye lüzum yok, yıldız kurabiyeler bile yakmaya yetiyor. - İlâhi hanım, güldürdün bizi!… - Hep sen mi bizi güldüreceksin?... Hadi bakalım, sohbete içeride devam eldim. Siz çay bardaklarını alıp içeri geçin, ben kurabiyeler biraz soğuyunca tabağa koyup geleceğim. 19
Elif ve Emin ellerini yıkayıp, odalarına geçmişlerdi. Emin, masadaki kitap ve defterlerini toparlayıp yarınki ders planına göre çantasını hazırladı. Elif ise, o gün anaokulunda yapmış olduğu çizgi ve boyama etkinliğini çantasından çıkararak masasının üzerine koydu. Anneleri, mutfaktan seslendi; - Var mı mis gibi kurabiye yemek isteyeeeeeennnn?... Haydi içeriye!... Kurabiye kokusu koridoru sarmıştı. Herkes anında evin salonunda toplandı. - Çaylar da hazıııırrrr!... dedi babaları. Besmeleyle ilk ısırıklarını aldılar kurabiyeden. - Valla nefis olmuş anne… dedi Emin. Ama ben şunu merak ediyorum. Babam güneşe gitmek istemiş, gidememiş. Elif de yıldızlara gitmek istiyormuş ama tabii bu mümkün değil. Ne olacak bizim ailenin bu hâli?... diyerek güldü. - Sen geç bakayım dalganı. Kendi küçüklüğünü unutmuş da, başkalarının çocukluk hayalleriyle dalga geçiyor. Hem sen hatırlıyor musun söyle bakalım? - Neyi anneciğim?... - 2-3 yaşlarında falandın. Balkonda oturuyorduk. O gece ay, tam bir dolunaydı. Sen de o aralar, bütün gün evde badi badi yürüyerek küçük topunun peşinde koştururdun. Ne yaptıysan topu atmışsın bir yerlere, ara ara bulamadık… Sen gökyüzünde parlayan dolunayı görünce; “Aaaa!. Anne bak buydum, bop!...” deyivermiştin. Ayı o haliyle bir topa, belki de o gün evin içinde kaybettiğin kendi topuna benzetmiştin. Anlayacağınız; biriniz yıldız, biriniz güneş, biriniz ay derken hepiniz gökyüzüne sevdalanmışsınız da birbirinizden haberiniz yok… -Bak, doğru dedin hanım… Biz göğe, bir de sana sevdalıyız… -Ooooo… dedi çocuklar, anneleri ve babaları arasında gözleriyle gel git yaparak. -Eeee bizim atalarımız da göğe sevdalıymış zaten, biz bu sevdayı atalarımızdan miras aldık… diye lafı değiştirdi babaları. -Nasıl yani? Atalarımız ne yapmış ki?... diye sordu Elif. -Bize yıllarca mûcitlerin, kâşiflerin, bilim adamlarının ve gök bilimcilerinin hep Batılı insanlar olduğu anlatıldı ama Müslüman Bilim Adamlarının varlığından kimse bahsetmedi. Meselâ siz Ali Kuşçu adını hiç duydunuz mu?... diyerek tek tek çocuklarının yüzlerine baktı babaları.
20
Hayır anlamında, iki yana başlarını salladı çocuklar. - Peki, Fatih Sultan Mehmet’i duydunuz mu? - Eveeeeeettt!... diye bu soruyu bir ağızdan cevapladı çocuklar. - Fatih Sultan Mehmet’i bilmez miyiz?... dedi Emin, İstanbul’u fethetti. - İşte, dedi babaları… Fatih Sultan Mehmet, bir bilim adamı, bir astronomi bilgini olan Ali Kuşçu’nun bilgisine hayran olmuş ve onu İstanbul’a davet etmiştir. Onun çalışmalarının ürünü olan eserleri yıllarca ders kitabı olarak da okutulmuştur. - Yaaaa!... öyle mi gerçekten?... dedi Emin hayretle. Peki niye biz bunu öğrenmedik? - Daha bilmediğimiz, bize öğretilmeyen o kadar çok şey var ki… Ne dersiniz, bazı akşamlar böyle konularda oturup hep birlikte konuşsak?... Bakın, bugün televizyonu açmadık ve güzel bir sohbete başladık. Herkes kendi bildiklerini paylaşsın, merak ettiklerini sorsun, hep birlikte araştıralım, üzerinde konuşalım. Haftada bir- iki kez de olsa bunu yapalım, eğer isterseniz tabii… dedi babaları. - Ama ben hiçbir şey bilmiyorum ki… Daha anasınıfına gidiyorum. Orada da boyama, çizim yapıyoruz, oyunlar oynuyoruz, şarkılar öğreniyoruz… diye boynunu büktü Elif. O esnada da elinde tuttuğu ve o gün okulda yaptıkları resmi uzattı babasına. - Zaten biz de bilim adamı değiliz ki kızım… Herkes paylaşmak istediklerini paylaşır. Sen de o gün okulda yaptıklarınızı anlatırsın, annen de o gün sabahtan akşama evde yaptıklarını… derken bir yandan kızının başını okşadı, bir yandan eşine göz kırptı. - Bana takılmadan da edemez zaten… diye güldü eşi. - Aaaa!... hem de kızım resmin sağ üst köşesinde kocaman bir yıldız almış öğretmeninden, bakın bakın!... diyerek resmi havaya kaldırdı babaları. Elif, hafifçe başını öne eğerek; - Öğretmen herkese istediği resmi verdi. Ben de yıldız olanını seçtim…dedi. - Eeee… Bugün okulda ben de yıldızlı pekiyi aldım… diyerek gülümsedi Emin. - Eeee… Ben de mis gibi yıldızlı kurabiye yaptım size!... diye elini ağzına götürerek güldü anneleri. - Ben de o güzel yıldızlı kurabiyeleri Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kurt gibi hammmm yaparak bir güzel mideye indirdim… dedi babaları. 21
Çocuklar, babalarının taklidi karşısında karınlarını tutarak koltuğun üstüne doğru eğilip, kahkahaya boğuldular. - Eveeeetttt çocuklarrrrr!… artık vakit geç oldu. Yarın Cuma, okul var. Uyku vakti geldi artık. Ama isterseniz ve sevdiyseniz yarın bu sohbete yine devam edebiliriz… dedi anneleri. - Emin, sana küçük bir ödev o hâlde…dedi babası. Yarın için yıldızlarla ilgili küçük bir araştırma yapalım. Vakti olursa annen de araştırır. Elif de yarın akşamki sohbet için bize yıldız resimleri yapar, boyar ve onları salonun kapısına asar. “Yıldızlar Geçidi” yaparız birlikte, ne dersiniz?... Hep birlikte “olur” dedikten sonra, kurabiyeler için annelerine, bu güzel ve keyifli sohbet için de babalarına teşekkür ettiler. Çocuklar hayırlı geceler deyip doğru lavaboya koştular. - Hayır!... önce ben!… - Hayır, ilk sıra benim!... Bu, yatmadan önce her zamanki çekişmeydi. Lavabonun başına ilk geçen, diş fırçasını önce alıp, dişini fırçalamaya başlıyordu. Işıklar sönünce ev sessizliğe ve karanlığa büründü. Sadece Elif’in yatağının üzerinde, tavana yapıştırılmış fosforlu yıldızların belli belirsiz ışığı kaldı. “Ooooffff…” diye iç çekti Elif onlara bakarak. Oysaki, annesinin tavana ve yatağın karşı duvarına yapıştırmış olduğu o yıldızlara bakarak kurardı her gece hayâllerini. Mâdem, yıldızlara gitmesi mümkün değildi, o hâlde bu gece hayâllere dalmadan uykuya dalabilirdi. ……… Gecenin sessizliğinde bir ses uyandırdı Elif’i uykusundan; - Hişşttt! Küçük kız!… Elif, sesin nereden geldiğini anlayamamıştı. - Buradayım, bu tarafa bak, yukarıya… Elif, başını yukarı kaldırır kaldırmaz gözleri kamaştı. Önce bir güzel gözlerini ovuşturdu. Ardından gözlerini tekrar açıp kapattı ve yukarıya bir kez daha baktı. Tavandaki yıldızlardan birinin diğerlerinden çok daha parlak, büyük ve sahici olduğunu fark etti o an. “Tavandaki yıldızların hepsi aynı değil miydi?...” diye düşünürken, az önce konuşan yıldızın kendisine göz kırptığını gördü. Ovuşturma artık gözlerini, bana bak!... diye tekrar göz kırparak seslendi tavandaki en parlak yıldız. - Sen gerçek değilsin ki… Annem geçen sene kırtasiyeden alıp, tavana yapıştırmıştı seni ve diğerlerini. 22
-- Tamam, ben gerçek bir yıldız değilim. Hem zaten her parlayan şey, yıldız değildir. Bazıları ışığını başka bir cisimden alır. Ay gibi meselâ… Ama gerçek yıldızları görmek istiyorsan, perdeyi arala ve gökyüzüne bak. - Ne yapıyorum ben, hayâl mi kuruyorum acaba?... diye söylendi Elif kendi kendine. Ama bu gece hayâl kurmadan yatacağım demiştim ya. Belki rüyadayımdır… diyerek yorganı iyice kafasına çekti. Tam uykuya dalmaya çalışıyordu ki, bu kez daha gür bir ses duydu. - Hişşşttt!... Elifcik, senin için uzak yollardan gelen bu misafirine bakmayacak mısın? Hızla yorganı üzerinden atıp, yatağında doğruldu Elif. - Siz de kimsiniz? - Ben Ali Kuşçu! - Ali Kuşçu mu?!!!... Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi Elif. Az önce yaptığı gibi yine iki eliyle gözlerini ovuşturdu. 23
- Yeter kız, gözlerin acıyacak… dedi gülerek karşısındaki farklı giyimli adam. - Siz, dün akşam babamın anlattığı kişi misiniz? Hani şu, neydi, ne bilimci?... - Gökbilimci, astronomi bilgini Ali Kuşçu!... Ta kendisi!... - Ama…ama… Buraya nasıl geldiniz? - Şimdi onu boş ver de, çabuk hazırlan, gidiyoruz! - Nereye???... - Yıldızlara!... - Yıldızlara mı?!... Ama yıldızlar bir ateş topu değil miydi? Oraya nasıl gidebiliriz ki? - Koca koca insanlar “Yıldız Savaşları” (Star Wars) diye filmler yapıp, o filmlerde, çizgi romanlarda, oyunlarda yıldızlara gidip, üstüne üstlük bir de orada savaşlar yapabiliyorlar da, biz yıldızlara gidelim deyince niye olmuyormuş ki? - Öyle mi, bilmem ki?... Hem nasıl gideceğiz yıldızlara? - Benim uzay gemimle? - Senin uzay gemin mi var?!.. - Aslında tam olarak benim değil. Fatih Sultan Mehmet Han ile birlikte tasarladık ve ürettik. - Yoksa yıldızları da mı fethettiniz?... - Aslında fetih sayılmaz bu, biz buna ziyaret diyelim. Eğer gelirsen seni de bekliyoruz. - Şeyyy bennnn… - Ama önce yıldızını seçmelisin. Gökyüzündeki yıldızlara bakıp, “İşte! Bu benim yıldızım…” demelisin. Adını da sen koy o yıldızın, senin yıldızın olsun. O esnada tüm ihtişamıyla uzay gemisi pencerenin önünde belirdi. Elif, koşarak camın önüne geldi. - Tamam, geliyorum ama daha önce yapmış olduğum bir resim vardı onu alayım… - Acele etmelisin… dedi Ali Kuşçu. Haydi, acele etmelisin!… Haydi acele etmelisin!… Ses tekrarlanıp duruyordu sanki. Birden yanağında bir sıcaklık hissetti. Ardından da bir öpücük… - Haydi kızım, acele etmelisin. Yoksa anaokuluna geç kalacaksın… diyordu annesi.
24
Annesine bakarak gülümsedi Elif. Bir yandan da bir rüya gördüğünden bahsetti annesine. Tam üstünü giyerken gece rüyasında aradığı resmi buldu halının üzerinde. Üzerine, “İşte bu, benim yıldızım!...” yazdığı, kocaman bir yıldız ve yıldızın tam ortasında da kendi fotoğrafının olduğu resim…
25
- Aaaa!... Bak bu resmi akşamki buluşma için salon kapısına asabiliriz… dedi annesi. Anaokulundan gelince de birkaç yıldız resmi daha yapıp, boyarsın. Haydi, kahvaltıya geçelim, geç kalma. Çocuklar okullarına, babaları da işe gitmişti. Anneleri, o gün evdeki işlerini çabuk bitirirse, dün, afişini gördüğü yakınlardaki konferansa yetişmek istiyordu. Geçenlerde bir komşusu da bahsetmişti; her şehirde bir sahabenin hayatı anlatılıyordu. “Hazır, sıra bizim şehire gelmişken bu fırsatı kaçırmayayım…” diye düşündü ve kahvaltı masasını toplamak üzere hızla mutfağa daldı. O sırada, Emin’in öğretmeni yoklama yapıyordu. Dün akşam, babasının yıldızlara dair vermiş olduğu ödev geldi aklına. “Bugün okul kütüphanesine gidip, kısa bir araştırma yapayım öğle arasında…” diye düşünürken, ismi okundu; - Emin Yılmaz!... - Burada!... - Mustafa Yıldız!... - Burada!... “Yıldızlar, sadece gökte kalmamış, soyadlarımızda bile ‘yıldız’ var” diye düşündü Emin. - Sultan Yıldız!... - Burada!... “Etrafımızı yıldızlar sarmış da haberimiz yok” diye kendi kendine güldü Emin. O gün Cuma olduğu için çıkışta bayrak töreni vardı. Öğretmen, tören öncesi sınıftan çıkmadan bir kez daha çocukları uyarma gereği hissetti. - Çocuklar, İstiklâl Marşı okunurken hazırolda, saygı duruşunda bulunmalıyız. İstiklâl Marşını söylerken de gözümüz bayrağımızda olmalı. Lütfen bunlara dikkat edelim… dedi ve tören için okul bahçesine çıktılar.
26
Emin, bayrağımıza bakarken kırmızı zemin üzerindeki beyaz renkli ay ve yıldıza baktı. Öğretmeni daha önce, bayrağımızdaki kırmızı rengin, şehitlerimizin kanını temsil ettiğini söylemişti. Yeryüzünde şehitlerimizin kanı üzerine gökten ay ve yıldızın gölgesi düşmüştü. İşte, bunu anlatıyordu bizim bayrağımız. Ay ve yıldız buna şahitlik etmişti. Ne kadar da anlamlıydı, değil mi?...
27
- Din donnnn, din donnnnn… - Geliyoruuuuummmm… Geldim, geldim!… Hoş geldiniz çocuklar! - Hoş bulduk anneciğim… - Hoş bulduk anne… - Hayırdır, sen bir yerden mi geldin?... diye sordu Emin. - Evet… dedi annesi, sahabe hayatlarıyla ilgili bir program vardı, oradan geliyorum. - Sahabe ne demek?... diye sordu Elif. - Yani, Peygamber Efendimizin arkadaşları… dedi Emin. - Peki, Peygamberimizin adı geçince ne diyorduk?... diye sordu anneleri ve kendi sorusunu kendi cevapladı hemen: “Aleyhisselâm yada sallâllahü aleyhi ve sellem…” Hadi bakalım, ellerinizi yıkayın da size yiyecek bir şeyler hazırlayayım.
28
Anneleri, mutfakta, çocuklar odadayken kapı çaldı. Gelen babaları olmalıydı. Çocuklar hep birlikte kapıya koştular. - Selâmün aleyküm! - Aleyküm selâmmmm… Bu, ne güzel kelâmmmm… dedi gülümseyerek Emin. Elif de çoktan babasının kucağına çıkmıştı bile. Eliyle babasının gözlerini kapatarak; - Sakın salonun kapısına bakma ama… Sürprizim bozulmasın…dedi. Ellerini yıkayıp hep birlikte mutfağa, yemeğe geçtiler. Bu akşam, herkes bir an önce yemeğini yiyip, salona geçmek istiyordu. Bu sebeple, konuşmalarını içeriye sakladılar. Hızlıca toplanan sofra ve bu kez ellerinde meyve tabaklarıyla tam salon kapısına doğru yönelmişlerdi ki, Elif; - Ama önce herkes gözünü kapatsın ve bir yıldız seçsin kendine. Hani dün akşam babam “Yıldızlar Geçidi” yapacağız demişti ya… Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. - Nasıl bir şey bu? Biraz daha anlatır mısın bize?... diye sordu annesi. - Meselâ, benim yıldızım sensin, seni seçtim!... Çünküüüüüü… Çünkü sen beni 9 ay karnında taşıdın, beni büyüttüüüün… dedi Elif. - Sen de benim yıldızımsın canım kızımmmm!… diyerek annesi Elif’i kucaklayıp öptü. - Peki, abi senin yıldızın kim?... diye sordu Elif Emin’e. - Benim yıldızım da babammmm… Çünkü o, her gün işe gidip, bizim için çalışıyor, yoruluyor. Canım babam!… diyerek babasına sarıldı. Emin, annesi ve babası üçü birbirlerine baktılar ve “şimdi!...” diyerek başlarıyla birbirlerine işaret verdiler. Üçü birden Elif’i gıdıklayarak sarılıp öptüler onu ve hep bir ağızdan; - - - -
Bizim yıldızımız da sensin, biz de seni seçtik!…dediler. Çünküüüü… sen bu evin en küçüğü, en sevimlisisin. Çünküüüü… sen bu evin neşe kaynağısın. Çünküüüü… sen bu evin tek kızısın.
Nihâyet, “Yıldızlar Geçidi” sona ermiş ve her biri sırayla, alkışlarla salon kapısından içeriye girmişlerdi. Salon kapısı da Elif’in o gün yaptığı yıldız resimleri ve renk renk, göz alıcı süslerle doluydu. 29
30
- Hadi bakalım, Elif üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirmiş. Sizler neler yaptınız bakalım?... diye sordu babaları. - Ben bugün sahabe hayatlarıyla ilgili bir konferansa gittim… dedi anneleri. Herkesi göz ucuyla süzdü. Kimse bir şey söylemeyince ardından devam etti sözlerine; - Peygamberimiz… - Aleyhisselâm… - Sallâllahü aleyhi ve sellem… diye ekledi çocuklar. - Aferin çocuklar size!... Evet, nerede kalmıştık?... Peygamberimiz Aleyhisselâm, ashabı için buyurmuştur ki; “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” - Ben de tam konuyla ilgisini soracaktım ki, sen konuyu yıldızlara getirdin ve bizi mest ettin… dedi babaları. - Aslında ben sadece Peygamberimizin bu sözünü paylaştım. Yıldızlar deyince, Sahabe Efendilerimizi yani Peygamberimiz sallâllahü aleyhi ve sellemin arkadaşlarını da hatırlayalım diye. - Valla şimdi bunun üstüne ne desek boş… Kaldık ayakta, geçip oturalım da konuşalım… dedi babaları. Hep birlikte meyveler soyulup yenirken, bir yandan da Emin, bugün okul kütüphanesinde aldığı notları açtı küçük not defterinden. Babası, gözündeki gözlüğünü burun ucuna doğru itekleyerek, tek kaşını havaya kaldırıp söze girdi; - Buyurun Emin Bey, bugün bizim için neler hazırlamıştınız acaba?... Şimdi de alkışlarla karşınızda Profesör Emin Beyyyy!... Alkış ve kahkahalar birbirine karıştı. Ayağa kalkıp, koltukların karşısındaki duvarın önüne geçen Emin, elini havaya kaldırıp sallayarak koca salon dolusu insana selam verdi adeta. Sonra yine alkışlar ve tebessümler eşliğinde tekrar oturduğu koltuğa geri geldi ve not defterini eline aldı. - Öhömmm öhömmm!… Öncelikle bu görevi bana verdiğiniz için çok teşekkür ederim sevgili ailem!... Emin’in bu giriş sözleri alkışlarla kesildi. Ardından, Emin konuşmaya devam etti; - Bugün bu ödevi hazırlarken Fen Bilgisi öğretmenime konuyu ve dün yaşadıklarımızı anlattım. Merakla beni dinledi ve gülümseyerek “Bütün aileye benden selâm söyle” dedi. - Ve aleyküm selâmmm… dediler hep birlikte.
31
- Yıldızları daha basit bir dille anlatan kitaplar bulmamda ve notlar almamda bana yardımcı oldu öğretmenim. Meselâ… Gökyüzündeki yıldızların her birini parlak birer nokta gibi görsek de aslında onlar, sandığımızdan çok daha büyükmüş. Pek çoğu, dünyamız büyüklüğünde birçok gezegeni içine alabilecek kadar büyükmüş hatta… - Ben dünyayı çok büyük biliyordum. Oysa yıldızlar gökyüzünde küçücük. Nasıl oluyor bu şimdi?... diye kafasını kaşıdı Elif. - Bak şimdi Elif, yıldızlar bizden o kadar uzak ki, uzakta olduğu için küçük görünüyor… dedi abisi. Elif’in o gün okulda yaptığı ve sehpanın üzerine bıraktığı resme uzanarak, oradaki ağaçları gösterdi: - Bu resimdeki çocuk büyük de, neden ağaçlar küçük? - Eeee… Çünkü çocuk yakında, ağaçlar uzakta da ondan. - Bak işte, normalde bir ağacın boyu, bir çocuğun boyundan daha büyük olur değil mi? Ama sen, çocuk yakında olduğu için onu büyük, ağaç da uzakta olduğu için onu küçük çizmişsin. İşte bunun gibi, yıldızlar da bizden çooooook uzaklarda olduğu için dünyadan bakıldığında küçük görülüyor. Oysaki, belki de dünyamızdan çok daha büyük… - Bravo!... Muhteşem bir anlatım!... diye alkışladı babası Emin’i. Anlayabildin mi Elifciğim? - Yaniiiii… Ben dünyayı en büyük sanıyordum. Yürü yürü bitmez… dedi utanarak Elif. - Evet, aslında doğru söylüyorsun kızım, dünya çoooook büyük. Ama neye göre?... Ona bakmak lâzım... dedi babası. Önündeki meyve tabağına uzandı. Yanındaki sehpadan da kuruyemiş kâsesini eline aldı. - Söyle bakalım fındık mı büyük, ceviz mi? - Tabii ki ceviz büyük. - Tamam… Peki şimdi söyle, ceviz mi büyük, elma mı? - Elma tabii ki. - Ama demin cevize büyük demiştin. - Evet, fındığın yanında ceviz büyüktü de ondan. - İşte, cevizin yanında da elma büyük… Meselâ, desem ki, abinin futbol topu mu büyük, yoksa elma mı?... Bu kez de top büyük diyeceksin. - Evet, yani dünyamız çok büyük ama güneşin yanında küçük… diye söze atıldı annesi. Bunu fırsat bilen Emin de katıldı söze;
32
- Güneşin de bir yıldız olduğunu biliyor muydunuz? Bunu da öğretmenim söyledi. Aslında güneş de bir yıldızmış. Üstelik, dünyamızdan çok çok daha büyük olduğunu bildiğimiz güneş, diğer bazı yıldızlara kıyasla orta büyüklükte bir yıldızmış. Ama dünyamıza biraz daha yakın olduğu için diğer yıldızlardan büyük görünmekteymiş. - Uffff yaa… Şimdi benim yine kafam karıştı. Güneş büyük mü, küçük mü?... diye söze karıştı Elif. Önce gülüştüler. Ardından babası girdi bu kez söze; - Haklısın kızım. Evet, kafan biraz karışabilir. Hani deminki örneği hatırla; fındık, ceviz, elma, top,… Neyle karşılaştırırsan sorunun cevabı ona göre değişir. - Durun, daha bitmedi! Kafanızı biraz daha karıştırayım… dedi Emin gülerek. Elindeki notlara bakarak sözlerine devam etti: Hareketsiz gibi görünse de aslında yıldızlar, uzayın içinde belli bir yöne doğru akıp gitmekteymiş. Ne kadar ilginç değil mi? Dünya dönüyor, güneş dönüyor, yıldızlar ve gezegenler ile onların uyduları ve diğer tüm gök cisimleri hareket halinde ama biz bütün bu olan bitene rağmen bu dünya üzerinde savrulmadan, uçmadan, düşmeden yaşayabiliyoruz.
33
- Neeee?!!... dedi Elif korku ve şaşkınlıkla. Ya kafamıza düşerlerse?!… - Hah hahh hahhh hahh… diye güldü Emin, olur mu öyle şey? - Niye olmasın ki? Aslında kardeşin bir noktada haklı… dedi babaları. Düşünün ki, siz teneffüse çıktığınızda bile kazara birbirinizle çarpışabiliyorsunuz. Ama dünya, gezegenler, yıldızlar hepsi uzayda uyum içinde. Keşke insanlar da yeryüzünde böyle olabilse… Peki bu nasıl oluyor? Bence onu düşünelim… - Dünya, güneş, gezegenler, yıldızlar hepsi ne kadar da muhteşem ve kusursuz. Tıpkı onları yaratan gibi… dedi anneleri. Öyle değil mi? Bizi, dünyayı, güneşi, ayı, yıldızları yaratan Yüce Rabbimiz, onların arasındaki düzen ve uyumu da yaratmış. İşte, o sebeple hiç karışıklık çıkmıyor. - Hah hahh hahhh hahh… diye güldü Emin, olur mu öyle şey? - Niye olmasın ki? Aslında kardeşin bir noktada haklı… dedi babaları. Düşünün ki, siz teneffüse çıktığınızda bile kazara birbirinizle çarpışabiliyorsunuz. Ama dünya, gezegenler, yıldızlar hepsi uzayda uyum içinde. Keşke insanlar da yeryüzünde böyle olabilse… Peki bu nasıl oluyor? Bence onu düşünelim… - Dünya, güneş, gezegenler, yıldızlar hepsi ne kadar da muhteşem ve kusursuz. Tıpkı onları yaratan gibi… dedi anneleri. Öyle değil mi? Bizi, dünyayı, güneşi, ayı, yıldızları yaratan Yüce Rabbimiz, onların arasındaki düzen ve uyumu da yaratmış. İşte, o sebeple hiç karışıklık çıkmıyor. - Hepsi kendi yörüngesinde, işinde, gücünde, kavgasız, gürültüsüz hayat var olduğundan bu yana mükemmel bir şekilde görevlerini yapıyorlar… dedi babaları. Meselâ güneş, hiç “Ben bu sabah doğmayacağım…” demiyor. Gezegenler, “Ben bu yolu, yörüngeyi beğenmedim, sıkıldım artık. Bundan sonra diğer gezegenin yörüngesinde yola devam edeceğim…” demiyor. Yıldızlar da adına “yıldız, pop star,…” koyduğumuz sanatçılar, aktristler gibi havalara girmiyor üstelik. Buna rağmen olanca ihtişamıyla gökyüzünde parlamaya devam ediyorlar. Boynunu hafifçe eğerek, pembeleşmiş yanaklarıyla; - İşte ben çok seviyorum bu yıldızları… dedi Elif. Ne kadar da akıllı ve uslular!... Son cümle herkesi güldürmeye yetmişti. - Biz de sizi çooook seviyoruz yavrularım!... dedi anneleri. Babaları duvarda asılı olan saate baktı. Gerçi yarın hafta sonuydu ama zaman da hayli ilerlemişti. - Eeee?… Neler var bakalım başka notlarında “küçük araştırmacım”?... diye takıldı babası Emin’e. - Neye göre büyük yada küçük?... diye göz kırptı Emin babasına. - 34
O halde düzeltiyorum; benim oğlum da, kızım da büyük bilim insanları olacaklar bu gidişle. Baksanıza, daha bu yaşta, onlarla oturmuş neyi konuşuyoruz, değil mi hanım?... - Eeee… doğruya doğru!... dedi eşi. Emin, koltuğundan kalkıyormuş gibi yapıp, kendini toplayarak notlarına baktı. - Uzayda o kadar çok yıldız varmış ki, bu sayıyı okumak bile çok zor. Bilim adamları bunu “10 üzeri 22 sıfır” olarak hesaplanmış. Yani, 10 yazıp, yanına 22 tane daha sıfır koyacaksın. İşte, o kadar sayıda yıldız var. - Üffff… Ben zaten o sayıyı okuyamam ki… dedi Elif. - Sen değil, kolay kolay hiç birimiz o sayıyı okuyamayız, sen merak etme kızım… diye göz kırptı babası Elif’e. - Birisine, “Seni yıldızlar kadar çok seviyorum” dediğimizde, bu söz işte bu kadar büyük olacak o zaman… diye atıldı söze anneleri. - Seni yıldızlar kadar çok seviyorum hatun… - Ben de hepinizi yıldızlar kadar çok seviyorum… diye tek tek herkese sarıldı anneleri.Emin, tekrar toparlanıp, sözlerine devam etti; - Yıldızların sayısını anlamakta zorlananlara, bilim adamlarının yaptığı bir çalışma sonucunu söyleyeyim. Şimdi sıkı durun, hazırsanız söylüyorum: Evrendeki tüm yıldızların sayısı, dünyadaki bütün kumsallardaki kum taneciklerinin sayısından daha fazlaymış!... - Nasıl yani?... Yıldızlar, kumlardan daha mı çokmuş?... diye hayret ve şaşkınlıkla abisinin gözlerinin içine baktı Elif. - İnanamadın değil mi? Evet Elifciğim, evrendeki tüm yıldızların sayısı, dünyadaki bütün kumsallardaki kum taneciklerinin sayısından daha fazla. - Bir şey daha; insan doğar, büyür ve ölür ya... İşte, tıpkı insanlar gibi yıldızlar da doğar, büyür ve ölürmüş. Ama tabii onların yaşamları çooook çoooook uzun sürüyormuş. - - - -
Yaa abi, sen bunları nereden öğrendin? Kitaplardan ve öğretmenimden… Öğrendikçe kafan karışmadı mı? Eee biraz karışıyor tabi…
35
Abi- kardeşin sohbetini anneleri böldü;
- Bence bugünlük bu kadar bilgi yüklemesi yeter. Yoksa kafamız patlayacak… diye gülerek, iki eliyle iki yandan kafasını tuttu. - Anneniz haklı… dedi babaları. Böyle giderse, birazdan gözümüzün önünde yıldızlar uçuşacak. Hep birlikte güldüler. Tam da bu sırada birden ayağa kalkan Emin; - Hani, çizgi filmlerde yere düşen ya da başını çarpan birinin başında veya gözünün önünde yıldızlar uçuşur ya… O neden olur peki?... diye sordu. - Eee o kadarını da bilmiyoruz artık ama büyük ihtimalle yere düşen kişinin gözlerini açtığında görmesi mümkün olan şey, gökteki yıldızlardır. Tabii geceyse… Ondan olabilir belki… diye işaret parmağını alnına götürdü babaları. Ha, bir de düşmenin ya da çarpmanın etkisiyle gözleri kamaşmış olabilir. O da gözünün önünde belli belirsiz uçan şeyleri yıldıza benzetmiştir. - Aman da ne güzel düşünürmüş benim eşim!... Çocuklarım da ne güzel araştırma yapar, sohbet edermiş!... dedi anneleri. - Son bir şey daha!... dedi Emin; yıldızlar, en genel anlamıyla bir ateş topu misâli oldukları için hem sıcaklıkları çok fazla hem de bizden çooook çooook uzaktalar. Eeee böyle olunca da, bugünkü teknoloji ile şu an için yıldızlara gitmek mümkün değil. Hatta insansız uzay araçlarıyla bile ancak belli bir mesafeye kadar yıldızlara yaklaşılabilir. En ısıya dayanıklı sistemlerin bile eriyip gidebileceğini gözümüzde canlandırabiliriz. Benden bu kadar!.. dedi ve elindeki not defterini karşıdaki koltuğun üzerine fırlattı. - Eee daha ne olsun?... diyerek, ayağa kalkıp oğullarını alkışlamaya başladı babaları. Bu alkışlara anneleri ve Elif de eşlik etti. - Bizim için bu konuda araştırma yapan Emin’i tebrik ediyoruz ama bir de hayâllerinde yıldızları barındıran ve yıldızları bu kadar çok severek bizim de bu konuyla ilgilenmemize vesile olan Elif’e de çoook teşekkür ediyoruz!... dedi anneleri. Haydi bakalım, artık toplanalım. Bu gece uykuya dalmadan koyunlar yerine bol bol yıldızları sayarız herhâlde. Rüyamızda da yıldızlar mı yeryüzüne iner, biz mi gökyüzünde onları ziyarete gideriz?... Orasını bilemem artık. Yeni bir kahkaha tufanı eşliğinde, bir yandan da etrafı topladılar. Salonun ve bir müddet sonra da evin bütün ışıkları söndü. Ay ve yıldızların eşlik ettiği bir gece daha başlamıştı… 36
37
O günün sabahında ise, güzel bir Cumartesi kahvaltısında Elif, o gece gördüğü harika rüyayı anlatmıştı büyük bir sevinç ve heyecanla… Yıldızlara gitmiş, oradan dünyayı seyretmiş, sonra da anne, baba ve abisine el sallamıştı göz kırparak. Bir de eliyle kalp yapıp atmıştı, “Sizi çok seviyorum” diye… Gerçekleşmesi mümkün değilmiş diyorlar ama olsun, rüyası bile güzelmiş yıldızlara gitmenin. Hem, zaman ne getirir bilinmez ki, öyle değil mi?... İşte o sabah, annesi dedi ki Elif’e; - Unutma kızım, en büyük yıldız senin içinde. O hayalleri kuracak olan yine sensin. Kurduğun her hayalde, içindeki yıldız seninle birlikte parlamaya devam edecek!... Bu sözler karşısında, Elif’in gözlerinin ışıltısı görülmeye değerdi… Gözlerini kısarak, gece gördüğü rüyasında bir köşesine oturup, dünyayı seyrettiği yıldıza doğru kayıp gitti Elif, hayâl dünyasının sonsuzluğunda…
38
Abisi Emin’in güneş sistemi ile ilgili hazırlamış olduğu ödev, onları 3 yıl öncesi yaşamış oldukları bu olaya götürmüştü. Ama iyi ki de öyle olmuştu. Çünkü bu vesileyle hem keyifli akşam sohbetleri başlamış, hem de yeni yeni şeyler öğrenmişlerdi. Aslında bu hayâli kuran sadece Elif olmamış. Bilimkurgu filmlerde yıldızlara gidilmiş, fantastik kitaplarda yıldızlar arası savaşlar yaşanmış, çizgi filmlerde yıldızlara yolculuk yapılmış ve bilgisayar oyunlarında bile yıldızlarla puanlar kazanılmış… İnsanoğlu, hep böylesi hayâller kurmuş. Kim bilir, belki senin de buna benzer hayâllerin vardır. Hemen her çocuk, hayatının bir döneminde astronot olmayı düşünmüştür meselâ. Çünkü gökyüzü ve uzay gerçekten ilgi çekicidir. Sık sık başınızı kaldırıp gökyüzündeki yıldızlara bakın. Tabii şehrin ışıklarında onları görmeniz mümkün olursa eğer. Biz, şehirlerde yıldızları göremesek de, ışık ve aydınlatmanın az olduğu yerlerde, başınızı gökyüzüne kaldırıp baktığınızda, yıldızların sayamayacağınız kadar çok olduğunu göreceksiniz. Ve çocuklar, şunu sakın unutmayın ki; biz görsek de, göremesek de yıldızlar hep gökyüzünde!... Seninle bu kitaptaki yolculuğumuzun sonuna doğru geliyoruz. Yıldızlara gitme hayâli, şu an için, şu anki imkân ve teknolojiyle mümkün olmasa da, sen de tıpkı Elif gibi, yıldızlara bakarak hayâller kurabilirsin. Kim bilir, kurduğun ve kurarken de mutlu olduğun her hayâlinde senin için bir yıldız göz kırpar belki de… Annesinin de Elif’e söylediği gibi: “UNUTMA, EN BÜYÜK YILDIZ SENİN İÇİNDE!… O HAYÂLLERİ KURACAK OLAN YİNE SENSİN. KURDUĞUN HER HAYÂLDE İÇİNDEKİ YILDIZ, SENİNLE BİRLİKTE PARLAMAYA DEVAM EDECEK!…” Yıldızınız hiç sönmesin güzel çocuklar!... Güzel hayâlleriniz hiç bitmesin!... Yüzleriniz hep gülsün inşallah!... SULTAN ABLANIZ… 39