Artı-değer kaldığı yerden devam ediyor. 2009 yılında fakültede tartışmak, anlamak; üniversitelerin değişen yapısından, işleyişinden rahatsız olan öğrenciler tarafından harekete geçmek için çıkarılmıştı. Bu üniversiteye iktisat alanında bir şeyler öğrenmek için gelen öğrencilerin bir araya geldiği; okula gelip tartışmadan, kullanılmayan iktisadi teorileri ezberleyip güncelle bağlantısını kuramadan kariyer sertifikaları peşinde koşan öğrencileri rüzgarın savurduğu yerlerden çıkarıp,dünyayı ve ülkeyi daha iyi anlamak ve sorgulamak için kaldığımız yerden devam ediyoruz. Krizin teğet geçmediğini, işsizliğin gün be gün arttığını, her şeye zam gelir enflasyon artarken maaşların yerinde saydığını biliyoruz. Batak oynamak, ders sonrası kafelerde zaman öldürmek yerine oturup yazmayı denedik. Bu ülkenin aydınlanmacı, kamucu ve kalkınmacı iktisatçılara ihtiyacı olduğunu bilerek...
Bu Sayıda
Artı-Değer Aralık 2011 Sayı 6
Ücretsizdir
İktisat Fakültesinin 75. Yılı
Kutlu Olsun (!)
İktisat fakültesi 14 Aralık 1936’da kurulmuştur. Kuruluşunda Avrupalı, özellikle de Alman bilim adamlarının önemli katkıları vardır. Ord. Çatırdamakta olan AB’den, Prof. Umberto Ricci, Ord. Prof. Joseph Dobparmak ısırtan ekonoretsberger, Ord. Prof. Wilhelm Röpke, Ord. Prof. Fritz Neumark gibi Avrupa’da Hitler namimizden ve gerçekte zizminden ve Mussolini faşizminden kaçarak asla olamayacak” olan ülkemize sığınan bilim insanları kuruluş aşaKafka’nın davasından bah- masında görev almışlardır. İktisat Fakültesi’nin kuruluşuna katılan Avrupalı aydın bilim insansediyoruz. Sizleri de biraynı zamanda Türkiye’nin o yıllarda göslikte tartışma ve üretmeye ları, terdiği kalkınma ve uygarlık çabalarına da katçağırıyoruz... kı sağlamışlardır. İktisat Fakültesi 50’li, 60’lı, hatta 70’li yıllarda modern iktisadı öğreten hemen hemen tek kurumdu. Fakültemiz iktisat eğitiminin İletişim Türkiye çapında yayılmasına büyük katkı sağlayacak iktisatçıları ve akademisyenleri yetişÖneri ve görüşlerinizi tirmiştir; Cavit Orhan Tütengil, Sencer Divitpaylaşmak veya fanzine çioğlu, Gülten Kazgan, Haydar Kazgan, Türkel katkı koymak için; Minibaş, İzzettin Önder ve daha birçokları... Bu değerler yalnızca iktisadi ve sosyal alandaki bilimsel konularda değil; Türkiye’nin iktisat-fanzin@ geçirmekte olduğu süreçlerde de fikirleriyle googlegroups.com toplumda etkili olmuşlardır. Bu çok doğaldır çünkü üniversiteler toplumların sosyal, siyasal, iktisadi ve kültürel gelişmelerinde üzeradresinden bize lerine önemli görevler düşen kurumlarıdır. ulaşabilirsiniz. Günümüze geldiğimizde ise 1980 darbesi ve sonrasındaki değişim ile birlikte her üniversitede olduğu gibi üniversitemizde de eğitim anlayışının değişmiş olduğunu görüyoruz. Küreselleşme ve yeni dünya düzenine uyum adı altında birçok kavramın içi boşaltılmış, üniver-
siteye emek vermiş birçok değerli hoca siyasi sebeplerden okuldan ayrılmışlardır. Bugün fakültemizin 75. yılını kutlarken; eğitim sisteminin, kuruluş yıllarındaki duruşundan ne kadar uzaklaştığını görüyoruz. Artık iktisat kavramının bilim olarak incelenmesinden, bu dala derinleşilmesinden çok; sürekli rekabet halinde, piyasaya hakim, yalnız ve bencil bireyler yetiştiriliyor. YGS ile başlayan koşu maratonu hızla devam ediyor. Hocalar ile öğrenciler arasındaki bağlar da gitgide zayıflıyor. Öyleki fakültenin kuruluş kutlamalarına öğrenciler alınmamıştır. 75. yılın kutlandığı gün okulun çevresi abluka altına alınmıştı. Çevik kuvvet, özel harekat timleri ve sivil polislerden oluşan bir ordu vardı. Okulun böyle işgal edilmesinin sebebi fakülte kutlamalarına gelen Cumhurbaşkanıydı. Kendisi öğrencilik yıllarında, 1969 yılında, İstanbul’a gelen ABD 6. Filosunu kıble kabul eden Milli Türk Talebe Birliği üyesiydi. ABD filosunu denize döken emperyalizme karşı mücadele eden ilerici öğrenciler tarafından MTBB üyesi Abdullah Gül okula alınmıyordu. Öğrenci olarak giremediği amfiye öğrencileri almadı; sadece akademisyenlere konuştu. Bu kutlamada öğrenciler yoksa, konuşmayacaksa, ben ne yapayım burada diyemeyenlere; sadece alkışlayanlara... Siyasi atmosferle uyumlu halde olan fakülte ve üniversite yönetimi tarafından Cumhurbaşkanına plaketler art arda verildi. Cumhurbaşkanına plaketler yağdırarak kutladık fakültemizin 75. yılını; değerli hocaların emeğine, üretimine, bıraktıklarına sahip çıkmayarak..
Parmak Isırtıyoruz Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) tarafından Türkiye’nin yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 8.2 büyüdüğü ve büyümede dünya ikincisi olduğu açıklandı. Peki bu büyüme nasıl oluyor? İşsizlik artıyor , enflasyon oranı sürekli artıyor, kişi başına yaklaşık yüzde 70 oranında dolaylı vergi alınıyor (kazanılan paranın yarısından fazlası vergiye gidiyor) ve biz büyüyoruz. Cari açık yılın ilk 10 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 93.9 oranında, 31 milyar 512 milyon dolar artarak 65 milyar 57 milyon dolara ulaşır, asgari ücret artmazsa , özelleştirme ve ihaleler hız kesmeden ilerlerse; Türkiye ekonomisinin kaderinin dış dünyadan gelen kaynak akımlarına teslim edilir, kıdem tazminatı iç edilir, emek piyasasının daha da esnekleştirilmesi gündeme gelir, Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamu çalışanlarının aynı unvan ve kadroda bulunanların ücretleri arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmaya yönelik olduğu ifade edilip, kamu çalışanları arasındaki ücret dengesizliğinin ek ödemeler yoluyla giderileceği belirtilip genel müdürlere ek ödeme yapılıp; öğretmenler,emekçiye, devlet memurlarına ek ödeme yapılmazsa, çok güzel büyürüz. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz gün kamuoyuna açıklanan “Eşitsiz mi gelişiyoruz? Son 20 yılda yoksulluk ve gelirlerdeki değişimler konusunda yeni kanıt” başlıklı raporda yer alan veriler tüm dünyada zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun giderek derinleştiğini ortaya koyuluyor. Raporda Türkiye de gelir adaletsizliğinde ABD, Meksika ve İsrail gibi ülkelerle birlikte
son sıralarda yer aldığına değiniliyor. Bu da Türkiye büyürken halkın nasıl yoksullaştığını gösteriyor. Ayrıca ekonomi büyürken kredilerin yüzde 39 oranında artması iç talebin nasıl ayakta tutulduğunu gözler önüne seriyor.Bu demek oluyor ki insanlar ya kredi kartı kullanarak ihtiyacını karşılıyor ya da bankalardan kredi alarak. Bir yandan da AB’deki krizden Türkiye’nin etkileneceği yakındır. Ekonomi bakanımız Zafer Çağlayan bu büyümemizi parmak ısırtıyoruz diye anlatırken, biz parmaklarımızı ısırtan diğer haberlere bir göz atalım. Şehir Üniversitesi Rektörü Gökhan Çetinsaya’nın yeni YÖK başkanı olarak atandı. Kendisi Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu’na çok yakın, aynı zamanda Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı ve cemaatin alternatif oluşumu olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na üyedir. Eski YÖK başkanımızda Abdullah Gül’ün başdanışmanı olacak ve ödüllendirilecekmiş. Üniversitelerin yapısının tamamen değiştiği günlerde böyle haberlere çok alıştık, yeteri kadar parmak ısırmadık diyorsanız; Ortadoğu’da yoksul halkın isyanının emperyalist müdahale ile manüpüle edilmesi, iktidarın ABD kumandasında değişmesine, böylece halkın sömürülmesinin kolaylaştırılmasına, halk devrimi diyenlerin; Yunanistan’da halk ayaklanmaları, grevler devrime göz kırparken; Ortadoğu’yu hergün medyada parlatanların, Yunistan’dakileri göstermemesine, yokmuş gibi davranmasına, Suriye’nin ve İran’ın baskı altında kalmasına halkların savaşa itilmesine bakın...
Bir Aydınımızı Daha Yitirdik...
Türkiye’nin önemli aydınlarından, değerli hukukçu, yazar Server Tanilli onurlu, başı dik, mücadeleci ve üretken yaşamı ile insanlığa önemli bir miras bıraktı. 1931’de İstanbul’da doğan Tanilli, 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Mezun olduktan sonra akademide kalmayı tercih etti. İlk araştırma ve yazıları hukuk alanındadır.70’li yılların başında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda dersler vermeye başlayan Tanilli, ‘Uygarlık Tarihi’ dersi ve kitabı konu edilerek, bir öğrencinin şikâyetiyle soruşturmaya uğradı. Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan Tanilli, 1978 yılında İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla beraat etti. Server Tanilli hakkında açılan davadan beraat etmesinden kısa bir süre sonra, 7 Nisan 1978’de faşistlerin silahlı saldırısına uğradı. O dönem İstanbul Üniversitesi Hukuk FakültesiAnayasa Kürsüsü doçentlerinden olan Tanilli, uğradığı saldırı nedeniyle felç geçirdi ve bacakları tutmaz oldu. Uğradığı hain saldırı onun aydınlama mücalesinde geri düşmesini sağlamadı aksine karanlığa karşı bir çok eser yarattı ve geleceğe armağan etti. Değerli hukukçu Server Tanilli’yi arkasında bıraktığı eserleri ve onurlu yaşamı ile sevgi ile anıyoruz...
HABERLER...HABERLER...HABERLER...HABERLER...HABERLER...HABERLER.. Krizden Kurtulmanın Formülleri: Vekil Danışmanlarına Dudak Üniversiteden: Üniversiteler artık şirket gibi zarara soDünyanın Öncü Bir Lidere İhtiyacı Var, Uçuklatan Yüzde 170 Zam ! Bugün Türkiye’de birçok emekli,memur kulup ticaret yapılan yerler. ÜniversitemiÇözüm Liderde...
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yaptığı açıklamada; 2008 krizinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrardaki yapısını, farkını ortaya koyup, krizden sıyrılmayı başardığını söyledi.Hasta adam muamelesi yapılan Türkiye’nin sağlıklı bir yapıya kavuştuğunun “Şimdilerde kimin hasta kimin sağlıklı olduğu ortada” deyip naçizane şekilde “Allah hastalara acil şifa versin” diyen Çağlayan, ekonomik krizdeki ülkelere iyilik temennilerinde bulundu. Ayrıca konuşmalarına “Bugün Avrupa’nın içinde bulunmuş olduğu süreç, 2008’den beri yaşamış olduğu ekonomik krizin temelinde Avrupa’da, Avrupa’yı yönetecek, bu sistemi krizden çıkartacak liderlerin olmayışı” cümlelerini ekleyen Çağlayan; Avrupa’nın, Türkiye’de olduğu gibi, krizin teğet geçmesini sağlayacak bir başbakana sahip olmamasına işaret etti. Ne diyelim, krizin eşiğindeki dünyada, yeni dönemde, öncü liderimizle krizin üstesinden geliriz evelallah...
ve bir çok devlet çalışanı kendi maaşlarına zam yapılması için mücadele ederken; yeni bir düzenlemeyle milletvekili danışmanının maaşı 2000 TL’den 5400 TL’ye çıkarıldı. TBMM’de yürürlüğe giren yeni Teşkilat Kanunu ile mecis personeline zam geldi. Böylece danışmanların alacağı ücret, 11 bin TL maaş alan vekillerin yarısı kadar olacak. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in danışmanları 6 bin 446 TL maaş alacak. Düzenlemeyle 2. danışman statüsü verilen sekreterlerin maaşı da 4 bin 705 TL olacak. Meclis’te grubu bulunan partilerin danışman sayısı artırılırken, gruplara danışmanlık yapacak kişilerin maaşı da 5 bin 479 TL olacak. Akıllara gelen ilk soru ise yüzde 170’lik zamma rağmen emekli ve memurlara yine yüzde 5,7’lik zam mı olacağı?
zin rektörü Yunus Söylet, sene başında birçok zorluk yaratan öğrenci otomasyon sisteminin yazılım işini ihaleyle bir firmaya vermiş... Firmaya bu iş için 500 bin dolar ödenmiş... Sistem çalışmamasına rağmen ödenen para firmadan geri alınmamış.... Böylece üniversite zarara sokulmuş.
İyi ki Doğdun İktisat
İktisat Fakültesinin 75.yılını Abdullah Gül’ün gelişi ile kutladık. Kutlamalar öncesi fakültemiz şimdiye kadar görülmemiş bir itina ile temizlenip,biz öğrencilere layık olmayacak şekilde tadilat edildi. Öyleki yıllardır kendi haline bırakılan amfiler tadilat edilip, temizlenip, çiçeklerle döşenerek kutlamaya hazır hale getirildi. Bizim şu ana kadar girmeye çekindiğimiz tuvaletler değişti, insanların girebileceği bir yere dönüştürüldü.Aklımıza gelen ilk şey keşke Cumhurbaşkanımız ek binamıza gelseydi; en azından orası da insana layık bir yer haline getirilirdi !
Avrupa Birliği Çatırdıyor Mu ? Avrupa Birliği’ndeki çatlakların ve AB ülkelerinin büyük bir borç krizi içine sürüklenmelerinin nedenleri nelerdir; bu krizin içinden nasıl çıkılabilir? Bu sorular uzun süredir ekonomistlerin tartıştıkları önemli konuların başında gelmektedir. Başta Yunanistan, İspanya, İrlanda, Portekiz ve diğer AB ülkeleri olmak üzere neden bu kadar çok borçlanmışlardır? Öncelikle sorunun en başına dönülmelidir. Bu ülkelerin AVRO ya geçmeden önceki ve geçtikten sonraki ekonomik durumlarına bir göz atmak gerekir. Ortak para birimine geçilmeden önce ülkelerdeki cari denge/milli gelir ve toplam enflasyon oranlarına bakalım.
İlk olarak bu ülkeler avroya geçiş aşamasında milli paralarını terk ederek, avroya geçmeden önce paralarını Avrupa para birimine(dolaylı olarak alman markına) bağlamışlardır. Bu ülkelerin yerli paralarını yüzde 25-30 oranında daha değerli kılıyordu. Fakat Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz ‘deki işgücü maliyetleri bu şekilde artmış ve Almanya’ya kıyasla rekabet güçleri azalmıştır. Buna karşın bu ülkeler ihracatta ve ithallatta rekabet gücünü arttırmak için devalüasyona gidememişlerdir çünkü ortak para birimine bir geçiş söz konusudur. Almanya ise bu durumdan en karlı çıkan ülke olmuştur. Bu ülkelere yapmış olduğu sermaya ihracı, cari açıklarını fazlaya dönüştürdü ve büyümeye başladı. Ancak bu sermaye girişleri Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Portekiz’deki yerli bankaların borçlanmasına yol açtı ve bu bankalar borçları karşılayamayınca bütçe harcamaları ile kurtarıldı. Yani özel borçlar devlet borcuna dönüştürüldü. Peki bu ülkelerin borçlanmalarına karşın bu borçların kapatılması ve önlenmesi için yerine getirilen önlemler(yaptırımlar) nelerdir veya neler yapılabilir? Krize sürüklenen bu ülkelerin eli kolu bağlanmış durumda, Almanya ve Fransa’dan gelen yaptırımlara boyun eğdirilmeye çalışılıyor.Avrupa Merkez Bankası ise bu ülkelerin borçlanma maliyetlerini düşürmek için hiçbir şey yapmıyor.Kemer sıkma politikası adı altında kamu harcamalarının kısılması,sosyal güvencenin ortadan kaldırılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi ,dolaylı vergilerin arttırılması, kısacası
bu borçlanmaları emekçi halkın cebinden almaya çalışmalarıdır. Bu borçlanmanın sebebi ise halka sağlanan sosyal hizmetler olduğu söylenip bu haklara büyük saldırılar gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Oysaki bu ülkeler sosyal hizmetlere çok para harcadıkları için değil, Avrupa Para Birliği’ne dahil olduktan sonra kendi merkez bankalarına faizsiz olarak borçlanamadıkları için ve onun yerine büyük faizlerle özel bankalardan borçlanmak zorunda kaldıkları için büyük miktarlarda faiz ödemek zorunda kaldılar. AB üye devletlerin kamu borçlarını üstlenmesi,
sosyal hizmetlerin tasfiye edilmesi, özelleştirmelerin “şeffaf ve demokratik” olması,dolaylı vergilerin artırılması, şirketlerin karlılığını arttırmaya yönelik politikalar kesinlikle krizin çözümü değildir. Bunun yerine yanı başımızda krizin ağır faturasını ödememek için direnen ve haklarından vazgeçmeyen, artan vergilendirmeleri kabul etmeyen, ülkede yaygın grevler yapan Yunanistan işçi sınıfını incelemek gerekir.YKP nin(Yunanistan komünist partisi) ve PAME nin(işçi sendikası) örgütlediği büyük grevler ve mitingler Almanya’nın, Fransa’nın ve yerli sermayedarların Yunanistan’da yapmak istedikleri sermaye lehine dönüşüme büyük ölçüde direnç göstermekte, engellemektedir. Emperyalist devletlerin hesaba katmadığı şey Yunanistan’daki emekçi halkın mücadelesi oldu.
Kafka’dan Günümüze “Dava”
Dava’dan; ‘’Şurası kesin ki, mahkemenin bütün yapıp etmelerinin dışında, benim davamı örnek gösterirsek, bu tutuklanış ve soruşturmanın arkasında büyük bir örgüt var, öyle bir örgüt ki, emrinde sadece parayla tutulmuş görevliler, ahmak şefler ve en önde gelenlerinin erdemi kibirsiz olmayı geçmeyen sorgu yargıçları görevlendirmekle kalmıyor, hademelerin, yazmanların, jandarmaların ve öteki yardakçılarının hatta cellatların aralarında bulunduğu o epey kalabalık maiyetleriyle yüksek ve en yüksek yargıçlar topluluğunu da yapısında tutuyor. Bu organizasyonun amacı nedir acaba? Suçsuz, günahsız insanların tutuklanması, bu insanlara karşı anlamsız ve benim davamdaki gibi genellikle sonuçsuz kalacak bir takibat ve kovuşturmanın süregitmesi.’’ Joseph K. sabah kapının çalınmasıyla uyanır. İşte herşey tam da bu anda başlar. Gelenler onu tutuklayacaklarını söyler.Suçunun ne olduğuysa muammadır (Bu, size de bir yerlerden tanıdık geldi mi?). Bir hukuk devletinde yaşadığını düşünen Joseph K.’nın adalete olan inancını yıkacak bu durum da nedir? Gerçekte K.’nın tutuklandığını öğrenmesi, zaten toplum içinde tutuklu olduğunun farkına varmasından başka birşey değildir. Tutuklandığını öğrendiğinden beri K., gündelik hayatını eskisi gibi sürdürmek konusunda özgürdür. Ancak, içine kapatıldığı kafesin
farkına varmıştır. O kafesin dışına çıkmak ister, ama başaramaz. Bu farkındalık K.’yı mutsuz eder.
K. gizli tutmaya çalıştığı halde, çevresindeki herkes onun davasından haberdardır çünkü hepsinin bir davası vardır. Suçlanan, tutuklanan, özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. suçludur ve onu mahkum eden de toplumdur. Herkesin onun davasından haberdar olması (ki bu onlara iktidar sağlar), K.’nın çevrelenmişliğinin bir dışavurumudur. Kitabın bir bölümünde K.’yla bir rahip arasında şöyle bir diyalog geçer: ‘’Mahkeme senden birşey istemiyor ki! Geldiğin zaman niye geldin demiyor, gitmek istedin mi, koyveriyor
gidiyorsun.’’ Bu, yaşama ilişkin bir bilgidir.Aynı zamanda burada varoluşçuluğa yapılan bir gönderme vardır. Yaşamda sonuçlarına katlanmak şartıyla kendi varoluşumuzu kendimiz belirleme hakkına sahibizdir.K.’nın davası aynı sorunu içinde barındırır. K. kendini savunma hakkına sahiptir. Amcasının ısrarları üzerine kendine bir avukat tutar. Böylece toplumun istemlerine boyun eğdirilecektir. O, bir toplum kurbanıdır. Toplum, kurumlarıyla, baskısıyla, bürokrasisiyle bireyi kafesin içine alır. Bireyden beklenen tek rol, zayıflıktır. Ergenekon, KCK, Hopa vb. davalar, adeta Kafka’nın romanında tasvirini yaptığı totaliter devlet cihazının marifetlerini bize hatırlatmaktadır. ‘Dinlemeye takıldı’ gerekçesiyle, sınırı belirsiz soyut iddialarla gözaltına alınmalarla, K.’nın gözaltına alınmasıarasında pek bir fark yoktur. Herkesin suçlu, herkesin avukat, herkesin yargıç olabildiği bir ülkede gerçekler değil, erk sahiplerinin yargıları önem kazanır. Toplumlarda açıklık duygusunun yerini belirsizlik, adaletin yerini endişe almışsa, o toplumun rejiminin niteliği önemini kaybeder. Yukarıda bahsettiklerimiz Kafka’nın 1914 yılında yazdığı Dava romanından baz alınmıştır. Sakın ola bu yazıyı günümüz Türkiye’sinde yapılan tutuklamalar ve davalar ile ilişkilendirmeye çalışmayın! Unutmayın, Kafka’nın Dava’sı kurgudan ibaret. Gerçek hayatta olur mu böyle şeyler!
KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT Mutlaka bir gün DON KİŞOT(Opera ve Bale ) 26 Aralık Perşembe Saat: 20’de 28 Aralık ve 04 Ocak Cumartesi Saat: 16’da Kadıköy Süreyya Operası’nda VİYOLONSEL VE PİYANO İLE FUAYE KONSERİ (ücretsiz ) Dilbağ TOKAY, viyolonsel; Emine SERDAROĞLU, piyano 04 Ocak Çarşamba Saat: 18’de Kadıköy Süreyya Operası’nda
GENÇ WERTHER’İN ACILARI (Opera ve Bale) 3 Ocak ve 17 Ocak Salı Saat: 20’de Kadıköy Süreyya Operası’nda AYŞE TÜTÜNCÜ ÜÇLÜSÜ (Konser) Meriç Demirkol: Alto, Soprano ve Saksafon Anıl Eraslan: Viyolonsel Ayşe Tütüncü: Piano 23 Aralık Cuma Saat 20:30’da Kadıköy, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde
Günler büyük acılarla geçiyor Ama büyük umutlarla da, Ve diyebilirim ki hayatta, Hiç bir zaman böylesine umutlu olmadım gelecekten Bir kötürüm olmama rağmen Ve işte şuradaA, Dost ve düşman Herkese ilan ederim ki; ayaklarımı bir savaşta kaybettim Yine bir savaşta kazanacağım, Ve mutlaka, ama mutlaka bir gün Karanlığın ve zulmün Sığındığı son kaleyi fethe giden Kitlelerin içinde olacağım. Günler büyük acılarla geçiyor Ama büyük umutlarla da... SERVER TANİLLİ