Üstad Muzaffer Kınalı & Çetin Bal sohbet yazıları 4

Page 1

Muzaffer Kınalı & Çetin BAL Sohbet yazıları Çetin BAL: Sevgili okurlarım sizlere Üstad Muzaffer Kınalı ile -2 Haziran 2005-'te

yapmış olduğumuz

sohbetten bir kesit sunuyorum.Üstadla bir çok konuda sohbet yapmamıza ve bunları kaydetmemize rağmen tüm bu sohbetleri döküman şeklinde kayda geçirip bu web sitesinde yayınlamak bir çok işin arasında oldukça zor olmaktadır.Çok yoğun bir çalışma temposu içinde zaman yolculuğunun bilimsel ve teknik sorunlarıyla meşgul olduğum için diğer işlere vakit ayırmakta oldukça zorlanıyorum.Bu yazılarıda ancak çalıştığım tekstil şirketindeki bir konfeksiyon atölyesinde diz üstü bilgisayarımla kısıtlı boş vakitlerimi değerlendirerek yazabildim. 2 Haziran 2005' te bilgisayarda ses kaydı yapılarak gerçekleştirilen sohbetin bir sunumu: Üstat Muzaffer Kınalı: Keşke diyorum bu astronomi ilmine meraklı bilim adamları sorsalarda şu kainatın varoluşunu, şeklini boyutlarını söylesek.Dünyada kainatın kaç boyutlu olduğunu iddia eden insanlar var.Şimdi içinde bulunduğumuz bu boyutu bir çizgi şeklinde düşünün bir ip şeklinde hatta bir sicim şeklinde düşünün . Bunu gerip bıraktığımız zaman hem sağa hem sola ve yukarı aşağıya doğru yani her yönde titreşimler olur. Lastik gibi! Bu titreşimlerin nihayeti ve daha öbür tarafı vardır.Yani ortadaki titreşimleri düşünün üst, alt ve yan titreşimleri düşünün, nota gibi! İşte uzantılar birbirine eklenerek diğer boyutları meydana getiriyor.Yani şu anda üçüncü boyut üst boyutları ve alt boyutları meydana getiriyor.Yahut diyelimki bu boyutlar birbirine bağlı. Düşünün şimdi! Şu anda her düşünüp konuştuğumuz ve yapmış olduğumuz her hareket diğer kainatlarıda enterese ettiği gibi kainatlardaki olaylarda diğer kainatları enterese ediyor. Bu boyutlar birbirini tamamlıyor sanki! İç içe geçmiş gibi. O yüzden tüm boyutlar hem iç içe bir bütün halinde müteala edilebilir hemde ayrı ayrı müteala edilebilir.Şimdi diyelimki bir şehirde değişik evler var. Evlerde odalar var. Şehrin, sokakları köyleri, kasabaları ve bir merkezi var.İşte bu gibi boyutlar ve titreşimler mevzusunda da bu böyledir.Yani hem içe doğru hem dışa doğru bir varlık ortamları oluşuyor. Ama şu an için insanlar üçüncü boyutun üstünde de boyutlar olduğunu kabül ediyorlar, bunun farkına varıyorlar. Kimisi dini tabirle yedi kat gökler diyor buna….kimisi bilim adamı perspektifi içinde 6 boyutun varlığını kabül ediyor. Bazısıda bunu daha iyi düşünüyor ve altı boyutun üstünde bir 7. 8. boyutlardan söz ediyor. Esasında biz bundan kırkyıl önce o zamanlardan beridir kainatta 12 boyutun varlığından bahsetmiştik.12 boyut var kainatta demiştik. Altı boyut dünyada var demiştik, 7. boyut ara boyut demiştik. Şimdi ben bunlara YANG alemleri diyorum birde bunların YİNG boyutları yani alt alemleri var. Şimdi tüm bu boyutlar, içinde bulunduğumuz kainatı meydana getiriyor.Şimdi bu kainatıda bir bütün olarak ele alırsak ve kainata dışardan bakarsak sanki çok uzaktan iri bir yuvarlak su damlası gibi görünüyor. Ama bunu içinde bir çok titreşimsel alanların iç içe olduğu bir boyut bir su damlası olarak düşün! Bütün boyutları bir kainat olarak gör! Ve bunun içindeki titreşimleride ayrı ayrı gör! İÇ İÇE! Hem BÜTÜN hem İÇ İÇE var! Aynı şekilde geçmişe ve geleceğe doğru frekanslar biçiminde iç içe yer alan ZAMAN da böyle küresel bir bilya gibidir.Her an ve zaman dilimi hem iç içe bir bütün hemde ayrı ayrı gibidir. Bu su damlası gibi olan kainatın birde bir rengi var yani neye göre rengi? Titreşime göre içindeki yaşama biçimine göre bir aurası bir rengi var.Bu gibi kainatın aurasıda diğer kainatlara diğer boyutlara göre değişik. Bu çok enteresan bir şey! Dikkat et başka kainatlarda var! Onun için şu andaki insanların beyin yapıları… bazı deneyler ve ölçümlerle bu kainatın yapısını, boyutlarını anlayacaklar. Bazende 7. boyutu iddia edenle 8. boyutu iddia edenler birbiriyle zıtlaşacak. Hatta 9. boyutla 10. boyutun varlığını iddia edenler birbiriyle zıtlaşacak.Tüm boyutlar 11. boyutta birleşecek. Bunu dini tabirle ifade edecek olursak 1 ve 0 diye okuduğumuz bu hal yada 10 (on) diye okuduğumuz bu hal olduğu zaman artık boyutlar birleşecek yani 10 (on) 11 (onbir)’de birleşecek.Çünkü 1 (bir) Allahtır. 9 Muhammettir.


Çetin BAL: Üstadım yapmayın valla..bizi tüm bilim camiasına ve akademik dünyaya güldüreceksiniz.Yani bu şekilde biz Müslüman olarak kendi peygamberimizi övüp ona bu şekilde paye verirsek Hristiyanlarda getirir İSA yı kendilerince kılıktan kılığa sokarlar.Bize böyle ifadelerle gülerler gibime geliyoo.Bu noktada dini tabirin araya girmesi ne derecede doğrudur bilemiyorum doğrusu. Beklide bizi güldüren bizim cahilliğimizde olabilir. Belkide bizim bilmediğimiz bir çok hadise var bilemiyorum üstadım. Ne dersiniz? Üstat Muzaffer Kınalı: Hayır dediğini anlıyorum.Bunu bu şekilde söylemeyebilirdim.Ama dediğim şey gerçekte doğru.Tamam bilim camiası bunu böyle isimlendirmez kendine göre latinceden yunancadan yada bilimin kendi içindeki biline gelen konsept ifadelerle bunu ifade eder.Ama bu bizim söylediğimizin yanlış olduğu anlamına gelmez.İnsanlığın en yüksek ruhsal makamına erişmiş ruhsal özü Hz Muhammet’tir.Onun manyetizasyonu tüm bu bahsettiğimiz boyutları doldurmuştur.İnsanlığın kavramlarda ve anlayış düzeyinde bu boyutlardan bahsediyor olması o büyük özün o kavrayışın enerjisini yeryüzüne ruhsal anlayış düzeyinde indirmesinden ötürüdür.Yoksa insanlık olarak o kavram düzeylerinde bugün dolaşamazdık.O bilgi enerjisi bu büyük özler tarafından zamanında dünyaya yansıtıldığı için bugün bunları burada konuşabiliyoruz.Tabi henüz insanlık bu bilgiyi bu düzeyde kavrayacak psişik bilgiye sahip olmadığı için dinsel bazı ifadelerin kullanılması henüz emekleme çağında olan bilimsel düşünce dünyası içinde garip yada komik, alakasız yada anlamsız bir şeymiş gibi algılanır.Şu an için zaten insanlık bu boyut bilgilerine ve insanın ruhsal yönüne dair derinlemesine bir bilgiye sahip değildir.İnsanlık şu anda bu bilgiye erişecek bulgularada sahip değildir.Biz şimdilik buna böyle diyelim.Bilim yine kendi dilinde kendi bulgularını ifade edecektir.O ayrı bir durum tabi. Bir bir(1) olunca bu onbir (11) oluyor.Onbir kendi başına bir BİRdir. O anlamda yani..Birleşmek gibi! Rakamsal olarakta bu böyledir.Rakamların esrarı bu! Şimdi biz diyoruzki 11 den 12 var.Bu ne demek? 11’i aşarak düşünmek demektir..12’ci boyut diğer kainatlara açılan bir yer gibidir.Onun için insanlar 11’de birleşirler.Ve ihtilaf biter. Sicim tek! Ama titreşim olduğu için bu yan boyutları meydana getiriyor.Tüm boyutlar birbirine bağlı. Ancak hepsi üçüncü boyut değil.Hepside sanki bir kainatın içinde gibi düşünülebilir.Tüm boyutları bir kainatın içinde değişik boyutlar olarak düşünüyoruz bir su damlasını hatırla! İç içe frekansları hatırla.Bizim algıladığımız kainat üç boyutlu ama bu üçün içinde aslında 4. 5. 6. ve 7’ci boyutlarda var.Ve daha bir çok boyut var. Tüm bu boyutlarda bu kainatın içinde yine.Onlar kainatların diğer boyutları.Hata eksi boyutlarda(ying) var. Çetin BAL: Üstadım altın çağ konusunda bir soru soracaktım.Siz altın çağ ve bu geçiş tarihi konusunda tam bir yanıt vermekten hep kaçtınız. Bu konu hep muallak bir tarih olarak söz konusu edilmiştir.Siz hep olası ihtimallerden bahsettiniz.Gerçekten böyle bir geçiş dönemi denen bir tarih belli bir zaman söz konusumu. Üstat Muzaffer Kınalı: İnsan şuurunun mutlaka bir sıçrama yapabilmesi için büyük olaylar olması lazım. Mesela teknolojide böyledir.Büyük olaylar, büyük savaşlar olmuş o zaman yeni buluşlar olmuş. İnsanlar şartlar zorlayınca yeni şeyler düşünmeye yöneliyor. Büyük bir zorlama olmadıkça insanlar kendilerini bilmekte, başkalarını bilmekte zorluk çekecekler.Kendilerini bilemeyecek insanlar, birbirlerini bilemeyecekler. İnsanlık bir bütünlüğe varamayacak. Sen kendi başına bir şey yapamayacaksın.Ben kendi başıma bir şeyler yapamayacağım. Hepimiz BİR oldukça bir şeyler yapacağız. Çetin BAL: Üstadım bizler ne kadarda konuşsak en yakın çevremizden en uzak çevremize kadar kimsenin bizim ve bizim gibi diğer evrensel düşünen kişilerin söylediklerini dinlediklerini


sanmıyorum.Sözlerimize kulak asılmıyor.Öyleyse insanları doğal felaketlerle uyarmak, dikkatleri tekrardan insan olmanın anlamına yöneltebilmek için dünya çapında bir yıkım yada daha kibar bir dille güçlü uyaranlar yaratmak gerekir. Üstat Muzaffer Kınalı: Hep dünyada yalnız kendisini düşünen insanlar çoğalıyor. Halbuki birbirini düşünen insanların çoğalması lazım. Birbirimizi düşüneceğiz!Birde bunun yanında gücümüzün yetmeyeceği çok büyük olayların muazzam olayların olabileceğini her yerde yaşama şansımızın olabileceğinide anlamamız lazım. Ayrıca boyut farklarınıda anlamamız lazım. Mesela kişi cinlerin varlığını kabül etmiyor.Bu en basit örnek! Halbuki daha nice boyutlarda böyle daha nice varlıklar var. Peki bunu anlamamız için ne yapmamız lazım? Bunu anlamamız için duyular dışı idrak dediğimiz kendi beş duyumuzun ötesinde de bunu anlayabilecek kabiliyette varolduğumuzu yaratıldığımızı anlamamız lazım. Bunu anlamak içinde bazı zorlamalar olması lazım. Başka türlü yolu yok! Ama ben bunu zorlamadan anlatarak, ilim yaparak, icraat ederek (uygulama bazında) bunu gösterip bunu geliştirmek istiyordum. Benim metodum BUDA nın metoduna benziyor. BUDA bir Türk şehzadesi aslında. Buda halkın arasında gezerken ordaki rahiplerle çilekeş dervişlerle tanışıyor. Bu dervişler yada o zamanın bu YOGİ denen üstatları kendilerine eziyet ederek bütün vücuduna büyük işkenceler yaparak, aç kalarak, soğukta kalarak fiziksel eziyetlerle, nefsini körelterek kendilerini aşıp ruhsal yeteneklere ulaşma gayreti içindeydiler. Ama bunu yapmak için çok büyük işkenceler ve zorluklar çekiyorlardı.BUDA tüm bunların gayesini ve amacını dervişlere soruyor onlarla uzun süreler birlikte kalıyor. Ve Buda daha sonra şöyle söylüyor: << illaki kendi üst benliğine ulaşmak için kendimizi bir sürü fiziksel, nefsani eziyetlerle, aç kalarak değişik şoklarla, işkencelerle, korkularla yüzyüze bırakarak kendine işkence ederek değilde başka türlü bir aydınlanma ve gerçeğe ulaşma metodu olabilir.>> Ve bu öğreti bugün BUDİZM olarak bugüne kadar geliyor. BUDA daha kolay bir şekilde bu hakikate ulaşılabileceğini ifade ederek kendine has bir metot kuruyor.İşte Buda gibi bizde diyoruzki illa dünyadaki insanlar değişik işgenceler çekip korkulara, şoklara, bunalımlara gireceklerine, defelarca hayatı test etmek için doğup doğup öleceklerine yani tekrar tekrar bedenlenipte sınavlardan geçeceklerine tek bir hayatın içerisinde ilmi olarak bu işi anlasınlar, kavrasınlar ve kendi dünyalarını aşsınlar! İnsanlık fiziksel yaşam formu anlamında da bazı gerçekleri anlayıp kendi dünyalarını kendi içinde yer aldıkları gezegenlerini aşmalıdırlar. Eninde sonunda insanlık bu sonsuz kainata dağılmak zorundadır.Korkumuzdan evimiz olarak bildiğimiz dünyamızdan dışarı çıkamıyoruz. Ne demek bu? Bırak insanları fiziksel bedenlerini aşmaya ve ruhsal olana ulaşmaya ikna etmek bir tarafa dursun daha insanları korkularından dolayı dünyadan dışarı çıkartamıyoruz. İnsanlar uzayın engin ve karanlık boşluğundan korkuyorlar.Yine insanlık olarak daha iyide düşünemediğimiz için yaptığımız aletlerin gücüde dünyadan daha ötelere gitmeye yetmiyor.Çünkü başka türlü düşünemiyoruz. Hep kısır düşünüyoruz. Hep bize yakın olan dar şuur kalıpları içinde korkuyla düşündüğümüz için yaptığımız uçan aletlerde istenilen sonucu veremiyor.Yetmiyor yani bize! Hayallerimiz korku ve sınırlılık üstüne kurulu.Tüm teknoloji dediğimiz bu aletler korkuyla icad edilmiş basit aletler! Oysaki geniş bir gönülle, sevgiyle, yüksek bir anlayışla tasarlanmış aletler daha yüksek kullanım biçimlerine haiz olurlar. Daha evrenle bütünleşen iç içe giren kristal enerji teknolojilerini düşleyemiyoruz.Evrendeki her yerde, her noktada varolan sonsuz enerjiyi, sonsuz hareket gücünü idrak edemiyoruz.Bunu kullanamıyoruz. Eskiden bizim evin bahçesinde 2-3 metrekarelik küçük bir hindi kümesi vardı.Bahçedeki hindileri ben bir türlü kümesin içine sokamıyordum. Sonra bahçedeki sebzelere, tere otuna zarar vermesin diye bunları zorlada olsa içeri koymuştum. Birkaç ay hayvanlar orda kaldı. Sonra havalar düzeldiğinde dışarı çıksınlar diye kümesin kapısını açtım. Bu seferde hindiler dışarı çıkmıyordu. Hindileri zorla tutup dışarı çıkarıyorum hayvan yine içeri giriyordu. Bir türlü dışarı çıkmak istemiyorlardı. Ben bu duruma çok şaşırmıştım. Daha


önce zorlada olsa içeri sokmaya çalıştığım hindiler şimdi dışarı çıkmak istemiyorlardı. Sanki beyin kümeste! Ben bu olaya beynin kümese girmesi diyorum. Hayvanı tutup çekiyorum hayvan yine içeri doğru kendini atıyor. Yani hindi kümeste olmaya dayalı bir zihin kalıbı geliştirmiş. Kendini iç güdüsel olarak öyle şartlamış. Ben her defasında hindiyi tutup dışarı çekip çıkarıyorum o fırsatı bulunca yine kümese giriyor. Bu örnekte verdiğim hindiler misali insanlarda böyle dar ve şartlanmış zihin kalıpları ile dolu.Geçmişte bir çok veli ve evliya dediğimiz zatlar zihinlerini alışıldık kullanma kalıplarının dışında kullanarak kerametler dediğiniz doğa üstü gibi görünen haller sergilemişlerdir. Peygamberlerde buna dahil! Zihni daha geniş düzeyde kullanmak! Kimi dönemlerde evliya, ermiş, veli dediğimiz bazı zatların doğa kanunlarına karşı gibi gelen alışılmadık tecrübeleri ve deneyimleri karşısında sıradan halk yani zihinlerinin çok daha küçük bir kısmını kullanan insanlar bu zatlardan çoğu zaman korkmuş ürkmüş, çekinmiş ve onları kimi zamanda içlerinde şeytan/cin var diye asmaya öldürmeye kalkmışlardır. Kimiside allahtan gelen bir hal olarak bunu algılayıp korkuyla karışık bir saygı göstermişlerdir bu zatlara! Bir çok kez bilinmeyen tarih sayfalarına aksetmeyen karanlık dönemlerde bu yüzden bir çok veli zat öldürülmüştür.Kimse bunları bilmiyor.Çoğu zaman bu zatlar anormal ve normal dışı görülmüşlerdir. Hristiyanlıkta, İslamda bir çok dinde kabile topluluklarında büyücü, aziz, evliya lakaplı bir çok zat katledilmiş, yakılmış ve işkencelere maruz kalmıştır. Zamane halkları denileni, bir çok farklı kavramı daha üst değerleri kabül edemiyor, bunları hazmedemiyor korkuyor bir tehtit gibi görüyor. İnsanlık bir çok bakımdan sözde gelişmesine rağmen, teknoloji gelişmesine rağmen hala yine benzer korkular, şartlanmalar yine sürüyor. Kısır algılamalar , DİN’i ve dünyayı ve insan olmayı daha kısır düzeyde algılama alışkanlığı, tek tip dar kalıplar içinde düşünme biçimi yine aynı! Bir Afganistan, bir Tükiye bir Mısır, bir İran, Arabistan, Lüpnan yani bir çok Müslüman ülke maalesef bu illetin elinde geleceğini arayan bir toplum modelini çizmektedir.Biz diyoruzki ne olur önce insanları eğitin! Kültürlü, değerleri bilen, eğitimli ve zihinsel algılaması gelişmiş insanlara ihtiyacımız var. Zihni gelişmiş eğitimli insan PETROLden daha değerlidir.BİLGİ petrolden daha değerlidir.İnsanlar sürü modelli bir toplum yapısından özgür ve hür bir açık zihinle düşünen bireyler topluluğuna dönüşmelidirler.Böyle olmazsa ne olur? Böyle yapmazsak aklını biraz daha çalıştıran egoist insanların kölesi oluruz. Şimdi içinde bulunduğumuz durum zaten bir tür kölelik durumu. Sanayi fabrikalarında kendi bilinçsizliğimizden doğan milyonlarca dış borç altında ezilip büzülerek gece gündüz üç kuruş için çalışarak biraz daha kabül edilebilir kısıtlı yaşama şartları için sabah akşam iş yapıyoruz.. Amerikadaki, Avrupadaki insanların sabah kahvesini daha rahat ve keyif içinde yudumlamaları için çalışıyoruz.Yada bir düğmeye basarak türkiyeden pılısını pırtısını toplayıp gidecek çifte vatandaşlığa sahip insanlar için çalışıyoruz. Burda çok genel konuşuyoruz tabi. Yanlış anlaşılmasın bu. İş yapan ve insanlarımıza ekmek kapısı olan sanayi adamlarımızı rencide etmek istemeyiz. Biz çok daha genel bir durumu konuşuyoruz. Biz daha çok küresel dünya düzeni babında konuşuyoruz.Vahşi kapitalizm babında konuşuyoruz. Daha derin düzeyde global dünyadaki köle ve efendi durumu ekonomik düzeyde bir karşılık bularak farklı bir forma büründürülerek bir şekilde kendini devam ettirmektedir. Biz sanıyoruzki özgürüz ve kendimiz için çalışıyoruz ..hayır durum sandığınız gibi değil..Sizler hepiniz kölesiniz..Sizlere insan gözüyle bakmıyorlar..Bunu söylemek acıda olsa durum bu…! Ezberleyen değil yaratıcı olan düşünen insan bize lazımdır! Bu internet sayfalarında verdiğimiz daha yüksek düzeyli bilgiler karşısında dünya uygarlığı olarak da hala kuşkular ve acabalar içinde ruhsal olana karşı da hep bir şüphe varolagelmektedir. İnsanlık daha kominal ve eşitlikçi düzeni yaratmalıdır. Atatürk amaçları demokratik ve cumhuriyetçi temellerden daha ötelere uzaman daha eşitlikçi adalet temeline dayanan bir sistem düşlüyordu.Yani başkasının kölesi olmayan tam bağımsız daha sosyalist bir cumhuriyet! En yüksek düzeyde sosyal adalet! Ama ''birileri geri zekalı'' birileride birazcık ileri kıdım zekasıyla bir şey oldum sanıp öbürünü sömürmenin yollarını arıyor.Böyle bir dünya ve ülke düzeni olmaz!


İnsanlar çoğu zaman bizim söylediklerimizden, konuştuklarımızdan ürküp kaçıyorlar.Bu yüzden geçmişte daha düne dek bize cinci , şeytancı diyenlerde oldu. Bize maalesef farklı konu ve mevzulara değinip dem vurduğumuz için deli diyen, saçmalıyor diyen bir çok insan oldu ve bu tür insanlar hala daha mevcut. Bize normal değil diyenler var. Bir açıdan bu da doğru biz normal değilizki ama anormalde değiliz.Çünkü bizler paranormal düzeyde yaşayıp normal ötesi oluşumlardan bahsettiğimiz için, konuştuğumuz için bu insanlara tuhaf geliyor. Biz psikolojiden parapsikolojiye, fizikten metafiziğe, normalden paranormale doğru genişleyen bir düşünce ve kelime dağarcığı içinde konuştuğumuz için bu herkes tarafından elbette aynı şekilde algılanmayacaktır. Çetin BAL: Evet üstadım bir nevi bazıları NOKTAdan bahsediyor noktayla ilgili verilere sahip ama daha ötesine değil! Ama biz noktadayı zaten biliyoruz ve noktayı hareketle çizgi yapabileceğimizden bahsediyoruz. Çizginin iki ucu olduğundan ve çizginin bize sunduğu bazı imkanlardan bahsediyoruz. Sonra çigiyi hareketle yüzey yapabileceğimizden ve yüzeyide hareketle cisim yapabileceğimizden bahsediyoruz.Ama kümesteki hindiler misali noktanın içinde yaşayan insanlar zihin olarakta kendilerini o noktaya hapsetmişler. Üstat Muzaffer Kınalı: Evet bir nevi dediğin durum oluyor.Çünkü adam sadece içinde olduğu kümesi yani o noktayı biliyor.Başka türlü bir olasılığı düşünemiyor.Çizgiyi düşünemiyor.Yüzeyi düşünemiyor yok sayıyor.Cismi düşünemiyor..Daha öte oluşumları algılayamıyor.Geçmişe ve geleceğe yok diyor uçtu gitti diyor.Oysaki boyutlar bazında ele aldığında tüm geçmiş ve geleceğin fizik ortamını ifade eden titreşimleri iç içe yan yana frekanslar şeklinde bir aradadır.Geçmiş ve gelecek sanki şimdi gibi bizimle bir arada titreşmektedir ..lakin bir boyut farkıyla.O boyutu aştığında o engelin üstünden atladığında geçmiş yada gelecek bizim için hemen komşunun yan duvarının ardında uzanan yan bahçemiz gibi oluverir. Zaman boyutları arasında atlamak iki komşu bahçesinin duvarları arasında sanki bir tünel açmayada benzetilebilir. Sonsuz evrenler arasındaki büyük uzaklıklarda böyledir.uzaklık yada yakınlık bir frekans bir boyutsal faz aralığı ile farklı değerler arzedebilir.Çok uzak dediğin yer çok yakın - çok yakın dediğin yer bir anda çok uzak olabilir. Bu senin hangi frekans aralığından o noktaya baktığına ve o mesafeyi ölçtüğüne bağlıdır.Yada uzay gemini hangi boyuttan hareket ettirdiğine bağlıdır. İnsanların zaman algılamalarıda kalıpsal zihinsel bir şablonu ifade eder.İnsanlar ŞİMDİ denen zamansal bir algı kümesinde yaşıyorlar.Oysaki daha geniş bir zamanı ve zaman kavramını yaşamak varken zihnin alışıp öyle kabül ettiği bir lineer zaman algılaması içinde yaşıyoruz.Oysaki zaman doğrusal bir akış olmaktan çok esneyip eğrilebilir bükülebilir üst üste katlanabilir plastiksi çok boyutlu bir akıştır. Çetin BAL: Üstadım özellikle İslam alemi içindeki bu şiddete yönelik yozlaşma karşısında neler yapapabiliriz? Bence mesajlarımızı doğrudan Amerikalı ve Avrupalı özgür ve bağımsız düşünen gençler arasında yayma gayreti içinde olmalıyız. Bizim gençlerimizin bizim insanlarımızın durumu belli! Hepside cami hocasıyla batı hayranı entellektüllerimiz arasında sıkışmış kalmışlar. Kimse daha geniş bir konseptte düşünme gücüne sahip değil.(Niyetim cami hocalarımı küçümsemek değildir yine genel konsept bazında bunu söylüyoruz.Dar konsette düşünen cami hocalarımız kadar geniş gönüllü halis düşüncelere sahip hocalarımızada saygılarımı burdan iletmek isterim) Üstad Muzaffer Kınalı: Çetin tabiki islamın şiddete yönelik tutum ve tavrı ne kadarda kitlelerin geneli tarafından benimsenen bir tavır olsada bizler bu noktada yine gerçek islamı anlatmalı, islamdaki büyük sevgi potansiyelini aktif hale geçirmek için iyi niyetli olanlar için bu ruhsal ışığı devamlı yanık tutmalıyız..Sonsuzluğun karanlık okyanuslarında dolaşan ruhlar için bu fizik bedenin unutma perdesi içine giren karanlıkta yolunu kaybetmiş ruhlar için adeta ruhsal bilgiler meşalesi ile bir deniz feneri olmalıyız.Onlar içinde azda olsa hakikatin ışığına yürümek isteyen halis niyetli insanlar elbette


çıkacaktır.Geçmişin ve geleceğin karanlık koridorlarında kaybolan tüm ruhlar için bu evrensel bilgi meşalesini daima açık tutmalıyız.Mutlaka arayışta olan samimi insanlar bu ışığı görüp yolunu bulmaya çalışacaktırlar.Geçmiş dönemlere baktığımızda boyutlar ötesi bir çok halin deneyimi ve bilgisinden yoksun bir çok islam düşünürüde, bir çok İslam medeniyeti yöneticiside bugünkü islamın şiddete yönelik tutum ve tavırlarından sorumludurlar.Zamanla gelen yanlış bilgilendirme ve yorumlarda islamda bilgilenmeyi, ilim yapmayı düşünmeyi, sanayi gelişimini ve araştırmayı adeta köreltmiştir. Allah bir kimseyi yada toplumu keyfi olarak helaka sürüklemez. Kişiler ve toplumlar Allahın yarattığı bu sistemler ve yasalar içinde yani evrensel yada ruhsal kanunlar içinde gerekli şartları ve eğilimleri dikkate almayıp aksine bir istikamette gitmeye çalışırlarsa helak olma süreci yine insanların kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olarak insanlığın kaderi haline gelecektir. Çetin genelde islamla şiddeti hep bir arada ifade etmen yanlış anlaşılabilirl! Tabiki dediğin olaylar hepside bir Müslüman olarak bizi üzüyor. Ama insanlara islamın şiddet ve terör dini olmadığını her demde anlatmalı ve islamın bir sevgi dini olduğunu, şekilci ve kalıpcı bir din olmadığını eleştiriye açık tahammüllü bir din olduğunu insanlığa lanse etmeliyiz.Tabiki biz burada İslam bazında konuşsakta tüm dinler orijinde birdir! Budizm’den Hristiyanlığa kadar Museviliğe kadar tüm dinlerde yada yaşam felsefelerinde böyle kalıpçı ve şiddete yönelik yaklaşımlar söz konusudur.Yada evrensel değerleri belli inançlar içinde sınırlamak daraltmak hemen hemen her dinde bir şekilde vardır.Biz küresel dünyanın tüm inanç sistemleri boyutunda her türlü dar görüşlülüğe karşıyız. Biz hep diyoruz bir din şiddetle ve aklı esenin mantar gibi terör örgütleri kurmasıyla büyümez! Terör örgütleri kurarak canının istediğine kurşun atarak, canının sıkıldığına fikrini beğenmedim diye arabasının altına bomba koyarak, binaların üstüne uçakla dalarak bomba yüklü arabaları sağda solda patlatıp masum insanların ölümüne neden olarak bir din daha güzel ve daha iyi yapılamaz! Ama bunu bir Müslüman olarak insanlarımıza anlatamıyoruz. Kısa vadede baktığımızda arkadaş ben iyi bir şey yaptım sanıyor.Ama meseleye uzun vadede baktığımızda -olaylara daha derin boyutta çok boyutlu baktığımızda- yapılan işleri daha derin düzlemde irdelediğimizde yapılanların yanlış olduğunu anlıyoruz. Bu gibi sözde İslam adına yapılan her şiddet eylemi tam tersi bilinenin ve beklenenin aksine İslam adına olumsuz tesir ve etkiler bütününe neden olur. Yani bu şekilde şiddete yönelik eylemlerle bir dinin içindeki manevi değerleri tüketirsin, insanlık değerlerini yitirirsin. Çetin BAL: Evet üstadım ….her şiddet eylemiyle her geçen gün kendinden ve manevi değerlerinden biraz daha uzaklaşırsın.Sonunda ne dinle nede insanlıkla alakan kalır. Böyle şiddete ve cihata yönelik yanlış tutumlarla kendi değerlerini bitirirsin –lekelersin –kirletirsin.Yani kendi değerlerini kendin silersin bitirirsin! Hemde hiç farkında olmadan… arkana dönüp baktığında geriye savunacak hiçbir değerinin kalmadığını görürsün.Bu noktada söylenecek bir söz varki o da GANDİ nin en üst düzeydeki manevi değerleri ile yaptığı savunma ve direniş eylemidir. Üstad Muzaffer Kınalı: Evet… işte aklın başına geldiğinde de iş işten geçmiş olur. Peki bu durumda ne yapacağız? Doğru olan nedir? Ne yapılması gerekir? Önce en büyük gücün ve silahın BİLGİ olduğunu İLİM olduğunu SEVGİ olduğunu kavramalıyız. Cehaletin kültürel bilgi eksikliğinin önüne geçmeliyiz. İslam dünyası içinde << beline bomba bağlamış ölüm timlerinden daha çok ( ki burada Filistin gibi haklı davaları ayrı tutmak lazım..zira işgal altında ülkesini savunan insanların durumu ile dediğimiz mevzu karıştırılmamalıdır) sevginin şefkatin ve bir insan yaşamına verilen değerin ne kadar nüfus ve tesir edici bir güç olduğunu idrak eden kafalara ihtiyaç vardır. Çetin BAL: Elbette üstadım inanç sistemi bazındaki bağnazlığı geçmişten günümüze tüm dünya dinleri bazında ele alıp değerlendirmek gerekir.


Üstad Muzaffer Kınalı: Şimdi günümüz insanı için denebilir’ki beyinleri küçülmüş, daralmış, kalıplaşmış. Hatta beyinlerinin %1’ni zor kullanıyor zavallılar. Zaman ve mekan ölçülerinden ziyade sonsuzluğun her tür gezegen sistemi dahilinde ( ki yaşam sonsuzlukta çok başka sistemler içinde de varolabilir) oluşmuş olan dar şuur konsepti içinde zeka sahibi her varlık alışılmadık ölçülerdeki zihinsel ve akli yetileri düşünceleri fikirleri anlamakta kabül etmekte çok zorlanıyorlar. Hatta çoğu kez aziz, evliya yada peygamber denebilecek bir çok zatın doğa üstü gibi görünen bir çok keramet hali karşısında bir çok toplum korku içinde kalarak bu halleri cinlerin ve şeytanların işi olarak yahutta bir tür sihir ve büyü olarak görmüşlerdir.Tabi bu anlaşılmadık durum karşında yönetici konumundaki krallar, yöneticiler, din tacirleri bu gibi halleri işine geldikleri gibi yorumlayıp halkı yanlış ve yalan telkinlerle yönlenderebilmekteydiler. Eski Kudüs'te Ölüleri diriltebilen Hz İsanın kendi Yahudi halkından ileri gelenler tarafından suçlanıp Roma yönetimine şikayet edilmesi gibi! Günümüzdeki din otoriteleride bizim şu anda burada kullandığımız ifadeleride kendi işine geldikleri gibi yorumlayıp halka öyle lanse edecektirler. Ben Evrensel Bilgi Araştırma ve Uygulama Derneği’ni 1980’ler de Denizli’de ilk açtığımda sözde inanç sahibi bir çok kimse bizim medyumsal bağlantılarımızı ve bir çok şifa çalışmamızı şeytan işi diye cinci büyücü diye karalamaya çalıştılar. O zamanlar bir çok dindar arkadaşlar dostlar bizimle konuşmadılar.Bu tür durumlar toplumda şiddete ve karalamaya dönük bir kampanyaya dönüştü. Belli bir süre biz derneğide kapatmak zorunda kaldık.Daha sonra bildiğin gibi yeniden derneğimiz faaliyete geçti ama ekonomik imkansızlıklar ve bazı şansızlıklar istediğimiz yoğunlukta bir faaliyet yapmamızı engelledi.Malesef böyle haller- durumlar ülkemizde yeni yeni anlaşılıp toplumda kabül görmektedir.Ama toplumumuz henüz yinede bunca zaman geçmesine rağmen spiritül bilgeliği, şifacılık çalışmalarını ve ruhsal irtibat celselerini anlamaktan uzaktır. Ki senin üzerinde çalıştığın zamanda yolculuk mevzusunun kabül edilmesi çok daha güç bir durumdur. Çetin BAL: Üstadım peki bildiğimiz gibi zaman ve uzay içinde telepatik olarak görüştüğümüz bir çok uygarlık oldu. Fiziksel anlamda da orlara gitme şansımız varken neden bazı olumsuz durumları kendi lehimize çevirmiyoruz.Yani zihin gücümüzle biliyoruzki arzu ettiğimiz şeyi yapabiliriz.Belki işin matematiksel kısmını teknik boyutunu anlamaya çalışmak bir yana böyle bir yolculukla arzu ettiğimiz ufak değişikleri yapmamız gerekir bence. Üstad Muzaffer Kınalı: Sana daha önceki seyahatlerimizde de dedim bu işlerin nasıl olması gerektiğini ifade ettim.Yani ancaksın çok elzem olan noktalarda böyle müdahaleler yaptığımızı biliyorsun.Geçmişe gidip bir zeytin ağacı altında Hz İsa ile zihinden zihine sohbet etmene dicek bir şey yok ama geleceği çok daha bariz biçimde değiştirmeye yönelik davranışlar kabül edilebilir değildir. Ki İsa dahil bir çok keramet ehli gerektiğinin çok ötesinde hallerle kendi devirleri içinde daha fazlasınıda yapabilirlerdi ama bazen gerektiği kadar, tarih içinde gerektiği ölçüde yeteneklerle insanlığa öğreticilik yapmak daha doğrudur.Her söz her davranış yerinde zamanında ve gerektiği ölçülerde gerektiği kadarıyla iyidir.Kozmik varoluş içindeki türlü fiziksel bedenler dahilinde yaşanan bu ruhsal yolculuğumuzda ruhsal olanın yüceltilmesi ve anlaşılması bu büyük oyundaki ana espiridir. Herşey her rol her dekor bu ince espiri çerçevesinde yerini bulur. Günümüzde kendi fikrine kendi inancına bilgisine güvenen insanlar kendi ilmi değerleriyle bizim ilmi değerlerimizi kıyaslamalı ve hakikate dair tefekkür edip akla- karayı seçmeleri doğru ve eğriyi bulmaları gerekirken insanlar malesef kendi iskambil kağıdından yapılma inançlarını kabüllerini koruma pahasına fiziksel şiddet ve tehtide dayalı bir yöntemle karşılık vermeye çalışıyorlar.Tarih boyunca bu böyle olmuştur.Bir çok veli zat hatta peygamberler bile ateşe atılmış çarmaha gerilmiş hatta taşlanmışlardır.Ama hiçbir manevi üstad yani hiçbir müslüman veliler, peygamberler, hristiyan azizler budist rahipler, keşişler, tüm manevi üstadlar, yol göstericiler bu hataları işleyen insanları yargılamamış onlara kızmamış tam tersi onlar için daima iyi niyetlerini sonsuz sevgilerini göstermişler ve


inanılmaz şefkat ve hoşgörülerinden asla vazgeçmemişlerdir.Bu çok büyük sonsuz bir ahlakla ahlaklanan allahın sevgili kullarının gösterebileceği bir sabırdır ancak! Çetin BAL: Evet üstadım bu tevazu bu küçülme bu hoşgörü çok büyük bir ruhsal erdemin açılımı olabilir ancak.En zor koşullar içinde bile elden bırakılmayan bu mütevazılığı bu enginliği anlamak oldukça güç! Üstad Muzaffer Kınalı: Benzer durumlar farklı bir şekilde de olsa orta çağ avrupasındaki Galileo gibi dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen ve başka dünyalardan, gezegenlerden bahseden bilim insanlarının klise tarafından tehtit edilmesi durumu içinde geçerlidir.Bugunde benzeri durumlar vardır.Malesef bilim insanları mana insanları zihinlerini daha üst düzeyde kullanmaları ve realitelerini aşan bilinç atmosferleri ile kendi çağları içinde - tarih boyunca -her zaman çok zor durumlarda kalmışlardır. Çetin BAL: Evet üstadım bugünde İslam dini içindeki bazı tutucu çevreler Darvinin evrim teorisi konusunda da aynı hataya düşüyorlar.Oysaki dini iyi yorumlamak ve değerleri küçültücü ifadelerden sakınmak lazım.Keza zaman içindeki yolculuklarımızdan biliyoruzki insanlar belli bir evrimsel çizgi sonunda bugünkü durumlarına geldiler.Gerçi durum sizinde bildiğiniz gibi biraz karışık!! İnsanlara dünyanın ilk dönemlerinde ne olduğunu anlatsak hayli mevzuyu anlaşılmaz bir hale getirmiş olacağız.Yani başka dünya dışı bağlantılarda söz konusu ama bu konu bugün sözde farklı uzaylı tarikatlerce yalanla doğrular karıştırılarak lanse edilince bizde burada zor duruma düşüyoruz tabi!! Ama gelişen bilimsel bilgimiz ve dünya dışı temasın olağan sayıldığı gelecek zamanlarda durum daha iyi anlaşılacaktır.Sanırım gereksiz tartışmaların önüne geçmek için bu konuyu zamana bırakmak daha iyi olacak! Üstad Muzaffer Kınalı: Deminden beridir anlatageldiğimiz gibi şu andaki durum yine aynıdır.Tabusal ve şartlanma anlamında biliyoruzki en ön yargılı toplumlar islami toplumlarıdır.Ama benzeri tutumları hemen hemen başka şekillerde de olsa tüm günümüz inançlarında bu tür ön yargıları görmek mümkün. Her düşünce yasaklar ve belli korkular altında sınırlamalar ayıplar günahlarla çevrelenmiş durumdadır.Yani düşüncenin özgürce ilerleyebileceği alan çok dar bir alandır.Bu durum bilimsel araştırma zemininde aynı şekildedir. Işık hızının aşılamaz olduğu konusunda yıkılmaz bir önyargının olması gibi! Bu anlamda biz bile müslüman olsak dahi sosyolojik- etik anlamda kendi dinimiz ve toplumumuz hakkında yaptığımız eleştirilerde yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için çok seçerek ve daralarak konuşuyor ve çok kısıtlı eleştiriler getiriyoruz.Bu niye böyledir dersek bu ayrı bir tartışma ve eleştirel yaklaşım konusudur. Zira yanlış bir ifade yanlış bir anlaşılma bizi şu konumda arzu etmediğimiz zor bir durumda bırakabilir. İşte biz bir çok şeyi anlatmamıza rağmen…metafizik konular içerisinde bilinen metafiziği bile zorlayan haller varken bunları anlatmak şu an için zaten mümkün değil! İnsanlar zaten normal olanı anlamıyorlar. Kaldı’ ki paranormal olanı anlasınlar! Bu mümkün değil…Normal olanı anlamayan adamın paranormal olayları anlamasını beklemek yada fiziği anlamayanın metafiziği anlamasını beklemek, psikolojiyi bilmeyen birinin parapsikolojiyi anlamasını beklemek oldukça güç! Daha yüzyıl önceye kadar insanlar bir radyo gördüğünde…. kalıplaşmış zihin yapısı içinde bu radyoyu dinleyenler görenler özellikle dindar insanlar radyonun içinde cin yada şeytanlar olduğunu söyleyip bu cihazdan korkuyorlardı.Yine bazı okumuş bilmiş sözde entelektüel insanlarda radyoyu ilk kez gördüklerinde bunda bir hilekarlık olduğunu söylüyorlardı.Yani olaya bir türlü inanamıyorlardı. Oysaki bir otomobil için ilk buharlı trenle karşılaşanlar için bunlar akıl sır ermeyen olaylardı. O zaman için bunları ilk görenler bu araçların hareketlerini açıklamak için bunları cinlerin ve şeytanların çektiğini düşünüyorlardı.İlk çağlara geri dönsek hatta mitolojik olayların anlatıldığı ilk kültürlere geri dönsek o insanlarda bu tür bilimsel olaylara gizemli bir sihir olarak bakacaktırlar.Sihirli bir gücün hatta gizemli


tanrıların bu araçları çektiğini düşüneceklerdi.Yani belli düşünce biçimlerine alışmış insanlar bilinen alışılageldik bir algılamanın dışına mümkün değil çıkamaz! Çünkü her kültürün kendine göre alıştığı kabül ettiği gerçekler ve bir takım parametreler vardır.Bunun dışındakiler hayaldir, metafiziktir, masaldır deyip gördüğünü bile kabül etmek istemezler.Yani şartlanmış beyinler kendi bildikleri gibi kendi zihinlerinin alıştığı gibi olmazsa o şeyi kabül etmeleri nerdeyse mümkün değildir.Hatta adamlar kendi inanıp bildiğinin dışında gelişen bir durumu hadiseyi bile görmek istemiyor ve buna tahammül edemiyor.Yani bir çeşit şizofrenik bir akıl hastalığı söz konusu.Adam fındık kabuğu kadarlık bir dünya içine sıkıştırılmış bir hayal ve kabüller dünyası içinde yaşıyor.Kültürüde ancak o kadarlık keza bilgiside ancak o kadarlık.Daha fazla değil..olmasıda mümkün değil..!! Halbuki insanlar başka türlü teknolojilerin hallerin ve farklı ilimlerinde varolduğunu bilmeleri gerekir.Mesela hayatında hep ekvatorda belli bir ısı derecesinde yaşayan yerli insan için suyun sadece sıvı hali vardır.Adama suyun buz halinden bahsetsen o kişiyi buna inandıramazsın. Çünkü adam bunu hiç bilmiyor görmemiş.Bu adam buzdan bahsettiğinizde olmaz öyle şey der.Hatta kendisiyle alay ettiğinizi düşünür.Eğer suyu kutsal olarak kabül etmişse bunu inançlarına saygısızlık olarak ele alıp size karşı şiddete yönelebilir. Çetin BAL: Üstadım Edison ilk kez ses kaydeden ve aynı sesi tekrar geri veren gramafonu icat ettiğinde kliseden bir papaz bu cihazı görmeye gelir ve cihazdan ses gelmeye başladığında buna inanamaz ve dili olmayan şey nasıl konuşur diye çıkışmıştır… bu işin içinde şeytan var demiştir.Ne ilginçtirki insanlar konuşma ses verme olayını sadece insana ve dil benzeri bir organa bir yapıya ait bir oluşum olarak görmeye beyinlerini şartlaşmışlar.Aynı şey yapay bilinç teknolojisi içinde geçerli. Gelecekte düşünen elektronik beyinler yapıldığında ilk başta kimse o makinaların gerçekten düşündüğüne inanamayacak. Kimileri ruh hakkındaki eksik bilgileri ile bu olayı anlamaya çalışıp işin içinden çıkamayacaklardır.Kimileri derin felsefi tartışmalar içinde bu teknolojiye karşı çıkacaklar. Keza Gen ve DNA teknolojisinin daha ilerideki safhaları içinde aynı tartışmalar yaşanacaktır.Dinciler allahın işine karışılmaz diyip bu teknolojilere karşı çıkacaklar.Aslında tam tersine allahı bilen onun kudretinin, ilminin sonsuzluğunu bilen inanan insanlar için tüm bu gelişmeler onun ilahi enerjisinin olanak tanıdığı bir imkanlar bütünüdür. Gerçek inananlar bu imkanlar dünyası içinde sadece allahın sonsuz ilmine hayranlık duyulması gerektiğini idrak edecektirler. İnsan kimyasal tepkimelerden bir canlı hücre yaratabilir mi? Evet yaratabilir! Peki ruhsal enerji bu kimyanın bu moleküler biyolojinin neresindedir? Ruhsal enerji denen şey uzay ve zaman sarmalı ile kuantum vakumunun sır dolu örgüsü içinden DNA sarmalının moleküler örgüsü içine doğru uzanan elektromanyetik alan kalıpları biçiminde fizik boyuta yansır.Enerji denen şey de uzay ve zamansal bir şablon vardır.Ve Allahın bilinç enerjisi bu şablonun içinde tamamlayıcı bir unsur olarak yer bulur daha doğrusu tüm elektromanyetik enerji ve moleküler biyoloji bu bilincin içinde yer alır ve bu bilincin direktifleri doğrultusunda moleküler yasalar varolur ve anlam kazanırlar.Tanrı yada Allah dediğimiz ilahi bilinç her şeyi yoktan vareden ve varolan enerjininde belli yasalar içinde titreşip dönüşmesini sağlayan her şeyin temelindeki ana programcıdır.Allah yani evreni düzenleyen bu ana programcı yani bizi ve çevremizdeki her şeyi programlayan bu ana güç kaynağı aynı zamanda insan ruhununda gerçek kaynağıdır. Üstad Muzaffer Kınalı: Evet ifadelerin doğru..işte bu cümleden olmak üzere şöyle diyelim… halbuki insanlar böyle kendilerini şartlamak yerine daha geniş bir gönülle daha geniş bir akılla düşünüp anlamaya çalışsalar başka türlü teknolojilerin olduğunu başka türlü kimyasal yasaların başka türlü etkileşimlerin başka türlü mantık kalıblarının ve başka türlü zihin kalıblarının hatta başka türlü zaman ve uzay modellerinin olduğunu ve Pi sayısının dört boyutlu bir kürede farklılık arzedebileceğini yada evrenin başka köşesindeki farklı bir zaman akışı içinde ışık hızının değişkenlik arzedebileceğini idrak edebilseler. Ve daha pek çok şeyi hatta zamanın iç içe frekanslar halinde bir arada yaşandığını kavrayabilseler üç boyutlu


mantığın- bakışın yerine çok boyutlu bir bakış açısı geliştirebilseler elbetteki günümüz teknolojiside o oranda daha ileri düzeyde teknik buluşlara sahne olurdu.Keza aynı paralelde biz küçücük dünyamızda sadece evrende tek zeki varlıklar olarak kendimizi var kabül ediyoruz..Başkasının başka canlıların evrende diğer yıldız sistemlerde olabileceğini kabül etmekte zorlanıyoruz.Biz sadece yaşamın karbon temelli olduğunu varsayıyoruz oysaki yaşam bir çok şekilde hayat bulabilir.Ama insanlar bunu bilemiyor anlayamıyor. Dediğimiz gibi yapılması olası henüz insanların bilmediği bir sürü teknik olay var.Örneğin bir elektrik motorunun bir tost makinesinin bir televizyonun bir telefonun bir radyonun bir çalışma mantığı var.İşte bu mantığı bilmeyince bir transistörü bir kondansatörü bir elektrik devresini bir elektron akışını bir elektron dinamiğini vb gibi …işte bunları bilmeyince tüm bunlar o insanlara sihirmiş gibi imkansız şeylermiş gibi geliyor.Oysaki bu şeyleri yapanlarda yine insanlar.Biri yapıyor biri ise onu görmeye tahammül edemiyor hatta bundan korkuyor!Ama dikkat et şimdi o kişide o konuda eğitilse oda bunları yapabilir.Halbuki sonuçta onu yapanda insan.İlerde uzaydaki yüksek teknolojiye hakim ırklarla karşılaştığınızda onların teknolojileri yanında sizin bilginiz ve tekniğiniz bir hiç konumuna gelecektir.Hatta onların Allah inançları bile sizin inanç modelinizden daha üstün bir modele sahip olacaktır.Size ilkeller yerliler diye bakacaklar.Sizleri İspanyolların eski Amerika yerlilerini gördükleri gibi görecekler.İnsan ırkı onların medeniyetlerini gördüklerinde tek kelimeyle bunu ya büyü yada sihir kelimesinden başka bir kelimeyle izah edemeyecekler.Teknoloji o kadar gelişecek ki en basitinden sadece elindeki ışık huzmesi yayan cihazı bir maddenin üstüne tutan kişi o maddeyi istediği elemente çevirebilecek.Manyetik fırınlara konan taşlar bir dalga sağınağı altında altına yada elmasa çevrilebilecek.Bu çok yakın bir teknolojidir.Yada cisimleri soğutmak için gaz yerine yine sadece karşıt polarizasyonlu EM dalgalar kullanılacaktır. Şimdi biz diyoruzki gerek bizlerin gerekse keramet sahibi veli zatların gerekse daha yüksek değerlere ulaşmış, teknolojilere ulaşmış dünya dışı varlıkların şu an yeryüzündeki insanlardan çokta farkı yok! Ancak bizler zekamızı çalıştırma fırsatı bulduğumuz için beynimizi biraz daha geniş yelpazede kullanabildiğimiz için bir takım hallerin sırrına vakıf olabiliyoruz.Bizim farklılığımız buradan ileri geliyor.Yoksa herkes birbirine benzer.Bu ifadelerimizi okuyacak olan insanlar için diyebilirimki bizde sizler gibi insanız.Ne şeytanız ne cin’iz nede aranıza sızmış gizli uzaylılarız.Bizlerde en az sizler kadar insanız.Ancak bizler zekamızı biraz olsun çalıştırabilme fırsatı bulmamızdan dolayı sizlerden bazı noktalarda farklılık arzediyoruz.Yoksa herkes birbirine benzer! Çetin BAL: Üstadım bu insan olma mevzusu üstüne fazla durmasak daha iyi olur yoksa yanlış anlaşılmalar doğabilir.Bu da artık bizi gülümseten bir espiri olsun! Üstadım valla geçenlerde bir çok insan ben Çetin BAL ve Muzaffer Kınalı’nın varolduğuna inanmıyorum diye E-mail’ler atmaya başladılar aslında bir ara web sayfamıza sohbet anında çekilmiş bir kaç fotoğrafımızı koysak iyi olur.Gerçi benim web sayfamda da hiç fotoğrafım yok.Nedense bu eksikliğin bende hiç farkına varmadım.Ama insanlar baya merak ediyorlar. Üstad Muzaffer Kınalı: Elbette bir iki resim koymak sayfanın içeriği bakımından tamamlayıcı görsel etki bırakır. Nerde kalmıştık …bizimde diğer insanlardan hiçbir farkımız olmadığını söylüyorduk.Dedimya herkes birbirine benzer.Mesela küçücük bir çam tohumu düşün! Eğer bu tohum zemin bulursa devasa bir çam ağacı olur.Ondan sonsuz denebilecek çam kozalağı meydana gelir.Birde onun tohumlarını düşün..! Tüm dünyayı istersen çam ağaçları ile doldurabilirsin.Ama o zemin bulamazsa o tek bir çam tohumu bir avuç dolusuda olsa hiçbir işe yaramaz. O tohumları kuşlar yer ve çürür gider ve gübre olur tohumlar.Yani hiçbir işe yaramaz! Dikkat et bir tanesi ne kadar işe yarıyor.Ama milyonlarcası hiçbir işe yaramıyor.Dikkat et


şimdi! Şimdi biz diyoruzki farkımız burda! Hepimiz eşitiz! Eşitiz ama misal sen sende ilmin gelişeceği bir zemin bulduğun için gelişiyorsun.Bu şekilde şuurun, şuur altının, aklının geliştiği gibi astralinde keza üst benliğinde gelişiyor.Tabi bu biribirine eklenerek ruhsal enerjin devasa boyutlara doğru genişliyor. Biz bazı celselerde bazı insanlara ruhsal gözle baktığımızda kimilerini deve gibi kimilerini sinek gibi görüyoruz.Bazısı hayvan gibi köpek gibi görünüyor bize.Yunus Emrenin dediği misal İnsan insan dedikleri El ayakla baş değil İnsan mana demektir Suret ile kaş değil İşte Yunusunda söylediği gibi insan mana, kültür, şuur, bilgi enerjisi ve akıl demektir.İnsan tüm bunların toplamıdır.İşte bu gibi tohumda aynı şey aslında yani biri devasa olup yürüyüp gidiyor birisi hiç büyümemiş çürümüş, diğeri saksıda biraz büyümüş. Bu gibi insanda kendini geliştirir ve dünyanın gelişimine yardımcı olursa hep birlikte gelişiriz.Bu durumda diyelimki dünyanın sonu geldi o taktirde dünyadan başka gezegenlere çıkar gideriz.Ama bunu hep beraber insanlık olarak yaptığımız çalışmalarla ilimle hak ederek yapabiliriz.Biribirimize destek olarak birbirimizi yüceltip büyüterek bilgimize bilgi ekleyerek yapabiliriz. Ancak sevgiyle, ilimle, şefkat duygumuzla birlik beraberlik , yardımseverlik duygumuzu geliştirerek dünyada kaosu korkuyu, şoku yaşamadan yıldızlar yanıp kül olmadan dünya bitmeden zaten sonsuzluğun dört bir tarafına yayılmış oluruz. Ancak bu ilmi bu sevgiyi bu insanlık değerlerini hazmedip bunu hayata geçiremezsek kendi negatif tortularımız içinde helak olan bir dünyayla -şok ve korku içinde helak olan bir dünyayla- şok ve korku içinde bu bedenlerimizide burda kaybedeceğiz.Halbuki daha yüksek zihin hallerine yükselebilmek için bu korkuları, şokları yaşamak zorunda değiliz. Daha yüksek ruhsal değerlere akılla da ilimle de sevgiylede ulaşabiliriz.İllede ruhsal hiyerarşi içinde kafamıza birilerinin bizi uyarmak için vurması yada burda ölmemiz helak olmamız şart değil. Çetin BAL: Ama üstadım genelde tüm kaynaklarda insanlığın büyük bir yıkımla doğal afetlerle helak olması yönünde bir bilgi var. Sanki umudun yitirilmesi gibi bir durum söz konusu.Sizde genelde bu yönde bir imada bulunuyorsunuz. Üstad Muzaffer Kınalı: Şimdi bak Çetin biz korku ve felaket senaryolarını malzeme yapmak istemiyoruz.Ben son ana kadar son nefesime kadar umudumu kesmiyorum.Umudumu yitirmiyorum. Diyorumki insanlar her an duyurabilirlerse her an allahü teala insanlar o felaketi yaşamadan önce kurtuluş fırsatlarını verecek. Şimdi diyorumki ben insanlık bunu kabül etse biz gerekli uzay teknolojisini insanlara veririz.Bütün insanların dünyadan daha güzel yerlere taşınmalarını sağlarız.Burada ne zaman ne olacağınında ölçümlerini yaparız.Hava şartları gibi hesaplarınıda yaparız. Dünya burda bozuluyor bile olsa buradaki araçlarımıza binip gidebiliriz..Dünyadaki her türlü ekolojik - coğrafi fiziksel felaketler bile bizim yaptığımız bu uzay araçlarına etki edemez. Zira ona göre bu araçlar her türlü olumsuz şarta dayanacak şekilde yapılabilir. Bu araçlarla dünyadan çekip gidebiliriz. Bu araçların dahi ilmini allahü teala veriyor. Ama buna rağmen bilenleri hor görürsen bilenleri anlamazsan hatta sana karşılıksız ilim verenleri taşlarsan.. hani bir söz vardır ‘nimete müstehak olmayan musibete müstehak olur’ O zaman başına gelir.


Ne diyor ayetlerde biz diyor insanlara daha önce elçi gönderdik örnek verdik. Şu kavim böyle yaptı, şu şöyle yaptı anlayın dedik.Onları şöyle şöyle çökerttik, kimisine bir ses geldi kimisine bir rüzgar geldi diyor.Rüzgar onları yok etti deniyor.Kimisine diyor bir ışık geldi.Işık onları yok etti diyor.Kimisine yeryüzü çöktü diyor.Kimisine tufan afet geldi onları yok etti diyor.Dikkat et şimdi! Değişik felaketlerle onlar yaptıklarının hak ettikleri orantısında yok olurlar dedik.Yine örnek veriyoruz diyor. Bunu diyor..mutlaka haberciler gönderiyoruz diyor.Bak böyle oldular şu yanlışı yaptılar diye söylüyorlar. Sizde eğer bu kavimler gibi olursanız bizde burda sizlere helak olursunuz diyoruz..Bu gibi dini metinlerde de dendiği gibi allahın gönderdiği resullara inanacak yerde insanlar onu tahrik ediyorlar.Senin allahın hadi yapsın diyorlar Şunu yapsın etsinde görelim diyerek kafa tutuyorlar.Bunun üzerine de Allah << bizde beklenen gelecek olan felaketi daha çabuk getirdik -bir nevi- olayı hızlandırdık, çabuklaştırdık>> diyor Şimdi yeryüzünde kıyamet kopmayacak diye kimse söyleyebilir mi? Hayır söyleyemez! Her an doğal felaketlerin tehtidi altındayız.Kimse şuraya yada buraya hiçbir şey olmaz diyemez.Dünyalar, galaksiler yıldız sistemleri bile dağılıp bozuluyor. Kaldı’ki dünya evrende toz kadar bile değil.Dünya bile hiçbir şey olmasa bile zamanla astronomik harita içindeki dönüş ve ilerleyişinden mütevelli kozmik zaman ölçüleri içinde hız kaybederek dağılıp bozulmaya hatta kendiliğinden parçalanmaya dağılmaya mahkumdur.Bunun aksini kimse inkar edemez.Varoluş içinde belli bir forma sahip her şey zamanla bozulup dağılmaya mahkumdur.Yıldızlar bile belli bir süre sonra enerjilerini yitirirler ve sönerler. Çetin BAL: Hatta üstadım Stephan Hawking’in karadelik buharlaşması dediği X ışınımı yayımı ile kendini belli eden karadeliklerin bile belli bir ömrü vardır.Yani karadelik haline gelen sönmüş bir yıldız bile zamanla içerdiği enerjiyi bir şekilde kozmik yasalar gereği dışa atıp dağılıp-bozulup son bulmak zorundadır.Atom altı parçacıklarımız bile zaman içinde bozunup kuantum vakumunun sır dolu örgüsü içerisine katılıp karışmak zorundadır.Aslında evren kendi içinde dev bir kozmik akvaryumu andırır.Dünyadaki deniz suyunun buharlaşıp tekrar yağmur olup yeryüzüne inmesi gibi ve devamlı süren bu çevrimsel sürecin bir benzeride aynen evrende devam etmektedir.Kuantum vakumundan astronomik ölçekteki olaylara doğru gelişen ve çevrim halinde olan bir madde ve enerji okyanusu içerisinde yer almaktayız.Birbirine devam ede giden ve biribirini tamamlayan dev bir çevrimsel sürecin içindeyiz.Aslında bu durum hint mitolojisindeki Tanrı krişna’nın dansına benzetilebilecek bir durum. Üstad Muzaffer Kınalı: Evet ifade ettiğin gibi her şey değişir ve dönüşür.Yok olmak diye bir şey yoktur.Her şey belli bir çevrim içinde sadece bir fazdan bir faza geçerek hal değiştirir. O ayrı mesele! Neyse işte bu demek oluyorki yaşadığımız her ortamı zamanla kaybedeceğiz.Ama kaybolmayan bir şey var.O nedir? O ruhsal varlığımızdır.Ruhsal varlığımız hiçbir zaman kaybolmayacak. Onunla her yerde her ortamda bedenler yapacağız.O bedenleri kullanarak ruhsal tekamül merdivenlerinde sonsuza doğru ilerleyeceğiz.Cennet ve cehennem sadece şu anki insanlığın bildiği bir geçiş bölgesidir.İsteyen yaptıklarının ve ruhsal enerjisinin titreşim boyuna ve hak ettiği şeyler nispetinde kendi arzusuna göre orda kalabilecek.Ama bazı ruhlar o düzeyleride geçip daha sonsuz boyutlara doğru farklı maddesel planlardaki sonsuz deneyimlerine devam edecektirler.Bazı ruhlar ise ruhsal gelişimleri istenen noktaya yükseltebilmek için yeniden fizik boyuttaki katlara geri dönecektirler.Burdan da anlaşılacağı gibi baki olan şu fizik beden değil ruhsal yapımızdır.Biz bu yönümüzü önemsemeliyiz.Yani demeliyizki.. hani ‘‘ölen hayvan imiş aşıklar ölmez’’ diyor ya Yunus Emre! O gibi sevgi ölmez ruhsal yapı ölmez! Biz aşıklar derken ruhsal yapıyı kastediyoruz.Çünkü o madde değilki ölsün. O madde üstü bir şey. Ölüm maddeye göre olan bir şey! Öyleyse o madde üstü bir şey dediğimiz ruhsal benlik kainatlar içinde beden yapmış olmasına rağmen kainatın dağılma kanunlarına uygun değil.Yani şu 12 boyutlu dediğimiz kainatın kanunlarına tabi değil.Yani şu gelip geçici olan bitici olan zamana tabi olan yada şu bilinen zamanla kayıtlı olan bir varlık sistemi değil ruh!Öyleyse benimseyeceğimiz şey orasıdır.Yani ruhsal benliğimizdir.Zira ruhsal benliğimizde tekamül halindedir.Fiziksel bedenin kozmik zaman devreleri içinde bir evriminden söz edilebileceği gibi


‘ruhsal bedeninde –ruhsal özünde’ sonsuz boyutlar sarmalı içinde ilerlemekten mütevelli evrimsel bir sürecin içinde olduğundan bahsedilebilir. Biz bu dünya yaşamı içinde o ruhsal yapıyı üst benliği önemseyip tekamül ettireceğimize biz bu madde dünyasına gereğinden fazla önem veriyoruz.Bu bu yanlış anlaşılmasın tabi.Nasıl yani dersek…şöyle izah edelim elbetteki teknolojik ve maddesel bilim anlamında tekamüle yani ilerlemeye gereğinden bile çok daha fazla önem vermek ve bu alanda yükselmek lazım.Biz maddeye önem vermemek derken maddecil egoist çıkarlar bütününü kastediyoruz. Nihayetinde madde de sonuçta ruhun gelişimi için bir araçtır. Ama temelde esas gaye ruhun yücelmesi ve yükseltilmesidir. Biz o ruhsal yapıyı –üst benliğiözümseyip tekamül ettireceğimize biz bu madde dünyasına daha çok önem veriyoruz.İnsanların kalblerini küçük şeyler için bitici ve ölümlü olan basit değerler için kırıyoruz.Basit geçici maddi çıkarlar adına ruhun üst değerlerini hiçe sayabiliyoruz.Erdem, sabır, hoşgörü, şefkat, iyi niyet gibi tüm manevi değerlerimizi ucuz değerler adına birkaç liraya birkaç altına değişebiliyoruz.Basit maddesel eğilimler içinde kendimize ait ilahi değerleri unutup insan olmanın sevmenin, yardım sever olmanın , ahlaklı olmanın yüksek değerler çizgisinden çıkarak sanki hiç ölmüyecekmiş gibi sanki sadece maddesel bir bedenin kısır kalıbı içinde tüm evreni bu basit kalıbın elde edebileceği gelip geçici anlık zevklerin ve hazların bir toplamı olarak görme eğilimi içine giriyoruz. Sonuç olarak biz ruhsal boyutumuzu zaafa uğratacak hiçbir yanlış eğilim içine girmemeliyiz. O üst benliği geliştirip yükseltecek davranışlar yapmamız lazım.Fizik bedeni ruhsal değerlerin daha da gelişimi yönünde kullanman gerekir.Şu fizik bedeni boyutunda üst benliğe zarar verecek yani senin ebedi ve ezeli olarak yaşadığın benliğe zarar veren her hareketide şu fizik beden ile yapmayacağız. Ona engel olacağız daha! Öyleyse bu ne anlama geliyor? Buna metafizik anlamda, parapsikolojik anlamda, spiritüel anlamda yani ruhsal bilim anlamında başka bir açıdan dinler ve tebliğler açısından da bakacaksın.Ne demek bu diye bunu çok boyutlu olarak sorgulayacaksın. Yani ruhsal gelişmeyi sağlayan sıfatlar yahutta hareketler nelerdir diye düşünüp buna göre yaşayacağız. Bak bir örnek vereyim sen mesela arabayla diyelim yolda bir yere gidiyorsun.Giderken arabayı bile bile göz göre göre sağa sola çarparmısın yada bir duvara vururmusun! Hayır bunu yapmazsın! Çünkü bu hareketin sonuçlarını bilirsin. Çünkü bilirsinki o iş sadece vurmakla kalmaz…trafik polisleri gelir bir sürü sorgu sual..sonra emniyete gider orda uğraşırsın..ifade verirsin.Sağa sola telefon açarsın bir sürü açıklama yapmak zorunda kalırsın.Duruma göre birde suçluysan içeri girersin.Bir sürü hukuki prosedüre tabi olursun mahkeme kapılarında gider gelirsin.Yani kendini aklamak yada cezanı çekme babında bir sürü sorunla uğraşmak zorunda kalırsın.Hatta yarlanmışsan birde hastane kapılarında uğraşmak zorunda kalırsın.Çok izdiham varsa tekrar gider tekrar gelirsin.Bir sürü maddi zorluğun içine girersin.Hem zaman kaybersin hem para hemde bir sürü sorunda cabası! İşte insan çok kısa bir an için buradaki milyonlarca olasılığı farkında olmadan gözden geçirir ve ona göre davranır.İşte bu dünyada nasıl böyle bir sürü hukuki düzenleme varsa evrensel boyuttada sonsuz boyutlar ve sonsuz evrenler boyuncada insan olmanın varolmanın kendi içinde buna benzer daha kozmik düzeyse ruhsal gelişim ve ilerleme yasaları vardır.Bugünkü dini tabir ve ifadeler 5 yaşındaki çocuk zekasına hitap eden sembolik betimlemelerle dolu olsa bile..bunlar boş şeyler değildirler. Bazı kendini çok zeki ve kültürlü bulan insanlar bu sembolik betimlemeleri okuyunca hadi canım bunların akıl mantıkla ilgisi yok der geçerler. Hatta kim inanır bu palavralara diyip dinsel sistemleride küçümseyen inançsızlığı seçen bir çok insan vardır.Bir açıdan bu insanların haklı tarafları da vardır ama olay öyle sandıkları kadar boş ve anlamsız değildir.Sonuçta dini tabirlede olsa ilahi yada bazılarının anladığı bağlamda evrensel bir düzen söz konusudur. İster kabül et ister bil ister bilme sonuçta hepimiz o ilahi enerji boyutunun içinde doğar yaşar ve ölürüz.Kimse için özel bir ayrıcalık yoktur.Ben müslümanım ben hristiyanım ben şuyum buyum kelimeleride bu ilahi düzen içinde değerliliği olmayan sözlerdir.Tümüyle ilahi plan kimin ne yaptığına kimin


hangi niyetler içinde nasıl bir enerji küresine sahip olduğuna bakar.İlahi alemlerden bakıldığında her insan belli bir titreşim ve frekanlar boyunda yayın yapan yürüyen hareket eden radyo Tv istasyonlarına benzerler.Tüm geçmiş yaşamlarından gelecek yaşamlarından izler taşır bu alan! Ama bu alanın biz geçmişten bugüne gelen ışımasını algılarız ilk etapta.Gönül gözü açık olanlar yada o medyumatik hassasiyete sahip olan insanlar çevresindeki aura denen bu renkli ışık alanını görebilirler. Neyse konumuzu dağıtmadan ne diyorduk..evrende bir düzen bir sistem olduğundan bahsediyorduk.Kimse bile bile arabasını bir duvara çarpmak istemez diyorduk.Çünkü herkes bunun sonuçlarını bilir. Bu gibi böyle bir durumda hem milli servete hem insanlara hem de kendine zarar verirsin.Bunları bilince arabayı vurduğun o an belki bir şey olmayacak ama sonra bir şeyler olacak .İşte bunu bildiğin için daha dikkatli olursun.İşte dinlerdeki yasak ve emirlerin ardındaki ana espiride buradan doğar.Hem bu yaşam boyunda hemde ruhsal boyutta insanların daha iyi noktalara yükselebilmeleri ve gelebilmeleri için peygamberler dediğimiz ruhsal bilgeliği yeryüzüne getiren kozmik öğretmenler insanlığa bu anlamda yol göstericilik yapmışlardır. Ne dedik yolda giderken bile insan trafik kurallarına riayet eder uyar. Çünkü kurallara uymazsa önce kendisi başta olmak üzere çevresine büyük zararlar verebilir.Kişi bunu bildiği için daha dikkatli olur. Öyleyse ruhsal anlamda da yani ruhsal manada da şu dünyada yaşadığımız şu küçük an bize göre çok gibi görünse bile şu an için yaptığın bir şeyin yaşadığın hayat biçiminin senin geçmiş ve geleceğini enterese edeceğini bildiğin için gereksiz basit hatalara düşmezsin daha dikkatli olursun.Fiziksel beden ne olacak ki ! O sadece ruhsal mananın tecrübesi için bir alettir.Geçicidir..İzafidir. Bu beden ebedi değilki! Çetin BAL: Yani reankarnasyon ve karmik ilişkiler ağından söz ediyoruz.Etkiye karşı tepki meselesi..ne ekersen onu biçersin yada etme bulma dünyası! Zerre kadar iyilik zerre kadar kötülük karşılıksız kalmayacaktır. Bir iyilik yap denize at balık bilmezse halık bilir..vb gibi bir çok ifadelerle halk arasında bu bilgi yerini almış. Üstad Muzaffer Kınalı: Tabiki dini versiyonda olaya baktığımızda sadece bu dünya boyutunda değil dünyevi hayat sonunda da bu dünyada yapılan her pozitif ve negatif eylemin düşüncenin sonuçlarıyla iyi yada kötü bir şekilde mutlaka karşılaşacağız.Ya öyle yada böyle bir şekilde her şey karşılığını bulacaktır.Geçmişe ve geleceğe doğru da mana boyutlarına doğru da yapılan her eylem sonsuzluğun tüm boyutları boyunca yankılanan dalgalanmalar oluşturur.Hiç bir şey yapıldığı olduğu noktada donup kalmaz her şey birbirini etkiler ve her yanlış yada doğru tüm eylemler sonuçları itibarıyla sizi gelip bir şekilde mutlaka bulacaktır.Tüm sonsuzluk her şeyin birbirini etkilediği her şeyin birbirine bağlı olduğu dev bir holografik etkileşim ağıdır. ‘‘Sonsuzluk’’ yokluğu dolduran, tüm boyutlarıyla sonsuz küçük bir NOKTAdır. Ama aynı zamanda bu sonsuzluk tüm boyutlarıyla başı ve sonu olmayan geçmişi ve sonsuzluğa uzanan geleceğiyle yuvarlanarak her şeyin bir araya geldiği - iç içe geçtiği sonsuz büyük küresel bir mükemmeliyettir.Dikkat edin yokluğun geometrik yansıması ile madde ve enerji içindeki küresel geometri ve daire geometrisi arasında özel bir ilişki vardır.Geometrisi olmayan yokluk nasıl bir şey olur diyorsanız KÜREye bakın! Geometrik anlamda Zaman ve uzay iç içe geçmiş iki ayrı küre gibidir.Ama aslında bu tek bir küreyi ifade eder.Bizim bakış açımız ve gözlem noktamız bunu iki ayrı küre gibi yanılsamalı bir düşünsel görüntüye neden olur.Frekanslar anlamında zaman ve uzaya baktığımızda evrendeki tüm noktalar ve sonsuz geçmişle geleceğe ait tüm zaman/uzay noktaları aslında daha üst bir realiteden bakıldığında aynı nokta üstünde bir arada yer alan farklı noktalar kümesi olarak görünürler.Aslında geçmiş- gelecek yada uzak -yakın diye bir şey yoktur bir yerden bir yere gittiğimizi düşünmek aslında holografik evrenin yapısından doğan bir yanılsamadan başka bir şey değildir.Aslında zaman dahil hiç bir şey geçiyor yada hareket ediyor değildir.Herşey küresel varoluşun mutlak mükemmeliyeti içindeki tabloda sadece allahın düşündeki resimde yer alan renkli noktacıklardan


ibarettir.Kalem kağıdın üstüne yazı yazarken -bir çizgi çizerken hareket edenin kalem mi yoksa kağıtmı olduğunu nasıl bilebiliriz? Aslında bir gerçek varki o da ışığın ne olduğunu anlamak yokluğun tabiatını anlamak gibidir. Çetin BAL: Üstadım bazı insanlar şu küçük yaşamları içindeki yaptıkları deneyimledikleri en küçük davranış ve düşünce kalıplarının bu sonsuz evren içinde ne kadar bir öneme haiz olduğu konusunda çok negatif bir bakış açısına sahipler.Yani insanlar sonsuz kainatlar içinde hatta şu küçücük toz taneciği kadarlık bile olmayan dünyada bile kendilerini yalnız önemsiz biyo kimyasal bir kompozisyondan bir madde parçasından ibaret görmekteler.Hayat nedirki ne olacakki diyorlar.Boş ver gitsin misali …koca bir sonsuzluk ve bu sonsuzlukta ben neyimki diyorlar! İnsanlar kendisini anlamsız bir madde parçası olarak görüyorlar.Bazı ruhsal konular içinde olan arkadaşlarda kendi ruhsallıklarını yaşayamamaktan arzu edilen noktaya varamamaktan şikayetçiler.Yani ya arkadaş 10 gün 10 ay riyazet haline girsem sadece bitkisel beslensem yada şu ruhsal disiplini uygulasam ne olacakki ya da şu kadar meditasyon yapsam ne değişecekki gibi umutsuz bir düşünce modeli içinde olaylara bakıyorlar.Şu kitaptaki şu yazıyı okusam şunu bilsem ne olcakki gibi bu durum benim ruhsal yapıma ne kadar tesir ve etki edecekki! Bu ne kadarlık bir önem değerine sahipki diye düş kırıklığını andıran bir bakış açısı içerisindeler. Yoldan geçen yaşlı bir teyzeye yardım etmek..yada evrensel değere haiz bir kavram üstünde bir süre düşünmek yada karanlık bir gecede parıldayan yıldızları seyredip bir süre tefekküre dalmanın bize getirisi ne olabilirki? Tabiki bunlar yanlış anlaşılmasın bir şey illaki bir karşılık beklenildiği için yapılması gerekir diye bir sonuçta çıkmamalı bundan. Sadece yaşamın en küçük anlarına dair önemsiz gibi gördüğümüz olayların gerçekten evrende nasıl bir değere haiz olduğuna dair bazı düşünceler geliyor insanların aklına. Üstad Muzaffer Kınalı: İşte bu düşünceler onların zeka yapısını ilgilendiren bir durumdur.Zekası aklı gelişmemiş insanlar elbette bu olayların tümünü kavrayamayan insanlardır.. ‘AKLI KÜL’e ulaşamamış beyinlerdir. Çetin BAL: Oysaki şu bir anlık yaşamdaki bir anlık tefekkürümüz, iyi niyetli küçük bir eğilimimizin, düşüncemizin dünyayı değiştirmesi söz konusu. Ufak ve hiç göze görünmeyen bir eğilimin sonsuzluk içinde hiç düşünmediğiniz kadar çok büyük devasa bir anlamı olabilir.Ve içeriğinde evreni büyük ölçeklerde değiştirebilecek bir tesir bir güç taşıyabilir. Üstad Muzaffer Kınalı: Evet! Bak ne diyor bir filozof: Bir kelebeğin diyor kanat çırpışı kainatı enterese eder.Dikkat et dünyayı demiyor kainatı entere eder diyor.Herşey birbirine bağlı diyor. Çetin BAL: Üstadım belki bu internet sayfalarında yazdığımız bu bilgiler bizim için küçük mevzular.Her zaman konuştuğumuz hem dem olduğumuz mevzular.Ama bunları yazınca insanlarla paylaşınca beklide bu yazılar ve söylediğimiz tüm sözler insanlık tarihini değiştiren bir etki bir tesir oluşturacaktır.Yani hiçbir şeyi küçümsememek lazım.Mesela vahdet ekolü olarak yazdığımız sohbetler bile bir çok şeyi değiştirecek .Belki birisi bu yazılanlardan bir fikir bir ilham alacak o ilham tüm dünyayı değiştirecek.Bunu sanki bir kelebeğin kanat çırpışının tüm kainatı etkileyip enterese etmesi gibi. Üstad Muzaffer Kınalı: O bakımdan her şey bir bütün olarak birbirine bağlı! O sorumluluk içerisinde olduğumuz zaman o zaman VAHDET dediğimiz şey oluyor.Yani sevgide bir bütünlük ..! Dikkat et! Şuurda bir bütünlük, sorumlulukta bir bütünlük eylemde bir bütünlük (harekette bir bütünlük) ve yaşamda bir bütünlük olunca o zaman biz gerçek yaşamanın manasını anlamış oluyoruz. Hani ilim ilim bilmektirilim kendin bilmektir diyoruz ya işte bu bütünsel anlayış içinde kendini bilmek denen kendini anlamak denen olay gerçekleşiyor.Bu durumda kendinin içsel sonsuzluğuna ve dışsal sonsuzluğuna doğru şuur


açılıyor.Şuur sonsuz olarak içe ve dışa doğru açılıyor.Herşeyin kavrayışı içine giriliyor.En büyük ve en küçük olan aynı nokta içinde birbiri içine girerek bir araya geliyor. Dışa doğru sonsuzluğa açılan şuur üst benlikle bütünleşiyor yine içsel sonsuzluğa doğru açılan şuur yine kendi içsel varlığıyla barışarak birleşir.Bu konumda şuur içsel ve dışsal olarak bir TAMlık ve BÜTÜNlüğe ulaşarak bu hal içinde içinde kendisiyle barışık bir düzleme yükselmiş olur.Bu noktada iç ve dış birleşir.Herşey tek bir şey olur.Herşey –sonsuz geçmiş ve gelecek - bu şuur noktasında yuvarlanarak mutlak mükemmel ve kendi içinde barışık kendi içinde tam bir küresel bütün haline gelir. Anlayışta, sevgide, bilgide, şefkatte, kavrayış ve idrakte tam bir küresel eşitlik ve birlik içinde olan insan kendisiyle barışık kendisiyle bütün hale gelir.Kişi bu durumda tüm mevcudiyetle bir olmak denen hale ulaşır.İşte buna vahdet diyoruz. Yani bir ile BİR olmak ve cümle aleme dolmak dediğimiz şey bu! Dikkat et.. her şey bir benim içimde! Ben her şeyin içindeyim. Aynı şey yani. Bak Çetin ne kadar yeri düşünürsen düşüncenle o senin içine giriyor sende o düşündüğün yerlerin içine giriyorsun ve bütünleşiyorsun.İşte oraya ulaşmak denen şey bu! Neyi düşünüyorsan sen o oluyorsun. Tasavvufta buna fenafillah makamı denir.Yani allahla bir olmak!Budizmde buna Nirvanaya yükselmek denir.Hristiyanlıkta ise bu durum Hz İsa’nın Allahla bir olması gibi düşünülebilir. Bu hal ile düşüncenle düşündüğün yer içinde olma haleti ruhiyesi içinde Tayyi-mekan denen zaman ve mekan kesişimlerini kısa bir süreliğine bozarak uzayda ve zamanda büyük mesafeler arasındada yer değiştirebilirsin.Bunu ruhsal anlamda yapabileceğin gibi (yani şuur projeksiyonu şeklinde) bizatihi fizik bedenlide yapabilirsin.Düşüncenle maddeyi bir arada tutan kimyasal ve fizik parametrelerini değiştirerek düşünce gücünle cisimleri hareket ettirebilir maddeyi her türlü şeye dönüştürebilirsin.Bir nevi tüm evren ışık kuantumlarından yapılmış kuantumize bir kütledir.Düşünce dediğimiz şey bir yönüyle kuantumların kaynaklandığı ve ortaya çıktığı yani yokluğa yansımadan önceki asıl barındıkları ortaya çıktıkları yani yaratıldıkları yerdir.Aslında tüm evren yokluğa sırtını dayamadan önce senin düşüncenin kafesi içinde kendine yer bulur ve sırtını yokluğa dayar.Sözde senin düşüncenin kaynağı olarak gösterilen beynin biyomoleküler kompozisyonu bile tümüyle özünde düzenlenmiş kuantumsal bir enerji yığınıdır.İşte bu yığının üzerinde durduğu ve varolduğu zemin aslında bizim onu düşünmemizdir.Yani bizim düşüncemizdir.Yani bu ne anlama gelir? Şu anlama gelir: Aslında ışık özünde daha temel düzeyde bir düşünce ve bilinç enerjisidir.Bu ne demektir? Bu şu demek oluyor.Tüm evren bizim hayal enerjimizin bir yansımasıdır.Maddeyi kontrol etmek demek kendi düşüncelerimizi kontrol etmek demektir.Şimdi işin sırrını anlıyormusun? Neden kimi ruhsal disiplinlerde oruç yada benzeri disiplinlerle zihni güçlendiriyorlar.Dikkat et! kendini en çok kontrol edebilen nefsine isteklerine en çok gem vurabilen hakim olabilen ruh yani en yüksek en güçlü iradeye sahip ruhlar (düşünce enerjisi) en güçlü ruhlardır.Mana düzeyinde ruhsal düzeyde kendini güçlendiren insanlar fizik beden içinde daha büyük bir ruh gücüne sahip olabilirler.İşte bu ruhsal güç zaman ve mekan kaydından kurtulmanın ve fizik bedenin sınırlamalarını aşmanın tek yoludur.Bu aslında çok DÜŞÜNCE GÜCÜ dediğimiz şeydir aslında. Bizler evrensel bir bilincin yansımaları olarak zaten heryeri ihate edip( gezip dolaşıp) kuşatabilecek düşüncemizle doldurabilecek bir kabiliyette olan varlıklarız.Demek ki insan sevdiği düşündüğü yeri kuşatıp oranın sorumluluğu neyi gerektiriyorsa neyi icap ettiriyorsa hani hizmetini eylemini ve yaşam sanatını icra eder.Çünkü yaşamak diğer bir açıdan bir sanattır. Çetin BAL: Üstadım bazı insanlar bu türde anlattığımız evrensel bilgileri ve uygulamalar bütününü anlamakta zorluk çekiyorlar hatta bazıları bu ifadeleri küçümseyip aslı astarı olmayan şeyler gibi görüyorlar.Yani idraklerini o anlatageldiğimiz evrensel idrak noktasına çıkarmayı ve buradaki varılmak isten merhaleyi kavramakta güçlük çekiyorlar. Üstad Muzaffer Kınalı:İnsanlar arasında elbette şu anlattığımız konulara yabancı olan daha henüz bu düşünce ve kavrama düzeyleri içerisine girmemiş olan bu kavramlardan burda bahsedilen kazanımlardan


uzak olan zihinler vardır.Kimisi vardır bu mevzuları kısmen duymuştur ve dini bir bağnazlık içinde bu olayları anlamak anlamaya çalışmak ister.Tabiki böyle bir kısır anlayış boyutundada bahsettiğimiz hakikatlere ulaşılamaz.Kimi entellektül olarak geçinen ve dünyanın her yerinden önemli bilimsel makamlarda bulunan bir çok dünya insanı vardır.Öncelikle herkes her şeyi bilecek diye bir kaide yok tabi. Her insan beyninin zihninin gelişimi oranında sorular soracak ve cevaplar arayacaktır.Şimdi burda bahsettiğimiz olayları anlamak için belli bir dini ideolojik yada felsefi ekol düşüncelerine takılmak belli bir sabit nirengi noktası almak yanlış olur.Tek başına İslam felsefesi yada Budist felsefe yada Yahudi mistizmi gibi belli düşünce model ve kalıplarından yola çıkarak evrensel bir değere ulaşmaya çalışmak tam olarak istenen sonucu vermeyebilir.Bu bahsedegeldiğimiz ruhun evrensel niteliklerine bilgisine ulaşabilmek için mümkün olan en geniş kapsama alanında ve çok boyutlu bir kültürel dini mistik, metafizik ve hatta materyalist düşünce sisteminide içine alan bir çerçevede her anlamda bilimsel düzlem boyutunuda içine alan çok geniş bir çerçevede ön yargı gütmeden dünyaya ideolojilere felsefelere ve inançlara bakmak ve o düzlemde olayları değerlendirmek anlamaya çalışmak lazım.Ben müslümanım ama körü körüne inanan benim dediğim tek doğrudur diyen bir müslüman değilim.Şuurlu bilinçli olarak dünyaya bakan ve kendi dininide o noktadan bakarak en evrensel şekilde yorumlamaya çalışan bir müslümanım.Ama her şeyden önce ben bir insanım. Kendimi ve evreni tarafsız bir çizgiden bakarak anlamaya ve kavramaya çalışan insanım. Şimdi işte bu çerçevede dünyaya bakıp evrensel bilgiler bütününe ulaşmış ve hakikatin demi içinde hem dem olan bizim gibi insanların ifadelerini küçümseyen insanlar için diyebilirimki ‘küçümseyen insan anlayamayan insandır.’ Biz insana kendi gerçeğini anlatmanın derdi içindeyiz. Anlayan insan bunun idrakine vardığı zaman neyi yapması gerekiyorsa onu yapacaktır.Dikkat et şimdi! Bunun içinde güzel konuşma, güzel düşünme, eylem dahil, ilim dahil , ibadet dahil yani her şey dahil! Tüm yaşam bunun içine dahil.. Ne dedik yaşamak tümüyle bir sanattır. İşte öyle bir noktaya doğru gidiyoruzki bak şimdi… Bu anlayış, bu idrak bu vizyon, bu hal içinde olmak sonsuz hoşgörü, sonsuz sabır, sonsuz sevgi, sonsuz ilim getiriyor. Anlıyormusun? Bu cümleden olmak üzere deniyorki hiçbir zerre kadar hayır zerre kadar şer boşuna değildir.İlahi dini verilerdede bu böyle deniyor.Mesela biz ruhsal alemin derinliklerine uzanan düzeylerden medyumsal celseler vasıtasıyla bir çok bilgi alıyoruz.Ama ilginç olan bu bilgileri alan medyumun kültürel düzeyi o bilgileri üretecek yada uyduracak düzeyde değil.Keza bir çok medyum doğru düzgün okuma yazmada bilmiyor.Böyle medyumlarımızda oldu.Ama bu bilgileri alıyor.Ondan öyle bilgiler geliyorki bu bilgiyi dinleyenler buna şaşırıyorlar.Öyleyse o medyum bildiği bir şeyi yada ezberlediği bir şeyi söylemiyor.Bilmediği şeyleri söylüyor.Demek ki cahil bir medyum hiç kimsenin bilmediği şeyleri söyleyebiliyorsa demekki peygamber dediğimiz, resul dediğimiz hassas insanlar yaratıcı güçten (nasılsa ne şekilde ise yaratıcı güç, vareden güç neyse, adına ne dersen de! Adına ne dersen de! Adı önemli değil.) yarattığına dair alınan bilgiler yahutta yaratılmışlara ait olan alınan bilgiler yahutta yaratıcı yerdeki insan gibi idrak sahibi olan varlıklara dair alınan bilgilere tebliğ diyorsak oradaki bu bilgileri veren varlık sistemlerini yok saymak nasıl mümkün değilse yani buradaki bir medyumun aldığı bilgileri var sayıp bunlara inanırken bu işi meydana getiren yaratıcı güçten gelen tebliği yok sayacağız ve buna inanmayacağız! Hiç böyle bir ikilemli mantık olabilir mi? Bu açıdan dinlere ve çıkış noktalarına hiç itibar etmemek olmaz öyle şey demek evrensel bilgiye ve çok boyutlu bir dünyaya inanan insan aklı için mümkün değildir.Bu açıdan dini verileri top yekün hiçe saymak bir eksikliktir.Ayetlere uydurma demek incelemeye değer bulmamak bir eksikliktir.Çünkü biz buradan galaksimizin etrafındaki bir yıldız noktacığına ait şu güneş sistemi içindeki şu küçücük mavi bir gezegen içinde Türkiyenin denizli şehri içinde şu küçük kırtasiye dükkanı içinden şu küçük bedenlerimiz içinde şu anda bu sohbeti yaparken bile herhangi bir yerden herhangi bir boyuttan bilmediğimiz bir bilgiyi zihinden ve gönülden alabiliyorsak telepatik bağlamda tüm evrenle bağlantıyı kurabiliyorsak ve kendi yerel zaman/ mekan çerçevemizi zihin gücümüzle geçmişe ve geleceğe doğru bir koridor açıp


aktarabilecek yetenekler içinde bulunabiliyorsak geçmişe dair bir çok inanılmaz gibi görülen ve peygamberlere ait olan bir çok mucizevi olayların olabileceğinede kanaat getirmek lazım.En azından biz bunun böyle olması gerektiğini biliyoruz. Biz zihin güçümüzle her şeyi yapmaya muktedir olduğumuzu biliyoruz bilmekle kalmayıp tüm bu hallerin deneyimi ve uygulaması içinde bunları tatbik edebiliyor isek biz başka dünyalara bir göz açıp kırma süresinde düşünce hızıyla nakil olabiliyorsak başka dünyaların insanlarıda neden geçmişte bizim dünyamızı bu tür yöntemlerle ziyaret etmiş ve insanlığı bir çok noktada aydınlatmış olmasınlar.Bu da bir olasılık.Yada geçmişte bir çok vasıf altında yaşamış olan özel yeteneklere sahip insanların insanlığı kitleler düzeyinde etkileyebilecek bir şuur ve bilgi enerjisini insanlığa dikte ettirmemiş olduğunu nerden biliyoruz. Şu sözlerimizin şu andan yola çıkıp geçmişe doğru telepatik dalga boyları şeklinde uzanıp hassas insanlara ulaşması ve küçük bir kelebeğin sadece uzay içinde değil zaman içinde bile kanat çırpışlarının tüm zamanda değiştirici dalgalanmalar yaratmadığını nerden biliyoruz? Dikkat et şimdi uzayda ve zamanda her şey birbirini etkiler ve dönüştürür.Unutmaki evren çok boyutlu bir etkileşim ağıdır. Şimdi bak Çetin; ...dedik ya herhangi bir yerden bilmediğimiz bir bilgiyi zihinden gönülden alabiliyorsak demekki bu kainatın yaratılışı hakkındaki bilgiyide kainatın kendisinden alabiliriz.Evrende her zerrenin dili vardır dedik! Her zerre konuşur! Ama bu konuşmayı illede her şeyin bizim gibi bir dili olup konuşması şeklinde düşünmemek lazım bunu.Bunu telepatik dalga boylarının etki ve tepkisel olarak karşılıklı tesirlerinin alınması yada -değiş tokuşu gibi düşünmek gerek. Telepatik konuşma böyle bir lisan ve anlaşma biçimidir.Mesela kırda bir çiçekle bile bu yolla telepatik bağlamda konuşabilirsin.Atomun çekirdeğindeki bir elektronla bile konuşabilirsin.Tüm evren bir dalgalar kümesidir. Bu anlamda gezegenin kendisiyle bile konuşabilirsin.Bir insanla konuşabiliyorsun aynı şekilde her bir insan hücresiylede sohbet edebilirsin hatta hücrelerdeki DNA molekülleri ile bile sohbet edebilirsin.Kandaki alyuvar ve ak yuvarlarlada sohbet edebilirsin. Bir grib virüsü ilede sohbet edebilirsin yaratılış amacını sorabilirsin hayattaki amacını sorabilirsin hatta ondan bedeni terk etmesinide isteyebilirsin. Çetin BAL: Üstadım tüm evren zaten bir dalgalar bütünüdür.İnsan bilinci ve anlayışı bile beyinde cereyan eden elektrik sinyallerinin ve dalgalarının farklı frekanslarda örüntülediği bir girişim ve örtüşüm ağının sonucunda ortaya çıkan bir süreçtir.Yada beyinde bu dalgalar süreci sonucunda ortaya çıkan bir süreç olarak şuuru görebiliriz.Ruhsal enerji kendini ancaksın böyle bir süreç içinde ortaya koyabilir.Yani ruhsal enerjiyi heryerde varolan radyo dalgaları senfonisine benzetirsek bu senfoninin elektriksel sinyaller şeklinde ifade bulup bu boyutta dinlenebilmesi için bir elektronik devreye ve bir hoporlöre ihtiyacımız olduğu gibi ruhsal yada astral enerji kalıbınında kendini ifade edebileceği bir fiziksel elektronik öze ihtiyacı vardır tabi. Üstad Muzaffer Kınalı: Sonuç itibarıyla nihai olarak bu kainatın yaratılışı hakkındaki bilgiyi kainatın kendisinden bile alabiliriz.Çünkü kainatın varoluşunun ilmi kainatın içindedir.Mesela bu televizyonun ilmi içindedir.Meraklı kişi teknik eleman açar televizyonu içindeki parçaları inceler, içine bakar nasıl yapmışlar diye çalışma mantığını anlamaya çalışır.Ve aynısını yapar.Keza insanda böyledir.İnsanın ilmide hem ruhsal manada hemde biyolojik manada yine insanda gizlidir.Bir nevi insanda bu bilgiler kodlanmıştır.Bunu ister DNA şeklinde algılasınlar ister başka bişe şeklinde algılasınlar.Sonuçta insanın yaratılışına dair bilgi yine insanda mevcut.Bu bilgilerden yola çıkılarak insanlık çok ileri evrim düzeylerinde bir yaratılış mühendisliği, bir gezegen yapım mühendisliği hatta galaktik bir sistemi kurgulama mühendisliği gibi yepyeni üst düzey yaratıcılık bilgilerine sahip evrensel mühendislik dalları oluşturacaktır.Bunun yanında değişik madde yapılarına ait madde içi yapılara ait yeni madde mühendislikleri oluşturulacaktır.


Demek oluyorki her şeyin kendi oluşum ilmi yaratılışının ilmi kendi içinde saklı.Yani herşeyin her sorunun ilmi kendi içinde.Şu tükenmez kalemi düşün şu mürekkebi düşün bunun ucunu düşün! İşte bunun ilmi burda var zaten.Yine mesela şu kainatın varoluşunun ilmini bu kainatın akaşasından da almak mümkün.Artık şu kainatın varolan şemasınımı diyeceksin yada din bazında levhi-mahvuz'umu diyeceksin yada bilimsel anlatım içinde buna hologramik evren tablosumu diyeceksin ne dersen de asıl meseleyi anlamak lazım. Çetin BAL: Yani üstadım her zerrenin kendine göre bir dili vardır misali o frekansa girdiğin zaman etki ve tesirlerin karşılıklı rezonansı, alış verişi ile o bilgiyi ordan alırız. Üstad Muzaffer Kınalı: İşte aynı şey! İşte bunu böyle düşünürsek doğru noktaya varabiliriz.Doğruyu bulmuş oluruz.Olay bu yani! Bitti! Çetin BAL: Zerre ve kürre! Zerreden kürreye doğru..Mikrodan makroya doğru..Parçadan bütüne doğru...Kesretten küle yani vahdete doğru düşündüğümüzde KÜL'le ''BÜTÜN''le rezonans olduğumuzda vahdet'e ait bilgiyi alırız.Zerre gibi KÜL'ünde bir dili vardır.O dil allahın dilidir.Yani Allahla hem dem oluruz.Allah ile sözsüz muhabbet demine yükselmiş oluruz. Üstad Muzaffer Kınalı: İşte o zaman ben allahın içindeyim allahta benim içimde dersin.İşte vahdete ulaşmakta bu zaten.İşte buna yok demek ne demek?Neyi ifade eder? Ne yok? Buna yok demek için aptal olmak lazım.Allah yok diyorlar.Ya peki ne yok, nasıl yok? Allah ne demek? Allah tüm mevcudatın içinde varolan bir enerji, mevcudatın içindeki zeka, enerji ve birlik ruhudur.O fizik ve kimyasal yasalara olmaları için bir neden verendir.O enerjiyi formlayan ve onu düzenleyip biçimleyen bileşimler yaratan güç ve kudrettir.Bir atom bir elektron onun mütealasıdır.O olmasaydı hiç bir şey olmazdı.Allah VAR dediğimiz şu maddedeki güç ve enerjinin titreşimidir.Titreşimde saklı bir zeka güç vardır.Bu güç bu zeka tüm evreni kendi kabı içinde mevcut kılandır.Allah en temel anlaşılım düzeyinde bir enerjidir.ENERJİ!Bu ilahi dediğimiz enerji burda heryerde! Bu enerji heryerde bizi içine alıp sarmakta.Bu tükenmez kalemde bu silgide şu eşyalarda içine çektiğimiz şu havada yani aklına gelebilecek heryerde herşeyde bu enerji var.Herşey bu enerjiden tecelli etmiştir.Bizim ruhsal enerjimiz bizim fizik bedenimiz ve tüm şu maddeler en uzaktaki yıldızlar galaksiler ve atom içi parçacıklar bile bize kadar gelen ışık dalgaları dahi hep bu enerjiden yaratılmışlardır.Bazıları ile tartışırken diyorumki bu evrensel nitelikteki hatta boyutlar arası diyelim bu enerji şu anda burda! ENERJİ burda! Bu var.Buna yok diyemezsin.Ne yok kardeşim? Herşey var!Yok diye bir şey yok! Biz bunları burda anlatırken kısıtlı dini bilgilerden felsefelerden bilimsel kabüllerden klişe kitaplardan yola çıkıpta kitaptan okuyupta söylemiyoruz.Bizler zaman ve mekan kaydını aşan bir şuur enerjisi düzeyinden olaylara ve dünyaya bakıp öyle konuşuyoruz. Ezberlediğimizi okuduğumuzu söylemiyoruz.Bizatihi her bir harfimizin üzerinde kayıtlı enerjinin frekansları içine girip o manayı deneyimleyip bizatihi yaşayıp o hal içine girip sonra size burda konuşuyoruz.Söylediğimiz sözler sadece ağzımızdan çıkan kuru laflar değil.Bizatihi deneyimin getirdiği çok yüksek bir anlayışı enerjiyi ihtiva eden kelimelerdir bunlar.Bizler sadece dünya kültürüne ve üç boyutlu dünyanın algılamalarına göre kıstaslarına göre konuşmuyoruz.Evrensel çapta yıldızlar arası düzeyde hatta boyutlar arası düzeyde düşünüyor ve konuşuyoruz. Şu anda değişik dini görüşlere ve değişik felsefi ideolojilere bölünmüş dünya insanlığı bizim burda ne demek istediğimizi anlamayabilir..Olaya din boyutundan bakmak bir ölçü değil insan olarak varoluşun bilmecesini sorgulayan varlıklar olarak meseleye bakmak gerekir.Öyleki bizim bilincimize kaynaklık eden varoluşumuza bir neden teşkil edebilecek ve tüm evreni içeren bir şey vardır.İşte bu ŞEY nedir? Onu anlamaya çalışmak lazım.Biz gerçekte kimiz? Tüm evren nerden geliyor? Ve daha bir çok soru!


Allahı ifade eden ve herşeyin kaynağı olan bu enerjiyi bu Kozmik Büyük Birliği insanlar tahayyül etmekte hayal etmekte ve kabüllenmekte zorlanıyorlar. Adına ne dersen de!İster allah de, ister şu ister bu de! Ama sonuçta ortada bir şey var bir enerji var bir oluşum var.Bir GÜÇ var.İşte bu ortada olan şeyi anlamak lazım.. O anlaşılınca tüm sırlar çözülür zaten.Gizi -sırrı -hakikati bilirsin.O ilahi (evrensel) oluşumun sırrını çözersin zaten. Çetin BAL: Allah vardır yoktur meselesinden ziyade( ALLAH ismini zikreden dar gönüller için kuru bir laftan öte anlam ifade etmeyen bu kelimeden ziyade) asıl mesele VARLIK nedir? Onu anlamak lazım.Bazı kişiler allah yoktur diyorlar.Ama bunu böyle diyenlere sormak lazım senin allah hakkındaki imajın nedir.Sen neye yok diyorsun.Yok dediğin şey nasıl bir şeydir? Bence bu insanlara bunu sormak lazım.Genelde dinci kesimin kafasından uydurduğu allah imajını sorarsalar allah yoktur.Ama daha evrensel bir dille varlığın hakikati boyutunda onun içindeki şuur nispetinde bir anlayış boyutu olarak bizim düşündüğümüz gibi ele alacak olurlarsa bu anlama haiz evrensel bir yaratıcı güç vardır. Allah tüm sonsuzluğu içine alan bir arada tutan bilinçli bir enerjidir.Klasik dincinin allah anlayışı yaşlı sakallı ve elinde sopayla cennet ve cehennemde dolaşan bir dede gibidir. Üstad Muzaffer Kınalı: Allah YOK yada VAR demek diye tartışmak bir gerizekalılıktır.Bir aptallıktır.Evrende her zerre kendi içinde bir zeka bir enerji potansiyeli taşır.Evrenin her noktası bir enerji ve zeka ihtiva eder.Her yerde her noktada bir zeka bir enerji bir titreşim bir güç vardır.Allah bir yerlerde bekleyen eli sopalı yaşlı bir dede değildir.Yada insanları sorgu suale çeken falakaya yatıran yaşlı nur yüzlü bir amca değildir.Genelde inaçlı dinine bağlı insanlar arasında böyle bir allah mütealası var.Olmayanda zaten bişe yok. Ancak bomboş sahipsiz mekanik anlamsız ve boyutları olmayan bir uzay boşluğundan başka bir şey düşünülemiyor.Son zamanlarda kuantum fiziğinin ve genel görecelik kuramlarının sicim kuramlarının eşliğinde farklı maddesel boyutlarında olabileceği bilimsel bulgular içerisinde de kabül edilmektedir. Dediğimiz gibi allah bir yerlerde bekleyen cennet ve cehennemin yanlarında dolaşan ak sakallı nur yüzlü bir dede değildir.Öyle bir dede öyle bir allah yoktur.Öyle bir dolaşan gezen biri varsa orlarda o da allah değildir.Yani biz ona allah demeyiz. Bu ancak allahın görevli zatlarından biri olabilir.Ona allah diyen korktuğu çekindiği herşeye yani hakimede polisede allah der. Yada bunun benzeri gibi eskiden arapların kendi yaptıkları putlara heykellere tapmaları gibi inançlarda aptallıktır.Ama genel anlamda elbette herşeyin yaratıcı bir kaynağı vardır.İşte o anlamda bir allah vardır. Çetin BAL: Üstadım proplem bence allahın tarifini yapmak noktasında söz konusu olmakta.Allahın varlığına ve birliğine dair tarifi güzel yapmak lazım.Ona uygun bir tarif yapmak gerekir.Allahın nuru ve şuuru içinde hem dem olan bizim gibi hal ehli insanların zamanın anlayış ve kültür kalıplarına göre ileri düzeyli bir tarif yapmaları gerekir.Gelişen insan aklı ve şuuruna göre bu tarifin çerçeveside zamanla genişleyecektir. Üstad Muzaffer Kınalı: İşte zaten ilimle bu tarifi yaptığın zaman o zaman yok yada var tartışmasıda ortadan kalkar.Artık bu VARLIĞIN içinde ilim ve idrak haline dönüşüyor.İşte kişinin idraki ne kadar genişse o kadar VARLIĞI ve varoluşu daha iyi anlar.Keza bu idrak sahibi insan allaha daha yakın olur.VARLIĞIN içinde idrakin içinde allah bilgisi artık bir ilim haline geliyor.İşte bu varlık bu birlik hali anlaşılınca her şey ... mesela bak şu anahtar bile bir yeri açıyor.Yani dikkat et şimdi herşey bir sebeble birbirini tamamlayan bir şekilde iç içe birbirine geçmiştir.Herşeyle iç içe varolduğumuzu hepimiz birimiz birimiz hepimizle şeklinde varolduğumuzu anladığımızda bunun idrakine varınca artık kötülük etmek gibi bir şey söz konusu olmaz.Peki sen kızıp şu eline yada koluna sopayla vururmusun.Kendi eline bilerek zarar verirmisin kendi elini döğermisin? Hayır elbete kendi eline vurmazsın kendi elini döğmezsin.Birisi seni görse sen delimisin napıyosun kardeşim demez mi? Elbette der. Bu gibi birliğe ulaşan


şuur -evrensel anlamda birlik şuuruna ulaşan şuur herşeyin birbirine bağlı ve biribirini etkileyen bir bütünlük oluşturduğunu bilir ve ona göre davranır.Birisini incitirse birisini kırarsa evrensel ve karmik yasalar içerisinde düşünüldüğünde kişi aslında dolaylı bir şekilde bu kötülüğü kendisine yapmış olur.İşte biraz önceki verdiğimiz örnekle aynı şey! Ben senin kalbini kırarsam kendi kalbimi kırmış olurum.Çünkü hepimiz en derin düzeyde bir ve aynıyız.Sende benimlesin hepimiz biriz. Çetin BAL:Evet üstadım sonsuz boyutlarıyla bu SONSUZLUK KÜRESİ geçmişiyle geleceğiyle hepimizin içinde varolduğu ve yaşam bulduğu allahın düşsel akvaryumu gibidir.Hepimiz aynı sonsuzluğun parçaları olmaktan mütevelli aynı enerjinin yansımalarıyız. Üstad Muzaffer Kınalı: Onun için mesela dinsel ayetler ve metinler içindede bu birlik şuuruna dair bir çok ifadeler vardır.Mesela bir yerde diyorki '' bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.Bir insanı kurtarmak bütün insanlığı kurtarmak gibidir. '' Öyleyse biz bütün insanlığı ve her varlığı seven onun tekamül etmesini sağlayan bir şuur'uz (BİLİNÇiz) bir canlıyız.İşte böyle bütün herşeyi seven bütün herşeyi düşünen ve herşeyin tekamül etmesini isteyen bir varlıkta Allahın sultanı oluyor.Bu ne demek? O kişinin sorumluluğu oluyor! Sorumluluğunu almış kulu oluyor.Yahutta sultanı oluyor.Yani görevlisi oluyor.Yada daha başka dille bu allah dostları bu kişiler evrensel öğretmenler oluyorlar.Sende bende bir çok görevli zatla birlikte bu öğretmenler sınıfı içinde dünya okulunda dersler vermek için dünyaya geldik. Bizler burda varolarak bedenlenerek dünyaya olan bakış açımızla yüreğimizdeki sevgimizle yaratılış hakkındaki bilgimizle düşünce dalgaları nispetinde de bu bilgiyi bu öğretmenliği zaten farkında olmasakta yapıyoruz.Görevimizi icra ediyoruz.Daha farklı bir düzeyde bu web sayfaları ile bilgiyi insanlara burdan aktarıyoruz.Daha fizik düzeyde insanlarla birebir konuşup sohbetler yapıyoruz.Yani bir çok şekilde şifacılık boyutunda da insanlığa daha farklı düzeylerde yardımlarda bulunuyoruz.Şifacılık anlamında yardım illede birine para vermek yada bir hastalığı tedavi için iğne vurup neşter kullanmakla olmaz.Yardımın çok değişik düzeyleri vardır. Neyse allahın görevli kulları olarak bir sorumluluk almaktan bahsetmiştik işte bu sorumluluğun gereği olarak ben bu kainatın da içinde bulunduğumuz galaksininde, sistemlerinde bütün canlılarında tekamül etmesini istiyorum.İşte o zaman en yüksek sorumluluk düzeyine ulaşıyoruz. Çetin BAL: Üstadım eskiden ruhsal güçleri en üst düzeyde kullanabilmek için allahın nuru ve şuuru ile birleşsem diye düşünürdüm.Ama bir yandan da bundan korkar ve çekinirdim.Çünkü ruhsal güçlerin sınır tanımayan bir düzeye ulaşması halinde istemeden insanlara kötülük yapmaktan korktuğum için böyle bir ruhsal gücede ulaşıp ulaşmama konusunda tereddüt yaşıyordum.Bu yüzden o nurla evrensel enerjiyle bir olma noktasında çekingenlik hissediyordum.Bunun bazı sebebleride yok değil bir çok kez çevremde kızdığım ve gerçekten bazı noktalarda rahatsız olduğum yanlış iş yaptığını düşündüğüm bir çok insanın kısa bir süre sonra hayatını kaybettiğimi gördüm bazen buna sebeb ben olabilirmiyim diye düşünmüşümdür.Bilemiyorum belkide tesadüftür.Ama bunun beni oldukça rahatsız ettiğini söylemeliyim.Eğer bu gerçekten böyleyse düşünce gücümün daha ötelere uzandığı bir durumu dahi düşünmek ve bu gücü kontrol etme noktasında yetersiz kalmam beni hep ürkütmüştür.Yada düşünce gücümün benim istemim dışında hareket etmesi beni oldukça korkutan bir durum olmuştur.Ama bezende kendi kendime şöyle derdim: Allahın nuru ve şuuru ile bütünleşebilme noktasına gelen bir zihin o frekans kanallarından o frekans labirentlerinden geçebilen insan o noktaya zaten gelmeye hak kazanmış demektir.Yani o noktaya gelen insan kötülük yapabilecek negatif tortu ve eğilimlerden zaten kendini arındırmış olur.Kalbini temizlemeyen yani bilinç altı negatif düşüncelerden arınmayan kişi zaten o noktaya gelemez.Zaten o noktaya gelen de maddi dünyanın her türlü basit çıkar ve hesaplarının zevklerinin ötesine geçmiş olur. Öyle olmasa olmaz zaten! Budistik tabirle Nirvana da denebilecek yada islami tabirle Fenafillah makamı denebilecek o hale gelmek için manaya geçmek için maddenin gönül düzeyinde aşılmış olması gerekir.Yani tüm dünyevi tutku ve arzulardan arınmak!


Üstad Muzaffer Kınalı: Evet dediğin gibi zaten o birleşme noktasına o zihin frekanslarına yükselebilmiş zihin zaten kendi içinde o negatif eğilimleri (negatif düşünce frekanslarını ) aşıyor.O noktaya gelen adam zaten o düşündüğün korkuları ve negatiflikleri aşmış oluyor öyle olmasa zaten oraya gelemez. Zaten kişi kendini saflaştırmadıkça kendini her türlü nefsani durumdan arındırmadıkça o kapıdan içeri giremiyor.Bu dünyevi halleri aşmayan zaten o noktaya varamaz. O senin dediğin bu kötülük yapma ancak şöyle olabilir; Oraya varmadan önce başka marifetlerle bazı ilimlerle bazı zihinsel disiplinler yoluyla (ki bunun bir çok örneğini hint yogalarında ve bazı kişilerde görüyoruz) eline bazı sınırlı çerçevede güçler geçebilir.Zihinsel güçüyle yada başka varlıkların yardımıyla bazı alışılmadık yetenekler sergileyebilirler.Cinler ve bazı ruhsal varlıklarda bunda yardımcı etken olabilirler. Bu mevzuların içinde olmayan insanlara göre bu insanların sergiledikleri mucizevi olan bazı haller toplum tarafından ilgiyle izlenebilirler.Ama bu yapılan tezahürlerin çoğu kısmi yeteneklerdir.İşte bu yeteneklere bazı vesilelerle kısmi olarak ulaşmış insanlar meselenin özünü idrak noktasından uzaklaşıp bu ilimleri kendi nefsi için kullanmaya başlıyorlar.İşte bu şekilde bu ruhsal yetileri nefis boyutuna - egosal güç gösterisi boyutuna çektiğin zaman negatif varlıklarda o kişiyi zamanla obsesyon dediğimiz bir tesir altına alabilmekteler.Böyle varlıklara biz YİNG varlıklar diyoruz.Yani negatif geri varlıklar diyoruz.Bu gibi varlıklar kendi taraflarına çekebileceği bazı insanlara bir takım marifet ilimlerinin sırlarını verebilirler ama bu kişilerin dünyevi egolarından nefsi tatminlerinden kaynaklanan enerjilerinide kendileri kullanırlar.Zamanla bu negatif geri düzeyli varlıklar bu insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlarlar ve bu insanları kontrol altına alıp yönlendirmeye başlarlar.Bu kişiler zamanla böyle nefsi eğilimler ve zevkler içinde negatif davranışlara yöneliyorlar.Bu durum bize göre bir nevi hastalıktır.Burdan da anlaşılacağı gibi her görünen kerameti yada ruhsal denebilecek gücün gösterimini ileri düzeyli bir şuurun tezahürü gibi görmek yanlış olur.Negatif geri düzeyli varlıklarda böyle halleri sergileyebilirler.Ama bu haller sınırlı ve kısmi bir çerçevenin dışına asla çıkmaz. Eğer zihni disipline edip belli güçlere ulaşmış insanlar nefsi egolarını aşamadıkları durumda YİNG dediğimiz daha geri düzeyli enerji akımları altında kalıyorlar.Bu hal içinde negatif varlıkların tesiri ile bu insanların zihinsel dalgarıda sapıtma noktasına gelebiliyor. Böylece bu insanlar her türlü negatif eğilimden zevk alır hale gelebiliyorlar. Daha yapıcı daha pozitif daha bütünlükçü evrensel bir davranışlar bütünü yerine daha yıkıcı yok etmeye yönelik daha kaotik bir zihin hali içerisine girebiliyorlar.Artık kötülükten zevk alır hale geliyorlar.Bu anlamda illede ruhsal güçlere sahip olunulması gerekmez yani bu şekilde negatif olan bir çok insan var çevremizde dedikodu eden başkaları hakkında kötü konuşan fitne ve fesatcılık yapan sahtekarlık yapan yalan söyleyen yuva yıkan her gün alkol ve sigara içerek, uyuşturucu alarak kendini bitiren hatta yanlış beslenen ( ki buda bir negatifliktir) bir çok insan var çevremizde yada düzensiz yaşayan her türlü kirli ilişkiler ağı içerisinde bulunan bir çok insan var.Malesef dünya toplumları bireysel düzlemde dahil olmak üzere utanma gibi ar gibi ayıp gibi edeb gibi günah gibi yazık olur gibi insani değerlerini yitiriyorlar.İşte daha anlaşılır düzeyde bu insanlar bile böyle negatif obesesif bir tesir altındadırlar.Dini tabirle biz buna şeytanın esiri olmak diyoruz.Bugün direkt şeytan diyince kültürlü ve eğitimli insanların komiğine gidiyor yada yanlış anlaşılıyor bu hadise.Ama durum bundan ibaret.Negatifliğin ve zihinsel frekansların negatif titreşimler yaymasını en uç noktada biz çizgi filimlerdeki kötü karekterlerde görüyoruz.Adam belli ideolojik kalıpların arkasına sığınıp kendi nefsi egosunu tatmin için bir yerleri yakıyor insanları yakıyor. İnsanları öldürüyor kesiyor, kimyasal silah kullanıyor çocuk, büyük, yaşlı, genç demeden jopluyor faili mechul işliyor bunun adına vatan savunması diyor dini kurtarmak diyor.Buna daha bir sürü bireysel anlamdaki örneklerde verilebilir.Yani adam şiddetten zevk almayı haklı gösterecek bir sürü bahane uyduruyor.Bu insanların böyle negatif eğilimlerden zevk almaları sanki paraşütsüz halde ucaktan atlayan ve bir süre sonra yere çakılacakları anı düşünmeyen insanların havada süzülürken aldıkları zevke benziyor.


İşte bu YİNG enerjileri altında bulunan obsesiv varlıklar her türlü negatif eğilimler içine girerler.Geçenlerde bir haber duydum..küçük bir çocuğu öldürmüşler ve organlarını almışlar.Para için! Kimisi bunu para için yaptığını düşünüyor ama adam aynı zamanda bundan zevk alıyor.Yaptığı işten zevk alıyor.Çocuğa tecavüz ediyor zevk alıyor! Öldürüyor kalbini çıkarıyor satıyor.Adam bundan zevk alıyor.Mesela çocukları öldürüp organlarını alan bu insanlar normal sıradan kişilerde değil bunu yapanlar okumuş eğitimli kültürlü doktor dediğimiz kişiler.Enteresan ve vahim bir durum yani! İşte zihinsel anlamda sapıtmış bu tür insanlar, toplumlar bu tür yıkmaya yakmaya, bozmaya yönelik işlerden zevk alıyorlar.İşte biz böyle insanlara YİNG varlıkları diyoruz.Bu insanlar herhangi bir acıma hisside duymuyorlar.Mesela seni yakıyor ve zevk alıyor adam. Bir yeri yakıyor kahkahayla gülüyor adam.Gerek devletler düzeyinde gerekse bireysel düzeyde olsun bu o insanların sapıtmış olduğunu gösterir.Keza dini ayetlerde de böyle sapıtmış buna benzer helak olan toplumlardan söz edilir. Bu tür negatif ying varlıklar dediğimiz topluluklar ve bireylerin tekamülleri durur.Tekamül etmezler.Daha da geri düzeylere düşerler. İşte bu tarz insanlar ucurumdan aşağı düşen insanlara benzerler. Biz buradaki tüm eleştirilerimizde tüm dünya küresi üstündeki tüm insanlığı ve tüm dünya ülkelerini düşünerek konuşuyoruz.Sadece kendi ülkemiz üstünden bir öz eleştiri yapmıyoruz.Genel insanlık realitesi açısından olaylara bakıyoruz. Çetin BAL: Üstadım ben zihin gücüyle yapılan kötülüklerden bahsetmiştim. Üstad Muzaffer Kınalı: Ya Çetin aynı şey işte! Sen ha zihin gücüyle bir bıçağı uzaktan dokunmadan hareket ettirip psikokinezik bir güçle bunu yapmışsın ha da elinle bıçağı tutup adama saplamışsın.Bu iki durum arasında bir fark yok! Kötülük kötülüktür! İşte bu kötülükten zevk alma durumu zihinsel psikolojik ruhsal boyutta meydana gelen bir hastalıktır.Tekamül burada duruyor hatta geriliyor.Demekki işte buradaki insanlarda olduğu gibi böyle YİNG eğilimler içinde olan insanlarda var.Yani böyle ying varlıklarıda var. Böyle alt boyutlarda geri düzeyli ying hareketleri yapan varlıklar olduğu gibi YANG eğilimli iyi varlıklarda vardır.Biz şu anda insan olarak YANG varlıkları olarak en mükemmel şekilde yaratıldık. Biz insanlar önce sevmesini ve sevilmesini bileceğiz, ilim yapmasını bileceğiz, birbirimize karşı hoşgörülü olacağız, saygılı olacağız, birbirimize hep yardım edeceğiz, hizmet edeceğiz ve bundan ötürüde tekamül etmeye hak kazanacağız.Hem tekamül edeceğiz hem tekamül ettireceğiz.Tekamül ettirirken tekamül etmiş olacağız.Bak mesela ben sana iyilik eder senin tekamül etmen için her çeşit şeyi yaparsam kendiminde tekamül edeceğini biliyorum.Boşuna üstlenmiyorum bu görevi.Çünkü kendiminde ruhsal olarak büyüyeceğimi biliyorum.Çünkü Allah bir yerde mesela benim kuluma bir iyilik edene ben beş kat daha fazla iyilik ederim diyor.Bir fakirin karnını doyurduğunuzda bunun beş katı daha fazla bir sevap kazanıyorsunuz yani o derecede manevi olarak yükseliyorsunuz. Yalnız tabi bunları misal olarak veriyoruz tabi bize göre bunlar bir ölçü değil! Lakin mesele anlaşılsın diye biz bunu böyle diyoruz.Başka türlü Allah için yapılan bir şeyde bir hayırda illede bir karşılık beklemek niyetiyle yada böyle umarak yapılmaz bu işler.Bu insani vazifemizdir.Bu açıdan yaklaşmak lazım olaya.Niyette bile bir halislik olmalıdır.Kibirle ve egosal anlamda böbürlenerek yapılan hayır hayır değildir.İyilikte iyilik değildir.Bu zaten İslam ahlakınada ters.İşte bunları bilmekle birlikte dediğimiz gibi kişi her konuda mütevazi bir tavır içinde oldukça ruhsal anlamdada daha fazla büyüyor.Kişinin ruhsal enerjisi daha fazla genişliyor.Büyüklenmek, böbürlenmek, egoyu büyütmek, kibirlenmek ruhsal bedeni küçülten şeylerdir.Ama siz kendinizi başkalarının yanında büyük sanırsınız.Oysaki tam tersi küçüldüğünüzü fark etmezsiniz. Çetin BAL: Yani küçüldükçe büyümek denen olaya geliyoruz. Mütevazı olan insan daha çok tevazu sahibi olur.Ve ruhsal enerjiside o nispette daha da genişlemiş olur.


-------------------------------------------------- SON -----------------------------------------------Çetin BAL:Gerçekte tek bir uzay/zaman noktası var.Bu noktanın içinde yer alan bir çok zeka bu noktanın farklı titreşim parametreleri içinde farklı varlık tipleri dahilinde titreşim göstermektedirler.Bu ortada gözlemlenen tek bir uzay ve zaman noktasının farklı uzaysal vecheleri olduğu gibi farklı zamansal vecheleride vardır.Yani zaman içinde zaman ve mekan içinde mekanlar gizlidir.Ama tüm varlıklarca yaşanan nokta ve algılanan nokta aslında aynı noktadır.Buna BİR yada TEK yada KÜL’ sel noktada diyebiliriz.Ortada fazladan bir kütle ve enerji varoluşu yoktur. Bu sanki tek bir fotonun kendi içinde türlü frekans boylarını gizlemesi gibi düşünülebilir. Foton kırmızı renkten mavi renge doğru tayfını değiştirsede kütle itibarıyla olan hep aynı kütledir.Yada aynı enerji niceliğidir.Bilimsel olarak bu günümüzde tam anlaşılamayan bir noktadır.Enerji ve kütle ilişkisi, kinetik enerji ilişkisi tam olarak anlaşılmış değildir.İzafiyet teorisi daha bu noktaya tam inememiştir.Kuantum fiziği ise henüz bunu düşünecek noktaya gelmiş değildir.Bu günün bilimsel konsepti içinde bir foton düzeyinde bunu anlamak zor! Buna bilim bazen uzay/zamanda bir NOKTA yada bir SİCİM yada yarın daha başka bir benzetmeyle yaklaşıp bu gerçeği ve burada saklı sonsuz boyutları matematiksel şablon içinde yorumlamak isteyecektir. Yani esas soru uzay/zaman da bir nokta gerçekte nedir? Ve kaç boyutludur? sorusudur! ama gerçekte önemli olan meseleyi anlamaktır.O noktayı nasıl yorumladığın ayrı bir konu! Biz henüz o noktanın somut anlamda üçüncü boyut ve dördüncü boyut realitelerini matematiksel olarak ele alıp kabül ediyoruz. Fakat her şeyin teorisine giden yolda bilim bu NOKTAnın içinde kıvrılı olarak saklanmış bir çok boyutun varlığını öne sürmektedir.Einstein üçüncü boyutu dördüncü boyuta bağlayan düzlemde gravistasyonel yada kütleçekimsel alanları, bir üçüncü boyutun dördüncü boyut doğrultusunda eğrildiğini öne sürerek açıklamak istemiştir.Keza daha sonra elektromanyetik alanlar Theodor Kaluza tarafından gravitasyonel alanlar ile bir beşinci boyutta birleştirilmeye çalışılır.Zaten bu girişim bugünkü Süper sicim teorisine giden ve Herşeyin Teorisi’ni arama yolunda birden fazla boyutlar gerçeğinin ortaya çıkmasına neden olan ilk kuramsal çözümdür. Üstadın bu konulara yaklaşımı farklı boyutlar gerçeğini bir şekilde bugünkü anlayış kılıfı içinde izah etmeye çalışmaktır.Ama bir gerçek varki bugünkü fiziksel tanımlamaların tümü izafidir.Kuramlarda öyle.Gerçeği anlamak çok başka bir şeydir.Ama o noktaya gerek kuantum fiziği ile gerek Süper sicim fiziği ile yaklaşan hayal gücüne ve bireysel zihne üstad tarafından o anlayış frekansı içinde tarifler ve izahlar yapılır.Ama bu izahatlara illede doğrudur demek bu böyledir demek yanlış olur.Öyleyse biz belli bir kuramsal kalıp aramak yerine değişebilen kuramsal bakış açıları içinde ÖZÜT diyebileceğimiz meselenin esas temasına inmeye çalışmalıyız.Uzay/zamanda bir noktayı göreceliksel bir bakış acısında bir GENOM olarak görmek yada Kuantumlu bakış açısında bir NOKTA olarak görmek yada Sicim Teorisi bünyesi içinde titreşen bir SİCİM yada bir İPLİKcik olarak görmek! [1919 yılı Nisan ayında Einstein o zamana kadar ismi meçhul bir matematikçiden nefesini kesen ilginç bir mektup alır. Theodor Kaluza kısa mektubunda Einstein'a elektromanyetizma ile ilgili sırları çözebilecek bir kuram teklif etmektedir. Kaluza Einstein'ın çekim kuramı ile, Maxwell'ın ışık teorisini beşinci boyutta birleştiren bir kuram geliştirmiştir. Üç fizik boyut ve zamanın üstünde beşinci boyut vardır. Ve o elektromanyetik güç o boyutla ilgilidir... (Kaluza Klein kuramı'nın temellendiricisi, fizikçi. 1919'da elektromanyetik kuvvetin beşinci boyuttan kaynaklanabileceği fikrini ileri sürmüştür. Sonra Oskar klein ile birlikte anılmıştır.)] Theodor kaluza ve Oskar Klein tarafından 1920lerde öne sürülen kuram. Parçacık fiziğindeki çıkmazlara çözüm olarak beşinci boyutu önermiştir. Kurama göre, bu boyutta uzay-zamandaki herhangi bir nokta bir çember oluşturuyor. Elektrik yüklü bir parçacık normalde hareketsiz gibi dursa da aslında beşinci boyutta bu çember üzerinde daireler çizip duruyor. Dolayısıyla elektrik yükü dediğimiz de aslında bu boyuttaki hareketlerden ibaret oluyor.


Süpersicim teorisinin atasıdır aslında.. ve hikayede Albert Einstein'ın ismi de geçer. Theodor kaluza 1919 yılında 3 uzay + 1 zaman boyutuna 1 uzay boyutu daha eklemeye karar verir, böylece denklemler gelişir.. kaluza bakar ki bunlar maxwell denklemleri" ne dek uzanan bir sistemi ifade etmektedir.. hemen Albert Einstein'a bir mektupla yazarak dördüncü boyuta bir boyut daha eklediğini ifade eder böylece Maxwell'in ışık kuramıyla (elektromanyetizmayla) kütleçekimi birleştirmiş olduğunu öne sürer.. Einstein cevap yazar ama yine de pek önem vermeyerek şöyle der: ''fikirler ilginç ve sonuç itibarıyla bunu çürütmek pek kolay değil ama ispatlamak da pek kolay değil sanırım..'' Sonra bu düşünceler rafa kaldırılır.İleriki yılarda Einstein tekrar bu konuyu gündeme getirerek, bu konuda bir konferans verir.. Oskar klein'da daha sonra (1926), bunları quantum hedefleriyle birleştirir. Aslında günümüzün bilimsel konsepti içindeki bilim adamlarının fikir ve düşüncelerine baktığımızda ben boyutlar konusunda uzman denebilecek ne Rieman ‘ın ne Einstein’ın nede Kaluza’nın boyutlar gerçeğini tam olarak anladığını sanmıyorum. Mesela Üstad Muzaffer Kınalı bu boyutsal gerçekleri birebir deneyimsel olarak yaşayıp görüyor.Yani gerçeğin bilgisine sahip ama Üstat’ın bile anlatımlarından anladığım kadarıyla günümüz bilim adamlarının boyutlar derken neyi kastettiği konusunda tam bir çıkarım sahibi olduğunu sanmıyorum.Burada niyetim ‘’üstad bilmez’’ demek değil ama şu bir gerçekki ortada bir boyut gerçeği var üstat’da bu yönde insanların şu anki yanlış bilgilerine göre kendi doğru bilgisini kanalize etmeye çalışıyor ama bu bilgi yine günümüz bilim konsepti içinde düşünülenlerce yanlış anlaşılıyor.Bu belirsizlik ise boyutlar hakkındaki sis perdesini maalesef aralamamıza yine de imkan vermiyor verse’de yine çok karmaşık bir müşahade ortaya çıkıyor.Dolayısıyla meseleyi anlamak yine güç oluyor.Aslında öyle karmaşık bir tablo söz konusuki bilimin bugün için dördüncü boyuttan kastettiği şey doğru. Ama kimse bilimin bunu gerçekten bildiğini bilmiyor yada şöyle diyelim bilim neyi bildiğini henüz bilmiyor..Bu çok komik bir durum.Ama diğer yandan gerçekten dördüncü boyut realitesinin üçüncü boyut içindeki ifadesi bilinirken dördüncü boyutun gerçekte ne demek olduğu yine bilinmiyor. Bilim kurgu yazarlarından sonra Einstein artık dördüncü boyutun bilimsel zeminde de bir zaman boyutunu ifade ettiğini matematiksel anlamda ortaya koymuştu.Ve bu artık herkezce böyle kabül edilir oldu.Ve yine üçüncü ve dördüncü boyut ilişkisi sayesinde uzay ve zaman metriğini bir plastik gibi uzatıp kısaltarak eğrilebilir bir mekan /zaman geometisi elde ettik.Öyleki bu genel göreceliksel ve özel göreceliksel sonuçlardan yola çıkarak atom altı kuantum düzeyine doğru indiğimizde orda kütle ve çekimsel etki alanları silinerek yerini sadece geometrik çalkantıların olduğu bir uzay/zaman köpüğüne bıraktığını gördük.Tabiki uzay/zaman metriği bükülebilir olduğundan bu sahada düşünen yetkin bilim adamları peki dediler madem uzay/zaman metriği böyle eğilip bükülebiliyor ..o taktirde çok uzak ve uzun zaman ve mekan çizgileri ile ayrılmış iki ayrı uzay noktası yada iki farklı olay noktası (geçmiş ve gelecek iki olay noktası) mekan/zamanı eğen güçlü yerçekimsel warp motorları ile neden bitiştirilip bir anda bir A noktasından B noktasına atlamayalım dediler.Hemen California Teknoloji enstitüsünden Kip Thorn böyle bir ihtimalin ( wormhole) matematiksel olarak mümkün olabileceğini ortaya koyan hesaplar yaptı.Aynı şekilde benzer modellere dayanan bir biçimde Walles üniversitesinden Kuantum Fizikçisi Miguel Alcubierre’de bu yönde uzay eğimine dayanan kuramsal yolculuk biçimleri (warp drive) geliştirdiler.Keza onlardan daha önce Alman bilimci Gödel buna benzer uzay/zaman modelleri ortaya koydular.Yine yakın zamanda Frank Tipler, Richard j.Gott ‘da bu modelleri destekleyen kendi modellerini ortaya koydular. Konuyu fazla dağıtmadan Einstein’da ve dördüncü boyut anlayışından kalmıştık.Gerçekte ZAMAN’ı bir dördüncü boyut olarak ele almak sadece zamanı anlamak bakımından temsili bir benzetme olabilir. Zaman gerçekte bilinen anlamda boyutu olmayan bir tür hafızadır.Enerjinin kendisini farklı bir boyutsal perspektifte sürdürmesi ve varolmasıdır.uzay olarak enerji nasıl herhangi bir boyutta açılıma sahip


olabiliyorsa ( üçüncü, dördüncü, beşinci, ikinci boyut gibi) varoluş anlamında zaman denen boyutta yine enerjinin kendi içinde kendisini ifade ediş biçimidir.Biz zamanı daha üst boyutlara doğru açılan bir düzlem boyunca algılayabildiğimizden, hayal edebildiğimizden ona hemen bir dördüncü boyut kavramını yakıştırırız.Oysaki neden beşinci boyut ya da yedinci boyut yakıştırması yapmayız? Bu anlayışa göre öylede diyebiliriz.Yada Einstein’ın bakış açısından zamanı algılayan BİLİNÇ’ide zaman boyutunu dik kesen bir beşinci boyut gibide görebiliriz.Buyrun bir de burdan yakın misali? Tabi burada ben yüzlerce benzetmeler teşbihler, yeni yaklaşımlar yeni irdelenimler, farklı eleştirel bakış açıları geliştirebilirim bu sonsuz.Ama esas hadise meseleyi anlamaktır.Kimse gerçeği doğrudan anlatamaz ancak dolaylı ve temsili benzetmelerle bunu ifade edebilir.Keza bilimin madde hakkındaki tüm bilgiside bu şekilde matematiksel simgelerle benzeşimlerle doğadaki olaylar arasında sürekli ve kendini tekrarlayan ve birbirine uyan denklemler bulmaktan ibarettir.Biz bir alanı yada dalga boyuna sahip bir ışık fotonunu bir kuantum dalga fonksiyonu içinde ele alıp inceleriz.Bir fotona yada bir elektrona bir kuantum dalga fonksiyonu gözüyle bakarız.Ve bir elektronu ancak çekirdek çevresinde bir ‘dalga fonksiyonu alanı’ olarak bir olasılık dalgası olarak ele alabiliriz. Ama gerçekten doğa bizim matematiğimizdeki gibimidir? Algıladığımız şeylerin esası nedir? Gerçekten onlar öylemidirler, gerçekten sandığımız gibimidirler.Madde bir sanrı bir hayal mahsülümüdür? Biz görmek istediğimiz şeyimi görüyoruz? Aslında madde ve enerji evrenindeki olayları izah için başka extra boyutları kendi üç boyutumuza eklemek bence Birleşik Alanlar Teorisine giden yolda yada Herşeyin Teorisine giden yolda hilekarlık yapmaktır, kurnazlık yapmaktır.Eline cetveli, pergeli geometrik hesap şablonlarını alıp tüm açıklamakta zorlandığımız şeyleri fazladan boyutlar ekleyerek işin içinden sıyrılmak bence kolaya kaçmaktır.Böyle yapılırsa üstadın dediği gibi üçten, beşe, beşten altıya ve altıncı boyuttan yedinciye ordan 11 ve 12. boyutlara doğru yol alırsınız.. Mesela ben uzay ve zamanı anlamak babında ve zaman yolculuğunu anlaşılır düzeye indirmek maksadıyla sembolik olarak sadece 6. boyutlu bir uzay/zaman bileşkesi içinde yaşadığımızı öne sürebilirim.Ama bu gerçeği tam anlamıyla yansıtmaz.Mesela gerçek anlamda boyutlar sonsuzdur.O ayrı bir durum!! Kimisi bunu 7 ye 8’e …vb. gibi çıkarır ama bu bir işe yaramaz.Şimdi ortada bir gerçek varki 4. 5. 6. 7. ve 8’ci ……11. 12. ….525…ve sonsuza giden boyutsal katlar var.Bu farklı boyutsal realiteleri kabül etmek başka şey bu boyutlarla kendi uzayımız içindeki elektriksel, manyetik ve kütleçekimsel etkiler ağını açıklamaya çalışmak başka şeydir. En basitinden dördüncü boyut zaman boyutudur deniyor.Ben diyorumki bu da sembolik bir benzetmedir.Ancak bu yönde boyutsal bir uzanımın hayal edilmesi ile zaman boyutunu temsili olarak bu şekilde hayal edebiliyoruz.Ve üç boyutlu matematik dünyası içinde bir dördüncü boyut koordinat noktası olarak mütalaa edebiliyoruz.Ve buna eksi işaretini atfediyoruz.Ve Rieman’ın pozitif eğrilikli uzay geometrisinde kullandığı matematiksel denklemlerle bir kordinatlar çatışkısından bir diğerine geçiş yaparak dörtboyutlu uzay/zaman eğrisini anlayabiliyoruz.Yada ifade ediyoruz diyelim.Şimdi aslında ZAMAN denen şey enerjiye ait bir çeşit boyutsal hafızadır.Bu bir varoluşsal bellektir.Yani dördüncü boyut derken aslında bu kendi uzayımız içinde olan bir hadisedir. Üstad bu mevzuları anlatırken daha çok boyutsal katları hesaba katarak konuşan bilimi destekler.Çünkü doğruda olsa yanlışta olsa bilimin boyutsal katların sonsuz mevcudatına dair düşüncesi bir şekilde bir açılım ve gelişimdir.Üstat bunu böyle görüyor.Bu anlamda evet bende boyutların sonsuz olduğunu kabül ediyorum.Ama bizim boyutumuzdaki enerji ve madde ilişkilerine dair açıklamalarda bulunmak için üst boyutları bu anlamda işe karıştırmaya ve 11 boyutlu 12 boyutlu çözümlemeler ileri sürmeye karşıyım.Bu böyle bilinmeli.Fakat üstadın bakış açısında bilim bir şekilde öyle yada böyle ‘‘yükseldikçe artan bir çok farklı boyut gerçeğini’’ listesine ekledikçe buna bir şekilde bilimin anlayabileceği bir desteği kendi ifadelerinde vermeye çalışmaktadır. Fakat dediğim gibi uzay ve zamanda bazı oluşumları ve yerdeğiştirmeleri anlamak açısından simgesel manada 6 boyutlu bir uzay modeli kurulabilir diyebilirim ama bu böyle mi dersek? Ben yine hayır derim.Ama meseleyi anlamak ve sistemleştirmek babında bunu böyle görebiliriz.Ben eksi (-) sonsuzdan artı (+) sonsuza doğru


boyutların sonsuza doğru ‘alçalan ve yükselen titreşimsel ton farklılıkları’nın oluşturduğu sonsuz bir boyutsal spektrumun varlığını kabül ediyorum.Bunu üstat’da böyle söylüyor.Bazen üstat’da yada bazı çevreler benim kendi ifadelerimi yanlış anladıkları için ben sanki 6 boyutlu sınırları çizilmiş kalıp gibi bir evren modelini savunuyorum gibi bir yanlış anlaşılma ve anlam karkaşası doğmaktadır.Sanki ben diyorumki 6 boyutlu bir evren modeli var her şey burada sona erer! Hayır böyle bir şeyi söylemiyorum!! Ben, dediğim gibi kendi boyutumuzdaki sonsuza doğru uzanan boyutsal katları tek tek listeye ekleyerek HER ŞEYİN TEORİSİ ne giden yolda kestirmeden haybeden bir çözüm bulma arayışının yanlış olduğunu düşünüyorum.Fakat bilim metafizik boyutları kabül etme noktasına geldiğinde pekala tüm bu paralel evrenler ve diğer boyutlar nerdeler sorusunuda sorabilir.Tabi bu soru yine kendisini SİCİM TEORİSİ’nde olduğu gibi üç boyutlu bir nokta içinde kıvrılı kalmış bir çok boyutun varlığından bahsetmektedirler.Bilim yine bu noktada farklı boyutlar gerçeğini bu noktadan anlamak istiyor.Oysaki meseleye geometri ve pergel hesapları açısından bakarsak bunu böyle görme eğilimi doğar.Buna bilimin gerçeği anlamadaki emekleme süreci derim ben.Daha fazla bir şey diyemem.Ama gerçeğe dokunmak isteyen zihinlerede şöyle söylemek zorundayım ki gerçekte tüm boyutlar iç içe frekanslar halinde yaşanır.Tek bir uzay/zaman noktası kendi içinde aynı noktada farklı frekanslarda sonsuz sayıda titreşimsel yayına sahiptir.Bu sanki NOKTA’yı bir televizyon ekranına benzetmek ve kumandayı da insan bilinci ve algılamasına benzetmek gibi bir şeydir.Gerçekte olan budur.Yani kişi algılama noktasını değiştirdiğinde yani şuur frekanslarını değiştirdiğinde kendini farklı bir zaman frekansı yani boyutu içinde yada farklı bir uzay boyutu içinde algılayabilir.Aslında tüm gizli boyutları içinde saklayan NOKTA nın kendisine bakma bir kapı aralığından belli bir açıdan bir odaya bakmaya benzer.Biz kendi bulunduğumuz frekans noktasından odanın sadece belli bir bölümünü görüyoruz.Yani bu görülen bölüm üçüncü boyut realitesidir.Bulunduğumuz noktayı yani algı noktamızı biraz daha sağa yada sola doğru kaydırdığımızda algıladığımız fiziksel realiteyide otomatik olarak değiştirmiş olacağız. ‘‘Algı noktamızın bulunduğu noktaya göre’’ bakış açımız ya daha da daralacak yada tam tersi genişleyecektir.Dördüncü boyut ve ikinci boyut örmekleri.Ama kapıdan içeri girdiğimizde gerçekte o NOKTA nın sonsuz olan tabiatıyla karşılaşırız.Ve bu noktadan tüm realiteyi birden en geniş düzeyde algılarız.Şuur frekansları dediğimiz şey temel düzeyde maddeyi oluşturan enerji ve ışık frekansları ile bağlantılı bir değişgendir.Maddenin özütü IŞIK tır.Ve bu bir frekans bir dalga boyu yada bir kuantum niceliği olarak algılanıp ölçümlenir.Aslında tüm evreni anlamak istiyorsak tek bir kuantum dalga paketininin evrende ne anlama geldiğini bilmeliyiz.Biz kuantum niceliğinin içine giremeyiz.Ama başka bir gerçek ise gerçekte bir kuantum dalga paketinin içinde (kozmos) yaşayan varlıklar olmamızdır.Bu çok ilginç bir yansımadır.Yada bu sonsuz büyükte sonsuz küçüğü görmenin bir başka şeklidir.

Bizler gerçekte zamanın ve uzayın boyutlarını ışık frekanslarının dalga vuruşları içinde anlamlandırıp bu yönde bir çözümlemeye gidersek ancak o zaman ışıktan hızlı yolculukların ve zamanda yerdeğiştirmenin( zaman yolculuğu) bilimsel ve matematiksel kaidelerine ulaşabiliriz.Bunu öylesine ordan buradan duyduğumuz kelimelerden türeterek söylemiyoruz bunu söylediğimiz şeye vakıf olduğumuz için böyle söylüyoruz.Ve bunu biz biliyoruz. Maalesef başkası akademik yada başka diplomalar adı altında şu söylediklerimizi çalıyorlar ve heryerde söylüyorlar.Ve altınada kendi isimlerini yazıyorlar.Yada bir prof’ un ismini yazıyor.Güya eklenti yapıyor. Bu beyanda yine diyorumki ışığın elektromanyetik doğasını anladığımızda buna dayalı elektromanyetik tertibatlar kurduğumuzda basit bir frekans ayarlamasıyla hem yerçekimsel olarak nötür alanlar yaratabileceğiz hemde bir boyuttan ötekine geçerek fiziksel olarak enerjitik alanlar içinde görünmez olmanın yolarını bulmuş olacağız.Ve bu imkanlar daha da uzayan bir teknolojik imkanlara doğru bizi ulaştıracaktır.Dilerseniz bunlarıda burada söylemeyelim.Biz burada mesela bir frekans değişikliğiyle boyut değiştirmek derken yada bir frekans çarpıntısı derken neyi kastediyoruz? Çoğu kişi ordan buradan bu bilgiyi alıyor bir şekilde çalıyor ve yayınlıyor ama neyi ifade ettiğini bilmiyor.


Bir çok arkadaş kaynak bile belirtmeden www.zamandayolculuk.com/cetinbal’ sitesinden birkaç parağraf alıp ( ki o kadarla kalsa yine iyi bazıları tüm sayfayı kopye edip kendi web sitesinde yayınlayıp altınada kendi ismini yazıp geçmişler ) kitaplarında, web sitelerinde kullanmışlar .Bu arkadaşlara ordaki ifadelerin anlamını sorsan tutarlı iki kelime edemezler.Kelimelerin devamınıda getiremezler.Tabi bu şekildeki kaynak belirtmeden yapılan izinsiz alıntılar oldukça üzücü! Geçenlerde bir Forum sitesinde bu konuya dair yazdığım eleştirel bir yazıyı burada ifade etmek istiyorum. Ya bu nasıl bir toplum nasıl bir millet... anlamak çok zor..Yaa kardeşim bizim toplumumuz çok kompleksli bir toplum yani illede ileri düşünceler fikirler yazılar çizimler Amerikalı, Alman, İngiliz bilim insanlarındanmı çıkmalı...bunu anlamıyorum doğrusu. Geçenlerde tümüyle kendi orijinal yazılarımın olduğu bir sayfayı adam kopye etmiş internette yayınlamış içerik çok bilimsel ve konu çok derin ve anlatımı zengin olduğu için adam yazıların altına sadece benim ismimi vermeye çekinmiş! Birde üstüne üstlük yazının altına Stephan Hawking, Einstein diye kafadan sallayarak bir sürü kaynaklar sıralamış! Öyle yaa bu yazıları anca bu adamlar yazar Çetin BAL' da kim oluyorr..! Ya trajik- komik bir durum. Malesef bizim insanımız kendini, kendi milletinden olan insanları küçümsüyor...ilginç bir şey gördümü yada gerçekten yüksek kalitede yazılar makaleler bunu illede yabancı profösörler bilim adamları yazmış olmalı diye düşünüyorlar.. Bunu söylerken ben illede kendimi ölçü almıyorum.Yaaa ileri düşünceler çizimler illede etiketli diplomalı profesörlerden yabancı bilim adamlarından mı çıkmak zorunda!! Tüm site takipçilerine soruyorumm..Adam bana saygı duymak yerine bir türlü hazmedemiyor ..yaa bu adam bunları nasıl yazar diye düşünüyorr ? inanamıyor yanii...Ki yazdığımız şeylerde normal bir bilim severin yazacağı düzeyde kendi içinde mütevazi anlatımlar ama ne ilginçtirki birde üstüne üstlük beni hırsızlıkla itham ediyor. Pes doğrusu ben diyecek bir laf bir kelime bulamıyorum..Malesef bu çok üzücü bir durum. Ben kendi yazılarımlada kalmadım tüm bu yabancı sözde ünlü bilim adamlarının fikirsel yazılarınıda çok bilinen popüler fikirlerinide hep eşleştiriyorum..yanlışlarını ifade ediyorum...fikri çalsam olduğu gibi kopye edip yayınlardım! Ama adamın fikrini ifade edip kaynağını belirtip kendi düşüncemi yazıyorum zaten...! Lütfen tüm arkadaşların beni bu konuda desteklemesini rica ediyorum ve sitemden alıntı yapma durumunda özellikle kaynak belirtilmesinde sizlerinde bana yardımcı olmanızı rica ediyorum. Lütfen aramızdaki düşünen araştıran sorgulayan ve yazan insanlara değer verelim.. Bu sadece kendimi düşünsem yazmazdım ama sayısız amatör araştırmacılar adına da yazıyorum bunları. Çünkü amatör bilim severlerin de yazıları fikirleri bir çok yolla çalınıyor. Evet Çetin BAL'ın etiketleri kurdeleli diplomaları yok ama Çetin BAL düşünen, araştıran bir bilim insanı! Akademik düzeydeki bilim adamlarımız elbetteki çok değerli insanlar. Bizim gibi bağımsız araştırmacılarında bu noktada bir çok eksiğinin olduğuda muhakkatır.Özellikle matematiğin kullanım ve sorgulanım düzeyi olarak. İnanın ben bizim insanımızı anlamakta güçlük çekiyorum! İnternette gezergen bir çok kendi sitemden alınmış kendi yazılarıma rastlıyorum. Nedense insanlar yazıların altına Çetin BAL' a aittir.Yada Çetin BAL tarafından yazılmıştır, kaynak budur demeye çekiniyor. Sanırım içinden şöyle diyorlar: ''kim lan bu Çetin BAL'' . Bazen bu arkadaşlarada hak veriyorum..Çünkü Türkiye’de gerek Bilim ve Teknik dergisi olsun gerekse diğer yazılı bir çok kaynak olsun hep yabancılardan alınma ve çoğuda çeviri. Yani bir Türk insanının pek böyle dikkati çeken konularda orijinal araştırmaları düşünceleri ve makaleleri olmadığı için insanlarımız kendi içlerinden biri çıktığı zaman yüksek düzeyli yorumlarda fikir telakkilerinde bulunduğu zaman bu ifadelerin yabancı bilim adamlarına ait olması gereken ifadeler ve araştırmalar olması lazım şeklinde düşünüyorlar. Artık bunu aşmalıyız. Kendimize kendi insanımıza güvenmeli ve inanmalıyız, Kendi insanımızın düşünce ve özgün araştırmalarına saygı duymasını ve düşünen, çalışan her insanın kendi sentezini kendi özgün yorumlarını yazıp üretebileceğini bilmeliyiz. Birde şöyle bir ilginç durum var bizim milletimizin çoğu kopyeci!! Birde bizde pek araştırmacı zihniyette fazla yokk!! Yani çok okuyan çok düşünen insanların olduğu bir toplum değiliz. Böyle oluncada aramızdan çıkan böyle araştırmacı bilim insanlarını kabül etmekte biraz zorlanıyoruz.. Haliyle ''olurmu yaa!!'' gibi bir hava içine giriyoruz. Gönül isterki Bilim ve Teknik dergisi gibi yayın kuruluşları gelip bizlerle röportajlar yapsınlar, özgür ses adı altında bağımsız araştırmacılara yer versinler. Ama maalesef bizlere farklı açılardan bakılıyor.


Gerçi bu web sayfaları içinden kısmende olsa insanlara ulaşabiliyoruz.İnternetin yaygın olmadığı dönemlerde bir çok fikrimi yazılarımı 1980’lerin sonunda sayısız dergiye gönderdim ama kimse bunları yayınlamadı.Belki akademik kariyerimiz yok ve belkide yazılarımız dünyada devrim yaratmaz ama en azından bilim adına acizane olarak küçük bir ilham dahi verebilsek ufak bir tesir dahi sağlayabilirsek bu bizi mutlu eder. Bir web sitesinde sözde isminin ne kadar doğru olduğu şüpheli Ali BAL isimli biri benim web sayfamı olduğu gibi kendi bilgisayarına indirmiş ve tüm yazılarımın altındaki yada başındaki benim ismimi silip yerine kendi ismini yazmış.Ve benim web sitesini ‘‘http://www.zamandayolculuk.turkiyespot.com’’ adı altında bir başka sitede yayınlamışlar. Forum sayfasından bu arkadaşa neden böyle bir şey yaptıklarını sordum bana ilgisiz ve alakasız bir yanıt verdiler.Sözde bu bilim hırsızlığını yapan Ali Bal diye birisiymiş… Ali BAL adlı vatandaş sözde akademik kariye sahip biriymiş!! Akedemik kariyeri olanlar böyle hırsız oluyorsa ben daha ne diyeyim!! Hadi PDF formatındaki bilgileri diyelim aldı!! Ki 'almışta hadi ona bir şey demedim diyelim ( ki burda emeksel bir değer vardır ve onu dalga geçer gibi hiçe saymaktadır, çalmaktadır ) Tamam hadi PDF dosyalarını çaldı diyelim tamam ona lafım yokk ..ama Ali Bal isimli arkadaş PDF dosyalarını almakla kalmamış adam tümüyle benim siteyi kopye edip çalmış..hadi onuda kabül ediyorum siteyi aynen yayınlamış! Artık hırsızlığın yüzsüzlüğün pes dedirtecek tarafı şu: Ali BAL benim orijinal yazılarımdaki ismimi silip yerine kendi ismini yazmış!! yazan Ali BAL demiş.....bu vatandaşın ne yapmaya çalıştığını anlamak güç!! Ali Bal’ın benim kendi yazdığım makalelerin altına yada başınada kendi adını yazıp kayıtları değiştirmesi bilim hırsızlığı - emeğe saygısızlık değilde nedir!! İnsanlar neden böyle bir şey yaparlar anlamak oldukça güç. Burdaki insan psikolojisini anlamak güç. Bu bilgi hırsızları http://www.turkiyespot.com adı altında bir web hizmeti veriyorlar sözde! Tüm okurlarımın bu saygısız insanları teşhir etmelerini rica ediyorum. Bu bilim hırsızlarının açtığı forum sitesi : ‘‘http://www.fizikdevrimi.turkiyespot.com’’. Geçenlerde Ayhan Dever adında bir arkadaşın kitabını almıştım.Kitap akis yayın evi tarafından yayınlanmış.Kitabın ismi ''Davetsiz Misafirler UFO'lar.'' Kitapta 143 ve 144'üncü sayfaları arasındaki yazılarını benim web sitesinin Ufo Teknolojisi bölümündeki kendi orijinal yazılarımdan alıntı yapıp kitabına yazmış. Ve sayfanın sonunda ilgisi olmayan bir sürü kaynak sıralamış.Gerçi ben o arkadaşla telefonda görüştüm kendisi özür diledi bir hata olduğunu söyledi.İkinci baskıda web adresimi kitabının kaynakçacında belirteceğini ifade etti. Sonuç itibariyle böyle durumlar ister istemez bizi üzüyor.Zaten çoğu noktada toplum tarafından dışlanıyoruz. Bir çok noktada yerli yersiz tenkitte bulunuyorlar.Ya kardeşim sen bilim adamımısın? sen kimsin! Sen kendini ne sanıyorsun! Yada ''ordan burdan bilgi toplamışın web sitesine kopyalamışsın'' diye yazılarımı alıp ''hadi lan ordan'' diyip yazıları çalıp altınada kendi isimlerini yazanlar var.Gerçekten tuhaf ithamlar ve rencide edici abuk sabuk davranışlar görüyorum.İnsanlar hem hırsızlık yapıyorlar birde yaptıkları hırsızlığın haklı olduğunu iddia ediyorlar.Birde kendi yazdığım orijinal yazıma bu senin değil arkadaş diye dalga geçiyorlar.İlginç doğrusu!Yani herkesi kendileri gibi hırsız yerine koyuyorlar birde! Doğrusu çok ilginç bir psikolji. Artık ben bu insanlara hasta ruhlu ve şizofren demekten başka bir şey bulamıyorum. İyiki amatör bir araştırmacı olarak bu sorunlarla karşılaşacağımı bildiğimden tüm yazıları yazarken web sayfasını hazırlarken özellikle bu kaynak gösterme olayına çok dikkat ettim.Ve kendi adıma ben BİLİM ADAMI yım kelimesini kullanmamayada en başından beri çok özen gösterdim.Zira düzeysiz ithamlarda bulunacak densiz insan çok! Ben özellikle bilim adamı olarak değilde BİLİM İNSANI olarak kendimi her yazımda ifade ettim. İşin ilginç tarafı şu'ki yazılarımdan rahatsız olan sözde akademisyen olan bazı çevreler bu seferde diyecek laf bulamadıkları için şöyle diyorlar ( ille birşey diyecek ya! ille rahatsızlığını belirtecek


ya!) Ya diyor sen kendine nasıl bilim insanı dersin sen olsan olsan 'bilim sempatizanı' olursun diyorlar.Tabi bu en kibar ifadeleri. Daha başka nasıl bir kelime uyduracaklar bilemiyorum. Sanırım türk dil kurumunu baya bi zorlamaları lazım. Kimiside diyorki ''arkadaş senin yazıları aldıysam kaynak belirtmediysem ne olmuş yani. Sen bilim adamımısın bir şey icat ettinde onumu çaldık'' diyor! Yani enteresan ve tuhaf yanıtlar veriyorlar. Heralde bu arkadaşların ''fikir, makale yada başkasına ait her türlü yazılı belgenin'' telif hakları kapsamına girdiğinden haberleri yok.Ve bilimsel etik ve ahlak mevzusundanda haberleri yok bu arkadaşların. Şimdi insanlara şunu anlatamadım ya kardeşim bizler birbirimizle uğraşmaktan birbirimizi karalamaktan birbirimizi eleştirmekten başka bir şey yapmıyoruz. İnan şu web sayfasında yok bilgi çalmışlar altına bu ismi yazmışlar bilgiyi burdan almış yada kaynak belirtmiş kaynak belirtmemiş diye açıklamalarda bulunmak bile beni son derece üzen rahatsız eden çok gereksiz ve hiç uğraşmamam hiç düşünmemem ve yazmamam gereken zaman kaybettirici ifadeler.Bunları yazmaktan ötürü bu densizlikleri ve bilim hırsızlığını yapan insanlardan bahsetmekten dolayı sıkıldığımı ve üzüldüğümü ifade etmeliyim.Gerçi biz bu yazıları ilgi çekmek yada aferin almak için yada illede birilerinden taktir bekliyoruz diye yazmıyoruz. Kendi ideallerimiz meraklarımız adına ve daha çok bilim severle buluşmak adına fikir paylaşımı adına bu araştırmaları yapıyor ve sizlerin ilgisine sunuyorum. Çok daha geniş bir düzeyden baktığımızda bazı insanların yazılarımızı çalıp altına kendi adını yazması beni o kadarda enterese etmiyor.Ama bunun hoş bir durum olduğunuda söyleyemem. En azından hiç ahlaki değil! Yine geçenlerde yeni çıkan bir dergiye zamanda yolculukla ilgili bir yazımı gönderdim yazının başında bir sözüm var şöyle demiştim: Zamanda yolculuk teknolojisi Dünya'dan yıldızlara doğru uzanan daha kestirme yollara açılan kapıların anahtarlarını kendi içinde taşır.Bu anahtara sahip olanlar uzak yıldızlarında sahibi olurlar.Sınırlı düşünen toplumlar daima sınırsızı düşünen toplumların onlara verdikleri kadarla yetinmek zorundadırlar.Ufkun ötesini göremeyen toplumlar geri kalmaya ve köle olmaya mahkumdurlar

- Çetin BAL -2003/Denizli Dergi yetkilileri hemen şöyle dediler kardeşim sen ünlü biri değilsinki ..yaa arkadaş bu söz çok komik olmuş dediler. Bu sözü makaleden çıkart dediler. Aradan bir süre geçti sonra 'yazınızı inceledik ama pek sağlam bulmadık' diye bir yanıt verdiler.Neye göre sağlam değil dedim ya bizde konunun uzmanı değiliz ama işte bilinen gibi değil dediler. Nasıl değil dedim? Bana dedikleri şey; 'ya işte biz karedeliklerle ilgili hani bilinen teorilerle ilgili bişe yok burda' dediler.Şimdi ben bu adamlardan bu yayıncılardan birşey anladıysam ne olayım! Bir yazının sağlamlığı bilinen her gün okunan bir iki bilim adamının ortaya attığı önermelerden yola çıkıptamı bir şeyler yazmak yani! Stephan Hawking denen Einstein denen bir iki adam zamanda yolculuk konusuna öyle yaklaşıyor diye bendemi o yoldan düşünüp yazmalıyım.Aynı şeyleri bende tekrar edersem daha mı bilimsel olacağım.Yazım daha mı sağlam olacak! Bizim mütevazi araştırmalarımızın esas gayesi bir gün dünya insanlarının zaman ve uzayın derinliklerine kendilerini bir anda nakledebilecek sevk teknolojilerinin geliştirmesine yöneliktir. Biz inanıyoruzki insanlık bir gün uzayın sonsuz derin karanlığına serpiştirilmiş yıldızlar arasında evinin arka bahçesinde oyun oynayan küçük çocuklar gibi hareket edebilecekler.. Çetin BAL-Perşembe/6 Nisan /2006 Saat: 23:56-Denizli-


Daha önce bana gelmiş olan ve bundan sonrada bazı çevrelerden gelecek olan dar bakış açılı eleştirel sorulara ve ithamlara karşı kısa bir yanıt:

Sevgili eleştirmen arkadaşlar ben çok kısa, AZ ve ÖZ bir yanıtla bazı tartışmalara ve yanlış anlaşılmalara bir son vermek istiyorum; Şu DÜNYA gezegeni dediğiniz minik mavi küre üstündeki geçmişe ve geleceğe dair belirip kaybolacak olan hiç bir SINIRLI ve YEREL ideolojinin takipcisi değilim ve olmayacağımda! Tüm dünyadan yada bazı insanlardan gizlediğim gizli bir amacımda yok! Yeryüzünün tüm ırkları dahil dünyasal tüm değerler ve oluşumlar gelip geçicidir.!! Daimi olan, insan ırkıdır..! ve kalıcı olan insanlıktır.Ve esas olan İNSANLIK değerleridir.Hristiyanlara gelin müslüman olun demeyeceğim yada müslümanlara gelin hristiyan olun demeyeceğim...ki demedimde..dememde! Öncelikle insan RUHSAL bir varlıktır. MAKRO FELSEFE, öz olarak tüm dinlerin kendi içlerinde barındırdığı bu RUH'un evrensel bilgisi ve anlayışı içerisinde tüm insanlığı buluşmaya davet eden bir felsefedir, bir anlayıştır, bir bakış açısıdır! Tek amacım insanlığın evrensel birliğe ve beraberliğe yönelmesidir.Sadece insanlığın değil sonsuz uzay ve zaman boyutlarındaki tüm uygarlıkların, tüm yaşam formalarının, tüm renkli inanç sistemlerinin, dış uzaya ait sayısız zeki yaşam kültürlerinin evrensel birlik ve bütünlük anlayışı içinde birleşmesini bir ve bütün olmasını arzu ediyorum. Benim isimlerle, renkli bayraklarla, gizli ideolojilerle, şekillerle, gizli planlarla işim olmaz. Tüm yazıp çizdiklerimin bu çerçevede anlaşılmasını rica ediyorum. Ben tüm bunlardan öte zaman yolculuğu araştırmalarına odaklanmış bir bilim insanıyım. Maalesef herkes bana bir şekilde bir kulp takmak, bir kalıba sokmak, bir elbise giydirmek istiyor. Beni seven ve fikri manada bana katılan ve takip eden dostlar bilsinki ben, kim ve ne olursa olsun meraklı olandüşünen her insanla zamanda yolculuk konusunda çalışmak istiyorum. Bu amaçtan başka gizli bir amacım yok! Sizi gülümsetmek adına şöyle diyebilirim zaman makinesi yaptıktan sonra şu ideolojileri ve kafamda eğer mevcutsa şu gizli emelleri yeniden bir gözden geçiririm..! )) Artık ırkların birbiri içine girdiği, dinlerin birbiri içinde erimeye başladığı ve ortak noktalarda buluşulmaya çalışıldığı ve insanların birbirlerini hem inanç hem kültür bazında daha çok anlamaya yöneldiği bu küreselleşen dünyada beni lütfen o kadar da dar kafalı, olmazsa olmaz saplantıları olan bir insan gibi düşünmeyin..! Neden bilmem ama insanlar illede kafasında bir kalıp bir şekil bir taraf yaratmak istiyor. Bu yanlış bir şey! Ben yada biz diyelim ..evet bu daha doğru olur.. bizim gibi ruhlar yani bizler müslümanla camiye gider allaha dua ederiz, budist rahiple budist manastırda saatlerce meditasyon yapar, hristiyanla kliseye gider,Yahudi hahamla Sinagog'a gideriz.Ayrılık görünüştedir.Önemli olan içteki birliği yakalamak ve hissetmektedir. Esas olan tüm evreni içine alan ALLAHIN nuru ve şuuru içinde onun kozmik bilinci içinde tüm insanlığa tek bir gözle bakabilmektir. Gaye zaten o NOKTA ya ulaşabilmektir. O noktaya ulaşan gönül insanları artık ayrılık bilincinin ötesine geçer. Sadece evrensel birliğin ve tekliğin şuuru, nuru ve tefekkürü içinde olur. Evet dostlarım BİR kelimeden BİN kelimeyi anlamayanlar BİN kelimeden BİR kelimeyi zaten anlamayacaktırlar. Sözü daha fazla uzatmadan ifadelerime burda son noktayı koymak istiyorum. Artık daha fazla polemiğe, ve karşı sava girmek istemiyorum. Bizim tek derdimiz tek gizli amacımız o nurun telepatik sohbeti içinde 'hem dem' olabilmek. O kozmik nurun bilinciyle hem-hal olabilmek! Onun aşkı ile avunabilmek ve aşıklıktan aşka terfi etmektir. Yoksa bizim ne gibi bir gizli emelimiz olsunki.!..bana değil dünyaları, değil dünyanın tüm mücevherlerini, tüm dünyanın gizli hazinelerini, tüm galaksiyi bile verseniz banaa, hatta 18 bin alemi bile emrime sunsanız yinede ben onun aşkından başka bir şey istemem. Bir çok arkadaşın yarattığı yersiz polemik maddi dünyaya ait polemiklerdir ve kaygılardır. Ben tüm madde dünyasından vaz geçmiş biri olarak böyle yersiz eleştirilere uğramakla hatta şu anda yanıt vermekle bile kendimi rencide olmuş durumda algılıyorum. Ama bu yazıların gereğini hissettim. Kalblerdeki yanlış


anlaşılmayı uzaktanda olsa, binlerce kilometrede olsa aradaki mesafe, bunu hissetmemden dolayı bu ifadelere gerek duydum. Bu acizane alanda bu sözler kabını aşan niteliktede olsa bunları söyleme gereği hissettim. Bizim gibi ruhlar için yeryüzü avuçlarımızın arasında parıldayan minik mavi bir pırıltıdan başka bir şey değildir. Onu değerli kılan ordaki minik bedenlerde misafir olan ruhların ''evreni içine alan ve evrenin ötelerine dek uzanan'' devasa görkemli ışıltılarıdır.İşte bu yüzden doğru yada yanlış beni eleştiren tüm insanlara saygılarımı sunarak yazımı bitirmek istiyorum. Çok geniş bir tefekkür içinde olmak gerekir bunu ben neden böyle diyorum.Bunun bir çok sebebi var.Geçenlerde yolda içki için bir adamı gördüm hemen onun ötesinde insanlara dini vaazlar veren ve sakallarını epey uzatmış eski tarz bir giyim şekliyle sanırım bir tarikat şeyhiydi.Çevresinde bir kaç hoca ile sanırım ilerdeki camiye namaz kılmaya gidiyorlardı ve hararetli hararetli islamdan şeriat kurallarının gerekliliğinden bahsediyorlardı.Merak ettim ve adamın zihnine izinsizde olsa girdim adamın geçmiş yaşamlarına dair perdeyi indirdiğimde bundan önceki yaşamında Arjantinde yaşamış olduğu gördüm. Orda hristiyanlığı savunan koyu dindar katolik bir rahipti.Ondan önceki yaşantısına baktım İngilterede bir genelev kadını olduğunu gördüm. Merak ettim adamın zihin frekansları içinde daha da geriye daha önceki yaşam frekanslarına girdim baktım bu sefer çevresinde çok sayılan sevilen hürmet gören bir bilge yani alim bir zat olduğunu gördüm. Biraz daha geriye gittim bu seferde arabistanda mekkede bir cami gibi yerde vaaz verirken gördüm. Biraz daha geriye gittim Türkiye de daha önce musevi asıllı bir göçmen olarak doğduğunu gördüm. Şimdi burda benim yaptığım bu gözlem çok derin anlamları olan ve insanların neden birbirlerini inanç ve düşüncelerinden ötürü kamplara bölüp ayırmamaları gerektiğini neden hoşgörünün olması gerektiğine dair çok derin evrensel bir bilgiyi gözler önüne sermektedir. Yani her ne olursa olsun insana insan olarak bakmak lazım. Dil, din, ırk gibi her türlü ayrımcılık içeren farklılıklar sadece gelip geçici elbiselerdir.Önemli olan bu elbisenin altındaki evrensel ruhun doğasını anlamaya çalışmaktır. Şimdi ben bu adamı kolundan tutup o zihin frekansları içinde kayıtlı olan geçmiş zamanın dalga boyları içine fiziksel olarak götürüp geçmişteki kendisiyle karşılaştırsaydım genel evde çalışan kendisini allahın günahkar pis bir kulu diye taşlamaya kalkardı. Diğer hristiyan yaşamındaki kendisiyle karşılaştırsam bu seferde her ikiside kendi kabüllendiği dini bir birine övecekti. Biri diğerini cehennemlik olarak görecekti.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.