Okur Yazar Ailesi

Page 1


00 iCiNDEKiLER Okur Yazar Ailemiz Genel Yayın Yönetmeni Sedat Alagöz

Genel Yayın Koordinatörü Özge Serbest Haber Müdürü Hasan Gürlevik

Teknik Sorumlu Muzaffer Çalışkan Görsel Yönetmen Vedat Alagöz YAZARLAR

Özge Serbest Ayşe Hümeyra Songül Eren Merve Metin Mina Çarpınlıoğlu Ceylan Eğilmez Gökhan Çetinyürür Dilara Erdem Gökhan Duranal Fatih Yıldız Ferit Yurtsever Eyüp Can Çağlar Sema Noyan

Editör’den...

Merhaba okur yazarlar, Özenle hazırladığımız 2’nci sayımızı beğeninize sunuyoruz. Umuyoruz ki her satırda dakikalarca düşündüğümüz ve emeğimizin çok olduğu dergimizi beğenesiniz. Bu sayıda daha çok edebiyata ağırlık verdik. Siz okuyucularımızın görüş ve önerileri bizler için her zaman altın değerindedir. Bu sebeple eksik gördüğünüz yerlerde bizleri uyarmanızı ve beğendiğiniz yerlerde de takdirlerinizi bekliyoruz. Beğeniyle karşılanan ilk sayımız 24.212 kez okunmuştur. Yeni sayımızda bu rakamın üstüne çıkmayı hedefliyoruz. Elbette ki bu okurlarımız vasıtasıyla gerçekleşecektir. Bizleri yalnız bırakmayan ve her zaman destek olan sizlere teşekkürü bir borç biliriz. Kuruluşumuzdan bu yana çok kısa bir süre geçmesine rağmen gerçekten büyük yollar kat ettik. Bazen pes etsek de, yorulsak da, sabahlara kadar dergi çalışmaları yapsak da yılmadık. Çünkü biliyoruz ki yalnız değiliz, okurlarımız her zaman yanımızda. Fikirlerimiz değerli ve emeğimiz takdir ediliyor. Her zaman söylediğimiz gibi sizlerle birlikte büyüttüğümüz ailemizden desteklerinizi çekmeyin. Sizler için ileriki sayılarımızda büyük sürprizlerimiz var.

www.okuryazarailesi.com

01 02 03 04

Not: Yeni sayımızda ailemize katılmak üzere yazar ve çizer arkadaşlar arıyoruz. Ailemize katılmak için okuryazarailesi@gmail.com’a örnek yazı ve çizimlerinizi gönderiniz.

06 07 08 10 11 12 13 14 15 16 17 18

Sayfalar

Hayal Baldız Baldan Tatlıdır(!) Çizgi Roman Geleneği Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu Romanındaki Batılılaşmış Tiplerin Özellikleri Bazen Kelimeler Anlamsız Kalmaz 6+ Gün Olur Asra Bedel Susam Tuzlu Kahve Ölüm Hakkı Seni Özledim Mutluluk Üzerine Göçebe (Stephenie Meyer) Sevgili Günlük Karikatürler Güncel Haberler

www.okuryazarailesi.com


01 SERBEST

YAZI

Mina Çarpınlıoğlu okuryazarailesi@gmail.com

Hayal

Hep çocuk olarak kalsam büyük bir bahçede küçük bir evde… Sonra yaşlı bir balıkçı gelse denizlere gitsek…

Akşam olsa küçük bir fenerimiz olsa onun titrek ışığı ile yıldızlı bir gökyüzünün altında gökyüzüne baksam… Üşüsem, yaşlı balıkçı arkasından çuval rengi bir battaniye çıkartsa bana uzatsa…

Bahçeye koşsam, bir zafer kazanmış edasına bürünsem sevinçten gülsem… Gün ağarmaya başlasa, bahçe hiç bitmese, evin ışığı sönse, eve yaklaşsam… Hep çocuk olarak kalsam, büyük bir bahçe, küçük bir ev olsa ve sonra yaşlı bir balıkçı gelse, denizlere gitsek…

Yaşlı balıkçının sağır ve dilsiz olduğu konusunda şüphe duymaya başlasam… Yaşlı balıkçı ağır ağır kürek çekse, etrafta bir kara parçası kalmasa siyah gökyüzünün siyah denize karıştığı bir gece gelse aniden… Bir yıldız kaysa yanımıza düşse, suyun derinliklerinden bir ışık patlayıp sönse, yaşlı adam umursamasa, ben eğilip ışığa baksam, gülümsesem… Birden bir şeye çarpsak, büyük bir taş olsa, ardında aralıklı bir taş sürüsü olsa, taşlara basarak ilerlesem karanlıkta, balıkçı bana baksa… Neden indim ki o kayıktan sanki, balıkçıyı bırakıp yalnız kaldım karanlıkta, nereye gittiğini bilmediğim taşların üzerinde balıkçıdan iyice uzaklaşsam… Fenerin titrek ışığı düz ince bir çizgi halini alsa, yıldızlar kaybolsa, ay çıksa her yeri aydınlatsa… Ağaçlar yükselse, toprak kokusu, çam ağacı kokusu gelse, bir baykuş sesi tırmalasa kulağımı… Bir şeyler uçsa çok yakınımda, korksam balıkçıyı düşünsem, geriye dönmeyi düşünsem ama ilerlesem… Ağaçların kalın gövdelerine dokunarak yürüsem balıkçıyı unutsam denizi unutsam yıldızlı geceyi unutsam… Bastığım yerlerin çatır çutur sesleri hoşuma gitse… Çok uzakta bir ışık görsem, ip gibi ince; unuttuğum balıkçının, unuttuğum fenerinin ince çizgisi gibi… Orman bitse, ormanın son ağacını selamlayarak karşımda büyük bir bahçe, küçük bir ev bulsam…

www.okuryazarailesi.com


02 MiTOLOJi

Özge Serbest o.serbest@okuryazarailesi.com

Baldız Baldan Tatlıdır (!) Bu sayıda sizlere anlatacağım mit yine alelade bir hikaye olmaktan öte günümüzde var olan olaylara ve üç değişik kuş türünün orijinlerine açıklık getiriyor. Bahsettiğim açıklık elbette ki bilimsel veya deneysel değil; antik çağ insanlarının olaylara ve var oluşa yorumlarıdır. Kimilerine göre saçma olan bu mitler, kimi insanlar içinse saçma olduğu kadar mantıklıdırlar da. Hikayemiz Atina kralı Pandion’un akraba kızı Zeuxippe’yle evlenmesiyle başlıyor. Çiftin Procne ve Philomela isminde iki kızları, Erechtheus ve Brutes isminde ikiz çocukları dünyaya gelir. Kral Pandion bir baba olmaktan çok, krallığıyla ilgilenmektedir. Atina, Abdacus ile savaşa girdiğinde Pandion komşu ülke Thrace (Trakya) kralı Tereus’u yardıma çağırır. Tereus, ki aynı zamanda savaş tanrısı Ares’in oğludur, Pandion’a yardım ettiği savaşı kazanır. İyi bir siyasetçi ve tam bir iş adamı olan Pandion, ilişkileri daha ileri götürmek ve biraz da çıkarı için Tereus’u ödüllendirmesi gerektiğine karar verir. Kızı Procne’yi Tereus’un ödülü olmaya layık görür.

Philomela’yla yani baldızıyla da evlenir. Evliliğin hemen ardından tecavüz ettiği baldızının dilini kesen Tereus, onu yüksek bir kaleye kapatır. Zamanın bütün üst sınıf Yunan hanımlarında olan dokuma yeteneği Philomela’da da olduğundan bütün olan biteni bir duvar halısına dokur. Bir uşak yardımıyla halıyı kız kardeşine ulaştırır. Böylece neler olup bittiğinden haberi olmayan ve Tereus’un sözleri üzerine kardeşinin öldüğünü sanan Procne her şeyi öğrenir. Tereus’a bildiklerini çaktırmamaya çalışır ve her şeyi öğrendiği o akşam kocasına elleriyle çok leziz bir yemek hazırlayacağını söyler. Oğlu Itys’in yanına gider, onu öldürür, pişirip servise hazır hale getirerek Tereus’a sunar. Tereus oğlunun etiyle kendine ziyafet çekerken Procne kardeşi Philomela’yı da yanına alarak kaçar.

Procne’yle gününü gün eden Tereus, karısının hamileliği üzerine onu ülkesinde kimsenin göremeyeceği ve kimsenin bilmediği bir evde bırakır. Procne’nin kardeşi Philomela’ya duyduğu tutku ve aşk ile yarım kalmış bir meselesi olduğunu düşünerek Pandion’un ülkesine geri gelir. Philomela’ya kardeşinin öldüğünü söyler ve onu kandırarak kısa bir süre sonra

Tereus aldatıldığını anlayınca bir balta alıp peşlerine düşer. Kadınlar kaçarlar kaçmasına da uçamazlar ya en sonunda Daulia’da yakalanırlar. O anda tanrılara onları kuşa çevirmesi için dua ederler. Durumu görüp onlara acıyan tanrılar da Procne’yi, sesiyle durmadan acısını oğlunun adıyla “İtu, itu” diye haykıran bir baykuşa; Prihlomela’yı dilsiz, sessiz bir kırlangıca çevirirler. Ayrıca Tereus da bir kuşa, “pou, pou” – pou Yunanca’da nerede demektir.- diye bağıran bir ibibik kuşuna dönüşmüştür. Eh ne diyelim, bülbülü ibibik kuşuna vermişler ille de kırlangıç demiş.

www.okuryazarailesi.com


03 ARASTIRMA

Fatih Yıldız

n a G m e o l e R n i eği g z i Ç

bazı Hollywood yapımcılarının girişimi ile filmlerle birlikte yeniden bir canlanma sürecine girmiştir. 20. yüzyılda okuyucunun sarı kağıtlarda gördüğü, “BATMAN” , “SUPERMAN” , “ÖRÜMCEK ADAM” gibi insanüstü kahramanlar bugün beyaz perdenin en çok ilgi gören karakterlerindendir. Kendinden sonraki sanatları da etkilemiş olan çizgi roman, bugün bir alanda daha varlığını sürdürmektedir: “Koleksiyonculuk”.

Çizgilerin ve resimlerin, yazılardan daha çok ilgi çekici olduğu psikolojik olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Eline bir kitap alan çocuk, kitabın sayfalarını açarken ilk önce kapağındaki resme bakar. Sonra da sayfaların içinde resimler görmek ister. Çoğuna göre de resimsiz kitap sıkıcıdır.

Bir 20. yüzyıl sanatı olarak doğan çizgi romanın çok büyük bir ilgiyle karşılaşması, gazetelerin sadece alt köşelerinde başlayan serüvenini, milyon dolarlık gelirler elde eden çizgi roman dergi ve kitaplarına taşıması, çizgi roman sanatının insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi gözler önüne sermektedir. Edebiyat ve resmi harmanlayıp, çizerin kendi hayal gücünü ve görsel zekasını da kattığı çizgi roman, ilk olarak 1890’lı yıllarında gazetelerin alt bandında yer alan “Sarı Çocuk“ isimli yayın, insanlar arasında oldukça fazla ilgi gördü. “Sarı Çocuk“ un serüvenlerinin anlatılma biçimi insanların dikkatini çeken en önemli noktalardan biri idi.

Resimlerin yanında yer alan beyaz kutucuklar içindeki yazılar, tarihteki konuşma baloncuklarının da atası sayılır.

20. yüzyılın ortasında oldukça ciddi bir pazara egemen olan çizgi roman, en parlak devrini bu dönemde yaşadı. Birbiri ardı sıra yayınlanan gerçeküstü karakterlerin sürükleyici hikayeleri gençler arasında oldukça popülarite kazandı. 1960’lı yıllarda televizyonun evlere girmesiyle sarsılmaya başlayan çizgi roman pazarı, herşeye rağmen 1990’ların sonuna kadar varlığını sürdürebildi. Günümüzde manga dışında çok ciddi bir pazar kaybına uğramış olan çizgi roman piyasası,

f.yildiz@okuryazarailesi.com

Eski basım çizgi roman dergilerini, kitaplarını veya hatıra albümlerini toplayan koleksiyonerler arasında bu hobi için çok yüksek miktarda paralar ödeyenlerde var. Bu konuda sergiler, müzayedeler bile düzenlenmektedir.

Türkiye’de çizgi roman hikayesine bir göz atarsak eğer, resim veya insan çizmenin günah olduğu için yasak olduğu dönemlerde manzara resmi olarak doğan Türk Resim Sanatı arasında, çizgi romanın batıya göre daha az gelişmiş olması şaşılacak bir durum değil. 1990’ların başında padişaha muhalif bazı dergi ve gazetelerde çıkan üç beş karelik resimler dışında pek yaygın değildi çizgi roman.

Milli Mücadele devrinde karikatürler şeklinde başlayan gelişim dönemi, Türkiye Cumhuriyeti devrinde büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Gazetelerde yayınlanmaya başlayan Abdülcanbaz, Marko Paşa ve benzeri karakterler okuyucu arasında merak uyandırdı. Daha sonra tıpkı batıda olduğu gibi ülkemizde de kahraman edebiyatı yapan çizgi romanlar çıkmaya başladı. Tarkan, Kara Murat, Battal Gazi ve Karaoğlan gibi yiğit Türk savaşçılarının öyküleri gençler arasında yaygınlaştı.

Artık internetin hayatımızı ele geçirmesi nedeniyle basılmış dergi ve kitapların satışı oldukça düşmüş olsa da, sanal ağlarda birçok çizgi roman sayfasına rastlamak mümkündür. Tüm pazar ve enerji kaybına rağmen çizgi roman, hala belirli bir okuyucu kitlesiyle ayrı bir sanat olarak varlığını devam ettirmektedir.

www.okuryazarailesi.com


04 iNCELEME

Sema NOYAN okuryazarailesi@gmail.com

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL’İN AŞK-I MEMNU ROMANINDAKİ BATILILAŞMIŞ TİPLERİN ÖZELLİKLERİ Firdevs Hanım, Melih Bey takımının en başında gelen şöhretlisidir. 15 yaşından 45 yaşına kadar bütün mesirelerin en bilinen kişilerindendir. Her sene gençliğe daha çok asılan Firdevs Hanım, saçlarının beyazını kapamak için saçlarını sarıya boyatır. Yüzünü düzgünlerle kapatarak kendini kızlarıyla aynı yaşlarda göstermeye çalışır. Kızları bu konuda kendisini devamlı iğnelemektedir. Peyker’in hamile olması onu çok rahatsız eder, büyükanne olmak istemez ve çareyi çocuğun kendisine anne, kızlarına ise abla demesinde bulur. O büyükanne olmayı alçalma olarak görür. Melih Bey takımı, tamamıyla kibar ailelerden sayılmaz, tanınmış isimlerini bulmak için çok eskilere gitmek gerekir. Böyle bir ailenin gerçekte olup olmadığı ise bilinmemektedir. Melih Bey takımı sözü ise ailenin tarihini ve halini özetlemektedir. Melih Bey’in ise kim olduğu açıklanmamaktadır; ancak, tek bilinen Anadolu kıyısından bir yalı bırakması ve bu yalıdan İstanbul’un her tarafına yayılan Melih Bey takımı olarak ünlenen kadınlardır. Melih Bey takımının garip özelliği ise kendilerine temas edenleri kendilerine benzetmeleri ve takıma katmalarıdır. Firdevs Hanım gibi kızlar gelin gittikleri yerlerde unvanlarını da götürürler. Rumeli sahilinin mini yalısına gelin giden Firdevs Hanımın beyinin adı unutulur. Firdevs Hanım’ın beyi olarak anılır. Firdevs Hanım, evde kalmamak için acele ile evlenmiştir. Hoppa mizacı, güzel giyime ve eğlenceye olan merakıyla masraflarını karşılayan bir koca bulmaya karar vermiştir. Göksu’da mesire eğlencelerine evlendikten sonra da devam etmiş, bekarmış gibi davranmış, kocasını hiçe saymıştır. Göksu’da kocasının önünde ona aşk mektubu bile atılmıştır. Üst üste çocuklarının olması, gençliğinin kocası yüzünden elinden gittiğini düşünmesi onun kocasıyla sürekli kavga etmesine sebep olur. Kocası onun odasını karıştırıp da ve bütün kirli çamaşırlarını gördükten sonra dayanamayıp ölür. Önce çok üzülen, kendini suçlayan Firdevs Hanım, bir ay içinde yine mesire yerlerine döner. Göksu’da kayık gezintileri sırasında karşılaştığı Adnan Bey’in kendisiyle ilgilendiği zanneder. Adnan Bey’i elinden alacağı düşüncesiyle Bihter’e de düşman olur.

Melih Bey takımının başlıca özelliği giyinmekte örnek olup taklit edilememesidir. Firdevs Hanım ve kızları İstanbul’un zevk hayatında en üstün mertebeye sahiptirler. Bütün Göksu, Kâğıthane, Kalender müdavimleri onları tanır. Bütün ailenin felsefesi, ‘Halk için değil, nefsin için yaşamalıdır.’ Onların farkı giyiniş şekilleridir. Alışveriş yaptıkları dükkânlarda satıcılar onların zevklerini öğrenmek için fırsat kollarlar. Beğendikleri kumaşları başkalarına daha kolay satarlar. Bu yüzden onların fikirleri önemlidir. Onların bir marifeti de bu giyimi çok ucuza getirebilmektir. Saatlerce yeni modeller üzerinde konuşur, en güzel modayı yaratırlar. Kızlarıyla rekabete giren Firdevs Hanım, kızlarının güzelleştiğini ve kendisinin yaşlandığını ve görmeye dayanamaz. Adnan Bey, Bihter’e talip olur. Annesi karşı çıksa da Bihter, onun asil, zengin ve kibar olmasından etkilenir; ayrıca, kocasız kalma derdinden uzaklaşmak için onunla evlenmeyi kabul eder. Annesinin yaşantısında da iyi eş bulma konusunda da şüpheli olması bu kararını hızlandırır. Artık beğendiği her şeyi alabilecektir. Tez canlı ve hemen sinirlenen bir yapıya sahip olan Bihter, annesiyle bu konuda sert bir şekilde tartışır. Adnan Bey, karısının ölümünden sonra dört sene boyunca çocuklarına annelik yapmıştır. Otuz yaşına kadar masum bir hayat sürmüş. On altı yıl evli kaldığı sürece karısının hastalığıyla ilgilenmiştir, Şimdi de kendine vakit ayırmak istemektedir. Ancak çocuklarının bu evlilik için onu affetmelerini ister. Başlıca merakı tahta oymacılığıdır. Mesleğinden bahsedilmemektedir. Aşırı derecede düzenlidir. Yemekten sonra İstanbul’a gider. Adnan Bey arada aşçısının yemeklerinden usanır, Şakire Hanım’dan midye dolması, tatar böreği, çerkez tavuğu ister. Bu, Hacı Necip’ten gizli yapılır. Nihal’e Türkçe dersi verir, ancak evlendikten sonra bu derslere vakit ayıramaz. Adnan Bey, bir yıl sonra Bihter’in kendisini sevmediğini anlayacaktır. Behlûl’ün göz önündeki gençliğini kıskanır, bir ara ondan şüphelense de sonra bu düşüncesinden utanır. Nihal, ince, nazik, suda yetişmiş bir çiçeğe benzeyen biri olarak babasını kimseyle paylaşmak istemez, annesi öldükten sonra sinir hastalığının da etkisiyle uzun süre ağlamış, babası dışında kimse onu susturamamıştır. Nihal babasıyla yalnız kalmaktan garip bir zevk

www.okuryazarailesi.com


05iNCELEME duyar, mutlu olur. Bihter’in geleceği haberi üzerine önce ağlar, sonra ‘’Beni yine seveceksiniz değil mi? Öyleyse gelsin.’’ der. Nihal beş dakika bir yerde duramaz, bir işle ilgilenemez, bu nedenle dersleri hep yarım kalmasına rağmen derslerini çok iyi öğrenir. Tezatların barındığı bünyesinin daha fazla hırpalanmasından çekinen Madam Courton, Nihal’i çok sevmiş, her zaman korumaya çalışmıştır. Nihal, kardeşi Bülent’i annesi gibi büyütmüş, onu herkesten babasından bile kıskanmıştır. Babasının sevgisinden hiç tatmin olmaz. Güzel havada babası ve kardeşiyle akşam gezmelerine çıkarlar. Bihter’in eve geleceği gün, odaların değişmesi bahanesiyle Nihal ile Bülent Büyükada’ya gönderilir. Bihter’le alışveriş için Beyoğlu’na çıkan Nihal o gün Bihter’i çok sevdiğini söyler. Nihal’in çarşafa geçiş töreni için tüm hazırlıkları üstlenir. Ancak bir süre sonra Nihal’le babasının arasına bu evlilikle uzaklaşma girer. Nihal, Bihter’le mutlu olamadığını anlar. Onu, annesinin yerini, babasının sevgisini alan; Bülent’i ve Beşir’i de çalacak olan bir hırsız olarak görür. Firdevs Hanımlarla bir yakınlarının düğününe giden Nihal, o gece Firdevs Hanım hakkında her şeyi öğrenir ve hiç eğlenmez. Gördüklerinden sonra asla gelin olmayacağını söyler. Bülent’le odaları ayrıldıktan sonra Bihter’e ağır sözler söyler, sonra pişman olur. Bundan sonra da sürekli olarak en ufak bir sözü yanlış anlayacak ve hırçınlaşacaktır. Bihter’in ise her zaman ölçülü olması ve yenilmemesi onu daha da hırçınlaştırmaktadır. Haksız olmasına rağmen herkes ona acısın ister. Musikiyle teselli bulmak istese de bu onu daha çok yıpratır. Behlûl’le ilk duygu paylaşımları musiki aracılığıyla olur. Evlenebileceği tek erkek olarak Behlûl’ü görür. Çaldığı musikide ölmüş bir kâinat canlanmakta, beyaz rengi ona ölümü çağrıştırmaktadır. Adada halasında kaldığı günlerde halası onun için beyaz bir oda hazırlamıştır. Bu oda onun ruhunu temsil etmektedir ve ona huzur vermektedir. Nihal, Behlûl’le olan kötü aşk hatırasından sonra babasıyla adada tekrar baş başa yürüyüşlere çıkar. İkisinin de geçmişi unutarak eski günlere dönebilmelerini umut etmektedir. Behlûl’ü ise hâlâ sevmektedir. Behlûl ile Nihal arasında çocukluktan beri tutuşmaya hazır kavga kıvılcımı vardır. Ancak Nihal kin tutmaz. Behlûl hayatı her yönüyle okulda öğrenmiş, sadece eğlence olarak görmüştür. O, eğlenir, eğlendirir gözükse de eğlenemez aslında. Hep var olan can sıkıntısı nedeniyle zevkten zevke atlar. Çok tanıdığı vardır, ancak, arkadaşları kendisine eşlik ederler sadece. Hiçbirine fazla sevgisi yoktur. Kahkahalarıyla sıkıntıları dağıtan, neşe veren bir hali vardır. Esprileri, sözleri memleket içinde gezer. Giyinmeyi iyi bir adam olmak için şart sayar. Gençler, hep onu örnek alır. Buna çok sevinir. Parayı büyük bir güç olarak görür. Tüm sorumlulukları eğlenmek ile ilgilidir. Hiçbir şeye şaşmaz. Adnan Bey’in evliliğinin fena olmayacağını, ama Nihal için kötü olabileceğini düşünür. Bihter için şık bir yenge, evlilik, valide, hemşire olduğunu düşünür. Bihter’in evliliğinin üstünden bir yıl geçtikten sonra ailece Göksu’ya gidilir. Orada Nihal çok sıkılır. Behlûl, Peyker’e asılır, onu ensesinden öpmeye çalışırken Bihter görür. Behlûl, Peyker’i mutlaka alınması, koklanması gerekli bir çiçek

Sema NOYAN okuryazarailesi@gmail.com

demeti olarak görür ve onu da diğerlerinin arasına koymak ister. Peyker’i öyle kadınlardan, yani ya sonuna kadar şaka yollu konuşulacak ya da bir gün büyük bir cüretle galebe çalınacak kadınlardan görüyor. Peyker’in ise ona, saadetin eşi ve çocuğunu olduğunu söylemesine karşılık onu ahmak olarak görür. Ona göre bu âlemin kadınları âdi bir oynak gibi değil, bir kaza gibi birdenbire alınmak isterler. Bihter’in eşini aldatmasında bu sahne büyük rol oynar. Peyker, Bihter’e kocasını aldatmak için evlenmediğini söyler. Bihter Göksu gezisi gecesi evliliğinde mutlu olmadığını, eşini sevmediğini anlar. Nihal’in de kendisini hiçbir zaman sevmeyeceğini anlar, bir gün mutlaka bir olayla düşman olacaklarını bilir. Hizmetçiler Bihter’i sevmezler Evin ruhuna sahip olamamıştır. Behlûl’ü hatırlar ve annesinin ve Behlûl’ün çapkın davranışlarını düşünerek asla annesine benzemeyeceğine yemin eder. Onu annesine benzetirler fizikî olarak. O ise babasına benzeyen Peyker’i her zaman kıskanmıştır. Bu yüzden kendisinin mutsuz, Peyker’in ise mutlu olacağını düşünür. Yatak odasını mezara benzetir, buradan çıkmak sevmek yaşamak istese de artık yasaktır. Şakire Hanımların gitmesi Nihal’in sinir krizi geçirmesine sebep olur. Bülent ise yatılı okula gönderilir. Bihter, Behlul’ün odasına girdiğinde menekşe kokusu Behlul’ün aklını başından alır ve Bihter, kendini ilk günahından sonra pis ve kirlenmiş görse de Behlûl’e tutkulu bir aşkla bağlanır. Behlul’ün yasak aşkından kaçamaz. Mürebbiyenin ilişkiden şüphelendiğini ve Nihal’le aralarında engel olduğunu düşünerek mürebbiyeyi de işten çıkaran Bihter, artık iyice yalnız kalan Nihal’in tüm nefretini kazanmıştır. Bihter, tüm suçu Firdevs Hanım’a yükler. Ondan gelen genlerle böyle bir suç işlediğine inanır. Behlûl’ün hayatına, aşkına sahip olarak kendini ve aşkını temizleyeceğine inanır. Behlûl, tüm dünyaya İstanbul’un en güzel kadınına Bihter’e sahip olduğunu duyurmak ister, Peykerden de intikam almak ister, ancak gizli olduğu için yapamadığından üzülür. İlk defa o değil, başkası gelip onu almıştır. Bu nedenle diğerlerinden farklı olarak bu aşkta mağlup olacağını düşünür. Adnan Bey’den önce çekinse de sonra böyle bir kadının elbette kocasına sâdık kalamayacağını düşünür. Adnan Bey’e zarar gelmeyeceği sürece olayı yaşanmamış farz eder. Bu aşk onun için tüm tehlikeleri ve zorlukları ile cazibeli ve ihtiraslıdır. Behlûl, kendisine çabuk ve kolaylıkla gelen Bihter’den bir süre sonra sıkılır ve evde yapılan Nihal’le yakıştırmadan dolayı Nihal’e yönelir, ona âşık olur. Bihter, Behlul’ü Nihal’den kıskanır. Nihal’le Behlûl, adada bir araya gelir ve sevgisini itiraf eder. Nihal de onu sevmektedir; ancak, Bülent aracılığıyla Behlûl’e iletilen bir mektup üzerine aldatıldığından şüphelenir. Adadan ayrılan Behlûl’ün ardından eve geri dönen Nihal, Behlûl ve Bihter’in ilişkisini öğrenince sinir krizi geçirir. Behlûl, Bihter’e ‘’Nihal’i biz öldürdük.’’ diyerek kaçar. İlişkilerinin ev halkı tarafından anlaşılması üzerine Bihter, Adnan Bey’in silahıyla intihar eder. Annesi gibi rezil olmak, arkasından konuşulanları duymak istemediği için ve kendisine mektup atılmasına fırsat vermemek için intihar eder.

www.okuryazarailesi.com


06 SERBEST

YAZI

Ferit Yurtsever okuryazarailesi@gmail.com

Bazen Kelimeler Anlamsiz Kalmaz Bazen camı açıp bağırmak istiyorum seni seviyorum diye, içimde öyle büyük ki sevgim boğmaya başladı artık beni. Hiç olmayacak yerlerde dışarıya çıkmak istiyor.

Bazen serserilik yapmak istiyorum, her şeyi unutmak kuralsız yaşamak karşıma çıkan her duvara her şeye senin adını yazmak ve altına kocaman bir seni seviyorum…

zor ki benim için.

Bazen her şeyi bırakıp gitmek geliyor, o kadar bıkıyorum hayata dair her şeyden. Sonra sen geliyorsun aklıma, filmlerde olur ya, ayağına beton bağlayıp atarlar denize. Kurtulma şansı yoktur. Sen de öyle tutuyorsun beni bu dünyada.

kapıda senin bembeyaz gülen yüzün, enerji doluyorum birden. Tüm moralsizliğim gidiyor, hayata dönüyorum senin gül yüzünle.

Bazen deniz kenarına gidiyorum, engin maviliklere bakıp rahatlıyorum

Bazen diyorum, kalabalıklara gireyim unuturum belki özlemim diner; ama gördüğüm herkeste seni görüyorum. Yaklaşıyorum… Daha ilk kelimede buz gibi oluyorum.

Biliyorsun bana senden başkası haram. Bazen sen yokken diye başlayan şiirler yazıyorum; ama hep gözyaşıyla bitiyor şiirlerim. Senden bir saniye bile ayrı kalmak o kadar

birçok şey geliyor. Zor olsa da her şeye dayanırım diyorum; ama sensizliğe sen olmadan bir hayata asla dayanamam biliyorum.

Bazen sensiz alışverişe çıkıyorum, elma alıyorum. Güzel yanakların aklıma geliyor, özlüyorum. Zeytin alıyorum, o güzel gözlerin geliyor aklıma, özlüyorum. Kiraz alıyorum o bal dudakların aklıma geliyor, özlüyorum. Anlıyorum ki, bu dünyada güzel olan her şey seni hatırlatıyor bana. Ben yine seni özlüyorum. Bazen bir kelebek görüyorum, sen geliyorsun hemen aklıma. En çok seni kelebeğe benzetiyorum. Sen de kelebek gibi güzel, zarif ve de onun gibi bir doğa harikasısın.

Yaşama nedenimsin.

Bazen öyle özlüyorum ki seni, kuş olup uçasım geliyor. Her şeyi bırakmak, hep yanında kalmak, hiç bir şey düşünmemek istiyorum. Ne ekmek istiyorum, ne su. Biliyorum bana tek sen yetersin. Sevginle ısınırım, aşkınla doyarım.

Bazen işlerim kötü gidiyor, moralim bozuk, çok yorgun oluyorum. Eve gideceğim, yatacağım, sabaha kadar uyuyacağım diyorum, eve geliyorum

Bazen de ormana gidiyor kuş sesleri, akan dere ile huzur buluyorum. Ama bir tanem hiç bir şey ne senin kadar mutlu edebiliyor, ne de senin kadar huzur dolduruyor içimi. Bazen öyle yakıyor ki yokluğun, yaşamak istemiyorum. Dursun artık kalbim diyorum; ama biliyorum kalbim senin kalbine bağlı, seninki durmadan durmayacak. Bazen ne olmasa yaşayamam diye düşünüyorum, aklıma

www.okuryazarailesi.com

Bazen kelimeler kifayetsiz kalsa da nadir de olsa sana duygularımı anlatabiliyorum. Bazen değil HER ZAMAN seni çok ama çok seviyorum.


07 ANI

Biri hariç diğerlerinin hepsi altı yaşında olan on dört çocuk… Oyuncaklar, kuklalar, kitaplarla dolu bir anaokulu sınıfı.. Öğretmenlerinin ricası üzerine, İngilizce adına belki bir şeyler öğretebilirim diye kendisini bu çocukların şaşkın bakışlarının karşısında bulan ben… Çoğu insan bu kadar çocukla bir araya gelip onları idare etmek istemez. Türlü yaramazlıklarla karşılaşacağını, sözünün dinlenmeyeceğini bilir çünkü. Ben de bunu bilerek oradaydım. Ciddi bir ifadem olsun da gözleri korksun diye yüzüm asık girdim hatta sınıfa. Aldıran var mıydı dersiniz? Hayır, herkes kendi havasındaydı. Bir tanesi gelip tırnaklarımın neden siyah olduğunu sordu. Oje olduğunu söyleyince de ojenin pembe ya da kırmızı olacağını, onu kandırmamam gerektiğini, yoksa küseceğini söyledi. Öğretmenleri eğer benden gelecek bir şikayet olursa müdürün bundan haberi olacağını söyleyerek ve sessiz durmalarını tembihleyerek sınıftan çıkıp gitti. Kendimi gerçekten yalnız hissettim o anda. Öğretmenleri kapıdan çıkar çıkmaz birkaç tanesi top havuzuna koştu (kaydıraktan kayıp küçük topların içine düşüyorlar ve genelde düşerken çığlık atıp kahkahalara boğuluyorlardı ), birkaçı birbirini kovalamaya başladı, iki kız yanıma gelip tuvalete gitmek istediklerini söyledi, bir başkası

6+

taklalar atmaya başladı, o takla atarken arkasında duran arkadaşına çarptı, ben herhalde ağlar diye düşünürken o da diğerine bir tekme attı. Bunların hepsi neredeyse bir dakika içinde olmuştu ve ben kendimi o kadar çaresiz hissediyordum ki öğretmenlerini çağırmakla tehdit etmekten başka bir şey gelmedi elimden. Acizlik bu olsa gerekti. Hoşlanacakları bir ders konusu bulmakta güçlük çekmedim ve sayılarla renklerden başladık. Kelimelerin söylenişlerine dikkat etmeleri gerektiğini ve benden sonra tekrar etmelerini istedim. Onlar kelimeleri

ağızlarında yuvarlayıp doğru telaffuzu yakalamaya çalışırken ben de düştükleri sevimli duruma gülmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kızların düşkün olduğu pembe ve erkekler için önemli sayılan siyah, mavi diğer renklere oranla daha kolay öğrenildi. Görevli bir kadın yemek zamanının geldiğini haber verince hepsi kapının önünde tek sıra halinde dizildi. Önce kızlar ardından da erkekler ellerini yıkamaya gittiler ben istemememe rağmen kazağımı da kollarımı da çekiştirip onlarla yemekhaneye inmeye mecbur bıraktılar. Farklı farklı bir sürü çocuk minicik sandalyelerinde öğretmenlerinin “Başlayabilirsiniz

çocuklar!” diyen sesini bekliyorlardı yemeğe başlayabilmek için. Çok geçmeden o ses duyuldu ve yemekhane çatal-bıçak, ağlayan, gülen çocuk sesleriyle doldu. Yere düşen ekmekler, çatallar, kaşıklar, arkadaşının tabağındakilerde gözü olanlar, pişmiş havuç sevmeyip kaşla göz arasında arkadaşının tabağına aktaranlar, yemeği beğenmeyip surat asanlar, boştaki sandalyelerden alıp kendi sandalyesinin üstüne koyup herkesten yüksekte olmanın tadını çıkaranlar

ve daha neler neler… Onların bu tuhaf hallerini gördükçe şaşırıyor şaşırdıkça da hayran kalıyordum. Burası bir okuldu, yan masalarda öğretmenleri vardı ama onlar bağımsızdı, istedikleri gibi hareket edebiliyor ve buna rağmen şirin kalabiliyorlardı. Doğal olmaları içlerinde en ufak bir kötülük olmaması bunun en büyük sebepleriydi. Kendi kendimi sorgulamaya başlamam da işte bu düşüncelerimden sonra oldu. Büyümeye hevesli olan onca çocuktan biriydim eskiden ben de, hep fikirlerim

www.okuryazarailesi.com

Dilara Erdem d.erdem@okuryazarailesi.com

ciddiye alınsın, söz hakkım olsun isterdim. Daha büyük okullara gitmek ve büyük arkadaşlara sahip olmak… Hayallerimiz belki daha kısıtlıydı ama hep vardı. Umutsuzluk diye bir düşünceyle daha tanışmamıştık. Büyüdükçe elimizden bir şeylerin kayıp gittiğini geri gelmediğini anlar olduk. Umutsuzluk öyle bir engel olarak çıktı ki önümüze hayallerimizden vazgeçmeye başladık. Oysa ki çocukken hayallerin peşinden gitmek en sevdiğimiz oyunlardan biri değil miydi? Hangi kız prenses hangi erkek bir kahraman olarak düşünmemiştir ki kendisini? Büyürken öldürmüştük çocukluğumuzu. İstemeden, dünyanın akışına ayak uydurarak…

Beni bu düşüncelerimden ayıran yanımdaki minik Emir’in tabağımdaki patateslerden isteyen tatlı sesiydi. Ayrıca öğretmenine söylemememi de tembihledi. Benim bu iyiliğime karşılık sınıfta benim için bir resim yapabilirmiş. Hepsini onun tabağına koydum. Ben ağır düşüncelerle uğraşıp kendi içimde felsefe yaparken hemen yanımda oturan bu küçük çocuk saflığı, doğallığıyla bir kaç dakika öncesinin düşüncelerinin verdiği o ciddiliği öldürmüş, asık yüzümü güldürmüş günümün geri kalanını mutlu geçirmemi sağlamıştı.


GÜN OLUR ASRA BEDEL

08 iNCELEME

Roman isminden de anlaşılacağı üzere reel zaman olarak bir günü anlatmaktadır. Eser, Boranlı Yedigey’in istasyonda görevdeyken can dostu Kazangap’ın ölüm haberini karısından öğrenmesiyle başlar. Bu andan itibaren 30 yıl birlikte çalıştığı dostunun vasiyetini yerine getirmek için planlar yapmaya başlar. Kazangap, kutsal AnaBeyit mezarlığına gömülmek istediğini vasiyet etmiştir. Yedigey aynı zamanda anlatıcı olan Kazangap’ın şanına yakışır bir cenaze töreni düzenlemek için bütün köy halkına haber vermesini ister karısından. Hazırlıklar başlar, hayırsız evlatları Sabitcan ve Ayzade’yi de çağırmak gerektiğini düşünür, ancak çocuklarının cenazede bile babalarıyla gerektiği kadar ilgilenmemelerinden, korktuğundan bu düşünce onu rahatsız etmektedir. Babasının hastalandığı haberi üzerine Sabitcan şehirden yalnız gelir, Ayzade ise ayyaş kocasıyla birlikte gelir ve daha gelir gelmez üçü arasında çok tatsız bir kavga yaşanır. Yedigey bu duruma çok üzülür. Sabitcan atalarına, kültürüne o kadar yabancılaşmıştır ki babasının vasiyetinin yerine getirilmesini bile anlamsız bulmakta, bir an önce işine dönebilmek için onun köyde gömülmesini istemektedir. Kendini sürekli çok önemli işleri olan bir memur olarak tanıtan Sabitcan’ın babasının cenaze törenine gereken özeni göstermemesi özellikle Yedigey’i ve köy halkını çok üzmekte ve son derece şaşırtmaktadır. Oysa Sabitcan henüz küçükken zorlu kış günlerinde Kazangap ve Yedigey

onu yatılı okuduğu okuluna götürmek için binbir sıkıntıya katlanmışlardır. Okusun diye gönderildiği yatılı okul, adeta Sabitcan’ı ailesinden törelerinden, insanlığından uzaklaştırmıştır.

Romanda aile eğitiminin önemi üzerinde de durulmaktadır. Abutalip ile Zarife için çocuklarının iyi yetiştirilmesi son derece önemlidir. Bu nedenle vakitlerinin çoğunu onlara milli benliklerini, halkın hafızasında olan efsaneleri, türküleri, manileri öğretmek için harcarlar. Abutalip sonradan ölümüne sebep olacağını bilmeden anılarını yazar. Yugoslav partizanlarıyla birlikte savaştığını, Almanlara esir oluşunu, tüm düşüncelerini yazıya geçirir ki ileride çocukları onu daha iyi tanıyabilsinler, eğer başına bir şey gelecek olursa çocuklarının eğitimini bu yolla sağlamayı düşünmektedir. Ancak karı koca çocuklarını yatılı okula göndermeyi hiç istememektedirler. Ne de olsa Sabitcan’ın durumu ortadadır. Romanda eski bir efsane olarak anlatılan istilacı Juan-Juanların ele geçirdikleri esirleri mankurtlaştırma işlevi ise dönemin siyasi rejimine yakın durmaktadır. Vahşi bir işkenceyle hafızalarını, benliklerini yitirmeleri sağlanan köleleler olan mankurtlar için efendilerinin emirlerini yerine getirmekten başka önemli ya da bildikleri hiçbir şey yoktur. Böylelikle her işi ses çıkarmadan

Sema NOYAN

okuryazarailesi@gmail.com

yapan güçlü Mankurtlar efendileri için son derece değerlidir. Yatılı okulda okuyup şehirde memur olarak yaşamaya başlayan Sabitcan da her şeyi bildiğini sanan, halkını ailesini küçümseyen, oysa müdürünün telefonlarına ve ayak işlerine bakmaktan başka hiçbir işi olmayan biridir. Her zaman kendini önemli biri olarak gösteren Sabitcan, yatılı okuduktan sonra babasına son görevini bile yerine getirmekten aciz, halkın değerlerine yabancı biri haline

gelmiştir. Adeta mankurtlaşmıştır. Yazar Sabitcan örneğiyle mankurtlaşmanın başka yöntemlerle devam ettiğini başarıyla vurgulamıştır. Babasının cenaze töreni öncesi kımız ve votka içip iyice sarhoş olduktan sonra bir dönem insanların uzaktan telsizlerle yönetileceğini anlatmıştır Boranlı halkına. İnsan iradesini yok eden bu sistem de bilim adamlarının her yolla insanı sadece toplumun yüksek


09iNCELEME çıkarlarına! hizmet edecek varlıklar olarak yönetmeye çalışacaklarının sinyallerini vermektedir. Yedigey bu sözlerden sonra gelecek için endişelenmeye başlamıştır. Romanda ele alınan bir diğer mesele ise sözlü kültürün yazıya geçirilmesidir. Bu işi de Abutalip üstlenir. Öğretmen olan Abuttalip anlatıcı Kazangap ile Yedigey’den dinlediği efsaneleri, türküleri ve manileri yazıya geçirerek kaybolmalarını önlemek ister. Böylelikle çocukları da bu hazine sayesinde atalarını tanıyacaklardır. Romanda mankurt efsanesinde geçen Dönenbay kuşu da gelip geçenlere baban kim? Atan kim? sorularını sorarak geçmişlerini hatırlamalarını sağlamak işlevini üstlenmiştir. Ancak eserde Dönenbay kuşunu Kazangap’ı gömdükten sonra bozkırda tek başına kalan Yedigey görebilecektir. Romanda türküler ve maniler halkın ve kahramanların duygularını dile getirmede önemli bir işleve sahiptir. Ayrıca romanda sık sık atasözlerinden yararlanılması sözlü kültürün unutulmasını engellemek içindir. Romanda tabiat ve insan arasında adeta özdeşleştirme yapılmış, Özellikle Yedigey mutlu olduğu zamanlarda memleketi olan Aral denizini hatırlayarak coşmakta, üzüntülü zamanlarında ise Aral denizi, Sarı-Özek bozkırı ve yüce dağları kendi derdine ortak etmektedir. Hayvanların da geniş yer kapladığı romanda insanların davranışları ile hayvanların davranışları arasında da ilgi kurulmuştur. Bunda bozkır hayatının da büyük etkisi vardır. Sarı-Özek bozkırı Boranlı halkının hayatına yön veren en temel unsurdur. Romanda sık sık ‘’Tanrının bile unuttuğu’’ bir yer olarak anılan bozkırda tek dikkati çeken trenlerin her gün doğudan batıya, batıdan doğuya gitmesidir. Burada başka bir

hareketlilik yoktur. 8 haneli köy halkının geçim yeri olan istasyon etrafında gelişir tüm olaylar. Boranlı’da her şey monotondur aslında ve orada yaşayabilmek için insanların da ruhlarını SarıÖzek gibi enginleştirmesi gereklidir. Kazangap ve Yedigey’den başka burada uzun yıllar kalan olmamıştır. Kazangap 44 yılını vermiştir bozkıra. İnsan ancak çalışarak, güçlü olarak burada hayatta kalabilmektedir. Yedigey de Kazangap da güçlü insanlar olduğu gibi çevrelerindeki insanlar için birleştirici bir işleve sahiptirler. Kışları sert geçen Sarı-Özek bozkırındaki Boranlı tüm boranlara, kış rüzgarlarına açıktır. Bu da yaşam koşullarının ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Denilebilir ki adeta bu zorlu yaşam koşulları Kazangap ile Yedigey’in iradelerini sağlamlaştırmış, onları tüm boranlara karşı güçlü kılmıştır. Yedigey yine de geleceğin çocukları için daha güzel olacağını ümit eder. Cepheden döndüğü günler artık uzaktadır ve zafer kazanılmıştır. Nitekim Abutalip’in anılarını yazması sebebiyle gözaltına alınmasıyla başlayan kötü günler savaş sonrası gerginliğin sıkıyönetimin göstergesidir. Ancak bu olaydan 3 yıl sonra bu zamanlar geride kalır ve adalet hakim olur ve Abutalip’in suçsuz olduğu halde tutuklanmasına sebep olan müfettiş Tansıkbayev’in görevi ve rütbeleri elinden alınır. Ancak bu olay, gözaltı sırasında enfarktüs sebebiyle ölen Abuttalip’i geri getirmese de Yedigey’in çabalarıyla ölümünden sonra da olsa Abutalip aklanır ve çocuklarının önünde soy ismi engeli kalmaz. Stalin’in isminin birkaç yerde geçmesinden sonra ölüm haberini de Zarife’nin kocasının ölüm haberini aldığı sırada Kumbel istasyonunda öğreniriz. Sovyetler ve Amerika işbirliğiyle yapılan Uzay üssü çalışmalarında ilginç bir gelişme meydana gelir ve uzay

Sema NOYAN okuryazarailesi@gmail.com

istasyonu Parite’de her iki tarafın eşit sayıdaki kozmonotları uzayda başka canlıların olduğunu öğrenir ve onların gezegenine davet edilirler. Orman-Göğüslüler denilen bu gezegenden dünyaya mesaj yollayan kozmonotlar Orman-Göğüslülerin dünyayı ziyaret etme isteklerini bildirirler ve iki gezegen arasında işbirliği yapılmasının toplum için yararlı olacağını ancak dünyalıların yeni bir savaş başlatmasından çekindiklerini dile getirirler, ancak Orman- göğüslüler gezegeninin silahsız savaşsız bir sosyal düzen kurmaları iki kozmonotu dünyalılara bu konuda örnek olmaları yönünde umutlandırmıştır.. İki ülke arasında son derece olağanüstü olan bu gelişme ortak kararlarlarla görmezlikten gelinir. Ve kozmonotların dünyaya mesaj yollamaları, dünyaya geri dönmeleri kesin bir emirle yasaklanır. Buradan da anlaşılacağı üzere dünyalılar kendilerinden üstün bir gezegenle karşılaşmaya henüz hazır değillerdir ve bu durum her iki gezegen için yararlı olabilecekken dünyalılar yeni olağanüstü gelişmelere kapalı kalmayı tercih ederler. Yedigey, Kazangap’ın cenazesinde dua etmek ister, ancak gençlerin dua bilmediklerini ve Allah’a inanmadıklarını hatırlayıp üzülür, Şahmerdan’dan izin alma gerekçesi olarak da Kazangap’ın başında dua okuyacağını söylemesi üzerine Şahmerdan’ın ona ‘’Altmış yıllık Sovyet yönetiminden sonra dua biliyor musun sen?” diye sorması da manidardır. Bu soru Sovyet rejiminin insanlara özlerini unutturmaya çalıştığının bir göstergesidir. Nitekim Yedigey cenaze töreni öncesi sürekli duaları hatırlamaya çalışır, ancak duayla Tanrıyla konuşulabileceğini düşünür. Dillerinin unutturulmaya çalışıldığı gerçeği Ana- Beyit mezarlığı girişinde teğmenden

www.okuryazarailesi.com

izin almaya çalışırken kendi diliyle konuşması üzerine onlara sürekli yabancı diye hitap eden teğmenin ‘’Yabancı yoldaş benimle Rusça konuşun, şu anda görev başındayım’’ demesiyle de kendini gösterir. Kazangap’a göre ölümü bilmeyen yaşamı da bilmez bu yüzden ölüme de gereken önemin gösterilmesi gerektiğini söyler. Aral denizinin Yedigey’in son gördüğünden beri gittikçe küçülmüş olması ve Sarı-Özek bozkırının bir zamanlar bol yağış alan yeşillikler içinde hayvanların otladığı bir alan olması değişen mevsim ve doğa şartlarının insan hayatlarına etkisine de romanda geniş yer verilmektedir. Savaşın acı yüzü eserde kendini fazlasıyla hissettirmektedir. Yedigey cephedeyken yanında patlayan bir bomba yüzünden beyin sarsıntısı geçirmiş ve cepheden ayrılmıştır, ancak memleketine döndüğü sırada eskisi gibi balıkçılık yapamayacağını görerek karısı ile köyden ayrılmak istemişler ancak nereye başvurmuşsalar Yedigey kendine göre iş bulamamıştır, çünkü her yer savaştan dönen sakatlarla doludur. Köyünde de bir tek sağlam adam kalmamıştır. Kazangap’ı uzay üssü çalışmaları nedeniyle Ana-Beyit mezarlığına gömemeyen, vasiyetini yerine getiremeyen Yedigey cenazeyi geriye döndürmektense mecburen Sarı-Özek bozkırına gömerler, dönüşte ise cenaze konvoyunu köye göndermiş kendi ise mezarlığa geri dönerek bu olaya boyun eğmemek için yetkili kişilerle görüşmek ister. Bu işin sonunu bırakmaya, atalarını, arkadaşının vasiyetini unutmaya hiç niyeti yoktur. Yedigey geçmişine sahip çıkmak haksızlıklara karşı gelmek için elinden geleni yapacaktır.


Ayşe Hümeyra

10 öYKü

a.humeyra@okuryazarailesi.com

Susam

Hemen yanında duran adamın, martıları beslemek için simitten kopardığı her parçada dökülen susamlar, rüzgarla savrularak gelip onun paltosuna konuyordu. Adama gönderdiği ters bakışların da faydası olmuyordu çünkü o, yüzündeki gülümsemeyle martılara odaklanmıştı yalnızca. Ve martının biri gelip bir kez daha elindeki simit parçasını kaptı. Güzel bir İstanbul sabahıydı. Boğazın rüzgarı saçlarında geziniyordu ancak aynı rüzgarın taşıdığı son susam tanesiyle sabrı taştı. Öfkeyle silkeledi üstünü. Ancak kendini ayarlayamamış ve diğer yanında duran kadının koluna çarpıp, elindeki çayı dökmesine sebep olmuştu. Kulakları tırmalayan küçük çaplı çığlık, art arda sıraladığı özürlerin faydasızlığının kanıtıydı. Sevgilisini de alıp söylene söylene uzaklaşan kadının arkasından baktı. Dikkatini çekense sevgilinin yüzündeki bıkkın ifadeydi. Bu vaveyla onların ilişkisinin bir parçası olmuş herhalde diye düşündü. Haklıydı. Genç adam, bir yıldır bu kadının çenesine, kaprislerine nasıl katlanabildiğini merak etti. İki damla çay döküldü diye sızlanıp duran kadına bakıp, sabır taşı olsa çatlardı diye düşündü. Çok bile dayandığına karar verip kadının lavabodan çıkmasını beklerken bu konuşmayı nerede yapması gerektiğini düşündü. Tabi ki vapurda bir olayı daha göze alamazdı. Kadın biraz daha sakinleşmiş ancak asık suratı değişmemiş olarak geldi adamın yanına. Bugün önemli bir şey konuşacaklarını öğrenince ihtimalleri aklından geçirmeye başladı. Yeniden vapurun içinde kendilerine yer bulmak için dolanırken yaşlı bir çiftin onları dikkatle izlediğini fark eden genç adam ‘evet o yaygarayı koparan benim sevgilimdi’ diye düşündü. Yanlarından geçerken mahcup bir gülümsemeyle kusura bakmayın deme ihtiyacı hissetti. Ama kadın duymasın diye fısıldayarak söyledi bunu. Ancak çiftin bakışlarını yanlış yorumlamıştı. Anlayışla gülümsedi yaşlı adam. Ve eşinin kulağına eğilip “sana da tanıdık geldi mi bu halleri?” diye sordu. Gülümsedi yaşlı kadın. “Sen fazla anlayışlıydın. Bırakıp gidebilirdin de.” “Olur mu öyle şey hanım? Muhtarın oğluna

mı bıraksaydım seni? O herif hiç katlanamaz, kapının önüne koyardı iki günde.” Güldü. “ Yamandı senin de yaygaraların. Memnun etmek zordu. Sevdin mi her şeyiyle kabul edeceksin sevdiğini. Biz öyle bildik. Olgunlaşasın diye beklemek zor oldu ama oldu işte bak. Zaten şu ömür de başkasıyla geçmezdi Allah için.” Yaşlı kadın anlatılanlara inat sükunetle tuttu eşinin elini, omzuna yaslandı. Küçük kız annesiyle babasının yanına koşup “siz de yaşlanınca böyle olun tamam mı?” dedi. İkisinin de ellerini alıp üst üste koydu. “Sakın bırakma babamın elini olur mu anneciğim?” Neden böyle söylediğini kendisi de anlamamıştı. Bir süredir büyük sıkıntılar vardı küçük yüreğinde. Belki artık babası gece eve gelmeyip babaannesinde kaldığı içindi. Özlüyordu onu. O kadar çok ağlamasa bugünkü ailece gezme fikri de ciddiye alınmayacaktı belki. Üstlerinde uçan martılara takıldı gözleri. Kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüne. Aynı heyecanı yaşadıklarını düşünerek bir annesine bir de babasına baktı. Babası kaşlarını çatmış önüne bakarken, annesinin yanağından süzülen damla, küçük kızın içine aktı acıta acıta. Soramadı. Arkasını dönüp vapurun korkuluklarına yaslandı. Köpüren suları izlemeye başladı. Hemen önündeki martının sesiyle irkildi sonra. Bu kadar yakınına gelmesi şaşırtmıştı onu. Başını kaldırıp baktığında, sebebin yanındaki adamın ellerinde olduğunu gördü. Simidini onlarla paylaşıyordu. Adam da yan gözle küçük kıza baktı. Neden üzgün olduğunu merak ediyordu. Ama sonunda dikkatini çekmeyi başardığına sevinmişti. Bir de şu masum yüzdeki çatık kaşların çizdiği çizgileri silebilirse, İstanbul sabahının güzelliğine inanacaktı bir kez daha. Bir parça simit uzattı. “Denemek ister misin?” Kız kocaman açtığı gözleriyle “Ben mi?” diye sordu. “Nasıl yapacağım?” Merakla ışıldayan gözleri, heyecanlı gülümsemesiyle kendi yaşına dönmüştü yeniden. “Bak şimdi.” Diyerek bir parça daha koparttı simitten. Rüzgarla savrulan susamların hemen yanında duran kadının paltosuna konduklarını fark etmemişti bile.

www.okuryazarailesi.com


11 öYKü

Songül Eren okuryazarailesi@gmail.com

Tuzlu Kahve Kıza bir partide rastlamıştı. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı; ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı. “Ben artık gideyim.” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı. “Bana biraz tuz getirir misiniz?” dedi. “Kahveme koymak için.” Yan masadan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan; ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi. Delikanlı anlattı: “Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok severim. Kahveme tuz koymam ondan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem,

çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki…” Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız duyduklarından dolayı çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri, ev duygusu olan biri… Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaktaydı. Çocukluğu gibi o da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu. Tatlı ve sıcak… Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade bir başlangıcı olmuştu tabi buluşmaya devam ettiler ve her güzel

öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü. Kırk yıl sonra adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç.” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim, bir tanem. Lütfen beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘ tuz ’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalana devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca

www.okuryazarailesi.com

düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığımdan beri bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan… Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluyum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da…” Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında bir gün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu. Gözleri nemlendi kadının. “Çok tatlı.” dedi. Bir fincan kahvenin, kırk yıl hatırı var derler. Ama bir fincan tuzlu kahvenin, kırk yıl boyunca bu kadar büyük sevgi ve evlilik getireceği kimin aklına gelir ki. İşte sevginin gücü. Söylemeden geçemiyeceğim, ben olsam ben de o kahveyi içerdim.


12 SERBEST

Ceylan Eğilmez

YAZI

c.egilmez@okuryazarailesi.com

Ölüm Hakkı

Ölüm... Ne kadar soğuk ve ürkütücü bir kelime değil mi? Ölümün kendisi soğuk, acısı büyük. Hangimiz isteriz ki böyle bir şeyin olmasını? Yaşamaktansa ölmeyi tercih edeceğimiz herhangi bir durum var mıdır acaba hayatta? Sizin için belki cevabı hayır olabilir ancak onlar ölmeyi tercih ediyorlar. Onlar, tedavisi olmayan bir hastalığa sahip kişiler. Onlar ötenaziyi seçiyorlar. Peki ya ötenazi bir insanın katili olmak mı, intihar mı yoksa kendi yaşama hakkını kullanmamak mı? Bizler böyle bir hakka sahip olabilir miyiz? Bu hakkın bizlere verilmesi doğru mudur? Tabii ki de sağlıklı bir insan bu hakkın verilmesine karşı çıkacaktır. Ancak ölümcül hastalığa yakalanmış kişiler ötenaziyi acılarından kurtulmanın tek yolu olarak görüyorlar.

Ötenazi pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yasaklanmış durumda. Ancak yaşam hakkı ölüm hakkını da kapsar. Eğer hasta dayanılmaz acılara sahip, yaşadığı her dakika daha da fazla acı çekiyorsa ve bunlardan kurtulmak istiyorsa, tek çözüm hayatına son verme, yani ötenazidir. Tüm hayatınızı tıbbi bir makineye bağımlı olarak geçirmek nasıl olurdu sizce? Daha önceden bu deneyimi yaşamamış biri bu duyguyu bilemez. Bu, haftanın belirli günleri düzenli olarak hastanede olmanız ve sürekli olarak onlarla iletişim halinde bulunmanız anlamına geliyor. Bunun yanında pahalı tedavi işlemlerinden dolayı ekonomik

problemler ortaya çıkmaya başlar. Özellikle de eğer hasta bilinçsiz ve iyileşmesi için hiç umut yoksa, tedavi ve uygulamalar için harcanan para boşunadır. Hasta yakınları zaten hastanın durumu için üzülürler ve bir de üstüne ölümcül hastalığın tedavi masrafı eklenince ortaya daha da büyük bir sorun çıkar. Acının psikolojik etkisi ve insanlar üzerindeki insan dışı tedavi işlemleri de çok önemlidir. Sevdiklerini yavaş ve ağrılı bir ölüm aşamasında acı çekerken görmek onlarda da depresyon gibi sağlık problemlerine neden olur. Bu yüzden hastalık sadece hastayı değil onun yakınlarını da etkiler. Bu noktada ötenazi birini öldürmek değil, acıya son vermek ve kendi rızasıyla hastanın hayatına son verme hakkını sağlamaktır.

Ötenazinin yasal olup olmamasına karar vermeden önce, hastanın neler hissettiğini anlamak için böyle bir hastalığı olan kişiyle birlikte zaman geçirip onun neler çektiğini görmek gerekir. Çünkü başkalarına bağımlı olarak yaşamaktan daha kötü bir şey yoktur. Bir insan düşünün, gururlu, saygın, sevilen, tanınmış biri. Ama şimdi tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış ve bu yüzden kendi günlük işlerini yapamıyor ve etrafındakilere bağımlı. Bir çocuk gibi davranıyor, çocukluğunda kullandığı küfürleri kullanıyor, ne yaptığını bilmiyor; çünkü içinde bulunduğu durumun farkında değil. Bu davranışlarından dolayı kişinin çevresindekiler de onun için

endişelenirler. Ancak buna tanıklık etmedikçe kimse bu durumu bilemez. Eğer bu kişiye ötenazi isteyip istemediği sorulursa elbette ki kabul edecektir. Çünkü onun öleceği hatta acı çekerek öleceği bellidir.

Önceden okuduğum bir haberden örnek vereyim. Farklı bir ülkede yaşayan bir kadın yüzündeki tümörden dolayı görme, koklama ve tat alma duyusundan yoksundur. Çok fazla acı çekiyor ancak yan etkilerinden dolayı morfin kullanamıyor. Acılarından kurtulamıyor ve ötenazi istiyor; ancak bu isteği reddediliyor. Bir hafta sonra kadın odasında ölü bulunuyor ve intihar ettiği düşünülüyor. Peki ya bu ötenaziden daha mı iyi? Ya da şunu düşünün; karşınızda lösemi hastası biri var ve ona yaşamını sınırlı ölçüde uzatacak bir tedavi yöntemi öneriliyor. Ancak bu tedavi yöntemi felçli kalmasına neden olacak kadar yan etkilere sahip ve hastanın acı çekmesine neden olacak. Ama hastanın bu tedavi sırasında karşılaşacağı korku ve acı yaşamın sınırlı ölçüde uzatılmasından çok daha fazla. Hadi bir de şunu hayal edin. Sinemaya gidiyorsunuz ve film izlerken aniden bir yangın başlıyor. Herkes panik içinde kaçmaya başlıyor ve kaçarken aranızdan birine demir parmaklık saplanıyor. Bu kişi acılar içinde kıvranıyor, bağırıyor, ağlıyor ancak nafile. Çünkü gelen sağlık ekipleri demir parmaklığı çıkartmanın imkansız

www.okuryazarailesi.com

olduğunu söylüyor. Sen bu durumda olsan o kişinin hayatına son mu verirdin yoksa hiçbir şey yapmadan onun acılar içinde kıvranmasını ve bu şekilde ölmesini mi izlerdin?

Hayata isteyerek ‘Merhaba!’ diyemiyoruz, nasıl yaşayacağımızı ve nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz; ancak yaşama başladıktan sonra eğer biz konuşabiliyorsak, acıyı biliyorsak ve her şeyin farkındaysak yaşamayı ya da hayatımızı sonlandırmayı istemek bizim elimizdedir. Yaşam, dokunmak, koşuşturmak, yemek, birini sevmek, sevilmek, saçlarında rüzgarı hissetmek, yüzünde güneşin parlamasıdır. Aynı zamanda yaşam biri tarafından terk edilmek, yağmurlu bir günü yaşamak, arkadaşlarından biri tarafından ihanete uğramaktır. Yani yaşam acısıyla tatlısıyla yaşadığın bütün anlardır. Ölüm düşüncesi korkutucu ve üzücü; fakat tüm bunları artık yaşayamayacaksam kalan zaman benim için artık yaşam değildir. Eğer tüm bunlardan yoksun olduğunu ve senelerce yatağa bağlı bir biçimde yaşayacağınızı düşünürseniz, bu hakkın verilmesinin ne demek olduğunu ve neleri değiştireceğini anlayacaksınız. Eğer gerçekten onu önemsiyor ve ona değer veriyorsanız, seçme şansını ona bırakın.


13 SiiR

Seni Özledim

Merve Metin

m.metin@okuryazarailesi.com

lemedim kimseyi öz rdüğüm hiç ka, gö n gü o Son kez Senden başm kadar. diği Ve seni özle im her yere O gün gittiğgün gittim. o z ke yi Son ığım her şe O gün yapt gün yaptım. o z ke Son geçen, lında. man ki bu Öyle bir za bilecek kadar değil as te le öz li n de u Birini b sı var; eleyen ka bir yankı menin baş li zamanlarımı çevr le öz i n se net la Ama n . de da gi ar sürüklenip ıslak duvarl Milim milim O yüksek, o kara, o n kokusu gibi, te dö n fo Bir damla atalık özlü… Sal , n bir aseton Ya da yoğu i aromalı. el u, ım an H n makyaj b rlara yapıla yor? -hangi kusukapatılmaya çalışılı umur dışı, Hangi yara tıpa kadar ki mantar rekliliği da n zı ağ ge nin dar belirsiz şarap şişesi Koyu yeşil Öyle boş ve bir o kalemenin… öz i en S diğin nedir Bir şişe de tir bir şişe şarap ek m le öz i Oysa; sen i biter hemen… K kum, Ama el mahbur, Ama mec mez… te Ama ister is altında tar tıpanın ndaki man zı ağ in n si şarap şişe arap misali- saklı, Koyu yeşil -ş n lü fondöte i Salatalık özı aseton karışımı gib al om ar i el ım . an ek i h m e V Seni özle a dökmek hanımeliy i. rin sın le gı iz n ya ak iç rm ir mb ek pa Buram bura mla salatalıkla örtmlamsız da Ve bir kaç Öyle saçma, öyle anni özlemek se te. ık bir renk Öyle bulan radan biR tadı var iş özlemini sı e şelik şi ir b Öylesin ak m la ine yudum m dışı.. Şarap niyet İste enin, ğu seni sevm Ve sarhoşluSaçma! zamanda! ılmaz aynı Ama kaçın ıp kundaklay lerini sıkıca Göz bebek in içinde uyutarak Kalbim rim belki Dindirebili özlemimi. Bakışlarınan masum Bakışları hırçın Bakışların asına mahkum zünün ar esir. gö i Ben ik a Ruhum san özlemin… laklarımda z, ku ı lt sı fı k su Bir arabes ini sevmelerim son m. Ses alarım özle sesini duymmlerim saçma. Sesine özle her şey bende, Saçma olaner şey güzel sende. h Saçma olan l… ek İstanbu Seni özlem ben bulut, Üstünde nında su… Ben dört ya bu şehirde. am Ama durm lcu, geçici Ben yo ek üzücü, Seni özlemci. Fe ek seni özlem İlk mevsim mevsim.. n Ve so sit, kalan bir ke Ben arada geçiş. ir i. B zde öz’nes melerin sö ’le öz i n se Ben m. Seni özledi um. or iy m te is Seni rum. Seni seviyo Git..

www.okuryazarailesi.com


Mina Çarpınoğlu

14 FELSEFE

okuryazarailesi@gmail.com

.ne i r e z Ü k u l u l Mut

“Mutlu musun?” diye sordu genç adam. “Bana bu sıkıcı soruyu sorma artık.” dedi genç kız. Mutluluk aranması gereken bir şey değildi, insanın içinde anlık doğan duyguya verilen isimdi. Salıncakta sallanan bir çocuğun her defasında biraz daha yaklaştığı gökyüzüydü mutluluk. Bu anlamıyla mutluluğu artık çocuk olmaktan vazgeçtiğimiz zaman kaybetmiş olduk ve daha karmaşık tanımlamalarla mutluluğu mitleştirme yoluna gittik. Ne kadar karmaşıklaştırırsak ve zorlaştırırsak o kadar çok büyüdü gözümüzde.

uğraşmaya devam ederek. Yaşamlarımızı sürdürmemizi sağlayan bu döngü hayatlarımızı yaşanabilir kılarken bizi birer makineye dönüştürdü, bizler farkına dahi varmadık. Kendi “hür” irademizle kurduğumuz hayatlarımız aslında hapishaneden, bizler ise o hapishanelerin hem gardiyanı hem de suçlusu

farksız değildik.

olmaktan

Mutluluğun parayla satın alınan bir şey olduğuna kendimizi o denli inandırmıştık ve küçükken mutlu olduğumuz anlar artık o kadar geride kalmıştı ki… Oysa mutluluk aranması gereken, parayla satın

Mutluluk rahatlıkla kolayca sahip olamayacağımız, ulaşılması gereken bir hedef olarak belirdi hayatlarımızda. Başarılı bir öğrenci, bir doktor, bir mimar, bir mühendis, bir iş adamı olmalıydık ki mutlu olabilelim. Hayattaki tüm adımlarımızı bir adım daha o nihai hedefe ulaşabilmek adına atarken aslında her adımda biraz daha uzaklaştığımızın farkına varamadık. Aynı kalıptan çıkmışçasına birbirine benzeyen tekdüze dünyalarımıza hapsettik

alabileceğimiz bir şey hiçbir zaman olmamıştı; sadece bizler büyümüştük ve büyümemizin karşılığında tek sahip olduğumuz, bizi biz yapan doğallığımızı ve samimiyetimizi çocukluğumuz gibi arkamızda bırakmıştık; başarılı bir öğrenci, başarılı bir doktor, başarılı bir mühendis, başarılı bir öğretmen, başarılı bir iş adamı, başarılı bir ebeveyn olmak yolunda. Şuan olduğumuz noktada kaçımız gerçekten mutluyuz? Sahip olduklarımız bize düşündüğümüz, hayalini kurduğumuz mutluluğu getirdi mi? Yoksa sahip olduklarımız bize sahip olmaya başladıkları andan itibaren esasında içi boş hayatlar sürdüğümüzün ve bunlar tarafından mutluluğun yaratılan bir ilüzyondan öteye geçemeyen bir şey olduğunun farkına yavaş yavaş varmaya mı başlıyoruz? Bundan dolayı mı günümüzde mutsuz, bunalımlı, depresif, sinir krizi eşiğine gelmiş cinnet geçirip cinayet işleyen insanların sayısı artmış durumda? Pekala neden mutlu olamıyoruz? Oysa mutluluk o kadar kolay ki, onu bu kadar karmaşıklaştıran sadece beynimizde yarattığımız yanlış algıların bize oynadığı bir oyun. Çocukken sizi ne mutlu ederdi? Onu anımsayınca mutlu olacaksınız yüzünüzde bir gülümseme ile mutluluğun zor bir şey olmadığının farkına varacaksınız.

kendimizi ve bir döngü dönmeye başladık, olmayan bir şeyi bulabilmek için

www.okuryazarailesi.com


Ayşe Hümeyra

15 ELESTiRi

c.egilmez@okuryazarailesi.com

Göçebe Stephenie Meyer

Alacakaranlık efsanesinin yazarı Stephenie Meyer’i tanımayan yoktur artık. Gördüğü bir rüyadan yola çıkarak yazdığı 4 kitaplık bu seri -ki heyecanla 5. kitabı da yazsın diye bekliyoruz- farklı yaşlardan çok geniş bir kitleyi etrafında topladı. Ve daha uzun bir süre dillerden düşmeyeceğinden eminim. Seveni çok dedim ya tabi bir o kadar da sevmeyeni mevcut. Sanırım bu düşüncelerine sebep çok satan kitapların yaptığı alerji ya da artık vampirlerin kalbe saplanan kazıkla yok edilememeleri, güneş ışığında küle dönüşmek yerine elmas gibi parlamaları. Neyse, bu ayrı bir yazının konusu. Biz gelelim esas mevzuya. Üç çocuk annesi yazarımız bu olay yaratan serinin arasında bir kitap daha çıkarmış: Göçebe. İnsanlar farkında olmadan dünyayı yok etmektedirler, farkında olanlarsa bu yok oluşu yeteri kadar önemsemezler. Hepsi şiddet yanlısı, öfkeli varlıklardır. Birbirlerini yok etmek için korkunç silahlar yapmışlar ve olabilecek en masum şeyleri; bebekleri bile öldürmekten çekinmezler. Şimdi ise dünyanın, insan ırkından kurtarılması gerektiğini düşünen uzaylılar tarafından işgali söz konusudur. Yeryüzünün olağanüstü güzellikleri insanların eline bırakılmamalıdır.

kendisini öldürme isteğine karşı verdiği yaşam mücadelesi.

İlk başlarda yavaş ilerleyen hatta sizi sıkabilecek bir kitap. Ama eğer pes etmeyip okumaya devam ederseniz, ilerledikçe elinizden düşüremeyeceğiniz bir hal alıyor. Göçebe hakkındaki yorumlara baktığımda pek öyle olumsuz bir şeye rastlamadım. Ama buna itirazım var. Alacakaranlık ile olan benzerlikleri Meyer’in bu kitabında tekrara düştüğü izlenimi uyandırıyor. Göçebe, insanların arasında en aciz, yardıma muhtaç kişidir. Bella da vampirlerin arasında aynı durumda.

Jared ve Ian Göçebeyi yani aynı zamanda Melanie’yi koruma yarışına girerler. Onu paylaşamazlar.

Bella ise Edward ve Jacob tarafından paylaşılamaz. Melanie’nin bedenindeki kalp hem Jared’ı görünce hem de Ian’ı görünce hızlanır.

Bella da vampirle kurt adam arasında seçim yapamaz.

Göçebe sevgi dolu, iyi niyetli bir uzaylı olduğu için şiddeti sevmez, kötülüğü bilmez, herkese dostça davranıp yardım eli uzatır.

Birkaç yılda istilanın büyük kısmı tamamlanmıştır. Cinayet ya da savaş haberleri duyulmaz. Paraya ihtiyaç yoktur. İnsan bedenlerinde yaşayan ruhlar her şeyi sevgiyle yapar, sadece yardım etmiş olmak onlar için yeterlidir. Artık dünya daha iyi bir yerdir.

Bella da aynı karakterdedir, saflığı ise dillere destan.

Parazit yaşam süren uzaylılarımız bedenlerine yerleştikleri insanların zihinlerini de ele geçirmektedirler. Ancak esas kızımız Melanie, vazgeçmemekte kararlıdır. Tek arzusu kardeşi ve sevdiği adamı (Jared) bulmaktır-ki onlar isyancı bir grup insanla birlikte saklanmaktadırlar. Esas uzaylımız ise Melanie’nin zihnini korumak için ördüğü duvarları aşmak için uğraşırken, ona ev sahipliği yapan bu bedenin duygularından etkilenmeye başlamıştır. Artık o da Melanie’nin kardeşinin iyi olup olmadığını dert etmekte ve Jared’a özlem duymaktadır. Melanie’yi ise kız kardeşi gibi görür. En sonunda onları bulmak için yola çıkarlar. Peşlerindeki- Melanie’nin hala bedeninde olduğunu bilen- avcı ayrı, uzaylılara sempati beslemediği aşikar, öfkeli insan grubu ayrı bir tehlikedir. Onları ise Melanie’nin yaşadığına ikna etmek kolay olmayacaktır.

İstilacı bir ruhun ev sahibi bedene duymaması gereken bir sevgiyle bağlanması, bir bedende yaşayan iki kişinin farklı iki adama aşık olmasıyla sarpa saran ilişkiler, insan dostları için kendi ırkından kaçmak zorunda kalan bir ruhun yine o insan dostlarının

Olaylar geliştikçe insanlar göçebenin yardımına ihtiyaç duyarlar. Zor durumlarda kurtarıcı rolü onundur artık.

Bella da Şafak Vakti’nde herkesin hayatını kurtarmıştır. Hatta artık en güçlüleri odur.

Ve son olarak aynı bedene hapsolmuş olan Melanie ve Göçebe’nin farklı adamları sevmelerine çözüm, Göçebenin başka bir bedene taşınmasıdır. Bella’nın iki farklı adamı sevmesinin açıklaması da Reneesme’nin doğumuyla gelir. Yani her ikisi de bir şekilde “ikiye bölünerek” durumu kurtarmış, mutlu sona ermişlerdir.

Kesin hüküm vermeden önce Meyer’in yeni bir kitap yazmasını beklemek en doğrusu ama şimdilik benim görüşüm bu. Göçebe, vampir efsanemizle aynı iskelet üzerine kurgulanmış olmasına rağmen okumaktan zevk alacağınız bir kitap.

www.okuryazarailesi.com


16 MIZAH 1.

Gökhan Duranal g.duranal@okuryazarailesi.com

Sevgili Günlük 5. Gün (Merhaba Günlük )

Günlük) Gün (Sevgilim … Ama hemen gün yazıyorum da ilk defa bu tım ya adaya ha na Sa ın nedeni ıssız ü sana yazmam le bir öy a sevinme çünk ’d on Crusoe ız. Hani Robins ı bir al ak fiy düşmüş olmam esin, daha biraz ona benz m. ru yo şlı hikaye vardı ya ba yazmaya n diye günlük n dü r’ ha maceramız olsu un ‘H gemimiz ıyla açıldığımız l ği de yle Seyahat amac bö le rmak, öy Hem de ne vu bat Şu ve t’ karaya vurdu. en es peği ‘Müşkülp kö ın an pt ka , adaya yani… Kaptan lunduğum ıssız la şu anda bu ılmış yığ re adlı bir eleman ye hemen karaya ulaşınca t gelip en es lp çıkabildik. Ben kü tal hayvan Müş ap a am ım pt hemen numarası ya başladı, ben de tımı yalamaya . Ve o an um rd pis ağzıyla sura vu e bir tekme sa rin ye ta or ın ğüm… kalkıp suratın dum günlükçü hayvana kıl ol itibariyle o pis

9. Gün (Hey naber günlük???!)

Kaptan ve Şuba t ıssız adaya dü ştüğümüz için görünüyorlar. çok üzgün Ben de üzgün görünmeye ça aslında çok se lışıyorum ama viniyorum lan… Ne güzel mac zaten ben hep era işte, bu Robinson’a özenmişimdir. yoksunu hayv Zeka an Müşkülpes ent adaya çıktığ bir şey yemed ım ızd an beri i. Kaptan ve Şu bat da resmen sömürdüler. Pe kaynakları ksimet, bisküv i, tost, hambu İskender Keba rger, p ne bulurlars a götürüyorla r… Dün tarihi şaşırmamak içi n deniz kıyısına bir direk dikip atmayı düşünd çentik ük ama özgün in san ben, bunu istemedim çünk da ü yine Robins on’a özenmiş Bunu Kaptan’a olacaktık. ve Şubat’a an lattığımda ise Kaptan’dan suratıma şapl ağı yedim.

Bugün biraz mutluyum çünkü az önce saf köp ek Müşkülpesent’in ümüğünü sıktım. Uzun uğraşlar sonunda kendim e hazırladığım yemeğin içine atlayınca artık dayanamadım ve onu boğarak geberttim . Cesedini de denize attı m. Allah’tan Kaptan ve Şubat Gezintiye çıkmışlardı ve bu cinayeti işlerken ben i görmediler. Bir de kendimize adam gibi bir barınak yaptık bak, bun u söylemeyi unutmuşum… Bayağı da güzel oldu ama ben ce bu her iflerin ikisi de Robinson Crusoe’yu oku muşlar. Çünkü barınağı aynı orada anlatıldığı gibi yaptılar. Yine buna karşı çıkacaktım ama day ak yemekten korktum. Gitgide Robinson’a ben ziyoruz, adam gibi bi’ ma cera yaşayamıyoruz lan günlük! Sırf bu yüz den seni romandaki gib i gün lük değil de haftalık ya da yıllık yapmayı düş ündüm dün gece. Ama gün lük de olmazsa iyice fiyakasız olur bu macer a diye düşündüm. Nas ıl? İyi düşünmüşüm değil mi?

12. Gün (Lan Günlük;)

karaya Müşkülpesent’in cesedi Bugün bulaşık yaratık orduk. içiy ara sig uş rm şı otu vurdu.Tam da denize kar bana at Şub ve tan Kap gören Köpeğin ölü olduğunu e iml Ben a. and şu daldılar. Her yerim acıyor mi alıp izler. Az önce de terliği konuşmuyor artık şerefs r. ışla denize atm

27. Gün (HISSTT, ALOOO, GÜNLÜK!!)

nu fa erim 10. Gün (Sekubat bu sabah köpeğin yockaluktağuyemeğim Günlük)

rk

o eŞ r. Ben de Kaptan v Akşama p durdula ru so koştum. a n ru a ğ b o d r, a e yı il ğ a ett k barın ç yapma eçiştirere t kale ma g if ç e e iy v d r ın m va hayvan top yaptı şimdi de oraptan lum zekalılar doğru ç ri e g u b b n ana ‘O im. Ama ra kapta a ir B ı. şum teklif ett lüyorlard le minno rsan söy asına üzü o iy lm il o b b dı. i y a k aya başla ye gittiğin ğin nere da ağlam e n p ö zu k m e’ k o iz a b ubat’ın köpeğin diyerek Ş arım lan ’ şl a im B n e . b n o yok ula bbetiniz ittim. ‘İki muha rınağa g y e d ip ba

13. Gün (Sevgili Günlügümsü;)

Bugün senin aslında gün lük olmadığını fark etti m. Çünkü ben sana her gün yaz mıyorum ki… Senin ism in 2 günlük, 2 günde bir’lik ya da günlüğümsü ola bilir.

14. Gün (Tek Dostu m gü

nlük;) Bunlar hep ikisi takılmay a başladı ar Sadece yem tık… Beni hi ek yerken bi ç yanlarına İkide bir gü r araya geliy almıyorlar. lüp duruyorla oruz. Utanm r beni kıskan deniz kenarın azlar dırmak için da. Bir de uf . Dün birdirb akta ir oynuyorla benden habe n çalışmalar yapıyorla rdı r tahtalarla rsiz adadan falan. Sakın kaçacak olm asınlar??

Bu bizim ada aslında ıssız falan değilmiş. Dün Adanın her tarafını gezmek için çıktım. Ve arka taraflarda yerleşim alanı olduğunu gördüm. Hemen eşyalarımı alıp oraya kaçtım. Buradaki insanlar çok sıcakkanlı demek isterdim fakat hepsi hayvan gibi. Beni de pek sevmediler. Ama sevmemeleri de iyi oldu çünkü içlerinden biri beni kendi gemisiyle gideceğim yere kadar atacağını söyledi. En geç bir hafta sonra buradan ayrılıyormuşum yani… Artık sana yazacağımı da düşünmüyorum defol git hayatımdan. Zaten doğru dürüst macera yaşayamadım o iki namussuz yüzünden, 1 aylık macera mı olur hiç??!!! Hep senin yüzünden zaten. Hadi, kaybol gözüm görmesin seni!!

www.okuryazarailesi.com


Eyüp Can Çağlar

17 MiZAH

eyupcancaglar@gmail.com

www.okuryazarailesi.com


Gökhan Çetinyü-

18 MiZAH

*Okuryazarailesi Haber Kuşağından herkese merhaba! *Bu aya damgasını vuran olay eski CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye transferi oldu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni partisiyle olan resimleri dün öğle saatlerinde AKP resmi internet sitesinden yayınlandı. *Kanal D’nin izlemen rekorları kıran Aşk-ı Memnu dizisinin aslında izlenme rekorları kırmadığı ortaya çıktı. *Geçen ayki tükenmez kalem davasının baş kahramanı Ahmet Kuş’un ergenekonla bağlantısı ortaya çıktı. Kuş’un amacı bu ismi değiştirerek halkı kaosa sürüklemekmiş. Hatırlanacağı üzere Ahmet Kuş tükenmez kaleminin tükendiği gerekçesiyle bu ismin değiştirilmesi için mahkemeye başvurmuştu. *Galatasaray kalecilerini de yolladı. Geçtiğimiz ay elinde kalan tek sağlam santrafor olan Nonda’yı yollayan sarıkırmızılılar, şimdi de takımdaki tüm kalecilerle yollarını ayırdı. Kulübe yakın kaynaklardan duyduğumuza göre kaleyi Sabri Sarıoğlu devralacak. *Önce müslüman, sonra hıristiyan sonra tekrar müslüman olan Tuğçe Kazaz, yaptığı basın toplantısıyla artık agnostik olduğunu açıkladı. *Yıldırım Demirören baskılara dayanamayıp Gaziantepspor Kulübü başkanlığı için resmen aday oldu.

g.cetinyurur@okuryazarailesi.com

Güncel Haberler

*Eski ABD başkanı George Bush, teklif gelmesi halinde seve seve TBMM’de görev alacağını söyledi.

şarkılarını dinlenilebilir hale getirmeyi başardı. Bu çalışmasının Kel'e bir Nobel Ödülü getirmesi bekleniyor.

*Yapılan hakem hatalarından bıkan Türkiye Futbol Federasyonu, maçların hakemsiz oynatılmasına karar verdi. Artık maçlar halı saha kurallarına göre oynanacak.

*Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın "Eşcinsellik bir hastalıktır." sözünden sonra harekete geçen bilim adamları "Homapranax" adlı antihomoseksüel ilacı üretti.

*Metrobüste nihayet çözüm bulundu. 3 kere metrobüse binene 1 kere metrobüse binmek bedava! *Öğrencilere müjde! Artık öğrenciler belediye otobüslerinde kimlik gösterdikleri takdirde istedikleri koltuğa oturabilecek.

*Dünyaca ünlü pilates uzmanı Ebru Şallı ileride spor bakanı olmak istediğini açıkladı. Spor yapmanın hava ve su kadar gerekli

*Faruk Özak’ın saçı en iyi 100 erkek saçı anketi içinde en fazla oyu alan saç modeli oldu. *Nuri Sesigüzel, Time dergisinin son sayısına kapak oldu *TBMM tarihinde devrim niteliğinde bir yenilik! Bundan sonra yasama organından sorumlu milletvekilleri görevlerini meclis yerine popüler sosyal paylaşım ağı olan Facebook'ta birbirlerinin duvarlarına yazarak yerine getirecekler. Eğer bir yasa için yeteri kadar "like" butonuna basılmazsa, o yasa meclisten geçemeyecek.. *Ahmet Kel adlı Türk bilim adamı uzun uğraşlar sonucu Demet Akalın'ın

www.okuryazarailesi.com

olduğunu söyleyen Şallı, pilatesi ise havanın içindeki oksijen olarak tanımladı. *Daha önce "Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?" açıklaması yapan dünyaca ünlü Victoria's Secret mankeni Aysu Kayacı'nın oyu artık çobanlarla bir olmayacak. Konuyla ilgili açıklama yapan Kayacı "Zaten doğrusu da buydu." dedi. *Fenerbahçe'nin problemli futbolcusu Guiza'nın sorunu ortaya çıktı. Yıldız oyıuncunun sözleşmesindeki bir maddeye göre belli bir gol sayısını aşması yasak.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.