İçerik 1. Giriş………………………………………………………………………
1
2. Küresel Isınma……………………………………………………………
1
3. İklim Değişikliği ve Uluslar arası Hukuki Zemin………………………..
3
3.1. Kurumlar…………………………………………………………….
4
3.1.1. Taraflar Konferansı……………………………………………
5
3.1.2. Yardımcı Organlar……………………………………………..
7
4. Avrupa Birliği ve ABD Ekseninde Politika Farklılıkları………………….
9
5. Sonuç……………………………………………………………………...
12
i
19 yy. başlarından günümüze artarak süre gelen insan merkezli çevresel kirlenme, 1960’ların ikinci yarısından itibaren kamuoyunda gündeme gelmiş, 1970’lerde uluslar arası anlaşmalara konu olmuş ve
bu konularda hukuki çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
1980’lere gelindiğinde özellikle NASA merkezli bilim adamlarının çalışmaları sonucu olarak Amerika atmosferik sorunlara eğilmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde, ABD liderliğinde 1987 tarihli Ozon Tabakasının İncelten maddelere
yönelik Montreal sözleşmesi
imzalanmıştır. Birleşmiş Milletler nezdinde yürütülen faaliyetler çerçevesinde, 1992 yılında İklim Değişikliği Çerçeve sözleşmesi kabul edilmiş ve 1997 yılında da KYOTO protokolüyle güçlendirilmiştir. Bu makalede iklim değişikliğine konu olan çevresel değişkenler işlenecek, sözleşme ve protokolde getirilen yükümlülükler ve sözleşmenin kurumları belirtilecektir. Bu tanımlayıcı giriş bölümünün ardından Avrupa Birliği ve ABD arasındaki çevresel konuları yorumlamadaki politika farklılıkları ele alınacaktır. Küresel Isınma Dünya atmosferi uzunca bir süredir gaz ve aerosol kirleticilere maruz kalmaktadır. İnsan nüfusunun az olduğu ve sanayileşmenin yaygın olmadığı dönemlerde, atmosfer bu etkiyi kapasitesi sınırları içinde tutabilmekle birlikte, şehirleşmenin yoğun olduğu bölgelerde insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri görülmüştür. 19.yy ortalarında sanayide kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan sülfür dioksitin insan sağlığı ve yerel yerleşimler üzerinde zararlı etkileri belirgin hale gelmiştir.1 1960’larda İsveçli bilim adamı Svante Oden çalışmalarında Britanya adası ile Kıta Avrupası kaynaklı kirlenme sonucu ortaya çıkan asit yoğunluğunun Güney İskandinavya’daki ormanlar ve deniz yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini tespit etmiştir. 19.yüzyılda bir diğer İsveçli bilim adamı Svante Arrhenius, fosil yakıtlarının kullanımı sonucu ortaya çıkan karbon dioksit salınımına dikkat çekmiş ve bunun küresel ısınmayı tetikleyebileceği üzerinde durmuştur. O zamanın bakış açısıyla bu durum soğuk iklime sahip olan İskandinavya’nın ısınması sonucu daha elverişli koşulların oluşabileceği iyimserliğini taşıyordu.2 20.yüzyıla sonlarına gelindiğinde atmosferdeki CO2 yoğunluğunda sanayileşme öncesi dönemle karşılaştırıldığında %30 oranında bir artış gözlemlenmiştir. 1860 yılındaki ortalama
1
M. S. Soroos, “Garrett Hardin and tradegies of global commons”. P. Dauvergne (der) Handbook of Global Environmentalism (Cheltenham:Edward Elgar press, 2005), ss 35,49 2 A.y.
yıllık sıcaklık artışı ile 1990’ların sonlarındaki sıcaklık artışı kıyaslandığında, 1950’lerde sonra giderek hız kazanan ısınma eğilimiyle birlikte 0,6’lik bir artış söz konusu olmuştur. IPCC nezdinde ele alınan küresel ısınma başlığında, karşılaştığımız sorunların merkezinde insan merkezli CO2 ve sera gazlarının emisyonunun etkili olduğu belirtilmiştir. Dikkat çekilen diğer bir nokta ise mevcut yapının, işleyişin devamı halinde 2100 yılına gelindiğinde 1,4 ila 5,8 derecelik bir artışla karşı karşıya kalabileceğimizdir.3
İklim değişikliğinin zararlı etkileri üzerine değinilen 2001 tarihli İklim Değişikliği Çevre Panelinde dünya buzullarının %40’lara varan oranda eridiği, deniz suyu seviyesinde 10-20 cm artış görüldüğü belirtilmiştir. Ek olarak 1993 yılında görülen El-Nino fırtınasının sebebi olarak iklim değişikliği gösterilmektedir. Küresel ısınmanın bir diğer sonucu da sıkça yaşanan sel ve kuraklık vakaları olmuştur.4 İklim değişikliği sebebiyle, yüksek alanlarda tarımsal iklim koşullarında elverişli bir durum ortaya çıkabilecek, buzulların eridiği bölgelerde ulaşım açısından kolaylıklar olabilecektir. Ancak küresel anlamda bakıldığında iklim değişikliğinin bu sınırlı pozitif etkisine karşın çeşitli senaryolara göre ciddi sorunlar insanlığı beklemektedir. Deniz 3
Cubash U., Meehl G.A., “Projections of Future Climate Change“, Climate Change 2001: Scientific Basis (IPCC) ss. 527 <http://www.grida.no/climate/ipcc_tar/wg1/pdf/TAR-09.PDF> 4 Soroos a.y.
seviyesindeki yükselme neticesinde Tuvalu gibi takımada devletlerinin sular altında kalması, tarım alanlarının bir bölümünün sel ve kuraklık sonucu verimsiz bir hale geleceği öngörülmektedir.5 Bu etkiler ışığında küresel ısınmanın sonuçlarının uluslar arası ilişkiler sahasını ilgilendiren sağlık ve göç gibi konuları da tetikleyebileceği, politika yapıcılar tarafında üzerinde durulması gereken önemli konulardır. İklim Değişikliği ve Uluslar arası Hukuki Zemin İklim değişikliği konusu uluslar arası siyasi arenada 1988 yılında Malta’da düzenlenen Birleşmiş Milletler oturumunda ele alınmış ve küresel ısınma “insanlığın ortak sorunu” olarak belirtilerek konunun önemine dikkat çekilmiştir. BM’nin konuya eğilmesinde Ozon tabakasındaki incelme üzerine düzenlenen Montreal Sözleşmesi, Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) kurulması ve Amerika’da oldukça sıcak geçen yaz koşulları etkili olmuştur. 1990 yılına gelindiğinde IPCC birinci değerlendirme raporunu yayınlayarak, Kasım ayında düzenlenecek olan II. Dünya İklim Konferansı’nın bilimsel altyapısını oluşturmuştur. Düzenlenen konferansta bir çerçeve sözleşmenin yapılmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur. Birleşmiş Milletler genel kongresi tavsiyeyi göz önünde bulundurarak 1991 yılında Sözleşme için Hükümetlerarası Müzakere komitesinin oluşturulmasına karar vermiştir. Komitenin hazırlıkları doğrultusunda 1992 yılında “Earth Summit” başlığı altında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı geniş bir katılım desteğiyle Rio’da bir araya gelmiştir. İklim Değişikliği Çerçeve sözleşmesi Amerika ve Türkiye hariç OECD ülkelerinin desteğiyle kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Sözleşme 50. Ülkenin onayıyla birlikte 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Soğuk savaş sonrası yeni ortaya çıkan doğu bloku ülkelerinin küresel ekonomiye intibakı, uluslar arası alanda işbirliğinin mümkün olabileceği yönündeki kanaatleri haklı çıkarır niteliktedir. Ek olarak Maastricht uzlaşması ile birlikte, Avrupa Birliği’nin bölgesel ekonomik entegrasyonda ileri bir safhaya geçmiş olması da uluslar arası politikadaki iyimserlik dönemini beraberinde getirmiştir. Bu şartlarında etkisiyle BM nezdinde birçok oturum düzenlenmiş ve ortak eylem planları hazırlanmıştır. Bu faktörlerin de etkisiyle Almanya’nın öncülüğünde sözleşmenin yürürlüğe girmesinden bir sene sonra Taraflar Konferansı’nın ilk oturumu Merkel başlığında Bonn’da 5
F. Yamin, J. Depledge, “The International Climate Change Regime”, (Cambridge:CU Press:2004), ss .22.
gerçekleştirilmiştir. Konferansın önemi finansal işleyişin ve ulusal raporların teslim koşullarındaki maddeler olmakta birlikte en önemli sonucu olan Çerçeve Sözleşme’ye bağlı olarak bir protokolün hazırlıklarının başlatılmasıdır. Geçici komite tarafından yürütülen çalışmalar neticesinde 1997 yılına gelindiğinde Taraflar Konferansı’nın Kyoto’da düzenlenen üçüncü toplantısında protokol son halini alır ve imzaya açılır. Protokolde salımların 20082012 yılları arasındaki dönemde 1990 yılındaki düzeyin en az %5 aşağısına indirileceğini ve karbondioksit eşdeğeri salımların ayrılmış miktarları aşmayacağını taraflardan temin etmeleri beklenmektedir. Öte yandan sözleşmenin yürürlüğe girebilmesi için gerekli katılımın 1990 yılında karbondioksit salımlarının en az %55 ini gerçekleştiren taraflara gereksinim duyması nedeniyle yürürlüğe girme tarihi ancak 2005 yılı olabilmiştir. Kurumlar Gerek 1992 yılında imzalanan çerçeve sözleşme, gerekse Kyoto protokolünde gerekli düzenlemelerin yapılması, politika yapıcı mekanizmaların kurulması ve bürokratik işlemlerin takibi konusunda gerekli kurumların yapısı belirlenmiştir. Öncelikle iklim değişikli rejimi konusunda en üst organ olarak Taraflar Konferansı belirlenmiştir. Bu organı desteklemek amacıyla “Bilimsel ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı” (SBSTA) ve “Yürütme Yardımcı Organı” (SBI) tesis edilmiştir. Bu iki organa ek olarak Sekretarya kurumsal yapının işlev kazanması açısından önemli bir rol üstlenmiştir. Yukarda bahsi geçen diğer kurumların aksine sekretarya politika belirleyici bir organ olmaktan ziyade bürokratik işlemlerin yürütüldüğü daha çok destekleyici bir kurum olarak planlanmıştır. Protokolde bu kurumlara ek olarak daha önceden başka sözleşmeler çerçevesinde ihdas edilmiş Dünya İklim Konferansı (IPCC) bilimsel hazırlıklara yardımcı olmakta ve Küresel Çevre Fonu (GEF) ise gelişmekte olan ülkelerde yürütülen projelerin desteklenmesi için oluşturulan fonun yönetimini üstlenmektedir. Kurumların inceleneceği bu bölümde Taraflar Konferansı ve yardımcı iki alt organın organizasyon yapıları, çalışma biçimleri ve iklim değişikliği rejimindeki rolleri ele alınacaktır.
Şekil 2. Kyoto Protokolünün kurumları
6
Taraflar Konferansı Taraflar Konferansı sözleşmenin en yüksek organıdır. Sözleşmenin ve Taraflar Konferansının kabul edeceği tüm hukuki belgelerin uygulanmasını düzenli olarak gözden geçirecek ve yetkisi dahilinde karar çıkarma imkanına sahiptir. Yetkisi dahilinde karar çıkarma yetkisini elinde bulunduruyor olması Taraflar Konferansına oldukça geniş bir hareket alanı sağlamıştır, bu sayede Taraflar Konferansı gerekli gördüğünde yeni fonksiyonları bünyesine katabilecektir.
6
Y. Arıkan, “İklim Değişikliği Görüşmelerinde Müzakerecinin El Kitabı”, (Ankara:Bölgesel Çevre Merkezi REC, 2006), ss. 20
7.
Maddenin
2.
fıkrasında
Taraflar
Konferansı
“kurumsal
düzenlemeleri,
uygulanmasından kazanılan deneyim ve bilimsel teknolojik gelişimin ışığında dönemsel olarak inceleyecek…” denilerek konferansın dönemsel olarak toplanılacağına işaret edilmiş fakat herhangi bir zaman aralığı belirlenmemiştir. Öte yandan Sözleşmenin 4.maddesinde yer aldığı gibi bir takım detay kararların alınmasına ilişkin zaman hedefleri konulmuştur. Aynı maddenin b ve c bölümlerinde tarafların değişik koşullardaki durumları ve kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak taraflar arasındaki bilgi değişimini teşvik edici ve kolaylaştırıcı rol üstleneceği belirtilmiştir. Taraflar Konferansı ile ilgili hükümleri içeren yedinci maddede ayrıca sera gazları salınımına ilişkin envanterin yapılması, salımların sınırlandırılması hakkında dönemsel olarak hazırlıklar
yapılmasını,
kendisine
ulaşan
bilgiler
ışığında
sözleşmenin
taraflarca
uygulanmasını ve tedbirlerin toplam etkilerini sözleşmenin hedefleri doğrultusunda değerlendirecektir. Kısaca yukarıda değinilen işlevler için taraflar konferansı taraflar aksini talep etmedikçe senede bir kere toplanmaktadır. Olağan koşullarda gerçekleşen bir Taraflar Konferansı yaklaşık 10-12 gün sürmektedir. Konferans genellikle senenin son üç ayından birinde düzenlenmektedir. Konferansın tarihi başka bir oturumla çakışma ihtimali göz önünde bulundurularak genellikle 4 ya da 5 yıl önceden belirlenmektedir. Taraflar Konferansı her bir oturumunda bir sonraki oturumunun hangi tarihte düzenleneceği hakkında karar almak zorundadır. Dini ihtiyaçlar göz önünde bulundurulmakta mesela Ramazan ayında Müslüman delegelerin durumlarına hassasiyet gösterilmektedir. Olağanüstü Taraflar Konferansı oturumları olağan oturumların dışındaki bir tarihte düzenlenir. Bir taraf olağanüstü oturum talebi ile yazılı bir dilekçe gönderir, eyleme geçilebilmesi için sekretarya tarafından talebin taraflara iletilmesiyle 6 aylık süre içinde tarafların en az 1/3’ünün desteğinin olması gerekmektedir. Sekretarya olağan olsun olmasın tüm oturum tarihlerini taraflara 2 ay öncesinde bildirmekle yükümlüdür. Oturumlar aksi belirtilmediği durumlarda Sekretarya’nın bulunduğu şehirde (Bonn) düzenlenmektedir. Bonn’da düzenlenecek oturumlar hem maliyetlerin azalması7 hem de rejimin kurumsal kimlik kazanması adına savunulan bir görüştür. Ancak taraflar oturumların
7
Bonn dışında gerçekleştirilen oturumlara sekretaryanın dolayısıyla bürokratik kadronun taşınması, ulaşım ve konaklama masrafları gibi konular maliyet artırıcı unsurlar olarak ele alınmıştır
farklı şehirlerde yapılmasının getireceği prestij ve motivasyonu göz önünde bulundurarak değişik ortamlarda yapılmasını önermişlerdir. Bu sayede konferansın bilinirliği artacak, ev sahibi ülkenin de liderliği ile çevresel değerlerin savunucusu olması yönünde önemli bir adım atılacaktır. Her ne kadar herhangi bir taraf Taraflar Konferansı’na ev sahipliğini teklif edebilecek olsa da pratikte BM’de 5 bölgesel grup başkanları arasında dönüşüm yapılmaktadır. Taraflar Konferansını ilk gününde konferans başkanı seçilir. Genellikle ev sahibi ülkenin çevre bakanı başkanlık görevini üstlenir. Oturumların açılış ve kapanışları başkan tarafından yapılır. Başkan ayrıca söz hakkı vermekle, oylamaları başlatmak ve sonuçlarını açıklamakla belirlenen gündemi uygulamakla görevlidir. Başkanın resmi görevlerinin dışında uzlaşı ortamını sağlamak maksadıyla gerçekleştireceği bir takım girişimlerde olmaktadır. Birçok
kararın
alınmasında
kulislerde
gerçekleştirilen
faaliyetlerin
etkili
olduğu
konferanslarda başkan tarafların uzlaşı ortamını bulabilmesi için dostluk toplantıları düzenleyerek proaktif bir rol üstlenmektedir.
COP
Tarih
Şehir
Başkan
Ülke
BM Bölgesi
COP-1 COP-2 COP-3 COP-4 COP-5 COP-6 Part II COP-7 COP-8 COP-9 COP-10 COP-11
1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2001 2002 2003 2004 2005
Merkel Chimu.. Ohki Aslogaray Szyszko Pronk
Almanya Zimbabwe Japonya Arjantin Poland Hollanda
WEOG Afrika Asya LAC CEE WEOG
Elyazghi Baalu Persanyi
Fas Hindistan Macaristan Arjantin Kanada
Africa Asia CEE LAC WEOG
COP-12 COP-13
2006 2007
Berlin Geneva Kyoto Buenos Aires Bonn The Hague Bonn Marakesh New Delhi Milan Buenos Aires Palais des Congrès Nairobi Bali
Kenta Endonezya
Afrika Asia
Yardımcı Organlar SBSTA ve SBI Taraflar Konferansına yardımcı olmak, karara varılacak süreçlerde rehberlik etmek için oluşturulmuş yardımcı kuruluşlardır. Tavsiye niteliğindeki kararlarının yanı sıra taslak metinler hazırlayarak gündemlerindeki maddeler üzerinde çalışmalar gerçekleştirirler. Bunlar genellikle çalışma programlarını oluşturur, Sekretaryadan temel
belgeleri talep eder ya da taraflardan belli bir konu hakkında görüşlerini bildirmelerini isterler. Her ne kadar yardımcı organların aldıkları kararlar Taraflar Konferansı için bağlayıcılık taşımasa dahi taraflar öne sürülen konuları ciddiyetle ele almakta, müzakere etmektedir. Her iki organda Taraflar Konferansı’nın alt organı olarak çalışmaktadır ve konferansa düzenli olarak rapor vermekle sorumludur. SBSTA’nın görevi COP’a sözleşme ile ilgili bilimsel ve teknolojik konularda bilgi vermek ve tavsiyelerde bulunmaktır. Buna ek olarak bilimsel ve teknolojik desteğin yanı sıra gerekli görülen konularda farklı disiplerden de yardım almak mümkün olabilmektedir. COP için buluşma takvimi net zaman aralıklarıyla belirmiş olmasına karşın yardımcı organlar için bir takvim söz konusu değildir. Güncel durumda yardımcı organlar birisi COP ile aynı zamanda yapılmak suretiyle yılda iki kere toparlanır. COP harici toplantı her daim sekretaryanın merkezi Bonn’da gerçekleştirilir.
Avrupa Birliği ve ABD Ekseninde Politika Farklılıkları Protokol çerçevesinde Avrupa Birliği sera gazı salınımlarında 2008-2012 yıllarına gelindiğinde 1990 seviyesinin % 8 altında bir seviyeye çekeceğini temin etmiştir.8 AB hukuku gereği
uluslar
arası
çevre
anlaşmalarının
onaylanması
için
hem
üye
ülkelerin
parlamentolarında hem de AB parlamentosunda kabul edilmesi gereklidir. 2002 yılının Mart ayında başlayan onaylama çalışmaları 2 ay içinde sonuç vermiş ve Mayıs 2002’de BM’ye onay belgeleri teslim edilmiştir. Avrupa Birliği Kyoto protokolünü kabul ederek iklim değişikliğine neden olan sera gazı salınımlarının ivedilikle düşürmeye yönelik faaliyetler gerçekleştirecektir. AB’nin bu kararı ABD’nin iklim değişikliğine karşı benimsediği politikaya doğrudan bir meydan okuma olarak algılanabilir. Zira Bush yönetiminin iktidara gelmesinde çok kısa bir süre sonra yapacağı ilk açıklamalardan biri kendisine Kyoto muhalifi muhafazakâr senatörler tarafından bir mektup iletildiği ve EPA tarafından da Kyoto’nun ölü doğmuş bir anlaşma olarak kalacağı olmuştu.9 ABD yönetimine Clinton ve Al Gore’un 1992 yılında gelmesiyle birlikte Beyaz Saray’ın görüşü Avrupalılar ile yakınlık göstermiştir. Başkan yardımcısı Al Gore senatodayken üzerinde çalıştığı iklim değişikliği konusunda, ABD’nin güçlü bir destekleyici olarak yer almasını istemektedir. Öte yandan 1994 sonrasında Cumhuriyetçilerin ağırlıkta olduğu kongre, çevre düzenlemelerinin ortaya çıkardığı maliyetleri göz önünde bulundurarak yönetime muhalif tavır almıştır.10 Bu ayrışmayla birlikte ABD yönetimi, AB’nin çevre yanlısı politikaları ve içerde çevre örgütlerinin baskısı altındayken diğer taraftan da kongrenin muhalif tutumu arasında sıkışmıştır.11 1997 yılına gelindiğinde Kyoto öncesinde Senato’dan Byrd-Hagel çözümü 95-0 gibi net bir oylamayla kabul edilmiştir. Buna göre ABD 1992 Çerçeve Sözleşmesine ek olarak, gelişmekte olan ülkeler içinde bağlayıcı kararlar alınmadan yeni yükümlülükler getirecek bir
8
M. S. Schreurs, “The Climate Change Divide: the European Union, the United States, and the Future of Kyoto Protocol”, Green Giants (der), (MIT Press,2004), ss. 209 9 A.y., ss.210 10 Bir takım senaryolara göre ABD’nin uğrayacağı ekonomik kayıp 400 Milyar dolar civarında olacaktır. B. W. Daynes, G. Sussman, “The Greenless Response to Global Warming”, Current History 2003, ss. 439. 11 Schreurs, ss. 214.
anlaşmaya taraf olmamalıdır, bu takdirde ciddi ekonomik hasarların ortaya çıkabileceği öne sürülmektedir.12 Taraflar Konferansı’nın üçüncüsünün düzenlendiği Kyoto’ya gelindiğinde kamuoyu ve sanayi şirketlerinin destekçisi olduğu AB’ne karşın ABD’de kamuoyu ve sektör arasında ciddi ayrımlar oluşmuştur. ABD’de otomobil, gaz ve kömür gibi alanlarda faaliyet gösteren şirketleri temsil eden Küresel İklim Koalisyonu (GCC) Kyoto protokolüne karşı lobi çalışmaları yürütmüş ve yaklaşık 13 milyon dolarlık bir bütçe oluşturmayı başarmıştı.13 Kyoto’da müzakerelerde beklendiği gibi ABD ve AB anahtar konumundaki aktörler olarak ortaya çıkmışlardır. İlk olarak ortaya çıkan farklılaşma AB’nin sadece üç sera gazının (karbondioksit, nitrus oksit,metan) kısıtlanması iken ABD bu gazlara ek olarak üç gazın daha eklenmesini istemektedir.14 İkinci nokta görüşmelerin başlangıcında AB %15’lik bir sera gazı azaltımının gelişmiş ülkeler için gerekli olacağı görüşüyle gelmesir. Fakat bu AB bu azaltımı yaparken AB’yü bir bütün olarak ele almakta ve bazı ülkeler %20 ler seviyesinde indirim yapacakken görece olarak daha az gelişmiş ülkelerin salınımlarını artırmaları beklenmektedir. Bu durum haksız rekabet doğuracağı gerekçesiyle ABD ve Japonya tarafından eleştirilmiştir. Bu muhalefete karşın AB kendi planını ortaya koymuş ve ülkeler için farklı salınımları ön gören tabloyu kabul etmiştir. Üçüncü temel farklılıkta AB’nin sorunun kaynağı olarak sadece gelişmiş devletleri görmesi, gelişmekte olan ülkelerin iç uygulamalarda gönüllü olarak gerçekleştirecekleri uygulamaların yeterli olacağı yönündeki kanaatidir. ABD bu duruma karşı çıkarak bu ülkelerin büyüme hızlarının göz önünde bulundurulduğunda ileride sorunlara sebep olacağını ve onların da yükümlülük almasını istemektedir. Ülke Avusturya Belçika Danimarka Finlandiya Fransa Almanya Yunanistan 12
Yüzdelik değişim -13 -7.5 -21 0 0 -21 +2.5
U.S. Senate, “Byrd-Hagel Resolution”, <http://www.nationalcenter.org/KyotoSenate.html>(10.01.2008) Schreurs, ss. 214. 14 A.y, 215 13
İrlanda Japonya Lüksemburg Hollanda Portekiz İspanya İsveç Birleşik Krallık AB ABD
+13 -6 -28 -6 +27 +15 +4 -12.5 -8 -7
Bu tartışmaların sonucunda AL Gore’un son anda görüşmelere katılımıyla birlikte bir uzlaşı sağlanmış ve 6 gazında protokol kapsamına alınması sağlanmıştır. Bu durumda AB %15 olan hedefini %8’e çekmiştir. Ancak Clinton yönetimi protokolün Kongre’de kabul edilmeyeceğini bildiğinden onaylanması talebiyle göndermemiştir. İktidarın el değiştirip Bush yönetiminin iş başına gelmesiyle birlikte Kyoto protokolü ABD tarafından ölü doğmuş bir anlaşma olarak ele alınmıştır. ABD yönetimi sera gazlarının iklim değişikliği üzerinde olumsuz etki yaptığını kabul etmekte ancak iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarına ilişkin senaryoların gerçekliğinin bilimsel olarak net olmadığını, bu değişimin ne kadar süre alacağının bilinmediğini savunmaktadır. ABD Başkanı ek olarak Kyoto protokolünün gerçekçi hedeflerden uzak olduğunu, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümelerine zarar vermeden protokolün öngördüğü hedeflere ulaşmanın oldukça zor olduğunu belirtmektedir. Çözüm önerisi olarak iki seçeneğin bulunduğunu belirten Bush bunlardan birincisinin salınımların ya yapılmamasını ya da teknolojik yatırımlar yaparak bu seviyelerin düşebileceği yönündedir. Bu noktada ABD politikası meseleyi Kyoto protokolü ile uluslar arası yükümlülükler altına girerek değil de kendi içinde, teknoloji merkezli (techno-centric), pazar ekonomisi içinde çözmekten yanadır. 15
15
“President Bush Discusses Global Climate Change”, Office of the Press Secretary, 2001 < http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/06/20010611-2.html > (10.01.2008).
Sonuç CO2 başkta olmak üzere insan kaynaklı sera gazlarının atmosferde yaptığı zararlı etkiler yer küreyi tehdit eder düzeye gelmiştir. Buzullardaki erimenin, su seviyelerindeki yükselmenin, sık sık meydana gelen çevresel afetlerin bu gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Mevcut durumun bu hızla devam etmesi ve bir müdahale gerçekleşmemesi halinde sorun geri dönülemez bir aşamaya varabilecektir. Çevre konuları uluslar arası disiplinin diğer alanlarından farklı olarak tam anlamıyla bir iş birliğini ve sorunun çözümünde kararlı tavırlar almayı gerektirmektedir. Hiyerarşik bir yapının olmadığı uluslar arası arenada bağlayıcı kararlar almak, devletlerden belirli çerçevede hareket etmelerini beklemek oldukça güçtür. Ancak konunun önemi idrak edilip, beklenen sonuçların ciddiyeti göz önüne alındığında bu konuda kayıtsız kalabilmek de bir o kadar zordur. Ekonomik niteliği ile neredeyse çevre temasından sapmış olan Kyoto protokolü yinede salınımların geçmiş yıllara dönmesini hedeflemekle bu konuda atılmış önemli adımlardan biridir. ABD protokole taraf olmayarak farklı bir yol izleyeceğini belirtmiştir. Kendi iç düzenlemeleri ile gerçekleştirmek istediği hedeflere ulaşabilirse benimsediği tutumun diğer ülkeler tarafından eleştirilecek bir tarafı kalmayacaktır ancak mevcut salınımların 1/4 ‘ünü gerçekleştiren bir ülkenin anlaşma dışı kalması şüphesiz diğer ülkelerin de olaya bakışını etkileyecektir.
Kaynakça Arıkan Y., “İklim Değişikliği Görüşmelerinde Müzakerecinin El Kitabı”, (Ankara:Bölgesel Çevre Merkezi REC, 2006), ss. 20 Busby W. J., “Climate Change Blues: Why the US and Europe Just Can’t Get Along”, Current History 2003, s 113-118 Daynes W.B, Sussman G, “The Greenless Response to Global Warming”, Current History 2003, s438-443 Harris P. G.,”International Development Assistance and Burden Sharing”, Green Giants (der), (MIT Press,2004). Schreurs M.,”The Climate Change Divide: the European Union, the United States, and the Future of Kyoto Protocol”, Green Giants (der), (MIT Press,2004) Soroos S.M.,”Garrett Hardin and Tradegies of Global Commons”, (der) Peter Dauvergne, Handbook of Global Envrionmentalism (Cheltenham:Edward Elgar,2005) Oberthür S., “The Climate Change Regime”,(der) Oberthür S., Gehring T., Institutional Interaction in Global Environmental Governance (Cambridge:MIT Press, 2006) Yamin F., Depledge J., “The International Climate Change Regime” (Cambridge:CU Press:2004)