ec_12_sayfa.indd 1
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 2
Okurlarımıza özel ön okumadır, sadece kitabın birinci bölümünü içermektedir.
Beni Seç Özgün adı: The Selection © 2012, Kiera Cass Yazan: Kiera Cass Çeviri: Derya İmer Aydınlık Yayına hazırlayan: Senem Kale Grafik uygulama: Havva Alp Türkiye yayın hakları: © 2013 Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. Bu kitabın hiçbir bölümü yayıncının izni olmadan kullanılamaz. ISBN: 978-605-09-???? Sertifika no: 11940 Basım yeri: Yıkılmazlar Basın Yayın Prom. ve Kağıt San. Tic. Ltd. Şti. Adres: Yalçın Koreş Cad. Basın Sanayi Sit. No:13-14 Yenibosna-İstanbul Tel: (0212) 515 49 47 Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No:1 Kat:10 Şişli 34360 Tel: (0212) 373 77 00 / Faks: (0212) 246 66 66 www.dexkitap.com / satis@dogankitap.com.tr
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 3
Birinci Bölüm
Posta kutumuzdaki mektubu aldığımızda annem sevinçten çılgına dönmüştü. Tüm problemlerimizin çözülüp sonsuza dek yok olduğuna karar vermişti bile. Planındaki tek kusur bendim. Söz dinlemeyen bir evlat olduğumu düşünmüyordum ama bu konuda sınırı aşmıştım. Kraliyet ailesinden olmak istemiyordum. Birinci sınıf olmak da istemiyordum. Hatta kılımı kıpırdatmak bile istemiyordum. Odamda, tıka basa dolu evimizin gürültüsünden uzaklaşabildiğim tek yerde saklanarak, annemi ikna edebilecek bir neden bulmaya çalıştım. Elimde sadece samimi düşüncelerim vardı... Gerçi birini bile dinleyeceğini sanmıyordum. Onu daha fazla görmezden gelemezdim. Akşam yemeği yaklaşıyordu ve evin en büyük çocuğu olarak, yemek yapmak benim sorumluluğumdaydı. Yataktan zar zor kalkıp, tımarhanemize doğru yürüdüm. Annem ters ters baktı ama tek kelime etmedi. Tavuk, soslu makarna ve elma dilimlerinden oluşan yemeğimizi hazırlayıp, beş kişilik masamızı kurarken mutfak ve yemek odası arasında sessizce, dans eder gibi gidip geldik. İşten başımı kaldırıp ona baksaydım, onun istediklerini istemediğim için beni suçlayan hiddetli bakışlarıyla karşılaşırdım. Bunu çok sık yapardı. İşveren bir ailenin gereksiz yere kaba saba davranması sonucu çalışmak istemediğimde yaptığı gibi. Ya da altıncı sınıflardan birinin yardımını karşılayacak maddi gücümüz olmadığında ben-
3
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 4
den muazzam bir temizlik yapmamı istediğinde olduğu gibi. Bazen bu işe yarardı. Bazen yaramazdı. Ve işte bu konuda beni ikna edemezdi. İnatçılık yaptığımda buna katlanamazdı. Fakat ben bu özelliğimi ondan almıştım, yani şaşırmaması gerekirdi. Gerçi bu sadece benimle ilgili bir konu değildi. Annem son zamanlarda çok gergindi. Yaz bitiyordu, yakında soğukla yüzleşecektik. Ve endişeyle de. Annem, çaydanlığı masanın ortasına, sinirlenerek tak diye koydu. Limonlu çay fikri ağzımı sulandırdı. Fakat beklemek zorundaydım; şimdi içersem, yemek yerken su içmek zorunda kalırdım. Kendini daha fazla tutamayarak, “Formu doldursan ölür müsün?” dedi. “Seçim, senin için de hepimiz için de muhteşem bir fırsat olabilir.” Yüksek sesle iç çektim, o formu doldurmak benim için ölmekten de beterdi. Asilerin -Illéa’dan, geniş ve görece genç ülkemizden nefret eden yeraltı kolonilerinin- saraya sık sık vahşi saldırılar düzenlediklerini herkes biliyordu. Onları daha önce Carolina’daki eylemlerinde görmüştük. Devlet makamlarından biri yakılıp yıkılmış ve bir avuç ikinci sınıfın arabaları tahrip edilmişti. Bir keresinde, hapishaneden görkemli bir kaçış gerçekleştirip, her nasılsa hamile kalmış genç bir kızla, yedinci sınıfa mensup dokuz çocuk babası bir adamı saldıklarını öğrenince doğru yolda olduklarını düşünmüştüm. Fakat potansiyel tehlikenin ötesinde, Seçim’i düşünmenin bile kalbimi kıracağını hissediyordum. Beni, şu anda olduğum yerde kalmak zorunda bırakan tüm o sebepleri düşündüğümde gülümsemeden edemiyordum. Annem, “Bu son birkaç sene baban için çok zorlu geçti,” derken tısladı. “Birazcık merhametin varsa, babanı düşünmelisin.”
4
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 5
Babam. Evet. Gerçekten babama yardım etmek istedim. Ve May ile Gerad’a. Ve sanırım, anneme bile. Bu şekilde konuştuğu zaman, ortada gülümsenecek bir şey kalmıyordu. İşler uzunca bir süredir zoraki ilerliyordu. Acaba babam da bunu normale dönmemiz için bir yol olarak mı görüyordu ve herhangi bir meblağ işleri daha iyi hale getirebilir miydi diye merak ettim. Bu şekilde hayatta kalamayacağımızdan korkuyoruz diyemem. Yoksul değildik. Fakat sanırım yoksulluktan o kadar uzakta da değildik. Sınıfımız, hiyerarşinin en dibinden sadece üç seviye yukarıda yer alıyordu. Bizler sanatçıydık. Sanatçılar ve klasik müzisyenler dipten sadece üç adım yukarıdaydılar. Tam manasıyla. Paramız kısıtlıydı ve gelirimiz genellikle mevsime göre değişirdi. Tüm büyük tatillerin kış aylarına toplandığını, zamanın yıprattığı bir tarih kitabında okuduğumu hatırlıyordum. Cadılar Bayramı denilen bir şeyin ardından Şükran Günü geliyormuş, daha sonra da Noel ve Yeni Yıl. Hepsi art arda. Noel hâlâ aynıydı. Bir peygamberin doğum gününü değiştirecek değilsiniz, tabii. Fakat Illéa, Çin ile büyük barış antlaşmasını yaptığından beri Yeni Yıl, ayın durumuna göre Ocak’ta ya da Şubat’ta oluyordu. Dünyanın yaşadığımız kısmındaki tüm bireysel şükran ve bağımsızlık kutlamaları artık sadece Minnet Bayramı’ndaydı. Yazın olurdu. Bu, Illéa’nın kuruluşunu, hâlâ burada oluşumuzu kutlama vaktiydi. Cadılar Bayramı nedir bilmiyordum. Asla gün ışığına çıkmadı. Yani, en azından yılda üç kere ailecek iş sahibi oluyorduk. Babamla May resim yaparlardı ve işverenler bunları, hediyelik olarak satın alırdı. Annem ve ben partilerde gösteriler yapardık -ben şarkı söylerken o piyano çalardı- yapabilecek gücümüz varsa tek bir işi bile geri çevirmezdik. Çocukken, insanların önünde performans sergilemek beni korkuturdu. Fakat artık kendimi arka plan müziği ile örtüştürmeye çalışıyordum. İşverenlerimi-
5
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 6
zin gözünde biz buyduk işte: duyulması gerekenler, görülmesi gerekenler değil. Gerad henüz kendi yeteneğini keşfedemedi. Sadece yedi yaşında. Hâlâ vakti var. Yakında yaprakların rengi değişecek ve küçük dünyamız düzensiz bir hale girecekti. Beş ay ama sadece dört işçi. Noel vaktine kadar iş bulabileceğimizin garantisi yoktu. Bunu bu şekilde düşündüğümde, Seçim sanki tutunabileceğim bir dal gibi gelmişti. O aptal mektup, beni karanlıktan çıkartabilirdi ve ben de ailemi peşim sıra sürükleyebilirdim. Anneme baktım. Beşinci sınıf için, tuhaf kaçacak kadar kilolu görünüyordu. Obur biri değildi, zaten fazlaca tüketebileceğimiz yiyeceğimiz de yoktu. Belki de beş çocuktan sonra vücut böyle gözüküyordur. Saçı kızıldı, benimkisi gibi ama onunkisi muhteşem beyaz tellerle doluydu. İki sene içinde aniden, birçok yerde belirmişlerdi. Hâlâ çok genç olmasına rağmen, gözlerinin kenarları kırışmıştı ve mutfakta görebildiğim kadarıyla, sanki görünmez bir yük omuzlarına binmiş gibi kambur duruyordu. Birçok sorumluluğu olduğunu biliyordum. Neden özellikle beynimi yıkamak için bu kadar çabaladığını da biliyordum. Fazladan çaba göstererek savaşmıştık ama sonbahar sessizce yaklaşırken, eli boş kalmış daha da asabi bir hale bürünmüştü. Küçük, salak bir formu doldurmayarak, mantıksızca davrandığımı düşündüğünü biliyordum artık. Fakat bu dünyada sevdiğim bazı şeyler -önemli şeyler- vardı. Ve o kâğıt parçası tüm arzularımla arama giren, kalın bir duvar gibi gözüküyordu. Belki istediklerim aptalcaydı. Belki bunlara sahip olamayacaktım. Ama yine de benimdiler. Ailem benim için ne kadar değerli olursa olsun, rüyalarımdan vazgeçebileceğimi düşünmüyordum. Ayrıca, zaten aileme birçok şey vermiştim. Kenna evlendiği ve Kota gittiği için ailenin en büyük çocuğu artık bendim ve katkıda bulunabilmek için elimden gelenin en
6
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 7
iyisini yapıyordum. Şarkı söylemenin yanı sıra, birçok çalgı aletini de gereğince çalabilmek için neredeyse tüm günümü alan prova yapıyordum, arta kalan zamanda da evde öğrenim görebilmem için program yapmıştık. Fakat bu mektup yüzünden, çalışmalarımın hiçbiri önemli değildi artık. Annem şimdiden kraliçe olduğumun hayalini kuruyordu. Eğer kafam çalışsaydı, babam, May ve Gerad gelmeden o aptal ilanı saklardım. Fakat annemin cebine soktuğunu bilmiyordum; yemeğin ortasında birden ortaya çıkarıvermişti. “Singer ailesinin dikkatine,” diye şarkı söyler gibi şakıdı. Elinden kapmaya çalıştım ama benim için fazlasıyla hızlıydı. Er geç öğreneceklerdi nasıl olsa ama böyle davranırsa, hepsi onun tarafını tutacaktı. “Anne lütfen!” Yalvardım. “Duymak istiyorum!” May haykırdı. Hiç sürpriz olmadı. Küçük kız kardeşim aynı bana benzerdi, sadece üç senelik bir gecikmesi vardı. Fakat görünüşümüz her ne kadar tıpatıp olsa da kişiliklerimiz aynı değildi. Benim aksime o, cana yakın ve umut doluydu. Son günlerde de tam bir oğlan delisiydi. Tüm bu olay ona inanılmaz derecede romantik geliyordu. Kızardığımı hissediyordum. Babam dikkatle dinliyordu ve May resmen sevinçten zıplıyordu. Gerad, tatlı küçük şey, yemeğini yemeğe devam etti. Annem boğazını temizledi ve devam etti. “Güncel nüfus sayımı belirtiyor ki on altı ila yirmi yaşları arasında bekâr bir kız şu an itibarıyla evinizde konaklıyor. Sizleri, büyük Illéa milletini onurlandırabileceğiniz bir fırsattan haberdar etmek istiyoruz.” May tekrar haykırdı ve bileğimi yakaladı. “Bu sensin!” “Biliyorum, seni küçük maymun. Kolumu kırmadan kes şunu.” Fakat bu sefer de elimi tuttu ve birkaç kez daha zıpladı. “Sevgili prensimiz, Maxon Schreave,” annem devam etti, “bu ay rüştüne kavuşuyor. Hayatının bu yeni evresine adımını atar-
7
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 8
ken, bir yoldaşı olsun istiyor, gerçek bir Illéa Kızı’yla evlenmek istiyor. Eğer münasip kızınız, kız kardeşiniz ya da görevliniz Prens Maxon’a gelin olmak ve Illéa’nın tapacağı prensese dönüşmek istiyorsa, lütfen ilişikte gönderdiğimiz formu doldurun ve bölge hizmet binanıza bırakın. Prensle tanışmak üzere her bölgeden bir kişi rastgele seçilecektir. Katılımcılar, kaldıkları süre boyunca Angeles’daki güzel Illéa Saray’ında ağırlanacaklar. Her katılımcının ailesi, kraliyet ailesine karşı görevlerinden ötürü cömertçe mükâfatlandırılacaktır.” Etki yaratabilmek için son kelimelerin üzerine basa basa söylemişti. Devam ederken gözlerimi devirdim. Oğullarına böyle yapıyorlardı işte. Kraliyet ailesinde doğan prensesler, diğer ülkelerle olan ilişkileri kuvvetlendirmek adına evlilik adı altında satılıyorlardı. Neden yapıldığını anlıyordum, müttefike ihtiyacımız vardı. Fakat hoşuma gitmiyordu. Böyle bir şeye tanık olmamıştım ve asla olmamayı umuyordum. Kraliyet ailesinden üç kuşaktır prenses çıkmamıştı. Prensler, öte yandan, zaman zaman düşen morali yüksek tutmak için halktan biriyle evleniyorlardı. Seçim’in bizleri birbirimize yakınlaştırmak ve Illéa’nın bile neredeyse hiçlikten doğduğunu göstermek için gerçekleştiğini sanıyordum. Bu burnu havada, küçük pısırığın, içlerinde en gösterişli ve en sığ olan kızı sırf televizyonda yanında gözüksün diye tüm ülkenin önünde seçtiği yarışmaya katılmanın... düşüncesi bile çığlık atmam için yeterliydi. Bundan daha küçük düşürücü ne olabilirdi ki? Ayrıca, iki ve üçüncü sınıfın arasında yaşamak istemeyecek kadar evlerine girip çıktım, birinci sınıf olmayı saymıyorum bile. Aç olduğumuz zamanlar hariç, beş olmaktan memnundum. Annem kast sisteminde tırmalanabilen bir kadındı, ben değildim. “Ve tabii ki America’yı sevecek! O kadar güzel ki.” Annem kendinden geçti. “Lütfen, anne. Güzel falan değilim ben, olsam olsam sadece ortalama biri olabilirim.”
8
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 9
May, “Hiç de değil!” dedi. “Çünkü ben birebir sana benziyorum ve ben güzelim!” Gülümsemesi o kadar kocamandı ki kendimi tutamayıp bir kahkaha attım. Bu doğruydu da. Çünkü May gerçekten güzeldi. Sadece suratı, çekici gülümseyişi ya da ışıldayan gözleri değildi onu güzel yapan; May enerji yayıyordu, sürekli yanında olmak istemenizi sağlayan bir azmi vardı. May mıknatıs gibiydi ve ben, açıkçası, onun gibi değildim. “Gerad, ne düşünüyorsun? Sence ben güzel miyim?” diye sordum. Tüm gözler ailemizin en genç üyesinde kilitlendi. “Hayır! Kızlar iğrenç!” “Gerad, lütfen.” Annem, sabrı taşmış gibi iç çekti ama gerçekten kızgın değildi. Ona kızmak zordu. “America, çok tatlı bir kız olduğunu bilmelisin.” “Madem o kadar tatlıyım, neden hiç kimse gelip, beni dışarı çıkarmak istemiyor?” “Ah, geliyorlar ama ben onları kışkışlıyorum. Benim kızlarım beşlerle evlenmek için fazlasıyla güzeller. Kenna bir dörde sahip oldu ve eminim sen daha iyisini yapabilirsin.” Annem çayından bir yudum aldı. “Adı James. Ona numarayla seslenmeyi bırak. Ve ne zamandan beri oğlanlar kapıya geliyor?” Sesimin gittikçe yükseldiğini duymuştum. Babam, “Bir süredir,” dedi ve ilk defa konuşmaya katılmış oldu. Sesinde üzgün bir tını vardı ve kararlı gözlerle bardağına bakıyordu. Onu bu kadar üzenin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Oğlanların kapıya gelmesi mi? Annemle yine tartışıyor olmamız mı? Yarışmaya katılmayacak olmam mı? Katılırsam ne kadar dayanabileceğim mi? Gözlerini bir anlığına görebildim ve aniden anladım. Benden bunu talep etmek istemiyordu. Gitmemi istemiyordu. Fakat fay-
9
17.01.2013 1
dalarını, tek bir gün için bile olsa, inkâr edemiyordu. Annem “America mantıklı ol,” dedi. “Kızlarını buna ikna etmeye çalışan ülkedeki tek ebeveynler bizlerizdir kesin. Bu fırsatı düşün! Bir gün kraliçe olabilirsin!” “Anne. Kraliçe olmak istesem dahi, ki kesinlikle istemiyorum, bölgede bu yarışmaya katılacak binlerce kız var. Binlerce. Ve diyelim ki bir şekilde kurada çekildim, yine de orada otuz beş kız daha olacak, hiç şüphe yok ki baştan çıkartma konusunda benim hayat boyu sergileyebileceğimden çok daha iyilerdir.” Gerad’ın kulakları dikildi. “Baştan çıkartma ne demek?” Hep bir ağızdan “Hiçbir şey,” dedik. “Yani, benim bir şekilde kazanabileceğimi düşünmek saçmalık.” Sözümü bitirdim. Annem sandalyesini çekip, ayağa kalkarak masanın üzerinden bana doğru eğildi. “Biri kazanacak America. Senin de diğerleri kadar şansın var.” Peçetesini fırlatıp gitti. “Gerad, yemeğini bitirdikten sonra banyo yapacaksın.” Gerad homurdandı. May sessizce yemeğini yedi. Gerad ikinci bir tabak istedi ama yoktu. Kalktıklarında, babam çayını yudumlarken ben de masayı temizlemeye başladım. Saçında yine boya kalmıştı, beni gülümseten biraz sarı boya. Gömleğindeki kırıntıları silkeleyerek ayağa kalktı. “Üzgünüm baba.” Tabakları toplarken mırıldandım. “Komik olma kedicik. Sinirlenmedim.” Kolayca gülümseyip, bana sarıldı. “Ben sadece...” “Bana açıklaman gerekmez tatlım. Biliyorum.” Alnımdan öptü. “İşe dönüyorum.” Bununla birlikte, mutfağa gidip temizliğe başladım. Neredeyse hiç dokunmadığım tabağımı bir peçeteyle kaplayıp buzdolabına koydum. Benden başka kimse kırıntıdan fazlasını bırakmamıştı.
10
ec_12_sayfa.indd 10
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 11
İç çekip, yatmak için odamın yolunu tuttum. Tüm bu olay beni çileden çıkartıyordu. Neden annem bu kadar üzerime geliyordu ki? Mutlu değil miydi? Babamı sevmiyor muydu? Neden bu onun için yeterli değildi? Topaklanmış döşeğime uzandım, Seçim’i düşünmeye çalışıyordum. Sanırım avantajlı yönleri de vardı. Bir süre için karnımı iyice doyurmak fena olmazdı. Fakat yarışmayı umursamak için bir sebep yoktu ortada. Prens Maxon’a âşık olacak değildim. Illéa Başkent Raporu’ndan anladığım kadarıyla, heriften hoşlanmamıştım bile. Gece yarısına kadar, vakit sanki sonsuzmuş gibi geçmek bilmedi. Kapımdaki aynanın karşısına dikilip saçımın bu sabahki kadar iyi gözüktüğünden emin oldum; sonra suratımda renk olsun diye biraz dudak parlatıcısı sürdüm. Annem, gösterilerimizde ve insan içine çıktığımız zamanlarda kullanmamız için makyaj malzemelerimizi saklamak konusunda çok kuralcıydı ama ben, bu gece olduğu gibi, bazı gecelerde biraz kullanırdım. Elimden geldiğince sessizce mutfağa süzüldüm. Yemekten artırdıklarımı kaptım, çantamı bayatlamaya başlayan biraz ekmek ve bir elmayla doldurdum. Saat geç olduğu için, odama yavaşça geri gitmek çok zordu. Fakat bunları daha önce yapsaydım da sabırsızlanırdım. Penceremi açtım ve küçük arka bahçemize baktım. Dışarıda ay görünmüyordu, yani hareket etmeden önce gözlerimin karanlığa alışmasını beklemem gerekiyordu. Bahçenin ilerisinde, ağaç evinin gölgesi gecenin içinde belli belirsiz gözüküyordu. Çocukken Kota, gemiye benzesin diye dallarına çarşaf gererdi. O kaptan olurdu ve ben de onun tayfası. Görevlerim, genellikle zemini paspaslamak ile annemin tavalarına doldurduğum toprak ve çubuklardan oluşan bir yemek yapmaktan ibaret olurdu. Kota, bir kaşık dolusu toprak alırdı ve omzunun üstünden atarak “yerdi.”
11
17.01.2013 1
ec_12_sayfa.indd 12
Bu benim tekrar paspas yapmam gerektiği anlamına gelirdi ama umursamazdım. Sadece Kota ile gemide olmaktan mutluydum. Etrafıma bakındım. Tüm komşu evler karanlıktı. Kimse beni izlemiyordu. Pencereden dikkatlice çıktım. Hatalı çıkışlar yaptığım zamanlarda karnımda morluklar oluşurdu ama artık kolaydı; bu, senelerce üzerinde çalışıp geliştirdiğim bir yetenekti. Ve yiyecekleri rezil etmek de istemiyordum. Çimenlerin üzerinden, en sevimli pijamalarımla aceleyle geçtim. Günümü üzerimdekilerle bitirebilirdim ama pijamalarım kendimi daha iyi hissettiriyordu. Ne giydiğimin önemli olduğunu düşünmüyordum ama minik kahverengi şortumun ve dar beyaz gömleğimin içinde kendimi güzel hissediyordum. Artık, tek elle ağaca çakılı çıtaları tutmakta zorlanmıyordum. Bu yeteneği de geliştirmiştim. Her adım rahatlık sağlıyordu. Arada pek fazla mesafe yoktu ama buradayken, evimin gürültüsü sanki kilometrelerce uzakta kalmış gibi hissediyordum. Burada kimsenin prensesi olmak zorunda değildim. Kurtuluşum sayılan küçük kutuya tırmanırken yalnız olmadığımı biliyordum. Birisi gecenin içinde, en uzak köşede saklanıyordu. Nefes alışım hızlandı, elimden bir şey gelmiyordu. Yiyeceklerimi zemine koydum ve gözlerimi kısarak baktım. Kişi hareket etti, pek işe yaramayan bir mum yaktı. Çok aydınlık sağlamıyordu -evden kimse göremezdi- ama yeterliydi. Sonunda davetsiz misafir konuştu, sinsi bir gülücük suratına yayıldı. “Hey, güzellik.”
— Ön okumanın sonu —
17.01.2013 1