Ne kadar sır dolu bir yerdir , gözyaşlarının vadisi. ---- ANTOINE DE SAINY – EXUPERY KÜÇÜK PRENS GİRİŞ TARİHTEN ÖNCE Yani her şey bundan ibaretti : Sanki hiç acelesi yokmuşçasına , tembelce turuncu güneş batıyordu. Gün batımı. Sekiz Mil Köprüsünün üzerinde sadece tek bir araba vardı , Miami havaalanına gitmek için yola çıkmıştı. Asla yetişemeyecekleri bir uçağa doğru. Keys’in üzerinde kaçak bir dalga suyu köpürterek yükselmeye devam ediyordu. Muhtemelen akşam haberlerinde nasıl bir canavar dalga olduğu duyurulacaktı. Köprünün ağzı iş kıyafetleri giymiş bir adam tarafında kapatılmıştı. Çalışma olduğunu yazan uyarı levhası trafiğin kapandığını gösteriyordu. Ve erkek çocuğu : köprüden yüzlerce uzakta çalınmış bir balıkçı teknesinin üzerinde olacakları izlemekteydi. Gözleri köprüden geçmesine izin verilen son arabanın üzerindeydi. Bir saattir orada sadece izlemekteydi. Gelecek trajediyi izlemek için gözlerini açmıştı. Görevi bu sefer gerçekleştiğine emin olmaktı. Yol yapımda görevli taklidi yapan işçiler kendilerine Yosunbükücü diyorlardı. Bottaki çocukta bir Yosunbükücüydü , ailenin en genciydi. Köprüdeki araba 1988 Chrysler K tipiydi. Sürücü koltuğundaki kadın bir arkeolist ????? . Kız saçlı bir anne. Yolcu koltuğundaki kız ise , onun kızıydı . On yedi yaşında , New Iberia’dan ve Yosunbükücülerin hedefindeki kişi. Kız ve annesi birkaç dakika sonra ölmüş olacaktı… Eğer çocuk bir şeyleri batırtmazsa.
Onun adı Ander’dı ve feci halde terliyordu. Arabadaki kıza aşıktı. İşte burada , Florida’ın geç gelen baharının sıcağında , gökyüzü opal taşı kadar berrak mavilikteyken , çevresindeki su üzerinde yürünecek kadar düzken burada duruyordu. Ander’in bir seçim yapması gerekiyordu. Ailesinin emirlerine küçük iyi bir asker gibi uyabilirdi. Ya da … Hayır. Aslında seçim bundan daha basitti. Dünyayı kurtar , ya da kızı kurtar. Araba köprünün ortasına doğru ilerlerken , yosunbükücülerin dalgası sadece dört mil uzaktaydı. Köprüye doğru yolu yarılamıştı. Rüzgar ve deniz yüzeyindeki her şey dalganın hızını , güçünü artırmaya yetiyordu. Yosunbükücüler çarpmaya karşı hazırlıklı olmalılardı. Bunu yapabilirlerdi : kocaman bir dalga yaratıp , belirli bir hedefe doğru onu yöneltmeyi. Hatta bunu yaparak paçalarını kurtarabilirlerdi. Kimse cinayet olduğunu bilmediği bir şey için suçlu aramazdı. Dalga yaratmak Yosunbükücülerin Zephyr’den edindikleri bir güçtü.Su üzerinde güç kullanmaktan çok , rüzgarın gidişatını ve gücünü artırmakla ilgiliydi. Ander Zephry’ne hizmet edenlerin arasında yetişmişti. Orijinal hizmet edenler zaman ve mekandan önce yaşamış kimselerdi. Aylarca doğru rüzgarın ve doğru dalganın doğru kızı nasıl öldürebileceğinden söz etmişlerdi. Hız limiti otuz beşti. Chrylers ise seksende gidiyordu. Anderin kaşından bir ter yanaklarına doğru süzüldü. Beyaz , parlak bir ışık araçtan süzülüyordu. Ander yüzlerini bu uzaklıkta seçemiyordu belki ama kızın başındaki iki tacı görebiliyordu. Çocuk kızın bir arkadaşına mesaj attığını hayal edebiliyordu , belki ona annesiyle çıkacağı tatilden bahsediyordu. Belki de Ander’ın dayanamadığı , onunsa çok sevdiği o çocukla konuşuyordu. Bütün hafta Ander onun sahilde aynı eskimiş kitabı okuduğunu görmüştü : Yaşlı Adam ve Deniz. Kızın sayfaları aynı sıkılmış yüz ifadesiyle çevirmesine şahit olmuştu. Bu yaz sene kız son sınıfa geçecekti. Ander kızın üç dersten ekstra kredi alacağını biliyordu. Alışveriş yapmak için girdikleri markette babasına matematikten hiç anlamadığını söylenmesini dinlemişti. Ander okula gitmezdi. O kızı çalışırdı. Yosunbükücüler onu bunu zorlamışlardı. Kızı takip etmeliydi. Şimdiye kadar görevini tam bir pro gibi gerçekleştirdi. Kız şeftaliye bayılıyordu ve geceleri bulutsuz gökyüzünde yıldızları seyretmeye. Akşam yemeğine her zaman aynı sıkılmış ifade ile oturuyordu ama koştuğu zaman , adeta uçuyordu. Her Cadılar Bayramında annesinin Cleopatra kostümünü giyiyordu. Bütün yemeklerine Tabasco eklemeden duramıyor , iki,buçuk metreyi altı dakikanın altında koşabiliyor , büyükbabası Gibson’un gitarını yeteneksizce çalabiliyor ve kendini buna fazlasıyla kaptırabiliyordu. Tırnaklarını odasının duvarıyla aynı renkte boyuyordu. Yaşadığı kasabayı Dallas , Memphis gibi büyük bir şehir için terk etmeyi düşlüyor , gece kulüplerinde çalan karanlık şarkılarda dans etmeyi seviyordu. Annesini öyle derinden bir sevgiyle seviyordu ki Ander biraz kıskandığı gibi bunu anlamaya da çalışıyordu.
Kışın sporcu üstleri giyerken , yazın kısa kollularla dolaşıyordu. Yüksekten korkuyor ama rollercoaster’a bayılıyor ve asla evlenmemeyi planlıyordu. Asla ağlamıyordu. Güldüğü zaman , gözleri kapanıyordu. Ander onun hakkında her şeyi biliyordu. Geçemediği sınavlar için üzülüyordu. Ander onu doğduğu günden beri , kundaklıkken bile izliyordu. Bütün yosunbükücülerin izlediği gibi. Ander onu o ya da kız konuşamadığı zaman bile izlemekteydi. Ama birbirlerine tek kelime bile etmemişlerdi. Kız onun hayatıydı. Ve oğlan onu öldürmek zorundaydı. Kız ve annesinin camları kapalıydı ve Yosunbükücüler bundan hoşlanmamıştı. Amcasından biri onlar yol üzerinde bir kafede durduklarında camlardan ikisini de açmayı ihmal etmedi. Ama Ander kızın annesinin ölü bir araba motorunu bile çalıştırabildiğini , kızın terlemeden bir araba lastiğini değiştirebildiğini görmüştü. Bu kadınlar sıradan değillerdi ve böyle şeyleri yapabiliyorlardı. Onları öldürmek için bir neden daha . derdi amcaları. Ama Ander onlarda korkulacak hiçbir şey göremiyordu. Gördüğü her şeyde onu büyülüyordu. Annesi de kızı gibiydi , ikiside güneşten bronzlaşmışlardı. Yolculukları esnasında radyoda Ander’ında duymayı dilediği bir müzik onlara eşlik ediyordu. Merak etti , tuz onun teninde nasıl kokardı. Ona bir nefeslik yakın olmak bile Ander’ın midesinde kelebekler uçuştururdu. Bildiği bir şey varsa : Ona asla sahip olmayacağıydı. Altındaki tekne ayın yükselmesiyle hafifçe sarsıldı. Tekrar sarsıldığında dalganın oluşumu için olduğunu biliyordu. Ander’ın tüm yapması gereken izlemekti. Ailesi bunu çok açık bir şekilde belirtmişti. Dalga köprüyü vuracak ve araba bir çiceğin yaprakları gibi dağılacak , denize uçacaklardı. Gerisini okyanus halledecekti. Bu kadar. Ailesi planlarını uygulamak için evi kiralıklarında kimse anne ve kızın nasıl yok olacağını konuşmamıştı. Kimse soğuk su da cesetlerin nasıl tanınmaz olacağını söylemedi. Ama Ander bütün hafta boyunca kızın soluk tenini kabuslarında görüyordu. Ailesi dalgadan sonra her şeyin biteceğini , Ander’ın artık normal bir yaşamı olabileceğini söylemişti. İstediğini söylediği şey bu değil miydi? Ander’ın yapması gereken arabanın denizin altında kaldığına emin olmaktı , böylece kızın yaşama şansı hiç olmayacaktı. Eğer bir şans – demişti amcaları – kız ve anne su yüzünde çıkarsa Ander basitçe onları – Hayır dedi teyzesi Chora , erkekler dolu odaya sessizlik getirecek kadar yüksek bir sesle. O Ander’ın anne
figürüne sahip olduğu en yakın akrabasıydı. Ander onu seviyordu ama onu beğenmiyordu. Öyle bir şey olmayacak dedi basitçe. Oluşturacağı dalga öyle güçlü olacaktı ki Ander’ın onları kendi elleriyle öldürmesine gerek kalmayacaktı. Yosunbükücüler katil değillerdi. Onlar insanlık ve kıyamet arasındaki tek engeldi. Onlar nesillerce Tanrı’nın hizmetidelerdi. Ama Ander’a göre bu bir cinayetti. Şuan kız hayattaydı. Onu seven ailesi ve arkadaşları vardı. Yaşayacağı bir gelecek , önünde gökyüzüne uzanan bir meşe gibi yükseliyordu. Yosunbükücülerin kızın belki olabileceği bir tehdit için yok edilmesi doğru değildi. Ander’ın içinde kuşku vardı. Dalga yaklaşırken Ander kendini de onun içine atmayı düşündü. Eğer ölmek istiyorsa , önce tekneden kurtulmalıydı. Ama zinciri onu boğulmaktan koruyacak , ve dalga ne kadar güçlü olursa zinciri kıramayacaktı. Boynundaki zincir mitolojik bir parçaydı. Pek arkelostinin????? , buna kızın annesi de dahil elle geçirmek isteyecekleri bir şeydi. Kız ise Yosun bükücüler hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ama nereden geldiğini , soyunun nereye dayandığını biliyor muydu? Onun ve kızın birbirine nasıl bağlı olduğunu kanıtlayan geçmişini sonradan araştırabilir miydi? Ve zaman geldi. Ander dalganın koyu bir bulut gibi arabanın üzerinde yükselmesini seyretti. Yavaş çekim gibi , karanlık gibi arabayı kapladı. Dalganın sesi bile arabadan çıkan çığlığı bastıramamıştı.Ama bu kıza ait değildi , daha çok annesinin gibi. Ander titredi , gelen sesler sonunda dalgayı gördüklerini söylüyordu. Köprü titredi , ışıklar kırıldı , motor hareket etti ama artık çok geçti. Teyze Chora sözünün eriydi , yaratığı dalga mükemmeldi. Dalga üç katlı bir binanın boyuna erişmişti. Köprüye şiddetle vurdu ve her şeyden önemlisi çok hızlıydı. Turistlerin telefonlarını çıkartıp çekeceklerinden daha hızlı , görünmeden vurdu. Ander Chrysler’ın dalganın üstünde görünüp , kaybolmasını seyretti. Ve kız işte oradaydı , koyu sarı saçları havalanmıştı , mum ışığından yansıyormuş gibi profili gözüküyordu. Kollarını uzatmış annesine ulaşmaya çalışıyordu. Onun çığlığı bıçak gibi Ander’ı kesti. Ve eğer bu olmasaydı belki her şey çok farklı olurdu ama oldu : hayatında ilk defa ,kız çocuğu gördü. Ander’ın elleri teknenin tahtasını kavradı ve ayakları boşluğu buldu. Araba denizde kaybolmaya başladığı sıra Ander onlara doğru yüzmeye başlamıştı bile. Bütün damarlarında akan antik kanla hareket ediyordu. Büyük bir savaş gibiydi su. Dişlerini sıktı ve acıyı umursamadan , uyuşan kaslarının baskısına aldırmadan yüzdü. Arabaya yetiştiği zaman nefesini tutup daldı. Annesi bayılmıştı ama kızın gözlerindeki soru işaretleri okunuyordu. O neredeydi? Ve bu çocukta kimdi? Ander’ın ikisinide kurtarmak için vakti yoktu , dalga tekrar toplanıyordu. Nasıl bencil birisi olduğunu biliyordu ve bunun da zalimlik olacağını ama kızı bırakamazdı. Dalga bir kez daha onları derinlere gömmeden önce , Ander kızın elini tuttu.
Eureka.
Lauren Kate’ın Düşüş serisinden sonra çıkardığı yeni serisi Teardrop ( Gözyaşı) ön okuması , onokumalar.com tarafından çevrilmiştir. Serinin ilk kitabı ülkemizde çıkması bekleniyor. Eğer ön okumayı beğendiyseniz , devamını kitap çıktığı zaman en yakın kitapçılarda temin edebilirsiniz. Ya da Epsilon yayınlarından çıkan Düşüş Serisine göz atabilirsiniz. İyi okumalar!