CEHENNEM MAKİNELERİ SİLİNMİŞ SAHNE
WATERLOO KÖPRÜSÜ - 1878
Saat gece yarısını geçmişti, ve Londra, bir kızın hiç olamadığı kadar sessizdi. Thames'in bu tarafında araba sesleri, bağırışlar, mahalle sakinlerinin seslenişleri ya da nehir kenarındaki değerli eşyaları çıkartan çöp karıştırıcıların neşeli konuşmaları hiç eksik olmazdı. William Herondale ve James Carstairs, Victoria Set’inin kenarında durdu, bacaklarını kıyıdan aşağı sarkıttı; su, altlarında minik girdaplar oluşturup Waterloo Köprüsü’nden aşağı akıyordu. Will esnedi ve omuzlarını arkaya doğru gerdi. Kucağında kınından çıkmış kısa bir kılıç parıldıyordu. “Biliyorsun, James, Leviathan iblisinin var olmadığına inanmaya başladım. Eğer varsa da, şimdiye kadar sudan çıkmıştır.” “Şey, bir hiç uğruna tüm gece oturduğumuz ilk sefer olmayacak, ya da son sefer, bahse varım.” dedi Jem uysalca. Ejderha başlı bastonu omuzlarında dengelenmiş, omuzları iki ucuna asılmıştı. Ay, bulutların arasında bir görünür bir kaybolurken
parlak saçları ışıldıyordu. “Hala o davanın peşinde misin? East End’deki ölü kızların?” “Bu beni oldukça ilgi çekici birkaç yere yönlendirdi,” dedi Will. “Önceki gece bir iskambil oyununda Ragnor Fell’den atmış pound kazandım. Sen yeniden bana katıldığında…” “Ben o kulüplerden pek hoşlanmam. Dünyevi şeyleri soymak, muhtemelen kazanamayacakları oyunlar düzenlemek, alay etmek ve Aşağıdünyalılarla bile olsa tüttürmek- hepsi ağzımda acı bir tat bırakıyor. Ve eğer Charlotte seni kumar oynarken yakalarsa ne söyleyeceğini biliyorsun.” “Charlotte çok fazla endişeleniyor. O benim…” Will sustu ve yıldızlara baktı, en azından sis ve bulutların arasından göründüğü kadarıyla. Işık gözüne vurdu, böylece Jem bulanıklık içinde yada sadece Set’in yunus biçimli lambalarıyla ıslah edilmiş bile olsa içinden mavi olanları görebildi. Annem değil, demek üzere olduğunu biliyordu Jem. Ne zaman bir şeyi çok fazla açığa vursa dikkatle kendini kesmek Will’in yöntemiydi. “Bana babanın eskiden kumar oynadığını söylemiştin,” dedi tedbirli bir sıradanlıkla, parmaklarını hafifçe bastonunun başına vuruyordu. Bir an için Will baktığı yıldızlar kadar uzak göründü. “Nadiren kartlarla küçük oyunlara girerdi. Annem başka hiçbir şeyden vazgeçirmedi. Kumardan hiç hoşlanmazdı. Ve babam hiçbir zaman her şey üzerine bahse giren şu çılgınlardan olmadı- o gün güneş battığında, yada yaşlı Griffiths sarhoşken Mynydd Mawr’a tırmandığında da.” Jem, Mynydd Mawr’in ne olduğunu bilmiyordu ve sormadı da. Bunun yerine, “Onun için bir Gölgeavcısı olmaktan vazgeçtiğine göre baban anneni çok sevmiş olmalı.” dedi. Will belli belirsiz irkildi ama “Sevmişti. Bir defasında hiç pişman olup olmadığını sormuştum ve o asla olmadığını söylemişti. Binlerce Gölgeavcısı olduğunu, ama gerçek aşkın eğer şanslıysan, hayatta sadece bir kere geleceğini ve bunu umursamamanın aptallık olduğunu söylemişti.” derken sesi şaşırtıcı bir şekilde sakindi. “Ve, sen buna inanıyor musun?” Jen muazzam bir dikkatle sordu; Wiil ile kişisel bir şey hakkında konuşmak, vahşi bir hayvanı ürkütüp kaçırtmamayı denemek gibiydi. “Sanırım inanıyorum.” dedi Will durakladıktan sonra. “Benim için bir önemi olduğundan değil, ama…” Silkindi. “Eğer aşk gerçekse, onun için savaşmaya değer.” “Peki ya bir şekilde ahlaksızsa? Yasaksa?”
“Yasak? Babamın anneme olan aşkı yasaktı, en azından Yasa’ya aykırıydı. Ya da, evliyse veya vampirse mi demek istiyorsun?” “Veya evli bir vampirse.” “Şey, boşversene.” dedi Will sırıtarak. “kişi savaşmaya devam etmeli. Aşk her şeyi fetheder.” “Yakın çevredeki vampir kocaları uyarmalıyım.” dedi Jem kuru bir tonda. “Ve sen, Carstairs? Kendi görüşlerin hakkında oldukça sessizsin.” Jem kollarını bastonundan çözdü ve iç çekti. “Bizlerin yeniden doğduğumuza inandığımı biliyorsun,” dedi sessizce. “Bence, eğer iki ruh ikizinin bir arada olması gerekiyorsa, dümende birlikte duracaklar ve şimdi bize ne olursa olsun bundan sonraki hayatta birlikte kalacaklardır.” “Bu resmi bir öğreti mi yoksa senin uydurduğun bir şey mi?” diye sordu Will. Jem güldü. “Bir önemi var mı?” Will merakla ona baktı. “Beni yeniden göreceğini düşünüyor musun?” Jem’in ifadesindeki değişikliği görünce ekledi. “Demek istediğim, benim için bir şans var mı? Bundan sonra başka bir hayat için? Daha iyi bir tane?” Jem cevap vermek için ağzını açtığı sırada ayaklarının altında bir hışırtı oldu. İkisi de aynı anda aşağı baktığı sırada, nehrin yüzeyinden bir dokunaç fırladı. Will elinde bıçakla ayağını süzdü; yaratığın dokunacının çılgınca kıvrandığı yerde su hala fokurduyordu. Jem’in birkaç iyi hamle yapmakta olduğunu fark etti. Will’in kalbi küt küt attı, damarlarında dolaşan kan ve savaş çağrısı yakıcıydı. “Lanet olsun,” dedi. “Tam da işler ilginçleşmeye başladığı sırada.” Ve o da arkadaşının ardından suya atladı.
-ONOKUMALAR-
CEVİRİ VE DÜZEN FÜSUN SÜLÜKÇÜ