Lanetli ayakkabılardan daha çok garip şey görmüştüm ama bunun kadarını değil. Nikes’ın Pegasus serine ait bir çift ayakkabı masanın üstünde duruyordu. Gri , beyaz ve turuncu renklere sahipti. Gevşek bağcıkları ve kirlenmiş bir görüntüsü vardı. Terk edilmiş gibiydi. Bana gelince … Ceketimin içersinde bir Glock 22 markalı silah taşıyordum. Yasaldı ve içi gümüş mermiler ile doluydu. Diğer cebimde ise kurşun mermiler taşıyordum. Çift taraflı iki bıcak ise kalçamın hemen üstündeydi. Bir ucu gümüş diğeri kurşundu. Kemerine sıkıştırılmış , küçük bir asam vardı. Üzerinde patlamaya hazır büyülerle kutsanmış taşlar bulunuyordu. Kendimi böyle bir sorun için fazla giyinik hissediyordum. ‘’ Şey. ‘’ dedim sesimi doğal çıkmasını umarak. ‘’ Ayakkabılarınızın lanetli olduğunuzu düşünmenizi ne sağladı ? ‘’ Brian Montgomery otuzlarında , saçları seyrelmeye başlamış bir adamdı. Sinirli bir şekilde dudaklarını ıslattı. ‘’ Ne zaman koşuya çıksam takılıp düşüyorum. Her zaman. Sanki etrafında bir şeyler dolanıyor. Yani tam olarak onları görmüyorum ama hissediyorum. Onları kapının oraya koyuyorum ve sonra yatağımın altında yada başka yerde buluyorum. Bir de dokununca gerçekten soğuk oluyorlar. ‘’ Gülümsemesi yüzünden düştü ve doğru kelimeyi söyledi ‘’ Sanki buz gibi .’’ Başımı salladım ve ayakkabılara baktım. Hiçbir şey söylemeyecektim. ‘’ Bakın Bayan Oddie yada her neyse . Ben deli değilim. Bu ayakkabılar lanetli. Şeytancalar . Yarın maraton var ve bir şeyler yapmalısınız. Bunlar benim şanslı ayakkabılarım sayılırlar ve ucuz değiller. ‘’ dedi Kulağıma delice geliyor ki bu benim için bir şeydi. Yine de burada olduğuma göre bakabilirdim. Kontrol etmekten zarar gelmezdi. Cebimdeki mühimmatlarımdan biri olan bir sarkaç çıkardım. Zinciri gümüştendi , ucunda ince bir kristal vardı. Zincirin ucunu tutup kristali bağcıklara doğru götürdüm. Bir saniye sonra ucundaki kristal deli gibi dönmeye başladı. Ayakkabıda bir şey vardı ‘’ Ben lanetlendim. ‘’ diye mırıldandım. Montgomery’e döndüğümde yüzünde kötücül bir ifadeyle baktığını gördüm. ‘’ Bay Montgomery bence dışarıda bekleseniz iyi olur. Sizin güvenliğiniz için. ‘’ Bu pek doğru değildi . Ama çoğu müşteri olayın önemli yerinde aptalca sorular sorup beni sinir ederlerdi. Hiç itiraz etmeden dışarıya çıktı. O gider gitmez. Çantamdan tuzu çıkardım ve etrafa bir daire şeklinde döktüm. Ayakkabıyı ortasına koydum . Dairenin içene girince onun ışıl ışıl parladığını fark ettim. En azından öyle hissediyordum.
Esnememek için kendimi zor tutuyordum. Üst üste mesai yapmış ve sadece 4 saat uyumuştum. Yorgundum. Asamı çıkardım ve ayakkabının üstüne doğru tutum. Şarkı söylermiş gibi konuştum. ‘’ Çık dışarıya , dışarıya çık , sen her neysen ‘’ Bir saniye sessizlik oldu sonra ince bir erkek sesi konuştu. ‘’ Git buradan , fahişe. ‘’ Harika , ayakkabı hakaret ediyordu. ‘’ Neden ? Yapacak daha iyi işlerin mi var ? ‘’ ‘’ Bir ölümlüyle zamanımı harcayamayacak kadar iyi işlerim var. ‘’ ‘’ Ayakkabı ile mi yapacak daha iyi işlerin ? Hadi ama yapma ,lanetli harabeleri duymuştum. Ama sen tam mektup zarfı gibi yere sıkışmışsın . Bu ayakkabılar yeni bile değil. Bence çok daha iyisini bulabilirsin. ‘’ Ses tekrar aynı tonda geldi ama bu sefer tehtit edermiş gibi değildi. ‘’ Mektup zarfımı ? Senin kim olduğunu bilmiyorum mu sanıyorsun , Eugenie Markham ? Kara Kuğuların Oddie dediği kişi . Bir kan haini , melez ,katil ve suikastçı . Senin ve benim türüm yalnız. Kana susamış gölge. Sana yeterince para verenler için her şeyi yaparsın. Bu seni paralı asker yapar. Bu seni bir fahişe yapar ‘’ Diğer isimlerce bir çok kere çağrılmıştım ama hiç kendi adımı kullan olmamıştı. Bu biraz rahatsız ediciydi ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. ‘’ Hakaretlerin bitti mi çünkü seni dinlemiyorum da ‘’ ‘’ Saat başına para almıyor musun ? ‘’ dedi ukalaca ‘’ Düz ücret alıyorum. ‘’ ‘’ Ah. ‘’ Bu kez ayakkabıya dokundum. İçinden elime doğru fiziksel bir kuvvet geldi. ‘’ Hayır , daha fala oyun yok. Dışarıya çık ‘’ Kuvvet gittikçe artı ve dumanlar çıkarmaya başladı. Montgomery sanırım bununla baş edemezdi. Duman karanlık bir şekil alarak dışarıya doğru çığlık attı. Neredeyse benim kadar bir uzunluk almıştı. Doğrusu ben dışarıya Santa’nın elfleri gibi şımarık bir şeyin çıkmasını bekliyordum ama çıkan şey kaslı ve iyi vücutlu bir adam olmuştu. Duman gri ve siyah bir figür olarak katılaşmaya başladı. Silahımı çıkardım. Dairenin kenarına çekildi. Bu bir keresti. Ölen kişilerden arta kalan bir parça . Bir nevi hayalet gibidir . Dünyada pek çok tane keres’den vardır . Şimdi biri eksilecekti. ‘’ Söyledikleri kadar güçlüsün ama beni rahatsız etmemeliydin. Yerimde kalmama izin vermeliydin.’’ Bu sefer sesi daha kalındı.
Başımı sallayıp yorgunluğu üzerimden attım. ‘’ Bu senin ayakkabın değil. ‘’ Gümüş mermi işe yaramazdı. Kurşun lazımdı. Çünkü o da bir tür periydi. Kurşunları yerine takmak istedim ama ilk dememde olmadı. İkincisinde de olmadı. Bana ulaştığı zaman onu kestim. Çift taraflı bıcağımı çıkarmıştım. Yaralar küçüktü ama çiftli bıçak zehir gibiydi. Tekrar saldırmak için atıldım ama benim kalçamı tutu ve başka bir posizyona soktu. Bu benim çığlık atmama neden oldu. Kırık bir kemik olmamasını umdum. Kendini beğenmiş şey beni yakalayıp kendine çekti . Yüzü yüze gelmiştik. Gözleri sarıydı. Yılanın gözleri gibiydi. Bana doğru konuştuğunda nefesi sıcaktı. ‘’ Vücudun sıcak ve tenin taze , ayrıca çok küçüksün Eugenie Markham. Belki de seni yenmek yerine kendime almalıyım.Altımdayken çığlıklarını duymaktan zevk alabilirim. ‘’ Daha demin bana çıkma mı teklif etmişti ? Ve yine gerçek adım. Dünya ne zaman gerçek adı mı öğrenmişti ki ? Sadece Oddie olmalıydım. Kuğu Dünyasında bir de Kuğu Gölü derlerdi bana ama o kadar. Keres omuzlarımı sıkıca tutu. Yarın büyük olasılıkla morluk olacaktı. Ama bu tutuşu diğer elimin serbest kalmasına yaradı. O kadar kendinden emin ve ukalaydı ki serbest kalan elimi fark etmedi. Serbest kalan elimle silahımı çektim ve onu göğsünden vurdum. Beni sertçe yere attı. Ve kocaman delik olmuş göğsüne baktı. Gümüş onu öldürmezdi ama gerçekten acıtabilirdi. Yüzünde şaşkın bir ifadeyle bana baktı. Onu tekrar tekrar tekrar vurdum. Sesler bütün odada yankılanıyordu. Montgomery’in aptalca bir şey yapıp kaçmamasını umdum. Keres vuruşlar yüzünden geriye doğru gitmeye başladı. Onu dairenin dışına kadar ittim. Dışarıdaki hava yüzünden bir an boğulur gibi oldu. Sonra bir fırtına misali saçları uçuşmaya başladı. Ozon onu durduran şeydi. Çığlık attı , artık yaralı ve işaretlenmişti. Normalde onu diğer dünyaya gönderip , öldürmemeye çalışırdım ama cinsel teklifi kafamı attırmıştı. Ölmeye Persephone’ın geçidine gidecekti. On yavaşlatmak için iyi olan elimle onu tekrar vurdum. Çift uçlu bıcağımla gücümü çağırmaya başladım. Onu bu dünyada yollayacaktım. Bir şekilde diğer dünya ile bağlantı da kurdum ama bir kapı misali onu kapattım. Gücümü keres’e yolladığımda yüzünde korku oluştu. ‘’ Burası senin dünyan değil. ‘’ dedim içime dolan güç sesimi de doldurmuştu. ‘’ Burası senin dünyan değil ve ben seni burada kovuyorum. Tekrar doğacağın yada cehennemin ateşi olacağın siyah geçide , ölüme seni yolluyorum. ‘’ Adam bir çığlıkla ağzını açtı ama güç onu doldurdu. Bir tür balon gibi patlayıp etrafına gri kıvılcımlar saçtı. Sessizlik bir müddet etrafı kapladı. Geriye yapacak tek bir şey kalmıştı. Birkaç dakika sonra Daire’yi silmiş , eşyalarımı toplamış ve Montgomery’i çağırmıştım. ‘’ Ayakkabınızdan şeytanı çıkardım. ‘’ dedim ve anlattım. ‘’ Hayaletti öldürdüm. ‘’
Odaya gidip baktı. ‘’’ Silah sesi duydum. Kurşunları hayalet için mi kullandınız ? ‘’ Omuz silktim ama omuzum ağırdı ‘’ Güçlü bir hayaletti. ‘’ Korkmuş bir çocuk gibi ayakkabıyı kucağında tutu. ‘’ Halı da kan var. ‘’ dedi ‘’ Sözleşmeyi okuyun. Oluşacak hasardan ben sorumlu değilim. ‘’ Birkaç dakika sonra parayı getirdi ve ben de çekip gittim. Müşteri ayakkabısı hakkında çok kararlıydı. Sanırım ofisini de dekore ettirecekti.