Demir Kral Bölüm Bir (Ön Okuma)
On yıl önce, altıncı doğum günümde, babam ortadan kayboldu. Hayır, terk etmedi.Terk etmek bavulları ve boş çekmeceleri ima ederdi, ve içi on dolarlık çeklerle doldurulmuş gecikmiş doğum günü kartlarını.Terk etmek, onun annem ve benimle mutsuz olduğunu ima ederdi, ya da başka birini bulduğunu.Bunlardan hiçbiri doğru değildi.O ölmedi de, çünkü duyardık.Hiç araba kazası olmadı, hiç, korkunç cinayet mahallindeki polislerin karmaşası da yoktu.Her şey tamamen sessizce oldu. Altıncı doğum günümde, babam beni parka götürdü, o zamanlar gitmeyi en çok sevdiğim yerlerden biriydi.Hiçliğin ortasında, bir çizgi halinde uzanan ve çam ağaçlarıyla çeverelenmiş puslu yeşil göletiyle, yalnız, küçük bir parktı.Tepenin üzerine park eden dondurma kamyonunun şıngırtısını duyduğumda, ördekleri beslemek için göletin kıyısındaydık.Babama
bana dondurma alması için yalvardığımda, güldü, elime biraz para tutuşturdu, ve beni kamyonun arkasından gönderdi. Bu onu son görüşümdü. Sonra, polis bölgeyi ararken, suyun kıyısında ayakkabılarını buldular, ama başka bir şey yoktu.Göletin içine dalgıçlar gönderdiler, yaklaşık on feet derinliğine, dipte çamur ve çalılar haricinde hiçbir şey bulamadılar.Babam hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştu. Sonraki birkaç ay için tekrarlanan kabuslar gördüm.O tepenin zirvesinde durduğum, aşağı bakıp babamı göletin içinde yürürken gördüğüm kabuslardı.Su başını örtüyordu, arkadan dondurma kamyonunun sesini duyabiliyordum, ama neredeyse anlayabildiğim sözleriyle, yavaş, ürpertici bir şarkıydı.Her seferinde anlamayı denedim, her nasılsa, hep uyanırdım. Babamın kayboluşunun üzerinden çok geçmeden, Annem bizi uzağa götürdü, Louisiana kentinin ortasında minicik küçük kaba bir bataklığa. Annem atlatmak istediğini söyledi, ama ben, ben hep biliyordum, derinlerde bir yerde, bir şeylerden kaçtığını biliyordum. Ben ne olduğunu keşfetmeden önce bir on yıl olacaktı.
Benim adım Megan Chase. Yirmi dört saatten daha kısa bir süre içinde, on altı yaşında olacağım. Tatlı on altı.Söylemesi ne kadar hoş geliyor.On altı kızların prenses olarak varsayıldığı, aşık olduğu, balolara ve mezuniyet danslarına ve böyle şeylere gittikleri zamandır. Bu muhteşem yaş için yazılmış sayısız hikaye, şarkı ve şiirler vardır, bir kız gerçek aşkı bulur, yıldızlar onun için parlar ve yakışıklı prens gün batımına doğru onu taşır. Bunun benim için bu şekilde olduğunu düşünmüyorum. Doğum günümden önceki sabah, uyandım, duş aldım ve bir şeyler giymek için dolabımı alt üst ettim.Normalde,sadece yerden temizimsi herhangibir şey kapardım, ama bu gün özeldi.Bugün Scott Waldron'ın sonunda beni fark edeceği gündü.Mükemmel görünmek istiyordum.Tabiki, gardırobum popüler giyim bölümünden üzücü şekilde yoksundu.Diğer kızlar saatlerini giysilerinin önünde harcarken, 'Ne giymeliyim' diye ağlarken, benim çekmecelerim temel olarak şu üç şeyden oluşuyordu: Goodwill'den gelme giysiler, elden düşme giysiler ve formalar. Keşke bu kadar yoksul olmasaydık.Domuz çiftçiliğinin en cazip iş olmadığını biliyorum, ama bir de annemin bana sonunda bir çift güzel kot alabilmek için harcadığı enerjiyi düşünün.Yetersiz dolabıma rahatsızlıkla dik dik baktım.Pekala, sanırım Scott benim doğal zarafetimden ve çekicilğimden etkilenmek zorunda kalacak, tabi eğer onun önünde kendimden bir ahmak yaratmazsam. Sonunda, beyzımsı sarı saçlarımı fırçalamadan önce, kaba kesimli pantolonumun, soluk yeşil
tişörtümün ve rüküş spor ayakkabılarımın içine çabucak girdim.Saçlarım düz ve çok hoştu, ve tekrar şu aptal değişme şeyini yapıyordu, parmağım elektrik çıkışına sıkıştığında olacağı gibi görünüyordu.At kuyruğu yaptım, alt kata gittim. Luke,üvey babam, masada oturmuş kahvesini yudumluyor ve küçük kasaba gazetesinin sayfalarını hızla çeviriyordu.Bizim lise dedikodu köşemizden daha gerçekçi haber kaynakları içeriyordu.''Patterson Çiftliği'nde doğan beş bacaklı buzağı'' ön sayfada çıkmıştı; gerisini siz düşünün.Ethan, dört yaşındaki yarı kardeşim, babasının kucağına oturmuş Pop-Tart'ını yiyordu ve Luke'un üniformasını kırıntı yapıyordu.Bir koluyla Flappy'yi tutuyordu, en sevdiği peluş tavşanı, ve arada kahvaltsını yemeye çalışıyordu; tavşanın yüzü tamamen kırıntı ve meyveyle kaplanmıştı.Ethan iyi bir çocuktu.Babasının kıvırcık kahverengi saçlarını ve ,benim gibi, annesinin büyük mavi gözlerini miras almıştı.Yaşlı bayanların hakkında konuşacağı ve yabancların sokağın karşısından gülümseyip el sallayacağı tipte bir çocuktu.Annem ve Luke bebeklerine çok düşkündü, tanrıya şükür ki bu onu şımartıyormuş gibi görünmüyordu. ''Annem nerede?'' diye sordum mutfağa girerken.Mutfak dolabının kapısını açarken sevdiğim tahıl gevreklerinden birinin kutusunu aradım, tabi annem almayı hatırladıysa, tabiki hatırlamamıştı.Lifli krakerler ve Ethan için iğrenç mantarlı gevreklerden başka hiçbir şey yoktu.*Cheerios(bir kahvaltılık gevrek markası)'u hatırlamak bu kadar mı zordu? Luke beni görmezden geldi ve kahvesini yudumladı.Ethan Pop-Tart'ını çiğnedi ve babasının koluna hapşırdı.Dolabın kapısını duyulabilir bir sesle çarptım. ''Annem nerede?'' diye sordum, bu sefer biraz daha yüksek bir sesle.Luke kafasını silkerek yukarı kaldırdı ve sonunda bana baktı.Tembel kahverengi gözleri, tıkı bir ineğinki gibi, hafif bir şaşkınlık gösterdi. ''Oh, merhaba Meg,'' dedi sakince ''geldiğini duymadım.Ne demiştin?'' Bir iç çektim ve sorumu üçüncü kez tekrarladım. ''Bazı bayanlarla kilisede toplantısı vardı.'' diye mırıldandı kağıtlarına dönerken.''Bir kaç saate kadar dönmez, bu yüzden otobüse binmek zorndasın.'' Her zaman otobüse binerdim.Sadece bu haftasonu öğrenci izni için beni alması gerektiğini hatırlatmak istedim.Luke'la bu umutsuzdu.Ona on dört kez bir şeyler anlatabildim, ve odayı terk ettiğim anda unuttu.Bu Luke'un cimri, kötü niyetli ya da bir çeşit aptal olduğundan değildi.Ethan'a tapıyordu ve annem de onunla gerçekten mutlu görünüyordu.Ama üvey babamla her konuştuğumda samimi bir şaşkınlıkla bana bakardı, burada yaşadığımı da unutmuş gibi. Buz dolabının tepesinden bir bagel(bir tür mayalı ekmek) kaptım ve somurtarak çiğnedim, bir gözüm saatteydi.Beau, Alman Çoban köpeğimiz, içeride dolaştı ve koca başını dizime koydu.Kulağının arkasını kaşıdım ve sesler çıkarttı.Sonunda değerimi bilen biri.Luke ayağa kalktı, kibarca Ethan'ı oturttu.''Tamam, koca oğlan.'' dedi, Ethan'ın başını öperken.''Baba banyonun musluğunu tamir etmek zorunda bu yüzden burada otur ve uslu ol.İşimi bitirdiğimde domuzları beslemeye gideceğiz, tamam mı?'' ''Ta-m'' Ethan tombul bacaklarını sallayarak cıvıldadı.''Flappy Bayan Daisy'nin bebekleri varsa görmek istiyor.''
Luke öyle rahatsız edici bir gurula gülümsedi ki midem bulandı. ''Hey Luke,'' dedim, gitmek için döndüğünde ''iddiasına varım ki yarının ne olduğunu tahmin edemezsin.'' ''Mm?'' Arkasına dönmedi.''Bilmiyorum Meg.Yarın için planların varsa annenle konuş.'' Parmaklarını şıklattı ve Beau aniden beni bırakıp onu takip etti.Adımları zayıflarken, yarı kardeşimle yalnız kaldım.Ethan ayaklarını vurdu, ilgimi çekerek ciddi tavırlarıyla ''Biliyorum.'' diyerek yumuşakça seslendi, Pop-Tart'ını masaya koyarken.''Yarın senin doğum günün, değil mi?Flappy bana anlattı ve ben de hatırladım.'' ''Evet,'' diye homurdandım, dönüp bageli çöp kutusuna doğru atarken.Sertçe duvara çarptı ve içine düştü.Düşerken boyada yağlı bir leke bıraktı.Sırıttım ve onu öyle bırakmaya karar verdim. ''Flappy sana şimdiden mutlu yıllar diliyor.'' ''Flappy'ye teşekkür ettiğimi söyle.''Mutfaktan ayrılırken kafasını karıştırdım.Tamamen ters havamdaydım.Biliyordum.Annem ve Luke yarınki doğum günümü tamamen unutmuştu.Kartım olmayacaktı ya da kekim ya da hiç kimseden herhangi bir ''mutlu yıllar''.Küçük kardeşimin aptal peluş tavşanı dışında.Ne acınası değil mi? Odama döndüğmde kitaplarımı kaptım, ödevlerim, spor kıyafetlerim, korumak için bir yıl harcadağım iPod, Luke'un ''kullanışsız, beyni uyuşturan alet'' diyerek hor görmesine rağmen.Gerçek hödük modasına göre üvey babam, hayatı kolaylaştırabilen hiçbir şeye güvenmez ve hoşlanmaz.Cep telefonları mı?Hiç bir şekilde, mükemmel sabit hattımız varken.Video oyunları?Çocukları suçlukuğa ve seri katilliğe yönelten şeytan aletleri.Anneme bana okul için dizüstü bilgisayar alsın diye defalarca yalvardım, ama Luke onun eski, aksak bilgisayaının onun için yeteri kadar iyi olduğu konusunda ısrar etti, aile için de yeterince iyiydi.Çevirmeli modemleri sonsuza kadar kullanabileceğinizi düşünmeyin.Artık kim çevirmeli modem kullanır ki? Saatimi kontrol ettim ve küfrettim.Otobüs kısa bir süre sonra varırdı ve benim ana caddeye yürümek için on güzel dakikam vardı.Pencereden dışarı baktığımda gökyüzünün gri ve yağmurlu olduğunu gördüm, bu yüzden idare edebilecek bir ceket kaptım.Ve ilk kez olmayarak, kasabaya daha yakın bir yerde yaşamamızı diledim. Yemin ediyorum, bir ehliyet ve araba aldığım zaman, bu yere asla tekrar dönmeyeceğim. ''Meggie?'' dedi Ethan tereddütle kapı aralığından.Tavşanını çenesinin altına sıkıştırdı.Mavi gözleri bana kasvetle bakarak ''Bugün seninle gelebilir miyim?'' dedi. ''Ne?'' omuzlarımı ceketimin içinde silkerek, etrafta sır çantama bakındım. ''Hayır, Ethan.Şimdi okula gidiyorum.Büyük çocuklar okulu; ufaklıklara izin yok.'' Döndüm, bacağımın etrafına dolanan iki küçük kol hissettim.Düşmemi önlemek için ellerimi duvara koydum.Aşağıya, yarı kardeşime öfkeyle baktım.
Bir iç çekerek eğildim ve onu yakaladım. ''Neler oluyor, sümüklü?'' diye sordum saçlarını gözlerinden çekerken.Annemin yakın zamanda kesmesi gerekiyordu; kuş yuvası gibi görünmeye başlamıştı.''Bu sabah korkunç bir şekilde yapışkansın, neler oluyor?'' ''Korku-'' diye mırıldandı Ethan, başını boynuma gömerek. ''Korkuyor musun?'' Başını sallası.''Flappy korkuyor.'' ''Flappy neyden korkuyor?'' ''Dolaptaki adamdan.'' Sırtımdan geçen küçük bir soğukluk hissettim.Bazen Ethan o kadar sakin ve ciddi oluyordu ki, onun yalnızca dört yaşında olduğunu hatırlamak çok zor oluyordu.Hala yatağının altındaki canavardan ve tuvaletteki öcüden çocukça korkuyordu.Ethan'ın dünyasında peluş hayvanlar onunla konuşur, görünmez adamlar çalılıkların arasından el sallar ve korkunç yaratıklar uzun tırnaklarıyla yatak odasının penceresine hafifçe vururdu.Nadiren öcü ve yaratık hikayeleriyle anneme veya Luke'a giderdi; yürüyebilecek yaşa geldiğinden beri hep bana geldi. İç çektim, yukarı çıkıp kontrol etmemi ve yatağının altında ya da tuvaletinde hiçbir şeyin pusuya yatmadığına dair ona güvence vermemi istediğini biliyordum.Bu yüzden dolaptan bir fener aldım. Dışarda şimşek çaktı, ve uzakta gök gürledi.Ürktüm.Otobüse yürüyüşüm hiç hoş olmayacaktı. Lanet, bunun için vaktim yok! Ethan geri çekildi ve bana yalvaran gözlerle baktı.Tekrar iç çektim. ''Güzel,'' diye homurdandım, onu yere koyarken.''Haydi gidip canavarları kontrol edelim.'' Merdivenlerde sessizce beni takip etti.Feneri kaptığımda ve dizlerimin üzerinde yatağın altını aydınlatırken endişeyle beni izliyordu.''Burada hiç canavar yok.'' diye haber verdim ayağa kalkarken.Tuvaletin kapısına yürüdüm ve çarparak açtım.Ethan bacağımın arkasından göz atarken ''Burada da canavar yok, şimdi oldu mu?'' Başını eğdi ve bana zayıf bir gülümseme verdi.Köşedeki tuhaf gri şapkayı fark ettiğimde kapıyı kapatıyordum.Kubbeli tepesi, çember kenarı ve etrafındaki kırmızı bandıyla: bir melon şapkaydı. Tuhaf.Neden oradaydı? Doğrulup etrafında ilerlemeye başlarken gözümün ucuna hareket eden bir şey çarptı.Ethan'ın yatak odasının kapısının arkasında saklanan bi figür yakaladım.Solgun gözleriyle aralıktan beni izliyordu.Başımı salladım, ama tabiki orada bir şey yoktu.Harika, şimdi Ethan'ın hayali canavarlar gören bir ablası vardı.Gece yarılarında korku filmleri izlemeyi
kesmeliydim.Başımın üzerinde gümbürdeyen bir patlama beni zıplattı ve iri damlalar pencere camında şıpladı.Aceleyle Ethan'ın arkasında fırladım.Evin dışına, otoyola doğru hızla koştum.
İlk Defa Ön Okumalar.Com’da Ceviren : Begüm N. Tibet